![]() |
Ne Nedir ?
Dövme Nedir ?
Dövme Türk Dil Kurumumuzda "Vücut derisi üzerine iğne vb. sivri bir araçla çizilmek ve içine renk veren maddeler konulmak yoluyla yapılan yazı veya resim." olarak açıklanmıştır. Sözlükte dövme bu şekilde geçer fakat yeterli değildir. Bizlere göre Dövme, vücuda uyumlu boya maddelerinin bu iş için üretilen cerrahi metal cihazlarla insan vücudu üzerine işlenen motif yada desendir. Dövme, kimi zaman bir harf, bir isim ya da bir sembol olarak karşımıza çıkar. İnsanların dövme yapma amacı belki duygularını dışa vurum belkide süs ya da gösteriş amaçlıdır. Ama dövmenin çok eski zamanlardan beri insanoğlunun kendini ifade etme sanatı ya da yöntemi olduğu kesin. Dövme makinesi ve bütün parçaları paslanmaz cerrahi çelik olmak zorundadır. İğneler de aynı metaldan üretilmeli ve tek kullanımlık olmalıdır. Dövme yaparken kullanılan pota ve eldivenlerde tek kullanımlıktır. Gerçek dövme boyaları Dünya Sağlık Örgütünden (WHO) onaylı ve vücuda uyumluluğu test edilmiş ve onaylanmış boyalardır. |
Cevap : Ne Nedir ?
Yonga Seti (Chipset) nedir ?
Yonga seti (chipset) ana kartın "beynini" oluşturan entegre devrelerdir. Bunlara bilgisayarın trafik polisleri diyebiliriz: işlemci, önbellek, sistem veri yolları, çevre birimleri; kısacası PC içindeki her şey arasındaki veri akışını denetlerler. Veri akışı, PC'nin pekçok parçasının işlemesi ve performansı açısından çok önemli olduğundan, yonga seti de PC'nizin kalitesi, özellikleri ve hızı üzerinde en önemli etkiye sahip birkaç bileşenden biridir. Resim 1.4: Sis 648 yonga seti Eski sistemlerde PC' nin farklı bileşen ve işlevlerini, çok sayıda yonga denetlerdi. Yeni sistemlerde hem maliyeti düşürmek hem tasarımı basitleştirmek hem de daha iyi uyumluluk sağlamak için bu yongalar, tek bir yonga seti olarak düzenlendi. Günümüzde en yaygın yonga seti Intel ve AMD tarafından üretilmektedir.Bu firmalar sadece kendi mikroişlemcilerine uygun yonga seti üretmektedirler. Silicon Integrated Systems (SiS), Acer Labs Inc. (ALI), VIA gibi üretici firmaların da geliştirdiği popüler yonga setleri vardır. Chipsetlerdeki gelişmeler işlemcilerdeki gelişmelere paralel olarak ilerlemektedir. Yeni bir RAM ya da veri yolu teknolojisi geliştirildiği zaman bunu işlemciye aktaracak olan Chipsetler de geliştirilir. |
Cevap : Ne Nedir ?
Türk Dil Kurumu Nedir ? Türk Dil Kurumu Tanımı , Anlamı Hakkında
Türk Dil Kurumu kısaca TDK, Türkçe'nin tarihini ve gelişmesini inceleyen, ayrıca çağdaş Türkçe'nin ilerlemesi ve zenginleşmesi ereğiyle (amacıyla) çalışmalar yürüten bir kurumdur. |
Cevap : Ne Nedir ?
Tarihi Eser Nedir ? Tanımı , Anlamı Hakkında
Tarihi Eser Tarihin siniflandirilmasi 1)- Zamana Göre Sınıflandırma: (Örnek: Ortaçağ tarihi,15. yüzyıl tarihi gibi...) 2)- Mekana(Yer) Göre sınıflandırma: (Örnek:Türkiye Tarihi,Avrupa tarihi gibi...) 3)- Konuya Göre Sınıflandırma: (Örnek: Tıp Tarihi, Sanat tarihi gibi...) ARKEOLOJİ(Kazı Bilimi): Topragın ve suyun altında kalmıs olan tarihi eserleri ortaya cıkarır, ve bizler Tarihimizde bulunan eserlerden yasayan toplumlarin örf adetleri,yasama bicimleri,sanatlari hakkinda bilgiler ediniriz. Tarihi eser denilince akla ilk,müzeler,kitaplar,kazilar,resimler,haberler,ma k aleler ve eski dönemlerde yaşamış insanlardan günümüze gelen var oluş nedeni veya bazen ne oldugu bilinmeyen varliklarin arastirilmasi gelir.. Tarihi eserlerle yüzyillar öncesine kadar gidip, yasamlari,dinleri,giyim sekillerini , sehirlesme özelliklerini görebiliyoruz.Bu yüzdende Tarihi eserlerin ortaya cikmasi bizlerin gelecegi icin büyük önem tasiyor.Bu yönde bircok vakifta restore islemleri ile bulunan Tarihi eserleri gelecege tasima görevini yüklenmis. İcinde yasadıgımız cagda, bilim, sanat, kültür, medeniyet ve uygarlıgın gelisimini/ toplumların gecmisini simgeleyen müzecilik, aynı sekilde cesitli bilim dalları içinde etkinligini gösteren önemli bir kültür ve sanat faaliyetidir de. Müze calısmalarının önemli amaclarından biri, gecmise ait kültür, sanat, bilim yapıtlarını, tarihi eserleri ve doga nesnelerini toplama, inceleyerek, koruma, bunları toplumun hizmetine sunarak, gelecek nesillere önemli bir miras olarak bırakmaktır. |
Cevap : Ne Nedir ?
Tombak nedir ? kuyumculukta tombak
Kuyumculukta kullanılan % 80 bakır % 20 çinkodan oluşan sarı renkli alaşım. sıfat Bu alaşımdan yapılmış: "Tombak leğen."- . |
Cevap : Ne Nedir ?
Domuz gribi salgını nedir ?
Domuz gribi, A tipi grip virüslerinin sebep olduğu bir solunum yolları enfeksiyonudur. Bu hastalık domuzlarda ani ateş yükselmesi, öksürük, burun ve gözlerde sulanma, hapşırma, nefes darlığı, gözlerde kızarma ve iştahsızlık gibi belirtilere yol açar. Domuz gribi virüsleri doğrudan domuzdan domuza yakın temasla veya virüslerle kirlenmiş cisimlerle bulaşır. Domuz gribinin insanlardaki belirtileri normal gripten farklı değildir. Yüksek ateş, titreme, baş ve yaygın kas-eklem ağrıları, boğaz ağrısı, iştahsızlık ve halsizlik vardır. Bazı hastalarda kusma ve ishal de görülebilir. Grip altta yatan kalp yetersizliği, astım, diyabet gibi kronik hastalığın kötüleşmesine de yol açabilir. Gribe neden olan virüslere influenza virüsleri ismi verilir. Bunların A, B ve C olmak üzere üç farklı tipi vardır. Dünya çapında salgınlara ve daha ağır belirtilere yol açan A tipi virüslerdir. B tipi virüsler daha küçük salgınlara neden olurlar. C tipi virüsler ise insanlarda ciddi bir hastalık yapmazlar. A tipi virüslerin de kendi içlerinde yüzeylerinde yer alan H ve N antijenlerine göre farklı alt grupları vardır. Bunlar, bu antijenlerdeki farklılıklara göre H3N2, H5N1…şeklinde isimlendirirler. 16 farklı H ve 9 farklı N alt tipi vardır. A tipi grip virüsleri, insanlardan başka ördek, tavuk.. gibi kümes hayvanları ve kuşlarda, domuz, balina, at ve fok gibi hayvanlarda da bulunabilir. Kuşlarda A tipi virüslerin alt tiplerinin hepsinin de hastalık yapabilmelerinin mümkün olmasına karşılık, insanlarda ve diğer hayvanlarda ancak belli bazı tipler hastalık yapabilirler. İnsanlarda, bugüne kadar hastalık ve salgın yapmış olan A tipi virüslerin başlıcaları H3N2, H2N2, H1N1 ve H1N2'dir. H1N1 ve H3N2 tipleri domuzlarda, H7N7 ve H3N8 ise atlarda salgınlara neden olmuştur. Belirli bir türde hastalık yapan bir virüs diğer bir türe de bulaşabilir ve onlarda da hastalık yapabilir. Mesela, 1998 yılına kadar domuzlarda sadece H1N1 tipi virüs hastalık yaparken, bu yıldan itibaren insanlarda hastalık yapan H3N2 tipi virüs domuzlara geçmiş ve onlarda da hastalık yapmaya başlamıştır. Bugüne kadar domuzlardan 4 tür influenza A virüsü izole edilmiştir. Bunlar H1N1, H1N2, H3N2 ve H3N1' dir. Bu son salgında izole edilen H1N1 türü bir virüstür. Domuz gribi virüsü H1N1 tüm dünya domuzlarında görülen bir virüstür. H1N1 türü klasik domuz virüsü bir domuzdan ilk defa 1930 yılında izole edilmiştir. Dünyadaki domuzların yüzde 25' inde H1N1' e karşı antikorlar olduğu bilinmektedir. Bu virüsler domuzlarda tüm yıl boyunca bulunabilir, ancak salgınlar daha çok kış mevsiminde ortaya çıkar. Domuz gribi virüsleri çok bulaşıcı olmakla beraber hastalanan domuzlarda ölüm ihtimali düşüktür. Tüm diğer grip virüsleri gibi domuz gribi virüsleri de sürekli olarak değişirler. Domuzları diğer hayvanlardan farklı kılan özellik bunların hem insan hem kuş ve hem de domuz virüsleri ile enfekte olabilmeleridir. Domuzlara farklı türlerden virüsler bulaşırsa bunların karışımından yepyeni bir virüs doğabilir. |
Cevap : Ne Nedir ?
Hamam Kültürü Nedir ?
Suyun İçine İşleyen Kültür: Türk Hamamı Sıcaktan al al olmuş yanaklarıyla etli butlu kadınlar uzanır göbek taşına… Börekler açılır akşamdan, tatlılar hazırlanır, şerbetler konur taslara… Şarkılar yükselir hep bir ağızdan, keyifli sohbetler edilir… Hep bir sebep bulunur bu güzelliği paylaşmaya… Aydınlık ve geniş bir mekânın ortasında, elli dereceye varan sıcaklıkta, günün yorgunluğunu iri kıyım tellağın kesesi ve ovuşlarıyla geride bırakan bedenler... Dört yanı çeviren işlemeli mermerden duvarları ve yüksek kubbeli yapısıyla sadece temizlenilen bir yer değil, toplumsal hayatın vazgeçilmez bir parçası… Tellağı, natırı, külhanbeyi ile yaşayan ve kuşaklar boyu aktarılan bir kültürün simgesi... Birçoğumuzun çocukluk yıllarında tanıştığı haz… Hamam, Anadolu kültürünün oldukça önemli bir parçası. Tarih sahnesine 6 bin yıl önce Sümerlerle çıkmış, ardından tarihte adı geçen hemen her medeniyetin kültürel bir parçası olmuş. En anlamlı ve en sık “Türk” adıyla söylenegelmiş. Öyle ki turistler, “Türkiye” dendiğinde, akıllarına gelen ilk şey olarak, çoğunlukla “Türk hamamı” derler. Türk hamamı, Türk banyosu geleneğinin, XV. yüzyılın ikinci yarısında Anadolu’nun hamam kültürüyle birleşiminden ortaya çıkan bir yapıdır. Bu tarihten başlayarak ülkenin dört bir yanında inşa edilen hamamlarla 17. yüzyılda, sadece İstanbul’da, yaklaşık 15 bin hamam olduğu biliniyor. Bu devirde insanlar, çeşitli fırsatları kollar, birçok nedenle (nefse, gelin, güvey, adak, kırk, sünnet hamamı; hamamda kız beğenme...) hamama giderlerdi. Hamamlar, kapalı Osmanlı toplumunda, zevk ve eğlencenin her çeşidinin yaşandığı mekânlardı. Erkek ve kadın hamamının ayrı olmadığı "tek hamamlar"da, çoğunlukla gündüzler kadınlara ayrılırken, erkekler ise sabah erken saatlerde ya da gece yıkanırdı. Bugün, ülkemizin bazı bölgelerinde tarihe tanıklık etmiş ve hâlâ işler durumda olan hamamlarımız yok değil… İstanbul başta olmak üzere birçok şehrimizde (Bursa, Afyon, Kayseri, Mardin vb.) tarihi hamamlara ve hamam müdavimlerine rastlamak mümkün. Türk kültürünün önemli bir parçası olan hamam sefasını yaşamak isteyenler için, özellikle İstanbul’da, Osmanlı mimarisinin izlerini taşıyan hamamlar, yerli ve yabancı turistlerin rağbet ettiği mekânlar arasında. Tarihi hamamlarımızın yanı sıra, günümüzün modern Türk hamamları da bu kültürümüzün yaşamasına imkan tanımakta. Bunun yanı sıra birçok lüks otel, bünyesinde işlettiği küçük Türk hamamlarıyla bu hazzı konuklarına sunuyor. Hamamın insan sağlığına yararı çoktur. Uzun süre kalmamak kaydıyla, sıcak su ve sabunla yapılacak temizlik için en uygun yer olan hamamda, terleyen vücudun, lif ya da keseyle ovularak yıkanması, kan dolaşımını hızlandırdığı için rahatlatlık hissi verir. Türk hamamı başlıca üç bölümden oluşur: Soyunma yerleri: Geniş bir sofa ve bunun çevresinde bölmeli sekiler bulunur. Yıkanan kimseler, bu sekilerde uzanıp dinlenirler. Yıkanma yerleri: Soğukluktan geçilerek girilir. Burası da bazı bölümlere ayrılır. “Kurna başı” denilen, herkesin teker teker yıkandığı yer; “halvet” adı verilen, kapalı ve yalnız başına yıkanma hücreleri; bir de üzerine uzanıp ter dökülen “göbek taşı”. Göbek taşı, hamamın mermer kaplı zemininden daha yüksek yapılmıştır ve çeşitli geometrik şekillerde olabilir. Isıtma yeri (külhan): Hamamın altında ateş yanan yerdir. Alev ve duman, mermer zeminin altındaki özel yollardan, duvar içlerinden geçer, "tüteklik" adı verilen bacadan çıkar. Türk hamamına özgü terimler: külhan: Hamamların ısıtıldığı, kapalı ve geniş ocak sıcak halvet: Külhanın üstü soğuk halvet: Külhana uzak olan yer natır: Müşteriyi yıkayıp keseleyen kadın çalışan tellak: Müşterileri yıkayıp keseleyen erkek çalışan peştemal: Örtünmek için kullanılan ince dokuma takunya: Hamam terliği |
Cevap : Ne Nedir ?
Milli Kültür Nedir ?
