![]() |
İslam Filozofları
İslam Filazfları Abdullâtif el-Bağdadi Abdüllâtif Bağdâdi Ali ibn el-Esir Ebu Cafer Taberi Ebu Hasan Eş'ari Ebu Mansur el-Matüridî Ebu'l-Berekât Bağdâdi Ebu'l-Huzeyl el-Allâf El-Birûni El-Razi Farabi Hakim El-Nişaburi İbn-i Sina Kindi Molla Câmî Molla Sadra Nasîrüddin Tûsî İbn Nefis İbn Bacce İbn Miskeveyh İbn-i Haldun İbn-i Heysem İbn-i Tufeyl İbrahim Nazzam Sadreddin Konevî Seyid Şerif Curcânî Seyyid Kutub Şahabeddin Sühreverdî Maktûl Şemsüddin Şehrizorî |
İslam Filozofları
Abdullâtif el-Bağdadi (1162-1231)
Muvaffakuddin olarak da anılan ünlü hekim ve filozof. Tam adı Muvaffakuddîn Abdüllatîf b. Yusuf b. Muhammed b. Ali el Bağdadi 'dir. Kısa boylu, zayıf, nahif bir bünyeye sahip olduğundan, "İbn Nokta ve Keçecizâde" anlamına gelen İbn Lebbâd künyeleriyle de anılır. Aslen Musullu, kültürlü bir aileye mensuptur. Babası Yusuf ve amcası Süleyman'ın dinî ve aklî ilimlerde otorite oldukları bilinmektedir.Çağdaşı olan İbn Ebu Usaybia'nın "Uyunü'l-enba" adlı eserinde yer alan otobiyografisine göre, Çok küçük yaşta, "oyun zevkini dahi tatmadan" tahsile başladı. Kur'an-ı Kerim'i ezberledikten sonra, başta hadis ve fıkıh olmak üzere, dil ve edebiyat alanlarında temel sayılan metinleri okuyarak icazet aldı. Daha sonra bilgi ve görgüsünü artırmak gayesiyle o devrin belli başlı ilim ve kültür merkezlerini dolaştı; gittiği her yerde ilimle meşgul oldu. İlmî sohbetlere ve münazaralara katıldı. Klâsik kaynaklarda, ona ait eserlerin geniş bir listesi yer almaktadır. Tıp, felsefe ve mantık alanları başta olmak üzere, 160'tan fazla eseri vardır, bunların elli üçü tıp ve farmakoloji, dördü zooloji, dördü botanik, yirmisi mantık, on sekizi felsefe, on üçü nahiv, sekizi hadis, ikisi tefsir, ikisi fıkıh, ikiosi kelâm, onu metodoloji ve tarih, dördü de ahlak ve siyaset konularında kaleme alınmıştır. Geri kalanlar ise dil, edebi tenkit, matematik, seyahat hatıraları, mineraloji gibi çok değişik ve farklı konulardadır. Kaynakların verdiği bu listeden günümüze kadar ulaşanların sayısı ise ancak birkaç eserden ibarettir. Bunların içinde onun Batı'da ve İslam aleminde bilinen en meşhur eseri, el-ifâde ve'l-i 'tibar'dır. Mısır'da bulunduğu sırada kaleme aldığı hacim bakımından küçük, fakat muhteva açısından çok zengin olan bu eser, o dönemdeki Mısır'ın coğrafi, topoğrafik, sosyal ve iktisadi durumu hakkında oldukça değerli bilgiler vermektedir. Eser, XVIII. yüzyıl başlarından itibaren Batı dünyasında da tanınmış, Lâtince, Almanca ve Fransızca'ya tercüme edilmiştir. Müellifin beş duyuyu tıp açısından inceleyen iki makalesi, Makaletan Fi'l-havas ile şeker hastalığı hakkındaki eseri, Risale fı'l-maraz-el-müsemma diyabitis adıyla neşredilmiştir. Şeker hastalığı konusunda her ne kadar Çinli hekim Li Hsuan VII. Yüzyılda ilk araştırmayı yapmışsa da, bu hastalığın karaciğere bağlı bir rahatsızlık olduğunu ilk olarak tesbit eden Abdüllatîf el Bağdadi'dir.Nestacid 15:24, 11 Mayıs 2011 (UTC) Hayatı hakkında fazla bir bilgi yoktur. Özellikle anatomi konusundaki çalışmalarıyla tanınmıştır. el-İfade ve'l-İtibar isimli eseri 1788 senesinde Batı dillerine çevrilmiştir. Ayrıca Makalatün fi'l-Havas isminde beş duyu organını konu alan bir eseri de mevcuttur. Bir filozof olarak Abdullatif el-Bağdadi hiçbir felsefi ekole bağlanmamıştır. Tenkitçi ve şüpheci bir düşünür olarak tanınan el-Bağdadi felsefeyi İbn-i Sina ve Gazali'nin eserleriyle tanımıştı. Kısa bir süre Farabi'nin mantık eserlerini şerh etmiş, daha sonraları Sühreverdi ve İbn Meymun'un düşüncelerindeki zayıf yönleri tartışmıştır. |
İslam Filozofları
Abdüllâtif Bağdâdi
islam felsefesinde derin etkisi olan, belirli bir akım ortaya koyan bir filozof olmamakla birlikte, mevcut felsefelerin eleştirisinde ve zayıf yönlerinin ortaya konulmasında önemli bir rol oynadı. Sühreverdi'ye ve İbn Meymun'a yönelik eleştirileri sözkonusu oldu. En çok yakınlık duyduğu filozof Farabi oldu. Bu sebepten belirli bir anlamda filozof değil kuşkucu bir eleştirmen olarak değerlendirilir. Felsefede kararsız ve çeşitli yönelimleri br arada barındıran bir kişiliğe sahip olduğu ve onu önemli kılanın güçlü tenkit yeteği olduğu söylenmektedir.[1] Abdüllâtif Bağdâdi kuşkucu bir eleştirmendir, ancak islam felsefesi içerisinde kuşkucuk olarak belirmiş olan eğilimlere de bağlı olmamıştır. Nitekim farklı islam felsefe okullarında çeşitli türden kuşkuculuklar görülür, hatta belirli filozozflar belirili zamanlarda kuşkucu yönelimler göstermişlerdir; Abdüllâtif Bağdâdi bağımsız ve kuşkucu bir düşünür olarak bu yönelimlerde ayrıca yerini alır. |
İslam Filozofları
Ali ibn el-Esir
