ForumSinsi - 2006 Yılından Beri

ForumSinsi - 2006 Yılından Beri (http://forumsinsi.com/index.php)
-   ForumSinsi Sözlük Ağı (http://forumsinsi.com/forumdisplay.php?f=515)
-   -   Osmanlıca Sözlük Lügat Z Harfi (http://forumsinsi.com/showthread.php?t=1050250)

Prof. Dr. Sinsi 11-04-2012 07:23 AM

Osmanlıca Sözlük Lügat Z Harfi
 
Osmanlıca Sözlük Lügat Z Harfi

ZA "Ze" harfinin adı.
ZA-İ MU´CEME "Rı" harfinden ayırd etmek için "ze" harfine verilen bir isim.
ZA "Bu, şu" mânalarına gelir. Ve birleşik kelimeler yapılır. Meselâ: Hâkezâ: Bunun gibi, böyle.
ZA Sâhib, malik, erbab, ehil mânalarında olup, "Zî" ve "Zû" şeklinde de kullanılır. (Müennesi "Zât" dır)
ZA Zı harfinin bir adı. "Zâ-yı mu´ceme" de denir. Noktalı olduğundan dolayı " : tı" harfinden ayırdetmek için bu isim verilmiştir.
ZA (-Zây) f. " Doğuran" anlamına gelir ve birleşik kelimeler yapılır. Meselâ: Nâdire-zâ $ : Nâdir şeyler yapan, bulunmaz şey meydana getiren.
ZAAF (Bak: Za´f)
ZAAL Şâdlık, neşeli oluş, neşat.
ZAAN (ZIÂN) Deve üstüne mahfe bağladıkları ip.
ZAAR şiddetli korku.
ZA´AR Zâlim kimse ki herkes ondan korkar.
ZAARRE Kişinin ahlâk ve huyunun kötü olması.
ZAAZİ´ (Za´zaa. C.) Sarsmalar, ırgalamalar.
ZAB (Zevben - Zevebânen) Eriyen, erimiş, eridi.
ZAB´ Sırtlan.
ZA´B Avaz, ses, savt. * Bacanak.
ZA´B Def´etmek, kovmak. * Doldurmak.
ZABAB Rutubetli duman. Sis.
ZABAZIB Devenin çok acıktığında karnının ötmesi.
ZABB Kertenkele, keler.
ZA´BEL (C.: Zeâbil) Karnı büyük, boynu ince olan çocuk.
ZABIT Mahkeme, meclis gibi yerlerde söylenenlerin olduğu gibi yazılmışı. * Alâkalılarca yazılarak karşılıklı imzalanan, karşılıklı anlaşmayı bildiren yazı. * Yazı varakası. * Birçok kimselerce imzalanan rapor.
ZÂBITA Yurt içinde emniyet ve intizamı korumakla vazifeli devlet kuvveti, polis. * Fık: Bütün hususlara şâmil olmayıp yalnız bir hususa ve onun teferruatına şamil olan hususi kaideye denir. Kanun ve âdet, zabt ve idareye vesile olan bağ.
ZÂBITA-İ AHLÂKIYE Ahlâk zâbıtası.
ZÂBITA-İ BELEDİYE Belediye zâbıtası.
ZÂBİH (Zebh. den) Boğazlayan, kesen. Kurban kesen.
ZÂBİT (C.: Zâbitân) Askere kumanda eden rütbeli asker. * Kuvvetli, yavuz. * Zabteden. Başkalarını zabtedip idare etmeğe memur olan. * Subay. * Mc: Dediğini yaptıran, tuttuğunu koparan kimse.
ZÂBİTÂN (Zâbit. C.) Zâbitler. Subaylar.
ZABİL Kısa boylu.
ZABT Zabt etmek. İdâresi altına almak. * Sıkıca tutmak. Kendine mal etmek. * Kavramak. * Kaydetmek. Hülâsasını yazmak. * Bağlamak.
ZABTIYYE Jandarma veya polis kuvveti. Memleket içi âsâyiş ve intizamı te´min maksadı ile çalışan hükümet kuvveti.
ZABTIYYE NÂZIRI Emniyet genel müdürü.
ZABTIYYE NEZARETİ Emniyet Umum Müdürlüğü´nün eski ismi.
ZABT-NÂME f. Hâdise veya vak´a yerinde alâkalı kimselerin hâdisenin oluş şeklini imzâ altında kaydettikleri kâğıt. Zabıt tutulan kâğıt.
ZABT U RABT Disiplin, âsâyiş, düzen. * Hüsn-ü tedbir ve basiret ile muhâfaza.
ZABU´ (C.: Zıbâ) Sırtlan.
ZA´BUB Kısa boylu fena adam.
ZABY Geyik, karaca, gazâl denen hayvan.
ZABYAN Ağaç.
ZABZAB Men´etmek, engel olmak. * Ayıp. * Zahmet. Maraz, hastalık.

Prof. Dr. Sinsi 11-04-2012 07:23 AM

Osmanlıca Sözlük Lügat Z Harfi
 
Z Harfi

ZA´C Koparmak.
ZAC Kara boya.
ZACC Cenk arasında medet istemek. Savaşta yardım istemek.
ZACİR(E) Mâni olan, alıkoyan, yasak eden. Zecreden. Zorlayan.
ZAD Azık. Yolda yenecek veya içilecek gıda maddesi.
ZÂD-I ÂHİRET Âhiret için hazırlık. Âhiret azığı. İbadet ve sâlih amel.
ZAD f. "Doğma, doğmuş, evlâd" mânalarına gelerek birleşik kelime yapılır. Meselâ : Mâder-zad : Anadan doğma. Nev-zad : Yeni doğmuş.
ZAD (Ziyadet. den) Artsın, çoğalsın.
ZADE (Ziyâdet. den fiil) Çoğaldı, ziyade oldu veya çok olsun, çoğalsın (meâlinde).
ZADE f. Evlâd, oğul. * İyi insan. * Nikâh neticesi olmuş çocuk. * Kelime sonuna getirilerek birleşik kelimeler de yapılır. Meselâ: Şah-zade (Şehzade) $ : Padişah evlâdı.
ZADE-İ TAB´ (Zâde-i tabiat - Zâde-i hâtır) Bir kimsenin kabiliyetinden, tabiatından meydana gelen eseri.
ZADEGÂN f. Asâlet. * Temiz ve meşhur soydan olan. Tanınmış ve temiz âileden olan. Aristokrat. * Meşhur ve belli âileler cemaatı.
ZADEGÎ f. Asillik, soy temizliği, zadelik.
ZADELLAH Allah ziyade eylesin, artırsın (meâlinde dua).
ZADEN f. Doğmak, doğurmak.
ZA´F Derhal, hemen öldürmek.
ZA´F Zayıflık. Kuvvetsizlik. İktidarsızlık.
ZA´F-I TE´LİF Edb: İbarenin, anlamayı güçleştirecek kadar karışık olması.
ZAFAİR (Zafire. C.) Örülmüş saçlar.
ZAFAR Yemen diyarında bir şehrin adı.
ZAFER Muvaffak olma, maksada erme. Bir çok uğraşmadan sonra maksada erişme. * Düşmanı yenme, üstün gelme. Başarma.
ZA´FERAN (C.: Zeâfir) Güzel kokulu meşhur bir çiçek.
ZAFERE Göze inen perde.
ZAFER-YAB f. Muzaffer olan, muvaffakiyet gösteren. Üstün gelen. Gayesine erişen.
ZA´FÎ Zayıflığa aid. Kudretsizliğe, cılızlığa dair.
ZAFİR Zafer bulan. Zafere erişen.
ZAFİR Galib gelmiş olan.
ZAFİRE Kapı perdesi.
ZAFİRE Yar, yoldaş. * Kavim. Kabile.
ZA´FİYYET Zayıflık, dermansızlık, güçsüzlük.
ZAFR (Bak: Zufr)
ZAFRE Çukur yer.
ZAG (C.: Ziygan) f. Karga ve kuzgun. * Fitneci, gammaz.
ZAGAFE (C.: Züguf) Nazik, yumuşak gömlek. * Geniş nesne.
ZAGAİN (Zagine. C.) Kinler, nefretler.
ZAGAK Kızılcık yemişinin çekirdeği.
ZAGAN f. Çaylak.
ZAGAR Av köpeği.
ZAG-BEÇE f. Karga yavrusu. Yavru karga.
ZAGİNE (C.: Zagain) Kin, nefret.
ZAGT Bir şeyi bir yere zorla sokma, girdirme.
ZAGZAG Zayıf nesne.
ZAGZAGA Mânâsız söz. * Bir nesneyi gizlemek.

