ForumSinsi - 2006 Yılından Beri

ForumSinsi - 2006 Yılından Beri (http://forumsinsi.com/index.php)
-   Şaşırtıcı / Ürpertici Hikayeler (http://forumsinsi.com/forumdisplay.php?f=634)
-   -   En Ayrıntılı Şekilde Dünyamız (http://forumsinsi.com/showthread.php?t=216478)

Prof. Dr. Sinsi 07-13-2012 04:44 PM

En Ayrıntılı Şekilde Dünyamız
 
ATMOSFER
Atmosfer, Dünya'nın oluşumundan bu yana,
çeşitli gazların karışımından oluşan ve gezegenimizi saran, binlerce kilometre
kalınlıkta bir gaz kütlesidir. Atmosfer,
yerçekimi etkisi ile Dünya'ya
bağlı kalır. Yerçekimi dolayısıyla, havanın yeryüzüne yaptığı
ağırlık "hava basıncı" olarak tanımlanır.
Dünya'yı, Güneş'in zararlı
ışınlarından koruduğu gibi, canlılar için yaşamsal önem taşıyan
gazları da içermektedir. Atmosfer,
Güneş'ten gelen ısıyı tutarak, havanın
yeryüzüne yakın kesiminin ısınmasına; dolayısıyla hava koşullarının oluşmasına
neden olur. Atmosfer'i oluşturan başlıca gazlar:
nitrojen(azot) (% 78), oksijen (% 21),
argon (% 0,934), karbondioksit(% 0,033) ve
geri kalan (% 0,0033) miktarı ise, neon,
helyum, kripton, ksenon,
hidrojen, metan gibi gazlardır. Ayrıca,
toz tanecikleri ve su buharı
da bulunur.

Atmosferi oluşturan
gazların; (su buharı ve ozon hariç) yerden 80 km ye kadar,
temel özellikleri değişmez. Bu bölge, homosfer olarak
adlandırılır. 80 km'nin üzerinde ise, atmosferik gazlar,
molekül ağırlıklarına göre ayrışır. Bu tabakaya da, heterosfer
denir. Atmosfer'in yoğunluğu, deniz seviyesinde en fazla olup,
yükseklere çıkıldıkça azalır. Giderek, gezegenler arası uzayın, boşluk denecek
kadar seyrek moleküllü hüviyetini kazanır. Bu nedenle,
atmosfer'in üst sınırını, dolayısıyla kalınlığını kesin olarak tespit
etmek mümkün değildir. Atmosfer'in, kütlesinin % 97'si,
yeryüzünden 29-30 kilometrelik bir yükseklik içinde bulunur.
Daha yukarılarda, gaz moleküllerinin yoğunluğu elbette çok azalır.

TROPOSFER

Troposfer, atmosferin en alt
tabakasıdır. Kalınlığı, kutuplarda 7 km, ekvatorda 17 km civarındadır. Bu
farklılık, havanın kutuplarda, soğuyarak alçalması, ekvatorda
ise ısınarak yükselmesinden kaynaklanır.
İklim olayları, troposferin genellikle 3-4
km'lik alt katında, meydana gelir. Bunun başlıca sebebi, su
buharının, troposferin alt katlarında olmasıdır. Bu
tabaka, ısı değişkenliğinin en çok görüldüğü tabakadır.
Troposfer, daha çok yerden yansıyan ışınlarla
ısındığından, yerden yükseldikçe her 100 metrede sıcaklık 0,5 °C azalır. Atmosferi oluşturan
gazların, % 75'i, su buharının % 99'u, bu
katmanda bulunur. Su buharı yoğunlaşması,
enlemlere göre değişiklik gösterir ve büyük bölümü tropik enlemlerde yer
alır. Su buharı, Güneş
enerjisini ve yerden gelen ısı radyasyonunu
emerek, sıcaklığın ayarlanmasında önemli rol oynar. Şayet,
atmosferdeki bütün su miktarı, yağış olarak
yere bir kerede düşseydi, Dünya'nın zemini, 2,5 cm derinliğinde suyla
kaplanırdı.

Atmosfer ve yerküre arasındaki enerji alışverişinin, neredeyse tamamı bu katmanda meydana gelir. Ayrıca genel bir ısınma olarak adlandırılabilecek olan, sera
etkisi de, atmosferdeki önemli gazlardan biri olan,
karbondioksite bağlıdır. Doğal
karbondioksit(CO2) döngüsü, yılda 70
milyar tondur. Ayrıca, insanların ürettiği milyarlarca ton
CO2 de, buna eklenmektedir.
Troposferden sonraki katman, 50 km yüksekliğe kadar yükselen
stratosferdir.