Ünlü erkek kardeşlerden ortancası olan Ali ibn el-Esir, günümüz güneydoğu Türkiye'de Cizre[1] (Jazīrat ibn Umar)'de 1160 yılında doğmuş[2], bilimsel yaşamının çoğunu Musul'da, fakat sık sık Bağdatı ziyaret etmiştir. Bir zaman için Selahaddin Eyyubi'nin ordusuyla Suriye'de bulunmuş ve sonra Halep ve Şam'da yaşamıştır. Ali ibn el-Esir, en büyük eseri Al-Kamil fi al-Tarikh kitabını 1230 - 1231 yılları arasında Musul'da yazmıştır. Kitabında arasıra, kurucusu İmadeddin Zengi olan Zengiler, 12. ve 13. yüzyıllarda Kuzey Irak ve Suriye'de Selçuklu atabeyleri olarak hüküm sürmüş bu hanedanının önemini açıklar. Ayrıca bu eserinde 1099 yılında haçlılar tarafından Kudüs'ün kuşatılmasından ve onların Kudüs'teki bir dağdaki Mescid-i Aksa 'ya saldırıları sırasında onbinlerce Müslümanın öldürüldüğünden bahseder. Ayrıca Gazalî’nin öz geçmişini içeren temel kaynak eserdir. |
İslam Filozofları
Ebu Cafer Taberi
Tabaristan'da Hazar Denizi'ne sahili olan Mazenderan Eyaleti'ne bağlı Amol şehrinde varlıklı bir ailede tahminen 838-9[1]yılında kış aylarında doğmuş ve ilk eğitimini burada yapmıştır. O erken büyümüş[2] yedi yaşında hafız oldu, sekiz yaşında imam, dokuz yaşında hadis ezberlemeye başlamıştır. 12 yaşında iken doğduğu memleketi bırakıp, İlim tahsili (fi talab al-'ilm) için Rey, Basra, Kufe, Medine, Suriye ve Mısır gibi şehir ve ülkeleri dolaştıktan sonra, hilafet merkezi olan Bağdat'a yerleşmiştir. Kaynaklar onun hocaları ve talebeleri için uzun bir liste vermişlerdir. Zamanında hadis, fıkıh (Hanefi, Şafii ve Maliki fıkıhları), kırâat, tarih ve edebiyat sahalarında meşhur olan birçok âlimden ders almıştır, yetiştikten sonra da bütün bu ilimlerde eserler vermiştir. Kırk sene süreyle, her gün kırk varak yazmak suretiyle, son derece hacimli eserler meydana getirmiştir. Fıkıhta önceleri Şafii mezhebine mensup iken, sonradan mutlak müctehidlik mertebesine ulaşmıştır. Kaynaklar onun, Cerriyye adında sonraları ortadan kalkmış olan bir mezbebin imamı olduğunu kaydederler. Kaynaklar Taberi'nin, Ahmed bin Hanbel'den ilim almak üzere Bağdat'a geldiğini ve fakat ancak onun vefatından sonra Bağdat'a ulaşabildiğini, bunun üzerine memleketine dönmeyerek Basra, Kufa ve Vasit'de o saygıdeğer bilginlerden tahsiline devam ettiğini belirtiyorlar. 19 Şubat 923 yılında Bağdat'ta vefat etmiş ve muhaliflerinin çokluğu sebebiyle, ölümü gizli tutularak geceleyin vefat ettiği eve defnedilmiştir. |
İslam Filozofları
Ebu Mansur el-Matüridî Bugünkü Özbekistan'ın Semerkand şehri yakınındaki Matürid mahalle veya köyünde doğmuştur . Matüridî'nin asıl adı "Ebû Mansur Muhammed b. Muhammed b. Mahmud el-Hanefî Alemü’l-Hüda el-Mütekellim el-Matürîdî es-Semerkandî"dir. Türk kültür muhitinde yetişen ve en çok Türkler arasında isim olarak bilinen fakat görüşleri kısmen de olsa ihmal edilen Türk din bilginidir. Hayatı hakkında fazla bilgiye rastlanmayan İmam Matürîdî’nin kesin olarak bilinmemekle birlikte doğum tarihi konusunda çeşitli görüşler ileri sürülmektedir. Bu görüşlerden birine göre 248 / 862 yılı civarında vefat eden Muhammed b. Mukatil er-Râzî’ye talebelik yapması dolayısıyla, ona talebelik edebileceği asgari yaş sınırının on civarında düşünülerek 238 / 852 civarında doğmuş olabileceğidir . Vefat tarihi olan 333 / 944’ten hareketle, yüz yıl civarında yaşadığı düşünülerek 233 / 844’te doğmuş olabileceği de ileri sürülmektedir . A. Vehbi Ecer de ise miladi 863 yılında doğduğunun tahmin edildiğini iddia etmektedir . İmam Matüridî’nin Te’vilat’ını tahkik eden İbrahim ve es-Seyyid Avazayn kardeşler, tahkike yazdıkları mukaddimede, İmam Matüridî’nin, Abbasi Halifesi el-Mütevekkil zamanında, yani hicri 232 – 247 tarihleri arasında doğduğunu iddia etmişlerdir . İmam Matürîdî, Abbasî hilafetinin iktidarının zayıflayarak müstakil beylikler dönemi denilebilecek bir çağda, Samanoğulları’nın Maveraünnehr’de hakim oldukları devirde yaşamıştır . Kaynaklar İmam Matürîdî’nin nasıl bir eğitim aldığı konusunda yeterli bilgi sunmasa da, tespit edebildiğimiz kadarıyla Ebu Bekr Ahmed b. İshak b. Salih el-Cüzcânî (III. Asrın ortaları), Ebû Nasr Ahmed b. El-Abbas el-İyâzî (v. IV. Asrın başları), Muhammed b. Mukatil er-Râzî (v. 248 / 862), Nusayr b. Yahya el-Belhî (v. 268 / 881), Ebu Bekr Muhammed b. Ahmed b. Recâ el-Cüzcânî hocaları arasındadır . Yine kaynaklardan elde edilen bilgiye göre öğrencileri olarak Ebu’l-Kasım İshak b. Muhammed b. İsmail el-Hakim es-Semerkandî (v. 340 / 951), Ebu’l-Hasan Ali Saîd er-Rüstüğfenî (v. 345 / 956), Ebu Ahmed b. Ebi Nasr Ahmed b. Abbas el-İyâzî (v. ?), Ebu Muhammed Abdülkerim b. Musa el-Pezdevî (v. 390 / 1000) görülmektedir . Matüridî, Ebu Hanife'nin yolunu izlemiş, ölümüne kadar Ehl-i Sünnet çizgisinden ayrılmamıştır. Kesin olmamakla birlikte doğum tarihi Miladî 863'dür. Ölüm tarihi ise çeşitli kaynaklarda Hicrî 333, Miladî 944 olarak geçmektedir. Cenazesi Semerkand'ın Cakerdîze mahallesindeki bilginlerin gömüldükleri mezarlığa defnedilmiştir. 2005 yılında kabri üzerine türbe yaptırılmıştır. |
