![]() |
Ayurveda
BİR YAŞAM BİÇİMİ: AYURVEDA
[color="#535353"][/b] Ruh ve beden yapısına göre kişiye özel bir yaşam sistemi oluşturuluyor. Amaç sağlıklı ve uzun bir yaşam. Ayurvedaya göre sağlığı korumak, tedavi etmekten daha önemli. Dosha adı verilen beden tipleri, hangi tür hastalıklara meyilli olduğumuz konusunda ipucu veriyor. Kişide birden fazla beden tipi bulunabiliyor ancak kimseninki bir diğeriyle aynı değil. Bir beden tipi için iyi olabilecek bir yiyecek, bir diğeri için etkisiz olabiliyor. Ayurvedada belli başlı üç beden tipi var. Bu beden tipleri Vata, Pitta ve Kapha olarak sıralanıyor. Aile Hekimliği konusunda uzmanlaşmış olan Dr. Ender Saraç, "Ayurveda" ve "Ayurveda ile Zayıflama " isimli kitaplarında, alınan fazla sayıda kimyasal ilâcın yol açtığı yan etkilere dikkat çekiyor. İnsanların tamamıyla iyileşmediğini, sadece semptomların bastırıldığını belirten Saraç, bu yüzden tamamlayıcı tıbba olan ilgiyi doğal buluyor ancak kutuplaşmaya da karşı. Saraç'a göre ayurveda, koruyucu hekimlik alanında stresle başa çıkma, enfeksiyondan korunma ve anti-aging kapsamında batı tıbbıyla paralel bir uygulama. Özellikle cerrahi hastalıklarda Batı tıbbının gerekliliğinin altını çiziyor. Saraç, tıp doktorları dışındaki, ehil olmayan kişiler tarafından yapılan uygulamaların zararlı sonuçlara yol açabileceğinin altını çiziyor. Saraç'a göre, dünyadaki her bilgi gibi ayurveda da kadim bilgileri referans alan öğretileri barındırıyor ancak bunlar, dini veya siyasi başka amaçlarla karıştırılmamalı. Bu tür uygulamalar yapan yerlerden de uzak durmalı. |
Ayurveda
Mutluluk diyeti ! Mutluluk diyeti ! Beslenme uzmanı Tea Garland, ruh sağlığını dengeleyecek bir diyet programı hazırladı. İşte psikolojik ve bedensel sorunlar, bunların besinlerle çözümleri Yorgunluk ve enerji azlığı: Daha fazla ekmek, makarna, pilav gibi karbonhidratlı besin almalısınız. Günde en az 8 bardak su için. Kepekli ekmek, kuru yemiş, üzerine kabak veya ay çekirdeği, çamfıstığı konmuş yeşil salata, kırmızı et, koyu yeşil renkli sebzeler, kuru fasulye ve mercimek de eksikliği giderecektir.Endişe, stres ve öfke: Kafein içeren içeceklerden ve alkolden sakının. Günde birkaç porsiyon sebze ve meyve, iki porsiyon et, balık, tavuk gibi protein değeri yüksek yiyecekler, haftada 5 porsiyon tahıllı besin alın, sütlü mamulleri fazla kaçırmayın, az yağlı peynir ve sütü seçin.Depresyon: Şeker ve kafein içeren yiyecek ve içeceklerden uzak durun. Vücudunuzda demir, B12 vitamini, folik asitin eksik olup olmadığını öğrenin. Bu eksikleri gidermek için peynir, uskumru, somon, morina gibi yağlı balıkla, yumurta, kuru badem, ceviz, kuru fasulye, patates ve balkabağı yiyin. Az az, kısa ve eşit aralıklarla yiyin.Unutkanlık ve zihinsel yorgunluk: Anti - oksidan ve omega 3 yağlarını içeren besinlere, koyu renkli sebzelere ağırlık verin. Yağlı balık, ceviz, yaş meyve (özellikle böğürtlen, limon, greyfurt, avokado), kuru kayısı, domates yoğurt yiyin. Güne büyük bir tabak meyve ile başlayın. Çiğ besinler tüketin; soya, susam ve zeytinyağını diğer yağlara tercih edin. |
Ayurveda
Mehmet Öz'den akıllı hasta tüyoları Mehmet Öz'den akıllı hasta tüyoları Dünyaca ünlü kalp cerrahı Prof. Dr. Mehmet Öz, akıllı hasta olmanın günümüzde çok büyük bir önem kazandığını söyledi. İşte Mehmet Öz'den akıllı hasta olmanın püf noktaları: İstanbul Halk Ekmek'in ana sponsorluğunda, Colombia/Cornell Üniversitelerine bağlı New York Presbyterian Hastanesi Intermed Polikliniği ve Türk medya grubu işbirliğinde düzenlenen ''Sağlıklı Yaşam Konferansı''nın 4'üncüsü yapılacak. ''Akıllı Hasta Olmak'' konusunun ele alınacağı konferans öncesi Lütfi Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi Sarayı'nda düzenlenen basın toplantısında konuşan Mehmet Öz, her 5 kişiden ikisinin hayatı boyunca önemli bir tıbbi hatayla karşılaşma olasılığı bulunduğunu, en ileri teknolojiyi kullanan en iyi doktorların bile bunu önleyemediğini söyledi. Öz, bu nedenle ABD'de her yıl 100 bin insanın hayatını kaybettiğini, Türkiye'de de bu rakamın 20-25 bin kişi olduğunun tahmin edildiğini kaydederek, bu nedenle günümüzde ''akıllı hasta olmanın'' çok büyük önem kazandığını vurguladı. ''Hastalığı suça, kişinin öz geçmişini de delillere'' benzeten Öz, en güvenli ve en iyi bakımı almayı garantileyebilecek tek yerin, kişinin kendisi olduğunu, bunun da dedektiflerin kullandığı bazı teknik ve stratejilerle yapılabileceğini söyledi. Prof. Dr. Mehmet Öz, ''Tıpkı bir dedektifin ip uçlarını izleyerek bir davayı nasıl çözeceğini bilmesi gibi, sağlık sisteminde de delil toplamayı, analiz etmeyi ve kaliteli tedavi edinmesini sağlayacak bir ekip oluşturmayı öğrenmelisiniz'' dedi. -HEMŞİREYE SORUN- Konuşmasında akıllı hasta olmanın püf noktaları hakkında bilgi de veren Öz, şöyle konuştu: ''Doktorunuzu dikkatli bir şekilde seçmelisiniz. Bu konuda hemşirelere sorular sorarak hangisinin çalışkan ya da gece gelip hastasına baktığını öğrenebilirsiniz. Hekiminize giderken sorularınızı baştan hazırlayın ve cevapları not edin. Yanınızda mutlaka refakatçi götürün. Kullandığınız ilaç, vitamin ve doğal bitkilerin yer aldığı bir liste hazırlayın. Teşhis konusunda başka bir doktordan bilgi alın.'' Mehmet Öz, kalp cerrahisi alanında meydana gelen önemli değişiklikler hakkında da bilgi vererek, yaşlanma ya da doğumsal sorunlara bağlı aort kapakçığı darlıklarının artık cerrahi müdahale olmadan ''kateter'' yardımıyla girilerek değiştirilebildiğini söyledi. Öz, ayrıca, ani, şiddetli kalp rahatsızlıklarında, kalp krizi ve kalbin görevini yerine getiremediği durumda da ani müdahale için yeni bir kalp destek cihazı geliştirdiklerini bildirdi. Colombia Üniversitesi Kardiyoloji Uzmanı Doç. Dr. Özgen Doğan da ani kalp krizlerinde ilk müdahalenin önemine işaret ederek, bu durumlarda elektrik şokunun çok önemli olduğunu kaydetti. Doğan, desibilatör cihazı ile elektrik şokunun ilk 3 dakikada verilmesi halinde kişinin yaşama dönme şansının yüzde 80 olduğunu, 11 yaşındaki oğlunun okulunda bu cihazdan iki tane bulunduğunu ve tüm hastanelerde de bulunması gerektiğini söyledi. Brady Vakfı Üroloji Bölümü'nden Dr. Ashutosh Tewari de bugüne kadar bin 400 prostat kanseri hastasına robotik cerrahi uyguladığını anlattı. Prostat kanserinin en yaygın kanser türlerinden biri olduğunu belirten Tewari, ''Prostat kanseri dünyada o kadar çok yaygın ki eğer İstanbul'daki konutları boşaltıp sadece bu hastaları getirseydik tüm konutlar dolardı'' dedi. Tewari, erken teşhisin önemine de dikkati çekerek, bunun için ''lütfen hayatta kalın'' adını verdiği ''TSA'' testinin yapılmasını önerdi. |
Ayurveda
Sağlık ve güzelliğe böğürtlen Sağlık ve güzelliğe böğürtlen Hafıza kaybından, ishale kadar bir çok rahatsızlığa iyi geldiği belirtilen böğürtlene olan ilginin, her geçen gün arttığı bildirildi. Uzmanlar tarafından, çiçekleri ve taze meyvesinin bir çok hastalığa iyi geldiği belirtilen böğürtlen, iklim özellikleri nedeniyle en çok Mersin ve Bursa yörelerinde yetiştiriliyor. Kozmetik sanayisi ise böğürtlen aroması bulunan duş jeli ve güzellik losyonları üretmeye başladı. Böğürtlenin sıkılarak elde edilen suyunun ishal rahatsızlıklarına, taze veya kurutulmuş 20 gram böğürtlen yaprağından yapılan çayın ise, ağız yaralarına iyi geldiğini belirten uzmanlar, antioksidanlar açısından zengin olduğunu belirttikleri meyvesinin ise yaşlılıktan kaynaklanan hafıza kayıplarına, diyabete ve böbrek taşlarına karşı kullanıldığını söylediler. Böğürtlen bu özelliklerinin yanı sıra, son günlerde değişik kozmetik firmaları tarafından da doğal bitkilerden üretilen ürünlerin hammaddesini de oluşturduğu belirtildi. Firmaların vücut güzellik losyonları ve duş jeli gibi doğal bitkilerden imal ettikleri ürünlerinde böğürtlen çiçeği ve meyve aromasını kullandıkları kaydedildi. TALEP ARTTI Mersin'in Silifke İlçesi Böğürtlen Üreticileri Birliği Başkanı Ekrem Doğan, AA muhabirine yaptığı açıklamada, anavatanı Bursa olmasına karşın Türkiye'de en erkenci bögürtlen meyvesinin Silifke'de yetiştirildiğini söyledi. Silifke Ovası'nda bu yıl toplam 180 dekar alanda ekim yaptıklarını ve yaklaşık 330 ton rekolte beklediklerini belirten Doğan, artan talep karşısında ekim alanlarının her geçen yıl arttığını ifade etti. Böğürtlenin taze olarak tüketilmesinin yanı sıra reçel, marmelat gibi bir çok kullanım alanının bulunduğunu anlatan Doğan, uzmanlar tarafından bir çok hastalığa iyi geldiğinin de bilimsel olarak kanıtlandığını sözlerine ekledi. |
Ayurveda
Detoksifikasyon tedavisi Detoksifikasyon tedavisi Çevre kirliliği, sağlığımızı tehdit eden önemli bir sorundur. Şu veya bu şekilde bedenimizi kirleten çevresel toksinleri yok edici (detoksifiye edici) yöntemleri (detoks kürleri) ve araçları kullanmamız sağlıklı ve uzun bir yaşam için gereklidir. Vücudumuza zarar veren bu zehirli kimyasallar; dokularımızın, organlarımızın, hücrelerimizin ve hücre içi organcıkların başlıca düşmanları ve tahrip edicileridir. Çevremizin ve bedenimizin ürettiği toksinlere karşı detoks sistemlerimizin yetersiz kalması halinde toksin yükümüz artar, yorgunluk, güçsüzlük, bitkinlik, kendini iyi hissetmeme, aşırı uyku ya da uykusuzluk, kas ve eklemlerde gerginlik, ağrı ve güçsüzlük, sinirlilik, bunaltı hissi gibi birçok sağlık sorunu ortaya çıkar. Aslında, vücudumuz terleme, solunum, idrar yapma, bağırsakları boşaltma ve safra oluşumu ile bedende normal :-):-):-):-)bolizma süreçleri sonucu oluşan toksinlerden korunmayı çok iyi bilmektedir. Bedenimizin normal :-):-):-):-)bolik faaliyetleri ile oluşan toksik ürünlerden başka karşılaştığı çeşitli ruhsal ve fiziki stresler, çeşitli enfeksiyonlarla mücadele faaliyetleri sonrası oluşan zararlı atıklar da; böbrekler, karaciğer, akciğer ve deri gibi birçok organın ortak çabası ile vücuttan uzaklaştırılır. Her yıl insanlar, topraktan, sudan, soludukları havadan yani atmosferden ve aldıkları gıdalardan binlerce kimyasal toksik ve zehirleyici maddelerin etkisi altında kalmaktadırlar. Bu zehirleyici maddeler insan organizmasında, beden direnç sisteminin azalması veya yok olması, hormonal dengesizlik veya fonksiyon bozuklukları, sinir sistemi bozuklukları veya direnç kaybı, fizyolojik dengesizlikler ve hatta geriye dönüşü olmayan hastalılar ( kanser ) gibi çok çeşitli ve farklı belirtilerle kendilerini gösterirler. Detoksifikasyon ise, organizmanın kendisine yaramayan ve bozucu etkileri olan bu zehirli maddelerden kurtulmasıdır. Doğal olarak beden kendisine zararlı olan toksinleri karaciğer, böbrekler, idrar, dışkı, solunum yolu ve ter ile deriden atarak temizler ve kendisini arındırır. Ancak özellikle ikinci Dünya Savaşı sonrası endüstrinin giderek yoğunlaşmasıyla beraber gelen petro-kimyasal devrim, toksinlerin, insan :-):-):-):-)bolizmasının kendini temizleme sürecinden çok daha hızlı yığımlanmalarına yol açmış ve organizma kendi kendini temizleyemez hale gelmiştir. Çağımızda özellikle metropollerde yaşayan insan bedenlerinde endüstriyel kimyasallar, pestisit diye tanımlanan tarımda kullanılan zehirli maddeler, gıdaların bozulmaması için kullanılan katkı maddeleri, ağır :-):-):-):-)ller, anesaaaik maddelerin ve özellikle bilinçsizce kullandıkları ilaçların kimyasal kalıntıları, toplumlarca legal kabul edilen drogların ( alkol, tütün, kafein ) kalıntılarıyla beraber illegal droglardan (eroin, kokain v.s. gibi) oluşan çok karmaşık bir kokteylin etkisi altında yaşamlarını sürdürme çabasındadırlar. Metropollerdeki standardın üzerindeki hava kirliliği, çevre kirliliği nedeniyle içme sularında kurşun, cıva gibi ağır :-):-):-):-)llerle beraber yedi yüze yakın yabancı madde ve istenmeyen maddenin aşırı oranda bulunmasıyla beraber onbin'e yakın solvent, emülsifer, gıda koruyucu, gıda katkı maddelerinin iz ve artıklarını bedenimizde yıllarca taşımaktayız. Bununla beraber özellikle ülkemizde çoğu gıda maddesi üzerinde maalesef içeriğinin yazmaması durumu daha da ağırlaştırdığı gibi özel besi çiftliklerinde yetiştirilen kanatlılar, balıklar ve diğer canlılarında kimyasal katkılarla beslendiklerini unutmamak gerekir. Diğer taraftan dünya denizlerinin sanayii nedeniyle giderek kirlenmesi, bunun ülkemizde özellikle Karadenizden gelen sanayii atıklarının Marmara denizini ve dolayısıyla boğazları ve kuzey Ege denizini de ciddi şekilde tehdit ettiğini ve buralardan elde edilen besinlerinde yoğun olarak tüketildiğinide düşünecek olursak bedenimizde, organizmamızdaki toksik maddelerin ne denli yoğunlaştığı hakkında ciddi endişelerin oluşacağı bir gerçektir. Gerek havadan, gerek yediğimiz ve içtiğimiz maddelerden aldığımız toksik maddeler zincirine tüm petrol ürünü yakıtların atıklarını, evlerde kullanılan temizleyicileri, kuru temizleme maddelerini eklemeyi de unutmamak gerekir. Dünyamız kirlendikçe bedenimiz bir filtre gibi bu kirlilikleri süzmekte ve bu toksinler bizim fizyolojik fonksiyonlarımızı bozmaktadır. Gerek aldığımız gıdalardaki kimyasallar, içtiğimiz sudaki zararlılar ve bunların yanı sıra yaşadığımız iç ve dış mekanlardaki elektronik ve kimyasal toksinler sürekli olarak bedenimizde süzülerek yığımlanırlar. Çevremizdeki ekolojik değişikliklerin hızına insan organizmasının aynı tempoda cevap verememesi, bedenin kendi kendini temizlemede yavaş kalması, fizyolojik fonksiyonlarda aksama yaratacağı gibi hastalıklar diye tanımlayabileceğimiz birçok fonksiyon dengesizliklerini ortaya çıkartır.Günümüzde bilinen bir gerçek ise bu biyo-akümülasyonların ( bedenimizde yığımlanan yabancı maddeler ) ciddi bir şekilde gerek fizyolojik, gerekse psikolojik sağlığımızı tehdit ettiğidir. Yıllardır bu konu üzerinde yapılan çalışmalarda, sağlıklı bir bağışıklık sisteminin ve bununla beraber doğru çalışan eliminasyon sistemlerinin gerek sinirsel gerekse fizyolojik ve psikolojik olarak insanın dışarıdan gelen bu toksinlere karşı daha dayanıklı olduğunu ortaya konmuştur. Dolayısıyla sağlıklı ve dinç bir yaşam için bedene dışarıdan bilinçli bir şekilde yardım etmek ve organizmadan toksinlerin atılmasını sağlamak gerekir. Detoksifikasyon olarak adlandırılan bu işlem, birkaç yönlü olarak gerçekleştirilebilir. Bunlar; özel diyetlerle vucudu arındırma, belli sürelerde doktor kontürolünde su, sebze suyu ve meyva suyu rejimleri, vucudu toksinlerden arıtan ve temizlenmesine yardımcı olan bazı vitamin, amino asit, bitki çayları, bitki rejimleri, şelazyon tedavileri, homeopatik tedaviler, yosun banyoları, sauna, hamam, kaplıca, hipertermik seanslar (terleme) ve en önemlisi kolon temizleme ( Kolon hidro terapi) ve ozon uygulamalarıdır. Günümüzde çağdaş yaşamın temposuna ayak uydurmak zorunluluğundan ötürü beslenmemize fazla dikkat edememekteyiz. Bilinçli olmamıza rağmen çoğu kez birçok yan nedenlerden ötürü günlük aldığımız gıdanın yüzde on'u kadar olması gereken hayvansal proteini daha fazla tükettiğimiz gibi bunun yanında kafein, alkol, yağlar, bilinçsizce kullanılan ilaçlar, özellikle antibiyotikler ve bedene dışarıdan sokulan diğer sağlıksızların çokça kullanılmaları, yaşamın ileri dönemlerinde kalp-damar problemleri, artiritis denen eklem hastalıkları, aşırı kilo, diabet gibi başedilmesi zor olan bir çok sorunlarla bizi karşı karşıya bırakabilir. Birkaç tanesini saydığımız bu zararlıların, organizmadaki hücre fonksiyonlarını yavaşlattıkları hatta çalıştırmadıkları bilinmektedir. Bedenin Detoksifikasyonu ile öncelikle hücre sağlığını kazanmak amaçlanır. Yıllardır aldığımız besinler bağırsaklarımızda yığımlanmaktadır. Yukarıda tanımlamaya çalıştığımız toksik maddeler bağırsak floramızı bozarak bağırsaklarımızın normal görevini yapamaz hale gelmesine neden olmaktadır. Bağırsak florasının tekrar düzenlenerek kabul edilen normal sınırlar içinde tutmak eğer sağlıklı bir yaşam istiyorsak olmazsa olmaz bir şarttır. Bağırsak florasını düzenleyen en etkin tedavi şekli kolon hidro terapi yöntemidir. Her 35 yaşına gelmiş insanın yılda bir kez kapsamlı gaita analizi yaptırarak bağırsak florasının durumunu görmesi son derce önemlidir. Bağırsak florasının düzenlenmesi, böylece toksinlerden arınmış beden daima daha duru ve süratli düşünecek, unutkanlıklardan arınacak, stres'e karşı daha dirençli olup daha az sinirleneceği gibi aynı zamanda bağışıklık düzeyi yükseleceğinden daha az hastalanacak, enfeksiyonlara direnç gösterecek, daha verimli, daha sağlıklı ve sorunsuz bir yaşam sürdürecektir. Her birey bir diğerine göre farklı bir yapıya sahip olduğundan hastalıklara ve diğer dış etkenlere nasıl farklı farklı reaksiyonlar veriyorsak toksinlere karşıda kişiler farklı reaksiyonlar verebilirler. Bazılarının bedenleri toksinleri daha kolay elimine etme özelliğine sahipken bazılarının :-):-):-):-)bolizmaları bu fonksiyonları yerine getirmekte istenilen duyarlılığı gösteremez. Bu nedenlerle kişinin bedeninin ne zaman detoksifiye edilmesinin gerekliliği kişinin :-):-):-):-)bolizmasına bağlıdır. Bununla beraber unutmamak gerekir ki buradaki en önemli faktör :-):-):-):-)bolizmadaki toksinlerin seviyesidir. Bedende sınırı aşmış toksin seviyesi mutlaka bir yerden kendisini hissettirir. Bedenin detoksifikasyona ihtiyacının olduğu, tabii ki tıbbı verilerin dışında; durup dururken hiç bir nedene bağlı olmayan baş, sırt ve boyun ağrıları, alerjik semptomlar, uykusuzluklar, davranış değişiklikleri, mafsal ağrıları, sürekli tekrarlayan solunum problemleri, gıdalara karşı alerjik belirtiler gibi görülen belirtiler olabilir. Diğer taraftan artiritis, sürekli kabızlık, hemoroit sorunları, sindirim sistemi yaraları – ülserler – sinüs tıkanıklıkları, ekzemalar, sedef hastalığı gibi cilt sorunlarının da detoksifikasyon için iyi birer neden olduğu artık günümüzde açıkça belirtilmektedir. Kişi kendisini rahat hissetmeyip böyle bir takım huzursuzluklarla hekimine baş vurduğunda tabii ki laboratuarda yapılacak olan kan, idrar, dışkı, saç analizleri, karaciğer fonksyon testleri sonucu, hekim gözetiminde detoksifikasyon uygulamalarının yapılması sağlıklı bir uygulama açısından çok anlamlı olacaktır. |
Ayurveda