Milli Kültürün Önemi Büyük Önder Atatürk'e göre “Millet, aynı kültürden insanların oluşturduğu toplumdur”. Demek ki, “milli kültür”, bir devleti ayakta tutan unsurların en önemlisidir. Çünkü, milli kültür oluştuğunda ortaya millet çıkar. Millet ise mutlaka bir devlet oluşturur. Dünya tarihine baktığımızda, milli kültüre sahip olmanın önemi daha iyi anlaşılır. Tarihe gözatıldığında, milli kültüre sahip halkların her türlü zorluğa karşı varlıklarını korudukları görülecektir. İkinci Dünya Savaşı'ndan enkaz halinde çıkmalarına rağmen kısa sürede önemli birer güç haline gelen Almanya ve Japonya bunun en güzel örneğidir. Aynı şekilde, İstiklal Savaşı'nda Türklere yeni zaferler kazandıran, Türk Milletinin Atatürk milliyetçiliği ile tamamlanan milli kültürünün sağlamlığıdır. Milli kültür, milli ve manevi değerlerin öğretildiği eğitim kurumlarında oluşmaya başlar. Eğitim kurumlarında, milli ve manevi değerleri öğrenen gençler ise bu değerlere sahip çıktıkları ölçüde devleti, milli birliği ve beraberliği güçlendirirler. Atatürk'ün sözleri, ortak bir kültür oluşturan eğitimin milli birlik ve beraberlik açısından önemini açıkça ortaya koyar:“Yetişecek çocuklarımıza ve gençlerimize, görecekleri öğrenimin sınırları ne olursa olsun, ilk önce ve herşeyden önce Türkiye'nin bağımsızlığına, kendi benliğine, milli geleneklerine düşman olan bütün unsurlarla mücadele etmek gereği öğretilmelidir. Dünyada uluslararası duruma göre böyle bir mücadelenin gerektirdiği manevi unsurlara sahip olmayan kişiler ve bu nitelikte kişilerden oluşan toplumlara hayat ve bağımsızlık yoktur. Çocuklarımızı aynı eğitim derecesinden geçirerek yetiştireceğiz. Kesinlikle bilmeliyiz ki iki parça halinde yaşayan milletler zayıftır, hastadır. Çocuklarımıza vereceğimiz öğrenim sınırı ne olursa olsun onlara esas olarak şunları öğreteceğiz: Milletine, Türkiye Devleti'ne, TBMM'ne düşman olanlarlarla mücadele; bu mücadelenin sebep ve vasıtaları ile donatılmayan millet için yaşama hakkı yoktur.” (Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, cilt 2, 1952, Türk İnkılap Tarihi Enstitü Yayınları)Atatürk, bu sözlerle, alınan eğitimin, mahiyeti her ne olursa olsun, milli değerleri yücelten ve her zaman korunması gerekli unsurlar olarak ön planda tutan bir üsluba sahip olması gerektiğini vurgular. Çünkü, bir devletin sağlam temellere oturması için öncellikle milli birlik ve beraberliğini koruması gerekir. Bir devlet ne kadar gelişmiş olursa olsun, ne kadar güçlü olursa olsun eğer ortak bir kültüre sahip değilse parça parça demektir. Böyle bir devlet ise tüm gücünü kaybeder. Milleti oluşturan unsurların en temel noktasında bireyler karşımıza çıkmaktadır. Bireylere milli beraberliğin ne olduğunu öğretmek ve milli şuuru kazandırmak ise ancak eğitimle gerçekleşebilir. Bireylere milleti için çalışmanın önemi öğretilmediği takdirde milli eğitim amacına ulaşmamış olur. Birey devletine ve dolayısıyla milletine faydasız bir insan haline gelir. Atatürk'ün vurguladığı gibi eğitimin mahiyeti ve düzeni her ne olursa olsun, gençler milli şuurun aşılayıcısı olan milli kültürümüzü öğrenecek şekilde eğitilmelidir. Ayrıca, milli kültürün temellerini Büyük Önder Atatürk'ün “İlke ve İnkılapları”nın oluşturduğu gençlere anlatılmalıdır. Eğitim insanlara milli şuurdan başka daha birçok şey kazandırır. İnsanın hayata bakışını, prensiplerini, sanat anlayışını, ideallerini, yaşam şeklini belirler. İnsanların aileleri, dini, ülkesi, cinsiyeti, yaşam seviyesinin standartları her ne olursa olsun verilen iyi bir eğitimle aradaki tüm farklar bir anda kalkabilir. Böylece insanlar aynı ortak amaçta birleşmiş olurlar. Milli şuur da buna eklendiğinde bireyler tamamen kaliteli, yüksek ahlaklı, devletine bağlı ve faydalı bir hale gelirler. Bir birey için devletine bağlı ve faydalı olmak, kendisinin ve gelecek nesillerin en iyi yaşam standartlarına ulaşmasına katkıda bulunmak demektir. Sonuç olarak, eğitimin amacı, Atatürk ilke ve inkılaplarını kendilerine ilke edinmiş, devletini ve milletini tüm değerlerin üzerinde tutan gençler yetiştirmek olmalıdır. [ TOPLUMLARIN CAN DAMARI MİLLÎ KÜLTÜR ] Yeni bir bin yılın ilk basamaklarına adım attığımız bu günlerde, özellikle toplumlar arasında görülen değişmenin hızlı boyutunu farkedememek mümkün değil. Anlayışların, düşüncelerin yeniden şekillendiği çağımızda kültürel anlamda belirginleşen oluşumlar ise hiç de yabana atılacak gibi görünmüyor. Yakın çevremizde, aile hayatımızda, çalışma ortamımızda olup bitenler, bizi herşeyi yeniden düşünmeye, yeniden bir değerlendirme yapmaya zorluyor. Bu değerlendirmede geçmiş ile içinde bulunduğumuz an; içinde bulunduğumuz an ile gelecek arasında köprü konumundaki kültürel varlıklarımız, kültür dinamiklerimiz ön plana çıkıyor. Şehirde de bulunsak, köyde de yaşasak bu kavram ile karşılaşıyor, unsurları ile birlikte oluyoruz. Hayatımızın hemen hemen her bölümünde, sosyal yaşantımızın bütün dilimlerinde bu kelime ile karşılaşıyoruz. Dil kültürümüzden bahsediyoruz, teknoloji ile medeniyet ile kültür arasındaki bağı ve sorunlarını tartışıyoruz. Sanatın bütün dallarında onu en geniş manası ile kullanıyoruz. Müzik kültürü, sinema kültürü, edebiyat kültürü diyoruz. Sosyal hayatımızın durumunu aynı kelimenin yardımı ile izaha çalışıyoruz; şehir kültürü, köy kültürü, gecekondu kültürü diyoruz. Sadece yazılı basınımızda, gazete ve dergilerde konu ile ilgili araştıma yapan uzmanların dilinde ve kaleminde değil, televizyon ve radyo kanallarında da sık sık duyduk bu kelimeyi. Toplumun hemen hemen her kesimindeki insanların hayatlarında yer aldı kültür. Yıllarca kültürün nasıl birşey olduğunu anlamaya ve onu tanımaya çalıştık, etkisinden ve gücünden bahsettik. Kültürümüzü ve medeniyetimizi nasıl muhafaza edebileceğimizi ve gelecek nesillerimize bu değerleri nasıl aktarabileceğimizi tartıştık. Ona kimi zaman sempati ile kimi zaman da antipati ile yaklaştık. Bir çok tanımıyla karşılaştığımız kültürün UNESCO uzmanlarınca yapılan ve kabul edilen tarifinde, bir insan topluluğunun kendi tarihi tekamülü hususunda sahip olduğu şuur ve bu insan topluluğunun bu tarihi tekamül şuuruna atfen varlığını devam ettirme azmini gösterdiği ve gelişimini sağladığı belirtilmiş. Bu tarif, içtimâî-manevî şuur muhtevalarını kültür olarak vermekle birlikte, kültürdeki sürekliliği ve millî olma zaruretini öne çıkarması bakımından da oldukça dikkate değer bulunuyor. Tanımdan da anlaşıldığı gibi bir kültür ancak kendi toplumunun tarihi varlığında ortaya çıkabiliyor. Kültürü, yüzyıllara uzanan bir zaman çerçevesinde topluluklar meydana getiriyor, kültür de milleti ayakta, dik ve sağlam tutuyor. Prof. Dr. Mehmet Kaplan, tarihi bugüne kadar getiren ve onu aktüel bir güç yapan vasıtanın ilim, kültür ve sanat olduğunu söylüyor ve bütünüyle zamanın içinde ebediyete giden bir yol olan, bütün zamanları besleyen dinin, ilme, kültüre ve sanata etkide bulunduğunu belirtiyor. Yavuz Bülent Bakiler kültürü, milleti diğer milletlerden ayıran maddi ve manevi değerler bütünü olarak görüyor ve bir örnekle şöyle izah ediyor: ÒAna karnında bir çocuk düşününüz. Çocuğu bir kordonla besleyen anadır. O göbek bağını içeriden kopardınız mı, ananın da çocuğun da felaketine sebep olursunuz. Kültürle millet arasındaki bağ da aynen öyle. Milletler ancak kendi kültürleri ile yaşayabilirler.Ó Kültür bir milletin dini inancıdır, konuştuğu dilidir, millet sevgisidir, tarih bilgisidir, birikimidir. Değer hükümleridir. Örf ve adetleri gelenek ve görenekleridir. Nihayet kültür, bir milletin yaşama tarzıdır. Öyle olmasına öyledir de nedense bir türlü öğrenemedik kültürün gücünü, bilemedik kültür nedir ne değildir diye. Yüzyıllar öncesinden başlayarak kültür dünyamıza binlerce yıldız serpiştiren, millet olarak şahsiyetimizin, karakterimizin yapısına nakışlarıyla biçim veren düşünce şekillerini, yaşama kural ve kaidelerini gerektiği gibi bilemedik, anlayamadık. Zaten bir anlayabilsek, kültürümüzün varlık sebebimiz olduğunu. Bir anlayabilsek, bu topraklar üzerinde hür ve müstakil yaşamak için kültürümüze sahip çıkmamız gerektiğini. Bir anlayabilsek, kültürün, sadece müzelerin kuytu köşelerine çekilmiş arkeolojik kalıntılardan ibaret olmadığını. Bizi biz yapan değerleri bir anlayabilsek. Asırlar öncesinden gelen ve geleceğe yön veren, güzellikleri ile gecenin içinde parlayan ışık kaynakları nasıl görmezlikten gelinir ki! -------------------------------------------------------------------------------- -------------------------------------------------------------------------------- -------------------------------------------------------------------------------- TÜRK KÜLTÜRÜ VE MEDENİYETİ Ayrı ayrı inanış, düşünce, eğilim, kullanış ve davranış tarzları bir milletin millî kültür unsurlarını teşkil etmektedir. Kültürlerden doğan medeniyet, karekter yönünden umumi; kültür ise hususidir. Her topluluk bir kültüre sahiptir, her kültür de ayrı bir topluluğu temsil eder. Bir kültürün varlığı, bir milletin mevcut olduğunu göstermekte, bir topluluğun varlığı ise bir kültürün varlığına işaret etmektedir. Bir milletin manevi kültür değerlerini din, dil, sanat, edebiyat, örf ve adetleri ile düşünüş ve yaşayış tarzları meydana getirmektedir. Bu kültür değerleri milletlerin hayatlarında önemli yer tutar. Milletler de bu kültür değerleri üzerinde önemle dururlar. Bu kültür değerlerini bozmadan kendilerinden sonra gelecek nesillere devretmeye gayret ederler. Eğer bir kültürün özü terkedilecek olursa veya toptan terkedilirse, o milletten, o cemiyetten eser kalmaz. Kültür millî duyguların gelişmesini sağlayıp, insanı vatansever yapar. Bu sevgi de millî bütünlüğü sağlar. Kültür, istiklal isteyen bir yapıya sahiptir. Toplumlar, milletler başka bir kültürün kendi toplumlarında gelişip, boy göstermesine fırsat vermezler. Bir milletin kendine ait inanış ve yaşayışını meydana getiren din, asırlardır kültürün en önemli unsuru olmuştur. İnanış ve yaşayış unsurları bir toplumdaki bütün ferdi hareketleri, örf ve adetleri, sanatı, vs. tesiri altına alır. Kültürü, psikolog, sosyolog ve kültür tarihçileri değişik şekillerde tanımlamaya çalışmışlardır. E. B. TaylorÕun: ÒBilgiyi, imanı, sanatı, ahlakı, hukuku, örf-âdeti ve insanın (cemiyetin bir üyesi olması dolayısıyla) kazandığı diğer bütün maharet ve ihtiyat ihtiva eden mürekkep bir bütünÓ olarak tarif ettiği kültürü C. Wiesler ise: ÒBir toplumun yaşama tarzıÓ, E. Sapir: ÒAtalardan gelen maddi-manevi değerler toplamıÓ, R. Thurnwald da ÒBir toplulukta örf ve âdetlerin, davranış tarzlarından, teşkilat ve tesislerden kurulu âhenkli bir bütünÕ olarak tanımlamışlardır. Ziya Gökalp ise kültürü: ÒBir milletin dinî, ahlakî, hukukî, bediî, muakaleleli (entellektüel), lisani, iktisadi ve fenni hayatının ahenkli bir bütünüÓ şeklinde ifade etmiştir. Son dönem aydınlarından Yılmaz Özakpınar da araştırmalarında kültür ve medeniyet konusunda köklü yorumlar getirmiştir. Kültürden farklı bir anlam taşımakta olan medeniyeti, milletler arasında ortak değerler seviyesine yükselen anlayış, davranış ve yaşama vasıtalarının bütündür. Bu ortak değerlerin kaynağı, milletlerin kendi oluşturduğu kültürleridir. KÜLTÜR MİLLETLERİN VARLIK GÖSTERGESİDİR Kültür, belirli bir yerde birlikte yaşayan belli bir toplumun yaşayış şeklidir. Bu kültür onların sanatlarında, sosyal sistemlerinde, alışkanlıklarında, adetlerinde ve geleneklerinde yaşamaktadır. Aynı kültüre sahip olanlar, birlikte yaşayan ve aynı dili konuşan insanların, başka dili konuşan insanlardan farklı bir şekilde düşünmesi, hissetmesi ve onlardan farklı heyecan duyması demektir. Cemiyetle kültür arasında çok sıkı bir bağ vardır. Sosyal yapı ile kültür bir gerçeğin iki yüzü gibidirler. Sosyal yapılar mevcut kültüre göre şekillenirken, kültür de içinde bulunduğu çevreden sürekli etkilenir. İnsanları zaman ve mekan içerisinde birleştiren ortak noktaların bulunması millet olmanın en önemli özelliğidir. Bunu sağlayan ise kültürdür. KÜLTÜRÜN DOĞUŞU İNSANLIĞIN YARATILIŞI İLE BAŞLAR Muhakkak ki kültürün meydana çıkmasında bütün insanların payı vardır. Kültür ve medeniyetlerin ileri ve güçlü olduğu ülkeler, sosyal ve kültürel temaslara açık ülkelerdir. Sosyal ve kültürel temaslara açık olmayan ülkeler gelişememişlerdir. 15. asırdan sonra keşfedilen bazı adalarda yaşayan insan gruplarının hepsinin seviyelerine uygun bir kültüre sahip oldukları görülmüştür. Fakat dış dünyaya kapalı olarak oluşturulan bu kültürler, başka kültürlerle temas edemedikleri için gelişememişlerdir. Türk kültürünün ortaya çıkış sahası, Türk kavimlerinin anavatanı olan Orta AsyaÕdır. Orta Asya, coğrafi yönden Türk kültürünün ana kaynağıdır. Hun, Göktürk ve Uygur Türk devletlerinin meydana getirdiği kültür, Orta Asya Türk Kültür ve Medeniyetinin ana temelini oluşturmuştur. Göktürkler döneminden kalan Orhun Kitabeleri, o dönemin kültürünü yansıtan birer kültür hazineleridir. Bu dönemin kültür ve medeniyeti ÒBozkır KültürüÓ, ÒBozkır MedeniyetiÓ ve ÒAtlı Göçebe KültürüÓ şeklinde isimlendirilmektedir. TÜRK KÜLTÜRÜNE YENİ ÇEHRE Orta Asya TürkleriÕnin, İslamiyetÕe girişleri ile birlikte Türk Kültürü de evrensel bir boyut ve yeni bir çehre kazanmıştır. TürklerÕin İslamiyetÕle ilk temasları Emeviler döneminde başlamıştır. AbbasilerÕin ÇinÕe karşı yaptıkları Talas Muharebesinde (M. 751) Türkler, Abbasiler yanında yer almış, böylece İslamiyeti daha yakından tanıma fırsatı bulmuşlar ve İslamiyetÕe girmeye başlamışlardır. TürklerÕin İslamiyetÕe girmeleri Maveraünnehir çevresinde hızlanmıştır. Türk İslam Kültür ve Medeniyeti, Karahanlı ve Gazneli Türk Devletleri ve İtil-Ural Türk Devleti döneminde geçiş dönemini yaşamış, Selçuklular ve Osmanlılar dönemi ise bu kültür ve medeniyetin en üst düzeye çıktığı dönem olmuştur. Diğer kültür ve medeniyet çevrelerini etkisi altına alan Türk İslam kültür ve medeniyeti Türklüğün kendine has özelliğini gösterir. MaveraünnehirÕden AnadoluÕya, AnadoluÕdan da Balkanlara kadar uzanan bu kültür ve medeniyet, Akdeniz ülkelerini de etkisi altına almıştır. Toplumlar devlet ve millet olma seviyesine yükseldikleri zaman kendi millî kültürlerini oluşturabilirler. Nihayet milattan önce 3. yüzyılda kurulan Hun DevletiÕnden, Atatürk tarafından temelleri atılan Türkiye CumhuriyetiÕne kadar oluşan Türk Kültür ve Medeniyetinin bir bütün olduğu görülür. Türkler Malazgirt OvasıÕna ayak bastıklarında bir millî kimliği ve o kimliğin gerisinde bin üçyüz-bin beşyüz yıllık bir tarihi vardı. O kimlik ve o tarihin gücü ile bu vatana sahip oldular. Her mekandan ve her kültürden etkilendikleri gibi, kendi kültürü ile etrafındaki ülkeleri de etkilediler. Türkler AnadoluÕya geldiklerinde; bin beşyüz yıllık çok sağlam bir devlet geleneğine sahiplerdi. Anadolu, Türklerin eline geçince bir uçtan bir uca düzen ve disiplin altına alındı. Komşu milletlerin gıpta ettiği bir düzen kuruldu. Saray, medrese, han, hamam, yol, kervansaray, hastane, köprü, türbe, camiler inşa edildi. Bugün dahi gururla seyrettiğimiz muazzam bir bayındırlık hamlesi gerçekleştirildi. Bu hamleler gerçekleştirilirken daha önce AnadoluÕda hüküm sürerek eserler bırakan milletlerin eserlerine de saygı gösterildi ve aynen korundu. Türk milleti fethettiği ülkelerde hakimiyet kurarken daha önce meydana getirilmiş olan medeniyetlere saygı duymuş, diğer milletlerin din, dil, örf ve adetlerine büyük bir müsamaha göstermiştir. Osmanlı Devleti meşruiyetini, ÒDin ü Devlet Mülk ü MilletÓ idaelinden, idaresindeki müslim ya da gayri müslim olan çeşitli toplumların kültürel, dini özelliklerini koruyup, garanti altına alışında buluyordu. Yüzyıllar süren hoşgörüye dayalı, barış içerisinde bir beraberlik sayesindedir ki Osmanlı devleti zengin bir kültür ortaya çıkarmıştır. Bu kültür, içerisinde farklı birçok kültürü barındırıyordu, bu özelliği ile bir mozayiği andırıyordu. Bugün Türkiye dahil, Balkan ve Ortadoğu ülkelerinin şaşırtıcı kültürel benzerliklerinin temelinde bu olgu yatmaktadır. Değişik coğrafyaların kesiştiği, değişik toplum ve tarihlerin karşılaştığı bir kavşak noktasında ortaya çıkan ve gelişen Osmanlı kültürü, Ortaasyalı olduğu kadar, Akdenizli, Ortadoğulu olduğu kadar Anadolulu ve Balkanlı idi. Osmanlılının mührünü vurduğu bu kültür hem değerler, hem ürünler ve hem de duyuş, düşünüş ve davranış tarzları düzeyinde Türk toplumuna miras kalmıştır. MADDİ GELİŞMENİN İTİCİ GÜCÜ KÜLTÜREL GELİŞMEDİR Bugün artık toplumlar yanlızca ekonomik göstergelerle ifade edilen kalkınmaya değil, aynı zamanda sosyal ve kültürel bir gelişmeye, maddi tatmine olduğu kadar, manevi tatminde de ilerlemeye ihtiyaç duymaktadırlar. Aslında manevi kalkınma yani kültürel gelişme, maddi kalkınmanın ikinci gücüdür. İkisi arasında biribirini destekleyen gizli bir akım vardır. İçinde bulunduğumuz asrın