![]() |
Deyim Hikayeleri
Konu Bilgi ; Bazı Deyimler Vardır İşte Size O Deyimlerin Bulunuş Hikayeleri Hepsi Gerçek Hepsi Doğal ....
Aklım Kesiyor Ünlü bir hekim olan İbni sina aynı zamanda matematik konusunda deha seviyesindeymiş. babası onu çocukken matematik konusunda hassas eğitim veren bir okula gönderir.ancak İbni sina cebir,geometri bir türlü beceremez,okuldan kaçar.babasından korktuğundan ,eve dönmez bir kervana katılır. kervanbaşı en küçük yaştaki İbni sinayı su alması için bir kuyuya gönderir. sapına ip bağlı kovayı kuyudan çekerken,ipin sürtündüğü taşı kestiğini görür. ve kendine sorar:bu ip taşı nasıl keser? biraz daha düşünür:ip çok uzun zamandır,bu taşa sürtünüyor.ve aynı yere sürekli sürtüne sürtüne demekki taşı kesebiliyor. madem ip bile taş kesiyor,benim aklım niye cebiri kesmesin? der. okuluna döner ve bildiğimiz tıp dehası İbni sina olur. |
Cevap : Deyim Hikayeleri
İş İnada Bindi
adamın biri hayatında hiç namaz kılmamış . bunu bilen bir arkadaşıda yahu şu mübarek ramazan bari bir-iki rekat namaz kıl demiş. o da tamam tamam kılarız.iki rekat deyip .akşam teravih namazına gitmiş. teravih başlamış .bir-iki-dört derken namaz devam ediyor. bir camdan kafasını uzatıp cami önünde bekleyen oğluna , evlat sen eve git bu iş inada bindi.demiş. |
Cevap : Deyim Hikayeleri
Bu İşin Altında Bi Çapanoğlu var
Çapanoğlu Ahmet Paşa ,Yozgat şehrinin kurucularındandır. 1764 Sivas valisi iken görevden alınır, bir süre sonrada öldürülür.Yerine büyükoğlu Mustafa bey daha sonra Süleyman bey geçer. Süleyman bey Yozgatı imar ettikten sonra,Ankara,Amasya,Elazığ,Maraş,Niğde ve Tarsus gibi illeri idare etmeye başlar. Çapanoğullarının bu ünü her yana yayılır.Yalnız halk arasında değil ,devlet adamları arasındada ‘’Çapanoğlu’’ ismi ünlü olur. Rivayete göre ,devlet adamlarından biri,halktan bazı insanların aleyhine verilecek kararı sonuçlandırmak için soruşturma yaparken ,Çapanoğullarından birinin adıda bu olaya karışır. Çapanoğullarının nüfuzundan çekinen diğer bir memur, ‘’bu işi fazla kurcalamayalım bence,altından bir Çapanoğlu çıkar’’ der. Soruşturma aynen kapatılır. |
Cevap : Deyim Hikayeleri
Atı Alan Üsküdarı Geçti
zamanında Bolu beyine baş kaldıran köroğlunun dillerde yağızmı yağız atı çalınır.bütün civarı arar tarar yok.bir kimse birde istanbuldaki pazarları dolaş der.istanbulda pazarları dolaşırken atına rastlar. pazar sahibine şu ata bir bineyim hele der.pazarcıda buyur der . eski sahibinin kokusunu alan at şahlanıp,dört nala ordan uzaklaşır. dövünen pazarcıya ihtiyarın biri gelip , ah evlat! atı alan üsküdarı geçti.o köroğluydu ,atın gerçek sahibi... çok kullandığımız bir deyimde Güme gitti.! yeniçeri ler günümüz polisliğini yaptığı dönemlerde olaylara müdahele edip,göz altına alacakları adamları kodeslere götürür. içeri atarkende hooop...güümm derlermiş. ahalide bir olay sırasında suçsuz yere içeri alınan insanlara. vay be! adam bağıra çağıra güme gitti!derlermiş. iş inada bindinin öyküsü.. adamın biri hayatında hiç namaz kılmamış . bunu bilen bir arkadaşıda yahu şu mübarek ramazan bari bir-iki rekat namaz kıl demiş. o da tamam tamam kılarız.iki rekat deyip .akşam teravih namazına gitmiş. teravih başlamış .bir-iki-dört derken namaz devam ediyor. bir camdan kafasını uzatıp cami önünde bekleyen oğluna , evlat sen eve git bu iş inada bindi.demiş. |
Cevap : Deyim Hikayeleri
Ateş Pahası
Kanuni Sultan Süleyman, adamlarıyla birlikte avlanmaya çıkmıştı. Bir ceylanın peşinden koşarlarken zamanın nasıl geçtiğinin ayırdına varamadılar. “Biz nerelere geldik böyle?” diyerek çevrelerine bakındıklarında hava kararmaya yüz tutmuştu. Gök kararmakla kalmamış, şiddetli bir rüzgar ve ardından da savruntulu bir yağmur bastırmıştı. Hünkar ve adamları, bu dağ başında bulabildikleri bir kulübeye kendilerini zor attılar. Sığındıkları kulübede, geçimini odunculuk yaparak sağlayan yoksul bir köylü yaşıyordu. Adamcağız bu Tanrı konuklarını içeri aldı, onlara elinden geldiğince yardımcı olmaya başladı. Padişah kendini özellikle tanıtmak istememişti; ama yoksul oduncu onun kim olduğunu anlamakta gecikmedi. O nedenle ocağa büyük büyük odunlar atıp kulübeyi iyice ısıttı.Bir de sıcacık çorba ikram etti. Dışarıda hem ıslanıp hem üşüyen padişah ve adamları bu durumdan pek memnun kalmışlardı. Geceyi orada rahatça geçirdiler. Hatta padişah bir ara çevresindekilere, “Doğrusu şu ateş bin altın eder” diye de söylendi. Ertesi gün yola çıkmadan önce padişah oduncuya önce memnuniyetini bildirdi: “Efendi! Bizi ihya ettin. Harlı ateşin sayesinde geceyi pek rahat geçirdik” dedi ve sordu: “Söyle bakalım borcumuz ne kadar?” Oduncu, kırk yılda bir eline geçen bu olanağı değerlendi ve parayı biraz yüksek söyledi: “Bin bir altın yeter, beyzadem” dedi. "Çok fazla istemedin mi?"diye soran padişaha. "Yemek ve yatak bedeli bir altın,ateşin bin altın ettiğini de zaten siz söylediniz."dedi. Padişah adamın kıvrak zekası karşısında gülümsedi ve bin altını ödedi. ATEŞ PAHASI sözü buradan gelir. |
Cevap : Deyim Hikayeleri
Dokuz Doğurmak