Detoks nedir, nasıl yapılmalıdır? Detoks nedir, nasıl yapılmalıdır? Detoks, vücudumuza çeşitli yollarla giren ve atık madde olarak dışarı atılmayı bekleyen zararlı toksinlerden kurtulmaktır. Nasıl yapılır, neler yenmeli veya yememelidir? Detoks Kimler İçin Gerekli ve Nasıl Uygulanabilir? Herkesin belirli aralıklarla vücudunu dinlendirmeye ve vücudunu temizlemeye ihtiyacı var. Aslında vücutlarımız her gün, özellikle gece ve sabah erken saatlerde, kendisini temizlemeye programlanmıştır. Alfa Yayıncılık tarafından piyasaya çıkarılan "Detoks" adlı kitapta Daniel Reid detoks ihtiyacımızı şöyle tarif ediyor: "Vücutta toksinlerin tutulmasının iki temel sebebi vardır. Birincisi yiyeceklerde, havada ve suda doğal olmayan çevresel toksinlere aşırı maruz kalmamız yüzünden oluşan, :-):-):-):-)bolizmanın doğal seviyenin çok üstünde toksin yüklenmesi. Diğeri ise, sağlıksız kişisel alışkanlıklar, aşırı yorgunluk ve hiperaktif modern yaşam stilleri yüzünden zayıflayan sinir sistemi sebebiyle işlemeyen normal atılım sürecidir." Herkesin kendi yaşam tarzına ve ihtiyaçlarına göre değişik miktarlarda ve şekillerde detoksa ihtiyacı var. Reid'in kitabında bu konu bütün hatları ile gayet açık seçik ve detaylı olarak yer alıyor. Ancak siz bu kitaptan derlenen bilgiler ışığında ana hatlarıyla yapılması ve yapılmaması gerekenleri öğrenebilirsiniz. Detoksa İhtiyacınız Olduğunu Gösteren İşaretler Baş ağrısı, sırt ağrıları, sık sık soğuk algınlığına yakalanmak, yorgunluk, eklem ağrıları, burun kaşıntısı, sinirlilik, deri döküntüleri, öksürük, uyku hali, deri kızarıklıkları, göğüs hırıltısı, gözlerde iritasyon, uykusuzluk, bulantı, boğaz ağrısı, savunma sisteminizde yavaşlama, baş dönmesi, hazımsızlık, boyun tutulması, değişken ruhsal yapı, anoreksiya, sinüslerin tıkanması, anksiyete, ağız kokusu, dolaşım bozukluğu, ateş, depresyon, kabızlık. 1 . İlk önce soluduğumuz hava temiz olmalı. Doğru bir şekilde solunum yapmayı bilmeli, diyaframımızı kullanmayı öğrenmeliyiz. 2 . Kanımızda bulunan oksijen miktarı düşük olmamalı. Aksi takdirde detoks yapamayız çünkü oksijen var olan en etkili antioksidandır. 200 yıl önce atmosferde yüzde 38 oranında oksijen bulunurken bugün sadece yüzde 19 oksijen mevcut. Tüm toksinler vücuttan atılmak için önce oksijenle birleşmeli, bu nedenle oksijen takviyesi almak için ozon ve oksijen tedavileri uygulatmak çok önemli. 3 . Yenilenler ve içilenler toksik olmamalı. İçtiğiniz suyun kalitesi çok önemli. İdeal bir diyet uygulandığında dahi içilen suyun ph derecesi ile vücudunuzun asit dengesini bozabilirsiniz. Su, ideal olarak ph 7.35 ile 7.60 değerleri arasında olmalıdır. İçtiğiniz suyun değerlerini bilmiyor ya da belirtilene güvenmiyorsanız, herhangi bir laboratuvara giderek değerleri çok ucuza öğrenebilirsiniz. 4 . "AsiditeDetoks" kitabının yazarı Daniel Reid'e göre sağlıklı bir vücutta kan ve diğer vücut sıvılarının birçoğu, deniz suyuna benzer şekilde hafif alkaliktir. Alkalik ve oksijen, sağlıklı olmanın ve güçlü bir bağışıklık sisteminin şartlarıdır; bakteriyel, virütik ve mantar kökenli enfeksiyonlar oksijenle yeterince beslenmiş ve alkalik dokularda gelişemezler. Mikropların neredeyse tamamı bu ortamda etkisiz hale gelir. 5 . Demek ki detoks yaparken amacımız; asit oranımızı ph 7 oranında tutmaya çalışmak ve oksijen oranımızı arttırmak olmalıdır. Bu sonuçları elde etmek için düzenli bir şekilde beslenip, yaşam tarzımızı da değiştirmeliyiz. Detoks Programları Detoks, sadece beslenme ile sağlanamıyor. Beslenmemizde yapacağımız değişikliklerle vücudumuza yeni toksinler eklemeyi kısıtlayabiliriz ancak var olan toksinleri vücuttan atmak için egzersizlerle terlememiz gerekir. Ayrıca idrar ve dışkı yoluyla da zehirlerimizi atabilmeliyiz. Ülkemizde de çok çeşitli spa merkezleri ve otellerde, uzman doktorlar tarafından uygulanan destek tedaviler mevcut. Ancak evde haftada bir, üç ya da yedi gün veya en uzun 15 günlük kürler uygulayabilirsiniz. Uzman kontrolü olmayan ev tedavilerinde daha temkinli davranmanızı öneriyoruz. Evde Detoks Detoks'un beslenme ayağında çok çeşitli seçenekler ve programlar söz konusu. Detoks'ta ufak birkaç değişiklikten tutun da sadece elma yenilen, meyve suları tüketilen diyetlere ve hatta sadece su içilen oruçlara kadar uzanan çok geniş bir yelpaze söz konusu. Herhangi bir radikal diyet veya uygulamadan önce mutlaka doktora danışmalısınız. Su Orucu, meyve suyu diyeti veya tek tip gıda ile yapılan aşırı programları uygulamadan önce dikkatle düşünün. Çünkü bu tip diyetlerin yarardan çok zararı olabilir. Beslenme Dışında Toksin Alımını Azaltmak İçin Neler Yapmalıyız? PİŞİRME METOTLARI: Tükettiğimiz gıdalar kadar önemli bir diğer unsur ise pişirme metotlarımız. Kızartma yapmamaya, yağı aşırı ısıtmamaya özen göstermeliyiz. Haşlama ya da buharda pişirme usullerini tercih etmeliyiz. Ayrıca pişirme yapılan kapların paslanmaz çelik, cam veya porselen olmasına dikkat etmeliyiz. SABUNLAR VE DETERJANLAR: Gerek bulaşık yıkarken gerekse banyoda kullandığımız sabunların, bitkisel özlerden olmasına dikkat etmeliyiz. Kimyasal katkıları olan ürünlerden kaçınmalıyız. DENİZ SUYU MUCİZESİ: Denize yakın bir yerde oturuyorsanız ve suyun temizliğinden eminseniz, her gün birkaç damla deniz suyunu içme suyuna damlatarak içmeniz vücut asit dengeniz için son derece yararlı olacaktır. Denizde yüzmenin de tedavi edici özellikleri var ve günde belirli aralıklarla suya girilmesi çok yararlı. DENİZ VE DAĞ HAVASI: Bu gibi mekanlarda havanın iyonizasyonu ve kalitesi farklı olduğundan, "biraz dağ havası almak" veya " deniz havası solumak" hurafe değil. Sağlık üzerinde oksijen arttırıcı ve denge düzenleyici etkileri var. DETOKS SAĞLAYAN ÇAYLAR: Başta yeşil çay olmak üzere birçok bitkisel çayın detoks etkisi yüksektir. Papatya, ginseng, ginko biloba, ekinezya, kırmızı pancar, zencefil, meyankökü de toksin arındırıcı özellikleri olan önemli kaynaklardır. DUŞ VE BANYO: Sıcak suyun ve su ile masajın faydaları büyük. Ayrıca ölü derilerimizden arınarak gözeneklerimizi açtığımız takdirde toksinlerden daha kolay kurtulabiliriz. Cilde kuru fırça ile yapılan masaj kan dolaşımını hızlandırarak, ciltteki oksijen oranını arttırır. Cildimiz ve iç organlarımıza çok yararlıdır. Küveti su ile doldurup, evde detoks yapmak istediğinizde cildi tahriş eden zararlı kimyasallar içeren sabunlar yerine, papatya, biberiye, okaliptüs ve adaçayı gibi doğal yağlar kullanmayı tercih etmelisiniz. Ayrıca banyonuza yarım bardak içme sodası ve/veya deniz tuzu da ilave edebilirsiniz. KOKULAR: Kokular bizim tahminimizden çok daha önemli. Çağlar boyunca çeşitli hastalıklar insanlığı tehdit ederken, bu virüs ve bakterilerden en az etkilenen veya hiç etkilenmeyen grup insan, çiçekler, çiçek suları ve yağlarıyla uğraşanlar olmuş. Kimyasal kokular bu kategoriye girmezler ve zararları da vardır. VİTAMİNLER: Detoks sırasında, beslenme programınızı ve diğer tedavilerinizi desteklemek için alınması gereken en ideal antioksidan vitaminler: çinko, kalsiyum, B vitaminleri (özellikle B3), C vitamini, selenyum, A vitamini, E vitamini olarak özetlenir. Baharat ve Çaylarla Arınma Programı İyi bir beslenme programına ilaveten: Uyanınca: Bir bardak ılık suya bir kaşık limon suyu veya bir kaşık elma sirkesi ekleyerek için. Yemeklerde: Maydanoz ve sarımsak tüketin (tercihen çiğ), ayrıca kırmızı biber ve zencefil (çorbalara katılarak tüketilebilir) de tüketilmesi gerekir. Yemek Aralarında: Papatya, zencefil, ıhlamur, meyankökü gibi arındırıcı çaylar tüketin. Akşam: Papatya çayı rahatlatıcı özelliği ile uyku için de idealdir. İdeal Beslenme * Haftada 1 kez vücudumuzu arındırmamız gerekiyor. Örneğin bir gün boyunca sadece evde sıkılmış doğal meyve suyu, içme suyu ve yanında çiğ meyve ve sebze tüketmemiz öneriliyor. * Bunları sofranızdan kaldırmaya ya da çok ender tüketmeye çalışın. Kırmızı et, şarküteri etler, sakatat, rafine edilmiş gıdalar, konserveler, şeker, tuz, doymuş yağlar, kahve, alkollü içecekler ve nikotin. * Mümkün olduğunca organik gıda tüketmeye çalışın. * Sadece filtre edilmiş, mineralleri uygun ve ph düzeyi 7 veya üzerinde olan içme sularından tüketin. * Yumurta, buğday, süt ve ürünlerini belirli dönemlerde sıra ile yiyin. Hepsini aynı dönemde tüketmemeye özen gösterin. * Mevsim meyve ve sebzelerini tüketmeye özen gösterin. * Sofranızda en sık bulunan ürünler: meyve, sebze, yeşillik, tahıl, baklagiller, düşük yağ oranlı süt/yoğurt/peynir, organik beyaz et ve taze balık olmalı. * Limon asidik olarak düşünülse de, vücudumuz için en ideal asit düzenleyici maddelerdendir ve her gün bir miktar tüketilmesi hararetle tavsiye edilir. * Doğanın antibiyotiği olan sarımsak, insan yapımı antibiyotikler gibi yan etkileri olmayan muhteşem bir antioksidandır. Belirli aralıklarda sarımsak kürü yapılması tavsiye edilir. * Bir bağ maydanozu kaynayan suya atıp, suyun altını kapatın ve bu suyu ılık olarak gün içerisinde tüketin, hem klorofil hem de diğer vitaminler açısından ideal detoks ajanı olacaktır. |
Ayurveda
SAĞLIKLI BİR YAŞAM TARZINA DOĞRU SAĞLIKLI BİR YAŞAM TARZINA DOĞRU Alışmış olduğu bir hayat tarzının dışına çıkmak insanoğlu için herzaman sıkıntı vericidir. Bu hayat tarzı farkında olmadan dışarıdan dayatılmış olsa da bu böyledir. Bir hücre dahi dış dünyanın zararlı etkilerine DNA’sında yerleştirilmiş koruma yöntemi ile karşı koyarken, en gelişmiş canlı olan insanoğlu nasıl oluyor da dış dünyanın dayatmalarına karşı koyamıyor? Diğer tüm canlılardan farklı olarak çevreyi değiştirebilme yeteneğine sahip olan insan, nasıl oluyor da kendisine dayatılan bir yaşam tarzının kölesi olmayı içine sindirebiliyor? Halbu ki, yaldızlı, şatafatlı reklâmlarla kendisine dayatılan bu yaşam tarzını sürdürdü- ğünden beri toplumun her geçen gün sağlığı bozulmakta, hastalıkların ve bu hastalıklar sonucu ölümlerin sayıları hızla artmaktadır. Kalp hastalıklarından muzdarip insan sayısı 3 milyon cıvarına ulaşmıştır. Yılda bu hastalıktan 260 bin insanımız ölüyor. Heryıl 150 bin yeni kanser hastası ekleniyor ve heryıl 100bin insanımız kanserden ölüyor. Ülkemizde 26 milyon insanımız sıgara içiyor. Bunun 17 milyonu sıgara bağımlısı haline gelmiş. Heryıl 600 bin çocuk ve gencimiz kendilerini koruyacak bir merci olmadığı için sıgaraya başlıyor. Uyuşturucu kurbanlarının %99 uuyuşturucuya önce sıgara ile başlıyor. Ülkemizde sağlığa harcanan para 14 milyar ABD dolarıdır. Sıgara, alkol ve bunların yol açtığı sorunlara ödenen ise 30 milyar ABD dolarıdır. Bu akıl almaz çelişkinin muhatabı kimdir ve nerededir? Yanlış beslenmenin sonucu yağlanan vücutta oluşabilen tansiyon, kan şekeri ve zararlı kolestrol gibi hastalıkların görülme sıklığı 20-30 yaş arasındaki insanlarımızda %10 iken, 60-70 yaş arasındaki insanlarımızda %60-75 ‘e dayanmış durumdadır.Bu istatistik rakkamları çoğaltabilir, çeşitlendirebiliriz. Ancak bu rakamlar dahi birşeylerin iyi ve düzgün gitmediğini göstermeye yetmektedir. Fast-food, cola, sigara, alkol ve birçok zararlı kimyasal katkıların kullanıldığı gıdaların oluşturduğu yanlış beslenme ve insanlarımızın hareket etme azlığı sağlıksız yaşam tarzımızı tehlikeli boyutlara çıkarmış ve kalp hastalıkları, kalp krizleri, felç, kanser, tansiyon, kan şekeri ve bağışıklık sistem bozuklukları gibi hastalıkların hızla artmasına yol açmıştır. Felaket tellallığı yapmıyorum. Çeşitli kurumların rakkamlarla ortaya koyduğu bir tablodan söz ediyorum. İşin garip tarafı ise, hergeçen gün daha da belirgin hale gelen bu sağlıksız yaşam tarzını sürdürebilmek için ülkemiz yılda milyarlarca dolar ödemektedir. Ülkemiz, gelişmiş Ülkelerin gıda, ilaç ve kozmetik ürünlerinin ve bunların teknolojilerinin pazarı haline gelmektedir. Böyle devam ederse, güçlükle kazandığımız dövizleri, başkalarının ürettiği ve yüksek fiyatlarla sattığı, pahallı teknoloji ürünlerine, gıda, ilaç, kozmetik ve teknoloji transferlerine ödemek zorunda kalacağız. Şüphesiz, gelişmiş ülkelerde de çöreklenmiş, trilyonlarca dolarlık gıda, sağlık ve kozmetik sektörleri geleceklerini düşünmek ve Pazar alanlarını planlamak zorundadırlar. Bu sebeple, distrübütör ismi altında ajanlarını, siyasi otoriteleri, gerekirse güçlü ve gelişmiş ülkelerin kontrolunda olan Dünya Bankası ve İMF’yi kullanarak bu planlarını en acımasız şekilde uygulamaktan çekinmemektedirler. Sonuçta, bu küresel güçler hertürlü kirli metodları kullanarak Trilyonlarca dolarlık gıda, ilaç, kozmetik, malzeme, teçhizat, cihaz ürünlerini bizim gibi uydu ülkelere yüksek fiyatlarla pazarlayacaklar ve bağımlılığımızı daha da güçlendirmeye devam edeceklerdir. SAĞLIKLI BİR YAŞAM TARZINA DÖNMELİMİYİZ? İçinde bulunduğumuz süreç, toplumsal yapımızı tüketen bir süreçtir. Bu süreçten biran evvel kurtulmak gerekmektedir. Evet! Bağımsız irademizle yeni bir yaşam tarzını düşünmeliyiz. Tarih boyunca bizi biz yapan, manevî değerlerimizle uyumlu, bize yaşama sevincimizi tekrar kazandıracak yeniden Sağlıklı bir yaşam tarzına dönüş yapmalıyız. Bu karar o kadar da korkulacak bir karar değildir. Düşünün 50, bilemediniz 100 yıl öncesine kadar yüzlerce asır yaşamış insanlar bugün vazgeçemiyeceğimizi sandığımız bu ürünlerle yaşamadılar. Ceddimiz Sağlıklı yaşam tarzını uygulayarak asırlar boyu güçlü ve saygın devletler kurdular. Toplumumuzun şimdilerde kaybolmuş gözüken doğal ve organik yaşam unsurlarını tekrar gün ışığına çıkarmak herhalde gurur verici bir şey olmalıdır. Hür irademizle önce kendi nefsimizde oluşturacağımız doğal ve sağlıklı yaşam tarzı çevremizde de kabul gördükçe kısa zamanda güçlü bir harekete ulaşacaktır. Başlangıçta kurulu düzenleri ve kısa vadeli menfaatları sebebi ile üreticiler ve satıcılar, bu harekete hemen katılamaya- caklardır. Ama eninde sonunda uymak zorunda kalacaklardır. Bu yeni sürecin ilk adımı şüphesiz mevcut sağlıksız yaşam düzenini boykot etmektir. Boykot sürdükçe ve yayıldıkça üretici ve satıcılar çözüm aramak zorunda kalacaklardır. Boykot kararımızı her platformda dile getirmeliyiz. Firmalara, Bakanlıklara mesajlarımızı ulaştırmalıyız. Bir yan- dan da, evlerimizde, iş yerlerimizde sağlıklı yaşam tarzımızın gereklerini uygulamayı- başlatmalıyız. Bütün bunları, artık iyice belirgin hale gelmiş Toplumlarımızın felaketini durdurmak için yapmak zorundayız. H.K.Büyüközer Dr.Müh. |
Ayurveda
detoks tavsiyesi Kendinize orjinal bir detoks yapın Detoks son yıllarda oldukça popüler bir kelime olarak hayatımızdaki yerini her geçen gün kuvvetlendiriyor. Detoks bedende birikmiş olan toksinlerden arınma anlamını taşır.Bunun bir çok farklı yöntemi vardır.Bu yöntemler günümüz modern tıbbının da kabul ettiği insanın zihnen ve ruhen önemli oranda şifaya kavuşmasını sağlayan yöntemlerdir.Sadece beslenme alışkanlığında yapılan değişimler detoksu tarif etmek için yeterli değildir.Meditasyon, yoga, sauna, masaj, refleksoloji ve daha sayılabilecek bir çok yöntem vardır. İnsan bedeninde birikmiş olan bu toksinler nasıl oluşur? Sigara dumanı vasıtasıyla aldığımız binlerce kanserojen madde, eksoz dumanları vasıtasıyla aldığımız kimyasallar, ilaçlarla aldığımız kimyasal maddeler, yanlış düşünme modelleri, yemeklerden aldığımız zehirli atıklar, bedenin kendisinin atmakla görevli olduğu fakat hareketsizliğe bağlı olarak atamadığı zehirli atıklar, cep telefonları vasıtasıyla bedenin olumsuz etkilenmesine bağlı olarak gelişmiş kimyasal maddelerden temizlenmektir. Nasıl ki bedenininizin dışındaki deri kısmını sürekli su ile temizliyorsanız bedenin iç kısmının da sürekli temizlenmesi gerekir.Su ana temizleyicidir.Yalnız suya ilave olarak yapılacak bazı bitki ve baharatlar, yemek yeme ve davranış değişiklikleri ile detoks bedenin en derin kısımlarına kadar temizlenip arınmayı sağlayacaktır.Buradaki en önemli temizlik başta karaciğer olmak üzere tüm kanımızdır.Dolaşım sistemimizdir... İnsanın kendi başına beslenmesi sayesinde yapacağı basit bir o kadar da etkili detoks tavsiyemiz aşağıdadır. Sabahları erken kalkılmalıdır.Güneş doğmadan...Güneş doğduktan sonra geç saatlerde yapılan kahvaltı ile detoks yapılamaz.Erken kalkarak sabah yürüyüşü yapmak yada hafif basit egzersizlerde bulunmak en güzelidir. Sabahları kalktığınızda bir bardak ılık su içine bir tatlı kaşığı elma sirkesi katarak yavaşça yudum yudum içiniz. Kahvaltıdan önce bir bardak kaynamaya yakın sıcaklıkta su içine bir tatlı kaşığı zerdeçal, bir çay kaşığı keten tohumu, yarım çay kaşığı üzüm çekirdeği, bir tutam(yaklaşık yarım çay kaşığı miktarı)kekik, bir tutam zencefil katarak bunların hepsini birkaç dakika karıştırarak yavaşça içiniz.Bardağın dibinde kalan tüm tortularla birlikte... Kahvaltınızı hafif yapmalısınız.Bir dilim peynir, bir tatlı kaşığı bal, domaaaa, biber, maydanoz ve dere otu ile birlikte yapılmış salataya bol zeytin yağı ve limon katmayı ihmal etmeyiniz...Ekmeği olabildiğince azaltmak gerekir.Bir dilim uygundur.Şekerde azaltılmalıdır.Yarım kesme şeker bir bardak çay için yeterlidir. Lütfen yediğiniz her şeyi ağzınızın içinde iyice çiğnemeden yutmayınız... İnsanın içindeki sır saklı iken insanın esiri durumundadır.İnsanın içindeki sır nasıl ki dışarıya çıktığında yani bir başkası ile paylaşıldığında insanı esir alıyorsa yenilen yemeklerde eğer iyice çiğnenmeden yenilirse adeta insanı esir almaktadır.Bu yüzden masraf yaparak aldığınız gıdaları bedeninizin içine gönderirken onlara esiri olmaktan kaçının... Öğlen yemeğine kadar en az dört beş bardak ılık su içilmelidir.Su detoksun en önemli bileşenidir.Susuz bir detoks mümkün değildir.Öğlen yemeğinde olabildiğince her çeşit yenilen gıdalar azaltılmış olarak yenmelidir.Örneğin yarım tabak çorba ekmeksiz olarak içilmelidir.İçine beden özelliklerine uygun tarzda baharatlar konulması faydalı olacaktır.(Not:Beden özellikleri ve buna göre bitkisel ek tavsiyeler Dr.Recai Yahyaoğlu'nun mozaik yayınlarından çıkmış olan mükemmel sağlık adlı kitabından öğrenilebilir.) Öğlen yemeğinde yarım tabak çorba ile başlamak en iyi tavsiyedir.Çorbadan sonra bir porsiyon yada bir tabak sebze yemeği tavsiye edilir.Yemek arasında olabildiğince az su içilmelidir.Suyu lütfen yemekten yarım saat önce ve bol olarak rahatlıkla içebilirsiniz.En büyük yanılgılarımızdan birisi de yemek yemeden su içmeyi uygun bulmayışımızdır.Çok komik ve fakat çok yaygın bir yanlış kanaat vardır bu konu hakkında...İnsanlar genellikle yemek yemeksizin su içmenin yanlış olduğunu düşünürler. Lütfen yemek yedikten yarım saat hatta bir saat sonra su içmeye başlayın.Bu şekilde davranarak sindirim sisteminizin güçlenmesine katkıda bulunmuş olursunuz.Öğlen yemeğinde çorba, sebze yemeği yeterlidir.Fakat doymakta sıkıntı yaşayanlara zorlama yapmaksızın hafif bir çeşit yemek yada bolca salata tavsiye edilir. Akşam yemeğine kadar yine bolca su içmeye devam edilmelidir.Su ile zerdeçal yada beden özelliğine göre bitkisel takviyeler kullanılabilir.Yemekten sonra gün içinde fırsat buldukça fazlaca hareket etmeye çalışmak gerekir.İşyerinizde, oturduğunuz apartman dairesinde lütfen merdivenleri kullanınız.Asansör kullanmak bedeninize yaptığınız en önemli ihanetlerdendir.Tıpkı sigara içmek gibi... Sigara içenler ve sürekli oturarak iş yapmak zorunda olanlar bir de fazlaca yemek yiyorlarsa hayatlarını kısaltmak için ellerinden geleni maksimum oranda yapıyorlar demektir.Bu insanlardan kilo sorunu olanlar depresyon yaşamakta, zayıf olanlar gizlice kalp ve damar hastası olma potansiyeline sahip bulunmaktadırlar....Depresyonda olanlar her an bu hastalığın verdiği sıkıntıyı yaşarlar.Zayıf olanlar şu anda pek sıkıntı yaşamıyor gibi görülebilirler.Pek yakın gelecek onlar için sürprizler hazırlamaktadır.Sigara içen ve hareketsiz yaşam tarzına uygun yaşayan iştahı açık insanları kalp ve damar hastalıkları sürpriz yaparak kırklı yaşlarda (yada artık günümüzde bu yaş daha aşağılara doğru inmektedir) mutlaka yoklayacaktır.Bu yüzden mutlaka gerekli olan yaşam standartlarındaki hatalı davranış ve alışkanlıklarımızdan kurtulmak zorundayız.... Öğlen ve akşam yemekleri arasında yine en az dört beş bardak ılık su içilmelidir.Gün içinde ılık ve hatta sıcağa yakın su içmeyi alışkanlık haline getirmek en güzelidir.Kesinlikle soğuk gıdalar ve soğuk sudan uzak durulmalıdır.Soğuk su barsakları anında durdurarak sindirim sistemimizin çalışmasını sabote eder.Soğuk su mideye indirilmiş midede yada sindirim sisteminin her hangi bir yerinde patlamaya hazır bir bombadır.Ne zaman ve nereyi ne oranda tahrip edeceğini önceden bilmek çok zordur. Akşam yemeği yemeden önce yarım saat yürüyüş yapılmalıdır.İş dönüşleri akşam saatlerinde yürümek son derece yararlıdır.Günün stersinin boşalması için harika bir fırsattır.Yemek akşam yediden sonraya kalmamalıdır.Yemekte bir kaç çeşit yemek yenilebilir.Ekmeksiz...Yemekler ekmeksiz olmasına rağmen bolca çiğnenerek yenmelidir.Akşam yemeği içinde mutlaka maydanoz, roka, dere otu ve kekik bulunmalıdır.Yapılan salata bolca yenebilir.Akşam yemekten yarım saat yada daha güzeli bir saat sonra çay içilmeli ve meyve yenmeye başlanmalıdır. Yemek sonrasında bir süre hareketsiz kalarak dinlendikten sonra gece yatmadan önce mutlaka biraz hareket etmek gerekir.Hareket sağlığımız için en temel gereksinmemizdir.Hareketimiz kadar bedenimiz enerji dolmaya başlar.Gece yarılarına kadar hareketsiz kalıp televizyon karşısında oturulmamalıdır.Yatmadan önce mutlaka ılık bir bardak suyun içine zerdeçal, zencefil, kekik, nane, keten tohumundan yarımşar çay kaşığı konularak içilmelidir. |
