![]() |
"Kültür Başkenti"nde Neler Oldu?
Medeniyetimizin ve kültürümüzün asırlar boyu nesilden nesile devamını sağlayan bir takım unsurları vardır; din,dil, tarih,mimari, sanat gibi. Bu unsurlar, asırlarca köklerimize bağlı kalmamızı sağlayan, geçmişle bugün ve gelecek arasındaki köprülerdir. Hepsi kendine has özellikleriyle hayatımızı şekillendirmiş, bazıları ise elimizde şekil bulmuştur. İşte böylelerinden olan mimarimiz, Osmanlı’dan da ötelere uzanıp yüzlerce yıl içinde yüzlerce tarz ve üslup kazanarak şekillenmiş; onca çeşitli güzellikteki camiler, medreseler, mektepler, köprüler, hanlar, hamamlar şehirlerimizin süsü olmuştur. Hatta bu konuda kuşları bile düşünecek kadar hassasiyet kazanılmış; Süleymaniye, Selimiye gibi muazzam camiiler inşa edilirken, kuşlara da küçük saraylar, yani kuşevleri yapılmıştır. Üstelik bu mimari, günümüzde pek çok yerde olduğu gibi şehrin tabii yapısıyla dargın ve zıt da değildir. Bir Osmanlı şehrinin binalarında kullanılan malzeme ve üslup, tabiatla hep bir uyum içindedir; sanki ağaçlarla evler o topraklarla beraber filizlenmiş, beraber büyümüş gibidirler. Bir Şehir Mimarı ki… Hal böyleyken gün gelmiş, bir zamanlar bir şehrin süsü olan tarihi binalar, yine bu şehrin sözde imarı ve düzeni için; esasındaysa kasten ve bilerek adeta budanmış, tarumar edilmiş, yerlerine lüzumsuz apartman daireleri iş hanları, yollar vesaire yapılmıştır. Bu şehir, maalesef tarihimizin ve medeniyetimizin beşiği İstanbul’dur. Şöyle ki, 1936 yılında şehir mütehassısı unvanıyla Fransa’dan getirilen Henry Prost isimli bir mimar, tam manasıyla İstanbul’a musallat olur. Bu şehircilik uzmanı, her nasılsa bir yıl içinde İstanbul’u öğrenmiş hem de bir imar planı hazırlamıştır. 1939’da kabul edilen bu planın tatbikinde Prost’un en büyük yardımcısı ise dönemin ( 1938-1949 ) vali ve aynı zamanda da belediye başkanı olan Lütfi Kırdar olmuştur. Çizdiği Projeleri Hep Tarihi Eserlerin Üzerinden Geçirdi Bu imar planında İstanbul’un tarihi, daha doğrusu Osmanlı tarihi hiç göz önünde bulundurulmamış; devirlerinin en nadide örneklerinden olan nice cami, mescid, mektep, medrese ve çeşmenin sadece adı kalmıştır. Hâlbuki Prost, kendi memleketinden yaptığı planlarda, tarihi eserlerin korunmasına çok dikkat etmiş biridir, yani tarihe saygılı bir adamdır o; ama kendi tarihine… Onun İstanbul için tertip ettiği imar planına göre yapılanlara şöyle bir bakıldığında, zaten bu husus dikkati çeker. Nitekim planındaki ana yollardan biri ( şimdi Saraçhane-Unkapanı arasında uzanan cadde) Bozdoğan Kemeri’nin içinden geçmektedir, ama önüne çıkanı yuttuğu yetmezmiş gibi kendine zararı olmayacak tarihi binaları da yıkarak… Bilahare, bu yolun hemen yanından ortaya çıkan bir kilise (Ayios Polieuktos) harabesinin etrafı ise park olarak düzenlenir; hala da öyledir. Surlar boyunca büyük caddeler açılmıştır yine bu plana göre… Fetih ordusuna namazgahlık yapmış olan ve Osmanlıların, saygılarından dolayı hayvan bile otlatmadıkları Okmeydanı bu tarihlerde imara açılmıştır. O güzelim menzil taşları müteahhitlerin insafına bırakılır; çoğu sökülür, ayakta kalabilenler de ya bir bahçe duvarına köşe taşı olmuştur yahut yarı beline kadar toprağa