vakti zamanında ,Çengeloğlu tahir paşa ,o dönem için asayişi bozuk olan İzmir de geceleri belirli saatler arasında sokağa çıkma yasağı uygulamış. bir gece o saatlerde yasağa uymayan yada sokakta olan insanları zaptiyeler toplayıp karakol avlusuna getirmişler,bu sorguyuda bizzat tahir paşa yapmış, sırayla her birine teker teker çok ağır sorular sormuş. paşa baştan dokuzuncu sıradakine gelince tekrar sormuş. ‘’yahu sen? tellakları duymadınmı?ne diye sokaktasın bu vakitte? adam bir telaşlı bir terli; ‘’paşa hazretleri ,karım doğuruyordu.valla ebe aramaya çıktım.bir iki adım sonra zaptiyeler tuttu beni.zavallı karım ne haldedir bilmiyorum ‘’ demiş. tahir paşa bir hata edildiğini anladıysada sakallarını sıvazlayıp, ‘’seni bu kez affediyorum.amma, o karın olacak hatuna söyle ,bir daha öyle olur olmaz saatlerde doğurmaya kalkmasın ‘’demiş. adam kan ter koşa koşa eve gelip,komşu kadınların arasından karısının yattğı yatağa gelmiş. adam;’’nasılsın?nemiz oldu ‘’ demiş. karısıda ‘’ sen ne biçim adamsın ebe bulamaya diye gititin? kim bilir nerelerde eğlendin? sen benim nasıl doğurduğumu biliyormusun ? demiş. adam ise hararetle, ‘’ah bre hatun sen neler diyosun?? sen bir kere doğurdun. ben sıradaki sekiz kişiden sorgu nöbeti bana gelinceye kadar dokuz doğurdum.’’ demiş. |
Cevap : Deyim Hikayeleri
Derdini Anlat Marko Paşaya
marko paşa ,sultan abdülaziz döneminde yaşayan run hekimidir. Üstad bir hekim olan paşa çokça hastayı tedavi eder ve sağlığına kavuşturur. halk arasındada çok ünlü dür,her gün belki yüzlerce insan kapısını çalar,hastalıklarına çare arar. bunca insanın bırakın derdine çare olmayı ,dinlemek bile imkansız bir hal alır. bu duruma kendince bir çözüm bulur. kapısına gelen hastalarını dikkatle dinler, onlara şöyle der; ‘’anladım ,anladım ama ne??’’ biçare hastada bu anlamsız soru karşısında ,herhalde iyi anlatamadım diye düşünür ve tekrar anlatır. ama yine marko paşa ; ‘’anladım ama ne??’’der. bu böyle olunca ,hastalar çareyi oradan uzaklaşmakta bulurlar. zamanla marko paşanın ünü unutulur gider |
Cevap : Deyim Hikayeleri
Kaz Gibi Yolmak
pek çok şekilde anlatılır,ben birisini anlatayım. padişah yanında veziri ile birlikte tebdil-ikıyafet yola düşmüş.bir evin önünden geçerken bahçede çalışan bir kız görmüş. selamdan sonra aralarında şöyle bir konuşma geçmiş: -bacanız eğri -baca eğri ama dumanı doğru tüter. -annen nerde? -biri iki etmeye gitti. -baban nerde? -azı çok etmeye gitti. -sana bir kaz göndersem yolar mısın? -hem de ciyaklamadan. vezirle birlikte kızın yanından ayrılmışlar fakat vezir merak içinde.konuşmalardan hir şey anlamamış.ne konuştuklarını sormuş padişaha.padişah;sen vezirsin anlamış olman gerekirdi,akşama kadar ya açıklarsın ya da kellen gider demiş. vezir padişahı saraya bıraktıktan sonra gerisi geri kızın yanına dönmüş.padişahla ne konuştuklarını sormuş. kız: bir kese altın verirsen söylerim. almış bir kese altını ve -padişah bana bacanız eğri derken gözümün şaşı olduğunu ima etti ben de gözüm şaşı ama doğru görüyorum dedim. -ya ikinci soru? tekrar bir kese altın alan kız -benim annem ebedir bir kadını doğum yaptırmaya gitti dedim. tekrar bir kese altın -babam çiftçidir tarlaya tohum ekmeye gitti dedim. -ya bir kaz göndersem yolar mısın?derken vezir başına geleni anlamış. |
Cevap : Deyim Hikayeleri
Dolap Çevirmek
eskiden paşa,vezir,sadrazam,komutan gibi ileri gelen veya mal varlığı iyi olan kişilerin konakları olurdu.bu büyük evler kadınların kısmına haremlik ,erkeklerin kısmına selamlık adı altında iki kısım bulunur. kadınlar kısmı iel erkek kısmı arasındaki duvarda tam bir ekseni etrafında dönen,silindir biçiminde kapaksız bir dolap yerleştirilirdi. yarısı açık ,yarısı kaplalı bu dolabın içinde sıra sıra geniş ,dar raflar bulunurdu. kadınlar kısmında pişen yemekler,içecekler diğer ikramlar bu dolap ile erkekler kısmına servis edilirdi. kadınlar ikram edilecekleir dolabın kapalı kısmına yerleştirip ,erkekler kısmıan çevirir, tabaklar ,fincanlar boşalınca erkekler tarafından kadınlar kısmına çevrilirdi. böylece kadın erkek biribirini görmeden servis yapılmış olurdu. İşet bu servis dolaplarının zaman zaman gönül işlerinde kullanıldığı da olurmuş. Örneğin delikanlının biri sevdalısına kimsenin haberi olmadan çaktırmadan mektup,çiçek vesaire. verecek olursa bu dolaptan yararlanırmış. delikanlıya mendilmi gelecek yine bu dolap hizmet verirmiş. |
Cevap : Deyim Hikayeleri
Eli Kulağında
gerçekleşmesi pek yakın olan işler hakkında “henüz olmadı ama eli kulağında” deriz. bu deyimin kaynağı asr-ı saadet’te bilal-i habeşi’ye kadar uzanır. İslamiyet yayılmaya başlayıp da müslümanların sayısı artınca, namaz için onları biraraya toplamak üzere ezan okunması kararlaştırılmış ve sesi güzel olduğu için habşistanlı eski köle hz. bilal, bu vazifeye seçilmişti. ne var ki medine’de nmüşrikler ve diğer dinlere mensup olanlardan bazı tahammülsüz insanlar, ezan okunurken sesi duyulmasın diye gürültü yapmaya, çocukları toplayıp bilal-i habeşi ile alay etmeye başlamışlardı. bunun üzerine hz. bilal, ellerini kulaklarına tıkayarak ezan okumaya başladı biilahare müezzinler ellerini kulaklarına tıkamyı bir tür bilal-i habeşi sünneti gibi gördüler ve ezanı öyle okudular. eskiden birisi yakındakine, - ezan okundu mu, dediğinde, eğer vakit çok yakın ise, - okunmadı ama müezzinin eli kulağında; dermiş |
Cevap : Deyim Hikayeleri
Eline Su Dökemez
İki kişiyi karşılaştırırken, daha önemsiz, değersiz, yeteneksiz, geri gördüğümüz kişi için, ‘ötekinin eline su bile dökemez deyimini kullanırız. eskiden, namaz abdesti alınırken, abdest alan kişi, bir usta ise, çırakları, kalfaları, medrese hocası ise mollaları, öğretmen ise öğrencileri, eline ibrikle su dökerek abdest almasına yardımcı olurlardı. böyle önemli bir kişinin eline, yolu yordamınca, ibrikten su dökmek için, o kişiye biraz yakın olmak, onun yanında iyi kötü bir yer almış bulunmak gerekirdi. yoksa her önüne gelenin yapacağı iş değildi. İşte bu nedenle, iki değerli kişi ölçülürken, bilgisi, yeteneği, zekası daha az olan için, bu deyim kullanılır. |