Ayurveda
Detox rejimi hakkında bilmek istedikleriniz Detox rejimi hakkında bilmek istedikleriniz Organizmamız her gün sağlıksız beslenmenin neden olduğu toksinlerle savaşıyor. Toksinlerin atılması anlamına gelen 'detox' rejiminin amacı, :-):-):-):-)bolizmayı hızlandırarak kilo verilmesini sağlamak. Siz de 'detox' rejimiyle vücudunuzda iyi bir bahar temizliği yapın ve zinde olun! Hepimiz baharın gelmesiyle hissettiğimiz rehavet ve yorgunluktan şikayet ederiz. Peki bu yorgunluğun nedeninin organizmada biriken ve onun sağlıklı çalışmasını bir anlamda engelleyen toksinlerden kaynaklanabileceğini hiç düşündünüz mü? 'Detox' rejiminin size önerdiği gibi meyva, sebze, tahıl ürünlerini daha fazla tüketerek vücudunuzu toksinlerden arındırmaya çalışan böbrek ve karaciğerinize yardım edebilir, hatta bir an önce bu toksinlerden büyük ölçüde kurtulabilirsiniz. 'Detox' rejiminin sağlıklı alışkanlıkları 'Detox' rejimi, belirli bir menü değil sadece sağlığınız için en uygun olanı ortaya koyarak 10 gün boyunca vücudunuzu toksinlerden uzak tutmanızı sağlayan bir yol göstericidir. Umarız bu öneriler, bir süre sonra eski alışkanlıklarınızın yerini alır. 'Fast-food' yemeyi kesin. Bu ürünlerde bulunan tat aromaları ve koruyucuları karaciğeri yorar. Tabii sevdiğiniz bu ürünleri yiyemiyorsunuz diye lezzetten ödün vermek zorunda değilsiniz. Kendinize çamfıstığı parçaları ya da kavrulmuş susam ekleyerek enfes ve bir o kadar da sağlıklı bir salata hazırlayabilirsiniz. Üzerine yoğurt sosu (3 çorba kaşığı yoğurt, 1 çorba kaşığı limon veye greyfrut suyu, 1/2 çorba kaşığı zeytinyağı, tuz ve karabiber) veya biraz zeytinyağı ya da elma sirkesi gezdirerek salatanıza değişik tatlar verebilirsiniz. Toksinleri arındırıcı özelliği en fazla olan sarmısak, soğan ve dereotu, maydanoz gibi otları yemeklerinizde mümkün olduğunca sık kullanın. Öğün arasında acıktığınızda bir elma, havuç veya birkaç çilek yiyin ya da kendinize bir meyva/sebze kokteyli hazırlayın. Kahve ve sigarayı mümkün olduğunca azaltın. Eğer kahveden vazgeçemiyorsanız miktarını günde sadece bir fincanla sınırlayın ya da kahve yerine anti-oksidan bakımından zengin yeşil çayı tercih edin. Aynı şekilde bir kadeh içki yerine bir bardak meyve kokteylini deneyin. Yemeklerinizi buharda, mikrodalgada, fırında yağlı kağıda sararak düşük ısıda pişirin. Yavaş ve en son hazmedilen moleküller yağlardır. Bu nedenle sindirimde çok fazla kalırlar ve emilimleri organizmaya fazla kalori sağlamaz. Mesela bir porsiyon pilavla bir porsiyon pırasa böreği temelde aynı kaloriye sahiptir. Ama pırasa böreği daha yağlı olmasına rağmen daha az doyurucudur. Nişastalı besinleri, sadece sindirimleri kolay olduğu için değil organizmaya yağlı besinlerden iki ve hatta üç kere daha fazla enerji sağladıkları için tercih etmelisiniz. Yine de vücudun her gün alması gereken belli bir yağ oranı vardır, bu yüzden yemeklerinizi hafif yağlı yapabilirsiniz. Somon ve ton balığı vücudunuz için gerekli yağ asitleri bakımından zengin besinlerdir. Organizma, ihtiyaç duyduğu günlük enerjinin % 50sini yağlardan, % 35ini karbonhidratlardan (şekerli-nişastalı yiyecekler), % 15ini proteinlerden (et ve özellikle balık) alır. Aslında bu oranlar için ideal ölçü, enerjinin % 55inin karbonhidratlardan, % 30unun yağlardan sağlanmasıdır. Meyva ve meyvalı yoğurt ya da dondurma yiyerek bu karbonhidrat ihtiyacını karşılayabilirsiniz. Yağlar ise kızartmalar, hazır yemekler, şarküteri ürünleri ve soslarda bol miktarda bulunur. Kompleks şeker bileşikler artık maddelerin bağırsakta ilerlemesini sağlayarak sindirimi devam ettirirler ve bu bileşikler yeşil ve çiğ sebzelerde daha fazla oranda bulunur. Sindirim sisteminin sağlıklı çalışması için bu besinleri daha çok tüketmelisiniz. Günde en az 1,5 litre su için. Suyu özellikle öğün aralarında içmeye gayret edin. Su toksinleri vücudunuzdan atmak için en etkili silahınızdır. Ne kadar az su içerseniz, toksinler vücudunuzda o kadar çok birikir. Stres organizmanın en büyük düşmanıdır. Beslenme alışkanlığımızı değiştirir, ama en önemlisi :-):-):-):-)bolizmanın dengesini bozar. Magnezyum seviyesini azaltır, serbest radikalleri çoğaltarak oksidatif strese neden olur. Küçük kaçamaklar yapın: Solunum rahatsızlığınız ya da yüksek tansiyonunuz yoksa saunada terlemek sizin için harika bir değişiklik olacaktır. Terlemek, hem toksinleri atar hem de :-):-):-):-)bolizmanızı hızlandırır... En güzel kıyafetlerinizi giyin ve makyaj yapın... Ormanda yürüyüşe çıkın... Hareket edin ! Kalori yakmak için egzersiz yapmak gerektiğini herkes bilir. Aynı zamanda egzersiz, vücudun bütün organlarının daha düzenli çalışmasına ve sakinleşmeye yardımcı olur. Bunun için haftada 2 gün 1 saatinizi veya 3 gün 45 dakikanızı ayırmanız yeterli. Spor yapmaktan hoşlanmıyorsanız günde yarım saat yürüyün, bisikletle gezin ya da ip atlayın. Önemli olan kendiniz için vakit ayırmaktır. |
Ayurveda
ruh haline göre yemek... Akıllı insan aklını kullanır, daha akıllı insan başkalarının aklını da kullanır. Bernard Shaw RUH HALİMİZE GÖRE YİYECEKLER ÖFKE: Kızgın ve öfkeliyseniz, sizi daha da sinirlendirecek, burnunuzdan solur hale getirecek uyarıcı niteliklere sahip olan çay, kahve ve şaraptan kesinlikle uzak durun. Kırmızı eti de ağzınıza sürmeyin. YALNIZLIK SIKINTISI: Yalnızsınız ve içiniz sıkılıyorsa; rahatlamak için domates, patlıcan, biber, patates yumurta ve karnabahar yiyin. BEZGİNLİK: Güvensizlik ve bezginlikte peyniri, kırmızı eti unutun. aaaİFSİZLİK: Hiçbir şeyden memnun olmuyorsanız, hiç aaafiniz yoksa, soğan ve pırasayı tercih edin. KARASEVDA: Pirinç ve şekerden kaçının. Bu iki gıda, melankoliyi azdırıyor. ÖZGÜVEN: Turunçgillerin hepsi insana özgüven aşılıyor ve umut saçıyor. DÜŞ KIRIKLIĞI: Kereviz ve havuç, kaybolan hayallerin, düş kırıklıklarının yaralarını sarmaya birebir geliyor. ÇEKİNGENLİK: Kuşku ve çekingenliğe karşı mercimek en iyi ilaç. YORGUNLUK: Çalışmaktan yıpranmaya karşı bezelye yiyin. ENDİŞE: Üzerinizdeki endişeyi atmak, hata yapabileceğiniz saplantısını aklınızdan çıkartmak için marula güvenin. AGRESİFLİK: Saldırganlığınızı, agresifliğinizi kontrol altında tutmak için cevize başvurun. İHTİRAS: Çok dikkat edin, çikolata her türlü isteği kamçılar, ihtirasları şahlandırır. HİDDET: Badem hiddeti dindirir. AŞIRI ÖFKE: Patlama durumundaysanız makarna, ekmek, taze meyve ve sebze yiyin. ZİHİN KARIŞIKLIĞI: Kafanız karışıksa nane çiğneyin. DEPRESYON; Bergamot ve maydanoz, bir numaralı ilacı. Prof. Di FLAVIANO |
Ayurveda
mutluluk veren on besin Dostların sıkıntıda iken onları mutlu oldukları zamankinden daha çok ara. Chilon MUTLULUK VEREN ON BESİN İçinde endorfin bulunan besinlerin insanı mutlu ettiğini belirten bilimadamları, bu maddeyi en çok barındıran on besini sıraladı. Bu besinler kalori bakımından çok zengin; mutluluk için kalori miktarları hesaplanarak yenilirse fazla kilo alınması da önlenmiş olur. ÇİLEK C vitamini deposu olan çilek, önde gelen afrodizyaklar arasında yer alır. Çilek bütün salgı bezlerini çalıştırarak vücuda gençlik ve kuvvet kazandırır. Çileği çok olan bölgenin halkı uzun yaşar. Yüksek tansiyonu düşürür, damarları temizler, kansere karşı korur, böbrekte kum ve taş oluşmasını önler. MUZ Kokusuyla bile mutluluk aşılayan muz, tam bir endorphin deposudur. Kendinizi güçsüz ve sinirli mi hissediyorsunuz, hemen bir muz yiyin. Kalsiyum ve magnezyum içeren bu meyve strese karşı birebirdir. Sinir hastalığı olanlar için her gün yemek arası saatlerde tüketilmesi gereken bir besindir. ÜZÜM Kırmızı ve beyaz üzüm yiyen herkes gülücükler saçar. Üzümde yüzde 20 oranında direkt olarak kana karışan şeker vardır. Bedenen ve zihnen çalışanlar için iyi bir gıdadır. Gıda şekli anne sütüne benzer. Üzümdeki bol demir kan yapar. Yüz ve boyuna taze üzüm suyu sürülüp on dakika sonra yıkanırsa cilde dirilik verir. PORTAKAL C ve B vitamini açısından zengin olan portakal, insana dinamizm verir. Portakal içindeki C vitamini ince ve kalın damarların yumuşak kalmasını sağlar. Bacaklardaki varisi geçirir. Vücuttaki direnci arttırır. Grip ve nezlede portakal suyu, şeker ve şarapla karıştırılıp üzerine sıcak su katılarak içilir. Kanın durulmasına ve temizlenmesine yardımcı olur. Hazmı kolaylaştırır. Portakal reçeli ise karaciğeri çalıştırır. ÇİKOLATA Stresin bir numaralı düşmanıdır. Kendinizi kötü hissediyorsanız, hemen bir parça çikolata yiyin. Flört etmek gibi bir şey. Bir kalem yemek yeterlidir. Mutluluk hormonu 'serotonin' anında beyinde dolaşıma çıkar. Çikolatanın içerdiği 'penilatilamin' insanı bulutlara çıkarıyor. Çikolatada, yeşil çay ve sebze-meyvelerde bulunan 'flavonoid' adlı madde bol miktarda vardır. Bu madde kanı sulandırır, kalp hastalıkları riskini azaltır. Çikolata kötü kolestrolün (LDL) okside olarak damar çeperine yapışmasını da engeller. Tıpkı aspirin gibi kanda pıhtılaşmanın önüne geçer. Düzenli tüketenlerde ölüm, yemeyenlere kıyasla yüzde 30 daha geç gerçekleşiyor (günde 30 gr). DONDURMA Çok yenirse şişmanlatıyor, az yenirse mutluluğa mutluluk katıyor. Dondurma yaşlanmayı önlüyor. 100 gr dondurmada ortalama 135 mg kalsiyum, 115 mg fosfor, 100 mg sodyum, 160 mg potasyum, 25 gr karbonhidrat bulunuyor. Amerika'da kişi başına 25 kg., Türkiye'de kişi başına 6 külah tüketiliyor. Dondurma, sütten daha zengin bir besin maddesi. A, B, C, D ve E vitamini içerir. Çocukların sağlıklı büyümesi ve kemik erimesi sorunu olan kişiler için büyük önem taşıyor. Beslenme uzmanları dört mevsim tüketilmesini öneriyor. MAKARNA Çok ağır soslarla yenilmediği sürece enerji veren ve mutlu eden besinler arasında yer alıyor. Hazmı kolay. Özellikle sadece salata ile birlikte yenilirse şişmanlatmaz. EKMEK Buğday ekmeği de sıkıntıları unutturuyor. FISTIK Yağ oranı yüksek ama yine de insanı mutlu ediyor. Roma İmparatorluğu'nda 'Tanrı yiyeceği' olarak adlandırılan fıstığın kolestrolü düşürdüğü ve kalp krizi riskini azalttığı bildiriliyor. Çocuklar ve sporcular daha fazla yiyebilirler. Demir, bakır, selenyum, magnezyum, çinko, potasyum ve fosfor gibi minerallerin doğal kaynağı olan bu çerez kalbimizin yanı sıra beyin-sinir sistemi, kas ve kemiklerimizin de dostu. Tuzsuz olanından her gün 10-15 adet yenilebilir. SUSAM Dar gelirlerinin baştacı olan simit, mutluluğa giden yolda önemli bir yere sahiptir. Yağ ve protein içerir. Susamdan elde edilen tahin bal ile karıştırılıp yenirse boğaz ağrısı ve bronşite iyi gelir. Kışa girerken bağışıklık sistemini güçlendirmek için bolca tüketilmesi tavsiye edilir. Demir bakımından zengindir. ŞARAP Tabiat ananın bir şaheseri, bir armağanıdır. Toprak, hava, su ve doğaya dair ne varsa hepsi şarapta birleşir ve insanın kanını kaynatır. Şarap hayatı sonuna kadar yaşama aracıdır. Müthiş bir romantizme sürüklenirsiniz. Şarap tüm kategorileri, mutlak değerleri, sınırları dinamitler. Şarap mükemmel bir insan kaynakları aracıdır. Her kapıyı açar, dostlukları geliştirir, iş muhabbetlerini derinleştirir. Doğal vitaminleri bir bardak iyi şarapla almak, hap yutmaktan daha iyidir. Günde 1.5 kadeh şarap içerek Alzheimer ve Parkinson gibi önemli hastalıkların önlenmesine yardımcı olabilirsiniz. Doç.Dr. Mehmet GÜRSEL |
Ayurveda
şifalı besinler... Silgi kullanmadan resim çizme sanatına hayat denilmektedir. John Christian ŞİFALI BESİNLER Dünya doğaya dönüyor. Avrupa ve Amerika´da insanlar, bilinçli beslenme sayesinde, ameliyatlara gerek kalmaksızın yaşlanmayı geciktiriyor ve bazı sağlık sorunlarını kolayca bertaraf ediyorlar. Rafine edilmiş pirinçten, beyazlatılmış şekerden uzak duruyorlar. Dünyada, mutfakları eczaneye dönüştürme eğilimine karşılık, Türkiye´de beslenme kültürü giderek bozuluyor: Etin çok az olduğu Osmanlı mutfağının yerini kebap ve fast-food kültürü aldı. Oysa Hipokrat´ın da dediği gibi, sağlıklı bir yaşam sürdürmek için yapılacak tek bir şey var: ''Aldığın besin ilacın, aldığın ilacın da besinin olsun...'' Yediklerimiz ne zaman ilaca dönüşür? Konuyla ilgili sorularımızı Doğal Tıp Derneği Başkanı Dr. Ender Saraç yanıtladı... Hipokrat´ın da dediği gibi: ''Yediklerimiz ilaçlarımızdır.'' İnsanlar genellikle bir hap aldıkları zaman sağlıklarına kavuşacaklarına inanırlar. Bu, tabii ki doğru ancak hap, bir kere veya belli bir süreliğine kullanılabilecek bir şeydir, oysa yediklerimiz, içtiklerimiz, doğduğumuz andan itibaren, ana enerji kaynağımızdır. Bilinçli beslenirsek, hiçbir müdahaleye gerek kalmadan yaşlanma ve yıpranmayı geciktirebiliriz. Dolayısıyla yiyecek ve içeceklerin ilaç etkisi yarattıklarını da bizzat görürüz. Örnek verebilir miyiz? Örneğin ödeme karşı magnezyumun etkilerini çoğu kişi bilmez. Erkeklerde cinsel fonksiyonun iyi çalışması için çinkonun yararlı olduğunu da çok az kişi biliyor. Keten tohumu, mükemmel bir Vitamin B12 kaynağı. Kansere karşı koruyucu, bağırsakları çalıştırıcı ve yüksek oranda posa, lif içeriyor. Yediklerimiz içinde mutlaka yeşil lifli, yapraklı sebzeleri, lifli, çeperli gıdaları, tahılları daha fazla arttırırken, öbür yandan kırmızı et, sucuk, sosis, salam ve eski, yağlı peynirleri, rafine şekeri azaltmamız lazım. Özellikle çerezler; şişmanlatmayacak kadar yenen badem, ceviz, antepfıstığı, fındık, keşu fıstığı (Hint yerfıstığı) son derece faydalı. Kuru meyveler: Kuru üzüm, kuru incir gibi... Doymuş yağlardan, doymamış sıvı yağlara dönüş yapılmalı. Özellikle zeytin ve kanola yağı kalp hastalıklarını önlüyor. Başta yeşil çay olmak üzere bitki çayları çok önemli. Ayrıca hem besin değeri olan hem vücuttaki toksinleri atan biberiye, dereotu, taze nane, zencefil, zerdeçal gibi birtakım baharatı sık tüketmek lazım. Özellikle yaz aylarında ayran ve cacık, hem kalsiyum hem de protein kaynağı. Bol dereotlu, salatalıklı ve naneli cacık çok yararlı. Ayranı ise sulu içmek daha yararlı. Bitkilerle tedavi nasıl olabilir? Sağlıklı bir insan, ufak tefek sorunlarda bitkilere başvurabilir. Ancak çok ciddi bir sağlık sorunu varsa, mutlaka doktorla görüşülmeli ve gerekli tetkikler yapılmalı. Tedaviye ek olarak da doğal yöntemlere başvurmak yararlı olabilir. Besinleri bir ilaç gibi kullanarak uzun süre sağlıklı ve formda kalmak mümkün. Ufak tefek hilelerle de istediğinizi yiyebilirsiniz. Örneğin kolesterol hastasıysanız ve peynir yiyemiyorsanız, az tuzlu ve yağsız peynir alıp üzerine zeytinyağı dökebilirsiniz. Bu şekilde kolesterol de yükselmez. Beslenme işi bir sanattır. Neden insanlar bitkilerden ve doğal ürünlerden bu kadar uzaklaştı? İnsan, teknolojinin tadını keşfetti. Hepimiz şu an adeta bir ''teknoloji görgüsüzüyüz''. Bugün insanlar arabaları için uygun yakıtı kullanıyorlar. Dizel bir arabaya, normal benzin koymuyorlar. Ancak kendilerine yanlış yakıt koyuyorlar. İnsanlar doğanın nimetlerini keşfetmeliler. Bir hastalığın mutlaka doğada çaresi vardır. Eski beslenme tarzımıza dönmeliyiz aslında. Eskiden hoşaflar, kompostolar, şerbetler, zeytinyağlı yemekler, baharatlar vardı. Osmanlı mutfağında çok fazla et yoktur. Kebap kültüründen vazgeçmeliyiz artık. Çocuklar için çok üzücü bir gelecek söz konusu. Çocukların önemli bir kısmı, taze sebze-meyve tüketmiyor, birçok sebze meyvenin adını bile bilmiyor. Kanserli, kalp hastalıklı, daha doğrusu toksik bir nesil yetişiyor maalesef. BİTKİLERLE İLGİLİ KÜÇÜK HİLELER Shifa Home Doğal Ürünler Merkezi Medikal Direktörü Dr. Senai Demirci son iki yüzyılda kimya ve biyokimyadaki ilerlemelerin bitkilerin doğrudan kullanımı gibi köklü geleneği unutturduğunu belirterek sentetik tüketiminin yerleştiğini söyledi. Ancak sentetik ilaçların yol açtığı yan etkiler ve ekonomik kaygıların tedavide bitkilerin doğrudan kullanımı konusunu yeniden gündeme getirdiğini hatırlatan Demirci, pek çok araştırma merkezinde, bitkilerin kontrollü araştırma yöntemleriyle denenip tıp dünyasına sunulduğunu anlattı: "Bu araştırmalar arasında, kanser, AIDS, hepatit, şeker hastalığı gibi ciddi hastalıklara karşı özellikle etkili olan, bitkilerle ilgili heyecan verici haberler de var. Ancak ülkemizde bitkileri iyi tanıyanlar tıbbı bilmemekte, tıbbı bilenlerse bitkilerin yararlı etkilerine burun kıvırmaktadır. Sorun, hem tıbbı bilen hem de bitkileri çok iyi tanıyan bir uzmandan, yerinde ve yararlı tavsiyeler almakla çözülebilir." Dr. Senai Demirci bitkilerin sırlarını da sıraladı: Sarmısak: Zeytinyağlı soğuk yemeklerin içinde doğal haliyle alınabilir, koku etkisi en aza iner ve damak tadınızı rahatsız etmeden almış olursunuz. Tansiyon ve kolesterol düşürücü etkisi kesindir. Ayrıca çok iyi bir antioksidan ve antiseptiktir. Yine de doğrudan ve özel olarak sarmısak almak istiyorsanız, sarmısağı bir cezve içinde sütle kaynatın, daha sonra sütünü dökün, öyle yiyin. Sinameki yaprağı: Çok iyi bir müshil. Kabızlık durumunda, kısa bir süre için kullanabilirsiniz. On günden fazla kullanmanız sakıncalıdır, bağırsakları tahriş edebilir. Lavanta: Mutfağınızda sürekli bulunsun. Aromatik etkisiyle konsantrasyonu arttırır. Baş ağrınız olduğunda şakaklarınıza parmaklarınızla friksiyon yaparak sürün. Lavanta yağını böcek/sinek ısırıkları için de doğrudan sürebilirsiniz. Nane: Çok iyi bir iştah açıcı ve sakinleştirici. Çorbalarınızda mutlaka bulunmalı. Nane yağını baş ağrısı için şakaklarınıza masaj yaparak kullanabilirsiniz. Biberiye: Çayını yapabilirsiniz. Saç dökülmelerinde ve baş ağrılarında iyi gelir. Biberiyenin esansını bir yağdanlık üzerinde ısıtarak, aromatik etkisiyle konsantrasyonunuzu arttırabilirsiniz. Adaçayı: Taze adaçayı yaprakları, ısırıklar ve sıyrıklar üzerine doğrudan uygulanabilir. Adaçayını kaynatarak değil, kaynar suya daldırarak çay yapın. Adaçayı, aşırı terlemesi olanlara iyi gelir. Menopoza geçiş döneminde estrojen gibi etki ederek menopoz belirtilerini (ateş basması, terleme gibi) hafifletir. Doğum kontrolü uygulayan ve emziren kadınların adaçayı kullanması sakıncalıdır: Gebe kalmayı kolaylaştırır, anne sütünü azaltır. Gebe kalma problemi olan kadınların adaçayını tercih etmeleri gerekir. Adet dönemi öncesi ağrıları olanlar için de adaçayı önerilir. Kekik: Öksürük ve üst solunum yolları enfeksiyonları için kekik şurubu hazırlayabilirsiniz. Kekiği kaynamış suyun içine atıp 5-10 dakika bekleyin, balla karıştırın, daha sonra soğumaya alın ve temiz bir şişeye koyun. Üzerini mantar tıpa ile kapatın. Şurup bekleme sırasında fermante olabilir. Yivli kapakla kapamayın. Isırgan Otu: Isırgan otu yaprakları, havuç ve soğandan yapacağınız çorbayı düzenli olarak için. Kansızlık için birebirdir. Isırgan kökünü kaynatarak yaşlı erkeklerde prostat büyümesini önleyebilir ya da yavaşlatabilirsiniz. Soğan: Soğan suyunu balla karıştırarak soğuk algınlığında kullanabilirsiniz. Kuru incir: Kuru incir oldukça etkili bir yumuşatıcıdır. Kronik kabızlıkta güvenle kullanabilirsiniz. Ihlamur: Tansiyon hastalarının düzenli olarak ıhlamur çayı içmeleri tavsiye edilir. Hem sakinleştirir hem tansiyonu düşürür. Özellikle sinirsel kaynaklı yüksek tansiyonda tavsiye