![]() |
Ismail Ataoglu
BİR GÖÇ HİKAYESİ
Oysa kısa bir süre sonra hayatımın, hayal bile etmediğim olaylarla karşı karşıya olduğunu ve nasıl değişeceğini bilemezdim. Her şey 11 Eylül günü başladı. New York' daki Ticaret Merkezi ' nin (ikiz kulelerin) Usema Bin Ladin tarafından intihar saldırılarıyla vurulması sonucunda bir çok insanın hayatı Amerika 'da kabusa döndü. Vizeler verilmiyordu. İnsanlar sınır dışı ediliyordu. Kaçak avı başlamıştı. Herkes de psikolojik bir korku vardı. Ben de ise, bütün bunların bin katı. Ne talihsizlik 3 gün sonra gidip almam gereken vize uzatma işine bile korkudan gidip uzattıramamıştım. Çünkü, gidenlerin hemen polis tarafından alınıp sınır dışı edildiğini duyuyorduk. Korkuyordum ve kaçak durumundaydım. Bir çıkış yolu bulmak zorundaydım. Geri dönmek istemiyordum. Yeni gelmiştim ve hayallerim vardı. Herşey yolunda giderken bütün bunlar haksızlıktı. Useme Bin Ladin herhalde kapıda kendisini sevmediğimi duymuştu ve benden intikam alıyordu. Aptalca ve komik olan düşünceler içersinde yakınlarını kaybeden insanların çığlıkları yanı başımda beni korkutuyordu! Tam bu sırada geldi Kanada gündeme. Ya bavulumu elime alıp oturma izni için kapılarına dayanacaktım (vize verirler mi, vermezler mi bilmiyorum) yada herkesin dilinde olanı deneyecektim. Ben ikinci yolu seçtim. Amerika neymiş..., gerçek hikaye şimdi başlıyordu. Bavullar toplandı, yollara düşüldü. Amerika hayatım 9 ay olmadan bitivermişti. Buffalo ' ya gelişim, Kanada ' ya iltica edişim ..., O dönem, O günler . Yolda geçen süre . Buffalo' da geçen süre. .. Gerçekten benim için çok önemli. İkinci kez bilmediğim bir gezegene ve bilmediğim kelimeler içersinde kaderimi değiştirmeye gidiyordum. Bu sefer kaderime ortak olanlar vardı. İlk çıkış benim fikrimdi ama ikinci macera da bana çıkış yolu bulmaya çalışanlar vardı. Ne olacaktı yani ! Sadece 6 - 8 ay sürecek bir ayrılıktan ve ben Kanada göçmeni olduktan sonra tekrar bir araya gelecektik. "Washington ' dan yola çıktık. New York 'a doğru yol alıyoruz. Artık, dediğim gibi Amerika ' da kaldığım sürede olaylardan uzaklaşmışım. Tanıdık insanlar, arkadaşlar. .. Düşünmüyorsunuz artık bundan sonra ne olacak. Fakat hareket ettiğinizde, yola çıktığınızda bir kere daha bir şeyin farkına varıyorsunuz. Artık tamam! Son noktaya geliyorsunuz , yani bunun kaçarı, döneri yok, bu son nokta... Ben, son yolculuğa çıkıyorum Kanada ' ya doğru. Gerçek bir bilinmeze doğru! Şimdi, tabii biz New York 'a yaklaştığımızda, 'gerçi yola çıktığımızda Washington ' da çok güzel bir hava vardı ' ama , New York 'a doğru buz gibi soğudu. Ben yine üşümeye başladım. Hava mı soğuktu yoksa ben mi çok üşüyordum yoksa psikolojikmiydi, hala anlamış değilim. Arabanın içinde bile üşüyordum. Ve, yanımdakiler yüzümdeki o endişeyi, korkuyu, sessizliğimden, daha doğrusu sanki gitmek istemediğimi anladılar. "Korkuyormusun, istersen geri dönebilirsin" dediler. Korkuyordum! Dönmek istiyordum. Dönemezdim... Geri dönemezdim. Yani, ne kadar, şimdi vermiş olduğum kararlar vardı. Bu kararları uygulamak zorundaydım. Artık, herşeyi arkada bırakmışım. Ailem, dostlarım, geçmişim, arkada bırakmışım. Bir koca yaşamı arkada bırakmışım. İyisiyle, kötüsüyle... Ve öyle bir toplumdan çıkıp gelmişsiniz ki ; bizde bir laf vardır, "Ata binmek bir ayıp, inmek iki ayıp" Şimdi ben bu ata binmiştim ve inemezdim. İnersem zaten 'o' yok... yani , belki aklımın bir köşesinden geçmiştir ama yapamazdım. Gezdiğim, geçtiğim yerlere bakıyordum. Diyorum ya, ' insanın hayatı bir filim şeridi gibi geçer ya, ' benimki de öyle