STRATOSFER-OZON TABAKASI

Buradaki hava, kuru ve daha az yoğundur. Yeryüzünden gelen
ısı etkisi, yükseldikçe azalır. Sonuç olarak, yükseldikçe
havanın daha da soğuması gerekirken, stratosfer daha
sıcaktır. Troposferin sınırında(ortalama 11km
yükseklikte) hava sıcaklığı, yaklaşık -56 °C iken,
stratosferinsınırında (ortalama 50 km) 0
°C civarındadır. Demek ki bu katmanda bir
enerji kaynağı var. O da, Güneş'ten gelen,
morötesi (ultraviyole-UV) ışınlarının,
yüksek frekanslı kısmını soğuran ozon
tabakası.

Yeryüzündeki hayatı, bu ışınların
zararlı etkilerinden koruyan, stratosferde
oluşan ve yaklaşık 12 km kalınlığında olan ozon tabakasıdır.
Ancak bu tabakada, ortalama 2-3 mm kalınlığında, çok yoğun
bir halka vardır ki; adeta Dünya için bir
zırh görevi yapmaktadır. Ozon tabakasının, iki
önemli işlevi vardır: Birincisi yeryüzündeki temel ısı
dengesine yardımcı olmak, ikincisi zararlı UV
radyasyonunun yeryüzüne ulaşmasına engel olmak. Ozon,
atmosfer içinde, Dünya yüzeyinden 50 km
yüksekliğe kadar olan kısımda yayılmış olsa da, stratosferdeki
yoğunluğu çok fazladır.

OZONUN DAĞILIMI VE TROPOSFERE
ETKİLERİ

Stratosferde, kısa dalga(yüksek frekanslı) mor ötesi
ışınlar,oksijeni, ozona dönüştürür.
Ozonun, atmosferdeki dağılımı farklıdır. Gazın % 90'ı
stratosferde tutulur, geriye kalan % 10 troposferdedir
ve bu % 10'un, ancak onda biri, yer yüzeyine yakın bölgelerdedir. Yapılan
araştırmalar, son zamanlarda, troposferin yeryüzüne yakın
bölgelerinde, ozon miktarı artarken,
stratosferdeki ozon tabakasında, azaldığını
göstermektedir.

Ozon tabakasındaki incelme, mor ötesi
ışınlarının, Dünya'ya ulaşması dışında,
troposferi de etkilemektedir. Stratosfer
soğurken, troposfer gittikçe ısınmaktadır.
Stratosfer, troposferin yalnızca
sıcaklığını etkilemekle kalmaz, hava
basıncını da etkiler. Çünkü troposferde, ne
zaman bir alçak basınç bölgesi oluşsa,
stratosferde de, aynı anda yüksek basınç
bölgesi oluşur. Yani, alçak basınç bölgesindeki hava
yükselince, yarattığı etki, üst katmandaki ters etki ile dengelenir. Tersine,
alt katmandaki hava alçalır ve yoğunlaşırsa, yüksek bölgedeki basınç düşer.
Troposferden stratosfere geçen parçacık, uzun
süre yeryüzüne dönmeden, birkaç yıl orada kalabilir. Örneğin, büyük
volkanik patlamalardan oluşan küller,
stratosferde korunur ve küresel soğuma
işlemine sebep olur.

MEZOSFER

Mezosferde, 50 km'den daha yukarıda, ozon
yoğunluğu, birden bire azalır ve üst sınırda (yaklaşık 80 km de)
sıcaklık, -93°C'a kadar düşer.
Mezosferde rastlanan incecik zar gibi buz
tabakaları, bu yükseklikte bile su buharı
bulunduğunu gösterir. Daha da yükseğe çıkıldığında, atmosferin
yapısının, büsbütün değiştiği gözlenir. Alt katmanlar için
fiziksel, orta katmanlar için
kimyasal süreçler, tipik özellik arz ederken,
üst katmanlarda, tamamen farklı olaylar
gelişir.
Mezosferde, hava basıncı ve
yoğunluğu, en düşük seviyededir. Mezosfer
tabakası, yeryüzünü uzaydan gelen
meteorlardan korur. Meteorlar, bu tabakaya
girdiklerinde, yanarlar. Bu yükseklikte, nefes alacak
oksijen yoktur.

İYONOSFER VE TERMOSFER


Güneş'ten kaynaklanan güçlü
enerji yayılımı, molekülleri ayırır. Böylece
elektronlar ve iyonlar oluşur. Bu nedenle, 80
km'nin üstündeki bu tabaka; iyonosfer, ya da
termosfer, olarak adlandırılır. Termosferde,
Güneş'ten gelen elektromanyetik dalgalar, yansıtılır. Bu
katmandaki tüm hareketler, Güneş'ten gelen elektrik
yüklü parçacıklardan kaynaklanır.
Atmosferde, saatteki hızı 1000 km'ye kadar çıkan bu
parçacıklar, ışık yayan cisimlere dönüşürler.
"Kutup ışığı", bu şekilde meydana gelir. Ne kadar yükseğe
çıkılırsa, Güneş ışınlarının etkisi de, o kadar artar. 600 km
yükseklikte, sıcaklık da, yaklaşık 1000°C'dir.
Termosferin ötesinde, seyrelme devam eder ve gezegenler arası
gazlarla karışır.