edilir. Maydanoz: Mide rahatsızlıkları için oldukça iyidir. Yaprağı ile birlikte sapını da kullanmalısınız. Turp ve bal: Bir turpu oyarak içine bal koyun ve bir süre bekletin. Bal, turpun suyunu çektiğinde öksürük şurubu olarak kullanılabilir. Aynı işlemi soğanla da yapabilirsiniz. Üzüm: Üzüm yaprakları, özellikle kızıllaşmış olanları iltihap çözücüdür, antiseptik etkilidir. Üzüm yapraklarının çayıyla ishali ve ağır âdet kanamalarını hafifletebilirsiniz. Üzüm yaprağı çayını soğutarak ağız aftları için gargara olarak kullanabilirsiniz. Üzüm yüksek besin içeriğine sahiptir ve hafif derecede müshil (yumuşatıcı) etkilidir. Sindirim sistemi ve karaciğer hastalıkları sırasında bağışıklık sistemine destek verir. Üzüm, sıvı içeriği insan kanı içeriğine en yakın olan meyvedir. Bol üzümlü bir diyet, toksik arınma kürü olarak işlev görür. Karpuz: Yaz ayları için en uygun sıvı kaynağıdır. İdrar akımını da arttırarak, sıvı azlığından ya da aşırı terlemeden oluşabilecek taşları önler. HASTALIKLARA KARŞI SAĞLIKLI BESLENME KALP HASTALIKLARI: · C ve E Vitamini · Keten tohumu · Magnezyum · Kırmızı üzümü kabuk ve çekirdekleriyle beraber, bol biberiye ve akdiken otu ile birlikte tüketin. Kalbi güçlendirmek ve damarları açmakta yararı var. Özellikle biberiye kolesterolü düşürüyor. · Kekik suyu kolesterolü düşürür ve dolaşımı canlandırır. MANTAR: · Şarap, sirke, peynir, yoğurt, kabaran hamur, pasta, kek, ekmek ve mayalı gıdaların yanında, beyaz un ve beyaz şeker ve beyaz pirinç tüketiminin artması, toplumda sindirim sisteminde bazı mantar veya maya enfeksiyonlarının daha sık görülmesine neden oldu. Bol miktarda karanfil, zencefil, sarmısak ve bitki çayı vücuttaki bu mayaları atmak için yararlı. KOLESTEROL: · Az kahve tüketin · Bol miktarda su için · Greyfurdu, lifleri ve posalarıyla birlikte tüketin veya için · Doğal B vitamini alın · Keten tohumu · Sarmısak · Biberiye · Zencefil · Yeşil çay · Soya fasulyesi · Omega 3 yağları · Az tuzlu ve yağsız peynir alıp üzerine zeytinyağı dökebilirsiniz ÖDEMLER: · Şişliklerde, dolaşımı canlandırıcı ve idrar söktürücü olarak bir tutam kiraz sapı, mısır püskülü, saplarıyla beraber maydanoz, birkaç yaprak melisa, az miktarda da biberiye kaynatılıp sabah-akşam içildiği zaman idrar söktürmede yardımcı olur. SİNDİRİM SİSTEMİ SORUNLARI: · Rezene ve sinamekiyi birlikte, günde bir fincan için. Sinamekinin tek başına içilmesi yanlış; çünkü gaz ve kolit yapar. · Keten tohumu · Patlıcan tohumu · Bamya · Bütün yeşil lifli yapraklı sebzeler · Bol miktarda sıcak su için · Kayısı kompostosu · Mürdüm eriği kompostosu TANSİYON: · Tansiyon düşükse, tuz tüketimini arttırın (tuzlu ayran), yüksek tansiyonda ise günde birkaç diş sarmısak tüketmek önemli. Sarmısak, tansiyonu dengeler ve bazı kanser risklerini ortadan kaldırır. KANSIZLIK: · Kırmızı et (hastanın kolesterolü yoksa) · Kuru üzüm, pekmez (şeker hastası değilse) · Sakatatlar · Çinko (yeşil yapraklı sebzeler ve kuru yemişler) |
Ayurveda
ginseng Silgi kullanmadan resim çizme sanatına hayat denilmektedir. John Christian GINSENG Farklı bitkilerden çıkartılan bir kök. Çoğunlukla Kore ginsengi (Panax ginseng) veya Amerikan ginsengi (Panax quinquefolius) olarak bilinir. Tonik olarak kullanılan köklerin strese karşı direnci artırdığına, yaşlanmayı geciktirdiğine, bağışıklığı güçlendirdiğine ve cinsel performansı düzelttiğine inanılıyor. Aktif hammaddesi bilinmiyor. İshal ve yüksek tansiyona neden olabilir. Bazı ilaçlarla zararlı etkileşime girebilir. Çok çeşitli şifalı bitkinin ginseng adı altında pazarlanması bitki üzerinde yapılması planlanan klinik deneyleri olumsuz yönde etkiliyor. Son yapılan 16 deneyde tatmin edici bir sonuç alınamadı. Popülerliğinden dolayı üzerinde daha ciddi çalışmaların yapılması öneriliyor. |
Ayurveda
johns fort Günün birinde insanlar gürültüyle, salgın hastalıkların mikroplarıyla savaşır gibi savaşmak zorunda kalacak! Robert Koch St JOHN'S WORT (Sarı Kantaron - Binbirdelik Otu) Türkçe'de sarı kantaron ve binbirdelik otu olarak bilinir. Hypericum performatum adındaki bitkiden elde edilir. Orta şiddette depresyon tedavisinde kullanılır. İçinde iki düzineden fazla aktif hammadde olduğu biliniyor. Bunların birçoğunun ne işe yaradığı henüz bilinmiyor. Diğer antidepresanlarda olduğu gibi ağızda kuruluk, başağrısı, kabızlık, çarpıntı, terleme ve mide bulantısı gibi yan etkileri vardır. Kullananların parlak ışığa çıkmaları katarakta neden olabilir. Bazı ilaçlarla zararlı etkileşim yaratabilir. Bu ilaç üzerinde sayıca fazla, sistematik araştırmalar yapılmıştır. Son yıllarda sonuçlanan iki klinik deney, St John's Wort'un trisiklik antidepresan olarak plasebodan daha yararlı olduğunu göstermiştir Uzun vadedeki etkileri ve modern ilaçlarla karşılaştırması konusunda detaylı araştırmalar henüz söz konusu değil. Bu arada ağır depresyon vakalarında etkili olmadığı görülmüştür. |
Ayurveda
ANTİ - AGİNG İnsanın gözü karanlıkta da iyi görmez, çok parlak ışıkta da.. Montaigne ANTI-AGING : SAĞLIKLI YAŞAMA YÖNTEMLERİ Naturel Ankara Festivali'ndeki sunum, 29 Şubat 2004 Aslında anti-aging diye bir şey yok diye söze başlamak istiyorum. Çünkü bütün canlılar, hepimiz doğduğumuz andan itibaren yaşlanmaya başlıyoruz. Bu kaçınılmaz bir süreç. İçimizde bir biyolojik program var ve eninde sonunda ölümle bitiyor. Bu gezegende yaşam süresi bize verilmiş bir armağan. Ben insanların ruhlarına da inanan bir kişiyim. Ruhlarımızı tekâmül ettirebilmek için bu gezegene belli bir zaman diliminde geliyoruz ve görevimiz bitince de buradan ayrılıyoruz. Tabiî, bu görevi yaparken, ruhumuzu tekâmül ettirirken, beden bizim için çok önemli bir araç. Bedenimize iyi bakmamız gerekiyor. Bunu da oyunu kurallarına göre oynayarak başarabiliyoruz. Çünkü bizler düşünen, akıllı canlı türüyüz ve bu biyolojik programı en maksimum şekilde kullanma yetimiz, aklımız var. Yapılan araştırmalara göre, günümüzde insan yaşamının 100-120 yaşına kadar olduğu söyleniyor. Çünkü günümüzde sayısı az olsa bile, 120 yaşına kadar yaşayan, bunu başaran insan sayısı giderek artmaya başlamış durumda. Onun için deniliyor ki, en az 100 yaşına kadar yaşayabilirsiniz. Ben lise çağlarında iken, Cahit Sıtkı Tarancı’nın bir şiiri vardı, “Yaş 35, yolun yarısı”. 35 yaş o zaman çok uzak geliyordu. 35 yaşına gelince demek ki yolun yarısına geleceğim derdim. Sonra 35 yaşına geldim, baktım ki yolun yarısındayım, ama daha yapacak birçok işlerim var. Şimdi 100’lü yaşların yarısındayım, 50’li yaşlardayım. Önümde bir 50 yıl daha var ve buna seviniyorum, bunu maksimum bir şekilde kullanmak istiyorum. Çünkü burada hâlâ deneyimlemek istediğim pek çok şey var. Bunun için de bedenimi mümkün olduğu kadar iyi kullanmak zorundayım. Bunu yaklaşık kendimde 10 yıldan beri uyguluyorum. Neden uyguluyorum? Çünkü, en son çocuğumu kırklı yaşlara doğru doğurdum ve minicik bir çocuğu kucağıma aldığım zaman baktım ki, onu dünyaya getirmekle bir görev yaptım ama, bu çocuğu yetiştirmek için benim sağlıklı, uzun yaşamam lâzım. Şimdi anti-aging’e geri dönersek, aslında hedef sağlıklı bir şekilde yaşamamız. Tabiî, bunun yan ürünü olarak da genç görünüm ortaya çıkıyor. Yani, hiçbir zaman sonsuza kadar yaşamak mümkün değil. Çünkü, içimizdeki biyolojik programla devamlı bir yaşlanma ve geriye doğru gitme durumundayız, zamanı durdurmamızın imkânı yok. Bilim adamları araştırmışlar ve bununla ilgili pek çok teoriler ortaya koymuşlar. Meselâ DNA ve Genetik Teori, Nöroendokrin Teorisi, Serbest Radikal Teorisi ki, onu birazdan daha da açacağım, Hücre Zarı Teorisi, Hayflenglik Teorisi, Mitokondriyel Azalma Teorisi ve Çapraz Bağlanma Teorisi diye birtakım teorilerle yaşlanmayı izah etmeye çalışmışlar. Bunların içinde Serbest Radikal Teorisi, pek çok kişinin bugün kabul gördüğü ve uygulamaya çalıştığı bir teori; kısaca bunu açıklamak istiyorum. Serbest radikal nedir? Bedenimizde hem devamlı birtakım kimyasal reaksiyonlar oluyor, hem de bulunduğumuz çevre koşullarından dolayı devamlı kimyasal maddelere maruz kalıyoruz. Nasıl? Meselâ, bu toplantıları izlemek için hepiniz dört günden beri.geliyorsunuz. Belki fark ediyorsunuzdur, eve gidince herkeste müthiş bir yorgunluk oluyor; hiçbir iş yapmadığımız hâlde yoruluyoruz. Neden yoruluyoruz? Çünkü, bulunduğumuz havada pozitif iyonların miktarı çok fazla; bu bizi aşırı derecede yoruyor. Düşüncenin pozitifi iyi ama, havadaki, iyonlardaki pozitif sayının artması bizi bir şekilde yoruyor çünkü bunlar bizim bedenimizde zararlı serbest radikallerin artmasına neden oluyor. Keza, içtiğimiz su, yediğimiz yemekler, ambalaj içine girmiş her tür yiyeceğin içinde bizim için zararlı kimyasal maddeler var. Bunların en basiti, yani en az zararlısı olduğu söylenen, bromürler en zararlısı, sodyum benzuat dâhil pek çok kimyasal madde var ve bunlar bizim bedenimize girdiği zaman bizi bir şekilde yıpratmaya başlıyor. Aynı şekilde, kaçınılmaz olarak kullandığımız yine bir dolu temizlik ve kozmetik ürünü var. Hepimiz bundan vazgeçemiyoruz. Nasıl vazgeçemiyoruz? Bütün kadınlar deodorant kullanıyor. Deodorantların içinde alüminyumlu bileşikler var, alüminyum :-):-):-):-)li var ve diyorlar ki bazı araştırıcılar, kadınlardaki meme kanserinin bu kadar artmasının sebebi kullandıkları deodorantlar. Çünkü, özellikle bizim ülkemizdeki deodorantların pek çoğunda alüminyumlu birleşikler var. Koltuk altındaki kıl köklerinden lenf yoluyla bedenine girip orada birtakım değişikliklere ve ilerlemiş hâllerinde de kansere neden oluyor. Yine aynı şekilde gündelik hayatımızda kullandığımız diş macunları. Diş macunlarının hepsinin içinde flor var. Florun fazlasının, bugün serbest radikal görev yaptığı ve kanserojen etki yaptığı yine ispatlanmış durumda. Her şeyi bırakın, çeşmeden akan su; hepimiz yıkanıyoruz, elimizi yüzümüzü yıkıyoruz, parası ve vakti olanlar koşarak havuzlara gidiyor. Ne yapıyoruz? Sürekli klorlu suları kullanıyoruz. Şimdi klor da gene aynı şekilde vücut için son derece zararlı bir kimyasal madde ve serbest radikallerle reaksiyona girip beden için kanserojen etki yapıyor. Yine içtiğimiz sularda klor miktarı fazla. Yine yapılan araştırmalara göre, özellikle mevsim dışında yenilen sebze, meyvelerin içlerinde, kullanılan sun’î gübrelerle veyahut da hormonlarla aktive edilmiş sebze ve meyvelerin içinde serbest radikalleri oluşturan kimyasallar çok miktarda. Yani ezcümle, soluduğumuz hava, içtiğimiz, kullandığımız su, yediğimiz yiyeceklerle devamlı bir kimyasal bombardıman hâlindeyiz. Tabi, işin en acıklısı bir de kendi kendimize bu serbest radikalleri, kimyasal maddeleri üretiyoruz. Nasıl üretiyoruz? Bir defa her saniye 30 bin kimyasal reaksiyon oluyor vücutta. Bunlar peş peşe devam ediyor. Bunu durdurmak mümkün değil. Fakat, yapılan araştırmalara göre, stres altında kaldığı zaman insan bedeni, böbrek üstü bezlerinden birtakım hormonlar salgılanıyor ve bu hormonların fazla miktarda olması yine vücut için zararlı kimyasal maddelere dönüşüyor. Biz kaçınılmaz bir şekilde bu zararlı kimyasal maddeleri sürekli vücudumuzda ya kendimiz üretiyoruz, ya yaşam koşullarımızdan dolayı dışarıdan alıyoruz ve böylece bir kimyasal bombardıman hâlindeyiz. Ben, 1977 Tıp Fakültesi mezunuyum ve son 30 yıldan beri şöyle bir baktığım zaman, okuduklarım, araştırmalarım, bu konulardaki edindiğim bilgiler çerçevesinde artık insanı şöyle görüyorum: Biz çok iyi elektrik donanımlı kimyasal bir fabrikayız. Muhteşem bir sistem ve her geçen gün insana olan hayranlığım artıyor. Çünkü, işin inceliklerini keşfetmeye başladıkça ne kadar mükemmel olduğumuzu fark ediyor insan ve bundan büyük aaaif alıyor. Bu mükemmel sistem öyle güzel bir program içinde ki, eğer dağın başında yaşarsak, buz gibi kaynak sularını içersek, tamamıyla mevsiminde yetişmiş, organik tarımla gıdaları alırsak, stresimiz olmazsa, koşturmacamız olmazsa, bir yere yetişme kaygımız olmazsa, çocuklarımızın veya evdeki faturaların taksitlerini ödeme sorunumuz olmazsa son derece sağlıklı, mükemmel bir şekilde yaşayabiliriz. Çünkü, artık tıbbın geldiği nokta, eskiden insanlar için baş belâsı olan bazı hastalıklarla, özelliklerle bulaşıcı hastalıklarla, kitleleri toplu olarak ortadan kaldıran bazı hastalıklarla baş edebilme gücüne eriştiği için, sağlıklı, uzun bir şekilde yaşayabiliriz. Ama bu mümkün değil. Çünkü, dediğim gibi hepimiz metropollerde yaşıyoruz, hepimiz bir koşturmaca içindeyiz, stres katsayımız çok yüksek. Onun için sürekli vücudumuzdaki kimyasal olaylar yürürken, ilâve olarak biz bunlara yük bindirmek durumundayız. Şimdi bu kimyasallardan bahsederken, söyleyeceğim; ne oluyor da bize zarar veriliyor? Aslında serbest radikal teorisinde söylenen bu kimyasallar vücutta oluyor ve serbest radikal dediğimiz moleküller derhal oksijenle birleşiyor. Tek elektronu olmayan ve stabil olmayan molekül bunlar. Doğada her şey kendini stabil etmek istiyor. Kendini nötrlemesi için etrafta bulunan, negatif yükünü tamamlayacak pozitif bir şeye ihtiyacı var,. Ne yapıyor? Civarda eğer bunu “chelation” yapacak, bağlayacak bir madde varsa ki, birazdan asıl ana konuyu getireceğim nokta o, anti-oksidanlara ihtiyacı var. Anti-oksidan olduğu zaman, serbest radikal anti-oksidanla birleşiyor ve vücuda zarar vermeyecek bir hâle geliyor, daha sonra da vücuttan atılıyor. Eğer ortamda bunu nötrleyecek anti-oksidan dediğimiz maddeler yoksa, derhâl LDH kolesterolle birleşiyor, küçük damarların -endotel diyoruz- iç cephelerine yapışıyor ve damar yapısında bozukluk ortaya çıkarıyor. Bu sırada eğer ortamda virüs, bakteri veyahut da “mite” türü parazit vesaire bir madde varsa onun da yapısını alıyor. Ne oluyor? Damar yapısında bozulma oluyor. Şimdi radyologların çok sevdiğim bir lafı var, diyorlar ki; “Bir kişinin yaşı eşittir damar yaşı.” Bir kişinin damarı ne kadar sağlıklıysa, lenf sistemi ne kadar sağlıklıysa o kişi o kadar sağlıklı oluyor. Bu oluşan serbest radikal, dediğim gibi ya endetole gidiyor LDH ile yapışıyor, veyahut da ikinci afinitesi, hücrenin çekirdeğindeki DNA’ya yöneliyor, DNA’nın bir parçasına gidip yapışıyor. Bu sefer, orada DNA’da bir takım bozukluklar yapıyor. Yani, bunun sonucunda da bizim otoimmün, kanser, yine sebebini Batı tıbbının tam açıklayamadığı pek çok hastalıkların oluşmasında rol oynuyor. Bu serbest radikalleri bir şekilde ortamdan uzaklaştırmak için çılgınca bir anti-oksidan pazarı oluşmaya başladı. 1950’li yıllardan itibaren kimya sanayinin çok gelişmesiyle ilâç sektörü inanılmaz boyutlara ulaştı. Fakat, o sırada bazı bilim adamları baktılar ki, bu ilâçlar da aslında kimyasal madde ve bunlar avuç avuç alınıyor. Şunu belirtmek istiyorum, dünyadaki en çok antibiyotik kullanılan ülkelerden biri ülkemiz. Kat’iyen Batılı bir ülkede gidip de eczaneden, “bana şu antibiyotiği ver, alayım, on gün içeyim”, böyle bir şey yapamazsınız. Hatta kutu içinde bile satmıyorlar, poşetler içinde, kişiye yönelik, ancak az sayıda veriliyor. Bizde hem hekimler bunun maalesef öncülüğünü çekiyor, çok bol miktarda antibiyotikleri yıllarca insanlara yazdılar, hem de halkımız bilinçsizce gidip kendileri eczanelerden bunları talep ediyor. Yani, bu kimyasal zehirlenmelere ilâve olarak, bir de bizim hekimler tarafından ve kendi bilinçsizliğimiz yüzünden aldığımız ilâç sektörünün, ilâç tröstlerinin yaptığı kimyasallar var. Fakat o sırada, 1960-1970’li yılların sonunda Luis Polling diye -kendisi Nobel ödülü almıştır- bir zat araştırmaları sonunda bakıyor ki, bu kimyasalları, ilâç sektörünün bu ilâçlarını alıp da insanların bedeninde birtakım hasarlar ortaya çıkıyor ve neticede tedavilerde pek olumlu olmuyor. Ama, araştırmaları sonucunda bakmış ki, C vitamini, ki çok iyi bir anti-oksidandır; çünkü insan bedeni doğada C vitaminini senaaa edemeyen bir tür. Doğada üç tane canlı senaaa edemiyor; bir tanesi bir kobay türü, primatlardan bir tür, bir de insanlar. Onun dışında doğadaki bütün hayvanlar kendi C vitaminlerini senaaa edebiliyor. Bu ne demek? Biz senaaa edemediğimiz için dışardan C vitaminine ihtiyacı var bedenimizin. İşte Luis Polling bunun araştırmalarını yapıyor ve diyor ki; “Yüksek dozda C vitamini alırsa birey, vücuttaki bu oluşan zararlı kimyasallarla C vitamini birleşip, bedeni bir şekilde arındırıp sağlıklı hâle gelebiliyor.” Tabiî bununla ilgili karşı taraftaki ilâç tröstlerinin de bir dolu araştırmaları oluyor ve devamlı bir savaş sürüyor. Ama, baktığımız zaman, Polling çok başarılı bir şekilde 90’lı yaşlara kadar yaşamış ve son ana kadar makalelerini yazmış, son derece sağlıklı uzun bir ömür sürmüş. C vitamini ve diğer anti-oksidanları birey aldığı zaman vücudundaki dengeleri biraz koruyabiliyor. Fakat bu da yetmiyor. Neden yetmiyor? Yılların verdiği birikim var. Bu birikimler öyle bir hâle geliyor ki, ne kadar siz anti-oksidanları da verseniz, hücresel seviyede bu olayı çözemiyorsunuz. Onun için, bir şekilde şimdi moda olan detox olayı çıkıyor. Bunun öncülüğünü bizim Ankara Tıp’tan benimle aynı dönemlerde olan bir arkadaşım pek çok yazılar yazarak “detox, detox” diye gazetelerde ve basında insanlara anlatmaya çalıştı. Detox ne demek? Demin de söylediğim gibi, biz çok iyi elektronik donanımlı kimyasal bir fabrikayız. En küçük hücremiz de kimyasal bir fabrika. Asıl büyük kimyasal fabrika neresi? Bizim karaciğerimiz, akciğerimiz, derimiz ve böbreklerimiz. Bu dört tane sistemle vücuttaki oluşan zararlı kimyasallar bir şekilde nötr hâle getirilip sistemden atılmaya çalışılıyor. Bu arındırmanın en önemli yeri karaciğer. Karaciğeri bir kişinin iyi çalışıyorsa, o kişi bir şekilde yaşamı daha iyi başarma şansına ulaşıyor. Detox’u, biraz açmak istiyorum. Çünkü, detox değişik yöntemlerle yapılabiliyor. Nasıl oluyor? Anti-oksidanlar da aslında detox için yardımcı bir şey ama, hücresel seviyede, hücreyi temizlemeden, boşaltmadan, sistemi arındırmadan mevcut reaksiyonları engelleyip serbest radikallerin oluşmasını bir şekilde kesseniz bile, sistem dolu olduğu için başarı şansınız olmuyor. Hayal edebilmeniz için şöyle bir şey anlatacağım. Amerika’da pek çok evde vakum sistemi vardır. Odaların altında bir sistem kurmuşlardır, günün belli saatlerinde vakumu çalıştırırsınız, ortamdaki kirleri vakumla çeker ve pırıl pırıl olur mekân. Ama, eğer o mekanda çok iri kirler varsa, büyük taşlar, topraklar, tahtalar vesaire varsa, siz ne kadar vakumu çalıştırırsanız da sistemi düzeltemezseniz. Bunun için de bir şekilde hem hücresel seviyede, hem de karaciğer düzeyinde bizim önce bedeni arındırmamız lâzım. Bunun en kolay, en ucuz yolu beslenme diye bir cins özel diyet uygulayarak yapılanıdır. Nasıl yapılıyor? Bir defa bunu uygulayan kişi bir hafta süreyle eti kesiyor. Sadece haşlanmış sebzeleri yiyor, yanında bol miktarda su içiyor. Yalnız su derken, maksimum 4 litre, bütün sıvılarla birlikte 4 litre sıvı alıyor ve beden bir şekilde yıkanıp arınmaya başlıyor. Birinci haftanın sonunda meyve sularına geçiliyor. Meyve sularıyla da bir haftalık bir süre geçiriliyor, yine et yenmiyor ama, sebze de kesiliyor. Yani, günde 4 litreye kadar meyve suyu ve su içiliyor. Böylece yine bir hücrelerde yıkanma, karaciğerde, sistemde bir temizlik oluyor. Daha sonraki hafta, yavaş yavaş meyve sularının yanına sebzeler ilâve ediliyor, yine bir hafta böyle devam ediliyor. Fakat, bu süreç sırasında tabiî bedende bir dolu reaksiyon oluyor. Bu reaksiyonlar sonucunda kişide halsizlik, yorgunluk, baş ağrıları, bedeninde ne kadar toksik madde biriktiyse o kadar o kişide