Prof. Dr. Sinsi 11-04-2012 07:23 AM

Osmanlıca Sözlük Lügat Z Harfi
 
Z Harfi

ZAHA Çirkin kokulu, pis kokulu.
ZAHAİR (Zahire. C.) Zahireler. Yiyecek, hububat gibi şeyler.
ZAHAR Arka ağrısı.
ZAHARA Ev eşyası.
ZAHF (C.: Zuhuf) Ayaklarını sürüyerek yürüme. Sürünerek yürüme. * (Çocuk) emekleme. * Askerin, düşmana karşı emekliyerek ilerlemesi.
ZAHH Hışım ve gadap etmek, öfkelenmek, kızmak. * Kovmak, def´etmek.
ZAHİB (Zehâb. dan) Giden, gidici. * Bir zanna kapılan. Bir fikre uyan.
ZAHİD(E) (Zühd. den) Tas: Borç olan ibadetlerden, aslî vazifelerden başka dünya süs ve makamlarından feragat eden kimse. Sofi. Müttaki. Zühd ve perhizkârlıkla muttasıf.
ZAHİDÂNE f. Zahide yakışır surette. Ehl-i takva gibi.
ZAHİF Kibirli, mağrur.
ZAHİF Nişandan beri düşen ok. * (C.: Zâhifât) Yılan gibi karnı üzerine sürünerek yürüyen.
ZAHİFE (C.: Zevâhif) Sürüngenler, (yılan gibi) yerde sürünenler.
ZAHİH Ateş közünün parlaması.
ZAHİK Berbat, perişan, helâk olmuş. * Bâtıl. Köhne.
ZAHİL Sıkıntıdan sonra yüreği feraha erişen. * Unutan.
ZAHİL (Zühul. den) İhmal eden. Unutan.
ZAHİL Zakkum ağacı.
ZAHİR (Zuhur. dan) Görünen, âşikâr olan. Açık, belli, meydanda olan. * Görünüşe göre. * Şüphesiz. * Suret. Dış yüz. Görünüş. * Anlaşılan. * Meğer. Galiba. Zannederim. Elbette.
ZAHİR Parlak, parlayan. Hüsün ve safvet üzere olan.
ZAHİR Engin denizler. * Taşkın, coşkun. * Semiz, tavlı ve bol olan.
ZAHİR Yüksek şeref. * Neşv ü nemâ bulup, gelişip, etrafa sarılıp sarmaşmış bitki.
ZAHİR (Zahr. dan) Kuvvetli deve. * Yardımcı, arka çıkan. * Geriden gelen kuvvet.
ZAHİRE Anbarda saklanan yiyecek, hububat. Azık.
ZAHİRE-İ ÂHİRET Ahiret azığı. Hayır ve iyilikler. Sâlih amel ve ibâdetler.
ZAHİRE (C.: Zevâhir) Parlak.
ZAHİRE (Zahâyir) Öğle vakitleri sıcaklığın çok olduğu vakitler.
ZAHİRE Dışarı fırlamış olan göz. * Günün yarısında devenin otlamaktan gelmesi.
ZÂHİREN Görünüşe göre. Meydanda olduğu gibi. Göründüğü gibi.
ZÂHİRÎ (Zâhiriyye) Görünüşte olduğu gibi. Zâhire âit ve müteallik. Asıl ve hakiki olmayan. * Zâhiriyyun mezhebine âit olan. (Bak: Zâhir)
ZÂHİRÎ MEZHEB Huk: Hanefî imamlarından İmam-ı Muhammed´in (El-Mebsut, El-Câmi-üs Sagir, El-Câmi-ül Kebir, Ez-Ziyâdât, Es-Siyer-üs Sagir, Es-Siyer-ül Kebir) nâmları ile mâruf olan altı kitabında münderiç bulunan mes´elelere denir. Buna "Zâhir-ür rivâyât mesâili" denir. İmam bu eserlerde kendi fıkhî görüşlerini değil, üstadları İmam-ı A´zam ve Ebu Yusuf´un akvâl-i fıkhiyesini zikretmiştir.
ZÂHİRİYYAT Dış görünüşler.
ZÂHİRİYYUN Görünüşe göre hükmedenler. İç yüzünü, hakikatını iyi bilmeyenler. Ehl-i zâhir olanlar. * İlm-i Kelâm´da: Nassların zâhir mânalarına göre hüküm çıkaran ve te´vil ve tevcihten geri duranlar ve tarafdarları.
ZÂHİR-PEREST f. Bir şeyin iç yüzüne, hakikatına kıymet vermeyip görünüşüne kıymet veren. Dış yüzüne ehemmiyet veren. İç yüzüne aldırış etmeyip, hakikatını bilemeyen.
ZÂHİT (Bak: Zâhid)
ZAHK Hastalıktan dolayı tilkinin tüyü dökülüp derisi açılması.
ZAHL Öç. İntikam almak. * Düşmanlık, adâvet etmek, kin tutmak.
ZAHM İri.
ZAHM Yara, ceriha.
ZAHM-İ TÎG Kılıç yarası.
ZAHM-İ ZEBAN Dil yarası.
ZAHM Galebe etmek. * Omuz vurmak. * Sıkıştırmak. * Tazyik.
ZAHMDAR f. Yaralı, mecruh.
ZAHME f. Vurma, darbe. * Yara, ceriha. * Üzengi kayışı.
ZAHMET Sıkıntı, eziyet. Yorgunluk. * Zor, güç.
ZAHMHURDE f. Mecruh, yaralı.
ZAHMİN f. Yaralı, mecruh.
ZAHMKÂR f. Yaralayıcı, yara açan.
ZAHMNAK f. Yaralı, zahmzede, mecruh.
ZAHMRES f. Yara açan, yaralayıcı.
ZAHMZEDE f. Yaralı. Mecruh.
ZAHR (C.: Zuhur-Ezhâr) Binek devesi. * Kuş yeleklerinin kısa tarafı. * Kara yolu. * Sırt, arka. * Yüksek yer. * Kur´an´ın lâfz-ı şerifi. * Haber.
ZAHR-I GAYB Gıyabında, kendisi hâzır olmadan.
ZAHR-I KALB Kuvve-i hâfıza. Ezber kuvveti. Ezbere.
ZAHRÎ (Zahriyye) Arkaya âit, arka ile alâkalı. * Bir kâğıdın arkasına yazılan yazı, şerh.
ZAHZAH Uzak, baid.
ZAHZAHA İkrar etme, uzaklaştırma. * Uzak, baid olma.

Prof. Dr. Sinsi 11-04-2012 07:24 AM

Osmanlıca Sözlük Lügat Z Harfi
 
Z Harfi

ZAİ´ Yayılmış olan. Dağılmış olan. Herkesçe bilinen şey.
ZAİB Eriyici, eriyen.
ZAİD Artan. Fazlalık. İlâve olunmuş. * Lüzumsuz, gereksiz. * Gr: Te´kid için söylenen. * Mat: Müsbet işareti, artı. (+) (Bak: Harf-i zâid)
ZAİF Kalp, eksik akçe.
ZAİF (Za´f. dan) Güçsüz, iktidarsız, kuvveti az, kuvvetsiz, tâkatsız. Kansız. Gevşek, tenbel.
ZAİK Tadan, tadıcı, lezzet alan. Zevklenen.
ZAİKA (Zevk. den) Tatma, tad alma. Tad alıcı kuvvet, tad duyurucu hassa.(Hakiki ehl-i şükrün ve ehl-i hakikatın ve ehl-i kalbin kuvve-i zâikası, Rahmet-i İlâhiyenin matbahlarına bir nâzır ve bir müfettiş hükmündedir. Ve o kuvve-i zâikada taamlar adedince mizancıklarla nimet-i İlâhiyyenin envâını tartmak ve tanımak; bir şükr-ü manevî suretinde cesede, mideye haber vermektir. İşte bu suretle kuvve-i zâika yalnız maddî cesede bakmıyor, belki kalbe, ruha, akla dahi baktığı cihetle midenin fevkinde hükmü var, makamı var. S.)
ZAİL (Zâile) Geçen, geçici.Devamlı olmayan. Tükenen.
ZAİLAT (Zâil. C.) Zâil olan şeyler.
ZÂİLÂT-I FÂNİYE Gelip geçici olanlar, bir hâlde durmayıp gidenler.
ZAİM (Zeâmet. den) Zeâmet sahibi. Kefil. * Prens. Şef, lider.
ZAİNE (C.: Zuun-Zaâyin-Zâân-Ez´ân) Mıhfe içinde olan kadın.
ZAİR(E) Ziyaret eden, ziyaretçi. Hatır sormaya, görmeye giden. * Seyirci.
ZAİT (Bak: Zâid)
ZAK f. Dölyatağı, meşime. Rahim.
ZAK-DAN f. Döl yatağı, rahim.
ZA´K Çağırmak, bağırmak.
ZAK Pak, arı, temiz.
ZAKINE (C.: Zevâkın) Enek çukuru.
ZAKİ (Zâkiyye) Saf ve temiz kimse. Hareket ve davranışları düzgün olan kişi.
ZAKİ Güzel kokulu, keskin kokulu.
ZÂKİR Zikreden, zikredici. * Hafızası kuvvetli. * İlâhiler okuyan. Çok çok duâ ve Esmâ-i İlâhiyeyi okuyan. * Tekrar eden.
ZÂKİRÛN (ZÂKİRÎN) Zikredenler.
ZÂKİRE Andıran, hatırlatan, hatıra getiren şey.
ZAKKUM Cehennem´de bir ağacın ismi, cehennemliklerin yiyeceği. * Gösterişi güzel, çiçekli ve zehirli meyvesi olan yâsemine benzeyen bir bitki ismi.
ZAKM Yemek, ekl.
ZAKN Yükletmek.
ZAKNA´ Uzun. * Kaba, yoğun. * Eğri.
ZAKT Cima etmek.
ZAKV Çağırıp bağırmak.
ZAKZAK Yeynicek, hafif. * Bir karınca cinsi.
ZAKZAKA Çocukların oynayıp sıçramaları.
ZAL İhtiyar. Ak sakallı. * f. İranlı meşhur kuvvet ve pehlivanlık senbolü Rüstemin babasının adı.
ZAL () harfinin bir ismi. "Dal-i Mu´ceme ve "Zel" de denir. * Horoz ibiği.
ZAL´ Eğilmek, meyl etmek. * Dar olmak. * Davarın ağır yük getirmekten dolayı yürürken iki yanına eğilmesi.
ZALAL Gölge eden. Gölge olan.
ZALÂM Karanlık. Zulmet.
ZALÂM-I ZULM Zulmün karanlığı.
ZALEF Kum ve taş olmayan sağlam yer.
ZALEME (Zâlim. C.) Zâlimler.
ZALF Men´etmek. Nefsini bir işe rağbet ve teveccühten men etmek. * Mübah şey. * Bâtıl. * Şiddet. * Beyhude.
ZALİ´ (C.: Zulu´) Eğri, meyilli. * Müttehem kimse. Töhmetli. * Aksak hayvan.
ZALİ´ Geniş, bol, vâsi.
ZALİF Çok hor, çok hakir kimse.
ZALİFEN Birisinin izine uyup gitmek. * İzini gizlemek, belirsiz etmek.
ZALİK(E) Bu, şu, o. Kezâlik. Böylece.
ZALİK Giden, gidici.
ZALİL Gölgeli.
ZÂLİM(E) Zulmeden, haksızlık eden.
ZÂLİMÂNE f. Zâlim olana yakışır şekilde. Zulmeder surette. Zâlimce.
ZÂLİMÎN (Zâlim. C.) Zâlimler, zulmedenler.
ZÂLİMÛN (Zâlim. C.) Zulmedenler. Haksızlık edenler. Zâlimler.
ZALİM (C.: Zılem-Zılmân) Deve kuşunun erkeği. * Kaymağı alınmadan içilen süt. * Hiç bozulmamış yerden kazılan toprak.
ZALLAM (Zalûm) Çok zulmeden. Çok zâlim.
ZALM Kar. * Diş beyazlığı.
ZALMA (C.: Zulem) Karanlık.
ZALÛM Çok zulmeden. Çok zâlim.