HİDROSFER(Su Küresi)


SU DEVRİ DAİMİ



Hayatın kaynağı sudur. İnsan vücudunun % 55-60 sudan
oluşmaktadır. Su, bütün yaşam sürecinde, en temel
maddedir. Su çevriminin başlama noktası yoktur.
Su çevrimini, harekete geçiren Güneş,
okyanuslardaki suyu ısıtır, ısınan su,
buharlaşır. Yükselen hava akımları, su
buharını, atmosfer içinde yukarıya kadar taşır. Orada
bulunan daha soğuk hava bulutlar içinde yoğunlaşır.
Hava akımları, bulutları dünya çevresinde
hareket ettirir. Bulutların içinde, damlaları taşıyan toz
zerreleri, bir araya gelerek, büyürler ve
yağış olarak gökyüzünden düşerler. Bazı
yağışlar, kar olarak Dünya'ya geri döner ve
donmuş su kütleleri halinde, binlerce yıl kalabilecek olan
buz dağları ve buzullar şeklinde
birikebilir.

Ilıman iklimlerde, ilkbahar geldiğinde, çoğu zaman kar
örtüleri erir ve eriyen su, erimiş kar olarak, toprak yüzeyinde
akışa geçer ve bazen de sellere sebep olur. Yağışın çoğu, okyanuslara, ya da
toprağa düşerek, yerçekiminin etkisiyle
yüzey akışı olarak akar. Akışın bir kısmı,
vadilerdeki nehirlere karışır ve buradan da nehirler
vasıtasıyla okyanuslara doğru hareket eder. Yüzey
akışları ve yeraltı menşeli kaynaklar, tatlı
su olarak, göllerde ve nehirlerde
toplanır. Bütün yüzey akışları nehirlere ulaşmaz. Akışın çoğu,
sızarak yeraltına geçer. Bu suyun bir kısmı, yüzeye yakın
kalır. Yeraltı suyu boşaltımı olarak, tekrar yüzeydeki su
kütlelerine ve okyanusa katılır. Bazı yeraltı suları, yer
yüzeyinde buldukları açıklıklardan, tatlı su kaynakları olarak
tekrar ortaya çıkarlar. Sığ yeraltı suyu, bitki kökleri
tarafından alınır ve yaprak yüzeyinden terlemeyle atmosfere
geri döner.





DÜNYA'DAKİ SUYUN DAĞILIMI

Dünya'daki, yaklaşık 1milyar 386 milyon kilometre küp
toplam suyun, % 96'dan fazlasının tuzlu su
olduğu bilinmektedir. Bütün tatlı su kaynaklarının, % 68'inden
fazlası, buz ve buzulların içinde hapsedilmiştir. Tatlı
suyun, kalan % 30'u ise yeraltındadır. Nehirler,
göller gibi yüzeysel tatlı su kaynakları, dünyadaki toplam
suyun, yaklaşık % 1'inin 1/700'ü olan 93 100 kilometre küptür. Bununla birlikte,
insanların, her gün kullandığı su kaynağının çoğunu,
nehirler ve göller teşkil etmektedir.

OKYANUSLARDA SU
AKINTILARI

Okyanus akıntıları, okyanus sularının hareketleridir. Bu
hareketler, okyanuslara akan büyük nehirler gibidir. Okyanus
akıntılarına sebep olan, çeşitli faktörler vardır. Okyanus
yüzeyinde gözlenen ve rüzgârların neden olduğu akıntılara, yüzey
akıntıları denir. Yüzey akıntılarının şekli, kendisine
neden olan rüzgârın şekline benzemektedir. Kuzey yarımkürede
yüzey akıntıları, saat yönünde iken, güney yarımkürede saatin
tersi yönündedir. Bu akıntılar, dünyanın dönmesinin, yollarını değiştirmesinden
dolayı, kuzey-güney yönünde değildir.
Gulf
stream, kuzey Amerika'nın doğu kıyılarından kuzeye akan en büyük
yüzey akıntısıdır. Bu sıcak su akıntısı,
İzlanda ve İngiliz adalarındaki iklimin ılıman kalmasına neden olmaktadır.
Gulf stream, üzerindeki havayı ısıtır ve toprak üzerindeki
sıcak hava kütlesi, yumuşak hava oluşturmak için hareket eder. Gulf
stream, kuzey Avrupa'daki yağmurlu havadan ve buzulların
erimesinden sorumludur. Diğer yandan, bazı yüzey akıntıları,
kutuplardan ekvatora doğru hareket ederek, beraberinde soğuk havayı taşırlar. Bu
akıntıların ulaşmadığı bölgeler, daha sıcak bir iklime sahiptir.




