![]() |
İslam İlmihali
1 ' Temettüe niyet etmemiş âfâkî olanların, hemen Mescid-i harâma girerek (Tavâf-ı kudûm) yapmalarıdır. Kâ'beyi görünce tekbîr, tehlîl ve duâ edilir. Erkekler, Hacer-i esvede el ve yüz sürer. Süremezse, uzaktan istilâm eder. Yani ellerini kaldırıp, 'Bismillâhi, Allahü ekber' deyip yüzüne sürer. Tavâf-ı kudûmdan ve iki rek'at namâzdan sonra, Safâ ile Merve arasında sa'y yapılır. Bundan sonra, ihrâmı çıkarmadan, Mekke şehrinde oturup, Terviye gününe kadar, istenildiği mikdâr, nâfile tavâf yapılır. Müfrid olan ve kârin olan hâcılar, taş atıp traş oluncaya kadar ihrâmı çıkarmayacağı için, ihrâmın men' ettiği şeylerden, hergün, sakınmaları lâzım olur. Bu şeylerden sakınamayacak kimselerin, mütemetti' hâcı olması uygundur. Mescid-i harâm içinde namâz kılanların önünden geçmek günâh değildir.
2 ' Tavâfa (Hacerül-esved)den başlamak ve burada bitirmektir. 3 ' İmâmın üç yerde hutbe okumasıdır. Birisi, Zil-hicce ayının yedinci günü Mekkede; ikincisi, dokuzuncu günü, öğle namâzı olunca, öğle ve ikindi namâzlarından önce, Arafâtta; üçüncüsü, onbirinci günü, Minâda okunur. Arafâtta, hutbe bitince öğle ve hemen sonra ikindi namâzı, cemâ'at ile kılınır. İmâma yetişemeyen, ikindi namâzını, ikindi vaktinde kılar. Namâzdan sonra, imâm ve cemâ'at, mescid-i Nemreden, Mevkıfe gelip, imâm hayvanda, hâcılar ise yerde, kıbleye karşı, ayakta veya oturarak vakfeye dururlar. Cemâ'atin de hayvanda olması efdaldir. (Cebel-i rahme) kayaları üstüne çıkmak ve vakfe için niyet etmek lâzım değildir. 4 ' Arafâta gitmek için, Mekkeden, (Terviye günü), yani Zil-hiccenin sekizinci günü, sabâh namâzından sonra çıkmaktır. Mekkeden Minâya gidilir. 5 ' Arefe gününden önceki ve bayramın birinci, ikinci ve üçüncü günlerinin geceleri, Minâda yatmaktır. Üçüncü gece ve günü Minâda kalmak mecbûrî değildir. Seksenbeşinci maddenin birinci paragrafına bakınız! 6 ' Arafâta gitmek için, Minâdan, güneş doğdukdan sonra yola çıkmaktır. 7 ' Arefe gecesi Müzdelifede yatmaktır. Arafâttan Müzdelifeye gelip, burada, yatsı vakti olunca, akşam ve yatsının farzları birbiri ardınca, cemâ'at ile kılınır. Akşam namâzını Arafâtta veya yolda kılanların Müzdelifede tekrâr cemâ'at ile veya yalnız olarak, yatsı ile birlikte kılması lâzımdır. 8 ' Müzdelifede, vakfeye, fecr ağardıkdan sonra durmaktır. Gece Müzdelifede yatıp, fecr açılırken, sabâh namâzını hemen kılıp, sonra, (Meş'arilharâm) denilen yerde, ortalık aydınlanıncaya kadar, vakfeye durulur. Güneş doğmadan önce, Minâya hareket edilir. Yolda (Muhasser) denilen vâdîde durmamalıdır. Burası (Eshâb-ı fîl) durak yeridir. Minâya gelince (Mescid-i Hîf)e en uzak olan ve (Cemre-i Akabe) denilen yerde, sağ elin baş ve şehâdet parmakları ile, iki buçuk metreden veya dahâ uzakdan, Cemre yerini gösteren duvarın dibine nohud kadar yedi taş atılır. Duvarın üstüne veya insana, hayvana çarptıkdan sonra dibine düşerse câiz olur. Ertesi fecre kadar câiz ise de, o gün öğleden önce atmak sünnettir. Sonra, hiç durmadan buradan gidilip, isterse kurban keser. Çünki, seferî olana kurban kesmek vâcib değildir. Seferî olan hâcıların, müfrid oldukları zaman kurban kesmeleri vâcib değildir. Kurbandan sonra traş olur ve ihrâmdan çıkar. Bayramın birinci günü Minâda olanlar ve bütün hâcılar, bayram namâzı kılmaz. Sonra, o gün veya ertesi gün veya dahâ ertesi gün Mekkeye gidip, Mescid içinde ve niyet ederek (Tavâf-ı ziyâret) yapar. Buna (Tavâf-ül ifâda) da denir. Tavâf-ı ziyâreti ve traşı bayramın üçüncü günü güneş battıkdan sonraya bırakmak mekrûhdur ve kurban kesmek lâzım olur. Yalnız baygın olanın yerine başkası tavâf yapabilir. Tavâf-ı ziyâretde, önceden bu tavâf için sa'y yaptıysa, artık bir dahâ (Remel) ve (Sa'y) yapmaz. Yapmadıysa, sa'y yapması vâcibdir. Bu tavâfda (Iztıba'), yani ihrâmın üst kısmını sağ koltuk altından geçirip, sol omuz üzerine koymak yoktur. Tavâf namâzından sonra Minâya gelir. Öğle namâzını Mekkede veya Minâda kılar. Bayramın ikinci günü, öğle namâzından sonra Minâda hutbe okunur. Hutbeden sonra, üç ayrı yerde, yedişer taş atılır. (Mescid-i Hîf)e yakın olandan başlanır. Üçüncü günü de böyle yedişer taş atılır ki, hepsi kırkdokuz taş olur. Bunları öğleden önce atmak câiz değildir veya mekrûhdur. Üçüncü günü güneş batmadan önce, Minâdan ayrılır. Dördüncü gün de Minâda kalıp, fecrden güneşin gurûbuna kadar dilediği zaman yirmibir taş dahâ atmak müstehabdır. Dördüncü günü fecre kadar Minâda kalıp da taş atmadan ayrılırsa, koyun kesmek lâzım olur. Birinci ve ikinci yerlerinde taş attıktan sonra, kollar omuz hizâsına kaldırılarak ve el ayaları semâya veya kıbleye çevrilerek duâ edilir. Atılacak yetmiş taş, Müzdelifede veya yolda toplanır. Hayvan üstünde taş atmak câizdir. (Tavâf-ı sadr)dan sonra, zemzem suyu içilir. Kâ'benin kapı eşiği öpülür. Göğüs ve sağ yanak (Mültezem) denilen yere sürülür. Sonra, Kâ'be perdesine yapışıp, bildiklerini okur ve duâ eder. Ağlayarak Mescid kapısından dışarı çıkar. Minâ, Mekkenin; Müzdelife, Minânın; Arafât da, Müzdelifenin şark cihetindedir. Son yapılan asfalt caddelere göre, Minâ ile Mekke arası dörtbuçuk, Minâ ile Müzdelife arası 3,3 ve Müzdelife ile Arafât arası 5,4 kilometre, Safâ ile Merve arası üçyüzotuz metre, Safâ tepesindeki kemer ile Kâ'be arası yetmiş metre oldu. 9 ' Arafâtta, vakfeden önce gusl etmektir. 10 ' Minâdan Mekkeye son dönüşte, önce Ebtah denilen vâdiye gelip, burada bir mikdâr durmaktır. Buradan Mekkeye gelip dilediği kadar kalır. 11 ' Hacca giderken, muhtâc olmayan ana, babadan, alacaklılardan, kefîlinden izin almak sünnettir. Ana baba muhtâc ise, izinsiz gitmek harâmdır. Nafaka bırakmadı ise, zevcesinden izinsiz gitmesi de harâm olur. Mekke şehrine (Mu'allâ) kapısından, Mescide (Bâbüsselâm)dan ve gündüz girmek müstehabdır. Haccın sünnetini yapmayana cezâ lâzım gelmez. Mekrûh olur. Sevâbı, azalır. Arefe günü Cum'aya rastlarsa, yetmiş hac sevâbı hâsıl olur. Halk arasında buna hacc-ı ekber deniliyor. Bu söz doğru değildir. |
İslam İlmihali
Güsül Abdestin Bilgiler