Cevap : Deyim Hikayeleri
Devlet Kuşu Konmak
deyimin kullanıldığı söz gelişi: beklenmeyen, büyük, önemli kısmet; şans. bir rivayete göre, vaktiyle İran’da hükümdarlar öldüğü zaman, bütün şehir halkı sarayın önündeki meydanda toplanırmış. sarayın balkonundan, adına devlet kuşu denilen bir kuş uçurulur, kimin başına konarsa, o adam ülkeye hükümdar olurmuş. gerçi tarihte, gerek İsa’dan önce İran’da yaşayan medler ve persler, gerek İsa’dan sonra yaşayan kavimler zamanında, böyle garip bir yolla hükümdar seçildiğini gösterir bir kayıt yoktur; üstelik böyle bir seçim yapılmış olması, mantığa da uygun düşmemektedir. ama hak etmediği yerlere, şans eseri gelenler için, ‘başına devlet kuşu kondu’ denmesi, yukarıda sözü edilen masaldan gelmiş olsa, yerinde ve anlamlı bir sözdür. |
Cevap : Deyim Hikayeleri
Çekirge Bir Sıçrar iki Sıçrar
yalanın elbet bir gün ortaya çıkar; kötülüğünü uzun süre gizleyemezsin anlamında bir deyim. i. murat zamanında bursa’da ihtiyar bir eskici varmış. eskici ve karısı basit, temiz, yoksul bir yaşam sürerlermiş. günlerden bir gün eskicinin karısı hamama gitmiş. yıkanıp çıktıktan sonra, soyunduğu yerde bohçasını bulamamış. bohçayı koyduğu yerde, değerli halılar üzerinde işlemeli kadife bohçalar, sedefli takunyalar olduğunu görünce, hamamcı kadına sormuş. o da; —buraya müneccimbaşının hanımı soyundu. senin bohçanı soğukluğa koyduk. orada giyiniver, demiş. bu hareket zavallı kadına çok dokunmuş. ağlamış, üzülmüş. fakir, silik, parasız, rütbesiz bir adamın karısı olduğuna yanmış. bu üzüntü ile akşam yorgun argın eve gelen kocasına “-ya müneccimbaşı olursun, ya da beni boşarsın” diye diretmiş. Çaresiz kalan ihtiyar eskici, ertesi sabah bir çekmece, biraz kâğıt, bir divit alarak, işlek bir yol üzerinde oturup müneccimliğe başlamış. İçinden de; —yarabbi, halimi sen biliyorsun. bunca yıllık yuvam yıkılmasın, sana sığındım, beni utandırma, diye yalvarmış. İlk müşteri olarak varlıklı bir hanım gelmiş, telaşla: —aman müneccim efendi, demiş. İri elmas taşlı, çok değerli bir yüzüğüm vardı, kaybettim. hiçbir müneccim bilemedi. bir de sen bak. besmele ile önündeki kâğıda bir şeyler çiziktirmeye başlayan yaşlı adamın içine doğmuş, birden: —ya hatun, demiş. senin yüzüğün bir hayvan kursağında görünüyor. hemen eve koşan kadın, hamur yoğurduktan sonra ellerini yıkadığı, evin bahçesindeki çeşmenin kenarında unuttuğu yüzüğü, hindilerin yutmuş olabileceğini düşünmüş. nitekim hindilerden birinin kursağında yüzük bulunmuş. o günden sonra ihtiyar eskici müşteriden başını alamaz olmuş. attıklarının da hepsi tutuyormuş. Ünü yaygınlaşmış, kazancı artmış. namı, sultan murat hüdavendigâr’a kadar ulaşmış. meğer padişahın da kocaman pırlanta taşlı bir yüzüğü kaybolmuş. padişah yüzüğün hemen bulunmasını emretmiş. İhtiyar müneccim zaman kazanmak için: —Şevketlim, demiş. emriniz başım üstüne. lakin bu yüzük padişah yüzüğüdür. Öyle halktan birinin haceti gibi kolay bulunmaz. İşimi gücümü bırakıp 40 gün 40 gece esaslı okumam ve çalan adamı davul gibi şişirmem gerekir. bana 40 gün izin. padişah kabul etmiş. ertesi günden itibaren sabah, öğle, akşam saray tablakârları, müneccimin evine yemek taşımaya başlamışlar. tablakârların başındaki haremağası her gelişinde: \"buyurun efendim, bunlar etliler, bunlar sütlüler, bunlar tatlılar. afiyetle yiyip; Şevketli efendimize de dua edin\", dermiş. arap kapıya geldikçe, ihtiyar başına bu işleri açan karısına dönüp bağırırmış: —hatun, hatuuun… kaldı otuz dokuz günümüz. harem ağası kapıya gelip, müneccim de her seferinde şu kadar kaldı, bu kadar kaldı diye seslendikçe, harem ağasında bir heyecan başlamış. nihayet bir gün yemekleri verip tablakârları uzaklaştıran haremağası eskicinin ayaklarına kapanmış: —allah aşkına müneccim efendi, şu okumayı kes. karnım davul gibi şişmeye başladı. neredeyse pat diye patlayacağım. ben çaldım yüzüğü, demiş. yufka yürekli ihtiyar, yüzüğü almış ve 40 günün sonunda yüzüğü verince sultan murat hayret etmiş. İhtiyarı müneccimbaşı yapmış, eskisini de o’nun emrine vermiş. ayrıca bir dileği olup olmadığını sormuş. İhtiyar da karısının hamamda uğradığı hakaret yüzünden bu hallere geldiğini anımsayarak, o hamamı istemiş. buraya kadar allah’ın yardımıyla başarıya ulaşan müneccimbaşı, padişahın başka bir işi olursa ne halt edeceğini düşündükçe uyku tutmaz olmuş. varıp, görevden affını istemeye karar vermiş. bu niyetle saraya gitmiş. bahçede gezinen padişah, müneccimbaşını huzura almış. o daha söze başlamadan, kapalı avucunu uzatarak sormuş: —bil bakalı müneccimbaşı, avucumun içinde ne var? bileceğini hiç ummayan ihtiyar, kendi kendine söylenmiş: —bir sıçrarsın çekirge, iki sıçrarsın çekirge, üçüncüde yakalanırsın çekirge, deyince padişah avucunu açmış, elindeki çekirgeyi göstererek, seni kutlarım, demiş |
Cevap : Deyim Hikayeleri
Abbas Yolcu
yola çıkarken, görevinden alınan bir kişi için veya ölecek bir hasta için söylenen bir deyim abbas hoca, abbas molla da denilen azerbaycan’ ı, İran’ ın pek çok yerlerini, hindistan’ ı, arabistan’ ı, mısır’ ı ve kafkasya’ yı dolaşmış bir halk şairidir. gittiği yerlerde, tatlı sohbetinden hoşlananların, bir süre daha kalmasını istemelerine karşılık: olmaz, kalamam. yolcudur abbas, bağlasan durmaz” der ve yoluna devam edermiş |
Cevap : Deyim Hikayeleri
Tencere Yuvarlanmış Kapağını Bulmuş