Okyanuslardaki derin su akıntıları, yoğunluk
farklılıklarına neden olur. Tuzlu sudaki, tuz oranı
arttıkça yoğunluk artmaktadır. Yoğunluğu yüksek olan
su, yoğunluğu daha az olan
suyun altına çökerek, yoğun bir akıntıya sebep olur. Atlas
okyanusundaki yoğun akıntıların, üç seviyesi vardır. Bu akıntının iki tanesi
güney kutbundan, biri ise kuzey kutbundan gelmektedir.

Akıntıların, balıkçılık üzerinde büyük etkileri vardır.
Çünkü sıcak ve soğuk akıntıların karşılaştıkları yerlerde, bol miktarda
oksijen, yosun ve plankton
bulunur. Buralar balıkçılık için elverişlidir. İngiltere, Japonya ve Norveç,
balıkçılıktan yararlanan ülkelerdir. Ayrıca, soğuk ve sıcak akıntıların
karşılaştıkları yerlerde tehlikeli sisler oluşur.

LİTOSFER(Taşküre)

Yerküremiz; kabuk,
manto ve çekirdek kısımlarından oluşur.
Manto ve çekirdek ayrıca, iç ve dış olarak
nitelendirilen, ikişer kısma ayrılır.

KABUK

Kabuğun kalınlığı, değişkendir. Kıtalarda 35-70 km, okyanus
tabanlarında 5-10 km kadardır. Zirve noktası,
Himalayalarda, 8.850 m yüksekliğindeki Everest
tepesidir. En çukur nokta, Pasifik
Okyanusu'nun 10.911 m derinliğindeki, Mariana
Çukurudur. Yapısı genelde, aluminosilikat
ağırlıklıdır. Kıtasal kısmı, çoğunlukla granitten oluşuyor.
Yani bu kayalar bolca, açık renkli anlamında felsik olarak
nitelendirilen feldspar ve kuartz
minerallerini içeriyor. Okyanus tabanlarındaki kabuk ise,
bazalt ağırlıklı. Kıtasal ve okyanus dibi
kabuklarının kalınlığı ve birleşimi yanında ortalama
yoğunlukları da farklıdır. Kıtasal kabuğunki, 2,8
gr/cm3 okyanus kabuğunki, 3,3 g/cm3 Daha ince olan
okyanus kabuğunun, daha yoğun olması,
kıtasal kabuğu, bir bakıma dengeliyor.

MANTO

Manto; demir, magnezyum ve
silikondan oluşmaktadır. Manto, sıcak
ve katı tabakadır. Manto'nun üst kısımları,
hem katı, hem de bir sıvı gibi davranır.
Manto'nun etrafında, üzerinde yaşadığımız, ince bir kaya olan
dış tabaka vardır. Buna kabuk denir.

Kabukla birlikte, mantonun,
katı ve elastik olan dış kısmından oluşan
katmana, litosfer denir. Litosferin hemen
altında, sismik dalgaların hızında, bir artış vardır. Kaya
tipinin, görece az yoğundan, çok yoğuna
geçişine işaret eden bu sıçrama bölgesine, Mohorovicic süreksizliği deniyor. Bu
süreksizliğin, kıtalar altındaki, 15-20 km ila, 70-80 km arasında değişen
ortalama derinliği, 35 km Okyanusların altında ise, tabanın 7 km altındadır.
Dolayısıyla, dünyaya göre litosferin
kalınlığı, yaklaşık olarak, yumurtaya göre, kabuğunun kalınlığı kadar
incedir. Geçmişte, yerkabuğunda bir delik açarak, manto'ya
ulaşma önerileri yapılmıştı. Sovyetler Birliği zamanında, Kola
yarımadasında, bu amaçla bir delik açılmaya
çalışılmıştır. Ancak maliyetler, derinlikle birlikte üstel olarak arttığından,
12 km'den sonra terk edilmiştir.


Kabuğun ardından, ağırlıklı olarak
demir ve magnezyum
silikatlarından oluşan 2900 km kalınlığındaki
manto geliyor.
Derinlikle birlikte
sıcaklık ve basınç artıyor. Kabuğun 100-200 km
altındaki sıcaklık, kayaların ergime noktasına yakın. Ancak,
basınç yüksek olduğundan, kayalar tümü ile
eriyemiyor. Ve katı ile sıvı arasında, viskozitesi yüksek ve akışkanlığı az
plastik bir halde bulunuyor. Litosferde bir
çatlak veya oyuğun oluşması halinde atmosferin düşük basıncıyla
karşılaştıklarında, hızla eriyip dışarı fışkırıyor ve volkan
etkinliklerine yol açıyorlar.

