ForumSinsi - 2006 Yılından Beri

ForumSinsi - 2006 Yılından Beri (http://forumsinsi.com/index.php)
-   Psikoloji / Sosyoloji / Felsefe (http://forumsinsi.com/forumdisplay.php?f=595)
-   -   Hümanizm (humanisme) (http://forumsinsi.com/showthread.php?t=110905)

Şengül Şirin 09-08-2010 08:35 PM

Hümanizm (humanisme)
 
HÜMANİZM a. (fr humanisme).

1. insanı ve insansal değerleri bütün öteki değerlerden üstün gören felsefe anlayışı.

—2. Özellikle XVI. yy. Avrupası'nda gelişen ve yöntemleriyle felsefesini antik metinlerin incelenmesinden alan düşünsel akım. (Bk. ansikl. böl. Ed.)


—ansikl. Ed. Ortaçağ'ı izleyen ve değişik olarak tarihlendirilen dönem (italya için XV. yy., Fransa, ispanya ve Portekiz için XVI. yy.), özelliğini yeni bir felsefi antropolojinin kurulmasına ve eski yunan-latin kaynaklarına dönülmesine borçlu olduğu için, hümanizm ve rönesans terimlerini birbirinden ayrı düşünmek olanaksızdır. Bu antropolojiyi ve bu kaynaklara dönüşü bir araya getiren edebiyat, birbirini tamamlayan birtakım dini, tarihi ve ideolojik verilerin etkisindedir: Reform ve Karşı Reform, büyük seferler ve Amerika'nın bulunması, matbaanın keşfi ve XV. yy.'ın sonundan başlayarak, özellikle Floransa, Milano ve Roma'da, hükümdar aileleriyle papaların düşün ve sanat araştırmasını destekledikleri ve yazarı hemen hemen bir danışman durumuna getirdikleri italya'da olduğu gibi, yazarla kent ve iktidar arasında kurulan yeni ilişki.

Eskiler'e dönmekle, Rönesansçılar, Lut-her'in dinsel felsefesinde örnek işlevi gören birey'in, tarihsel olarak ortaya çıkışını düşünmeyi ve dile getirmeyi olanaklı kılan kavramsal ve edebi biçimlere kavuşmuşlardı. Destan ve trajedi gibi eski büyük türlerin benimsenmesi, hem türler hiyerarşisinde toplum hiyerarşisinin yansımasına, hem hıristiyanlığın yayılmasına, hem de ulusal gerçeklerin anlaşılmasına dayanan yeni bir tarih anlayışının doğmasına yol açtı. Ayrıca, Eskiler'e tanınan öncelik, çelişkili bir biçimde, ana dilde bir edebiyatı da engellemedi; çünkü her şeyden önce bu eski metinlerin açık ve seçik bir biçimde anlaşılması gerekiyordu. Örtaçağ'da yapılan eklemelerden arındırılmış bir metnin ortaya konmasından sonra yapılan Kutsal Kitap çevirileri sayesinde, yerel diller daha geniş bir alana yayıldı ve büyük bir saygınlık kazandı, italya' da gerçekleşen hümanizm ve rönesans kaynaşması bu özelliğini, Micolaj Rey ve Jan Kochanowski'yle Polonya'ya, Bâlint Balassi'yle de Macaristan'a kadar her yerde korudu.

Yeni bir antropoloji olarak hümanizmin ilk belirtilerine, hayatı bir değer olarak ve insanı kendi kendiyle doğrudan ilişki içinde ele alan Petrarca ve Boccaccio'da rastlarız. insana tanınan bu özerklik, dinseli ve evrenseli hiçe saymak anlamına gelmez: gerçek amacı, insanoğlunu evrenin merkezine yerleştirmek, insan ruhuna evrensel ile geçici arasında bir bağlantı niteliği kazandırmak ve yeryüzünü ruhun bir uygulama alanı olarak görmektir; bunun böyle bir olduğunu gösteren en iyi kanıt, Manetti'nin De dignitate et excellentia ho-minis (insanoğlunun saygınlığı ve üstünlüğü) ve Pico della lylirandola'nın Oratio de hominis dignitate (insan saygınlığı üzerine konuşma) adlı kitaplarıdır.