bir zamanlar bağdad’da çok zeki ve bilgili, Şenn adında bir adam yaşamaktaydı. bu adam bir gün kendisi gibi bilgin ve akıllı bir kız bulup evlenmek için atına atlayıp yola çıktı. yolda bir adama rastladı. adam köyüne gidiyordu. Şenn de adama katılıp birlikte yolculuk etmeye başladılar. Şenn adama sordu: - ben mi seni yükleneyim, yoksa sen mi beni yüklenirsin? adam: - bu nasıl söz? İkimiz de atlıyken birbirimizi nasıl yükleniriz? diye cevap verdi. biraz ilerleyip köye yaklaştıklarında, Şenn biçilmiş ekinleri görünce tekrar sordu: - bu ekinler yenmiş mi yenmemiş mi? - be cahil adam! ekini saplarıyla görüyorsun da yenip yenmediğini mi soruyorsun? köye varınca bir cenazeye rastladılar. Şenn yine sordu: - bu tabutun içindeki ölü mü, yoksa diri mi? adam: - yahu, senin gibi ahmak ve cahil bir adam görmedim! diye çıkıştı. adamcağız, bu sorularına bir anlam veremediği yol arkadaşını o gün evinde misafir etti. evde tabaka isminde bir kızı vardı. kız babasına misafirin kim olduğunu sordu. adam da onun kendisine sorduğu aptalca soruları sıraladı ve pek ahmak bir adam olduğunu söyledi. fakat kız dedi ki: - baba, o adam ahmak değil. birinci sorusu, ‘ben mi söze başlıyayım sen mi?’ demektir. İkincisi, ‘ekin sahipleri onun parasını yemişler mi acaba?’, üçüncüsü de, ‘acaba bu ölü kendi adını yaşatacak evlat bırakmış mıdır?’ demektir. bunun üzerine adam, Şenn’in yanına dönüp soruların cevabını aktardı. Şenn ise: - bu sözler senin değil. sahibini açıklar mısın? deyince, adam kendi kızı olduğunu söyledi. Şenn: - ben işte böyle bir kız arıyordum, diyerek onunla evlenmeye talip oldu. tabaka ile evlendi!.. anne-babasının da rızasıyla tabaka ile evlenen Şenn, kızı alıp ailesine götürdü. Çevre halkı da bu evlilik karşısında, ‘vâfeka şenn tabaka’, yani ‘kap kapağına uygun düştü’ dediler. Çünkü ‘şenn’ su kabı, ‘tabaka’ ise kapak anlamındadır. türkçemizde ise bu söz, ‘tencere yuvarlandı, kapağını buldu’ atasözüne dönüşmüştür |
Cevap : Deyim Hikayeleri
Toprağı Bol Olmak
Toprağı Bol Olmak İlk çağ inançlarına göre, insanlar öldükleri vakit bittakım eşyaları ile birlikte gömülürlerdi. tanrılarına sunmak ve öte dünyda kullanmak üzere mezarlara birlikte götürdükleri bu eşyalar genellikle kıymetli maden ve taşlardan mamul kap kacak ile takılardan oluşurdu. türk beyleri de İslamiyetten önceki zamanlarda korugan dedikleri mezarlarına altın, gümüş ve mücevherleriyle birlikte gömülürler, sonra da üzerine toprak yığdırtarak höyük yapılmasını vasiyet ederlerdi. eski medeniyetlerin beşiği olan ortadoğu ve anadolu\da, pek çok ünlü hükümdarlara ait bu tür mezar ve höyükler hala bulunmaktadır. altın ve hazine her zaman insanoğlunun ihtiraslarını kamçılamış, nerede ve ne kadar kutsal olursa olsun elde edilmek için insanı kanunsuz yollara sevk etmiştir. höyüklerdeki hazineler de zamanla yağmalayanmaya başlanınca ölenin ruhununmuazzep edildiği düşüncesiyle üzerine toprak yığılır ve gittikçe daha büyük höyükler yapılır olmuş. o kadar ki ölenin yakınları ve cenaze merasimine katılanların birer küfe toprak getirip mezarın üstüne atmaları gelenek halini almış. Öyle ya, mezarın üzerinde toprak ne kadar bol olursa, düşmanlar ve art niyetliler tarafından açılması ve hazinenin yağmalanması, o kadar engellenmiş olurdu. bu durumda toprağı bol olan kişi de öte dünyada rahat edecek, en azından kulanmaya eşyası ve tanrılara sunmaya hediyesi bulunacaktır. bugün dilimizde yaşayan \"toprağı bol olmak\" deyimi, aslında ölen kişi hakkında iyi dilek ifade eder. türklerin İslam dairesine girdikten sonra yavaş yavaş terk ettikleri höyük geleneği, \"toprağı bol olmak\" deyiminin de gayrimüslimler hakkında kullanılmasına yol açmıştır |
Cevap : Deyim Hikayeleri
Kırk Dereden Su Getirmek
vakti zamanında köyün er kişilerinden biri, köyün en güzel kızına aşık olur. fakat kızın etrafında köyde bir yığın potansiyel aday dolaştığı için, bu er kişiyi gözü bilem görmemektedir. er kişi sürekli hanım kızımızın dikkatini çekmeye çalışmakta fakat bu konuda başarılı olamamaktadır. kızımız her gün elinde kovayla köy çeşmesine su doldurmaya gitmekte ve bu er kişi de her gün çeşme civarında konuçlanıp kızımızı izlemekle yetinmektedir. bir gün yine hanım kızımız çeşme kuyruğundayken sıra tam ona geldiğinde su kesilir. er kişi bu fırsattan istifade etmek niyetiylen hemen kızımızın yanına koşar ve elinden kovayı alarak: \"sizin için büyük bir zevkle diğer köyün deresinden su doldurup getirebilirim.\" der hanım kızımız da \"e hadi git bari\" der ve kovayı verir. er kişisi maratona katılmış koşucu misali, bi koşu öbür köye gider ve suyu doldurup getirir. hanım kızımız suya bakar ve: \"i ıhh ben bu suyu beğenmedim, hafif bulanık\" der. er kişisi: \"emret gözümün nuru, ben başka köyün deresinden en güzel suyu bulur getiririm sana\" der ve kovayı alarak yine maratona çıkar. suyu alıp getirdiğinde hanım kızımız yine beğenmez ve er kişisi kovayı alıp başka dereye su getirmeye gider. bu böyle sürüp durur ve er kişisi, kızımız uğruna kırk köyün deresinden su getirmiş ama hiç birini beğendirememiştir. er kişisi bu uğurda uğraşıp dururken, köydeki su kesintisi sona erer ve köy çeşmesi akmaya başlar. bunu gören kıza vurgun başka bir köy delikanlısı hemen bi koşu hanım kızımızın evine vararak kovayı alır ve köyün çeşmesinden doldurup getirir. beşlik simit gibi sırıtıp hanım kızımızın eşiğinden geçen delikanlıyı gördüğünde diğer er kişisi harap ve bitap halde dolanırken bu durumu görür ve \"hangi dereden doldurup getirdin suyu\" diye şaşkınlıkla sorar. delikanlı. \"hiiç köyün çeşmesinden dolduruverdim\" deyince, bizim er kişisi bedbahtlık içersinde: \"vay bee ben kırk dereden su getirdim, yine yaranamadım\" der. |
