ForumSinsi - 2006 Yılından Beri

ForumSinsi - 2006 Yılından Beri (http://forumsinsi.com/index.php)
-   Tarih / Coğrafya (http://forumsinsi.com/forumdisplay.php?f=656)
-   -   İstanbulu Suya Kavuşturan Sinan Susuz Evde Vefat Ediyor (http://forumsinsi.com/showthread.php?t=1029124)

Prof. Dr. Sinsi 11-04-2012 02:06 AM

İstanbulu Suya Kavuşturan Sinan Susuz Evde Vefat Ediyor
 
İstanbulu Suya Kavuşturan Sinan Susuz Evde Vefat Ediyor

İstanbul devamlı bir su problemi içerisindedir. Bu problemin çaresi asırlar
önce Kanuni zamanında, Mimar Sinan'ın günlerinde konuşulmuş ve en büyük çare
Sinan'la bulunmuştur. İstanbul'un o günkü nüfusu çoğalınca Kanuni Sultan
Süleyman, Sinan'ı çağırır, der ki:
"Mimarbaşı, halkımız su ihtiyacı içinde. Bir at yükü suya çok miktar akçe
ödüyorlar. Acaba halkımızın bu su ihtiyacını karşılamak için birşeyler
düşünmez misiniz?"

Mimarbaşı der ki:

"Sultanım siz müsaade buyurun, ben İstanbul'un çevresini bir dolaşayım,
dışarıda mevcut sulan İstanbul'a getirmenin mümkün olup olmadığını bir
inceleyeyim ve ondan sonra size bir cevap veririm."

Ve Sinan Ağa atına biner, yanına yardımcılarını da alır, Çekmece'den
başlayarak kıyılan dolaşır, Beşiktaş'a kadar istanbul'un kıyılarında,
dereleri, akan sulan tespit eder. Bu suların önü örüldüğü, baraj yapıldığı
takdirde nereye kadar yükselir, nereden nereye kemer yapılarak İstanbul'a
getirilebilir, bunun günlerce hesabını yapar ve Kanuni'nin huzuruna çıkar.
Sultan sorar:

"Mimarbaşı, İstanbul'a su getirmek mümkün müdür?" Mimarbaşının cevabı:

"Beli sultanım, mümkündür. Ancak çok ağır bir şartı var."

"Nedir o mimarbaşı?"

"Sultanım, altın dolu keseleri uç uca dizmek şartıyla ancak İstanbul'a su
gelebilir."

Kanuni'nin cevabı şu olur:

"Mimarbaşı sen İstanbul'a su getirmenin mümkün olup olmadığını söyle. Eğer
mümkünse ben keseleri uç uca değil, yan yana dizmeye razıyım."

Bunun üzerine Mimar Sinan kolları sıvar ve İstanbul'un dışındaki sulan
Kağıthane civarında belli yerlerde toplar, oradan da dere içlerine büyük
geçitler yaparak İstanbul'a getirir ve şehrin belli meydanlarında umumi
çeşmeler yaparak suyu akıtır. Bu çeşmelerin tamamı da kırkı bulur. Ve Kırk
Çeşme suları akmaya başlar.

O güne gelinceye kadar, musluk gibi bir adet olmadığı için sular boşa akıp
gitmektedir. O gün çok pahalıya mal olan suyu artık bostanlara, yollara
akıtmak istemiyorlar ve ilk defa İstanbul'da lüle dedikleri musluğu
çeşmelere koyuyorlar.

Su böylesine pahalıya geldiği ve kıymet kazanmaya başladığı için Kanuni bir
ferman çıkanr, der ki: "İstanbul meydanlarındaki umumi çeşmeler halkın
malıdır. Hiç kimse bu çeşmelerden gizlice yeraltından evine su
alamayacaktır."

Bu umumi kaidenin bir istisnasını da koyar Kanuni. O da özel olarak Sinan'a
iletilir. Denir ki: "Sen İstanbul'a böylesine güzel bir çalışma sonunda kırk
çeşme sularını getirdin. Sen evine özel olarak bir lüle su alabilirsin."

Ve Süleymaniye civarındaki meydan çeşmesinden Sinan'ın evine özel olarak yol
yapılır ve su akıtılır. Böylece Mimar Sinan evinde özel suyu olan tek kişi
olur.

Mimar Sinan Şehzadebaşı Camiini, Süleymaniye Camiini ve Edirne'deki Selimiye
Camiini yaptıktan -sonra yaşlanır. Devir hep öyle geçmemiştir. İtibarının
yüksekte olduğu devirde, kendisinin kıymetini takdir edenler bir bir bu
dünyadan göçmüşlerdir. Kanuni vefat etmiştir, yerine başka padişahlar
geçmiştir. Ve Sinan 99 yaşına gelmiştir. Çevresindeki dostları göçtüğü için
de kendisi istanbul'da adeta yapayalnız kalmıştır. Ve yeni bir nesil
yetişmiştir.

