![]() |
Ozanlarımız(İ-K)
Kul Nesimi Edebiyat tarihimiz, tasavvuf sairi olarak yalnız bir Nesimi tanır. O da Bağdatlı Nesimi'dir. Oysa, cönklerden topladığımız yüze yakın şiiri bulunan başka bir Nesimi daha var. İste, bu kitapta konu olan ikinci Nesimi'dir. İkisini birbirinden ayırmak için konumuz olana Kul Nesimi diyeceğiz. Bugune degin Kul Nesimi'nin siirlerinden pek azi ele gecmis, onlar da Bagdatli Nesimi'nin sanilmisti. Hece ile yazilanlari bile onun yeni siirleri olacagi dusuncesine yol acmisti. Ilk olarak Sadettin Nuzhet, Bektasi Siirleri adli eserinde yeni bir sair karsisinda oldugumuza isaret etmis, sairin hayati hakkinda bilgi vermeden alti siirini yayinlamisti. Ad benzerligi dolayisiyla ve her iki sairin Hurufi olmasi karisikliga yol acmissa da dilleri cok ayridir. Bundan baska Kul Nesimi'nin ayri kisi oldugunu gosteren belgeler vardir. Bunlari siralamadan once Bagdatli sairin kisaca hayatinin bilinmesinde fayda vardir. Bagdatli Nesimi'nin olumu, kendi halifesi Refii'nin Besaretname adli eserinde bildirildigine gore 1404'tur. Hallac-i Mansur gibi o da "enel hak" (ben Tanri'yim) dedigi icin derisi yuzulmustu. Bu yuzden Alevi-Bektasiler'le varlik birliginin ileri taraftarlari ve mumessilleri olan Bayrami Melamiler'i, Mevleviler'in Sems kolu denen ve Melamilik'ler Bektasilik'e pek yaklasan, hatta onlarla kaynasan Mevleviler ve diger tarikatlar icinde Alevilik'i ve Melamet'i benimsemis kimseler tarafindan, olumunu muteakkip buyuk bir sehit taninmis ve Mansur oglu Huseyn-el-Hallac'in ikincisi olmustur. Agizdan agiza, buyukten kucuge devreden menkabeler, asagi yukari bir Nesimi destani meydana getirmistir. Bu menkibeler ve sairin sanatindaki basarisi yuzyillar boyunca Turk ve oteki Islam edebiyatinda derin izler birakmistir. Konumuz olan Nesimi'ye gelince, onun onyedinci yuzyilda yasadigini gosteren kuvvetli belgelre yeteri kadar vardir. Bir siirinde Kul Nesimi soyle diyor: Ikiyuz altmisdort yildan sonra Bu nazmile bunu ettim ben izhar. Bu siirin tamaminda Hurufilik'in kurallariyla birlikte kendinden de soz acan Kul Nesimi yukaridaki beyitte Bagdatli Nesimi'nin olum yilini ve tuttugu yolu soylemek ister. Buna gore, Bagdatli Nesimi'nin olum yilina 264 katinca 1668 bulunur. Bu siiri olgunluk caginda soyledigi kabul edilirse, onun 17. yuzyil baslarinda dogdugunu dusunmek yersiz olmaz. Kul Nesimi'nin siirlerine en eski olarak yine bu yuzyil icinde yazildigi kesin olarak bilinen conklerde rastlanilmaktadir. Bundan baska sairin dilinin ozelligini bu yuzyildan oteye goturmeye de imkan yoktur. Dili tam anlamiyla 17. yuzyil divan ve halk edebiyati sairlerinin dilidir. Bunlardan baska kendi caginda yasamis sairlerin Kul Nesimi'ye benzekleri (nazire) de var. Kisaca yukarda gosterdigimiz sebeplerlerden oturu Kul Nesimi 17. yuzyilda yasamis bir sairdir. Bu yuzyilin tarih olaylariyla Nesimi'nin siirlerindeki bazi sozlerin karsilastirilmasindan hayatini az cok ogrenmek mumkun olmaktadir. Bilindigi gibi 17. yuzyilin birinci yarisi hep Iran'la yapilan savaslarla gecer. Iran Bagdat'i alir. Osmanli ordusu birkac basarisiz sefere katilir. Sonunda 4. Murat 1636'da geri alir. 16. yuzyildan beri Yavuz ile Sah Ismail arasinda baslayan ugras bir yuzyildan cok surer. Bu arada Osmanli topraklarindaki Kizilbas-Aleviler Iran'a yardimci bazi durumlar yaratirlar. Bu yuzden ezilirler, yuzbinlerce kisinin baslari ucar. Fakat, yine de alttan alta, gizli veya acik, her ayaklanmaya katilirlar. Bu katilmalar Celali ayaklanmalarinda da kendini gosterir. 17. yuzyil boyunca surer. Bu islerde tarikat sairlerinin her bakimdan onemli etkileri oldugunu kendi eserlerinden oldugu gibi baska yerlerden ve mesela tezkerelerden ogreniyoruz. Bunlardan Pir Sultan Abdal ve Kul Nesimi'nin cagdasi ve ayni maceralara karisan Alioglu, Dedemoglu gibi sairleri de taniyoruz. Kul Nesimi boyle bir ayaklanmaya katilmistir. Bunu bir manzumesinde soyle anlatir: Mehdi-i zaman ede zuhur kalmaya perde Yezit olan kirsa gerek tig u teberde Nesimi, Sah'in mehdin okur sam u seherde. Buna gore Iran Sahi'nin "Mehdi-i zaman" olarak ortaya cikmasini, "yezit"leri, yani Osmanlilar'i kirmasini dilemektedir. Ayrica Sah'la ilgisini ortaya koyan bir manzumesinde: Erenler Sah'tan gelurler Ali derler pirimize Imamlarin kullariyuz Munkir irmez sirrimiza ve baska siirlerinde gorulen izlerden Iran Sahlari yanini tuttugu acikca belli oluyor. Bundan baska Osmanli Devleti'nin Iran ile olan savaslari sirasindaki ayaklanmalardan izler tasiyan manzumeleri de gorulmektedir. Osmanli tarihcileri genel olarak bu gibi ayaklanmalari yazmadiklari icin yalniz manzumelerden sonuclara varmak gerekmektedir. Kisa ve eksik olmakla birlikte bunlar oldukca aydinlaticidir. Bir manzumesinde, basindan siyasi bir yargilama gectigini anlamak zor degildir: Mahkemede sual sordu kadilar Kitaplari orta yere kodular Sen bu ilmi kimden aldin dediler Ustamdan almisam, pirden gelurem. Bundan anliyoruz ki Kul Nesimi de siyasal olaylara ve ayaklanmalara karismis, hic olmazsa perde arkasindan birseyler yapmistir. Bu yuzden yakalanarak yargilanmistir. Alioglu ve Dedemoglu'nun da birer siirlerinde ayni dortlugu buluruz. Hatta onlar isi biraz daha acarlar: Pirim Aligolu, Bozdogan'dan gel oldu Gordum mursidim, muskulum halloldu Kilavuzum Sah Merdan Ali oldu Ozume gonderdim kendi kusumu. * Ihlas kusagini kusandik bele Her nereye varsam mursidim bile Kisinin basina yazilan gele Su dostun yoluna koydum basimi * Dedemoglu, yardim eyle duskune Sen mursitsin secilmeyen muskule Sah Merdan sahip-zamanin askina Aman murvet Sah'im Ali gel yetis. Yine 17. yuzyilinda yasayan Dervis Ali adindaki sairin de boyle olaylara katildigini gosteren siirlerinden birkac parca: Bizi Sah'a kurban etti Azrail * Etimi pare pare ettiler * Dervis Ali'yim, kanim na-hak dokme El ne derse desun sen ana bakma Sah'im yurumedikce posttan cikma Oniki imamlar kurbaniyiz biz. Bu Dervis Ali'nin Alioglu oldugunu sanirim. S. Nuzhet de sairin 17. yuzyilda yasadigini soyluyor. Dervis Ali, Alioglu olmasa bile bu yuzyilda Iran ile Osmanli Devleti arasindaki siyasi gerginlik dolayisiyla Anadolu'da bazi ayaklanmalar oldugu ve cesitli tarikat erlerinin Sah icin calistiklarini biliyoruz. Sairin boyle bir ayaklanma sonunda ele gecirilip sorguya cekildigi, etinin parca parca edildigi, yani cok eziyet edildigi, Azrail dedigi Osmanli Padisahi tarafindan Sah'a kurban edildigi, yani agir cezalara carptirildigi, bundan sonra Sah, Osmanli ulkesine yurumedikce ortaya atilmamalarini yavsiye ettigi, tarikat ve Oniki Imam yolunda cok sikintilara dusuldugu anlasiliyor. Ulkucu bir sair olan Nesimi de boyle olaylara karismis, kendini bu yola feda etmis gorunuyor: Canim erenlere kurban Serim meydanda meydanda Ikrarim ezelden kadim Canim meydanda meydanda Gercek olan olur gani Gani olan olur veli Nesimi'yem yuzun beni Derim meydanda meydanda derken taraftarlarinin bir yenilgiye ugradigini soyle anlatir: Muhib mursidine uydu Arif olan hisse duydu Munafiklar nice kiydi Tig cektiler pirimize. Kul Nesimi, sanatla ulkuculugu birlikte yuruten bir kisi olarak gorunuyor. Sairin ilk adinin Ali oldugu bir manzumesindeki su dortlukten anlasiliyor: Mahlasim Nesimi, ismim Ali'dir Bu carh donmektedir, sanmam halidir sukur kalbim iman ile doludur Curm'i isyanimiz bleden beri. Kitaba almakta fayda gormedigimiz elliye yakin yazdigi mani icinde ikisi soyu ve buyuk dedesi hakkinda bilgi vermektedir: Sukur Hakk'a iyd olur Katarimiz mezid olur Ceddim Said Emre'dir Neslinde said olur * Nesimi'ye al oldu Sanma acep hal oldu Ceddi bir abdal idi Kendi de abdal oldu. Burada sairin buyuk dedesi oldugunu ogrendigimiz Said Emre, 14. yuzyilda yasamis olup, Yunus Emre'nin en eski izleyicileridendir. Sait Emre'nin Haci Bektas ve Haci Bektas'in halifelerinden Hacim Sultan'a da yetismis oldugunu bildiren siirleri vardir. Haci Bektas Veli Velayetname'sinde kendisinden uzun boylu soz edilen Molla Sadettin, bu Said