İslam Filozofları
Ebu'l-Huzeyl el-Allâf, (ö. 840 ya da 816)
islam felsefesinde rasyonel din düşüncesinin ortaya çıkışında önemli bir rol oynamış düşünürdür. Ayrılanlar olarak da adlandırılan Mutezile akımının, yunan felsefesiyle bağlantılı başlıca din filozoflarından biridir. İslam felsefesinde nedensellik ilkesini ilk defa olmak üzere ileri süren ve temellendirmeye yönelen filozof olmuştur. Doğal nedenselliği tanrısal nedenselliğe bağlayarak açıklamış ve kelâmcılar gibi o da Tanrı sorusunu temel almıştır. Felsefesi Huzeyl, Sokrates öncesi yunan filozoflarının öğretilerinden önemli şekilde yararlanmıştır. Onun nedensellik düşüncesini öne sürüşünde ilk olarak bu etki görülür. Bu nedensellik düşüncesinde Ebu'l-Huzeyl, Demokritos'un atomculuk öğretisinden hareket etmiştir.Elbette her iki atomculuk düşüncesi birbirinden ayrı nitelikler gösterir. Demokritos için atomlar öncesiz ve sonrasız bir varoluşun maddi temelleri olarak Tanrı fikrinden tamamen ayrı oldukları halde Ebu'l-Huzeyl'e göre, atomlar, sonlu ve ölümlü varlıklar olarak Tanrı'nın varlığını kanıtlamakta kullanılır. Huzeyl mantıksal yollardan buraya varır; her atomun bir yer kapladığını, her yerin sınırlı olduğunu, sınırlı olan her şeyinse ölümlü olduğunu, ölümlü olan her şeyin ise yaratılıp yokedildiğini öne süren bir mantıksallıktır bu. Bu sebeple ayrıca atomlardan meydana gelen evren de sınırlı, ölümlü ve yaratılmış bir alemdir. Sonluların toplamı da sonlu olacağı için evren sonsuz olamaz. Ebu'l-Huzeyl, Demokritos'tan ayrı olarak atomların hiç bir şekilde bölünebilirliğini kabul etmez (Demokritos güçte bölünebilirliği kabul eder). Atomlar Huzeyl'in teorisinde tözler olarak yer alırlar. Atom ve evren konusunun dışında zaman konusunda da farklılıklar görülür. Zenon'un teorisi, hareket ve zamanı reddetme yönünde ortaya konulur, mutezile felsefecileri ise zamanı ruhani bir kavram olarak değerlendirirler.Öncelik ve sonralık kavramlarının yalnızca zihinde varolduğunu öne sürerler. |
İslam Filozofları
El-Birûni
Merkezî Asya'da tarihi bir bölge olan Harezm'de doğdu. Küçük yaşta babasını kaybetti. Harizmşahlar tarafından korundu, sarayda matematik ve astronomi eğitimi aldı. Buradaki hocaları İbn-i Irak ve Abdussamed bin Hakîm'dir. Bu dönemde daha 17 yaşındayken ilk kitabını yazdı. Harizmşah Devleti Me'mûnîler tarafından alınınca Bîrûnî de İran'a giderek bir süre burada yaşadı. Daha sonra ise Ziyârîler tarafından korunmaya başlandı. El Âsâr'ul Bâkiye adlı kitabını Ziyârîlerin sarayında yazmıştır. İki yıl da burada çalıştıktan sonra memleketine geri döndü ve Ebu'l Vefâ ile gök bilimi üzerine çalışmaya başladı. 1017'de Gazneli Mahmut, Harezm Devleti'ni yıkınca Bîrûnî de Gazni şehrine gelerek burada Gazneliler'in himayesine girdi. Sarayda büyük itibar gördü ve Gazneli Mahmut'un Hindistan seferine katıldı. Burada Hintli bilim adamlarının dikkatini çekti ve Hind ülkesi alınınca da Nendene şehrine yerleşerek bilimsel çalışmalarına burada devam etti. Sanskritçeyi öğrenerek Hind toplumunun yaşamı ve kültürü üzerine çalıştı. Buradan tekrar Gazni şehrine döndü ve yaşamının geri kalan kısmını bu şehirde tamamladı. Bu dönem Bîrûnî'nin en verimli zamanı sayılmaktadır.Uzun zamandır hazıraladığı Tahdîdu Nihâyet'il Emâkin adlı eserini bu döneme denk gelen 1025 yılında yayınladı. Astronomi üzerine yazdığı Kanûn-i Mes'ûdî adlı eserini Gazneli Mahmud'un oğlu Sultan Mesud'a ithaf etmiştir. El Birûni, astronomi üzerine yaptığı en iyi çalışmayı Gazneli Mahmut'un oğlu Mesut'a sundu. Sultan Mesut da bunun üzerine kendisine bir fil yükü gümüşü hediye edince, "Bu armağan beni baştan çıkarır, bilimden uzaklaştırır." diyerek bu hediyeyi geri çevirdi. Aslında Birûni eczacılıkta uygulamalı eğitime, kitaplardan çok daha fazla önem vermiştir. Birûni, elle tutarak ve gözlemleyerek veri toplamanın insana, kitaptan okumaktan çok daha fazla yarar sağladığına inanmış ve bunu uygulamıştır. Gerçek bir bilim anlayışına sahip olan Birûni, ırk kavramına da önem vermezdi. Başka bir halkın ileri kültüründen derin bir saygıyla söz ederdi. Aynı şekilde dinler ve düşünceler konusundaki anlatımı sırasında o dinler hakkında itiraz veya eleştiride bulunmadığı gibi, o dindeki deyimleri aynen kullanmasıyla da dikkat çekmektedir. Sanskrit dilinden Arapça'ya çevirdiği Potancali adlı kitabının önsözünde "İnsanların düşünceleri türlü türlüdür, dünyadaki gelişmişlik ve esenlik de bu farklılığa dayanır." şeklinde yazmıştır. |
İslam Filozofları
El-Razi (tam adı: Ebu Bekir Muhammed ibn Zekeriye el-Razi)
