![]() |
İngiliz Edebiyatı
“ Cehennemin sınırı yoktur. Yalnız bir tek yerde de değildir. Biz nerede isek cehennem de oradadır. Cehennem nerede ise biz hep orada olmalıyız. Yani kısacası bütün dünya eridiği ve her canlı günahlarından temizlendiği zaman cennet olmayan her yer cehennem olacak..” Christopher Marlowe 1564-1593 yıllarında yaşamış olan C.Marlowe, Chambridge üniversitesinde eğitimini tamamladıktan sonra halk tiyatrosu için oyunlar yazmaya başlar. “Tamburlaine”, “Doktor Faustus”, “II. Edward” gibi oyunların yazarı olan Marlowe’un oyunlarında odak eksen karakter (baş kişi) üzerinde toplanmaktadır. Epizodik olan malzeme, bu eksen karakterin karmaşık eylemlerini aydınlatmak üzere kullanılmaktadır. Özellikle Edward II adlı oyunda tarihi oyunların gelişim çizgisi yönünden üstün bir nitelik görülür. Tüm bunların yanında, Marlowe için söylenecek en önemli düşünce, onun büyük bir ozan olduğu ve bunu oyunlarına yansıtmış olmasıdır. Daha çok oyun yazarlığı ile tanınan Marlowe, oyunlarında açık ölçü (blank verse) kullanarak gelişmekte olan İngiliz Tiyatrosunda yepyeni bir çığır açmıştır. "Iambic pentameter" denilen birbirini izleyen bir vurgusuz bir vurgulu on heceden oluşan uyaksız dizeler, Marlowe ve onu izleyen oyun yazarlarının İngiliz dilinin engin olanaklarından sonuna kadar yararlanmalarına olanak tanır. Marlowe bu teknik yenilikle de yetinmeyerek oyunlarında geleneksel tiyatronun dar kalıplarını kırmayı amaçlamış ve başarılı olmuştur. On altıncı yüzyılın ortalarına doğru kurulan İngiliz Kilisesinin koyduğu yasakla yavaş yavaş ortadan kalkmaya başlayan "kilise oyunları" ve "cycle"ların yerini alan "interlude"lar (ara oyunları) ve "morality"ler (ibret oyunları) yazarların kendilerini her açıdan geliştirmeye, yenilikler uygulamaya çalıştıkları birer deneme tahtası olmuştu. Marlowe, "ibret oyunları"nda kullanılan basit ve tekdüze olay örgüsünde değişiklikler yapmakla kalmayıp alt-olay örgülerinin yardımıyla oyunlarının çok boyutlu olmasını sağlar. Oyunlarında "5-perde" kuralını uygulayan Marlowe aynı zamanda yeni ve çekici tipler yaratma uğraşını da sürdürüyordu. Dolayısıyla, Marlowe'un kısa yaşamına sığdırdığı birbirinden ilginç yedi oyunuyla yeni yeni parlamaya başlayan İngiliz tiyatrosuna getirdiği yenilikler arasında karakter betimlemeleri önemli bir yer tutar. Konuşması olmayanlar hariç 198 karakterle, Marlowe, ilk kez bu kadar çok sayıda oyun kişisi yaratan yazar unvanını elinde bulundurmaktadır. Ne var ki, savaşçıdan aşığa, bilim adamından yükselme tutkusuyla yanıp tutuşan politikacıya kadar çok geniş bir yelpazede yer alan bu oyun kişileri, "ibret oyunları"ndaki tiplemelerin etkisinden bir türlü kurtulamamış, bir Hamlet, bir Macbeth, bir Lear ya da bir Coriolanus'un çapına ulaşamamışlardır. Marlowe'un oyunlarına temalar egemendir; karakterler görüşlerin, inançların sözcülüğünü yapar, tutkularıyla yaşar, tutkuları uğruna ölürler. Gelişmezler, kişiliklerinde değişme olmaz, düz bir çizgi üzerinde yürürler ve başladıkları yerde bitirirler oyunları. Marlowe'un karakterleri tutkulu, kararlı, her türlü duyguyu en yoğun biçimde yaşayan yiğit kişilerdir. Bir dünya imparatorluğu kurmaya kararlı Timur; Yahudilerin sevilmediği bir adada dünyanın en zengin kişisi olmayı kafasına koymuş olan Barabas; Kartaca'da geçici bir süre konaklamak zorunda kalan, bir imparatorluk kurmak gibi ağır bir görevi üstlenmiş Aeneas'a delicesine tutulan Dido; siyasal güç uğruna ülkesi Fransa'yı ikiye bölmekten çekinmeyen Guise; sevdiği insan uğruna ülkesini karmaşanın kucağına atmaktan çekinmeyen Edward; aldığı eşsiz üniversite eğitimine karşın, bilgi karşılığında ruhunu şeytana satan Faustus. Ölümlüleri yok edici yoğunluktaki tutkulara sahip bu kişiler, bu özellikleriyle büyür, devleşir izleyiciyi/okuru büyüler, oyunun sonunda yaşamlarını noktalarken geride kendilerine hayran bir sürü kimse bırakırlar. Hayatı gibi ölümü de sırlarla doludur Marlowe'un. Eski oda arkadaşı Kyd tarafindan ateistlikle suclanmış, tutuklanmış, ama serbest bırakılmıştır, yine de gözden düşmesi kaçınılmaz olmuştur. Son arastirmalara göre Marlowe gizli polisin serbest düşünceyi savunanlara karşı giriştiği "Cadı Avının" sonucunda öldürülmüştür. Kyd'in ateizm suçlamalarına eşcinsellik ve subyancılık da eklenmis, Marlowe'un düşmanları artmıştır. Bunlar arasında esasen onun sadece mesleki anlamda düşmanı olan Baines sayılabilir. 