Emre'dir. kendisi Aksaraylidir. Haci Bektas Veli'nin Arapca "Makalat"ini Turkce'ye cevirmis, bilgin ve sair bir kisidir. Said Emre'nin simdiye degin ele gecen ondokuz parca yayinlanmistir. (bkz. Abdulbaki Golpinarli, Yunus - Hayati) Soyunu kendisinden ogrendigimiz Kul Nesimi, goruluyor ki eski ve kulturlu bir aileye baglidir. Bu yuzden olacak, iyi bir ogrenim gormus, soyunun bagli oldugu Bektasilik yoluna girmis, ayrica Hurufilik'te de cagdaslarindan cok ileri gitmistir. Sair mahlasini Bagdatli Nesimi'ye olan ic yakinligi dolyisiyla almistir. Nitekim, Kul Nesimi de oteki gibi Hurufilik yolunu tutmustur. Bu yonu pek cok manzumesinde kendini acikca gosterir. Bu yuzden Seyyit Nesimi'yi ornek alarak o da derisinin yuzulmesini ister, Ondan bahsederken ikisinin adlari birlesir. Ornek olarak bazi parcalarini asagiya aliyorum: Ehl-i iman islerin sol demde inkar ettiler Cun Nesimi'yi Halep sehrinde berdar ettiler Oyle kim cevr eyleyup zulm ile hakki bastirdilar Ahsen-i takvimi gor kim nice inkar ettiler Kufr edup imana gelmez, gelmege ar ettiler Hak bana emreyledi soyle deyuben soyledim Sozlerim destan edup alemde destan ettiler Bileyuben bicaklarin cunku canima kiydilar Sag iken ben asiki gor nice bimar ettiler Soydular cikardilar tenimden cun derimi Yas edup gokte melekler cumlesi zar ettiler Ey Nesimi vasil oldun Halik-i Rahman'a sen Cennet-ul me'vayi buldun, yerin gulzar ettiler * Kureysiler boyle tevil duzduler Basmaga Ayatelkursi yazdilar Kendi fetvam ile derim yuzduler Halep sehri derler sardan gelurem. * Cun Nesimi gordu isminin Nesimi ismini Sidkile Kur'an der kim kevn-i mahfuzundadir Nesimi ayni zamanda Bektasi'dir. Hallac ve Seyyit Nesimi'nin oldurulmelerinden sonra Hurufiler Irak'ta siddetli bir kovusturmaya ugramislar, bundan kurtulmak icin Anadolu'ya kacmislardir. Boylece Hurufi dervisleri Bektasilik'e kendi inanislarini soktular. Nesimi'de, baska Bektasi sairlerinden cok Hurufilik gorulur. Siirleri icinde bunu gosteren pek cogu var, onun icin burada bir dortlugu ornek veriyoruz: Biz tarik-i Bektasi'yiz, zikrederiz Hakk'i biz Bizdedir Sah-i Velayet sirlari hep bizdedir Pirimiz Hunkar Haci Bektas Veli, kuluyam Nesimi Etmeyiz cahile minnet, Al-i Sultan bizdedir. Nesimi ayni zamanda hem Haydari, hem de Caferi oldugunu bildirir. Iki ornek: Ben ol sadik kulam ki Caferi'yem Hakikat soylerem ben Haydari'yem * Ve ger munkir sorarsa soyle ey dil Ki mezhep icre bizler Caferi'yuz. Nesimi'de ali sevgisi son kertededir. Bunu pek cok manzumelerinde acikca gormekteyiz. Birkac ornek: Ali evvel, Ali ahir Ali batin, Ali zahir Ali'dir her ise kadir Ali'dir yar ile mihman Ali vahid, Ali ahed Ali dindir, Ali iman * Haydar'in evladini kim can u dilden medheder Kalbi doldu nur ile kim mevc-i deryalar gibi Ey Nesimi bir gonulde hubb-i Haydar olmasa Anda canlar calinur guya kilisalar gibi * Hak katinda alemin mahbub-i Rahman'dir Ali Evliyalar serveri hem Sah-i Merdan'dir Ali Ey Nesimi "Men aref" sirrin bilendir ademi Ademin hem suretinde harf-i Kuran'dir Ali. Nesimi hakkinda tezkerelerde ve baska eserlerde hicbir bilgiye rastlanmiyor. Onun icin hayati ve inanislari hakkindaki bilgiyi ancak siirlerinden anlamak mumkun oldu. Tabii bu da cok eksiktir. Ne yazik ki tezkereciler Nesimi gibi hukumetin istemedigi olaylara ve yollara girmis kisileri soz konusu etmemislerdir. Yeni belgeler ve siirler bulununcaya kadar bu degerli sair hakkinda soylediklerimizden baskasini elde etmek mumkun degildir. Cahit Oztelli'nin KUL NESIMI adli kitabindan. |
Ozanlarımız(İ-K)
KÖROĞLU Benden selam olsun Bolu Bey'ine Çıkıp şu dağlara yaslanmalıdır Ok gıcırtısından kalkan sesinden Dağlar seda verip seslenmelidir Köroğlu düşer mi yine şanından Ayırır çoğunu er meydanından Kır at köpüğünden düşman kanından Çevrem dolup şalvar ıslanmalıdır Köroğlu, ünlü bir halk hikayesi, daha doğrusu bir halk romanıdır. En az dört yüzyıldan, beri sanat susuzluğunu gidermekte, kahramanlık duygularım beslemektedir. Yiğit ve mert bir kahraman tipi olan Köroğlu, her Türk gencinin ruhunda onun gibi karakterli olma ülküsünü, besledi. Halk şiirinin koçaklamalarında hep onun örnek alındığı görülür. Köroğlu, bir kanun kaçağı, devlete karşı gelmiş bir dağ adamıdır.Yollar keser, kervanlar vurur. Babasının gözlerine mil çektiren zalim Bolu Beyi'nin ordularını bozar, dağıtır. Sık sık Bolu'yu basar, şehrin altım üstüne getirir. Bu yaptıkları, örnek alınacak davranışlar değildir elbet. Ama, Köroğlu'nu haklı gösterecek yönleri vardır. Bir defa haksızlığa, zulme karşı ayaklanmıştır. Bu arada kendisi hiç bir zaman haksızlığa sapmamıştır. Onun, hikayesinin en yaygın olduğu yüzyıllar, Osmanlı Devleti de büyük iç ve dış sarsıntılar geçirmektedir. Ortalıkta, bundan yararlanan derebeyi tipleri türemiştir. Vilayetlerde valiler halkı ezmekte, çifte vergiler almakta, zulmün her çeşidini yapmaktadır. Namuslu valiler haklı ya da haksız, devlete karşı büyük ayaklanmalar düzenlemekte, bu arada üzerlerine gönderilen ordular karşısında halk ezilmekte, canından bezmektedir. Bütün bunlar yetmezmiş gibi, Osmanlı tarihinde Celali diye anılan ve yurdun her yanını sarmış, küçük büyük eşkıyalar türemiştir. Arada ne oluyorsa yine halka, köylüye olmaktadır. İşte, bu son derece korkulu ve tehlikeli ortam için de, gerçek olmasa bile, ona avuntu veren bir hayali kahraman çıkıyor. Bu, Köroğlu'dur. O'nun sevimli, şövalye varlığında halk kendini buluyor onda avuntuya kavuşuyor. İşte, bu ruhsal yaratı nedeniyle halk onu seviyor. Yalnız bu kadar da değil. Ayrıca, sanat isteklerini de onda buluyor halk. Gerçekten, Köroğlu'nun sanatı gerek konu olarak, gerek işleniş bakımından kusursuzdur. Konuda olaylar çok ustalıkla birbirine bağlanır, düğümlenir, heyecan artar; sonuç beklenmedik biçimde ortaya çıkar.Usta sanatçıların anlatma başarısıyla orta zaman şövalye tipinin en mükemmeli oluşur. Yer yer ve sık sık araya türküler girer. Böylece, dinleyicinin müzik istekleri de karşılanmış olur. Türküler, kalıp ve ruh bakımından pek başarılıdır. Bunlar, asıl konuyla yakından ilgili olmakla beraber, Köroğlu'nun mert karakterini de yansıtır. Yerine göre çok içli, lirik şiirlere de rastlarız. İşte, gerek konu, gerek estetik yönün bu kadar güçlü oluşu nedeniyle, Köroğlu hikayesi her çevrede büyük ilgi toplamış büyük ve ölmez bir eser olarak edebiyatımızda yerini almıştır. Bu bakımdan edebiyat tarihçilerinin uzun süreden beri üzerinde çalıştıkları bir konu olmuştur Köroğlu. Biz, bu halk kahramanının hikayesini değil, şiirini vermeye çalıştık. Şiirlerin asıl konuyla yakın ilgisi bulunduğu için önce hikayenin kısa bir özetini verdik. Şiirlerin tadına daha iyi varılabilmesinin, ancak konuyu bilmekle mümkün olacağına inanıyoruz. Bu bakımdan, şiirlerin okunma sırasında, konuyu hatırlatmak için, her biri üzerine gerekli kısa bilgi de ekledik. Bir de, şiirleri konu bakımından bölümlere ayırdık. Her bölümün başında da gerekli açıklamayı yaptık. Amacımız, kahramanlık konusunda halk şiirimizin en güzel örneklerini vermek olduğu için, uzun uzun bilimsel araştırma ve tartışmalara girişmekten sakındık. Okurlarımızı sıkmadan, edebiyatımızın bir bölümünü sunmaya çalıştık. Bu arada, yirmi yıldan beri üzerinde çalıştığımız Köroğlu'nun yeni şiirlerini, ilk kaynaklardan tarayarak, en iyilerini sunduk. KÖROĞLU HİKAYESİ Bolu beyi, at meraklısı bir beydir. Atçılıkta usta olan seyisi Yusuf'u, güzel ve cins 'at aramak üzere başka yerlere gönderir. Yusuf günlerce gezdikten sonra, obanın birinde istediği gibi bir tay bulur. Bu tayı doğuran kısrak, Fırat kıyısında otlarken, ırmaktan çıkan bir aygır kısrağa aşmış, tay ondan olmuştur. Irmak ve göllerin dibinde yaşayan aygırlardan olan taylar çok makbuldür, iyi cins at olur. Yusuf, tayı sahiplerinden satın alır. Yavrunun şimdilik gösterişi yoktur. Hatta, çirkindir bile. Ama ileride mükemmel bir küheylan olacaktır. Yusuf bunu biliyor. Sevinerek geri döner. Bey, bu çirkin ve sevimsiz tayı görünce çok kızar, kendisiyle