Magma ve Bazalt Kayaların
Mıknatıslığı

Magmanın, oluşan yarıklardan çıkan kısmı katılaşarak,
yeni kabuk oluşturuyor. Çıkamayıp geri dönen kısmı ise, tekrar
dibe dalarak, konveksiyon hücrelerini ayakta tutuyor. Bu
yüzden, çıkıntı boyunca, iki tarafta dağ silsileleri oluşmuş
durumdadır. Ve dipteki kabuk sürekli yenilenmektedir. Buna, deniz tabanının
yayılması deniyor. Oluşan bazalt kayalar, bir miktar
manyetik mineral içerdiklerinden, dünyanın manyetik
alanı, o sıralar hangi yönde ise, o yönde mıknatıslık
kazanarak donuyorlar. Öte yandan, manyetik kutuplar,
periyodik olarak yer değiştirmektedir. Okyanus ortası çıkıntının iki yanındaki
kayalar, çıkıntıya paralel şeritler halinde, değişik yönlerde
mıknatıslanmış bölgeler sergiliyor. Eski
kabuk ise, dalma bölgesi denilen yakınsak sınırlarda,
mantoya dalıp eriyor.

Okyanus kabuğu, kıtasal bir plakaya karşı
ilerlediğinde, daha yoğun olduğundan, alta dalarak, bir çukur oluşturuyor.
Derine indikçe, ısınıp eriyor ve bu arada bulduğu çatlaklardan, geri fışkırıp,
ada yaylarına vücut veriyor. Dalmaya devam eden parçaları ise, soğuk kütleler
halinde, mantonun derinliklerine doğru yol alıyor. Bazen de,
iki kıtasal plaka, yakınsak sınırda buluştuğunda, biri diğerine
göre ağır basıp, alta dalamadığından, birbirlerini omuzlayarak,
kırılmalara ve yükselmelere yol açıyorlar.
Asya plakasıyla, Hint plakasının çarpışma sürecinde oluşan
Himalayalar da olduğu
gibi.

ÇEKİRDEK



2900 km derinlikte, mantodan
çekirdeğe geçiş başlıyor. Çekirdek, iç
ve dış çekirdek olmak üzere, iki parçaya bölünmüştür.
Sıcaklık, 3700 °C' yi,
basınç da 125 Gpa(Giga Pascal veya milyar
kg/m.s2)düzeyini aşıyor. Bu koşullar altında, nikel demir
alaşımından oluşan dış çekirdek,
erimiş olmak zorundadır. Bu yüzden 2300 km
kalınlığındaki dış çekirdeğe girişte, % 30'a yakın bir
yoğunluk artışına karşın, sismik dalgaların P
türünün hızında, bir o kadar düşüş
gözleniyor.

DÜNYA'NIN MANYETİK
ALANI

Dış çekirdeğin sıvı hali, Dünya'nın manyetik
alanın kaynağı görülüyor. Alttaki katmanlarda ise, sıcaklıklar,
mıknatıslık özelliğinin ortadan kalktığı Curi
sıcaklığı'nın üzerinde. Dolayısıyla, yerin manyetik
alanını, atomların manyetik çift kutupluluğunun eşyönlüleşmesiyle
açıklamak imkânsız. Geriye bir olasılık kalıyor. O da dış
çekirdekteki sıvı akıntılarının yol açtığı,
kendi kendisini ayakta tutan bir dinamo
etkisi. Yerin, kendi ekseni etrafında dönmesi
nedeniyle, dış çekirdeğin, alt ve üst yarısında
oluşan, zıt yönler de spiral
akıntılardaki sıvı demirin elektrik
iletkenliğinin, zıt yönlü spiral
akımlar oluşturduğu düşünülüyor.

5200 km'ye inildiğinde,
sıcaklık 4300°C'yi aşarken,
çekirdeğin iç kısmına girilmiş oluyor. 1200 km
kalınlığındaki bu katman, hemen tümüyle demirdir.
Sıcaklığın, dünyanın merkezinde, 5200°C' ye ulaşmasına rağmen, basınç 325
Gpa'lı aşmış olduğundan, çekirdek
katı haldedir.

KAYAÇLAR

Yer
yüzeyinin altındaki erimiş kayalara, magma denir.
Magma yarı erimiş durumdadır. Balın aktığı gibi akar. Bazı
durumlarda yüzeye yaklaşır. Yavaş soğuduğunda ise, büyük kristaller ile
kayaç oluşturur. Böyle kayaçlara, sokulum (intrusive) kütleler
denir. Daha yavaş magma soğumalarında, kristaller daha
büyüktür. Sokulum kütleler, granit ve gabro'dur. Bazen magma,
volkanlara doğru yüzeyi terk eder. Magma
yüzeye ulaştığında, lav olarak isimlendirilir.
Lav hızla soğuyarak, küçük kristalleri
oluşturur. Bazen lav çok hızlı soğuduğunda, kristaller oluşmaz.
Yeryüzünde oluşan kayaçlara, püskürük (extrusive) kütleler
denir. Püskürük kütlelerin, örnekleri bazalt, obsidyen ve
pumice'dir.

Magmanın soğuması ile oluşan
volkanik kayaçlar, sokulum ve
püskürük kütleler olarak sınıflandırılır.