Fars simyacı, kimyager, hekim, filozoftur. Türk kökenli olan Ebu Bekir el Razi doğduğu şehir olan Rey'de felsefe, matematik, doğa bilimleri ve astronomi eğitimi yaptıktan sonra Bağdat ve başka İslam şehirlerinde öğrenimini tamamladı. Daha sonradan da Tıp öğrenimi gördü. Rey ve Bağdat hastanelerinde başhekim olarak çalışan Razi'nin eserlerinin hemen hemen hepsi Latinceye çevrilmiştir. Tıp alanında yazdığı el-Havi adlı ansiklopedi 17. yüzyıla kadar en önemli başvuru kaynağı olmuştur. Ebu Bekir el Razi'nin önemi İslam dünyası içinde ilk defa doğa felsefesini savunan kişi olmasıdır. İS 750 yılından sonra Türk ve Pers kültürlerinin katılmasıyla kozmopolit bir hal alan İslam her alanda ilerleme kaydetmeye başlanmıştır. Bu dönemde birçok İslam şehrinde büyük kütüphaneler kurulmuştur. Bunlar aynı zamanda araştırma merkezleriydi. Antik çağa ait birçok kitabın çevirileri yapılmıştır. Antik çağda Thales'le başlayıp gelişen doğa felsefesinin İskenderiye kütüphanesinin yakılmasıyla kesintiye uğramasından sonra İslam uygarlığı içinde tekrar doğuşu Ebu Bekir el Razi ile olmuştur. Bunun yanı sıra Aristoteles ve idealizm felsefesinin takipçisi Farabi'yi ve idealizm ve doğa felsefesini birleştirmeye çalışan İbni Sina'yı önemli isimler arasında sayabiliriz. Ebu Bekir el Razi İslam içindeki önemli akımlarla çatışmaya girmiş ve İslam uygarlığı içinde Thales benzeri bir gelenek kuramamıştır. Daha sonraları Moğol istilası ve Haçlı seferlerinin sonucu olarak bu gelişme durmuştur. Bilhassa Moğol istilası bu elde edilen gelişmelere büyük darbe vurmuştur. Sadece Sivas kütüphanesinin yakılmasında 250.000 kitap yok olmuştur. Bu dönemde İslam uygarlığının en önemli başarısı Budistlerden aldıkları rakamlarla antik dönem eserlerden elde ettikleri geometriyi sentezleyerek analitik geometri ve cebiri geliştirmeleridir. İspanya'daki Endülüs uygarlığı aracılığıyla bilhassa İbni Rüşd ve diğer bilim adamlarının eserlerinin Latinceye çevrilmesi Bertrand Russell'ın deyimiyle Avrupa uygarlığının doğuşu olmuştur. |
İslam Filozofları
Farabi
Asıl adı:Muhammed bin Tarhan bin Uzlug olan ve Batı kaynaklarında "Alpharabius" adıyla anılan Farabi, Farab (Otrar kenti)'da doğduğu için Farabi (Farablı) diye anılır. İlk öğrenimini Farab’da, medrese öğrenimini Rey ve Bağdat’ta gördükten sonra, Harran’da felsefe araştırmaları yaptığı yıllarda tanıştığı Yuhanna bin Haylan’la birlikte Aristoteles’in yapıtlarını okuyarak gezimciler okulunun ilkelerini öğrendi. Halep’te Hemedani hükümdarı Seyfüddevle’nin konuğu oldu. Farabi'yi anlatan kitaplar, İslam aleminde Ebul Hasan el-Beyhaki, İbn-el-Kıfti, İbn bu Useybiye, İbn el-Hallikan adlı yazarlar tarafından Farabi'nin ölümünden birkaç yüzyıl sonra gerçekleştirildi. Ama bu yapıtlar, birer araştırma olmaktan çok, Farabi'yle ilgili söylenceleri derliyor,bir felsefeciyle değil, bir ermişi açıklıyordu. Aristotales’in ortaya attığı madde ve suret kavramını hiçbir değişiklik yapmadan benimseyen, eşyanın oluşumunda, yani yaradılışta madde ve sureti iki temel ilke olarak gören Farabi’nin fiziği de, metafiziğe bağlıdır. Buna göre, evrenin ve eşyanın özünü oluşturan dört öğe (toprak, hava, ateş, su) ilk madde olan el-aklül-faalden çıkmıştır Söz konusu dört öğe, birbirleriyle belli ölçülerde kaynaşır, ayrışır ve içinde bulunduğumuz evreni (el-alem) oluştururlar. Farabi, ilimleri sınıflandırdı. Ona gelinceye kadar ilimler trivium (üçüzlü) ve quadrivium (dördüzlü) diye iki kısımda toplanıyordu. Nahiv, mantık, beyan üçüzlü ilimlere; matematik, geometri, musiki ve astronomi ise dördüzlü ilimler kısmına dahildi. Farabi ilimleri; fizik, matematik, metafizik ilimler diye üçe ayırdı. Onun bu metodu, Avrupalı bilginler tarafından kabul edildi. Hava titreşimlerinden ibaret olan ses olayının ilk mantıklı izahını Farabi yaptı. O, titreşimlerin dalga uzunluğuna göre azalıp çoğaldığını deneyler yaparak tespit etti.Bu keşfiyle musiki aletlerinin yapımında gerekli olan kaideleri buldu. Aynı zamanda tıp alanında çalışmalar yapan Farabi, bu konuda çeşitli ilaçlarla ilgili bir eser yazdı. Farabi insanı tanımlarken “alem büyük insandır; insan küçük alemdir.” Diyerek bu iki kavramı birleştirmiştir. İnsan ahlakının temeli, ona göre bilgidir; akıl iyiyi kötüden ancak bilgiyle ayırır. |
İslam Filozofları
Al-Hakim Hakim al-Nişaburi (Abu Abd-Allah Muhammad ibn Abd-Allah al-Hakim al-Nishaburi) (? - 403 Hicri ) Sunni bir bilgin ve ayrıca o yaşında geleneksel dinine bağlı, daha çok "İmam Muhaddit" veya "Horasan'lı Muhaddit" olarak bilinirdi, bazıları da Ibn Al-Baiyi derlerdi Nişabur şehirinin yerlisi olup, Horasan'dan, Irak'dan, Maveraünnehir ve başka yerlerden gelen bir çok öğretmenler vardı.Onun bir çok öğrencileri vardı - Onun dikkate değer öğrencisi olan İmam al- Bayhaki kendi devrimsi tezi olan birisiydi. |
İslam Filozofları
İbn-i Sina (tam adı Ebu Ali el-Hüseyin ibni Abdullah ibn-i Sina el-Belhi), (d. 980, Buhara yakınları - ö. 1037, Hamedan), filozof, hekim ve çok yönlü bilim adamıdır.
