ForumSinsi - 2006 Yılından Beri

ForumSinsi - 2006 Yılından Beri (http://forumsinsi.com/index.php)
-   Edebiyat / Dil Bilgisi (http://forumsinsi.com/forumdisplay.php?f=658)
-   -   Roman Özetleri (http://forumsinsi.com/showthread.php?t=72395)

Şengül Şirin 04-27-2009 03:56 PM

Roman Özetleri
 
KİTAP ADI: Acımak
KİTABIN YAZARI
Reşat Nuri GÜNTEKİN

1. KİTABIN KONUSU : Bir öğretmenin geçmişte yaşadıklarının meslek hayatına etkisi.

2. KiTABIN ÖZETİ :Zehra mektebin başmuallimidir.Yeni eğitim öğretimin bütün gereklerini yerine getirir,öğrencilerle bire bir ilgilenir;fakat öğrencilerin yaptıkları yanlışları asla affetmez.İçinde hiç acıma duygusu hissetmez.Maarif Müdürü de Zehra�nın bu özelliğinden çok muzdariptir.Çeşitli zamanlarda uyarmış olmasına rağmen hiçbir değişiklik görmemiştir.
Maarif Müdürü Tevfik Hayri ile Vekil Şerif Hayri Bey Zehra�nın okulunu ziyarete giderler.Şerif Hayri Bey Zehra�ya babasının hasta olduğunu, bu nedenle İstanbul�a gidip babasını görmesini ister;fakat Zehra babasının olmadığını ,o kişinin başka birisi olabileceğini söyler.
İki gün sonra Maarif Müdürü�ne bir telgraf gelir.Zehra�nın babası Mürşit Efendinin ölmek üzere olduğunu, muallimin hemen yola çıkmasını bildirir. Müdür Zehra�yı çağırtarak hemen gitmesini ister.Fakat Zehra yine karşı gelir. Müdür fazla üstelemez. Biraz sonra hazırlanmış, elinde çantasıyla Zehra gelir ve gitmeye karar verdiğini söyler.
Zehra İstanbul yolunda babasının ailesine yaptıklarını annesini, ablasını ve anneannesini nasıl öldürdüğünü ve en sonunda da kendisini bir yatılı okula verip hiç arayıp sormamasını düşünür. İstanbul�a varır. Eski komşuları Vehbi Bey kendisini karşılar. Niçin daha önce gelmediğini, babasının �Zehra, Zehra� diye öldüğünü söyler. Eve vardıklarında babasının başında birkaç kadın vardır.babasını görmek istemez. Kendisine babasının eşyalarının bulunduğu sandığın anahtarı verilir. Aslında bunu hiç istemez fakat sandığı açar, içinde bir günlük vardır. Günlüğü okumaya başlar. Babasının ilk memuriyet yıllarını, annesiyle evlenmesini, anneannesinin davranışlarını okur. Zehra daha önce bildiği şeylerin hepsini tam tersi olduğunu öğrenir.Aslında bu olaylarda bütün suçlunun annesi ve anneannesi olduğunu anlar. Bundan sonra içinde bir acıma duygusu oluşur.Hemen gidip babasının ayağını öper.Birkaç gün sonra okuluna tekrar döner ve artık Zehra�nın hiçbir eksiği kalmamıştır.Acımayı öğrenmiştir.


3. KİTABIN ANA FİKRİ :İnsan kişiler hakkında araştırıp sormadan, hükümlere varıp ,onları yargılayıp, mahkum etmemelidir.


4.KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ :

Zehra:Mesleğini çok seven,öğrencilere en iyiyi vermeye çalışan idealist bir öğretmendir.

Tevfik Hayri:Maarif Müdürüdür.Örnek bir yöneticidir.Zehra�ya babacan bir tavırla yaklaşmaktadır.

Şerif Hayri Bey:Bölgenin vekilidir.

Vehbi Bey:Zehra�nın eski komşusudur.Babasının zor zamanında ona yardım etmiştir.


5. KİTAP HAKKINDA ŞAHSİ GÖRÜŞLER :Kitap akıcı bir dille kaleme alınmış sürükleyici bir eserdir.Bir insanda bulunması gereken en önemli özelliklerden birisini konu almıştır.

6.KİTABIN YAZARI HAKKINDA KISA BİLGİ :
Ünlü yazarlarımızdan Reşat Nuri Güntekin 26 Kasım 1889 yılında İstanbul'da doğdu ve babası Doktor Nuri Bey'dir. Önce Çanakkale İdadisinde okuyan Güntekin daha sonra İzmir'de Fransız Frerler mektebine devam etti.

Reşat Nuri, 1912 yılında İstanbul Darulfünun Edebiyat Şubesini bitirdikten sonra liselerde edebiyat, Fransızca ve felsefe okuttu. 1931 ve 1943 yılları arasında Milli Eğitim Bakanlığı müfettişi olarak Anadolu'nun çeşitli yerlerini görme fırsatı buldu.

1939 ve 1943 yılları döneminde Çanakkale milletvekilliği yaptıktan sonra 1947'de başmüfettişlik ve 1954'te Paris kültür ataşeliği (1954) yaptı.

Reşat Nuri Güntekin, hikaye, roman, gezi notları, oyun, mizah yazıları ve çeşitli konularda makaleler yazdı. İlk eseri olan "Eski Ahbab" adlı hikayesi, 1917 yılında Diken dergisinde çıktı ve sonradan kitap olarak basıldı.

Bir dönem Zaman gazetesine Temaşa Haftaları başlığı ile tiyatro eleştirileri yazdı çeşitli takma isimlerle (Şair, Nedim, Büyük Mecmua, İnci dergilerinde Hayreddin Rüşdi, Sermed Ferid, Mehmed Ferid) hikayeler yayınladı. Reşat Nuri'nin bazı mizah dergilerinde farklı takma isimler kullandığı da görülmüştür. Ayrıca "Harabelerin Çiçeği" adlı eserini yine zaman gazetesinde Cemil Nimet adıyla yayınladı. Cumhuriyet'in yeni kurulduğu 1923-1924 yıllarında arkadaşlarıyla birlikte Kelebek isimli haftalık bir mizah dergisi çıkardılar.

Reşat Nuri Güntekin, o zamanlar kendisine büyük ün kazandıran, bugün de çok iyi bilinen ve sevilen "Çalıkuşu" adlı romanını 1922 yılında yayınladı. Bu eser TRT televizyonu tarafından dizi haline getirildi ve büyük kitlelerce seyredildi ve sevildi. Reşat Nuri'nin eserlerinde toplumsal olayların ve aşkın iç içe olduğunu görüyoruz. Kahramanları gerçek hayattan kopuk değillerdir. Kitabın kahramanının yaşadığı olayları ve duyguları, işini ve burada yaşadıklarını gözardı etmeden yazar. Romanlarını kesinlikle samimi, sürükleyici ve çok güzel bir Türkçe ile kaleme almıştır. Reşat Nuri'nin eğlendirici mizahi öyküleri de vardır.

Reşat Nuri Güntekin'in oyunlarından Yaprak Dökümü'de televizyona uyarlandığından yeni nesil hariç kimsenin yabancısı olmadığı bir eserdir. Burada da aşklar, entrikalar, mutluluklar ve gözyaşlarıyla dolu hayat yaşayan bir aile anlatılmıştır.

Reşat Nuri Güntekin, Batılı bazı yazarlarından romanlar, hikayeler çevirmiş, oyunlar uyarlamıştır. Akciğer kanserinden tedavi olmak için gittiği Londra'da ölmüş (Aralık, 1956) ve cenazesi İstanbul'a getirilerek, Karacahmet Mezarlığında defnedilmiştir.

Romanları: Harabelerin Çiçeği (1918), Gizli El (1920), Çalıkuşu(1922), Dudaktan Kalbe (1923), Damga (1924), Akşam Güneşi (1926), Bir Kadın Düşmanı (1927), Yeşil Gece(1928), Acımak (1928), Yaprak Dökümü (1930), Kızılcık Dalları (1932), Gökyüzü (1935), Eski Hastalık (1938), Ateş Gecesi (1942), Değirmen, Miskinler Tekkesi (1946), Ripka İfşa Ediyor (1949), Kavak Yelleri (1950), Kan Davası (1955), Boyunduruk (1960), Son Sığınak (1961).


Hikayeleri: Gençlik ve Güzellik (1917), Recm (1919), Roçild (1919), Eski Ahbab, Sönmüş Yıldızlar (1918), Tanrı Misafiri (1927), Leyla ile Mecnun
(1928), Olağan işler (1930).


Oyunları: Gönül Veya İnhidam (1916), Babur Şah'ın Seccadesi (1919), Hançer (1920), Asker Dönüşü (1921), Eski Rüya (1922), Yaprak Dökümü (1923), Kır Çiçeği (1924), Ümidin Güneşi(1924), Gazeteci Düşmanı, Şemsiye Hırsızı, Bir Köy Hocası (1928), Bir Kır Eğlencesi (1931), Felaket Karşısında, Gözdağı, Eski Borç (1931), Ümidin Mektebinde (1931), İstiklal (1933), Vergi Hırsızı (1933), Bir Yağmur Gecesi (1941), Yol Geçen Hanı (1944), Ağlayan Kız ( (1946), Eski Şarkı (1951), Hülleci (1953), Tanrı Dağı Ziyareti (1954), Balıkesir Muhasebecisi (1955), Bu Gece Başka Gece (1956).
Diğer Eserleri: Anadolu Notları (2Cilt, 1936-1966), Fransız Edebiyatı Antolojisi (3 cilt, 1929-1931), Üç Asırlık Fransız Edebiyatı (3 cilt, 1932

Şengül Şirin 04-27-2009 03:58 PM

Yakup Kadri Karaosmanoğlu - Ankara
 
Yakup Kadri Karaosmanoğlu - Ankara Biyografi - Yakup Kadri Karaosmanoğlu 27 Mart 1889'da Kahire'de doğdu. 13 Aralık 1974'te Ankara'da öldü.
Öğrenimini Manisa, İzmir ve İskenderiye'de tamamladı, İstanbul'da ilk yazılarını Peyam ve İkdam gazetelerinde yayınladı. Millî Mücadele yıllarında Ankara'da Mustafa Kemal ile birlikte çalıştı. Tiran, Prag, Lahey, Bern elçiliklerinde bulundu. Manisa milletvekili seçildi.
Yazı hayatına Fecr-i Âti Topluluğu'nda başlayan Yakup Kadri, toplumsal değişmeleri ve tarihî olayları ele aldığı romanlarıyla tanındı. Tanzimat'tan Cumhuriyete kadar görülen nesillerin sosyal bunalımlarını, çatışmalarını, yaşayış ve görüş farklılıklarını ayrı ayrı romanlarda tahlil etti.
Birçok baskısı yapılan, sinemaya aktarılan ve yabancı dillere çevrilen romanları şunlardır: Kiralık Konak (1922), Nur Baba (1922], Hüküm Gecesi (1927), Sodom ve Gomore (1928 Yaban (1932), Ankara (1934), Bir Sürgün (1937), Panorama I, II (1953, 1954), Hep O Şarkı (1956)

Romanın Özeti Cumhuriyetimizin başkenti Ankara'yı anlatan Yakup Kadri'nin "Ankara" adlı romanı, üç ayrı dönemi ve bu dönemlerin Ankara hayatını yansıtması yönüyle ilginç ve okunmaya değer bir eserdir. Romanın başkahramanı Selma Hanımın hayatı, evlilikleri ve insanî ilişkileri ile birlikte Ankara'nın üç dönemi canlı tasvir ve olaylarla verilir.Bu dönemler:
1. Millî Mücadele'den önceki Ankara (Savaş zenginlerinin, yolsuzlukların ve arayışların belirdiği Ankara)
2. Millî Mücadele'deki Ankara (Millî silkinişin ve yeniden toparlanan, zaferi kazanan Ankara)
3. Millî Mücadele'den sonraki Ankara (Savaş sıkıntılarının geride kaldığı, modernleşen ve bir o kadar da özünden kopup sosyeteleşen Ankara)

Selma Hanım, İstanbul'daki bir bankada muamelât şefi olarak görev yapan kocası Ahmet Nazif Bey ile birlikte Ankara'ya gitme hazırlıkları yapar. Önce deniz yolu ile İnebolu'ya; oradan da kara yolu ile (İnebolu - Kastamonu - Çankırı güzergâhı = İstiklâl Yolu) Ankara'ya gelirler. Onların Ankara'ya gelmek istemelerindeki en büyük amaç; bir kurtuluş ümidi aramalarıdır. Çünkü, İstanbul yabancı devlet askerleri tarafından işgal altındadır ve Türklere her türlü işkence ve zulüm yapılmaktadır. Onlara göre; Ankara'da başlatılan Millî Mücadele, dolayısıyla Ankara adı, bir kurtuluş umududur.
Selma Hanım ve Nazif Bey, Ankara'ya gelişlerinde Tacettin Mahallesi'ndeki küçük bir eve yerleşirler. Yerleştikleri evin sahibi Ömer Efendi ve ailesi Ankara'nın seçkin kimselerindendir. Bu seçkinlik, soydan ziyade para ve mala dayanmaktadır. Ömer Efendi ve ailesi Birinci Dünya Savaşı'ndan yararlanmayı bilen savaş zenginlerindendir. Birinci Dünya Savaşı döneminde bu tür zenginlerin birdenbire ortaya çıkması olağan olduğu için halk, Ömer Efendiyi ve ailesinin bu türedi zenginliğini yadırgamaz.

"Zira Büyük Kavga'da cephe gerisini tutanlardan birçoklarının, yalnız Ankara'da değil, memleketin her bucağında böyle hiç yoktan servet ve samana konuverişleri en tabiî hadiselerden biri hâlini almıştır." (Karaosmanoğlu, 1934:23)

Nazif Bey, bir gün eski arkadaşlarından Murat Beyle karşılaşır. Murat Bey, Büyük Millet Meclisi'nde mebustur ve Etlik'teki bağ evinde oturur. Murat Bey; Nazif Bey ve karısı Selma Hanımı Etlik'teki bu bağ evine davet eder. Ankara'nın monoton havasından sıkılan Selma Hanım, kocasını razı eder ve Murat Bey'in Etlik'teki bağ evine gidilir. Murat Beyin evinde bir başka misafir daha vardır. Binbaşı Hakkı Bey... Selma Hanım, Bnb. Hakkı Beyin gururlu, milliyetçi ve vatanperver düşünceleri karşısında büyülenir. Sonraki günlerde ve haftalarda Bnb. Hakkı Bey ve Selma Hanım at gezintilerine çıkarlar. Nazif Bey, karısı Selma Hanımın Bnb. Hakkı Beyle yaptığı bu at gezintilerine sesini çıkarmaz, doğal karşılar. Fakat, ev sahibi Ömer Efendi; Selma Hanım, kocası Nazif Bey ve Bnb. Hakkı Beyin tutum ve davranışlarını hoş karşılamaz; onları "yabanlar" olarak nitelendirir. Nazif Bey, Ömer Efendinin kendileri için kullandığı "yabanlar" kelimesini, "yabancılar" olarak yorumlar. Ömer Efendi, bu kişilerin hareketlerini onaylamamasına rağmen sesini çıkarmaz. Çünkü, neticede Nazif Bey, bankada çalışmakta ve biri mebus, diğeri binbaşı olan iki önemli dostu bulunmaktadır. Ne de olsa bu makamlarda bulunan kimselere ihtiyacının olacağını düşünür ve beğenmese de onlarla iyi geçinmenin menfaati icabı olduğuna kanaat getirir.
Bir başka gün Selma Hanım; kocası Nazif Bey, kocasının arkadaşı Murat Bey ve ailesinin, Bnb. Hakkı Beyin de birlikte bulunduğu bir sohbet toplantısında Neşet Sabit adında İstanbul'dan yeni gelmiş bir yazarla tanışır. Selma Hanım, Bnb. Hakkı Beyden etkilendiği gibi, Neşet Sabit Beyden ve konuşmasından çok etkilenir. Neşet Sabit'in Selma Hanım üzerinde bıraktığı bu etki, sonraki zamanlarda da kendini gösterir.
Selma Hanım, silâh kullanmayı iyi bilir. Bnb. Hakkı Beyin yaptırdığı atış denemelerinde başarılı olur. Bu başarısından cesaret alan Selma Hanım, Bnb. Hakkı Beyden kendisinin cephe ya da cepheye yakın yerlerde görevlendirilmesini talep eder. Bu talep karşısında Bnb. Hakkı Bey, aracı olur ve onun Eskişehir'deki bir askerî hastahanede görev almasını sağlar. Selma Hanımın hastahanede göreve başlamasından bir hafta sonra Yunanlılar taarruza geçer. Bu durumda Ankara'ya geri döner. Ankara halkı, ümitsiz biçimde şehri boşaltma
faaliyetlerine girişir. Selma Hanım ise, Yunanlıların Ankara'ya gelemeyeceği konusunda kesin inançlıdır. Çünkü, hastahanede görev yaptığı kısa süre içinde yaralı askerlerin bir an önce cephedeki arkadaşlarının yanına dönme isteklerini unutamamıştır. Bu inancını, tanıdığı herkese söylemeye ve halka moral vermeye gayret eder. Kocası Nazif Beyin tüm ısrarlarına rağmen Ankara'yı terk etmez ve Cebeci hastahanesindeki görevinin başından ayrılmaz. Ona göre, Ankara; vatanın kalbinin attığı kutsal bir şehirdir. Millî uyanış ve zafer; ancak Ankara'daki mücadeleye bağlıdır. Bu nedenle Ankara, terk edilmemelidir. Nazif Bey, karısı Selma Hanımın kendisini dinlememesi karşısında ondan ayrılır.

Nihayet, Selma Hanımın beklentileri meyvesini verir. Türk ordusu, Sakarya'da zaferi kazanır. Bu zaferin arkasından ise Büyük Meydan Muharebesi ile Türk milleti Yunanlılara ağır darbeler vurur ve nihayet Yunanlıların elindeki güzel İzmir, geri alınır. Türk milleti kesin zaferi
elde eder. Bnb. Hakkı Bey de "Miralay" rütbesi ile Ankara'ya döner. Selma Hanım, önceden de çok takdir ettiği Miralay Hakkı Bey ile evlenir. Bu arada Nazif Bey, Selma Hanımdan boşandıktan sonra kötü bir hayata sahip olur; tanınmaz ve silik özellikler çizer.

"Selma Hanım, Nazif'in kendisini bıraktıktan sonra , ne kadar bedbaht olduğunu da biliyordu. ... Yumuşak, pembe, sessiz ve uslu Nazif; kuru, sinirli, sert ve haşin bir insan olmuştu. Kendini tamamıyla içkiye verdiğini söylüyorlardı." (Karaosmanoğlu, 1934:90)
Miralay Hakkı Bey, emekli olur ve bir şirkette meclis idare reisliği görevini alır. Sonraki zamanlarda ise Nazif Bey gibi o da Selma Hanımın gözünden düşer. O artık, cepheden yeni döndüğü zamanlardaki Selma Hanımın gözündeki "ilah" değildir. Giyinişini, yaşayışını ve Selma Hanıma olan tavırlarını çok değiştirir. Ayrıca, lüks yaşamaya merak sarar. Miralay Hakkı Beydeki bu tür değişiklikler, Ankara'da yaşayan diğer insanların da pek çoğunda görülür.
"Nazif, ne kadar eski Nazif değilse, Miralay Hakkı Bey de o kadar eski Hakkı Bey değildir. Selma Hanımın, bu Hakkı Beye, ikide bir 'Nerede o tunç rengin? Nerede o çelik gövden? Nerede o sert ağzın? O koyu kumral bıyıkların?' diye soracağı geliyor." (Karaosmanoğlu, 1934: 92)
Batılılaşmayı yanlış algılayan insanlar, alafranga hayat tarzını kendine ölçü almaya başlar. Ankara'da yaşayanların önemli bir bölümü; Gazi Hazretleri'nin inkılâplarını yanlış yorumlar; çağdaş yaşamanın balolarda, gece eğlencelerinde ve çaylarda boy göstererek
eğlenmek olduğunu düşünür. Özellikle dönemin bürokrat ve aydınlarının bir bölümü birbirleriyle gösteriş yarışına girerler. Hakkı Bey de, Avrupa'yı gören ve Avrupalılarla sıkı ticarî ilişkilerde bulunan biri olarak bu gösteriş yarışının içinde yerini alır.

"Hakkı Bey:
- A hanım, diyordu. Bir defa , ben Avrupa'da bulunmuş bir adamım. (Harb-i Umumî'de bir kere Almanya'ya gitmişti.) Sonra da Avrupa adap ve muaşeretine dair ne kadar kitap görürsem alıp okuyorum. Artık, benim yaptığımın doğruluğundan şüphe edilir mi?" (Karaosmanoğlu, 1934:110)

Hatta, sade bir aile hayatı olan Murat Bey bile, bu olumsuz ortam içinde gülünç duruma düşmekten kendini kurtaramaz ve bilinçsiz faaliyetleri ve tavırlarıyla Selma Hanımı şaşırtır. Murat Bey, mebusluğu bırakır ve safahat âlemi içinde özünü kaybeder. Murat Beyin arabasından, çay ve yemek davetlerinden azamî derecede yararlanan insanlar, gerçekte onun samimî dostları değildir.
Selma Hanım, yılbaşı eğlencelerinin düzenlendiği yeni açılan Ankara Palas Oteli'nde önceden tanıştığı ve etkisinden kurtulamadığı Neşet Sabit Beyle tekrar karşılaşır. Neşet Sabit Bey; Ankara'da bir evde tek başına yaşamasına rağmen, İstanbul'daki bir gazetenin yazarlığını ve muhabirliğini yapar. Ayrıca, tercüme işleriyle uğraşır. Neşet Sabit Bey de, Selma Hanım gibi Ankara sosyetesinin bilinçsiz hayat tarzından rahatsızdır. İki eski dost, duygu ve düşüncelerini birbirlerine aktarırlar. O günden sonra birlikte gittikleri tüm balo ve davetlerde Selma Hanım ile Neşet Sabit Beyin sohbet konusu Ankara halkı üzerindeki değişme ve Batılılaşma kavramının yanlış anlaşılmasıdır.
Cumhuriyetin ilk yıllarında Ankara, yalnız insanlarıyla ve hayat tarzı ile değil, mimari ve evlerin iç dekorasyonu ile de Avrupaî tarza uygun olarak değişiklik gösterir. Gerek Selma Hanım, gerekse Neşet Sabit Bey; Batılılaşmanın bir eğlence tarzı olmadığı; bilimsel gelişme, değişme ve işletme gücü olduğunda hemfikirdirler. Bu düşünceler; Selma Hanımı Hakkı Beyden iyice uzaklaştırır. Ayrıca, Hakkı Beyin yabancı bir kadınla olan flörtü ve Selma Hanımın kendi hayatını kurmak istemesi, onları boşanmaya kadar götürür. Selma Hanım ikinci kocası Miralay Hakkı Beyden ayrılır.
Neşet Sabit Beyin yardımıyla Selma Hanım öğretmen olur. Cumhuriyet'in kuruluşunun onuncu yıl kutlama törenlerinde Gazi Hazretleri'nin konuşmasını Selma Hanım, yeni kocası
Neşet Sabit Beyle birlikte büyük bir coşkunlukla dinler. Artık, Atatürk'ün oluşturduğu inkılâplar, halk tarafından özümsenir; Ankara'nın çehresi ve bütün Türkiye'nin hayat tarzı da olumlu bir değişme sürecine girer. Ankara'nın bu değişen çehresine ayak uyduramayan, kendi menfaatlerini, ülkenin menfaatlerinden önde gören, yanlış Batılılaşan sosyete grup, Ankara'yı terk eder ve Avrupa'ya yerleşirler. Murat Bey ve ailesi de bunlardan biridir. Selma Hanım, Murat Bey ve ailesine acır ve onların Avrupa'da barınamayacağını düşünür.

Selma Hanım ve üçüncü kocası Neşet Sabit Bey, Kaledibi'nin Cebeci'ye bakan yamacında bir apartman dairesinde yaşar. Selma Hanım, öğretmenliğine devam ederken Neşet Sabit Bey de roman yazarlığı ile meşgul olur. Ayrıca, Neşet Sabit Beyin yazdığı "Kaltabanlar" adlı komedi eseri, Devlet Tiyatrosu'nun açılış töreninde sahnelenecektir. Neşet
Sabit Bey, bu büyük güne hazırlanmanın telaşı ile faaliyetlerine hız verir. Nihayet, oyunun sahneye konacağı gün gelir. Tiyatro oyununu izlemeye gelenler arasında Atatürk de bulunmaktadır. Oyun, çok başarılı bir şekilde sahnede sergilenir. Atatürk, Neşet Sabit Beyi yanına çağırtır ve onu tebrik eder. Oyunun sahnede sergilenmesinden sonra oyunda görev alan ekip ile birlikte sabaha kadar eğlenen Selma Hanım ve Neşet Sabit Bey, yorgun bir şekilde evlerine dönerler.

Selma Hanım, Neşet Sabit Beyi çok sevmesine rağmen, onun başka kadınlarla olan ilişkisinden şüphelenir. Özellikle, oyunda rol alan Yıldız Hanım adlı genç bir kızla olan yakınlığını kıskanır. Ancak, Yıldız Hanımın sporcu bir gençle evlenmesi ile bu şüphelerinden kurtulur.
Yıl 1933'tür. Selma Hanım, hayal kurmaktadır. 1943 yılında yapılacak Cumhuriyetin 20. yıl dönümü kutlamaları arasında kendini hissetmeye başlar. Hayalleri içinde, bir gün evine döndüğünde kendine gelen bir mektuptan Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunun yirminci yıldönümü için yapılacak kutlamaların düzenleme komitesine seçildiğini öğrenir. Bu mektupla, yaşlandığının farkına varır. Cumhuriyet kurulalı yirmi yıl olmuştur.
Cumhuriyetin yirminci yıl kutlamaları da, onuncu yıl kutlamalarında olduğu gibi büyük bir coşku yapılır. Binlerce insan, bir sel gibi Çankaya'ya akar, halk tek vücut olur. Kutlamalara katılan Selma Hanım ve Neşet Sabit Bey, ilerleyen yaşlarının verdiği zayıflıkla yorgun düşer ve evlerine dönerler. Uzaktan işitilen şenlik seslerinin eşliğinde ve içtikleri ıhlamur sayesinde yorgunluklarını atmaya çalışırlar. (Cumhuriyetin 20. yıl kutlamalarını anlatan bölüm içindeki ifadeler, Selma Hanımın hayalleriyle ilgilidir.)
Yakup Kadri KARAOSMANOĞLU'nun "Ankara", birbirinden farklı dönemlerdeki Ankara'yı yansıtması yönüyle okunmaya değer bir romandır. Özellikle, Millî Mücadele dönemi ile Cumhuriyetin ilk yıllarındaki insanların karakteristik özelliklerini anlatması, romana ayrı bir değer kazandırmaktadır.

Şengül Şirin 04-27-2009 04:00 PM

Aşk-ı Memnu - Halit Ziya Uşaklıgil
 
AŞK-I MEMNU - HALİT ZİYA UŞAKLIGİL http://img238.imageshack.us/img238/3...mbe100drx8.gif
1.KİTABIN KONUSU :
Toplumun uzun yapısına aykırı bir nitelik göstermek.
2. KİTABIN ÖZETİ :
Firdevs Hanım’la kızları, İstanbul’ un tanınmış ailelerinden ve Göksu eğlenti yarinin sürekli ziyaretcileri arasında bulunmaktadırlar. Bir sandal gezintileride, Adnan bey’ in sandalı, onlarınkine dokunurcasına yakın geçer.adnan Bey, iki çocuklu bir dul adamdır, ama Firdevs Hanım’ ın küçük kızı Bihter’ le evlenmek istemektedir. Peyker ise zaten evlidir.
Firdevs Hanım, aralarındaki yaş farkını hesaba katmaksızın kızını Adnan Bey’ e verir. Nitekim bu yaş farkına rağmen, evlilikleri, gayet düzgün, hayatları derli topludur. Adnan Bey’ in kızı Nihal, son derece duygulu bir kızdır. Üvey annesine yaklaşmak isterse de anlaşamayacaklarını görür, kendi alemine çekilir. İnce, zeki, anlayışlı bir çacuktur. Hayatın güçlüklerini şimdiden sezmiştir. Nihal’ le kardeş çocuğu olan bir de Behlül vardır. Behlül’ ü Nihal’ le evlendirmek isterler. Nihal buna içten içe sevinir.onun sık sık ziyaretlerini elbette anlamıştır.. geçekteyse Behlül’ ün ziyaretleri Nihal için değildir. O, çapkın yaratılışlı, bir dalda duramayan bir insandır.Firdevs Hanım’ ın büyük kızı Peyker’ e karşı içinde bir yakınlık duymaktadır. Kadını tuzağına düşürmekte gecikmez. Bir kısım kadınların cürete karşı asla dayamayacaklarını denemeleriyle bilmektedir.
Bir gün Bihter, Behlül’ e şekerleme ısmarlar. Almak için de genç adamın doasına gider. Oda loştur. Vakit akşamdır. Biraz konurlar. Kadın odasından çıkacağı sırada Behlül birdenbire yengesini içeri çağırır. Kendisine duygularını anlatır. O, asıl Bihter’ i sevmektir. Ama Bihter, Behlül’ ü, Göksu’ da Peyker’ in ensesine eğilmiş, onu öperken görmüştür. Bu sahneyi hatırladıkça genç adamın sevgisini reddeder ona inanmaz. Buna karşılık, öteki , şeytanca bir buluşla, hayatının yalnızlığını körpe kadına anlatır. Onu baştan çıkarmak içi,n elinden geleni yapar, zayıf anlarından faydalanır ve sonunda bu işi başarır.
Bihter’ le Behlül’ ün sevişmeleri türlü tehlike içinde sürüp gider. Ta, delikanlının Nihal’ le evlenmesi yeniden ortaya atılıncaya kadar.
Nihal’ i seven biri daha vardır: beşir. Beşir, evde büyütülmüş bir zenci çocuğudur. O da, bütün duygularıyla bu sarışın, ince kıza hayrandır. Ona karşı sevgisi yüzünden verem olmuştur. Kışta kıyamette,soğuk, sıcak demeden Nihal’ in peşini bırakmaz. Bir köpek bağlılığıyla bakar, hizmetine koşar. Gizli sevgisi bir yandan, Nihal’ in Behlül’ le evleneceğini duyduğu andan itibaren dayanılmaz duruma gelen kıskançlık sonunda Bekir’ i yere serer.
Bir gün Nihal, kötü bir raslantı sonucu üvey annesinin gizli macerasını öğrenir. Bihter’ in nefti çarşafını giymiş, prova yapmaya kalkmıştır. Bunu fark edemeyen Behlül, Nihal’ i Bihter sanarak bir söz söylemiştir. Nihal bu iz üzerinden yürür ve işin iç yüzünü öğrenir. Bir akşam, merdiven başında, Bihter’ le Behlül’ ün bir konuşmasını gizlice dinlerken, işittiklerine ince ruhu, sağlıksız vücudu dayanamaz, düşer bayılır. Böylece öğrendiklerini de açığa vurmuş olur.
Bihter Nihal’le Behlül’ün evlendirilmesine engel olmak istemektedir. Çünkü o da Behlül’ ü şiddetle kıskanmaya başlamıştır. Tecrübesiz vücudunun bütün gücüyle sevdiği adamı elinden kaçırmak istemez.
Bu çarpışık durum, kendiliğinden çözülür. Nihal, uğradığı sarsıntının etkisinden kurtulamadığı için o bayıldığı akşam yatağa düşmüştür. Onu yatakta, kendinden geçmiş bir halde yatakta gören Beşir, dayanamaz, uzun zamandan beri sezdiklerini, gördüklerini, duyduklarını, Nihal’ in yatağı başında, Adnan Bey’ e birer birer sayar, döker. Karısının kendisini aldattığını öğrenen zavallı adam deliye döner. Doğru Bihter’ i aramaya koyulur.
Bihter artık kendisi için çıkar yol kalmadığını, ne yaparsa yapsın hayatını, mutluluğunu kurtaramayacağına karar vermiştir. Bir kere kocasına dönmesi mümkün değildir. Onuruyla oynadığı bir insanın artık yüzüne bakamaz. Öte yandan Behlül ise, kendisinden hevesini alıncaer geç onu affedecek olan Nihal’ e dönecektir. Bu durumda kendisi nasıl yaşayabilir? Kocasının karşısına çıkmamak için odasına kapanır. Elinnde mini mini bir tabancayla, o genç yaşında ölümü düşünür. Buna nasıl katlanacaktır? Lakin Adnan Bey gelmiş, kapıya dayanmıştır. Bihter için iki yolu vardır ya nursuz bir hayata razı olmak veya olmamak…
Razı olmayacaktır. Adeta başka biri, bileğini büker, elindeki zarif, mini mini oyuncağa benzeyen tabancasının simsiyah küçücük ağzı, ona döner, Bihter intihar eder.
Bihter’ in intiharından bir süre sonra, Nihal iyileşir. Behlül insan içine çıkmaya yüzü kalmadığı için kaçıp gitmiştir. Bu acı hayat tecrübesinden sonra baba kız, artık birbirleri için, evet, yalnız birbirleri için yaşamaya karar verirler.
3. KİTABIN ANAFİKRİ:
Aşkı- Memnu, insanların hayatını sürdüreceği insanı iyi seçmeli ve sadece maddi yönünü düşünüp bir insanla evlenmemeli olduğunu dile getirmektedir.
4.KİTAPDAKİ ŞAHISLARIN VE OLAYLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ:
Firdevs Hanım: İstanbul’un tanınmış ailelerinden ve Göksu eğlenti yerlerinin sürekli ziyaretçileri arasında bulunan ve iki çocuk annesi olan bir hanım.
Adnan Bey : İki çocuklu dul bir adamdır ve sandal gezintileri düzenlemektedir.
Nihal : Adnan Bey’in kızı olup, bekartır. Aynı zamanda da çok duygulu bir yapıya sahiptir.
Peyker : Firdevs Hanım’ın büyük kızıdır. Aynı zamanda da evlidir.
Beşir : Evde büyütülmüş zenci çocuğudur. Bütün duygularıyla Nihal’a hayrandır.
5. HAKKINDAKİ ŞAHSİ GÖRÜŞLER:
Kitap dramatik bir aile yapısını gözler önüne sermektedir. Konusu çok açık ve anlaşılır biçimde yazılmıştır. Yabancı kelimelere neredeyse rastlamak mümkün değildir.