insanlığa kazandırdığı en önemli tecrübelerden birisi, kalkınmada sosyal ve kültürel faaliyetlerin de gözardı edilemeyeceği gerçeğidir. Milletler arası ilişkileri belirleyen; sosyal, siyasal ve ekonomik etkenlerin yanında muhakkak ki kültürel etkenlerin de önemi büyüktür. Esasen kültürel etkenler, uluslararası yaklaşımlara daima devamlılık ve canlılık sağlar. Mevcut olan millî kültür değerleri milletleri birbirlerine daha fazla yaklaştırır. Bunu sağlarken eski eserleri, tarihi vesikaları, şiiri, tiyatrosu, sanatı, edebiyatı ve folkloru büyük rol oynar. Bu vesikalar ve değerler milletlerin iç işlerine karışmadan, vatan bütünlüğüne dokunmadan, kardeşçe ve dostça, barış içinde yaşamalarını sağlar. Bu varlıklar ve değerlerin anlam ve önemini maddi yönden ölçmek veya senteze tabi tutmak mümkün değildir. Millî kültür varlıklarının korunması şarttır. Atatürk de millî kültür varlıklarımızın korunmasına büyük önem vermiş, millî kültür varlıklarının araştırılması, korunması ve yayılması için bütün tedbirlerin alınmasına gerekli itinayı göstermiştir. Bunun için lazım olan bütün araçların, güzel sanatların korunması ve yayılması için kurum ve kuruluşları faaliyete geçirmiştir. Kültür toplumun sosyal yapısına yön veren ve o topluma kişilik kazandıran ortak davranışlardır. Zaman içinde değişme, gelişme ve yenileşme özellikleri taşıdığından dolayı kültür, canlı ve dinamik bir yapıya sahiptir. Toplumun yaşama düzeyine bağlı olarak doğup geliştiği için hayatın içindedir. Bir milleti diğer milletlerden ayıran yaşayış tarzı, o millete özgü duygu ve düşünce birliğinin oluşturduğu ruhtur. Bununla birlikte bu aşamada milletlerin yaşama tarızlarını anlatması bakımından millî kültür kavramı karşımıza çıkmaktadır. Millî kültürün bu durumu onun canlı bir organizma gibi telakki edilmesini kolaylaştırır. Bu bakımdan millî kültürün sağlıklı olarak gelişebilmesi, bugünün geçmiş ile olan ilişkisini kesmemekle, bilakis yeniden kurmakla mümkündür. Yıllar boyu yaşayan o kültürün mensupları bizim insanlarımızdır. Atalarından emanet olarak aldıkları geleneksel kültürlerine yeni ilaveler yaparak kendilerinden sonra gelen nesillere intikal ettirmişlerdir. Sanayileşme ile birlikte geleneksel toplum yapısı değişmiş, çarpık bir şehirleşme yapısı ortaya çıkmıştır. Eski misyonunu kaybeden aileler, kültür taşıyıcı olmaktan da uzaklaşmışlardır. Teknolojinin gelişmesiyle bozulan ilişkiler yine teknolojinin bize kazandırdığı radyo, televizyon, vs vasıtalarla düzeltilmeye çalışılmıştır. Kültürün hem maddi, hem de manevi yönü vardır. Bilim ve teknik alanlarındaki gelişmeler maddi yönü olup medeniyet ile birleşir ve milletlerarası bir nitelik taşır. Manevi yönü ise dil, din, tarih, ahlak, hukuk, felsefe, edebiyat, sanat, eğitim, örf ve adetler gibi doğrudan doğruya her toplumun kendi yapısına göre şekillenen unsurları içine alır. Manevi kültür, toplumların kendi özel davranışlarının eseri olduğu için, milli bir kişilik yapısındadır, orjinaldir ve gerçek kültür de budur. Kültür, her iki yönüyle de topluma dinamizm vermektedir ve böylece milletleri yaşatan, onları geleceğe bağlayan sosyal bir geliştirme gücüne sahiptir. Bu özelliği ile de toplumdaki kalkınma ve gelişmenin temel faktörü durumundadır. Günümüzde milletler arasındaki hakimiyet ve üstünlük yarışı silahlarla değil, kültür ile yapılmaktadır. Milletler arasındaki üstünlük savaşında en etkili silah olarak, bağlı bulundukları toplumları eğitim ve kültür seviyeleri bakımından en üst düzeye çıkarmak, bilim ve teknolojide ön sırayı almaktır. Atatürk bu gerçeği şöyle ifade etmiştir: Ò Dünyada her kavmin, varlığı, kıymeti, hürriyet ve bağımsızlık hakkı, sahip olduğu ve yapacağı medeni eserlerle orantılıdır. Medeni eser vücuda getirme kabiliyetinden mahrum olan kavimler, hürriyet ve bağımsızlıklarından soyunmaya mahkumdurlar. Medeniyet yolunda yürümek ve muvaffak olmak hayatın şartıdır.Ó (AtatürkÕün Fikir ve Düşünceleri, Utkan Kocatürk, s.65) Gerçekten de zamanımızda insan hayatı, kültürün ana unsuru olan bilimle şekillenmekte, ülkelerin rafahı bilimle ve ilim ile gerçekleştirilmektedir. Temelinde bilim olmayan sosyal ve iktisadi kalkınma düşünmek mümkün değildir. Bilim ve teknolojide, çağın akışına ayak uydurmak önce o toplumun eğitim ve kültür seviyesini yükseltmeye ve toplumun ihtiyaç duyduğu insan gücünü yetiştirmeye bağlıdır. Kültür, oluşum ve değişim sürecinde başka kültürlerle alış verişte bulunur, onlardan aldığı gibi onlara da verir. Her millet çağın icaplarına göre başka kültürlerden aşılanır ve zenginliğini biraz da bu aşılanmaya borçludur. Aşılanırken özün ve kökün mutlaka korunması gereklidir. Kültür değişmesi tabiidir. Ancak kültür yabancılaşması, yozlaşma ve kültür ikamesi gayri tabiidir. Modern ve medeni milletlerin hiçbiri kendi kültürünün yerine bir başka kültürü koyamaz. Koyarsa o millet olmaktan çıkar. Kültür değişmesinin temel kanunu kendi kendisi olarak, özü ve kökleri koruyarak devam etmesi, değişmesi ve gelişmesidir. Özü ve kökü koruyamayan milletler yabancı kültürlerin istilasına uğrarlar. Bu da modern çağda istilanın en tehlikelisidir. Zira millî kültür bir milletin varolma şuurudur. Şuur ise bilmek demektir. Kendini, kendi değerlerini tanımayan bir milletin sadece müstakil bir coğrafyaya sahip olması o millete hiçbir şey kazandırmaz. GURBETTE KÜLTÜR Tarih boyunca insanların bir kısmı geçmişe özlem duymakla yetindi, geçmiş zaman içinde yaşadı. İçinde bulundukları ana, zamana önem vermedi. Bir kısım insanlar da geçmişi ve yaşadıkları anı hesaba katmadı, hayali bir gelecek inşaa etti. Oysa geçmiş ne kadar gerçek ise gelecek de o kadar gerçek. Geçmiş ne kadar değerli ise gelecek de o derece önemlidir. Gerek ülkemizin büyük bir nüfus potansiyelini oluşturan gençlerimizi, gerekse yurtdışında yaşayan gurbetçi diye isimlendirdiğimiz gençlerimizi bu açıdan değerlendirecek olursak, kültürün ne derece önemli olduğunu görürüz. Bir kıyaslama ile konuya yaklaşırsak, kendi ülkelerinde yaşayan gençlerin, gurbette yaşayan gençlere nazaran kültürlerine daha bağlı oldukları görülmektedir. Dünyanın birçok ülkesinde çalışmakta olan gurbetçi vatandaşlarımızın, bulundukları ülkelerin kültürüne, diline, dinine, örf ve adetlerine tamamen yabancı olduklarından, o ülkeye uyum sağlamakta büyük zorluklarla karşılaştıkları dikkati çeker. Bununla birlikte bu vatandaşlarımızın çocuklarının çoğu TürkiyeÕye döndüklerinde de yine aynı ölçüde sayılabilecek sıkıntılarla karşılaşmakta, yakın çevrelerine dahi uyum sağlayamamaktadırlar. Bu çocuklar hem Türk kültürünü hem de yaşamakta oldukları ülkenin kültürünü iyi bilmedikleri için, iki kültür arasında bocalamakta, bunun sonucu olarak da bir kimlik bunalımı ile karşı karşıya kalmaktadırlar. Gurbette doğup büyüyen gençlerin çoğunluğu da Türk kültürüne tamamen yabancı olarak yetişmektedirler. Kendi insanını yeterince tanımayan, millî kültüründen uzaklaşan bu gençlerin çoğu yaşadıkları ülkelerin bazı kötü alışkanlıklarını benimseme durumunda kalabiliyorlar. Türk kültürünün din ve imandan sonra gelen en önemli unsuru dilidir. Bir milletin dili onu diğer milletlerden ayıran en önemli unsurlardandır. Dil, hem millî kültürün taşıyıcısı hem de millî birliğin harcı durumundadır. Dil aynı zamanda millî yapıyı meydana getiren, sağlamlaştıran ve destekleyen en büyük faktör ve dayanaktır. Milletimizin kahramanlık ve civanmertliğini anlatan destanları, marşları, hikayeleri, şiirleri, manileri ve ninnileri dilimizin en müstesna vesikalarıdır. Uyum problemi TürkiyeÕden yurtdışına, yurtdışından tekrar TürkiyeÕye uzanan çok yönlü, son derece karmaşık, hayati ciddiyeti olan bir meseledir. Bu bağlamda kişilerin kendi dillerine olan uzaklık ya da yakınlık diye tanımlayabileceğimiz durumlarını ele alarak bir değerlendirme yaptığımızda, dilin ne derece önemli olduğu ortaya çıkmaktadır. Hiç şüphe yok ki kültürel kimliğin en önemli unsurlarından birisi de dildir. Kişi dil aracılığı ile çevresiyle ilişki kurar, kendi töresini, dinini, tarihini tanır; kendinin kim olduğunu bilir. Dili, kültürel kimliğe şekil veren bir kalıp olarak tanımlayan Sapir ve Whorf, belli bir dili öğrenen kimselerin o toplumun düşünce yapısını ve değerlerini de benimsediklerini ileri sürerler. Yani kendi kültürlerinden kopup benimsedikleri dilin kültürünü yaşamaya başlarlar. Bir toplumun anadili onların can damarı gibidir. Anadilini bilmeyen kimselerin kültürel kimliğinin can damarı, fonksiyonunu yerine getiremiyor demektir. Bir milletin özellik ve karekterini o milletin dilinde bulmak mümkündür. Dil insanın görüş ve düşünce biçimini de etkiler. Kendi dilini unutup, başka bir dili konuşan kimse o dilin kültürünü de öğrenmesi, dolayısıyle o kültürün etkisi altında kalması ve kendi öz kültüründen uzaklaşması kaçınılmazdır. Gurbetteki gençlerimizin kendi öz kültürlerinden uzaklaşmamaları, dillerini iyi bilmeleri; tarih, örf ve ananelerine sahip çıkmalarından geçmektedir. Bunun için devletimiz, yurtdışında çalışan vatandaşlarımızın çocuklarının eğitimi için öğretmenler; dini konularda aydınlanmaları amacıyla da din görevlileri göndermekte, onlara sahip çıkmaktadır. Gurbetteki gençlerimizin millî kültürlerinden kopmamaları ve onların milletine, devletine bağlı olarak yetişmeleri için devletin maaşlarını vererek, gönderdiği öğretmen ve din görevlilerine büyük görevler düştüğü muhakkaktır. Bunun yanında asıl görev, daha rahat bir hayat sürmek için gurbette çalışmaya giden, maddi konulardaki kazançları yanında, çocuklarının öz kültürlerine bağlı olarak yetiştirilmeleri yönünde azami çaba sarfederek, manevi kazançları da göz ardı etmemeleri gereken anne-babalara düşmektedir. KÜLTÜR VE TEKNOLOJİ Teknolojik gelişimin insanın davranış ve düşüncelerinde birçok değişmelere yol açtığı bugün çoğunlukla kabul edilen bir gerçektir. Tekerleğin icadından modern arabalara; karasabandan traktöre geçen insan, teknolojik alanda gerçekleştirilen bu gelişmelere en azından makine gücünün insan ve hayvan gücüne olan üstünlüğünü; daha çok makineleşmenin, daha çok zaman ve emek tasarrufu olduğunu, makinenin üretim gücünün üstünlüğü sayesinde kendi hayatının önemli ölçüde değiştiğini düşünmüştür. Buna karşılık mesleki aktivitelerine göre insanların kültür ve teknoloji değerlendirmesinin farklı olduğu görülmektedir. Bir imalat fabrikasında çalışan bir işçi ile aynı işteki bir mühendisin teknoloji anlayışlarının ve teknoloji karşısındaki tavırlarının birbirinden oldukça farklı olacağının tahminini yapmak zor olmasa gerek. Teknoloji ve kültür konuları bir arada zikredildiğinde özellikle Japonya iyi bir örnek olarak gösterilmektedir. Uzun sayılmayacak bir süre içerisinde (1858-1905) hızla gelişen JaponyaÕda kültür açısından ancak bazı temel ilkelerin devamlılığını koruyabildiği görüşünü kabul edenlerin yanında, JaponyaÕnın modern teknolojiyi hiçbir manevi değişime gerek kalmadan, kültürel kopuş olmadan aldığını savunanlar da vardır. Bu yaklaşıma göre Japonlar dinlerini, dillerini ve alfabelerini değiştirmeden, gelenek ve adetlerine karşı ilgi ve saygılarını kaybetmeden bu teknolojik değişimi yaşamışlardır. Bununla birlikte modern teknolojiye sahip olmanın gerektirdiği değişmelerin var olduğu da bir gerçektir. Erol Güngör bu değişmelerin, bazı sosyal-kültürel unsur ve unsur komplekslerinin atılıp, yerine yenilerinin alınması şeklinde ortaya çıktığını belirtir ve ÒEn azından, mesela modern üretim, insan münasebetlerinde aile ve bölge bağlarının bir yana bırakılmasını ve verimlilik esasına, rasyonel hesaplara dayanan münasebetlerin gelmesini gerektirir.Ó demektedir. Modernleşme ve kalkınma, doğaldır ki bilimsel ilerlemeden kaynaklanan yeni teknolojilerle gerçekleşiyor. Bu yenilik arayışlarının kültür kavramıyla oldukça yakından ilgili olduğu da zaten kabul edilen bir gerçek. Bilim ve teknoloji, tarih boyunca yeni ölçü ve kriterler getirerek, insanın tabiat üzerindeki kontrolünü artırarak, onun dünyaya bakışını, düşünce, duygu ve davranışını, sosyal ilişkilerini değiştirmiş, en azından etkilenmiştir. Dolayısıyla toplumların örf ve âdetlerine, ahlakına, diline, sanatına bilim ve teknolojinin oldukça fazla etkide bulunduğunu söylemek yanlış olmaz. İnsan faaliyetinin olduğu hemen her yerde uygulanacak bir tekniğin var olduğu düşüncesinden haraketle, teknolojinin toplumları, bir yanda mevcut kültürü değiştirerek, bir yanda da iktisadi refahı artırarak etkide bulunduğunu söylemek mümkün. İster sanayi öncesi toplumdan sanayi toplumuna, ister sanayi toplumundan bilgi toplumuna geçiş olsun, kalkınma ve iktisadi refahın kültür değişikliğini de beraberinde getirdiği muhakkak. Çağa ayak uydurmanın gereği olarak hemen hemen dünya ülkelerinin hepsinde yaşanan teknolojik değişim, toplumlarda meydana gelecek sosyal değişimi de beraberinde getiriyor. Bu oluşum bütün toplumların karşı karşıya kaldığı oldukça karışık bir problem olarak değerlendiriliyor. Bu değerlendirmede özellikle gelişmekte olan ülkeler için, ileri teknolojiye sahip ülkelerin içine düştükleri manevi buhranlar ön plana çıkıyor. TürkiyeÕnin de içinde bulunduğu gelişmekte olan ülkeler kervanının, bu problemleri aşmasında sahip olduğu avantaj ise, dünya tarihinin yakın ve uzak geçmişinde yaşanan oluşumlar, bu oluşumlardan alınacak dersler ve bir yığın tecrübe olsa gerek. |
Cevap : Ne Nedir ?
Yörük Nedir ? Yörük Kimdir ? Yörük kimlere denir ?
Yörük Yörük, göçebe yaşam tarzını seçmiş insandır. Türkçe yürümek kelimesinden türetilmiştir. Anadolu'da yaylak-kışlak hayatı yaşayan Türkmen aşiretleri için de kullanılır. 1990'lara kadar azalarak devam eden yörüklük geleneği günümüzde orta ve batı Toroslar'da yaşayan 500 den fazla aile tarafından hala devam ettirilmektedir. Bu geleneğin gelecekte alternatif bir turizm anlayışı içinde değerlendirilerek yaşatılabilmesi için çalışmalar yapılmaktadır. Karagöl derki: Yörüklük sadece yazın yaylak alanda kışın şehirde geçirilen bir hayat tarzı değildir. Maddiyatçılığı ve aidiyetliği reddeden, insanın ve doğanın birbiriyle uyum içinde yaşayabileceğini kanıtlayan, şehirde yaşayan insanların rahatlığına ve sıradanlığına nazire yaparcasına zor ama bir o kadar zevklidir. Not: Yörük Türkmenlerin aşireti olmaz, "oba"ları olur. Vikipedi, özgür ansiklopedi Yörükler kimdir ? Yörükler, atlı - göçebe Türk kültürüne uygun yaşantılarını diğer bir çok Türk topluluğuna göre daha uzun süre devam ettiren ve yerleşik düzene nispeten yakın zamanlarda geçen Türk topluluklarından birisidir. Bu hayat tarzı onların karakterlerine yansıyan ve onların temel özellikleri haline gelmiş bir takım hasletleri vardır. Mesela Yörükler hoşgörülü insanlardır. Sürekli olarak yer değiştirirler ve farklı anlayışa sahip bambaşka yaşantı tarzları olan insanlarla sürekli olarak karşılaşırlar. Bu durum onların daha hoşgörülü insanlar olmasını sağlar, çünkü onlarla barış içinde yaşamanın tek yolu hoşgörüden geçer. Kendi hayat tarzlarını korumanın başkalarının hayat tarzına saygı duymakla mümkün olduğunu görmüşlerdir. Yörükler yardımsever insanlardır, yüksek yaylalarda çarşı pazardan uzak yaşadıkları için ihtiyaç duydukları şeyleri yine başka yörüklerden karşılamak zorundadırlar. Bu mecburiyet onlara imece sistemini ve paylaşmayı çok iyi öğretmiştir. Çalışkandırlar, hayatlarını yaylalarda sürdürmek ve daha rahat yaşamak için ihtiyaç duydukları şeyleri kendileri üretmek zorundadırlar. Bu yüzden her yörük obası aslında bir tür entegre fabrika gibi çalışır. Peynir, yağ, yoğurt yaparlar, koyunlarından yün elde ederler, bu yün ile kilim, halı, çadır çulu, pantolonluk kumaş dokurlar, kazak, eldiven, çorap gibi giysiler örerler, deriyi işler, post, çarık, çanta, peynir tuluğu yaparlar. Kısacası her yörük obası bağımsız bir ekonomik birimdir. Yörükler temiz insanlardır, Bir kere hep su kenarında konaklarlar. Bu sadece kendileri ve hayvanları için içme suyu teminine yönelik bir şey değildir. Temizlik de bu seçimin en önemli sebeplerinden birisidir. Hijyen şartları göz önüne alındığında o zamanların en sağlıklı ortamları mikropların yayılma riskinin en az olduğu yüksek dağ başlarıydı. Çadırında kaynatılmış temiz bezler ve kaynatılmış sıcak su kullanılarak doğum yaptırılan bir yörük gelini (geçmişin gelişmemiş sağlık şartları göz önüne alındığında) acaba gerçekten kötü şartlarda mı doğum yapıyordu. Yörükler özgürlüklerine de düşkündürler, Özgürlükleri için tehlike olarak gördükleri ev-bark, tarla-bahçe sahibi olma işine hiç meyletmemişler, Anadolu'nun uçsuz bucaksız yaylalarında o pınar başı senin bu pınar başı benim dolaşıp durmuşlardır. yerleşmeleri için yapılan baskılara uzun süre direnmişlerdir. Yörükler bir süreliğine de olsa yerleştirilseler dahi bir fırsatını bulup yine eski yaşantılarına dönmüşlerdir. Çabalarının özeti şu dizededir: |
Cevap : Ne Nedir ?