Prof. Dr. Sinsi 11-04-2012 07:24 AM

Osmanlıca Sözlük Lügat Z Harfi
 
Z Harfi

ZAM (Bak: Zamm)
ZAM Ayıp.
ZA´M Kelâm, söz.
ZAMA´ Susuzluk.
ZAMA Diş etinin kanının az olması.
ZAMAİM (Zamime. C.) İlâveler, ekler. Artırmalar.
ZAMAİR (Zamir. C.) Zamirler. Bir şeyin iç yüzleri. * İsim yerine kullanılan kelimeler.
ZAMAİR-İ ŞAHSİYYE Şahıs zamirleri. " Ben, sen, o" gibi isim yerine geçen kelimeler. (Bak: Şahıs zamiri)
ZAMAN (Bak: Zeman)
ZAMAN Kefil olma, kefillik. Bir şeyin mislini veya değerini vermek üzere zarara karşı kefil olma, garanti.
ZAMAN-I AMEL Üzerine alma. Deruhde etme. İltizam.
ZAMAN-I RÜCU´ Huk: Cayma tazminatı. Vadinden dönme tazminatı.
ZAMANET Kötürümlük.
ZAMİH Somak ağacı. ("Tadım" da denir)
ZAMİLE (C.: Zevâmil) Yük hayvanı. * Küçük yük.
ZAMİME Ek, ilâve. Artırma, katma, ekleme.
ZAMİN Ödeyen. Kefil. Tazmine mecbur olan.
ZAMİN Tazmin eden. Kefil olan.
ZAMİN Hasta ve kötürüm kimse.
ZAMİR Düdük çalan. Ney çalan. Ney-zen.
ZAMİR Bir şeyi gizlemek. * İç. * Huk: Bir şeyin iç yüzü. * Niyet. * Vicdan. Kalb. * Gaye. * Gr: Mütekellim, muhatab ve gaibe delâlet eden ve bunların makamına kaim olan rumuzat harfleri ve harf terkiblerinin her biri. (Ben, sen, o; ene, ente, hüve gibi) ismin yerini tutan kelime.
ZAMİR-İ FİİLÎ Gr: Geçmiş zaman fiillerinin sonuna gelen -dim, -din, -Di, -dik, -diniz, -diler... gibi eklerdir.
ZAMİR-İ İZAFÎ Gr: Muzâfların sonuna gelen -im, -in, -i, -imiz, -iniz, -leri gibi eklerdir.
ZAMİR-İ MÜTEKELLİM Mütekellim zamiri, yani konuşanın isminin yerini tutan zâmir. ("Ben" gibi)
ZAMİR-İ NİSBÎ Gr: İsimlerin sonuna gelen, -im, -sin, -dir, -iz, -siniz, -dirler gibi eklerdir.
ZAMİR-İ ŞAHSÎ Gr: Şahıs gösteren ve şahısların ismi yerine kullanılan zamirler; Ben, sen, o, biz, siz, onlar gibi. (Bak: Şahıs zamiri)
ZAMM Bir şeye bir şeyi ekleme. Artırma. Katma. Fazla olarak verme. * Kenarlarını bitiştirme. *Gr: Bir harfin zammeli (ötreli) okunuşu.
ZAMME Ötre o, ö, u, ü, diye okunan harfin harekesi.
ZAMME-İ MAKBUZE-İ HAFİFE (Ü) sesini veren zamme.
ZAMME-İ MAKBUZE-İ SAKİLE (U) sesini veren zamme.
ZAMME-İ MEBSUTA "O" sesi.
ZAMME-İ MEBSUTA-İ SAKİLE (O) sesini veren zamme.
ZAMMETÂN (ZAMMETEYN) İki zamme.
ZAMPARA (Aslı "zenpare"dir) Kadınlar peşinde dolaşan ahlâksız erkek.
ZAMYA Yufka dudaklı. * Yufka kapaklı. * Dişinin etleri boz olup kanı az olan kimse.
ZAMYAN Palamut ağacına benzer bir ağaç. (Necid bölgesinde olur.)
ZAMZAM (C: Zamâzim) Büyük ve kuvvetli arslan. * Gadaplı ve kızgın kimse.
ZAN (Bak: Zann)
ZAN Ayıp.
ZA´N Göçmek.
ZANBUR (Bak: Zünbur)
ZANGOÇ (Ermenice) Kilisenin hizmetlerini gören ve çan çalan kimse.
ZANİ(YE) Zina eden. Meşru olmayan nikâhsız cinsî münasebette bulunan.
ZANİN Cimri, bahil ve hasis olan.
ZANİN Suç işlediği zannedilen kimse. Töhmetli, suçlu kimse.
ZANİYE (Bak: Zani)
ZANK Dar yer. Dar şey. * Darlık, sıkıntı.
ZANK´ (Bak: Dankâ´)
ZÂNN Zanneden. Sanan. Zannedici.
ZANN şüphe. Zannetmek, samak. Sezme.
ZANN-I GALİB Kuvvetli, hakikate en yakın olan zann. (Bak: Su-i zan)
ZANN-I KABUL-Ü CUMHUR Bir hükmün doğruluğunu ekseri müçtehidlerin ve ehl-i reylerin zann derecesinde, yani kuvvetli ihtimal ile kabul etmeleri.(Ümmeti da´vetle teşri´ edemez, fehmi şeriatten olur; lâkin şeriat olamaz. Müçtehid olabilir, fakat müşerri´ olamaz.İcma´ ile cumhurdur, sikke-i şer´i görür. Bir fikre davet etmek zann-ı kabul-ü cumhur, şart-ı evvel oluyor.Yoksa, davet bid´attır; reddedilir, ağzına tıkılır; onda daha çıkamaz... Lemeât)
ZANNÎ Zanna ait, zanna dâir ve müteallik.
ZÂNÛ f. Diz.
ZÂNÛ-BE-ZÂNÛ f. Diz dize.
ZÂNÛ-BER-ZÂNÛ f. Diz dize.
ZÂNÛ-BE-ZEMİN f. Diz çökerek, dizini yere koyarak.
ZANÛN Düşünce ve tedbiri kıt olan adam. * Suyu olup olmadığı bilinmeyen kuyu. * Suyu az olan kuyu.
ZÂNÛZEDE f. Diz çökmüş.
ZÂNÛ-ZEN f. Diz çökmüş.

Prof. Dr. Sinsi 11-04-2012 07:24 AM

Osmanlıca Sözlük Lügat Z Harfi
 
Z Harfi

ZAPT-Ü RABT (Bak: Zabt ü rabt)
ZAR´ (C.: Zuru´) Meme. * Süt veren hayvan memesi.
ZAR f. İnleyen, sesle ağlayan. * Zayıf, dermansız.
ZAR f. Kelimenin sonuna gelerek birleşik kelimeler olur. İsimlere eklenerek yer adı bildirilir. Meselâ: Lâle-zar $ : Lâle bahçesi.
ZA´R Bedende kılın az olması.
ZA´R Meyletmek, eğilmek.
ZARAAT (Derâat) Alçalma. Kendini küçük görme, küçültme.
ZARAFET Zariflik, incelik, kibarlık. Nâzik davranış. Muamelede, harekette ve giyimde hoşluk ve temizlik.
ZARAFET-PERVER f. Zarafete düşkün olan, zarifliği seven.
ZARAGIM (Zırgam. C.) Arslanlar.
ZARAİF Zârif, ince, hoş şeyler.
ZARAR Lüzumlu ve kıymetli bir şeyin eksilmesi veya kaybolması. Ziyan. Kayıp.(Zarar, birşeye dahil olan eksikliktir ki, hastalık veya körlük, topallık gibi sakatlık demektir. Nitekim anadan doğma a´maya ve pek zayıf hastaya darir denilir. Mühimmat ve levazım tedarikinden âciz olmak da bu mânadadır. Binaenaleyh zararlılar; dertli, sakat, âciz, özürlülerdir. Bunların gayrı olan gayr-i uli-z zarar ise, sahih, salim ve kadir olanlar demek olur. E.T.)
ZARAR-I ÂMM Umumla ilgili zarar.
ZARAR-I BEYYİN f. Meydanda ve âşikâr olan zarar.
ZARAR-I HASS Bir veya bir kaç şahsa âit olan zarar.
ZARAR-I MAHZ Fık: Kendisinin faydası yerine zararı olan.
ZARAR-I MA´NEVÎ Huk: Tazminat. Manevî zarar ve ziyan.
ZARAR-DİDE f. Zarar görmüş olan. Ziyana, kayıba, noksanlığa uğramış olan.
ZARB (Bak: Darb)
ZARF Kap, kılıf. Mahfaza. * İçine mektup konulan kılıf kâğıt. * Gr: Bir fiilin veya bir sıfatın veya başka bir zarfın mânasına "yer, zaman, mâhiyyet" (Nicelik, nitelik) gibi cihetlerden başkalık katan vasıflarını belirten kelime.
ZARF-I MEKÂN Mekân gösteren kelime. ("Burada, dışarda, içerde" gibi)
ZARF-I ZAMAN Gr: Zaman gösteren kelime. ("Erken, geç" gibi)
ZARFİYYET Gr: Kelimenin zarf olması hâli, bir kelimenin zarf olarak kullanılması.
ZARÎ Kanı durmayan damar.
ZARİ´ Hurma ağacının dikeni.
ZARİ´ (Zer´. den) Ekin eken. Çiftçi.
ZARİ f. Ağlayıp sızlama. * Hakirlik ve itibarsızlık.
ZARİB (C.: Zırâb) Bir ucu keskin yerli taş. * Küçük tepe.
ZARİF(E) Zarafetli. İnce ve nâzik tavırlı. Güzel. Şık. İnce nükteli. * İnce nükteli ve güzel tâbirlerle konuşan.
ZARİF-ÜT TAB´ İnce, zarif tabiatlı, güzel huylu.
ZARİFANE f. Zariflikle, incelikle, zarif olana yakışır surette.
ZARİFE Fazla ve lüzumsuz söz.
ZARİH (Darih) Mezar, kabir. Türbe.
ZARİR (C.: Ezırre-Zırrân) Kaba, sert yapılı ve muhkem yer.
ZARİS Taşla yapılmış kuyu.
ZARİYAT Kırıp ufalayan, toz duman edip götüren kuvvetler. * Velud kadınlar. (Bak: Zerv)
ZARİYAT SURESİ Kur´an-ı Kerim´in 51. suresidir. Mekkîdir.
ZARR Zarar.
ZÂRR Zarar veren, zararlı.
ZARR Soğuktan dolayı suyun donması.
ZARR´ (Darrâ´) Şiddet. Keder, mihnet, sıkıntı.
ZARURAT (Zaruret. C.) Zaruretler. Sıkıntı ve muhtaçlıklar.
ZARURET Çaresizlik. Muhtaçlık. Sıkıntı. Yoksulluk. ( $ kaidesi, yâni: "Zaruret, haramı helâl derecesine getirir." İşte şu kaide ise, küllî değil. Zaruret, eğer haram yoluyla olmamış ise, haramı helâl etmeye sebebiyet verir. Yoksa, su-i ihtiyariyle, gayr-ı meşru sebeblerle zaruret olmuş ise, haramı helâl edemez, ruhsatlı ahkâmlara medar olamaz, özür teşkil edemez. Meselâ: Bir adam su-i ihtiyariyle, haram bir tarzda kendini sarhoş etse; tasarrufatı, ulema-i Şeriatça aleyhinde câridir, mâzur sayılmaz. Tatlik etse, talâkı vâki olur. Bir cinâyet etse, cezâ görür. Fakat su-i ihtiyariyle olmazsa, talâk vâki olmaz, ceza da görmez. Hem meselâ, bir içki mübtelâsı, zaruret derecesinde mübtelâ olsa da, diyemez ki: "Zarurettir, bana helâldir." S.)(Meşakkat teysiri celb eder. Yâni: Suubet, sebeb-i teshil olur ve darlık vaktinde vüs´at gösterilmek lâzım gelir. Karz ve havale ve hacr gibi pek çok ahkâm-ı fıkhıyye bu asla müteferri´ dir. Ve fukahanın ahkâm-ı şer´iyyede gösterdikleri ruhas ve tahfifat hep bu kaideden istihraç olunmuştur.Şu kadar var ki hakkında nass-ı kat´i bulunan, meselâ yapılması her halde kat´iyyen memnu bulunan bir hususda meşakkat özrile o nassın hilâfı irtikâb olunamaz. Orada meşakkat, teysiri celb etmez.Bu kaide, Eşbah´da $ diye münderiçtir.Zaruretler, memnu olan şeyleri mübah kılar. Yâni: İşlenmesi men ve nehy edilmiş bazı şeyler vardır ki, bunları yapmak, zaruret halinde mübah hükmünde olur, bundan dolayı yapan muahaza edilmez. Muteber bir ikraha mebni başkasının malını itlâf veya açlıktan helâk havfından dolayı başkasının taamını rızası olmaksızın yemek gibi.Maamafih haram ve memnu olan şeyler, üç nevidir. Birincisi: Memnuiyeti aslâ sâkıt olmayan muharremattır. Başkasını zulmen öldürmek veya başkasının haksız yere bir uzvunu kesmek gibi. İkincisi: Aslâ sâkıt olmayıp zaruret vaktinde ruhsata mahal olan muharremattır. Başkasının malını itlâf gibi. Üçüncüsü: Zaruret halinde memnuniyeti sâkıt olan muharremattır. Meyte gibi temiz olmayan bir şeyi yemek gibi.Bu kaide, Eşbah´da $ diye münderiçtir ve arz olunduğu üzere her memnua şâmil değildir. Ist. Fık. K.)
ZARURÎ (Bak: Zaruriyye)
ZARURİYYAT (Zarurî. C.) Mecburi işler. İster istemez olan işler.
ZARURİYYAT-I DİNİYYE İman edilmesi zaruri olan dinin esasları, (Allah Teâlâya, Âhiret gününe, Meleklere, Peygamberlere, Kitaplara ve hayrın ve şerrin Allah´tan olduğuna inanmak.)
ZARURİYYAT-I NÂŞİE Bir şeyin kendisinde bulunması zaruri olan ve ondan ayrılması mümkün olmayan ve zâti hassadan meydana gelen zaruretler.
ZARURİYYE (Zarurî) Mecburî. İster istemez olacak iş. İhtiyarî olmayan, mecburî olan.
ZAR ZAR f. Hazin hazin, yanık yanık, (sesle) ağlıya ağlıya.

