![]() |
Çiğ Beslenme
“Karnabahardan pirinç, kabaktan makarna, bademden peynir olur mu?” Olur! Yeni bir beslenme felsefesi olan “çiğ beslenme”; besinleri pişirmeden, hiçbir işlem görmeden doğada olduğu gibi kullanıyor. Tarihi ta ilk insana dayanan bu felsefenin Türkiye’de de bir temsilcisi var; Miyase Bülbül. http://frmsinsi.net/images/forumsins...sinsi.net_.jpg NAZAN ORTAÇ Gereğinden fazla, gereğinden çeşitli yeme üzerine kurulu Amerikan beslenme tarzı, ekonomik krizle birlikte sarsıldı! Çünkü bolluk yıllarında daha fazla tüketimi körükleyen bu beslenme biçimi, artık ciddi biçimde “pahalı” olmaya başlamıştı. Ama Amerikalılar’da fikir tükenmez; hemen yeni bir beslenme biçimi buldular: “Raw Food”, yani çiğ/canlı beslenme. Aslında tarihi; henüz ateşin keşfedilmediği çağa, bitkilerle beslenen ilk insana uzanıyor. Bu beslenme biçimi, insanı bulunduğu yerde lokal beslenmeye, kendi toprağında ekip biçmeye yöneltiyor. Çiğ beslenme, akla ilk başta sadece salata yemeyi getirse de, aslında bir felsefe. “Dünyanın yeni mutfağı” olarak adlandırılan felsefenin Türkiye’de bir gurme şefi ve beslenme uzmanı eğitmeni var; Miyase Bülbül. Uzun yıllar medya pazarlama alanında çalışan, KAGİDER üyesi Bülbül, 2008 yılında kariyerinde yapyeni bir dönem başlatma kararı almış ve Mutfak Sanatları Akademisi’nden “Executive Chef” eğitimine katılmış. Ardından Amerika’ya gidip, “Living Light Academia”da çiğ beslenme konusunda kapsamlı bir eğitim görmüş. GİRİŞİMCİLİK RUHU ÖLMÜYOR Bilgisayar başından kalkmaya üşenen miskin gençleri düşününce, insan 51 yaşındaki Miyase Bülbül’ün azmine hayran kalıyor. Başarılı iş kadını bunu, “Biz girişimci bir kuşağız ve bu özelliğimizi hiç yitirmedik” diye yorumluyor. Peki, yıllarca yöneticilik ve patronluk yaptıktan sonra, bir şefin yanında staj yapmak nasıl bir ego törpülenmesi? Miyase Hanım, bu konuda kendini “aşmış”: “Staj yaparken yer de sildim, bulaşık da yıkadım. Ama eğer bir hedefim varsa, hiçbir şey beni gocundurtmadı. Eğer alınteri ile yapıyorsam ve bir şeyler öğrenmeyi hedefliyorsam, ne olursa olsun yapabilirim mantığım var. Galiba o bana yardımcı oldu.” Sağlıklı beslenme tutkusu ise Miyase Bülbül’ü “raw food” ile tanıştırmış: “Yemekleri yaptıktan sonra, aslında bunları yiyemediğimi fark ettim. Ağır geliyorlardı. Ben de bir şekilde ‘raw food’la tanıştım. Baktım ki, sabahtan akşama kadar meyve yiyen biriyim, akşam yemeği olarak kocaman bir salata yerim. Ben bunu öğrenmeliyim, beni çekiyor diye düşündüm. Tek okulu da San Francisco’da bir köyde. Hiç yol yordam bilmeden, güçlü de bir İngilizcem olmadan gitme kararı aldım!” HASTALIKLARI İYİLEŞTİRİYOR Bülbül, şef ve eğitmen sertifikalarını aldıktan sonra, bir süre de Arizona’da şeker hastalıklarının tedavi edildiği bir merkezde çalışmış. Burada, çiğ beslenmenin iyileştirici gücünü görmüş: “Merkez, hastaları sadece raw food ve egzersizle tedavi ediyor. Oraya gidip 30 gün kalıyorsunuz, eğer insülin bağımlısıysanız, bunu bile normal seviyeye indiriyor. Bu beslenme biçiminin kansere karşı da etkili olduğu biliniyor. Artık tüm araştırmalar kanserin, özellikle de kolon kanserinin gereğinden fazla pişmiş yemeklerden kaynaklandığını gösteriyor.” Amerika Bilim Akademisi, 1982 yılında kanserin beslenmeyle ilişkisini ortaya koyan bir araştırma yayınladı. Araştırmaya göre; doğru beslenme, fiziksel aktiviteyi artırma ve sağlıklı kiloyu koruma, kanser riskini yüzde 30-40 oranında azaltıyor. Her gün 5 porsiyon taze meyve-sebze tüketmek bile kansere yakalanma riskini yüzde 20 azaltıyor. Çiğ beslenme obeziteye karşı da etkili. Çünkü çiğ ve canlı besinlerin