ForumSinsi - 2006 Yılından Beri

ForumSinsi - 2006 Yılından Beri (http://forumsinsi.com/index.php)
-   Tarih / Coğrafya (http://forumsinsi.com/forumdisplay.php?f=656)
-   -   İdil (İtil)Bulgar Devleti (http://forumsinsi.com/showthread.php?t=174286)

Prof. Dr. Sinsi 06-27-2012 07:20 PM

İdil (İtil)Bulgar Devleti
 

İdil (İtil)Bulgar Devleti



İdil ve Kama nehirlerinin birleştiği alanda kurulan bir Türk devleti.
Bir kısım araştırmacılar, ilk Müslüman-Türk devletinin İdil Bulgar Hanlığı olduğunu kabul ederler. “Karışık” manâsına gelen Bulgar kelimesi, Hun Türklerinin idaresinde yaşayan ve Hunlar'ın yıkılışından sonra dağılan Türk boylarından Kutripur ve Utrgurların karışımından meydana gelen Bulgarlara isim oldu. Önceleri Göktürk Hanlığı'nın idaresinde yaşayan Bulgarlar, 630’da bu devletin fetreti üzerine, Büyük Bulgarya devletini kurdular. Ancak bu devlet kısa bir süre sonra komşu Hazar Hakanlığı tarafından ortadan kaldırıldı. Bunun üzerine Asparuh idaresindeki Bulgarlar, Tuna’ya doğru yönelerek Balkanlara girip, 670’li senelerde, Tuna Bulgar Devletini kurdular. Tuna Bulgarları, bir süre sonra Slavlarla karıştılar ve 864 senesinde, Boris Hanın, Ortodoksluğu resmen kabulüyle de Hıristiyan oldular. Bugün Balkanlarda yaşayan Bulgarlar, bunların soyundandır.

Bulgarların bir kısmı ise, İdil ve Kama nehirlerinin birleştiği sahaya yerleşmişlerdi. İdil Bulgarları, burada bölgenin yerli halkı Fin-Ugorları ve öteki Türk topluluklarını da idareleri altına alarak bir devlet kurdular. Bu devletin ilk devirleri hakkında, kaynaklarda kesin bir bilgi yoktur. Bulgar tüccarlarının, Harezm’de ve Sâmânî ülkesinde Müslüman tüccarlarla temasları, Harezmliler'in de onların ülkelerine gitmeleri neticesinde, ülke topraklarında İslâm dîni ve kültürü yayılmaya başladı. 900’lü senelerde, Bulgarlar arasında İslâmiyet'i kabul edenlerin sayısı çoğunluktaydı. Sultan Şekkey’in oğlu İlteber Almış’ın, başa geçtikten sonra gördüğü bir rüya üzerine İslâmiyet'i kabul etmesiyle, İdil Bulgar Devletinin resmî dîni İslâmiyet oldu. Almış Han, 920’de Abbâsî halifesine din âlimi ve mimarlar göndermesi için ricada bulundu. İsmini de, Emir Ca’fer bin Abdullah olarak değiştirdi. Bu heyet, 922 senesinde Bulgar ülkesine ulaştı ve o andan itibaren Bulgar Devleti, Abbasî halifelerine bağlı bir Müslüman ülkesi, Bulgarlar ise, Doğu Avrupa’da Türk-İslâm kültürünün ilk temsilcisi durumuna gelmişlerdi. Sikkelerden anlaşıldığına göre, Ca’fer’den sonra yerine oğlu Mikâil geçti. Ona da, Tâlib bin Ahmed, Mü’min bin Ahmed ve Mü’min bin el-Hasan, halef oldular.