Prof. Dr. Sinsi 11-04-2012 07:24 AM

Osmanlıca Sözlük Lügat Z Harfi
 
Z Harfi

ZA´T Boğmak. Boğazlamak.
ZÂT Hürmete lâyık kimse. * Kendi. Öz, asıl. * Ehil. Sâhib. (Zu´nun müennesi)
ZÂT-ÜL BEYN İki kişi arasındaki düşmanlık.
ZÂT-ÜL CENB Yan zarı iltihab. Akciğer zarı iltihabı.
ZÂT-UL ESMÂR Meyve veren. Meyveli.
ZÂT-UL HAREKE Kendi kendine hareket eden cisim. Aslında hareketli olan cisim. Otomatik.
ZÂT-UL İLKAH-İ ZÂHİRE İlkahı (döllenmesi) çiçek vâsıtasıyla olan nebat.
ZÂT-ÜL MATÂLİ´ Birkaç matlâı bulunan akaside.
ZÂT-ÜR RİE Akciğer zarı iltihabı.
ZÂTEN Esâsen, aslında, asıl olarak.
ZÂTÎ (Zâtiyye) Zâta mensub. Kendisine âit, ile alâkalı, hususi. Özel.
ZÂTİYYAT şahsiyetler. Zâta mahsus işler.
ZÂTÜLBEYN (Zât-ül beyn) İki kişinin arasında olan düşmanlık.
ZÂTÜLCENB (Zât-ül cenb) Tıb: Akciğer zarı iltihabı. Akciğer veremi.
ZÂT-ÜZ-ZEVC Kocası olan kadın.
ZAUN Yük devesi.
ZAV´ Aydınlık. Işık.
ZAV´-UŞ ŞEMS Güneş ışığı.
ZAVABIT (Zâbıta. C.) Kaideler. Nizamlar, usuller.
ZAVAHİR (Zâhir. C.) Görünüş. Dış görünüş. * Göze çarpan yerler. Yüksek yerler.
ZAVARİB Nabız damarları.
ZAVİYE Köşe. * Küçük tekke. * İki çizginin birleşmesi ile hasıl olan köşe, şekil. * Mat: Birbiriyle kesişen iki satıh veya iki çizginin birleştiği yerde meydana gelen açıklık. Açı. Açı ölçü birimi 360 eşit parçaya bölündüğü takdirde "derece", 400 eşit parçaya bölündüğü takdirde "grat" tır.
ZAVİYETÂN (ZAVİYETEYN) İki zaviye. İki açı.
ZAY´A (C: Zıyâ´) Geliri olan bina. * Tarla. Çiftlik. * Binasız arsa.
ZAYA´ Elden çıkma, yok olma.
ZAYAN Yasemin çiçeği.
ZAY´AT Kaybolma, kaybetme.
ZAYF Misafir. Gelip geçen.
ZAYH Çok sulu süt.
ZAYH İncir ağacı.
ZAYİ´ (Ziya´. dan) Elden çıkan. Kaybolan. Yitik. Zarar, ziyan.
ZAYİÂT Zarar ve ziyanlar. Yitikler.
ZAYİG Mail, eğik, eğilmiş.
ZAYİGA Meyledici, eğilen.
ZAYİL Uzun etekli gömlek. * Uzun kuyruklu at. (Müe: Zâyile)
ZAYR Mazarrat, ziyan.
ZAYVEN (C.: Zayâvin) Yaban kedisi. * Erkek kedi. * Hırçın ve vahşi adam.
ZA´ZA´ Bir şeyi parça parça etmek. * şiddetle esen yel.
ZA´ZAA şiddetle hareket ettirmek, sarsmak.
ZA´ZAA-İ ESNÂN Dişlerin şiddetle birbirine vurması.
ZA´ZAA Doldurmak. * Ayırmak. * Rüzgâra savurmak

Prof. Dr. Sinsi 11-04-2012 07:24 AM

Osmanlıca Sözlük Lügat Z Harfi
 
Z Harfi

ZE Kur´an alfabesinde onbirinci harftir ve ebcedi kıymeti 7´dir.
ZE´A´ Bölükler, fırkalar.
ZEAL İnkârdan sonra ikrâr etmek.
ZEAM Tamâ, hırs.
ZEAMET Şeref, şan. Riyaset. * Yetiştirdikleri hayvanları ile birlikte harbe iştirak eden ve Sipâhi denen Osmanlı askerine öşrü alınmak üzere verilen en büyük timâr.
ZE´B Ayıp. * Reddetmek. Hor ve hakir etmek, kepaze yapmak.
ZEBAB Karasinek. (Bak: Zübab)
ZEBAN f. Dil, lisan, lügat, lehçe.
ZEBAN-ÂVER f. Düzgün konuşan, düzgün söz veya şiir söyleyen. * Dile getiren.
ZEBAN-DIRAZ f. Dil uzatan, atıp tutan.
ZEBANE f. Terazi gibi bazı âletlerin dili andıran parçaları. * Alev.
ZEBANEKEŞ f. Alevlenen, alevli.
ZEBANEŞ Onun dili.
ZEBANİ Cehennem´de vazife gören melek.
ZEBANİYÂN f. (Zebaniye) Zebaniler. Cehennemlikleri Cehennem´e atmaya vazifeli melekler.
ZEBANİYE Azap melekleri.
ZEBANZED f. Ata sözü, darb-ı mesel. * Alışılmış, her zaman söylenen söz.
ZEBAYİH (Zebiha. C.) Kurbanlık hayvanlar.
ZEBB Üzüm kurutmak.
ZEBB Men ve defetmek. Kovmak. * Yaban sığırı.
ZEBEB Kaşın kıllı ve yoğun olması.
ZEBED (C.: Ezbâd-Zübed) Köpük. * Kir ve pas, tüfl.
ZEBER f. Üst.
ZEBERCED Zümrüd cinsinden ve onun kadar kıymetli olmayan, sarımtırak yeşil, cam parlaklığında kıymetli taş.
ZEBERDEC Zeberced taşı.
ZEBERDEST f. En üstün, galib, hâkim, âmir. * Mâhir.
ZEBERDESTÎ f. Maharetlilik, ustalık. * El üstünlüğü, üstünlük, galibiyet.
ZEBERİN f. Üstteki.
ZEBG Yaramaz huy, kötü alışkanlık.
ZEBH Kesme, boğazlama. Kurban kesme. (Boğazlanmış veya boğazlanacak hayvana da "zebiha" denir.)
ZEBİB Kuru üzüm. Kuru incir. * Yılan veya akrep gibi hayvanların zehiri.
ZEBİH Kesme, boğazlama. Kesilecek hayvan. * Hz. İsmail´in (A.S.) ve Hazreti Muhammed´in (A.S.M.) babası Hz. Abdullah´ın lâkabı.
ZEBİHA Boğazlanmış veya kesilecek hayvan. (Bak: Zebh)
ZEBİHEYN İki kurban.
ZEBİL Fışkı, gübre. * Pislik.
ZEBİR Sıkıntı, mihnet. * Yazılmış şey. Mektup.
ZEBK Yolmak.
ZEBL İnce belli olmak. * Çiçeğin solması. * Deniz kaplumbağasının sırt kemiği.
ZEBN Şiddetle def´etmek. * Devenin çifte vurması.
ZEBR Kitab. Cüz. Kitap yaprağı. * Yazı yazma. * Söz. Yazı. * Akıl, zekâ. * Kuvvetli, sağlam, şiddetli adam. * Men´eylemek.
ZEBREC Ziyne, süs.
ZEBTEL Kısa boylu.
ZEBUN f. Zayıf, güçsüz, âciz. * Alışverişte aldanan.
ZEBUNÎ f. Zayıflık, güçsüzlük, âcizlik.
ZEBUN-KUŞ Düşkünleri ezen. Zâlim. Gaddar.
ZEBUR Kitap. Mektub. * Peygamber Hz. Dâvud´a (A.S.) vahiy ile gelen mukaddes kitabın adı.
ZEBZEB Uzun gemi.
ZEBZEB (C.: Zebâzib) Adam zekeri.
ZEBZEBE Muallâkta kalma. * Mütereddit. * Titreme. * Asılı bir şeyi havada oynatmak.

Prof. Dr. Sinsi 11-04-2012 07:24 AM

Osmanlıca Sözlük Lügat Z Harfi
 
Z Harfi

ZE´C şiddetle emme, yutma. * Doldurmak.
ZECA (Zecven - Zeccâ - Eczâ) Sevketmek, yürütmek. * Def etmek.
ZECA´ Hüküm geçmek. * Kolaylık.
ZECC Süngünün arkasıyla vurmak. * Atmak. * Deve kuşunun yelmesi.
ZECCA´ Adımı birbirinden uzak olan.
ZECCAC Şişeci. Camcı. Sırça işleri yapan.
ZECEC Kaşın uzun ve ince olması.
ZECEL Avaz, ses, savt. * Mübâlağa ile çağırmak.
ZECL Atma.
ZECME Kelime.
ZECR Menetme, engel olma. Nehyetme. * Zorlama, zorla yaptırma. * Önleme. Sıkma. * Kovma. Eziyet etme. * Angarya olarak çalıştırma. * Köpek balığı. * Çağırma. * Sürme.
ZECRE Çağırmak, bağırmak, sayha. * Men´etmek, engel olmak.
ZECREN Zorlayarak, zorla. * Ceza olarak. * Engel olarak, menederek.
ZECRÎ Cebren, zorlayıcı olarak.
ZED f. Vurma, dövme.
ZED "Vurucu, vuran" mânasına gelir ve birleşik kelimeler yapılır. Meselâ: Guş-zed $ : Kulağa çalınan. Zeban-zed $ : Yayılmış söz.
ZEDE (Zed) f. Birleşik kelimeler yapılarak, "vurulmuş, çarpılmış, tutulmuş" manalarına gelir. Meselâ: Musibet-zede $ : Musibete uğramış.
ZEDEGÂN (-zede. C.) f. Tutulmuşlar, çarpılmışlar, uğramışlar mânalarına gelir ve birleşik kelimeler yapılır.
ZEDERGÂH (Bak: Zidergâh)
ZEELAN Yab yab yürümek.
ZEFER Kötü koku.
ZEFER Ağaca vurulan payanda, destek.
ZEFERAT Soluk almalar.
ZEFF Kişinin nikâhlısını kocasına teslim etmek.
ZEFİF Çabuk davranan. Çevik. * Deve kuşunun yelmesi. * Gelini kocasına göndermek. * Hızla gitmek.
ZEFİR Çok şiddetli ses. * Hıçkırıkla nefes vermek. Göğüs geçirmek. * Ağlatmak. * İnlemek. * Ateş gürültüsü. * Eşek anırtısının evveli. * Belâ.
ZEFİRR Uzun boylu yiğit. * Kuvvetli deve.
ZEFN Raksetmek, dansetmek.
ZEFR Yükseltmek. * Yük getirmek.
ZEFUR Kir, pas, vesah.
ZEFZEFE Titreme, sarsılma.