GUSÜL (Boy Abdesti) Namazýn doðru olmasý için, abdestin ve guslün doðru olmasý lâzýmdýr. Cünüp olan her kadýnýn ve erkeðin, hayzdan ve nifasdan kurtulan kadýnlarýn, namaz vaktinin sonunda o namazý kýlacak kadar zaman kalýnca, gusül abdesti almasý farzdýr. Cünüp olmak, cimâ ve ihtilâm ile olur. Peygamberimiz "sallallahü aleyhi ve sellem" buyuruyor ki: (Gusül abdesti almaya kalkan bir kimseye, üzerindeki kýl adedince [ya'nî pek çok] sevâb verilir. O kadar günahý afv olur. Cennetteki derecesi yükselir. Guslü için ona verilecek sevâb, dünyada bulunan herþeyden daha hayrlý olur. Allahü teâlâ meleklere, bu kuluma bakýnýz! Gece üþenmeden kalkýp, benim emrimi düþünerek, cünüplükten gusül ediyor. Þâhit olunuz ki, bu kulumun günahlarýný afv ve maðfiret eyledim buyurur.) Diðer bir hadîs-i þerîfte, (Kirlenince, çabuk gusül abdesti alýn! Çünkü kirâmen kâtibin melekleri, cünüp gezen kimseden incinir) buyuruldu. Ýmâm-ý Gazâlî "rahmetullahi aleyh" buyurdu ki: "Bir kimse, rü'yâda bana dedi ki, (Bir miktar zaman cünüp kaldým. Þimdi üzerime ateþten gömlek giydirdiler. Hâlâ ateþ içindeyim). Bir hadîs-i þerîfte de, (Resim, köpek ve cünüp kimse bulunan eve rahmet melekleri girmez) buyuruldu. Namaz kýlan ve kýlmayan herkes, bir namaz vaktini cünüp geçirirse, çok acý azâb görecektir. Su ile yýkanmak mümkün olmazsa teyemmüm etmelidir. Cünüp olan kimseler þunlarý yapamaz: 1- Hiç bir namazý kýlamaz. 2- Kur'ân-ý kerîme ve âyetlerine el süremez. 3- Kâ'beyi tavaf edemez. 4- Câmi ve mescidlere giremez. Gusül Abdesti Nasýl Alýnýr? Sünnet üzere gusül abdesti, þöyle alýnýr: 1- Önce, temiz olsalar dahî, iki eli ve avret yerini ve bedeninde necâset (pislik) bulunan yerleri yýkamalýdýr. 2- Sonra, tam bir abdest almalý, yüzünü yýkarken gusle niyyet etmelidir. Ayaklarýn altýnda su toplanmýyorsa, ayaklarý da yýkamalýdýr. 3- Sonra bütün bedene üç defa su dökmelidir. Önce üç defa baþa, sonra sað omuza, sonra sol omuza dökmelidir. Her döküþte o taraf tamam ýslanmalýdýr. Birinci döküþde oðmalýdýr. Gusülde, bir uzva dökülen su, baþka uzuvlara akýtýlýrsa orasý da temizlenir. Çünkü, gusülde bütün beden, bir uzuv sayýlýr. Abdest alýrken bir uzva dökülen su ile baþka uzuv ýslanýrsa, yýkanmýþ sayýlmaz. Gusül tamam olunca, tekrar abdest almak mekrûhtur. Fakat gusül ederken abdesti bozulursa, bir daha almak lâzým olur. Guslün Farzlarý Hanefî mezhebinde guslün farzlarý üçtür: 1- Aðzýn hepsini yýkamaktýr. Aðzýn içinde iðne ucu kadar ýslanmadýk yer kalýrsa, diþlerin üzeri ve diþ çukuru ýslanmazsa gusül olmaz. 2- Burnu yýkamaktýr. Burnundaki kuru kirin altýna ve aðýzdaki çiðnenmiþ ekmeðin altýna su geçmezse, gusül olmaz. Hanbelî mezhebinde, aðzý ve burnu yýkamak, abdest alýrken de, gusülde de farzdýr. Þâfi'î mezhebinde de, gusül ederken niyyet etmek farzdýr. 3- Bedenin her yerini yýkamaktýr. Göbek içini, býyýk, kaþ ve sakalý ve altlarýndaki derileri ve baþtaki saçlarý yýkamak farzdýr. Týrnaklarda, dudak, göz kapaðý veya vücûdun herhangi bir yerinde su geçirmeyen maddeler bulunursa [týrnakda oje bulunursa], gusül abdesti alýnmýþ olmaz. Guslün Sünnetleri 1- Önce elleri yýkamak. 2- Edep yerlerini yýkamak. 3- Bütün bedeni pislikten temizlemek. 4- Gusülden evvel abdest almak, yüzü yýkarken, gusle niyyet etmek. Þâfi'î mezhebinde niyyet etmek farzdýr. 5- Bütün bedeni, üç defa oðarak yýkamak. 6- Bütün vücudu yýkadýktan sonra, iki ayaðýný yýkamak. AÇIKLAMA (Dolgu ve Kaplama Diþi Olanlar): Hanefî mezhebinde, diþlerin arasý ve diþ çukurlarý ýslanmazsa, gusül tamam olmaz. Bunun için, diþ kaplatýnca ve doldurunca, gusül abdesti sahîh olmaz. Ýnsan cenâbetlikten kurtulamaz. Altýn, gümüþ ve necis olmayan baþka maddelerden yapýlan kaplama ve dolgularýn altýna su girmeyince, Hanefî mezhebi âlimlerinin hepsine göre, gusül abdesti câiz olmaz. Tahtâvî, (Merâkýl-felâh) hâþiyesi, doksanaltýncý sahîfesinde ve ayrýca bunun tercemesi olan (Ni'met-i Ýslâm) kitâbýnda þöyle yazýyor: Bir Hanefînin, kendi mezhebine göre yapamadýðý bir iþi yapabilmesi için, Þâfi'î mezhebini taklîd etmesinde bir beis yoktur. (Bahr-ür-râýk) ve (Nehr-ül-fâýk) kitaplarýnda da böyle yazýlýdýr. Fakat, bu iþi yaparken, o mezhebin þartlarýný da yerine getirmesi lâzýmdýr. Harac, meþakkat olmadan ve þartlarýný yapmadan taklîd ederse, buna (müleffik) denir ki, kolaylarý toplayýcý demektir. Bu, câiz deðildir. Kendi mezhebindeki bir farzý yapamayan kimsenin, yalnýz bu farzý yapmasý için baþka mezhebi taklîd etmesi lâzýmdýr. Fakat, bu iþi yaparken, taklîd ettiði mezhebin þartlarýný da yerine getirmelidir. Kaplama ve dolgu yaptýran Hanefî mezhebindeki bir kimsenin, Mâlikî [veyâ Þâfi'î] mezhebini taklîd etmesi için, gusülde, abdest almakta ve namazda niyyet ederken, Ýmâm-ý Mâlike [veyâ Ýmâm-ý Þâfi'îye] tâbi olduðunu hatýrlamasý yetiþir. Ya'nî gusül abdesti almaða baþlarken, (Niyyet ettim gusül abdesti almaða ve Mâlikî [veyâ Þâfiî] mezhebine uymaða) sözünü kalbinden geçiren bir kimsenin, gusül abdesti sahîh olur. Aðzýnda kaplama veya dolgu bulunan Hanefî mezhebindeki bir kimse, böyle niyyet edince, guslü ya'nî boy abdesti sahîh olur. Cünüplükten kurtulur, temiz olur. Mâlikî [veyâ Þâfi'î] mezhebini taklîd edince, abdesti ve namazlarý sahîh olur. Kaplama ve dolgusu olmayanlara da imâm olabilir. Þâfi'î mezhebini taklîd edenin, imâm arkasýnda Fâtiha sûresini okumasý, kendisinin veyâ baþkasýnýn sev'eteynine, ya'nî iki abdest bozma uzuvlarýna eli ayasý ile dokunursa ve nikâh ile almasý harâm olan onsekiz kadýndan baþka kadýnýn derisine derisi deðerse abdest almasý, abdeste niyyet etmiþ olmasý ve az necâsetten de sakýnmasý lâzýmdýr. Kur'ân-ý kerîm tutacaðý zaman da Þâfi'î mezhebine göre abdestli olmasý lâzýmdýr. Hanefî mezhebinde olan bir yolcunun, Þâfi'î mezhebini taklîd ederek, öðle ile ikindi ve akþam ile yatsý namazlarýný takdîm ve tehîr ederek, birlikte kýlabilmesi için, Þâfi'î mezhebine göre abdestli olmasý lâzýmdýr. Kadýnlarýn Hayz ve Nifâs Halleri Onbir türlü gusül abdesti vardýr. Beþi farzdýr. Bunlardan ikisi kadýnýn hayz ve nifâstan kurtulunca gusül abdesti almasýdýr. Ýbni Âbidîn (Menhel-ül-vâridîn) adýndaki eserinde diyor ki: Her müslümân erkeðin ve kadýnýn ilmihâl öðrenmesi farz olduðunu, fýkh âlimleri söz birliði ile bildirdi. Her müslümân kadýnýn hayz ve nifâs bilgilerini öðrenmesi farzdýr. Her müslümân erkeðin evleneceði zaman, hayz ve nifâs bilgilerini öðrenmeleri lâzýmdýr. Evlenince, hanýmýna da öðretmelidir. Hayz, sekiz yaþýný bitirip, dokuz yaþýna basmýþ ve saðlýðý yerinde bir kýzýn veya (âdet zamaný) son dakikasýndan onbeþ gün geçmiþ olan kadýndan gelen ve en az üç gün devam eden kana denir. Beyazdan baþka her renge ve bulanýk olana hayz kaný denir. Bir kýz, hayz görmeye baþlayýnca, erginlik çaðýna girer ve kadýn hükmünde olup, dînin emir ve yasaklarýndan mes'ûl olur. Kan görüldüðü andan, kesildiði güne kadar olan günlerin sayýsýna "Âdet zamaný" denir. Bu zamanýn en azý üç, en fazlasý on gündür. Her kadýnýn kendi âdetinin gün sayýsýný ve saatini bilmesi lâzýmdýr. Sekiz yaþýný temâmlýyan kýza, anasýnýn, anasý yoksa, ninelerinin, ablalarýnýn, hala ve teyzelerinin hayz ve nifâs ilmini bildirmeleri farzdýr. Nifâs, lohusa demektir. Kadýndan, doðumdan sonra gelen kana denir. Bu kanýn en az müddeti yoktur. Kan kesildiði zaman derhal gusül abdesti almalýdýr. En çok zamaný kýrk gündür. Kýrk gün tamam olunca, kan kesilmese de, gusül edip namaza baþlar. Kýrk günden sonra gelen kan, istihâza, (ya'nî özür) olur. Kadýnlarýn nifâs (lohusalýk) günlerini de ezberlemeleri lâzýmdýr. Ýstihâza [özür kaný] , üç günden, ya'nî yetmiþiki saatten beþ dakika bile az olan ve yeni baþlayan için on günden çok süren ve yeni olmayanlardan âdetten çok olup, on günü de aþan ve hâmile, ellibeþ yaþýný