1955'de Hoffman adında bir scholar, Marlowe'un gizli servis tarafindan yeni bir kimliğe bürünebilmesi için saklandığını, yeni kimliğinin de Shakespeare olduğunu iddia etmiştir. Nasıll ve neden olursa olsun Marlowe'un genc yaşta ölümü İngiliz Edebiyati icin bir kayıp olarak görülebilir. University Wits grubunun en cesur ve yetenekli üyesi olan Marlowe, İngiliz Edebiyatına pek cok yenilik ve gelişme getirmiş, kendi neslinden olan Shakespeare gibi yazarların ufkunu acmıştır. Günlük hayatın önemsiz ayrıntılarını Marlowe‘da bulmak imkansızdır; kötü tipler, şeytani kişilikler, büyücüler, adam öldürmekten zevk duyanlar, büyük düşlerin, fetihlerin adamları hatta yıldızlara emir veren adamlar hep Marlowe ‘un adamlarıdır. shakespeare ile karşılaştırıldığında; marlowe’un adamlarının daha kaba olduğunu söyleyebilirim ve ahleken veya insani açıdan beyhudelikleri daha önemsizdir, mühim karakteristikleri yukarıda söylediğim gibi; büyü idealler, etki bırakan olayların adamları olmalarıdır. Örneğin Shakespeare ‘in Antonius and Cleopatra ‘sını Marlowe‘un anlattığını düşünseydim; Antonius ile Octavianus arasındaki kanlı savaş üzerinde daha çok durulacağını, en kanlı ayrıntılara varıncaya dek savaşın tüm yönlerinin anlatılacağını kavrayabiliyorum. Ya da Antonius’un karısı Fulvia ‘nın ölümünden sonra, iki sevgilinin ayrılık seansını Marlowe, oldukça hazin bir şekilde sonlandırabilirdi. Ama bunu yapamazdı Marlowe. Tarihsel ve edebi nitelikteki bir hikayeyi kanla yoğuramazdı, zira burada aşkı ve Roma arasında sıkışıp kalmış adamı, bir ayağı doğuda diğeri batıda olan adamı Shakespeare anlatabilirdi. Marlowe‘un aslında, eski ile yeninin çatıştığı, tıpkı Roma'da Augustus sonrası dönem gibi; iftiraların, saray çevresinde dönen entirikaların, yönetim kademesindeki başıboşluğun, onca Augustus reformuna ve milli ülkülere verilen ağırlığa rağmen bozulan birliğin etkilerini ta çocuk yaşta ciğerinde hissettiğinden, ne farkı vardır Petronius arbiter’den? Onun Satyricon’u nasıl bir yergi içeriyorsa, nasıl kötü adamların hatta yer yer gülünç duruma düşen büyük idealistlerin hikayesi ise; Marlowe‘un kurguları da benzer yapıdadır, farklı zaman ve coğrafyaların ortak paydasındadırlar. Marlowe‘un eserlerinde yergi unsuru da bu yüzden unutulmamalıdır. Ayrıca Marlowe ‘da klasik ve mitolojik öğelere de yer vardır. Muhteşem olan, göz kamaştırana, büyük olaylara değinen, değinmekten haz alan Marlowe, tıpkı Arif Gürgül‘ün de altını çizdiği gibi; Chaucer ‘in hacılarının dolaştıkları yerlerden çok, ihtirasının kurbanı olmuş bir kişinin can çekişmesini anlatmaktan hoşlanıyordu. 1580'lerden sonra Cambridge‘e geçiyor ozan. Bir asker olarak kendisine sunulan münzevi yaşamını sürdürüyor; hatta öyle ki; araştırmacılara göre; Dr. Faustus‘da kanunlarla kendisine sunulmuş olan kıyafet zorunluluğunun tesirlerini bulmak mümkünmüş. Kanıtları da şu dize; -büyüyle yarı tanrı olduktan sonra- “ Öğrenciler süslü renkli elbiseler giyinsin diye bütün okulları ipeklerle dolduracağım.” Üniversite öğrenimi süresince; Aristoteles'in etkisinde kalmış üstadımız. Devamında mantık da en az Aristoteles kadar eserlerine sinmiştir (Batlamyos astronomisi - Ortelius’un atlası). Yine Dr. Faustus‘un ilk monoloğunda devrim etkisindeki biri şöyle der; “ Canım analitik beni sen büyüledin.” Bu da Marlowe‘un üzerindeki etkiyi gösterir. Ayrıca Aristoteles‘in varlık bilim meselesine telmih “on kai me on” (varlık yokluk) sadece hukuka karşı bir ozanın duyacağı nefreti yine Dr. Faustus‘un dilinde görmekteyiz; “ Bunu öğrenmek amacı birkaç metelik olan kiralanmış kölelere yakışır. Benim için çok aşağı ve çok maddi.” Ortaçağ fizyolojisine vakıf olan Marlowe, yine üzerindeki Aristoteles etkisini dizelere dökmüş; “ Vücutlarımız unsurlara dağılıncaya kadar kalbim senin kalbinle beraber kalacaktır.” Üstadın fizyoloji hakkındaki bilgisi, astronomi ve riyazi ilimleri üzerine bilgisinden daha azdır. Özellikle yıldızlara bağladığı dizeler bunun ispatı; “..doğduğum gün lütufkar yıldızların vadettiği”, “tabiat kader ve yıldızlar onu meşhur yapmaya çabalıyoruz.” Üstadın astrolojiye ilgisi ve bilgisi eserlerine doğrudan yansımıştır, zaten astronom Thomas Harriot ile olan dostluğu da bilinmektedir. Hatta ozanın şu methiyesine bakar mısınız; “O thou art fairer than the evening air/ clad in the beauty of a thousand stars.” yani Türkçesiyle; “ Sen binlerce yıldızın güzeliğine bürünmüş akşamların havasından daha güzelsin.” Marlowe Yunanca ve Latinceyi bilir, hatta Latinceden çeviriler yaptığı bilinen bir gerçek. Bunların yanında Fransızca'ya da hakim olduğu söylenir. Bunun delili olarak da The jew of Malta‘da machiavelli‘nin düşüncelerini Fransızca eserlerden okumasını gösteriyorlar. Ozan hakkında üniversiteye papaz olmak için girdiğinden, kutsal kitaba da özel bir ilgisi vardı, denebiliyor, hatta kutsal kitabın tesiri altındadır. Bunun yansımalarını; dr. Faustus ve The jew of Malta piyeslerindeki kutsal kitaptan alıntılanmış pasajlarda görebiliyoruz. Üslubu da incilin sadeliği düzeyindedir. 