Prof. Dr. Sinsi 11-04-2012 07:25 AM

Osmanlıca Sözlük Lügat Z Harfi
 
Z Harfi

ZEGAB Kuş yavrusunun üstünde olan sarıca tüyler.
ZEGAN f. Çaylak.
ZEHAB Gitmek. * Zihnen bir yola sapmak. Yanlış düşünce. Bir fikre uymak. Zan.
ZEHADET Dünyadan, yâni nefsanî, fani ve fena şeylerden çekinmek. Zâhidlik. Sıkı sıkıya dine bağlılık.
ZEHAİR (Bak: Zahair)
ZEHARİF (Zuhruf. C.) Yalancı süsler, yaldızlar, gösterişler. * Sahte süsler.
ZEH-DAN f. Döl yatağı, rahim.
ZEHDER Çakır doğan. * Doğan yavrusu. * Bir atın adı.
ZEHEB Altın.
ZEHEB-İ ZÂİB Eriyen altın.
ZEHEBÎ Altına ait. Altından yapılma.
ZEHEN (C.: Zehân) Zeyreklik, akıllılık. * Hıfz. * Kuvvet.
ZEHEM Yağlı ve kirli olmak.
ZEHER (C.: Ezhâr-CC: Ezâhir) Çiçek.
ZEHF Yeynilik, hafiflik.
ZEHİ (Bak: Zihi)
ZEHİB Altın sürülmüş, yaldızlı.
ZEHİD Az, kalil.
ZEHİM (C.: Zühüm) Yağlı ve kirli.
ZEHK Helâk olmak, mahvolmak. * Bâtıl olmak. * Okun nişanı aşıp geçmesi. * Çıkmak, huruç. * Derin kuyu.
ZEHK Yorulmak.
ZEHL (Bak: Zahl)
ZEHL Dalgınlıkla unutma, geciktirme. İş çokluğundan sonraya bırakma. * Kasden unutma.
ZEHLUL İyi at.
ZEHNA´ Düzgün. * Süs, ziynet.
ZEHR(E) Çiçek. şükufe.
ZEHR (Zehir) f. Zehir, ağu, semm.
ZEHR-İ KATİL Öldürücü zehir.
ZEHRA (Müe.) Ay gibi parlak olan. Çok parlak ve safi, berrak.
ZEHR-AB f. Acı su.
ZEHR-ABE f. Acı ve zehir gibi su. Zehirli su. * Mc: Acı, acılık.
ZEHR-ALUD f. Zehirli. Zehir karışmış.
ZEHR-AMİZ f. Acı, zehirli.
ZEHRAVAN (Zehrâveyn) İki parlak şey. * Kur´an-ı Kerim´de Sure-i Bakara ile Âl-i İmran Surelerine birlikte verilen isim.
ZEHR-BAR f. Pek acı, zehir saçan.
ZEHR-BAZ Zehir veren. Zehir yapan. * İmandan ayıran.
ZEHRE (C.: Ezhâr) Çiçek. * Beyaz, berrak. Süs, ziynet.
ZEHRE f. Kahramanlık, yiğitlik. * Öd. Safra.
ZEHREÇÂK f. Çok korkmuş, ödü patlamış.
ZEHREDÂR (C.: Zehredârân) f. Yiğit, cesur, yürekli, cesaretli.
ZEHR-EFŞAN f. Zehir saçan.
ZEHR-HAND f. Acı acı gülme.
ZEHRİN f. Pek acı, zehir gibi.
ZEHR-NAK f. Zehirli, ağulu.
ZEHUK (Zehak) Boş, beyhude. Bâtıl. Zâil, yok olan.
ZEHV Bâtıl. * Yalan. * Fahirlenmek, gururlanmak, tekebbürlenmek. * Güzel manzara. * Taze ot. * Otun çiçeği. * Titremek. * Yürümek. * Yel esmek. * Alacalanmış hurma koruğu.
ZEHZEHE "Zehi zehi" demek.
ZEİM Ayıplanmış.
ZEİR Aslan kükremesi.
ZEİR Öncü, çeri kimse.

Prof. Dr. Sinsi 11-04-2012 07:25 AM

Osmanlıca Sözlük Lügat Z Harfi
 
Z Harfi

ZEKÂ Çabuk anlama ve bilme kabiliyyeti. Fehim ve idrakte çabuk olma. * Ateşin alevlenmesi. * Güzel koku alma.
ZEKÂ Saflık, duruluk. * Hâl düzgünlüğü.
ZEKÂB f. Yazı mürekkebi.
ZEKAN (C.: Ezkân) İki çenenin birleştiği yer. ("Enek" de derler.)
ZEKÂRET Erkeklik.
ZEKÂT Nisab miktarı mala, paraya sahib olan Müslümanın kırkta birini fakirlere sadaka vermesi ve bu verilen sadaka. Ziyadeleşme, artma. * Temizlik. Taharet. (Bak: Sadaka, Nisab).( $ Bu kelâmın mâkabliyle nazmını icab ettiren münasebet ise: Namaz $ Yani dinin direği ve kıvamı olduğu gibi, zekât da İslâmın kantarası, yani köprüsüdür. Demek; birisi dini, diğeri asayişi muhafaza eden İlâhî iki esastırlar. Bunun için birbiriyle bağlanmışlardır. İ.İ.)(Zekât ile sadakanın lâyık oldukları mevkilerini bulmak için bir kaç şart vardır:1- Sadakayı vermekte israf olmaması.2- Başkasından alıp başkasına vermek suretiyle halkın malından olmayıp kendi malından olması.3- Minnetle in´âmın bozulmaması.4- Fakir olmak korkusu ile sadakanın terk edilmemesi.5- Sadakanın yalnız mala ve paraya münhasır olmadığı bilinmesi ile ilim, fikir, kuvvet, amel gibi şeylere de muhtaç olanlara sadakanın verilmesi.6- Sadakayı alan adam, o sadakayı sefahette değil, hâcât-ı zaruriyyesinde sarfetmesi lâzımdır. İ.İ.)(Sadakalar kimlerin hakkıdır, bu cihete gelince, emr ü teşvik olunduğunuz infak u sadakat $ Allah yolunda tutulmuş, din uğrunda ilme, cihada vakf-ı nefs etmiş, $ Yeryüzünde şuraya buraya gidemiyen, yani Allah yolunda meşguliyetlerinden veya maraz ve acz gibi bir maniadan dolayı nafakalarını kazanmağa iktidarları olmayan o fakirler içindir ki $ hallerini tecrübe etmeyen cahil, onları $ taaffüflerinden, yani istemeğe tenezzül etmeyip tahammül ve tecemmül ile iffetlerini muhafaza ve ibraz eylediklerinden dolayı, zengin zanneder. $ Sen onları simalarıyla, dikkat edildiği zaman hallerinde görülecek edeb ü nezahet, yüzlerinde müşahede olunacak âsâr-ı fakr u zaruret gibi alâmetleriyle tanırsın. $ İnsanlardan dilenmezler, hele $ ilhah-ı ısrar ile hiç dilenmezler, olsa olsa pek muztar kaldıkları zaman ehline ifham-ı hâl ederler...Bu âyet, Ashab-ı Suffa tesmiye olunan fukara-yı Muhacirîn hakkında nazil olmuştur ki; dörtyüz kişi kadar vardılar. Medine´de ne bir meskenleri, ne aşiret ve akrabaları, hiçbir şeyleri yoktu, daima Mescid-i Nebeviyeye mülazemet ederler, mescidin sofasında ikamet eylerler, ilm-i Kur´an tahsil ederler, mevâız ve tedrisat-ı Peygamberîyi istimâ´ ile müstefid olurlar, hep oruçlu bulunurlar. Hâsılı; ilm ü ibadete hasr-ı evkat ederler ve her ne zaman bir gaza olursa giderlerdi. Bunlar Medrese-i Risalet´in Allah yoluna vakf-ı nefs etmiş talebesiydiler.İbn-i Abbas Hazretlerinden vaki olan rivayete göre birgün Resulullah (A.S.M.) Ashab-ı Suffa´nın başlarına durmuş, hallerini nazar-ı tedkikten geçirmişti. Fukaralıklarını, çekmekte bulundukları zahmetleri gördü ve kalblerini tatyib edip buyurdular ki: "Ey Ashab-ı Suffa! Size müjdeler olsun ki, her kim şu sizin bulunduğunuz hal ü sıfatta ve bulunduğu halden razı olarak bana mülaki olursa o benim refiklerimdendir. " İşte bu âyet de bunlar dolayısiyle nâzil olmuştur. Ve fakat hükmü âmmdır. Allah rızası için düşmana karşı nöbet bekleyen veya Allah rızası için medreselerde dirsek çürüten veya Allah rızası için hidemât-ı âmmeye vakf-ı nefs eden ve bu ahval içinde malı mülkü yok, muhtaç olmakla beraber nafakasını kesbe vakit bulamayan veya kudreti yetişemiyen fukara-yı mü´minîn bu âyetin hükmünde dâhildirler. Bunlar infakat ü sadakatın en güzel masrıfını teşkil ederler. E.T.)
ZEKÂVET Zeki oluş. Zeyreklik. Çabuk anlama ve kavrama. Keskin anlayış.
ZEKEN İlim, feraset.
ZEKER (C.: Zükrân - Zükur - Zikâr - Zikâre) Erkek. * Erkeklik organı.
ZEKERİYYA (A.S.) Benî İsrail peygamberlerinden ve Hz. Süleyman Aleyhisselâm´ın neslindendir. Beytül-Makdis´de Tevrat yazan ve kurban kesen reis idi. Zevcesi, Hz. Meryem´in teyzesi idi. Benî İsrail´in büyüklerinden olan İmran namındaki zatın karısı Hanne, Zekeriyya (A.S.) ın karısının kardeşidir. Hz. Meryem İmran kızı ve Hanne´den doğmuştur. Zekeriyya Aleyhisselâm´ın himayesinde büyümüştü. Sonradan Yahya isminde oğlu dünyaya geldi. Yahudiler Zekeriyya´ya (A.S.) iftira ederek onu şehid ettiler. Kur´an-ı Kerim´de yedi defa ismi geçer. (Bak: Yahya A.S.)
ZEKEVAT (Zekât. C.) Zekâtlar.
ZEKİ(YE) Hâlis. Temiz. Hali temiz olan.
ZEKİ(YE) Zekâ sahibi. Çabuk anlayışlı.
ZEKİK Yazının satırlarının sık olması. * Yürürken kişinin adımlarının bibirine yakın olması.
ZEKİR Unutmayan. Hâfızası kuvvetli.
ZEKİYY Tâhir ve pâk kimse. Temiz insan.
ZEKK Zayıf. * Yürürken adımların birbirine yakın olması.
ZEKUN Sivri ve sarkık enekli.
ZEKURET Erkeklik.
ZEKVE Tamamlamak. Kesmek.
ZEKZEKE Çirkin ve yaramaz huylu olmak.