Müze Nedir , Müze Türleri Nelerdir ?
Kültürel ya da tarihsel değeri olan nesnelerin toplanarak sergilendiği yerlere müze adı verilir. Müzeler toplumların bilim ve sanat ürünleri ile yer altı ve yer üstü zenginliklerini sergilemek amacıyla oluşturulmuş kurumlardır. Yüzyıllar boyunca toprak altında saklı kalmış tarihî eserlerin gün ışığına çıkarılarak sergilenmesi toplumu oluşturan bireylerin geçmişi daha iyi tanımalarına olanak sağlar. Ayrıca müzeler toplumu aydınlatmak amacıyla insan soyunun gelişimi doğa olaylarının oluşumu ve teknolojinin geçirdiği değişim gibi konularda araştırmalar yapan bilimsel merkezlerdir. Müzenin Amacı Müzeler tarihin eski dönemlerinde yaşamış toplumları bilim ve sanat açısından inceleyerek hem günümüzü hem de geleceği aydınlatmak amacını taşıyan kurumlardır. Müzelerde bulunan nesnelerin anlam ve önemi müze içinde ve dışında yazılı ve sözlü olarak ayrıca rehber eşliğinde yapılan gezilerle açıklanır. Böylece ziyaretçilerin müzede yer alan eserler hakkında ayrıntılı bilgi edinmeleri sağlanır. Sergiledikleri geçmişe ait eserlerle ülkelerin ulusal değerlerinin oluşmasına önemli katkılarda bulunan müzeler aynı zamanda etkin katılım ve kalıcı öğrenmeyi sağlayan eğitim kurumlarıdır. Müze Türleri Nelerdir? Müzeler bilim sanat folklor ve antika eşyalar gibi çeşitli konularda toplanmış eserleri bir arada sunabileceği gibi doğa tarihi etnografya ve havacılık gibi sadece tek bir konuyu içeren eserleri de sergileyebilir. Müze türlerini şu şekilde sınıflara ayırabiliriz: Arkeoloji Müzeleri: Arkeologların yaptıkları kazılar sonucunda ortaya çıkarılan buluntuların sergilendiği müzelerdir. Örneğin; İzmir Arkeoloji Müzesi Etnografya Müzeleri: Geçmiş uygarlıklara ait gelenek görenek giysi ve gündelik hayat ile ilgili çeşitli eserlerin sergilendiği müzelerdir. Örneğin; Ankara Etnografya Müzesi Tarih Müzeleri: Bir ülkenin bir toplumun ya da bir kişinin tarihsel gelişimini sistemli bir biçimde inceleyen ve açıklayan müzelerdir. Tarih müzeleri yazılı ve görsel belgeleri bir araya getirerek hem ziyaretçilerin hem de araştırmacıların hizmetine sunmaktadır. Örneğin; Selçuk-Efes Müzesi Anadolu Medeniyetleri Müzesi Güzel Sanatlar Müzeleri: Resim müzik ve heykel gibi güzel sanat dallarında ortaya konulan yapıtların sergilendiği müzelerdir. Örneğin; İstanbul Arkeoloji Müzesi Açık Hava Müzeleri: Tiyatro arena agora gibi kapalı bir mekânda sergilenmesi mümkün olmayan yapıtlar açık hava müzelerinde sergilenmektedir. Örneğin; TCDD Açık Hava Buharlı Lokomotif Müzesi Bilim Müzeleri: Bilim ve teknolojinin tarih boyunca geçirdiği değişim bilim müzelerinde sergilenmektedir. Örneğin; Atatürk Eğitim Müzesi Askerî Müzeler: Çeşitli dönemlere ait askerî malzeme ve silâhların sergilendiği müzelerdir. Örneğin; Ankara Kurtuluş Savaşı Müzesi (1. TBMM Binası) Özel Müzeler: Kişi veya kuruluşlar tarafından çeşitli konularda bir araya getirilmiş eserlerin yer aldığı müzelerdir. Örneğin; Vehbi Koç Vakfı Sadberk Hanım Müzesi Türkiye'de Müzecilik Müzedeki yapıtların saklanması korunması ve sunulması için gerekli teknik bilgileri içeren bilimsel çalışma alanına müzecilik adı verilir. Müzecilik; müzenin kurulması müzede yer alan eserlerin kimin tarafından ne zaman yapıldığının belirlenmesi sınıflanması gerekliyse onarılması ve ısı nem gibi dış etkenlerden korunması gibi konularda faaliyet gösterir. Ülkemizde müzecilik 19. yy. ortalarında başladı. 1846 yılında Sultan Abdülmecit'in emri ile bazı eski eserler ve eski silâhlar Aya İrini Kilisesi'nde toplandı. Daha sonra1868 yılında Ali Paşa'nın sadrazamlığı sırasında bu kilise ve içerisindeki eserler "Müze-i Hümâyûn" adı altında ilk müze olarak açıldı. Bu dönemde Maarif Nezareti Osmanlı Devleti sınırları içerisinde bulunan tüm tarihî eserlerin İstanbul'a gönderilmesi konusunda bir emir yayınladı. 1881 yılında Osman Hamdi Bey müze müdürü olunca gerçek anlamda müzecilik çalışmaları başladı. Osman Hamdi Bey 1883 yılında eski eserlerin yurt dışına çıkışını önleyen "Eski Eserler Kanunu"nu hazırladı. Yine bu dönemde Anadolu'daki kazılar denetim altına alındı. Müzecilik özellikle Atatürk'ün ilgisiyle Cumhuriyet Dönemi'nde büyük önem kazandı. Atatürk'ün emri ile bir yandan yeni müzeler kurulurken bir yandan da bazı tarihsel anıt ve yapılar müze olarak kabul edildi. Yine bu dönemde müzecilik ayrı bir bilim dalı olarak ortaya çıktı. 1945 yılında dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel bugün Anadolu'yu bir açık hava müzesi durumuna getiren önemli çalışmaların temelini attı. Ülkemizde son yıllarda müzecilik alanında önemli çalışmalar yapılmaktadır. Bugün yurdumuzun her ilinde ve ilçelerimizin bazılarında halka açık müzeler yer almaktadır Müzelerde Uyulması Gereken Kurallar Müzelerde sergilenen özgün ve eşine az rastlanır nitelikteki eserlerin yangın hırsızlık nem ısı ışık ve toz gibi koşullardan zarar görmemesi için müze yönetimleri tarafından önlem alınması gerekir. Ayrıca müzelerde yer alan tarihî eserlerin korunması için müzeyi gezen ziyaretçilerin de uymak zorunda olduğu bazı kurallar vardır. Bu kurallar şöyle özetlenebilir: Eserlere zarar vermemek ve hiçbir şekilde dokunmamak Yaydığı zararlı ışınlarla tarihî eserlere zarar verebileceğinden dolayı fotoğraf çekerken flâş kullanmamak Müze içerisinde başkalarını rahatsız edecek şekilde yüksek sesle konuşmamak Müze bir grup halinde ziyaret ediliyorsa gruptan ayrılmamak Sergi salonu içerisinde herhangi bir şey yiyip-içmemek. Türkiye'deki Sanal Müzeler Eczacıbaşı Sanal Müzesi Eczacıbaşı Koleksiyonu'ndan 75 Resim Fikret Mualla Seçkisi gibi bölümleri bulunan “sanal müze” oldukça geniş kapsamlı. Dünyadaki müzelere de ulaşabileceğiniz site Türk sanatçıların eserlerini görme fırsatı sağlıyor. ECZACIBAŞI SANAL MÜZESİ/ Vehbi Koç Vakfı Sadberk Hanım Müzesi Sadberk Hanım Müzesi’nde sergilenen eserleri görebileceğiniz site eserler hakkında detaylı bilgi vermesi nedeniyle çok da faydalı. Sayfalardaki “Java Versiyonu” yazısına tıklarsanız fotoğraf üzerinde eserlerin tanımlarını görebilirsiniz. Vehbi Koç Vakfı Sadberk Hanım Müzesi Web Sitesi Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürlüğü'ne Bağlı Müzeler Siteden Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürlüğü'ne bağlı müzelerin genel bilgilerine ve sergilenen eserlerin resimlerine ulaşabilirsiniz. T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı- Sanal Stand Selçuk-Efes Müzesi Web Sitesi Müze hakkında genel bilgiye yer veren sitede müzenin resimlerine yer verilmiş. T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı- Sanal Stand |
Cevap : Ne Nedir ?
Hava Kirliliği Nedir ? Hava Kirliliği Nedenleri
HAVA KİRLİLİĞİ : Günümüzde, her geçen gün artan çevre sorunlarının başında gelen hava kirliliği, geleceğin dünyasını ciddi bir şekilde tehdit etmekte, ekolojik tehlikelerle karşı karşıya bırakmaktadır. Dünya nüfusunun hızla artmasına paralel olarak, artan enerji kullanımı, endüstrinin gelişimi ve şehirleşmeyle ortaya çıkan hava kirliliği insan sağlığı ve diğer canlılar üzerinde olumsuz etkiler yaratmaktadır. Hava kirlenmesi, insan ve diğer canlılara zarar verecek miktar ve süredeki kirleticilerin, atmosfere karışması olarak tanımlanabilir. Kirleticiler doğal veya insan aktiviteleri sonucu atmosfere karışabilirler. HAVA VE KİRLETİCİLER : Saf hava, başta azot ve oksijen olmak üzere argon, karbondioksit, su buharı, neon, helyum, metan, kripton, hidrojen, azot monoksit, karbon monoksit, ksenon, ozon, amonyak ve azot dioksit gazlarının karışımından meydana gelmiştir. Atmosferin %78′ini oluşturan azot orman yangınları, şimşek gibi doğal atmosfer olayları ve yanma sonucunda meydana gelir. Atmosferin hacim olarak %21′ini ve ağırlık olarak %23′ünü oluşturan oksijen ise oldukça reaktif* bir gazdır. Diğer gazlar ise atmosfer hacminin** %1′ini oluştururlar. Atmosferi oluşturan bu gazların, en kararsız olanları su buharı ve karbondioksittir. Atmosferdeki su buharı miktarı, denizler, göller, nehirler ve bitkilerden buharlaşma ile artar ve bulutlardan sis, çiğ, yağmur oluşumu ile de azalır. Su buharının bu değişkenliği, uzun sürede, bu olaylarla birbirini öyle dengeler ki, su buharının atmosferdeki miktarı değişmez. Karbondioksit ise normalde çok küçük yer teşkil eden bir bileşendir. İnsan ve hayvanların teneffüsü ve bitkilerin fotosentez olayı ile atmosferdeki miktarı dengede tutulur. Doğal olarak saf atmosfer az veya çok miktarda, büyük bölümü suni olan yabancı maddelerin üretimi ile kirletilir. Bunların başında petrol ürünleri ve endüstriyel kirleticiler gelmektedir. Özellikle son yıllarda, endüstriyel aktivitenin, şehirleşmenin ve nüfusun artması ile kirletici maddelerin kullanımı ve miktarıda hızla artmaktadır. Atmosfere dağılarak, onu kirleten kirleticiler katı, sıvı ve gaz halindedirler. Çeşitli kaynaklardan meydana gelen kirlilik maddeleri toz, is, sis, buhar, kül, duman vb. olarak havaya geçerler. Atmosferdeki bu* kirleticiler, kirletici kaynaklarından atmosfere doğrudan verilen kirleticiler ve bu kirleticilerle, atmosferik özellikler arasındaki kimyasal olaylar sonucu oluşan kirleticiler olmak üzere iki şekilde bulunurlar. Atmosfere kirletici kaynaklarından yayılan kirleticiler, kükürtdioksit, azot oksitler, karbon monoksit, hidrokarbonlar asılı vaziyette bulunan katı partüküllerdir. Bu kirleticilerle, atmosferik özelliklerin oluşturduğu kimyasal reaksiyonların en önemlileri ise fotokimyasal olaylardır ki, bunlardan özellikle floroklorokarbonlar, güneşten gelen zararlı UV (ultraviole) ışınlarına karşı yeryüzüne koruyan ozon tabakasında büyük tahribata yol açmaktadır. Doğal veya insan yapısı sonucu atmosfere karışan kirleticiler, her iki halde de atmosfere yayıldıkları anda hızla kimyasal reaksiyonlar oluştururlar ve hava akımları ile karışır, dağılır, yayılır ve taşınırlar. Böylece kirleticiler, kaynaktan çıkıp, alıcılara ulaştığında karakterleri değişebilir. Genel olarak kirlilik, havadaki katı parçacıklar ve kükürtdioksit miktarına göre belirlenir. Oysa atmosferde oluşan kimyasal olaylarda, organik maddeler büyük rol oynar. Çünkü organik maddeler,* atmosferde* ister reaksiyona girsinler, ister girmesinler kimyasal reaksiyonların çekirdeğini oluştururlar. Hava kirliliği denildiğinde, kirleticiler ve bunların bulunduğu atmosfer ortamı aynı derecede rol oynar. Herhangi bir yerde hava kirliliği çalışması yapıldığında, ilk olarak o bölgenin meteorolojik koşulları ve havanın kimyasal yapısı incelenmelidir. HAVA KİRLİLİĞİ KAYNAK VE NEDENLERİ : Bugün çok önemli bir çevre problemi olan ve özellikle insan sağlığını etkileyen hava kirliliği ilk olarak, atmosfer bileşiklerinin değişmesiyle başlamaktadır. Atmosfer, genellikle içerisine karışan toksinli maddeleri* eriterek etkisiz hale getirmesine rağmen meteorolojik ve topoğrafik şartlara bağlı olarak devamlı bir şekilde kirlenmektedir. Çeşitli amaçlarla yakılan ateşler, fabrika ve ev bacalarının dumanları, araçların egzost gazları havaya zehirli gazlardan olan karbon monoksit, kükürt dioksit ve nitrik asit gibi gazların bol miktarda karışmasına neden olur. Hava kirliliğine neden olan kirleticilerin, kaynaklarına göre hava kirliliği,* tabii kaynaklardan meydana gelen kirlilik ve insan faaliyetleri sonucu suni kaynaklardan meydana gelen kirlilik olmak üzere iki sınıfa ayrılır. Tabii kirliliği oluşturan, doğada bulunan kirletici kaynaklarından: tozlar, meteorlardan, yer yüzeyindeki büyük çöl alanlarından ve kumluk alanlardan rüzgarlarla atmosfere taşınırlar; orman yangınlari ile atmosfere önemli miktarlarda duman ve zehirli gazlar karışır; foto kimyasal olaylarla azot dioksit; yanardağlardaki volkanik faaliyetler sonucunda kükürt dioksit, hidrojen klorur, hidrojen flörür; deniz çalkalanmasından sodyum klorür sayılabilir. Hava kirliliğinde, tabii kirlilik kaynaklarından çok suni kaynaklardan meydan gelen kirlilik önemlidir. Çünkü günümüzde insanları en çok ilgilendiren, özellikle büyük yerleşim merkezleri ve sanayi alanlarındaki hava kirliliğidir. Bu kirlilikte daha çok insan faaliyetleri sonucu meydana gelir. İnsan Yapımı Kirlilik Kaynaklarını İse Kabaca : 1-Ulaşım 2-Katı yakıtlar 3-Elektrik santralleri 4-Endüstri ve ısınma için kullanılan yakıtlar 5-Endüstriyel işlemler** olarak sıralanabilir. İnsan tarafından oluşturulan kaynaklardan oluşan bu kirlilik, bulunan bölgenin endüstriyel gelişimi, nüfusu, şehirleşme durumu gibi faktörlere bağlı olarak değişim gösterir. HAVA KİRLİLİĞİNİN ZARARLI ETKİLERİ Hava kirliliğinin, başta insan sağlığı olmak üzere görüş mesafesi, materyaller, bitkiler ve hayvan sağlığı üzerinde olumsuz etkileri vardır. Katı yakıtlar ve akaryakıt gibi karbonlu maddelerin tam yanmamasından meydana gelen katı ve sıvı parçacıkların bir gaz karışımı olan duman, hava kirliliğinin bir çeşididir ve görüş uzaklığını azaltıcı bir etkiye sahiptir. Hava kirliliğinin, sanatsal ve mimari yapılar üzerinde tahrip edici ve bozucu etkisi vardır. Bitkiler üzerinde ise öldürücü ve büyümelerini engelleyici olabilmektedir. Bu nedenle hava kirliliği hem canlıların sağlığı açısından, hem de ekonomik yönden zarar vericidir. Hava kirliliğinin insan sağlığı üzerindeki etkileri, atmosferde yüksek miktardaki zararlı maddelerin solunması sonucu ortaya çıkar. İnsanların sağlıklı ve rahat yaşayabilmesi için teneffüs edilen havanın mutlaka temiz olması gerekir. Havanın doğal yapısını bozan ve kirleten maddelerin başka bir deyişle kirli havanın solunması, özellikle akciğer dokularını tahrip edici ve öldürücü olabilmektedir. Solunum yolu ile alınan hava içerisindeki parçacıklar ve duman, teneffüs esnasında yutulur ve akciğerlere kadar ulaşır. Solunum sisteminin derinliklerinde depolanan bu parçacıklar, akciğer kanserlerine kadar varan hasarlar yapabilmektedir. Diğer taraftan kömür ve diğer yakıtların yanmasından oluşan duman ve isin astım, çeşitli burun ve boğaz hastalıkları hatta mide hastalıkları gibi özellikle solunum yolları ile ilgili hastalıklara belirli ölçüde sebep olabileceği öne sürülmektedir. Şiddetli hava kirliliğine maruz kalınması durumunda, bunun insan sağlığına olan etkisi ile hava kirliliğinin düşük miktarlarına, uzun zaman maruz kalmanın etkileri farklı olmaktadır. ÖNLEMLER : Özellikle sanayi merkezleri ve büyük yerleşim alanları üzerinde daha çok hissedilen hava kirliliğinin azaltılması amacıyla birtakım önlemlerin alınması gerekir. Bunlardan bazılarını aşağıdaki gibi sıralayabiliriz: - Sanayi ve iş merkezlerinin mümkün olduğu kadar yerleşim merkezleri dışına alınması - Kişisel vasıta kullanımı yerine toplu taşımacılığın yaygınlaştırılması ve elektrikli taşıma araçlarının geliştirilmesi ve kullanımının artırılması - Konutlarda yakıt yakma tekniklerinin geliştirilmesi ve özellikle sanayi alanlarındaki bacalara, hava filtrelerinin takılması ayrıca yakıt olarak doğal gaz kullanımının yaygınlaştırılması - Şehir merkezlerindeki yoğun trafiğin çevre yollara aktarılması - Ağaçlandırma çalışmalarının artırılması, özellikle hava kirliliğinin yoğun olduğu yerlerde* yeşil alanların artırılması - Şehir yerleşim planlarında meteorolojik faktörlerin özellikle rüzgar durumunun göz önünde bulundurulması - Halkın, hava kirliliği konusunda bilinçlendirilmesi için ilköğretimden başlamak üzere tüm okullarda ve sivil toplum örgütlerince bu amaca yönelik eğitim programlarının hazırlanması. |
Cevap : Ne Nedir ?
