ForumSinsi - 2006 Yılından Beri

ForumSinsi - 2006 Yılından Beri (http://forumsinsi.com/index.php)
-   Serbest Forum (http://forumsinsi.com/forumdisplay.php?f=151)
-   -   Define Avcıları (http://forumsinsi.com/showthread.php?t=1082303)

KRDNZ 03-05-2013 11:12 AM

Define Avcıları
 
http://www.nationalgeographic.com.tr...nu_buyuk_3.jpg

Yazı: Zeynep YILMAZ
Fotoğraflar: Tolga SEZGİN
Onların zengin olabilme hayalleri, Anadolu'nun tarihi mirasını

yoksullaştırıyor.:bangin:
Zifiri karanlık. Kamyonetin içinde oturan şoför, "YAK" komutu geldiğinde farları açıyor, Işığın karanlığı deldiği noktada bir tümsek aydınlanıyor. Görüş mesafesi dışında, koca tümseğin arkasındaki çukurdan aceleyle bir-iki kürek toprak daha atılıyor taze toprağın yığıldığı tepeciğin üzerine. Gözcü, karanlıkta görebildiği kadarıyla tarıyor açık araziyi.
Aşağıdaki toprak yolda gözünün yettiği mesafe boyunca cılız da olsa herhangi bir far ışığı "var mı yok mu"nun telaşında. Gördüğü anda, aralarında daha önce kararlaştırdıkları gibi anında karanlığa karışacaklar.
Zaman çok yavaş akıyor. Karanlık neredeyse güne dönecek. Ve nihayet kazıcılar kan ter içinde çıkıyorlar çukurdan. Defineleri koruyan cinleri oradan uzaklaştırmaya çalışan hoca bile duruyor o an!
İşte şimdi her yer karardı. Kazıcıların elinde hiçbir şey yok. Sanki kimse nefes almıyor. Aşağılarda bir yerlerde bir horoz ötüyor. Bu sefer de eller boş. "Bir dahaki sefere inşallah," diyor aralarından biri. Diğerleri de aynı sözleri mırıldanıyor.
Bir şoför, bir gözcü, iki kazıcı, bir cinci hoca. Ya da bir eksiği iki de fazlası. İsimler önemli değil. Yer de. Yukarıdaki, binlerce yılda sayısız uygarlığa kucak açmış bir ülkede binlerce, belki on binlerce kere yaşanan bir sahne. Onlar da bu dramın oyuncuları. O kadar. Tiyatro metni mi? Mesela şöyle:
Bir köy evi. Camın önündeki sedirde iki kişi oturmaktadır. Yaşlı olanı bir yandan tespihini çekerken bir yandan da yanındaki genç delikanlıya doğru eğilir ve kulağının içine içine bağırır.
İbrahim Dede: "İyi dinle. Dedem de bana dediydi aynını. Ama ben senin gibi haytalık edip de, kulak arkası yapmadım. Bu yaşıma kadar da pes etmedim. Şimdi, tuvalete bile zor giderken uğraştırma beni. El at dedim şu işe. Savaş zamanı Rumlar kaçarken kıymetli eşyalarını gömmüşler diyorum sana. Maksat, güya gün gelecek de geri dönüp alacaklar bıraktıkları emaneti."
Delikanlı: "Peki be dede. De öyleyse. Adresi ver madem. Nereye?"
İbrahim Dede: "Hah şöyle be. Nereye olacak. Şu eski evin arka bahçesine... çeşmeden on adım kıbleye... tarladaki ikiz ağaçların tam ortasına... kilisenin avlusuna..."
Olay nerede mi geçiyor? Ne önemi var. Diyelim ki, Orta Anadolu'da bir kasabada. Bu kasaba da, benzerleri gibi, yaşlı derelerle sulanan derin bir vadinin ortasına, bereketli toprakların üzerine kurulmuş. Hem de insanlık tarihinin henüz kayda geçmeye başlamadığı çağlarda. Sanki hayat burada da azıcık can sıkıcı gibi... Ama içinde yaşayan insanların hayal gücü kocaman. Çünkü burada ve bunun gibi kadim bir tarihin üzerine kurulmuş daha birçok Anadolu kentinde, kasabasında, köyünde doğanlar, tarihleri gibi kadim masallarla büyüyorlar. Tüm masallar gibi gerçeklerden beslenen ve zaman zaman gerçeklerle kesişen masallar bunlar. Bu yüzden de rüyalarının gerçek olabileceğine inanıyorlar. Ve yine bu yüzden en olmayacak rüyaları onlar görüyorlar. Tıpkı dedeleri gibi. Dedelerinin dedelerinin dedeleri gibi. Kuşaklar boyu bu topraklarda yaşayan herkes gibi. Bu rüyalarda, toprağın altında keşfedilmeyi bekleyen bir servet var. Bazen küp küp altın, bazen sandık sandık mücevher, kıymetli kılıçlar, değerli taşlarla süslenmiş altından heykeller, kıymetine pek vakıf olamasalar da birtakım madeni eşya, taş heykeller ve daha neler neler...
Hani büyük şehrin taşı toprağı altın derler ya... Aslında onlara göre de üzerinde yaşadıkları küçük kasabanın taşı toprağı altın. Onlar, hemen her Anadolu kasabasında üç aşağı beş yukarı benzer cümlelerle yola çıkan, gördükleri rüyaları gizlice birbirlerine fısıldayan ama gerçekleşen rüyalarını da kıymetli bir sır gibi herkesten köşe bucak saklayan, sayıları bazen bir avuç bazen de kucak dolusu olan defineciler. Ve aslında onlar sadece bir yaz günü, fotoğrafçı arkadaşımla birlikte bir soğuk ayranla serinlediğimiz bu kasabada değil, Anadolu'nun hemen her yerindeler. Hepsi, yaşadıkları toprakların altında kalmış hazineleri bir gün ele geçirme ve zengin olma hayalini kuruyor.
Herkes uyurken onlar uyumuyor. Gecenin örtüsüne bürünüp toprağın altına doğru tehlikeli bir yolculuğa çıkıyorlar. Tehlikeli! Çünkü yaptıkları yasadışı bir iş. Yakalanabilirler; kazara değerli bir şey bulurlarsa ekipteki arkadaşlarıyla anlaşmazlığa düşüp birbirlerine zarar verebilirler; en önemlisi de kazdıkları toprağın altında kalıp yaralanabilir, hatta ölebilirler. Ama sanki madde bağımlıları ya da kumar tutkunları gibiler. Kurdukları ve gerçekleşme ihtimali çok düşük olan o büyük hayal uğruna ölüm dâhil, göze alamayacakları hiçbir şey yok.
Ellerinde gerçek mi sahte mi belirsiz haritalar. Akıllarında, bir anlamı olup olmadığı şüpheli tılsımlar, işaretler. Bilinçaltlarında heveslerini körükleyen bir korku... Bıkıp usanmadan define arıyorlar. Kalabalık gibi görünüyorlar. Ama aslında onlar dünya çapındaki tarihi eser kaçakçılığının en küçük halkasını oluşturuyorlar...
Maceraları genelde büyüdükleri coğrafyada doğdukları günden itibaren duydukları efsanelerin karşı konulmaz cazibesiyle başlıyor. Söylentiler dilden dile, kaynağı meçhul haritalar elden ele dolaşıyor.


Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.