1587’den sonra Londra hayatı başlamış ozanın. Buradayken, Tamburlaine ve diğer bazı eserleri, dönemin meşhur tiyatroları tarafından oynanmış; bu yüzden bir çok dost ve düşman kazanmış, hatta o günkü kayıtlardan öğrenildiği kadarıyla üç defa suç da işlemiş bu olup bitenlerden sonra. İlginç bir nokta da şudur ki; ozan burada dinsiz olarak tanınmış, özellikle Tamburlaine’deki din aleyhine sözleri eleştirilmiş, bizzat onu çekemeyenler tarafından iftiralar atılmış kendisine. Marlowe ‘un dinsizlikle suçlanmasının mantığı vardır; henüz dinin çok büyük bir rol oynadığı devirde, özgür kişilerin, ilim ve irfan peşindeki neferlerin dinsizlikle itham edilmeleri doğaldır. Galileo gibi Marlowe‘un tek başına İngiliz Renaissance‘sını temsil eden Raleigh gibi mütefekkir dostlarıyla Harriot gibi matematikçilerle, Homeros tercümanı Chapman gibi şairlerle arkadaşlık ettiğini ve onlarla dini ve felsefi mevzular üzerinde tartıştığını düşündüğümüzde, o devirde dinsiz ilan edilmesini doğal karşılamalıyız. Raleigh gibi dinsiz bir adamla olan tartışmaları özellikle Marlowe‘un suçlanmasında en muhim etkendir. (İki örnek var o dönem yobazlığına dair; 1- Bisikleti ilk defa gören köylüler ona şeytan arabası adını takmış. 2- Tütünü de insanın içini karartan baca olarak tanımlamışlar.) |
İngiliz Edebiyatı
İLK İNGİLİZLER: KELTLER İngiliz edebiyatının ilk örnekleri adanın gerçek sahiplerine değil de adaya sonradan yerleşen göçmenlere aittir. Günümüzdeki İngiliz halkının soyu da bu göçmenlerden gelmektedir. Adanın ilk sahipleri kelt'lerdir. Keltler'in bu adaya tam olarak ne zaman yerleştikleri bilinmemektedir. Milattan sonra 43 yılında romalılar bu adaya çıkmış ve barbar keltleri kolayca hükümleri altına almışlardır. Bu roma istilası 5. yüzyıla kadar yani kavimler göçüne kadar devam etmiştir. bu döneme kadar keltler roma medeniyeti altında daha uygar bir toplum olmuşlardır. Romalılar bu adaya yollar, hamamlar yapmış ve keltleri daha medenî bir hale getirmişlerdir. fakat zamanla keltler savaş kabiliyetlerini kaybetmişler ve daha uygar bir toplum olmuşlardır. ROMALILARIN ÇEKİLİŞİ VE AVRUPADAN GELEN KAVİMLER Kavimler göçünün başlamasıyla roma bu topraklardan çekilmek zorunda kalmıştır ve gerilerinde savaş kabiliyetlerinden yoksun bir medeniyet bırakmışlardır. Özellikle Almanya'dan gelen angle, saxon (Daha sonraları bu iki kabile Anglo-Saxon adıyla beraber anılmaya başlamıştır) ve jutes kabileleri, keltleri kolayca yenerek batıya doğru sürmüşlerdir ve burayı günümüze dek yurt edinmişlerdir. Şimdiki ingilizler de işte bu anglo-saxonların torunlarıdır. Keltler ise batıya doğru gitmişler ve günümüzdeki Galler halkını oluşturmuşlardır. ESKİ İNGİLİZ EDEBİYATI Anglo-Saxonlar, Almanya'da yaşarken kendilerine özgü bir edebiyatları vardı ve ingiltere'ye bu edebiyatı getirmişler. İşte ilk ingiliz edebiyatını anglo-saxonların Almanya'dan getirdiği edebiyatları oluşturmaktadır. Anglo-saxonlar pagan(putperest) insanlardı. |
İngiliz Edebiyatı
Herkes İçin İngiliz Edebiyatının Öyküsü Bir Dinozorun Anıları, yarattığı çarpıcı okur sayısı ile başta Mîna Urgan olmak üzere şaşırtmıştı herkesi ama onun akademik çerçeveden daha geniş bir okur kitlesine uzanması, birinci cildi 1986 yılında çıkan İngiliz Edebiyatı Tarihi�yledir. Beşinci cildi 1993 Nisanı�nda basıldığında, 5. Yüzyıl�dan ele aldığı bu edebiyatı tanıtma çabası, ancak Oscar Wilde�a, yani 19. Yüzyıl sonuna ulaşabilmişti. Bu tarih dizisinin dışında yayımlanan Virginia Woolf (1995) ve D.H. Lawrence (1997) kitapları, dikkatle okunduğunda, Tarih�in yazılmayan 20. Yüzyıl ciltlerinden çıkartılıp genişletilmiş bölümler gibidir bir bakıma. Gerçi Bir Dinozorun Anıları�nı okuyan geniş okur kitlesi çok iyi bilmektedir ama, Mîna Urgan�ın, burada yeniden okur önüne çıkan İngiliz Edebiyatı Tarihi�ni yazdıran, akademik kimliğinden bir kaç satır söz etmek gerekmektedir. Mîna Urgan, Fransız edebiyatı öğrenimiyle başlamıştır akademik hayata. Daha sonra İngiliz edebiyatı üzerine Fransa�da doktora yapmış, İstanbul Üniversitesi�nde o zamanki adı Romanesk Diller ve Edebiyatları olan Fransız Filolojisi�nde ders verirken, tümüyle bilim dışı etmenlerin zorlamasıyla, İngiliz Filolojisi�ne geçmiştir. Burada, doçent ve profesör olmuş, 1977 yılında da gene bilimsel olmayan nedenler yüzünden, üniversiteden, daha önünde ders verebileceği yıllar bulunurken, emekliliğini istemiştir. Mîna Urgan�ın üniversiteden erken ayrılması, elbette eğitim alanında bir kayıptır ama, kitaplarına baktığımızda okur adına bunun kazanç olduğunu görmekteyiz. İstifasına kadar, sadece bizde değil, batı ülkelerinde de benzerlerine rastladığımız, yaşamını bütünüyle öğrenci- öğretmen ilişkilerine yaslayıp, yazmaya gönül koymayan bir akademisyen görünümü sergilemektedir. Kitaplarını ancak, akademik hayattan ayrıldıktan sonra yazmaya başlamıştır. Üniversitedeyken yazdığı kitaplar (bunu biraz da olumsuz anlamda söylüyorum) tipik akademik kitaplardır. O kitapların amacı ve hedef kitlesi akademik çevrelerdir. Oysa, üniversiteden ayrıldıktan sonra yazdıkları, Bir Dinozorun Anıları�ndan da onu tanıyanların bildikleri gibi, bir halk insanının yaklaşımı içinde, meraklı bir geniş okur kitlesi hedef alınarak yazılmış kitaplardır. Nedir Mîna Urgan�ın yaklaşımı? Edebiyatla, özellikle batı edebiyatlarıyla düz okur olmanın ötesinde ilişkisi olanlar, geçtiğimiz yüzyılın bir eleştiri ve edebiyat kuramı yüzyılı olduğunu bileceklerdir. Modernist edebiyatın büyük serüvenine paralel, onun