Bulgarlar, Hazar Hakanlığı'nın 965 senesinde yıkılmasına kadar, bu devlete tâbi idi ve Hazarlara vergi veriyordu. Bu devletin yıkılmasından sonra, müstakil bir devlet durumuna geldiler. 985 senesinde Rus Kiev Prensliği, Bulgar topraklarını işgal ettiyse de, bir süre sonra geri çekildi. Daha sonra Bulgarlar ve Ruslar arasında münasebetler gelişti ve 1006 senesinde, iki devlet arasında bir ticaret anlaşması yapıldı. Fakat, 11. asrın sonlarına doğru, kuzeydeki kürk ticareti yüzünden, iki devlet arasında bitmeyen savaşlar başladı. Bu savaşlar, 13. asra ve Moğolların ortaya çıkışına kadar devam etti. Moğollar, Kalka Nehri kıyısında Rusları yendikten sonra (1224), doğuya dönerken, Bulgarların tuzağına düşerek ağır kayıplar verdiler. Bunun intikamını almak isteyen Batu Han, ordusuyla Bulgarlar üzerine yürüdü. Moğol ordusu, 1236’da Bulgar topraklarına girdi, köyleri ve şehirleri yıktığı gibi, 50.000 nüfuslu başşehirlerini de darmadağın etti.

Batu Hanın, Deşt-i Kıpçak bölgesinde kurduğu Altınordu Devleti zamanında Bulgarlar, bir dereceye kadar bağımsızlıklarını muhafaza ettiler. Bu arada başşehirleri olan Bulgar şehri, kısa zamanda eski hâline kavuşturuldu. Bulgarlar, zaman zaman Altınordu Devletine baş kaldırıyorlardı. Altınordu Hanı Pulat Timur, 1361 senesinde Bulgarları cezalandırmak için, ülke topraklarına girip çeşitli tahribatlar yaparak geri çekildi. Timur Han'ın, 1391 ve 1395 yıllarında Altınordu Devletine karşı yaptığı seferlerden Bulgarlar da etkilendi. İdil Bulgarları, 1399’da Ruslarla yaptıkları savaşı kaybedince, dağıldılar. Halkın büyük kısmı Kama Nehrinin kuzeyindeki Kazan Nehri boyunca göç ederek buralara yerleştiler ve bölgeyi tamamıyla Türkleştirdiler. 1437 senesinde kurulan Kazan Hanlığı'nın esas nüfusunu, Bulgar-Kıpçak karışımı Müslüman halk meydana getirmekteydi. Bugün de, bu Müslüman Bulgarlar, “Kazan Türkleri” veya “Şimâl Türkleri” diye anılmaktadır.

Bulgarlar, 10. asrın başlarında diğer Türk kabileleri gibi göçebe olarak yaşıyorlardı. Kısa bir zaman içinde yerleşik hayata geçerek, ziraatla uğraşmaya başladılar ve aynı asrın sonlarında, usta birer çiftçi oldular. Başlıca tarım ürünleri; ak darı, buğday ve arpa idi. Bunun yanında Orta İdil sâhası, ulaşım bakımından, kuzey bölgelerini Orta Asya’ya bağlayan büyük kervan yolları üzerindeydi. Bu durum, İdil Bulgarlarının büyük ölçüde, ticaret ile uğraşmalarına imkân sağladı. Devletin başşehri olan Bulgar şehri, Doğu Avrupa’nın en önemli ticaret merkezi hâline geldi. Bulgar Türkleri, kuyumculukta da ileri idiler. Bu sanattaki ustalıkları, İsveç’e kadar bütün batı Slavları sahasında tesirini göstermiştir.


Prof. Dr. Sinsi 06-27-2012 07:20 PM

İdil (İtil)Bulgar Devleti
 

İlk Müslüman-Türk Devleti: İtil-Bulgar

İlk Müslüman-Türk Devleti hangisidir diye sorulduğunda çoğunlukla verilen cevap Karahanlılar oluyor. Ne var ki bu cevap bilimsel çalışmalar ışığında doğru görünmüyor. Doğru cevap için bakışlarımızı kuzeye, bugünkü Rusya topraklarına çevirmemiz gerekiyor.