Elma Krom Nedir ?
Elma Krom aşağı ,elma krom yukarı , heryerde elma krom reklamı görür oldum artık.Ne diye bu merak ettim.Seda Sayan’ın da sürekli tanıttığı bir ürünmüş.Diyet ve zayıflama ürünü olduğunu öğrendim.Kadınların çok ilgisini çektiği kesin.İçeriğinde neler varmış sizde bakın bakalım. Elma Krom (Apple & Chromium) + Vitamin B, elma şırası sirkesi esasına göre hazırlanmış formüllerin, geliştirilmiş bir üst formülü olarak üretilmiştir tamamen doğal bir üründür. İçeriğine eklenen Krom, Soya Lesitini ve B vitaminleri ile güçlendirilmiştir. Elma Şırası Sirkesinin bugüne kadar var olan formları, bu ürünlerin tozlarının sıkıştırılmış tabletleridir. Tablet formların tersine, Apple & Chromium + Vitamin B’nin içindeki elma şırası sirkesi sıvı halde elde edilmiş ekstrakt özüdür. Bu durum elma şırası sirkesinin etkinliğini çok daha fazla artıran bir özelliktir. Elma Krom + Vitamin B üretilirken tablet yerine, soft jel formunda hazırlanan kapsülün farkı; midede eriyerek su ile birleşen karışım içeriğinin, midenin şişmesine ve dolayısıyla uzun süreli tokluk hissinin oluşmasına yardımcı olmasıdır. Kapsül içeriği sıvı olduğundan direkt kana karışarak etkisini çok kısa zamanda göstermektedir. Kapsülün içeriğinin soft jel formunda olması istenen neticeye çok kısa zamanda ulaşılmasına katkıda bulunur. Jel tabakasının Balık jelatini ile kaplanmış olması gıda takviyelerinde en çok istenen özelliklerinden biridir. Elma Krom Soft Jel kullanımında bol su içilmesi tavsiye edilir. İçerik : Elma şırası sirkesi ekstraktı ( 7%), krom pikolinat (%12), soya lesitin, vitamin B3, vitamin B5, çinko, vitamin B6, vitamin B2, vitamin B1, vitamin B11, vitamin B12, yardımcı madde (ayçiçeği yağı), boyar madde, emulsifiye (gliserin), su, koyulaştırıcı (balmumu), balık jelatini. Tavsiye Edilen Kullanım Şekli : Bol su ile sabahları aç karnına 1 Adet alınmalıdır. Önerilen dozdan fazla kullanılmamalıdır. Daha etkin olması için egzersiz ve diyeti tavsiye edilmektedir. Doz aşımı halinde tamamen bitkisel ekstraktlardan üretildiği için vücutta hiçbir yan etki oluşturmaz. Bu ürün herhangi bir rahatsızlığın veya hastalığın teşhisi, tedavisi veya önlenmesi amacı ile kullanılamaz, ilaç değildir, gıda takviyesidir. ELMA & KROM + VİTAMİN B ÖZELLİKLERİ * Kilo kontrolünü kolaylaştırmaya, kilo vermeye yardımcı olur. * Yağ kaybını hızlandırmaya, yağsız kas kitlesini artırmada etkilidir. * Tatlıya olan iştahın azalmasına yardım eder. * İçinde bulunan B komplex vitaminleri sayesinde, daha az beslenerek daha zinde ve güçlü kalmanızı sağlar. * Diyabetiklerde kan şekeri sevyesini düzenlemeye yardımcı olur. * LDL-kolesterolü azaltmaya, iyi huylu HDL-kolesterolü yükseltmeye yardımcı olur. * Kabızlığı önlemede, hazımsızlık sorununa ve şişkinliğe karşı etkilidir. * Vücuttaki birikintileri eritmeye yardımcı olur. * İçerdiği doğal asitler ve enzimlerle kanın daha sağlıklı ve ince akmasına sağlar. * Kadınlarda adet ağrılarının azalmasına yardımcıdır. * Alkollü içki tüketme isteğini azaltmaya yardımcı olur. * Karbonhidratlara karşı aşırı iştahı kontrol altına almaya yardımcı olur. * İnsülinin etkisini aktive ederek, hücrelerin glikoz kullanımını artırmaya, yağ dokusunu azaltmaya, kas dokularının daha sağlam ve daha sıkı olmasına yardımcı olur. * Kemik erimesini ve yaşlanmanın etkilerini azaltmaya yardımcıdır. * Vücuttaki yağ kitlesini azaltıp kas kitlesini artırarak, vücut hatlarının daha düzgün görünmesine ve kas yapmaya yardımcı olur. * Vücuttaki yağları eritme özelliği sayesinde vücuda giren yağların depolanmadan yok edilmesine böylelikle kilo vermeye yardımcı olur. * Kronik yorgunluk sendromuna ve zarar gören karaciğer hücrelerinin onarımına yardımcı olur. * Yaşlanma etkilerini azaltmaya, kolesterol seviyesini düşürmeye yardım eder. * İnsülin ihtiyacını azaltmaya yardımcı olur. |
Cevap : Ne Nedir ?
Saç Ekimi Nedir ?
Diğer adıyla saç nakli sağlıklı ve güçlü saç köklerinin verici bölgeden genellikle başın arkasından alınarak incelmiş ya da tamamen açılmış bölgeye taşınması işlemidir. Çağdaş cerrahi teknolojileri sayesinde saç ekimi ile son derece doğal görünümler elde edilebilmektedir. Bu sayede saç kaybına bağlı kişide oluşabilecek psikolojik travmalar ve sosyal yaşamdan uzaklaşma saç nakli ile düzeltilerek bireyin kendini daha güçlü hissetmesi sağlanabilmektedir. Kimler Saç Ektirebilir? Saç ekimi cerrahisine uygun adaylar, başının yan ve arka bölgelerinde yeterli miktarda saç olan kişilerdir. Bu kişilerde FUT ve FUE yontemlerinin her ikiside kullanılabilir. Saç ekimi operasyonun uygun bir diğer aday grubu ise göğüs, bacak vb. bölgelerde yeterli miktarta sağlıklı kıl olanlardır. Bu kişilerde kullanılan saç ekimi yöntemi FUE dir. Modern tekniklerin saç ekimi cerrahisinin geliştirmesi ile birçok erkek geçmişte saç nakli cerrahisine uygun aday değilken bugün uygun aday haline gelmiştir. Büyük graftların kullanımı ile oluşturulan doğal olmayan görüntüler yerlerini, küçük boyuttaki graftların kullanımı ile doğal görünümlere bırakmış ve gelişen yeni aletler ile birlikte her kişiye uygun doğal saç görünümünü gerçekleştirme olanağını sağlanmıştır Donor dominant (baskın verici) olarak adlandırılan başın yan ve arka bölgelerindeki ( vertex ) saçlar hayat boyu uzamaya devam eder ve dökülmezler. Bu saçların saçsız bölgeye nakledilmesi uzama veya dökülmeme yeteneklerini değiştirmez. Diğer bir tanımlama ile saç köklerinin dökülmesi veya dökülmemesi bulunduğu yerin özelliğine bağlı değil tamamen kendi genetik özelliğine bağlıdır. Donor dominansı veya baskın vericilik, saç naklindeki başarıyı sağlayan bilimsel temeldir. Saç Derisi Kesiti Donor dominant (baskın verici) olarak adlandırılan başın yan ve arka bölgelerindeki ( vertex ) saçlar hayat boyu uzamaya devam eder ve dökülmezler. Bu saçların saçsız bölgeye nakledilmesi uzama veya dökülmeme yeteneklerini değiştirmez. Diğer bir tanımlama ile saç köklerinin dökülmesi veya dökülmemesi bulunduğu yerin özelliğine bağlı değil tamamen kendi genetik özelliğine bağlıdır. Donor dominansı veya baskın vericilik, saç naklindeki başarıyı sağlayan bilimsel temeldir. Kimler Saç Ektiremez? Saç nakli her yasta uygulanabilir. Bununla birlikte ameliyat yoluyla uygulanan saç nakli, şeker hastalığı, tansiyon hastalığı, diyaliz gerektiren böbrek rahatsızlığı, karaciger ya da agır kalp hastalığı olan kişilere uygulanamaz. Saç Ekimi Operasyonu ağrı hissi verir mi? Operasyon esnasında lokal anestezi yapıldığı için ağrı duyulmaz. Lokal anastezinin etkisi bir gun sonra geçtiğinde ağrı kesici kullanmaya gerek yoktur. Saç Nakli sonrasında nasıl bir bakım yapmak gerekir? Saç operasyonundan sonra yara kabukları dökülene kadar saç yıkamalarına dikkat etmek gerekir. Yıkama esnasında şampuan saçın her bölgesine eşit miktarda yayılır ve bastırmadan hafif dokunuşlarla saç derisine masaj yapılarak uygulanır. Saç ekimi Operasyonunun yan etkisi var mıdır? Kanama, infeksiyon, kist oluşumu, saç büyümemesi ve yara izi gibi saç naklinin istenmeyen yan etkileri oldukça nadir görülür. Modern saç nakli cerrahisi rahat ve kolaydır, sonuçları ise mükemmeldir. Ömür boyu devam edebilen bir süreç olan saç dökülmesi erkeklerin çoğunda (erkeklik hormonlarından dolayı) 40-45 yaşına kadar oluşur. Bu yaştan sonraki yaşlanma sürecinde kafada bulunan tüm saçlar incelir. Modern teknikler ile daha fazla sayıda saç nakli daha az sayıda işlem ile gerçekleştirilebilmektedir. Alıntıdır. |
Cevap : Ne Nedir ?
Saglık Nedir ?
“Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi / Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi.” Zamanın bütün zenginliklerine ve Osmanlı İmparatorluğunun tahtına sahip olan Kanuni Sultan Süleyman; sağlığın elde edilen tüm nimet ve zenginliklerden daha üstün olduğu çok anlamlı bir biçimde bu şiirle dile getirmiştir.Gerçekten de sağlık mutlu bir hayatın parçasıdır. Hastalık ve sağlık kavramları kültürlere bağlıdır. Bir yörede,toplumun çoğunda bağırsak paraziti varsa,bu durum hastalıktan sayılmayabilir.Sigara içen biri kişi,öksürüğünü sigaraya bağlayıp gerçek nedeninin bir başka şey olabileceğini dahi düşünmeyebilir.Çocuğu ishal olan bir anne,tüm çocuklar ishal oluyor düşüncesiyle bu durumu hastalıktan saymayabilir.Bir sakatlık olarak bilinen ve kundak yapılan çocuklarda çok görülen doğuştan kalça eklemi çıkığı Navajo yerlilerinde çok yaygın olduğundan hastalık olarak kabul edilmez. Eskiler bazı köylerde belli bir yaştan sonra trahoma bağlı körlüklerin kaçınılmaz bir durum olduğuna inanıldığını,ancak devletin etkin trahom mücadelesi ile körlüğün kaçınılmaz bir olay olmadığını anladıklarını belirtirler.Ayrıca pek çok kişi hasta veya yakınması olmadığı zaman kendisini sağlıklı kabul eder. Hastalık ve sağlık kavramları kültüre bağlı olmasına rağmen,insan her yerde insandır ve bu nedenle sağlığının bir evrensel tanımı olmalıdır.Dünya Sağlık Örgütü sağlığı şöyle tanımlanmaktadır:”Sağlık,yalnı zca hasta veya sakat olmamak değil bedenen,ruhen ve sosyal yönlerden tam bir iyilik halidir.”Bu tanım artık bütün dünya ülkelerinde kabul edilen bir tanımdır.O halde,kişinin tam sağlıklı olabilmesi için bedenen hasta veya sakat olmaması yetmemektedir.Bu kişinin aynı zamanda ruhen de dengeli olması,sosyal yönden tam bir iyilik hali içinde olması gerekmektedir.İnsanı diğer canlılardan ayıran özelliklerden biri de sosyal bir varlık oluşudur. Yaşamımızın her anında çevremize ki kişilerle ve olaylarla ilgili ve kaşıklıklı bir etkileşim içinde bulunuruz.Bu olayların sağlığımızı etkilediği bir gerçektir.Öyle ki,toplum hayatının etkileri sonucu oluşan bazı hastalıklar için sosyal hastalıklar deyimi kullanılmaktadır. Verem hastalığı bunlardan biridir. Bu hastalığın,toplumun ekonomik olarak düşük düzeydeki,yoksul,çok çocuklu,eğitimsiz ve bozuk bir çevrede yaşayan ailelerde daha fazla görüldüğü bilinmektedir.Bir başka deyişle yoksulluk,eğitimsizlik gibi sosyal olgular,verem hastalığının temelinde yatan olaylardır.Aynı şekilde yetersiz beslenmede,gelişme geriliğinde,bulaşıcı hastalıklara yakalanmada, kazaların oluşmasında,hatta doğuştan sakatlıkların ortaya çıkmasında sosyal ve kültürel faktörlerin payı vardır.Özetle sağlık sosyal bir olaydır. aynı zamanda.Bu nedenle,sağlık olaylarından ve sağlıklı olmak için yapılması gereken çabalardan söz ederken;sağlığı etkileyen biyolojik ve fiziksel nedenlerin yanı sıra sosyal olayların da göz önünde bulundurmak zorundayız. İnsanı anlayabilmek,hastalık ve sağlığını değerlendirebilmek için onu çevresi ile bir bütün olarak kavrayabilmek ve insanla çevresi arasındaki etkileşimi anlamak gerekir.İnsanın çevresini incelemeyi kolaylaştırmak için,çevresel etmenleri;biyolojik ,fizik ve sosyal çevre olmak üzere üçe ayırabiliriz.Bu etmenler ve insan sürekli bir etkileşim halindedir.Etkileşim;yalnız insan ve çevresel etkenler arasında değil aynı zamanda bu etkenler arasında da vardır.Bu etkileşme ağı içinde insanı bir bütün olarak görmek gerekir.Bunu bir saatin çeşitli parçalarını ve nasıl işlediğini bilmek,onu bir sakat olarak görmemizi engellemediği gibi insan ve çevresindeki etmenleri ayrı ayrı görüp bilmemiz,bütünü düşünmemiz ve görmemizi engellemediği gibi insan ve çevre- sindeki etmenleri ayrı ayrı görüp bilmemiz,bütünü düşünmemiz ve görmemize engel olmamalıdır. İlkçağlarda hastalıkların;kötü ruhlar,cinler ve periler veya niyetlerin bakışlarından(nazar) meydana geldiğine inanılırdı.Bilimsel gelişmenin emekleme döneminde olan insanlar;karşılaştıkları sağlık sorunlarını,sihir,muska,mavi boncuk,büyü gibi araç ve uygulamalarla çözmeye çalışıyorlardı.Salgınlar gibi toplumsal felaketlerde tapınaklara doluşur,ayin yapılıyor,büyücülere koşuyorlardı. Ne yazık ki günümüzde de bu gibi ilkel yaklaşımların kalıntıları, eğitim düzeyi düşük kişiler arasında sürüp gidebilmektedir. Daha sonra bazı temel besin maddelerinin eksikliğinin önemli sağlık sorunlarına yol açtığı anlaşıldı.Daha önce lanetlenmiş gemilerde çıktığı sanılan skorbüt hastalığının,sadece kuru ve konserve veya salamura yiyecek yenilmesinden kaynaklandığı anlaşıldı.Skorbütün C vitamini eksikliğinden meydana gelen bir hastalık olduğu ortaya çıktıktan sonra sorunlar daha kolay çözümlendi. Bunu mikropların bulunuşu izlendi.Bir çok hastalığın sebebi mikroplardı.Daha sonra mikropların neden olduğu hastalıkların büyük çoğundan bağışıkla ma ile korunabilmenin mümkün olduğu ortaya çıktı. Sanayileşme;çevre kirliliği,hava kirliliği ve kimyasal atık sorununu birlikte getirdi.Artık çevre olayları daha geniş anlamda bir sağlık sorunu yaratıyordu. Sorunların çözümü için insanı çevresi ile bir bütün olarak ele almak gerekliydi. Günümüzde en önemli hastalıkların nadir veya tedavisi güç hastalıklar değil,bir toplumda en çok görülen,en çok sakat bırakan ve en çok öldüren hastalıklar olduğu anlaşılmıştır.Kişi ve toplumların sağlık düzeyini,sosyal ve ekonomik nedenler belirler;bunlar fizik,biyolojik ve diğer çevre faktörleri değil, küçük toplumsal birim olan aileden başlayarak bütün toplumun sorunudur. Sağlıkla ilgili harcamalar bir masraf değil,insan gücü yatırımıdır.Hastalanan ve ölen kişiler toplum için kayıptır.Toplumların en önemli zenginliği sağlıklı ve iyi yetişmiş insan gücüdür.Sağlık harcamaları bir yatırımdır.Çünkü üretim ve katkı gücü yüksek bir insan gücü yaratmayı amaçlar. |
Cevap : Ne Nedir ?
name of first pet kelimesinin türkçe anlamı ilk evcil hayvanınızın adı nedir ?
|
Cevap : Ne Nedir ?
Kapitalizm Nedir ?