geçmiþ (âyise) kadýnlardan, dokuz yaþýndan küçük kýzlardan gelen kanlara denir. Bu kan hastalýk iþâretidir. Uzun zaman akmasý tehlikeli olup, doktora baþvurmak lâzýmdýr. Ýstihâza günlerinde bulunan kadýn, sýk sýk burnu kanayan kimse gibi olup, bu halde namaz kýlabilir ve oruç tutabilir. Hayz ve nifâs halinde iken kadýn, namaz kýlamaz ve oruc tutamaz. Tilâvet ve þükür secdesi yapamaz. Kur'ân-ý kerîme dokunamaz. Câmi ve mescide giremez, Kâ'beyi tavaf edemez. Vatyde bulunamaz. Temizlenince, oruclarýný kazâ eder, namazlarýný kazâ etmez. Kadýnýn hayzýn baþladýðýn& ;#253; kocasýna bildirmesi lâzýmdýr. Peygamberimiz "sallallahü aleyhi ve sellem" (Hayzýn baþladýðýn& ;#253; ve bittiðini kocasýndan saklayan kadýn mel'ûndur) buyurdu. Hayz ve nifâs kesilince, hemen gusül edip yýkanmak farzdýr. Allahü teâlânýn emridir. Hak teâlâ, intikamýný yine kul ile alýr. Bilmiyen (ilm-i ledünnî), aný kul yapdý sanýr. Cümle eþyâ Hâlýkýndýr, kul elîle iþlenir. Emr-i Bârî olmayýnca, sanma bir çöp deprenir! TEYEMMÜM Teyemmüm, toprakla temizlenmek demektir. Abdest almak veya gusül etmek için, su bulunmazsa veya su olduðu halde kullanýlmasý mümkün olmayan durumlarda, temiz toprak, kum, kireç ve taþ gibi toprak cinsinden temiz bir þey ile teyemmüm edilir. Teyemmüm, abdest ve gusül için bir kolaylýktýr. Dînimizde, toprak ile teyemmüm de, su ile temizlenmek gibidir. Dînimiz bir çok kirliliðin toprak ile temizlenebileceðini açýkça bildirmektedir. Teyemmümü gerektiren baþlýca hâller þunlardýr: 1- Abdest ve gusül için temiz su bulamamak (Þehirde her zaman su aramak farzdýr). 2- Su kullanmaya mâni olan hastalýk, su kullanýnca soðuktan ölmek veya hasta olmak tehlikesi bulunmak. 3- Suyun yanýnda düþman veya yýrtýcý, zehirli hayvan bulunmak. 4- Hapiste olup, su kullanmamak. 5- Ölümle tehdit edilmek. 6- Yolcu olup, yanýnda içme suyundan fazla su bulunmamak. 7- Kuyudan su çýkarmak imkâný olmamak. Teyemmümün Farzlarý Teyemmümün farzý üçtür: 1- Niyyet etmek. 2- Ýki elin içini temiz topraða sürüp, yüzün tamamýný mesh etmek. 3- Elleri temiz topraða vurup, önce sað ve sonra sol kolu mesh etmek. Teyemmümün farzý ikidir, diyenler de vardýr. Ýkinci ve üçüncü farzý bir farz olarak söylemektedirler. Ýki þekli de doðrudur. Teyemmümün Sünnetleri: 1- Besmele ile baþlamak. 2- Topraða avucun içini koymak. 3- Avuçlarý toprak üzerinde ileri ve geri çekmek. 4- Avuçta toprak varsa, toprak kalmayýncaya kadar, iki eli, baþ parmaklarý ile birbirine çarpmak. 5- Elleri topraða koyarken parmaklarý açmak. 6- Evvelâ yüzü, sonra sað kolu, sonra sol kolu mesh etmek. 7- Abdest alýr gibi, çabuk yapmak. 8- Kollarda ve yüzde mesh edilmedik yer kalmamak. 9- Teyemmümden önce, umduðu yerde su aramak. 10- Elleri, topraða vurarak, kuvvetle koymak. 11- Kollarý mesh etmek. 12- Parmaklarýn arasýný mesh etmek ve bunu yaparken yüzüðünü oynatmak. Teyemmümde Þunlara Dikkat Etmelidir: 1- Abdestsiz bir kimse talebesine göstermek için, teyemmüm ederse, bununla namaz kýlamaz. 2- Teyemmüm ile namaz kýlabilmek için, yalnýz teyemmüme niyyet etmek yetiþmez. Namaz için de niyyet etmek lâzýmdýr. 3- Bir topraktan birkaç kimse teyemmüm edebilir. Çünkü, teyemmüm edilen toprak ve benzerleri müsta'mel olmaz. Teyemmümden sonra elden, yüzden dökülen toz müsta'meldir. 4- Teyemmüm edilebilecek þey ile, teyemmüm edilemiyecek þey karýþýk ise, yarýdan çok olan hangisi ise onun ismi verilir. 5- Bir teyemmüm ile çeþitli namaz kýlmak câizdir. 6- Müsâfir, iki kilometreden az uzakta su bulunacaðýný alâmetlerle veya akýllý, bâlið ve âdil bir müslümanýn haber vermesi ile, çok zannettiði zaman, her tarafa doðru ikiyüz metre giderek veya birini göndererek aramasý farz olur. Çok zannetmezse, suyu aramasý lâzým olmaz. 7- Bir kimse, suyu sormadan teyemmüm edip, namaza dursa, sonra yanýnda bulunan âdil bir þahýstan, su olduðunu haber alsa, abdest alýp, namazýný iâde eder. 8- Ýki kilometreden uzakta su varken, teyemmüm ile namaz kýlmak câizdir. 9- Eþyasý arasýnda su bulunduðunu unutan kimse, þehirde, köyde deðilse, teyemmüm ile namaz kýlabilir. 10- Suyun bittiðini zanneden kimse, namazdan sonra suyunu görse, teyemmüm ile kýldýðý namazý iâde eder. 11- Müsâfirin, yanýnda bulunanlardan su istemesi vâcibdir. Su vermezlerse, teyemmüm ile kýlar. Arkadaþý suyu, piyasadaki fiyatýna satarsa, fazla parasý olan müsâfirin satýn almasý lâzýmdýr. Sâhibi suyunu gaben-i fâhiþ ile satarsa, teyemmüm ile kýlmasý câizdir. Piyasa fiyatýna alacak fazla parasý yoksa, yine teyemmüm eder. 12- Çölde, yollarda içmek için konulan su varken, teyemmüm edilebilir. 13- Su az ise, cünüb olan kimsenin, hayzlý kadýndan, abdestsizden ve meyitten önce yýkanmasý lâzýmdýr. Suyun sâhibi baþkalarýndan önce yýkanýr. Sâhibleri ayrý ayrý olan sular, bir araya getirilince, önce meyyit yýkanýr. 14- Cünüb bir kimse, teyemmüm ettikten sonra, abdesti bozulsa, cünüb olmaz. Az su varsa, yalnýz abdest alýr. 15- Cünüb kimsenin vücud yüzeyinin yarýdan fazlasý yara veya çiçek, kýzýl gibi ise teyemmüm eder. Derisinin çoðu saðlam ise ve yaralý kýsýmlarý ýslatmadan yýkamasý mümkün ise gusl eder. Yaralý kýsýmlarý ýslatmadan yýkanamazsa yine teyemmüm eder. Teyemmüm Nasýl Yapýlýr? 1- Önce cünüplükten veya abdestsizlikten temizlenmek için niyyet edilir. Teyemmüm ile namaz kýlabilmek için, yalnýz teyemmüme niyyet etmek yetiþmez. Ýbâdet olan bir þeyi, meselâ, cenâze namazý, secde-i tilâvet yapmak için veya abdest için veya gusül için teyemmüm etmeye niyyet lâzýmdýr. Teyemmüme niyyet ederken, abdest ile guslü ayýrmaya lüzum yoktur. Abdest için niyyet etmekle, cünüplükten de temiz olur. Cünüplükten temizlenmeye niyyet edilen teyemmüm ile namaz kýlýnabilir. Abdest için ikinci teyemmüme lüzum yoktur. 2- Ýki kolu dirseklerinden yukarý sývalý olarak, iki elin içini temiz topraða, taþa, toprak veya kireç sývalý duvara sürüp, en az üç parmaðý deðmek üzere, iki avucu ile yüzünü bir kere mesh etmek, ya'nî sýðamak. Eli, yüzünün iðne ucu kadar yerine deðmezse, teyemmüm yapýlmýþ olmaz. Yüzü tam mesh edebilmek için, avuçlar açýk ve dört parmak birbirlerine yapýþýk ve iki elin ikiþer uzun parmaklarýnýn uçlarý birbirlerine deðmiþ olarak, avuç içleri saç kesimine koyup, çeneye doðru yavaþça indirilir. Parmaklar yatay vaziyette alný, göz kapaklarýný, burnun iki yanýný ve dudaklarýn üzerlerini ve çenenin yüz kýsmýný iyice sýðamalýdýr. Bu esnada avuç içleri de yanaklarý sýðar. 