Bir gün Sinan'ın kapısına birisi gelip dayanır. Kapıyı çalar. Sinan
bastonuna dayanarak kapıyı açar, "Buyurun" der.

Gelen meçhul ihsan, "Ben Topkapı Sarayı postacısıyım. Sizi divana
çağırıyorlar. Herhalde bir soruşturmaya tabi tutulacaksınız" der.

Sinan Ağa, bu ihtiyar halinde, dostlarının tümünün göçüp gittiği, kendisini
eserleri inşaat halindeyken görenlerin kalmadığı bu ihtiyar dünyada, "Acaba
Topkapı Sarayına niye çağırılıyorum?" diye bastonuna dayana dayana gider.

Saraya girer, orada bir soruşturma heyeti kurulmuştur: Kadılar, ulemalar,
müftüler, o günün vükelası. Sinan'a şöyle derler: "Sinan Ağa, hakkında
şikayet var. Eve su almak yasak olduğu, hiç kimse evine özel olarak su
almasın' diye padişah fermanı olduğu halde, sizin evinizde özel su varmış."

"Evet," der, "Cihan Padişahı bana öyle özel olarak müsaade etmişti.
İstanbul'a yaptığım, su hizmetinden dolayı sadece benim şahsıma su müsaade
etmişti de almıştım."

"O zaman şu müsaadenizi, fermam görelim de ses çıkarmayalım. Kimseye
verilmemesine rağmen, sizinki devam etsin."

Sinan'ın cevabı şu: "Ben o zaman Cihan Padişahından ferman istemekten hicap
etmiştim. Fermanım falan yok, ama su benim evimde akıyor."

Divan müşkül durumda kalır, konuşmalar olur: "Sinan büyük hizmetler
etmiştir, evinde suyu aksın." Oradan başkaları cevap verir: "Bu Âl-i Osman'a
hizmet eden sadece Sinan mı? Sinan gibi daha nice hizmet edenler vardır. Ya
onların da evine özel su verilsin, ya da Sinan'a da bu ayrıcalık
tanınmasın."

Divanda uzun münakaşalar olur, son olarak verilen karar şudur: "Sinan gibi
diğer hizmet edenlerin de evine su bağlanamayacağına göre, Sinan'a verilen
su kesilmeli, fakat şimdiye kadar kullandığı su fermansız kullandığı için
bir cezaya mucip olmamalıdır."

Ve bu karardan sonra Sinan evine gelir. Üzgün, bezgin, fakat fazla müteessir
değil. Çünkü Sinan hizmetini Allâh için yapmıştır. Kendisine bir ayrıcalık
tanınsın, özel bir mükafat verilsin diye değil.

Ve Sinan 100 yaşına girerken hastalanır yatağa düşer. Vefat sırasında bir
bezi suya batırıp da dudağına çalmak isterlerken bakarlar ki, evindeki
musluktan su akmıyor. İstanbul'a su getiren Sinan, susuz evde vefat eder.
Vefat sırasında bu olayı başında konuşanlara verdiği cevap enteresandır:

"Biz hizmetimizi dünyada bir bardak suya satacak kadar menfaat düşkünü
değiliz. Biz hizmetimizi Allâh için yaptık ve mükafatını da ahirette
bekliyoruz. Dünyada evimize su verilmediği için müteessir değiliz."

Bu olayın bizlere verdiği mesajlar vardır. Dünyaya, şana, şöhrete, dosta,
ahbaba, arka olmalara fazla güvenmemeli. Dünya öyle güvenilecek, insanlar
öyle bel bağlanacak kadar vefalı değillerdir. Şartlar değişir, bugün
sırtımız çok sağlam yerde olur, çok itibarlı insanlarla yakınlığımız olur.
Ama yarın bir de bakarız ki, onların hepsi göçüp gitmiş, biz de dayanacak
kimse bulamamışız.

Derler ya: "Duvara dayanma yıkılır, insana güvenme ölür." Öyleyse fani
şeylere dayanmamalı, fani şeyleri gaye edinmemelidir. Allâh'a dayanmalı,
Allâh'a güvenmeli ve yaptığımız hizmetleri de Allâh rızası için yapmalıyız.
İnsan bu tecelli karşısında hayıflanmaktan kurtulamıyor:

"Hey gidi dünya hey. İstanbul'u suya kavuşturan Sinan susuz evde vefat
ediyor."*


Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.