lif ve su oranları daha yüksek olduğundan daha küçük porsiyonlarla doyuyorsunuz. Besinler sağlıklı olduğu için de kalorileri çok düşük. PİŞİRİLMİYOR, KURUTULUYOR Peki, çiğ/canlı beslenme, “raw food” tam olarak ne, pişirmeden yemek “pişirmek” nasıl mümkün? “Raw” kelime anlamı olarak pişirilmemiş, ısıtılmamış çiğ, doğal gıda anlamına geliyor. Çiğ gıda, yiyeceklerin doğal haliyle işlem görmeden, pişirilmeden, ısıtılmadan tüketimi. Üç ana çiğ gıda grubu var: Meyveler, sebzeler ve doğal yağlar (avokado, kuruyemişler, çekirdekler, yetiştirilmiş kökler, baharatlar, kurutulmuş gıdalar). Yemekler hazırlanırken ısı işlemi uygulanmıyor. Onun yerine güneş taklit ediliyor. Besinler, özel bir fırın sayesinde, ısı 45 dereceyi geçmeden kurutuluyor. Bu şekilde gıdanın içindeki besin değerinin korunması sağlanıyor. Karnabahar, brokoli gibi sert sebzeler tuz ile ovularak yumuşatılıyor, susam yağı gibi özel yağlarla marine ediliyor, bu şekilde bir nevi “pişiyorlar”. Kullanılan tuz da, bildiğimiz sofra tuzu değil. Ya deniz tuzu, ya Himalaya Dağları’ndan gelen doğal tuz ya da kereviz tuzu kullanılıyor. Bu beslenme felsefesini benimsemiş kişiler, hiçbir şekilde hayvansal gıda ve işlem görmüş ürün yemiyor. Yani; et, süt, deniz ürünü, yumurta, ekmek, makarna, şeker, margarin gibi normal beslenme biçiminin neredeyse temeli sayılan ürünlerin hiçbirini tüketmiyorlar. Ancak, bu onların tek yönlü beslendikleri anlamına gelmiyor. Miyase Hanım, süt yerine badem sütü içtiğini, tadının nefis olduğunu söylüyor. Hatta badem sütünden peynir yapıyor. Sadece badem sütünden değil, kajun fıstığından ve cevizden de peynir üretiyor. Kayısı, kakao ve hurma karışımıyla nefis çikolatalı kurabiyeler elde ediyor. Kabaktan lazanya ve humus, bademden ekmek yapabiliyor. Ispanaktan, patlıcandan, pazıdan cipsler yapıyor. Yaprak sarmasını bile pişirmeden yaptığını, pirinç yerine yeşil kabak veya karnabahar kullandığını, Amerika’da bu tarife bayıldıklarını anlatıyor. Keten tohumu ve ayçekirdeği unundan köfte yapıyor. Köfteye tadı veren baharatlar kullanıldığında, “köfteci köftesi”nden bir farkı kalmıyor. TATLARI NASIL? Son olarak sıra, “raw food”u tatmaya geliyor! Miyase Hanım, tatmamız için farklı farklı yemekler hazırlamış. Önce, nasıl hazırlandığını görmemiz için bize badem sütü yapıyor. Tadı, sulu badem gibi. Koca bir bardak içiyoruz, hiç rahatsız etmiyor, her gün içebileceğiniz türden hafif ve lezzetli! Yemekler konusunda biraz çekincemiz var, önce tatlıdan başlamak istiyoruz. Şeker, un, yağ, yumurta içermeyen çikolatalı kurabiyeleri deniyoruz. Ve tadına bayılıyoruz! Ceviz, çiğ kakao, hurma ve kayısıdan yapılmış; yoğun bir çikolata tadı var ama çok hafif. Keten tohumu bisküvisi, kimyonlu badem bisküvisi, kabak çekirdeği bisküvisi gibi tuzluların tadına bakıyoruz. Hepsi son derece lezzetli! Üzerlerine badem sütünden yapılmış baharatlı lor peyniri sürüyoruz. Gerçek peynir gibi, tadında hiçbir fark yok! “Ay çekirdeği patesi”ne 10 puan veriyoruz, kabaklı humusun tadının, nohutlu humustan bir farkının olmadığına şaşırıyoruz. Evet, “raw food” gayet lezzetli, yenilebilir. Ama biz Türkler- belki Şaman atalarımız yüzünden- ateş severiz! Dönere, mangala bayılmamız bu yüzden değil mi? Miyase Hanım, bana hak veriyor: “Ben de yüzde 100 çiğ beslenmiyorum. İdeal oranda beslenmek önemli; yüzde 75/yüzde 25. Önerim, birtakım yiyeceklere yasak koyarak vücudunuzda stres yaratmamanız. Stres de vücutta toksin yapıyor, hastalıklara sebep oluyor. O yüzden yasaklamalara karşıyım, en önemlisi dengeyi bulmak!” |
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.