3- Ýki avucu tekrar topraða sürüp, birbirine çarparak, tozu topraðý silkeledikten sonra, önce sol elin dört parmaðý içi ile, sað kolun alt yüzünü, parmak ucundan dirseðe doðru saðlayýp sonra, kolun iç yüzünü, sol avuç içi ile, dirsekten avuca kadar sýðamak ve sonra sol baþ parmak içi ile, sað baþ parmak dýþýný sýðamaktýr. Yüzüðü çýkarmak lâzýmdýr. Sonra, yine böyle sað el ile, sol kol sýðanýr. El ayasýný topraða sürmek lâzýmdýr. Topraðýn, tozun elde kalmasý lâzým deðildir. Abdest ve gusül için teyemmüm aynýdýr. Teyemmümü Bozan Þeyler Teyemmümü gerektiren özür hâli ortadan kalkýnca, su bulununca, abdesti ve guslü bozan hallerde, teyemmüm de bozulur. Abdestin, Guslün ve Teyemmümün Faydalarý Ýbâdet maksadýyla yapýlan her iki temizlik, beden saðlýðým&# 253;z için pek çok faydalarý hâsýl etmektedir. Bedenî faydalarýnýn yanýnda, ruh saðlýðý yönünden de faydasý çoktur. Tesbit edilen sayýsýz faydalarýndan bazýlarýný þöyle sýralayabiliriz: 1- Günlük hayatýmýzda, ellerimizin dokunmadýðý yer, kapmadýðý mikrop kalmýyor. Ýþte abdest alýrken, el, yüz ve ayaklarý yýkamak, cilt hastalýklarý ve iltihaplarý için en güzel bir korunmadýr. Mikroplar, parazit bakteriler vücûda hep deri yoluyla dahil olurlar. 2- Solunum sistemimizin bekçiliðini yapan burnu yýkamakla, toz ve mikrop yýðýnlarýn& ;#253;n vücuda girmeleri önlenmiþ olmaktadýr. 3- Yüzün yýkanmasý da cildi kuvvetlendirir, baþtaki aðýrlýð&#2 53; ve yorgunluðu hafifletir. Damarlarý ve sinirleri harekete geçirir. Devamlý abdest alanlar, ihtiyarlasalar bile yüzlerindeki güzelliklerinin gitmemesi bu yüzdendir. 4- Cünüplüðe sebep olan hallerde büyük bir enerji harcanmakta, kalb ve dolaþým hýzý artmakta, solunum hýzlanmaktadýr. Vücûdun aþýrý çalýþmasýyla da yorgunluk, bitkinlik, uyuþukluk ve gevþeklik hissedilmekte, genellikle zihnî faaliyetler oldukça yavaþlamaktadýr. Gusül ile vücut eski zindeliðini kazanýr. Vücûdu belirli aralýklarla devamlý yýkamak, koruyucu hekimlik yönünden fevkalâde önemlidir. 5- Vücûdumuzun normalde bir statik elektrik dengesi vardýr. Vücut saðlýðý bu elektriksel denge ile yakýndan alâkalýdýr. Bu denge, psikolojik gerilimler, iklim þartlarý, giyim eþyalarý, yaþama ve iþyerleri ve bu arada guslü gerektiren hallerle bozulur. Bu elektriksel yük, öfke hâlinde normalin dört katýna, guslü gerektiren hallerde 12 katýna çýkmaktadýr. Günümüzde "Kýzýl ötesi" (Enfra-rouje) ýþýnlarla dýþ derinin özel fotoðraflarý çekilmiþ, bu fotoðraflarda cinsî münasebetten sonra, vücûdun bütün yüzeyinin fazla statik elektrik tabakasýyla örtüldüðü tesbit edilmiþtir. Bu tabaka, derinin oksijen alýþveriþine engel olduðu gibi, cildin renginin bozulmasýna ve çabuk kýrýþmasýna sebep olur. Bu durumdan kurtulmak için vücûdun iðne ucu kadar yer dahi kalmayacak þekilde tamamen yýkanmasý gerekir. Böylece su zerreleri, olumsuz elektrik gerilimini alarak, vücûdu topraklýyor ve yeniden normale döndürüyor. Bu açýdan gusül, týbbî yönden de mutlaka yapýlmasý gereken bir temizliktir. 6- Abdest ve gusül, dolaþým sistemi üzerinde de olumlu etkilerde bulunmaktadýr. Damarlardaki sertleþme ve daralmayý önler. Abdestte mevzi bir uyarýlma vardýr. Lenf sistemi, en önemli merkezlerinden biri olan burun arkasý ve bademcikler yýkanarak uyarýlmaktadýr. Ayrýca boyun ve yanlarýnýn yýkanmasý da, lenf sistemine te'sir eder. Abdest ve gusülle kolaylaþan lenf dolaþýmý sâyesinde, lenfosit denen savaþçý hücreler vücûdu zararlý unsurlardan korurlar ve vücut direncini arttýrýrlar. 7- Su bulunmadýðý zaman toprakla yapýlan teyemmüm de büyük ölçüde vücuttaki statik elektriði yok etmekte, topraklamaktadýr. |
İslam İlmihali
Güsül Abdesti Nasil Alinir?
GUSÜL Kuru hiç bir yer birakmamak üzere bedenin her tarafini yikamaya gusül denir. GUSÜL YAPMAYI GEREKTIREN HALLER 1) Cünüplük hali: a) Erginlik çaginda olan kadin ve erkegin cinsi iliskide bulunmasi, b) Uykuda veya uyanikken kadin ve erkegin üreme organlarindan sehvetle bilinen sivinin gelmesi. 2) Her ay belirli zamanlarda kadinlarda görülen âdet halinin bitmesi, 3) Dogum yapan kadinlarda lohusalik halinin sona ermesi. Bu durumda olanlarin gusül yapmalari farzdir. Bunlar gusül yapmadikça: a) Namaz kilamaz, b) Kur'an okuyamaz, c) Kur'an'a el süremez, d) Kâbe'yi tavaf edemez, e) Bir zorunluluk olmadikça camiye giremez. Ayrica kadinlar, âdet gördükleri günlerde ve lohusalik hallerinde oruç tutamazlar . Gusül yapmayi gerektiren haller olmasa bile cuma ve bayram günlerinde gusletmek, (yani yikanmak) sünnettir. GUSLÜN FARZLARI Guslün farzlari üçtür: 1) Agiza su alip bogaza kadar çalkalamak, 2) Buruna su çekip yikamak, 3) Bütün vücudu (igne ucu kadar kuru yer birakmayarak) yikamak. Farzlarindan baska guslün sünnetleri de vardir. Simdi farzlarini ve sünnetlerini yerine getirerek nasil gusül yapilacagini tarif edelim: GUSÜL NASIL YAPILIR Gusül yapacak olan bir kimse önce besmele okur ve yikanmaya niyet eder. Ellerini bileklere kadar yikadiktan sonra edep yerlerini yikayip temizler. Bundan sonra sag avucu ile agzina üç kere su alir ve her defasinda bogazina kadar agzinin içini iyice çallkalar. Oruçlu ise bogazina su kaçmamasina dikkat eder , sonra sag avucu ile burnuna üç kere su çekip her defasinda sol eli ile sümkürür ve burnunu temizler . Bundan sonra yulkarida anlattigimiz gibi abbest alir. Abdest bitince evvela üç defa basina, daha sonra üç defa sag omuzuna, üç defa da sol omuzuna su dökerek yikanir. Suyu her döküste ellerinin erebildigi yere kadar vücudunu ogusturur. Igne ucu kadar kuru yer birakmamak üzere vücudunun her tarafini üç defa iyice yikar. Yikanirken; Göbek boslugu, kulaklarin iç kivrimlari, küpe delikleri, dis aralari, biyik, saç ve sakal ile bunlarin diplerinin islanmasina özellilkle dilkkat edilir. Gusülde dua okunmaz, üzerinde bir örtü yoksa kibleye dönülmez ve gereksiz yere konusulmaz. Iste farzlarina ve sünnetlerine riayet edilerek yapilan gusül budur . Gusül yapmasi gereken bir kimse, agzina ve burnuna su alip iyice çalkaladiktan sonra akar bir suya, denize veya büyük bir havuza girerek vücudunun her tarafini islatirsa gusül yapmis olur. ÖZÜR SAHIBI OLANLARIN DURUMU Abdesti bozan seyin bir namaz vakti kesilmeden devam etmesine ''Özür'', böyle bir durumda olan kimseye de ''Ozür Sahibi'' denir. Bir hastalik sebebi ile burnundan kan akan veya vücudunun herhangi bir yerinden kan veya baska bir akinti (damla damla idrar gelmesi, cerahat akmasi gibi) gelen kimse, namaz vakti içinde akinti kesilince abdest alir, namazini kilar . Eger akinti namaz vaktinin tamaminda devam eder , abdest alip namaz kilacak kadar bir kesinti olmazsa ''Özür Sahibi'' sayiiir. Bu durumda olan kimse, namaz vakti girdikten sonra akinti devam ederken abdestini alir ve namazini kilar. Devam eden akintinin disinda abdesti bozacak baska bir sey meydana gelmezse bu abdestle vakit içinde istedigi kadar namaz kilabilir .(kaza ve nafile namazlari gibi). Özür sahibinin abdesti namaz vaktinin çikmasi ile bozulur , özür hali devam ettigi sürece her namaz için vakit girdikten sonra tekrar abdest alir. Bu, özür sahiplerine dinimizin gösterdigi bir kolayliktir. |
İslam İlmihali
54 Farz
