ForumSinsi - 2006 Yılından Beri

ForumSinsi - 2006 Yılından Beri (http://forumsinsi.com/index.php)
-   Tarih / Coğrafya (http://forumsinsi.com/forumdisplay.php?f=656)
-   -   Osmanlı Devleti'nde Ticarî Yerler Ve Kurumlar Hakkında Tarihsel Boyutu (http://forumsinsi.com/showthread.php?t=1076085)

Prof. Dr. Sinsi 12-20-2012 12:27 PM

Osmanlı Devleti'nde Ticarî Yerler Ve Kurumlar Hakkında Tarihsel Boyutu
 
Osmanlı Devleti'nde Ticarî Yerler ve Kurumlar

İstanbul'un İncisi: Bedesten

Fatih Sultan Mehmet Han, İstanbul'u fethettiğinde kendisinden önce tanzim edilmiş hayat tarzına müdahelede bulunmamıştır.Yalnız fizik yapısı bakımından şehrin İslâmî bir özellik göstermesi gerekliydi, ki İslâm cemaati şeriat icaplarınca yaşayabilsin. Yani şehir İslâmî yapılarla bezenmek zorundaydı.

İşte şehr-i İstanbul'da 'hayatın merkezi' olmak üzere mescidi ile kâmil ilk şehir merkezi böylece oluşturulmuştur. Bu nüveye bitişik olarak da dinî farizelerin yerine getirilmesine hizmeten hayır kurumları tesis olunmuştur. Bunlar imaretlerle hastanelerdir, ki birincisi yoksulların ve yolcuların yedirildiği aşevleridir.

Dinî mahiyetli (Rızâ-i Barî'ye hizmet amacı taşıyan) bu kurumları finanse etmek için de vakıf denilen birtakım gelir getirici kurumlar ihdas olunmuştur. Yalnız bu kurumlardan İslâm cemaatinin sosyal ve ekonomik taleplerine de karşılık vermesi beklenmekteydi.

Şehrin sosyal yapısı, geleneksel Orta Doğu devlet ve toplum anlayışı paralelinde sabit bir oluşumu arzetmektedir: Şehir nüfusu üç ana gruptan müteşekkildir; saray efradı denilen üst tabaka yani asker ve ulema, bölgesel ve uluslararası ticaretle meşgul olan tacirun (tüccar sınıfı), ve sanatkâr (esnaf) sınıfı. İki ve üç numaralı sosyal tabakalar, reaya adını almaktaydı yani vergi veren, üretici sınıf. Ancak bu iki sınıf birbirinden farklıdır; yalnızca iktisadi faaliyet bakımından da değil, aynı zamanda hukuki statü bakımından... Esnaf, hisbe adı verilen pazar şeriati'ne tabi idi. Devlet, hammadde akışını, üretimin etkinliğini kontrol ediyor ve fiyatları belirliyordu!...

Tacirun sınıfı (tüccarlar) hisbeden muaf oldukları gibi, kendi ihtiyarlarınca servet terakümünde bulunmaya da teşvik olunmaktaydılar. Bunlar kendi aralarında iki gruptular: Kaid (veya kain) yani yerleşik ve seffâr yani gezgin. İşte bedesten kain-kaid tacir sınıfının işyerlerinin bulunduğu merkezdir.

Bedesten yakınında daima seffâr tüccarın konakladığı hanlar-kervansaraylar bulunurdu. Yine Bedesten yakınında hanutlar yani dükkânlar, esnaf ve sanatkârın imalât mahalleri yer almaktadır, ki her sanatkâr grubu kendi sokağında iş görmektedir!...

Bütün bu sahnenin toplu adı ise çarşı dır, sûk da denilirdi! İşte bu iki anahtar grup her Osmanlı kentinin ve genel olarak İslâm yaşayışının sosyal ve ekonomik karakterinin temel taşıdır. Sanatkârların hammadde ihtiyacına cevap olmak üzere kesimhaneler, debbağhaneler, yağ çıkarma tezgâhları, boyahaneler vb. ticari faaliyet odakları; halkın ihtiyaçlarına cevap vermek üzere de un, meyva, sebze, tuz, bal, balık, yağ, kömür, at ve köle satan kepenler (yahut kebbanlar) yani toptancılıklar ihdas olunmuştu.