alay edildiğini sanır. Yusuf'un gözlerine mil çektirir. Tayı da ona verir, yanından kovar. Kör Yusuf köyüne döner. Olanı biteni oğluna anlatır. Bolu Beyi'nden öc alacağını söyler. Baba Qğul, başlarlar tayı terbiye etmeye. Yıllar geçer. Tay artık mükemmel bir küheylan olmuştur. Rüzgar gibi koşmakta, ceylan gibi sıçramakta, türlü savaş oyunu bilmektedir. Bu arada Kör Yusuf'un oğlu Ruşen Ali de büyümüş, güçlü kuvvetli bir delikanlı olmuştur .O da her türlü şövalyelik oyunlarım öğrenmiş pir babayiğittir. Bir gece Yusuf, düşünde Hızır'ı götür. Hızır ona yapacağı işi söyler. Hızır'ın önerisiyle baba oğul yola çıkarlar. Bingöl dağlarından gelecek üç sihirli köpüğü Aras ırmağında beklerler. Bu üç sihirli köpükle Yusuf' un hem gözleri açılacak, hem intikam almak için gereken kuvvet ve gençliği elde edecektir. Bunu bilen oğlu Ruşen Ali, köpükler gelince, babasına haber vermeden, kendisi içer. Yusuf, durumu öğrenince üzülür, ama bir yandan, da sevinir. Kendi yerine oğlu, öcünü alacak bir bahadır olacaktır. Bu sihirli köpüklerden biri körün oğluna sonsuz yaşama gücü, biri yiğitlik, öteki de şairlik bağışlamıştır. Bir süre sonra Yusuf, oğluna öç almasını vasiyet ederek ölür. Körün oğlu Ruşen Ali d:ağa çıkar .Gelen geçeni soyar. Ünü yayılmaya başlar .Kendisi gibi kanun kaçakları yanında toplanmaya başlarlar. Artık adı Köroğlu olmuştur. Bolu şehrinin karşısında, Çamlıbel'de, bir kale yaptırır. Küçük bir ordusu vardır. Çamlıbel'de geçen kervanlardan bac alır. Vermeyen kervanları soyar. Üzerine gönderilen orduları bozguna uğratır. Bir gün, güzelliğini duyduğu Üsküdar Kasapbaşı'sının oğlu Ayvaz'ı kaçırır, Çamlıbel'e getirir, evlat edinir. Başka bir gün, Bolu Beyi'nin bacısı Döne Hanım'ı kaçır'ır, evlenirler. Aradan yıllar geçer, Bolu'yu basar, yakar, yıkar. Bolu Beyi'nden babasının öcünü alır. Bolu Beyi de Köroğlu'na karşı düzenler kurar. Bir defasında Köroğlu'nu, başka bir seferde de Ayvaz'ı yakalatır. Zindana atar. Ama, Köroğlu ve adamları her zaman hile ve cenkle kurtulurlar. Köroğlu, ara sıra Gürcistan, Çin gibi uzak ülkelere de seferler açar. Yeni yeni serüvenlere atılır, büyük vurgunlar yapar. Bu arada küçük, fakat heyecanı birçok olay da geçer. Sonunda delikli demir (tüfek) ortaya çıkınca eski bahadırlık geleneği bozulur, dünyanın tadı kalmaz. Ve bir gün Köroğlu, beylerine dağılmalarını söyleyerek Kırklara karışır, kaybolur. Daha önceden Kır-At da sır olmuştur. O Kır-At ki, nice yıllar, olağanüstü bir güçle Köroğlu'na hizmet etmiştir. Başka bir söylentiye göre, bir Yahudi bezirganın getirdiği tüfekle oynayan beyler, birbirlerini öldürürler. Köroğlu, buna üzülerek kayıplara karışır. Yine bir başka sôylentiye göre de, Köroğlu dağda rastladığı çobanda tüfeği görür. Sorar, ne olduğunu. Aldığı karşılığa inanmaz. Denemek için kendine çevirir, tetiğe dokunur. Ve yaralanarak ölür. Sonra beyleri de dağılırlar. Yaşlı bir çınar gibi devrilen Köroğlu'nun hikayesi sona erer. Cahit Öztelli Üç Kahraman Şair Köroğlu Dadaloğlu Kuloğlu Milliyet yayınları-1974 KÖROĞLU'NUN KİMLİĞİ On altıncı yüzyıllın sonlarına doğru, Kafkas'lardan Rumeli'ye kadar, ünü bütün Osmanlı ülkesine yayılan Köroğlu, bir edebiyat tarihçisine göre hem eşkıya, hem de hece vezniyle şiirler söyleyen bir halk ozanı. Osmanlı toplumunu inceleyen bir bilim adamına göre sadece bir '' Celali ''. Ben Köroğlu'ndan kalanları yalnız kalanları değil, bugün yaşayıp gidenleri de halkımızdan, hikayeci halk ozanlarımızdan öğrendim. Halkımız, hikayeci halk ozanlarımız gibi yaşadım Köroğlu'nu. Bu nedenlerle de Köroğlu olayına yaklaşımım, bir edebiyat tarihçisi ya da bir bilim adamının yaklaşımından farklı oldu. Türkü metinlerinden, anlatılan hikayelerden ve bu türkülü hikayeleri dinleyen halkın davranışlarından edindiğim izlenim şu: Halkımıza göre Köroğlu, zalime başkaldıran, yaşlılara zayıflara dokunmamayı, tamahkar zenginlerle uğraşmayı, dertlilerin derdine bakmayı öğütleyen yiğit bir kişi. Bir destan kahramanı. Kavuşturan kurtaran esirgeyen Kırat motifi ile, kökleri çok daha gerilere giden bazı efsanelerle, ''Celali Köroğlu Ruşen'' ve ''Celali Kiziroğlu Mustafa Bey'' gibi bazı gerçeklerin, daha da Allah bilir nelerin, ne özlemlerin karışarak oluşturduğu bir destan. Bütün destanlarda olduğu gibi de, her şey olumlu ya da olumsuz yönde abartmalı. Halk bu Köroğlu türkülerini, Köroğlu hikayelerini dinlerken yürekleniyor. Bir kurtarıcı bulmuşçasına rahatlıyor. Düğünlerde derneklerde Köroğlu havaları, marşların gördüğü işi görüyor. Köroğlu'nun kimliğinden de, kişiliğinden de ben bu toplum olayını anlıyorum. Asıl Köroğlu gerçeği bu bence. Yunus Beyin ya da seyis Yusuf'un oğlu Ruşen Ali'nin bireysel kişiliği de, bireysel kimliği de beni ilgilendirmiyor. Halk gibi, hikayeci halk ozanları gibi, Köroğlu'na ben de kendimi, kendi özlemlerimi katarak söyledim. Yiğit, duyarlı insan bir Köroğlu düşündüm. Ruhi SU Eserlerinden bazıları: 1 Kır atım meydan yerinde Gezer horlayı horlayı Bir kötü az bin kavgadan Kaçar zorlayı zorlayı Kır ata yakışır bunlar Yiğit geyer demir donlar Ak gövdeden kızıl kanlar Akar şorlayı şorlayı Köroğlu der al kanları Yere serer çok canları Eğri kılıç düşmanları Kırar parlayı parlayı 2 Mert dayanır namert kaçar Meydan gümbür gümbürlenir. Şahlar şahı divan açar. Divan gümbür gümbürlenir. Yiğit kendini övende Oklar menzili döğende Kılıç kalkana değende Kalkan gümbür gümbürlenir. Ok atılır kalasından Hak saklasın belasından Köroğlu'nun narasından Dağlar gümbür gümbürlenir. 3 Benden selam olsun Bolu Bey'ine Çıkıp şu dağlara yaslanmalıdır Ok gıcırtısından kalkan sesinden Dağlar seda verip seslenmelidir. Düşman geldi tabur tabur dizildi Alnımıza kara yazı yazıldı Tüfek icad oldu mertlik bozuldu Eğri kılıç kında paslanmalıdır. Köroğlu düşer mi yine şanından Ayırır çoğunu er meydanından Kır at köpüğünden düşman kanından Çevrem dolup şalvar ıslanmalıdır 4 Muhanetlik etmek değil karımız Şehriyar sözüne uyanlardanız Meydana girende yoktur korkumuz Kazaya ırıza diyenlerdeniz. Ödleklerle hoş değidir aramız Teke tek düşmana varmak töremiz Muhanete sardırmayız yaramız Yarayı kendimiz saranlardanız Bineyidim kır atımın üstüne Alıyıdım hançerimi destime Gafili varmayız düşman üstüne Vakte hazır olun diyenlerdeniz. Köroğlu'm çıkalım dağlar salına At sürelim mal yemezin malına Başım koydum arkadaşın yoluna Başı dost yoluna koyanlardanız 5 Karşıdan gelen piyade Bizim eller yerinde mi? Etekleri çemen olmuş Karlı dağlar yerinde mi? Çamlıbel'in koyağında Sular akar ayağında Şirin döne yanağında Siyah benler yerindemi? Köroğlu der öğündüğüm Taşlar alıp döğündüğüm Arka verip sığındığım Koca çamlar yerinde mi? 6 Kimisi pınar başında Kimisi yolun dışında Al giyen onbeş yaşında İlle mavili mavili Kimisi dağlarda gezer Kimisi incisin dizer Al giyen bağrımı ezer İlle mavili mavili Kimisi odun devşirir Kimisi kahvesini pişirir Al giyen aklım şaşırır İlle mavili mavili Köroğluyum derki’n olacak Mavili benim olacak Takdir yerini bulacak İlle mavili mavili 7 Hemen mevla ile sana dayandım Arkam sensin kal'am sensin dağlar hey Yoktur senden gayri kolum kanadım Arkam sensin kal'am sensin dağlar hey Yüce yüce tepesinden yol aşan Gitmez oldu gönlümüzden endişen Mürüvvetsiz beyden yeğdir dört köşen Arkam sensin kal'am sensin dağlar hey Hep sınadım Osmanlı'nın alını Bulamadım hergiz gönlüm alanı Anıcağız sevdiğimin halini Arkam sensin kal'am sensin dağlar hey Köroğlu der tepelerden bakarım Gözlerimden kanlı yaşlar dökerim Bunca yıldır hasretini çekerim Arkam sensin kal'am sensin dağlar hey 8 Yurun aslanlarim savas edelim Buna kavga derler bey ne pasa ne Haykirip haykirip kelle keselim Seyreyleyin eli ayagi sasana Yuru beyler cenge harbi calinir Iyi kotu bu meydanda bilinir Kilic deger adam iki bolunur Nusret bizim beyler neci pasa ne Gurzun kostegini kola takmali Arap ati saga sola yikmali Kargilar mizraklar birden kalkmali Firsat vermen Arap atlar kacana Koroglu der durun edek cengimiz Bundan belli olsun