1- Allah'i daima zikretmek. 2- Helal kazanilmis elbise giymek 3- Abdest almak. 4- Bes vakit namaz kilmak. 5- Cünüplükten gusletmek. 6- Rizk için Allah'a tevekkül (itimad) etmek. 7- Helalden yeyip içmek. 8- Allah'in taksimine kanaat etmek. 9- Tevekkül etmek. 10- Kazaya (yani Allah'in hükmüne) razi olmak. 11- Nimete karsilik sükretmek. 12- Belaya sabretmek. 13- Günahlara tevbe etmek. 14- Ibadetleri ihlas ile yapmak. 15- Seytani düsman bilmek. 16- Kur'an-i delil tanimak. 17- Ölüme hazirlikli olmak. 18- Iyiligi emredip kötülükten alikoymak. 19- Giybet etmemek, kötü seyleri dinlememek. 20- Anaya-babaya iyilik ve itaat etmek. 21- Akrabayi ziyaret etmek. 22- Emanete hiyaret etmemek. 23- Dinin kabul etmiyecegi latifeyi (sakayi) terk etmek. 24- Allah ve Rasulüne itaat etmek. 25- Günahtan kaçinip Allah'a siginmak. 26- Allah için sevmek, Allah için bugz etmek. 27- Her seye ibretle bakmak. 28- Tefekkür etmek. (Cenab-i Hakk'in kudretini, azametini ve insanin yaratilisdaki gayeyi düsünmek) 29- Ilim ögrenmeye çalismak 30- Kötü zandan sakinmak 31- Istihza (alay) etmemek 32- Harama bakmamak 33- Daima dogru olmak 34- Esef ve ferahi, yani simariklik ve azginligi terketmek 35- Sihir yapmamak 36- Ölçü ve terazisini dogru tartmak 37- Allah'in azabindan korkmak 38- Bir günlük nafakasi (yiyecegi-içecegi) olmayana sadaka vermek 39- Allah'in rahmetinden ümid kesmemek 40- Nefsinin kötü arzularina tabi olmamak 41- Içki kullanmamak 42- Allah'a ve mü'minlere su-i zan etmekten sakinmak 43- Zekat vermek ve mali cihatta bulunmak 44- Hayiz (adet) zamanlarinda ve nifas halinde hanimi ile cinsi mukarenette bulunmamak 45- Bütün günahlardan; kötülüklerden kalbini temiz tutmak 46- Yetimin malini haksiz olarak yememek, onlara iyilik etmek 47- Kibirlilik etmemek 48- Livata (erkekle cinsi münasebet) ve zina yapmamak 49- Bes vakit namazi muhafaza etmek 50- Zulm ile halkin malini yememek 51- Allah'a sirk (ortak) kosmamak 52- Riyadan (gösteristen) sakinmak 53- Yalan yere yemin etmemek 54- Verdigi sadakayi basa kakmamak |
İslam İlmihali
32 farz
IMANIN SARTLARI 1- Allah'in varligina ve birligine inanmak. 2- Allah'in meleklerine inanmak. 3- Allah'in kitablarina inanmak. 4- Allah'in peygamberlerine inanmak. 5- Ahiret gününe inanmak. 6- Kadere, hayir ve serrin yaraticisinin Allah (Celle Celâlühû) olduguna inanmak. ISLAMIN SARTLARI 1- Kelime-i sehadet getirmek. 2- Namaz kilmak. 3- Oruç tutmak. 4- Zekat vermek. 5- Haccetmek. ABDESTIN FARZLARI 1- Yüzünü yikamak. 2- Kollarini (dirsekleriyle beraber) yikamak. 3- Basinin dörtte birini meshetmek. 4- Ayaklarini (topuklariyla beraber) yikamak. GUSLÜN FARZLARI 1- Agzina su vermek. 2- Burnuna su vermek. 3- Bütün bedenini yikamak. TEYEMMÜMÜN FARZLARI 1- Niyet. 2- Iki darb ve mesih. NAMAZIN FARZLARI Disinda olanlar: 1- Hadesten taharet 2- Necasetten taharet 3- Setr-i avret 4- Istikbal-i Kible 5- Vakit 6- Niyet Içinde olanlar: 1- Iftitah tekbiri 2- Kiyam 3- Kirâet 4- Rükû 5- Secde 6- Kaide-i ahiret |
İslam İlmihali
Duâ-i Nebevî: Cevşenü’l-Kebir
Cevşen Nedir? Cevşen, Farsça kökenli bir kelime olup, "bir tür zırh, savaş elbisesi" manasına gelmektedir. Terim manası Şii kaynaklarında Ehl-i Beyt tarikiyle Hz. Peygambere isnat edilip, Cevşen-i Kebir ve Cevşen-i Sagir olarak bilinen, metinleri birbirinden farklı iki duâyı ifade eder. Ancak Cevşen-i Kebir daha meşhurdur ve "Cevşen" denilince ilk akla gelen Cevşen-i Kebir'dir. Cevşen-i Kebir Musa el-Kazım-Cafer es-Sadık-Muhammed el-Bakır-Zeynelabidin-Hz. Hüseyin ve Hz. Ali tarikiyle Hz. Peygamber'e isnat edilir. Cevşenü'l-Kebir ismindeki duâ Peygamber Efendimize, Uhud Harbi esnasında Cebrail (a.s) tarafından getirilmiştir. Cebrail Hz. Muhammed'e (s.a.v.): "Üzerindeki zırhı çıkar ve bu duâyı oku. Bu duâyı üzerinde taşır ve okursan zırhtan daha büyük tesiri vardır." demiştir. Peygamber Efendimiz duânın tesirinin sadece kendine mi mahsus, yoksa ümmete de şamil mi olduğunu sorunca, Cebrail (a.s.) şöyle buyurmuştur: "Ya Resulullah, bu duâ Cenab-ı Allah'ın sana ve ümmetine bir hediyesidir. Bunun sevabını Allah'tan başka kimse takdir edemez." (Ahmed Ziyaeddin Efendi, Mecmuatü'l Ahzab, İstanbul 1298 R, s. 231-261.) Cevşen-i Kebir duâsı 100 bölümden oluşur. Her bölümde Allah'ın isim ve sıfatlarıyla tavsif edildiği 10 parça bulunur. Her bölümün sonunda Allah'ın aczden ve şerikten münezzeh olduğunu ifade eden ve cehennem ateşinden Allah'a sığınılan duâ yer alır (Sen bütün kusurlardan, aczden ve şerikten mukaddessin. Senden başka ilah yok ki, bize meded etsin. Aman diliyoruz. Bizi azap ateşinden ve cehennemden halas et!). duânın geneline bakıldığında Allah'ın isim ve sıfatlarının sıkça tekrarlandığı ve Rabb'e onun isimleriyle yönelindiği görülür. İstiaze, yani ateşten ve azaptan Allah'a sığınma da Cevşen'de önemli yer tutar. Cevşen Duâdır Kelime manası zırh olan Cevşen, her şeyden önce bir duâdır. Bu duâ Hz. Peygamberden günümüze kadar ulaşmıştır. Bu özelliği ona, özel bir anlam katar: duâ-i Nebevi. Cevşen'in hangi amaç ve maksatla okunması gerektiği hakkında bazı tespitler yapabilmek için, öncelikle duânın ne manaya geldiği, insanın niçin duâya ihtiyacı olduğu ve insana, "duânız olmasaydı ne ehemmiyetiniz vardı" (Furkan Suresi; 77.) denilmesindeki sırrı belirlemek gerekmektedir. Ayrıca bu duânın sahibi olan Resul-i Ekrem'in (asm.) ubudiyet yönü hakkında bazı noktaların aydınlatılması gerekmektedir. Zira Cevşen, münacaat olması dolayısıyla Resulullah'ın ubudiyet yönüyle daha ziyade alakadardır. Duâyı nedense hep arzu ve isteklerimizin yerine gelmesi için bir "araç" olarak görürüz. Bu kısır bakış açısı Said Nursi'nin "ubudiyetin ruhu" olarak adlandırdığı ve gizli hazine olan bir çok duâdan yeterince istifade edemememizi netice vermektedir. Cevşenü'l-Kebir duâsı da böyle gizli hazinelerden birisidir. Risâle-i Nur müellifi Risâle-i Nur'u, "Kur'ân'dan tereşşuh eden ve bir cihette Cevşen'den feyiz alan ve tevellüd eden" şeklinde tarif ederken, hiç şüphesiz Cevşen'in manevi önemine de dikkat çekmek istemiştir. Genellikle tevhid konusunun işlendiği Risâlelerde Cevşen'den aldığı dersin onun marifetine genişlik kattığını, yani itikadının kuvvetlenmesini sağladığını ifade eder. Kastamonu Lahikası'nda Cevşen'in kâinatı baştan başa nurlandırdığı, zulümat karanlıklarını dağıttığı, gafletleri, tabiatları parça parça ettiği ifade edilir. "Ehl-i dalaletin boğulduğu en son ve en geniş kâinat perdelerinin arkasında envar-ı tevhidi gösteriyor" diye tanımlar Cevşen'i. Risâle-i Nur'un önemli parçalarından birisi olan "Münacaat Risâlesi" şu sözlerle bitirilir: "Kur'ân'dan ve Cevşenü'l-Kebir'den aldığım bu dersimi, bir ibadet-i tefekküriye olarak Rabb-i Rahimimin dergahına arz etmekte kusur etmişsem, kusurumun affı için Kur'ân'ı ve Cevşenü'l-Kebir'i şefaatçi ederek rahmetinden affımı niyaz ediyorum." Said Nursi'nin Cevşen'e neden bu kadar ehemmiyet verdiğini doğrudan işlediği bir Risâlesi yoktur. Ancak kesin olan bir vakıa vardır ki; Said Nursi Cevşen'den azami derecede faydalanmış ve Cevşen, Risâlelerin yazılmasında da faydalanılan bir eser olmuştur. Münacaat