Bir 'kaleiçi' bölge demek olan Basilika (diğer adı ile Kayzeryun)'nın devamı niteliğindeki Bedesten (ki Araplar, Doğu Anadolulular ve İranlılar Bezzazistan ya da Kayseriyye derler) kentin ticaret bölgesinin merkezî yapısıdır. İmdi, bedesten uluslararası ticarete kapısı açılan bir yapı olduğundan ancak en büyük, en önemli şehirlerde bulunmaktadır. Osmanlı şehir taramalarında Bedesten daima şehrin en önemli yapıları arasında ön sıralardadır. Büyük seyyah Evliya Çelebi de Seyahatname'sinde Osmanlı kentlerini bedestenliler-bedestensizler ayırımına tabi tutmuştur...

Kural olarak Bedesten'li kent bir uluslararası ticaret merkezidir. Bu sınıftan şehirler, genellikle yoğun nüfusa sahiptirler ve nüfusunun bir bölümü yönetici sınıfın varlıklıları ile daha çok ithalatçı olan zengin tüccarlardır ki nadide malların ticareti ile iştigal etmektedirler. Bir önemsiz beldede bir anda bedesten zuhur etmişse, bunun anlamı o beldenin gelişme yolunda önündeki engellerin kalktığıdır. Bedesten'in gelişiyle birlikte o belde zengin ve korunma arayan tüccarları çekerek bir ticaret merkezi konumuna gelecektir.8 Esasen çoğunlukla bir beldede Bedesten ihdası Padişah fermanı, Vezir hükmü gibi yollarla mümkün olmaktadır. Gaye ise aynıdır: ticaret...

Bedesten-i Şahane (İstanbul Bedesteni)

Bazen de bedesten başarılı tüccarların emniyet içinde ticaret yapabilecekleri bir yer talep etmesi ile ihdas olunmuştur. Kaide olarak Bedesten, hayır yolunda (sebilullah) ele alınan işler için gelir kaynağı yaratmak üzere kurulur. İstanbul Bedesteni ve onu çevreleyen çarşı, Sultan'ın fermanıyla şehrin ekonomik hayatına şekil vermek ve fetih sırasındaki tahribatı düzeltmek, şehri onarmak gayeleriyle kurulmuştur.9 Bir Bedesten'in belirgin üç tane ekonomik işlevi vardı 1- Bedesten ithal malı, çok değerli emvalin, özellikle kumaşların, emniyet içinde saklandığı (depolandığı) ve ticaretinin yapıldığı (satışa sunulduğu) yerdir;

2- Burada, yerleşik tacirler (kain) ticarî faaliyetlerini yürütmekte ve sınırlar ötesi ticaret için kervanlarını yola hazırlamaktadırlar,

3- Bedesten kişilerin şahsi mal varlıklarının (altın, gümüş, mücevherat devlet teminatı altında saklandığı kasaların bulunduğu banka idi.

Burada bir emanetçi de bulunmaktaydı. Kayıp mallar burada belli bir müddet saklanmakta, o süre zarfında arayan olamadığı takdirde beytülmal'e aktarılmaktadır. Emanet sınıfındaki diğer mallar yetim malı (mal üzerinde tasarrufta bulunabileceği günü beklenen yetimlerin şahsî mal varlığı) ile şehir sakinlerinin kıymetli vesaikidir. Kısacası, Bedesten pek çok bakımdan günümüz borsasının, günümüz bankasının işlevlerini yerine getirmektedir! (Bu nedenle de hırsızların en sevdiği yer olmuştur!)

Bedesten ve Loncalar

Bedesten, herşeyden önce kıymetli kumaş ticareti ile iştigal eden tüccarların (bezzazların, yani bezzaziye ve bezzazistan adları ile anılan ticareti yapanların) loncasının merkeziydi, karargâhıydı. Bedesten tacirlerinin elinde, imtiyazlarını teminat altına alan bir Sultan fermanı ile bir de Kadı hükmü bulunmaktaydı. Ve tabiî onlar bu tekeli kıskançlıkla koruyorlardı. Meselâ 1609 yılında Bedesten'de ticareti yapılan bazı malların (ıtriyat, güzel koku) Galata'da attârlarda satıldığını haber alan Bedesten tacirleri hemen Sultan'a şikâyette bulunmuşlardır.

Bezzazların tekeli ise 16. yüzyıl ortalarına kadar sürmüş, o tarihte devlet aksine ferman çıkmadıkça Bedesten dışında da bez (kumaş) satışı yapılabileceğine karar vermiştir.