Şengül Şirin 04-27-2009 04:03 PM

Halide Edip Adıvar/ Handan
 
KİTABIN ADI: HANDAN

KİTABIN YAZARI: HALİDE EDİP ADIVAR
YAYINEVİ VE ADRESİ:ATLAS KİTABEVİ
BASIM YILI: NİSAN 1995 (21 BASKI)
1.KİTABIN KONUSU: Kitaptaki olaylar,Abdülhamit�in istibdad döneminde geçmektedir.Bu bağlamda kitabın konusu bize o güne ait bilgiler vermektedir.Kitap,bir aşk hikayesi etrafında o günün sosyal yaşamı,kültürel yapısı ve istibdad dönemindeki Türk aydınlarının başlattığı yeni sosyal akımlardan bahsetmektedir.
2.KİTABIN ÖZETİ:

Refik Cemal evlenmek üzeredir.İstediği kızı yaşadığı mahallenin o döneme göre aykırı gözüken fertlerinden olan dört kız kardeşten biridir.Daha doğrusu Refik Cemal�in evleneceği kız diğerlerinin kuzenidir.Reifk Cemal birarz heyecanlı vede çekingen olarak bu işe kalkışmış ve babasını Neriman�ı istetmeye yollamış.Neriman onun fotoğrafını görünce hemen evlenmeyi kabul etmiştir.Refik Cemal bir akşam Neriman�la tanışmak için yemeğine igtmiş.Refik Cemal Neriman�I görünce ona vurulmuş işte hayatımın kadını bu diye düşünmüştür.Yemekte Cemal bey ile koyu sohbete dalmışlardı.Fakat maada boş bir sandalye Refik Cemal�in dikkatini çekmiştir.Tam soracağı sırada Neriman çok kutsal birinden bahsedermiş gibi keşke Handan�da burda olsa diye iç geçirmişti.Cemal beyde Handan�dan bahsetmeye başladı.Handan�ın çok zeki,öğrenmek için çok azimli,çok kültürlü ve çok güzel olduğundan bahsetmişti.RefikCemal Handan�ın çok özel bir yeri olduğunu anlamıştı.
Refik Cemal bir an önce düğün hazırlıklarına başlamak istediğini bildirince Cemal bey bunu hemen kabul etmiş ve düğün hazırlıklarına başlanmıştır.Tüm bu işler devam ederken Neriman Avrupa�da bulunan Handan�a danışmaktadır.Bu durum Refik Cemal�i biraz kızdırıyor olsada pek sesini çıkarmamıştır.Çünkü Handan�ın beğendiği ev eşyaları,Neriman�a beğendiği kıyafetler gerçekten onun da hoşuna gitmişti.Nihayet düğün günü gelir çatar.Refik Cemal rüyalarını süsleyen meleği Neriman�a kavuşur.Aradan bir tıl geçer.Neriman hamile kalır.Fakat tam bu sırada Abdülhamit�in hafiyeleri Refik Cemal�in peşine takılır.Çünkü Refik Cemal kendini geliştirmiş gerçek bir Türk aydınıdır ve istibdad dönemi bunu kabul etmemektedir.Refik Cemal sürgüne gitmektense kendi isteğiyle londra�ya tayinini ister ve yaptırır.tam bunu eşine söyleyeceği zaman Refik Cemal ve Server�in ortak arkadaşı olan ve Abdülhamit�in hiç sevmediği ateşli bir Türk aydını olan Nazım'ın amcası köşke gelmiştir.Bu arada Nazım bir süre önce tutuklanmış ve hapishanede intihar etmiştir.O akşam Neriman�da bir tuhaflık vardır.ağlamaktan gözleri şişmiştir.Refik Cemal sorduğunda Nazım için ağladığını söylemiştir.kıskançlık Refik Cemal�i farklı şeyler düşünmeye itmiş ve ilk defa Neriman�a kötü davranarak onu konuşturmaya çalışmıştır.Neriman kendisinin Nazım ile bir ilişkisinin olmadığını söylemiş fakat bu konuyu şimdi anlatamayacağını söylemiştir.Bu olaydan sonra Refik Cemal,Handan ve Nazımla ilgili konuyu hiç açmamıştır.Refik Cemal londra�ya giderek işe başlar.Neriman�da Handan ile Nazım�ın ilişkisini anlatmaya karar verir ve Handan�ın tüm mektuplarını Refik Cemal�e göndermeye başlar.Bu arada Refik Cemal bir kilisede Handan ile karşılaşır ve Handan onu otele davet eder.Handan onu çok iyi karşılar fakat eşi Hüsnü Paşa aynı şekilde davranmaz.Zaten Hüsnü Paşa çok ters bir insandır.
Gelelim Handanla Nazım�ın hikayesine.Handan 13-14 yaşlarında iken kendini çok geliştirmiş ve artık yaşlı insanlarla muhatap olacak düzeydedir.Nazım�ın amcası da bunlardan biridir ve Nazım�ın Handan�a ters vermesini ister.Bir süre sonra Nazım ders vermeye başlar.Bu dönemde birbirlerine iyice aşık olurlar.Fakat Nazım Handan�a aşkını direkt söyleyemez ve ona sen bana ideallerime ulaşırken yardımcı olacak bir eşsin diye ona aşkını anlatmaya başlar.Handan buna çok sinirlenir ve Nazım�ın evlenme teklifini reddeder.Bu olaydan kısa bir süre sonrada Handan Hüsnü Paşa diye biriyle evlenir.Bu acı olaya dayanamayan Nazım Handan�a bir mektup yazar ve intihar eder.REFİK cemal bunları Neriman ve Handan�ın mektuplarından öğrenir.Bu yüzden Handan�dan hoşlanmamaktadır.Ama Handanla sohbet etmekten çok hoşlanmaktadır.Refik Cemal Londra�ya gittikten sonra eşini de yanına alır.Handan�da sık sık onlara gitmeye başlar.Bu arada Hüsnü Paşayla Handan ayrılmış ve Handan bunalıma girerek hafızasını kaybetmiştir.
Refik Cemal Handan�ın bakımını üstlenir ve beraber Sicilya�ya giderler.Orada birbirlerine aşık olurlar.Bir ay sonra Handan iyileşir.Fakat Handan Neriman�a ihanet ettiği için çok üzülmektedir.Bu üzüntüden dolayı tekrar hastalanır ve vefat eder.Refik Cemalle aralarındaki aşk dedikodu olarak kalır.Kimileri Handan�a kızar ve ölümüne sevinir,kimileride onun çektiği acılardan dolayı ona acırlar.

3.KİTABIN ANA FİKRİ :Kitabın anafikrini şu atasözüyle açıklayabiliriz.�Ne oldum dememeli ne olacağım demeli�.Çünkü herkes Handan�I iyi bir yaşamı olacağını beklerjen tam tersi bir yaşam onun olmuştur.

4.KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLERIN DEĞERLENDİRİLMESİ:
HANDAN:Kızıl saçlatra sahip çok çekici bir insandır.Ruhi olarakta cesur ve atılımcıdır.
REFİK CEMAL:Esmer,uzun boylu yakışıklı biridir.Ruhi olarakta kendini geliştirmeyi seven ve kültürel ortamlardan hoşlanan biridir.
NAZIM:Sarı,uzun saçlıdır.Duygulu ve biraz alaycı güleç yüzlü bir insandır.
5.KİTAP HAKKINDA ŞAHSİ GÖRÜŞLER: Kitap etkili bir anlatıma sahip ve insanlara gerçekten yararlı olabilecek ve hayatın içinden konulara yer veren güzel bir romandır.

6.KİTABIN YAZARI HAKKINDA KISA BİLGİ:
Halide Edip ADIVAR 1882�de İstanbul�da doğmuştur.Anerikan kolejini bitiren ilk Türk kızıdır.İlk romanları daha çok ferdi aşk hikayeleri daha sonraları belgesel türündedir.

Şengül Şirin 04-27-2009 04:04 PM

Sinekli Bakkal
 
KİTABIN ADI :SİNEKLİ BAKKAL
KİTABIN YAZARI :HALİDE EDİP ADIVAR
YYAYIN YAYIN EVİ VE ADRESİ: ATLAS KİTAP EVİ
BASI BASIMYILI :1984

1.KİTABIN KONUSU:

Sinekli Bakkalın konusu kısaca,İstanbul�un Sinekli Bakkal mahallesinin Sinekli Bakkal sokağında doğup büyüyüp evlenen Rabia adlı bir hafız kızının ve çevresindekilerin hayatıdır.



2.KİTABIN ÖZETİ:
İnterneti daha hızlı dolaşın. Google Araç Çubuğuyla birlikte Firefox'u da alın

Sinekli Bakkal, Abdulhamit devri İstanbul�unun kenar mahallelerinden birisidir. Bir geçitten çok bir toplantı yeri gibidir. Bu sokakta oturanlardan biri mahalle imamıdır. Onun kızı, Emine ise babasının istemesine rağmen �Kız Tevfik� denilen bir halk sanatçısı ile evlenir. Tevfik; orta oyunu, karagöz gibi şeylerle vakit geçirir. Ayrıca Emine ve Tevfik�le birlikte, sokaktaki İstanbul bakkaliyesini işletmektedir. Bir süre sonra Tevfik ile Emine anlaşamazlar ve ayrılırlar. Tevfik yaptığı şaklabanlıklar yüzünden sürülür. Ancak Emine hamiledir, ve İnadını ve iradesini annesinden, yeteneklerini ise babasından olan bir Rabia isimli bir kızları dünyaya gelir . Emine�nin Babası Rabia�nın dedesi olan imam ise Rabia�yı biraz büyüyünce hafız yapar. Mahallenin bir de kibar konağı vardır: �Selim Paşa Konağı�. Bu konak başlı başına bir alemdir. Selim Paşanın Hanımı dünyanın tadına varmış, yaşlandıkça ölüm korkularına kapılmıştır. Ve teselliyi nerede bulacağını şaşırmış bir kadındır. Selim Paşa ise Padişahın dostlarından ve Zaptiye Nazırı idi. Oğlu Hilmi ise babasının aksine Jön Türklerle ilgisi olan bir ihtilalcidir. Büyüklük peşinde bir hayal adamı. Konağa giren - çıkan pek çoktur. Peregrini adında ki bir İtalyan piyanist Vehbi Dede adında bir Mevlevî bunların başlıcaları arasındadır.

Rabia mevlit ve kuran okumaktaki şöhreti ile Selim Paşa konağına kapılanır. Peregrini�yi orada tanır. Vehbi dededen musiki dersleri, alır. Rabia biraz büyüdüğünde Hiç görmediği babası Tevfik sürgünden dönmüştür. Rabia annesi ile babası arasında tercih yapmak zorunda kalmış ve Babası Tevfik�i seçmiştir. Bunun üzerine Emine Rabia�ya çok kızmış her namazdan sonra beddua etmeye başlamıştır. Rabia Babasına bakkalda ve karagöz oyunlarında yardım etmekte Mahallenin cücesi olan Rakım Amcası ile beraber hep beraber güzel vakit geçirmektedir. Lakin Tevfik�in kadın kılığına girip Selim Paşanın oğlu Hilmi için Fransa�dan gelen yabancı evrakları feslilerin giremeyeceği Fransız Postanesine gidip alması esnasında yakalanması ile, Tevfik, zaptiye dairesinde �göz patlatan Hakkı� adında ki zorbanın sıkı işkenceleri ile sorguya çekilmiştir. Gene de Hilmi�nin adını vermez sürgüne yollanır. İş anlaşıldığı için Paşanın oğlu Hilmi de Selim Paşanın emri ile sürgüne Şama sürülecektir.


Tevfik yokken Rabia Rakım Amcanın yardımı ile dükkanı idare eder. Vehbi Dede ve Peregrini de kendisine arkadaşlık ederler. Ama babası sürgüne yollandığından sonra bir daha Selim paşa konağına ayak basmaz. Konakta pek sevdiği bir Cariye vardır: Kanarya Hanım. Çerkez asıllı olan Kanarya Hanım da aslında evlenip çırak çıkmıştır.

Rabia, Ramazanlarda camileri gezer mukabele okur ara sıra mevlitlere çağrılır. Şehzade Nihat Efendisinin yalısında da Mevlit okumaya davet edilir. Rabia yalıya gittiğinde iç salonun kapıları açılarak sinekli bakkal mescidinin büyük bir toplantı yeri haline getirildiğini görür. Renkli Papatya başlarına benzeyen yüzlerce başörtülü kadın dinleyicisi vardır. Bu duygulu kalabalığa yanık ve dokunaklı sesi ile mevlit okuduktan sonra salonun sonunda çok güzel bir mermer heykele benzeyen sarışın bir kadın görür . Bu kanarya Hanımdır. İki eski dost çığlık çığlığa birbirlilerinin boynuna atılırlar.

Peregrini Rabia�nın okuduğu mevlide hayrandır. Karakterine, olgunluğuna hayrandır. Sonunda , tasarısını Vehbi dedeye açar. Onunda uygun bulması üzerine Rabia ile evlenmek için dinini değiştirir. Osman adını alır. Vehbi dede de, onu kızı gibi sevmektedir. Yani Rabia da güzelliği bulan Tanrı sevgisi...

İmam da Emine de öldüğünden Osman�la Rabia Evi onarırlar. Dükkanın üstüne yerleşirler. Rabia�nın gebeliği çok sıkıntılı geçer. Sonunda İstanbul�da ilk defa yapılan bir sezeryan ameliyatı ile kurtulur. Bir oğlu olur. Bu mutlu olayı izleyen yıllarda 1908 meşrutiyeti gelir. Sürgünler yerlerine dönerler. Geri dönenler arasında Tevfik de vardır. Rabia, Osman Rakım Amca , Mahallenin Kibar tulumbacısı, Sabit Beyağabey , Bütün sinekli bakkal onu karşılamaya giderler. Vakti ile Padişah haini diye sille tokat İstanbul�dan sürülenlerin hepsi, şimdi birer Hürriyet kahramanı olarak dönmektedir.

Tevfik�in bu siyasi görüşlerle ilişiği yoktur. Vapur rıhtımına yanaşıpta sürgünler çıkınca karşılama törenleri başlar. Sabit Beyağabey bir emir verince sinekli bakkal takımı Tevfik�in bile ürkütüp saklanacak yer aratan bir coşku ile gösterilerine başlar. Sinekli bakkal delikanlıları Şişmanca bir adamı omuzlarına alırlar. Tevfik�in mahalleye dönüşü dolası ile ateşli bir hürriyet nutku çeken bu adamı Tevfik hemen tanır. Bu zaptiye dairesinde kendine işkence eden göz patlatan Muzafferdir. Vehbi Dede ile Osman Tevfik�in Koluna girer ve ona bir torunu olduğunu haber verirler.

3.KİTABIN ANA FİKRİ:

Halide Edip�in gözünde ideal Türk kadının doğu kültürünün aynı zamanda Batı ile tanışmış ılımlı kişiliğini; akla dayanan Batı felsefesinin birer temsilcisiolduğunu topluma göstermek istemiştir.



4.KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ:

Rabia: Romanın asıl kahramanı: İlhâmi İmamın kızı Emine ve Kız Tevfik diye bilinen orta oyuncusunun kızı �Rabia�dır. Rabia, Yazarın romanda kendisi yerinde gösterdiği ve �İdeal Türk kadını nasıl olmalı?� sorusunun cevabı olan kişidir. Rabia�nın kişiliğinin oluşmasında babasından çok dedesinin etkili olmuştur. Kendisi İmam olduğu için torunu hafız yaparak İslami bilgilerle donanmasını sağlamıştır. Paşanın konağına gitmesi ile Rabia�nın kişiliğinin değişiminde en büyük etkiyi görülüyor. Dedesinin yanında her zaman cehennemden bahsedilerek büyüyen Rabia konağın ortamını görünce geleneklerine bağlı, ancak batı eğilimli bir karakter ortaya çıkıyor. iki ayrı ruh ikliminde yetişmiş olduğu Peregrini yani Osman�la evlenmesi ile de bunu gösteriyor. (BKZ. sayfa 87)

Kız Tevfik: Daima şen şakrak, orta oyununda usta, yakışıklı ve çok düzensiz bir kimlikte anlatılıyor.

Vehbi Dede: Konakta Rabia�ya ders veren bir Mevlevî derviş olarak bize aktarılan Vehbi

Dede, her zaman teselli edici teskin edici mizacı ile Rabia�nın dedesinden çok farklı olarak Ruh okşayıcı bir alim olarak anlatılıyor.

Peregrini (Osman): Annesinin tavsiyesiyle eskiden papaz olan Peregrini daha sonra her hangi bir dine bağımlı olmaksızın yaşamış bir müzik hocası. Türkçe�yi çok iyi konuşan bu adam dinsiz olmasına rağmen Vehbi Dede gibi dinine bağlı insanlara saygı duymuştur. Rabia ile evlenmek için dinini değiştirerek Osman ismini almıştır.

Selim Paşa: Eski Dahiliye Nazır, padişaha son derece bağlı bir mizaç ortaya sürmüştür. Öyle ki kendi oğlunu bile gözünü kırpmadan ve elinde kesin delil olmadan sürebilmiştir. Ama diğer taraftan Rabia�ya karşı hep şefkatli olmuş ve iyi davranmıştır.

Emine: Rabia�nın annesidir. Önceleri Rabia�yı çok sevmiş ancak sürgünden dönen babasını kendisine tercih edince, elinden gelse Rabia�nın boğazına sarılmak istemiştir. Elini öpmek için gelen kızını kovmuştur.

İlhamî İmam: Rabia�nın büyük Babası, mahalleliye devamlı cehennemden bahseden bir imam.

Diğer tipler: Bilal; Rabia ile evlenmek isteyen bir genç, Rıfat Amca; mahallenin cücesi, Pembe; Rabia�nın hizmetini yürüten beraber yaşadığı çingene, Hilmi; Selim Paşanın Jön Türk oğlu, Sabiha Hanım; Selim Paşanın Hanımı, Kanarya Hanım; Köşkte ki bir Çerkez kızı.

5.KİTAP HAKKINDA ŞAHSİ GÖRÜŞLER:

Bence Sinekli Bakkal bugün dahi türk kadınına örnek teşkil edebilecek bir şaheserdir. Bu kitap sadece Türk kadını için değil erkeği içinde bir rehberdir, bunun için herkesin bu kitabı okumasını şiddetle tavsiye ediyorum.

6.KİTABIN YAZARI HAKKINDA BİLGİ:

Halide Edip Adıvar'ın Hayatı ve Edebi Kişiliği:

Halide Edip (1884-1964) İstanbul'da doğmuştur. 1901'de Üsküdar Amerikan Kız Koleji'ni bitiren yazar, Rıza Tevfik ve Salih Zeki'den özel dersler almıştır. İlk evliliğini Salih Zeki ile yapan Halide Edip, yazılarında bir süre Halide Salih imzasını kullanmıştır. Bir ara kız okullarında öğretmenlik yapmış, 1918'de İstanbul Üniversitesi'nde Batı Edebiyatı profesörü olmuştur. İstanbul'un işgali sırasında yaptığı konuşmalar yüzünden kovuşturmaya uğrayınca Anadolu'ya kaçarak Milli Mücadele'ye katılmıştır. Cumhuriyet'in ilanından sonra Adnan Adıvar'la hükümet arasında başlayan anlaşmazlık sonucu 1926'da Türkiye'den ayrılmıştır.Yurtdışında Türkiye ile ilgilikonferanslar veren yazar 1940'ta yeniden İstanbul Üniversitesi İngiliz Edebiyatı profesörlüğüne atanmış, bir dönem milletvekilliği de yaptıktan sonra üniversiteye dönmüştür.İlk dört romanından üçü duygusal yanı ağır basan güçlü sevgi romanları olan yazarın ilk dikkati çeken eseri Türkçülük hareketlerinin ve Ziya Gökalp'in etkisinde kalarak yazdığı "Yeni Turan"dır. Halide Edip, toplumumuzun batılılaşmaya olan gereksinimine inandığı için Ziya Gökalp'in düşüncelerini beğenir. Küçüklüğünden başlayarak Doğu ve Batı'yı bir arada yaşayan Halide Edip, Meşrutiyet döneminde yazdığı romanlarında bu karşılaştırmayı yapmıştır. Daha sonra romancılığına yeni bir yön veren yazar, Kurtuluş Savaşı yıllarında Anadolu'yu ve Anadolu'nun çeşitli sorunlarını yansıtmıştır. Eğitim ve sağlık bunların başında gelir.

Şengül Şirin 04-27-2009 04:06 PM

Türkün Ateşle İmtihanı
 
KİTABIN ADI : TÜRKÜN ATEŞLE İMTİHANI
KİTABIN YAZARI : HALİDE EDİP ADIVAR
YAYINEVİ : ATLAS KİTABEVİ
BASIM YILI : 1994 / 11. BASKI

KİTABIN KONUSU:
Halide Edip Adıvar�ın 1. Dünya Savaşı sonrasından cumhuriyetin ilan edilinceye kadar yaşadığı anıları anlatılmaktadır.
ESERİN ÖZETİ:
30 Ekim 1918�de İngilizler�in İstanbul�u işgal etmesiyle Türk insanının durumu yorgun, şaşkın ve canından bıkkın bir haldeydi. Yıllarca süren savaştan, sefaletten sonra bir de yurdumuzun işgal edilmesi, yani özgürlüğümüzün elimizden alınmak üzere olması Türk insanını bu hale getirmişti. İstanbul�da yaşayan, çoğunluğunu genç subayların oluşturduğu milliyetçiler, gizli dernekler kurup İtilaf Devletleri�nin toplattığı silahları Anadolu�ya kaçırmaya çalışıyor, bir yandan da memleket için kurtuluş yolları arıyorlardı. Halide Edip, bu derneklerin başkanlarına yakın biri olarak, milliyetçilerin bir araya gelip toplantı yapmak için ne büyük zahmete katlandıklarını bizzat yaşamıştır. Halk ise gazeteler sansür altında olduğundan, olan bitenden habersiz, padişahın İngilizler�le kurduğu yakınlıktan ve İngilizler�in medeni bir devlet olmasından dolayı Anadolu�yu Osmanlı Türklerine bırakacaklarını sanıyordu. Bizi savaşa sokan ittihatçıların çoğu Meclis-i Mebusan�da vekildi ve halk bunlara tepki duyuyordu. Bunu fırsat bilen Tevfik Paşa meclisi kapatmıştı. 15 Mayıs 1919�da Yunanlıların İzmir�i işgalinden sonra İngilizler Anadolu�ya giden bütün yolları tutmuşlar, tenha yolları da Osmanlı içindeki Hristiyan çetelerine tutturmuşlardı. Dernekler faaliyetlerine devam edemez olmuş, Halide Edip gibi milliyetçi kişiler hakkında idam kararları çıkarılmaya başlanmıştı. Özellikle Halide Edip�in Sultanahmet mitinginde söylediği ��hükümetler düşmanımız, milletler dostumuz ve kalbimizdeki haklı isyan kuvvetimizdir.� sözü şimşekleri kendi üzerine çekmişti. Daha fazla İstanbul�da kalamayan milliyetçiler Mustafa Kemal�in Samsun�a çıkmasıyla Anadolu�ya kaçmaya başlamışlardır. Bu kaçış ikişer üçer kişilik gruplar halinde ve çok tehlikeliydi. Düzenli olarak silah kaçıran ve milliyetçilerin güvenliğini sağlayan, İzmit�teki ve Adapazarın�daki en kalabalığı 80 kişiden oluşan çetelerdi. Bu çeteler, geceleri milliyetçileri köylerde ağırlıyor, yağmur, çamur, yorgunluk gibi zor şartları hiçe sayıyorlardı. 11 gün süren yolculuğun ardından Ankara Garı�nda Mustafa Kemal ve halk tarafından karşılanan Dr. Adnan ve Halide, o gün bir eve yerleşir ve hemen ertesi gün eski Ziraat akültesi binasında olan karargahta çalışmaya başlarlar. Erzurum Kongresi ve Sivas Kongresi�nden sonra yeni bir meclis kurulması zorunluluğu gündeme gelmişti. Mustafa Kemal her ilden ikişer milletvekili seçilip Ankara�ya gönderilmesini talep eder. 23 Nisan 1920�de Büyük Millet Meclisi kurulur ve Mustafa Kemal meclis başkanı seçilir.
Bu olaya muhalefet olan Hilafet yanlılarının kurduğu ordu, meclisin kapanması için Ankara�ya doğru yürüyüşe geçer. Bu isyanı bastırabilecek bir tek bu çeteler vardı. Mustafa Kemal bunları durdurmak için Çerkez Ethem�i görevlendirdi. İzmit�te gerçekleşen bu kuvvetlerin çarpışmasından Çerkez Ethem galip geldi. Bu galibiyet çetelerin itibarını artırdı. Ali Fuat Paşa bile üniformasını çıkarıp dağlara çıkmıştı. Çeteler büyük bir kuvvet olmalarına rağmen ordunun himayesine girmeyi reddediyorlardı. İhtiyaçlarını da halktan zorla karşıladıkları için de sürekli sorun yaratıyorlardı.
İlk iş olan düzenli ordunun kurulması, Aralık ayının sonlarına doğru, büyük kavgalarla gerçekleştirildi. Ethem�in 3 bin kişilik ordusu, 100 makineli tüfeği ayrıca 4 topu vardı. Bu gücüne güvenerek meclise; faaliyetlerinin durdurmasını, halkı yeniden savaşa sokmamasını, İstanbul hükümetiyle işbirliği yapmasını söyleyen bir ültimatom gönderdi. Yunanlılar Bursa�ya yürümeye başlamıştı ama Ethem�le Albay Refet, yani kardeşler savaşıyordu. Ethem düzenli odunun kuvvetlerine karşı koyamayıp kuvvetlerini geri çekmek zorunda kaldı. Ordumuzla 11 Ocak�ta (1.İnönü) Eskişehir�in batısında karşı karşıya gelen Yunanlılar Albay İsmet komutasında ağır bir yenilgiye uğradılar. Bundan dolayı, toplanan Londra Konferansı�na Ankara�dan da temsilcileri çağırdılar. Sevr�in bir benzeri olan bu konferanstan bir sonuç alınamamış ve Yunanlılar Afyaon�dan saldırıya geçmişlerdi. 31 Mart�ta (2.İnönü) yine bozguna uğratılan Yunanlılar geri çekilmek zorunda kaldılar.
Bu dönemde askerlere yardım amacıyla Hilal-i Ahmer (Kızılay) Hastahanesi�ne gönüllü olarak hastabakıcı olarak Eskişehir�de, cephe gerisindeki bir hastahanede çalışmaya başladı. Bu arada Yunanlılar boş durmuyor İzmir�I bir silah yığınağı haline çeviriyordu. Bunda İngilizlerin Yunanistan�a yaptığı silah ve maddi desteğin büyük payı vardır. Hazırlıklarını tamalayan Yunanlılar bizim 4 katıumız kadar bir kuvvetle, 9 Haziranda saldırıya geçtiler. Bu saldırılara karşı koyamayan ordumuz, toparlanmak için Sakarya�nın doğusuna çekildi.
Bu geri çekilme mecliste büyük çalkantılara neden oldu. Yapılan oylamayla Mustafa Kemal başkomutan seçildi. Tekalif-I Milliye emirleri çıkartılıp ordumuzun ikmal işleri halk tarafından yapıldı. Ordunun kurulmasında en çok emeği geçen Refet Paşa durmadan çalışıyor, memleketin her tarafını arayıp, tarayıp gönüllü askerler topluyordu. Savaş başladığında 25.000 askerimiz vardı. Bunların 16.000�i şehit olmasına rağmen savaş sonunda 40.000 askerimiz vardı. 2 ay gibi kısa bir sürede hazırlıklarını tamamladı. İçindeki milli duygularla sürekli dürtülen Halide, silah altına girmeye karar verir. Mustafa Kemal�in karargahında çalışmaya başlar. Buradaki görevi, günlük zaiyat raporlarını tutmak ve yabancı gazeteleri takip edip, yabancı kamuoyunun savaşla ilgili düşüncelerini çevirip Mustafa Kemal�e iletmekti. Ordumuzun Yunanlılara göre sayısının az olmasından dolayı güzel bir savunma planı yapıldı. 25 Ağustos�ta çarpışmalar başladı. Fedakar Türk askerleri öleceklerini bilseler bile mevzilerini terk etmeyip çarpışırlar ve mevzilerimize Yunanlıları sokmazlar. Savaş 22 gün sürmüş ve dünyanın en uzun süren meydan muharebesi olmuştur. 19 Eylül�de başlayan yunan geri çekilişi 16 Eylül günü sonlanmıştı. Artık zafer bizimdi.
Mustafa Kemal�in sabahlara kadar çalıştığını yakından takip eden Halide ona �Savaş bitti. Artık dinlenmeye çekilme vaktiniz geldi.� dediğinde sert bir tepkiyle �Asıl savaş bundan sonra başlıyor.� cevabını almıştı.
22 Eylül�de Mudanya Mütarekesi imzalanmış resmi olarak savaş galibiyetimizle bitmişti. Yunanlılar kaçarken geçtikleri köyleri yakıp yıkmışlardı. Bu savaşta onbaşı rütbesi alan Halide�nin bir görevi daha vardı. Tetkik-i Mezalim Heyeti�nin başına geçmek ve Yunanlıların verdikleri zararları tespit etmek, Anadolu insanına ettiği işkenceleri kayıtlara geçirmekti. Çok acı olayların yaşandığı Anadolu köylerinde halkın yaşadıkları anlatmakla bitmez. Yakup Kadri KARAOSMANOĞLU, Yusuf AKÇURA ve bir fotoğrafçının olduğu bu heyet çalışmalarını bitirdikten sonra Ankara�ya döner. Döndüğünde, asker üniforması giyen küçük çocuklar, Halide�nin dikkatini çeker. Bunların neci olduklarını yanındaki yüzbaşıya sorar. Bunlar Kazım Karabekir Paşa�nın evlat edindiği, yaşları 6 ile 14 arasında değişen, ailelei savaşta ölmüş, 2 bin kadar yetim Türk çocuğu idi. Bu örnek davranışından dolayı Kazım Paşa�yı ziyaret edip tebrik eder.
Halide Edip yurdumuzun düşmanlardan temizlenmesinden duyduğu huzurla eşyalarını toplayıp İstanbul�a, çocuklarının yanına, doğup büyüdüğü eve döndüğünde Mahmure ablasıyla çocukluk günlerinde olduğu gibi kucaklaşır.
ANAFİKRİ:
Her konuda risk almaktan korkup kaçmamalıyız. Eğer Mustafa Kemal kendi
hakkında çıkarılan idam cezasından korkup bir kenara çekilseydi, bugün, bu ülkede yaşamıyor olacaktık.
Hiçbir zaman sürü psikolojisiyle bir yere takılıp gitmemeliyiz. Yaptığımız her hareketi, söyleyeceğimiz her sözü inceden inceye düşünmeliyiz.

KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRMESİ:
HALİDE EDİP ADIVAR: Kısa boylu, ingilizce ve fransızca bilen, tanştığı insanlarla çabuk kaynaşan, etkili konuşmalar yapabilen vatansever bir kadın, hastabakıcı, gazeteci, yazar, asker, çevirmen.
ADNAN ADIVAR: Çalışkan, insanlar arasındaki fikir uyuşmazlıklarını gideren, yüreği vatan sevgisiyle dolu bir doktor. Sağlık Bakanlığı ve Meclis İkinci Başkanlığı yapmıştır.
Mahmure: Hlide Edip�in evinde çalışan, ayrıca ona arkadaşlık eden bir mürebbiye.
KİTAP HAKKINDAKİ ŞAHSİ GÖRÜŞLER:
Kitap, ülkemizin kuruluş yıllarında çektiği çileleri başarılı bir şekilde dile getirmiştir. Fakat yazarın uslübü günümüz Türkçesine göre biraz ağırdır. Cumhuriyetin 5 yıl öncesine kadar olan bölüme ait bilgi edinmek isteyen arkadaşlarıma okumalarını tavsiye ederim.
KİTABIN YAZARI HAKKINDA KISA BİLGİ:
1882�de İstanbul�da doğmuş, 9 ocak 1964�te İstanbul�da ölmüştür.1901�de Amerikan Kız
Koleji�ni bitirir bitirmez Salih ZEKİ ile evlenmiş Ayet ve Zeki adında iki oğlu dünyaya gelmiştir. Salih ZEKİ�nin ikinci defa evlenmesi nedeniyle ondan ayrılır.1917�de ikinci eşi olan Dr. Adnan Adıvar ile evlenir. Savaş Yıllarında eşi ve Mustafa Kemal için çevirmenlik yapmış, Kızılay�da çalışmıştır. Ordudaki çalışmaları nedeniyle önce onbaşılık sonra da başçavuşluk rütbesini almıştır. Fakat o, halkın da benimsediği onbaşı rütbesini kullanmıştır.
1839�da İstanbul Üniversitesi İngiliz Edebiyatı profesörlüğüne tayin edilmiştir.
1950 yılına kadar bu görevinde kalan Halide Edip, 1950-1954 yılları arasında İzmir milletvekili olarak meclise girmiştir.