İbn-i Sina, Kuşyar isimli bir hekimin yanında tıp eğitimi aldı. Değişik konular üzerine 240'ı günümüze gelen 450 kadar makale yazdı. Elimizdeki yazıların 150 tanesi felsefe 40 tanesi de tıp üzerinedir. Eserlerinin en ünlüleri felsefe ve fen konularını içeren çok geniş bir çalışma olan Kitabü'ş-Şifa (İyileşme Kitabı) ile El-Kanun fi't-Tıb'dır (Tıbbın Kanunu). Bu ikincisi ortaçağ üniversitelerinde okutulmuştur. Hatta bu eser Montpellier ve Louvain'de 1650 yılına kadar ders kitabı olmuştur. Samanoğulları sarayı kâtiplerinden Abdullah Bin Sina'nın oğlu olan İbn-i Sina (Batı'da Avicenna adıyla tanınır), babasından, ünlü bilgin Natili'den ve İsmail Zahit'ten ders aldı. Geometri (özellikle Öklid geometrisi), mantık, fıkıh, sarf, nahiv, tıp ve doğabilim üstüne çalışmalar yaptı. Farabi'nin el-İbane's[kaynak belirtilmeli] aracılığıyla Aristoteles felsefesini ve metafiziğini öğrenip, hastalanan Buhara prensini iyileştirince (997) saray kütüphanesinden yararlanma olanağına kavuştu. Babası ölünce, Cür-can'da Şiraz'lı Ebu Muhammed'ten destek gördü (Tıp Kanunu'nu Cürcan'da yazdı). Çağında tanınan bütün Yunan filozoflarının ve Anadolu doğacılarının yapıtlarını incelemiştir. |
İslam Filozofları
Kindi veya tam adıyla Ebū-Yūsuf Ya’kūb ibn Ishāk el-Kindī. (801?-866?).
Ortaçağ Avrupası'nda "Alkindus" adıyla tanınan, ilk İslam filozofudur. Felsefesinde, Platon, Aristoteles ve Plotinus'un görüşlerinin bir sentezini yapmıştır. Felsefenin yönteminin kanıtlama, kanıtlamanın hedefinin maddeye biçim kazandıran özleri bilmek, felsefenin amacının ise Tanrı'ya erişmek olduğunu öne süren El-Kindi'ye göre, felsefi bilginin ilk basamağı akılyürütmedir. İnsanın akılyürütme yoluyla adım adım basitten bileşiğe ve en yetkin olana doğru yükseldiğini öne süren filozof, varlığa akılcı bir açıdan yaklaştığı için, Tanrı'nın özüne ait sıfatları inkar etmiştir. Tanrı'nın sıfatlarının ancak olumsuz bir biçimde bilinebileceğini savunan El-Kindi'ye göre, Tanrı mutlak Bir'dir. Mutlak varlık olması nedeniyle, Mutlak Bir'in şekli, niteliği, niceliği, maddesi yoktur ve O göreli bir varlık değildir. Soylu bir ailenin çocuğu olarak Kûfe'de doğdu. Dedesi Eş'as, Güney Arabistan'ın en büyük kabilelerinden biri olan Kinde'nin hükümdarıydı. Müslüman olduktan sonra kabilesinin ileri gelenleriyle Kûfe'ye yerleşmişti. Babası İshak b. es-Sabbah yıllarca Kûfe valiliği yaptı. Küçük yaşta babasını yitirdi. Çocukluk ve ilk gençlik yılları Kûfe ve Basra'da geçen Kindî, geleneksel temel eğitimden sonra dil ve edebiyat alanında eğitim gördü. Halife Me'mun'un 830'da kurduğu Beytü'l-hikme'deki bilginler topluluğu arasında yer aldı. Mutezili devlet yöneticilerinden destek gören Kindi Ehl-i Sünnet yanlısı Mütevekkil-Alellah'ın iktidarında saraydan uzak kaldı. Kindi felsefeden tıbba, matematikten astronomiye, ilahiyattan siyasete, psikolojiden diyalektiğe, astrolojiden kehanete ve optikten kimyaya kadar yirmi ayrı dalda eser vererek sayıları 277'yi bulan bir külliyat oluşturmuştur. Akla büyük bir yer veren Meşşai felsefe akımını ilk başlatan kişi de olan Kindi'nin 17 eseri Latince'ye, 4'ü İbranice'ye tercüme edilmiştir. Mekân ve hareketin izafi olduğunu, zamanın cisim ve hareketten ayrı düşünülemeyeceğini söylemiştir. "Yavaş dediğimiz şey, uzun zaman içinde belli bir mesafenin kat edilmesidir. Hızlılık ise kısa zaman içinde aynı mesafenin kat edilmesidir" El-Kindi, kriptoloji biliminde Jül Sezar(MÖ 50) tarafından bulunan ve uygulanan tek alfabeli yerine koyma şifreleme yöntemini geliştirerek frekans analizini bulan ilk kişidir. |
İslam Filozofları
Molla Câmî (d. 1414 - ö. 1492), (Nureddin Abdurrahman b. Ahmed), İran'lı filozof. Arap edebiyatı ve felsefede derinleşerek İran'ın büyük bilginlerinden biri oldu. Tasavvuf felsefesi içinde önemli bilginlerden sayılmaktadır. Medrese eğitimi almış ve Ali Kuşçu ile birlikte matematik problemleri üzerinde durmuştur. Zamanında bir allâme (her şeyi bilen, büyük bilgin) sayılmıştır. Felsefe alanındaki etkinliğinin yanında çok bilinmeyen ama etkili sayılan arapça şiirler yazmış, musîkiyle ilgilenmiştir. Yusuf ile Züleyha, Leyla ile Mecnun gibi şiirleri vardır.İran klasik şairlerinin sonuncusu sayılır.
Felsefesi [değiştir]Molla Câmî, tasavvufa yönelmiş, Nakşî şeyhlerinin yanı sıra, sufîlerle de ilişkili olmuştur. Şeyh Ahrar, Abdullâah Ansârî ve Sadeddin Kaşgerî, onun sıklıkla ismini andığı sufî düşünürlerdir. Kitabı Nefahat-ül-üns Nakşîliğin ve tasavvuf felsefesinin en önemli kaynaklarından sayılmaktadır. Câmî, tasavvuf düşüncesinde, hem bu düşüncenin derli toplu hale getirilmesinde hem de tasavvuf düşünürlerinin hayatlarının yazılması yönünde katkıda bulunmuş; öte yandan İbn Arabi'nin zor anlaşılan düşüncelerinin açık kılınması ve ayrıca sufiler,kelamcılar ve filozoflar arasındaki farkların ve her bir akımın özelliklerinin belirginleştirilmesine yönelik çalışmalar yürütmüştür. Feridüddin Attar ve Mevlana Celâlleddin Rûmî gibi tasavvufa düşünce yönünde dahil olması ve bu alana felsefe düzeyinde katkıda bulunmasından dolayı Molla Câmî tasavvuf bilgeleri arasında sayılır. Kendi başına özel bir kuramı yoksa da, vahdet-i vücud düşüncesinin tasavvuf ve sufilikte yerleşmesine doğrudan etki etmiştir |
İslam Filozofları
Nasureddin Tusi, 1201 ile 1274 yıllarında yaşamış islam filozofu. Sözkonusu dönem, Moğol istilası sebebiyle Bağdad'da, bir yandan karanlık bir dönem bir yandan da önemli düşünce okullarının kurulduğu ve islam bilim kurumlarının açıldığı bir dönem oldu. Nasîrüddin Tûsî'de bu dönemde yetişmiş Şiî dünyasının tanınmış bir bilgesi olmuştur.