gerçekten gerekli bir tümleci, kılavuzu olarak ortaya çıkan, kabaca tanımlandığında, bir yakın okuma ve teknik çözüm yöntemi olan Yeni Eleştiri ya da bir başka adlandırmayla Cambridge Okulu Eleştirisi�nden başlayarak, Yapısalcılık�tan Yapısöküm�e pek çok yaklaşım giderek çetrefilleşen edebiyat ürünlerini okuma, çözme, değerlendirme yöntemi olmuştur. Oysa bir önceki yüzyıl, yani on dokuzuncu yüzyıl, yorumlamanın, özellikle de öznel yorumlamanın yüzyılıdır. Ama aynı yüzyıl, bir ara ölmüş gözüyle bakılan, bir yapıtı, yazarı, yazıldığı çağ, yazıldığı dilin serüveni içinde bir kültür bütünü olarak ele alıp okuyan �filolojik yaklaşım�ın da çağıdır. Mîna Urgan da gerek bu beş ciltlik İngiliz Edebiyatı Tarihi�nde gerek Virginia Woolf ve D.H. Lawrence�de her iki yaklaşımın bir harmanı ile yaklaşır yapıtlara, yazarlara. 1930�larda Almanya�dan kaçarak Türkiye�ye gelen, iki çok önemli filologun, Eric Auerbach�la Leo Spitzer�in çevresinde akademik gelişmesini sürdürmüş olduğu düşünüldüğünde, bu durum fazla garipsenmemelidir. Filoloji geleneğinin son büyük filologlarının etkisinde kalmamak olası mıdır? Hiç bir yapıtın, şiirlerin bile, teknik özelliklerine, yani nasıl yazılmış olduklarına değinmediği; şiirlerin bile, roman ve öykü gibi, konularını anlattığı için (ele aldığı dönemlerin şiiri de bunu yapmaya son derece uygundur gerçi) eleştirilebilir belki ama, zaten amaç �edebiyat meraklısı okurlar� olduğuna göre bu eksiklik rahatlıkla göz ardı edilebilir. Hatta, bir edebiyat tarihini, sürükleyici bir okumaya dönüştürmek adına, �1653�e doğru doğduğu sanılan ve 1692�de ölen Nathaniel Lee, yalnız yazdıkları açısından değil, yaşantısı açısından da bir Elizabeth çağı insanıdır bir bakıma. Çünkü akılcılığın egemen olduğu bir çağda aklını yitirmiş, beş yıl süreyle kapatıldığı tımarhaneden kaçmış, daha kırk yaşına basmadan alkolden ölmüştür� gibi yargılara varabiliyor. Bugünün edebiyat tarihçilerini de eleştirmenlerini de hop oturtup hop kaldıracak bir yaklaşım sergiliyor kısacası. Sadece on dokuzuncu yüzyılın sonuna kadarki bir dönemi ele alsa da, çağdaş yaklaşımlardan uzak bir edebiyat tarihi ve eleştiri anlayışıyla yazılmış olsa da, bir büyük edebiyatın yüzlerce yılını bir roman lezzetiyle okutan bu beş cildin hâlâ işlevini ve amacını koruduğu inancındayım. Edebiyat meraklısı okur burada karşısına çıkartılan serüveni kaçırmayacaktır. |
İngiliz Edebiyatı
Bütün dünya bir sahnedir.. William Shakespeare Tüm zamanların yazarı Shakespeare, BBC'nin yaptığı bin yılın dahileri oylamasında, Winston Churchill, Isaac Newton gibi dahileri geride bıraktı. ABD'de Shakespeare'in bin yılın dahisi olma unvanını hak ettiği düşünülüyor. Hatta, bazılarının bu konuda hiç kuşkuları yok. Sözgelimi, The Washington Post gazetesi, "Sorusu olan var mı?" diyerek karşı çıkanlara meydan okudu. Shakespeare'e ilişkin bilgileri, okulda okutulan Macbeth oyunundan öteye geçmeyenler, bu tartışmalara bir anlam veremiyorlar. Sordukları soruysa şu: "Eski krallar, abartılı aşklar ve tefecilerle ilgili oyunlar yazmış, uzun zaman önce ölmüş bir yazara neden bu kadar ilgi gösteriliyor?" Shakespeare'in ününü sadece fazla satan eserler yazmış olmasına bağlamak haksızlık olur. Çünkü, bu ünün birçok şaşırtıcı ve geçerli nedenleri var. Shakespeare, tarih boyunca en çok okunmuş yazar olma özelliğini hiç kaybetmedi. Eserleri 100'ü aşkın dile çevrildi. Sinemaya en çok uyarlanan oyunlar da yine Shakespeare'e ait. Bunun ilk örneği, 1899'da çekilen Kral John (King John) filmi oldu. Bu filmden beri, 300'den fazla eseri sinemaya uyarlandı. Son olarak çekilen film ise, Anthony Hopkins'in başrolü üstlendiği Titus Andronicus. Ölümünün üstünden 400 yıl geçti; ama, oyunları hâlâ büyük bir seyirci kitlesi topluyor.Shakespeare, yüzyılların ötesine uzanan çekiciliğini neye borçlu? Bu sorunun yanıtı, birçok modern eserin, onun oyunlarından esinlenilerek yazılmasıyla ortaya çıkıyor. Örneğin, "Batı Yakasının Hikâyesi" (West Side Story), Romeo ve Juliet'in; "Kiss Me Kate" müzikali de Hırçın Kız'ın (The Taming of the Shrew) uyarlamaları. Yine bu bağlamda, bir bilimkurgu filmi olan "Forbidden Planet" (Yasaklanmış Gezegen) kurgusunu Fırtına (The Tempest) oyunundan alıyor. Kurosawa'nın 1985'te çektiği destansı "Ran" filmi ise, Kral Lear'in (King Lear) Ortaçağ Japonya'sına uyarlanmış şekli. Bütün örnekler, Shakespeare'in eserlerinin en göze çarpan özelliğini ortaya koyuyor: Evrensel temaları konu almak. Basit kıskançlıklar, tutkunun mantığın önüne geçmesi ya da kararsızlık gibi konular, tüm oyunlarında ustaca işlenmiş. Bu yüzden, Shakespeare'in oyunları geçerliliğini hâlâ sürdürüyor ve yarattığı karakterlerin karmaşık yapıları, günümüz yönetmenlerine esin kaynağı oluyor. Örneğin, Laurence Olivier'nin Tudor Hanedanı atmosferinde çektiği "III. Richard" filmini beğenmediyseniz, Ian McKellen'ın, III. Richard'ı faşist diktatör olarak yorumladığı filmini izleyebilirsiniz. Shakespeare, yazdığı başarılı oyunlarla dünya