Şengül Şirin 04-27-2009 04:12 PM

Araba Sevdası/ Recaizade Mahmut Ekrem
 
ARABA SEVDASI - RECAİZADE MAHMUT EKREM

KİŞİLER :

"Araba Sevdası" romanındaki kişiler, önem sıralarına göre Bihruz, Mösyö Piyer ve Keşfidir. Perişev ve Bihruzun annesi de bu sıraya dahil edilebilir. Mösyö Kondoraki Kitapçı Vik, Terzi, berber, garsonlar,gazeteci çocuk, kayıkçılar, üçüncü-dördüncü derecede önem taşırlar.

BAŞ KAHRAMAN :

BİHRUZ : Bihrus Bey, "Araba Sevdası" romanının baş kişisidir. 23-25 yaşlarında, kısaca boylu, güzel giyimlidir. Kişilik ve sahip olduğu değerler bakımından oldukça zayıftır. Batılılara özenen bir züppedir. Etrafındakilerle sürekli olarak Fransızca konuşması bu özentinin sonucudur.Ölçüsüz bir mirasyedi olan Bihruz Bey, oldukça savurgandır. Ayrıca gerçeklerden kaçan birisidir.

YAN KAHRAMANLAR :

KEŞFİ : Bihruzun daireden arkadaşıdır. Sürekli olarak yalan söyler, yalanlarıyla Bihruzu kandırır.

PERİŞEV : Bihruzun aşık olduğu kadın. Ancak Bihruzun sandığı gibi soylu ve zengin değildir. Eşinden ayrılmış ve annesiyle birlikte oturan yoksul bir kadındır. Çengi Hanımla kurduğu arkadaşlık erdemlerini yitirmesine neden olmuştur.

MÖSYÖ PİYER : 65 yaşlarında, siyasete ilgi duyan Fransızca öğretmeni. Memleket meseleleriyle ve siyasetle ilgili haberlere önem veren bir tiptir. Menfaatçi ve içten pazarlıklıdır.

BİHRUZUN ANNESİ : Oğlunun davranışlarını onaylamaz, ancak onu baba otoritesinden yoksun bir biçimde şımartarak yetiştirmiştir. Oğluna söz dinletemez.

NAİM EFENDİ : Bihruzun çalıştığı Kalemdeki kişilerden biri. "Ayaklı Kütüphane" diye nitelendirilecek kadar bilgilidir. Doğu ve Batı edebiyatları hakkında çok şey bilir.


ZAMAN :
Roman, Tanzimat döneminde, 1870 yılında geçen olayları anlatıyor. Bu dönemde, Tanzimat Fermanı ile günlük yaşamda söz konusu olmaya başlayan değişim romana yansıyor. Recaizade Mahmut Ekrem, bu dönemi Batılılaşmanın yanlış anlaşıldığı bir dönem olarak değerlendirip eserine yansıtıyor. Özenti ve taklit batılılaşmanın zararlarını ortaya koyuyor.

MEKAN :
Romanda İstanbul,geniş bir betimleme ile veriliyor. Özellikle de Çamlıca ve Beyoğlu Semtleri olayların geçtiği mekanlardır, bu mekanlarda yaşananlar, yaşam biçimleri anlatılıyor.

ROMANIN ÖZETİ :
Roman, Çamlıca bahçesinin betimlenmesiyle başlıyor. Geriye dönülerek 1870te bahçenin açılışı ve nasıl gözde bir gezinti yeri olduğu anlatılıyor. Daha sonra bahçede oturan Bihruz Bey tanıtılıyor. Zengin ve gösterişli giyimi, batılı özentisi, ölen babasından kalma mirası nasıl saçıp savurduğu anlatılıyor. Bihruz Bey, doğru dürüst aile terbiyesi almamış, yarım yamalak eğitim görmüş, hazır para bulduğu için de elindekini avucundakini har vurup harman savuran birisidir. Gösterişe çok önem verir. Süslü arabasıyla gezi yerlerinde, özellikle de Çamlıca bahçesinde dolaşır, insanların onu görmeleri, ona bakmaları kendisi için çok önemlidir. Böyle bir günde daireden arkadaşı Keşfi Beyle birlikteyken, çok güzel bir arabayla dolaşan dolaşan iki hanımla rastlaşır. Hanımlardan genç ve sarışın olanından çok hoşlanır ve onları izler, tanışmaya çalışır. Pek yüz bulamaz ve kıskançlıkla yanıp tutuşarak, sarışın hanıma aşık olur.

Bihruz Beyin aşık olduğu ve çekingenliğinin namusluluktan geldiğini düşündüğü hanım Perişev Hanımdır. Perişev, küçük yaşta babasını kaybetmiş, daha sonra da kocasından ayrılmıştır. Yoksul ama namuslu bir kadınken, tanıştığı Çengi Hanımın yüzünden erdemlerini yitirmiştir. Bihruzun onu zengin ve soylu zannetmesine neden olan gösterişli arabanın sahibi değildir, sadece gezi için kiralamıştır.

Bu rastlantının ardından Bihruz, Fransızca öğretmeni Mösyö Piyerle aşk hakkında konuşur. Önceleri aşk hakkında olumsuz konuşsa da Bihruzu kızdırmamak ve kazandığı paradan mahrum kalmamak için Mösyö Piyer de düşüncelerini değiştirir. Çünkü menfaatine düşkün ve ikiyüzlü bir adamdır.

Bihruz, Perişeve aşkını anlatmak için bir mektup yazmaya karar verir, kadını etkilemek için aşk mektuplarını içeren Fransızca bir kitaptan alıntılar yapar. Yanlış çevirilerle dolu mektuba bir şarkıdan mısralar da ekler. Mektubu Cuma gün Çamlıca bahçesinde sarışın hanıma verecek ve aşkını açıklayacaktır. Cuma günü özenle hazırlanarak bahçeye gider ve mektubu, kiralık bir arabayla gezmekte olan Perişev hanıma verir. Pazar sabahı yine özenle hazırlanarak bahçeye gider ve Perişev hanımı beklemeye koyulur. Bu arada onunla nasıl karşılaşacağına, nasıl konuşacaklarına dair hayaller kurar.Fakat Perişev hanım gelmeyince kıskançlığa kapılır ve arkadaşı Keşfi Beyden şüphelenir. Keşfi Bey, ilk görüşmele

Şengül Şirin 04-27-2009 04:16 PM

Bir Tereddütün Romanı
 
KİTABIN ADI : Bir Tereddütün Romanı
KİTABIN YAZARI : Peyami Safa
YAYIN EVİ VE ADRESİ : Ötüken Yayınevi, İstanbul
BASIM YILI : 1987

1.KİTABIN KONUSU :
Yazdığı güzel eserler sayesinde birçok kadınla tanışan fakat tereddütünün kurbanı olan yazar, kararsızlığı yüzünden ilişkilerinin hiçbirinde kesin bir sonuç elde edemez. Yazarın olaylara karşı bu ilgisizliği sadece kendisinin degil tanıştığı insanların hayatını da karartmıştır.

2.KİTABIN ÖZETİ:
Mualla hanım kendisine yakın bir dostu tarafından tavsiye edilen kitabı tereddüt içinde okur. Kitapta anlatılanlar Mualla hanımın ilgisini çok çok çeker. Kitabı elinden bir türlü bırakamaz. Kitapta zehirlenen, ölüm ile yaşam arasında mekik dokuyan bir adamın hiç geçmeyen zamanı, yanlız bir şekilde ölüm korkusu anlatılıyor. Mualla hanım kitabın yazarını merak eder ve daha sonra bir aile dostu olan Raif Bey tarafından yazarla tanıştırılır. Raif Bey Mualla hanımın saf, temiz ve iyi bir aile kızı olduğunu, bekar olan yazarın onunla evlenmesinin uygun olacağını söyler. Kızla tanışan yazar kızı çok beğenir ve evlenme teklif eder, fakat cevabı için Mualla�ya zaman verir.
Yazarın bu trklifini, İtalya�dan kocasından ayrılıp yazar için İstanbul�a gelen, yazarın eserlerini hayranlıkla okuyan, yazardan tiyatro eserleri için bilgi almaya gelen ve yazara aşık olan Vildan, bir partide duyunca soluğu bir gece yarısı yazarın otelinin önünde alır. Şöför yazarı otelden alır ve onu bekleyen arabaya getirir. Yazar koltuğa yayılmış, şaşkına dönmüş kadını görünce tanıyamaz. Dikkatli baktıktan sonra hatırlar. Vildan hanım Mualla hanıma yapılan teklifi kıskanmaktadır. Yazar o gece ona özel olarak hazırladığı odaya götürmek için ısrar eder. Yazarın bütün bu ısrarlarına karşı gitmemek için direnir ve sonunda çok geç olduğunu bahane ederek onu ikna eder. Daha yazara telefon açıp müsait bir zamanda gideceklerdi�
Sabah olunca yazar, oteli çok sevdiği için otelden taşınmaz ancak kapıcıyı kendisini telefonla soranlara otelden taşındığını söylemesi için tembihler. Daha sonra Vildan hanım iş yerine gelerek yazarı bulur. Yazar kimsenin Vildan�ı işyerinde görmemesi için gideceğine dair söz verir. Bir perşembe günü gidecektir. Vildan hanım her şeyi hazırlayıp heyecan içinde beklerken tereddüt içinde olan yazar kapıdan geri döner. Sonra gitmediğine pişman olur. Yazar yine tereddüt içindedir ama perşembe günü geleceğini bildirir.
Vildan hanım yazarı eşi gibi karşılar. Tereddüt içindeki yazar biraz rahatlar. Bu rahatlık uzun sürmez. Vildan hanım aldığı fazla alkol ve ilaçların etkisiyle kendisinden geçip bilinçsizce sayıklar. Gerçek adının Vildan olmadığını, ermeni asıllı olduğunu, anlatılan her şeyin hikaye olduğunu söyler. Sonra üzerinda İtalyanca �Bu hançer bir kalbe girecek� diye yazılan bir hançer çıkarır. Vildan hanım çok uzaklara gidip ıssız bir ormanda hançeri kalbine sokmanın planlarını yapmaktadır. Uzun süre sayıklayan bitkin haldeki Vildan derin bir uykuya dalar. Yazar, sabahleyin kapıyı açtığında kapıcıyı görür Vildan�ı ona teslim edip uzaklaşır. Aradan bir hafta geçince evine tekrar uğradığında Vildan hanımın adresi bilinmeyen bir yere taşındığını öğrenir. Yazar için Vildan hanım tarihe karışmıştır.

3.KİTABIN ANA FİKRİ : Tereddütle yapılan bir işte başarı elde etmek mümkün değildir. En kötü karar kararsızlıktan daha iyidir.

4.KİTAPTAKİ OLAYLAR VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ:
Mualla: okumayı seven, dürüst, saf ve temiz bir aile kızıdır.
Vildan: Yazarı elde etmeye çalışan, bu uğurda İtalya�dan kocasını terkedip gelen, kıskanç bir kadın. Yazarın tereddütleri karşısında tarihe karışmştır.
Yazar: Karar vermekte güçlük çeken ve herşeye tereddüyle yaklaşan kararsızlığı yüzünden kalıcı ilişkiker kuramayan duygusal bir kişiliğe sahiptir.

5.KİTAP HAKKINDA ŞAHSİ GÖRÜŞLER:

6.KİTABIN YAZARI HAKKINDA KISA BİLGİ: Peyami Safa
(1899- 15 Haziran 1961): Yazar. İstanbul'da doğdu. Meşhur şair İsmail Safa'nın oğludur. Düzenli bir öğrenim göremedi. Kendi kendisini yetiştirdi. 13 yaşında hayata atıldı. Posta Telgraf Nezaretinde çalıştı. Öğretmenlik (1914-1918), gazetecilik (1918-1961) yaptı. Hayatını yazıları ile kazandı. İstanbul'da öldü
Başlıca eserleri: Gençliğimiz , Şimşek, Sözde Kızlar , Mahşer, Bir Akşamdı, Süngülerin Gölgesinde, Bir Genç Kız Kalbinin Cürmü, Canan, Dokuzuncu Hariciye Koğuşu, Fatih-Harbiye , Atilla, Bir Tereddüdün Romanı, Matmazel Noralya'nın Koltuğu, Yalnızız, Biz İnsanlar.

Şengül Şirin 04-27-2009 04:22 PM

Cezmi
 
KİTABIN ADI

CEZMİ

KİTABIN YAZARI

NAMIK KEMAL

YAYIN EVİ VE ADRESİ

İNKILAP-İSTANBUL

BASIM YILI

1990


KİTABIN KONUSU :

Adil Giray�ın İran ile Osmanlı arasında yapılan savaştan sonra esir düşüp, orada Perihan, Şehriyar ve Cezmi ile olan ilişkilerini anlatmaktadır.
KİTABIN ÖZETİ

Olay Sokullu Mehmet Paşa döneminde, İstanbul� da başlar, Azerbaycan� da, İran� da sürüp gider ve Tebriz Sarayında sona erer.
Cezmi çok iyi bir atlı spor ustasıdır. Bu ustalığı sayesinde Ahmet Paşa ile tanışır. Ahmet Paşanın verdiği bir yemekte Cezmi�nin atlı sporda olduğu kadar şairlikte de usta olduğu anlaşılır. Şairliğinin ünüyle Nevi ile tanışır.
1570 yılında İran seferi başlar. Cezmi bu sefere gönüllü olarak katılır. Bu sefer sırasında çok ustaca ve zekice davranışlarda bulunur ve ünü bir kat daha artar. Hatta sefer sırasında düşman olduğu halde canı pahasına da olsa Pertev isminde bir İran askerini de nehirde boğulmaktan kurtarır. Bu sayede Pertev�lede çok iyi dost olurlar. Bir başka İran seferinde Cezmi, Adil Giray�la tanışır. Cezmi bu savaşlarda gösterdiği kahramanlık sayesinde Adil Giray�ın teveccühünü kazanır.
Kötü şans eseri Adil Giray ve kardeşi Gazi Giray savaş sırasında İranlılara esir düşer. Savaşta Adil Giray� ı esir eden Hamza Mirza İran şahının oğlu ve komutan, Cengizoğullarından öyle iki kahraman şehzadeyi esir alarak başkente götürüp şöhret kazanmak ister.
Adil Giray ve Gazi Giray , Şehriyar tarafından ayrı yerlere hapsedilirler. Adil Giray sarayda ağırlanırken Gazi Giray bir adada �Kahkaha Zindanı� denilen yerde hapsedilir. Bunun sebebi ise Şehriyar�ın Adil Giray�I ilk anda görüp aşık olması ve Gazi�nin bu durumu anlayıp sorun çıkarmaması içindir.
Şehriyar, Adil ile görüşebilmek için türlü entrikalar çevirir. Onunla buluşup konuşmasını ise Adil�den bilgi alıp, onunda yardımıyla Kırım Hanlığı�nı ele geçirecek planlar yapmak olarak yorumlar.
Adil�in esirliği zamanında İran devletini kör bir şah, onun karısı Şehriyar ve kardeşi Perihan idare ediyorlardı. Şehriyar�ın oğlu Hamza Mirza ise sadece savaşlarla ilgileniyordu.
Şehriyarın Adil Giray�la yaptığı ikili müzakereler Perihan�I şüphelendirir. Perihan�da müzakerelere devletin bir idarecisi olarak katılmak ister ve katılır.
Şehriyar bir şekilde aşkını Adil Giray� a yalnız oldukları zaman açıklar. Fakat Şehriyar çok kıskanç kişiliğe sahip olduğundan Perihan�dan gelebilecek tehlikeler için Adil Giray�a Perihan�ı olduğundan çok zıt bir şekilde tanıtır. Adil� de inanıyormuş gibi davranarak Şehriyar� a bir şey sezdirmeyip, onu kullanıp, kardeşini de serbest bıraktırıp anavatanına dönmek istemektedir.
Perihan, Adil Giray�ı ilk gördüğünde aşık olmuştur. Fakat Adil, Perihan�nın o tatlı güzelliğini üstündeki peçe sayesinde görememiştir. Fakat ilk görüşmelerde Adil Perihan�nın ne kadar zengin kalpli olduğunu, Şehriyar�ın anlattığından çok farklı olduğunu anlamıştır. Perihan�ın yüzünü de göstermesiyle ona ilk görüşte aşıl olmuştur.
Şehriyar�ın delice şehveti Perihan�ın masumca aşkı her ikisini de birbirine düşürmeye yeter. Şehriyar ve Perihan aynı kişiye aşık olduklarını, anlayınca artık aralarında bir kıskançlık yarışı başlar. Ayrıca Adil�inde Perihan�ı sevdiğini anlayan Şehriyar her ikisini de öldürmek için planlar yapar.
Adil Giray esir düştükten sonra Cezmi bu haberi alır ve Adil�in yardımına koşar. Cezmi, bir şekilde Adil�in bulunduğu odaya girmeyi başarır. Bundan sonra kaçış ve İran devleti hükümetini yıkıp yerine kendilerini getirmek için planlar yapmaya başlarlar. Cezmi bu planları uygulamak için bir İran askeri olan Abbas�ı kullanır.
Şehriyar�ın yaptığı planlar yanlış zamanda uygulandığı için suya düşer. Hatta planın istediği gibi gitmemesi kendisinin ölümüne sebep olur.
Şehriyar�ın askerleri Perihan ve Adil Giray� ı da öldürürler , fakat aşklarını yok edemezler. Her ikisi de aynı mezara Cezmi tarafından defnedilir.
Cezmi kılık değiştirerek vatanına geri döner.

KİTABIN ANAFİKRİ :

İki insan birbirini gerçekten seviyorsa hiçbir engel bu iki insanı birbirinden ayıramaz, mezarda dahil.

KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ :

Cezmi: Bilgin bir şair, yakışıklı, atlı sporda usta, cesur, gözüpek, yüksek karakterli bir askerdir.
Adil Giray : Doğuştan şair yaradılışlı, vicdanı temiz, kültürlü, kuvvetli, hamiyetli, yüksek iradeli ve girişken bir askerdir.
Perihan: Şahın kız kardeşidir.Tanrının özene bezene yarattığı, dünyalar güzeli bir kız olup, cesur, kuvvetli, sağlam iradeli, ahlak ve karakter bakımından emsali olmayan bir kişidir.
Şehriyar : Şahın karısıdır.Kırkında olmasına rağmen ince bir güzelliğe sahip, kuvvetli bir bünyesi olan, karakter bakımından ise ;iradesi zayıf, fesat düşkünü, menfaatçi bir kadındır.
Hamza Mirza : Şehriyar�ın oğludur. Annesine benzemeyen bir yapısı vardır. Annesi bir yılan Hamza ise bir kaplan yapısına sahiptir. Cesur , gözüpek, tecrübeli bir askerdir.
Abbas: Cezmi�nin görevlendirdiği , parayı çok seven bir İran askeridir.

KİTAP HAKKINDAKİ ŞAHSİ GÖRÜŞLER :


Kitap Türk edebiyatının ilk romanlarından olup, duygu ve hayale fazla yer vermiştir. Günümüz aşk ve tutku romanlarından pek farkı yoktur. Dili halk dilinde değildir. Akıcı ve heyecan verici bir romandır.
KİTABIN YAZARI HAKKINDA ŞAHSİ BİLGİ :
Namık Kemal vatan şairlerimizin en büyüğüdür. Tekirdağ� da doğdu. Annesi ve babasının yanında özel eğitim gördü. 16 yaşında evlendi Fransızcayı ögrendi. Tasvir-ı Efkar, Hürriyet ve İbret gazetelerinde yazdı. Sürgün edildi. Sonra tekrar İstanbul�a döndü. 2. Abdulhamid�in hışmına uğrayarak Midilli adasına sürüldü. Daha sonra Sakız adasına nakledildi ve orada üzüntüden vefat etti.
ESERLERİ:
Romanları : İntibah ve Cezmi
Tiyatroları : Vatan Yahut Silistre, Zavallı Çocuk, Akif Bey, Gülnihal, Karabela, Celalettin Harzemşah,
Eleştirileri : Tahrib- ı Harabat, Takip
Şiirleri :Namık Kemal, Hayatı ve Şiirleri

Şengül Şirin 04-27-2009 04:24 PM

Çalıkuşu/Reşat Nuri Güntekin
 
KİTABIN ADI

ÇALIKUŞU

KİTABIN YAZARI

REŞAT NURİ GÜNTEKİN
YAYIN EVİ

INKILAP
BASIM YILI

1993
SAYFA SAYISI

408
KİTABIN KONUSU:
Evleneceğinden önceki gün Feride nişanlısı Kâmran�ın daha önceden kendisini aldattığını öğrenir. Bunun üzerine Feride kaldığı teyzesinin evini terk eder ve Fransız Lisesi�nde aldığı eğitime güvenerek Anadolu�da öğretmenlik yapmaya karar verir. Anadolu�nun çeşitli şehirlerinde öğretmenlik yapar. Bu görevi sırasında Feride Anadolu insanının sorunlarıyla karşı karşıya gelir. Genç ve güzel bir kadın olan Feride gittiği yerlerde rahata eremeyecek sürekli yapılan dedikodular nedeniyle günleri üzüntü içinde geçecektir.
KİTABIN ÖZETİ:
Feride hareketli, yaramaz ve aynı zamanda da dışarı hiçbir zaman vurmasa bile duygusal bir kızdır. Üç yaşına kadar Musul�da yaşamış olan Feride buradaki kuraklıktan dolayı ailesi ile birlikte Kerbelâ�ya göçmüştür. İstanbul�a göçmeden önce altı yaşındayken annesini kaybeder. Bundan sonra Feride teyzesinin yanına İstanbul�a gelir. İstanbul�da yeni akrabalarıyla tanışan Feride, burada da yaramazlıklarını sürdürür. Yalnız bir tek Besime Teyzesinin oğlu olan Kâmran�a karşı çekingenliği ve cesaretsizliği vardır. Kâmran ise yaşça Feride�den büyüktü ve çok uslu ve ağırbaşlı biridir. Feride dokuz yaşındayken de büyükannesini kaybetmiştir. Sonra Feride on sene boyunca okuyacağı Sör Mektebi�ne yazılır. Okula başladıktan kısa bir süre sonra da babasını kaybeder. Yaramazlıklarına okulda da devam eden Feride bu yüzden arkadaşlarından ayrı bir şekilde tek başına oturtulmuştur.
Feride birçok kişinin cesaret edemeyeceği işlerde yapardı. Meselâ her teneffüs okullarındaki ağaca tırmanır ve daldan dala atlardı. İşte bunu gören muallim ona �Bu kız insan değil ÇALIKUŞU� diye bağırmış ve o günden sonra Feride�nin adı ÇALIKUŞU olarak kalmıştır.
Feride ile Kâmran genelde birbirleriyle kavga ederler. Ama ikisinin esas ilişkisi Feride�nin yine ağacın üstündeyken bir akşam Kâmran ile Neriman adında dul bir kadının konuşmalarını duymalarıyla başlar. Bu günden sonra Kâmran Feride�den korkmaya başlamıştır ve ona, bu olayı kimseye anlatmaması için, düzenli aralıklarla hediyeler gönderir. Fakat bu hediyeler Feride�yi kızdırıyordur. Bir yaz Feride Tekirdağ�a başka bir teyzesini yanına gider. Teyzesinin kızı Müjgân Feride�nin çok sevdiği, ağırbaşlı ve Feride�ye ailede tek söz geçirebilen kişidir. Feride okulda, arkadaşları kendi sevgililerinden konuşurlarken o da konunun dışında kalmamak için, Kâmran�ı kendi sevgilisi gibi anlatmıştır. Feride bunu Müjgân ablasına anlattığı zaman , Müjgân, Feride�nin Kâmran�ı sevdiğini anlar ve her zaman Feride�nin ağzından Kâmran�la ilgili laf almaya çalışır. Kâmran Müjgân�ın da düşündüğü gibi o yaz Tekirdağ�a gider. Bir gün salıncakta sallanırken Kâmran Feride�ye evlenme teklif eder ve daha sonra nişanlanırlar.
Feride Müjgân ablasının önceden de tahmin ettiği gibi Kâmran�ı çok seviyordur fakat nedense Kâmran�a karşı çok çekingen davranıyordur. Onunla yan yana gelmemeye özen gösteriyor ve doğru düzgün konuşmuyordur. Kısaca Kâmran�dan kaçıyordur.
İstanbul�a döndükten bir süre sonra Kâmran, amcasının teklifini Feride ile birlikte değerlendirir ve en sonunda memuriyetini yapmak için amcasının yanına Avrupa�ya gitmeye karar verir. Bu memuriyet dört sene olmasına rağmen ikisi için de çabuk geçer. Fakat düğüne üç gün kala hiç beklenmedik bir olay olur. Feride bahçede dolaşırken kapının önünde siyah çarşaflı bir kadın görür ve o kadın Feride�ye Kâmran�ın Avrupa�da başka bir kadını sevdiğini söyler. Yanında Kâmran�ın yazdığı bir mektubu getirir. Bu olayı öğrenen Feride derhal evi terk eder ve kendi hayatını kurmak ve yaşamak için Anadolu�ya gitmeye karar verir.
İstanbul�dan çıkmadan önce Feride annesini dadısı olan Gülmisal Kalfanın evinde kalır. Yaklaşık bir bir buçuk aylık bir beklemeden sonra Bursa�nın merkez rüştiyesinde Coğrafya ve Resim muallimliğine tayin edilir. Fakat Feride Bursa�ya gittiğinde bir başkasının daha aynı göreve atandığını görür. Bir aylık bir beklemeden sonra bu görev Feride�ye çıkartılmıştır. Fakat Feride müdürün ısrarcı teklifleri ve diğer öğretmenin ağlayışları ile hazırlanan bu tuzağa, hayat tecrübesi olmadığı ve kalbinin çok temiz olması nedeniyle düşerek, görevinden istifa edip Bursa�nın yakınında Zeyniler Köyünde muallimliğe geçer. Müdürün Feride�yi kandırmak için öve öve bitiremediği Zeyniler Köyü daha doğru dürüst yolu olmayan hatta okulu bile ahırdan bozma bir yerdir.
Feride önceleri hiç sevmediği o can sıkıcı ve karanlık yeri alıştıkça sevmeye başlıyordur. Bu köyde hemen derse başlamış ve öğrencilerle iyi ilişkiler kurmuştur. Fakat öğrencilerinin arasında Munise adında bir kız onu çok etkilemiştir. Bu kız babası ve ablasıyla kalıyordur. Bu kızı çok sevdiği için onunla diğerlerine oranla daha fazla ilgileniyordur. Bir gün Munise bir kabahat işler ve babası onun üzerine yürüyünce evden kaçar. Karlarla bir gün boğuştuktan sonra Munise Feride�ye sığınmaya karar verir. Feride bu olay üzerine, Munise�nin babasından da izin alıp onu evlatlık edinir.
Feride her geçen gün bu küçük köye alışmaktadır. Bir gün köye bir müfettiş gelir ve okullarını ziyaret eder. Daha önceden de belirttiğim gibi ahırdan bozma bu okulu müfettiş gördüğünde bu okulda ders yapılamayacağını söyler ve okulu kapatmaya karar verir. Feride�ye ise onu başka bir okula tayin edeceğini söyler. Feride, Maarif Müdürünün yanına gittiğinde müdür ona açıkta yer olmadığını söyler. Ama müdürün odasında eski bir arkadaşını görüp, onunla Fransızca konuşmaya başlayınca bu olay sayesinde Bursa Darülmuallimatında çalışmaya başlar.
Feride bu okulda da çok mutlu olmuş ve yine öğrencilerle çok iyi ilişkiler kurmuştur. Artık Feride çok güzel bir genç kız olmuştur. Bu güzelliği nedeniyle kendisine Bursa�da �ipekböceği� ismini takarlar. Okul çok iyi gidiyordur fakat okulda çok sevdiği ve kendisine çok yakın hissettiği Şeyh Yusuf Efendi, Feride�ye aşık olmuştur. Üstelik bunu Feride�den başka herkes bilmektedir. Bir gün bunu bir arkadaşı Feride�ye söyleyince Feride çok utanır ve artık insan içine çıkamaz olur. Çünkü Şeyh Yusuf hastalanıp ölünce Feride�ye herkes suçluymuş gibi bakar ve Feride buna daha fazla dayanamayarak Çanakkale�ye gider.
Maarif Müdürünün emriyle Çanakkale Rüştiyesi�ne emri çıkan Feride, Munise�yi de alarak Çanakkale�ye yerleşir. Fakat güzelliği burada da herkesin dikkatini çeker ve bu sefer ona �Gülbeşeker� ismini takarlar. O çevrenin en zengin ailesinin kızlarının öğretmenliğini yapan Feride, kızın da isteğiyle konağa davet edilir. Fakat bu davetin sebebi başkadır. Konağın sahibi Nerime Hanımın amcasının oğlu İhsan, Feride�yi beğenmiştir. Davetin esas sebebi evlenme teklifidir. Fakat Feride bu teklifi herkesi şaşırtacak şekilde reddeder. Bu olaydan kısa bir süre sonra Hafız Kurban Efendi adında evli bir adamdan daha evlenme teklifi alan Feride bu teklifi de reddeder. Tabii Feride artık sokağa çıkamaz olmuştu.
Bir süre sonra da Nazmiye adında bir arkadaşının davetini iyi niyeti nedeniyle kabul eden Feride başına neler geleceğini bilmiyordur. Arkadaşı Feride�ye nişanlısını ve nişanlısının en yakın arkadaşı olan Burhanettin adında birini tanıştırır. Daha sonra yemeğe indiklerinde bütün salon Burhanettin ve Gülbeşeker diye inliyordur. Bu davet aslında Burhanettin Bey ile Feride�nin arasını yapmak için düzenlenmiştir. Bu olaydan sonra Feride artık Çanakkale�de de daha fazla kalamayacağını anlar ve okulun müdiresinin birkaç yakın arkadaşı ile görüşmek için İzmir�e gider.
Fakat burada işler istediği gibi gitmez. En sonunda oranın en zenginlerinden birinin kızlarına Fransızca dersi vermeyi kabul eder. Artık Feride ve Munise köşkte kalıyorlardır. Fakat köşkün sahibinin oğlu Cemil Bey gece Feride�yi merdivenlerde sıkıştırır. O evden ayrılmadan önce Kâmran�ın önceki yaz evlendiği haberini alır. Daha sonra Maarif İdaresine gittiği zaman Kuşadası�nda Türkçe ve resim muallimine ihtiyaç olduğunu öğrenir. Feride bu görevi kabul ettikten sonra, Anadolu yolculuğunda son durağı olan Kuşadası�na hareket eder.
Kuşadası�nda okulu istediği gibi yöneten Feride burada da mutluluğu bulmuştur. Ancak Kuşadası�na gittikten bir ay sonra muharebe başlar ve okul, kumandanlığın emriyle hastaneye dönüştürülür. Feride, daha önce Zeyniler�de tanıştığı bir doktoru, Hayrullah Bey�i, burada tekrar görünce, onun ısrarı sonucu hastane de hemşirelik yapmaya başlar. Hemşireliğe başladıktan bir ay sonra Feride�nin hastası İhsan Bey olur. İhsan Bey muharebede ağır yaralanmış ve ameliyat edilmiştir. Feride hem İhsan Bey�e acıdığı hem de Kâmran�ı unutmak için, İhsan Bey�e evlenme teklifi etmiş fakat kendine acındığını anlayan İhsan Bey bu teklifi reddetmiştir.
Muharebe bittikten sonra mektep tekrar kurulur ve Feride �Müdire� olur. Fakat acılar burada da Feride�yi bırakmaz ve Feride Munise�yi toprağa vermenin üzüntüsü ile tam on yedi gün boyunca kendine gelemez. Onun bu durumunu gören ve onu bir kızı gibi seven Hayrullah Bey, Feride�yi iyileşinceye kadar bekler ve onu yanına alır. Bu olaydan sonra Feride artık Hayrullah Bey ile birlikte kalmaya başlar. Fakat Feride�nin Hayrullah Bey�in yanında kalması halk tarafından hoş karşılanmaz ve ikisi hakkında kötü dedikodular çıkar. Bunun üzerine Hayrullah Bey dedikoduları engellemek için Feride ile evlenir.
Feride ise evlenmeyi kabul ederken hayatında ilk ve tek sevdiği Kâmran�dan da ayrılmış oluyordu. Bu durumu anlayan Hayrullah Bey ölmeden önce son isteği olarak Feride�den İstanbul�a gitmesini ister ve Feride�ye Kâmran�a iletmesi için bir mektup verir. Bu mektupta Kâmran�a Feride�nin kendisini ne kadar sevdiğini yazar. Ayrıca mektubun içine bu kitabı oluşturan Feride�nin günlüğünü de koyar.
Feride bu son istek üzerine İstanbul�a gittiğinde Kâmran�ı ne kadar sevdiğini bir kez daha anlar. Kâmran�da evlendiği kadını kaybetmiştir. Ayrıca Kâmran evlense bile yalnızca Feride�yi sevmiştir. Kâmran bu günlüğü okuyunca Feride�nin de kendisini sevdiğini anlar. Bunu amcasına anlattığında amcası ve Kâmran, Feride�nin haberi olmadan kadıya giderler ve nikâh kıydırırlar. Böylece Feride bu kadar acıdan sonra haberi olmadan hayatta en çok istediği kişiyle evlenir ve en sonunda mutluluğu bulur.
KİTABIN ANAFİKRİ:
Bence bu kitabı okuduktan sonra şöyle bir yargıya ulaşabiliriz: �Bazı olaylardan kaçmakla, onlardan kurtulamayız.�
KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ:
Çalıkuşu�ndaki kahramanlar aslında hayatımızda her an karşılaşabileceğimiz , içimizden birileri.Kahramanların hiçbiri ütobik özellikleri olmayan , karakterleri tam olarak anlaşılabilen kişilerden oluşmuştur.
Kahramanlardan baş kahraman hepinizinde bildigi gibi , dizi filminde Aydan Şener�in canlandırdığı Feride diğer bir ismiyle Çalıkuşu. Feride küçüklüğünde heyecanlı , hareketli tam anlamıyla yaramazlıktan bıkmayan bir kişiliğe sahip.Çalıkuşu ismini de Fransız Kolejinde öğrenim görürken tenefüslerde ağaca çıkıp daldan dala atladığını gören bir öğretmeninin :
� Bu çocuk insan değil,çalıkuşu � diye bağırmasından almıştır . Feride adı ise bayram elbiseleri gibi pek sayılı günlerde kullanılan resmi bir ismi olarak kalmıştır.
Feride öğretmenliğe başlamasıyla gittiği her yerde , güzelliğiyle herkes tarafından aşık olunan , Gülbeşeker,İpekböceği gibi türlü isimler takılan biri olur.Hakkında dedikodular olur.Fakat o Kâmran�ı kalbinden atamamasına rağmen Kâmran ile evliliğine üç gün kala öğrendiği ; Kâmran � ın başkasıyla birlikte olduğu haberi , Kâmran�a karşı nefret dolu olmasına sebep olur .Bu öyle bir nefrettir ki Kâmran�la ilgili olan herşeyden nefret duymaya başlar . Örneğin yeşillikten nefret etmesinin sebebi Kâmran �ın yeşil gözlü olmasından dolayıdır. Ama Kâmran�ı unutmak için de öğrencilerine , bulunduğu çevreye birşeyler kazandırmayı , gülmeyi öğretmeyi isteyen gönlü çok geniş birisidir. Ayrıca Feride Türk romanında ilk ideal kahramandır , bu yönüyle pek çok öğretmene direnç vermiştir.
Kâmran ise uslu ,okumuş , nazik birisi aynı zamanda Feridenin kuzeni . Kız ayağı gibi küçücük ayaklarında beyaz podüsüet iskarpinleri ,ipek çorapları,yürürken ince bir dal gibi sallanıyor zannedilen narin vücuduyla erkekten ziyade kıza benzeyen birisi . Fakat Kâmran Feridenin deyimiyle yere bakan yürek yakan cinsinden sinsi bir sarı çıyandır.Bayanlara karşı zaafı olan birisidir.Ama Feride�ye karşı daha farklı bir ilgisi vardır, Kâmran evlenmesine rağmen hala onu sevmektedir.
Munise küçük bir kızdır . Babası ihtiyar bir köy memuru olan ve üvey annesinden bayağı eziyetler gören bir çocuktur. Feride bu çocuğa karşı özel bir alaka duyuyor ve daha sonra köyün muhtarını aracı yaparak onu yanına alıyor ve beraber yaşıyorlar . Munise bembeyaz denecek kadar uçuk sarı saçlı , duru beyaz tenli , melek gibi güzel çehreli bir çocuk . Munise küçük yaşına rağmen görmüş geçirmiş gibi Ferideyle konuşuyor , Feridenin dert ortağı oluyor .
Müjgân Feride�nin kuzeni.Feride�den üç yaş büyük .Feride akraba çocukları arasında en ziyade onu seviyor.Müjgân Feridenin tam zıddı.Çok ağırbaşlı, ayrıca her istediğini yaptıran birisi.Romanın sonunda Kâmran�la Feridenin yeniden beraber olmalarını sağlamak için uğraşıyor.
Dr.Hayrullah Bey çok gün görmüş , temiz kalpli orta yaşın üstunde ihtiyar denecek birisi.Hastalara yardımcı olmayı amaç edinmiş , bu yüzden köy köy çağrıldığı yere hiç çekinmeden giden Dr.Hayrullah Bey Feridenin durumunu da en iyi bilen birisidir.
Ayrıca Mişel Fransız Kolejindeki arkadaşı , Hatice Hanım Zeyniler Köyündeki okulda daha çok dini derslere giren birisi ,Besime Hanım ise Kâmran�ın annesi .
KİTAP HAKKINDA ŞAHSİ GÖRÜŞLER:
Hem bir aşk hem de bir macera romanı olarak değerlendirilebilecek bu eser, günlük konuşma diliyle yazılmış ve bu yüzden geniş halk kitleleri tarafından beğeni kazanmıştır. Yazarın, olayları ülke gerçeklerinden ve eserin yazıldığı zamandan soyutlamadan ele alması sebebi ile, o zamanları göremeyen yeni kuşaklar için bir takım yabancılıklar görülebilir. Örneğin o zamanlarda çok popüler olan Fransızca terimler ve eski Osmanlıca kelimeler sıkça kullanılmıştır. Buna rağmen yazarın anlatımdaki sadelik ve akıcılık bu yabancı kelimelerin anlamlarını kendiliğinden ortaya koymakta, hiç olmazsa çok zor anlaşılacak noktalar bırakmamaktadır.
Tasvirlerin oldukça fazla olması, hatta kitabın önemli bir bölümünü işgal etmesi, okurun, kendisini olayların içinde gibi hissetmesini sağlamaktadır. Özellikle insanın ruh halini mükemmel benzetmelerle tasvir eden yazar, bunu yaparken tabiat güzelliklerini, tabiat olaylarını sıkça kullanmıştır. Mekân tasvirleri ise okuru adeta olayların içine alıp, o mekânlarda yaşatmaktadır.
YAZAR HAKKINDA:
Reşat Nuri Güntekin
25 Kasım 1889 tarihinde İstanbul�da doğdu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi� ni bitirdi (1912). Bursa� da başladığı (1913) öğretmenlik hayatına çeşitli okullarda devam etti. Milli Eğitim müfettişi (1931), Çanakkale milletvekili (1933-43), Paris Kültür Ateşesi ve emekli (1954) oldu, kanser tedavisi için gittiği Londra� da öldü. İstanbul� da Karacaahmet Mezarlığı�nda gömülü.
Yazı hayatına Birinci Dünya Savaşı sonlarında (1917) başlayan, ilk eseri de Eski Ahbap (uzun hikaye) 1917� de basılan Reşat Nuri, 1918� de tiyatro eleştiri ve araştırmaları yayımlarken bir yandan da hikayeler (Şair Dergisi, 1918/19; Nedim Dergisi, 1919; Büyük Mecmua, 1919) yazıyordu. Çalıkuşu� nun Vakit gazetesinde tefrikasıyla (1922) geniş bir ün kazandı. Çok hareketli bir eser olan Çalışkuşu� nda Anadolu, ilk idealist ve aydın kızı Feride� ye kavuştu, geniş ölçüde romana girdi. Bu roman az okumuş ve aydın, iki sınıfı da, doğal ve canlı diliyle kendine bağladı. Reşat Nuri� nin hemen bütün romanlarında dekor olarak taşra kasaba ve şehirleri çevre, tip, çeşitli problem ve görüşleriyle Anadolu atmosferi görülür. Romanlarında sosyal ve hissi konuları işleyen yazar, küçük hikayelerinde bunların yanına mizahı da ekledi.
Yazdığı, çevirdiği, kitap biçimine girmiş veya dergi, gazete sayfalarında, tiyatro repertuarlarında kalmış tüm eserlerinin toplamı yüzü bulur; bunlardan 19 tanesi telif romandır, 7 tanesi hikaye kitabı. Yazdığı, çevirdiği, uyarladığı, oynanmış, basılmadan kalmış oyunlarının sayısı roman ve hikaye kitaplarının sayısını da aşar. 7 Aralık 1956�da İstanbul�da öldü.