Magma, sıcak olduğundan, canlı nesneleri yok eder. Bu
nedenle, volkanik kayaçlarda fosil bulamayız. Yer kabuğunu
oluşturan kayaçların, çoğu volkaniktir.
Volkanik kayaçlar, yapıları yüzünden
serttir.

Tortul
Kayaçlar

Su ve rüzgâr yeryüzünü değiştirebilir. Bu
kuvvetler, kayaçları kırarak, küçük kayaçları taşır. Bu
partiküller farklı yerlerde yerleşirler. Buralarda, küçük parçacıklar
toparlanarak, basınç altında çimentolaşıp, daha büyük
kayaçları meydana getirirler. Bu kayaçlar, genellikle suda
oluşur ve magmatik kayaçlardan daha
yumuşaktırlar. Tortul kayaçlar, birçok
tabakaları meydana getirir ve fosilce zengindir.

Tortul kayaçların dört tipi vardır:

1) Parçalı kayaçlar: Bu kayaçlar rüzgâr ve
su gibi mekanik etkilerle; kayaçların kırılarak, taşınması veya
küçük parçaların, başka yerlerde toplanmasıyla oluşur. Kum
taşı, çakıl taşı bunun örnekleridir.

2) Buharlaşma: Su, sadece kayaçları kırarak küçük parçaları
taşımaz. Ayrıca su, birçok minerallerin üzerinden akarken,
onları çözer. Daha sonra, su buharlaştığında, bu mineraller,
burada kalarak kayaçları oluşturur. Pamukkale,
bu tipin iyi bir örneğidir.

3) Organik Kayaçlar: Suda yaşayan birçok organizmalar,
kabuğa sahiptir. Bu organizmalar, öldüğünde, geride kabukları kalır. Bu
kabuklar, birikerek kayaçları oluşturur. Taş
kömürü ve linyit bunun örnekleridir.

3) Kimyasal Kayaçlar: Su buharlaştığında, içindeki
mineraller çökelerek birikir. Fakat bazı
mineraller, su buharlaşmadan çökelebilir. Her madde,
suda çözünebilirliğe sahiptir.
Sudaki bir maddenin varlığı, diğer bir maddenin
çözülebilirliğini etkileyebilir. Bir mineral, saf
suda çözünebilir olduğu halde, deniz suyunda çözünemez
olabilir.

Tuz ve diğer mineraller, başka minerallerin
çözünürlüğünü düşürür. Bu nedenle, tatlı suda
çözülmeyen mineraller, denizlere ulaşarak denize karışır. Yeraltı akımları, bu
işlemi hızlandırır. Bu mineraller, tabakaların tabanına
çökelir. Daha büyük ağır partiküller, alt tabakaları, daha hafif partiküller
ise, üst tabakaları oluşturur. Su basıncı, kayaç
oluşum sürecini hızlandırır. Bir tortul
kayaç, yukarıdaki kayaç sınıflarından, birden fazlasına ait olabilir.
Örneğin, bir kayaç, organik esaslı olduğu halde, denizde
kimyasal işlemle oluşabilir.

Metamorfik Kayaçlar

Dünya yüzeyinin değişimini, sürdürmektedir. Isı ve
basınç gibi faktörler, kayaçların,
şeklinin ve yapısının değişiminde rol
oynarlar. Bu gibi değişimlerle oluşan kayaçlara,
metamorfik kayaçlar denir. Bu faktörlerin
sebep olduğu değişimler, ortadan kalkarsa, bu kayaçlar,
orijinal yapılarına dönerler. Bu, ters yöndeki başkalaşım
olarak bilinir. Kayaçlar oluştuktan sonra değişmeden
kalamazlar. Kayaçlar bir tipten başka bir tipe değişebilir. Bu,
sonlanmayacak olan bir işlemdir. Bir tipten, başka bir tipe olan değişim,
kayaç çevrimi olarak bilinir.

PLAKALARIN HAREKETİ

Litosfer, yedisi büyük bir düzine kadar plakalara ayrılmış
durumdadır. Bu plakalardan bazıları, kısmen
kıtasal olup, kısmen de okyanus
tabanını kapsıyor. Tektonik kuvvetler
nedeniyle, birbirlerine göre hareket halindeler.
Litosferin parçaları, adeta, dış mantonun,
kısmen sıvı olan üst 'astenosfer' katmanı üzerinde yüzüyor.
Bazı plakalar, birbirine yaklaşırken, diğer
bazıları birbirinden uzaklaşıyor. Plakaların
birbirine yaklaştığı sınırlara, yakınsak, uzaklaştığı sınırlara
ise, ıraksak sınır denir.
Plakaların bir de, sınır boyunca birbirlerine göre,
kayma hareketi var ki, buna da muhafazakâr
(conservative) sınır deniyor.

