![]() |
Yeniçağ Destanlari
YENİÇAĞ DESTANLARI
Panait Istratinin romanlarını okuyanlar “göç” kelimesinin ne denli dokunaklı, yaralı, hikâyeli oluşunu bilirler. Akdeniz romanında, yolculuğu Mısıra kadar uzanan bir kızın ve onun peşinden giden bir babanın lirik hikâyesi anlatılır. Baraganın Devedikenlerinde ise Romanyanın iç savaşı dillendirilir. Bir devletin iç savaşa sürüklenişiyle devedikenlerinin şehri kaplayışı arasında güçlü bağlar kurulur. Bir baba ile bir oğulun yürek paralayan hikâyesi anlatılır. Osmanlının Yetimi Bosna isimli kitap, Istratinin anlattığı acılara benzer acıları hikâye ediyor; annelerinden ayrılmak istemeyen, ama bir dava uğruna buna razı olan (bunu isteyerek, severek yapan) bir neslin hikâyesini anlatıyor. Bosnanın da içinde bulunduğu birleşik devletler topluluğu dağılmaya başlayınca bu topluluk içindeki milletler, bağımsızlıklarını ilân etmeye başlamışlardır. Bosna halkı da Müslüman, Hristiyan ayrımı gözetmeden bağımsızlık için parmak kaldırmış ve sonunda da Sırplarla karşı karşıya kalmıştır. 1992de başlayan savaş 1995 sonuna kadar sürmüş, ancak Birleşmiş Milletlerin müdahalesiyle bitmiştir. Bosna halkı o savaş yıllarında neredeyse tek başınadır. Dört bir taraftan çevrilmiş, Sırp ablukasına alınmış, bomba yağmuruna tutulmuş, ölümlerden ölüm beğenmek zorunda bırakılmıştır. Tam bu şartlar altında, dört yeni mezun eğitim gönüllüsü, insanlığa hizmet düşüncesiyle Bosnaya gidecek ve orada okul açacaklardır. Istratinin ayrılık hikâyelerindekine benzer bir hâdise burada başlıyor. Istratinin yoksul kahramanları, çocuklarından ayrılırken acılarını bir kaya parçası gibi yüreklerine basarlar. Bu eğitim gönüllülerinin de anneleri, babaları, kardeşleri, eşleri aynı kaderi yaşarlar. Hele biri var ki, okumaya yürek dayanmaz. Babası öleli henüz üç ay olmuştur. Annesi oğlunun yolunu gözlemektedir. Çünkü delikanlının bütün kardeşleri okula gitmektedir. Yani eve ekmek getirecek tek kişi kendisidir. Bütün bu olumsuz şartlarda ona Bosna yolu görünür. Gözünü kırpmadan gideceğini söylerken annesini nasıl ikna edeceğini düşünür. Birkaç gün sonra annesini arar, yolculuğunu haber verir ve izin ister. Annesi: “Hiç üzülme evlâdım, ben senin gideceğini zaten biliyordum.” der. Birçok Orta Asya ülkesine gidenden dinlediğim şeylere burada da rastladım. Saraybosnada bir ihtiyar, okula gelir bir gün. Ben sizi belkiyordum, geleceğinizi biliyordum, der. Anadoluda anneler; diğer yetim, yitik ülkelerde dedeler.. aynı destanı işaretliyorlar. Ahmet Yesevinin talebeleri ve Mevlânanın gönülvermişleri gibi bu yeni çağ kahramanları da dağıldılar dünyanın dört bir yanına. Söz konusu ettiğimiz öğretmenler de Bosnaya yöneldiler. Savaşın en şiddetli günlerinde, farları söndürülmüş arabalarda, Sırp bölgelerinden korkusuzca ilerlerken kafileye dâhil olmaları; tünelden geçmek için günlerce, yağmur çamur demeden tünelin girişine gidip gelmeleri, izin alamayışlarının onlarda bir yılgınlık oluşturmayışı, sonunda sekiz yüz metre uzunluğundaki tüneli can pahasına geçip Saraybosnada bombalarla yaşamayı göze alışları... Bütün bunlar kurgu değil, bunlar hayal değil, bunlar masaldan bir bölüm değil. Bunlar Anadoluyu fetheden alperenlerin destanı gibi gerçek bir destan. Mustafa Oğuzun Hicret Resimleri isimli eserinin Kazakistan bölümlerini okurken gözyaşlarıma hâkim olamamıştım. Oğuz, 5 Nisan 1992 tarihli notunu şöyle düşmüş: “3 Nisanda evi aramıştım. Babamın vefat haberini aldım. Bir yanım eksiliverdi birden. İçimde bir şeylerin yıkıldığını hissettim. (...) 28 Martta vefat etmişti babam ve ben bunu bir hafta sonra öğreniyordum. (...) Türkiyeden gelirken vedalaşıp, helâlleşerek gelmiştim. Bu durum birazcık rahatlatıyordu kalbimi.” Istratinin “Baraganın Devedikenleri”nde anlattığı baba acısının bir başka şekliydi bu. Gurbet, göç, hasret kelimelerini sığlaştırmadan anlatıyor göçmen kuşlar. O eğitimcilere göçmen kuşlar adını veriyorum. Simurgdur onlar belki de. Aradıkları kendileri olan Simurg. Gittiler onca kilometreleri aşıp, onca engelleri aşıp... Şimdi oralarda lâleler açıyor. Tevhit çiçekleri gibi, diyalog ağaçları meyveye duruyor. Bosnada öğrencilerim dersten geri kalmasınlar diye, doktora bile gitmeyen Nezahat Öğretmenin, çocuğunu doğurduğu gün vefat etmesi Bosna Millî Eğitim Bakanını çok duygulandırmıştı. Millî Eğitim Bakanı, cenaze töreninde: “O, Bosnanın şehididir arkadaşlar, yani bizim şehidimizdir. İsmi Bosnanın tarihine altın harflerle yazılacak.” der. Yeniçağ destanı kahramanları önünde hürmetle eğiliyoruz. Recep Şükrü GÜNGÖR (Kasım-2007) |
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.