Şengül Şirin 04-27-2009 04:28 PM

Damga/Reşat Nuri Güntekin
 
KİTABIN ADI : DAMGA

KİTABIN YAZARI : REŞAT NURİ GÜNTEKİN
YAYIN EVİ : İNKILAP VE AKA BASIMEVİ
BASIM YILI : 10.BASKI-1995
KİTABIN KONUSU:Aşık olan bir delikanlının sevdiği kız uğruna hayatı boyunca hırsız damgasına vurulması ve bundan dolayı gelişen olayları anlatır.
KİTABIN ÖZETİ:
İffet hep abisinden farklı olmak ister.Bunu ilk anlayan Mahmut Efendi İffet�I hep Muzaffer�den ayrı sever.İffet , Kamiyap Kalfa sayesinde haftada iki gün Paşa babasından habersiz mahalle okuluna gider,oradaki çocuklarla arkadaşlık eder. Yazları ise Karamürsel�de Damlacık Çiftliğinde oturan Hatice halasında geçirir.Burada geçirdiği iki ay onun için çok farklıdır.Özellikle halasının anlattığı hayaletli değirmen öyküsünden çok etkilenir.Bu hikayede; �birbirini çok seven Fatma ve İsmail,İsmail�inaskere gitmesiyle ayrılırlar.Fatma İsmail�I iki yıl bekler ama çevresi ndekiler İ smail�in Yemen�e gittiğini ve oraya gidenin yaşama ihtimalinin çok az olduğunu söyleyerek Fatma�yı Gaffar Ağa�ya verirler.A radan zaman geçtikten sonra İsmail Yemen �de n döner ve Fatma �nın evlendiğini öğrenir. Yalnız ikisi de hala birbirlerini çok sever.Bunun üzerine geceleri değirmende buluşmaya başlarlar.Birgün basılmak üzereyken İsmail ,Fatma�nın namusunu kurtarmak için değirmenden kendisini soğuk sulara atar ve ceseti bile bulunamaz.�
İffet bu masaldan çok etkilenir ve bu masal ona seevilen kadın için kendini feda etmeği öğretir.
İffet büyür,abisi hünkar yaveri olur ve sırma kordonlar takar.İffet� babası idadi mektebe verir. İffet�in mektepte hürriyetçi ve meşrutiyetçi bir Celal Abisi vardır.Celal�I çok seviyor ve duygularını saklamayıp açıklıkla savunduğu için saygı duyar.Yalnız okulda ki bir öğretmeninin ihtilal ve meşrutiyetten söz etmesi üzerine tevkif edilmesi İffet'i� okuldan ayrılmasına neden olur.
Kısa bir zaman sonra Meşrutiyet ilan edilir ve İffet�in abbası Halis Paşa görevden atılır.Midilli�ye sürgün edilir.İffet�te babasıyla iki buçuk yıl Midilli�de yaşar .Babasının vefatından sonra İstanbul�a dönerve muallim olarak bir evde çalışır.Evin sessiz ve güzel hanımı olan Vedia Hanım ile arasında bir ilişki doğar.Geceleri deniz kenarında buluşurlar.İffet her gece kayıkhane harabesinde Vedia�yı bekler.Vedia onbeş yaşında ki kız çocukları gibi ihtiyatsız davranır ve bir gün yakalanma ihtimali bile akıllarına gelmez .İffet Vedia�a �Damlacık�taki su değirmeninin masalını anlatır.Bir köy delikanlısının sevdiğini ele vermemek için yaptığı fedakarlığını bir gün kendisinin de yapabileceğini söylerdi. Bir gün yine ihtiyatsızca davranırken basılırlar ve İffet aynen değirmende ki masalda ki gibi sevdiği kadının namusunu kurtarmak için hırsız damgası yapar.
Değirmendeki nasal en sonunda İffet�in başına gelir.Sevdiği kadın uğruna kendisi hayatı boyuncahırsız damgasına vurulur.Zorla haneye tecavüz ve hırsızlık suçlarından dolayı altı ay hapse mahkum olur.Celal�in sayesinde iyi bir koğuşa verilir.
Bir mayıs günü Vasif Efendi ile hapisten çıkar.İffet dışarıda kendini iyi hissetmez.Ne yapacağını şaşırır.Bir kaç gün tanıdıklarında kaldıktan sonra ucuz bir oda kiralar.Hapisten çıktıktan sonra Celal ,İffet için yalnız bir arkadaş değil ,adeta bir baba olmuştur.İffet�in Hatice Halası kadar çok sevdiği bir Fahriye Yengesi vardır.Birgün Muzaffer�den yengesinin durumunun iyi olmadığını haber alır ve zorunlu olarak Fahriye Yengesi�ni görmeye gider,Fahriye Yenge onu çok iyi karşılar ve bir istekte bulunur:�400 bin lirasını bankaya yatırmasını ister�İffet çok şaşırır.Çünkü, kendi abisinin bile kendisine güveni kalmamıştır.İffet bu parayı çaldırma korkusuyla bankaya yatırır.Böylelikle İffet�in kendine güveni gelmeye başlar.Celal ,İffet�e iş bulur.Görüşmek iççin giden İffet ilk iş görüşmesinde büyük bir ümitsizliğe kapılır.Kendisinden istenen gümrükten ,eşya çıkarmasıydı .�Yarın gelirim �diye mağazadan ayrılır.Ama bu olayın tesiri günlerce üstünden atamaz,namuslu bir iş bulmakta ki ümidi giderek azalır.
Yaz bitiyorduve İffet hala iş bulamaz.Elinde ne varsa satar ,bazı geceler aç yatardı.Ev kirasını ödemek için en son babasının yadigarı olan altın saati bile satar. En sonunda Celal ,İffet�e Hukuk-I Milliye gazetesinde iş bulur.İffet bundan çok mutlu olur ve yorulmadan çalışmaya başlar.Çevresindekiler artık rahatsız olmaz çok kısa zaman sonra gazete bütün İffet ve arkadaşlarıTelgraf Gazetesi �nde çalışmaya başlar.Fakat kısa zaman sonra Telgraf gazetesinden de ayrılır,yine aç ve açıktadır.Celal geçinemeyip Konya�ya gider.İffet ayda bir Muzaffer abisinin gönderdiği parayla ev kirasını öder.
Birgün sokakta yürürken Celal�e rastlar.Celal Konya�da avukatlık görevinden ayrılıp,ticarete başlar ve İffet�e de kendi şirketinde bir iş verir. Bundan sonra İffet�in işi şehirler arası yolculuklarda mal taşımaktır.İffet yeni yüzler ,yeni insanlar tanıdıkça hayata bağlılığı artmakta yaptığı işten memnun kalmaktadır.Yolda gördüğü insanlara yardım etmekte ve ihtiyaçlarını karşılar.Yine kötü hava şartlarında İzmir�den İstanbul�a hareket eder. Tren Afyon�da hareket edemez duruma gelir.Dışarı çıkar ve kendisinden hasta annesi için yardım isteyen Rana �ya yardım eder.Rana masum ve çocuksu bir kızdır.İffet Rana�dan çok hoşlanır,yalnıuz yediği damga yüzünden Rana�dan uzaklaşır.
İffet uzun süre sonra Hocası Mahmut Efendi�yi görmeye gider.Mahmut Efendi�nin eşi ölmüş kendisine gelini bakar.Mahmut Efendi ile uzun uzun konuşurlar,eski hatıraları anarlar.Gece Mahmut Efendi�den ayrıldıktan sonra sokakta kavga eden bir kadın ve erkekle karşılaşır.Adam kadını hırsızlıkla suçlar ve polise götürmekle tehdit eder.İffet ,bu kadını görünce Rana aklına gelir ve bu kadının masum olduğunu ,kendisi gibi damga yediğini düşünerek ,onu kendi himayesi altına almayı düşünür.Adama para vererek kızı kurtarır.Yalnız kadın hiç düşündüğü gibi çıkmaz.Bir geceyi beraber geçirdikten sonra kadın ayrılır ve İffet�in duyguları yine incinir.
Muzaffer Ağabeyinden gelen telgraf İffet�in moralini yükseltir.Telgrafta ev ve yatırımlar hakkında ki mahkemeyi kazandıkları yazar.İffet İstanbul�a döner ve eline epeyce para geçer.İstanbulda iyi bir malikane alır.Yanına da Mahmut Efendi öldükten sonra tek başına kalan gelini ve torununu allır.Eline para geçtikten sonra eski akrabaları ile tekrar görüşmeye başlar.
Bir gün İffet Beyoğlu�nda dolaşırken Vedia�ya rastlar. Hiçbir şey olmamış gibi iki çift karşılıklı konuşurlar .İffet tekrardan Vedia�ya karşı duygular hisseder.Yalnız Vedia tekrardan İffet�le olmak istemez.
KİTABIN ANA FİKRİ:Seven insanın gözünün kör olduğunu,bir anlık düşüncesiz hareketlerle kendi hayatını mahvedeceğini anlatır.
KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ:
İFFET: Olay kahramanıdır.
MUZAFFER:İffet�in abisidir.uyuşuk,tembel,miskin,kibirli biriydi.
MAHMUT EFENDİ:İffet ve Muzaffer�e haftada iki günders verirdi .
HATİCE HALA:İffet�in halasıdır,elinde iki kız çocuğuyla dul kalmış ve Karamürsel�de yaşıyor.
HALİS PAŞA :İffet�in babasıdır.
CEMAL KERİM BEY:İffet�in çocuklarına ders verdiği mebustur.
VEDİA HANIM:Cemal Kerim Bey�in ikinci hanımıdır.
ŞAHSİ GÖRÜŞLER:
İnsanın yaşamı boyunca başından geçen olayları çok sade ve akıcı bir şekilde anlatan yazar tasvirlerden yararlanmış.Kullandığı eski Osmanlıcayla hikayeye güç kazandırmıştır.
YAZAR HAKKINDA BİLGİ:
Reşat Nuri GÜNTEKİN
XXyy.roman,hikayeveoyunyazarlarından
Doğum/Ölüm: 25 Kasım 1889 - 7 Aralık 1956
Doğum Yeri: İstanbul
Yazı hayatına Birinci Dünya Savaşı sonlarında (1917) başlayan, ilk eseri de Eski Ahbap (uzun hikaye) 1917� de basılan Reşat Nuri, 1918� de tiyatro eleştiri ve araştırmaları yayımlarken bir yandan da hikayeler (Şair Dergisi, 1918/19; Nedim Dergisi, 1919; Büyük Mecmua, 1919) yazıyordu. Çalıkuşu� nun Vakit gazetesinde tefrikasıyla (1922) geniş bir ün kazandı. Çok hareketli bir eser olan Çalışkuşu� nda Anadolu, ilk idealist ve aydın kızı Feride� ye kavuştu, geniş ölçüde romana girdi. Bu roman az okumuş ve aydın, iki sınıfı da, doğal ve canlı diliyle kendine bağladı. Reşat Nuri� nin hemen bütün romanlarında dekor olarak taşra kasaba ve şehirleri çevre, tip, çeşitli problem ve görüşleriyle Anadolu atmosferi görülür. Romanlarında sosyal ve hissi konuları işleyen yazar, küçük hikayelerinde bunların yanına mizahı da ekledi. Yazdığı, çevirdiği, kitap biçimine girmiş veya dergi, gazete sayfalarında, tiyatro repertuarlarında kalmış tüm eserlerinin toplamı yüzü bulur; bunlardan 19 tanesi telif romandır, 7 tanesi hikaye kitabı. Yazdığı, çevirdiği, uyarladığı, oynanmış, basılmadan kalmış oyunlarının sayısı roman ve hikaye kitaplarının sayısını da aşar. Eserlerinin tam listesi için şu broşüre bakınız: Türkan Poyraz � Muazzez Albek, Reşat Nuri Güntekin (Ankara, 1957)
Hikaye kitapları: Tanrı Misafiri (1927), Sönmüş Yıldızlar (1927), Leyla ile Mecnun (1928), Olağan İşler (1930), vb.
Gezi yazıları: Anadolu Notları (ilk cildi 1936; ikinci cildi 1966).
Oyunları içinde en ünlüleri Balıkesir Muhasebecisi (1953) ve Tanrıdağı Ziyafeti (1955)� dir. Bütün eserleri ölümünden sonra, eşi tarafından, bir külliyat halinde yeniden bastırıldı.
Hayatı, sanatı ve eserleri üzerine bir tanıtma kitabı, Muzaffer Uyguner�indir. (Varlık yay;1967). İbrahim Zeki Burdurlu� nun Romanıyla Reşat Nuri Güntekin (İzmir Eğitim Ens. Yay., 1971) kitabını Birol Emil� in Reşat Nuri Güntekin� in Romanlarında Şahıslar Dünyası (1984) adlı doçentlik tezi izledi.

Şengül Şirin 04-27-2009 04:30 PM

Dudaktan Kalbe/Reşat Nuri Güntekin
 
. KİTABIN KONUSU:
"Kınalı Yapıncak", Lamia'nın bestekâr Kenan'la yıllarca süren acı ve tatlı aşklarının öyküsü

2. KİTABIN ÖZETİ:

Hüseyin Kenan ;ince, uzun, mavi gözlü, esmer tenli, durgun, çekingen bir gençti.Küçük yaşta babasini kaybetmisti. Anesi,kiz kardesi ve kendisi dayilarinin yanin da kalirlar. Zorlukla Mühendislik mektebini bitirmistir. Fakat küçüklügünden beri musikiye aşıktır. Dayilarin yanında Reji katipliğini yapan Mesut Bey`den keman dersleri alır. Onyedi yasindadir.Mühendislik Mektebine giderken dayilarin komsusu Leyla isminde bir kıza asık olur. Çok çekingen oldugundan bunu kalbine gömer. Okulu bitirdikten sonra bir arkadaşının yardımıyla Avrupaya gider. Orada kemanını çok ilerletir ve güzel eserler verir. O artik ünlü bir Virtüoz dür.
Bu arada kız kardesi Afife evlenmistir.Aneside bir yil sonra Afife`nin yanına gider.Hem onları hemde dayisini görmek için Seydi köye gider.

Istanbul�dan İzmir`e gemi ile gider.Gemide Münir Bey, Prens Vefik Paşa ve kızı Prens Cavidanla beraberdir. Dayisinin komşusu Münir Bey Kenan`nın cavidanla evlenmesini ister ve nişanlanırlar.

Kenan Izmir`de Bozyaka`da Lamia adlı bir kızla tanısır.Lamia�nını annesi babası ölmüş amcalarının yanında kalan sakin uysal birdir. Ayrica bir yüz başıyla nişanlıdır.Kenan ona yüzündeki çillerden dolayi Kınalı Yapıncak ismini takar.Aralarında maceraya benzeyen bir ilişki olur. Her akşam buluşmaktadırlar. Kenan çocuk denecek bir kızla beraber olduğu için kendine kızmakta fakat yanlız kaldıklarında kendine hakim olamamaktadir.Bu beraberlik duyulur ve dedikodular baslar. Dedikodular yüzünden Amcası Şükrü Bey Lamia`yı dayisi Rıza Bey`in yanına Kütahya`ya göderir.Trende Lamia Makbule isimli birkizla tanisir.Kendinden habersiz hayata küskün bir şekilde Kütaya`da yaşamaya başlar.Yengesi ona kendini düşünmüyorsan doğocak çocuğunu düsün der.

Lamia değişir.Lamia'nin bir kız çocuğu olur.Adıni Mebrure koyar.
Dayisinin kizi Mahmure üç çocukla ve kocasıyla babasının evinde kalır.Fakat bir Çavuş'u sevmiştir ve kocasının bundan haberi olmuştur. Mahmure kurnazlıkla kendisini değilde Lamia'nın Çavuşla görüştüğünü söyler. Böylece Lamia olayi üstlenmiş olur. Mahmureyi de kocasından ayrılmaktan kurtarır.Buarada Mahmure'nin kocası Resih Bey Lamia�ya saldirir.Lamia'da onu öldürür.Mahkemede beratine karar verilir.
Dayısı Rıza Bey onu bir tanıdığının evine teslim eder.Orada ziyerete ilk gelen Makbuledir.Makbule�nin babası onu ister ve evlenmeye karar verirler Lamia ondokuz yasındadır.
Kemal Beylerin evlerine Istanbul'daki kızkardeşinin oğlu Doktor Vedat gelir.Istanbul'dan Kütahya'ya sürgün olarak gelmiştir.Lamia'nın genç ve güzel olması,dayısınında yaslı olması Vedat'ı düşündürür.

Lamia'nın söylediği bir şarkı Kenan'ı tanıdığını haber verir.Kenan'ı İstanbul'dan tanıyan Vedat Lamia'ya Kenan'dan ve Cavidan'dan behseder.
Birgün Vedat Bey bir avda vuruldu diye duyulur.Bunu öğrenmeye giden Lamia Hanımın ev saybınin hazırladiği kömür közünden Vedat Beyle birlikte zehirlenirler.Dedikodular yine başlamiştir.Kemal Bey'de onun evden ayrılmasını ister.Vedat Bey olaylardan dolayı çok üzgündür.Lamia'ya evlenme teklifi eder.Lamia kabul etmez.

Vedat'ın sürgün görevi Kütahya�da bitmiş İstanbul'a gitmiştir.
Bu arada Kenan Cavidan'la evlenmiştir.Üç yıldan beri ilk defa Lamia'yı düşünür. Aşk değil bir gönül oyuncaği dudaklarımızın eğlencesi ibaret diyen Kenan şimdi bu aşkın zehir gibi dudaklarından kalbe indiğini anlar ve Kınalı Yapıncagı yanında olmasını çok ister.Cavidan'la mutludeğildir. Cavidan'la İzmir'e Bozyaka'ya giderler. Cavidanla birlikte orada Lamia'yı göreceğini ümit eder. Fakat göremez ve çok üzülür.

Kenan Bey'ler İstanbul'a giderler.Bu arada Lamia'da İstanbul'a kalkmIstIr.Kenan Bey'le Prenses Cavidan ayrılırlar.Eski arkadaş olan Vedat Bey'le Kenan karşılaşırlar.Vedat onu muaynanesine çağırır.Orada tesadüfen Kenan Lamia ile karşılasır.Tekrar görüşmek için mektup yazar. Lamia'da o bir yaz rüyasıydı der konuyu kapatır.
Kenan'ın kemanının sesinden çıkan büyülü aşk sevdası böylece bitmiştir.Kenan'da bütün ümitlerini yitirmiştir.

Lamia Vedat'la evlenmeğe razı olur ve evlenirler. Kenan Bey hayata küsmüştür. Seydiköy'e annesinin mezarına gider ve kardeşini dolaşir. Alti ay sonra ölür.
3. KİTABIN ANA FİKRİ:

Gerçek mutluluğun şandave şöhrette olmadığıdır.

4. KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ:

Hüseyin Kenan:
Babasınıküçük yaşta kaybetmiş müzmim bir genç. Müzikte başarılı olduktan sonra çocukluğunu ve gençnliğini yaşamak istemiştir.
Nail Bey:
Hüseyin Kenan�ın babası
Melek Hanım:
Kenan�ın annesi. Babasından habersiz evlenmiştir. Genç yaşta dul kalmıştır.
Münir Bey:
Kenan beyin dayısı, kendini üzüm bağlarına vermiştir.
Vefik Paşa:
Mısırlıdır, tahsilini Paris�te yapmıştır.
Prenses cavidan:
Vefik Paşanın kızıdır. Esaslı bir tahsili yoktur, babası gibi sanata düşkündür. Çok güzeldir.
Rıza Bey:
Lamia�nın Kütahya�daki dayısı
Kemal Bey:
Lamia�nın ilk nikahlı eşidir.
Makbule Hanım:
Kemal beyin kızıdır. Lamia ile baştan beri dosthane bir tavır içindedir.
Vedat Bey:
Kumral, şen, neşeli, canı istedikçe iş yapan, çok akıllı birisi.

5. KİTAP HAKKINDA ŞAHSİ GÖRÜŞLER:

Akıcı bir kitap insan sanki kendi yaşıyormuş gibi anlatılmış


6. KİTABIN YAZARI HAKKINDA KISA BİLGİ:

Reşat Nuri Güntekin

İstanbul'da doğmuş (1889), ilk öğrenimini Selimiye ve Çanakkale mahalle mektebinde tamamladıktan sonra (1909), Galatasaray Lisesi'nde ve İzmir Frere'ler okulunda okumuştur. Daha sonra İstanbul Darülfünunu Edebiyat Şubesi'ne (Fakültesine) girmiş ve buradan mezun olmuştur (1912). Bursa Lisesi'nde, İstanbul'da Vefa, İstanbul Erkek, Çamlıca, Kabataş, Galatasaray, Erenköy liselerinde edebiyat öğretmenliği ve müdürlük yapmıştır. Daha sonra Milli Eğitim Müfettişliğine getirilmiştir (1927). Güntekin daha sonra Çanakkale milletvekili seçilmiş (1939), sonra yeniden Millî Eğitim'e dönmüş (1943), başmüfettiş olmuştur (1947). Bu görevdeyken UNESCO'nun Türkiye temsilcisi ve öğrenci müfettişi sıfatıyla aynı yıl Paris'e gitmiştir. Daha sonra emekliye ayrılan (1954) Güntekin yurda dönüşünde İstanbul Şehir Tiyatroları Edebî Kurul üyeliğine seçilmiştir. Reşat Nuri Güntekin, hastalanması üzerine tedavi için gönderildiği Londra'da ölmüştür (1956).


Şengül Şirin 04-27-2009 04:31 PM

Devlet Ana /Kemal Tahir
 
Kemal Tahir�in �Devlet Ana� adlı romanı altı bölümden meydana gelmektedir. Bu altı bölüm, büyük harflerle yazılarak kaçıncı bölüm olduğunun belirtilmesi yanında ayrıca yine büyük harflerle her bölümün konusunu içeren başlıklarla verilmiştir.

Romanın altıncı ve son bölümü � Kerimcan� ın Yolu� başlığı altında verilmiştir. Yine bu son kısımda romen rakamları ile birbirilerinden ayrı üç kısım bulunmaktadır. Roman toplam 610 sahifeden ibarettir.

Romanın ilk baskısı 1967 yılında Bilgi Yayınevi tarafından yapılmıştır. Romanın elimizdeki en son basım tarihi Ocak 1984� tür.

Roman tek ciltten ibaret olup, ön kapak sade bir baskıya yer verirken arka kapakta kitabın özeti ve yazardan birkaç söz yer almaktadır.

Romanın Konusu:

Osmanlı imparatorluğunun aşiretliğideki yaşam tarzı, adaletleri gelenek ve görenekleri konu edilerek nasıl devlet olma mertebesine yükseldiğıinin destansı bir ifade tarzı ile okuyucuya verilmesi sözkonusudur.

Eserde Osmanlı imparatorluğunun aşiretlik devrine inilerek Söğüt� teki yaşam tarzı dikkatlere sunulmuştur. Bu mekan içerisinde Osmanlı imparatorlğunun yükselmesine sebep olan tarihi şahsiyetler dahil edilmiştir. Bu şahsiyetler içinde osmanlı aşiretinin kurucusu ertugrul Gazi ile ağlu osman Bey ve onun oğlu Orhan Bey mütelaa edilmektedir.

Vaka:

Notüs Gladyüs, burada geçici olarak konaklamaktadır. Bu hanı Mavro ablası Liya ile birlikte işlemektedir. Notüs Gladyüs� ün Türkopol Uranha isminde arkadaşı vardır. Notüs Gladyüs, oldukça alçak ve karaktersiz bir kişidir. Karanlıktan yararlanarak Liya�nın odasına girer ve ona tecavüz etmeye kalkar ancak Liya�nın elindeki bıçağın zehirli olduğuni söylemesi üzerine bu emelini gerçekleştiremez. Diğer yandan Liya, Türk genci olan Demircan�a aşıktır.

Bir gün Liya ile Demircan�ı buluşma halinde yakalar ve acımadan Demircan�ı öldürür aynı zamanda Liya� ya tecavüz eder. Yardımcı Türkopal Uranha�dır.

Bu olay Osmanlı aşiretinde Osman Bey�in oğlu Orhan ve Demircan�ın kardeşi Kerim tarafından görülür.

Kerim, olay karşısında şok geçirir inanamaz. Orhan Bey Kerim�i yatıştırır ve olaydan bütün söğüt haberdar edilir. Diğer yandan Demircan�ın annesi Bacıbey oğlunun ölümüne fazla bir tepki göstermez. Bu fuygunsuz durumda öldürülmesinin yiğitliğe yakışmadığı düşencesiyle tepkide bulunmamıştır. Ancak yüreği ağlunun kin acısıyla yanmaktadır.

Bu arada Orhan Bey ve Kerim de bu işin peşindedir. Demircan ölünce Bacıbey mollalık yapmakta olan oğlu Kerim�in artık bu işi bırakıp kılıç kuşunması gerektiğini belirtir.

Olaylar böyle gelişmekteyken Ertuğrul Gazi çok ağır bir şekilde hastalanır. Artık ölmek üzeredir. Oymağa yeni bir Bey gerekmektedir. Sonunda oymağın ileri gelenleri tarafından oylama yapılır ve osman Bey oymağın başına getirilir. Ancak bu iş için başka bir istekli kişi de Osman Beyin amcası Dündar alp� tir. Dündar Alp beyliği ele geçirme pahasında da olsa Rum taraflarına büyük bir yakınlık göstermiş, osmanlılara karşı onlara arka olmuştur.

Diğer yandan ablası öldürülen Mavro hanı kapatmak zorunda kalır. Mavro�nun Türk�lere karşı senpatisi vardır. Mavro ablasının Demircan�la olan ilişkisini bilmektedir.

Bu olayda Nilüfer�e tekfurla evlenmesi için baskı yapılmış ve bir yere haps edilmiştir. Bu işte de Notüs Gladyüs ve Uranha�nın parmağı vardır. Demircanın öldürülmesi olayındada Notüs Gladyüs ve Uranha�nın parmağı olduğu anlaşımştır. Tekfurlara karşı savaş açılmış yapılan savaşta Dündar Alp karşı tarafı desteklemiştir. Ancak savaş onların yenilgileri ile bitmiştir.