adlı eserin son kısmındaki sözler Bediüzzaman'ın tefekküründe Cevşen'in fevkalade önemli bir yere sahip olduğunu ispatlar. Zira münacaat tefekküri bir eserdir ve Bediüzzaman bu eserini Kur'ân'dan ve münacaat-ı nebeviye olan Cevşen'den aldığını söyler. On Beşinci Şua adlı eserinde Cevşen'i, "bin bir esma-i İlâhîyeye sarihan ve işareten bakan ve bir cihette Kur'ân'dan çıkan bir harika münacaat..." şeklinde tarif eder. Risâle-i Nur'u okuyanlar Cevşen meali ile Risâle-i Nur'u karşılaştırırlarsa bazı benzerlikleri fark edeceklerdir. Risâle-i Nur'da ve Cevşenü'l-Kebir'de kullanılan esma-i İlâhîye, acz ve fakr konusundaki yaklaşımlar hep benzer özellik taşır. Bu öyle bir benzerliktir ki, sanki aynı kaynaktan çıkmış gibi bir izlenim verir okuyucuya. Daha doğru bir ifade ile Cevşen'in ve Risâle-i Nur'un Kur'ân'dan faydalanılarak ortaya çıktığı aşikare görülür. Risâle-i Nur'da işlenen konular ile Cevşen'de işlenen konular arasında benzerlik olduğu gibi Risâle-i Nur'un konuyu işleyiş tarzı ile Cevşen'deki Allah'a yöneliş tarzı arasında da benzerlikler vardır. Bu benzerlikler şüphesiz en fazla esma-i İlâhîyenin sıklıkla işlenmesinde görülür. Hem Risâleler'de, hem de Cevşen'de esma-i İlâhîye sanki bir can simidi gibidir. Cevşen de esma-i İlâhîye olmadan düşünülemez, Risâle-i Nur'da. Said Nursi, Cevşen'de Allah'ın çok isimlerle tavsif edilmesini ve çok isimleriyle duâ edilmesini 24. Söz'de şöyle açıklar: "Çok esmaya mazhar ve çok vazifelerle mükellef ve çok düşmanlara müptela olan insan, münacaatında, istiazesinde çok isimleri zikreder. Nasıl ki, nev-i insanın medar-ı fahri ve elhak en hakiki insan-ı kamil olan Muhammed-i Arabi (a.s.m) Cevşenü'l-Kebir namındaki münacaatında bin bir ismiyle duâ ediyor, ateşten istiaze ediyor." Cevşenü'l-Kebir duâsı Hz. Peygamberin marifetullahta erişilmez olduğunun adeta tek başına ispatıdır. duâya bakan birisi eşsiz bir esma-i İlâhîye iklimini farkeder ve ihlas, samimiyet, marifet-i İlâhîye ve tevazuun duâya baştan sona sindiğini hisseder. Said Nursi, bunu şöyle anlatır: "...hem binler duâ ve münacaatlarından Cevşenü'l-Kebir ile, öyle bir marifet-i Rabbaniye ile, öyle bir derecede Rabb'ini tavsif ediyor ki, o zamandan beri gelen ehl-i marifet ve ehl-i velayet, telahuk-u efkarla beraber, ne o mertebe-i marifete ve ne de o derece-i tavsife yetişememeleri gösteriyor ki, duâda dahi onun misli yoktur. Risâle-i Münacaat'ın başında Cevşenü'l-Kebir'in doksan dokuz fıkrasından bir fıkrasının kısacık bir mealinin beyan edildiği yere bakan adam, 'Cevşen'in dahi misli yoktur' diyecektir." İslâm inancında Hz. Peygamberin itikadının en zirvede olması ne kadar kesin bir gerçek ise Hz. Peygamberin duâsının da zirvede olması o kadar gerçektir. Cevşen'le muhatap olunurken bu azim münacaatın ancak marifette, itikadda, cesarette, sabırda, ihlasta, tevazuda eşsiz bir şahsiyete ait olabileceği hemen hisseder. Adeta duânın sınırlarının çizildiği bu duâda baştan sona Esma-i Hüsna ile Allah'a yalvarılarak, insanın fakrı, aczi, iktidarsızlığı göz önüne serilir ve insanın her an inayete muhtaç olduğu kabullenilir. İnsanın teneffüs etmesinin ancak vahdette mümkün olduğu, esbaba takılmanın insanı sürekli rahatsız edeceği itiraf olunur. Duâ Nedir? İslâm inancında duâ ubudiyetin, yani kulluğun ruhudur. Kâinatta sınırlar Allah tarafından çizilmiştir ve insan bu sınırlar içerisinde çevresini, kendisini ve muhatap olduğu yenilikleri anlamlandırmaya uğraşmaktadır. Bu muazzam seyahatinde zaman zaman bunalım geçirebilmekte, kâinattaki her şeyi kendine düşman telakki edebilmektedir. Bazen de tüm kâinat ona dost olur ve kâinatta bulunmaktan dolayı müthiş bir rahatlık hisseder. Bu yolculuğunda tüm kâinata hükmeden ve insanın her türlü ihtiyacını yerine getirebilen bir varlığa ihtiyaç duyar. Bu öyle bir varlıktır ki, büyük küçük diye bir ayrım onun için geçerli olmaz. Böyle bir varlığın mevcudiyeti ve tüm kâinata hükmünün geçtiği, en azından insanın vicdanında hissedebileceği kadar gerçektir. Said Nursi "duâ"yı kâinatın yaratılış sebeplerinden birisi olarak sayar. Buna göre başta nev-i beşer ve onun başında alem-i İslâm ve onun başında Muhammed-i Arabi'nin (a.s.m) muazzam duâsı bir sebeb-i hilkat-i alemdir. Yani Hz. Peygamberin saadet-i ebediyeyi talep etmesi, esmaya mazhar olmayı şiddetle talep etmesi kâinatın yaratılış sebebi olmuştur. duâ, başlı başına bir ibadettir. İnsan duâ ettiği zaman aczini, fakrını derk eder ve bunu Allah'a ilan eder. Bu, bir bakıma istiğfardır. Zira insan hiçbir şeye tek başına malik olamayacağını, her şart altında Allah'ın tevfikine ihtiyacı olduğunu duâ ile haykırır. İslâm inancında duâ ile ifade edilen yalnızca ellerin açılıp Allah'a meramın anlatılması da değildir. Varlıkların sahip olduğu potansiyel, onların bir nevi duâsıdır. Sözgelimi bir tohumun özellikleri onun neşv ü nema bulması için bir duâdır. Yine mevcudatın yaşamak için gerekli şartları—gayr-i şuuri de olsa—talep etmeleri yine duâdır. Şuursuz bir ağacın suya şiddetli ihtiyaç duyması, onun duâsıdır. Bir de zişuurlara mahsus duâ vardır. Bu duâ fiili ve kavli duâ olmak üzere ikiye ayrılır. Fiili duâ kâinattaki şartlara müraat ederek neticeyi Allah'tan beklemeyi ifade eder. Mesela, "çift sürmek fiili bir duâdır. Rızkı topraktan değil, belki toprak hazine-i rahmetin bir kapısıdır ki, rahmetin kapısı olan toprağı saban ile çalar." Sebepleri ihmal etmeden, kişinin üzerine düşen tüm görevleri yerine getirip, neticeyi Allah'tan talep etmesi fiili duâyı ifade eder. Kavli duâ ise insana mahsustur. Kavli duâ insanın aczini, fakrını derk ettiği ve arzu ve isteklerine kendi başına gücünün yetmediğini anlamasını ve Rabb'ine yönelmesini ifade eder. Kavli duâ, bu yönüyle kulluğun itirafıdır ve Allah'ın kudretini kabullenmedir. Bu yönü onu başlı başına ibadet yapmaktadır. Cevşenü'l-Kebir duâsı da bu haykırmaların zirvesidir. Bu duâda baştan sona Esma-i Hüsna ile Allah'a duâ edilmekte, insanın aczi karşısında Allah'ın kudreti ön plana çıkarılmakta, günahlar karşısında Allah'ın rahmet ve şefkati hatırlatılmakta, insanın cehaleti ve olayları anlamlandıramaması vakası karşısında Allah'ın engin ve mutlak ilmi ifade edilmektedir. Aslında Cevşenü'l-Kebir bu yönüyle alışıldık duâ kalıplarını fazlasıyla aşmış ve insan için bir hayat rehberi olmuştur. Daha doğru bir ifadeyle Kur'ân'ın öngördüğü kâinat modelini ve insan gerçeğini Cevşen şerh etmiştir. Cevşen hakkındaki rivayetlerde Cevşen'i okuyan veya üzerinde taşıyan kimseye yangın, sel, deprem gibi afetlerin zarar veremeyeceği ve bu insanların tüm isteklerinin yerine getirileceğini ifade eden inançlara rastlanılır. Ayrıca sevap noktasında Cevşen okuyan kimseye "Bedir şehitleri" kadar sevap verileceği, Cevşen'i kefeninin üzerine yazan kimseye kabir azabının verilmeyeceği ve Cevşen'i okuyan kimsenin 4 semavi kitabı okumuş kadar sevap