edebiyatında önemli bir yere sahip. En az 38 (kesin sayısı tam olarak bilinemiyor) komedi, tarih ve trajedi türlerinde oyunlar yazdı. Böyle bir dehanın zekâsının nereden geldiğini merak ediliyor. Ancak bu sır, yaşamına ilişkin çok az bilgi bulunması nedeniyle çözülemiyor. Doğum tarihi bile kesin olarak bilinmiyor. Kilise kayıtları Shakespeare'in, Stratfordupon-Avon kasabasında 26 Nisan 1564'te vaftiz edildiğini gösteriyor. Ama doğum günü, Aziz George günü kutlanıyor. Beş kardeşten biri olan Shakespeare'in babası John Shakespeare, dericilik ve yün ticaretiyle uğraşıyordu. Daha sonra da belediye başkanı oldu. Bu, Shakespeare hakkında bulunan tek kesin bilgi. Babasının mevkisinden dolayı, Shakespeare olasılıkla, yöredeki dil okulunda eği-tim gördü. 18 yaşındayken, kendisinden sekiz yaş büyük Anna Hathaway ile evlendi. Altı ay sonra ilk çocukları Susanna, 1585'te de biri kız biri oğlan ikiz çocukları dünyaya geldi. İzleyen yedi yıl içinde, Shakeapeare'in adı yazılı kayıtlarda görülmüyor. Bu tarihlerde, Shakespeare'in Londra'ya gittiği ve oyun yazarı olarak adını duyurmaya başladığına ilişkin tahminler yürütülüyor. Gençlik dönemi ve aldığı eğitimle ilgili ayrıntıların eksik olması yüzünden, kimileri, Shakespeare adının çok ünlü birinin takma adı olduğu görüşünü savunuyorlar. Sir Francis Bacon ya da Oxford kontu Edward de Vere, Shakespeare adının gerçek sahibi olduğu öne sürülen 50'yi aşkın adaydan sadece birkaçı. Gerçekte bu tür varsayımlara pek önem verilmiyor, hatta züppece bulunuyor. Ancak, Shakespeare'in edebiyattaki hünerlerini nasıl öğrendiği konusu gizemini koruyor. İlk oyunla-rını ne zaman yazdığı bilinmiyor; ama yazmaya basit konulardan başladığı biliniyor. Shakespeare'in tiyatro alanında yaptıklarından, ilk kez 1592 tarihli "The Groatsworth of Wit" başlıklı yazıda söz ediliyor. Hem oyunculuk hem de oyun yazarlığı yapan Shakespeare, yazı-da, "Ülkede, yalnızca kendisinin, sahne dünyasını sarsabildiğini (Shakescene) sanan bir yeni yetme (upstart crow)" diye nitelendiriliyor. Shakespeare'in eleştirildiği "The Groatsworth of Wit"in yazarı Robert Greene, kalemi sert ve fakir bir Londralı'ydı. Kitabında, Oxbridge eğitimli oyun yazarları Christopher Marlowe, Thomas Nashe ve George Peele'a uyarıda bulunuyordu. Greene'e göre Shakespeare, onların geçimlerini tehdit eden yeni bir oyun yazarıydı. Greene, Shakespeare'e atfedilen VI. Henry'nin 3. perdesiyle, aynı oyunun anonim versiyonu "The True Tragedy"de bulunan anlamca kapalı bazı dizeleri incelemişti. Edebiyat alanında yürütülen araştırmalar sonucunda, ikinci oyunun Marlowe tarafından yazıldığına ilişkin kanıt bulundu. Greene, ortaya çıkan tablo üzerine Shakespeare'in eserlerini, Marlowe'un oyunlarını değiştirerek yazdığını düşünmeye başladı. Shakespeare, Greene'nin bütün öfkesini üzerine çekmişti. Gerçek ne olursa olsun, 28 yaşındaki Shakespeare, Londra tiyatrolarında dikkat edilmesi gereken bir güçtü. Greene'in yazısının yayımlanmasından sonra yayınevi, Shakespeare'in dürüstlüğünü ve edebiyat alanındaki başarılarını öven bir özür metni yayımladı. Yayınevinin bu tutarsız davranışı, yayıncının Londra'nın yükselen tiyatro yıldızına ters gitmekten ne denli korktuğunun bir göstergesi. Shakespeare, kısa zamanda II. Richard gibi çok daha başarılı tarih oyunları yazarak gelişen yeteneğini gösterdi. Ayrıca, Yanlışlıklar Komedyası (The Comedy of Errors) ve Romeo ve Juliet oyunlarıyla da çok yönlü bir yazar olduğunu kanıtladı. 1590'ların sonuna doğru, yeni, benzeri görülmemiş becerilerini sergileyen oyunlar kaleme aldı. Aziz Crispin Günü konuşmasıyla dikkat çeken V. Henry, genç bir prensin trajik öyküsünü anlatan ve bugüne kadar yazılmış en etkileyici oyun sayılan Hamlet, bunlardan sadece birkaçı. Shakespeare, trajedilerine bile komediyi ekledi, böylece oyunlarının daha etkili olmasını sağladı. Tamamen komedi tarzında yazılmış, nüktedan şakalar, büyüler ve fanteziler içeren oyunları da var. Bunlara en güzel örnekler arasında, Bir Yaz Gecesi Rüyası (A Midsummer Night's Dream), Nasıl Hoşunuza Giderse (As You Like It) ve Windsor'ın Şen Kadınları (The Merry Wives of Windsor) sayılabilir. Ama, çoğu kişi için Shakespeare'in zekâsı, en çok Hamlet, Othello, Kral Lear (King Lear) ve Macbeth gibi trajedilerinde belli oluyor. Akılsızca davranışlarının sonuçlarına katlanmak zorunda kalan, güçlü ve karmaşık karakterler, trajedilerinin en belirgin özellikleri. Faslı genera-lin, kıskançlık nedeniyle sadık karısını öldürmesi; yaşlı bir kralın verdiği yanlış kararlar sonucu karısı ve kızını kaybetmesi; İskoçyalı soylunun hırs ve vicdan azabıyla kendini mahvetmesi, Shakespeare'in yarattığı karakterlerin en güzel örnekleri. Shakespeare'in oyunları, The Globe Tiyatrosu'nda oynandı. Bu sayede tiyatro, büyük bir üne ve servete kavuştu. Oyunları düzenli olarak kral huzurunda sahnelendi. Örneğin Macbeth, özellikle kral I. James için yazılmıştı. Shakespeare, oyunları sayesinde Londra ve Stratford'da mal, mülk sahibi oldu. Şiirle de uğraştı; 1609 yılında, 150'den fazla sonesi ortaya çıktı. Shakespeare, 1612'de Stratford'daki evine yerleşti ve Londra'ya sadece oyunlarının sahne-lenmesini denetlemek için gitti. Daha sonra yapılan bilgisayar incelemeleri sonucunda, başka yazarlarla ortak çalışmalar yaptığı da ortaya çıktı. Sözgelimi, İki Soylu Akraba'yı (Two Noble Kinsmen) John Fletcher ile birlikte yazmıştı. Shakespeare, 50 yaşlarına geldiğinde, aniden ortadan kayboldu. Buna sağlık sorunlarının yol açtığı sanılıyor. 