ForumSinsi - 2006 Yılından Beri

ForumSinsi - 2006 Yılından Beri (http://forumsinsi.com/index.php)
-   Bir Tutam Hikaye (http://forumsinsi.com/forumdisplay.php?f=456)
-   -   İsmimi Sormadı İsmini Sormadım - Metin Üstündağ (http://forumsinsi.com/showthread.php?t=202440)

Prof. Dr. Sinsi 07-10-2012 09:43 PM

İsmimi Sormadı İsmini Sormadım - Metin Üstündağ
 
İsmimi Sormadı İsmini Sormadım Metin Üstündağ - Metin Üstündağ Sözleri - Metin Üstündağ Yazıları


"Sana ve tüm sandıklarıma.."


çok eski zamanlardı... daha kâmil değildim. daha bulamamıştım, bedeli

olacağım sözcük dizimlerini, "halk anlamaz" diyerek kendimi saklıyordum daha.

gece gündüz içiyor, kendimden geçiyordum.


köprüaltı'ndaydım.. köprüaltı'ndaydı.. köprüaltı'ndaydık.. köprü daha

altımızdaydı. az ötemde duruyordum.. az ötede duruyordu. gözlerimdeki hüzün,

"taşra baskısı.." gözlerindeki hüzün, "kızyurdu yalnızlığı.."


- eskiden, tekel birası vardı, dedim.


- efendim.. yoğurt mu dediniz, dedi.


- eskiden, tekel birası vardı dedim. daha dikik ve daha dolu. tamam

birası birazcık kamu arpalar içerirdi lâkin köprü'ye de yakışırdı.


- ha, şimdi amarcord'um.. evet hatırlıyorum.. bi de golden sakız

vardı. içinden artiz resimleri çıkan. en bir çok da ekrem bora.


ben dedim: "yanıma gelsene.. benimle kalsana.. yalnız benim olsana..

(susadıkça ankara gazozu)


o dedi: "gayet mümkün.." (geldi, kaldı, oldu)


ben dedim: "saçlarınız böyle tuhaf, örgülü.. Vadideki Hayat vardı..

hani dizi.. oradaki kızılderili jim'e benziyor."


o dedi: "ben Rudi Cordeş'i de severdim.. falkonotti ne adiydi değil

mi.. Ramona güzel kızdı.."


ben dedim: "bizim televizyonumuz yoktu.. şimdi acayip bulvar olan bir

aile bahçesinde, çekirdek yiyerek, kaçak Dr. Kimbıl'ı seyrederdik mahallecek."


o dedi: "biz de televizyonu Küçük Ev'in büyük kızı Meri Ingıls'ın kör

olduğu bölümde almıştık."


ben dedim: "beyoğlu civarında şimdi "fast food" ve "atari salonu" olan

her yer, o zaman birahane salonuydu.. değişim en önce beyoğlu ve beyazıt'a

yansıyor bu istanbul'da."


o dedi: "bir çocuk sevmiştim lise'de.. tıpkım eski Tarık Akan.. hani

yerli filmlerdi.. hani uzun saçları ve renkli gözleri vardı onun.."


ben dedim: "bilmiyorum.. her filminde mutlaka, Elmadağ'dan Taksim'e

(en azından bir kere) ağır çekimde koşardı.. akabinde o günün en sevilen pop

şarkısı.. kan ve gül.. gül ve diken mesela."


o dedi: "clip'si şarkılardı.. hayatlarımız clip.. ispanyol paça

pantolonlar, fil kulağı yakalı gömlekler, apartman topuklu ayakkabılar, mini

etekler, favoriler ve bıyıklar.. köylü, kentli demeden tüm hanımlar mini etek

giyerdi nerdeyse. on yıl sonra türban vakası patlaması ne garip."


ben dedim: "bu ülke nerelerine yaşıyorsa bunca hayatı.. ezbere

yaşıyor.. çabucak unutuyor.. sıfırın altında belleği.. anılar emeklemiyor."


o dedi: "1 Mayıs ve Taksim'deki onca insanın yeri.. şimdi her galipli

kupa maçı sonrası, ellerinde bir bayrak, dillerinde slogan, kadınlı erkekli

çıkıp tur atıyorlar.. bayraklar ve sloganlar mı değişti yalnız.. nereden

geliyor bu happening çılgınlık. Taksim niye kusmuyor.."


ben dedim: "devrimciliğimiz de biraz Yılmaz Güney markajı içermiyor

muydu.. erkeglerin hepsi birer Yılmaz Güney kopyası değil miydi.. kısa saç,

küt bıyıklar.. hepsi onun yadigarı.. kafa olarak da belki onun nûveleri ve

gûveleriydik.. bütünsüz olamayan çok tümsek tam tamlardık.. kendimiz değildik

ki belki de bundan yandık.. bütünü oluşturan birer tek tük değildik.. çoktuk

ama yoktuk.. belki bundan yenildik."


o dedi: "menekşe yeşili'ydi prenses süreya'nın gözleri.. rıza şah

pehlevi'den çocuğu olmuyor diye nasıl da üzülürdük."


ben dedim: "ne hızlı yaşlanmışız.. yaşlandırılmışız değil mi.. Haldun

Taner yaşımıza gelmeden, Haldun Taner gibi konuşur olduk.."


o dedi: "çünkü bizim her şeyimiz aşırı toplumsal.. buna kalp mi

dayanır, manda gönünden."


ben dedim: "ne güzel şakıyorsun a bülbül.. uzat alt öperceni, az biraz

öpeyim ufarak."


(öpüştük... öpüştük... öpüştük.. öpüştük..)


- susmak vaktidir dedi. bir arkadaşımın evi var.. kendisi kürt ve

şimdi mülteci isveç'te.


- orada oralım mı oralarımız buralarımızı yâni..


atladık bir taksiye.. bile bile yanlış sokaklara girerekten, bile bile

yanlış caddelere çıkaraktan, bile bile taksicinin teybine bir erkin koray

kaseti koyaraktan, bile bile şimdi apartman olmuş arsalardaki çocukluklarımızı

uzaktan severekten, dediği eve geldik.


o dedi: "ellerin niye bu kadar büyük.."

ben dedim: "seni daha büyük kucaklamak için.."

o dedi: "gözlerin niye böyle büyüdü.."

ben dedim: "seni daha net görebilmek için.."

o dedi: "çükün de hemen kalkmış büyükanne"

ben dedim: "gak, guk.. hatta kem, küm.."


sabaha kadar seviştik.. sabaha kadar ter içtik.. öğlen uyandığımda

yastığın öbür ucu sibirya.. sibirya'ya ilişik bir ufacık not'çuk:


"belki yine, rastlaşırız kimbilir.. belki yine, konuşuruz

çocukluğumuzdan.. belki yine, çıkarken anahtarı su saatinin üzerine bırak..

belki yine, seni çok sevdim.. belki yine, kendine iyi bak, sevgili kimsesiz

çocuk jack"

(seni seven pasaklı sally)


kalktım.. giyindim.. anahtarı su saatinin üzerine bıraktım.. vurdum

aşkşamdan kalma kendimi, bir başka istanbul aşkşamına.. gol oldum.


ismimi sormadı.. ismini sormadım.


"ocak 1992"


Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.