Cevap : Deyim Hikayeleri
O kadar Uzun Boylu Değil
arapça gramer kaidelerine göre \musa\ ismindeki \a\ ve \u\ sesi uzatılarak okunur. ancak, anadolu halkının bu gramer kaidesine uydugu pek söylenemez. vaktiyle medrese tahsili alan biri, adını sorduğu adamdan, musa cevabını, \a\ ve \u\ sesini kısa olaak söylemesi üzerine \a\ ve \u\ sesini uzatmasını isteyerek, nasıl söylemesi gerektiğini de göstermiş ve adama adını tekrar ettirmiş. o da bu sefer: \muuuusaaa...\ diye uzatarak söyleyince diğeri dayanamayıp : \\\o kadar da uzun boylu değil\\\ demiş |
Cevap : Deyim Hikayeleri
Zıvanadan Çıkmak
sinirlenildiği zaman kullanılan \"zıvanadan Çıkmak\" deyiminin aslı çokta uzaklara gitmemektedir. hâla anadolumuzda taş ve ağaç kullanılarak yapılan köy evlerine hepimis şahit olmuşusdur. etrafı taşlarla örülür ve üst kısmı sağlam 4-5 büyük kütük ile taşların üstüne yerleştirlir ve devamına çatı yapılır. İşte bu büyük kütüklerin taşlardan kaymaması, kurtulmaması için, lastikten taşların üst bölümüne yuva yapılır ve ağaçlar bu kısma oturtulur. yapılan bu yuvaya zıvana denir. zıvanadan kurtulması ev için büyük tehlike oluşturur. \"zıvanadan Çıkmak\" deyimi, yıkmak dağıtmak manasında kullanılmaktadır... |
Cevap : Deyim Hikayeleri
Suya Götürüp Susuz Getirmek
diğerinden daha akıllı , kurnaz olmak anlamında kullanılan bir deyim.. zengin ve büyük bir aşiretin obasında , genç ve yakışıklı , yoksul bir çoban varmış . aşiret reisinin kızına aşık olmuş . kızın da çobanda gönlü varmış ama babası onu zengin biri ile nişanlamış . bir gün yoksul çobanla genç kızı kuytuda konuşurken görenler ,aşiret reisine haber vermişler. İki aşık yakalanmış. kızını çadırına hapsetmiş çobana da bir ceza vermek üzere obanın yaşlıları toplanmışlar… akçakocalardan , çobana acıyan biri , şöyle bir öneride bulunmuş : -bu çoban bize, işinin ehliolduğunu ispat etsin. sürüsünü iki gün susuz bırakalım. Üçüncü gün sürüsünü dereye götürsün ama su içmeden geri çevirsin. bunu başarırsa kızı ona verelim demiş. bunun olanaksızlığına inanan ötekiler ve aşiret reisi , öneriyi uygun bulmuşlar. sürüyü iki gün susuz bekletmişler. Üçüncü gün oba halkı toplanarak çobanı izlemeye koyulmuş . kavalını çalarak sürüyü dere kenarına kadar getiren çoban , dere kıyısına gelince öyle içli çalmaya başlamış ki , sürünün başı olan koyuna adeta yalvarmış ve onları geri döndürüp obaya getirmiş. kızı da almış . bu efsane bir deyim yaratmış ve işinin ehli , kurnaz kişiler için “ suya götürür de susuz getirir” deyimi söylene gelmiş.. |
Cevap : Deyim Hikayeleri
Bel Bağlamak
birisine güvenmek, bir işe ümit bağlamak yerinde kullanılan bel bağlamak dilimize tarikat ritüelleriyle yansımış bir deyimdir. sufiler, bir tarikata girmek ve ikrar vermek anlamında bel bağlamak derler. fütüvvet ehli, kendi halkalarına dahil olanlara şeddyünden dokunmuş kemer kuşata gelmişlerdir. mevlevilikte buna elifi nemed keçeden dokunmuş uzunca kuşak, bektaşilikte de tîğ-bend denilir. bir kişi tarikata girince beline bağlanan bu kuşak, dervişin, artık o yolun bütün yasaklarını kabul ettiği, bütün emirlerini yerine getireceği anlamına gelir ve bu husus da kuşak kuşatma merasiminde kendisine telkin olunurdu. hayat tarzında köklü değişiklikleri öngören bel bağlamak, insana bir tür kurtuluş ve güven hissi telkin eder; böylece bel bağlayan kişi de huzur bulurdu. bugün deyim daha ziyade olumsuz anlamıyla \"sana bel bağlamıştım, bu işe bel bağladım, ona bel bağlanmaz, böyle bir işe bel bağlamak doğru değildir\" gibi kullanımlarıyla yaşar. tarikatların gittikçe yozlaştığı dönemlerin hatırasını taşıyan deyimin giderek tasavvufî anlamı unutulmuş, dilimizde güvensizlik anlamıyla yaşamaya devam etmiştir. |
Cevap : Deyim Hikayeleri
Abayı yakmak
Aba, dövme yünden değişik kalınlıklarda yapılan bir tür kumaşın adı olup genellikle beyaz renkte imal edilir. Siyah renklisine ise kebe denir. Bu cins kumaşın kullanıldığı pek çok yer olmakla beraber aba denilince genlikle dervişlerin giydiği hırka anlaşılır. Vücudun tamamını örtecek kadar geniş ve uzun, yakasız ve yensiz dikilen abanın özelliği, düğmesiz olup kuşak ile kullanılmasıdır. Bu deyim mecazen “birisine âşık olmak, tutulmak, gönül vermek” gibi anlamlar ihtiva eder. Dervişler arasında birilerinin aşkının büyüklüğünden bahsedilecekse eskiden, “Ooo! Abası hayli yanıktır!” gibi ifadeler kullanılırmış. Eski tekkelerin mimarî kompleksi içinde bir mescid (veya cami), ortada şadırvanı olan bir avlu ve avluyu çevreleyen derviş hücreleri, büyükçe bir dershane, mutfak, kiler, ambar vs. bulunduğu bilinmektedir. Bilhassa kış aylarında dershanelerin ocağı harlı ateşle yakılarak dervişânın burada toplanmaları sağlanır; böylece hem iktisat yapımlı, hem de uzun saatler mürşidden istifade ortamı oluşturulurdu. İşte böyle bir kış gecesinde, yün abalarına bürünmüş dervişler dershanede halka olup şeyh efendiyi dinlemeye başlamışlar. Efendi hazretleri coştukça anlatmış; anlattıkça coşturmuş ve dervişler kendilerinden geçecek derecelere gelmişler. Bu sırada ocağa sırtı dönük dervişlerden birisinin abasına ateş sıçrayıp dumanı tütmeye başlamışsa da dervişin sıcaklığı hissettiği yok!.. İçindeki ateş, dışındakinin sıcağını bastırmış durumda. “Pir aşkına Yar aşkına (Allah aşkına)!” yanmaya devam ediyor. Nihayet şeyh efendi dumanını fark edip bu müridini ikaz ile yanmaktan kurtarıyor ve arkadaşları arasında mahçup olmasın diye onu diğerlerine “gerçek Hak âşıkı” olarak tanıtıyor. Şimdi argo lisanda kullanılan “abayı yakmak” deyimi işte o hâdisenin yadigârıdır |