Bedesten ve Mimarî

Çok iyi korunmuş bir depolama tesisi ve kubbelerle süslü bir ticaret merkezi olma özelliklerine lâyıkıyla sahip biçimde inşa olunan bedesten, Osmanlı mimari tarihinde çok özel bir yer tutar.13 Hiç şüphesiz, projelendirilme bakımından Orta Doğu'nun diğer pek çok geleneksel ve sağlam yapısına da benzer.

Günümüze kadar ayakta kalabilmiş en eski bedestenler Orhan Gazi ve II. Bayezit Han'ın Bursa'da 14. yüzyılda yaptırmış oldukları bedestenlerdir. Osmanlı bedesteni tipik olarak kare ya da ekseriyetinde olduğu gibi dikdörtgen şeklinde, kalın duvarlı, kurşun kaplı kubbeleri olan, taştan, gereğince bölümlere ayrılmış bir yapıdır. Şehrin ticari bölgesinde bir kale gibi yükselir, kuleleriyle şehre tepeden bakar, uzaktan hemen tanınır. Işık, Bedesten'e duvarlarının tepe bölümünde yeralan minik pencerelerden girer. Genellikle dört yönde girişi yani dört ayrı kapısı vardır, yani çarşıdan şehre dört ana cadde çıkar.

İçeride, Bedesten taş duvarlarla her birinin tepesinde bir kubbe bulunan kare biçiminde bölümlere ayrılmıştır. Bu bölümlerin sayısı dört ile yirmidir. Dışarıda ise Bedesten duvarlarına dayalı dükkânlar vardır. Çarşılara, yani esnafın işyerlerine gelince, bunlar da Bedesten'den çıkan caddelerin her iki yanına dizili olurlar. Bu kompleks dışında da kare ya da dikdörtgen biçimde ilâve dükkânların inşa edildiği olurdu.

Bedesten ve Yangın

Eski Bedesten ve Büyük Çarşı (Kapalıçarşı) tarihte pek çok kez yanıp kül olmuştur. 17 Recep 922'de (16 Ağustos 1516) Bedesten ile çevresindeki 1000 dükkân yanmıştır; bunun 1520 tarihli Sicil'de kaydedildiğini görmekteyiz.25 İşyeri sahiplerinin çoğu bu olay nedeniyle iflas etmiştir. Bedesten'i ve Bitpazarı'nı yiyip bitiren diğer yangınlar: 25 Nisan 1546, 19 Nisan 1588, 20 Kasım 1652, 4 Aralık 1701 ve 27 Nisan 1750 yangınlarıdır. 1701'deki büyük yangından sonra Bedesten yeniden inşa edilmiştir ve 1843'te İngiliz gezgin Charles White'ın gördüğü bedesten binası yeni binadır. E.H. Ayverdi'ye göre, 18. yüzyıldaki bu restorasyonda 15. yüzyıl yapısının temel öğelerine (duvar, kubbe, kapı) dokunulmamıştır. Clarles White'm gördüğü duvarlar, kubbeler ve kapılar ilk yapının unsurlarıdır.

16. yüzyıl Bedesteni'nin en iyi tasvirlerinden birini Dernschwam yapmıştır.27 Dernschwam'a göre İstanbul'da iki Bedesten, her türlü mücevheratın ve nadide kumaşın, ipeklerin satıldığı iki tane yüksek pencereli, sütunlara oturtulmuş kubbeleri olan taş yapı vardır. Duvarlara yaslanmış ahşap tezgâhların (genişliği iki karış, yüksekliği bir buçuk karış) bulunduğu bu yapılarda, duvar kenarlarında altın sırmalı renkli kumaşlarla kaplı, içi pahalı ipeklilerle dolu sandıklar bulunmaktadır.

Ahşap tezgâhlar da halı kaplıdır; altın sırmalı kadife minderlerle süslenmiştir. Bazı tüccarlar tezgâhlarına ek yaptığı, bunların üstüne de halı serdiği için, üç kişi tezgâhların arasındaki koridorlarda yanyana yürüyememektedir.

Bedestenlerde ticaret yapanların milliyeti karışıktır: Türklerin yanında Rumlar, Ermeniler ve diğer milletler (Yahudiler, Acemler, Avrupalılar) vardır. Bunlar birbirleriyle pek ahbaptırlar, birbirleriyle muhabbetleri yerindedir; birlikte yemekte içmektedirler, aralarından su sızmamaktadır. Ne de olsa sosyal statüleri onları aynı itibarı paylaşır kılmıştır!...



Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.