oldu. Yine yabancı bir yer, ne yapacaksınız, neler olacak, kimseyi tanımıyorsunuz, tanıdığınız bir aile yok, binlerce düşünce beynimde yeniden uçuşmaya başlamıştı. Böyle düşünceler içersinde 12 saatlik bir zaman diliminde New York 'a ulaştık. New York ' la Buffola arasındaki zaman dilimini de hatırlamıyorum. Ya gerçekten uyudum, yada daldığım düşüncelerden dolayı ben öyle hissettim. Buffalo ' da diz boyu kar. " Aman allahım" Türkiye' de bile kar yağar ama ben çocukluğumdan beri böyle kar görmedim. İstanbul ' a kar yağardı ama çabucak kalkardı. Sadece izini görürdük. Burada inanılmaz kar var. Vivala Kasada ' nın sokağına girdik. (Tam nasıl yazılıyor bilmiyorum, sadece söylendiği gibi yazılmıştır.) Bana, Kilise ' yi işaret ettiler. Sonrasında çokça duyacağım 'o' gizemli kelimeleri ezberlettiler bana. Arabadan indim. İnanılmaz yine bir üşüme, soğuk bacaklarımı bıçak gibi kesiyor. Ve bavulumu kar yığını içersinde çekiştire, çekiştire gidiyorum...,yani gidiyorum, ayaklarım gidiyor ama kafam, kafam diyor ki ; kafam yerinde yok ki. Diyorum ya, sanki bir boşlukta kendimi seyrediyorum ve yürüyorum, ama arkadan kendimi görüyorum, nasıl bavul çekiştirdiğimi, nasıl yolda durduğumu, o korkuyu, o endişeyi, o, ooo..., inanılmaz karmaşıklığı, durmak istiyorum, gitmek mi istiyorum, geri mi dönmek istiyorum, bunu bile bilmiyorum. Kilisenin kapısında öylece durdum. Kiliseye baktım. Geri bakmıyorum. baksam bavulumu bile almadan kaçacağım. Galiba, kırmızı bir kapısı vardı kilisenin. Ve Buffalo ' nun kenar mahallelerinde bir kiliseydi. Çoğunlukla zencilerin yaşadığı. Gireceksin dedim kendi kendime. Girmek zorundasın dedim sesli sesli. İnsanlar senin hayallerinin peşine nerelerden nerelere gelmiş dönemezsin dedim. Ve içeri girdim. Küçük bir salon giriş. Koltuklar var, insanlar oturuyor. Kapıdan girerken, biri kapıyı açtı bana, çok sıcak gelmişti bana. "Ay ne kadar iyiler,görüyormusun hemen kapıyı açtılar falan gibisi " içimi sıcak bir ümit kaplamıştı. Belkide o an bunlara ihtiyacım vardı. O ' na yapıştım. O ümide. O sıcaklığa yapıştım. İçeri girdim. Ondan sonra, ordaki masaya doğru ilerledim, orada ; masada yaşlı bir adam oturuyordu. O ' na 'Sığınmacı olduğumu ve Kanada'ya gitmek istediğimi söyledim. ' Bana baktı ve adımı sordu . "Yanında herhangi bir evrak var mı ?" dedi. Kanada kapısına kadar kimseye bir evrağımı vermememi tembih etmişlerdi. "Yok" dedim. "Kalacak yerin var mı ?" dedi. Onada, "Yok" dedim. Ondan sonra genç bir çocuğu çağırdı ve bana yerimi göstermesini söyledi. Bana dönerek, "Burada yapman gerekli işler var , bunlar sana yarın söylenecek" dedi. Merdivenlerden yukarı çıktık. Bana alt katlardaki ranzaların boş olmadığını, ikinci katta cam kenarında bir yer olduğunu söylediler. Beni ranzanın yanına getirip bıraktı genç çocuk. Öylece, hiç bir şey söylemeden bırakıp gitti. Hoş ne söyleyecekti ya! Bir sürü ranzanın olduğu büyük bir odaydı. Büyük ihtimalle daha önce burası bir sınıftı. Kara tahta filan vardı, onları gördüm. Çoluk çocuk kadınların kaldığı bir odaydı. Kalabalık ve bir çok insan... 