Kapitalizm; feodalizmden sonra sanayi devrimi ile ortaya çıkan bir toplumsal-ekonomik yapı ve üretim biçimidir. Sanayi devriminden önce ekonomi tarıma dayanıyordu. Feodalizmde tarım için vazgeçilmez üretim aracı olan toprağın özel mülkiyete bağlı olması kırda iki ayrı sınıf yaratmıştı. Toprağa sahip olan feodal aristokratlar ve serfler. Serfler çalışan sınıftandılar. Fakat ürettikleri ürünlerin bir kısmını toprak sahiplerine vermekle yükümlüydüler. Çünkü toprak kendilerinin değildi ve kullanma hakkını ancak ürünün bir kısmını vermekle elde ediyorlardı. Bu şekilde artı emek sömürüsü yapılıyordu. Şehirlerde ise kendi basit üretim aracına sahip olan manifaktür işçileri ve zanaatçılar vardı. Sanayi devrimi ile birlikte eski aletlerle üretim yapmak imkânsız hale geldi. Yeni gelişen üretim araçları çok pahalı oldukları için yalnızca büyük sermaye sahipleri tarafından satın alındı. Yeni gelişen üretim biçimi birçok sanayi dalına girdi ve eski sistemi hızla ortadan kaldırdı. Çünkü çok daha hızlı ve ucuz üretim yapılmaya başlandı. Eski işçilerin kendi basit aletleri artık gereksizleşti ve mülklerini böylece kaybetmiş oldular. Yeni kurulan fabrikaların da işçiye ihtiyacı vardı. Kapitalizm ve Burjuvazi Kapitalizmin işleyişi emek sömürüsüne dayanır. Üretim araçlarına sahip olan ve işçilerin emek gücünü satın alan burjuvazi, emek gücü metaının değerini ücret biçiminde verir, fakat emek kendi değerinden fazlasını üretir. Bu artı değere burjuva el koyar. Sermayenin emek üzerindeki egemenliği kapitalizmin temelidir. Sermaye bu egemenliğinin gücünü burjuva sınıfının üretim araçlarının özel mülkiyetini elinde tutmasından alır. Kapitalizmin tasfiyesinin, yani işçilerin sömürülmesinin kaldırılmasının koşulu üretim araçlarının özel mülkiyetine son vermektir. Çünkü işçi, işçi kaldığı sürece artı değer yaratmak zorunda yani sömürülmek zorunda kalacaktır. Sınıflı toplumlardan kapitalizm aşamasında sömürü daha da “gönüllü” hale gelir. Köleler kırbaçla çalıştırılıyordu, fakat işçiler yaşam araçlarını elde etme baskısıyla çalıştırılıyor. Burjuva düzeninin olağan şeklinin demokrasi olması işçilerin sömürülmediği anlamına gelmez. Zaten olağan rejim şekli üretim ilişkileri ile de paraleldir. İşgücünün olabilmesinin koşulu, alan ile satanın yani işçi ile patronun eşit yurttaşlar olarak karşı karşıya gelip işgücünün belli süre ile satılması ve kullanma hakkının kapitaliste geçmesidir. Burjuvalar arasında da kanun karşısında eşit rekabet hakkı vardır. Kapitalizm genelleştirilmiş üretimidir. , insanların ihtiyacını karşılar fakat üretim kapitalist açısından kar amaçlı yapılır. Kapitalist üretim tarzı neyin ne kadar üretileceği hakkında ihtiyaca göre bir kural sunmaz. Piyasada arz talep ilişkileri çerçevesinde kapitalist, neyin üretileceğine “daha fazla kar” ilkesine göre karar verir. İşlerin iyi gittiği dönemde yatırımlar ve üretim fazlalaşır fakat bir süre sonra üretim fazlası sebebiyle işler kötüleşir ve kriz gerçekleşir. Kapitalist üretimdeki kuralsızlık sürekli bir döngü oluşturur. Bu kapitalizmin iç çelişkisidir, krizsiz kapitalizm düşünülemez. |
Cevap : Ne Nedir ?
Bütçe Nedir ?
Belli bir süre, genel olarak bir yıl içindeki gelir ve giderlerin ayrıntılarını tasarlayan hesap cetveli. Bir devletin bütçesi olabildiği gibi, bir kurulun, bir kişinin de bütçesi olabilir. Devlet bütçesi olarak ilkin İngiltere'de meydana gelen bütçe, ülkemizde gerçek anlamı ile Cumhuriyetin ilânından sonra yerleşmiştir. Bir kanun tasarısı olan ve Millet Meclisi tarafından onaylandıktan sonra yürürlüğe giren devlet bütçesi son şeklini alıncaya kadar dört safhadan geçer: 1 -Bütçenin hazırlanması: Bütçe hükümet tarafından hazırlanır. Hazırlanma işi, bakanlıklarda, taşradaki teşkilâttan merkeze ve en aşağı kademeden üst kademelere doğru bir seyir takip eder. Bakanlıklar tarafından hazırlanan bütçe, bakanlıklardan toplanan bu gider cetvelleri ile devletin bir yıllık gider durumunu tasarı halinde meydana getirmiş olur. 2 -Bütçenin incelenmesi: Maliye Bakanlığında, gelen gider tasarıları incelenir. Devletin gelir ve gider durumu da karşılaştırıldıktan ve Bakanlar Kurulundan geçtikten sonra incelenmek ve onaylanmak üzere T. Büyük Millet Meclisinde, Bütçe Komisyonu tarafından gerekli incelemeler yapılır. Bu tasarı, Bütçe komisyonunun bir raporu ile Cumhuriyet Senatosu tarafından incelenir. Burada gerekli değişiklikler yapıldıktan sonra, bunlar, Bütçe Komisyonu tarafından Millet Meclisi genel kuruluna gönderilir. 3 - Bütçenin onaylanması: Bütçe tasarısı Millet Meclisinin genel kurulunda, Bütçe Komisyonunda olduğu gibi bütün ayrıntıları ile yeniden incelenir, gerekli eklemeler ve çıkarmalar yapılarak onaylanır ve Cumhurbaşkanına, onaylanmak üzere sunulur. 4 - Bütçe kanununun yürütülmesi: Millet Meclisinin ve Cumhurbaşkanının onaylamasından sonra bütçenin yürütülme görevi hükümete verilir. Hükümet, bütçede gösterilen ve tasarı halinde olan gelir ve giderleri yerine getirmek için, ilgili organlarını görevlendirir; giderlerin bütçede gösterilen yerlere kullanılmasını, gelirlerin gösterildiği yerlerden toplanmasını sağlar. Bütçenin kapatılması: O yılki bütçenin uygulanması tamamlandıktan sonra, Sayıştay tarafından incelenmesi yapılır. Bütçe Kanunu'na göre toplanan paralar ve yapılan giderler, Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne gönderilir. Burada, Bütçe hesapları kapatılır. Bunun için Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından çıkarılan kanuna Kesin Hesap Kanuna denir. Böylece, Türkiye Büyük Millet Meclisi, Devlet Bütçesini, hem uygulanmadan önce, hem de uygulandıktan sonra denetlemektedir. Gerek kişilerin, gerek kurulların, gerekse devletin bütçelerinde başlıca iki bölüm bulunur. a - Gelirler bölümü, b - Giderler bölümü. Bütçelerde esas olan, gelirlerin giderlerden fazla olması, ya da ikisinin de denk olmasıdır. Bu durum için gerekli indirmeler ve çıkarmalar, Maliye Bakanlığı, Devlet Plânlama Teşkilâtı, Bütçe Komisyonu ve Millet Meclisi tarafından yapılır. Gelir ve giderler bakımından bir tasarı olarak hazırlanan ve çoklukla bir yıl süre için hazırlanmış olan bütçelerin, tasarı şekline uyup uymaması, ancak bu belirli süre geçtikten sonra belli olur. Bu durum karşısında ya denk bütçe, ya açıklı bütçe, ya da geliri fazla olan bütçe şekilleri meydana gelmiş olur |
Cevap : Ne Nedir ?
Emperyalizm Nedir ?
EMPERYALİZM NEDİR? Emperyalizm, imparatorluk kurma eğilimidir. Bir devletin sınırlarını genişletme politikasına denir. Emperyalizm, aynı ekonomik ve sosyal bütün içinde etnik ve kültürel bakımdan farklı halkların, merkezi bir iktidarın otoriter yönetimi altında bir araya getirilmesi eğilimini ifade eder. İmparatorluk kurma eğilimi, insanlık tarihinin eski çağlarına kadar uzar. Ancak bu eğilim bugün de devam etmektedir. 15. Yy.dan beri imparatorlukların sömürgeci karakteri ise daha belirgin bir hal almıştır. Siyasi emperyalizm, demografik emperyalizm, dini emperyalizm, kültür emperyalizmi ve iktisadi emperyalizm gibi çeşitli türleri vardır. Siyasi emperyalizm, fetihler yapan bir hükümdarın, ülkenin sınırlarını genişletme hevesine dayanır. Siyasal emperyalizm, bazen ülkenin sınırlarının genişletilmesi ile halkın güvenliğini sağlamak amacına yönelik olur. Demografik emperyalizm ise, her şeyden önce ülkedeki nüfus fazlasını yerleştirmek için, diğer ülkelere yönelmeyi ifade eder. Dini emperyalizm, dini inancı yayma nedenine bağlı olarak uygulanır, bu amaçla yayılma olanağı arar. Kültür emperyalizmi, belli bir hayat tarzını ve emperyalizmi yayma amacını güder. Kültür emperyalizminin hedefi, bir kültürün, yerini başka bir kültüre bırakmasını sağlamaktır. Ekonomik emperyalizm ise, hammaddeler ve ticari sürüm alanlarının aranmasından doğar. Ekonomik emperyalizm, modern çağların ürünüdür. Kapitalizmle birlikte ortaya çıkmıştır. Tarihi bakından bu türlerden hiçbirine saf halde rastlanmaz. Devletler, emperyalist amaçlarına varmak için çok defa çeşitli emperyalist modelleri bir arada kullanırlar. Kültür emperyalizmi, diğer emperyalizm türlerinin uygulanmasında onlara yardımcı olur ve onları tamamlar. Avrupa ülkeleri, 16.yy.dan itibaren özellikle merkantilist akımın etkisi ile yoğun bir sömürgecilik faaliyetine girişmişlerdir. Sanayi Devrimi, sömürgecilik ihtirasını artırmıştır. Sömürgelerin ucuz ve devamlı hammadde sağlamaları ve sanayi ürünleri için de sürüm alanı olması, ekonomik bakımdan emperyalist ülkelere büyük yararlar sağlamaktaydı. Sağladığı yararlardan biri de, sömürgecilik yoluyla büyük kârların sağlanması ile Avrupalı işçileri refah seviyesi artmakta, işsizlik ihtimalleri azalmakta idi. Böylece sömürgecilik, Avrupa işçilerini büyük sefaletlere ve kütle halinde işsizliğe sürüklemekten alıkoymakta idi. 19.yy.dan beri Avrupa ülkelerinin ekonomik gelişmesinde sömürgeciliğin önemli rol oynadığı bir gerçektir. Ancak kapitalist sistemin ayakta durmasını, gelişmesini sağlayan tek unsur sömürgecilik olmamıştır. Teknik açıdan ilerleme de önemli bir etkendir. Şunu da belirtmek gerekir ki, her imparatorluk ve her emperyalizm sömürgeci olmasa bile, emperyalizm ile sömürgecilik arasında sık sık rastlanan bir bağ vardır. Bu bağ, özellikle güçlü devletlerin, ekonomik emperyalizmi sağlamak için sömürgelere el atması ile ortaya çıkmıştır. Devletleri emperyalist amaçlara yönelten, ekonomik, toplumsal, siyasal, psikolojik, askeri çeşitli nedenlerdir. Emperyalizmin nedenlerini sadece ekonomik nedenlerle açıklamak, bizi hatalı sonuçlara sürükler. Emperyalizm, uluslararası alanda gücün devletler arasında dengeli biçimde dağılmadığı için ortaya çıkmaktadır. Bugün uluslar arası sistem içinde daha zayıf, daha güçsüz devletler ve doldurulabilecek boşluklar bulundukça, güçlü devletler, bu olanaklardan yararlanacaklardır. Avrupalı devletler, sömürge emperyalizmine dünyadaki boş ülkeleri ele geçirmek için girmişlerdir. Günümüzde de güçlülerin zayıfların içişlerine karışmaları, hegemonyaları altına almaya çalışmaları, aynı mantıksal davranışın bir sonucudur. Emperyalizm bazı nitelikler taşır Bir politik tutum olarak en zengin ya da en kudretli devlet eliyle yerine getirilir. Emperyalist devlet, hakim devlettir, kendine bağlı olanı korur, onlara yardım eder ama aynı zamanda onlara hükmeder. Bazı bakımlardan onu sömürür ya da tek bir yönetim altında toplar. Emperyalizm aynı zamanda rakip çiftler halinde görülür. Bütün dünyada tek bir emperyalist güç düşünülemez. Günümüzde A.B.D.'nin bu konuda tekmiş gibi gözükmesi, geçici bir durum olarak kabul edilebilir. |
Cevap : Ne Nedir ?
Felsefe Nedir ?
Felsefe kişinin kendisini ve çevresini anlama, yorumlama, açıklama ve gerçeği arama çabasıdır. FELSEFENİN GENEL ÖZELLİKLERİ - Felsefe, bilgi edinmeye değil bilgi aramaya yönelik bir faaliyettir. - Felsefede cevaplardan çok sorular önemlidir. - Felsefe, insanı ve evreni bir bütün halinde kavramaya çalışır. - Felsefe, bir bilin değildir ancak bütün bilimler felsefeden doğmuştur. - Felsefenin yöntemi her zaman için bilinçli, tutarlı, sistemli bir düşünme yöntemidir. - Felsefi sistemler kendi içerisinde tutarlıdır. Fakat genel- geçer bir niteliğe sahip değildirler. FELSEFENİN YARARI - Felsefe kişide merak ve kuşku uyandırır. - Felsefe bilinçlenmeyi ve görüş açımızın gelişmesini sağlar. - Demokrasinin gelişmesini ve işlemesini sağlamaktadır. - Yeni bilim dallarının ortaya çıkmasını sağlar. - Felsefe insana hemen her konuda akıl yürütebilmesini sağlar. |
Cevap : Ne Nedir ?
VDSL2 Nedir ?
ADSL'in sunduğu geniş bant internet erişimini çok daha üst seviyeye taşıyan VDSL, kullanıcılara doyurucu bir internet deneyimi yaşatıyor. VDSL nasıl ve hangi hızlarda çalışır? VDSL teknolojisi, ADSL'in sunduğu nimet olan tek bir bakır kablo çiftinden kullanıcılara yüksek hızlı internet erişimi sunma konusunu bir adım öteye götürüyor. VDSL, veya ülkemizde uygulanması düşünülen haliyle VDSL2, kullanıcılara benzer bir alt yapıyla çok daha yüksek hızlar sunabiliyor. |
Cevap : Ne Nedir ?
ADSL Nedir ?
Günümüzün en popüler geniş bant erişim teknolojisi olan ADSL, düşük alt yapı maliyetiyle birlikte kullanıcılara hızlı internet sunmanın en kolay yolu. Peki ADSL'in ardında yatan teknoloji ne, sistem nasıl çalışıyor? ADSL teknolojisi, şu anda dünya çapında da oldukça yaygın kullanıma sahip olan, bakır kablolar üzerinden veri aktarımın için özel olarak geliştirilmiş bir veri aktarım teknolojisidir. Temel olarak telefon hatlarının çalışabildiği bakır kablo çifti üzerinden veri aktarma esasına dayanan ADSL, klasik modemlere göre kat kat fazla veri aktarabiliyor. Frekansları Ayırın ADSL'in hem internet bağlantısı sağlaması hem de analog ses aktarabilmesi, tabii ki tamamen kablo üzerinden kullanılan frekansların, ses ve veri aktarımı için ayrı ayrı kullanılmasıyla mümkün oluyor. Bu sebeple modemlerle telefona giden hattı ayıran bir sistem mevcuttur. |
Cevap : Ne Nedir ?
Kader Nedir ?
Kaderin anlamı Allah'ın geçmişten geleceğe kadar, yaşanmış ve yaşanacak olan tüm olayları tek bir an olarak bilmesidir. Bu, Allah'ın her varlık ve olay üzerindeki mutlak hakimiyetini ifade eder. İnsanlar yaşamlarındaki olayları ancak yaşadıkları zaman öğrenebilirler. Ama Allah tüm bunları, insanlar henüz karşılaşmadan önce de bilendir. Allah için geçmiş, şu an ve gelecek zaman birdir. Hepsi de Allah'ın ilmi ve kuşatması altındadır. Çünkü bunların hepsini yaratan O'dur. "Hiç şüphesiz, Biz herşeyi kader ile yarattık" ayetiyle de bildirildiği gibi dünyadaki her varlığın bir kaderi vardır. (Kamer Suresi, 49) Evinizdeki eşyadan yolda gördüğünüz bir taş parçasına, kuru bir ota ya da meyva veren bir daldan tutun da bakkalda rafta duran kavanoza kadar evrendeki canlı cansız tüm varlıkların Allah katında belirlenmiş bir kaderleri vardır. Ve her eşya ya da her canlı varlık için yaratılan kader, sonsuz akıl sahibi Allah tarafından belirlenmiştir. İnsanın dolaylı ya da direk olarak muhatap olduğu herşey, gördüğü her olay, duyduğu her ses tümüyle kişinin dünya hayatındaki "blok" halindeki yaşamının bir parçasıdır. Evrende meydana gelen büyük ya da küçük hiçbir olay asla tesadüfi olarak gelişmez. Hiçbir çiçek tesadüfi olarak açmaz, ya da tesadüfi olarak solmaz. Ya da hiçbir insan tesadüfen doğup, tesadüfen ölmez. Hiçbir insan yanlışlıkla ya da kontrolsüz olarak hastalanmaz. Eğer bir iyilikle ya da bir kötülükle karşılaşıyorsa, bu hiçbir zaman için tesadüfi ya da şans eseri gerçekleşmez. Her biri de insanın yaratılışı ile birlikte Allah tarafından özel olarak belirlenmiş ve insanın hayatındaki yerini almıştır. Allah, "Gaybın anahtarları O'nun katındadır, O'ndan başka hiç kimse gaybı bilmez. Karada ve denizde olanların tümünü O bilir, O bilmeksizin bir yaprak dahi düşmez; yerin karanlıklarındaki bir tane, yaş ve kuru dışta olmamak üzere hepsi (ve herşey) apaçık bir kitaptadır." (En'am Suresi, 59) ayetiyle, toprağın ya da okyanusların kilometrelerce derinliklerinde meydana gelen olaylardan tutun da tek bir yaprak tanesinin düşüşüne kadar evrende meydana gelen her hareketin belirlenmiş bir kader üzerine gerçekleştiğini bildirmiştir. "Yeryüzünde olan ve sizin nefislerinizde meydana gelen herhangi bir musibet yoktur ki, Biz onu yaratmadan önce, bir kitapta (yazılı) olmasın. Şüphesiz bu, Allah'a göre pek kolaydır." (Hadid Suresi, 22) ayetiyle, karşılaşılan her olayın her detayın Allah tarafından özel bir hikmet ve akıl ile planlanmış olduğu bildirilmektedir. Dünyadaki her varlığın kaderi sonsuz akıl ve bilgi sahibi olan Allah tarafından belirlenmektedir. Dolayısıyla her ayrıntı, olabilecek en mükemmel şekilde planlanmakta ve olabilecek en hikmetli şekilde yaratılmaktadır. İnsanın olumsuzluklarla karşılaştığında başına gelen olayın Allah tarafından yaratılmadığını, bir başkasının buna sebep olduğunu sanması ise kişinin kaderi anlayamamış olmasındandır. Çünkü olumsuz gibi görünen her olay aslında birer "kader dersi"dir. Mutlaka hikmet ve hayır gözüyle değerlendirmek gerekir. Büyük, orta derecede önemli ya da önemsiz gibi görünen her olay kaderde hikmet ve hayırla yaratılmıştır. İnsanlar sık karşılaştıkları, istemedikleri şekilde gelişen olaylara aksilik derler. Oysaki aksilikte de hayır ve hikmet vardır. İnsan aksi zanneder halbuki en doğrusu kaderde o olayın o şekilde gerçekleşmesidir. Gün içinde insanları üzen, rahatlarını kaçıran, onları kızdıran, sıkan, aksilik, terslik olarak adlandırılan olayların hikmet ve hayırlarını Allah bir anda toplu olarak gösterse, kişi üzülmesinin ne kadar yanlış olduğunu hemen anlar. İman eden bir insan bu hayırlar karşısında değil hüzünlenmek tam tersine büyük bir sevinç ve neşe içinde olur. Bu nedenle insana düşen görev, kaderde yani Allah'ın kusursuz yaratışının hikmetli bir detayı olan olaylarda hep hayır ve hikmet aramak ve bu kavrayışa sahip olmanın sevincini yaşamaktır. |
Cevap : Ne Nedir ?