ağır semptomlar görülüyor. Yani, o kişi rahatsız bir dönem geçiriyor sağlığına kavuşmak için. Çünkü, bir şekilde tutup da hortumla yıkayamıyoruz biz bunu, kendi sistemi içinde bir arınma, yıkanma programı uyguluyoruz. Bu, onun için insanların çok hoşuna gitmeyen, çok aaaif almadıkları bir şey ama, bilinçli bir insan bunu yaptığı zaman bedenindeki arınmayı kendisi gözlemliyor. Bu kadar sabrı olmayan, parası olan kişiler için bunun Amerika’da en az 400 tane merkezi var. EDTA diye bir uygulama var, etilen diamin tetra asatik asit. Belli bir protokolle, damardan kimyasal madde veriliyor ve “chelation” dediğimiz olayı yapıyor, bu kimyasal madde gidiyor, vücudun içindeki birikmiş olan o atıkları, serbest radikallerle oluşmuş endotel çeperindeki maddelere yapışıp bir şekilde bedeni arındırıyor. Buna “chelation” terapisi deniliyor. Yine aynı şekilde, EDTA kadar pahalı olmasa bile skualen diye bir madde var, bir cins köpekbalığı karaciğerinden elde edilmiş kapsüller. Bunları da belli bir protokolle birey aldığı zaman, karaciğer, hücreler yavaş yavaş temizleniyor ve bir arınma ortaya çıkıyor. Şimdi bu ilk temizlik. Yani, biz vakumları çalıştırmadan önce ortadaki büyük kütleleri, bedendeki o zararlı şeyleri bir şekilde temizleme harekâtımız. Daha sonra, kişiye başka tekniklerle nöral terapi dediğimiz başka bir terapi uygulanıyor. Nöral terapi ile hedef, yine birtakım kimyasal reaksiyonları tetikleyip, hücreler arasındaki elektrolit balansını yeniden düzgün hâle getirme tekniği. Bunun da uzman bir kişi tarafından belli periyotlarla yapılıp, bedeni bir şekilde sempatik-parasempatik sistem düzenlemesi gibi açıklayabilirim. Daha sonra buna ilâve olarak, ya da bu işlem yapılırken, nöral terapi sırasında bazı homeopatik maddeler. Homeopatide de kullanılan bir iki madde var. Bunlardan bir tanesi, hepinizin bildiği küçük Hindistan cevizi, ondan yapılmış homeopat karışımlarla beden bir şekilde yine arındırma sistemine sokuluyor. Daha sonra da, arındıktan sonra, kişiye deniliyor ki; “Kardeşim sen günde en az 1 gram C vitamini içeceksin, eğer para durumun iyiyse, E vitamini içeceksin günde en az 400 miligram, 400 ünite. Eğer daha ağır bir tahribat varsa 800 ünite E vitamini alacaksın. Yanında, paran varsa biraz da selenyum alacaksın. Eğer daha da ekonomik durumun iyiyse koenzim Q’yu ilâve edeceksin” diye uzman olan kişi, arındırılan kişiye bunları öneriyor. Beden bir şekilde arındıktan ve düzenli bir hâle getirilten sonra bireyin kendi sorumluluğunu eline alması lâzım. Benim, bana gelen kişilere söylediğim bir şey var; “Ben hiçbir zaman sizi tedavi edemem. Ben size coaching’lik yaparım. Yani nedir? Basket koçu gibi, voleybol koçu gibi size yaşam koçluğu yapabilirim. Size doğruları söylerim, ama direksiyon sizin elinizde.” Çünkü, herkesin bu gezegende çok uzun kalması diye bir şey yok. Yani, bazı insanlar çok hızlı yaşayıp kendilerine verilmiş olan bu yaşam şansını kısa sürede tüketip kısa sürede gidebilir. Ama, eğer burada uzun kalmak istiyorsak, bu arınma programından sonra yeni bir sayfa açıp yaşamımıza yön vermemiz lâzım. Birkaç kelime de bundan bahsetmek istiyorum; ne yapabiliriz? Çünkü çılgınca bir şey var; herkes böyle birtakım şeyler yapıp burada uzun süre kalmak istiyor. “Kardeşim niye kalmak istiyorsun? Tüketmek için mi kalmak istiyorsun?” Çünkü, gezegende artık yer kalmadı, yedi milyarlık nüfusa ulaştı. Tüketerek bir noktaya varılmayacağını artık insanlar anladı. Bundan bir hafta önce televizyonda bile Amerika’da yapılan bazı araştırmalarla ilgili böyle kısa bir haber geçti; 20-25 yıl sonra bir göktaşı çarpmasına gerek yok diye hesap ediyorlar. Bu çevre kirliliği çok geometrik olarak artacak ve gezegen gidecek diye hesaplar yapıyorlar. Tüketerek bir yere varamıyoruz; ancak, az şeylerle yetinip üretmemiz lâzım. Beslenme konusunda hep örnek veriyorum, yine bu yaşlanmayla ilgili yapılan çalışmalarda fareleri incelemişler. İki grup fare almışlar, bir gruba normal besin vermişler, diğer gruba da besini yarıdan daha aza indirmişler. Bakmışlar ki, çok az yiyen fareler diğerlerine göre iki misli daha uzun yaşıyor. Yani ne demek? Biz de kilo almayacağız. Fazla tüketip fazla yemeyeceğiz. Ama, tabiî alışkanlıklarımız var, bir yaşam stilimiz var ve yemek yemek aaaifli bir şey. Çünkü, yine yaşamın çok önemli bir noktası var, ben hep onu söylüyorum; aslında herşey bizim bedenimizin içinde kodlanmış. Yaşamı ve bağışıklık sistemini, ki bağışıklık sistemi bence yaşamın anahtarı, bağışıklık sistemini en güçlü hâle getiren kendi içimizde ürettiğimiz endorfinler. Yemek yerken de endorfinler’imiz artıyor, mutlu oluyoruz, aaaif alıyoruz. Onun için Tibet’li bir rahip gibi bir avuç çay suyunun içine bir kaşık yağ konulup, onu içip, sonra birkaç tahıl parçasıyla yaşamak bence yaşam değil. Yani yerken de aaaif alacağız. Son 20 yıldan beri beslenmeyle ilgili pek çok araştırmalar yapıldı. Duymuşsunuzdur, mesela Japonların yaptığı Okinava projesi. Bakmışlar ki, o adada yaşayan Japonlar çok uzun yaşıyor. Hakikaten adamlar çiğ balık yiyor, pirinç yiyor ve uzun yaşıyor. Ama araştırmanın sonunda bir bakmışlar ki, aslında adamları en çok hayatta tutan, uzun yaşatan, stresin yokluğu. Adamlar saat kullanmıyor, hiçbir kaygıları yok. Bir toplantı yapıyor bu araştırmayı düzenleyenler, diyorlar ki; köyün 100 yaşın üstündekilerini çağırıyorlar, “öğlen 12 ‘de gelin” diyorlar. Toplantıya hepsi saat 4’te geliyor, yavaş yavaş yürüyerek. Hiçbir kaygıları yok. Bakmışlar ki, bu Japon tipi beslenme de çok parlak değil. Neticede, bugünkü bilim adamlarının geldiği nokta, keşfettikleri şey, aslında bizim topraklarımıza yakın beslenme şekli olan Girit usulü beslenme. Girit usulü beslenmenin temeli; bol sebze, meyve yenilecek, arada bir kırmızı şarabını içeceksin, haftada üç dört gün balığını yiyeceksin. Burada hemen ben ilâve edeceğim; ben katı vejetaryenliğe çok karşı bir insanım. Çünkü, az miktarda ki, şöyle ifade edeyim; haftada 1 veya 2 gün kırmızı et ve koyun, koyunun altını özellikle çiziyorum, çünkü sığır etlerinde ve maalesef tavuk etlerinde bizler için pek çok zararlı, hatta kansorejen olduğu söylenen maddeler, bakteriler var. Onun için bol sebze, meyve ağırlıklı arada bir, haftada bir-iki gün koyun eti, kuzu eti yiyerek, arada da balıkla aaaifli bir şekilde beslenmemizi yapabiliriz. Şimdi, aranızda ben dahil sigara içenler var herhâlde; sigarayı hayatımızdan derhal çıkarmamız lâzım. Yoksa ikide bir bu detox programına girip, bu kişinin uzmanlarına gidip, benim yaptırdığım gibi arada bir nöral terapi yaptırtıp sisteminizi boşaltıp, sonra gidip sigara içmenin hiçbir mantığı yok. Sigarayı içmemek lâzım. Çünkü, yine benim çok hoşuma giden bir şey, geçen hafta elime geçti, Fhilip Morris firması böyle bir katalog bastırmış ve her tarafa dağıtmış, gözlerim yaşardı. Çünkü, beklemiyordum Türkiye’de bunu yapacaklarını. Demek ki, o kadar tazminatlar ödemişler ki, o kitapçıkta sigaranın ne kadar sağlığa zararlı olduğu yazıyor, tavsiye ederim okuyun. Her sigaranın içinde 3000 tane zararlı kimyasal madde var, molekül olarak. Şimdi ne yapıyoruz? Biz bir tane sigarayı içtiğimiz zaman vücudumuzda 3 milyon tane zararlı serbest radikal oluşuyor. Demek ki sigarayı hayatımızdan çıkaracağız. Alkolü, yine yapılan araştırmalara göre, Girit usulü beslenmede en ideali, kadınlar için -kadınlar alkolü daha zor vücuttan atıyor- kadınlara bir kadeh kırmızı şarap, erkeklere de iki kadeh kırmızı şarap ideali. Ama arada bir gideceksiniz, sonuna kadar içmeyeceksiniz. Tabiî insanız, bunları da yapacağız ama, ideallerini ben size söylüyorum. En iyi doğal anti-oksidan sızma zeytinyağı. Hayatımıza sızma zeytinyağını sokacağız. Çay çok iyi bir anti-oksidan, meyve ve sebzeler. Yapılan araştırmalara göre, meyve ve sebzelerin içinde yaklaşık 600 tane doğal olarak bulunan anti-oksidan var. Bunları hayatımızda bol bol alacağız bedenimize. Kırmızı şarap, içindeki polifenollerden dolayı çok iyi bir anti-oksidan ve dediğim gibi dışardan aldığımız sentetik vitaminler. Bütün bunları yaptıktan sonra, sağlıklı bir hâle gelip gelmediğimizi periyodik kontrollerle mutlaka yaptıracağız. Ama, benim meslek hayatım boyunca izlenimim, lâboratuar testlerinin bazı parametrelerle bakıldığı zaman özellikle tümör konusunda çok yanıltıcı olduğunu gördüm. Çünkü, çok ağır hâle gelmiş kanser vakalarında bile tamamıyla normal çıkabiliyor testler. Onun için hiçbir zaman testleri çok güvenilir kabul etmiyorum. Tabi ki, yılda bir kere veya belli periyotlarla tahlil yapılmalı ama, bir çılgın gibi her 3 ayda bir gidip, kanlar aldırıp, “acaba benim vücudumdaki kollestrol lipit ne kadar” vesaire diye endişeye girmek de yok. Yani bir yaşam biçimi hâlinde beslenme ve kullandığımız sıvılarla, kimyasal maddeleri mümkün olduğu kadar azaltılarak da sağlıklı bir hâle getirebiliyoruz bedenimizi. Stres ile ilgili kısaca bir iki şey söylemek istiyorum. Bütün stresle başa çıkma tekniklerinin hepsi, bu 5000 yıllık insanlık tarihinde uygulanan meditasyonlar, birtakım Tibet, Çin, hatta Anadolu tekniklerinin hepsi bireyi stresten kurtarmak için. Ne yapıyor aslında bu nefes egzersizleri, chigong’lar vesaire? Parasempatik ve sempatik sistemi dengeye getirmeye çalışıyor. Fakat, deminki o vakum örneğinde söylediğim gibi, eğer ortam çok kirliyse, “sadece ben nefes egzersizi yapayım, reiki biliyorum, arkadaşım reiki hocası veya uygulayıcısı, ellerini koysun, benim buradaki serbest radikallerim ortadan gitsin”, böyle bir şey yok. Önce arınacağız. Arındıktan sonra stresle başa çıkmayı öğreneceğiz. Ben kendi adıma hiç meditasyon yapmayan bir insanım. Gelen hastalarıma meditasyon tekniklerini öğretiyorum, ama yapmıyorum. Neden yapmıyorum? Çünkü, bence yaşamın sırrı anı yaşamakta ve sürekli mutlu olmakta. Hayatımıza çok basit şeyleri sokabiliriz, gülmeyi sokabiliriz, cinselliği sokabiliriz. Çünkü bunlar ne yapıyor? Bizim vücudumuzdaki doğal endorfinleri, morfin türevi maddeleri arttırıyor ve böylece bedenimiz daha sağlıklı, daha genç hâle geliyor. Dr. Şule Bademli Naturel Ankara 2004 |
Ayurveda
Ayurveda » Alerji nedir? Alerji, vücudumuza dışarıdan giren çeşitli maddelere karşı gösterilen anormal bir tepki olarak tanımlanabilir. Burada esas amaç, vücudu yabancı olduğu farkedilen bu maddeye karşı korumaktır. Aslında yabancı olduğu halde, vücudumuza hiçbir zararı dokunmayacak hatta yararları olabilecek bu madde adeta bir düşman işlemi görmekte ve düşmana gösterilen bu aşırı tepki vücutta birtakım hasarlara ve zararlara yol açmakta ve alerjik bir hastalık olarak karşımıza çıkmaktadır. Örneğin, yumurtaya alerjisi olan bir kişiyi ele alalım. Yumurta, normal insanlar için, içerdiği protein, vitamin.. gibi yapı taşları ile çok yararlı bir besin maddesidir. Yumurtaya alerjisi olan kişi, yumurtayı kendine yabancı, hatta düşman gibi görür. Bu kişi yumurta yediğinde bağışıklık sisteminin alarm zilleri çalmaya başlar: Dikkat, vücuduna bir yabancı girdi. O senin düşmanın, onu yok et. Bağışıklık sistemi de tüm kuvvetleriyle yumurtayla savaşa başlar ve sonuçta hafif kaşıntılardan astıma, saman nezlesinden anafilaksiye kadar çeşitli alerjik tablolar ortaya çıkar. Çok değerli bir besin maddesine gösterilen bu tepki ne kadar haksız değil mi? Diğer taraftan, arı zehirine alerjik olan bir kişideki aşırı tepkinin ise son derece geçerli bir mantığı vardır. Bu, adı üstünde arı zehiri. Bu zehirden vücudun haberdar olması, ona karşı birtakım tepkiler göstermesi, onu yok etmeye çalışması.. hep vücudun yararı içindir. Ama, bu tepkilerden vücut da bu arada zarar görürmüş, o başka mesele. Alerjen nedir? Alerjiye neden olan maddelere alerjen denir. İnsanlar her maddeye karşı alerjik olabilirlerse de, alerjenlerin çoğu organik kökenli maddelerdir ve normalde zararsız olan, her gün karşılaştığımız, temas ettiğimiz, yediğimiz, içtiğimiz şeylerdir. Yumurta, süt, fındık, fıstık, balık, midye.. gibi besinler. İçecekler… Çocukların balonu, emzikleri, bulaşık eldivenleri... Kedi, köpek, tavşan... Bilezikler, küpeler, takılar... Tozlar, küfler, polenler... Böyle daha binlerce, milyonlarca madde. Aspirin, penisilin gibi can kurtaran ilaçlar. Hatta, kortizon. Evet, bazı insanlar alerji tedavisinin bir numaralı ilacı olan kortizona karşı bile alerjik olabilirler. Ne büyük şanssızlık değil mi? Solunum yolları alerjilerinin sebepleri nelerdir? Alerjenler, vücudumuza çeşitli yollarla girebilirler: Deriden, Solunum yoluyla, Sindirim sistemi yoluyla. Astıma ve alerjik nezleye yol açan alerjenlerin büyük çoğunluğu solunum yoluyla vücuda giren alerjenlerdir; bunlara havada bulunan alerjenler anlamına gelen aeroalerjen ismi verilir. Aeroalerjenlerin en önemlileri şunlardır: Ev akarları, Polenler, Bazı evcil hayvanlar (kedi, köpek...) Küf mantarları.. Bu alerjenlerin, akciğerlerdeki küçük bronşiollere ve hava keseciklerine kadar gelebilmeleri için çaplarının 5 mikron’ dan daha küçük olması gerekir. 5 mikrondan daha büyük çaplı alerjenler, boyutlarına göre, burunda veya üst solunum yollarında tutunurlar. Çapları 20-60 mikron olan polenlerin, astımdan çok alerjik nezleye yol açmalarının nedenlerinden biri de bunların büyüklükleri nedeniyle küçük bronşlara kadar gelememeleri olabilir. Kimler alerjiye daha yakındır? Bazı kişiler doğuştan alerjiye daha yatkındırlar. İşte, doğuştan genetik (kalıtsal) olarak alerjiye yatkın olmaya atopi, böyle kişilere de atopik kişi denir. Atopik kişi sahip olduğu kalıtsal özellikler nedeniyle, karşılaştığı bazı maddelere karşı immunglobulin E sınıfından antikorlar üretir ve dolayısıyla da o madde, o kişi için artık herhangi bir madde değil, bir alerjendir. Atopik kişilerin kanında alerjik oldukları maddelere karşı yüksek miktarda immunglobulin E antikorları vardır ve bunlarda günün birinde bir alerjik hastalık ortaya çıkma riski yüksektir. Atopik kişilerde alerjik hastalığın ortaya çıkmasında, örneğin astım belirtileri göstermeye başlamasında çevresel faktörlerin çok önemli etkisi vardır. Nitekim, genetik yapıları aynı olan tek yumurta ikizlerinin sadece %’inde aynı alerjik hastalık bulunur. Alerji yalnız kalıtsal faktörlerin etkisiyle ortaya çıkıyor olsaydı, her iki çocuğun da aynı alerjik hastalığa sahip olması gerekirdi. Alerjik hastalıklar nelerdir? Alerjik hastalıkların başlıcaları şunlardır: SAMAN NEZLESİ (Alerjik Nezle) GÖZ NEZLESİ (Alerjik Konjunktivit) ASTIM (Alerjik Bronşit) ÜRTİKER ve EGZEMA (Alerjik Deri Hastalıkları) Alerjik hastalıklar nasıl ortaya çıkıyor? Alerjik hastalıkların ortaya çıkması için atopik özelliğe sahip kişinin belirli bir süre allerjenlerle temas etmesi gerekir. Buna duyarlılık kazanma süresi denir ve birkaç haftadan birkaç yıla kadar değişebilir. Bu dönemde, allerjene karşı immunglobulin E (IgE) adı verilen özel antikorlar üretilir ve bunlar da mast hücrelerinin yüzeylerine yapışırlar. Bu kişi tekrar allerjenle karşılaştığında, allerjen ile IgE’ nin hücre yüzeyindeki birleşmeleri, mediatör ismi verilen çeşitli maddelerin salınmasına neden olur. Allerjik hastalıkların belirtilerinden bu mediatörler sorumludur. Allerjik hastalıklar, allerjenle mast hücresi yüzeyindeki antikorların buluşma yerlerine göre farklı hastalıklar olarak karşımıza çıkar. Meselâ, bu buluşma burun zarında oluyorsa saman nezlesi, bronşlarda ise astım ve derimizde ise egzema görülür. Vücudun tümünü ilgilendiren yaygın allerjik reaksiyonlara ise anafilaksi veya allerjik şok ismi verilir. Alerjik hastalıklar neden artıyor? Alerjik hastalıkların her geçen yıl hızla artışının nedenlerini araştıran uzmanlar, bu artışın yaygın antibiyotik kullanımı ve çocukluk çağı infeksiyonlarının azalmasından kaynaklanabileceğine dair bulgular elde etmişlerdir. Bağışıklık sisteminin tam olarak gelişebilmesi için 1 yaşından önce geçirilen infeksiyonların büyük önemi vardır. Dünyaya allerjiye yatkın olarak gelen çocuklar, geçirdikleri infeksiyonlar sayesinde mikrop ve virüslerle mücadele etmeyi öğrenirler. Bağışıklık sistemi bu infeksiyonlar sayesinde güçlenir. Buna karşılık, çok temiz ortamlarda büyüyen, çok az infeksiyon geçiren ve çok sık antibiyotik verilen çocukların bağışıklık sistemleri yeteri kadar mikropla karşılaşamadığından, allerjiye daha yatkın olurlar. Gerçektende, çok çocuklu ailelerde ve erken yaşta yuvaya gönderilen çocuklarda astım ve allerjik hastalıkların daha az görülmesi, bu çocukların daha çok infeksiyon geçirmeleriyle açıklanmaktadır. Buna karşılık az çocuklu ailelerde ve topluma fazla girmeyen ve daha az mikropla karşılaşan çocuklarda astım riski de yüksektir. Araştırmacılar, çocukluk çağında geçirilen ve astıma karşı koruyuculuk sağlayan infeksiyonları şöyle sıralıyorlar: Kızamık Kızamıkcık Suçiçeği Kabakulak A tipi hepatit Nezle Astım Allerjiler köy, çiftlik gibi ortamlarda büyüyen çocuklarda ve hatta gebeliklerini bu tür yerlerde geçiren kadınların bebeklerinde de daha az görülmektedir. Bu gibi yerlerde kedi, köpek ve diğer çiftlik hayvanları ile iç içe büyüyen çocuklar daha fazla mikropla karşılaştıkları için, bağışıklık sistemleri daha güçlü olmakta ve allerjiye yatkınlık azalmaktadır. Çocukluk çağında çok sık antibiyotik kullanılması da astım riskini artıran bir faktördür. Çocuklara boğazı ağrıyor, ateşi var, burnu akıyor diye hemen antibiyotik verilmesi gereksiz olduğu gibi zararlıdır da. ALERJİK REAKSİYONLAR Besinlere, ilaçlara, böcek zehirlerine.. karşı gelişen tabloları allerjik hastalık değil, allerjik reaksiyon olarak değerlendirmek daha doğrudur, çünkü allerjenle karşılaşılmadığı sürece bu kişilerde her hangi bir hastalık belirtisi görülmez. Oysa, ev tozu akarlarına karşı allerjik olan bir astımlı sadece bu allerjenlerle karşılaştığında değil, başka bir çok nedenle de (soğuk hava, egzersiz, nezle, grip gibi viral infeksiyonlar..) astım krizlerine girerler. SİGARA Anne ve babaları sigara içen çocuklarda hırıltılı solunum, alt solunum yolları enfeksiyonları ve astım, evlerinde sigara içilmeyen çocuklara göre, özellikle de hayatın ilk yılında çok daha fazla görülür. Annenin sigara içmesi, yaşamın ilk yılında ortaya çıkan astım için bir risk faktörüdür. Bu risk, annenin alerjik bir hastalığı olması durumunda 4 kere daha fazla olmaktadır. Gebelikleri süresince sigara içen annelerin bebeklerinin doğumdaki solunum fonksiyonlarının daha kötü olduğu saptanmıştır. Annesi sigara içen bebeklerin kordon kanında IgE düzeyleri yüksektir ve alerjik hastalık riski artmıştır. İki ayrı çalışmada da, günde 10 veya daha fazla sigara içilmesinin 12 yaşından önceki astım riskini 2,5 kat artırdığı ve egzamalı çocukların sigara dumanına maruz kalmalarının astım riskini yükselttiği belirlenmiştir. YAZ TİPİ HAVA KİRLİLİĞİ Astım ve alerjik hastalıkların oluşumunda yaz tipi hava kirliliği daha önemlidir. Yaz tipi hava kirliliğinin esas kaynağı yoğun trafiktir. Motorlu araçların egzoz gazlarından çıkan petrol yanma ürünlerine güneş ışınlarının etkisiyle başta ozon olmak üzere çeşitli azot oksitleri meydana gelir. Oksidanlar, yani ozon ve azot oksitleri, solunum yolları için adeta zehir etkisi yaratır. Bunların, baş ağrısı, gözlerde sulanma, kızarma, burun akıntısı ve hapşırma gibi tahriş edici etkileri hemen herkeste görülür. Oksidanlar, solunum yollarını döşeyen hücreler üzerine de çok zararlı ve hasar oluşturucu etkiler yaparlar. Araştırmalar, oksidan ismi verilen maddelerin başta astım ve saman nezlesi olmak üzere alerjik hastalıkların ortaya çıkmasında çok önemli etkileri