yigit hangimiz Uc saat surmeli burda hengimiz Tarih yazin su daglara nisane 9 Eğer kendilerinde erlik var ise Gelsin doguselim Bolu Beyleri Kanından susayip candan geçerse Gelsin doguselim Bolu Beyleri Atina bindi de eyledi dizgin Alaylari catip etti mi bozgun Lesine kondurmak isterse kuzgun Gelsin doguselim Bolu Beyleri Kocyigitleri de aldim yanima Keskin kilicimi taktim belime Serimden gecmisim bakmam olume Gelsin doguselim Bolu Beyleri Karsida durana kalmaz kararim Dogrulup gelene yoktur zararim Ya sehitlik ya gazilik dilerim Gelsin doguselim Bolu Beyleri Ala sadagimi sundum ozume Hezaran kalkanim aldim dizime Koroglu der kan gorundu gozume Gelsin doguselim Bolu Beyleri 10 Dinle sözlerimi han oğlum Ayvaz Yükletin kervanı dengine bakın Erlik meydanına girdiğin zaman Kuşanın kılıcı gencine bakın Düşmanın üstüne eyledim akın Dönüşüm yok zamanın yakın Fakir fukarayı incitmen sakın Mal yemez tamahkar zengine bakın Köroğlu her zaman kurdu meydanı Ben bilirim yahşi ile yamanı Aman dileyenden kesmen amanı Dertli olanların derdine bakın 11 Bağdat'a sefer edenler Hoylu'm nic'oldu gelmedi? Turna teline gidenler Hoylu'm nic'oldu gelmedi? Bagdat'a sefer eyledim Hoylu'm da kaldi gelmedi Acem ile ceng eyledim Hoylu'm da kaldı gelmedi Düğünü bozup gidenler Badeyi süzüp gidenler Acem ile ceng edenler Hoylu'm nic'oldu gelmedi N'olsam koç Köroğlu n'olsam Hoylu'yu düşümde görsem N'olaydı da ben de ölsem Hoylu'm da kaldı gelmedi |
Ozanlarımız(İ-K)
Kaygusuz Abdal Aşkile geldim cihana, meskenim dağlar menem Terk edip cümle sıvayı, mahremi tevhid menem Güş edince menaref esrarını, mest olan ehkar menem Şöyle ikrar verdim ol dem Gaygusuz Abdal menem Asıl adı Gaybi'dir. Kaygusuz Abdal'ın hayatı hakkında ki bilgilerin çoğu Bektaşi menkıbelerine dayanır. Bu menkıbelerin en tanınmışı onun Abdal Musa'ya bağlanışını anlatan hikayedir: Alaiye (Alanya) beyinin oğlu Gaybi, avlanırken attığı okla bir geyiği koltuğundan vurur. Yaralı geyik kaçar, Gaybi arkasından koşar. Geyik Abdal Musa'nın tekkesine girer, arkasından avcı da girer, dervişlerden geyiği sorar. Dervişler görmediklerini söylerler. Çekişme başlar. Olaya Abdal Musa. karışır ve koltuğu altından kanlı oku çıkararak Gaybi'ye gösterir. Gaybi okunu tanır ve Musa'ya bağlanır. Alanya beyi oğlunu tekkeden kurtarmak ister ama Gaybi, Musa'dan ayrılmaz. Bey, Teke (Antalya) beyine başvurarak oğlunun kurtarılmasını ister. Teke beyinin gönderdiği ordu Musa'ya yenilir, Gaybi tekkede kalır. Kırk yıl tekkede Abdal Musa 'ya hizmet ettikten sonra şeyhi tarafından Mısır'a gönderilen Kaygusuz Abdal, orada bir tekke kurar. Bu tekke, İslam dünyasında büyük bir ün kazanır ve hastalarla başı dara düşenlerin sığınağı olur. Kaygusuz Mısır'da ölür. Türbesi, Kahire yakınlarında bulunan bir mağaradadır. Hece ve aruzla şiirler söyleyen Kaygusuz'un nesirle yazılmış eserleri de var. Aruzla yazılmış şiirleri divanında toplanmıştır. Hece ile yazdıklarına ise cönklerde ve şiir mecmualarında rastlanıyor. Nesir eserleri: Budala-name, Mağlataname, Cefriyye-i Kaygusuz ve Esrar-ı huruf adlarını taşıyan kitapçıklardır. Cefriyye, gelecekte olup bitecek olayları anlatan bir fal kitabıdır. Öbürleri tasavvufla ilgili konuları işler. Şiirlerinin bir çoğunda Kaygusuz takma adını kullanan ozan , bazı şiirlerinde Serayi adını da kullanır. Kaygusuz adını taşıyan başka şairlerin de bulunması, eserlerinden bazılarının başka bir Kaygusuz'un olabileceği kuşkusunu, doğuruyor. Kaygusuz Abdal, Bektaşiler arasında büyük saygı ile anılır ve Bektaşi uluları arasına girer. Hemen bütün Bektaşi tekkelerinde bulunan ve Kaygusuz'a ait olduğu kabul edilen bir resimde, bir yılan, bir akrep ve bir arslan, ayakları bine yatarak ona boyun eğmiş görünürmüş. XVIIL yüzyıl ressamlarından Levni'nin yaptığı güzel bir Kaygusuz minyatürü vardır. Kaygusuz, bir eserinde 1397-98 yıllarında doğduğunu söylüyor. Eserlerinden de anlaşıldığına göre XV .yüzyılda yaşamış olan şair, Anadolu ve Rumeli'nin birçok yerlerini gezmiş ve iyi bir öğrenim görmüştür. Özellikle hece ile yazdığı şiirlerde ve nesirlerinde güzel bir Türkçe kullanır. Kaygusuz'un tasavvufla ilgili şiirleri yanında tekerlemeleri, şathiyeleri (alaylı, iğneli ve simgeli şiirler) de önemli bir yer tutar. Yunus Emre yolunda yürüyen şair, bu tür şiirlerinde ona daha çok yaklaşır. Ölüm yılı bilinmiyor. NEFES Beylerimiz elvan gülün üstüne Ağlar gelir şahım Abdal Musa'ya Urm abdalları postun eğnine Bağlar gelir şahım Abdal Musa'ya Urum abdalları gelir dost deyü Hırka giyer aba deyü post deyü Hastaları gelir derman isteyü Sağlar gelir bizim Abdal Musa'ya Hind'den bezirganlar gelir yayınur Aşık olan bu meydanda soyunur Pişer lokmaları açlar duyunur Toklar gelür pirim Abdal Musa'ya İkrarıdır koç yiğidin yuları Fakjhleri çeksem gelmez İleri Akpınar'ın yeşil güllü suları Çağlar gelir pirim Abdal Musa'ya Meydanında dare durmuş köçekler Çalınır koç kurbanlara bıçaklar Döğülür kudüm açılır sancaklar Erler gelir pirim Abdal Musa'ya Kılıç sallar Yezidlerin kasdına Ali Zülfikar'ın almış destine Tümen tümen genç Ali'nin üstüne Erler gelir şahım Abdal Musa'ya Her matem ayında kanlar dökülür Demine Hü deyü gülbank çekilir Uyandırıp Hak çırağı yakılır Erler gelir şahım Abdal Musa'ya Benim bir isteğim vardır Kerim'den Yezit bilmez erenlerin sırrından Kaygusuz'um cüda düştüm pirimden Erler gelir şahım Abdal Musa'ya Cemil Yener - Türk Halk Edebiyatı Antolojisi |
Ozanlarımız(İ-K)
Karslı Hicabı Hicabı 15 Nisan 1939 yılında Kars’ın Akyaka ilçesinin Karahan köyünde dünyaya geldi. Asıl adı Muharrem ERBEK’tir. Babasının adı Osman, anasının adı Salatın’dır. İlkokulu köyünde okudu. Gençlik yıllarında baba mesleği olan kunduracılık ve çiftçilik ile uğraştı. Askerlikten sonra Kars Özel İdare Müdürlüğü’nde sekiz yıl memur olarak çalıştı. Bu görevini bırakarak Hollanda’ya işçi olarak gitti. 65 yaşını dolduruncaya kadar Hollanda’da çalıştı ve oradan emekli olup Türkiye’ye dönüş yaptı. İzmir/Bornova’da oturmaktadır. Evli olup Gönül, Mehtap, Çetin, Metin, Güven adında çocukları olmuştur. Ozanlık geleneğini Kars yöresinin usta âşıklarını dinleyerek öğrendi. Şiirlerinde Hicabı mahlasını kullandı. Dede Korkut’tan bu yana köklü bir gelenek olarak yaşatılan halk ozanlığı zincirine kendisini bir halka olarak eklemeyi başaran Hicabı yazdığı şiirlerde arı bir Türkçe, akıcı bir üslup, sağlam bir kafiye kullanmıştır. Halk kültürünü özümseyerek, mısralarında onların dertlerini, üzüntülerini, sevinçlerini, duygularını dile getirmiştir. Şiirlerinin birçoğu mahalli gazete ve dergilerde yayınlanmış, yöre âşıkları tarafından kasetlere okunmuştur. Hazırlayan: Sait Küçük Eserlerinden bazıları: BARIŞ VAR İKEN İnsan olan insanlığa kıyar mı Bu güzel dünyada barış var iken Kardeş gibi gidek aya güneşe İlimde irfanda yarış var iken Gel uyalım zamanına çağına Sakın düşme menfaatın ağına Bir gül dikek insanlığın bağına Toplayıp koklayıp deriş var iken Hepimiz kardeşiz hepimiz bacı Bu tatlı dünyaya katmayın acı İnsanlık çok güzel sevgi baş tacı Öpüşüp sevişip sarış var iken HİCABI der ben ağlarım zamana İnsanlığı getirmeyin âmâna Kimse karışmasın dine imana Belli bir noktaya varış var iken BENİ BENDE BULAMAZSIN Sevdiğim arama beni Beni bende bulamazsın Sevmedin ki sevilesin Seni bende bulamazsın Bulamazsın bulamazsın Beni bende bulamazsın Sevmedin ki sevilesin Seni bende bulamazsın Kimler bağlar bu yarayı Sabırla buldum çarayı Boş kaldı gönül sarayı Seni bende bulamazsın Bulamazsın bulamazsın Beni bende bulamazsın Sevmedin ki sevilesin Seni bende bulamazsın Yalan sevgiden usandım İnandım sözüne kandım Alevsiz dumansız yandım Seni bende bulamazsın Bulamazsın bulamazsın Beni bende bulamazsın Sevmedin ki sevilesin Seni bende bulamazsın HİCABI der bu mu kader Gözyaşıyla hesap öder Ağlama olursun heder Seni bende bulamazsın DOĞRU YÜRÜ Doğru yürü şaşkın el seni görür Hakka giden yolun düzü bellidir Salâvatla nur gelir mi şeytana Allah’ı sevenin yüzü bellidir