Bu tutumun değişik bir biçimini, her türlü kozmolojik ilişkiden arınmış olarak insanoğlunun kendi kendini tanımasını savunan Erasmus ve Montaigne'de görürüz: önemli olan tek şey yaşamın içeriği ve kişinin kendi ayrıcalığı içinde ele alınmasıdır. Bu indirgemeyi yapabilmek için, her şeyden önce insanoğlunun evrendeki yerini saptamak zorunludur. Ficino'nun ve Pico della Mi-randola'nın yeniplatonculuğunda, insanoğlunun yer üstünde ve öteki dünyada kaderini saptayacak olan şey aşktır. Böylece bütün rönesans şiirini ve hayalgücünü besleyen ana fikir ortaya çıkmış olur: kü-çükevrenle büyükevren arasındaki bozulmaz birlik. Bu görüşü dine karşı bir görüş saymak doğru olmaz; nitekim Luther' de, bu iki evren arasındaki bağlantı, insandan hareketle, insanla Tanrı arasında bir bağlantıya dönüşür.

Bu şekliyle ele alınınca hümanizm, edebiyatın, edebiyata karşı olan papaz ve laiklere kendini kabul ettirmesini sağlayan bir dayanaktır. Boccaccio, daha XIV. yy.'ın ilk yarısında, De genealogiis deorum gen-tilium'da (Tanrı ailelerinin soykütüğü) [1350-1360], şiirle dinin birbirini tamamladıklarını ileri sürmüş ve Kutsal Kitap'ın şiirselliği üzerinde durmuştu. Boccaccio' nun edebiyatı savunmak için Kutsal Kitap'ın şiirselliğini kanıt olarak göstermesiyle birlikte, dindışı yazarlar, dolaylı bir biçimde saygınlık kazanıyor ve yaratıcılık niteliğine kavuştukları için de, konularını diledikleri biçimde seçme olanağına kavuşuyorlardı. Böylece, rönesans şiirinin ana çizgisi de belirginlik kazanmış oldu: insanoğlunun beslendiği bütün mitler arasında bir akrabalık kuruluyor, din ve dindışı konular birbiriyle kaynaşabiliyordu.

Edebiyat, zorunlu olarak, bu mitlerle, alegorilerle besleniyor, bir yandan dili dener, evrendeki uyumu çizer, insana kendi olmanın gururunu duyururken, bir yandan da mistik bir boyut kazanarak tarihe ve hükümdarların soykütüğüne yöneliyor, destan ile nazım sanatının karmaşıklığı arasında kendine değişik yollar arıyor, XVI. yy.'ın sonunda ağırlık kazanmaya başlayacak olan barok sanatın İlk belirtilerini olgunlaştırı-yordu. Yaratmanın bu karmaşıklığı, yaratıcının ne yaptığını açık seçik olarak görmesine de engel değildi. Ö zamanın yazarı yeni bir çağa girdiğini biliyordu. Bu çağın gereğiyse, her türlü tarihi karmaşadan, belirsizlikten kurtulmak, filoloji çalışmalarına hız vererek eski yunanlı ve latin şairlerin sanatını incelemek ve Aristoteles'i yunancasından okumaktı: Minturno ve Scaliger'in incelemeleri, birbirlerinden kesin çizgilerle ayrılması gereken türler arasındaki hiyerarşiyi ve mimesis kavramını açıklığa kavuşturmuştu.

Ariosto, Tasso, Camöes ve Ronsard'ın en yetkin örneklerini verdikleri destan türü, Antikçağ'a bağlılığın kaypak bir anlam taşıdığını gösteriyordu: gerçekten de, destanın halka dönük olması, hem destana özgü yücelikle uyuşmuyor, hem de biçimsel birliği yok ediyordu. Ortaçağ'dan kurtulmanın ölçüsü, gene de, klasik edebiyattı. Pastoral türü, Poliziano Sannazzaro, Tasso ve Giovanni Battista Guarini ile yenilendi ve od, eleji, sone tekrar gündeme geldi. Mi-chelangelo Buonarroti'den Ronsard'a kadar yayılan alegorik şiir merakının yanı sıra, şairler nazım sanatına da büyük bir önem verdiler.