Kuzey Anadolu ve Kaliforniya'daki San
Andreas fay hatları, bu sonuncusuna bir örnektir. Pasifik ve Atlantik
okyanuslarının, ortasından geçen, birer ıraksak
sınır vardır. Örneğin Atlantik ortası sınırın, altında yer
alan, sıcak noktadaki mantodan kabaran magma,
Avrupa ve Amerika plakalarını dışarıya doğru iterek, birbirinden
uzaklaştırıyor.
Okyanus kabuğu, kıtasal bir
plakaya karşı ilerlediğinde, daha yoğun olduğundan,
alta dalarak, bir çukur oluşturuyor. Derine indikçe, ısınıp
eriyor ve bu arada bulduğu çatlaklardan, geri fışkırıp, ada yaylarını
meydana getiriyor. Dalmaya devam eden parçaları ise,
soğuk kütleler halinde, mantonun derinliklerine doğru yol
alıyor. Bazen de, İki kıtasal plaka, yakınsak sınırda
buluştuğunda, biri diğerine göre ağır basıp, alta dalamadığından, birbirlerini
omuzlayarak, kırılmalara ve yükselmelere yol
açıyorlar. Asya plakasıyla, Hint
plakasının çarpışma sürecinde oluşan
Himalayalar da olduğu gibi.

WEGENER TEORİSİ

Bilim adamları, geçmişte kıtaların,
bitişik olduğunu ve yavaş yavaş sürüklenerek, birbirinden
uzaklaştığına inanmaktadırlar. Alfred Wegener(1880-1930), 1912
de, 'bütün kıtaların, büyük bir süper kıta
olarak, bitişik olduğunu ve daha sonra parçalanarak, birbirinden adım adım
uzaklaştığı' tezini destekleyen kanıtlar sundu. Bu süper
kıtaya, bütün karalar anlamında, Pangaea ismini verdi.
Kara parçalarının, birbirinden ayrılmasına, kıtasal sürüklenme
denir.

Wegener teorisini destekleyen gözlemler
şunlardır:
(a) Farklı kıtalardaki biyolojik türler ve
fosiller benzerdir. Bu ise, yaşam formlarının,
aynı bölgeden kaynaklandığı anlamına gelmektedir.
(b) Farklı kıtalardaki dağ
ve kayaçlar gibi jeolojik yapılar, benzerdir. Bu ise kıtaların
bitişik olduğunu bize göstermektedir.
Wegener'i destekleyen kanıtlar
olmasına rağmen, kıtaların neden birbirinden uzaklaştığı, bilim adamları
tarafından açıklanamıyordu.

PLAKA
TEKTONİĞİ

Bugün bu hareket, levha tektoniği ile açıklanmaktadır.
Hareket edenin, kıtalar olmayıp, litosferin
bölümleri olduğunu biliyoruz. Litosferin, kıtaları ve deniz
tabanını içeren kısımlarına plaka denir. Bu
plakalar, mantonun üstündedir.
Manto, katı kayalardan meydana gelmesine rağmen, 100 km.lik üst
kısmı, plastik gibidir ve akabilir. Bu nedenle,
plakalar, manto üzerinde hareket edebilir.
Bunu yaparken plakalar, o kıtaları ve
okyanus tabanını, kendileri ile birlikte
taşırlar.

Plaka hareketini içine alan teoriye,
levha tektoniği denir. Plakaların, milyonlarca
yıldır büyük mesafeler kat ettiğinin kanıtları vardır. Günümüzdeki
kıtalar, bu yavaş hareketin sonucudur. Bu hareket, hala devam
etmektedir. Kıtalar, yılda 1-5cm. Birbirinden uzaklaşarak,
kaymakta ve yerin jeolojisindeki yavaş değişim ortaya çıkmaktadır. Okyanus
tabanı altında, sualtı dağ zinciri sisteminde, yüz metreden bin metreye
yükselmeler vardır. Coğrafya haritasına bakarsanız, büyük dağ yamaçlarının,
plakaların uçlarında yer aldığını fark edersiniz.

DAĞLARIN OLUŞUMU




Plaka tektoniği teorisine göre, iki plakanın birbiriyle
çarpışması sonucu, karadaki dağlar oluşur.
Dağlar, genel olarak üç ana sınıfa
ayrılır:
1-Volkanik dağlar
2-kırık
dağlar
3-Kıvrım dağlar
Volkanik
dağlar, bir volkanik püskürme sonucunda oluşmaktadır. Bunlar karada
veya okyanus tabanında, oluşabilir. And Dağları, bunun bir
örneğidir.

Kırık dağlar, Büyük bir iç gerilim,
yerkabuğunun dev parçalarını kırar ve büker. Böyle dağlar, bir yanda keskin
olarak yükselir ve diğer yanda merdiven benzeri bir yapıya
sahiptir.