Prof. Dr. Sinsi 11-04-2012 07:25 AM

Osmanlıca Sözlük Lügat Z Harfi
 
Z Harfi

ZELA´ Ayağın altında ve üstünde; elin ise arkasında olan yarık.
ZELAHLAH (C.: Zelahlahât) Büyük çanak. * Aceleci ve uzun boylu adam. * Derin olmayan ırmak.
ZELAK (Zelk) Yolmak (tıraş gibi). * Sürçmek. Ayağın kayması.
ZELAK Sülük.
ZELAKA (İzlâk - Zellâka) Fasâhat, kolaylık ve lisan inceliği, keskinlik. Nutkun güzel ve çabuk olması. * Tecvidde: Keskin olarak çıkan $ harflerinin ismi. Bunlara müzlika harfleri de denir.
ZELALET Alçaklık, hakirlik, horluk. Zillet.
ZELAZİL Zelzeleler. Yer sarsıntıları.
ZELAZİL (Zilzil. C.) Uzun etekler.
ZEL-CEDD Kudret, kuvvet, azamet ve büyüklük sâhibi. (Bak: Cedd)
ZEL-CUD Bol bol ihsan eden, cud ve cömertlik sahibi.
ZELEC Kaymak yer.
ZELEF Burnun küçük ve ucunun, gerisine eşit olması. (O burun sahibine "ezlef" derler) (Müe: Zülefâ)
ZELEFE (C.: Zulef) Pâk ve ruşen nesne, parlak ve temiz cisim. * Kaypak, düz yer.
ZELEL Eksiklik.
ZELEME Keçinin boğazı altında sarkık olan kıllar. (Müz: Ezlem. Müe: Zelmâ)
ZELH Bir ok atımı yer. * Islaklığından dolayı ayak kayan yer.
ZELİC (Ayak) kaymak.
ZELİF Adımını atmak.
ZELİK Düşük oğlan, sakat çocuk.
ZELİL Sürçüp düşen. * Yanılan.
ZELİL Hor, hakir, alçak. Aşağı tutulan.
ZELİLÂNE f. Alçakça. Hakir ve aşağılık kimselere yakışır şekilde.
ZELİLÎ Hakirlik, horluk, zelillik, alçaklık.
ZELK(A) Sürçme, kayma.
ZELL Yanlışlık yapma, yanılma. * Ayağı sürçme, kayma.
ZELLAT (Zelle. C.) Yanılmalar, yanlışlar. * Sürçmeler, kaymalar. * Hatalar.
ZELLE(T) Sürçme, sürçüp kayma. * Yanılma. Yanlış. Ufak suç.
ZELLET-ÜL KARİ´ Okuyanın yanılması. Namaz içinde, kırâat esnasındaki yapılan yanlışlık.
ZELUH Kaypak yer.
ZELUL Yumuşak huylu. Sert başlı olmayan. İtaatlı ve râm olan. * Hecin devesi. * İnsanların emrindeki yeryüzünün hâli.
ZELULÎ Başı yumuşak. Dayanıklı. Sabırlı, tahammüllü.
ZELZAL (Zülzâl) Sarsıntı. Zelzele. Deprem. Sarsılma. (Bak: Zilzal)
ZELZELE Yer sarsıntısı. * Sarsma.(Sual : Mâdem bu zelzele musibeti hatâların neticesi ve keffaret-üz-zünubdur. Mâsumların ve hatâsızların o musibet içinde yanması nedendir Adâletullah nasıl müsaade eder Yine manevî cânipten elcevab: Bu mes´ele sırr-ı kadere taalluk ettiği için, Risale-i Kader´e havale edip yalnız burada bu kadar denildi: $ Yani: "Bir belâ, bir musibetten çekininiz ki, geldiği vakit yalnız zâlimlere mahsus kalmayıp mâsumları da yakar."Şu âyetin sırrı şudur ki: Bu dünya bir meydan-ı tecrübe ve imtihandır ve dâr-ı teklif ve mücahededir. İmtihan ve teklif, iktizâ ederler ki, hakikatlar perdeli kalıp, ta müsabaka ve mücahede ile Ebubekirler, A´lâ-yı İlliyyîne çıksınlar ve Ebucehiller, esfel-i sâfilîne girsinler. Eğer mâsumlar, böyle musibetlerde sağlam kalsaydılar, Ebucehiller, aynen Ebubekirler gibi teslim olup, mücahede ile mânevi terakki kapısı kapanacaktı ve sırr-ı teklif bozulacaktı.Mâdem, mazlum, zâlim ile beraber musibete düşmek hikmet-i İlâhîce lâzım geliyor. Acaba o biçâre mazlumların rahmet ve adâletten hisseleri nedir Bu suale karşı cevaben denildi ki: O musibetteki gazab ve hiddet içinde onlara bir rahmet cilvesi var. Çünki o mâsumların fâni malları, onların hakkında sadaka olup, bâki bir mal hükmüne geçtiği gibi, fâni hayatları dahi bir bâki hayatı kazandıracak derecede bir nevi şehâdet hükmünde olarak, nisbeten az ve muvakkat bir meşakkat ve azaptan büyük ve dâimî bir kazancı kazandıran bu zelzele, onlar hakkında aynı gazab içinde bir rahmettir. S.)
ZELZELET-ÜS SÂA Kıyamet sarsıntısı. Kıyamet kopması ânında meydana gelecek olan çok müthiş zelzele.
ZELZİL Ev içinde olan mal, mülk ve eşya.
ZE´M Katı, şiddetli, şedid. * Hacet, ihtiyaç. * Mevt, ölüm.
ZE´M Tahkir etmek, hakaret etmek. * Ayıplanmak.
ZEMA´ Tenbel olmak. * Dehşetli olmak. * Acele etmek. * Yırtmak. * Alçak insan, kötü insan.
ZEMAHŞERÎ (Hi: 467-538) Türkistan´da Harzem´in Zemahşer köyünde doğdu. Hanefî fukahasındandır. Fevkalâde iktidar ve faziletine rağmen bir zamanlar itikadça Mu´tezile´den olmuştu. Meşhur bir ilm-i belâgat âlimidir.
ZEMAİM (Zemime. C.) Kötü haller. Beğenilmeyen, sevilmeyen hal ve hareketler.
ZEMAM (Bak: Zimam)
ZEMAN Zaman, devir, vakit, çağ, mevsim, mehil.(Levh-i Mahv-İsbat ise, sâbit ve dâim olan Levh-i Mahfuz-u Azam´ın daire-i mümkinatta, yâni mevt ve hayata, vücut ve fenâya daima mazhar olan eşyada mütebeddil bir defteri ve yazar bozar bir tahtasıdır ki, hakikat-ı zaman odur. Evet herşey´in bir hakikatı olduğu gibi, zaman dediğimiz, kâinatta cereyan eden bir nehr-i azimin hakikatı dahi Levh-i Mahv-İsbat´taki kitabet-i kudretin sahifesi ve mürekkebi hükmündedir. S.)
ZEMAN-I MEDİDE Pek uzun zaman.
ZEMAN-I VUSÛL Varma zamanı.
ZEMANE f. şimdiki zaman. * Vakit, devir. * Tâlih, baht, şans.
ZEMANEN Zamanca, zaman bakımından. * Vaktinde, vaktiyle.
ZEMANE(T) Belâ, musibet, âfet. * Bedenin bir azası eksik veya kötürüm olma.
ZEMANÎ Zamanla ilgili, zamana ait.
ZEMANİYAN f. İnsanlar. Beşer.
ZEMAR Kamışa (ney´e) üfleyen.
ZEMARE Savt, ses, sayha, bağırış, çığlık.
ZEMCA Kuş kuyruğunun çıktığı yeri.
ZEMCERE (C.: Zemâcir) Şiddetle çağırmak.
ZE´ME Şiddetli ses, çığlık. * İhtiyaç, hâcet.
ZEME (C.: Zemmâm) Suyu az olan kuyu. * Tenbellik.
ZEMEC Gadap etmek, hiddetlenmek, kızmak. * Doldurmak.
ZEMEL Bir yanı üzerine çöküp öbür yanını yukarıya kaldırarak koşmak. * Devenin ayağına ârız olan aksaklık. * Su tulumunun sarkması.
ZEMEN Zaman, vakit.
ZEMER İnce saçlı. * Bahadır, kahraman, yiğit kimse.
ZEMEYAN Acele.
ZEMHA Yaramaz huylu, bahil kimse.
ZEMHARE (C: Zemâhir) Ok.
ZEMHERİ(R) Karakış dönümünden (12 Aralıktan) 31 Ocağa kadar olan şiddetli soğuk devresi.
ZEMİL Tez, hızlı, seri. * Deve yürüyüşünden bir çeşit.
ZEMİL Bir adamın hayvan üzerinde iken ardına binmiş olan adam.
ZEMİM Burun suyu, sümük. * Koç ve teke zekerinden akan bevl. * Koyun emziğinden akan süt.
ZEMİME Zemme müstehak olan. Beğenilmeyen kötü hal ve hareket.
ZEMİN Kötürüm kimse.
ZEMİN f. Yer. Yeryüzü.* Meydan. Satıh. * Tarz. Eda. *Mevzu.
ZEMİN-İ ŞURE Çorak yer.
ZEMİN-BUS (Saygı ve hürmetten dolayı) yeri öpme.
ZEMİN-DÂR (C: Zemindârân) f. Hâkim. Vâli.
ZEMİN-KUB f. İkide bir ayağını yere vuran çengi, rakkase. * Yer tepici olan at, deve, katır ve benzeri hayvanlar.
ZEMİN Ü ZAMAN Vakit ve yer. * Münasebet. Mevzuya veya mes´eleye olan uygunluk, hâl, vaziyet.
ZEMİR Bahadır, kahraman, yiğit.
ZEMİSTAN f. Kış. Kış mevsimi.
ZEMİSTANÎ f. Kışlık. Kış mevsimine ait.
ZEMK Sakal yolmak. (Yolunan sakala "zemika" veya "mezmuka" derler.)
ZEMKA Kuşun kuyruğunun bittiği yer.
ZEML Atın, davarın neşeli yürüyüşü. * Yük yüklemek. * Refik. Arkadaş.
ZEMM Birisinin ayıplarını söylemek, çekiştirmek. Kötülemek, yermek. Ayıplamak.
ZEMMÂM Ayıplayıcı, zemmedici, kötüleyici.
ZEMMAR Düdük çalan.
ZEMN Kötürüm olmak.
ZEMR Düdük çalmak.
ZEMR Savaşmak. * Bir nesne ile kandırmak.
ZEMU´ (ZEMİ´) Aceleci ve seri kimse. * Sıçraması birbirine yakın olan tavşan.
ZEMZEM Çok mübarek bir su. * Kâbe-i Mükerreme´nin yanındaki maruf kuyu. (Süryanicede Zem: Dur, gitme mânasınadır. Vaktiyle Hz. Hacer, oğlu İsmail´in (A.S.) ayağı altından su çıkıp aktığını veya bu kuyunun çok çok akmağa başladığını görünce, "zem zem" diye söylemesi ile kuyunun akması kesilmiş ve bu vecihle kuyu bu ismi almıştır.) *Kelimenin lügat manası: Yavaş yavaş teganni ve terennüm eylemek, hafif ve yavaş yavaş türkü söylemek. * Çok bol.
ZEMZEME Nağme, hoş ses. Uzun uzadıya gürleyerek seslenmek. Geniz ve boğaz ile ezgili ses çıkarmak. Yavaş yavaş geniz ve boğazdan ses çıkararak türkü veya şarkı söylemek. * Cemaat.
ZEMZEME-DÂR f. Ahenkli.
ZEMZEME-PİRÂ f. Şarkı söyleyen, terennüm eden