Biçimsel araştırmalarda ve esin kaynağında yenileşme kaygısı, Fransa'da Pléiade okuluyla, ispanya'da Gar-cilaso de la Vega, Cristóbal de Castillejo ve Luis de León'da en yetkin ürünlerini verdi. Portekiz'de Camöes, ulusal bir destan olan Os Lusı'adas't, Montemayor da, düzyazı bir pastoral olan Diana'yı yazdı, Góngora ise, biçimsel yeniliği anlamın kaybolduğu sınırlara kadar götürdü. Birey ile evren arasındaki değişik bağıntılardan doğan ve alegoricilik, dayanaksız bir oyun değil, birtakım nesnel veriler arasındaki ilintilerin kısıtlı bir biçimde yeniden düzenlenmesiydi. ingiltere'de edebi yeniliğin en iyi örneklerini Edmund Spenser verdi ve XVI. yy.'ın sonunda Sidney, Marlowe, Drayton, Shakespeare, Chapman ve Donne ile bu yenileşme son biçimini aldı.

Seneca, Plautus ve Terentius'u örnek alan tiyatrodaki yenilenme, ispanya ve ingiltere'de, özellikle Lope de Vega, Shakespeare ve tüm Elizabeth dönemi oyun yazarlarıyla, XVI. yy. sonu ve XVII. yy. başında parlak bir gelişme gösterdi. İtalya' da Trissino'nun Sofonisba (1515) adlı yapıtı, milli dilde yazılan ilk trajediydi. Tasso ve Guarini'den başlayarak trajediye müzik eklenmesi, Monteverdi'nin müziğiyle, ilk opera olan Striggio'nun Orpheus'una yol açtı (1607).

Rönesans'ın en şaşırtıcı paradokslarından biri de, nesrin hem bilimsel yapıtlarda, hem de günlük yaşamın yüceltilme-sinde kullanılmasıydı: Thomas Morus'un Utopia'sındaki latinee ve bilgince nesiri, la Pléiade ile Dorât, Muret, Turnèbe ve Es-tienne gibi filologlar arasında bağ kuran çevirilerdeki yerel nesir (Amyot, Plutark-hos'un Bioi Paralleloi'sinin 1559'da fran-sızcaya [les vies parallèles] çevirdi); ilk italyanca dilbilgisi kitapları arasında Pietro Bembo'nun Prose della volgar lingua's\ (Halk dilinde düzyazı)"[1525]; milli dilin, fikirleri iletmeye ne kadar elverişli olduğunu göstermesi bakımından Calvin'in Instituto ehristianae religionis'i (institution de la religion chrétienne) [1541, fr. çev.]. italya'da, Benvenuto Cellini'nin özyaşamöy-küsü, Castiglione'nin il Cortegiano'su ve Giovanni Della Casa'nın Galateo'su günlük olayları ve toplum yaşamını anlatıyor, bunun yanı sıra, Bembo'yu örnek alan Grazzini, Bandello ve Giraldi Cintio ile kısa hikâye biçimsel bir kesinliğe kavuşuyor ve gerçekçiliğin çeşitli yönlerini işliyordu. Fransa'da Rabelais, Pantagruel'den Quart Livre'e kadar uzanan dizisinde, kutsal ile kutsal olmayânı aynı düzeyde ele alıyor, din, ideoloji, yeniplatonculuğun yanı sıra, günlük yaşam sahnelerine ve folklora yer veriyor ve modern insanı temsil eden Panurge'ü yaratıyordu, ispanya'da gerçekçilik, Fernando de Rojas'a mal edilen ve başkişisi La Celestina'nın adıyla da anılan Comedia de Calixto y Melibea ile kendini kabul ettirdi.


Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.