Savaştan sonra Nilüfer ile Orhan Bey�in düğününe gelmiştir. Aynı şey Kerim ve Aslıhan içinde sözkonusudur. Roman bu olayların sonucunda neticelenir.



Özet:

Eser, Ertuğrul Beyin at bakıcısı Demircan�ın öldürülmesi olayı ile başlar. Olay, atla geziye çıkan Kerim ve Orhan Bey aracılığı ile görülür ve herkez bu olaydan heberdar edilir. Kerim, Demircan�ın kardeşidir. Gördüğü bu olay karşısında şok geçirir ancak aynı tepkiyi annesi Bacıbey�in göstermemesine şaşar. Bacıbey�in herhangi bir tepki göstermemesindeki sebep oğlu Demircan�ın vurulduğu anın hoş bir manzara orz etmeyişidir. Ama intikam ateşiyle yanıp tutuşmaktadır.

Daha sonra romanda ikinci derecedeki olay Ertuğrul�un ölümü ve Osman Bey�in oymağın beyliğini üstlenmesidir. Diğer yandan oğlu ölen Bacıbey Kerimin ağabeyisinin yerini alması için onu zorlaması sözkonusudur.

Bu amaçla Kerim kılıç derslerine başlar. Orhan Bey�le birlikte Kaptan Çavuş�tan kılıç dersi alırlar. Bu arada kaptan Çavuş�un güzel kızı Aslıhan ile Kerim�in arasında bir duygusal ilişki söz konusudur.


Öte yandan Osman Bey zamanının ulularından Şeyh Edebali�nin kızını alır ve Edebali�nin kızı olan Bala Hatun Osman Bey�in ikinci hanımıdır. Evlendikten sonra Osmanlı aşiretinin geleneklerine kolaylakla uyar. Diğer yandan Orhan Bey, Nilüfer Hatunla olan ilişkisini evlenmeye kadar vardırır. Ancak, roman Orhan Bey evlenmeden son bulur. Diğer yandan Kerim ile Aslıhan�ın ilişkisinin sonucunun evlilikle sonuçlanması eser bitmeden okuyucuya sezdirilmiştir.

Zaman:

Eser konusundan da anlaşılacağı gibi tarihi bir eserdir. Eserin bu yönden geçmiş zamanlardaki olayı mevzu olarak seçtiği çıkarılmaktıdır. Roman, Osmanlı imparatorluğunun aşiretliğindeki zamanı konu olarak ele alır.

Yani imparatorluğun kuruluş yılları olan 1299 tarihi devir sözkonusudur.

Osman Beyin Bala Hatun�la ilişkisi hakkında da zaman açısından geriye dönülmüştür.

Mekan:

Eserde mekan önce Notüs Gladyüs ve Uranha�nın kaldığı bir rum hanıdır. Eserde, şahıslar yer değistirince normal olarak mekan da değişiklik arzetmektedirler.

Eserde Rum�lara ait mekanın dışında Türk�lerin ikamet ettiği mekan da vardır ki, oda Sögüt�tür. Osman Bey�in Şeyh Edebali�nin tekkesine gittiğinde normal olarak mekan buraya ait çizgileri ihtiva etmektedir.

Romanda mekan bakımından bir başka özellik Türkların yaylalara olan göçlerinin mekanla birlikte verilmesidir.

Şahıs Kadrosu:

Osman Bey
Orhan Bey
Kerim
Bacıbey
Şeyh Edebali
Mavro
Kaptan Çavuş
Yunus Emre
Aslıhan
Notus Gladyüs
Uranha ve diğer figüranlar

Şengül Şirin 04-27-2009 04:34 PM

Dokuzuncu Hariciye Koğuşu/Peyami Safa
 
KİTABIN ADI
DOKUZUNCU HARİCİYE KOĞUŞU
KİTABIN YAZARI
PEYAMİ SAFA
YAYIN EVİ VE ADRESİ
ÖTÜKEN YAYINEVİ MALTEPE İSTANBUL
BASIM YILI
2000
1.KİTABIN KONUSU:
Çocukluğundan beri bacağından rahatsız olan ve kimseyi dinlemeyen birisinin, hayaller peşinde koşarken başından geçen olaylar.
2.KİTABIN ÖZETİ:
Yazarın küçüklüğünden beri çektiği hastalık onu hastahanelerden tiksindirmiştir. Fakat durumu ciddiyetini korumaktadır. Annesi ile kenar mahallelerin birinde virane ahşap bir evde yaşamaktadır.
Bir gün ameliyat olması gerektiğini öğrenip hastahaneden döndüğünde evde annesini bulamaz ama odanın halinden annesinin şiddetli bir baş ağrısı geçirdiğini anlar. O sırada annesi gelir. Yazar ise annesini üzmemek için ona gerçekleri anlatmaz. Kendi doktaruna gidip ona gözükmesi gerektiğini söyler. Annesi yazarın Erenköye gideceğini öğrenince paşanında onu merak ettiğini söyler. Ertesi gün yazar önce paşaya gider. Paşa ilk olarak sağlık durumunun nasıl olduğunu sorar yazar da kaçamak cevaplar vererek olayı geçiştirir. Daha sonra odaya Nüzhet gelir yazardan getirmesini istediği kitapları alır. Kızı gidince paşa yazara bir de doktor Ragıp Bey� e görünmesini tavsiye eder. Paşanın uzaktan akrabası olan yazar küçük yaşlardan beri onunla konuşur, ona kitap okur. O akşam yine bir roman okumaktadır fakat paşa uyuyunca Nüzhet� le birlikte beahçeye gider ve muhabbet ederler. Yazar on beş yaşında ve aralarında dört yaş olmasına rağmen Nüzhet� i sevmektedir. Ancak onun da aynı duyguları hissetiğinden emin olmaz. Bahçede konuşurken doktor Ragıp� ın Nüzhet� i istediğini duyunca önce üzülür ama Nüzhet oralı olmayınca, duyduğu şüpheye rağmen keyfi yerine gelir. Daha sonra Nüzhet annesinin isteği üzerine uyumaya gider ve yazar da kendine olan tüm güvenini kaybeder.
Hastalığı onu normal yaşından çok daha olgun davranmaya sevk etmiştir. Doktorun ikazlarına rağmen baston kullanmayan yazar o gece yatakta yorgun ve acı içinde kıvranmaktadır. Henüz uyumadan Nüzhet yazarın evine uğrar ve uyuyamadığını bahane ederek tekrar koyu bir muhabbete başlarlar. Ertesi gün yazar erkenden doktara gideceğinden Nüzhet onun uyumasını ister. Fakat yazar ona karşı olan zaafiyetini daha fazla saklayamaz, onu kendisine çekip bir kere öper ve Nüzhet şaşkınlık içerisinde koşarak eve gider.
Sabah olunca yazar Kadıköy'e gider ve paşanın istediği kitapları alır ve sonra da annesine bir ay içerisinde gelemeyeceğini yazar. Oradan da doktora gider fakat operatörün dersi olduğundan görüşemezler. Operatörle akşama görüşebilen yazar ondan baston kullanması ve iyi yemesi ve dinlenmesi konusunda uyarı alır. İşi bitip köşke dönen yazar içeriye girdiğinde kendisinden gizli birşey konuşulduğunu anlar ve üzüntü içerisinde bahçeye oturmaya çıkar. Daha sonra Nüzhet gelir ve yazar içeri girdiğinde annesinin dolabın arkasında çıplak olduğunu söyleyerek onu rahatlatır. Fakat akşam Nurefşan ona gerçekleri yani Nüzhet ile doktor Ragıp�ın durumlarını konuştuklarını söyler. Yazar hayal kırıklığına uğrar ve Nüzhet� in odasına konuşmaya girer. Nüzhet yine yazarı ikna eder. Daha sonra ikiside uyurlar.
Ertesi günü Nüzhet� le bahçede geçiren yazar Nüzhet� le cinsel yakınlaşmalara girer. O akşam doktor Ragıp yemeğe gelir ve yazar hiç oralı olmaz. Konukları gidince Paşa yazara doktor hakkında görüşlerini sorar o da Ragıp� ı Nüzhet� e yakıştıramadığını söyler bunu duyan yengesi de içinden yazara karşı kin tutar.
Bir gün yazar yengesinin Nüzhet�i mikroplara karşı uyardığını ve eşyalarımızı ayırdım dediğini duyar ve bunun üzerine evi terketme kararı alır. Ancak annesinin de o gün paşalara geleceğini duyması kararını değiştirmesine neden olur.
Hızla geçen günlerden sonra nihayet evine dönen yazarın ağrıları gün geçtikçe arttığından annesi onu fakülteye götürür. Operatör ona durumun ciddiyetini hatırlatır ve yerinden bile kıpırdamamasını ister. Evi birden kalabalıklaşan yazarın yakınları onu teselli etmeye çalışır. Tekrar fakülteye gittiğinde operatör bacağın kesilmesi gerektiğini söyler fakat buna razı olmayan yazar birden bayılıverir. Bundan etkilenen operatör kasaplardan farkı olmaları gerektiğini söyleyip yazara, üç aylık bir sürede bacağını kurtarmak için hastahanede kalması gerektiğini söyler. Yazar bunu kabul etmek zorunda kalır ve Dokuzuncu Hariciye Koğuşuna yatırılır. Burası ona hapishane gibi gelir ve ilk gecesi olaylı biter. Bu korkuya dayanamaz ve bütün gücüyle bağırıp çağırır. Zor geçen günlerin sonunda ameliyat günü gelir. Ameliyatı bitince yedinci pansumanda doktor bacağın kurtulduğun ancak yer basamayacağını söyler.
Daha sonra da Nüzhet� ten gelen karttan Paşanın hastalandığını Nüzhet� in de doktor Ragıp� la nikahlanacağını öğrenir. Acılar içinde geçen günlerin sonunda annesi doktor Mithat ve arkadaşı onu hastahaneden taburcu ettirirler.
3.KİTABIN ANA FİKRİ:
Bize verilen öğütleri ciddiye almalı ve hayallere peşinden koşmamalıyız. Aksi takdirde kaybeden yine biz oluruz.
4.KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ:
Yazar: Tek bacağından acı çeken ve ümitleri peşinde rüyalar aleminde koşan birisi.
Nüzhet: Yerinde duramıyan yaşam dolu son derece hareketli birisi.
Paşa: Disiplinli, yardım sever ve dediğim dedik, inatçı birisi.
Yengesi: İçten pazarlıklı kızının iyiliğini düşünen bir anne.
Nurefşan: Köşkün hizmetçisi ve yazarın mutluluğu için elinden geleni yapan birisi.
Doktor Ragıp: Bakımlı ve kültürlü bir doktor.
Doktor Mithat: Yazarın doktoru.
Operatör: İnsanliğa faydalı olmaya çalışan bilinçli bir tıp adamı.
5.KİTAP HAKKINDA ŞAHSİ GÖRÜŞLER:
Kısa ve anlaşılması güç bi kitap.Yazar kitaptaki şahısları psikolojik yönden ele almıştır.Sürükleyici bir kitaptır.
6.KİTABIN YAZARI HAKKINDA KISA BİLGİ:
Peyami Safa İstanbul� da 1899 yılında doğdu. Dokuz yaşında iken sağ elinin ekleminde kemik hastalığının başlaması, on üç yaşında iken de hayatını kazanmak zorunda kalması yüzünden düzenli okul öğrenimi göremedi, kendi kendini yetiştirdi. � Biri Yerli ve Kopanlıklar Kralı� adlı (1913) ve � Üç Kardeş� adlı (1918) birer hikayelik iki küçük kitap çıkarıyor, Fagfur (1918) vb. gibi sanat dergilerinde hikaye çevirileri ve makaleleri yayımlanıyordu.Savaş sonunda, kardeşinin isteğiyle memurluktan ayrılıp basın hayatına atıldı. Çıkardıkları � Yirminci Asır� adlı bir akşam gazetesinde � Asrın Hikayeleri� genel başlığı adı altında halk için gazete hikayeleri yazdı. İlk otuz kırk tanesi imzasız yayımlanan bu hikayeler o zaman çok beğenildi; yazar devrin ileri gelen bazı sanatçıları ( Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Yahya Kemal Beyatlı, Ömer Seyfettin vb.) tarafından teşvik edildi.O tarihten sonra yalnız gazetelerde çalıştı. Fıkra, makale ve roman yazarı olarak geniş bir üne ulaştı. Bu arada � Kültür Haftası (1936) ve Türk Düşüncesi (1953-1960)� adlı iki de dergi çıkardı. İkinci Dünya Savaşı yıllarında kendini Faşizm akımına kaptırdı; savaş sonrasında calıştığı parti gazetelerine göre ikide bir ağız değiştirerek siyasal bir dengesizlik içinde bocaladığı, genellikle gerici bir takım görüşlerin savunuculuğunu yaptı. Atatürkün sağlığında � Türk İnkılabına Bakışlar(1938)� adlı bir kitap yazmışken Atatürkün ölümünden sonra devrin düşmanı bir yol tutu. 1961� de İstanbul� da öldü.
ESERLERİ:
Yalnızız, Fatih Harbiye, Şimşek, Bir Tereddütün Romanı, Sözde Kızlar, Mahşer.

Şengül Şirin 04-27-2009 04:35 PM

Eylül/ Mehmet Rauf
 
KİTABIN ADI
EYLÜL
KİTABIN YAZARI
MEHMET RAUF
YAYIN EVİ VE ADRESİ
HİLMİ KİTABEVİ
BASIM YILI
1946
1. KİTABIN KONUSU :
Süreyya ve onun karısı Suat ve akrabaları olan Necip Bey ile aralarında geçen olayları anlatmaktadır.
2.KİTABIN ÖZETİ :
Süreyya ve karısı Suat� la birlikte babasının evinde oturmaktadır. Ama bu halden memnun değildirler. Babası hem yaşlı, hem dediği dediktir. Onun yüzünden her yaz bir tane taş ocağına benzeyen köye gelirler ve orada sıkıntıdan patlarlar. Suat bu arada başka olaylardan da sıkılmaktadır. Suat� ın kardeşi Hacer akrabası olan Necip Bey� le gönül eğlendirmektedir. Hacer evli ve eşi de onun için herşeyini verecek nitelikte bir eştir. Daha sonraları Suat ile Süreyya birlikte mutlu bir şekilde yaşayabilmenin yolunu aramışlar ve bulmuşlardır. Suat Hanım gizlice babasından para isteyip eşi için bir yalı kiralar. Kocası bu duruma çok sevinir.
Necip de hem dostarı hemde akrabaları olarak Suat ve Süreyya� nın yanına gelir. Süreyya için yelkenle gezmek ve balık tutmak vazgeçilmez bir zevktir. Süreyya bu alışkanlıklarını sürdürürken Suat da Necip�le birlikte piyano çalmaktadır.
Başbaşa geçen bu uzun yaz tatilinin sonlarında Necip Bey birşeylerin olduğunu, Suat Hanım�a aşık olduğunu anlar. Bu durumdan kurtulmaya çalışsada başarılı olamaz. Sonunda çare olarak onların yanından ayrılmaya karar verir. Giderkende Suat�ın eldivenlerinden bir tanesini izinsiz olarak hatıra olması için alır.
Daha sonraları Necip�in tifoya tutulduğu öğrenilir. Süreyya ve Suat buna çok üzülürler. Tehlike devresi geçince Necip�in yanına giderler. Necip hastalığın etkisiyle sinir yorgunluğu içerisindedir. Hacer Necip�in hastalığı sırasında yanında bulunmuş ve o sıralarda Necip�in kendiden geçmiş olduğu zamanda yastığının altından bir bayan eldiveni bulmuştur. Hep birlikte hasta hakkında konuşurlarken Necip�in annesi eldiveni gösterir. Suat kendi eldivenini görünce şok olur ve olayı anlar fakat kimseye sezdirmez. O sırada Necip�te sapsarı olur utancından ve çaresizliğinden ne yapacağını bilemez.
Necip hastalıktan sonraki iyileşme devresini yalıda geçirilmek üzere mecbur edilir. Halbuki O, onlardan kaçmak için uğraşmaktadır.
Bir yaz sessiz ve olaysız bir şekilde geçmiştir. Eylül gelince Süreyya konağa gider. Bu gidiş beklenen bir gidiş değildir. Suat bu duruma anlam veremez. Daha gitmeden önce kışı bile beraber geçireceklerini söylemiştir. Ama Süreyya birşeyleri sezmiş olup, o yüzden gitmiştir.
Konağa geri dönülür. Necip artık eskisi kadar yalıya gelmemektedir. Hele Hacer�in davranışları , onların her bakışlarından anlam çıkarmaya çalışan tavrı her ikisini de deliye döndürür. Birbirlerini buldukları anda , ister istemez kaybedeceklerdir. Suat kendisinden kalan , Necip�in aldığı eldivenin diğerini de verir. Bunun sebebi ise artık hayatın Suat için yaşamaya değer bir tarafı kalmamasıdır.
O gece konakta yangın çıkar.Herkesi bir telaş ve korku alıp götürür. Canlarını zor kurtarırlar. Ama Suat ortalıklarda yoktur. Süreyya alevlerin içine doğru Suat diye inlemektedir. Ama cesaret edemez. Necip bir haykırışla içeriye fırlar . Her ikisi de çöken tavanın altında can verirler.

3.KİTABIN ANA FİKRİ :
Her ikisi de evli olan kişilerin ellerinde olmadan , bir arada bulundukları sürede birbirlerine , eşlerinden habersiz yakınkaşmaları ve aralarındaki yasak aşkı anlatmaktadır.
4.KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ :
Suat : Kocası Süreyya ile mutlu bir evlilik sürdürürken Necip Bey�e aşık olur.
Necip : Akrabaları olan Süreyya ve Suat�ın yanına gelip , Suat�a aşık olan bir adamdır.
Süreyya : Suat�ın kocasıdır. Onun için yelkenle gezmek ve balık tutmak vazgeçilmez bir zevktir.
Hacer : Suat�ın kardeşi ve Necip ile gönül eğlendiren bir kadındır.

5.KİTAP HAKKINDAKİ ŞAHSİ GÖRÜŞ
:
Kitap, psikolojik bir roman olup, ruhsal çözümlemelerde çok başarılı bir çalışma sergilemiştir. Şahısların ruh hallerini çok iyİ bir şekilde okuyucuya aktarmaktadır. Yalnız biraz ağır olduğu için okurken zorluk çekilmekte ve bu yüzden biraz da okuyucuyu sıkmaktadır.

6.YAZAR HAKKINDA BİLGİ
:
Mehmet Rauf, İstanbul�da doğdu. Soğuk Çeşme Askeri Rüştiye�sini ve Bahriye Mektebi!ni bitirdi. Bir süre subaylık yaptıktan sonra, 2. Meşrutiyet�in ilanından sonra bu görevinden ayrıldı. Hayatını yazarlıkla kazanmaya başladı. 1923� ten sonra da ticaretle uğraşmaya başladı. Küçük yaşlarda iken edebiyata merak sarmıştı. Birçok eser yazdı,çeviri yaptı. Servet-I Fünun hareketine katıldı.

Şengül Şirin 04-27-2009 04:37 PM

Ahmet Mithat Efendi- Felatun Bey İle Rakım Efendi
 
Ahmet Mithat Efendi- Felatun Bey İle Rakım Efendi
Mustafa Meraki Bey, Beyoğlu civarında oturan 45 yaşllarında bir beydi. 27 yaşlarında Felatun Adlı bir oğlu,15 yaşlarında Mihriban idi.
Mustafa Meraki Bey�in hanımı ilk gebeliğini 15 yaşında yaşadığı için diğer gebeliklerinde hep düşük yaptı. Doktorlar ilgilenmediği için, iç ebelere kaldı. Ebeler bez bağlayarak çocuğu düşürmediler ve çocuk düşürmediler. Mustafa Meraki Bey�in hanımı lohusalık hastalığından öldü.
Mustafa Meraki Bey , çocuklu olduğu için evlenmedi. Alafranga hayranı olduğu için kendine alafranga bir ev y yaptırdı. Evde bakıcılığı Rum bir kadın yapardı.
Mustafa Meraki Bey, Felatun�u mektebe verdi. Memur oldu, kaleme giderdi. Cuma günleri eş dost ziyareti, Cumartesi cumanın yorgunluğunu atar, Pazartesi alafranga yerlere gider,pazarın yorgunluğunu Pazartesi atar, Salı günü kaleme gidecek olsa havayı iyi görür Beyoğlu�na gider,Çarşamba günü kaleme gitse bile 9�dan 3�e kadar hafta içi ne yaptığını anlatırdı. Çarşamba akşamı iki şaklaban arkadaşla gelir,sabahlardı ve perşembeyi uyuyarak geçirirdi. Böylece yine Cuma gelirdi. Bu haftalar diğer haftalar gibi olurdu.
Rakım Efendi, Tophane kavaslarından birisinin oğlu olup,bir yaşarında iken babası ölmüştü. Annesi ile kaldı.
Rakım büyüdü mektebe gitti. Felatun�un tam tersine çalışırdı. Arapça ve Farsça�yı rahatça biliyordu. Hadis-i şerif ve Tefsiri çok iyi öğrendi. Matbaada çalışmaya başladı. Bir gün Rakım�ın arkadaşlarında birisi gelerek Fransızca bir kitabı Türkçe�ye çevirmek suretiyle 20 altın vereceğini söyledi. Rakım bu teklifi kabul etti. Kitabı Türkçe�ye çevirince dadı kalfaya söyleyerek 20 bin lirasını alarak eve geldi.
Gazetelerde makale yazmaya başladı. Bu işi parasız gördüğü için arkadaşları ellerine para sıkıştırırlardı. Rakım evini onardı. Bu kadar masrafa rağmen parasız kalmazdı. Dadısı rakımı�ı birçok kez evlendirmeye kalkıştı. Ama Rakım beğenmedi. Rakım bir gün gezerken bir yaşlı adamın yanında güzel bir kız gördü. Onları takip ederek kapıyı çaldı. Yaşlı adama kızın satılık olup olmadığını sordu. Yaşlı adam kızın satılık olduğunu söyledi. Adama kız için 100 altın istedi. Rakım yanında 80 altın olduğunu söyledi. Ama 20 altını senet yaparak kızı eve getirdi. Kızı dadı kalfa görünce sevindi. Adını Canan koydu.
Canan eğitilip öğrenmeye başlatıldı. Rakım da İngiliz kızlarına ders vermeye başladı. Ders için Cuma gününü seçti.
Bu kızlar birbirine çok benziyordu. Rakım bir kağıda bir kalemle alfabeyi yazdı. Bir hafta ezberlemelerini istedi. Bu arada Canan�ı da okumaya başlattı. Her zaman eve geldiğinde onu dadısı karşılardı. Ama bu gün Canan karşıladı.
-Dadı,her zaman seni ben karşılarken bu gün neden Canan karşıladı.
-Bizim beyaz bir cariyemiz var, benim kara yüzümü görmektense
-Yok yok dadıcığım senin yüzün ana yüzü gibidir, bilirim.
Yine bir gün dersten sonra eve geldi. Evde olağan üstü bir şey gördü. Canan evde yoktu.
-Dadı; Canan nerede?
-Buradayım beyim.
-Evin her yerinde aradım ama bulamadım.
-Geliyorum deyip
-Ne oldu?
-Bir şey olduğu yok
-Cariyen piyano öğrenmek istiyormuş bir de adam tutmuştu. Sana söyledik izinin olmaz diye.
-Hala da izinim yoktur. Canan sessiz dışarı çıkarak diyerek dadısını uyardı.
Bir yarım saat sonra Canan geldi. Evde beyinin olduğunu görünce korktu. Rakım :
- Gel yavrum korkacak bir şey yok. Bundan sonra dadısız dışarı çıkmayacaksın. Piyano mu istediniz. Alırız. Öğrenmek istedin,öğretmen tutarız. Canan bu sözleri duyunca çok sevindi.
Öğretmenin istediği piyano alındı ve derslere başlandı. Öğretmen Canan�ın azmini beğendi.
Kış gelmiş günler kısalmıştı. O yüzden ders saatlerini akşam saat 2 den 3 buçuğa belirlemişti.
O, akşam Tophane�den Taksim�e çıkarken bozacıların olduğu yere gelince Felatun Beyle karşılaştı.
- Bu ne hal üzerine boza mı döküldü? Desem bozahaneye yeni giriyorsun.
- Sorma birader aşçı dükkanında geçerken aşçının cama koyduğu mayonezle süslü balık tabağı,ayağım takılarak üstüme döküldü,tüm mayonez.
- İyi ki cam bir yerime batmamış.
- Evet efendim.
Rakım Efendi sözü kesip oradan ayrıldı. Ev halkı Rakım�ı bekliyordu. Hemen oturuldu. Çorbalar içildi,sonra mayonezli balığın getirilmesi için aşçıya emretti. Aşçıdan mayonezin döküldüğünü duyunca aşçıya sinirlendi. İngiliz kızları Felatun Beyi sevmediklerinden gelmeyişinden sevindiler.
- Felatun Bey de mi gelecekti. Gelirken onu görmüştüm dedi. Yemek yenip şarkılar eşliğinde şarkılar söylendi. Rakım Efendi eve döndü. O gün Perşembe günü olduğundan 10 buçuk sularında öğretmen geldi.
- Sizde buralarda rast gelir miydiniz?
- Bir adam evine gelmez mi?
- Her adam gelir ama sizi aylardır göremedik.
- İşlerin çokluğundan.
- Haftada iki defa Beyoğlu�na geldiğiniz halde dostunuzun evine bir selam vermiyorsunuz.
- Daha evinizin adresini sormayı unuttum.
- Size ne ceza vereyim şimdi.
- Evet efendim ne ceza verirseniz razıyım.
- Vereceğim cezayı kararlaştırdım,zamanı gelince veririm.
Ertesi gün Rakım,öğretmenin evine gideceği için erkenden kalkıp Beyoğlu�na çıktı,öğretmen Rakım�ı evde bekliyordu. Selamlaştıktan sonra dereden,tepeden konuşmaya başladılar.
Derken konu açıldı.
- Rakı içer misin Rakım ?
- Bazen içerim,bazen içmem.
- Ben çok seviyorum.
- Az içilirse güzeldir.
- Ismarlayayım.
- Siz bilirsiniz efendim.
Rakı içildikten sonra,öğretmen gitar çalarak romans denen şarkıdan söyledikten sonra;öğretmenin vereceği ceza aklına gelir. Rakım�ı arzulu bir şekilde öper.
Rakım İngilizlere ders okutmak için acele acele geldi. Aşçı kapıyı vurup,Rakım�ın boynuna atlayınca,sımsıkı sıktı. Aşçı durumu anlayınca Rakımdan özür diledi. Böylece mayonez meselesi açığa vurdu. Aşçıya ve Felatun�a tüm olanlar anlattırıldı ve bunlar evden kovuldular.
Rakım eve dönünce evden piyano sesleri geliyordu.
- Sen yatmadın mı?
- Sizi bekledim efendim.
- Sana öğretmeninden selamı var. Artık gücenmez.
- ...........................
- Canan evde canın sıkılıyor mu?
- Hayır efendim.
- Bak! Dadı kalfaya gezmek istersen söyle seni gezdirsin.
- Dadı kalfa bana gezme teklif etti de ben kabul etmedim.
- Aferin Canan. Diye kızın arkasını sıvazladı.
Kışa doğru Rakım yine ders için öğretmenin evine gitti.
- Rakım ! benim senin dostum olduğundan şüphen var mı?
- Yok
- Canan�a bir alıcı çıktı.
- Çıkabilir.
- Hem de nasıl müşteri.
- Canan bilir.
Oradan ayrılıp İngiliz kızların evine gittiğinde evde kimse yoktu. Sadece kızlar vardı. Bu kızların Osmanlı şiirinden aldıkları tada şaşıyorlardı.
- İngiliz şiirleri hoşuma gitmez. Fransız şiirlerini severim.
- Siz de duymadığım sözler duyuyorum. Niçin?
- Biz odundan mı yaratıldık?
- Siz de haklısınız, mademki şiir istiyorsunuz,öyleyse dinleyin.
Çok güzel Hoca Hafız gazelini okuduktan sonra,anlamını bitirmek üzereyken anne ve babaları geldi.
Kızlar bu şiirden çok etkilendi.
Rakım eve gitti.
-Canan senin hiç haberin yok . alıcı çıktı sana.
- Alı.....cı.......mı çıktı, Efendim?
- Evet, görünüşte çok yağlı.
- Beni satacak mısın efendim?
- Sen ne dersin?
- Siz bilirsiniz efendim.
- Hayır ben seni yanlış tanımışım.
- Beni satacak mısın?
- Hayır satmayacağım.
Bahar gelmişti. Yine günlerden bir gündü, Rakım yine öğretmeni ziyarete gitti.
O günkü sohbet Kağıthane�den açıldı.
- Gerçi Kağıthane dünyanın en güzel yeridir. Ama başka türlü gidilir.
- Nasıl gidilir?
- Gider misin?
- Yalnız mı gideceğim?
- Yok benimle beraber.
- İstersen Canan�ı da alırız,isterseniz dadı kalfayı da alırız.
- Ne zaman gidelim? Hazırlık yapalım.
- Siz ne derseniz o zaman , ama Pazartesi günü Kağıthane�ye gidildi. Rakım, Canan ve öğretmeni gezdiler ve Dadı kalfa orada kaldı.
Canan ve öğretmeni çocuklar gibi eğlendiler. İkindiye doğru yemek yendi. Çay içildi. İsteyen rakı içti.
Güneşin son ışıklarına doğru eve döndüler.
Rakım İngiliz kızlarına doğru gitti. Derslerine başladıktan sonra sohbete başladılar ve Cuma günü Rakım�a gidilmeye karar aldılar.
Cuma günü gelip çattı. İlk olarak ev gezdirildi. Canan konukları karşıladı. Bahçeyi gezdirdi. Bahçedeki tavuk,horoz,kuşlar ve kuzuyu görünce kızlar.
- Bizden fazla olmalarına rağmen bizden daha iyi ve güzel bir bahçe olduğunu söylediler.
O gün bitti. Eve gidildi. İngiliz kızlar sohbete daldılar.
- Canan bize Rakım�ın kendisini kız kardeşi gibi sevdiğini söyledi.
- Hiç kız kardeşi gibi sevme olur mu?
Can Rakımı sevdiği için bunu duyunca deliye döndü. Can iki gün içinde yataklara düştü. Doktor çağırıldı. Doktor hastalığı tam çözemediği için bir test yapmak zorunda kaldı. Babaya Can�ın sevdiği dört kişi getirin dedi. İngilizleri babası üç tane en sevdiği arkadaşını ve Rakım�ı getirdi. Hepsi teker teker içeri girdi. Hiçbir farklılık yoktu. Rakım içeri girdiğinde, Rakım Can�ın hal ve hatırını sorar ve odadan çıkar. Doktor bu hastalığın aşk olduğunu söyledi.
Baba Rakım�dan Can ile evlenmesini ister. Rakım�da Can �ı sevdiği için,ben Can�ı kardeşim gibi sevdim. Bu yüzden evlenemem dedi.
Kız doktorun demesine göre ölümüne iki gün vardı. Ama babadan yazılan mektupta Can�ın iyileşmeye ve acısının artmaması için buraya uğramamasını rica etti. Can, artık sağlıklıydı,kararını verdi. Almanya�daki halasını oğluyla evlenecekti.
Rakım Canan nikahlandı ve nur topu gibi bir evlat verdi.