Haram kazan helal görün millete Senin inancın yok farza sünnete Aldatma kendini düşme gaflete Gerçek müslümanın özü bellidir Dinle bu sözümü neler var daha Desinlerle gitme o kıblegâha Hiç kimseye çamur atmam vallaha Dertli HİCABI’nın sözü belledir DUR MERHAMETSİZ Eylen güzel eylen bende geleyim Biraz beni bekle dur merhametsiz Sana baki kalmaz bu güzel çağlar Her şeyin bir sonu var merhametsiz Aşka düştüm yoktur derdin önemi Harman oldum yel götürdü danemi Senin için hedef ettim sinemi Doldur silahını vur merhametsiz HİCABI muhtaçtır dertten bilene Kurban olum gözyaşımı silene Mezarımı kazdır beyaz sinene Kalbinde yok mudur yer merhametsiz TOZ KABUL ETSİN Seher yeli söyle sevdiğim yara Beni ayağında toz kabul etsin Ne zaman gelecek gözlerim yolda Sabırım kesildi tez kabul eyle Bu gönül şehrinde onu ararım Gelin güvey olur hayal kurarım Yıllar yılı ikrarımda durarım Yeminli gerçekli söz kabul etsin Gözyaşımla yar yar deyip anarım Ellerini ellerimde sanarım Aşkın ocağında yandım yanarım Kıyamete sönmez köz kabul etsin HİCABI dünyada gülmeyen kuldu Vadem tamam oldu günlerim doldu Demesin bir yarım vardı ne oldu İş işten geçmiştir yüz kabul etsin YAZ BAŞTAN BAŞTAN Beni bu dünyaya getiren Allah Sil kara bahtımı yaz baştan baştan Güldürmedin gülemedim ağlarım Sil kara bahtımı yaz baştan baştan Derde düşen kullar Mevla’yı sesler El açar yalvarır bir derman ister Benim senden başka kimim var göster Sil kara bahtımı yaz baştan baştan Kime edim bu derdimi şikâyet Karar verdim sana geldim nihayet Allah’tan kuluna olur inayet Sil kara bahtımı yaz baştan baştan Senin gücün yeter cümle âleme HİCABI’yı kalburunda eleme Bir emir ver elindeki kaleme Sil kara bahtımı yaz baştan baştan YOBAZ Ulan softa ne utanmaz yüzün var Allah’ın adıyla kul soyulur mu Kul hakkıyla gelme demiş yaratan Allah’ın adıyla kul soyulur mu Muska yazar fala bakar hu çeker Yalandan ağlayıp gözyaşı döker Parayı duyunca hemen diz çöker Allah’ın adıyla kul soyulur mu Şeytana taş atma şeytan utanır Şeytanda dinlese o sana kanır Saf insanlar seni melayke sanır Allah’ın adıyla kul soyulur mu Akıl ermez kelmesine sözüne Tükürsen utanmaz çirkin yüzüne Saf insanı o kestirir gözüne Allah’ın adıyla kul soyulur mu Nedir senlik benlik nedir bu dava Irkçılık dincilik yıkıyor yuva Babamız Âdem’dir anamız Havva Allah’ın adıyla kul soyulur mu İnanmam duvara inanmam taşa İnsanlığı öğren insanca yaşa Allah’a yok demem diyemem hâşâ Allah’ın adıyla kul soyulur mu Yalan söz Allah’ın hoşuna gitmez Yaptığın kötülük saymakla bitmez Lanet olsun desem o sana yetmez Allah’ın adıyla kul soyulur mu HİCABI her zaman hakka inanır İlim irfan insanlıkla donanır Kötü insan her toplumda kınanır Allah’ın adıyla kul soyulur mu YORULMADIN MI Nedir bu çektiğim senin elinden Deli gönül daha yorulmadın mı Seni hep aldattı boş hayal ile Yalancı dünyaya darılmadın mı Gözyaşını kaderine bağlarsın Mademki derdin yok neden ağlarsın Yıllar yılı boz bulanık çağlarsın Vurup taştan taşa durulmadın mı HİCABI faydasız ateşe yanma Seni sevmeyenin ismini anma Bu dünya kimseye yar olur sanma Gerçek bir dost bulup sarılmadın mı KALMADI Hakkın bahşettiği güzel dünyanın Bak nasıl bozuldu tadı kalmadı Doğruluk sevilmez yalan baş tacı Namuslu insanın şadı kalmadı Dinle bu sözümü uzağa gitme Düşündüğün kinle murada yetme Menfaatin için kul ayırt etme Cümle âlem kardeş yâdı kalmadı Bende HİCABI’yım ağlamak kârım Gözlerimin yaşı devletim varım Bir Allah’tan başka yok sadık yarım Kalbimde kimsenin adı kalmadı LAL OLDU Lal oldu fakirin dili Şükür demekten demekten Arpa ekmek acı soğan Öldü yemekten yemekten Vatan namussuz dolmuş Aracı yolunu bulmuş Nice şeytan hacı olmuş Bizim emekten emekten Tutmuyor fakirin dizi Her yanını aldı sızı Bu düzen kurtarmaz bizi Bitli gömlekten gömlekten Fakirlik başımdan gitmez Namussuza gücüm yetmez Ömrüm bitti gurbet bitmez Gidip gelmekten gelmekten Oyumu namussuz aldı Hakkımı şerefsiz çaldı Fukaralık bana kaldı Cahil olmaktan olmaktan Sabır ettim sabrım bitti Yoksulluk canıma yetti İnsanlığım isyan etti Hergün ölmekten ölmekten Derdinen dolup taşarsın Aç susuz nasıl yaşarsın Söyleme derde düşersin Hakkı bilmekten bilmekten HİCABI Mevla’ya kuldu İçerim derdinen doldu Didelerim yara oldu Gözüm silmekten silmekten FELEK Ne verdin ki bana ne istiyorsun Bir can verdin alacaksan al felek Minnetim yok senin gibi birine İster beni taştan taşa çal felek Gerçeği görmeden ararsın neyi Neden hep seversin zengini beyi Fakir bulamazken soğan ekmeği Ağalarda beğenmiyor bal felek Yüz yerinden yırtık giyilmez abam Hasırda yatıyor yetmişlik babam Hep sana güvendim boşuna çabam Bilmem beni kim yaratmış kul felek Sen düşmansın hakikati yazana Acımazsın hayatından bezene Lanet olsun adaletsiz düzene İsyan ettim haksızlığa bil felek Yalancıyla yoktur benim pazarım HİCABI der gerçekleri yazarım Sağ iken evim yok ölsem mezarım Vicdanınla bir baş başa kal felek GEREK YOK Beni dinler misin dertli kardeşim Kötülerle dalaşmana gerek yok İnsanlar fanidir dünya kalıcı Her necise bulaşmana gerek yok Haniya dünyanın şahı sultanı Gerçek insanların kalacak şanı Bırak gitsin adilerin kervanı Koşup ona ulaşmana gerek yok Az konuş çok dinle bozuldu zaman Kimseye sır verme kalmadı güman Şerefsizden derde olur mu derman Gülüp ona yılışmana gerek yok HİCABI gerçeği görmesi çok zor Cahil meclisine gitme kenar dur Sen bir hasta isen bende bir doktor Tabip tabip dolaşmana gerek yok GİTME SEVDİĞİM Beni ağlar koyup gitme sevdiğim Ne olur elimden tut bende gelim Bir teselli bin tabipten iyidir Derdimi derdine kat bende gelim Gel götürüm duvağınla anama Dostlar gelsin düğünüme kınama Aşkın neşterini bana sınama Kalbimdeki kini at bende gelim HİCABI der beni koyma çarasız Çok aradım kul görmedim yarasız Alan varsa vereceğim parasız Bu aşkı sevdayı sat bende gelim GÖZLERİNDE BİRİ VAR Ahu gözlüm neden şaşkın bakarsın Güzel senin gözlerinde biri var Avcı görmüş ceylan gibi kaçarsın İnkâr etme izlerinde biri var Kime gönül verdin kim’ettin dilek Kaderini kara yazmasın felek Giyinmiş kuşanmış olmuşsun melek Yemin etme pozlarında biri var İnanma bu aşka sende yanarsın Gün gelir ki ağlayanı kınarsın Her nefeste yar yar deyip anarsın Anlaşıldı sözlerinde biri var HİCABI ölecek aşkın ağında Baykuş mekân tuttu gönül bağımda Farz etki uyudum yar kucağında Ninni söyle dizlerinde biri var GÜCÜM YETMEZ OLDU Gücüm yetmez oldu deli gönlüme Gitme gurbet ele dönülmez dedim Her güzele gönül verip bağlanma Sevdiğin her güzel sevilmez dedim Bülbül feryat eder aşıktır güle Aşkın pazarında olur mu hile Söyleme derdini yadlara ele Ağlasan gözyaşın silinmez dedim Düşün gurbet eli tez verme karar Sayılı günlerin edersin zarar HİCABI ölünce kim arar sorar Cenaze namazın kılınmaz dedim GÜLMEDİ DEYİN Yar gelir köyüme beni ararsa Sensiz hep ağladı gülmedi deyin Gözyaşıyla tabip tabip dolaştı Derdime bir derman bulmadı deyin Gönül bağım viran bülbüller sustu Gülmeyen aşığın sabırdır dostu Kimi sevdim ise o benden küstü Daha muradını almadı deyin Bir ateş yanıyor cismi bu serde Dert eksik olur mu aşk olan yerde Eğer sorar ise HİCABI nerde Gitti gurbet ele ölmedi deyin HAKKI SEVENLER Gerçeği görenler hakkı sevenler Adaleti vicdanında tartandır Çöplüklerden ekmek toplar fukara Şükreder yer ağalardan artandır Mekke gezer yüz binlerce hacımız Ekmek arar beş kıtada acımız Avrupa’ya işçi gitti bacımız Kanı bozuk bu ayıbı örtendir Asker isen cephelerde överler İşçi isen hak isteme severler Açım dersen yığılırlar döverler Bu nasıl adalet nasıl ortamdır HİCABI der vatanımda talan var Tezgâh hazır sömürüye plan var Koltuk için yobazlık var yalan var Aydın insan bu maskeyi yırtandır HASRET KALDIM Yüzün dönder bak sevdiğim Gözlerine hasret kaldım Ya evet de ya da hayır Sözlerine hasret kaldım Getir gözyaşın sileyim Sana kavuşmak dileyim Sen yürü bende geleyim İzlerine hasret kaldım HİCABI arıyor seni Olur mu bu aşkın kini Ninni söyle uyut beni Dizlerine hasret kaldım İNKÂR OLUR MU Seyret bu cihanı bak bu âleme Hakkın hakikati inkâr olur mu Var olan insanın şefaat nuru Serverı enbiya inkâr olur mu Çeker devesini kendisi ölü Cenneti elanın kırmızı gülü Haktan geldi zülfükârı düldülü Aliyül Murtaza inkâr olur mu Yaralı HİCABI dertlidir dili Canımın cananı Bektaşi Veli Dedesi Muhammed babası Ali O güzel imamlar inkâr olur mu KADİR MEVLA’M Kadir Mevla’m nedir benim günahım Neden ettin gözyaşımı çay bana Sana minnet etmem boş dünya için Kara günü hep ömrümden say bana Kaldım bir ummanda görünmez ada Çağırdım Mevla’yı gelmedi dada Sağ yaşadım ölü gezdim dünyada Oturup da ağlamalı vay bana Engel oldum gözyaşımı silende Ne olurdu ben fukara gülende Feleğinen ak günleri bölende Merhametsiz hiç vermedi pay bana HİCABI der bir murada ermedim Şadlık bahçesinden bir gül dermedim Sağlığımda düğün bayram görmedim Ben ölünce yaparsınız toy bana |