alacağı ifade edilir. Bu rivayetlerin sahihliğinden şüphe etmemekle beraber buradaki ölçülerin iyi şekilde belirlenmesi ve duânın karşılığında vaad edilen mükafatların ne manaya geldiğinin belirlenmesi gerektiğini düşünüyoruz. Said Nursi, Emirdağ Lahikası adlı eserinde bir talebesi ile bu ve benzeri rivayetlerde bahsedilen vaad ve mükafatların sıhhati hakkında yazılan bir mektubuna yer vermiştir. Söz konusu mektupta, Said Nursi'nin talebesi, pek dindar olmayan insanlarla karşılaşmış ve onlardan bu rivayetlerin akla ve mantığa uymadığına dair bazı sözler duymuştur. Bu rivayetlerde Cevşen okuyana Kur'ân okumak kadar sevap verileceği, göklerdeki büyük melaikelerin duâ sahibini gördükçe kürsülerinden inip, ona pek büyük bir tevazu ile hürmet edeceği ifade edilir. Talebesi bu rivayetler hakkında yapmış olduğu münakaşadan sonra bunların sıhhatinden şüpheye düşmüş ve meseleyi Said Nursi'ye sormuştur. Said Nursi verdiği cevapta, öncelikle Hz. Peygamberin ism-i Azama mazhar olduğunu ve kâinatın en mükemmel meyvesi olduğunu, yani kâinattan beklenilen tüm neticenin Hz. Peygamberde mevcut olduğunu ifade eder. Hz Peygamberin kulluk yönünü anlatmasının nedeni Cevşenü'l-Kebir duâsının Hz. Peygamberin kulluk yönüyle (ubudiyet-i Muhammediye) alakadar olduğu ve Hz. Peygamberin ubudiyetinin mertebesiyle beraber Cevşen'in değerlendirilmesi gerektiğini belirtmek içindir. Cevşenü'l-Kebir, Hz. Peygamberin duâsı olduğu için ve bu duânın Hz. Peygamberin marifetinin, itikadının ve imanının bir görünümü olduğu için söz konusu faziletlerin Hz. Peygamberin kendi okuduğu Cevşen için geçerli olduğunu belirtir. Yani söz konusu faziletler Cevşen'de mevcut olmakla beraber, bu faziletlerin ancak Hz. Peygamberin sahip olduğu marifetle birleşmesi halinde mümkün olduğunu anlatır. Bir başka deyişle söz konusu mükafatlar, Hz. Peygamberin marifetiyle okumuş olduğu Cevşen'e verilir ve bu mükafatlar azami hatlardır. Bu mükafatlardan ümmet mahrum edilmemiştir. Marifet yolu kapalı olmadığı için her Müslüman'ın da o mükafatları alması mümkündür. Said Nursi, söz konusu mükafatların belli şartlar halinde verileceğini belirtir ve yalnız okumanın kafi gelmeyeceğini belirtir. Sadece okuma kafi gelseydi muvazene-i ahkamın bozulacağını söyler ve bunun farzlara ilişeceğini belirtir. Mesela, ibadetlerin sıhhati için mutlaka bulunması gereken "ihlas"a sahip olmayan veya farz ibadetleri yerine getirmeyen bir şahsın, Cevşen okuyarak Kur'ân kadar sevap alması pek mümkün olmasa gerektir. Zira bu, İslâm'da her insanın ifa etmesi gereken farzların karşısında nafile ibadet olarak adlandırılabilecek Cevşen'in farz ibadetin üzerine çıkmasını ifade eder. Bu da İslâmi hükümlerin, yani ahkam-ı şeriatın dengesini bozar. Cevabının ikinci bölümünde Said Nursi, Cevşen hakkındaki rivayetlerin Hz. Peygambere baktığı zaman mübalağadan münezzeh olduğunu belirtir. Ayrıca rivayette bahsedilen faziletlerin Cevşen içerisindeki Esma-i Hüsna'nın hakikatlerine baktığı zaman kesinlikle mübalağa olmadığını, tam tersine o Esma-i Hüsna'nın sözkonusu mükafatlara sebep olabilecek kadar geniş ve esrarlı olduğunu belirtir. Hz. Peygamberin sözkonusu duânın feyzinin ve faziletinin nihayetsizliğini göstermek için ve duâya olan teşviki arttırmak için müphem ve mutlak (sınır altına alınmamış) bıraktığını ifade eder. Sözkonusu rivayetlerin zamanın geçmesiyle kaziye-i mümkine ve mutlakanın (gerçekleşmesi imkan dahilinde olan fakat bazı şartlara ihtiyaç duyan) bilfiil vaki ve külliye telakki edilmesinin yanlış olduğunu anlatır. Yani rivayetlerdeki mükafatların gerçekleşebilmesi için belli başlı şartlara ihtiyaç vardır. Bu asgari şartlar yerine gelmeden söz konusu mükafatların elde edilebilmesi de pek mümkün gözükmemektedir. 20. yüzyıl insanının önemli problemlerinden birisi duâya ve ibadetlere yanlış mana yüklemektir. Maalesef duâ ve ibadetler, dünyevi netice ve manfaat umularak yapılabilmekte, bu da ibadette mutlaka bulunması gereken "ihlas"ı ortadan kaldırabilmektedir. Said Nursi 17. Lem'a'da (13. Nota), duâ ve ibadetlerde önemli noktalara işaret etmektedir: "Ubudiyet, emr-i İlâhîye ve rıza-yı İlâhîye bakar." diyerek başlar konuya. Ubudiyetin asıl sebebinin emr-i İlâhî olduğunu ve bunun neticesinin rıza-yı İlâhîyi kazanmak olacağını söyler. Ayrıca ubudiyetin meyvesinin uhrevi olduğunu belirterek, ibadetlerden dünyevi fayda ummanın yanlışlığını belirtir. Dünyaya ait netice ve faydaların ubudiyetin yapılmasına neden olmaması gerektiğini anlatır. Böyle bir tavrın ibadeti akim bırakacağını belirtir. Bu ince ayrımı fark etmeyenlerin Evrad-ı Kudsiye-i Şah-ı Nakşibendi, Cevşenü'l-Kebir gibi duâları dünyevi maksat gözeterek okuduklarını, bu yüzden bu muazzam duâlardan beklenebilecek olan faydaları göremeyeceklerini belirtir. duâlardan dünyevi fayda ummanın ihlasa ve ubudiyete aykırı olduğunu belirtir. Bunu şöyle ifade eder: "...o faydalar, o evradların illeti (asıl sebebi) olamaz ve ondan, onlar kasten ve bizzat istenilmeyecek. Çünkü onlar fazli bir surette, o halis virde talepsiz terettüp eder. Onları talep etse, ihlası bir derece bozulur. Belki ubudiyetten çıkar ve kıymetten düşer." Zayıf itikadlı insanların bir müşevvik ve müreccihe muhtaç olmasından dolayı bu tür duâları faziletlerini düşünerek okumalarının ise zarar vermeyeceğini söyler. Ancak okuma sırf rıza-yı İlâhî için yapılmalıdır. Bu muazzam hazineden dünyevi menfaat beklemenin hem duânın mana ve ehemmiyetine hem de duânın sahibi olan şeref-i beni Adem'e saygısızlık olacağı unutulmamalıdır. Cevşen'in layık olduğu tarzda okunması da ancak ve ancak çok sağlam bir tahkikle mümkündür. Bir başka deyişle Cevşen'in okunma tarzı ve okunurken hissedilen anlam ve beklenen netice, kişinin tahkik derecesiyle doğru orantılıdır. Bu yüzden tahkik arttığı ölçüde Cevşen'den alınacak feyz ve çıkarılacak anlam da artacaktır. Tersten düşünülürse tahkikin artması için Cevşen'i doğru okumak gerektiği sonucuna ulaşılabilir. Küçük, büyük, yaşlı, genç, dindar ve hatta dinde hassas olmayan birçok insanın bile boynunda gördüğümüz Cevşen'i Türkiye Müslümanlarına Said Nursi tanıtmış ve muazzam duâ-i nebeviyi talebelerine de tavsiye etmiştir. Risâlelerde Cevşen okuyana şu kadar mükafat, şu kadar sevap... verilir tarzında bir metod takip etmemiş Cevşen'in niçin ve nasıl okunması gerektiği hakkında bazı ipuçları vermiştir. Bir bakıma Cevşen sahip olduğu muazzam değerini Risâle-i Nur'un kazandırdığı bakış açısıyla ispatlamıştır. Cevşen'in maddi isteklerin çok çok üstünde manevi değer taşıdığını anlayabilmek için de marifetullahta terakki şarttır. Yoksa hazine gizlenmeye devam edecektir. |
İslam İlmihali
MÜBAREK GÜN VE GECELER