Cevap : Deyim Hikayeleri
İpe un sermek
Komşuları, Nasrettin Hoca'dan devamlı olarak öte beri istedikleri için, Nasrettin Hoca, komşularından bıkmış. İstenen şeyleri vermemek için, bir bahane öne sürüyormuş. Yine bir gün komşularından biri, Nasrettin Hoca'nın kapısını çalmış. - Hoca, demiş, karım çamaşır yıkadı. Çamaşırı asmak için, çamaşır ipi verir misin?.. Nasrettin Hoca, komşudan bir şey istemenin böylesine rastlamadığı için, kızgınlıkla: - İp boş değil, üzerine un serdim, demiş. Komşu, hayretle sormuş: - Amma yaptın Hoca? İpe un serilir mi? Nasrettin Hoca dayanamamış: - İnsanın vermeye gönlü olmayınca, ipe un da serer, demiş |
Cevap : Deyim Hikayeleri
Bir çuval incir berbat oldu
İncir işleme fabrikalarında incirler çürük,kurtlu,bozuk olanlar ayıklanır,sağlamlar boy boy ayrılırmış. bir torba yada çuvaldaki gözden kaçmış bozuk incirleden sağlam incirlere hastalık sirayet edermiş. küçük bir yanlışlığın güzelim işleri bozduğu bu olaydan ilham alınır olmuş. |
Cevap : Deyim Hikayeleri
Pabucu Dama Atılmak
Osmanlı döneminde esnaf ve sanatkarların bağlı bulunduğu teşkilat, ticaretin yanında sosyal hayatı da düzene sokuyordu. Kusurlu malın, malzemeden çalmanın ve kalitesiz işin önüne geçmek için de ilginç bir önlem alınmıştı. Bir ayakkabı aldınız veya tamir ettirdiniz diyelim. Ama kusurlu çıktı. Böyle durumlarda heyet şikayeti ve sanatkarı dinliyor. Eğer şikayet eden gerçekten haklıysa, o ayakkabıların bedeli şikayetçiye ödeniyordu. Ayakkabılar da ibret-i alem olsun diye ayakkabıyı imal edenin çatısına atılıyordu. Gelen geçen de buna bakıp kimin iyi, kimin kötü ayakkabı tamir ettiğini biliyordu. Böylece pabuçları dama atılan ayakkabıcı maddi kazançtan da oluyor ve gerçekten pabucu dama atılmış oluyordu. |
Cevap : Deyim Hikayeleri
AĞZINDAN BAKLAYI ÇIKARMAK
Türkçe de bakla ile alakalı iki deyim vardır. Her ikisinde de illiyet, kurutulmuş baklanın zor ıslanması ve zor yumuşamasıyla ilgilidir. Kurutulmuş baklanın ağza alındığında ıslanıp yumuşaması uzun bir süreyi ilzam eder. Sır saklama ve dilini tutma konusunda kendisine itimat edilemeyen kişiler için " ağzında bakla slanmaz" deyiminin kullanılması bu yüzdendir. Yani duyduğu bir sırrı hemen başkasına anlatır, demlenesiye kadar yahut bir baklanın ıslanacağı müddet kadar olsun beklemez demeye gelir. Baklayla ilgili diğer deyim baklayı ağzından çıkarmaktır. Deyim, içimizden geçtiği halde mekan ve zaman müsait olmadığı için nezaket veya siyaset en söyle ( me ) diğimiz şeyler için birisinin bizi ikazı zımnında "çıkar ağzından (dilinin altından) baklayı" demesine işarettir. Deyimin hikayesi şöyle: Vaktiyle çok küfürbaz bir adam yaşarmış. Zamanla kendine yakıştırılan küfür bazlık şöhretine tahammül edemez olmuş. Soluğu bir tekkede almış ve durumu tekkenin şeyhine anlatıp sırf bu huyundan vazgeçmek için dervişliğe soyunmaya geldiğini söylemiş. Şeyh efendi bakmış, adamın niyeti halis, geri çevirmek olmaz, matbahtan bir avuç bakla tanesi getirtmiş. Bunlara okuyup üfledikten sonra yeni dervişe dönüp tembih etmiş: -Şimdi bu bakla tanelerini al. Birini dilinin altına, diğerlerini cebine koy. Konuşmak istediğin vakit bakla diline takılacak, sende küfür etmeme isteğini hatırlayıp o an da söyleyeceğin küfürden geçeceksin. Bakla ağzında ıslanıp da erimeye başlayacak olursa cebinden yeni bir baklayı dilinin altına yerleştirirsin. Adamcık şeyhinin dediği gibi tekkede kalıp kendini kontrol etmeye başlar. Bu arada şeyh efendi de bir yere gidince onu yanından ayırmamaktadır. Yağmurlu bir günde şeyh ile derviş bir sokaktan geçerlerken bir evin penceresi hızla açılır ve gençten bir kız çocuğu başını uzatarak, - Şeyh efendi, biraz durur musun? Deyip pencereyi kapatır. Şeyh efendi söyleneni yapar, illa yağmur sicim gibi yağmaktadır. Sığınacak bir saçak altı da yoktur. Üstelik niçin durdurulduğunu henüz bilmemektedir ve kız da pencereden kaybolmuştur. Bir ara evin kapısına varıp kızın ne istediğini sormak geçer içinden ve tam kapıya yöneleceği sırada kız tekrar pencerede görünür ve, - Şeyh efendi, der, birkaç dakika daha bekleseniz... Şeyh içinden "lahavle" çekse de denileni yapmamak tarikat adabına mugayir olduğundan biraz daha beklemeyi göze alır. O sıra da küfürbaz derviş kendi kendine söylenmeye başlamıştır. Yağmurun şiddeti gittikçe artmakta, bizimkiler de iliklerine kadar ıslanmaktadırlar. Nihayet pencere üçüncü kez açılır ve kız seslenir: - Gidebilirsiniz artık!.. Şeyh efendi merak eder ve sorar: - İyi de evladım bir şey yok ise bizi niçin beklettin? - Efendim, der kız, elbette bir şey var, sizi sebepsiz bekletmiş değiliz. Tavuklarımızı kuluçkaya yatırıyorduk. Yumurtaları tavuğun altına koyarken bir kavuklunun tepesine bakılırsa piliçler de tepeli olur, horoz çıkarmış. Annem sizi geçerken gördü de yumurtaları kuluçkaya koydu. Münasebetsizliğin bu derecesi üzerine şeyh efendi, - Ulan derviş, der, çıkar ağzından baklayı.. |
Cevap : Deyim Hikayeleri
Mangalda kül bırakmamak
deyim Osmanlı zamanından gunumuze gelmekte Yeniçeri ocağına alınacak gençler sırf erkeklerden oluşan bu ocağa alınan gençler bir heyet önüne çıkarılıp külle dolu olan mangala çok af edersiniz yellenmesi söyleniyormus genç az kül kaldırırsa ocağa alınıyor cok kül kaldırırsa cinsel tercihinin farklı olduğu düşünülüp ocağa kesinlikle alınmıyormuş |
Cevap : Deyim Hikayeleri