Tarih yoruma açık bir alandır ve bilgide çarpıtma yapılmadıkça yorum ve kabullerde farklılık normaldir. İlk Müslüman-Türk devletinin hangisi olduğu konusu da böyle tartışılmıştır. Günümüzde ağırlık kazanan görüş, ilk Müslüman-Türk Devleti ünvanının İtil-Bulgar Devleti’ne ait olması gerektiği yolundadır. Bu görüşün kabul görmesinin sebebi, müslüman oldukları bilinen İtil Bulgarlarının Türk olduklarının da artık ispatlanmış olmasındandır.

Aslında Mısır’da kurulan Tolunoğulları ile Azerbaycan ve İran topraklarının bir kısmında kurulan Sacoğulları devletleri, hem Karahanlılar hem de İtil-Bulgar devletlerinden önce Müslüman-Türk idareciler tarafından yönetilmiş devletler olarak tarihe geçmişlerdir.

Ne var ki statüleri ve yapıları ilk Müslüman-Türk Devleti ünvanını almaları için yeterli görülmemektedir. Abbasi Halifeliği’nin vilayetleri durumundaki topraklarda kurulmuş yarı-bağımsız ve halklarını da ağırlıklı olarak Türk olmayan unsurların oluşturduğu devletlerdir.

Avrupa’nın karışmış Türkleri

İmparator Attila’nın 453 yılında ölümüyle Avrupa Hunları bir dağılma sürecine girer. En küçük oğul İrnik, artık Orta Avrupa’da tutunmanın imkansızlığını görerek kalabalık bir Hun topluluğuyla beraber Karadeniz’in kuzeyindeki steplere, bugünkü Ukrayna’ya yönelir. Aynı dönemde bir başka topluluk da doğudan gelerek bölgeye giriş yapar. Bunlar başka Türk boylarının baskıları sonucu yurtlarını terk etmek zorunda kalmış Ogurlardır.

Aslen her ikisi de Türk kökenli olan Hunlar ve Ogurlar bir araya geldikleri Karadeniz’in kuzeyindeki steplerde birbirlerine karışırlar ve tarihi serüvenlerine Bulgar isminde kaynaşmış tek bir toplum olarak devam ederler. Bulgar ismi bugüne kadar Türkçe’den başka hiçbir dille izah edilememiştir ve ifade ettiği şey de son derece açıktır; “karışmak”, karışmış anlamında “bulamak”, “bulgamak” fiilinden türemiştir. Bu isim kayıtlarda ilk kez Doğu Romalılarca 482 yılında Bulgarlara yapılan askeri işbirliği teklifiyle ilgili olarak zikredilmiştir.

Bu Bulgar Türkler, Göktürk ve Avar hakimiyetinin gevşediği 635 yılında kendi devletlerini kurmuşlardır. Bulgar başbuğu Kurt’un kurduğu devletin ismi tarihte “Büyük Bulgarya” olarak anılır. Bu devlet uzun ömürlü olamamış ve Kurt’un ölümünden sonra dağılma sürecine girmiştir.

Tuna boyuna yerleşenler

Büyük Bulgarya’nın dağılma sürecinde Kurt’un oğullarından Esperüh, yanındaki Bulgar kitlesiyle batıya yönelir. Bizanslılarla yapılan mücadelelerden sonra Dobruca’ya egemen olur ve 681’deki antlaşma ile kendisini Bizans’a resmen tanıtır. Tuna-Bulgar Devleti bundan sonra bölgede etkin bir siyasi güç olur ve Balkanlar’da büyük ilerlemeler kaydeder.

Özellikle Kurum Han zamanındaki İstanbul’u zaptetmeye yönelik faaliyetler Bizanslıları bunaltır. 864 senesi ise Tuna Bulgarları için bir dönüm noktası olur. Bu sene içinde Tuna-Bulgar Devleti’nin başındaki Boris Han, Hıristiyanlığı kabul eder ve vaftiz olarak Mikhael adını alır. Sonrasında da han ünvanı terkedilir ve bunun yerine çar ünvanı kullanılmaya başlanır.