Yaşamı [değiştir]Nasîrüddin Tûsî, babasının ve dayısının etkisiyle erken yaşlardan itibaren kelâm, felsefe ve matematik ile ilgilenmeye başladı. Felsefi gelişmesinin belirli bir evresinde İbn-i Sina'nın İşârât'ını okudu ve uzun yıllar bu metinle uğraştı. Bu uğraşmaların ardından en önemli eserlerinden biri sayılan Şerh-i İşârât´ı kaleme aldı. Kemalûddin Hâsip'ten matemetiği ve Burhanüddin Hamedanî'den hadisleri öğrendi. Pek çok bilgi dalıyla ilgilendi ve derinleşmeye çalıştı; tanınmış bilginler yetiştirdi (Allâme Hillî, Kutbüddin Şirvanî gibi).İsmaili mezhebinden ve edebiyat, tasavvuf ve felsefe ilgilisi Nasîrüddin Ebu'l-Feth b.Mansûr'nin meclisinde yer aldı. Abbasi halifesi El-Mûtasım'ı öven bir kaside yazdıktan sonra araları açıldı ve sürgüne gönderildi. Hassan Sabah'ın yedinci halefi Khudavend Alaüddin aracılığıyla Alamut kalesinde saklandı. Daha sonra, 1247'ye kadar, yarı tutuklu olarak Meymûn Daye kalesinde tutuldu. Moğolların kaleleri ele geçirmesiyle serbest kaldı. Moğol hükümdarı Hülâgu'nun müşaviri olarak görev aldı ve bütün bilimsel ve felsefi çalışmalarında ondan destek aldı. Ünlü Marâgâ Rasathanesini bu sırada kurdu ve bu kurum en büyük islam bilim kurumlarından biri olarak yer aldı. Rasathanenin yanında büyük bir kütüphane kurulması da gerçekleştirildi, burada dört yüz bin kitabın toplandığı sanılmaktadır. Hûlagü han bir yandan Bağdadı yakıp yıkan bir yandan da orada yeniden bilim kurumlarının kurulmasını destekleyen kişi oldu. Daha sonraki hükümdar Abaka Han tarafından da destek gördü ve yaşlılığında bu destek sayesinde önemli eserlerini üretti. Nasîrüddin Tûsî, islam felsefesinde yeni bir felsefe ekolü ortaya koymamıştır, ancak yine de felsefi çalışmaları derinlik ve kapsamıyla etkili olmuş bir bilge olarak yer edinmiştir. Daha çok meşşai filozoflarının yolundan gitmiş olduğu söylenebilir, onların felsefi tezlerini Şiiliğin prensiplerine uyarlamaya çalıştı. İslam dünyasında ilk defa bir sistematik etik kitabını yazan kişi oldu. Sisteminde Aristoteles'in ahlak ilkeleriyle Gazâli'nin mistik ve tasavufi ahlak düşünceleriyle bir arada değerlendirmeye çalıştı. Bir tür sentez arayışında oldu. Bu ahlak felsefesinin bir bölümünü de eğitim konusundaki düşünceleri oluşturmaktadır. Ona göre çocuğun doğumundan itibaren ona uygun bir ad verilmeli (çünkü adlar kader üzerinde etki yapar), iyi bir sütanneye sahip olmalı ve yetişme döneminde çocuk kötü huy edineceği ortamlardan korunmalıdır. Bu süreçte ona aklını kullanmasını ve akıl yoluyla elde edilen erdemleri sevmesini öğretmek gerekir. Arzularına hakim olmanın ve kendini tutmanın bir erdem olarak öğretilmesi gerekir. Bundan sonra ise çocuk hangi sanata ya da ilgiye yetenekli ise ona yönlendirilmeli ve özendirilmelidir |
İslam Filozofları
İbn Nefis (İbn el-Nefis) tam künyesi ile Alaaddin Ebu'l-A'lâ Ali ibn Ebi'l-Hazm el-Kureşî ed-Dımeşkî (d. 1213 - ö. 1288) Arap İslam bilgini, bilim adamı. Birçok farklı dallarda çalışmaları bulunan İbn Nefis, hekim, anatomi uzmanı, fizyolog, cerrah, oftalmolog (göz hekimi), psikolog, astronom, kozmolog, ve jeolog idi. Bunların yanı sıra sosyal ve beşeri bilimlerde de birçok çalışmaları olan İbn Nefis, hafız, muhaddis, Şafii (mezhebi) hukukçusu, Sünni teolog, İslam filozofu, mantıkçı, sosyolog, romancı, bilim kurgu yazarı, gramerci, dilbilimci ve tarihçidir. İbn Nefis Şam'da doğmuş, Kahire'de çalışmıştır. İbn Nefis pulmoner dolaşım ile birlikte kılcal damar[2] ve koroner dolaşımları da ilk keşfeden kişi olmasıyla tanınmıştır. Zira bunlar dolaşım sisteminin temelini oluşturmaktadır; nitekim kendisi bu keşifleri sebebiyle dolaşımsal fizyolojinin babası ve "Orta Çağın en büyük fizyoloğu" olarak görülmüştür. İbn Nefis ayrıca deneysel tıbbın, postmortem otopsinin ve insan diseksiyonunun erken savunucularındandır. Metabolizma kavramını ilk tanımlayan kişi olan İbn Nefis,[8] ek olarak İbn-i Sina ve Galen'in anatomik ve tıbbî sistemlerinden ayrılan yeni fizyoloji, anatomi, psikoloji ve nabız sistemleri geliştirmiş, bu sistemlerde kendisinden önceki hekimlerin ortaya attığı veya kabul ettiği çeşitli fizyolojik, anatomik vb. hatalara yer vermemiş, yeni fizyoloji sisteminde vücut bölgelerini betimlemek için çeşitli şemalar, şekiller kullanmıştır. Tıp bilimine yaptığı katkıların yanı sıra İslam dini ilimlerini konu alan eserler de kaleme almıştır; özellikle hadis ilmine dair kaleme aldığı Muhtasar fî İlm-ı Usûl el-Hadîs ("Hadis Usûlünün Kısa Bir Açıklaması") eseri önem arz eder ki bu eserinde hadis ilimi için daha akılcı ve mantıksal bir sınıflandırma ortaya atmıştır. Ayrıca Arapça edebî eserler de vermiş, kurgusal edebiyata katkıda bulunmuştur. Bunlardan en kayda değeri er-Risaletü'l-Kâmiliyye fi's-sîreti'n-nebeviyye (Theologus Autodidactus) isimli eserdir. Hikâyede ıssız bir adada kalan bir çocuğun ergenliğe giriş süreci ele alınır; İbn Nefis bu hikâye temelini kullanarak çeşitli dinî, felsefî ve bilimsel temaları ve görüşlerini ortaya koymuştur |
İslam Filozofları
Sadreddin Konevî (1210-1274), Fars sufi doğum yeri tam bilinmemekte, ancak Malatya olarak rivayet edilmektedir, dedeleri Konya'dan gelmiş bir tasavvuf düşünürüdür. Babasının Selçuklular döneminde önemli görevlerde bulunan Mecidüddin İshak isminde üst düzey bir devlet memuru olduğu, Sadreddin daha küçükken babasının öldüğü ve annesi de ünlü sûfi ve filozof Muhyiddin İbn El-Arabi ile evlendiği rivayet edilmektedir. Konya'da yerleştiği ve ününü orada yaptığı için "Konevi" diye anılır. Sadreddin, ilk din ve tasavvuf bilgilerini üvey babası Muhyiddin ibn El-Arabi'den aldı. Bir ara Şam'a giderek devletin önemli din adamları ve sufileri ile görüştü. Özellikle Evhadüddin Kirmani'nin Sadreddin üzerinde etkisi oldu. Şam dönüşü Konya'ya gelip yerleşen Sadreddin, Mevlâna Celaleddin Rumi'ye hocalık etti, maddi durumunun çok iyi olması nediniyle Konya'daki din ve bilim adamlarını sık sık evinde toplayarak, o yıllarda Doğu'nun en önemli kültür merkezlerinden olan kentte özel bir akademi oluşturdu. Nasîrüddin Tûsî ile de önemli felsefi nitelikli mektuplaşmalarda bulundu.