Kıvrım dağlar, iki plakanın
karşı karşıya geldiği zaman oluşur. Plaka kırıklarının,
çarpışma olmayan türüdür. Böyle dağların tepeleri eğridir.
Alp ve Himalaya dağları,
kıvrım dağlardır. Kıvrılan tabakaların, aşağı
doğru çanaklaşan kısımlarına senklinal, kubbeleşen kısımlarına
antiklinal denir. Kıvrılmayla yükselen
yerlerde, sıradağlar oluşur.

Volkan,
yerkabuğundaki bir açıklıktan, magmanın yüzeye ulaşmasıdır.
Sıcak magmanın geçtiği yola, volkanik baca
denir. Magmaya yüzeye ulaştığında lav denir.
Volkanın tepesindeki açıklığa krater
denir.

Bazı volkanlar, tepede çok büyük bir
çukura sahiptir. Buna kaldera denir.
Kaldera, bir volkanın tepesinden fışkıran lavların
çökmesinin bir sonucudur. Bazen bir kaldera, bir
çökmeden çok, şiddetli patlama ile oluşur. Bir volkanın lavı,
dışarı aktığında, sıcaklığı 10000 °C' dir. Hızla
soğur ve katılaşır. Lav, soğuduktan sonra, etrafındaki açıklığa
toplanan malzemelere, volkanın konisi denir.

DÜNYA'DA YAŞAM NE ZAMAN BAŞLADI?

Gezegenimizin yaşı, yaklaşık olarak 5 milyar yıldır. Ayrıca
Dünya'daki yaşamın başlaması için, yaklaşık 3
milyar yıl geçtiği tahmin ediliyor. Yine başlangıçta, Dünyadaki
yaşamın, çok basit olduğu düşünülmektedir. Dünya
yüzeyini kaplayan ilkel canlılar, zaman geçtikçe çeşitlilik ve
karmaşıklık kazandı. Yeni hayvanlar ve
bitkiler ortaya çıktı. Çoğu bitkiler, önceden dev atkuyrukları
gibiydi, küçük beyinleri olan dev hayvanlar vardı. Bugün bu
hayvanlara, biz dinazor diyoruz. Zamanla yaşam şartları
değişti. Dinazorlar, daha fazla yeryüzünde yaşayamadı. Dev
bitkiler, toprağa gömülerek, burada kömüre dönüştü. Bugün
milyonlarca değişik canlı, yeryüzünde yaşıyor. Bazıları, ilkçağ
canlıları gibi görünse de, çoğu değişik canlılardır.

FOSİL NEDİR?

Yeryüzündeki yaşam tarihini, nasıl biliyoruz? Bilim ilerlese
de, geçmişle ilgili bilgi toplamak oldukça zor. Geçmişle ilgili bilgilerin
çoğunu, fosiller yardımıyla öğreniyoruz.
Fosiller, eski çağ canlılarının kalıpları,
etkileri ve kalıntılarıdır.
Fosilleri araştıran bilim dalına, paleontoloji
diyoruz. Fosillerin çoğu, tortul
kayalarda bulunur.

Fosil çeşitleri
şunlardır:

(a) Orijinal fosiller: Bu fosiller,
genellikle bir organizmanın kalıntılarıdır. Bu
kalıntılar, çoğunlukla, kemikler ve dişler gibi sert
kısımlardır. Fakat bazen, organizmanın tamamı, elde edilebilir. Bu şekilde
bulunanlar, genelde buzun içindedirler. Atlas Okyanusu'nda, bu
şekilde bir mamut bulunmuştur.

(b) Yer
değiştirmiş kalıntılar: Bir organizmanın, sert kısımlarının
parçalanması ve yeraltı suyu ile taşınan minerallerin, bu
parçalanan kısımlara tekrar yerleşmesiyle, oluşur. Çoğu kemik,
mineralden yapılmıştır. Bu fosiller, taş gibi
görünürler ve bunlara taşlaşmış fosiller adı
verilir.

(c) Karbonlaşmış (kömürleşmiş) fosiller: Bunlar
ise, bir bitki çamura gömülü olduğunda oluşur. Çamur
tortulu, şiste dönüşürken; bitki, geride sadece
karbon (kömür) kalana kadar, kimyasal bir reaksiyona girer.


Dr. Bahri Güldoğan
Kaynaklar:
1) Stephen Marshak, Earth Portrait of
A Planet, Norton Company, New York, 2001.
2) İhsan Ketin,
Genel Jeoloji Yer Bilimlerine Giriş, İTÜ vakfı Yy,
2005.
3) Bilim ve Teknik, Temmuz, 2005.
4) Bilim
ve Teknik, Ağustos, 2005.
5) Bilim ve Teknik,
Eylül, 2005.
6) ga. water. usas. gov/edu
7)
www.beyodbooks.com
8) evolution.itgo.com
9) mediatheek. thinkquest.
nl
10) www.winona.edu
Esas Kaynak
http://www.yaklasansaat.com/dunyamiz/dunya/earth.asp
Bi Teşekkür Yeter


Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.