Esasen sonradan geldikleri Tuna havzası ve yayıldıkları Balkanlar’da Türk olmayan geniş kitlelerin ve özellikle Slavların arasında yönetici bir azınlık olarak yaşamış olan Bulgar Türkleri, Hıristiyanlığı kabul ettikten sonra Slav-Bizans etnik ve kültürel çevresi içinde asimile olmuşlardır. Dolayısıyla bugünkü Bulgarların Türk olduklarını ileri sürmek fazla uç bir yorumdur.

Ne var ki son zamanlarda yapılan çalışmaların, Karadeniz’in kuzeyinden Tuna havzasına gelen ve ismi Bulgar olan kitlenin esasen Türk olduğunu açıkça ortaya koymuş bulunmasının günümüz Bulgar milletini fazlasıyla rahatsız ettiği de bir gerçektir.

Bugüne kadar doğudan gelen atalarıyla övünen Bulgarlar artık bunu fazla umursamamakta ve şu anda tamamen farklı bir millete dönüştüklerini söylemektedirler. Artık bilim çevrelerince tartışmaya bile gerek görülmeyen bir gerçek olarak kabul edilmiş eski Bulgarların Türklüğü meselesini zorlama yorumlarla çürütmeye çalışmaktadırlar.

İtil Bulgarları

Esasen yukarıda yaptığımız açıklamalar Bulgar meselenin daha açık bir surette anlaşılması için yapılması zorunlu açıklamalardı. Ama bizi esas ilgilendiren Büyük Bulgarya’nın dağılma sürecinde kuzeye yönelen diğer Bulgar kitlesidir. Çünkü onlar İslâm coğrafyasının fazlasıyla uzağında olan ve o günün müslümanları tarafından pek bilinmeyen bir bölgeye göç etmiş olmalarına rağmen İslâm’la şereflenmiş ve tarihte resmi dinini İslâm olarak değiştiren ilk bağımsız Türk devleti olma ünvanına da sahip olmuşlardır.

Dağılma sürecinde Karadeniz’in kuzeyinden daha da yukarılara hareket eden bu Bulgar topluluğu Orta İtil’e yerleşmiş ve burada bir devlet kurmuşlardı. Yeni yurtta yazın geceler, kışın da gündüzler son derece kısalıyor, Vikinglerle karşılıklı ticaret yapılıyor ve kışın kaskatı olan yeryüzü sebebiyle ölüler bile gömülemiyordu. Fakat zamanla kuzeyden ve güneyden gelen tüccarların bir buluşma merkezi haline gelen bölge zenginleşmeye de yol açmıştır. Bu dönemde güneyden gelen müslüman tüccarların telkinleri Bulgarlar arasında İslâmiyet’in yayılmasını da sağlamıştır.

Müslümanlaşmakta olan bu devlet ile ilgili en mühim yazılı kaynak İbn Fadlan’ın seyahatnamesidir. İbn Fadlan, bugün İtil Bulgarlarına dair sahip olduğumuz çok önemli bilgileri bizim için kaydetmiştir. Peki, Bağdat’ta yaşamakta olan İbn Fadlan o günün şartlarında neredeyse dünyanın bir ucu sayılabilecek Orta İtil bölgesine neden gitmiştir?

Uzaklardan bir elçi

Karahanlılar Devleti’nin İslâm’ı resmi din olarak kabul ettiği 944 senesinden tam 23 sene önce 921 yılında Abbasi Halifeliği’nin merkezi Bağdat’a çok uzaklardan bir elçi geldi. Elçiyi Bağdat’a İtil-Bulgar hanı göndermişti. İbn Fadlan elçinin geliş sebebini ve görüşmelerin sonucunu şöyle açıklıyordu:

“Bulgar hükümdarı Almış bin Şilkî İlteber’in, müminlerin başkanı Muktedir’e İslâm dinini anlatacak, şeriatın hükümlerini öğretecek, ülkesinde ve bütün memleketinde kendi adına hutbe okunması için minber ve cami yapacak bir heyet göndermesini ve düşman hükümdarlardan korunabilmek için bir kale yaptırmasını isteyen mektubu geldiğinde, bu konuda isteği kabul edildi.”