Prof. Dr. Sinsi 11-04-2012 07:25 AM

Osmanlıca Sözlük Lügat Z Harfi
 
Z Harfi

ZEN f. Kadın, nisa.
ZEN f. Vuran, kesen, atan mânalarına gelerek birleşik kelimeler yapılır. (Zeden: Vurmak mastarında emir köküdür) Lâf-zen $ : Söz atan, lâf atan.
ZENA´ Kısa boylu ve dar nesne. * Sidiğini tutup işemeyen kişi.
ZENABİ Kuş kuyruğu. * Deve burnundan akan sümük.
ZENABİL (Zenbil. C.) Zenbiller.
ZENABİR (Zünbur. C.) Eşek arıları.
ZENADIK (Zındık. C.) Zındıklar. Allah´a ve âhirete inanmayan dinsizler. İçten inanmayıp zâhiren mümin görünen münafıklar.
ZENADİKA (Zındık. C.) Zındıklar.
ZENAH (Zenâhdân) f. Çene.
ZENAN Kadınlar.
ZENAN f. "Vurarak" mânasına gelir ve birleşik kelimeler yapılır. Meselâ: Ta´ne-zenan $ : Söverek.
ZENANE f. Kadınla alâkalı, kadına mahsus. Kadın işi.
ZENAV (Bak: Avzen)
ZENB Suç, günah, kabahat.
ZENBAK Güzel kokulu bir çiçek. Zambak. * Yâsemin yağı.
ZENBEREK (Zenburek) f. Hareket ettirmeğe yarıyan yay. Saatin zenbereği. * Hayvan üzerinde taşınan ve ateşlenebilen küçük top. * Mc: Faaliyet ve harekete sebep olan şey.
ZENBERİYYE Büyük cins bir gemi. * İri vücutlu, enli erkek.
ZENBİL İçine öteberi konulup elde taşımaya mahsus, sazdan örülmüş ve üst tarafında yine sazdan kulpları olan, ağzı geniş kap.
ZENBİLLİ ALİ EFENDİ Yavuz Sultan Selim Han ve Kanuni Süleyman devrinin meşhur Şeyh-ül İslâmı ve âlimidir. Asıl adı Alâaddin Ali Cemâl Çelebi´dir. Allah rızası ve Allah korkusundan başka birşey tanımaması sayesinde, pervasız hareketleri ile bir çok insanın hayatlarını koruyabilmiş, adaleti te´min etmiştir. Sağlam dindarların sultanlara karşı nasıl metanet ve cesaret göstereceğine nümunelik bir zat olarak yaşamış, devlet reislerine istikameti gösterebilen bir İslâm kahramanı olmuştur. Vefatı Mi: 1526 tarihine rastlar. Karaman´lı olduğu söylenir.
ZENBUC Yabani zeytin.
ZENBUREK f. Zenberek. * Tar: Hayvan ile taşınan eski küçük toplar.
ZENC Siyah, kara.
ZENCEBİL Hoş kokulu bir baharat adı.
ZENCERE Parmakla fiske vurmak.
ZENCİ Siyah ırktan olan. Siyâhi.
ZENCİR f. Zincir.
ZENCİR-BEND f. Zincire vurulmuş, zincirle bağlı mânasına gelir. Eskiden azılı katiller ve deliler, zincirle bağlandıkları için bu tâbir meydana gelmiştir. * Edb: Her mısranın son kelimesi, bir sonra gelen mısraın ilk kelimesini teşkil etmek şekliyle meydana getirilen manzumelere verilen addır. Divan şâirleri arasında bunun yerine "Redd-ül acz an-is sadr", halk şâirleri arasında ise "Zincirleme" veya "Ayaklı koşma" denilirdi.Safter-i âlemsin, senden hidâyet,Hidâyet menbaı dilde begayet,Begayet cemâlin nur-i beşâret,Beşâret gösterir hüsnün enveri.Enver-i cihansın, senden münevver,Münevver sıfatın zât-ı mükerrer,Mükerrer eyledin dehri serâser,Serâser okunur kenz-i ekberi(Lâ)
ZEND (C.: Zinâd-Eznüd-Eznâd) Kolun bilekte olan mafsalı. * Çakmak taşı ve demiri.
ZENDEKA Kâfirlik, dinsizlik. (Zendeka sâhibine zındık denir. Bazılarınca zındık; hem dinsiz, hem emvâl ve ezvacın iştirakine ve dehrin bekasına kail olan kimsedir.)
ZEN-DOST f. Kadınların peşinde dolaşan, kadınlardan hoşlanan, zampara.
ZENEB Kuyruk.
ZENED f. (Hâl sigası Zeden masdarından) Vuruyor, çarpıyor, tutuyor (meâlinde).
ZENEK f. Küçük kadın.
ZENEN Burundan sümük akıp durmak.
ZENG Zenci. * Kir, pas. * Zil.
ZENGÂR Bakır pası nev´inden bir mâden. Boyacılar kullanılır. Öldürücüdür. Yeşil renktedir.
ZENGEL(E) f. Çıngırak. * Çan.
ZENH Yemeğin kokup bozulması.
ZENİM Soyu bozuk, soysuz. Aslında o kavimden olmayıp sonradan ona katılan kimse. * Aşağılık.(Zenim, Zeneme´den müştaktır. Zeneme, keçinin, koyunun boynunda, kulağı dibinde derisinden küpe gibi yumrucuklara yahut kulağı delinip de ucundan muallâk bırakılan sarkıntıya denir ve bu, her tarafa sallanır durur. Lisanımızda o koyun veya keçiye küpeli denildiği gibi, Arapçada ise zenim denilir. Mecazen: Dalkavuk veya kulağı kesik, kulağı küpeli tâbirlerindeki mânayı andırır.İbn-i Cerir tefsirinde tafsil olunduğu üzere, târifinde şöyle denmiştir: Nesebi mülhak, piç, şer ile mâruf, kötü damgalı, fâcir ilâahir... E.T.)
ZENİN Sümük.
ZENK Bir taife adı.
ZENKA Dar sokak.
ZENME Keçinin kulağı ucunda küpe gibi sarkan kıllar. * Devenin kulağından kesip ilişik koydukları parça.
ZENNA´ Sümüklü kadın. * Hayzı kesilmiş olmayan kadın.
ZENNE Kadın kısmı. * Eskiden orta oyununda kadın rolü yapan erkek sanatkârlar hakkında kullanılan bir tâbirdi. Eskiden kadınlar, oyunda rol alamadıkları için erkekler kadın kıyâfetine girer ve oyunda kadın rolü yaparlardı.
ZENNUN Sümüklü.
ZENPARE f. Zampara. Zenperest.
ZENPEREST (C.: Zenperestegân) f. Kadına düşkün, kadın peşinde dolaşır ahlâksız kimse.
ZENTERE Darlık, şiddet.
ZENUB Sakaların su dağıttıkları bir kapdır ki; Kur´ân´da azabdan nasib mânasına istiare olunmuştur. (E.T.)
ZENYAN Men´etmek, engel olmak. Kabul etmemek, reddetmek. * Evmek, acele etmek. * Rüzgârın sert esmesi.

Prof. Dr. Sinsi 11-04-2012 07:25 AM

Osmanlıca Sözlük Lügat Z Harfi
 
Z Harfi

ZER Sarı. * Altın, akçe. * Nöbet. * Oruç. * Çile.
ZER´ Ekilmiş. Ekme. Tohum ekme. * Yetişmiş ekin.
ZER´ Çoğaltma. * Halketme, yaratma. * Tohum ekme. * Ağzından dişlerin dökülmesi. * Saç ağarması. * Perde, hâil.
ZE´R Kerih görmek. İğrenmek. Nefret etmek.
ZER´ Yaratmak. * Yere tohum saçmak.
ZER´ Ölçmek. * Kederli ve tasalı olmak. * Kalb. * El yaymak. * Kudret, kuvvet, tâkat.
ZE´R (ZEİR) Arslan kükremesi. * Çağırmak ve kükremek mânâsına mastar.
ZERA´ İplik eğirmekte elleri çabuk olan.
ZERA´ Vahşi sığırın buzağısı. * Tamâ, hırs, aç gözlülük.
ZERA Gölgelik, perdelik.
ZERAA Genişlik. * Hız, sür´at.
ZERAB f. Beyaz şarap. * Yaldız mürekkep.
ZERABÎ (Zürbiye) (Zirbiye. C.) İftihar eden. * Geniş, enli döşek, yatak.
ZERAF f. Zürafa.
ZERAFE (ZÜRÂFA) (C.: Zürâfât) Deveye benzer, boynu uzun ve art ayakları kısa bir hayvan. Zürafa.
ZERAFÎ (Zerafe. C.) Zürafalar.
ZERAK Gök renkli. Mavi.
ZERARE Saçılan şey.
ZERARÎ (Zürriyet. C.) Zürriyetler, kuşaklar, nesiller.
ZER-BAF Sırma dokuyan.
ZERBE Yüce avazlı, gür sesli olmak.
ZERD f. Sarı. * Soluk, solgun.
ZERD (Zered) (C.: Zürud) Halka halka örülmüş savaşçı zırhı. * Yutmak. * Boğmak.
ZERDAB (Zerd-âb) f. İrin, cerahat. * Safra. * Beyaz şarap.
ZERD-ÂLÛ f. (Zerd: sarı; âlû: erik) Sarı erik, zerdali.
ZERDE f. Safranla pişirilen bir çeşit pirinç tatlısı. Safran, sarı renge boyadığı için bu ad verilmiştir. Eskiden düğünlerde pişirilirdi. * Safran. * Yumurta sarısı.
ZERDEC Usfur çiçeğinin evvel çıkan sarı suyu.
ZERDEME Yutacak yer.
ZERDFAM f. Sarı renkte. Sarı renkli.
ZERDGUŞ f. İki yüzlü. Müraî. * Ürkek, korkak.
ZERDÎ f. Sarılık. Sarı renkte olma.
ZERDOST f. Cimri, hasis, tamahkâr.
ZERDÜŞT Ateşe tapan, mecusi. * İlk önce nur ve zulmet diye iki ilâha inanmayı uyduran adam.
ZE´RE Meşelik.
ZERE´ Başın önünde vâki olan beyazlık.
ZEREB (C.: Zerâib) Koyun ağılı.
ZEREB Keskin nesne. * Midenin bozulması.
ZERECUN (Zerâcin) Üzüm ağacı. * Üzüm asması. * Kızıl boya. * Çukur taş içinde biriken yağmur suyu.
ZERED Zırh.
ZEREF (Zerefân-Zerâfe-Zerif) (C: Zevârif) Gözden yaş akmak. * Yavaş yürümek.
ZERENDUD (Ze-endud) f. Altın yaldızlı.
ZER-ENDUZ Altun kazanan.
ZERGER (C.: Zergerân) Altın işleyen. * Kuyumcu.
ZERGERÎ f. Kuyumculuk.
ZERGÛN f. Altın gibi sarı renkli olan. Altın renkli.
ZERH Yemeğe zehir katmak.
ZER-HIRİD (Zer-hıride) f. Satın alınmış kimse, köle.
ZERİ´ Araya giren, şefaat edici.
ZER´Î (C.: Zer´iyyât) Arşın ile ölçülen şey.
ZERİ´ Çabuk ve kolay olan.
ZERİA (C.: Zerâi) Vesile. * Yol. * Geçit. * Avcının, arkasında gizlendiği deve.
ZERİN (Bak: Zerrin)
ZERİR Yanmak. * Parlamak.
ZERİR Zeki, hafif kimse.
ZERİRE (C.: Ezirre) Göz otu. Tutya.
ZER´İYYAT Ekim işleri.
ZERK Çirkin söz söylemek. * Kuşun terslemesi.
ZERK Hile. Riya. İki yüzlülük. * Şırınga yapmak, iğne ile vücuda ilâç vermek.
ZERK-ÂLÛD f. Riyalı, riya karışık.
ZER-KEŞ f. Altın kakmalı, altın işlemeli. * Altın tel yapan.
ZERK-FÜRUŞ f. Hileci, hilekâr. İkiyüzlü, müraî.
ZERM Kesilmek.
ZERNEB Turunç kokusu gibi güzel kokan bir ot. * Fercin dışarısında olan et.
ZERNİGÂR f. Altın ile işlenmiş. Yaldızlı.
ZERR Zerre, en küçük parça. * Karınca yumurtası. * Ayırmak.
ZERR Düğmeyi iliklemek. * Birbirine pekitip bağlamak.
ZERRA´ Ekinci, çiftçi.
ZERRAD Zırh ören.
ZERRAK (Zerk. den) İki yüzlü.
ZERRAT (Zerre. C.) Zerreler. Pek ufak parçalar. Moleküller.
ZERRE (C: Zerrat) Pek ufak parça. * Atom. * Çok küçük karınca. * Güneş ışığında görünen ufacık tozlar. * Küçük boylu adam.
ZERREVÂRİ f. Zerre gibi çok küçük.
ZERREVÎ Zerre ile alâkalı, zerreye âit.
ZERRİN f. Altından yapılmış. Altın gibi parlak. Sarı
ZER-RİŞTE f. Altın tel. Sırma. * Sarı.
ZERŞEK Kadın tuzluğu. Pars anberi.
ZER-ŞİNAS f. Altın tanıyan, sarraf.
ZER-TAR f. Altın tel, sırma. * Güneş ışını.
ZERUF Seri, hızlı, aceleci.
ZERUR Göz otu.
ZERV Tutup götürmek. * Savurmak. * Kırıp götürmek.
ZER-VER f. Altın yaldızlı olan.
ZERYAC Zerde aşı.
ZERZERE Sığırcık kuşunun ötmesi.