gömülmüştür. Daha İstanbul’un yeni fethedildiği tarihlerde, Haliç’in dolmasını önlemek için Kağıthane sırtlarının tarımdan menedilip buralara ayrık otu gibi toprağı tutacak şeylerin ekilmesi, Haliç’in dibinden çıkarılan kil ve porselen imalatı yapan işyerlerinin vergiden muaf tutulması vb. tedbirler alınırken ve bu hususa devletin son zamanlarına kadar dikkat edilirken bu kişi yani Henry Prost, Haliç’in etrafını fabrikalara tahsis etmiştir. Zaten imara açtığı diğer bir çok yerdeki gibi beraberinden gelecek gecekondulaşmayı bilmektedir. Sonuç ise malum: daha düne kadar yanına yaklaşılamayan bir Altın Boynuz! Fatih Camii’nin Düşürüldüğü Tehlike Fatih Camii’nin hatırası ve ehemmiyeti herkesçe bilinir ve tasdik edilir. Bunu Prost da bilirdi ama tasdik etmezdi; hatta onun bildiği başka bir şey daha vardır: Fatih camii; kuru iken kaya gibi sert, ıslandığında ise yumuşak olan “kil” den bir tepe üzerine kurulmuştur. Evet, bu doğrudur ama külliyeyi buraya kuran ecdad tedbirini de almış; kili kuru tutmak için icap eden yerlerde derin kuyular açarak zemin suyunu buralarda toplamış ve biriken suyu da daha aşağılardaki çeşmelere vermiştir. Bugün Saraçhane’den Edirnekapı’ya uzanan Fevzi Paşa Caddesi, Prost’un Fatih Camii’ne biçtiği kaftandır. Ama bu kaftan camiye hürmet duyduğu için değil, zamanla onu yiyip bitirmek için biçilmiştir. Fevzi Paşa Caddesi’nden geçerken fatih medreselerinin yüksek duvarları hemen dikkat çeker.işte bu duvarlar aslında Fatih Külliyesinin dayanıksız bırakılmış temelleridir ve cadde açılırken ortaya çıkarılmıştır. Bu yol açılırken metrelerce derine inmenin lüzumsuzluğu aşikardır, elbette kasıt müstesna. Hasılı, temellerin orta yerde bırakılmasıyla kalmaz, bu bölgede imara açılır. Takip eden yıllarda etrafa yükselen apartmanlar sebebiyle, kuyuların suyunu tahliye eden kanallarda kapanır. Prost’un verdiği zarar uzun vadelidir; nitekim 17 Ağustos depreminde en çok hasar gören yerlerden biride Fatih Camii ve Külliyesi olmuştur. 1950’ye kadar İstanbul’u hallaç pamuğu gibi atan Prost’un bu tarihte Belediye İmar Müdürlüğü bünyesinden ayrılmasının ardından kurulan Revizyon Komisyonu, onun planını inceler ve bir rapor hazırlar. Rapora göre Prost’un planı tam bir faciadır; planın hazırlanmasında hiçbir ilmi temele uyulmamış; şehir çevresiyle birlikte ele alınmamış; şehrin jeolojik ve tarihi etütleri yapılmammış; gereksiz kamulaştırmalara gidilmiş; yol eğimleri, kot farklılıkları ve zemin ilişkileri rastgele çizilmiş; şehrin ölçeğini bozan ve yapılması mümkün olmayan bir çok meydan düzenlenmiş; şehrin bazı yerlerinde çok fazla çalışılırken bazı yerlerine hiç dokunulmamış…vs. Rapor, aynı minval üzere devam etmektedir. Zaten bu kadarı bile yukarıda değinen hususları açıklamaya yeter. Peki, O halde bu şehircilik uzmanı, yaptıklarını, uzmanlığını gösteren hangi plan ve programa sadık kalarak yapmıştır? Bu sorunun cevabını vermek çok zor olmasa gerek. Neticede, maalesef bu yıkımlar Prost ile sırlı kalmamış, ondan önce de sonra da yine pek çok tarihi eser, imar ve düzen adına ortadan kaldırılmış, hatta sadece 1956-57 arasında 54 camii yıkılmıştır. Burada, mevzuya sadece değinilmiş ve mesele İstanbul bazında