Ozanlarımız(İ-K)
Karacaoğlan Vara vara vardım ol kara taşa Hasret ettin beni kavim kardaşa Sebep ne gözden akan kanlı yaşa Bir ayrılık bir yoksulluk bir ölüm Karac'oğlan der ki kondum göçülmez Acıdır ecel şerbeti içilmez Üç derdim var birbirinden seçilmez Bir ayrılık bir yoksulluk bir ölüm Türk halk şairi. Etkileyici bir dil ve duygu evreni kurduğu şiirleriyle Türk halk şiiri geleneğinde çığır açmıştır. 1606' doğduğu, 1679'da ya da 1689'da öldüğü sanılmaktadır. Yaşamı üstüne kesin bilgi yoktur. Bugüne değin yapılan inceleme ve araştırmalara göre 17.yy'da yaşamıştır. Nereli olduğu üstüne değişik görüşler öne sürülmüştür. Bazıları Kozan Dağı yakınındaki Bahçe ilçesinin Varsak (Farsak) köyünde doğduğunu söylerler. Bazıları da Osmaniye ili Düziçi ilçesinin Farsak köyünde doğduğunu söylerler*. Gaziantep'in Barak Türkmenleri de, Kilis'in Musabeyli bucağında yaşayan Çavuşlu Türkmenleri de onu kendi aşiretlerinden sayarlar. Bir başka söylentiye göre Kozan'a bağlı Feke ilçesinin Gökçe köyündendir. Batı Anadolu'da yaşayan Karakeçili aşireti onu kendinden sayar. Mersin'in Silifke, Mut, Gülnar ilçelerinin köylerinde, o yöreden olduğu ileri sürülür. Bir menkıbeye göre de Belgradlı olduğu söylenir. Bu kaynaklardan ve şiirlerinden edinilen bilgilerden çıkarılan, onun Çukurova'da doğup, yörenin Türkmen aşiretleri arasında yaşadığıdır. Adı bazı kaynaklarda Simayil, kendi şiirlerinden bazısında ise Halil ve Hasan olarak geçer. Akşehirli Hoca Hamdi Efendi'nin anılarına göre Karacaoğlan yetim büyüdü. Çirkin bir kızla evlendirilmek, babası gibi ömür boyu askere alınmak korkusu ve o sıralarda Çukurova'da derebeyi olan Kazanoğulları ile arasının açılması sonucu genç yaşta gurbete çıktı. İki kız kardeşini de yanında götürdüğünü, Bursa'ya, hatta İstanbul'a gittiğini belirten şiirleri vardır. Yine bu şiirlerinden anlaşıldığına göre, Bursa'da ev bark sahibi oldu, evlat acısı gördü. Anadolu'nun çeşitli illerini gezdiği, Rumeli'ye geçtiği, Mısır ve Trablus'a gittiği de sanılıyor. Yaşamının büyük bir bölümünü Çukurova, Maraş, Gaziantep yörelerinde geçirdi. Doğum yeri gibi, ölüm yeri de kesin olarak bilinmemektedir. Şiirlerinden, çok uzun yaşadığı anlaşılmaktadır. Hoca Hamdi Efendi'nin anılarına göre Maraş'taki Cezel Yaylası'nda doksan altı yaşında ölmüştür. En son bulgulara göre ise mezarının İçel'in Mut ilçesinin Çukur köyündeki Karacaoğlan Tepesi denilen yerde olduğu sanılmaktadır. Karacaoğlan Osmanlı Devleti'nin iktisadi bunalımlar ve iç karışıklıklar içinde bulunduğu bir çağda yaşamıştır. Şiirinin kaynağını, doğup büyüdüğü göçebe toplumunun gelenekleri ve içinde yaşadığı, yurt edindiği doğa oluşturur. Güneydoğu Anadolu, Çukurova, Toroslar ve Gavurdağları yörelerinde yaşayan Türkmen aşiretlerinin yaşayış, duyuş ve düşünüş özellikleri, onun kişiliği ile birleşerek âşık edebiyatına yepyeni bir söyleyiş getirir. Anadolu halkının 17.yy'da çektiği acılar, göçebe yaşantısının yoklukları, çileleri, çaresizlikleri, şiirinde yer almaz. Şiirlerindeki insana dönüklüğünün özünde belirgin olan tema doğa ve aşktır. Ayrılık, gurbet, sıla özlemi, ölüm ise şiirinin bu bütünselliği içinde beliren başka temalardır. Duygulanışlarını gerçekçi biçimde dile getirir. Düşündüklerini açık, anlaşılır bir dille ortaya koyar. Acı, ayrılık, ölüm temalarını işlediği şiirlerinde de bu özelliği göze çarpar. Düşten çok gerçeğe yaslanır. Çıkış noktası yaşanmışlıktır. Ona göre, kişi yaşadığı sürece yaşamdan alabileceklerini almalı, gönlünü dilediğince eğlendirmelidir. Yaşama sevincinin kaynağı güzele, sevgiliye ve doğaya olan tutkunluğudur. Güzelleri, yiğitleri över, dert ortağı bildiği dağlara seslenir. Lirik söyleyişinin özünde, halkının duyuş ve düşünüş özellikleri görülür. Göçebe yaşamının vazgeçilmez bir parçası olan doğa, onun şirinin başlıca temalarından biridir. Yaşadığı, gezip gördüğü yörelerin doğasını görkemli bir biçimde dile getirir. Dost, kardeş bildiği, sevgilisiyle eş gördüğü, iç içe yaşadığı bu doğa, onun için sadece bir mekan olmaktan ötedir. Şiirinin başka önemli bir teması olan aşkın varoluşu, doğadaki benzetmelerle güzelleşir. Onunla yaşanan sevinç, onun getirdiği acı doğa ile paylaşılır. Sevgili, şiirinde doğanın ayrılmaz bir parçasıdır. Şiirlerinde yer yer sıla özlemi ve ölüm temasına da rastlanır. Sevdiğinden, ilinden, obasından ayrı düşüşü özlemle dile getirir, yakınır. Ölüm de, ayrılık ve yoksullukla eş tuttuğu bir derttir. Doğa temasının yanı sıra şirinin asıl odak noktasını oluşturan aşk/sevgili kavramını, âşık şiirinin geleneksel kalıpları dışında bir söyleyişle ele alır. Onun için sevgili, düşlenen, bin bir hayal ile var edilen, ulaşılmazlığın umutsuzluğuyla adına türküler yakılan bir varlık değildir; doğa ve insan ilişkileri içindedir. Onu, yaşamdan ve bu ilişkilerden soyutlamadan verir. İlk kez onun şiirinde sevgililerin adları söylenir: Elif, Anşa, Zeynep, Hürü, Döndü, Döne, Esma, Emine, Hatice...Karacaoğlan bunların kimine bir pınar başında su doldururken, kimine helkeleri omuzunda suya giderken, kimine de yayık yayıp halı dokurken görüp vurulmuştur. Gönlü bir güzel ile eylenmez, bir kişiye bağlanmaz. Uçarılık, onun duygu dünyasının şiirsel söyleyişine yansıyan en belirgin yanıdır. Erotizm, şiirine sevmek ve sevişmek olgusuyla yansır. Kanlı-canlı sevgili, cinsellik motifleriyle daha da belirginleşir, şiirinde etkileyici bir biçimde yer eder. Onun sevgiye ve kadına bakış açısı, âşık şiirine yenilik getirir ve bu gelenek içinde etkileyici bir özellik taşır. Tanrı kavramı ve din teması şiirinde önemlice bir yer tutmasa bile, bu konudaki yaklaşımıyla da kendi şiir geleneğine yine değişik bir bakış açısı getirmiş ve sonraki kuşaklar üzerinde etkileyici yönlendirici olmuştur. Karacaoğlan yaşadığı çağda yetişmiş başka saz şairlerinin tersine, dil ve ölçü bakımından Divan Edebiyatı'nın etkisinden uzak kalmıştır. Güneydoğu Anadolu insanının o çağdaki günlük konuşma diliyle yazmıştır. Kullandığı Arapça ve Farsça sözcüklerin sayısı azdır. Yöresel sözcükleri ise yoğun bir biçimde kullanır. Deyimler ve benzetmelerle halk şiirinde kendine özgü bir şiir evreni kurmuştur. Bu da onun şiirine ayrı bir renk katar. Bu sözcüklerin bir çoğunu halk dilinde yaşayan biçimiyle, söylenişlerini bozarak ya da anlamlarını değiştirerek kullanır. Karacaoğlan, halk şiirinin geleneksel yarım uyak düzenini ve yer yer de redifi kullanmıştır. Hece ölçüsünün 11'li (6+5) ve 8'li (4+4) kalıplarıyla yazmıştır. Bazı şiirlerinde ölçü uygunluğunu sağlamak için hece düşmelerine başvurduğu da görülür. Mecaz ve mazmûnlara çokca başvurması, söyleyişini etkili kılan önemli öğelerdir. Şiirsel söyleyişinin önemli bir özelliği de, halk şiiri türü olan mani söylemeye yakın oluşudur. Koşmalar, semailer, varsağılar ve türküler şiirleri arasında önemlice yer tutar. Bunların her birinde açık, anlaşılır bir biçimde, içli ve özlü bir söyleyiş birliği kurmuştur. Pir Sultan Abdal, Âşık Garip, Köroğlu, Öksüz Dede, Kul Mehmet'ten etkilenmiş, şiirleriyle Âşık Ömer, Âşık Hasan, Âşık İsmail, Katibî, Kuloğlu, Gevheri gibi çağdaşı