Halife, Bulgarlar’a istedikleri şeyleri götürecek bir heyet kurulmasını emretti. İbn Fadlan da Bulgar hanına halifenin mektubunu okumak, hediyeleri teslim etmek, fakih ve öğretmenlere nezaret etmek vazifeleriyle heyete dahil oldu. Elçiler Bağdat’tan 21 Haziran 921’de yola çıktı ve pek çok ülke geçerek yaklaşık bir yıl sonra 12 Mayıs 922’de İlteber’in karşısına çıkabildiler. Buluşma anını İbn Fadlan şöyle anlatır:

“Bizi görünce, Allah’a şükürler olsun diye secdeye kapandı. Yeninde sakladığı gümüş paraları üzerimize saçtı. Bizim için kubbeli çadırlar kurdurdu. Bu çadıra indik.”

İlteber’in teslimiyeti

Birkaç günlük dinlenme müsaadesinden sonra İlteber, bütün beyleri, kumandanları ve aile fertlerini toplayarak elçilerle buluşur. Halifenin gönderdiği eyerle İlteber’in atı eyerlenir ve kendisine de siyah hilatlar giydirilir. Sarık sarılır. Sonra İbn Fadlan halifenin mektubunu çıkarır ve İlteber’i mektup okunurken ayakta durması için uyarır. Bunun üzerine han ile beraber herkes ayağa kalkar. Bu sahneyi İbn Fadlan şöyle anlatıyor:

“Mektubu okumaya başladım. Giriş kısmını okuyup ‘Sana selam olsun. Kendisinden başka ilâh olmayan Allah’a hamd ederim’ cümlesine gelince ‘Müminlerin Başkanının selamını al’ dedim. O ve yanındakiler hep birlikte selamı aldılar. Mektubun okunmasını bitirince, oradakiler hep bir ağızdan tekbir getirdiler. Yerler sarsıldı.”

İlteber’in dinî teslimiyetinin en çarpıcı misallerinden biri de hutbede yapılan değişiklikle ilgilidir. Yine İbn Fadlan anlatıyor:

“Benim adıma hutbe okunması nasıl caiz olur?’ dedi. Ben de ‘Senin ve babanın adı ile’ dedim. Hükümdar ‘Babam kâfirdi. Onun adının minberde söylenmesini istemem. Benim adımı da bir kâfir verdiğine göre, adımın da hutbede zikredilmesini arzu etmem. Acaba efendim Müminlerin Başkanının adı nedir?’ dedi. Ben, ‘Cafer’ dedim. Hükümdar ‘Benim onun adını almam doğru olur mu?’ dedi. Ben de ‘Evet, olur’ dedim. Bunun üzerine ‘Kendi adımı Cafer, babamın adını Abdullah şeklinde değiştirdim’ dedi. Hatibe, hutbeyi bu isimle okumasını emretti. O da bu emri yerine getirdi.”

Halife parasının bereketi

Abbasi halifesinin gönderilmesini emrettiği para, vazifeyi üstlenenlerin hatalarından dolayı Bulgar hanına götürülememişti. Elçilerden şüphelenen eski adıyla İlteber yeni adıyla Cafer bin Abdullah onları para hususunda sıkıştırmış ama gerginlik uç noktalara gitmemiş ve üzücü olaylara sebebiyet vermemiştir. Aslında Cafer bin Abdullah’ın halifeden gelecek paraya ihtiyacı da yoktu.

İbn Fadlan bunu Cafer bin Abdullah’a sormuştur. Bunca zenginliğine rağmen neden ısrarla halifeden gelmesini umduğu paranın peşine düşmektedir? Bulgar hanının cevabı çok ilginçtir:

“Halifenin devletinin bahtı açık olduğunu, vergilerinin helalinden alındığını gördüğüm için bu teşebbüste bulundum. Ben kendi mallarımla altından veya gümüşten bir kale yaptırmak istersem bir güçlük çekmem. Halifenin malının uğur getirmesini arzu ettiğim için ondan bu parayı istedim.”