Gemileri Yakmak Gemiyle işgale gittikleri bir yerde ordusu rakibin gücü karşısında korku duymaya başlayınca Sezar askerlerini yüksek bir tepeye çıkartır ve aşağıda kalan bir kaç askere gemileri ateşe vermeleri emrini verir. Geldikleri gemiler gözlerinin ününde çıtır çıtır yanan ordu şok geçirmiştir. sezar 'gördüğünüz gibi gemileri yaktık artık dönüş yok ya bu savaşı kazanırsınız ya da hepimiz burada ölürüz' şeklinde bir konuşma yapar. savaş sezarın ordularının ezici zaferiyle sonuçlanır. |
Cevap : Deyim Hikayeleri
Kazan Kaldırmak
İsyan etmek anlamında kullanılan bir deyimdir. Yeniçerilerin her ortasının matbahı ve aşçısı ve aşçı ustası vardı; ve her orta kendi yemeğini kendi arzusuna göre ayrı ayrı pişirirdi; bunun için orta efradı kendi yevmiyelerinden her hafta kumanya parası olarak levazım heyetine bir para verir ve bu para ile bir haftalık yemek ihtiyacı temin edilirdi; hükümet bunların iaşeleriyle uğraşmazdı; yalnız yeniçerilere verilecek etin fiyatı muayyen olup et fiyatı ne kadar yüksek olursa olsun yeniçerilere o fiyattan fazlaya verilmezdi. fakat hükümet bu miktardan fazlasının parasını zarar-ı lahim ismiyle hazineden kasaplara öderdi. yeniçerilerin yemekleri her ortanın matbahında pişerdi; yemek pişen kazan oda halkı tarafından mukaddes addolunurdu. Bir isyan vukuunda bu kazanlar meydanlara çıkarılırdı ki buna tarihlerde kazan kaldırma denilmektedir. |
Cevap : Deyim Hikayeleri
Lafla Peynir Gemisi Yürümez Bu deyimin de çok ilginç bir hikâyesi var. Bir zamanlar İstanbul'da Aksi Yusuf adında bir peynir tüccarı varmış. Bu tüccar çıkarcı ve cimri kişiymiş. Trakya'dan getirdiği peynirleri İstanbul'da satar, artanı da deniz yoluyla İzmir'e gönderirmiş. İzmir'de peynir fiyatları yükseldikçe elinde ne kadar mal varsa gemilere yükletir, ama taşıma ücretini peşin vermeyerek kaptanları yalanlarıyla oyalar durur. - "Hele peynirler sağ sâlim varsın, istediğiniz parayı fazla fazla veririm" diye vaatlerde bulunurmuş. Birkaç kez aldanan gemi kaptanlarından birisi yine İzmir'e doğru yola çıkmak üzere iken sinirlenmiş ve şöyle demiş. - Efendi, tayfalarıma para ödeyeceğim. Gemimin kalkması için masrafım var. Parayı peşin ödemezsen Sarayburnu'nu bile dönmem. Aksi Yusuf : " Hele peynirler sağ salim varsın..." demeye başlayacakmış ki, Gemici: -Efendi "Lâfla peynir gemisi yürümez." sözünü yapıştırıvermiş ve sözlerine "geminin yürümesi için kömür lâzım, yağ lâzım" diyerek devam etmiş. Bu sözler üzerine Aksi Yusuf parayı ödemiş. O gün akşama kadar şu tek cümleyi sayıklayıp durmuş. "LÂFLA PEYNİR GEMİSİ YÜRÜMEZ HA!" bu söz daha sonra iş yapmayıp sadece boş konuşanlar için söylenmeye başlanarak deyimleşip güzel Türkçe'mize yerleşmiş. |
Cevap : Deyim Hikayeleri
Çizmeden Yukarı Çıkmak
(Bilmediği işe, yetkisi dışındaki konuya karışmak anlamında bir deyim.) 19.yüzyılda, Fransız ressamlarından Delacroix Paris’te bir resim sergisi açmıştı. Sergiyi gezenlerden bir kişi, büyükçe bir şövalye tablosunun önünde uzun süre durarak, yakından uzaktan ciddi ciddi seyreder, beğenmediğini belirten bir biçimde de başını sallarmış. Bu durum ilgisini çeken ressam yanına gelerek sormuş. -Bu tablo ile çok ilgilendiğiniz belli oluyor. -Evet demiş adam. Şövalyenin çizmesindeki körük kıvrımlarında hatalar var. -Pekiyi nasıl anladınız, işiniz bu mu? -Ben kunduracıyım, çizme dikerim. deyince ressam hemen tuvalini ve boyalarını getirerek adamın söylediği biçimde çizmeyi düzeltmiş ve gerçekten daha iyi olduğunu görmekten memnun olarak adama teşekkür etmiş. Fakat adam yine tablonun başından ayrılmadan, bu kez de şövalyenin pantolonunda ve kemerinde de hatalar olduğunu belirtince bu çok bilmişliğe dayanamayan ressam, -Bak dostum demiş, sen kunduracısın, çizmeden yukarı çıkma! |
Cevap : Deyim Hikayeleri
POT KIRMAK
(Başkalarını kızdıracak, üzecek, gereksiz, münasebetsiz söz söyleme anlamında bir deyim.) Zengin bir adamın, Göztepe Erenköy taraflarında, sekiz on dönüm bahçeli, büyük bir köşkü varmış. Adam bu bahçenin bir köşesine bir bina daha yaptırmaya karar vermiş. Eski binalar hep ahşap yapıldığı için, gereken keresteyi tomruk halinde getirtmiş ve inşaat yaptıracağı yere istif ettirmiş. Bu tomrukların içinde çam, gürgen, meşe ve ceviz ağaçları da bulunuyormuş. Sayfiye mevsimi olmadığı için Nişantaşı’ndaki konağında oturan zengin adam bir sabah, köşküne gitmiş ve köşkün saf bekçisine emir vermiş: -Bir hızarcı bul, bahçedeki ağaçların arasındaki çamları biçtir, tahta ve kalas yaptır demiş. Saf uşak da efendisinin emri üzerine hızarcıları bulmuş. Çam tomrukları yerine, köşkün bahçesinde ne kadar kıymetli çam ağacı varsa kestirip devirmiş. Bu akılsız uşağın adı, çam deviren uşak kalmış. |
Cevap : Deyim Hikayeleri
İpsiz sapsız
Şimdi olduğu gibi eskiden de Anadolu ' dan İstanbul ' a çalışmak üzere adamlar gelir , bunların çoğu da herhangi bir mesleğe sahip olmadıklarından ya hamallıkla , yahut kazma kürekle çalışarak işe başlarlarmış . Bunların içinde öyleleri olurmuş ki hamallık yapmak için ne bir ipleri , amelelik yapmak için de ne bir kazma veya kürekleri bulunurmuş . Bir ip veya tutacak bir sap sahibi olmayan bu kişiler için söylenen ipsiz sapsız deyimi de meslek sahibi olmamakla birlikte , bir işe güce de yaramayan adamlar hakkında tahkir anlamında kullanılmıştır . Halen haylazlık eden , herhangi bir geçim vasıtası peşinde olmayan sorumsuz insanlar için bu deyimi kullanırız . Hatta daha ileri giderek '' İpe sapa gelmez herifin biri ! '' dediğimiz de olur . |
Cevap : Deyim Hikayeleri
Ali Paşa Vergisi