olduğunu ortaya çıkarmıştır. Oksidanlar, ayrıca astımı ve bronşiti olanlarda öksürük, hırıltılı solunum ve nefes darlığına da yol açarlar. BESLENME VE ALERJİ Diyet ile alerjiler arasında çok yakın bir ilişki vardır. Son yıllarda, bazı yağ asitlerinin fazla tüketilmesinin, astım ve alerjilerin gelişiminde bir risk faktörü olabileceği ileri sürülmektedir. Buna karşılık omega-3 yağ asitlerinin allerjik hastalıkların gelişimini engelleyebileceği düşünülmektedir. İçinde balık yağı bulunan diyetlerin astıma karşı koruyucu etkisi olabileceğine dair iddialar vardır. Margarinde bulunan trans yağ asitleri tüketimi ile alerji belirtilerinin sıklığı da ilişkili bulunmuştur. Birçok araştırmada, az miktarda C vitamini alanlarda akciğer fonksiyonlarında azalma olduğu, ayrıca kış boyunca taze meyve tüketimi ile astım semptomları arasında ters bir ilişki bulunduğu saptanmıştır. Aşırı tuz tüketiminin, özellikle erkeklerde astımdan ölüm oranlarını artıran bir faktör olabileceği ileri sürülmüştür. Alkolün alerji ve astım belirtilerini tetikleyen bir faktör olduğu eskiden beri bilinir. Egzersiz alerjisi nedir? Son yıllarda giderek yaygınlaşan alerjik hastalıkların yeni yeni tanınan türlerinden biri de egzersiz alerjisidir. Egzersiz alerjisi, ciltteki hafif kızarma ve kabartılardan karın ağrısı, bulantı ve kusmaya, astım krizinden anaflaksiye kadar çok farklı şekillerde ortaya çıkabilir. Jogging (yavaş koşu), tenis, futbol, bisiklet, kayak ve hatta aerobik gibi birçok spor egzersiz türü alerjiye neden olabilmektedir. RİSK FAKTÖRLERİ Yemek yedikten veya bir ilaç alındıktan sonra yapılan egzersizlerde alerji ihtimali daha fazladır. Bu yiyecek, kişinin evvelden beri alerjik olduğu bilinen bir madde olabileceği gibi, herhangi bir besin maddesi de olabilir. Egzersiz alerjisine neden olabilen yiyeceklerin başlıcaları, karides, istiridye.. gibi deniz hayvanları, şeftali, üzüm, kereviz, elmadır. İlaçlar içinde aspirin, ağrı kesiciler, romatizma ilaçları ile bazı antibiyotiklerin riski daha fazladır. Yine egzersizden önce alkol veya kafein (kola, kahve, çikolata...) alınmış olması ve egzersizin fazla sıcak ve nemli ya da çok soğuk ve kirli havada yapılmış olması da riskli bulunmuştur. Bazı kişilerde yağmur altında yapılan egzersizler suçlanmıştır. Adet dönemindeki hanımlarda da egzersiz alerjisi ihtimali daha fazladır. Egzersiz alerjisi riskinin en düşük olduğu spor yüzmedir. BELİRTİLERİ Egzersiz alerjisi tipik olarak bazı öncü belirtilerle başlar. Bunlar, yaygın sıcaklık ve kaşıntı hissi, yorgunluk ve ciddin kızarmasıdır. Daha sonra ürtiker (kurdeşen) diye isimlendirilen, 1-2 cm boyutlarında kaşıntılı kabarıklar ortaya çıkar. Cilt altı dokusunun şişmesi özellikle yüzde, avuç içi ve ayak tabanında belirgindir. Birçok hastada tansiyon düşüklüğü ile beraber şuur ile ilgili bozukluklar da görülür. Karında kramp şeklinde ağrılar ile bulantı ve kusma da meydana gelir. Baş ağrısı hem çok sık rastlanan ve hem de üç gün kadar devam eden en inatçı belirtilerdendir. Egzersiz alerjisinin belirtileri genellikle 2 saat içinde azalmaya başlar, fakat bazen 12 saat sürdüğü de olur. EGZERSİZ ALERJİSİNİN ÖNLENMESİ Egzersizle ilgili olarak sadece deri belirtileri gösteren hastaların, efordan önce antihistaminik ilaç almalarının yararı olabilir, ancak bunların her zaman tam etkili olması beklenmemelidir. Egzersizden 4 saat öncesine kadar yemek yenilmemeli ve hiçbir ilaç da alınmamalıdır. Ağır egzersizden önce, ısınma hareketleri yapılmalıdır. Çok sıcak ve nemli ya da soğuk ve kirli havada egzersizden kaçınılmalıdır. Soğuk havada yapılacak egzersizlerde ağız ve burnun bir maske ile kapatılması işe yarayabilir. Ağır egzersizler birden kesilmemeli, vücudun soğuması için egzersiz 10-15 dakika içinde yavaş yavaş bitirilmelidir. Egzersiz alerjisi olan kişiler yalnız başlarına egzersiz yapmamalıdır. Egzersiz alerjisi olanlar, egzersizden 10-15 dakika önce nefes açıcı spreylerinden kullanmalıdır. Egzersiz sırasında öncü belirtiler ortaya çıkar çıkmaz egzersize son verilmeli ve derhal nefes açıcı spreyler alınmalıdır. Alerjinin en korkulanı: Anaflaksi Alerjinin en korkulan, en ağır ve tehlikeli şekli olan anaflaksi, vücudun tümünü ilgilendiren yaygın alerjik reaksiyonlara bağlı olarak gelişir. Anaflaksi, alerjik şok ismiyle de bilinir; erken tanınıp acil olarak tedavi edilmediğinde kişiyi şok ya da ölüme kadar götürebilir. Gazetelerde okuduğumuz ‘Penisilin iğnesi yapıldı, yaşamını yitirdi’ veya ‘Arı sokmasından öldü...’ gibi olayların nedeni hep anaflaksidir. Ülkemizde her yıl ortalama olarak 100 kişinin anaflaksiden dolayı yaşamlarını yitirdikleri söylenebilir. Anaflaksinin sebepleri Anaflaksiye sebep olabilen pek çok madde vardır: İlaçlar (penisilin, sefalosporin ve diğer antibiyotikler; aspirin, ağrı kesici ve romatizma ilaçları, lokal anesaaaikler, röntgen çekilirken kullanılan kontrast maddeler...) Serumlar ve aşılar Kan ve kan ürünleri Yiyecekler (Yumurta, süt, domates, fıstık, deniz ürünleri...) Yiyeceklere konan katkı maddeleri Bozulmayı önleyici maddeler (Sülfitler) Renklendiriciler (Tartrazin) Tat vericiler (Glutamat) Fiziksel etkenler: Egzersiz, soğuk Çeşitli maddeler: Lateks, sperm Anaflaksinin belirtileri Anaflaksi, kişinin duyarlılığına ve alınan alerjenin miktarına göre değişik tablolara neden olur. Başta deri, alt ve üst solunum yolları, dolaşım ve sindirim sistemi olmak üzere pek çok organ sistemine ait belirtiler ortaya çıkar. Anaflaksi, çok ani olarak ortaya çıkan bir durum olduğu için sadece doktorlar tarafından değil, herkesçe bilinmesi, tanınması ve ilk acil müdahalenin hemen yapılması, hastanın yaşamının kurtarılması bakımından çok önemlidir. Alerjenin alım yolu ve vücuda giriş hızı da anaflaksinin ağırlığını belirleyen önemli faktörlerdir. Mesela, penisilin iğnesi penisilin hapına göre çok daha ağır bir anaflaksiye yol açar! Anaflaksi belirtileri, alerjenle karşılaşıldıktan hemen birkaç dakika sonra başlar, 15-20 dakikada zirveye çıkar ve 1 saat içinde de azalmaya yüz tutar. Anaflaksi, bazı kişilerde belirtiler tamamen kaybolduktan 8-24 saat sonra tekrarlayabilir. Bu nedenle, anaflaksi saptanan bir kişinin en azından 24 saat süreyle doktor gözetimi altında kalması gerekir. TEHLİKE SİNYALLERİ Anaflakside, solunum ve dolaşım sistemini ilgilendiren belirtiler ciddi bir krizin işaretleridir. Solunum sistemi belirtileri: Burunla ilgili olarak kaşıntı, su gibi akıntı, hapşırma, burun tıkanıklığı... gibi belirtiler vardır. Ses tellerinin şişmesi (gırtlak ödemi), ses kısıklığı ve konuşma güçlüğü yaratabileceği gibi, bu darlığın çok fazla olması nefes alıp vermeyi güçleştirir, hatta tamamen imkansız kılar ve ölüme neden olur. Bazı hastalarda ise astımlılarda olduğu gibi inatçı öksürük, hırıltılı solunum ve nefes darlığı gelişir. Dolaşım sistemi belirtileri: Çarpıntı, düzensiz ve hızlı kalp atışları, göğüs ağrısı, baş dönmesi.. vardır. Kan basıncının düşmeye başlaması ciddi bir anaflaksinin habercisidir. Yaşlı hastalar kalp krizi de geçirebilirler. Sindirim sistemi belirtileri: Karında kramp tarzında ağrılar, bulantı, kusma, karında şişkinlik ve gerginlik, ishal ortaya çıkar. Diğer belirtiler: Bu sistemlere ait belirtilerden başka birçok hastada, terleme, idrar kaçırma, baş ağrısı, şuur bozukluğu, halüsinasyon.. görülür. Anaflakside ölüm: Anaflakside ölüm nedeni gırtlak ödemi veya inatçı tansiyon düşüklüğü veya kalp krizidir. ANAFLAKSİ TEDAVİSİ Anaflaksi çok acil bir durumdur. Kişiye hemen girişimde bulunulmadığı zaman kısa zamanda ölüme sebep olabilir. Bu sebeple, anaflaksi belirtileri saptanır saptanmaz bir taraftan en yakın doktor veya hastaneye ulaşılmaya çalışılırken, diğer taraftan yapılması gereken bazı işlemler vardır. Alerjenin vücuda girdiği yer belli ise (Arı sokmasında olduğu gibi!), o bölgeye hemen turnike yapılarak zehirin kana karışması engellenir. Varsa, arının iğnesi çıkartılır. Kişi sırtüstü yatırılır ve bacakları yukarı kaldırılır. Bu sayede beyin ve kalp gibi önemli organlara daha fazla kan gitmesi sağlanır. Hasta sıcak tutulur. Mümkünse oksijen verilir. Anaflakside yaşam kurtarıcı ilaç ADRENALİN’dir. 1:1000’lik adrenalin, 0,3-0,5 ml dozunda 20 dakika arayla cilt altına zerk edilir. Anaflaksi tedavisinde yararlanılan diğer ilaçlar kortizon ve antihistaminikler’dir. Astım krizi belirtileri olan hastalara bronş spazmını azaltan nefes açıcı ilaçlar da verilmelidir. Kan basıncı düşük olan hastalara hem kan basıncını yükselten ilaçlar (vazopressörler) hem de damar yoluyla sıvı uygulanır. Gırtlak ödemi nedeniyle asfiksi (boğulma) belirtileri gösteren hastalara nefes alabilmeleri için acil trakeostomi (ana nefes borusuna dışarıdan delik açılması) gerekir. ANAFLAKSİDEN KORUNMA Daha önce anaflaksi geçirmiş olanlar, durumlarını bildiren bir kart veya künye taşımalıdırlar. Anaflaksi nedeniyle ölüm tehlikesi atlatanların yanlarında sürekli olarak adrenalin bulundurmaları gerekir. Bu kişilere adrenalini hangi durumda, nasıl uygulayacakları da öğretilmelidir. Anaflaksiye neden olan etkenlerden (ilaç, yiyecek...) uzak kalınmalıdır. Anaflaksi tanımlayan hastalara iğne şeklindeki ilaçlardan çok hap veya şurup verilmelidir. Anaflaksi tanımlayan hastalara ß-bloker sınıfı ilaçlar verilmemelidir. En azından 24 saat süreyle doktor gözetimi altında kalması gerekir. 21.10.2003 Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta |
Ayurveda
Ayurveda » ŞİŞMANLIK (obezite) Obezite ya da halk arasında bilinen adıyla şişmanlık, estetik bir sorun değil bir hastalıktır. Şişmanlık mutlaka tedavi edilmesi gereken bir hastalıktır. Şişmanlığı birkaç şekliyle tanımlayacak olursak, genel veya belirli bölgelerde (lokal) yağ miktarının olması gerekenden fazla toplanması şişmanlık olarak tanımlanabilir. Başka bir deyişle şişmanlık, yağ hücrelerinde asırı yağ birikimidir. Biz bunu genelde erişkinlerde gözlemlerken, yağ hücrelerinin artmasıyla ortaya çıkan şişmanlığı ise çocuklarda görmekteyiz. Şişmanlık, besinlerle alınan enerji miktarının, :-):-):-):-)bolizma ve fizik aktivite ile tüketilen enerji miktarını astığı durumda ortaya çıkar. Hangi kilolar şişman sayılır? Şişmanlık tanısı için ölçüm yapılırken vücut ağırlığının ideal ağırlığa oranına bakılır. Bunun için kullandığımız kriterler, Beden Kitle İndeksi (BKİ), Vücut Yağ yüzdesi, Bel çevresi ölçümü, Diğer antropometrik ölçümler bunlardir. Şişmanlık için en yaygın kullanılan ölçüm, Beden Kitle Indeksi ("Body Mass Index" (BMI)) ve bel çevresi ölçümüdür. Beden kitle indeksi nasıl hesaplanır? BMI, vücut ağırlığının (kg), boyun karesine (m² bölünmesi ile hesaplanır. Bu değer yaş ve cinsiyetten bağımsızdır. Bununla beraber, BMI kullanımı, çocuklarda, hamile kadınlarda ve çok adaleli sporcu kişilerde doğru sonuç vermez, bu nedenle bu kişilerde fazla tercih edilmez. BKİ hesaplanmasında örnek: Ahmet Bey’in ağırlığı 78 kg, boyu ise 1.67 m'dir. Buna göre Ahmet Bey’in BKİ değeri: 78 / (1.67)²= 27.968.. kg / m²'dir. Bel çevresi ölçümü ne demektir? Vücuttaki toplam yağ miktarı önemli olmakla beraber, yağın nerede biriktiğini bilmek daha önemlidir. Karın çevresinde yağ birikimi, kalça ve vücudun diğer bölgelerinde yağ birikiminden daha fazla sağlık risklerine neden olur. Bu risk için basit fakat doğru bir yöntem bel çevresi ölçümüdür. Bununla birlikte, bel çevresi ile ilişkili hastalık riskinin, farklı toplumlarda değişkenlik gösterdiği de unutulmamalıdır. Bel çevresi ile ilişkili :-):-):-):-)bolik hastalıklar için sağlık riski şu şekildedir: Şişmanlığın sebepleri Demografik faktörler: Yaş, cinsiyet (kadın), ırksal faktörler. Sosyo-kültürel faktörler: Eğitim düzeyi, gelir düzeyi, sosyal yapıdaki değişiklikler, sağlığı önemseme düzeyi-bilinci ve beden imajı, medeni durum, şehirleşme. Biyolojik faktörler: Doğum sayısı ve sıklığı, genetik yatkınlık zemini. Davranışsal faktörler: Yanlış beslenme alışkanlıkları, fiziksel aktivite yetersizliği, alkol tüketimi, sigarayı bırakma. Şişmanlığın tedavisi nasıl olmalı? Araştırmalar şişmanlığın kısa süreli tedaviyle çözülebilecek bir sorun olmadığını gösteriyor. Şişmanlığın ömür boyu tedavi gerektirecek kronik bir hastalık olduğunu kabul edip öncelikle gerçekçi bir ağırlık hedefi belirlenmelidir. Tedavide ilk basamak yaşam biçiminin değiştirilmesidir. Kişi, yeme alışkanlıklarının değiştirilmesi, egzersiz ve dışa dönüklüğün arttırılması konusunda desteklenmelidir. Uygulanan diyetler hastaya göre planlanmalıdır. Düzenli egzersiz, özellikle kilo kaybı döneminden sonra ağırlığın başarılı idamesi açısından önemlidir. Bazı kişilerin bir psikolog eşliğinde davranış tedavisine alınması gerekebilir. İlaç tedavisi ve cerrahi tedavi de obezitenin tedavisinde sık kullanılan araçlardır. İlaç tedavisi, diyet ve egzersiz ile beklenen kilo kaybı sağlanamayan hastalarda tercih edilmektedir. Tüm bu tedavi yöntemlerine daha geniş olarak bakacak olursak, Egzersiz yapın Diyet sırasında enerji harcanmasını artırarak kilo kaybını kolaylaştırır, yalnızca yağın yanmasını, kas kütlesinin de korunmasını sağlar, bazal :-):-):-):-)bolizma hızında artış sağlar, besinlerin termik etkisini artırır, kişi kendini psikolojik olarak iyi hisseder ve en önemli etkisi ise şişmanlığa bağlı komplikasyonların gelişme riskini azaltır. Şişmanlık tedavisinde; kişiye özel, sağlıklı, yeterli ve dengeli diyet programı, iyi planlanmış bir egzersiz ve davranış değişikliği "olmazsa olmaz" ana parçalardır. Diyet doktor kontrolünde yapılmalı Standart diyet yoktur. Diyet programı doktor kontrolünden sonra beslenme ve diyet uzmanı tarafından kişinin; yaşına, cinsiyetine, sağlık durumuna, alışkanlıklarına, yaşam tarzına uygun ve o bireye özgü olarak hazırlanmalıdır. Kişinin gereksinimine göre düzenlenmemiş, kontrol altında yapılmayan, 500-800 kalori arasında veya daha düşük enerji içerikli diyetler uygulandığında, vücut için gerekli besin ögeleri yeterli alınamadığından birçok sağlık sorunu ortaya çıkmaktadır. Vücut ağırlığının hızlı kaybı; yağsız vücut kitlesinin daha çok kaybına, bazal :-):-):-):-)bolizma hızının azalmasına, kaybedilen ağırlığın korunmamasına, kalsiyumun düşmesine, serbest yağ asitlerinin ve keton cisimlerinin artmasına, sodyum, potasyum, magnezyum ve çinko düzeylerinin düşmesinin neden olduğu ve ölümlerle sonuçlanabileceği bilinmelidir. Zayıflama bir ekip işidir. Kişinin herhangi bir sağlık probleminin olup olmadığı doktor tarafından kontrol edildikten sonra kişisel özelliklerine göre diyetisyen beslenme programını planlar ve en son aşamada psikolog kişinin iradesini kontrol etmede destek olabilir. Bu desteğin dışında kişi diyette başarılı olabilmesi için yaşam biçimini kesinlikle değiştirmelidir. Bitki çaylarının zayıflatma etkisi yoktur Zayıflamaya çalışan kişilerin tercih ettiği bitkisel çayların bağırsakları çalıştırıcı etkisinin dışında zayıflatıcı veya zayıflamaya yardımcı bir etkisi yoktur. Zayıflamaya yönelik olarak piyasada birçok bitkisel kökenli ilaç bulunmaktadır. Bu ilaçların tek başına zayıflatıcı etkileri yoktur. Bitkisel veya doktor kontrolü altında kullanılan zayıflama ilaçları kişiye özel olarak hazırlanmış bir beslenme programı ile birlikte kullanılmalıdır. Ailece beslenme alışkanlıklarınızı değiştirin Şişmanlığın en önemli sebeplerinden, özellikle çocuk çağındaki şişmanlığın sebeplerinden biri ailedeki kötü beslenme alışkanlıklarıdır. Kadınların çalışma hayatındaki yerinin artması, teknolojinin ilerlemesi gibi faktörlere bağlı olarak kalorisi yüksek ve besin kalitesi düşük gıdalara yönelme sonucu şişmanlık artış göstermiştir. O nedenle sadece ailede zayıflamaya çalışan bireyin dışında tüm aile fertlerinin beslenme alışkanlıklarını değiştirmesi gerekmektedir. 'Ben kilolarımdan memnunum' demeyin Kişi fiziksel olarak görünüşünden ve kendisinden ne kadar memnun olursa olsun zayıflamasını gerektiren bir sağlık problemi var ise dengeli ve sağlıklı bir beslenme programı ile zayıflamalıdır. Şişmanlık sonucunda, insan vücudunda kalp ve damar sistemi, solunum sistemi, hormonal sistem, sindirim sistemi gibi sistemleri etkileyen ve birçok önemli rahatsızlığa zemin hazırlayan bir hastalıktır. Kalp hastalıkları, yüksek tansiyon, şeker hastalığı, yüksek kolesterol, solunum rahatsızlıkları, eklem hastalıkları, adet düzensizlikleri, kısırlık, iktidarsızlık, safra kesesi hastalıkları, taş oluşumu, bazı kanser türleri, şişmanlık ile doğrudan ilişkili hastalıklardan birkaçıdır. Normal kilonuzu korumaya çalışın İdeal ağırlığında olan kişilerin kilolarını koruyabilmeleri için en öncelikle yapması gereken şey azar azar ve sık, besin kalitesi yüksek gıdalar ile beslenmektir. Bunun yanında su ve posa tüketimini artırması ve kalorisi yüksek kalitesi düşük fast food gıdalardan uzak durması gerekir. Bu beslenme biçimi düzenli egzersiz ile desteklenmelidir. |
Ayurveda
Ayurveda » Kansere karşı beslenme - Daha az yağ yiyin (kırmızı etteki bütün yağı sıyırıp atın, balık ve tavuğa ağırlık verin) - Sadece yağsız veya, yarı yağlı süt, az yağlı yoğurt ve peynir alın - Kızartmaları azaltın (yerine fırında veya, buharda pişmiş veya, kapalı ateşte ızgara yiyin) - Tereyağı yerine az yağlı margarin (işlem görmemiş doymamış yağlar) yiyin; kaymağı unutun - Daha fazla lif (veya selülozlu gıda) yiyin. Yani, şunları: *günde en az beş porsiyon taze meyve ve sebze (meyvelerin kabuklarını soymayın, ama iyice yıkamayı unutmayın) *kuru meyve, özellikle kuru erik yiyin (az şeker) *bol miktarda koyu yeşil ve sarı sbze (ıspanak, brokoli, havuç *kabuğuyla fırında pişmiş patates *bol miktarda rafine edilmemiş tahıl (esmer pirinç vb) *kahvaltıda kepekli gevrek veya, lapa *kepekli un ve sadece kepekli ekmek *kepekli makarna **Daha az şeker tüketin yani: - pasta, b, sküvi, tatlı ve çikolatayı azltın - tatlı olarak taze meyve yiyin **Tuzu azaltın. yani: - yemeklere koyduğunuz tuzu azaltın ve tuzluğu sofradan uzak tutun - tuzlu çerez, gevrek g,bi şeyleri azaltın **Mümkün olduğu kadar organik gıdalar yiyin Besinler kanserle nasıl savaşır Serbest radikallerin verdiği hasarın kanserde önemli bir rol oynadığı bilinmektedir. Serbest radikallerin verdiği zarar kanserin kuvvetle muhtemel sebebi olmasının dışında, yaşlanmamızı da hızlandırır. Yaşlanma, tıpkı demirin paslanması veya tereyağın küflenmesi gibi vücudumuzun oksitlenme sürecidir. Neyse ki, serbest radikallerin yol açtığı zarara karşı besinblerde vitamin ve mineral olarak bilinen doğal bir panzehir vardır. A, C ve E vitaminleriyle selenyum, çinko ve manganez gibi mineraller doğal bir antioksidan görevi görür: yani, serbest radikallerin yol açabileceği oksidasyona karşı haraket ederler. Bu nedenle bunlara ''antioksidan'' denir. Antioksidan içeren besin maddeleri kansere karşı güçlü bir koruyucudur. Kanserden korunmak için yüksek miktarda A, C ve E vitaminleriyle selenyum, çinko, manganez ve lif içeren besin maddeleri en güçlü bileşimi meydana getirir. Bunların en önemli kaynakları aşağıda sıralanmaktadır. A vitamini Doğal olarak beta karoten halinde bulunur ve vücut tarafından gerektiği kadarı A vitaminine dönüştürülür. Kayısı, portakal, şeftali, kavun, muz, havuç, kırmızıbiber ve tatlı patates gibi koyu sarı ve turunçu renkli meyve, sebzelerde bulunur. Aynı zamanda ıspanak, brokoli, yapraklı sebzeler gi koyu yeşil sebzelerde de vardır. C vitamini Turunçgillererin çoğunda (portakal, limon, gryefrut, turunç ve tropik meyvelerde (guava, kivi, papv, mango) bulunur. Ayrıca yeşil ve kırmızı biber, brüksel lahanası, çilek, domates ve patateste de bol miktarda mevcuttur. Vücudun kendi kendine üretemediği en gerekli birkaç vitaminden biridir. Dolayısıyla, ya gıdalardan, ya da beslenmeye ek olarak ayrıca alınması gerekir. C vitamini, E vitamininden sonra en güçlü antioksidandır. E vitamini Bilinen en güçlü antioksidandır. Özellikle, doymamış bitkisel yağlarda (soya ve ayçiçek yağı gibi), badem ceviz gibi yemişlerde bulunur. Bezelye, fasulye ve bazı yapraklı sebzeler de zengin E vitamini kaynağıdır. Selenyum Bu mineral birçok değişik besin maddesinde bulunur. Et (özellikle ciğer ve domuz), balı ve deniz ürünleri (tarak ve karides), mantar, süt, yumurta,sebzeler (soğan sarmısak, kabak lahana), tahıl ürünleri. Çinko Çinko eksikliğinin bazı kanserlerde, özellikle de, prostat kanserinde rolü plduğu sanılmaktadır. Hastalıktan korunmada ve tedavisinde kullanılmaktadır. Bağışıklık sistemini güçlendirir. Türkiye'de yapılan bir araştırma, selim huylu prostat büyümesine kıyasla prostat kanserine yakalanmış hastalarda çinko seviyesinin daha düşük olduğu gözlenmiştir. Çinko, kabuklu deniz ürünlerinde bol miktarda bulunur. Ayrıca, balık, ciğer ve yumurta da vardır. Lifler Lifler, yediğimiz besinlerin sindirilmeyen ve emilmeyen kısımlarıdır. Bu nedenle sindirim sisteminden doğruca çıkıp vücut dışına atılır. Buğday veya, diğer tahıl ürünlerinin dış kabuğunda, sebze ve meyvelerin kabuklarında bulunur. Vücuttaki atıkların hacmini artırarak dışkıyı yumuşatır, dolayısıyla vücuttan daha kolay ve çabuk atılmasına yardımcı olur. Lifin kabızlığa karşı son derece etkili bir doğal tedavi ürünü olmasının nedeni budur. |