İbn Fadlan seyahatnamesinde ayrıca Bulgarlar arasında beş bin kadın ve erkekten müteşekkil, Barancer diye tanınan büyük bir aileden de bahseder. Barancerler’in hepsi de müslüman olmuş ve namaz kılacak ahşap bir cami yapmışlardır. Fakat Kur’an okumasını bilmemektedirler. İbn Fadlan şöyle diyor:

“İçlerinden bir kısmına namaz kılacak kadar Kur’an öğrettim. Benim elimle Talut adında biri müslüman oldu. Ona Abdullah adını verdim. Bunun üzerine, ‘Bana senin kendi adını vermeni istiyorum’ dedi.

Adını hemen Muhammed olarak değiştirdim. Bu adamın karısı, anası ve çocukları hepsi müslüman oldular. Ona Fatiha ve İhlâs surelerini öğrettim. Bu iki sureyi öğrenmekten dolayı duyduğu sevinç, Bulgar hükümdarı olsa duyacağı sevinçten daha fazla idi.”

Müslümanlık coşkusu ve cehalet

İbn Fadlan’ı Bulgarlar arasında sıkıntıya düşüren pek çok mesele de oldu. Mesela kadın ve erkeklerin nehirde bir arada yıkanmalarını önlemek için yaptığı tüm girişimler sonuçsuz kalmıştır. Bununla beraber herhangi bir şekilde zina etmediklerini belirtir. Fakat az sayıda da olsa, zina yapanların kadın veya erkek, kim olursa olsun baltayla iki parçaya ayrılıp parçalardan her birinin bir ağaca asıldığını ifade eder. Hırsızlık yapanın cezası da ölümdür. Yine bir eve yıldırım isabet ederse, evi içindeki ahaliyle beraber kendi haline bıraktıklarını ve “Bu evin sakinleri Allah’ın gazabına uğramış kimselerdir” dediklerini kaydeder.

İtil-Bulgar müslümanları İslâm’ı kavramaya çalışırken bu tür cahillikler de yaşanmıştır. Fakat İbn Fadlan’ın anlattıklarından çıkan sonuç, İtil Bulgarlarının İslâm’ı yürekten benimsemiş bir toplum olduğudur ki, bazı İslâm tarihçileri de onların dini yaymaya çalışan ve gaza eden bir topluluk olduğunu vurgulamışlardır. Gecelerin son derece kısaldığı zamanlarda sabah namazına kalkamama endişesiyle uykuya direndikleri de kayıtlara geçmiştir.

İbn Fadlan’ın resmi ziyaretinden 21 yıl sonra 943’de Bulgar hanının oğlu hacca gitmiş ve yolculuğu sırasında Bağdat’ta Abbasi halifesini ziyaret ederek çeşitli hediyeler takdim etmiştir. Daha sonraki yıllarda da tarihçiler hacca gelen Bulgarlardan bahsederler.

920’li yıllarda İslâm’la tanışan İtil-Bulgarları çok uzun bir süre refah içinde yaşadılar. 1236 yılındaki Moğol saldırısından sonra ise bütün şehirleri harabeye döndü ve büyük bir katliama maruz kaldılar. Tekrar toparlandılarsa da, 1361’de Altınordu Devleti’nin, 1391’de de Timur’un seferleri sonucu şehirleri yeniden tahrip oldu.

Bulgarlar bundan sonra Kazan Hanlığı’na bağlı olarak yaşadılar. Bu hanlığın nüfusunu Bulgar-Kıpçak karışımı müslüman halk oluşturuyordu. İtil-Bulgarların nesillerini ve dillerini bugün Çuvaşların sürdürdükleri kabul edilmektedir.



Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.