20 kişiden fazla kişiyle birlikte aynı odadaydık. Eşyalar, bavullar, ertesi gün ' sanırım ' gidecek olanlar , sevinçle bavullarını hazırlıyorlardı. Onların sevincini, onları görebiliyordum. Bana da sıra gelecekti! Şöyle dışarı baktığımda arabadan indiğim köşeyi gördüm. Araba yoktu. Zaten demişlerdi. Karar senin ya gideceksin ya döneceksin..., içeri girdiğin an beş dakika bekleriz. Sonrasında yolun açık olsun, allah yardımcın olsun! Alabildiğine kar vardı. Lapa lapa kar yağıyordu. Sokak lambaları sokakları aydınlatmıştı. Işığın altında kar taneleri yıldız gibi parlıyordu. Bütün bunlar bana yabancı gelmiyordu sanki! Gerçek, o sokak, bana, yani ne bileyim işte. Boşluğa bakıyormuşum gibi, başka bir hayatın içinde kendimi izliyordum. .., bilmiyorum, hala bilmiyorum... Öylece yatağıma yerleştim. " Welcome to America " dedi. Bunu duyduğum zaman kulaklarıma inanamadım. Öylece kadının suratına bakakaldım. Zaten.., Ne dedim , ben hatırlamıyorum..., ne dedim ben ? Ama onun , " Yes" dediğini hatırlıyorum. Giriş vizem basıldı. Ondan sonra bana uzaktaki kontrol noktasını gösterdi. "Oradan geçeceksin " dedi. Bavulumu elime tutuşturdu. Teşekkür kelimeleri mırıldanarak son kontrol noktasına doğru yürüdüm. Sevinmekle sevinmemek arasında, bir yarım saat 'belki de bana öyle geliyordu ' sorgulandığım son çıkış noktasındaydım artık. Allahtan bunaltıcı değildi. Yine, birazda... belkide aklıma gelen ilk şeyi söyledim. Bütün bunları, Usema Bin Ladin yüzünden olduğunu, insanları bu kadar kontrol etmelerinin sebebinin bu olduğunu anlatmaya başladım. Bunun ne gereği vardı ama, dedim ya aklıma gelen bir şeyleri bildiğim kadarıyla konuşuyordum. Bana 'ondan hoşlanıp hoşlanmadığımı ' sordu. " Hayır " dedim. Çünkü öyle demem gerekliydi. Yani, zaten doğrusuda buydu. Hoşlanmıyordum 'O' adamdan. Kel alaka, bana neyse, bilmem. Saçmalıyorum işte macera peşinde. O ara bir tane daha guvenlik polisi geldi. Sohbet ettiğim, (ah... bu arada yine bavulum didik ediliyor) polis memuru ' Benim Amerika'ya geçmek istediğimi ' söyledi. Gelen memur , "Nerden geliyorsunuz?" dedi. "Istanbul'dan" dedim. "Bodrum'a hiç gittiniz mi?" dedi. " Hayır" dedim. "Ben gittim çok güzeldi" dedi. Dönüp, bavulumu didik eden polis memuruna ; "Neden olmasın ki, niye girmesin, girebilir" dedi. Yazılı ve sözlü giriş vizelerimi aldıktan sonra Amerika ' ya girdim. Sam Amca ' nın ülkesine. Yorgun savaşcı gibiydim. Soğuk, uykusuzluk, birsürü zırvalık, ağzımdaki sakinleştiricilerin acısı, açlık ve susuzluk başımı döndürüyordu. Sonrası mı ? Buluşmalar, ağlaşmalar, saatler süren yolculuk ve mücadelenin bir çırpıda anlatılışı, yabancı bir ülke, insanlar, araçlar, uçaklar, binalar vs, vs... Washington günlerim güzel başladı. Bir kaç gün dinlendikten sonra, yanında kaldığım ailenin iş yerinde çalışmaya başladım. Hem dilimi ilerletmek, hemde buradaki yaşama alışmaya başlamak açısından benim için iyi olacaktı. En iyi bildiğim kaş almaktı ve ben burada bu işle başladım. Bahşişleri nerdeyse maaşım kadardı. Çok eğleniyordum ve güvendeydim. Mutluydum, özlemden başka sıkıntım yoktu. Zaman zaman, Türk ailelerinin çocuklarına türkçe dersler veriyordum. Tek sorunum, vize sürelerim olacaktı ve bunda kısa bir süre için sorun yaşanmıyacağı söyleniyordu. Ama umurumda değildi. Şimdilik içerdeydim ve bunu en iyi şekilde değerlendirmem gerekiyordu. Hayallerime kavuşmuştum. Günler su gibi birbirini kovalıyordu. İlkbahar çabucak yaza döndü. Artık kendi başıma yaşayabileceğim kadar para biriktirmeye ve ingilizcemi geliştirmeye başlamıştım. Vizemi yabancılar şubesinde uzatmaya bir arkadaş ile birlikte gittik. Eylül ' ün 15 ine kadar süre aldım. Çok da kolay oldu. Buna çok sevinmiştim. Eğer bir yıllık bir vize daha alabilirsem kendime ev tutacaktım ve göçmenlik için başvuracaktım. Umutlarım gerçekten yeşeriyordu. Ailemle sık sık görüşüyordum telefonla. Endişeleri artık güvene ve sevince dönmüştü. Benimkiler de... İSMAİL ATAOĞLU VELİ KARABACAK MEHMET ALİ AKTAŞ 10/D T.M. CUMHURİYET LİSESİ |
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.