Ayurveda
Ayurveda » Beslenme alışkanlığımızdaki hatalar... İnsanın en büyük düşmanı batı tarzı yaşam Batı tarzı yaşam ve beslenme alışkanlığı, insan sağlığı önündeki en büyük engellerden biri. Hamburger benzeri yoğun kalori içeren besinlerin, alkol ve kolalı içeceklerin çok tüketilmesi, hareketsizlik ve yoğun stres koşulları, batı tarzı yaşamın başlıca unsurları. Batı tarzı yaşama bir de küreselleşmeci-sömürü politikaları eklenince manzara netleşiyor. Çünkü; daha çok kâr elde etmek için insan bedenlerini bir tüketim aygıtına dönüştüren ve daha sonra da ortaya çıkan hastalıkların tedavisi yoluyla kârına kâr katan küreselleşme günümüzde "insanlığa düşman" tanımlamasını fazlasıyla hak ediyor. Son yıllarda çöl fareleri üzerinde yapılan araştırmalarda, uzunca bir süre az yiyecekle yetinen farelerin laboratuar ortamında yoğun kalori içeren besinlerle beslendiklerinde şişmanlık, daha önemlisi ise şeker hastalığına yakalandıkları gösterilmiş. Oldukça yol gösterici olan bu bilgiler, son yıllarda öldürücü dörtlü olarak bilinen şeker hastalığı, hipertansiyon, şişmanlık ve yağ dengesi bozukluğu sıklığındaki artmanın nedenlerine de ışık tutuyor. Koka-kolonizasyon ve insan sağlığı Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Şükrü Hatun, konu hakkındaki bilimsel incelemesinde, insan biyolojisine ve sağlığa karşıt gelişen bu durumu bazı yazarların koka-kolonizasyon olarak isimlendirdiğini belirtiyor. Bu yaşam tarzının temelinde ise hamburger benzeri yoğun kalori içeren besinlerin, alkol ve kolalı içeceklerin çok tüketilmesi ve hareketsizlik bulunduğunu kaydeden Dr. Şükrü Hatun, fazla kalori alımının uzun tarihsel dönemler boyunca az besinle yetinmeye uyarlanmış bir genotip taşıyan insan biyolojisini çaresizliğe sürüklediğini belirtiyor. Şişmanlığın İngiltere'deki ölümlerin % 6'sından sorumlu olduğuna, bilim çevrelerinde son yıllarda şeker hastalığı ve şişmanlığın birlikte veya tek başına en önemli halk sağlığı sorunları olacakları konusundaki endişelerin arttığına dikkat çeken Dr. Hatun, bu öngörünün doğru çıkması durumunda geçen yüzyılda beslenme, temizlik ve salgın hastalıkların önlenmesi ile elde edilen halk sağlığı kazanımlarının tehdit altında olduğuna işaret ediyor. "Fast Food" endüstrisi ve çocuklar "Fast Food" endüstrisinin esas hedef kitlesi çocuklar. Devasa reklam kampanyaları ve pırıltılı oyuncaklarla çocukların zihinleri, dolayısıyla yaşam tarzları ve beslenme alışkanlıkları yönlendiriliyor. Günümüzde pek çok aile için çocuklarını "McDonald's" a götürmek bir ödüllendirme ve hafta sonu aktivitesine dönüşmüş durumda. Aşırı kalori alımı sağlığa düşman Dr. Şükrü Hatun, incelemesinde büyük seçim bir hamburger mönünün yaklaşık 1000 kalori içerdiğini, bunun ise 10 yaşındaki bir çocuğun günlük enerji gereksiniminin yarısını karşıladığını belirtiyor. Dr. Hatun'a göre; yoğun kalori alımına televizyon ve bilgisayar karşısında geçirilen hareketsiz saatler eklenenince şişmanlık çocuklarımızın ve gençlerimizin en önemli sorunu haline geliyor. Başta ABD olmak üzere gelişmiş ülkelerde 12-17 yaş grubundaki çocukların % 20'sinin fazla kilolu veya şişman grubuna girdiğini belirten uzmanlar; Türkiye gibi ülkelerde de konu hakkında toplumun, özellikle ailelerin bilinçlenmesi sağlanmaz ve önlemler alınmazsa benzer olumsuz sonucun kaçınılmaz olduğuna vurgu yapıyorlar. Dr. Şükrü Hatun, çocukluk çağında şişmanlık sıklığının artmasının, Tip 2 diyabet (erişkin tip şeker hastalığı), hipertansiyon ve yağ dengesi bozuklukları gibi erişkinlerde görülen hastalıkların daha erken yaşlarda ortaya çıkmasına, dolayısıyla zararlarının artmasına neden olduğunun altını çiziyor. Çocuğumuzun sağlığı mı ? Kola + Hamburger mi ? Batı tarzı, başka deyişle "fast food" tarzı beslenmenin ayrılmaz parçası olan karbonatlı içeceklerin çocuklardaki kemik sağlığı üzerine olumsuz etkileri son yıllarda üzerinde önemle üzerinde durulan bir konu. Yapılan araştırmalar sonunda; erişkin yaşamdaki kemik sağlığının çocukluk ve ergenlik döneminde ulaşılan kemik kitlesine bağlı olduğu kanıtlanmış. Yakın zamanda yayınlanan araştırmaların, kola gibi karbonatlı içeceklerin vücuttaki kalsiyum dengesi üzerine olumsuz etkide bulunarak çocuklardaki kemik kırığı sıklığını arttırdığını gösterdiğine dikkat çeken Dr. Şükrü Hatun, "fast food" kültürüne eşlik eden hareketsizliğin ise kemik kitlesi gelişimini olumsuz etkileyen en önemli faktörler arasında sayıldığını belirtiyor. Hiç kuşku yok ki, "Fast Food" tarzı veya batı tarzı yaşam ve beslenme alışkanlığı başta şişmanlık, şeker hastalığı ve kemik erimesi gibi çok önemli sağlık sorunlarına yol açıyor. Bunların yanı sıra bu kültür; insan bedeninin kâr etme aracı haline getirilmesinin de bir simgesi. Bu nedenle başta çocuklar olmak üzere bütün insanların Hamburger-Kola endüstrisinin etki alanından uzaklaştırılması için etkin çabalara ve toplumsal duyarlılığa gereksinim var. Bu haber, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti yayın organı Bizim Gazete'nin 13 Eylül 2001 tarihli sayısında, İstanbul Tabip Odası tarafından hazırlanan Sağlık - Tıp sayfasında yayımlanmıştır Doğru beslenme = tedavi Kökeni Yunanca olan “makro” büyük, “bios” ise yaşam demektir. Batı dünyasına George Ohsawa tarafından 1920’lerde tanıtılan makrobiyotik beslenme, temelde tahıl, bakliyat, taze sebze-meyve ve yemişlerden oluşan bir beslenme modelidir. Ohsawa’nın öğrencilerinden Michio Kushi tarafından 1950’lerde Amerika’da yayılan makrobiyotik beslenme yöntemi, bugün bütün dünyada onbinlerce kişi tarafından yaşam tarzı olarak benimsenmiştir. Konu hakkında birçok kitap yazan Aveline-Michio Kushi çifti, öğrettikleri doğru beslenme modeli ile, birçok kişiyi sağlığına kavuşturmuşlardır. Kanserden tutun da şeker hastalığına, sindirim ve boşaltım sistemi sorunlarından alerjilere ve obeziteye (şişmanlık) kadar bir çok rahatsızlığa çare olan bu diyet, benim için bir yaşam tarzı aynı zamanda. Çünkü makrobiyotik beslenme basit, tam ve doğal haline en yakın ürünlerle beslenmeyi önerir insanlara... Rafine edilmemiş, katkı maddeleriyle zenginleştirilmemiş, şekli ve yapısı değiştirilmemiş besinleri sofranızdan eksik etmeyin der, ki bedensel, ruhsal ve zihinsel sağlığa ulaşınız. Amacı doğayı ve doğanın işleyiş şeklini temel alıp onun ritimlerine uygun bir yaşamı kişilere öğretmektir makrobiyotik beslenme uzmanlarının. Bu, yüzlerce yıldır dünyanın pek çok köşesinde uyuglanagelmiş bir model aslında. Fazla uzağa gitmeye gerek yok, Anadolu insanına bakalım. Son yıllara kadar Anadolu’da sadece o mevsimin sebze ve meyveleri ile, tahıl ve bakliyatla beslenildiğini biliyoruz. Fazla sebze meyvenin bulunmadığı kış aylarında Anadolu köylüsünün sofrasında bulgur vardır, tarhana vardır, kendi tarlasında yetiştirdiği buğdayın unundan yapılmış ekmek, nohut, kuru fasulye vardır. Ne hormon, ne kimyasal tarım ilaçları, ne de rafinasyondan nasibini almamış Türk köylüsü sağlıklıdır, zindedir. Ağırlıklı olarak vejetaryen olan bu beslenme modelini Amerika kıtası yerlilerinin de benimsediğini görüyoruz. Onlar da en temel tahılları olan mısır ve temel bakliyatları olan fasulyenin yanında kendi yetiştirdikleri sebzeyi ve doğadan buldukları yabani otları, yemişleri yerlerdi. Doğadan bunca uzaklaştığımız, doğal olanı neredeyse tümüyle unuttuğumuz bu son yüzyılda artık adına “fast-food” denen hızlı, hayvansal besin ve yağların ağırlıklı olduğu, kolesterol oranı yüksek, besleyici değeri olmayan, sadece doyuran gıdalarla beslenir olduk. Çocuklarımız artık sofradaki güzelim yemeklere yüz vermez oldular, varsa yoksa hamburger, patates kızartması, kola! Sadece onlar değil, yemek pişirmek için zaman ayıramayacağına inanan, dışarıda yapacağı aktivitelerin daha yararlı olduğunu düşünen on binlerce çalışan insanımız da aynı şekilde beslenir oldu. Peki ya sonuç? Çocuklarda ve yetişkinlerde şişmanlık, sıkça görülen kolesterol, tansiyon, şeker, kalp hastalıkları ve kanser türleri! İşte makrobiyotik beslenmenin önemi burada kendini bir kez daha gösteriyor. Havada, suda, karada bir kirlilik bombardımanına tutulmuş gidiyoruz. Buna dur demenin bir yolu makrobiyotik beslenme. Çünkü bilinçlendikçe bilinçli beslenecek, bilinçli taleplerimizle bilinçli alışverişler yapacak, sadece kendimiz için değil çocuklarımız için de yaşanılası bir dünyayı hep birlikte yaratacağız. Makrobiyotik uzmanları, sağlıklı bir yaşam için besleyici ve dengeli bir beslenmenin gerektiğini söylüyorlar. Doğu felsefesindeki denge ve uyumu esas alarak insanlara yaşadıkları bölgenin özelliklerine, mevsime, yaş, cinsiyet ve hareketlilik durumuna göre beslenmelerini öneriyorlar. Standart makrobiyotik diyette günlük gıda alımının %50’si tam tahıllardan (kabuklu buğday ve yan ürünleri, tam pirinç, diğer kabuklu tahıllar- yulaf, arpa, çavdar, mısır gibi), %20-30’si sebzeler (organik olarak yetiştirilmiş, taze ve mevsiminde tüketilen), %5-10’u çorbalar (sebze, tahıl ve bakliyat katkılı), %5-10’u bakliyat ve deniz yosunları (fasulye, nohut, mercimek, soya fasulyesi, maş fasulyesi gibi bakliyatlar ve Japonya’da çokça tüketilen deniz yosunları), %5-10’u meyve, tohum ve yemişler (yine organik olarak yetiştirilmiş taze ve kuru meyveler, susam, badem, ayçekirdeği, kabak çekirdeği, ceviz gibi yemişler) ve en fazla haftada 2 kere olmak üzere beyaz etli balık (bu zorunlu değil, dileyenler tümüyle vejetaryen beslenebilirler). Bu şekilde günlük olarak %73 kompleks karbonhidrat, %15 yağ ve %12 protein almış oluyoruz ki, bu da sağlıklı bir yaşam için iyi bir denge. Makrobiyotik beslenme tamamen vejetaryen değil. Yukarıdaki yüzdelerde gördüğünüz gibi, az ve seyrek olarak balık ve beyaz et yenmesine karşı değil. Kushi’ler dünyada açlık çeken uluslara dikkat çekerek et tüketiminin düşürülmesinden yana olduklarını söylüyorlar. Bunun nedenini şöyle bir örnekle verelim: Ortalama bir fast-food mönüsünü ele alırsak, bir hamburgerin eti için yaklaşık 5 kilo tahıl, patates kızartmak için 30 mısır, herhangi bir tatlının şekerini üretmek için neredeyse yarım kilo pancar gerekiyor. Bir araştırmaya göre Amerika Birleşik Devletleri’nde her birey yılda ortalama 1000 kilo tahıl (doğrudan tüketilen ve et üretimi için kullanılan tahıl miktarının toplamı) tüketiyor. Buna karşın diğer ülkelerin ortalaması yılda 200 kilo. Yine bir başka araştırmaya göre Amerika’da et tüketimini sadece %10 düşürerek 60 milyon insanı doyuracak kadar tahıl üretmek mümkün! Beslenirken sadece kendi aaafimizi değil, diğer canlıları ve dünyamızı da düşünelim. Tijen İnaltong Not: Tijen İnaltong’un Mevsimlerle Gelen Lezzetler adlı kitabında (Oğlak Yayınları, İstanbul 2002) lezzetli, besleyici ve sağlıklı vejetaryen yemek tarifleri bulabilirsiniz. Hızlı hazır yemek sistemi (FAST- FOOD) ve beslenme * Teknolojinin gelişmesi, kentleşme, kadının iş hayatına atılması, yoğun iş temposu, seyahat etme, yalnız yaşama gibi etkenler nedeniyle insanlar, beslenmelerine daha az zaman ayırmakta ve geleneksel beslenme alışkanlıklarını değiştirmektedirler. Günümüzde her geçen gün artan ve yaygınlaşan bir tüketim biçimi olmaya başlayan fast-food “ayak üstü beslenme”, “hızlı hazır yemek sistemi” gibi ifadelerle dilimize yerleşmiştir. “Fast-food” veya “hızlı hazır yemek sistemi” az zamanda çok sayıda tüketiciye hizmet veren, standart yöntemlerle hazırlanmış besinlerin üretildiği ve satıldığı bir yemek sistemidir.Bu sistem, günü evinden uzak geçiren insanların hem damak zevkine hitap etmiş hem de zaman problemine çözüm getirmiştir. Ülkemizde, “Fast-food” terimi, hem hızlı hazır yemek sistemi hem de ayak üstü sokakta yenilen yiyecekler anlamında kullanılmaktadır. Ülkemizde en çok tüketilen fast-food türü yiyecek içecekler arasında simit, tost, döner, lahmacun, pide, hamburger çeşitleri, soğuk sandviçler, pizza, kızarmış patates, kızarmış parça tavuk, balık-ekmek, kolalı içecekler, çay, kahve vb. yer almaktadır. Fast-Food ürünlerin besin içerikleri Fast-food sistemi ile tüketilen besinler beslenme açısından değerlendirildiğinde, enerji ve bazı besin öğeleri yönünden dengeli olmadığı görülmektedir. Aşağıda bu tür beslenmeye ilişkin olumsuzluklar enerji ve besin öğeleri yönünden belirtilmiştir. · Enerji: Fast-food ürünlerde en önemli sorun yüksek enerji içermeleridir. Bu tür yerlerde yenen vasat bir öğünün enerji içeriği 400 kkaloriden başlayıp 1500 kkaloriye yükselebilmektedir. Enerjinin çoğu yağ ve şekerden gelmektedir. · Protein: Fast-food ürünlerin çoğunluğunda proteinli bir besinde bulunduğundan tüketilen miktara bağlı olarak günlük protein gereksinmesi sağlanabilmektedir. · Karbonhidrat: Fast-food ürünlerinden ekmek ve patatesten karbonhidrat sağlansa da; ana kaynak kullanılan şekerdir. Şeker, besinlere görüntüyü güzelleştirmek ve tadı arttırmak için eklenmektedir. Şekerin en büyük kaynakları ise alkolsüz içecekler ve shake olarak adlandırılan meyveli, aromalı şekerli sütlü içeceklerdir. · Yağ: Fast-food mönülerinde düşük yağlı yiyecekler bulabilmek oldukça güçtür. Ortalama olarak fast-food ürünlerindeki enerjinin %40-%60’ı yağlardan gelmektedir. Peynir, mayonez gibi ürünler ve derin yağda kızartma gibi yöntemler fast-food mönünün yağ içeriğini arttırır. Tavuk ve balık ürünleri fast-food restoranlarda en iyi seçenek olarak düşünülür. Bu ürünler sığır eti ve diğer kırmızı etlere kıyasla daha az kalori ve yağ içermelerine karşın, pişirme tekniklerinden dolayı daha olumsuz duruma gelebilirler. Genelde bu ürünler bir harca (sulu hamur, yumurta, un, galeta vb.) bulanıp derin yağda kızartıldıkları için kızartma işlemi sırasında yüksek miktarda yağ çekerler. Bu nedenle, balık ve tavuk ürünleri, satışa sunulan bir hamburger ya da fırınlanmış dana etinden yapılan bir sandviçten daha fazla yağ ve enerji içermektedirler. Bir hamburgerin yağ içeriği ortalama 10-12 gram (90-108 kkal)dır. Kızarmış tavuğun bir parçası 17-26 gram yağ (153-234 kkal) içerir. · Vitaminler: Fast-food yiyeceklerin çoğunluğu yeterli miktarda B vitaminlerini; tiamin, riboflavin ve niasin, B6 ve B12 vitaminlerini sağlar. Salata barların yaygınlaşması ile fast-food restoranlardaki C vitamini kaynakları artmıştır. Taze sıkılmış portakal suyu, uygun ön işlemlerle hazırlanmış zengin salata çeşitleri C vitamini ihtiyacımızı yeterince karşılayabilir. Eğer bunlar yoksa bu ürünlerdeki tek C vitamini kaynağı hamburgeri süsleyen ince bir dilim domatesten ibarettir. Fast-food ürünlerinde eksik olan önemli bir diğer vitamin A vitaminidir. Yine salata barlar ?-karoten (havuç, koyu yeşil yapraklı sebzeler vb.) gereksinmemizi karşılayabilir. Fast-food işletmeleri geliştirdikleri yeni ürünlere meyve ve sebze çeşitlerini de ekleyerek yetersiz posa ve vitamin içeriklerini de arttırabilirler. · Mineraller: Çoğu fast-food restoranda süt ve sütlü içecekler kalsiyum ve fosfor, kırmızı etler ise demir ve çinko bakımından zengindir. Bu restoranlardaki, yüksek kalsiyumlu ürünler yağdan ve enerjiden de yüksektir. Burgerlerin ve pizzaların üzerine konulan peynir kalsiyum için iyi bir kaynak olmakla beraber sodyum,enerji ve doymuş yağı da fazla içermektedir. Diyetle alınan sodyum miktarı sadece bir yiyeceğin içerdiği tuz miktarı ile değil; yenilen yiyeceklerin bileşiminde bulunan sodyum miktarı ile de yakından ilgilidir. Bazı fast-food sandviçler 1500-2000 miligram sodyum ihtiva ederler (2/3-3/4 çay kaşığı tuz). Tüketilen sodyum miktarı kişinin seçeceği ürünlere göre değişiklik gösterir. Posa: Salata dışında fast-food ürünleri posa bakımından fakirdir. Posa bakımından zengin kaynaklar genellikle fast-food seçenekleri olarak sunulmaz. Fast-food ürünlerinin sık ve fazla tüketiminin sağlık üzerine olumsuz etkileri Fast-food ürünlerinin özellikle çocuk ve gençler tarafından tercih edilmesi yetersiz , dengesiz ve sağlıksız beslenme sorununu akla getirmektedir. Ayak üstü beslenmeyi oluşturan bazı mönüler beslenme yönünden yetersiz ve dengesizdir. Ancak iyi bir seçimle, Fast-food ürünleri yeterli ve dengeli hale getirilebilir. Dengesiz fast-food ürünlerinin çok sık tüketilmesi sağlığı olumsuz etkiler. Bu etkiler şöyle özetlenebilir: 1- Fast-food ürünlerindeki yağın çoğu hayvansal kaynaklı olup, çoğunlukla doymuş yağ asidi içerir. Bu ürünlerin sodyum, kolesterol ve özellikle doymuş yağ miktarı, diğer besin öğeleri yoğunluğuna göre daha fazladır. Diyette yağdan gelen enerjinin artması başta koroner kalp hastalıkları ve kanser olmak üzere birçok kronik hastalıklar için risk faktörüdür. Fast-food ürünlerin bir diğer dezavantajı olan sodyum içeriklerinin yüksek olmasının hipertansiyon, mide kanseri ve osteoporoz riskini artırdığı saptanmıştır. Fasfood restoranlarda; salam,sosis , sucuk gibi et ürünleri tostlarda, soğuk sandviçlerde, kızarma şeklinde ve pizzaların üst malzemesi olarak sıklıkla kullanılmaktadır. Bu etlere istenilen renk ve kokunun sağlanması ve koruyucu amaçlı olarak nitrit ve nitratlar eklenmektedir. Nitrit ve nitratların çok miktarda alınması sağlığa zararlıdır. 2- Hızlı hazır yiyeceklerin posa içeriği düşüktür. Diyet posasının yetersizliği ise kolon, rektum kanser riskini arttıran faktörlerdendir. Ancak günümüzde salata barların fast-food, restoranlara girmesiyle posa içeren ürün sayısı oldukça artmıştır. 3- Fast-food restoranlarda tüketilen besinler, A vitamini, C vitamini ve kalsiyum yönünden yetersizdir. Ancak bilindiği gibi C vitamini, A vitamini ve ön öğesi olan karotenoidlerin düşük düzeylerde alınımı, bağışıklık sisteminin yetersizliğine, kardiovasküler hastalıklara ve katarakt riskinin artmasına neden olmaktadır. C vitamini besinlerle alınan nitrit ve nitratların kanser yapıcı nitrozaminlere dönüşmesini önlemekte, dolayısıyla kanser oluşma riskini azaltmaktadır. Büyüme çağında kalsiyumun yetersiz alımı, büyümeyi olumsuz etkilediği gibi, menopoz sonrası osteoporoz riskini de artırır. Fast-food restoranlarda salatalar sıklıkla çeşitli soslarla sunulmakta ve tüketiciye kadar salata barlarda beklemektedir. Bilindiği gibi bekleme ile özellikle C vitamininde önemli kayıplar oluşmaktadır. 