şairleri olduğu kadar 18.yy ve şairlerinden Dadaloğlu, Gündeşlioğlu, Beyoğlu, Deliboran'ı, 19.yy şairlerinden de Bayburtlu Zihni, Dertli, Seyranî, Zileli Talibî, Ruhsatî, Şem'î ve Yeşilabdal'ı etkilemiştir. Daha sonra da gerek Meşrutiyet, gerek Cumhuriyet dönemlerinde, halk edebiyatı geleneğinden yararlanan şairlerden R.T. Bölükbaşı, F.N. Çamlıbel, K.B. Çağlar, A.K. Tecer ve C. Külebi, Karacaoğlan'dan esinlenmişlerdir. Şiirleri 1920'den beri araştırılan, derlenip yayımlanan Karacaoğlan'ın bugüne değin, yazılı kaynaklara beş yüzün üzerinde şiiri geçmiştir. Eserlerinden bazıları: 1 Vara vara vardım ol kara taşa Hasret ettin beni kavim kardaşa Sebep ne gözden akan kanlı yaşa Bir ayrılık bir yoksulluk bir ölüm Nice sultanları tahttan indirdi Nicesinin gül benzini soldurdu Nicelerin gelmez yola gönderdi Bir ayrılık bir yoksulluk bir ölüm Karac'oğlan der ki kondum göçülmez Acıdır ecel şerbeti içilmez Üç derdim var birbirinden seçilmez Bir ayrılık bir yoksulluk bir ölüm 2 Sunayı da deli gönül sunayı Ben yoluna terk eyledim sılayı Armağan gönderdim telli turnayı İner gider bir gözleri sürmeli Sabahtan uğradım yarin yurduna Dayanılmaz firkatine derdine Yıkılası karlı dağın ardına Aşar gider bir gözleri sürmeli Ateş yanmayınca duman mı tüter Ak gerdan üstünde çimen mi biter Vakti gelmeyince bülbül mü öter Öter gider bir gözleri sürmeli Karacaoğlan kapınıza kul gibi Gönül küsüverse ince kıl gibi Seherde açılmış gonca gül gibi Kokar gider bir gözleri sürmeli 3 Be felek senin elinden Hem yanarım hem ağlarım Gece gündüz ağlar gözüm Başımı döğer ağlarım Çağırırım gani deyi Gel ağlatma beni deyi Kimi görsem seni deyi Yüzüne sakar ağlarım Lutfeyle beyim urandır Gözümün yaşı barandır Kaygılı gönlüm virandır Hicrimi çeker ağlarım Karacaoğlan düştü derde Gece gündüz yanar narda Hak kadı olduğu yerde Kabrimden çıkar ağlarım 4 Güzel Ne Güzel Olmuşsun, Görülmeyi Görülmeyi, Siyah Zülfün Halkalanmış...Aman Aman Örülmeyi Örülmeyi. Mendilim Yuğdum Arıttım, Gülün Dalında Kuruttum, Adin Ne İdi Unuttum...Aman Aman Sorulmayı Sorulmayı.. Seğirttim Ardından Yettim, Eğildim Yüzünden Öptüm, Adın Bilirdim Unuttum...Aman Aman Çağırmayı Çağırmayı. Benim Yarim Bana Küsmüş, Zülfünü Gerdana Dökmüş, Muhabbeti Benden Kesmiş...Aman Aman Sevilmeyi Sevilmeyi. Çağır Karacaoğlan Çağır, Taş Düştüğü Yerde Ağır, Yiğit Sevdiğinden Soğur...Aman Aman Sarılmayı Sarılmayı. 5 Gine Dertli Dertli İniliyorsun, Sarı Durnam Sinem Yaralandı Mı. Hiç El Değmeden De İniliyorsun. Sari Durnam Sinem Yaralandı Mı, Yoksa Ciğerlerin Parelendi Mi. Yoksa Sana Ya Düzen Mi Düzdüler, Perdelerin Tel Tel Edip Üzdüler. Tellerini Sırmadan Mi Süzdüler. Allı Da Durnam,Telli De Durnam, Sinem De Yarelendi Mi. Yoksa Ciğerlerin Parelendi Mi. Havayı Ey Deli Gönül Havayı Ay Doğmadan Şavkı Dutmuş Ovayı Türkmen Kızı Gater Etmiş Mayayı Çekip Gider Bir Gözleri Sürmeli Kuru Kütük Yanmayınca Tütermi Ak Gerdanda Çifte Benler Bitermi Vakti Gelmeyince Bülbül Ötermi Ötüp Gider Bir Gözleri Sürmeli Dere Kenarında Yerler Hurmayı Kılavuz Ederler Telli Durnayı Ak Göğsün Üstünde İlik Düğmeyi Çözüp Gider Bir Gözleri Sürmeli. Karacoğlan Der Ki Geçti Ne Fayda, Bir Vefa Kalmadı Ok İle Yayda. 6 Bugün çay bulandı yarın durulmaz Yol ver dağlar ben sılama varayım Karlı dağlar varayım Zalım dağlar varayım Muhabbetli yardan gönül ayrılmaz Yol ver dağlar ben sılama varayım Karlı dağlar varayım Zalım dağlar varayım Gurbet elde efkarım var zarım var Sılada bekleyen nazlı yarim var Bizi ayırana intizarım var Karlı dağlar yaz gele Zalım dağlar tez gele Bizi ayırana intizarım var Oy dağlar Yol ver dağlar ben sılama gideyim Karlı dağlar gideyim Zalım dağlar gideyim Ezeli de Karacaoğlan ezeli Döküldü bağların gülü gazeli Gurbet elde ben nideyim güzeli Karlı dağlar güzeli Zalım dağlar güzeli Gurbet elde ben neyleyim güzeli Oy dağlar Yol ver dağlar ben sılama gideyim Karlı dağlar gideyim Zalım dağlar gideyim 7 Beni Kara Diye Yerme, Mevlam Yaratmış Hor Görme, Ela Göze Siyah Sürme, Çekilir Kara Değil Mi? Her Yoldan Gelir Geçerler, Aktan Karayı Seçerler, Ağalar Beyler İçerler, Kahve De Kara Değil Mi? Karac’oğlan Der Maşallah, Birgün Görünür İnşallah, Kara Donludur Beytullah, Örtüsü Kara Değil Mi? 8 Ela Gözlüm Ben Bu Elden Gidersem, Zülfü Perişanım Kal Melül Melül. Kerem Et, Aklından Çıkarma Beni, Ağla Göz Yaşını, Sil Melül Melül. Elvan Çiçekleri Takma Başına, Kudret Kalemini Çekme Kaşına, Beni Ağlatırsan Doyma Yaşına, Ağla Göz Yasini, Sil Melül Melül Yeter Ey Sevdiğim Sen Seni Düzet Karaları Bağla,Beyazı Çöz At O Nazik Ellerin Bir Daha Uzat Ayrılık Şerbetin Ver Melül Melül Karac’oğlan Der Ki Ölüp Ölünce Bende Güzel Sevdim Kendi Halimce Varıp Gurbet Ele Vasıl Olunca Dostlardan Haberim Al Melül Melül 9 Üryan geldim gene üryan giderim Ölmemeye elde fermanım mı var Azrail gelmiş de can talep eyler Benim can vermeye dermanım mı var Dirilirler dirilirler gelirler Huzur-ı mahşerde divan dururlar Harami var diye korku verirler Benim ipek yüklü kervanım mı var Er isen erliğin meydana getir Kadir Mevlâ'm noksanımı sen yetir Bana derler gam yükünü sen götür Benim yük götürür dermanım mı var Karac'oğlan der ki ismim öğerler Ağı oldu yediğimiz şekerler Güzel sever diye isnad ederler Benim Hakk'dan özge sevdiğim mi var 10 Elâ Gözlerini Sevdiğim Dilber, Göster Cemalini Görmeye Geldim, Şeftalini Derde Derman Dediler, Gerçek Mi Sevdiğim Sormaya Geldim. Gündüz Hayallerim, Gece Düşlerim, Uyandıkça Ağlamaya Başlarım, Sevdiğim, Üstünde Uçan Kuşların, Tutup Kanatlarından Kırmaya Geldim. Senin Aşıkların Gülmez Dediler, Ağlayıp Yaşını Silmez Dediler , Seni Biraz Saran Ölmez Dediler, Gerçek Mi Sevdiğim Sormağa Geldim. Mail Oldum Senin İnce Beline, Canim Kurban Olsun Tatlı Diline, Aşık Olup Senin Hüsnü Bağına, Kırmızı Gülleri Dermeye Geldim. Karac'oğlan Der Ki Gönül Doğrusu, Gökte Melek, Yerde Huma Yavrusu, Ben Sana Söyledim, Sözün Doğrusu, Soyunup Koynuna Girmeğe Geldim. 11 Madem Dilber Meylin Yoğidi Bende, Ezelinden İkrar Vermeye-Yidin. Muhabbettir Güzelliğin Nişanı, Uğrun Uğrun Bakıp Gülmeye-Yidin. Siyah Saçlarını Eylersin Perde, Beni Sen Uğrattın Bu Zalim Derde, Ben Kendi Halimde Gezdiğim Yerde, Çağırıp Yadigâr Vermeye-Yidin. Karacaoğlan Der Ki Ey Mahı Mestim, Kasla Göz Eylersin Bana Mi Kastin. Severler Güzeli Darılma Dostum, Darıldıysan Güzel Olmaya-Yidin. 12 Nedendir de suna boylum nedendir Bu geceki benim uyumadığım uyumadığım Yaman derler ayrılığın derdine Ayrılık derdine doyamadığım doyamadığım Dostun bahçasına bir hoyrat girmiş Gülünü dererken dalını kırmış Şurda bir kötünün koluna girmiş Şu benim öpmeye kıyamadığım Kömür gözlüm der ki sevdim sakındım İndim has bahçeye güller sokundum Bilmiyorum nerelerine dokundum Belli bir haberin alamadığım Karacaoğlan der ki yandım ben öldüm Her deliliği ben kendimde buldum Dolanıp da kavil yerine geldim Kavil yerlerinde bulamadığım 13 Güzel Ne Güzel Olmuşsun, Görülmeyi Görülmeyi, Siyah Zülfün Halkalanmış Örülmeyi Örülmeyi. Mendilim Yuğdum Arıttım, Gülün Dalında Kuruttum, Adin Ne İdi Unuttum. Sorulmayı Sorulmayı. Seğirttim Ardından Yettim, Eğildim Yüzünden Öptüm, Adın Bilirdim Unuttum. Çağırmayı Çağırmayı. Benim Yarim Bana Küsmüş, Zülfünü Gerdana Dökmüş, Muhabbeti Benden Kesmiş. Sevilmeyi Sevilmeyi. Çağır Karacaoğlan Çağır, Taş Düştüğü Yerde Ağır, Yiğit Sevdiğinden Soğur. Sarılmayı Sarılmayı. |
Ozanlarımız(İ-K)