Şengül Şirin 04-27-2009 04:39 PM

İntibah/ Namık Kemal
 
KİTABIN ADI : İNTİBAH

KİTABIN YAZARI : NAMIK KEMAL
YAYIN EVİ : ENGİN YAYINCILIK

BASIM YILI :1997

SAYFA SAYISI : 294

1.KİTABIN KONUSU :
İki güzel kadın, bir yakışıklı ve zengin delikanlı, delikanlının ailesi ve çevresi ile olan olaylar anlatılıyor. Delikanlı bu kızlardan birine aşık olur ama kız bir fahişedir. Delikanlıyı kandırmak ve onun servetine sahip olmak için elinden geleni yapar.
2.KİTABIN ÖZETİ:
Ali Bey, zengin bir ailenin tek evladı, yirmi bir yaşlarında zeki, çalışkan ve yakışıklı bir delikanlıdır. Babası oğlunun eğitimine çok önem vermiştir.Babası oğlunu, oğlu da babasını çok sevmektedir.Ama babasını kaybettikten sonra hayatında büyük değişiklikler oldu.Annesi, babasının ölümünü unutması için Ali Bey�i Çamlıca�ya gezmeye götürmeye başlar. Ali Bey bu gezilere iyice alışır ve arkadaşları ile çamlıca�ya eğlenmeye gider. Orada güzel bir kadın görür.Adı Mehpeyker�dir. Ali Bey Mehpeyker�i gördükten sonra onu düşünmekten geceleri uyuyamaz, işlerini ihmal eder.Ama Mehpeyker�in bir fahişe olduğunu bilmez.Arkadaşları kadının bir fahişe olduğunu Ali Bey�i ikna etmeyi başarırlar.Ama kadın okadar büyük bir etki bırakmıştı ki; Ali Bey onu bırakmak istemez.Ama annesi de bunu öğrenmiştir. Eve bir cariye satın alır. Adı Dilaşub�tur. Kız Mehpeyker�den daha güzeldir. Ali Bey Dilaşub�la evlenmeyi kabul eder ve de evlenir. Mehpeyker bunu öğrenir ve Ali Bey�den intikam almak için yemin eder. İlk önce Dilaşub�un bir fahişe oduğunu ortaya atar ve de Ali Bey�I buna inandırır. Ali Bey Dilaşub�u evden kovar. Mehpeyker kızı evine alır ve kızın fahişe olmasını ister. Ama kızı kandıramaz ve kız kadının evinde kalır ama namusuyla. Mehpeyker�in intikam ateşi hala sönmemiştir. Ali Bey�i öldürmesi için bir kiralık katil tutar. Katil ve kadın herşeyi planlamışlardır. Ama Dilaşub herşeyi duyar.Ali Bey�i kurtarmakiçin onun yerine geçer. Katil Ali bey zannederek Dilaşub�u sırtından vurur. Ali Bey de polislerle gelir ve yerde Dilaşub�un cesedini görür. Çok üzülmüştür. Ali Bey de Mehpeyker�i yakalar ve öldürür. Hapse girdikten altı ay sonra hayata veda eder.
3.KİTABIN ANA FİKRİ: Doğruyu öğrenmeden ve tam bir soruşturma yapmadan hiç bir işe kalkışmayınız yoksa hayatınızla ödeyeceğiniz hatalar yaparsınız. Ve de iş işten geçmiş olur. Şunu unutmamalıyız; SON PİŞMANLIK FAYDA ETMEZ.
4.KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE KİŞİLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ:
ALİ BEY: Zengin bir ailenin tek evladı. Yirmi bir, yirmi iki yaşlarında yakışıklı bir delikanlı. Ailesinden iyi bir eğitim görmüştür.
MEHPEYKER: Feleğin çemberinden geçen ve dünyada şehvetten başka bir şey tanımatan ateşli bir kadındır. Alçak ve namussuz bir aileden yetişmiş; daha ondört onbeşine gelmeden rezaletin her çeşitini öğrenmiş bir fahişedir.
ATIF BEY: Ali beyin arkadaşıdır. Her zaman doğruyu söyleyen Ali Bey�in kendisine güvendiği birisidir.
MESUT BEY: Atıf Bey�in dayısıdır. Ali Bey�e gerçekleri anlatan kişidir.
DİLAŞUB: Saçları sırma gibi parlak sarı; alnı bembeyaz, kavisli ve kalınca kaşı, mavi gözlü. Boyu bir kadına yakışacak kadar uzun ve har erkeği meftun edecek derecede narindir. Mehpeyker�den daha güzeldir.
5.KİTAP HAKKINDA ŞAHSİ GÖRÜŞLER: Kitabın gerçek adı, Son Pişmanlık�tır. Namık Kemal�in büyük hikaye vadisinde ilk tecrübesidir. Kitap ahlaki tez ve tenkit romanıdır. İntibah sürükleyici bir kitaptır. Kitaba başladığımda ne zaman bitiririm diye düşünüyordum. Ama arkadaşlar inanın kitabı üç-dört saat içinde bitirdim. Kitabı herkese tavsiye ediyorum.Herkes tarafından okunması gereken bir kitap.
6.KİTABIN YAZARI HAKKINDA KISA BİLGİ: Kitabın yazarı Namık Kemal�dir.1840-1888 yılları arasında yaşamıştır(48yıl). Vatan şairi olarak bilinmektedir. Çocukluk ve gençliğini dedesinin yanında geçirmiştir. Henüz on dört yaşındayken koca bir defteri dolduracak kadar şiir yazmış, on altı yaşındayken evlenmiş,yirmi iki yaşındayken divan düzenlemiş, yirmi beş yaşlarındayken de dönemin en ünlü adlarından olmuştur. Kısaca Namık Kemal değişmeyi yaşamanın zorunlu koşullarından biri olarak kabul eden ve millilik karakterini yitirmeden Avrupalılaşmanın çarelerini arayan bir fikir ve sanat adamıdır. Eserler ;
Şiir : Hayatı ve şiirleri(1933)
Roman : İntibah / Sergüzeşt-I Ali Bey(1876);Cezmi(1880)
Oyun : Vatan Yahut Silistre(1873);Zavallı Çocuk(1873);Akif Bey(1874); Gülnihal (1875); Celalettin Harzemşah(1885);Kara Bela(1910)
Eleştiri : Tahrib-i Harabat(1886);Takib-i Harabat(1886)

Şengül Şirin 04-27-2009 04:42 PM

Kırık Hayatlar/ Halid Ziya Uşaklıgil
 
KİTABIN ADI :KIRIK HAYATLAR KİTABIN YAZARI :Halid Ziya UŞAKLIGİL
YAYIN EVİ :İnkilâp Kitap Evi
BASIM YILI :1989

1.KİTABIN KONUSU
Kitaptaki olaylar Osmanlı�nın son döneminde geçmektedir.Osmanlı�nın son döneminde Türk halkında batıya karşı körü körüne bir özenti oluşur.Batıdan alınması gereken teknoloji, ilim, bilim değilde; bizim yaşantımıza ters düşen kültürü taklit edilir.Özellikle İstanbul�da zengin diye nitelendirilen ve kendilerini halkdan daha üstün gören bir gurup, kendilerine batıda yapılan çılgın eğlenceleri örnek alıp, hemen her yerde görgüsüzce eğlenmeye çalışıyorlardı.Bu durum özellikle Türk aile yapısına aykırıydı ve bunun sonucu olarak bu tabakada aile bağları iyice zayıflamış hatta kopmuştu.Çirkeflik başını almış gidiyordu. Eşler birbirine sadık kalmıyor, hatta eşini aldatmak, ailesine bağlı kalmamak bir başarı olarak görülüyordu.Kitap o günün bu acı tablosunu çok güzel bir şekilde anlatıyor.
2.KİTABIN ÖZETİ
Ömer Behiç yıllardır hayalindeki eve nihayet kavuşmuştu.Yatılı okulda okuduğu yıllarda hayal ettiği sıcak yuvasın a kavuşmak için çok beklemişti.Bu gün onun en büyük hayaline kavuştuğu gündü.
Ömer Behiç bir doktordur.Ailesi onun siyasal okuyup önemli bir memur olarak devlet dairesinde çalışmasını istiyordu. Böylece onun hayatını kurtaracağını düşünüyorlardı. Fakat o ailesinden gizli olarak tıbbiyenin sınavlarına girer ve kazandığı gün gelir, ailesine haber verir.Bundan sonra ailesi de onun seçimini kabul etmek zorunda kalır.Okulda çok başarılı bir öğrencidir. Geçmişinden gelen eziklikten dolayı pek sosyal bir insan değildir.Arkadaşları onu inek diye nitelendirir. Onu sosyal etkinliklere katılmaya ikna edebilen tek kişi vardır.O da arkadaşlarının tabiri ile �Piç Bekir�dir.Okulun son senesinde Ömer Behiç Babasını kaybeder.Okul bittikten sonra Fransa�ya master yapmaya gider. Burada iken de annesini kaybeder.Ona artık sahip çıkacak kimse yoktur.Fransa�da fakirlik içinde zorlukla eğitimini devam ettirir.Nihayet Fransa�daki eğitimini bitirip İstanbul�a geri döner.Halası artık onun evlenmesi gerektiğini düşünür ve onun için Vedide�yi istemeye giderler. Ömer Behiç Vedide�yi ilk gördüğü anda ona vurulur.Vedide el değmemiş, ailesi zengin olmasına rağmen İstanbul�un o karmaşık eğlence haytına dalmamış bir kızdır.Bu tanışmanın sonu evlilikle biter.O şimdi hayallerine karısını da eklemiştir.İşte bu gün sekiz yıllık arkadaşı ile ortak hayalleri gerçekleşmiştir.
Ömer Behiç evinin bir bölümünü de muayenehane olarak da kullanmaktadır. Burada birçok zengin hastalarını tedavi etmesinin yanında da fakir hastaları da ücretsiz tedavi etmektedir.Bu mutlu günlerinde karısı ilr birlikte etraflarındaki kötü olayları düşünüp, bu olayların kendi ailelerinin başına gelmemesi için de dua etmektedirler.irler.
Ömer Behiç bir gün yolda eski bir arkadaşına rastlar.Bu doktor arkadaşı İstanbul sosyetesinde çaplıkınlıkları ile ünlü ve bundan büyük gurur duyan bir şahıstır.Tabiki bu Piç Bekir�den başkası değildir.Karşılaştıkları günden itibaren Bekir Servet ile sık sık görüşmeye başlarlar.Bekir ona hovardalıklarını anlattıkça Ömer Behiç ona çok acımaktadır.Son zamanlarda Bekir Servet İstanbul�da zenginliği ile ve çapkınlığı ile tanınan bir ailenin uçarı kızı olan Nebile ile aşk yaşamaktadır.Bir gün Bekir Servet, Ömer Behiç�e bir hastasını bakması için daha doğrusu ondan görüş almak için rica eder.Gittikleri ev Nebile�nin evidir.Nebile rahat tavırları ile Ömer Behiç�I oldukça şaşırtmıştır.Bekir Servet ile Nebile onun karşışında Aşk oyunları yapmaktan geri kalmamışlardır.İşleri bitip çıkarken Nebile�nin küçük kardeşi Neyyir ortaya çıkar.Ömer Behiç onu görür görmez içinde fırtınalar kopar, eve geldiğinde hâlâ onu düşünmektedir. Bir süre sonra Neyyir hasta olduğu bahanesi ile Ömer Behiç�i eve çağırır.Kontrol sırasında çok yakınlaşırlar ve Neyyir�in çıplak vücuduna dokunan Ömer Behiç, ona daha da vurulur.Kız ona bir adres verir ve orada buluşmalarında herşeyin daha farklı olacağını söyler.Böylece yasaklı aşk başlar. Bu sırada Bekir Servet Müzzan isimli dul bir kadına aşık olur ve onunla evlenip geçmişine bir sünger çeker.Bu durumda Ömer Behiç yasak aşkını arkadaşı ile dahi paylaşamaz.
Kara bulutlar ailenin başındadır.Ömer Behiç�in iki lızı vardır.Küçük olan kızlarının eski bir hastalığı tekrar başlar.Çocuk günden güne erir ve doktorlar bir çare bulamazlar.Ömer Behiç�in yasak aşk cephesi de kötü geçmektedir.Neyyir zengin biri ile evlenma hazırlıklarına başlar.Fakat ilişkileri hâlâ sürmektedir.Bu kötü olaylar Ömer Behiç�I harap eder. Neyyir�in etkisi ile ailesini hatta hasta kızını ihmal eder.Karısı ise bu yasak aşktan haberdar olmuştur bile.Aynı evde iki yabancı gibidirler.Küçük kızlar kısa bir süre sonra vefat eder.Vedide iyice kendi iç âlemine dalar.Tüm gün odasına çekilip, namaz kılıp, kur�an okumaya başlar.Bu sırada Neyyir de evlenmiş fakat yasak aşkını hâlâ sürdürmek istemektedir.Ömer Behiç onun her teklifini geri çevirir.Neyyir�in son mesajında onu son defa olarak görmek isteidği yazmaktadır.Ömer Behiç bunu kabul eder.Fakat onu görünce tekrar bu ilişkinin başlamasından da korkmaktadır.Tam Neyyir�in yalısına giderken karar değiştirip kızının mezarına gider.Yaptığı herşeye pişman olur ve mezarın başında saatlerce ağlar.Acele ile evine geri döner.Hızla Vedide�nin odasına dalar.Vedide her zamanki gibi seccadesinin üstündedir.Çok eskiden olduğu gibi başını melek karısının dizlerine koyup ağlamaya başlar. Vedide ilk önce tepki vermez, daha sonra ise sıcak göz yaşlari Ömer Behiç�in yüzüne damlamaya başlar.Karı-koca birbirlerine sarılıp ağlamaya başlarlar.Ömer Behiç bir şeyi daha yeni farkeder.Vedide�nin simsiyah olan lüle lüle saçaları çoktan ağarmıştır�
3.KİTABIN ANA FİKRİ
Kendi kültürüne sahip çıkmayan, diğer toplumları körükörüne taklit eden toplumlar yozlaşmaya ve mutsuz yaşamaya mahkûmdurlar.
4.KİTAPTAKİ ŞAHISLARINDEĞERLENDİRİLMESİ
Ömer Behiç:Kültürlü,birşeyler öğrenme arzusu ile yanan, idealist olmayan bir kişidir.
Vedide:Ailesi için herşeyini feda edebilecek kültürlü, iyi yetişmiş bir annedir.
Bekir Servet:Hayatı günü gününe yaşayan, kadınlara gereken değeri vermeyen, çapkın bir İstanbul beyefendisidir.
Neyyir:Minyon tipli, karşısındakini kendine bağlamayı çok iyi başaran, güzel, fakat Türk aile toplumuna aykırı bir yaşantısı olan bir genç kızdır.
Nebile:Kardeşine göre biraz daha şişman olan ve kardeşi kadar etkileyici olmayan, yaşantısı kardeşi gibi olan bir genç kızdır.
5.KİTAP HAKKINDAKİ ŞAHSİ GÖRÜŞLER
Kitaptaki olaylar o kadar güzel işlenmiş ki okuyucu sanki olayları kendi yaşıyormuş gibi hissediyor.Hatta kendim okurken olayalrı kendimi o kadar kaptırmış oluyordum ki, roman kahramanlarına kendi kendime bağırıp çağırıyordum.Kitap o günkü yaşantıyı ve çevreyi çok güzel tasvir ediyor.Ama bu tasvir sırasında süslü sözlere çok yer verdiği oluyor.Dili ağır olan bir kitaptır.
6.KİTABIN YAZARI HAKKINDA KISA BİLGİ
Halid Ziya UŞAKLIGİL (1866-1945)
Srevet-i Fünun romancılarından, İstanbul�da doğdu ve yine bu şehirde öldü.İlk tahsilinden sonra Fatih Askeri Rüştiyesi�ne gitti ve 17 yaşında okuldan ayrıldı.1884�te �Nevruz� gazetesini, daha sonra �Hizmet� ve �Ahenk� gazetelerini kurdu.İzmir Rüştiyesi�nde Fransızca öğretmenliği yaptı.İdadi�de Türk Edebiyatı dersi okuttu.Reji Müdürlüğü başkatibi oldu.Servet-I Fünun dergisine girdi ve en büyük romanları burada yayımlandı.Kitaplaarındaki kişileri her zaman gerçek hayattan seçmiştir..Fransızca,İngilizce,İtalyanca, Almanca, Arapça �da birçok eserleri vardır.Her konuda eserleri vardır

Şengül Şirin 04-27-2009 04:44 PM

Kuyucaklı Yusuf/SABAHATTİN Ali
 
KUYUCAKLI YUSUF
Eserin Özeti
Kuyucaklı Yusuf�un önemi yalnızca başarılı bir roman olmasından ileri gelmez, öncü bir yapıt olması da ona tarihsel açıdan bir önem kazandırır. Çünkü bu yapıt daha önceki Türk romanından iki bakımdan ayrılır ve yeni bir yol açar. Bir kere Sebahattin Ali�nin Türkiye sorunlarına bakışı farklıdır. Tanzimattan 1950�lere kadarki Türk romanımızın ana sorununu batılılaşma oluşturuyordu. Yazarlarımız içinde bulunduğu toplumun aynası olmaya çalışmıyor, toplumu sorgulamıyorlardı. Buradan da anlaşılacağı üzere halk, ezilen köylü, işçi sınıfını konu alan eserlere 1950�li yıllardan sonra görebiliyoruz. İşte Kuyucaklı Yusuf bu konuları içine alan onları inceleyen ilk kitap olması dolayısıyla önemlidir. Kuyucaklı Yusuf�ta bir yanda eşraf bürokrasi, zengin kesim bir yanda da ezilen halk bulunmaktadır. Kuyucaklı Yusuf eserin adından da anlaşılacağı üzere Yusuf�un öyküsüdür.
Sosyal açıdan Yusuf içinde bulunduğu kent toplumuna kendini yabancı hisseder; yalnız ve mutsuzdur. İstediği tek şey Muazzez ile birleşmektir. Elverişsiz koşullara ve kişilere karşın Muazzez ile evlenmeyi başarır. Aynı koşullar ve kişiler yüzünden karısı ölür. Buradaki durum yoksulluk, yalnızlık içinde kıvranan Yusuf ile Muazzez bir yandan da Şakir ile Hakkı Ethem, Kaymakam gibi zengin, şehvet düşkünü insanlar arasında geçiyor. Yani romanın iki tane toplumsal açıdan incelenecek yönü vardır. Birincisi Yusuf ile Muazzez�in aşkı, ikincisi ise bu aşkın geçtiği elverişsiz ortam. Kuyucaklı Yusuf bu yönleri ile incelersek toplumsal açıdan tamamen topluma ayna tutmuş şekilde bir gerçeklik arz etmektedir.
Kuyucaklı Yusuf gerçekleri topluma ışık tutan, toplumdaki olaylarla örtüşen, şekli dışında romantizmden de etkilenmiştir. Çünkü eserin içeriğini oluşturan toplum hayatı, toplumu oluşturan bireylerin birbirine karşı beslediği planlar, kasaba gerçeğine romantik bir anlayışla bakılmıştır. Yani Kuyucaklı Yusuf�ta realite ve romantizm sanıldığı kadar birbirindne uzak değildir. Eser toplumu ilgilendirmesi, topluma ışık tutması dolayısıyla bakıldığı zaman toplumdaki çarpıklıkları da gözler önüne seriyor. Örneğin; Şehir, doğa-yapay insan, doğal insan-masumiyet, yozlaşmak, şehvet, aşk. Eser incelendiğinde iki ana bölümden oluşmaktadır. Birinci kısım Yusuf çocukluk yıllarını anlatan kısımdır. İkinci kısım ise Yusuf�un Şakir ile çatışmasını Muazzez ile evlenmesini ve yusuf�un yaşadığı sıkıntılarını için ealan kısımdır.
Kuyucaklı Yusuf�u dini açıdan değerlendirecek olursak aşağıdaki metni incelemek zorunda kalırız.
�Bu alevi köylerinin daha geniş mezhepli, daha temiz ve daha samimi olduğunu ona uzun memuriyet seneleri öğretmişti. Nahiye ve köyleri dolaşmaya çıktığı zamanlar buralarda kalmayı tercih ederdi. İsmail �Acı bir su getireyim mi?� diyinceye kadar bir �Kızılbaş� köyünde olduğunu nasıl fark etmediğine şaştı.�
Yazarın yaptığı en büyük hata olarak şunu söyleyebilirim ki; yazar eserin içine kendi ideolojik anlayışını katması, kendi ideolojik anlayışının ortaya çıkardığı insan proto tipinin daha temiz daha saf, daha iyi olduğunu söylemesi yazarın hatası olarak değerlendirebiliriz. Çünkü yapıtla eserleri belli bir kesime ışık tutup o topluma ayna tutabilir. Yalnız büyük eserler evrensel boyutta değerlendirildiği ve yapıldıkları sürece değer kazanırlar. Belli bir ideolojik anlayışın esiri olmuş kitaplar klasik bir eser olma özelliği kazanamazlar.
Aşağıda yazarın bir yanlışı daha göze çarpıyor ki dikkatle metni inceleyeceğiz:
�İkisi de akşama kadar masa başında uyumak, öğle ve ikindi namazı kılmak suretiyle vakit geçirmişlerdi. Yusuf onların omuzlarında, havlu ve çıplak ayaklarında nalın, iki kolları sıvalı, aptes almaya gittikleri ve pembe,çıplak ayaklarıyla kirli bir seccadenin üstünde yatıp kalktıklarını tekrar görür gibi oldu. Kendisi için böyle bir hayat tasavvur etmek korkunçtu.�
Burada yazar doğrudan olmasa da dolaylı olarak olmasa da günün beş vakti namaz kılmanın düşünülemeyeceğini söylemek istiyor. Doğrudan söyleyemediği için dolaylı olarak çevrenin kirliliğinden, uyuklamalarından bahsediyor. Ancak gerçek mevzu bahis konusu olan olay namazkılmasıdır. Aşağıdaki metinde toplumun bütün renklerini bir arada bize görmek nasip olacak.
�Şakir�in kendine benzeyenlerden ibaret bir partisi vardı. Ne candarma ne hükümet bunlara karışmazdı. Çünkü parayı bolca oynatıyorlardı.
Bu grubun ekseriyetini yaşlıca hovardalar teşkil ederdi. Bunlar paralarını burada şurada yiyip bitirdikten sonra şimdi, bu husustaki şöhret ve tecrübelerinden ve aralarına katılan ve daha ellerinde yiyecek paraları bulunan delikanlıların sahavetlerinden istifade edip geçiniyorlardı.
Şehrin iyi aileleri arasında bile bunların istedikleri zaman alamayacakları kız yoktu. Adeta bütün eşraf aileleri arasında ezelden beri mevcut değişmez bir mukavele vardı ve buna, harici şeklin değişmesine, vaziyetin tamamen başka olmasına rağmen, daima riayet ediliyordu. Bunun için bunların herhangi bir talebini reddetmek akla gelmez ve 15-16 yaşlarında temiz, güzel kızcağızlar bu saçı burırmaya başlamış, manen ve maddeten çürümüş on parasız sefillerin kucağına atılırdı. Ekserisi pis bir tahin hastalıklara malul olan bu heriflerin evleri bundan sonra dışarıdan pek belli olmayan ve şiddetle saklanan faciaların yuvası olurdu. Şehrin kızlarını bu felaketten bir an olsun korumayan bu adamların, �pular arasında yaşayarak evlenme arzusunu pek seyrek duymaları ve daha bu hayattan yorulup kız istemeye vakit kalmadan ya bir tabanca kurşunu ile yahut da bir hastalık neticesinde etmeleriydi.�
Bu olaylar zinciri içerisinde aslında arayacak, sorup soruşturacak bir olay bulamıyorum. Çünkü her şey ayan beyan ortadadır. Burada da yinelendiği gibi günümüzde de yaşadığımız gibi �Ne candarma, ne hükümet onlara karışmazdı, çünkü bolca para oynatıyorlardı.� Rüşvet, iltimas, yolsuzluk yani toplumun tüm kanayan yaraları burada ortaya çıkıyor. Aile hayatının nasıl bozulduğunu dost (metres) hayatının yaşanmaya başladığı bir nevi Türk toplumunun kendi örf, adet, gelenek görenek ananelerinden uzaklaştığı da ortaya koyulmaktadır. Evlilik olayına da burada değinmek istiyorum. Günümüzün, geleceğimizin ve geçmişimizin en büyük sorunlarından birisi olmuş olan evlilik her devirde aynı olaylar üzerinde iştigal etmektedir. Bir yanda yaşlı, zengin, hovarda damat, bir yanda masum genç kız. İşte bu çelişki sürekli bir döngü haline gelmiş bir realitedir.
Eserde bakıldığı zaman yine Selahattin Bey�in evlatlığı, damadı Yusuf�u devlet kirasına işe alırken gösterdiği iltimas da gözlerden kaçmıyor. Okuma-yazmabilmiyor, o işten anlamıyor ancak Kaymakamın evlatlığı olması her şeyi örtbas etmeye yetiyor.
Eserde içinde bulunduğu toplumun idari-siyasi yapısını görmek mümkündür. Kaymakamın toplum tarafından saygı gören, söylevleri dikkatle dinlenen dolayısıyla halkın içinde bulunan devlete olan saygı ve sevgi kavramını ortaya çıkarabiliriz. Yine eserde idari işlerin işleniş şekli anlatıldığında devlet kadrolarındaki lüzumsuz, aşırı derecede fazla olan işçi sayısı, tembellik kavramları ortaya çıkıyor. Eser toplumun tüm kurumlarını, toplumda süregelen değişik traji komik olayları göstermesiyle kaynak niteliğinde bir kitaptır. 1935�li yılların yapısı bu kitaptan çıkararak mümkün olacaktır.
Yusuf işaret ettiğimiz aksaklıklara karşın yine de kuşkusuz Türk romanı için yeni ve ilginç bir kahramandır. Onu ilginç kılan yalnızca topluma karşı ters düşmüş, kendini toplumun dışında, belli bir toplumsal yapının yarattığı değerleri ve görüşleri aşmak istemedir. Bu bakımdan düzenle uzlaşamayan kahramanlar tipinin de ilk örneği olması da ilgi çekicidir.
İlk verdiğimiz örnekte eşraf sınıfını, o zamandaki idari-siyasi olayların nasıl geliştiğini anlatırken �Ne candarma, ne hükümet bunlara karışmadı. Çünkü parayı bolca oynatırlardı.� Cümlesiyle başlamıştı işe. Yani ikinci bir örnek ile bir takım olanlarında göreni, memleketi asıl idareleri altında bulunduran eşrafı, bu paraya dayanan gücü belirtmektedir. Örneğin; Şakir, babasının yardımıyla evlerinde çalışan Kübra�nın zorla ırzına geçer, ama ne kız ne anası bir şey yapamaz. Kadın, onlardan hesap sormaya kimsenin gücü yetemeyeceğini söylediği zaman Kaymakam Bey �Benim kudretim yeter.� Diyecek gibi olur ama bunu laf olsun söylemek bile içinden gelmez. Yine İhsan�ın düğünde herkesin gözü önünde Ali�yi vuran Şakir, jandarmaya yedirilen rüşvetle ve tanıklara yapılan baskı sonucu mahkemeden beraat eder.
Bu örnekleri vermem sebebim işte bu tür olayların yıllardan beri süregelmesidir. Kişiler değişiyor, olaylar değişiyor ama kurumlar hep aynı kalıyor. Bu çarpık zihniyet yüzünden ne Kübra�lar, ne Ali�ler feda ettik bu vatan için. �KUYUCAKLI YUSUF� un toplumun bu kanayan yaralarına değinmesi ve ortaya atması yönüyle, eserde hiçbir batı hayranlığı etkisinin görülmemesiyle, sade ve basit anlatımıyla çok önemli bir şaheserdir.
Eksik olan bir yönü de yazar dini inançlarını eserin içinde kullanırken aşırıya kaçmıştır. Diğer inanca sahip olan insanları değerlendirirken nesnel davranmayı başaramamıştır. Her şeye rağmen ezilen halkı, köylüyü anlatması içinde batı hayranlığından hiçbir etki almamasıyla ilk roman özelliği taşır.


Şengül Şirin 04-27-2009 04:47 PM

Küçük Ağa/ Tarık BUĞRA
 
TARIK BUĞRA - KÜÇÜK AĞA

1-)KİTABIN KONUSU :
Birinci Dünya Savaşı ile birlikte Osmanlı Devleti eski gücünü,heybetini kaybetmeye başlamış,isyanlar ve işgallerle zayıf duruma düşmüştür.Kitapta , bir Anadolu kasabası olan Akşehir'den yola çıkılarak ,kurtuluş mücadelesinin bir bölümü anlatılmaktadır.Olaylar Akşehir�in bir kasabasında başla ve gelişir.

2-) KİTABIN ÖZETİ :
Dünya Savaşı resmen sona ermiş olmakla birlikte , Osmanlı Devleti üzerinde yarattığı etkiler tüm gücüyle devam emektedir.Savaş sonrası bir çok asker memleketlerine geri dönmüştür.Zayiatın büyüklüğü evlerine dönen erlerin çoğunun gazi oluşuyla daha da iyi anlaşılmıştır.Bu erlerden biri de Salih adlı Akşehirli bir askerdir.Memleketine döndüğünde kaybettiği kolunun acısıyla beraber , ülkenin durumunu daha acı bir şekilde anlayan Salih gittiğinden beri çok şeyin değiştiğini görür.Önceleri dost olarak yaşayan Rumlar ve kendi halkı şimdi birbirinden soğumuştur.Salih�in samimi arkadaşı olan Niko da bir Rum dur ve gelişmelerden o da etkilenmiştir.Yavaş yavaş Yunan ve İngiliz ordularının işgal haberleri gelmekte ve iki halkın birbirine olan düşmanlığı artmaktadır.Salih ise yüzyıllardır Osmanlı himayesinde rahatça yaşayan Rumların bu davranışını bir ihanet olarak görmekle beraber arkadaşı Niko�dan kopamamaktadır.Rumlarla olan dostluğu kasabalı tarafından fark edilir ve kasabalı Salih�i dışlar.Salih artık sürekli Niko ve O�nun çevresiyle dolaşır olmuştur.Artık Osmanlı ve Padişaha olan güvenci de sarsılmıştır.Kaybettiği kolunun hayatına tesiri büyük olmuştur.Kimsenin O�na hak ettiği saygıyı göstermediğine
inanan Salih kendini namazdan niyazdan çekmiştir.Öte yandan halk işgallere tepkisiz kalmama kararı almıştır fakat bunun kimin önderliğinde yapılacağı karmaşası vardır.
Salih günler geçtikçe kendi kasabalısının tepkisini kazanmış ve artık istenilmeyen biri olmuştur.Bu sırada kasabaya İstanbullu Hoca adında bir hoca gönderilir.İstanbul�dan gönderiliş amacı kasabada padişaha ve Osmanlı�ya bağlılığı teşvik edici düşünceyi sağlamaktır.Hoca gerçekten de çok etkili bir insandır ve halkın büyük beğenisini ve takdirini kazanır.Vaazlarda cemaate Osmanlı padişah ve din lehinde düşüncelerini aktarmaktadır.Bu sırada memlekette Hoca�nın düşüncesine tam ters olmamakla birlikte , kurtuluş ümidi olabilecek bir örgüt kurulmaktadır.Kuvayı Milliye adı verilen bu örgüt Anadolu�da işgalleri önlemek ve İstanbul ve padişah yönetiminin boyunduruğundan kurtulmak için kurulmuştur.Fakat Kuvayı Milliye�nin işi çok güçtür.Memlekette işgallere karşı veya işgallerden yana bir çok örgüt vardır. Kuvayı Milliye önce bu örgütleri kendi tarafına çekmeli veya bertaraf etmelidir.Hocanın vaazları da Kuvayı Milliye ilkelerine ters düşmektedir.Hoca her fırsatta padişaha bağlılıktan bahsetmektedir , Kuvayı Milliye ise padişahtan kurtulmak ,yeni bir yönetim kurmak amacını gütmektedir.İşte bütün bu ihtilaflar dolayısıyla Kuvayı Milliye yandaşları ve Hoca arasında bir elektriklenme ve zıtlaşma meydana gelir.Hoca ise halka kendini çok sevdirmiştir çünkü her yönüyle iyi ve doğru bir insandır.Fakat Hoca da kendi içinde bir yandan yaptığı işin gerçekten doğru olup olmadığının sorgulamasını , padişaha olan güvencinin doğruluğunun şüphesini yoklamaktadır.Kuvvacılarla Hoca arasındaki çatışma zamanla iyice açık şeklini alır ve vaazlarda karşıt fikirler açıklanır.
Olaylar gelişirken Salih ise unutulmuşluk ve terkedilmişlikten bir kaçış olarak Kuvayı Milliye�ye katılmaya verir.O�nu bu kararı vermeye zorlayan başka bir şey ise yakın arkadaşı Niko�nun da sonunda Osmanlıya karşı savaşta yer almasıdır.Salih bu ihanetin öcünün peşinden koşacak ve kurtuluş mücadelesinde büyük rol oynayacaktır.Kuvva bir türlü hizaya gelmeyen Hoca hakkında ölüm emri çıkartır.Hoca evliliği ve çocuğu ve en önemlisi de halkın zorlamasıyla Akşehir�den kaçar ve çete reislerine sığınır.Kuvva ile arasında yaşanan kovalamacadan sağ kurtulur ve kendi başına yanına adam da alarak bir kasabaya sığınır.Kuvva ise Hocayı kaçırdığı için üzgündür ve Salih�i O�nu bulmakla görevlendirir.Hoca ise şimdi hangi tarafta yer almak gerektiğinin hesabını yapmaktadır.Kuvayı Milliye ise her geçen gün başarı kazanmakta ve güçlenmektedir.Salih Hoca�yı bulur ve O�nu padişah hizmetinden vazgeçerek Kuvva yararına çalışmaya ikna eder.Beraberce Çerkez Ethem�in kardeşi Tevfik Bey�in çetesine katılırlar .Çerkez Ethem ve kardeşleri milli mücadelede en büyük rollerden birini üstlenmiş ve gerek düşman işgallerine gerekse ayaklanmalara karşı başarılar sağlamışlardır.Fakat şimdi düzenli ordu ve İsmet Paşa�nın emri altına girmek söz konusu olunca Çerkez Ethem ve kardeşleri zıt bir tavır takınarak Kuvva�ya ve Ankara�ya karşı isyan bayrağı açmıştır.Hoca ise bu yolun yanlış olduğuna inanır ve onları bu yoldan döndürmek için planlar kurar.Hoca�nın amacı Çerkez Ethem ve kardeşlerini Kuvva�ya karşı cephe almaktan vazgeçirmek olmasa bile olası bir isyan halinde güçlerini zayıflatmaktır.Bu sırada Hoca Salih� i haber edinmek için Akşehir�e yollar.Akşehir�de ise Hoca öldü bilinmektedir.Oysa Hoca hayattadır ve yeni kimliği �Küçük Ağa� ile kuvva yararına çalışmaktadır.Hoca�nın Kuvva yararına çalıştığı haberi Salih tarafından Akşehir�de sadece Kuvvacı olan birkaç kişiye duyrulur ve memnuniyet yaratır.Başta Kuvayı Milliye hareketine büyük hizmet vermiş Doktor olmak üzere Kuvvacılar Hoca�nın kendi saflarına katılışından büyük haz duyarlar.
Hoca Ethem�in İsmet Paşa hizmetine girmemek için yapacağı en büyük saldırı olan Kütahya saldırısında O�na bir oyun oynayarak başarısızlığını sağlar ve Kuvayı Milliye�ye en büyük hizmetini vermiş olur.Ethem ise Yunanlılara sığınacaktır.Hoca ise bütün bu ihtiras ve gücü elinde bulundurma tutkusuna kapılan insanlardan nefret etmektedir.Artık savaş alanından başka bir cephede de mücadele verilmektedir , şimdi iktidar çekişmeleri büyük tehdit oluşturmaktadır.Hoca bunu acıyla farkeder.Ankara ise Hoca�nın başarılarından haberdardır ve kendisini Ankara�ya davet eder.Daveti kabul eden Hoca Ankara�nın durumunu yakından görür ve cephede savaşmanın , bu iktidar kavgasında yanlış düşünenlere ve hainlere verilecek savaştan daha kolay olduğunu düşünür.Fevzi Paşa Hoca�ya yakınlık gösterir.Hoca bütün bu kişiliklerin önemini daha iyi anlamaktadır.Memleket zafere doğru gitmektedir ve bu noktada Ankara ve Melis�e büyük iş düşmektedir.Bu sırada Küçük Ağa yani İstanbullu Hoca Ankara'da kendisini Akşehir'den tanıyan ve bir zamanlar zıt fikirleri yüzünden tartıştığı Kuvvacı Doktor ile buluşur.Doktor böyle saygıdeğer birinin kendi saflarına katılışından duyduğu mutluluğu Hoca�ya söyler ve asıl kimliğini bilenin sadece kendisi olduğunu , kendisi dışındakilerin O�nu Küçük Ağa diye tanıdıklarını anlatır.Hoca ise artık özlediği eşi ve çocuğunun özlemiyle yanmaktadır.
Küçük Ağa Fevzi Paşa ile birlikte Akşehir�e gelir ve burada da tanınmadığını ve Küçük Ağa olarak bilindiğini görür.Eşi ve Çocuğu hakkında bilgi alır ve çocuğunu bulur fakat eşinin durumu kötüdür.Eşine geldiğini haber eder fakat kadın ölmek üzeredir ve oğlunu Hoca�ya emanet ettiğini söylemekle kalır ve günler sonra da ölür. Hoca daha sonra Ankara�ya döner ve mücadeleye devam eder.