• Cuma Günü • Ramazan ve Kurban Bayramları • Mevlid Kandili • Regaib Gecesi • Mirac Gecesi • Berat Gecesi • Kadir Gecesi Cuma Günü Cuma günü müslümanlar için bir bayram günü demektir. Cuma namazı cemaatle kılınır. Bu sebeple müslümanlar bir araya gelerek birbirleri ile yakından tanışmak ve görüşmek imkânı bulurlar. Her hafta müslümanların böyle bir araya gelmesi aralarındaki dostluğu artırır, birlik ve beraberliği güçlendirir. Cuma, önemli olayların meydana geldiği çok hayırlı ve faziletli bir gündür. Peygamberimiz şöyle buyurmuştur: «Üzerine güneşin doğduğu en hayırlı gün cuma günüdür. Adem (a.s.) o gün yaratılmış, o gün cennete konulmuş ve o gün cennetten çıkarılmıştır.» (5) «Cuma gününde bir saat vardır ki, hangi mü'min o saatte Allah'tan bir dilekte bulunursa Allah onun dileğini kabul eder.» (59) Ramazan ve Kurban Bayramları Yılda iki dini bayramımız vardır: 1– Ramazan bayramı. 2– Kurban bayramı. Bayram sevinç günü demektir. Ramazan ayında oruç tutarak Allah'ın emrini yerine getiren, Kurban Bayramında kurban keserek Allah yolunda fedâkârlık gösteren, bayram namazlarını topluca kılan müslümanlar görevlerini yapmış olmanın sevinç ve mutluluğunu yaşarlar. Bayramlarda anne, baba ve büyükler ziyaret edilir, dargınlar barışır, hısım ve akrabalar arasında karşılıklı hediyeleşmeler dostlukları pekiştirir. Bayramlarda mü'minler birbirleri ile bayramlaşır, uzakta olanlara tebrikler gönderilerek gönülleri alınır. Kabirler ziyaret edilerek ölüler için dua edilir. Kur'an okunarak ve sadaka verilerek ruhları şad edilir. Bayramlar, Allah'ın mü'min kullarına birer ziyafet günleridir. Bu günler, Allah'ın rızasına uygun davranışlarla değerlendirilmelidir. Mevlid Kandili İnsanlığın kurtuluşu için gönderilen son ve en büyük peygamber, bizim Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s.) 571 yılında Kameri aylardan Rebiü'l-evvel ayının 12. gecesi doğmuştur. Bu mübarek geceye "Mevlid Kandili" denir. O'nun doğduğu çağda dünyanın her tarafında cehalet, zulüm ve ahlâksızlık almış yürümüş, Allah inancı unutulmuş, insanlık korkunç ve karanlık bir duruma düşmüş, dünya yaşanmaz hale gelmişti. Sevgili Peygamberimizin tebliğ ettiği İslâm dini ile dünya aydınlandı, tek Allah inancı ile kalpler nurlandı. Eşitlik, adalet ve kardeşlik geldi. O'na inanan toplumlar gerçek huzura kavuştu. O'nun doğduğu gece, insanlığın kurtuluşu için çok hayırlı ve mübarek bir başlangıçtır. Bu gece, müslümanlar arasında yüzyılllardan beri büyük bir coşku ile kutlanmakta, Sevgili Peygamberimiz derin bir saygı ile anılmaktadır. Büyük Türk Alimi Süleyman Çelebi tarafından yazılan ve asıl adı "Vesiletün'necat" olan mevlid kitabı O'nun doğumunu, üstünlüğünü ve mucizelerini en güzel bir şekilde dile getiren değerli bir eserdir. Peygamberimizin doğum yıldönümlerinde okunan mevlidleri saygı ile dinlemek, O'nun mübarek ruhuna salât ve selâm okumak hiç şüphesiz büyük milletimizin Sevgili Peygamberimize olan engin sevgi ve bağlılığının bir ifadesidir. Bununla beraber, O'nun ahlâk ve fazilet dolu hayatını öğrenmek ve kendimize örnek almak başta gelen görevlerimizdendir. Asıl o zaman O'nun sevgisini ve hoşnutluğunu kazanmış oluruz. Regaib Gecesi Üç aylar diye bilinen Recep, Şaban ve Ramazan ayları manevi bakımdan diğer aylardan daha üstün ve daha bereketlidir. Recep ayı gelince Peygamberimiz şöyle dua ederdi: «Allah'ım bize Receb ve Şabanı mübarek eyle ve bizi Ramazana ulaştır.» (60) Recep ayının ilk cuma gecesi "Regaib Gecesi" dir. Bu gece, Allah'ın rahmet ve bağışlamasının bol olduğu, duaların kabul edildiği mübarek bir gecedir. Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur: «Beş gece vardır ki, onlarda yapılan dualar geri çevrilmez (yâni kabul edilir). Bunlar: – Recebin ilk cuma gecesi, – Şabanın onbeşinci gecesi, – Cuma geceleri, – Ramazan bayramı gecesi, – Kurban bayramı gecesi'dir.» (61) Mi'rac Gecesi Allah,'ın dâveti üzerine Sevgili Peygamberimiz bir gece Mekke'deki Mescid-i Haramdan Kudüs'teki Mescid-i Aksa'ya ***ürülmüş, oradan Cebrâil ile birlikte bütün gökleri aşarak "Sidretül'münteha" denilen makama yükselmiştir. Peygamberimiz (s.a.s.) buradan daha ileriye gitmiş ve vasıtasız olarak Yüce Allah ile görüşmüştür. Bu mukaddes yolculuğun Mekke'den Kudüs'e kadar olan bölümüne İsra, Kudüs'ten itibaren devam eden bölümüne de Mi'rac denir. Peygamberimiz, beş vakit namazı ümmetine Mirac hediyesi olarak getirmiştir. Mirac olayı Peygamberimizin en büyük mucizelerinden biridir. Hicretten bir buçuk yıl önce Receb ayının 27. gecesinde meydana gelmiştir. Berat Gecesi Şaban ayının onbeşinci gecesi "Berat Gecesi"dir. Borçtan, suç ve cezadan kurtulmak anlamını taşıyan Berat, günahlardan kurtuluş gecesi demektir. Bu gece yüce Allah'ın, kendisine yönelip af dileyen mü'minleri bağışlayarak kurtuluş beratı verdiği bir gecedir. Bu geceyi şuurlu bir halde geçirerek dileklerimizi Allah'a sunmamızı isteyen Sevgili Peygamberimiz şöyle buyuruyor: «Şaban ayının onbeşinci gecesi olduğu zaman, o geceyi ibadetle geçirin, gündüzünü de oruç tutunuz. Çünkü, Allah Teâlâ, o gece güneş doğuncaya kadar, dünyaya rahmetle tecelli ederek şöyle buyurur: – Yok mudur bağışlanmak isteyen, bağışlayayım? – Yok mudur rızık isteyen,rızıklandırayım? – Yok mudur dert ve musibete yakalanan, şifa vereyim? – Daha ne gibi dilekleri olan varsa istesinler vereyim.» (62) Öyle ise Rabbimizin müjdesine kulak vererek bizlere tanınan bu fırsatlardan yararlanmalıyız. Kadir Gecesi Ramazan ayının 27. gecesi "Kadir Gecesi"dir. İnsanlara dünyada ve ahirette mutlu olmanın yollarını gösteren dinimizin kutsal kitabı Kur'an-ı Kerim Peygamberimize Ramazan ayı içinde Kadir Gecesinde inmeye başlamış, Hz. Muhammed (s.a.s.)'e peygamberlik görevi bu gecede verilmiş ve İslâm güneşi bu gecede doğmuştur. İşte bu önemli olaylar Kadir Gecesine büyük bir şeref vermiş, üstün bir değer kazandırmıştır. Kadir gecesinin bin aydan daha haylırlı olduğu Kur'an-ı Kerim'de açıkça bildirilmiştir. Sevgili Peygamberimiz de bu gecenin fazileti hakkında şöyle buyurmuştur: «Kim ki, faziletine inanarak ve mükâfatını Allah'tan bekleyerek Kadir Gecesini ibadetle geçirirse geçmiş günahları bağışlanır.» (63) Kadir Gecesi biz mü'minlere Allah Teâlanın büyük bir lütfu ve sonsuz rahmetinin eseridir. Bu geceyi Allah rızası için namaz kılarak, Kur'an okuyarak ve dûa ederek en iyi bir şekilde değerlendirmeliyiz. Hz. Aişe bir gün Peygamberimize: –«Ya Rasûlellah: Kadir Gecesine rastlarsam nasıl dua edeyim?» diye sordu. Peygamberimiz şöyle buyurdu: –«De ki: Ya Rab; sen çok affedicisin, affetmeyi seversin, beni afffet.» (64) Sevgili Peygamberimizin öğrettiği bu duayı, biz de Kadir Gecesinde tekrar edelim. Kandil gecelerini; Allah rızası için namaz kılmak, Kur'an okumak, Peygamberimize salât ve selâm okumak, günahlarımızın bağışlanması için Allah'tan af dilemek, dünya ve ahirete ait dileklerimiz için dua etmek ve yapacağımız yardımlarla yoksulları sevindirmek suretiyle değerlendirmeliyiz. kaynak www.dinvekitap.com |
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.