Prof. Dr. Sinsi 11-04-2012 07:25 AM

Osmanlıca Sözlük Lügat Z Harfi
 
Z Harfi

ZE´T Boğmak.
ZETT Ziynet, süs.
ZEUM Yağlı mıdır değil midir bilinmeyen koyun.
ZEUR Korkak kimse.
ZEV´ Ölüm sebebiyle gelen sıkıntı, keder.
ZE´V Sürmek ve sulamak.
ZEVABE (C.: Zevâib) Saç bölüğü. * Zülüf. * Kılıç tasması.
ZEVABİ´ Musibetler. Büyük belâlar. (Bak: Devâhi)
ZEVACİR (Zâcire. C.) Yasak edenler, men´edenler, önleyenler.
ZEVAD Azıklar, yiyecekler.
ZEVADE Ziyadelik, çokluk.
ZEVAH Gitmek.
ZEVAHİF (Zâhife. C.) Yerde sürünerek yürüyen hayvanlar, sürüngenler.
ZEVAHİR (Bk: Zavahir)
ZEVAHİR Dolu, taşkın, coşkun denizler. * Mc: Yüksek şan ve şerefler.
ZEVAHİR (Zühre. C.) Çiçekler. * Parlak yıldızlar. * Ziynetli, parlak ve berrak olanlar.
ZEVAİB (Zâib. C.) Erimiş şeyler, eriyenler.
ZEVAİD (Zâide. C.) Fazlalıklar, fazla şeyler. Faydasız şeyler.
ZEVAİL (Zail. C.) Zeval bulanlar. Zail olan şeyler. * Mc: Yıldızlar.
ZEVAL Zâil olma, sona erme. * Gitmek. Yerinden ayrılıp gitmek. * Güneşin tam ortada gibi, baş ucunda bulunduğu zaman. * Güneşin nısf-ı nehar dairesinden batmaya doğru dönmesi. Seyrinin sonuna yaklaşması.(Gafletten kurtulan evvelki adam, o şedit şefkatin elemine karşı ulvi bir tiryak bulur ki; acıdığı bütün zihayatların mevt ve zevâlinde bir Zât-ı Bâki´nin bâki esmasının daimî cilvelerini temsil eden âyine-i ervahları bâki görür; şefkatı, bir sürura inkılâb eder. Hem zevâl ve fenâya mâruz bütün güzel mahlukatın arkasında bir cemâl-i münezzeh ve hüsn-ü mukaddes ihsas eden bir nakış ve tahsin ve san´at ve tezyin ve ihsan ve tenvir-i dâimîyi görür. O zevâl ve fenâyı, tezyid-i hüsün ve tecdid-i lezzet ve teşhir-i san´at için bir tazelendirmek şeklinde görüp lezzetini ve şevkini ve hayretini ziyadeleştirir. M.)
ZEVAL-İ ELEM Elemin sona ermesi.(Zeval-i elem lezzet olduğu gibi, zeval-i lezzet dahi elemdir. S.)
ZEVAL-İ LEZZET Lezzetin bitmesi, lezzetin sona ermesi.
ZEVALÎ Zevale mensub, zevale ait ve müteallik. * Çok yaşlı.
ZEVALNÂPEZİR f. Geçici ve muvakkat olmayan. Zeval bulmayan. Sona ermeyen.
ZEVALPEZİR f. Geçici olan. Muvakkat. Sona eren.
ZEVAMİL (Zâmile. C.) Küçük yükler. * Yük hayvanları.
ZEVANİ (Zâniye. C.) Zâniyeler. Zina yapan kadınlar.
ZEVARİ´ Küçük tuluklar.
ZEVAT (Zât. C.) Zatlar, şahıslar, kimseler. * Üzüm, buğday gibi şeylerin kabuğu.
ZEVAT-I KİRAM Şerefli, temiz, büyük zatlar.
ZEVAT-I MA´DUDE Sayılı zevât. Sayılı kimseler.
ZEVATA İki zat. * İki sahib. * Çift.
ZEVAYA (Zâviye. C.) Zaviyeler. Açılar. Köşeler. Tekyeler.
ZEVB Erime.
ZEVC Çift. İki şeyden meydana gelen. * Sınıf, cins, nev´. * Karı ve kocanın herbiri. * Koca, eş.
ZEVCAT (Zevce. C.) Zevceler. Karılar. Kadın eşler.
ZEVCE Kadın eş. Nikâhlı kadın, eş.
ZEVCEYN Karı ile koca. Kadın ile erkek çift.
ZEVCİYYET Kocalık, karılık. Eşlik. Karı ve koca oluş.
ZEVD Ayırmak. * Uzaklaştırmka, ırak etmek. * Defetmek, menetmek.
ZEVD Koyunu su yerinden sürmek. * Sevk.
ZE´VE (C: Ze´vât) Zayıf koyun.
ZEVEBAN Erime.
ZEVEBAN ETMEK Fiz: Sıcaklığını artırarak bir cismin, katı hâlden sıvı hâline geçmesi. Erimiş olması.
ZEVEL Hafif, zeyrek, zarif kimse. (Müe: Zevle)
ZEVER Meyl, eğrilik.
ZEVF Adımını birbirine yakın atmak.
ZEVG Bir şeyi bir tarafa eğme, bir yana meyillendirme.
ZEVH şiddetle yürümek.
ZEVH Develeri dağıtıp toplamak.
ZEVİ (Zû. C.) Sahipler.
ZEVİ-L EHSAS Duygu sahibi olanlar, duyanlar, hissedenler.
ZEVİ-L ERHAM Yakın akraba.
ZEVİ-L ERVAH Ruh sahipleri. Hayatlılar, ruhlular. Can sahibi olanlar.
ZEVİ-L İDRAK İdrak sahipleri. Anlayış ve akıl ile kavrayışlı olan.
ZEVİ-L UKUL Akıl sahipleri. Aklı olanlar. * Tas: Halkı zâhiren, Hakkı bâtınen görenler.
ZEVK Lezzet alma, hoşa gitme, tatma. * Hoş, hoşa giden. Mânevi haz. * Boş vakit geçirmek. Eğlenmek. * Alay etmek. Güzeli çirkinden ayırma kabiliyeti.(Hayatın zevkini ve lezzetini isterseniz, hayatınızı iman ile hayatlandırınız ve ferâizle zinetlendiriniz ve günahlardan çekinmekle muhafaza ediniz... S.)
ZEVK-İ SELİM En temiz, nezih ve en yüksek derecedeki zevk. Selâmette olan zevk. Meşru dairedeki zevk. * Sezme kabiliyeti.
ZEVK-ÂLUD f. Zevkli, zevk karışık.
ZEVK-BAHŞ f. Zevk veren, eğlendiren, neşelendiren. * Meşhur bir cins lâle.
ZEVK-CÛ (C. : Zevkcuyân) f. Zevkine düşkün. Zevk arıyan.
ZEVKİYYAT Zevk ve eğlenceye dair hususlar.
ZEVKÎ Zevkle alâkalı. Zevke âit.
ZEVK-YÂB f. Lezzet alan, zevklenen.
ZEVL (C.: Ezvâl) Acib nesne. * Zâil olmak, geçici olmak.
ZEVLAK Taraf, cânib.
ZEVR Yalan, kizb. * Bâtıl mâbud. * Ziyaret etmek. * Göğüs üstü.
ZEVR Göğüs altı.
ZEVRA´ Bağdat. * Dicle nehri. * Eğri ve eğilmiş nesne. Yay. * Derin kuyu. * Uzak yer.
ZEVRAK Kayık, sandal. * Mekke´de yapılan ve içine zemzem koymaya mahsus olan kap, ibrik.
ZEVRAKÇE f. Ufak kayık. Ufak sandal.
ZEVRAKSÜVÂR f. Kayığa binen. Sandala binmiş olan.
ZEVRE Uzaklık. * Ziyaret etmek.
ZEVREKA (C.: Zevrak-Zevârik) Ölçek. * Küçük gemi.
ZEVT Boğmak.
ZEVV Irak diyarında bir dağın adı. * Kadr, kıymet. * Miktar.
ZEVVAK Bir şeyi fazlasıyla deneyen. * Bir şeyi çok fazla tadan.
ZEVY (Zevey) Döndürmek. Cem etmek, dürülmek. Tutmak.
ZEVY Solmak. * Değişmek, mütegayyer olmak.
ZEVZAT Doğurmak. * Sür´atle gitmek. * Reddedip uzaklaştırmak.
ZEVZEK t. Geveze. Münasebetsiz, temkinsiz. Ağzı ve eli durmayan. Hoppa.


Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.