1616 baharında vasiyetini yazdı; parasını ailesine, arkadaşlarına ve yoksullara bıraktı. Bir ay sonra, 16 Nisan 1616'da yaşama veda etti. Mirasçıları arasında, eski meslektaşları John Heminge ve Henry Condell da bulunuyor. Bunlar, 1623'te Shakespeare'in 36 oyununun yer aldığı, ilk toplu basımı (First Folio) gerçekleştirdiler. Daha sonradan bazı oyunlar eklenmekle birlikte, ilk toplu basım, bugünkü Shakespeare'in Bütün Eserleri (Complete Works of Shakespeare) kitabının temelini oluşturuyor. Shakespeare'in yaşadığı tarihler, Rönesans'a denk geliyor. Bu tarihlerde, klasik çağ kültürüne duyulan ilgi artmış; Ovidius, Homeros, Seneca, Plutarkhos gibi Yunan ve Latin yazarlarının eserleri İngilizce'ye çevrilmişti. Shakespeare de, eserlerini bu yazarların işledikleri konulardan esinlenerek yazdı. Bu bağlamda, Shakespeare'in başarısının seçtiği konulardan kaynaklanmadığı söylenebilir. Onun dehası, olaylardaki dramatik noktaları ortaya çıkarmasında ve söz sanatlarındaki ustalığında yatıyor. Örneğin, büyük bir miras olarak kabul edilen ilk toplu basım, 800.000 kelime içeriyor ve 1.700'ü de Shakespeare'in ortaya çıkardığı kelimeler. "Academe" ve "zany", bunlardan sadece ikisi. Oyunlarında kurduğu cümleler de alışılmadık benzetmeler ve kişileştirmelerle dolu. İnsanı, bir "çiğ tanesi","bir toz parçası"; dünyayı, "tohuma kaçmış bir bahçe"; sevgiyi, ilkbaharda bir menekşe gibi erken açan, ömrü kısa çiçek, esip geçen bir kokuya benzetiyor ve kimi insanların yapabileceklerini "doğumlarıyla sınırlanmış", "en temkinli genç kız bile, güzelliğini açıp yalnız gökteki aya gösterse yeterince ted-birsizlik yapmış sayılır" gibi, o güne dek duyulmamış söz oyunlarıyla betimliyor. Ayrıca, Shakespeare'in yapıtları, birçok kitap başlığına esin kaynağı oldu. Aldous Huxley'in kitabı "Brave New World" başlığını Fırtına'dan (The Tempest); Robert Stone'un kitabı "The Dogs War" da başlığını Julius Caesar'dan alıyor. "Bütün dünya bir sahnedir" diyen Shakespeare, zekâsını yazdığı oyunlarla kanıtladı ve insanın her türlü ruh halini söze dökebildiği için de, 500 yıldan beri büyüsünü sürdürüyor. Gizli kalmış noktalar Shakespeare'in eserleri birçok soruyu yanıtsız bırakmıştı. Ancak günümüzde, bunların çoğu bilgisayarla yapılan incelemeler sonucunda çözülüyor. California, Claremont Koleji profesörü Ward Elliot ile meslektaşları, Shakespeare'in başka bir yazarın takma adı olup olmadığını bilgisayarla incelediler. Takma adın asıl sahibinin kimliğine ilişkin kuşkular, en çok Christopher Marlowe ve çok uzak bir olasılıkla Kraliçe Elizabeth'in üstünde yoğunlaşıyordu. Shakespeare'in eserlerindeki kelime ve söz kalıplarının yapısı, ne kadar sıklıkta kullanıldıkları, kuşku duyulan isimlerin eserleriyle karşılaştırıldı. 1996'da, eserlerin başka biri tarafından yazıldığı konusunda hiçbir kanıt bulunamadığı duyuruldu. Aston Üniversitesi'nden Tom Merriam ve Roberts Matthews, Shakespeare'le diğer yazarların eserlerini karşılaştırmak amacıyla, benzer örnekleri seçebilen ve yapısal farklılıkları ölçebilen bir bilgisayar programı geliştirdiler. İnceleme sonucunda, Shakespeare'in İki Soylu Akraba oyununda John Fletcher ile birlikte çalıştığı belirlendi. Merak uyandırıcı olan bir konu daha aydınlandı. Shakespeare'in ilk oyunlarından VI. Henry'nin 2. ve 3. perdelerinin, Christopher Marlowe'un oyunlarından esinlenilerek yazıldığına ilişkin kanıt bulundu. Bilgisayar incelemeleri sonucunda, 1592'de sahnelendiğinde çok beğenilen, ilk orijinal oyunlardan "Contention" ile "The True Tragedy"nin Shakespeare'e ait olduğu saptandı. Kaynak: focusdergisi.com.tr |
İngiliz Edebiyatı
“Haset, hiç kuşkusuz en büyük günahtır; çünkü bütün öbür günahlar sadece bir erdeme karşı günah işler, oysa haset her türlü erdeme ve bütün iyiliklere karşıdır.” Geoffrey Chaucher İngilizlerin “bizim Homeros’umuz”, “bizim Goethe’miz” sözleriyle övdükleri Geoffrey Chaucer (1340-1400), şüphesiz Shakespeare öncesi İngiliz edebiyatının en büyük şairlerinden biri. Ayrıca, edebi çevrelerce İngiliz edebiyatının babası olarak nitelendirilir. Ortaçağ'da yaşamış, edebi araçları ironi, taşlama ve alay olan; gerçek karakterler hakkında yazıp toplum düzenini eleştiren ilk yazar ve şairdir. Anglo Saxon devri sonrası sadece köylüler tarafından konuşulan İngilizceyi, Fransızca kelimeler ile geliştirerek sadeleştirmiş ve günümüz İngilizcesine daha yakın bir dil elde etmiştir. İngilizceyi ayakta tutmuş, yaşatmıştır. Canterbury Hikâyeleri