Başarı nedir?
Başarı aslında çok şey ifade ediyor. Başarmak yada başaramamak aslında herşeyin altında bir başarı yatıyordur tabi anlamak yada anlayabilmek gerekiyor. Şu bir gerçekki Başarılı insanlar her zaman destek görmüşlerdir ve muhakkak yanlarında her zaman birileri olmuştur başaramayanlar (Fırsat verilmeyenler, Yada Başarısızlığa itilenler de dahil) onlar ise hep yalnızdır kimisi serseri diye nitelendirilir , kimisi aptal , kimisi başı boş , kimileride kullanılır ama sonuç hep aynıdır başarı sahiplenilir. Başarısızlık ise hep atılır itilir vede kakılır hayat acımasız deriz insanlar acımasız deriz hep ama bilmeyizki acımasız olan bizleriz inanın gerçekte kötü diye birşey yoktur bunları biz kendimiz yaratırız ve karşılık vererek büyütürüz içimizdeki sevgide bu yüzden ilk başta güçlüdür direnir ve zamanla bizde önce sevgimizi soldururuz ardındanda yavaş yavaş yok ederiz ve sonunda o an gelir kaçınılmaz son yani farkında olmadan kötüleşiriz ve yavaş yavaş farkında olmadan yok oluruz (Yok olmak ölmek demek degildir. Sevmemek, sevememek, içimizdeki iyiliği öldürmek vb.) Ben bugün bir karar aldım ve bu gidişata kendi adıma son vermek istiyorum. Bazen Doğru olarak bildiğimiz şeyler yalnış olabilir diye düşünerek Kendi miladımı oluşturma kararı aldım. Bu yazı ilk yazımdır ama devamı sürekli gelecektir. Bu yazıyı okuyan tüm herkese sadece birşey sormak istiyorum şuanki halinizde olmak istediğiniz kişimisiniz yoksa degilmisiniz ? Eğer degilseniz bu yazıyı okuduğunuz şu sırada geç kalmış sayılmazsınız varmısınız yeni bir başlangıca varmısınız bu içimizde körelmiş iyi niyete sevgiye iyiliğe bir şans vermeye tertemiz bir hayata güzel bir dünyaya eğer gerçekten inanırsanız emin olun olmayacak ve başaramayacağınız hiçbirşey yoktur. Not : Siz içinizdeki Asıl olmak istediğiniz Kişiliğe bir şans verip öyle davranak şuanki halinizden Yüzlerce Kez daha mutlu ve Huzurlu bir hayat yaşayabilirsiniz ... |
Cevap : Ne Nedir ?
İnsan nedir ?
http://img258.imageshack.us/img258/3594/resim5nk5.jpg Doğadaki diğer biyolojik canlılarda olduğu gibi varolduğu yaşam serüveninde bir çok evrimsel süreçten geçmiştir insan… Ayakları üzerinde durabilmiş, maddeye şekil verip tasarımlar yapabilmiş, elleri ile üretebilmiş ve tüm bunların sonucunda kendini bir bütün olarak ifade edebilecek sanatı ve kültürünü oluşturmuştur. Belki de bu şekilde yaşamı anlamayı, kendini duyumsayabilmeyi öğrenebilmiştir. Ama asıl önemlisi, kendini bir varlık olarak algılama becerisini gösterebilen bilinen tek varlık olmuştur. Sancılı bir süreçtir bu…Eski Hint kültüründe, insan bütün canlılarla kendini bir algılar. Bu düşünüşe göre doğada canlılar birbirlerine bağlı olarak bir aradadır. Klasik Yunanda ise insanın düşünce ve duyguları ile diğer canlılardan ilk kez ayrıldığı görülmektedir; İnsana özgü olan akıl ile insan kendisini diğer varlıkların önüne çıkarır ve bir noktada tanrılıkla bağlanır (Logos). Descartes’ da insan aklı ile tanrısallık bir arada algılanır. Dünyanın varlığından tanrıya giden yol bırakılıp, Tanrılıkta kökünü bulan, bilen aklın ışığından dünyanın çıktığı şeklinde bir sonuçlanmaya varılır. İbni Sina’dan Spinoza’ya ve Hegel’e kadar gelen panteizm, insan tini ile Tanrısal tinin özdeşliğini ana öğretilerden biri haline getirmiştir. Artık insanın tinsel farklılığı irdelenmektedir. Leibniz bunu daha da ileri götürmüştür. Ona göre insan kendinde bir tür küçük tanrıdır. Tarih boyunca kendi üzerindeki bilincinin gelişip artmasıyla insan artık kendisinin kim olduğu, bu evren içerisinde yerinin ne olduğu sorularını da sormaya başlamıştır. Scheler’e göre insanın bu sorgulamaları onu birçok sonuca götürmüş, bu sonuçların etkileri de kendisini insanlık tarihi olarak ortaya koymuş olduğundan, tarihte ortaya çıkan insanlıkla ilgili ide’leri beş farklı ana madde üzerinde toplamıştır; Scheler, özellikle Yahudi ve Hıristiyan geleneğine bağlı olan çevrelerin, dinsel inancın insan üzerindeki ide’si ile algılanan insan düşüncesini dile getirir. Tanımlanan bu ilk ide, Tanrı tarafından yaratılan bir çift insan tasarımının (Adem- Havva) insanlık üzerinde kendisi hakkında bıraktığı etkidir. Bu düşünceye göre, insan daha doğuştan günahkardır. Çünkü aklı ve özgür iradesiyle işlediği günah sonucu Tanrı tarafından cennetten kovulmuştur. İnsanın aklı sayesinde ulaştığı Tanrı kavramı, yine bu aklın, Tanrıyla ama temelde kendisiyle çatışması olarak belki de insanlığın yarattığı ilk mitos biçiminde ortaya çıkmış olması gerçekten çok ilginçtir. İnsanlık üzerinde en çok kabul gören ikinci ide “Homo sapiens” ide’sidir. Yunanlıların ulaştığı bu düşünce, insanın bir “akıl varlığı” olduğudur. Bu düşünce ilk olarak Anaksogoras tarafından dile getirilmiş, Platon ve Aristoteles tarafından da felsefi biçimde açıklanmaya çalışılmıştır. Aristoteles’e göre “Anima rationalis” ide’si yani aklın yolundan giderek bilgi ağacını tanıma ve cennetten kovulma düşüncesi sonraları Hıristiyan felsefesinde de insan özünün “Anima rationalis” ide’si ile tanımlanmasını doğurmuş, bilgi ile günah bir arada algılanır hale gelmiştir. Homo sapiens ide’si insanı hayvandan ayıran bir özelliktir. Akıl aracılığı ile insan varolanı olduğu gibi tanımaya, Tanrıyı, evreni ve kendini bilmeye elverişli hale gelebilmiştir. Aristoteles’ten Kant’a homo sapiens ide’sini kabul eden hemen bütün filozoflar için insan Tanrıca bir etmendir. İşte bu etmen, kaosu kozmos’a çeviren şey ile ilkece aynıdır. Bu durum ise “aklın değişmezliği” tartışmalarına neden olmuştur . Hegel tarafından yadsınmış olan aklın değişmezliği ona göre eksik bir bakış açısıdır. Hegel tarihi aklın ürünlerinin bir toplamı olarak değil, insanlık tininin bir biçimlenmesi olarak görür. Tarih ona göre, Tanrılığın insanın ideler dünyasında anlaşılması ve kendi kendisinin farkına varılmasının meydana getirdiği sürecin adıdır. İnsan üzerindeki üçüncü ide, naturalist, pozitivist, ve daha sonra pragmatist öğretilerin kabul ettiği “homo faber” ide’sidir. Bu düşünceye göre insan temelde hayvanlardan çok da farklı olmayan bir “içgüdü varlığı”dır. Bacon, Hume, Spencer gibi pozitivistlerin insan anlayışları, onun içgüdü varlığı olduğu yönündedir. Çalışan, konuşan, alet yapan, aklını ve mantığını ancak uğraşları ile kuran bir varlıktır insan. Özde düşünen değil yapabilen, şekil veren, üretebilendir. İnsan için ortaya atılan dördüncü ide ise, onun tarih içerisindeki soysuzlaşmasına değinir. Bu görüş, evrimleşme sürecini tamamlayamayan insanın bu eksikliğini giderebilmek üzere varolmak için üretmek zorunda olduğu aletleri kullanma gereksiniminden bahseder. Evrimsel olarak genetik yapılanmasını doğa ile uyumlu hale getiremeyen insan yok olması gereken bir canlı türüdür. Ancak bu yok oluşu o kendi tinsel yapısı ve aklı ile aşmıştır İnsan üzerine günümüz felsefesinde ortaya konan beşinci ide Scheler’e göre kendisini öylesine mağrur ve baş döndürücü bir yüksekliğe koymuştur ki artık insan, üst insan kimliği ile karşılaştırıldığında “utanç verici” bir varlıktır. Üst insan tek sorumlu olan bir efendidir. Yaratıcıdır. Tarihin kendisinde anlam bulduğu yegane varlıktır. Özde ortaya konan bu ateizm kavramı, insanın bir kişi olması için teist Tanrı kavramının varolmaması gerekliliği esasına dayanır. Hartman’a göre insanın dışında bir varlığın geleceği belirlemesi özgür ve kendinden sorumlu bir varlık olarak insanı ortadan kaldırır. İnsanın insan hakkında düşünce tarihinde söylediği yığınla söz ve ürettiği çok sayıda düşünceden sonra vardığı nokta aslında bir yere varamamış olmasının yarattığı içsel çelişkidir. Tarih boyunca insanın aklı ve tinsel yapısıyla ulaştığı Tanrı kavramı, yine aynı akıl tarafından yok edilebilmektedir. Ama asıl paradoksu oluşturan, Tanrıyı reddedebilen insanın, evrende kendisini farklı bir yere koyarken ve insanı tanımlarken, Tanrıyı algılamasını sağlayan tinsel özelliğini her şeye rağmen ortaya koyma çabasıdır. Dolayısıyla aslında insanoğlu bilir ki, Tanrıyı anlamak insana özgüdür ve insanca bir eylemdir. Özetle, bu bir çıkmaz sokaktır. Bu durum ise yaşadığımız çağda, kendi ürettiği en büyük soruya yanıt bulduğunu kabul eden insanı başka açmazlara götürür. İşte böylesi bir durumda da sorulması gereken temel soru, düşünen insanın felsefi “uyanış” ını reddeden çözümlerin oluşturduğu problemlerin neler olabileceğidir? Bir yanda, Tanrıyı sorgulayarak ondan bir şekilde uzaklaşmayı becermiş insan gerçeği vardır. Tanrıyı anlamayı düşünsel boyutta artık gerekli bulmayan insan, varoluşunu anlamak, kendini bilmek adına girdiği bu savaştan vazgeçerek ve tinsel yapısından tekrar koparak bir anlamda insanlığından uzaklaşmakta mıdır? Evet…yanıtlanması zor bir sorudur bu. Ancak insan olma bilinci ve kişi olma sorumluluğu insanı tam anlamıyla tüketmiştir. Belki de bu yüzden vazgeçmiştir günümüz insanı. Yenilmiştir. 19. yüzyıl sonrası ortaya çıkan bilimselci anlayışın faydacı bir bakış açısıyla bütünleşerek değerlendirme ölçütü haline gelmesi başka hangi nedenlerden dolayıdır? Tanrıya insanlaşması için gereksinimi olan insanın onu reddedemeyip göz ardı etme çabasıdır bu. Artık gerçek, sadece denenebilir ve tekrar edilebilir doğruların kendisidir. Öte yanda ise, sanki başka bir dünyada aynı süreç, tanrıyı değil kurallarını yaşamak adına koşulsuz ve sorgusuz bir inancı önermektedir. Çünkü yine yanıtın bulunduğu kabul edilmiştir. Ancak sorunun yanıtını kim vermiştir? soruyu soran akıl mı? Yoksa aklın bulduğu Tanrı mı? Neden artık insanın tinselliği bir yerden sonra gereksiz yada yetersiz bulunabilmektedir? Sanırım yanıtımız ne olursa olsun, bu düşüncenin, sonuçları açısından yine benzer bir şekilde, insanı, sorgulamama noktasına getirebilmesi oldukça düşündürücüdür. Günümüz dünyasında felsefi eğitim konusunda niçin eksik kalınmıştır? Neden ısrarla felsefi düşünceden bilinçli bir şekilde uzaklaşılmakta, bahis konusu edilmemektedir? Öyle görünüyor ki bu durum günümüz dünyasını belirleyen değerlerle, anlayışlarla ve görme açılarıyla ilgilidir. Artık “insan olma bilincinin” rafa kaldırıldığı 21. yüzyılın başlarında “humanitas” idealinin üst bir noktası olarak insan hakları düşüncesine ulaşabilmiş olan insanın, bu hakların ihlalinin önüne neden geçemediği de kanımca son derece açıktır. Felsefi bilginin temeli olarak bağımsız ve yaratıcı düşünmenin zayıfladığı, kendini dar çevresinden soyutlayarak bir bütün olarak algılayabildiği “theoria” yönünü yitirdiği, bilginin, bütünlüğü olmayan ve birbirinden kopuk uzmanlıklarla sınırlandırıldığı dünyamızda insanın kendini anlama çabası, faydacı anlayışından dolayı son derece gereksiz bulunmaktadır. İşte bu yüzden toplum bilimcilerin ısrarla sorgulamaya ve anlamlandırmaya çalıştığı insanın etik anlayışı yok olma sürecine girmiştir. İşte bu yüzden günümüz Türkiye’sinde temel eğitimin üzerinde böylesine hesaplar yapılmakta, “kişi” olabilecek kuşakların, yönetenlerin faydacı anlayıştan kaynaklanan çıkarları uğruna, sorgulayamayan “sürü insan”lar haline gelebilmesi için elden gelen her çaba sarf edilmektedir. Ve işte bu yüzden, tüm teknolojik avantajlarına rağmen günümüz insanı için “İNSAN OLMA SORUNU” ve “İNSAN NEDİR?” sorusu daha önemli hale gelmiş, onun insanlaşması için temel gerekliliğin yanıtın kendisinde değil sorulan sorunun oluşturduğu eylemde, yani “ARAMAK” ta olduğu inanıyorum ki daha da belirginleşmiştir. |
Cevap : Ne Nedir ?
Basit insan nedir ?
Küçük yaşlarda pek çok ideali olan bazı insanlar, büyüyüp olgunluk yaşına geldiklerinde artık belli hedeflere ulaşmış, genellikle okulunu bitirip bir meslek edinmiş, evlenip çocuk sahibi olmuş, iman etmedikleri için başka beklentileri, arzuları ve hedefleri kalmamış, şevk ve heyecanlarını kaybetmişlerdir. Artık herkes içinde bulunduğu şartlara ve kültüre göre vakit geçirmekte; herkes kendine göre bir uğraşı bularak, kimi bir kafede, kimi alışverişte, kimi televizyon seyrederek vakit öldürmektedir. Bu insanlar için her gün bir önceki günün aynısı olmakta, böylece bu insanların hepsi birer birer ölümü bekler hale gelmektedirler. Böyle bir kişi, sabah gözlerini açtığı zaman, bugünün de diğer günlerden bir farkının olmadığını düşünür. Ne var ki beklenilenin aksine bundan şikayetçi de değildir. Çünkü onun yaşadığı her günün hedefi, sadece önünde yaşayacağı vakti en eğlenceli bir biçimde geçirebilmektir. Bu bakış açısında olan bazı insanların hayattan tek beklentilerinin sadece yaşamak olduğu düşüncesi, sadece yaşlılarda ya da emeklilerde değil, başta da belirttiğimiz gibi toplumun her kesiminde, her yaş grubunda görülebilmektedir. Yaşama amaçları yalnızca “boş vakitlerini sözde daha iyi değerlendirmek” olan bu insanlar, aslında hayatlarından sıkıntı duymaktadırlar. Her şeyden çok çabuk sıkılan, can sıkıntılarını giderebilmek için sürekli yeni uğraşılar ve farklı heyecanlar arayan bu insanlar, eğlence adı altında yaşamlarını rahatlıkla tehlikeye atabilmekte çoğu zaman güvensiz ve riskli ortamlarda huzuru arayabilmektedirler. Kısaca, sabah işe gidip akşam dönmek, televizyon programlarını seyretmek ve yemek yiyip, yatmaktan başka yapacak bir işleri ya da hedefleri olmayan insanlarda da tek amaç yaşamayı umdukları hayatı daha zevkli geçirebilmektir. Ölümü ve ahireti unutarak amaçsızca oyalanan, basitlik olarak nitelendirilebilecek bu kültür içinde yaşayan ve hayattan hiçbir beklentileri kalmayan bu insanların amaçları, "sadece yaşamak"tır. Bunlar hayatlarının amacını vicdanlarında sorgulamayan, ahiretten gafil olan, din ahlakından uzak olarak yaratılış gayelerini düşünmeden yaşayan kimselerdir. Allah'ın rızasını, rahmetini kazanmak, O'nun razı olacağı salih amellerde bulunmak, güzel ahlaklı, vicdanlı insanlarla hayırlarda yarışıp öne geçmek gibi hedefleri olmadığı için kısa ömürlerini rahatlıkla tüketebilmektedirler. Çalışan, çalışmayan, genç, yaşlı, fakir, zengin, kadın, erkek ayrımı olmaksızın, yaratılış amacından uzak olan kimi insanlar kendilerine bu basit ideali edinmişlerdir. Dünyadaki şans oyunlarına olan eğilimin, içki, sigara ve uyuşturucu bağımlılığına olan artışın sebebi de budur. Yaratılış amaçlarını gözardı ederek bir ömrü Allah'a kulluktan uzak geçirmiş olan, sadece iyi yaşamayı amaç haline getiren bu insanların, ayette bildirildiği üzere ölümün gelmesiyle birlikte hemen şuurları açılmakta ve yaşadıkları hayattan pişmanlık duymaktadırlar (Fecr Suresi, 24). Bizlere karşılık beklemeden hayat veren, can bağışlayan Yüce Rabbimiz sonsuz rahmet sahibidir. Allah Kuran’da tevbe edenlerin tevbesini kabul edeceğini ve Kendi rahmetinden umut kesilmemesini bildirmiştir: |
Cevap : Ne Nedir ?