3-)KİTABIN ANA FİKRİ:
Vatan ve millet sevgisi , bağımsızlık duygusu. Kurtuluş savaşının küçük bir kasaba' dan görünüşü.

4-)KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ:

Küçük Ağa(İstanbullu Hoca):Kurtuluş mücadelesine büyük hizmetler vermiş binlerce kişiden biri.

Salih:Birinci Dünya Savaşında sağ kolunu kaybetmiş ve hayatının anlamını Kurtuluş Mücadelesi ile tekrar kazanan biri.

Çerkez Ethem:Başlarda vatan ve millet için yeri tutulmaz hizmetler vermiş , cephede büyük başarılar göstermiş, fakat düzenli orduya geçme kararı alındığında tamamen zıt fikirleri benimsemiş ve zararlı olmuş bir çete reisi.

Doktor Haydar Bey:Dünya Savaşında Yüzbaşı rütbesiyle görev yapmış ve milli mücadele yıllarında Kuvayı Milliye�ye büyük hizmetler vermiş bir asker.

Ali Emmi:Kurtuluşu Kuvayı Milliye�de gören ve çok büyük fedakarlıklarda bulunan yaşlı bir vatandaş.

5-)YAZARIN HAYATI
2 Eylül 1918 tarihinde Akşehir'de doğdu. İlk ve ortaokulu Akşehir'de okudu. İstanbul Lisesi'nin yatılı kısmında okurken bu lisenin yatılı kısmının kapatılması üzerine kaydını Konya Lisesi'ne aldırdı ve liseyi burada bitirdi. (1936). Lise yıllarında Tarık Nazım müstear ismiyle hikaye ve şiirler yazmaya başlayan Tarık Buğra, İstanbul Üniversitesi Tıp ve Hukuk fakültelerinde bir süre okuduktan sonra kaydolduğu Edebiyat Fakültesi Türk Dili Edebiyatı Bölümünün son sınıfında ayrıldı. Askerlik hizmetinden sonra Şişli Terakki Lisesi'nde muallim muavini olarak işe başladı.
Cumhuriyet gazetesinin açtığı yarışmada Oğlum(uz) adlı öyküsüyle bin liralık büyük ödüle layık görüldüğü ilan edildi. (1948). Ancak, Tarık Buğra'ya bu para yerine altın bir kalem ödül olarak verildi. Aynı yarışmada Doğan Nadi'nin bölük komutanı birinci ilan edildi ve bu zatın hikayeci olarak adına ikinci bir kez daha rastlanılamadı. Yine de bu ödül neticesinde aldığı yoğun iş teklifleriyle basın hayatına atılma konusunda cesareti artan Tarık Buğra, Akşehir'e dönerek Nasrettin Hoca Gazetesi'ni çıkardı (26 Temmuz 1949-28 Haziran 1952). Milliyet gazetesi, Vatan, Yeni İstanbul gazetesi (1952- 1956), Yol Dergisi (1968) ve Tercüman gazetesinde (1970-1976) sanat sayfaları düzenledi, fıkralar yazdı, yazı işleri müdürlüğü yaptı. Hisar dergisi ve Türkiye gazetesinde de yazan Tarık Buğra, 26 Şubat 1994 tarihinde İstanbul'da öldü.
BAŞLICA YAPITLARI :
Bu Çağın Adı, Dönemeçte, Osmancık, Gençliğim Eyvah, Küçük Ağa, İbiş'in Dünyası, Firavun İmanı, Yarın Diye Bir şey Yoktur, Siyah Kehribar, Politika Dışı, Yağmur Beklerken, Yalnızlar

Şengül Şirin 04-27-2009 04:56 PM

Mai Ve Siyah/ Halit Ziya Uşakligil
 
KİTABIN ADI :MAİ ve SİYAH

KİTABIN YAZARI :HALİT ZİYA UŞAKLIGİL

YAYINEVİ :İNKILAP VE AKA KİTABEVLERİ

BASIMYILI :1980

1.KİTABIN KONUSU:Hayalleri olan bir gencin lise son sınıfta babasını kaybetmesiyle hayallerinin yıkılışı ve beraberindeki hayat mücadelesi.
2.KİTABIN ÖZETİ: Ahmet Cemil,babasının ölümünden sonra,binbir güçlükle okulu bitirir ve kız kardeşini ve annesini beslemek için çalışmak zorunda kalır.Bunun için elinden fazla birşey de gelmemektedir.Çünkü yabancı dil bilmekten başka bildiği birşey yoktur.Ona kalsa,bütün çalışmalarını şiir üzerinde toplamayı;edebiyatımıza bir başka yön vermeyi ister. Ancak hayat mücadelesi onu çok genç yaşta karşılar.
Ali Şekip ,Hüseyin Nazmi gibi arkadaşlarıyla başlıca tartışma konusu budur zaten. Raci gibi kendisini kıskanan,arkasından dedikodular yaratan birine rağmen şiirde birşeyler yapacağına inanır . Bir yandan , Ahmet Cemil ,bu sarı , uzun saçlı, mavi gözlü ,kalem parmaklı genç, Hüseyin Nazmi�nin kızkardeşi Lamia�yı sever.Tek kaygısı onunla evlenmek,ona layık bir yuva kurabilmektir.Fakat bu mümkün olabilir mi? Olabilecek mi? Hep bunu hayal eder.
Okulu bitirdikten sonra ,zavallı genç çok sıkıntılı günler geçirir.Evlerine gittiğin öğrencilerin şımarıklıklarına katlanmak zorunda kalır.Ekmeğini kazanır ama, neler pahasına! Böylelerinden para kabul etmeğe mecbur kalmak ona pek ağır gelir . Başka çare de yoktur. Pek dayanamaz hale gelince , bu sefer kitapçılara polis romanları tercüme etmeye kalkar. O çağlarda pek sayılı olan bu kitapçılar da onun derisini yüzerler.Geceler boyu göz nuru dökerek yaptığı anlamsız tercümelere hiç denecek kadar az para verirler. Ne öyle eserleri tercüme etmek ister , ne de parasını üzüle üzüle almaya razı olur.
Ahmet Cemil, günün birinde �Mirat-I Şuun� adlı gazetede çalışmaya başlar. Hayatı az çok düzene girer. Hatta ,gazete sahibinin oğlu Vehbi Efendi, Ahmet Cemil�in kız kardeşi İkbal�le evlenir. O zaman Süleymaniye�de eski bir evde oturan Ahmet Cemil, kız kardeşini mutlu görmek hevesiyle güzel bir düğün yapar. Ama bu evlilik, o zamanın evlenme şartları yüzünden başarılı olmaz. Evlenenler daha önce birbirlerini tanımadıkları için bağdaşamazlar. Vehbi Efendi çok kaba, durmadan içen , küstah bir kimsedir. Öyle alçak bir heriftir ki, karısı hamile olduğu sıralarda beslemelerini okşayarak onlarla gönül eğlendirir. Ahmet Cemil bu adiliklere dayanamaz .Gülle dokunmaya kıyamadığı biricik kız kardeşinin hırpalanmasına, hatta dövülmesine razı olmaz. Bir gece, Vehbi, İkbal�I öyle hırpalar, durumunu düşünmeden öyle bir tekme atar ki zavallı kadın çocuğunu düşürür. Ahmet Cemil, çıldırmış bir halde, arkadaşı Ali Şekip�in dükkanına kendini atar. Ali Şekip�e anasınden aldığı küpeleri, yüzükleri emniyet sandığına rehin etmekte kendisine yardım için gitmiştir. Kız kardeşini ölümden kurtarmak gerekmektedir.Hiçbir önlem zavallı İkbal�i ölümün pençesinden kurtaramaz.
Hüseyin Nazmi, uzakça bir görevle dış işlerine tayin edilmiştir. Memmundur. Ahmet Cemil, bir gün onu ziyarete gider. Bir aya kadar memleketten ayrılacak olan Hüseyin Nazmi, sevineceğini sanarak Ahmet Cemil�e başka bir haber daha verir. Lamia�yı evlendiriyorlardır.O zaman Ahmet Cemil Lamia�ya ait tek tük hatıra kırıntılarını bir daha yaşar. Bunlar, Lamia�nın çocukluğu ile ilgilidir. Zihninde, kızı, ailesinin ısrarıyla evlenmeyi kabul etmiştir diye tasarlar.Bir an sevgisini itiraf etmeyi düşünür.Ama yoksulluğu, işşizliği aklına gelince bir yuva kuramayacağını kabullenir. Bundan da vazgeçer.
Önce kardeşi, sonra Lamia� Geriye ne kalmıştır?Eseri mi?Genç adam,bütün ömrürünü koyduğu şiirlerini bir an bile duraklamadan ocağa atıp yakar. Yaşamı gözlerinde yaşlar,ağzında acı bir lezzetle seyreder. O esrin bir anlamı kalmamıştır artık.
Madem ki Hüseyin Nazmi gidiyor, o da gidecektir. Bir gün Taksim bahçesinde oturuken ileriye ait tasarlarını, tasarladıklarını hatırlar. Şimdi o da Anadolu�da bir görev alıp gidecektir işte. Kendisine kırgınlıktan başka birşey sağlamayan bu İstanbul�dan kaçacaktır. Kararını yerine getirir. Dertli anasını alarak bir vapura biner. Gece karanlığında, son defa İstanbulu, Cihangiri seyreder. Deniz karanlık, gece karanlıktır. Vaktiyle Tepe başında, gece, gözlerine bir elmas yağmuru gibi görünen ışıklar sanki sönmüştü. Şimdi her taraf simsiyahtı. Oda,güneşten, hayatın biçareliğiyle alay eden ışıktan kaçarak,sonsuz bir yoklukta mutlu ve rahat, yuvarlanıp gidecektir.

3.KİTABIN ANAFİKRİ: İnsan hayatta karşısına çıkan zorluklara karşı mücadele etmeli,hayallerle gerçekleri birbirine karıştırmamalıdır.
4.KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRMESİ:
AHMET CEMİL: Başarılı bir lise hayatı sürerken,son sınıfta babasını kaybeder ve hayat mücadelesine çok erken başlar.Amacı şiire başka bir yön vermek iken babasının ölümü her şeyi alt üst eder.Hayalleri olan bir gençtir.Babasının ardından kızkardeşi İkbal�in ölümü,son olarak da yakın dostu olan Hüseyin Nazmi�nin kızkardeşi Lamia�nın evlenmesiyle tüm hayalleri yıkılır.
HÜSEYİN NAZMİ:Ahmet Cemil�in en yakın dostudur.O da Ahmet Cemil gibi şiire düşkündür.İlbal�in ağabeyidir.
İKBAL:Ahmet Cemil�in kızkardeşidir.Özellikle babasının ölümünden sonra annesine ve ağabeyine bağlılığı artmıştır.
LAMİA:Hüseyin Nazmi�nin kızkardeşidir.Güzel ve alımlı bir genç kızdır.Ahmet cemil�in kendisine olan aşkından hebersizdir.
5.KİTAP HAKKINDA ŞAHSİ GÖRÜŞLER:
Eser,dili ağır olduğu için pek anlaşılmamakta,devamlı dipnotlara bakma ihtiyacı hissedilmektedir.Buna rağmen olayların anlatılışı akıcı bir dille ifade edilmektedir.Hayat şartlarının zor olduğu bir dönemde yazılan eser,insanın maddi durumunun hayatını nasıl etkilediği açık bir şekilde ortaya konmuştur.
6.KİTABIN YAZARI HAKKINDA KISA BİLGİ:
İstanbul�da doğdu.İstanbul�da başladıgı öğrenimini İzmir�de tamamladı. Öğretmenlik yaptı,çeşitli memurluklarda bulundu. Edebiyat hayatına 1884�te atıldı..Geniş bir kültüre ve bilgiye sahipti.Servet-i Fünun edebiyatının nesir alanında en güçlü kalemi oldu.Türk edebiyatının en büyük romancısı olarak kabul edildi.Romanlarındaki konularda çoğunlukla aydınlar arasından şeçtiği halde, hikayelerinde daha çok halkın yaşayışını konu olarak seçmiştir.
ROMANLARI OYUNLARI

-NEMİDE -KABUS
-BİR ÖLÜNÜN DEFTERİ -FÜRUZAN
-SEFİLE -FARE
-FERDİ VE ŞÜREKASI
-AŞK-I MEMNU ANILARI
-KIRIK HAYATLAR -KIRK YIL
HİKAYELERİ -SARAY VE ÖTESİ

-BİR YAZIN TARİHİ -BİR ACI HİKAYE
-SOLGUN DEMET
-SEPETTE BULUNMUŞ SANAT VE EDEBİYAT
-HEPSİNDEN ACI ÜZERİNE
-AŞKA DAİR -SANATA DAİR
-ONU BEKLERKEN
-İHTİYAR DOST
KADIN PENÇESİ
E

Şengül Şirin 04-27-2009 05:00 PM

Sergüzeşt/Sami Paşazade Sezai
 
KİTABIN ADI

SERGÜZEŞT

KİTABIN YAZARI

SAMİ PAŞAZADE SEZAİ

YAYIM EVİ VE ADRESİ

BAŞBAKANLIK BASIMEVİ ANKARA

BASIM YILI

1984



KİTABIN KONUSU:

Evinden ayrılan küçük bir kızın başından gecen olaylar dramatize edilerek anlatılmıştır. Kızın başından gecenler oldukça acıklıdır. Uzun bir süre kölelik hayatı yaşamıştır.
KİTABIN ÖZETİ:
Evinden ayrılıp bir gemi ile yurdundan uzaklaşan küçük kız, onun gibi başka bir esir kız ile birlikte neresi olduğunu bilmediği bir yere getirilmiştir. Bu kızı bundan sonra birçok sürprizler beklemektedir.

İlk olarak kız (henüz bir ismi yoktur), yaşlı fakat zengin bir kadını yanına ona hizmet etmesi amacıyla satılmıştır. Küçük kız burada tam bir esaret hayatı yaşamaktadır. Sürekli olarak buradan nasıl kurtulabileceğinin planlarını yapmaktadır. Bu evin hanımının yanı sıra hanıma hizmet etmekte olan başka bir kadın da kıza baskı yapmaktadır. Bu durum kızı yıpratmakta, zaten bir umudu olmayan yaşamdan onu iyice somutlamaktadır. Bir gün kız bu evden kaçmayı iyece kafasına taktığı bir anda bir gece yarısı evden kaçar. Çevreyi pek tanımadığı için saatlerce yürür fakat bir yere de yorgun bir şekilde yere yığılmaktan başka çaresi yoktur. Yerde kaldığı bölgede bir evin bahçe kapısının önüdür.
Sabah olunca evin hizmetlilerinden biri kızı farkeder ve onu içeri almak için yaşlı ev sahibine danışır. Oda bunu çok olumlu bir şekilde karşılar ve hemen yardım etmek niyetiyle onu yanına alır. İlk olarak karnı doyurulur, güzel bir uyku çektirirlir. Daha sonra kız kendine gelince ona neler olup bittiği sorulur. Oda anlatır evin hanımı kızın yaşadıklarını duyunca çok üzülür ve ona yardım edeceğini söyler, kız da buna çok sevinir. Evin hanımı ona sahibinden izin alacağını ve artık kendi yanında kalacağını söyler. Bunun için hanımı kızın kaçtığı eve gider. Ve onu yanına almak istediğini söyler. Fakat kadın bunu onur meselesi yaparak kabul etmez. Bundan sonra kızda eski evine geridöner. Bu olay kızı çok etkilemiştir. Çünkü daha önce kaçtığı eve tekrar dönmüştür. Gider gitmez yine hiç hoş olmayan durumlarla karşılaşmıştır.
Günler böyle geçip giderken birgün Mustafa bey evin sahibi birkaç yıl önce işlediği bir hatadan dolayı bir çok borcu olmuştu ve bu borçları ödemek için karısıyla tartışırdı. Birgün karısıyla beraber kızın satılmasına kara veridler.
Kızın adı kaçtığı evde hanımın onu çok güzel bulması üzerine �dilber� olarak koyulmuştu. Bundan sonrada ona �dilber� olarak seslenilmeye başlandı. Dilber kendisi hakkında satılması kararının alınmasından sonra bir esirciye satıldı. Ve Dilber�in bütün hayatı bu yönde değişti. Dilber bundan sonra belli bir süre esir hayatı yaşamıştır. Bu süre içinde bir çok kendisi gibi esir hayatı yaşamış olan kız arkadaşları olmuştur. Onların hayatlarını dinledikçe aslında kendi hayatının okadarda kötü olmadığının farkına varmıştır. Daha nice insanların kendisi gibi cefa çektiğini anlamıştır. Buradaki bir çok kızın çeşitli meziyetleri vardır. Bir tanesi çok iyi bir şekilde ud çalmaktadır bu yüzden çoğu yerden çağrılmaktadır. Dilber�de onun gibi ud çalabilmeyi çok istemektedir.
Dilber�e bir gün bir talip çıkmıştır, ve Dilber�de o eve gitmek zorunda kalmıştır zaten onun böyle bir şeyi isteyip istemediği pek önemli değildir, önemli olan bir kaç kişinin işinin görülmesidir.
Dilber�in gittiği bu evde ona bir esir gibi değil, bir insan gibi yaklaşılması onu çok etkilemiştir. Evde bir hanımefendi, onun kocası ve onların tek oğlu olan Celal bey bulunmaktadır. Celal bey aynı zamanda bir ressamdır. Yaptığı porrelerle ün kazanmıştır. Dilber�i evde görünce o da çok şaşırmıştır. Çünkü Dilber�i Cleopatra�ya benzetmişti. Celal bey yalnız yaşadığı için kız arkadaşı ya da sevgilisi yoktur. faKat Dilber�I gördüğü andan itibaren içinde bir kıvılcım oluşmuştur. İlk zamanlarda Dilber�de buna bir karşılık doğmamış fakaat günler geçtikçe Dilber�de onaa karşı ilgi duymaya başlayacaktır. Celalbey Dilber�i boş bulduğu zamanlarda odasına çağırıp onun resimlerini yapmaya başlamıştır. Kimi zaman nü resimlerini de çalışır. Dilber�in bebeksi vücudunu gördüğü zamanlarda daha önce hç yaşamadığı duyguları tadıyordu. Ona her baktığında onun daha değişik bir güzelliğini yakalıyordu. Günler geçtikçe Dilber zamanının büyük bir kısmını Celal beyin yanında geçirmeye başlar. Böylelikle Celal beyin Dilber�e olan aşkı da diğer ev halkı tarafından da öğrenilir. Bu arada Celal bey açıkça aşkını Dilber�e de belli etmeye başlar. Dilber bu olaya ilk önceleri çok şaşırır. Çünkü böyle bir şeye asla imkan vermez. Bunun nedeni de onun esir kız olmasıdır. Daha ssonraları Dilber de Celal beye karşılık vermeye başlar. Günler geçtikçe onlar aşklarını bariz bir şekilde yaşarlar. Evin bahçesinde yıldızları seyrederler, beraber gezerler. Fakat bu durum Celal beyin annesini oldukça rahatsız eder ve buna karşı bir önlem almak ister. Bu beraberliği bitirmek için Dilberi Celal beyin evde olmadığı bir zamanda bir esirciye satar. Tabii Dilber�in yapacak bir şeyi yoktur. Celal bey daha sonra eve döner ve ilk olarak Dilber�in nerede olduğunu sorar önce bunu öğrenemese de daha sonra öğrenir fakat onu bütün aramalarına rağmen bulamaz. Bundan sonraki bütün hayatı boyunca oda Dilber�de mutlu olamaz.
Bundan sonra ikisi de hiç mutlu olmadığı gibi bu olay biçare dilberi intihara kadar sürükler bu yaptıklarına Celal bey�in ailesi de çok pişman olur ama yapabilecek bir şey yoktur.
KİTABIN ANA FİKRİ:
Kitabın ana fikri evinden ayrılan bir insanın başına her zaman her türlü kötülüğün gelebileceği bunlardan kurtulma yolunun da sadece kendi elinde olduğu kimseden yardım alamayacağı tek başına kalacağı.
KİTAP HAKKINDAKİ ŞAHSİ GÖRÜŞLER:
Kitap çok ağır bir dille yazılmamıştır fakat ara ara anlaşılamayan sözcüklere rastlanabilir yinede kitap bize kölelik hayatından bahsettiği ve bilgilendirdiği için oldukça önemli bir kaynak niteliğindedir ve yararlanabilecek seviyededir. Bence kitap herkes tarafından beğeniyle okunabilir. Oldukça sürükleyicidir.

YAZAR HAKKINDA KISA BİLGİ:

1860'ta İstanbul'da doğdu. Devrin ileri gelen isimlerinden Sami Paşa'nın oğludur. Özel öğrenim gördü. 20 yaşına kadar resmi bir görev almayıp, edebiyat konusundaki bilgilerini artırmayı tercih etti.

1880'de Evkaf Nezareti Mektubi Kalemi'ne memur oldu. Babasının ölümünden sonra da Londra Elçiliği İkinci Kâtipliği'ne atanan Sezâi, orada kaldığı 4 yıl boyunca İngiliz ve Fransız Edebiyatlarını yakından izledi. Elçilikteki görevinden İstifa ederek İstanbul'a döndüğünde İstişare Odası'na memur oldu. 7 yıl süren bu ikinci dönem memuriyetinde (1885-1901) sanatını olgunlaştırdı.

Sergüzeşt adlı romanı yüzünden göz hapsine alındığını düşünerek bundan kurtulmak için Paris'e gitti ve Meşrutiyet'in ilanına kadar da orada kaldı (1908). İstanbul'a döndüğünde Madrid Elçisi olarak görevlendirildi.

Birinci Dünya Savaşı başlayınca Madrit'ten İsviçre'ye geçti, savaşın sonuna kadar burada kaldı. Mütareke devrinde emekli olarak İstanbul'a döndü (1921). Son yıllarında kendisine, Büyük Millet Meclisi'nin kararıyla "Hidamat-ı vataniyye tertibinden" maaş bağlandı (1927) ve 26 Nisan 1936 tarihinde İstanbul'da öldü.

Şengül Şirin 04-27-2009 05:01 PM

Sodom Ve Gomore/ Yakup Kadri KARAOSMANOĞLU
 
KİTABIN ADI = SODOM VE GOMORE

KİTABIN YAZARI =YAKUP KADRİ KARAOSMANOĞLU

YAYIN EVİ VE ADRESİ = İletişim yayınları,Klodfarer cad.No:7
İletişim Han Cağaloğlu_İstanbul
BASIM YILI =1984
1.KİTABIN KONUSU:
İstanbul�un işgali ve İsatanbul halkının işgale karşı tutumu kitapta anlatılıyor.
2.KİTABIN ÖZETİ:
Birinci Dünya Savaşı henüz sona ermiştir.Osmanlı İmparatorluğu da bu felaketten payını almış ve ülkenin her yeri kargaşa içindedir. 1921�lerin İstanbul�u,İngilizler şehri işgal etmiş ve saray buna sesiz kalmıştır. İstanbul,Anadolu�dan kopuk ayrı bir dünya gibidir.Tıpkı Sodom ve Gomore gibi.Tanrının lanetlediği şehirlerden ikisidir. İstanbul kızları İngiliz subaylarıyla beraber olmaktan gayet mutludurlar. Leyla da bunlardan biridir.Bu nazik kızlarımız Kuvayi Milliyetçileri yabani dağ insanı olarak görmekte,hatta tiksinmektedirler. Leyla�ya aşık olan Necdet ise bağımsızlıktan umudunu kesmiş,olaylara sadece seyirci kalmıştır.Sevdiği kızın işgalci subaylarla olan yakınlığını görür fakat görmezden gelir,hatta o da bu subayların çevresinde oluşan yüksek sosyeteye katılır.Oysa Necdet�in arkadaşı Cemil bir şeyler yapmak gerektiğini düşünür ve Kuvayi Milliyecilere katılır ve sonunda şehit olur.Fakat o değeri bilinmez insanlardandır,vatan o ve onun gibilerinin kanlarıyla hayat bulmuştur.Vatanın ayakları aslında bağımsızlık savaşında ayaklarını yitiren gazilerimizindir.Onlar her bir uzuvunu kaybederken vatan yeniden el ayak sahibi olmuştur.
İstanbul�un bu şaşalı hayatı çok kısa sürer.Ezilmiş Anadolu insanının özlediği gün gelir.Bir gece Kuvayi Milliyeciler karanlığın içine akın eden ışık hizmeleri gibi akın ederler şehre.
Leyla,o eski hayatlarının mahvettiği için bu büyük savaşçıları nefretle karşılar.Necdet ise artık bu İngilizler tarafından kullanılmış vatanperverlik duygusundan yoksun kızdan soğumuştur.
Leyla dudaklarını Necdet�in dudaklarına uzatır.Necdet onu kucaklar ve bir köşeye bırakır. Dudaklarında bir kimyevi maddenin �rujun� yavan tadıyla bağımsız İstanbul�a katılır. Ve bu aşkın bittiği yerde roman da son bulur.
3.KİTABIN ANA FİKRİ:

Çöküşün getirdiği bir çürümenin romanıdır. Savaş gibi zor anlarda insanlar maskelerini çıkartıp kendilerini gösterirler. �Dost kara günde belli olur�
4.KİTAPTA OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ:
Necdet, karamsar sorunlar arasında sıkışıp kalmış kendine öz güveni olmayan biridir. Yolu biliyor fakat yolda yürümeye cesareti yok. Küçük kırılganlıkları ve vazgeçemediği rahatlığı onu yurt savunması gibi bir şereften yoksun bırakıyor.
Leyla, bakımlı ,ince yapılı ,dikkati çeken güzel bir İstanbul kızıdır. Fakat ailesi gibi vatan duygularından yoksun, sosyeteyi seven, hovarda bir kızdır. Hayatı yalancı bir cennetten farksız yaşamak istiyordu. Fakat kağıttan yapılmış saraylar çok çabuk bozulurdu ve o asıl kaybeden oldu.
Cemil, yurtsever biri vatanın köle oluşuna katlanamayacak derecede onurlu, güçlü, iri yapılı bir Türktür. Biz bugün bağısızlığımızı o ve onun gibilere borçluyuz.
5.KİTAP HAKKINDA ŞAHSİ GÖRÜŞLER:
Her milletin içinde fedekar insanlar olabileceği gibi menfaat için insanalrda bulunmaktadır. Bağımsızlık bu fedakar insanlar sayesinde devam etmektedir. Asayişi bozan, kan dökülmesine sebep olan, kötülüğün kaynağı olan hep ikinci gruptur. İşte hayat bu iyi ile kötünün kavgasından ibarettir.
6.KİTABIN YAZARI HAKKINDA KISA BİLGİ:
27 Mart 1889�da Kahire�de doğdu. İbrahim Paşa�nın ölümü üzerine Manisa�ya geldi. 1913�te ilk hikayekitabını çıkarır: �Bir Serencan.� Vedat Nedim Tör, Burhan Asaf Belge, İsmail Hüsrev Tökin ve Şevket Süreyya Aydemir�le birlikte �Kadro� dergisini çıkarır. 13 Aralık 1974�te Ankara�da öldü. Eserleri : Rahmet(1923), Milli Savaş Hikayeleri(1947), Kiralık Konak(1922), Nur Baba, Sodom ve Gomore(1928), Hüküm Gecesi, Yaban(1932), Ankara, Bir Sürgün, Erenlerin Bağından(1922), Okun Ucunda, Zoraki Diplomat(1955), Anamın Kitabı, Vatan Yolunda, Politikada 45 yıl(1968), Nirvana(1909), Veda, Sağnak(1929) ve Mağara(1934).

Şengül Şirin 04-27-2009 05:06 PM

Yaban /Yakup Kadri Karaosmanoğlu
 
KİTABIN ADI

YABAN

KİTABIN YAZARI

YAKUP KADRİ KARAOSMANOĞLU
YAYIN EVİ VE ADRESİ

İLETİŞİM YAYINEVİ , KLODFORER CAD.İLETİŞİM HAN NO:7 CAĞALOĞLU 34400 İSTANBUL
BASIM YILI

2000



1. KİTABIN KONUSU .
Kitap kurtuluş savaşı sırasında cephede kolunu kaybetmiş bir subayla, askerliği yeni bitmiş bir askerin köyünde geçen olaylar anlatılmaktadır.
2. KİTABIN ÖZETİ :
Sessiz ve sakin bir yerde hayatını sürdürmek isteyen Ahmet Celal , gittiği yerde ,yabancı olduğundan,yaban olarak tanımlanmaktadır. köydekilerle hiçbir bağlantısı olmamasına ve subay olmasına rağm en ona düşman gözüyle bakılmaktadır. Ülkenin tamamı işgal altında olmasına rağmen köylülerin bunu umursamaması , sonuçta; evlerinin kundaklanması, yiyeceklerinin yağmalanması, kadın ve kızlarına tacizde bulunulması onların akıllarını başlarına getirir.Bu durumu gören Ahmet Celal sevgilisini yanına alıp kaçmaya çalışır.
3. KİTABIN ANA FİKRİ :
Vatanın elden gitmesine rağmen duyarsızlığını sürdürmesinin,cahilliğin bir sonucu olduğunu göstermesidir.
4. KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ :

AHMET CELAL : içi vatan aşkıyla dolu,köylülerin cahilliğini gidermek için didinen,köy yaşamına alışık olmayan birisidir.
SALİH AĞA :Sinsi bir kişiliğe sahiptir. Kendi çıkarları doğrultusunda hareket eden bir kişiliğe sahip.
MEHMET ALİ�NİN ANNESİ : Kendisini toprağa adamış, cahil, hiçbir şeyden habersiz ve başkalarının sözünü dinlemektedir.
BEKİR ÇAVUŞ : Askerlik yaptığından dolayı olayların kısmen farkındadır. Bulunduğu ortam itibariyle bildiklerini aktarmaktan çekinmektedir.
5. KİTAP HAKKINDA ŞAHSİ GÖRÜŞLER :
Bana göre Yaban ; aydınla köylünün anlaşmazlığını ve cahiliğini gözler önüne seren değerli bir eserdir.
6. KİTABIN YAZARI HAKKINDA BİLGİ :

27 Mart 1889'da Kahire'de doğdu. İlköğrenimine ailesiyle birlikte gittiği Manisa'da başladı. 1903'te İzmir İdadisi'ne girdi. Babasının ölümünden sonra annesiyle yine Mısır'a döndü, öğrenimini İskenderiye'deki bir Fransız okulunda tamamladı. 1908'de başladığı İstanbul Hukuk Okulu'nu bitirmedi. 1909'da, arkadaşı Şehabettin Süleyman aracılığıyla Fecr-i Âti Topluluğu'na katıldı. 1916'da tedavi olmak için gittiği İsviçre'de üç yıl kadar kaldı. Mütareke yıllarında İkdam Gazetesi'ndeki yazılarıyla Kurtuluş Savaşı'nı destekledi. 1921'de Ankara'ya çağrıldı ve bazı görevler verildi.
ESERLERİ :
Kiralık Konak, Nur Baba, Hüküm Gecesi, Yaban, Ankara, Zoraki Diplomat, Panoroma

Şengül Şirin 04-27-2009 05:07 PM

Armağan/ Danıelle Steel
 
KİTAP ADI :ARMAĞAN
KİTABIN YAZARI: DANIELLE STEEL


1.KİTABIN KONUSU :

Kitabın konusunu bir kızın ergenlik çağındaki sorunları oluşturmaktadır. Kızın ailesinin çok katı kuralları olması dolayısıyla çevresiyle olan ilişkilerinin boyutlarını ele almıştır.

2.KİTABIN ÖZETİ :

Kış mevsiminde, Whitteaker ailesi noele çok büyük bir heyecanla hazırlanmaktadır. Ailenin reisi olan john�un babasında kalma, kendisininin yürüttüğü bir işi vardır. Ailenin hanımı olan Liz iyi öğrenim görmüş olan biridir. Çocukları dünyaya geldikten sonra işini bırakmış ve kendini tamamen onların yetişmesine adamıştır. Tommy ailenin büyük çocuğudur. Kendisi okulda ve uğraştığı spor dallarında çok başarılıdır. Küçük çocukları, Annie ise çok yaramaz ve bir o kadar da sevimli bir kız çocuğudur. Onun doğumundan sonra aile dahada birbirine bağlanmış ve mutlulukları bir kat daha artmıştır. Noel hazırlıkları son hızla devam ederken evde büyük bir heyecan hüküm sürmektedir.