Felsefesi [değiştir]Sadreddin Konevî'nin felsefesi temelde ilmi ilahi ya da metafizik dir. İbn El-Arabi gibi o da vahdet-i vücut fikrine bağlıdır, ancak bunun açıklanmasında Arabi'den ayrılır. Ona göre Tanrı düşüncesi insanlarda öncelikle öznel olarak meydana gelir ve daha sonra nesenel ya da ontolojik bir nitelik kazanır. Tûsî ile mektuplaşmalarının da ana tartışma ekseni bu konudur. Sadreddin Konevî, bu mektuplaşmalarda, Allah'nın akıl yoluyla bilineceği düşüncesini reddetmekte, Allah'nın hakikatinin yalnızca kendisi tarafından bilineceğini öne sürerek filozofların tetzlerini yadsımaktadır. Allah'nın özü ve esas nitelikli insan için her zaman bilinmez olarak kalacaktır. Sonsuzluk sonlu bir bilgiyle bilinemez. Allah mutlak varlık ve birliktir. Dolayısıyla Allah hakkında herhangi bir kesin yargıya varmak mümkün değildir. Ona verilecek varlık düzeyinde tek uygun isim varlık nuru (Nur-ül-Vücud)'dur.Allah'nın varlığı her zaman mutlak özü ile birlikte düşünülmelidir, ancak insan bunu gerçekleştiremez. Bu sebeblerden Allah hakkındaki kanıtlama girişimleri de yerinde değildir. Ne fizik ne de mantık temelli Tanrı açıklamaları açık ve kabul edilebilirdir. Ama insan Allah'ın isimlerini ve sıfatlarını düşünmeli bunun aracılığıyla bilgisindeki aczi azaltmaya çalışmalıdır. Allah isimleri ve sıfatları (esma'ül-hüsna) dolayısıyla bilinebilirdir yalnız. Asıl özü ise bilinmeden kalır.Böylece Tûsî'nin aksine Allah Konevî'ye göre, zorunlu varlık olarak ileri sürülemez. Konevî ile Tûsî arasında mektuplaşmalarla yürütlen ana tartışma konusu bu olmakla birlikte, her ikisininde sistematik sonuçlara vardıkları söylenemez. Konevi, tasavvufi görüşlerinde tamamen İslam'a bağlı kalmıştır. Daima delillerini Kur'an, hadis ve eski sufilerin sözlerinden vermiştir. Böylece tasavvufi görüşle İslamın savunucusu olmuştur. |
İslam Filozofları
Seyid Şerif Curcânî(1340-1413)
Seyid Şerif Curcani ya da tam adı ile,Ali bin Muhammed es-Seyyid Eş-Şerif, 1340'ta Esterabad (Curcan) bölgesinde doğmuştur, 1413'te Şiraz'da ölmüştür. Seyid Şerif olarak da tanınmış ve bilinmiştir. Timur'un Şiraz'ı ele geçirdiğinde Curcani'yi Semerkand'a göndermiş ve orada Sadeddin Teftâzânî ile bir polemiğinde üstün olması sebebiyle önemli bir değer kazanmıştır. Her ikisi de etkili olmuş islam bilginleridir, ölümlerinden sonra uzun bir zaman bilginler Teftâzânî ve Curcânî taraftarları olarak ikiye bölünmüşlerdir. Müteahhirin şeklinde islam tarihinde adlandılan dönem Teftâzânî ile başlatılmış ve Curcânî ile sürdürülmüştür. Felsefesi, önemli felsefi çalışmalarını belirli bir şekilde diğer islam bilginlerinin görüşlerini tenkit ve yapıtlarını şerh ederken geliştirmiştir. Tarifat adlı bir felsefe sözlüğü olmakla birlikte, genelde kelamcıların ve islam filozoflarının görüşlerini ortaya koyduktan ve bunlar hakkında eleştiri ve sorgulamalarını yürüttükten sonra, kendi düşüncelerini belirtme yolunu seçmiştir. Mevâkıf kitabı Abhudeddin el-Îcî'nin kitabı olup Curcânî tarafından şerh edilmiş ve hatta bu şerh kitabın kendisinden daha önemli hale gelmiştir. Bilim konusundaysa Fahreddin Râzî'yi tenkit etmiş ve ona karşı argümanlar geliştirmiştir. Râzî, kendi varlığımız hakkındaki bilgilerimizi zorunlu bilgiler olarak kabul ederken, Curcânî buna itiraz eder. Bilimin zorunlu kesinliği ve göreliliği arasındaki tartışma da ise Gazali'nin düşüncelerini tenkit eder. Curcânî bir çok düşüncenin eleştirisinden sonra, kendi uygun bilim ya da bilgi anlayışını öne sürer ki; buna göre bilim hakikattir, yani bilim belirli bir durumda anlamlar arasındaki çatımanın aşılması ve celişikliğe son verilmesini gerektirir. Ona göre şüphe bilimin tanımının dışında kalmaktadır ve kalmalıdır. Ancak başka bir noktadan, tasarımların niteliği noktasından şüpheyi bilime sokmaktadır. Bunlara bağlı olarak Curcânî aynı yaklaşım biçimiyle, yani bilgelerin öğretilerini açıklayıp özetlemek, eleştirisini yapmak ve ardından kendi düşüncelerini belirtmek biçimiyle, bilgi teorisi, öznelik,varlık, kuram, bilinç konularında açıklamalar getirir. Bu düşüncelerin genel anlamda zamanımızdaki yeni pozitivist bilim anlayışına ve bazı bilim felsefecilerinin tanımına yakın nitelikte olduğu belirtilmektedir |
İslam Filozofları
Seyyid Kutub