GEYİK NEDİR_???
CvP: geyik: herhangi bir kanıtlama amacı gütmeksizin genelde alakasız konularda soylenen icinde bos laflar olan bos beles ama bi o kadarda dolu dizgin insanların yaptıgı konusmalardır... Yada baska bir tanımını yapacak olursam: Geyik: asagdaki resimlerde gormüs oldunuz masum hayvancıklardır http://www.resimler.us/uploaded/2008...ik1%5B1%5D.jpg http://www.avrupagazete.com/upload/geyik1021.jpg |
Cevap : Ne Nedir ?
Türban Nedir..?
“Türban” kelimesi dilimize Fransızcadan geçmiş ve Fransızcaya da Arapçadan geçmiş bir kelimedir. Bu kelimenin esas anlamı başa geçirilen ve başı sıkıca saran baş giyimi demektir. Bone demektir. Cumhuriyetimizin başlarında ve sonralarında kadınlarımızın daha çağdaş(!) görünebilmeleri adına batıdan esinlenilen ve modern(!) olduğuna inanılan bir baş giyimiydi. Çağdaşlık adına takılıyordu. O dönemlerdeki resimlere bakılırsa bu daha iyi görülecektir. Bugün de ender de olsa bazı kadınlarda ve bazı bakan eşlerinde sık olmasa da görülmektedir. Bugün takan hemen hemen yoktur desek daha doğru olacaktır. Hepimizin malumu olduğu üzere bugün her alanda kavram kargaşası olduğu gibi başörtüsüne de “Türban” denilerek maalesef bir kavram kargaşası daha meydana getirilmiştir. Ama bu kargaşası kasıtlı ve sinsi bir gaye taşımaktadır. Bu kavramı ortaya atarak sinsice emellerine ulaşmak istemişlerdir. Kimler mi? Siz onları iyi bilirsiniz aslında! Hani başörtülü kızlarımızı gördüklerinde deli danalar gibi dişlerini gıcırdatan,ikna odaları kurarak taarruza kalkan,meydanlarda esen gürleyen sürü var ya… İşte onlar ve onların akıl hocaları ve türevleri… Ne diyorlar? Neymiş bu “Türban”mış,buda başörtüsüymüş… Ve de utanmadan İslam’la hiçbir alakası olmadıkları halde,başörtüsünün nasıl olduğunu ve nasıl bağlanacağına da tarif ederek ahkam kesiyorlar… Aymazlığa ve pişkinliğe bakar mısınız? Müslüman Kızlarımızın ve kadınlarımızın inançlarından dolayı taktıkları başörtülerine başörtüsü değil diyerek “Türban” diyorlar.. Bugün esas sıkıntı üniversitelerdedir. Ve üniversitelerde başlarını örten bütün kızlarımızın başlarına taktıkları kesinlikle başörtüsüdür,”Türban” değil! Kızlarımızın ve kadınlarımızın başlarına taktıkları “Türban” değildir,kesinlikle ve kesinlikle başörtüsüdür. Başörtüsüne karşı olanların sarıldıkları bir kelimedir “Türban”. “Türban” takan hiçbir üniversiteli kızımız yoktur şu an… Bu kasıtlı olarak ortaya atılan bir karalamadır. “Türban” takan yok ama “Türban” takanları sokmayacağız diye yeminler ediliyor maalesef… Başörtüsüne karşıyız demeliler ve millet de gerçekleri görmelidir. Yapılan haksızlıktır. Siyasal simge diyerek de başka bir yanlışlık yapılamaktadır. O zaman adama sormazlar mı? MHP de yok mu,CHP de yok mu,AKP de yok mu,SP de,DP de,BBP de yok mu bu insanlar… Bunların hepside mi siyasal simge kardeşim? La havle… Yanıltmayalım, bilinçliyse kandırmayalım kimseyi... Geleneksel baş örtüsü ile bugün siyasal simge yapılan sıkmabaş bir değildir. Herkesin karşı olduğu bu sıkmabaş'tır... aşağıda görülebilir... http://www.gunes.org/vs/ortu.jpg |
Cevap : Ne Nedir ?
Din nedir?
-------------------------------------------------------------------------------- DİN NEYE DENİR? Din, Allah-u Teala tarafından konulmuş ilahi bir kanun olup, akıl sahiplerini kendi istekleri ile her iki cihanda huzura kavuşturan ilahi bir nizamdır. Dinler üç kısma ayrılır Hak din, muharref din ve batıl din. Bu dinlerin içinde hak dinden başka hiç biri geçerli değildir. Çünkü hak din diğerleri gibi uydurma ve değiştirilme değildir. İslam dini hak dindir. İslam dinin özelliği dünyada huzur ahirette ise eminliktir. Bu din Adem Aleyhisselam’dan Peygamberimiz Muhammed Aleyhisselam’a kadar olan bütün peygamberlerin dinidir. Bütün peygamber gönderildikleri kabilelerini İslam dininin temel inancında olduğu gibi bir olan Allah’a ibadet etmeyi tebliğ etmişlerdir. İslam dini kendinden önceki dinlerin hükmünü kaldırmış ve kıyamete kadar geçerli olan dindir. Bu Allah katında da böyledir. İslam dinin diğer dinlerden olan özelliği, onun son din olması, bütün insanlığa gönderilmiş olmasıdır. Dinimiz her akıllı insanın uyacağı ve rahatlık la kurallarını uygulayacağı bir dindir. Bu dinde zorluk ve aşırıcılık yoktur. İslam dininde yolculara, hasta olanlara, gücü yetmeyen yaşlılara kolaylık tanınmıştır. İslam dini sevgi, huzur ve barış yanlısı olan bir dindir. Dinimiz; İman, Amel, ve Ahlak olmak üzere üç kısımdır. İman; Allah’tan Peygamberimize gelen her şeyi tasdik etmektir. Amel: İnanılanla amel etmektir. Ahlak: İnsanın tabiatına yerleşen huylardır. Bu huyların en güzel olanı en makbul olanıdır. İslam’da şer’i hükümlerin dört ana kaynağı vardır ki bunlar şunlardır: Kitap: Allah tarafından peygamberimiz Muhammed (SallAllah-u Aleyhi ve Sellem)e vahiy yoluyla 23 senede indirilen ve günümüze kadar bir harfi bile bozulmadan gelen Kuranı Kerim’dir. İslam dininin de bütün hükümler ona dayanılarak verilir. Sünnet: Peygamber Efendimizin mübarek sözleri işlemiş olduğu şeylerdir. İcma: Peygamberimizden sonra Ashabı Kiram’ın ve sonra gelen asırlarda yetişen islam müctehidlerin birleştiği meselelerdir. Kıyas: İllet benzerliği sebebiyle sabit olan bir hükmü ayet ve hadisle sabit olmayan, başka bir hükümle kıyaslamaktır. |
Cevap : Ne Nedir ?
Kadın nedir?
''Kadın''ın fiziksel, kimyasal özellikleri, genel kullanım alanları, test sonuçları ve potansiyel tehlikelerini burada bulacaksınız. Her erkek bunları mutlaka okumalı ;-) . Bir kadının hammadde bilgi güvenlik formu Element : Kadın Sembolü : WO Atom ağırlığı : 53,6 kg olarak kabul edilmiştir ancak 40 kg'dan 200kg'a kadar değişik çeşitleri bulunmaktadır. Bulunduğu yerler : Gezegendeki tüm kırsal ve kentsel alanlar Fiziksel özellikleri 1- Yüzeyi renkli film tabakasıyla kaplıdır. 2- Değişik sıcaklıklarda kaynar. 3- Bilinen bir sebep olmaksızın donar. 4- Özel ilgi gördüğünde erir. 5- Yanlış kullanımlarda ısırır. 6- İşlenmemişinden sıradan maden filizine kadar pek çok halde bulunur. 7- Doğru noktalara basınç uygulandığında ürün verir. 8- Standard ölçüleri varsa da kolay bulunmaz. 9- Çekici özelliği nedeniyle fazla yaklaşılmaması önerilir. Kimyasal özellikleri 1- Altın,gümüş,platin ve diğer kıymetli madenlerle yakın akrabalığı vardır. 2- Büyük miktarlardaki pahalı maddeleri ve değerli taşları absorbe edebilir. 3- Belli bir sebebe bağlı olmaksızın patlayabilir. 4- Sebepsiz yere çıkıp gidebilir. 5- Likitlerde çözünürlüğü yoktur fakat alkolle doyurulduğunda aktivitesi büyük oranda artar. 6- Dünyada bilinen en büyük servet indirgeyicidir. 7- Özellikle kapalı alanlarda bir arada tutulmaları tehlikelidir. Çok sayıda bir arada olmaları merkezi sinir sistemini etkiler. Genel kullanım alanları 1- Genelde süs olarak. 2- Üretimde kullanılır. 3- Belli dozda kullanılması halinde rahatlamada büyük yardımcı özelliği vardır. 4- Çok etkili temizleyici özelliği vardır. Testler 1- Saf numunesi doğal halde bulunabilirse rengi parlak pembeye döner. 2- Daha iyi bir numunesiyle kıyaslandığında rengi yeşile döner. 3- Kulağa zarar verdiği tespit edilmiştir. Potansiyel tehlikeleri 1- Tecrübesiz ellerde çok tehlikelidir. 2- Birden fazlasıyla ilgilenmek yasal olarak engellenmiştir ancak değişik mekanlarda ve birbirleriyle direkt temas etmelerini engellemek koşuluyla bu yapılabilir. 3- Ayni mekanda, uzun süre bir arada olmak,çeşitli sakıncalar oluşturmaktadır. 4- Bağımlılık yapabilir ve tedavisi yoktur |
Cevap : Ne Nedir ?
Kaliteli olmak nedir
-------------------------------------------------------------------------------- Kaliteli olmak... Herkesin dilindedir bu laf, dilindedir de nedir bu kaliteli olmak? Ya da ben ne anlıyorum bundan? Ama katılırsınız ama katılmazsınız; ben size ne anladığımı aktarayım isterseniz sevgili dostlarım. Gerisi sizin bileceğiniz iş... Kaliteli olmak... sabah evinizden çıkarken ailenizin arkanızdan hayır duası etmesidir. Evet dostlar, hayat dediğimiz şey o kadar kısa ki; sevdiklerimiz elimizden yitip gittiğinde "ah keşke onu bu kadar üzmeseydim, bir hayır duasını alsaydım" demek birçok şey için geç kaldığımızı vurur suratımıza. O yüzden bizi seven insanların kıymetini onların sağlıklarında bilmek lazım. Bunu yaparsak zaten onların hayır duasını da almış oluruz. Kaliteli olmak... komşularınıza hasta olduklarında bir çorba ısıtacak kadar yakın; evlerine kaçta girip kaçta çıktıklarıyla, evlerine kimin geldiğiyle ilgilenmeyecek kadar da mesafeli olmaktır. Birçoğumuz komşularımıza iyilik yapmanın, onların özel hayatlarının en kuytu yerlerine kadar bilmemize ve yine onların özel hayatlarına müdahale etmemize hak sağladığını düşünür. En azından benim komşularım böyle. Hani deriz ya, "şu ecnebilerde çok soğuk" diye. Biz de "sıcak" olmakla "saygısız" olmayı birbirine karıştırır dururuz. Kaliteli olmak... bir dostunuzla iyi iken sizinle paylaştığı şeyleri, günün birinde dargın düştüğünüzde saklamayı bilmektir. Maalesef her gün televizyonlarda görüyoruz, gazetelerde okuyoruz. Çok uzaklara gitmeyelim; komşularımız, akrabalarımız arasında da tanıklık ettiklerimiz oluyordur. Bir zamanlar canciğer arkadaş, dost olan kişiler; olası dargınlıklarında bildikleri bütün şeyleri yaymaktan hiç çekinmiyorlar. Bu ne kadar iğrenç bir davranıştır böyle? Kaliteli olmak... ırk, din, dil, cinsiyet, cinsel tercih, renk (daha o kadar kavram eklenebilir ki buraya) ayrımı yapmaksızın insanlara önyargısız bakabilmektir. Çevremizde gördüğümüz bizden farklı durumdaki insanları, o halleriyle kabul etmeyi öğrendiğimizde birçok sorunun da üstesinden gelebileceğimiz gün gibi aşikârdır. İnsanları sınıflandıran bizler değil miyiz? Onlara bir fırsat vermeden, kalıplara sokan da biz değil miyiz? O zaman sorun kabul ettiğimiz şeyleri yaratan da bizleriz. Kaliteli olmak... üstünüz başınızın "marka" giysilerle kuşanmış olması değildir. Kıçınızdaki kotun "dizel" ya da "kurşunsuz" olması sizin kalitenize bir şey katmaz. Ya da ceketinizin "pierre cardin" yerine "ömer usta-mardin" olması değerinizi düşürmez. Mesele yüreğinizin çapı ile alakalıdır aslında. Oraya kaç kişi sığdırabildiğinizle ilişkilidir. İç dünyanız kötü ise, bu durumu bir yere kadar giysilerle, süslerle örtebilirsiniz. Bir yerden sonra ise hiç biri gizleyemez sizin değerinizi ya da değersizliğinizi. Kaliteli olmak... her yeni öğrendiği bilgi yüzünden (daha 1 gün önce kendisinin de bilmediğini unutarak) o bilgiyi bilmeyenlere karşı yukardan bakmamaktır. Hepimizin bildiği üzere bilginin sonu yok. Her gün yeni bir şey öğreniyoruz. Ama bu bilgilerden önce öğreneceğimiz ilk şey alçakgönüllülük olmalıdır. Mütevazılıği kavrayamamış bir kişi "ayaklı ansiklopedi" olsa bile toplumda pek de sevilen bir kişi olmaz. Bunun yanında alçakgönüllü olacağım diye de, "cahil"in karşısında susmak da olmaz. Kaliteli insan bu dengeyi de ayarlayabilen insandır zaten. Kaliteli olmak... yüreğinde nefret tohumları yerine, sevgi çiçekleri barındırabilmek ve bunu yaparken de bir karşılık beklememektir. İnsanlar için sevmek, nefret etmekten daha zor olabilir. Hele ki sevgiyi ifade ettiğinizde "light", nefreti ifade ettiğinizde "reis" olarak nitelendirildiğiniz bir toplumda yaşıyorsanız bu durum hakikaten zordur. Ama zor olan her şey güzeldir de. O yüzden zor olanı seçip sevmeliyiz birbirimizi. Futbolu çok seven birisi olarak benim taraftarlık tanımımda bu doğrultudadır: "kaliteli taraftarlık diğer takımlardan nefret etmek değil; kendi takımına sevgi beslemektir..." Kaliteli olmak... bir yarışı, bir mücadeleyi kaybettiğinde, kazananı alkışlamayı bilmektir. Bu hayatın her alanında geçerlidir, sadece sporla sınırlamamak lazım. Yani hayatın kendisi zaten bir yarıştır, bu yarışta gerisinde kaldığımız kişileri tebrik etmeyi bilmeliyiz. Ve önüne geçtiğimiz kişileri de hor görmemeyi tabi ki. Kaliteli olmak... insanların arasını düzeltmek için uğraşmaktır. Dünya ahalisi olarak giderek birbirimizin kuyusunu kazmaya merak saldığımız, insanların kavgalarını izlemekten zevk aldığımız şu günlerde asıl yapılacak işin insanların küskün oldukları kişilerle arasını düzeltmek olduğunu nasıl da gözden kaçırıyoruz? Biz; hakaret işitmekten, kavga seyretmekten haz alan bir toplum değildik, neden bu hale geldik bilmiyorum. Sadece çocuklar için çok üzülüyorum. Kaliteli olmak... karşındaki insana güvenmektir. Son zamanlarda canımı sıkan şeylerden birisi de insanlarda güven duygusunun kalmaması. Bu duygunun olmadığı yerde yaşamak çok acı veriyor bana. Dostlarıma her zaman söylediğim bir şey var: "Karşınızdaki kişilere güvenin. Belki bu koşulsuz güveniniz sizin çoğu kişiden kazık yemenize sebep olabilir. Ama aslında kaybeden siz olmuyorsunuzdur. Çünkü birbirine güvenmekten bu kadar korkan bir toplumda, sizin gibi herkese güvenen birisinin güvenini boşa çıkarmak, o kişinin kaybı olur. Neticede güveninizi esirgemediğiniz kişiler içerisinden bir tane "düzgün" insan çıktı mı, (diğerlerinin hepsi "menfaatçi" olsa bile) bütün hepsine bedeldir, unutmayın." Kaliteli olmak... hoşgörülü olmaktır. Herkesin bir insan olduğunu, herkesin hatalar yapabileceğini aklımızdan çıkarmamak gerekir. Bir kimsenin karşısındakini affetmemesi için (kaldı ki affetmek kavramı bile insana has bir kavram değildir bence), kendisinin insanüstü bir yaratık olması gereklidir bence. Çünkü eğer o da insansa onun da hataları, kusurları olmuştur ve her an yenilerinin olması da muhtemeldir. Kaliteli olmak... gördüğümüz bir haksızlık karşısında, haksızlığın bize yapılıp yapılmadığına bakmaksızın ortada bir haksızlık olduğunu söyleyebilmektir. Maalesef artık sadece ucu bize dokunan yanlışlıklarda sesimizi çıkarır olduk Böyle olunca da, haklının sesi hep "cılız" kalıyor ve hep haksızlar kazanıyor. |
Cevap : Ne Nedir ?
Karabasan nedir
karabasan olayının bilimsel açıklaması Karabasan'ın tıp dünyasındaki karşılığı nedir? Tıptaki adı uyku felcidir. İnsanlar rüya gördükleri REM uykusu sırasında, göz ve solunum kasları dışında tamamen fizyolojik bir felç durumundadırlar. Hiçbir kasları çalışmaz. Böyle olmasaydı, biz rüyalarımızı oynar hale gelirdik. Rüyamızda ne yapıyorsak, yatakta da onu yapmaya başlardık. Bazen rüyadan uyandığımızda beynimiz uyanık ve etrafın farkında olduğumuz halde, hareket edemez, ses çıkaramaz ve göğsümüzün üzerinde bir ağırlık varmış gibi hissederiz. Bunu herkes hayatının bir döneminde en az bir kez yaşamıştır. Korku verici bir durumdur. Ama saniyeler içinde kendiliğinden düzelir. Karabasanın olma nedeni; uykudan uyanmamıza rağmen REM uykusundaki fizyolojik felç halinin, uyanır uyanmaz çözülmemesine bağlıdır. |
Cevap : Ne Nedir ?
eline saglık valla
|
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.