Sonunda noel gelir. Hep birlikte mutlu bir noel geçirirler. Noelden bir kaç gün sonra Annie hastalanır ve yatağa düşer. Liz akşam doktoru çağırır. Doktor akşam eve gelir ve Annie�in hastalığının soğuk algınlıgı olduğunu söyler. O akşam Liz�in gözüne uyku girmez. Sabah kalktığında Annie�nin ateşi dahada artmış ve sık sık nefes almaya başlamıştır. Hemen hastaneye giderler; ama artık çok geçtir. Annie ölmüştür. Bütün aile birbirini sorumsuzlukla suçlamaktadır. John artık işinden geç vakitte dönmeye; Tommy okulu asmaya ve Liz�de hiçbirşeyle ilgilenmemeye başlar. Evde kimse birbiriyle konuşmamaktadır. Tommy�nin dersleri düşmüştür, öğretmenleri ondan şikayetçi olmamasına rağmen halinden pekde memnun değillerdir. Tommy daha 16 yaşındadır.

Maribeth�de 16 yaşında bir kızdır. Babasının baskısıyla bazı şeylerden yoksun bırakılmıştır. Maribeth�in babası, Bert çok huysuz ve inatçı, eski kafalı biridir. Ailede herkesin öyle olmasını istemektedir. Annesi, Margaret kendi halinde ne denilirse yapan biridir. Abisi, Ryan ise tıpatıp babasına benzemektedir. Maribeth bir gün bir partiye gider ve babası ona partide nasıl davranması gerektiğini neler yapıp yapmaması gerektiğini söyler. Akşam erkek arkadaşı onu almaya gelir ve partiye giderler. Erkek arkadaşı onunla partide ilgilenmez ve hemen içkiye koyulur. Kısa süredede sarhoş olur. Maribeth biraz hava almak için dışarı çıkar ve orada okulun en yakışıklı çocugu olan Paul�u görür. Konuşmaya başlarlar. Paul, Maribeth�e isterse onu gezdirebileceğini söyler. Beraber bir yere gidip dans ederler ve arabayla gezme turuna çıkarlar. Paul arabayı ıssız bir yerde durdurur. Maribeth�e içki teklif eder. Maribeth dansın ve içkinin tesiriyle biraz bilincini yitirir ve cinsel ilişkiye girer. Maribeth artık kız değildir.

Daha sonra Paul onu bırakır. Maribeth artık evde oturup doğum vaktinin gelmesini bekler. Maribeth�in babası Bert, olayı öğrenince yapmadığını bırakmaz. Kızını gözlerden uzak bir doğum yapması, doğan çocuğun başkasına verilmesi için şehir dışında bir kiliseye gönderir. Maribeth kilisede kendi gibi doğum yapmak için gelen kadınları görür. Onların doğumda ve doğumdan sonra yaşadıklarını öğrenir ve dehşete kapılır. Hemen oradan çıkar. Bir otobüse binip daha uzaklara gitmek ister; ama elindeki parası onu ancak kiliseden dört beş kasaba uzaktaki bir yere kadar gidebilmesine imkan verir.

Maribeth bu kasabada inerek iş arar. Daha sonra bir lokantada iş bulur ve çalışmaya başlar. Çalışmalarına yoğun bir tempoda devam eden Maribeth kısa zamanda lokantadaki herkes tarafından sevilmeye başlar. Kocasının bir savaşta öldüğünü ve ondan hamile olduğu, yalanını herkese söyler. Lokantada çalışan diğer işçiler ve lokantanın sahibi ona inanır. Lokantaya her zaman aynı vakitte gelen bir gençle tanışır. Kısa zamanda arkadaş olurlar.

Lokantaya gelen genç Tommy�dir. Evde annesinin onunla ilgilenmemesinden ve yemekleri zamandında, bazı zamanlar hiç yapmadığından dolayı her zaman bu lokantaya gelir. Yemekleri burada yer. Lokantada kimsenin onun hakkında en ufak bir bilgisi bile yoktur. Maribeth�la arkadaşlıklarını ilerleten Tommy ona başından geçenleri ve neden bu kadar üzgün olduğunu anlatır. Maribeth ise ona başından geçenleri, hamile olduğunu bir türlü anlatamaz. Maribeth�in karnı giderek büyümeye başlar ve artık gizleyemez duruma gelir. Bunu farkeden Tommy ona bu olayın neden ve nasıl olduğunu sorar. Maribeth olayları başından ve tüm çıplaklığıyla anlatır. Tommy�nin arkadaşlığı kısa sürede bir aşka dönüşmeye başlar. Maribeth�e aşık olur.

Doğum zamanı gelmiştir. Kasabada bu iki genç doktor aramaya başlar. Tommy aile doktorlarına gitmeye karar verir. Bu nedenle annesinden doktorun telefon numarasını alır. Daha sonra doktordan randevu ister. Doktor onlara bu doğacak olan çocuğun kimin olduğunu sorar. Tommy hiç çekinmeden �ikimizin� yanıtını verir. Doktor, Tommy�i bir yerden tanıyordur; ama çıkarmakta güçlük çekmektedir.

Tommy�nin doktora uğramasından bir kaç gün sonra Liz�de doktora yıllık muayenesini yaptırmak için gelir. Doktor ona oğlunun adını sorar. Daha sonra oğlunun buraya bir kızla geldiğini söyler ve onun ne zaman evlendiğini sorar. Liz bu sorunun cevabını vermekte güçlük çeker; ama oğlunun evli olmadığını söyler. Doktor, Liz�e gelen kızın hamile olduğunuda söyler. Liz hemen eve giderek Tommy�nin ne haltlar karıştırdığını öğrenmek ister. Tommy�i bularak ondan neler olduğunu anlatmasını ister. Tommy�de anlatır. Liz bunun çok yanlış bir davranış olduğunu; hemen bu oyundan vazgeçmesi gerektiğini Tommy�e söyler. Fakat Tommy kararını vermiştir birkere. Bu yolda sonuna kadar Maribeth�in yanında olduğunu; Maribeth�in öyle sanıldığı kadar kötü bir kız olmadığını; aksine çok iyi ve marifetli bir kız olduğunu annesine söyler. Liz bu konuyu babasına açmaya karar verir. Akşam olunca, john eve gelir. Liz, john�a herşeyi anlatır. Babası, Tommy�yi yanına çağırır. Tommy�den bu işten hemen vazgeçmesini ister; ama yine olumsuz bir yanıt alır. Babasınada, annesine söylediği gibi Maribeth�den bahseder. Tommy�nin Maribeth hakkında söylediklerinden ikiside çok etkilenir ve onunla tanışmak, onu tanımak isterler. Babası, Liz�inde onayını alarak onu eve davet etmesini söyler. Maribeth eve gelir ve koyu bir sohbet başlar. John ve Liz, Tommy�nin haklı olduğunu; hatta maribeth�in dahada iyi biri olduğunu anlarlar. Ona kısa zamanda alışırlar. Maribeth�in hafiften doğum sancıları başlamıştır. Bunu farkeden Liz ona nerede kaldığını sorar ve �istersen bizim evde kalabilirsin� der. Maribeth önce itiraz edecek gibi olur; ama Tommy�ninde ısrarlarıyla bu teklifi kabul eder.

Aynı zamanda öğretmen olan Liz, Maribeth�in öğrenimine devam etmesini ister. Ona kitaplar getirerek dışarıdan sınavlara girmesini sağlar. Sınavlarda başarılı olan Maribeth bir üniversiteye gitmeye hak kazanır. Maribeth�in doğumuna az kalmıştır. Anne ve baba, Tommy�nin Maribeth�e olan sevgisinin farkına varmakta fazla gecikmezler.

Maribeth doğumdan sonra bebeğin başkasına verilmesi gerektiğini; aksi takdirde eve gitmesinin imkansız olduğunu söyler. Liz ve john onu evlatlık olarak alabileceklerle bağlantı kurmaya başlarlar. Maribeth�in kafasında bebeği Liz ve John�a vermek gibi bir düşünce vardır. Liz�e düşündüklerini söyler. Liz çok şaşırmış; ve bir o kadarda heyecanlanmıştır. Bu konuyu John�la konuşması gerektiğini söyler ve konuşur. John, Liz�e eğer sende istersen neden olmasın der. Maribeth�in onlara sunduğu bu güzel armağanı kabul ederler. Sonunda Maribeth bir kız çocuk dünyaya getirir. Bu çocuk aynı Annie�ye benzediğinden Liz, John ve Tommy hayretler içinde kalırlar. Aynı zamanda çok sevinirler. Bu bebek onlar için, Tanrı tarafından gönderilmiş bir armağandır. Maribeth�in ayrılma vakti gelmiştir. Onlarla vedalaşarak en kısa zamanda geleceğini söyler ve ayrılır.

3.KİTABIN ANA FİKRİ :

Ergenlik çağında yaşanılan sorunların fazla büyütülmemesi gerektiğini ve bunların çözümünde ailenin öneminin büyük olduğunun unutulmaması gerektiğidir.

4.KİTAPTAKİ ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ :

JOHN : İşine ve ailesine bağlı, çalışkan ve yüreği sevgi dolu bir kişiliğe sahiptir. Ayrıca iyi bir eğitim almış , başarılı birisidir.

LİZ : Çocuklarına ve eşine karşı sevecen , asıl mesleği öğretmenlik olan ama çocukları olduğu için bu işi bırakıp ev hanımlığına yönelen, bilgili, kültürlü, yardımsever birisidir.

TOMMY : İyi huylu, okulunda ve derslerinde başarılı olaylar karşısında çabuk etkilenen bir karaktere sahip, spor yapmayı ve yarışmalara katılmayı seven birisidir.

ANNIE : Yaramaz ama bir o kadar da sevimli çevresiyle iyi iletişim kuran ve hemen kendini sevdiren karaktere sahip birisidir.

MARIBETH: Ailesi tarafından baskı altında olduğu için düşüncelerini açıkça söyleyemeyen, derslerinde başarılı ama hayatta fazla deneyimi olmadığından dolayı hayal kırıklıkları yaşayan genç ve güzel bir kızdır.

BERT: Ailesinin üzerinde baskı kuran otoriter bir yapıya sahiptir. Hayatta sadece deneyimlerine ve gördüklerine göre hareket eden , geri kafalı biridir.

MARGARET: İyi kalpli ama bir o kadar da eğitimsiz kocası Bert�in dediklerine harfiyen uyan, kendi düşüncelerini söyleyemeyen birisidir.

RYAN: Babas Bert�e benzemektedir. Okulu yarım bırakmış ve babasıyla birlikte çalışmaya başlamıştır.

5.KİTAP HAKKINDA ŞAHSİ GÖRÜŞLER :

Kitap günümüz gerçeklerini çok iyi ve anlaşılır bir dille anlattığı , genç dimağlara seslendiği ve ergenlik sorunlarını konu aldığı için herkesin okuması gerekli olan bir eserdir. Dili çok sadedir. Yabancı dilde yazılmış bir kitap olmasına rağmen, çevirisi anlaşılır ve konular arasında kopukluklar yoktur.

6.KİTABIN YAZARI HAKKINDA KISA BİLGİ :

Danielle Steel Amerika ve dünyanın en tanınmış yazarlarından birisidir. Steel Fransa�da eğitim görmüş, reklamcılık ve halkla ilişkiler alanında çalışmış ve yazarlık konusunda çok çabalamıştır. Sonunda istediği gibi bir yazar olmuştur. Mesleğini çok ciddiye alarak yapar. Bazen bir konuyu iki üç yıl araştırdığı olur. Annesiyle babası Alman ve Portekizli olan Steel Avrupa�da yetişmiştir. Yabancı ülkeler ve diller her zaman yaşamında büyük rol oynamıştır. İspanyolca ve Fransızcayı kusursuzca konuşan Steel çok çekingen bir kadındır. Yaşamını saran o görünüşte ışıltılı ve ayrıntılara rağmen, kocası ve çocuklarıyla birlikte sakin bir yaşam sürmektedir.

Danielle Steel yazarlığı dışında, Amerika Kütüphanecilik Birliğinin yönetim kurulu başkanlığınıda yapmıştır.1981�de üniversite öğrencileri tarafından yapılan ülke çapındaki anket sonucu Steel � Dünyanın En Etkili Kadınlarından Biri � ünvanını kazanmıştır.

Steel�in yayınlanmış olan yirmi üç romanının arasında yeni satışa sunulan Zoya�yı ve yine En Çok Satan Kitaplar listelerine giren diğer eserlerini, Kaleidoscope, Fine Things (Acı Yıllar), Wanderlust (Sevgi Yolu), Secrets (Sırlar), ve Family Album (Aile Albümü) sayılabilir. ABC-TV Şirketi 1986 Şubat döneminde yine Steel�in En Çok Satan Kitaplar listesine giren Crossing (Sevmek Zamanı) adlı romanından uyarlanan başarılı bir mini dizi yayınlanmıştır.

Yazar son olarak 1986� da Guinness Dünya Rekorları kitabına geçmiştir. Bunun nedeni kitaplarından en aşağı birinin The New York Times listesinde devamlı olarak 225 hafta kalmasıydı.

Şengül Şirin 04-27-2009 05:09 PM

Acımak / Reşat Nuri Güntekin
 
KİTAP ADI: Acımak
KİTABIN YAZARI
Reşat Nuri GÜNTEKİN

1. KİTABIN KONUSU : Bir öğretmenin geçmişte yaşadıklarının meslek hayatına etkisi.

2. KiTABIN ÖZETİ :Zehra mektebin başmuallimidir.Yeni eğitim öğretimin bütün gereklerini yerine getirir,öğrencilerle bire bir ilgilenir;fakat öğrencilerin yaptıkları yanlışları asla affetmez.İçinde hiç acıma duygusu hissetmez.Maarif Müdürü de Zehra�nın bu özelliğinden çok muzdariptir.Çeşitli zamanlarda uyarmış olmasına rağmen hiçbir değişiklik görmemiştir.
Maarif Müdürü Tevfik Hayri ile Vekil Şerif Hayri Bey Zehra�nın okulunu ziyarete giderler.Şerif Hayri Bey Zehra�ya babasının hasta olduğunu, bu nedenle İstanbul�a gidip babasını görmesini ister;fakat Zehra babasının olmadığını ,o kişinin başka birisi olabileceğini söyler.
İki gün sonra Maarif Müdürü�ne bir telgraf gelir.Zehra�nın babası Mürşit Efendinin ölmek üzere olduğunu, muallimin hemen yola çıkmasını bildirir. Müdür Zehra�yı çağırtarak hemen gitmesini ister.Fakat Zehra yine karşı gelir. Müdür fazla üstelemez. Biraz sonra hazırlanmış, elinde çantasıyla Zehra gelir ve gitmeye karar verdiğini söyler.
Zehra İstanbul yolunda babasının ailesine yaptıklarını annesini, ablasını ve anneannesini nasıl öldürdüğünü ve en sonunda da kendisini bir yatılı okula verip hiç arayıp sormamasını düşünür. İstanbul�a varır. Eski komşuları Vehbi Bey kendisini karşılar. Niçin daha önce gelmediğini, babasının �Zehra, Zehra� diye öldüğünü söyler. Eve vardıklarında babasının başında birkaç kadın vardır.babasını görmek istemez. Kendisine babasının eşyalarının bulunduğu sandığın anahtarı verilir. Aslında bunu hiç istemez fakat sandığı açar, içinde bir günlük vardır. Günlüğü okumaya başlar. Babasının ilk memuriyet yıllarını, annesiyle evlenmesini, anneannesinin davranışlarını okur. Zehra daha önce bildiği şeylerin hepsini tam tersi olduğunu öğrenir.Aslında bu olaylarda bütün suçlunun annesi ve anneannesi olduğunu anlar. Bundan sonra içinde bir acıma duygusu oluşur.Hemen gidip babasının ayağını öper.Birkaç gün sonra okuluna tekrar döner ve artık Zehra�nın hiçbir eksiği kalmamıştır.Acımayı öğrenmiştir.


3. KİTABIN ANA FİKRİ :İnsan kişiler hakkında araştırıp sormadan, hükümlere varıp ,onları yargılayıp, mahkum etmemelidir.


4.KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ :

Zehra:Mesleğini çok seven,öğrencilere en iyiyi vermeye çalışan idealist bir öğretmendir.

Tevfik Hayri:Maarif Müdürüdür.Örnek bir yöneticidir.Zehra�ya babacan bir tavırla yaklaşmaktadır.

Şerif Hayri Bey:Bölgenin vekilidir.

Vehbi Bey:Zehra�nın eski komşusudur.Babasının zor zamanında ona yardım etmiştir.


5. KİTAP HAKKINDA ŞAHSİ GÖRÜŞLER :Kitap akıcı bir dille kaleme alınmış sürükleyici bir eserdir.Bir insanda bulunması gereken en önemli özelliklerden birisini konu almıştır.

6.KİTABIN YAZARI HAKKINDA KISA BİLGİ :
Ünlü yazarlarımızdan Reşat Nuri Güntekin 26 Kasım 1889 yılında İstanbul'da doğdu ve babası Doktor Nuri Bey'dir. Önce Çanakkale İdadisinde okuyan Güntekin daha sonra İzmir'de Fransız Frerler mektebine devam etti.

Reşat Nuri, 1912 yılında İstanbul Darulfünun Edebiyat Şubesini bitirdikten sonra liselerde edebiyat, Fransızca ve felsefe okuttu. 1931 ve 1943 yılları arasında Milli Eğitim Bakanlığı müfettişi olarak Anadolu'nun çeşitli yerlerini görme fırsatı buldu.

1939 ve 1943 yılları döneminde Çanakkale milletvekilliği yaptıktan sonra 1947'de başmüfettişlik ve 1954'te Paris kültür ataşeliği (1954) yaptı.

Reşat Nuri Güntekin, hikaye, roman, gezi notları, oyun, mizah yazıları ve çeşitli konularda makaleler yazdı. İlk eseri olan "Eski Ahbab" adlı hikayesi, 1917 yılında Diken dergisinde çıktı ve sonradan kitap olarak basıldı.

Bir dönem Zaman gazetesine Temaşa Haftaları başlığı ile tiyatro eleştirileri yazdı çeşitli takma isimlerle (Şair, Nedim, Büyük Mecmua, İnci dergilerinde Hayreddin Rüşdi, Sermed Ferid, Mehmed Ferid) hikayeler yayınladı. Reşat Nuri'nin bazı mizah dergilerinde farklı takma isimler kullandığı da görülmüştür. Ayrıca "Harabelerin Çiçeği" adlı eserini yine zaman gazetesinde Cemil Nimet adıyla yayınladı. Cumhuriyet'in yeni kurulduğu 1923-1924 yıllarında arkadaşlarıyla birlikte Kelebek isimli haftalık bir mizah dergisi çıkardılar.

Reşat Nuri Güntekin, o zamanlar kendisine büyük ün kazandıran, bugün de çok iyi bilinen ve sevilen "Çalıkuşu" adlı romanını 1922 yılında yayınladı. Bu eser TRT televizyonu tarafından dizi haline getirildi ve büyük kitlelerce seyredildi ve sevildi. Reşat Nuri'nin eserlerinde toplumsal olayların ve aşkın iç içe olduğunu görüyoruz. Kahramanları gerçek hayattan kopuk değillerdir. Kitabın kahramanının yaşadığı olayları ve duyguları, işini ve burada yaşadıklarını gözardı etmeden yazar. Romanlarını kesinlikle samimi, sürükleyici ve çok güzel bir Türkçe ile kaleme almıştır. Reşat Nuri'nin eğlendirici mizahi öyküleri de vardır.

Reşat Nuri Güntekin'in oyunlarından Yaprak Dökümü'de televizyona uyarlandığından yeni nesil hariç kimsenin yabancısı olmadığı bir eserdir. Burada da aşklar, entrikalar, mutluluklar ve gözyaşlarıyla dolu hayat yaşayan bir aile anlatılmıştır.

Reşat Nuri Güntekin, Batılı bazı yazarlarından romanlar, hikayeler çevirmiş, oyunlar uyarlamıştır. Akciğer kanserinden tedavi olmak için gittiği Londra'da ölmüş (Aralık, 1956) ve cenazesi İstanbul'a getirilerek, Karacahmet Mezarlığında defnedilmiştir.

Romanları: Harabelerin Çiçeği (1918), Gizli El (1920), Çalıkuşu(1922), Dudaktan Kalbe (1923), Damga (1924), Akşam Güneşi (1926), Bir Kadın Düşmanı (1927), Yeşil Gece(1928), Acımak (1928), Yaprak Dökümü (1930), Kızılcık Dalları (1932), Gökyüzü (1935), Eski Hastalık (1938), Ateş Gecesi (1942), Değirmen, Miskinler Tekkesi (1946), Ripka İfşa Ediyor (1949), Kavak Yelleri (1950), Kan Davası (1955), Boyunduruk (1960), Son Sığınak (1961).


Hikayeleri: Gençlik ve Güzellik (1917), Recm (1919), Roçild (1919), Eski Ahbab, Sönmüş Yıldızlar (1918), Tanrı Misafiri (1927), Leyla ile Mecnun
(1928), Olağan işler (1930).


Oyunları: Gönül Veya İnhidam (1916), Babur Şah'ın Seccadesi (1919), Hançer (1920), Asker Dönüşü (1921), Eski Rüya (1922), Yaprak Dökümü (1923), Kır Çiçeği (1924), Ümidin Güneşi(1924), Gazeteci Düşmanı, Şemsiye Hırsızı, Bir Köy Hocası (1928), Bir Kır Eğlencesi (1931), Felaket Karşısında, Gözdağı, Eski Borç (1931), Ümidin Mektebinde (1931), İstiklal (1933), Vergi Hırsızı (1933), Bir Yağmur Gecesi (1941), Yol Geçen Hanı (1944), Ağlayan Kız ( (1946), Eski Şarkı (1951), Hülleci (1953), Tanrı Dağı Ziyareti (1954), Balıkesir Muhasebecisi (1955), Bu Gece Başka Gece (1956).
Diğer Eserleri: Anadolu Notları (2Cilt, 1936-1966), Fransız Edebiyatı Antolojisi (3 cilt, 1929-1931), Üç Asırlık Fransız Edebiyatı (3 cilt, 1932).

Şengül Şirin 04-27-2009 05:10 PM

Adı Aylin/Ayşe Kulin
 
KİTAP ADI : ADI AYLİN
KİTABIN YAZARI : Ayşe KULİN


1.KİTABIN KONUSU : Bu kitap, kökleri Giritli Deli Mustafa Naili Paşaya kadar uzanan bir ailenin kızı olan Aylin DEVRİMEL �in fırtınalı yaşamının öyküsüdür.

2.KİTABIN ÖZETİ :
Lise yıllarında uzun boylu ve sıka bir kız olan Aylin zamanla güzelleşmiş ve bir gün Esma teyzesinin daveti üzerine Paris�te bir otelde buluşurlar otelde prens olduğu söylenen bir Arap�la tanışır ve bu tanışmanın sonunda prensle görkemli bir yaşantı için evlenir Prenses olur. Ancak her şey düşündüğü gibi gitmez Prens Senusi doğu kültürü ile yetiştiği için batı kültürü ile yetişen Aylin�e ters gelmekte zamanla Aylin�in özgürlüğü kısıtlanmaktaydı evliliğe başladığı gibi sakin değil büyük bir kaçışla son buldu; yaz sonunda Aylin, ablası Nilüferle Cenevre ye gider. Yaşamanın ideali olan tıp okumaya karar verir ve büyük uğraşlar vererek Neuchatel Üniversitesine kayıt yaptırır. Okulun ilk yıllarında hayatında çok büyük değişiklikler yaparak, ihtişamlı hayatından sıyrılarak sade bir öğrenci olur. Tek hedefi olan tıp fakültesini bitirmek için çok çalıştı daha sonra fizik ve kimya derslerinde yardımcı olan Jean-Pierre ile evlendi. İki öğrencinin bu evliliği zaman içinde Aylin�in dış görüntüsünde olduğu kadar iç dünyasını da değiştirecektir. Aylin Jean-Pierre ile birlikte yaşadığı günlerde tıp ilmi ile yakından tanışıp ufkunun penceresini o zamana kadar hiç bilmediği yepyeni bir dünyayı ardına kadar açacak peşinden koştuğu gerçek zenginliğin dış dünyanın görkemli vitrinlerinde değil de insanlığın iç aleminde bulunduğunu öğrenecekti. Okul sonunda Jean-Pierre Nos Alamus�taki nükleer araştırma merkezinden geri çeviremeyeceği bir teklif aldı. Aylin de New Rachel Hospital Medical Center�dan teklif aldı ; onların birbirlerine karşı olan sorumlulukları artık bitiyor müşterek hayatları bir yol ayrımına giriyordu. Ellerinde bu evlilikten altı yıllık sağlam bir dayanışma ve derin dostluk duyguları ile dopdolu gençlik anıları kaldı sadece.
Aylin çok ciddiye aldığı bu işine büyük bir heyecanla başladı. New Rachel�de tanıştığı Afganistanlı genç meslektaşı Azim�in karısı 11 yaşından beri arkadaşı olan Zeynep TARZI çıktı. Aylin, Zeynep ve Azim ile gittiği Afgan sefahati kokteylinde Paswak adındaki Birleşmiş Milletlerin Afgan esiri ile tanışır. Paswak evli olmasına rağmen Aylin ile arasında duygusal bir bağ oluşmuştu. Aylin o yılı aklı beş karış havada geçirdi. Bütün vakitlerini beraber geçiriyorlardı. Paswak bu yüzden önce Wall Dame�nin Birleşmiş Milletler genel sekreterliğine daha sonra 1974 yılında Hindistan sefirliğine tayini çıkmıştı.
Aylin kaderin ağlarını onlar için giderek daha çileli iplerle örmekte olduğunu nihayet görmeye başladı; ya sevdiği adamı peşinde dünyayı adım adım dolaşacak ya da mesleğini ön plana alacaktı. Tam meslek uğruna değmez derken Hastanede Psikiyatri bölümü şefliğine terfi etti. Sonunda Aylin�in sağduyusu aşkına galip geldi. Aylin gönlü yaralı bar kuşunu çok kısa bir süre oynadı sonra toparlandı ve işinin başına döndü. Arkadaşı Azim�in vasıtası ile kendi meslektaşı olan Michel RAMODİSLİ ile tanıştı. Michel�i çok etkileyici bulmadığı halde evliliğe giden ilk adımları Michel�in evinde attılar. Daha sonra Aylin bu evlilikten deliler gibi çocuk istemeye başladı. Aylin�in bu isteğine karşılık Michel dinine ve geleneklerine çok bağlı olduğunu doğacak çocuğun Yahudi kültürüne göre yetiştirilebileceğini söyledi fakat Aylin bunu bile sorun etmedi dinini değiştirmeyi göze aldı. Aylin�e göre insanları dinlerine, ırklarına ve dillerine göre ayırmak çok saçma idi ona göre insan, insan olduğu için çok değerli idi onun insan sevgisini bir din veya ırk engelleyemezdi Aylin çocuk yapma isteğinden 6 düşük yaptıktan sonra vazgeçecekti.
Aylin meslektaş olduğu Michel ile her an beraberdi işyerleri bir, evleri bir kısacası bütün zamanları birlikte geçiyordu belli bir süre sonra birbirleri ile bu kadar çok birlikte olmaları Aylin�i çok sıkmıştı gün geçtikçe birbirlerinden kopuyorlardı ve bir gün Aylin kocasına haftanın belirli günlerinde birbirlerine izin vermelerini bugünlerde değişik insanlar ile çıkabileceklerini bunu sonucunda diğer insanlarda görecekleri eksiklikleri kendilerinde tanımlayıp birbirlerine ölümsüz sevgi ile bağlanacaklardı. Fakat düşünülen olmadı Aylin yurt dışında olduğu günlerden birinde Michel bir arkadaşının evinde Barbara adında bir bayanla tanıştı ve bu tanışma evliliklerinin sonunu getirdi. Aylin sıkıntılı bir zamanında vardığı karar sonucunda kocasını kaybettiği için hem üzgün hem de suçluluk duygusu içerisindeydi. Bu sıkıntı ve üzüntü uzun sürmedi her şeyi bir kenara bırakıp mesleğinde ilerledi fakat bu ilerleme bile onu tatmin etmedi. Bir süre sonra Amerikan ordusuna katılarak Körfez savaşında ruf sağlığı bozulan hastaları tedavi eden doktor olmayı düşündü bu nedenle Oklahoma�ya körfez savaşında zarar görmüş askerleri tedaviye gitti.
Aylin Üniformasını ilk kez 1992�nin soğuk bir Ocak gününde giydi. 9 Kasım 1992�de ordunun fiziksel aktiviteler sınavını yüksek bir puana kazanarak başarı sertifikası aldı. Aylin ordudaki görevinde yine işine devam ediyor, hastalarına çare bulmaya çalışıyordu bir gün kendisine yeni bir hasta verildi bu kez hasta körfez savaşından sonra geldiği sivil hayata uyum sağlayamıyordu. Bunun sonucunda hiçbir suçu olmayan bir çok sivili katletmişti.
Aylin bu hastası üzerinde çalışırken Amerikan ordusunun askerlerini cesaretlendirmesi için verdiği ilaçların yan etkisi sonucu hastanın bu duruma geldiğini saptadı ve bu sonucu tez bir halde askeri yetkililere bildirdi. Aylin�in verdiği bu sonucu askeri yetkililer daha önceden bildiğinden Aylin�in bu olayın üstüne gitmemesini istediler ve onu uyardılar Aylin bu sessizliği sindiremeyerek sözleşmesinin bitmesinin ardından Albay rütbesindeyken ordudan ayrıldı.
Ordudan ayrılmasından sonra 19 Ocak 1995 Perşembe günü evinin bahçesinde o sabah evini temizlemeye gelen hizmetçisi tarafından kendi arabasının altında ölü bulundu. Zengin, ünlü ve saygın insanların yaşadığı mahallede yerel polis ve yerel yöneticiler mahallenin adını polisiye bir olaya karıştırmamak için dosyayı apar topar denebilecek bir hızla kapattılar teşhis ise �Freak Accident� yani Garip bir kaza idi.
�... Yükseltilmiş sahnede kapağı açık maun bir tabut duruyordu uzun bir sıra oluşturan insanlar tabutta yatan albay üniformalı Amerikan subayını selamlayıp içlerinden dua veya veda ederek tabutun başından ayrılınca yanan yürekleriyle gelip salondaki koltuklarda yerlerini alıyorlardı. Herkes etrafa hakim olan ordu düzeninin saygınlığını kutsar gibi sessizce ağlıyordu ... Katafalkın üstünde dört bir yanı rengarenk çiçeklerle donanmış tabutta yatan kişi, bir askerden çok, oraya bir film çekimi için öylece uzanıvermiş bir Hollywood yıldızını andırıyordu. Bu albay üniformalı Amerikan subayı bir Türk kadınıydı.

3.KİTABIN ANA FİKRİ: Bir insanın azimle çalışınca başaramayacağı hiçbir şey yoktur.


4.KİTAPTAKİ ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ :

Aylin,genç,güzel,çalışkan ve azimli bir Türk kızı.Hedeflerine ulaşmak için her türlü fedakarlığı göze alıyor.
Michel,yakışıklı,dürüst aynı zamanda da Aylin�in meslaktaşıdır.Aylin ile evlenir.

5.KİTAP HAKKINDAKİ ŞAHSİ GÖRÜŞLER : Yazar,Aylin�in başarılarla dolu hayatını oldukça açık bir dille ve gayet akıcı bir üslupla anlatmıştır.Okunmaya değer bir kitaptır.

6.YAZAR HAKKINDA BİLGİ :
AYŞE KULİN
Arnavutköy Amerikan Kız Koleji Edebiyat bölümünü bitirdi. Çeşitli gazete ve dergilerde editör ve muhabir olarak çalıştı. Uzun yıllar televizyon, reklam ve sinema filmlerinde sahne yapımcısı, sanat yönetmeni ve senarist olarak görev yaptı. Öykülerden oluşan ilk kitabı Güneşe Dön Yüzünü 1984 yılında yayınlandı. Bu kitaptaki "Gülizar" adlı öyküyü, Kırık Bebek adı ile senaryolaştırıldı ve bu sinema filmi 1986 yılının Kültür Bakanlığı Ödülü�nü kazandı. 1986�da sahne yapımcılığını ve sanat yönetmenliğini üstlendiği Ayaşlı ve Kiracıları adlı dizideki çalışmasıyla Tiyatro Yazarları Derneği�nin En İyi Sanat Yönetmeni Ödülü�nü kazandı. 1996 yılında Münir Nureddin Selçuk�un yaşam öyküsünün anlatıldığı Bir Tatlı Huzur adlı kitabı yayınlandı. Aynı yıl, Foto Sabah Resimleri adıl öyküsü Haldun Taner Öykü Ödülü�nü, bir yıl sonra aynı adı taşıyan kitabı Sait Faik Hikâye Armağa�nı kazandı. 1997�de yayınlanan Adı Aylin adlı biyografik romanı ile, İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi tarafından yılın yazarı seçildi. 1998 yılında Geniş Zamanlar adlı öykü kitabı, 1999�da İletişim Fakültesi tarafından yılın romanı seçilmiş olan Sevdalinka ve 2000�de yine bir biyografik roman olan Füreya yayınlandı.
KİTAPLARI;
Güneşe Dön Yüzünü (1984)
Bir Tatlı Huzur (1996)
Adı; Aylin (1997)
Geniş Zamanlar (1998)
Sevdalinka (1999)
Füreya (2000)

w


Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.