Osmanlı zamanının Ali Paşası eğlenceye çok düşkünmüş. Her akşam, sazlar, kızlar,şarkılar... E, yalı da yalıymış hani. Üstüne bir de Boğazın o zamanlardaki dingin ve temiz manzarası, özel rakının yanında da iyi gidermiş. Ali paşa aslında aşırı tutkulu ve cimri birisiymiş. İçki emeline ulaştığı zaman Ali paşanın cimriliğinden eser kalmazmış. Akşam bütün hanımlara çeşitli mücevherler dağıtırmış. Sabah uyandığında bir bakarmış ki hanımlar mutlu; ben ne yaptım dermiş. Hemen akşam verdiklerini geri toplatırmış; küçük bahşişlerle durumu idare edermiş. Bu durum bir müddet sonra toplantılara katılan hanımlar ve yalının gediklileri tarafından kanıksanmış. Yeni birisi geldiğinde, mücevherlerin karşısında dilini yutacak olduğunda, önce verilip sonra geri alınması vergiyi çağrıştırdığından olacak ki; - " Sabaha kadar keyfini çıkartmaya bak. Bunlar Ali Paşa vergisi! " derlermiş |
Cevap : Deyim Hikayeleri
Özrü Kabahatinden Büyük
Padişahlardan bir tanesi dalkavuğuna çok kızmıştır. Kelleni alacağım senin demiştir. Beri taraftan, dalkavuğunun aslında çok imrendiği zekâsıyla da alay etmek gelir aklına; - " Amma " der. " Öyle bir şey yap, öyle bir şey söyle ki özrün kabahatinden büyük olsun! O zaman kelleni kurtaracaksın " Arkasını dönüp sofaya doğru geçen Padişahın kararının kesin olduğunu anlayan dalkavuk telaş içindedir. Hemen düşünmeye başlar. Can korkusuyla titreyen dalkavuk o sırada arkası dönük Padişahın bir ayağını yukarıya, basamağa attığını görür, koşarak Padişahın poposuna bir el atar. Şaşkınlık ve zaten var olan öfkenin katlanmışıyla arkasına dönen Padişah, gürler; - " Bre densiz! Ölümünü bu kadar çok mu yakına aldın? Allahhhhh..." Boynu bükük, yere bakan dalkavuk aman dilenir; - " Özür dilerim Padişahım. Sizi dalgınlıkla Valide Sultan zannettim de! " Dalkavuğun kellesi kurtulmuştur. |
Cevap : Deyim Hikayeleri
Vermezse Mabut Neylesin Mahmut
Sultan Mahmut' un hazineleri dillerde dolaşırmış. İstanbul' un her semtinden dedikodu toplarlar, bunu Sultana iletirlermiş.Bir tanesi varmış ki, dedikleri kolay kolay yutulur şeyler değil. Her sözün sonunu da " Ahh, ahh! Hadi bıraktık hazine dairesini, bize azıcık verse ömür boyu yeter artar " dermiş. Sultan Mahmut bu adama için için öfkelenirmiş. bir gün huzura getirtmiş; - " Bana bak! Sen böyle etrafta bilmeden ne atıp tutuyorsun? Bilir misin ki, ne yüklerin altındayız? Bilir misin ki, geceleri rahat uyumamaktayız?...." Padişahtan azarı işiten adam sus pus olmuş. iyice büzülmüş, çökmüş. - " Bak, her lafın sonunu da Padişah bize yedirmiyor diye bitirirmişsin? " Artık kellesinden de korkmaya başlayan adam, kaçacak delik aramış. - " Ben insaflı biriyim. Sana bir şans tanıyacağım. Ama sen de söylenmeyi bırakacaksın. " Adamla anlaşan Padişah, beraberce hazine dairesine gitmiş: - " Kenardaki küreği al ve daldırabildiğin kadar dibe daldır. Kürektekiler senindir. İyi düşün hangisinden almak istersen oraya daldır küreğini. Bir kez şansın var. Ona göre! " Padişahın sandığı gibi zalim biri olmadığını anlayan azardan yıkılmış ve gördüğü hazinenin muhteşemliği karşısında dili tutulmuş adam heyecanla küreğe sarılmış. Daldırabildiği kadar derine, çil çil altınların dibine daldırmış. Sevinçle küreği çıkarmış ki, bir de ne görsün? Küreğin üstünde bir tek altın parıldıyor. Meğerse adam heyecandan küreği ters daldırmış. " Ee, gördün mü evlat, kazanmak o kadar da kolay değilmiş... Yapacak bir şey yok! Al o bir altını, git ve bir daha sakın arkadan konuşma. Vermeyince Mabut, neylesin Mahmut? " __________________ |
Cevap : Deyim Hikayeleri
BURNUNDAN FİTİL FİTİL GETİRMEK
Nankörlük, haramzadelik ve ihanet hallerinde beddua manasıyla kullandığımız bu deyimdeki fitil (fetil) kelimesinin eskiden kullanılan 4 anlamı vardır: 1. Lamba fitili 2. Ovalamakla deriden çıkarılan yuvarlak kir 3. Yaraya konulan pamuk 4. Örgü Bu anlamların hemen hiç biri yukarıdaki deyime tam uygun gözükmüyor. En sondaki örgü anlamı biraz eski işkence tarzlarını hatırlatıyor(yer yer düğüm atılmış olan bir yumak ipliğin ucunu suçlunun burnundan ağzına sarkıtıp bir ileri bir geri sararak işkence yapıldığını Evliya Çelebi yazar ve dolayısıyla bir beddua elverişli görünüyorsa da deyimde geçen fitil kelimesi bir ağırlık ölçü birimi olarak bambaşka bir anlam taşır. Dirhemin dörtte birine denk, dengin dörtte birine kırat, kıratın dörtte birine fitil denir. Bu durumda fitil dirhemin kesirlerinden biri olarak muhtemelen bir damla kan ağırlığında olmalıdır ki hakkı yenilen kişinin hakkı, eylediği beddua gereği zalimin burnundan damla damla (fitil fitil) gelebilsin. |
Cevap : Deyim Hikayeleri
Karamanın koyunu sonra çıkar oyunu
Olağan görünen bir işin altından başka şeyler çıkabilir. Karamanoğullarıyla, Osmanlı Devletinin kıyasıya savaşa tutuştuğu yıllarda, Karaman halkı savaşlardan çok çekmiş; ezilmişler, evleri, barkları, malları çok zarar görmüş. O devrin uluları toplanıp, "Bu kardeş kavgasını tatlılığa bağlıyalım" diye kurultay kurmuşlar. Karaman Beyi ile Osmanlı Beyi'ni Konya'ya çağırmışlar, her iki tarafın şikayetini dinlemişler. Sözü tatlıya getirip, her iki beye de, bir daha savaş yapmamaları için yemin ettirmişler. Karaman Beyi yemin ederken, elini koynunua götürerek: "Bu can burada kaldıkça, Osmanlı'yı kardeş bilip, kılıç çekmeyeceğime söz veriyorum" demiş. Fakat kurultaydan çıkan Karaman Beyi, kaftanının altından bir kuş çıkarıp salıvermiş ve "İşte can çıktı söz bitti" demiş. Karaman Bey'inin koynundan kuş çıkarıp salıvermesinden sonra bu darb-ı mesel halk arasında yayılmıştır. |
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.