İLHAMİ (Arslantaş) Kılığı düzeltip adam saydıran Müşkülleri bir cevize sığdıran Kimisini insanlıktan caydıran Kimine din ile imandır para İlhami der hiç birine kanmayın Para ile onur buldum sanmayın Varlığına yokluğuna yanmayın Bana göre büyük düşmandır para 25.09.1960 günü Kangal’ın Etyemez köyünde doğmuştur. Hamza ve Zökay’ın oğludur. Yedi çocuklu ailenin beşinci çocuğudur. İlkokul tahsilini köyünde yapmıştır. On üç yaşında İstanbul’a gitmiş, Gümüşsuyu semtinde bir makine imalathanesinde işe girmiştir. Burada beş-altı yıl çalıştıktan sonra 1979 yılında Almanya’ya gitmiş, üç yıl da orada çalışmıştır. Sonra yurda dönerek askerlik hizmetini yerine getirmiştir. Terhis olduktan sonra evlenmiş, ancak bu evlilik kısa sürmüştür. İkinci evliliğini 1989’da yapmış, bu evlilikten ikisi kız üç çocuğu olmuştur. Geçirdiği bir kaza sonrası ağır işleri yapmaktan kaçınmış ve reklamcılıktan geçimini sağlamaya başlamıştır. Halen İstanbul’da yaşamaktadır. Şiir yazmaya ilk okul üçüncü sınıfındayken Ruhsatî’nin şiirlerini okuduktan sonra başlamıştır. Önceleri saz çalmakla beraber geçirdiği kaza sonrasında sağ elini yeterince kullanamadığı için şimdi çalamamaktadır. Beş yüzden fazla şiiri vardır. Şiirlerinden bir kısmını Kalemin Teri adlı kitapta toplamıştır. İstanbul’daki Halk Kültürü ve Ozanları Geliştirme Dayanışma Derneği (HALKODER)’in Genel Başkanıdır. Hemen her konuda şiiri vardır. Kalemin Teri (İstanbul, 2002, 160 s.) adlı bir şiir kitabı vardır. Yrd. Doç. Dr. Doğan Kaya Eserlerinden bazıları: Para Kılığı düzeltip adam saydıran Müşkülleri bir cevize sığdıran Kimisini insanlıktan caydıran Kimine din ile imandır para Menfaatçi onun ile can bulur Eşdeğerdir onur paradır gurur Parayı görünce insafı kurur Kimine merhamet vicdandır para Her türlü keramet parada sanır Can çekişse dostu parayı tanır Hatırı uğruna hatta can alır Ona candan öte bir candır para Kimini yüceltir şaha kaldırır Yokluğunda fukarayı yıldırır Kimisini ipten bile aldırır Kimine adalet kanundur para İlhami der hiç birine kanmayın Para ile onur buldum sanmayın Varlığına yokluğuna yanmayın Bana göre büyük düşmandır para Sivas Adı vilâyettir başında vali Yürekler acısı Sivas’ın hali Sanayisi yoktur göçmüş ahali Cumhuriyet şehri Sivas nerede Sevrin karanlığı o gün yırtıldı Yurduma temeller burada atıldı Ulus-Devlet şimdi kime satıldı Cumhuriyet şehri Sivas nerede Derin tarihiyle kültür ocağı Ozanlar diyarı köyü bucağı İade etsinler büyük sancağı Cumhuriyet şehri Sivas nerede Bu davaya ait divan kurulsun Faili kimlerdir sorgu sorulsun Dört bir yanı fabrikayla sarılsın Cumhuriyet şehri Sivas nerede Hiç durmak olur mu uzay çağında Maden cevher dolu her bir dağında Barajlar kurulsun Tohma çayında Cumhuriyet şehri Sivas nerede Kurulsun çarşılar işlesin şu hal Birlikle kalkınsın orada mahal Yanık türkülere dönmüş bu ne hal Cumhuriyet şehri Sivas nerede Ekmek kapısıydı Cer Atölyesi Kimler susturdular binlerce sesi Özelleştirmeymiş bu neyin nesi Cumhuriyet şehri Sivas nerede Kapanmış köylerin tüm okulları Sefalete mahkûm yetim dulları Viraneye dönmüş evi yolları Cumhuriyet şehri Sivas nerede İlhami’yim yalanları silmişim Her dem hakkı hakikati bilmişim Kangal Etyemez’den göçüp gelmişim Cumhuriyet şehri Sivas nerede Dost Diye Diye Bir ahtım var idi görmek yüzünü Hasrete gark oldum dost diye diye Her yerde aradım sürdüm izini Yoluna ark oldum dost diye diye Arşınladım sana gelen yolları Dost diyerek taşa sardım kolları Ben n’eyleyim kara yerde çulları Acıya hark oldum dost diye diye İlhami’yim derdi serden geçirdim Dudağından muhabbeti içirdim Büyüttüm şöhreti elden uçurdum Düzene çark oldum dost diye diye Senden Gayri -Sevgili eşime ithaf olunur- Bir dünya servetim olsa Hepsi yalan senden gayri Yeter oturduğum çulsa Hepsi yalan senden gayri Niçin dersin can telaşım Kimseyle yoksa yarışım Senin için hep savaşım Hepsi yalan senden gayri Yeter ki nefsini eyle Ne eylersen doğru eyle Vazgeçer mi gönül öyle Hepsi yalan senden gayri İlhami der arımsın sen Tek varlığım varımsın sen İçimde ki sırrımsın sen Hepsi yalan senden gayri Olamam sevginden ayrı Kurbanın Olayım Seher vakti deli deli Esme kurbanın olayını Sürükleyip bir çalıya Asma kurbanın olayım Sevgini ver sevgi dile Canı yakma bile bile Küçük tomurcuğa hele Basma kurbanın olayım Yaprağın verme gazele Her yıl bir ömür tazele Gönül verip de güzele Küsme kurbanın olayım Muhabbetsiz diller gibi Irak olma eller gibi Dut yemiş bülbüller gibi Susma kurbanın olayım İlhami’yim gül eylesin Çiçeğinden bal eylesin Çınar gibi dal eylesin Kesme kurbanın olayım Bize Ne Oldu Yanık bir türküydü sevdamız bizim Ne oldu savdığım bize ne oldu Canım ümüğümde* bak dizim dizim Ne oldu sevdiğim bize ne oldu İkimiz de bir gün kuşku duymazdık El âlemin dediğine uymazdık Küçük ihmalleri hata saymazdık Ne oldu sevdiğim bize ne oldu Benden kaçırmazdın ele gözlerin Ey sevdiğim sana belâ gözlerin Okur öldü diye selâ gözlerin Ne oldu sevdiğim bize ne oldu Neylerim dünyada hayatı sensiz Sen de olmaz idin bir saat bensiz Mutluca yaşarken nefretsiz kinsiz Ne oldu sevdiğim bize ne oldu Menekşe sineli sevda kokulum Ben hasretle yanan naçiz bir kulum Nereden gitsem senden geçerdi yolum Ne oldu sevdiğim bize ne oldu Şimşekle çakardım dolu yağardın Nisan yağmurunu gökten sağardın Bir zamanlar yüreğime sığardın Ne oldu sevdiğim bize ne oldu Harran ovasından düzdük engindik Yoksa da mal servet gönlü zengindik Koşardık sevgiye dolu dizgindik Ne oldu sevdiğim bize ne oldu |
Ozanlarımız(İ-K)
İbrahim Bakır Bir çift turna gördüm durur dallarda Seversen Mevla'yı kalma yollarda Sizi bekleyen var bizim ellerde Doğru bizim köye varın turnalar Selama razıydım mektubun gelmez Gurbette kalanın hiç yüzü gülmez İBRAHİM halinden kimseler bilmez Benden yare selam söylen turnalar 1928 yılında Yozgat ili merkez Deremumlu köyünde doğdu. Sadece üçüncü sınıfa kadar olan eğitimini burada tamamladı. İlkokul diplomasını Yozgat’ta sınava girerek aldı. Arapça bilmekteydi. Saz çalmayı babası Ahmet Bakır’dan öğrendi. Sazı çöğür düzeninde çaldığı gibi bağlama düzenini de çok iyi çalardı. 1959 yılında yurttan sesler programına yapımcı, hoca Muzaffer Sarısözen zamanında yapılan imtihan sonucu, misafir olarak katıldı. Bestesi ve güftesi kendisine ait olan "Mihrican mı değdi gülünmü soldu" adlı ilk eserini, 1959 sonbaharında akşam saat 21:00’de söyledi. Bu eser TRT kayıtlarında bulunup, Turabi adında geçmektedir. Açıklanması gereken bir hususu, biz çocukları canlı şahit olarak bildirmek mecburiyetini duyduk. İlk söylediği eser olan "Mihrican mı değdi gülünmü soldu" parçasını Turabi mahlasını kullanarak söyledi. Kendi ismini kullanmayıp Turabi (toprak) adını kullandı. Beste ve güfte de İbrahim Bakır’a aittir. 1973 yılına kadar Ankara Radyo Evi ve TRT’de misafir olarak deyişlerini okudu. Eserlerinden bazıları; "Bir çift turna gördüm", "Salını salını", "Mihrican mı değdi gülünmü soldu", "Gam gasavet keder", "Cemi çiçeklerin hası’dır". İbrahim Bakır kendisini kültürel olarak yetiştirdi. Dede olarak Eskişehir ve İzmir’de Hıdır Abdal Ocağı dedesi olarak cemleri yürüttü. Yozgat mızrabını en iyi kullananlardan biriydi. Diğer eserlerini, beste ve güftelerini 1973 yılına kadar Ankara Radyosunda okudu. Beş çocuk babası İbrahim Bakır 6 nisan 1975 yılında trafik kazası sonucu 47 yaşında hayatını kaybetti. Eserlerinden bazıları: MİHRİCAN MI DEĞDİ GÜLÜNMÜ SOLDU Mihrican mı değdi gülün mü soldu Gel ağlama garip bülbül ağlama Felek baştan başa kimi güldürdü Gel ağlama garip bülbül ağlama Şakı benim şeyda bülbülüm şakı Bu dünya kimseye kalır mı baki Sana da mı değdi feleğin oku Gel ağlama garip bülbül ağlama Şence gül açılır bülbül şad olur Dost dostundan ayrılınca yad olur Sen ağlarsan dünyanın ne tad olur Gel ağlama garip bülbül ağlama Şence gül açılır har ile geçer Dertlilerin günü zar ile geçer İBRAHİM biçare serinden geçer Gel ağlama garip bülbül ağlama 1958 Yozgat-Deremumlu Köyü GAM GASAVET KEDER Gam gasavet keder yok olur gider Sevdiğimin cemalini görünce Perişan gönlümü şen mahmur eder Sevdiğimin cemalini görünce Gülistan zikr olmuş şakır bülbülü Açılır bahçede tomurcuk gülü Medhi Ali söyler şad olur dili Sevdiğimin cemalini görünce Al giyerde yeşilleri bağlanır Yar zülfünde arşı rahman eğlenir Derdi bende yarelerim sağlanır Sevdiğimin cemalini görünce Ey İSMAİL şevk’i şefaat pirden Alem biryan olsa vazgeçmem yarden Sanarım ki dört nur doğdu dört yandan Gül yüzlümün cemalini görünce Beste: İBRAHİM BAKIR 1964 Yozgat-Deremumlu Köyü |
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.