Kitabı'dan: Nisan tatlı yağmurlarıyla gelip Kırınca Marttan kalan kurağı ve delip Toprağı köklere işleyince kudretiyle, Çiçekler açtıran bereketli şerbetiyle Yıkayınca en ince damarları, Zephirus da dolaşarak kırları, bayırları Soluyunca can katan ılık, Tatlı nefesini körpecik Filizlere, toy güneş yarı edince Koç burcundaki devrini, bütün gece Uyumayıp börtü böcek Şarkılar söyleyince (tabiat dürtükleyerek Uyanık tutar onları) işte o dem, Hacca gitmeye büyük bir özlem Duyar insanlar. Eski hacılarsa Değişik memleketler, uzak kıyılarda varsa Azizler, kutsal bilinen yerler, Oraları görmeye niyetlenirler. İşte bu Azizlerden çok özel biri de Bir din şehidiydi İngiltere'de Canterbury'de. Kim dara düşerse ona yardım ederdi, Kıyı bucaktan herkes kalkıp ona giderdi. |
İngiliz Edebiyatı
Hiç bir şeye sahip değilseniz, hiç bir şey kaybedemezsiniz. William Shakespeare Hayatı 1564’te Stratford-Upon-Avon’da doğan Shakespeare’in yaşamı hakkında bildiklerimiz kilise, mahkeme ve tapu kayıtları gibi resmi belgelerle çağdaşlarının onun kişiliği ve eserleri hakkında yazdıklarına dayanır. Hali vakti yerinde bir esnaf olan, aynı zamanda yerel yönetimde sulh hakimliği ve belediye başkanlığı gibi önemli görevler üstlenen John Shakespeare’in üçüncü çocuğu ve en büyük oğludur. Babasının maddi durumu daha sonraki yıllarda bozulsa da Shakespeare’in diğer eşraf çocukları gibi ilkokuldan sonra eğitim dili Latince olan King’s New School adlı ortaöğretim okuluna devam ettiğine ve burada Roma edebiyatının klasikleriyle tanıştığına kesin gözle bakabiliriz. Üniversiteye gitmeyen Shakespeare’in Latincesinin düzeyini tam olarak bilemediğimizden kaynak olarak kullandığı bazı eserleri asıllarından mı, yoksa çevirilerinden mi okuduğu hakkında bir şey söyleyemiyoruz. 1582’de on sekiz yaşındayken kendisinden sekiz yaş büyük Anne Hattaway ile evlenen Shakespeare’in bu evlilikten beş çocuğu olmuş ancak oğlu Hammlet’i 1596’da kaybetmiştir. 1585 yılı ile 1590’ların başı arasındaki yaşamı hakkında elimizde güvenilir bilgi yok. Ancak Shakespeare’in bu yıllar içinde Londra’ya gelip aktör ve oyun yazarı olarak tiyatroculuk mesleğine başladığını ve kısa zamanda ün kazandığını biliyoruz. Londra’da yaşadığı yıllarda Stratford ve ailesiyle ilişkisini düzenli olarak sürdüren Shakespeare’in profesyonel yaşamı çok yoğun geçmiş. Soneleri (“Sonnets”), konularını klasik mitolojiden alan iki uzun öyküsel şiiri (“Venus and Adonis” ve “The Rape of Lucrece”) ve oyunlarıyla tanınan Shakespeare yazarlık ve aktörlüğün yanı sıra çalıştığı tiyatro kumpanyasının altı ortağından biriydi. Eline geçen paranın önemli bir kısmıyla emlak satın almış ve bu yatırımlar sayesinde 1610’da Stratford’a oldukça varlıklı bir kişi olarak dönmüştür. İşleriyle ilgili olarak ara sıra Londra’ya gitse de yaşamının son dönemini Stratford’da geçiren Shakespeare 23 Nisan 1616’da ölür. Stratford’luların bu ünlü hemşerilerinin onuruna yaptırıp kiliseye koydukları anıtta, adının Sokrates ve Vergilius’la birlikte anılması dikkat çekicidir. Eserleri
”On İkinci Gece” de bir yanlışlıklar komedisidir. Kadın kahraman Viola'nın gemisi yabancı bir ülkenin açıklarında batar. Erkek kılığına giren ve "Cesario" adını alan Viola, ülkenin yöneticisi Dük Orsinonun hizmetine girer. Erkek kılığındayken Dük'e aşık olur. Orsino'nun aşık olduğu zengin Kontes Olivia da "Cesario"ya tutulunca durum karışır. Gene en komik sahneler, neşeli Sir Tobby Belch ve arkadaşlarının Olivia'nın kendini beğenmiş ve süslü uşağı Malvolio'yu kandırmak için oyun oynadıkları sahnedir. ”Venedik Taciri” de bir komedi olmakla birlikte ciddi bölümler de içerir. Oyundaki kötü adam Yahudi tefeci Shylock'tur. Borç aldığı parayı ödeyemeyen tüccar Antonio'dan, kendi vücudundan kesilecek yarım kilogram et ister. Shylock'un açgözlülükle bıçağını bilediği gerilimli bir duruşmadan sonra Antonio kendisini savunan genç bir avukatın zekâsı sayesinde kurtulur.
Hamlet`te, babası öldükten sonra annesiyle evlenen amcasının aslında babasının katili olduğunu öğrenen Danimarka Prensi Hamlet derin bir acıya kapılarak öç almaya karar verirse de, bunu bir türlü gerçekleştiremez. Oyun, yalnızca amcası Claudius'un değil, kraliçe ve Hamlet'in de öldükleri bir sahneyle biter. "Kral Lear" Shakespeare trajedilerinin en korkuncu, ama belki de en önemlisidir. Gururlu ve bencil olan yaşlı Kral Lear, sadık ve sevgili kızı Cordelia'nın kendisini ne kadar sevdiğini ablaları gibi abartmalı bir dille açıklamaması üzerine, öfkeye kapılarak onu sürgüne gönderir ve tüm servetini öbür kızları Goneril ve Regan arasında paylaştırır. Oysa iltifat dolu sözlerine karşın bu iki kardeş zalim ve haindir. Çok geçmeden Lear onların gerçek yüzlerini görür. Fırtınalı bir gecede sokağa atılan Lear, Cordelia'ya yaptığı haksızlığın acısıyla çıldırmaya başlar. Sonunda onu kurtarmak için geri dönen Cordelia da düşmanları tarafından öldürülür. Üzüntüden perişan olan kral kızının ölüsüne sarılarak son nefesini verir.