4- Sağlıklı yaşamın sürdürülmesinde tüketilen besinler kadar bu besinlere uygulanan hazırlama ve pişirme yöntemleri de önem taşımaktadır. Izgara yaparken yüzey kısımlarına gelen ateş çok yüksek olmamalı, pişirilirken et ile ateş arasında 10-15 cm.lik mesafe olmalıdır. Mesafe yakın tutulursa yüksek ateş yüzeydeki proteinlerin aniden katılaşarak, ısının etin iç kısımlarına ulaşmasını engeller. Etin iç kısmındaki ısı en az 750 C’ye ulaşmalıdır. Çok yüksek ısı dış yüzeyin yanmasına ve su kaybının fazla olmasına yol açarak besin kaybını (folik asit, B12 vitamini vb.) arttırılır. Yüksek ısı ayrıca, sağlığı bozucu etmenlerin oluşmasına yol açar. Derin yağda kızartma yöntemi fast-food restoranlarda sıkça kullanılmaktadır. Bu yağlar 10-12 saat kullanılmaları nedeniyle kimyasal ve fiziksel değişikliklere uğramakta ve çabuk bozulmaktadır. Kızartma sırasında E vitamini kaybı oluşmakta, proteinli besinlerin yanması ile de kanser yapıcı nitroz bileşiklerinin oluşumu artmaktadır. Yağda kızartılmış yiyeceklerin sık ve sürekli tüketimi, kardiyovasküler ve sindirim sistemi hastalıkları ile kanser riskini arttırır. 5- Fast-food beslenme şeklinde kolalı içecekler, çay ve kahve sıklıkla tüketilmektedir. Aşırı kafein alımı sonucunda sinirlilik, huzursuzluk, uykusuzluk ve kan basıncında yükselme gibi durumlara neden olur. Kafein süte geçtiğinden ve döl ile bebeğin sağlığı olumsuz etkilendiğinden gebe ve emziklilerin çay ve kahveyi sınırlı tüketmeleri önerilir. Ayrıca, bu tür içeceklerin fazla miktarda tüketimi, bu içeceklerin içerisinde bulunan tanenlerin besinlerde bulunan demiri bağlamasına ve vücutta demirin emiliminin azalmasına neden olurlar. Bunların yerine meyve suyu, süt ve ayran tercih edilmelidir. Kolalı içecekler aşırı alındığı taktirde, sağladığı ekstra enerji nedeniyle şişmanlığa neden olabilirler. 6- Ayak üstü beslenme sisteminde yer alan yiyeceklerin bir bölümüne ön hazırlama sırasında tuz eklendiğinden sodyum içerikleri yüksektir. Fast-food mönüler bileşiminde görünür tuzun dışında da yüksek miktarda sodyum ihtiva ettiklerinden yüksek kan basıncının oluşmasına katkıda bulunurlar. Aşırı sodyum alımı hipertansiyon, mide kanseri ve osteoporozis riskini arttırır. 7- Ayak üstü beslenmede yiyeceklere renklendiriciler, aroma artırıcı maddeler, tatlandırıcılar, antimikrobiyal maddeler vb. gibi katkı maddeleri eklenmektedir. Bu katkı maddeleri ürünlerde uygun şekilde kullanıldığında bir sağlık riski oluşturmaz. Ancak, katkı maddelerinin uygun kullanılmaması ve bu katkı maddelerini içeren fast-food ürünlerin sık tüketimleri uzun dönemde kanser riskini arttırır. 8- Ayak üstü beslenme sisteminin uygun ve hijyenik koşullarda yapılmaması, enfeksiyon riskini arttırır. Yiyeceklerin hazırlanması, saklanması ve servisi sırasında hem bireysel temizliğe hem de çevrenin temizliğine dikkat edilmesi zorunludur. Fast-food ürünlerle ilgili daha sağlıklı seçenekler Fast-food ürünlerde hız, ucuzluk, el altında olmak gibi kriterlerin yanında besin içerikleri de göz önüne alınmalıdır. Fast-food restoranlarda sunulan ürünlerin seçiminde sağlıklı beslenme ilkelerinin göz önünde tutulması gereklidir. Müşteriler için en iyi çözüm, mevcut ürünlerden en sağlıklı ve dengeli beslenme değerine sahip olanları seçmektir. Bir öğün fast-food yeniyorsa günün diğer öğünlerinde besin seçiminde dikkatli olunmalıdır. Günlük beslenme daima üç ana öğün şeklinde yapılmaya çalışılmalıdır. Son yılarda fast-food restoranlar mönülerinde değişiklik yapmaya ve farklı seçenekler sunmaya başlamışlardır. Fast-food endüstrisinde özellikle çocuklar-gençler hedef alınmıştır. Pek çok fast-food restoranda çocuk mönüleri vardır. Ayrıca fast-food işletmeleri, ürünlerin hazırlanması, pişirilmesi ve servisinde genel ve kişisel sanitasyon ilkelerine dikkat ederek müşterilerin sağlığı için; · Daha çok fırında pişmiş ve ızgara besinler, · Et sandviçlerinin yanı sıra, tavuklu ve balıklı sandviç seçenekleri sunmalı, · Düşük yağlı besinler (makarna, pastalar, tatlılar, vb.) · Hayvansal yağ yerine bitkisel yağ kullanımını arttırılmalı, · Yağı azaltılmış salata sosları, · Vejetaryen burgerleri, · Taze meyve ve meyve salataları, · Taze yeşil sebzeler, · Yağsız sade yoğurt ve süt(%1 yağlı), · Tam buğday unundan yapılmış çörek ve pizza hamurları hazırlanmalıdırlar. Fast-food tüketmek sürekli seçim değil, ara sıra yaptığınız bir kaçamak olmalıdır. |
Ayurveda
Ayurveda » yemek alışkanlıklarımız ve ayurveda yemek yemeği kim sevmez? artık öyle bir yere geldik ki ne yemek için yaşıyoruz ne yaşamak için yiyoruz. sadece ve sadece yemek için yiyoruz. mutluyken yiyoruz mutsuzken yiyoruz yalnızken atıştırıyoruz arkadaşlarlayken yiyoruz iş yemekleri düzenliyoruz mezuniyet yemeklerinde buluşuyoruz düğün yemeklerine sevdiklerimize ziyafetler veriyoruz... bununla birlikte yemek yemek hakkında sölenmiş deyişlerimiz var. mesela atın ölümü arpadan olsun diyoruz. çok amiyane bir tabir ama üzerinde biraz düşünüldüğünde yemeğe verdiğimiz değer hakkında önemli ipuçları vermekte. yemek yiye yiye ölmeye razıyız yani, öleceksem yemek yerken öleyim düşüncesi. yukarıda saydıklarımı aşırı beslenmeye örnek verebiliriz belki. bir de yalnış beslenme tutumları gösteriyoruz. mesela tek bir grup besinle beslenmek gibi. yalnızca protein yada karbonhidrat almak veya -özellikle zayıflamak uğruna- hiçbir şey yememek gibi. burada karşımıza bir kavram daha çıkıyor: zayıflık. zayıflığı tanımlamak için zannedersem önce şişmanlıktan bahsetmeliyim. şişmanlık eğer bir rahatsızlık yoksa aşırı yada yanlış beslenme ve hareketsizliğin doğurduğu kaçınılmaz sonuçtur. zayıflığa gelince azı karar çoğu zarardır. normal bir zayıflık sağlık belirtisiyken fazla zayıflık birtakım rahatsızlıklara yol açar. zayıflık göreceli olup bence şişmanların ortaya attığı bir kavramdır. bedeninden bir türlü mutlu olamayan şişman kendisine bir vücut idealize etmiş bunun adına da zayıflık demiştir. ömrü boyunca da o ideale ulaşmaya uğraşır. görüldüğü gibi yemeklerimiz, ne yediğimiz hatta bazen nasıl yediğimiz hayatımızı derinden etkilemekte çoğunlukla da bu etki, malesef, olumsuz olmaktadır. tüm bunların ışığında ayurveda nedir diye bakacak olursak; ayurveda yediğimiz yiyecekleri kendi lehimize döndürme sanatıdır. insanın kendisinin farkında olması, bedeninin neye ihtiyaç duyduğunu anlaması ve ona göre davranmasıdır. bir hayat tarzıdır.bir disiplindir. kesinlikle bir rejim programı değildir. ayurveda sağlıklı yaşamın anahtarıdır. mükemmel yaratılmış olan vücudun yaratılışına uygun işleyişidir. hayatta hiçbir şeyi devamlı yapamamış biriydim. lisede yapılan ders programlarını, sınavlara hazırlanırken verilen soru sayısı hedeflerini, günlük hayatımın en küçük ayrıntılarını. bir süredir ayurveda yapıyorum hayatım bir düzene girdi. yalnızca bu bile benim için çok önemli. uygulanışı ise çok basit ayurvedanın. önce yaptığınız testlerle beden tipinizi belirliyorsunuz daha sonra kendi beden tipinize göre tercih etmeniz gereken ve azaltmanız gereken gıdaları belirliyorsunuz. sadece biraz farkındalık ve dikkatle kolayca uygulanabilir. ayrıca ben bu bedenden memnun değilim yada bu kilolar benim sağlığımı olumsuz etkiliyor diyenler için de ayrıca yapılması gerekenler ve özel egzersizler var. bu sağlık kervanına mutlaka katılın çünkü sizi bıraktığı durakta bambaşka bir siz olacaksınız. |
Ayurveda
Ayurveda » Vata beden tipi insanlar VATA DOSHA ÖZELLİKLERİ Zayıf ve ince yapılıdırlar. Özellikle kış mevsiminde çok çabuk üşürler. Gözleri çok küçük olma eğilimindedir. Saçları dalgalı dalgalı ve kıvırcık olabilir. Ciltleri kurudur. Daha az uykuya gereksinim duyarlar. Uykuları hafiftir. Gece uykuları uyanıklık dönemleriyle kesintiye uğrayabilir. Çok aktif olma eğilimindedirler. Kabızlıkları sıktır. Vata’nın baskın olduğu kişiler çok uyanık, hızlı, aktif bir zihne sahip olma eğilimindedirler. Çabuk kavrama ve öğrenme yetenekleri üstündür. Yakın hafızaları iyi ama uzun hafızaları kötüdür. Çabuk öğrenir ve çabuk unuturlar. Vata’lar yapmaya başladığı bir eylemi sonuçlandırmadan yarım bırakarak başka bir işe yönelebilirler. Alış verişte karar veremeyerek saatlerce çarşı Pazar dolaşıp bir şey alamayan kişilerdir. Vata’lar süratli hareket eder, çabuk düşünür ve hızlı konuşur. Vata dosha dengeli olduğunda bu kişiler çok yaratıcı ve neşeli olurlar. Kolayca arkadaşlık kurar ve pek çok kişiyle iletişim halinde olurlar. Dengesi bozulduğunda kendilerini suçlama, endişelenme, gerileme, aşırı derecede duyarlı olma eğilimlerine girerler. VATA DENGELEYİCİ DİYET Tercih edilecekler Azaltılacaklar -Ilık - Soğuk -Yağlı - Kuru -Ağır - Hafif -Tatlı - Baharatlı -Ekşi - Yeşil Yapraklı Sebzeler -Tuzlu - Kekremsi Vatayı dengelemek için fazlaca yağlı, sıcak yiyecek ve içecekler, tatlı, ekşi ve tuzlu tatdaki yiyeceklerle beslenmek genel kuraldır. Buğaydan elde edilen her şey ve pirinç iyidir. Süt ve süt ürünleri ( ayran, yoğurt, salep, sütlaç alınabilir. Yağlar- tüm çeşitleri ile tavsiye edilir. Meyveler- tatlı,ekşi ve ağır meyveleri tercih edin. Portakal, muz, üzüm, kiraz, şeftali, taze incir gibi. Sebzeler-lahana, ıspanak, pazı çiğ ve ham olan tüm sebzeler azaltılmalıdır. Baharatlar- kimyon, zencefil, tarçın, karanfil, karabiber az olarak tüketilmelidir. Çerezlerden yer fıstığı hariç hepsi tavsiye edilir. Kuru fasulye dışında bakliyat miktarı azaltılmalıdır. Kırmızı et yerine beyaz et ve deniz ürünleri tercih edilmelidir. Kolestrolü yüksek olanlara yağlı ve ağır gıdalar elbette önerilmez. Zencefil, zerdeçal, kimyon, karanfil, tarçın, susam, muskat, melisa, kuşburnu vata dengeleyicisidirler. Burada özellikle belirtilmesinin gerekli olduğuna inandığım düşünce; bunların hiç yenilmemesi veya sürekli yenilmesinin ifade edilmemesidir. Ayurvedanın muhteşemliği buradadır. Keskin sınırlamalarla yasaklamalar yoktur. Genel olarak azaltılması ve arttırılması gereken gıdalar vardır. Bunları uyguladığınızda bir süre sonra (kişilere ve rahatsızlığın derecesine göre değişir.) vücudunuzda şimdiye kadar ilaçlarla elde edemediğiniz mükemmel değişimlerin olduğunu hissedeceksiniz. Bu sadece bedeninizi ilgilendiren değişim değil zihnen ve ruh ende mükemmel bir dinginliğe, vücudun ve ruhun iç barışına tanık olacaksınız. Böyle bir durumda tüm faaliyetler otomatik ve kendiliğinden doğru bir şekilde gerçekleşir. Bu hal çizgiyi aşma aydınlanmanın tadılması halidir. |
Ayurveda
Ayurveda » Pitta beden tipi insanlar PİTTA DOSHA ÖZELLİKLERİ Saçları erken beyazlar erken dökülür, benleri ve çilleri vardır. Çok güçlü sindirime sahiptirler ve iştahlıdırlar. Gece uykuları deliksizdir. Sıcak havadan ve güneşe maruz kalmaktan hoşlanmazlar. Çok terlerler ve soğuk yiyecek ve içecekleri tercih ederler. Keskin bir zekaya sahiptirler. Mükemmel lider olurlar yönetici ve patron konumundaki insanlar genellikle pitta’lardan çıkar. Dengeleri bozulunca kaba ve eleştirel tarzda konuşurlar sabırsız ve kırıcı olabilirler. PİTTA DENGELEYİCİ DİYET Tercih Edilecekler Azaltılacaklar -Soğuk -Ilık -Ağır -Hafif -Yağlı -Kuru -Tatlı -Baharatlı -Kekremsi -Tuzlu -Ekşi Pittayı dengelemek için sıcak olmayan, serin, ılık yiyecek ve içecekler ve tatlı, buruk kekremsi tatdaki yiyeceklerle beslenmek genel kuraldır. Süt ve süt ürünleri iyidir. Tüm tatlandırıcılar iyidir. Yağlar, zeytinyağı ve Hindistan cevizi yağı tercih edilmelidir. Susam badem ve mısır azaltılmalıdır. Tahıllar, buğday,pirinç, arpa, yulaf iyidir. Mısır, çavdar azaltılmalıdır. Meyveler üzüm, kiraz, kavun, tatlı portakal gibi tatlı meyveler iyidir. Greyfurt, zeytin, ekşi portakal, ham muz ve bazı erik türleri azaltılmalıdır. Her türlü sebzeler özellikle yapraklı olanlar tercih edilmelidir. Baharatlar- rezene, tarçın, zerdeçal, kişniş ve kakule uygundur. Az miktarda zencefil, kimyon ve karabiber alınabilir. Safran, nane, aloe vera pittayı azaltarak dengeler. Kırmızı et, deniz ürünleri ve yumurtanın sarısı itayı artırır. Tavuk, hindi ve sülün eti kullanılabilir. |
Ayurveda
Ayurveda » kapha beden tipi insanlar KAPHA DOSHA ÖZELLİKLERİ En kolay kilo alan dosha tipidir. Şişmanlığa eğilimli, ciltleri yumuşak, parlak ve yağlıdır. Açık renkli tenleri vardır. Kalın, koyu renkli, yumuşak ve dalgalı saçlar kapha için tipiktir. Sindirimleri yavaştır ve yemekten sonra ağırlık hissedebilirler. Kolaylıkla öğün atlayabilirler. Fiziksel dayanıklılıkları mükemmeldir. Uykuları ağır, derin ve biraz uzundur. Fazla terlemez, serin ve rutubetli havaları sevmezler. Kaphalar yavaş öğrenirler ve geç unuturlar. Sakin ve istikrarlı olma eğilimindedirler, kolay kolay endişelenmezler ve öfkelenmezler. Hareketleri yavaş ve sakindir. Uzlaşıcı, bağışlayıcı, sevgi dolu ve cömerttirler, duygusal olarak istikrarlıdırlar. Kapha dengesinin bozulduğu durumlarda uyuşuk, aşırı muhafazakar ve motivasyonsuz olabilirler. *Kaphaların genelde her şeyi tatma ve biriktirme özellikleri vardır. Kaphalar tutumlu, dengeleri bozulduğunda pintidirler. Korkusuz ve cesurdurlar. Sinüzit, ödem, göğüste sekresyon toplanması, bronşit, astım, balgam, nezle ve alerjileri sık görülür. Akşamları herkesin enerjisi tükenirken kapha’lar geç saatlere kadar enerjiktirler. Soğuk yağlı ve ağır yiyecekler, gündüz uykusu, soğuk hava ve neme maruz kalma iyi değildir. Kaphalar için en ciddi uyarı, sürekli hareket etmelerini sağlamak gerektiğidir. KAPHA DENGELEYİCİ DİYET Tercih Edilecekler Azaltılacaklar Hafif- Ağır Kuru- Yağlı Ilık- Soğuk Baharatlı- Tatlı Yeşil Yapraklı Sebzeler- Tuzlu Kekremsi- Ekşi 1 ) Süt ve süt ürünlerini azaltmaları iyi olur. 2 ) Elma, armut, nar, çilek böğürtlen cinsleri, kuru üzüm, incir, ham mürdüm eriği, hurma tavsiye edilir. 3 ) Hazmı kolay, hafif kuru ve sıcak gıdalar; acı, buruk ve kekremsi tatdaki yiyeceklerle beslenmek genel kuraldır. 4) Tatlandırıcı olarak bal, kaphanın azaltılması için çok iyidir. Buna karşılık şeker ürünleri kaphayı arttırır. 5 )Tahılların büyük bir kısmı iyidir. Arpa, mısır, çavdar, hara buğday kaphalar için gayet iyidir. Ancak buğday, yulaf ve pirinç alımı azaltılmalıdır. Çünkü bunlar kapha doshayı arttırırlar. 6 ) Baharatlardan tuz hariç hepsi çok iyidir. Kimyon, çemen otu, susam, zencefil, zerdeçalı özellikle tercih etmelidirler. 7 ) Sosis, sucuk, salam gibi şarküteri ürünleri iyi değildir. 8 ) Yağlar- fazla yağ alımından kaçınılmalıdır. 9 ) Sebzeler- domates, salatalık, bamya, tatlı patates ve kabak dışında kalan sebzelerin tümü uygundur. Çerezler- özellikle tüm kuruyemişlerden kaçınılmalıdır. Kendi vücudumdan biliyorum. Kuruyemişlerden özellikle ay çekirdeği, fıstık ve ceviz yediğimde yüzümde ve boynumda sivilceler çıkmaktadır. Et yenilmesi tavsiye edilmez. Deniz ürünlerinden de kaçınılmalıdır. Tavuk ve hindi eti yenilebilir. Eğer kan grubunuz B ise tavuk etinin de yenmemesi gerekeceğinden oldukça zor durumda kalabilirsiniz. Bu durumda vejeteryan olmakta (et yememek) fayda olacağını düşünüyorum. B kan gruplarında tavuk etinin kan sisteminde antijen reaksiyonu başlatarak yapışıklık meydana getirdiği ve kesinlikle tavsiye edilemediğini de belirtmeyi yararlı görüyoruz. Ayrıntılı bilgi ‘ kan grubunuza göre diyet’ adlı kitaptan elde edilebilir. (Beyaz Yayınları) Karanfil, karabiber, adaçayı, ısırgan, kekik kapha dosha dengeleyicisidir. Sabah – öğlen arasında iki fincan ada çayı ve gün içinde 4-5 bardak yeşil Çin çayı içmek son derece iyidir |
Ayurveda
Ayurveda » İyi bir sindirim için... İYİ BİR SİNDİRİM İÇİN DOĞRU BESLENME NASIL OLMALI? Sakin bir ortam olmalı. Sadece yemeğe konsantre olunmalıdır. Ana öğün sindirim ateşinin en yoğun olduğu zaman olan öğlen saatlerinde yenmelidir. Sabah kahvaltısı ve akşam yemeği hafif olmalıdır. Arzularımıza göre yemeliyiz. Canımız ne yemek istiyorsa vücudumuzun o gıdaya ihtiyacı olduğunu bilerek yemeliyiz. Bir önceki öğün tam sindirilmeden bir şey yenmemelidir. Açlık düzeyine bakılmalı açlık iyice hissedilmeye başlanılmışsa yenilmelidir. Yemekten sonra hemen aktiviteye geçilmemeli bir süre dinlenilmelidir. Öğün saatlerinin düzenli olması önemlidir. Akşam yemeği yendikten sonra dolu mideyle yatağa girilmemelidir. Gece yoğurt ve peynir yenmemelidir. Midenin 3/4 kadar yenilmeli ve iyice çiğnen ilmelidir. Canınız sıkkın ve moraliniz bozukken bir şey yemeyin. Yemekte bol su içmeyin yudum yudum ve ılık olarak yemek sonrası için. Daima oturarak yiyin Karışık tadlar içeren öğünlerde süt içmekten kaçının Çok fazla çiğ ve ham gıdalar önerilmez. Yemekler iyi pişmiş ve sıcak olmalıdır. Beden tipinize uygun olarak beslenin. Her gün bir kaşık bal ve bir kaşık çörek otu size iyi gelecektir. |
Ayurveda
Ayurveda Ayurveda binlerce yıllık geçmişi bulunan bir tedavi yöntemidir. Bir hekim olarak bu tedavi yöntemini çok sevdim. Önce kendime ve sonra bazı hastalarıma uygulamaya başladım. Aldığım sonuçlar olağanüstü mükemmeldi. Çok eski zamanlarda bu tedavi yöntemi sadece krallara ve asillere uygulanırmış. Ayurveda bilgileri bu yöntemi uygulayan hekimlerce nesilden nesile kendi ailelerinde saklı tutulmuştur. Şu anda Hindistan’da Ayurveda adı altında uygulanan yüzlerce tıbbi yöntem vardır. Bir Hintli fizikçi, bilim ve felsefe adamı Maharishi Mahesh Yogi tarafından bu bilgiler standardize edilmiş ve güncelleştirilmiştir. Ayurveda yöntemlerinin anlaşılması kolaydır. Yöntemler hastalar tarafından kendi evlerinde, iş yerlerinde yaşamlarının her safhasında uygulanılabilir. Ayurveda insanı karaciğer, kalp, mide gibi tek yönlü değil, tüm organları ve dokularıyla, fiziksel bedeniyle, ruhsal yapısıyla, bilinç düzeyiyle, hatta yaşadığı ortamla bir bütün olarak ele alır. Ayurveda sadece hastalığın kendisi ile değil hangi hastalığın hangi vücut tipli insanda, gelişmiş olduğuna göre tedavi prensiplerini oluşturur. Kabızlık her insanda farklı olarak o insanın vücut tipine göre gelişmiş olan dengesizliğin ürünüdür. Hastanın vücut tipi belirlenir. Tedavi prensipleri vücut tipine veya dosha dengesinin azalıp veya artmasına göre tanzim edilir. Ayurveda bir tür insanın bozulmuş olan rot-balans ayarını yapmaya benzetilebilir. Binlerce milyonlarca sivrisinek üretmekte olan bir bataklık düşünün. Bu bataklığın etrafındaki sivrisineklerden rahatsız oluyorsunuz. Sizin sivrisinekleri öldürmeye kalkışmanız ne denli başarılı olabilir? İşte Ayurveda geçici ve göstermelik tedavi yani sivrisinekleri yok etmeye uğraşmak yerine bataklığı kurutmayı öneriyor. Mantıklı, makul ve akıllıca olanda budur. Ayurveda’ya göre temel temel üç yaşam enerjisi (vücut tipi) vardır. Bunlara Dosha’da denilebilmektedir. Bunlar vata dosha, pitta dosha ve kapha doshadır. Bu doshaların ayrıca hepsinin alt grupları vardır. Bir çok insanda tek vücut tipi değil bunların karışımıda olabilmektedir. Vata – pitta’da vata özellikleri baskın ancak pitta özellikleride bulunmaktadır. Beden tipinizin tespit edilmesi son derece önemlidir. Bunu sizinde kolaylıkla yapabileceğinize inanıyorum. Yapılacak tedavi uygulanacak yöntemler tamamen bu tespite bağlıdır. Sadece bir vücut tipine sahip olamayacağınızı da burada özellikle hatırlatmayı önemli bulduğumu ifade etmeliyim. Diğer vücut tipini de önemsemelisiniz. Kuvvetle muhtemel bir vücut tipiniz diğerine oranla daha yüksek puan olarak daha baskın çıkacaktır. |
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.