ele alınmıştır. Aynı tarihlerde, Anadolu’nun dört bir yanında da aynı yıkımlar gerçekleştirilmiş, nice nice vakıf eserleri ve nefis tarihi binalar satılmış, yıkılmış, farklı maksatlarla kullanılmış ve hatta yağmalanmıştır. Bu eserlerden bazıları aslına uygun olarak yaptırılmaya çalışırmış ise de orijinali gibi hiçbir zaman olamayacağından sadra şifa olmaz. Bugün Yerinde Olmayan Eserlerden Bazıları Yeni Çeşme Mescidi; Üsküdar’daydı, 1590 tarihlerinde yaptırılmıştı, 1935’te yola feda edilmiştir. Balık Pazarı Tekkesi Mescidi; Eminönü’nde, Galata Köprüsü’nün hemen solunda idi.1936 da yıkılıp arsası meydan yapıldı. Çınar Mescidi; Fatih’teydi. 1937’de yıkılarak yerine CHP parti binası yapıldı. Hoca Teberrük Mescidi; 1717 tarihliydi,1941- 42 yıllarında yıktırıldı, üzerine İMÇ blokları yaptırıldı. Revani Mescidi; Unkapanı’ndaydı, 1941 yılında Saraçhane-Unkapanı arası açılırken boş yere yıktırıldı. Yerinde Reşat Nuri Sahnesi var. Süleyman Subaşı (Unkapanı) Camii; Mimar Sinan’ın 1571 tarihli bir eseriydi. 1942’de ortadan kaldırıldı. Keskin Dede Mescidi; Beyceğiz’deydi, 1945’te yıktırıldı, yerinde Ahmet Rasim lisesi var. İsfendiyar Mescidi; Üsküdar da bulunan bu mescid 1945’te yıktırılmıştır. Karagöz ve Firuzağa Mescidi; her ikisi de İkinci Bayezid eseriydi, Unkapanı’na giden cadde açılırken yıktırıldılar. İlyaszade Mescidi; bir mimar Sinan eseri olup Topkapı’daydı, 1954 yılında yıktırıldı. Emir Mescidi; Sirkeci’de Konya Lezzet Lokantası’nın tam karşısındaydı, 1955’te yıktırıldı, bulunduğu yerde otopark ve benzin istasyonu var. Hatice Usta Camii; Vezneciler’deydi, 1956’da Tek binası yapıldı. Denizabdal Camii; 1551 tarihli bu cami, Şehremini’deydi. Daha büyük bir camii vaadi ile 1956 da yıkıldı, arsasının bir kısmı Millet Caddesi’ne katıldı. Çakırağa Mescidi; Aksaray’daydı. 1479 tarihli bu eser, 1956 yılında meydana feda edildi. Camcı Ali Mescidi; Vezneciler’deydi, 1957’de yıktırıldı. Davutpaşa Mescidi; Yedikule civarındaydı. 1957’de üzerinden sahil yolu geçirildi. Mimar Ayas Mescidi; Saraçhane’de, Horhor Caddesi’nin başındaydı. Yine daha büyük bir cami vaadi ile1959 da yıktırıldı. Servili Mescid; Cağoloğlu’nda, aynı ismi taşıyan sokaktaydı. Fatih devri eseri olan bu mescid önce satıldı, sonra yıkılarak yerine han yapıldı. Soğuk Kuyu Mescidi; Zeyrek’teydi, park yapıldı. Bıyıklı Hüsrev Mescidi ve Hubyar Mescidi; Cerrahpaşa’daydılar, hastaneye dahil edildiler. Müneccim Sadi ve Nazmi Tekke (1601 tarihliydi) mescidleri; Çapa Tıp Fakültesi’ne katıldı. Molla Gürani Mescidi (1488 tarihli) Müdani Mescidi ve Sarı Musa Cami; Millet caddesinin altında kaldılar. Fındıkzade’de bulunan Molla Gürani Mescidi’nden geriye haziresi kalmıştır. Çobançavuş Camii; 1911’de çıkan bir yangından zararsız kurtulan bu cami, 1959’da yıktırıldı. Pazar Tekke Mescidi; bir 16. yy eseri idi, yerinde benzin istasyonu bulunuyor. Sekbanbaşı Mescidi; arsasına emlak bankası apartmanları var. Malkoç Süleyman Camii; Yenikapı’daydı, yol yapılacak denilmek suretiyle yıktırıldı. Papasoğlu Mescidi; Unkapanı’ndaydı, 17. asır eseriydi, üzerinde tekel binası var. … ve daha yüzlercesi. Kemal ERKAN - YediKıta |
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.