Tarihsel oyunlarından bazıları bir dizi oluşturur: The Tragedy of King Richard II, Henry IV’ün iki bölümü ile Henry V. The Tragedy of Richard I'ı da güçsüz kral tahtından vazgeçerek tacını IV. Henry adını alan Henry Bolingbroke'a bırakır. Öbür iki oyunda, yeni kralın yönetimi sırasında sorunlar ve ayaklanmalar baş gösterir; bu sırada kralın öz oğlu Prens Hal avare ve savurgan bir yaşam sürer. Ama babasının ölümüyle tahta geçerek V. Henry adını alan Prens Halin döneminde düzen yeniden kurulur. V. Henry'nin orduları Fransa'da büyük zafer kazanır. Henry'nin Fransız prensesiyle evlenmesi her iki ülkeye de barış getirir. Shakespeare'in, konularını Eski Yunan ve Roma tarihinden alan oyunlarından en ünlüsü ise Julius Caesar`dır. Bu oyunda dürüst ve erdemli bir kişiliği olan Brutus, Jül Sezar'ın kendisini Roma imparatoru ilan etmesini önlemek amacıyla, arkadaşlarıyla birlik olup çok sevdiği Jül Sezar'ı özgürlük adına öldürür. Ama bunun cumhuriyetin yok olmasını önleyememesi üzerine de kendi canına kıyar.
Fırtına'da ise olay, düklüğü elinden alınan Prospero'nun yönetimindeki bir adada geçer. Büyü gücüne sahip Prospero, hava perisi Ariel'i ve yarı insan yarı canavar Caliban'ı yönetmektedir. Yıllar önce hileyle düklüğü ele geçiren Prospero'nun kardeşi Antonio, adanın yakınında bir deniz kazası geçirir. Prospero büyü gücüyle kendisine haksızlık edenleri cezalandırır. Ama daha sonra onları bağışlar ve kızı Miranda'nın Antonio'nun oğlu Prens Ferdinand ile evlenmesine izin verir. Oyun Prospero'nun büyülü değneğini kırması, büyü kitabını denize atması ve tüm grubun düşmanlıkları geride bırakıp büyüyle onarılmış gemiyle İtalya'ya yelken açmasıyla sona erer. Eserlerinin bir çoğu Türkçe’ye çevrilerek, ülkemizde de sergilenmiş, bazıları da sinema filmi olarak çekilmiştir. |
İngiliz Edebiyatı
İngiliz Edebiyatı
"Elizabeth Dönemi "adı verilen XVI. yüzyılda tiyatro ve şiir türlerinde önemli eserler ortaya konmuştur. Rönesans dönemi İngiliz edebiyatının en önemli tiyatro yazarı Shakespeare (1564-1616)'dir. Shakespeare dram ve komedya türlerinde hem nazım, hem düzyazı, hem de her ikisini birlikte kullanarak başarılı oyunlar yazmıştır. Oyunlarının tamamı beşer perdeden oluşur. Kin, aşk, dostluk, yükselme, öç alma gibi hemen hemen tüm insanî boyutları derinlemesine irdelemiştir. Başlıca dramları arasında Romeo ve Juliet, Hamlet, Macbeth, Othello, Kral Lear; en önemli komedyaları arasında da Venedik Taciri, Yanlışlıklar Komedyası sayılabilir. Marlowe (1564-1593) ve Ben Jonson (1573-1637) da dönemin önemli tiyatro yazarları arasında yer alırlar. İlk büyük İngiliz şairi olan Edmund Spenser (1552-1599) ise pastoral türde yazdığı şiirlerini Çoban Takvimi, alegorik bir destanını da Peri Kraliçesi adlı eserlerinde topladı. Tasvir ve ruh çözümlemelerinde başarılı olan ve üslûba önem veren dönemin son büyük şairi John Milton (1608-1674)'un en önemli eseri Kaybolmuş Cennet adlı konusunu Tevrat'tan aldığı dinî destanıdır. Montaigne gibi deneme türünde başarılı ürünler veren Bacon (1561-1626)'un en önemli eseri ise Denemeler'dir.
J. Conrad (1857-1941) macera ve deniz romanları yazmıştır. İrlandalı romancı James Joyce (1882-1941) ise klâsik roman kurallarını bir tarafa bırakarak, modern roman tarzının örneklerini vermiştir. Kronolojik zaman akışını değil, insanın bilinçaltının belirlediği zaman sistemini esas almıştır. İnsanın iç dünyasını kendi mantıkî gerçekliği içinde olduğu gibi sunmaya çalışır. Bir olaydan başka bir olaya, bir zamandan başka bir zamana atlar, kalemini çağrışımların emrine verir, bazen dilin gramatikal sistemini bozar, başka dillerden alıntılar yapar, kahramanların iç konuşmalarına geniş yer verir. Onun romanları alışılmış klâsik roman kurgusuna uymaz. Dublinler (1914) adlı eserinde on beş hikâye yer almaktadır. Üçü çocukluk, dördü genlik, dördü orta yaşlılık, dördü de sosyal hayatla ilgilidir. Kitap, bütün bir roman olarak da okunabilir. Diğer önemli eseri ise Ulysses (1922) adlı romanıdır. O bu romanında Dublin özelinde çağdaş dünyanın bir destanını verirken, asıl olarak modern bireyin zihinsel hayatını tüm yoğunluğu ve düşünce karmaşıklığı ile sunmaktadır. Eserleri genellikle Dublin kenti etrafında yoğunlaşır. V. Woolf (1882-1941) önemli bir İngiliz kadın roman yazarıdır. O da James Joyce gibi bilinç akımı tekniğine baş vurmuştur. "Acı" ve "yalnızlık", "kadın sorunları" temalarına ağırlık vermiştir. Romanlarında insan zihninin herhangi bir günde algıladığı şeyleri aktarmaya çalışır. Eserlerinin başlıcaları Jacob'ın Odası (1922), Perde Arkası (1941), Mrs. Dalloway, Orlando, Dalgalar, Yıllar'dır. |
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.