1906 yılında Mısır'ın Asyut kasabasısında, dindar bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Orta ve lise tahsilini el-Ezher de bitirdi. Kahire Üniversitesi'nin Darul Ulum fakültesine girdi. 1933 yılında mezun oldugu fakülteye aynı yıl öğretim görevlisi olarak tayin oldu. 1939 ve sonrasında İslami düşünceye yöneldi. 1946'da Konum Dersleri isimli makalesini yayımladı. Çoğuna göre bu makalesi onun İslami düşünceye girişini temsil eder. Makalesinde toplumun ıslahının ve Müslümanların bu yönde çalışmasının Kur'an'ın emri olduğunu savunuyor, Mısır'ın o dönemki toplumsal yapısını ve geçirmekte olduğu dejenerasyonu eleştiriyordu. 1949 yılında ABD'ye gitmiştir. Bu dönem boyunca Amerikan yaşam tarzını ve toplumunu, tanık olduğu ırkçılığı eleştirmiş ve Amerikan medeniyetini primitif olarak görmüş ve reddetmiştir. Ayrıca, 1949 yılında, o yurtdışındayken, İslam'da Sosyal Adalet isimli eseri yayımlanmıştır. Bu eserinde gerçek sosyal adaletin İslam'da olduğunu öne sürmüştür. Ayrıca yine ABD'deki yıllarında, daha önce kaleme almış olduğu edebi makale ve eserleri eleştiriyor, o dönemlerde sahip olduğu daha seküler olarak tanımlanabilecek edebiyat anlayışından ziyade edebiyatın da kaynak olarak en başta İslam'ı alması gerektiğini savunuyordu. Kitaplarında, genellikle geleneksel İslam'a karşı, sahih bir çizgiyi savundu. Tasavvufta var olan hurafeleri eleştirdi. Mısır'a döndüğünde, kamu hizmetinden ayrılıp Müslüman Kardeşler teşkilatına katılmıştır. Teşkilatın gazete ve dergilerinden devamlı olarak düşüncelerini aktarmaya çalışırken, teşkilatın genel düşüncesiyle kendi fikirleri arasındaki bazı farklılıklar ortaya çıksa da, Müslüman Kardeşler ile olan ilşkisi devam etti. Cemal Abdül Nasır'a düzenlenen 1954 tarihli suikast girişimi nedeniyle birçok Müslüman Kardeşler üyesi gibi o da tutuklandı. Yargılama sonunda Seyyid Kutub'a onbeş yıl ağır hapis cezası verilmiştir. Hapiste ileride büyük bir önem ve üne kavuşacak iki eseri olan, Kur'an tefsiri Fi zilâl-il-Kur'an ve Kutub'un siyasi ve düşünsel görüşlerinin en son ve bütününü ifade eden Yoldaki İşaretler`i kaleme almıştır. 1964'te serbest bırakıldıktan sonra, 1965'te tekrar tutuklandı. Bu kez de birçok Müslüman Kardeşler üyesi ile birlikte tutuklanmıştı ve tutuklanma nedeni devlete karşı bir darbe girişimi idi. 22 Ağustos 1966'da hakkında idam cezası verildi. Kararı Pakistan, İngiltere, Lübnan, Ürdün, Sudan ve Irak gibi ülkelerdeki birçok dini otorite ve grup tepkiyle karşılasa ve Nasır'ı kararından döndürmeye çalışsalar da, Seyyid Kutub 29 Ağustos 1966'da idam edildi. Mahkeme heyeti onu idama mahkûm ettiğinde Kutub'un ağzından şu sözler dökülmüştü: “ Eğer Allah kanunu ile mahkûm edilmişsem ben Hakk'ın hükmüne razıyım. Eğer batıl kanunlarla mahkûm olmuşsam ondan çok daha üstün bir düşünceye sahip olduğum için batıldan ve münafıklardan merhamet dilemem. Allah'a şükürler olsun ki on beş sene cihad ettikten sonra bu mertebeye ulaştım. Ben Allah yolunda yaptığım iş için asla özür dilemem. Namazda Allah'ın birliğine şehadet eden parmağım asla bir tağutun hükmünü onaylayan tek bir harf bile yazmayacaktır. ” |
İslam Filozofları
İbn Bacce tam adı Ebû Bekr Muhammed bin Yahya bin es-Saig olan Endülüs'lü, Arap filozof ve bilim adamı. Batıda Avempace olarak da anılır.
Hayatı [değiştir]Doğum tarihi tam olarak bilinmeyen İbn Bacce'nin Endülüs'teki Zaragoza (Saragosta) kentinde doğduğu bilinmektedir. Asıl adı Ebû Bekr Muhammed b. es-Saig`dir. 1138 yılında Fas'ta vefat etmiştir. Hayatının ilk dönemlerine dair pek bir bilgi yoktur fakat sonraki dönemlerde yazdığı eserler sayesinde düşüncesi ve bilimsel araştırmaları bilinmektedir. Akılcı (rasyonalist) bir filozof olan İbn Bacce, Meşşailik takımının önemli ismi Farâbî'den fazlasıyla etkilenmiştir. Felsefe dışında astronomi, matematik ve musikî ile ilgilenmiştir. Bunların dışında tıpta döneminin uzmanlarından olmuştur. Metafizik ve felsefedeki çeşitli düşünceleri nedeniyle gelenekçi dini otoriteler tarafından dinsizlikle suçlanmıştır. Gazzali ve Eş'ariliğin gerici ve ezici baskısı yüzünden Batı'ya göç eden İslam felsefesi Meşaiyye Endülüs Arapları arasında özellikle İbni Bacce taraflarından sürdürülmüştür.Diğer filozoflarla karşılaştırıldığında kendi düşüncesini anlatan pek az eser kaleme almıştır. Kaleme aldığı eserlerin çoğunluğu kendinden önceki Batılı ve Doğulu filozofların sistemlerine şerhdir. Özellikle Aristo'nun felsefi sistemine dair şerh niteliğinde birçok eseri vardır. İbn Bacce düşüncesinde varlıkları sayılar olarak nitelemiştir. Sayılar da ikiye ayrılır: buut (boyut) sahibi olanlar ve buut sahibi olmayanlar. İbn Bacce düşüncesinde hareketler de ikiye ayrılır: canlıların belirli olaylarla alakalı belirli hareketleri (insanın yürümesi gibi) ve mutlak hareketler (yıldızların dönüşü gibi). İbn Bacce'ye göre mutlak hareketler ezelidir ve ikiye ayrılırlar; dairevi olanlar ve düz olanlar. İbn Bacce'nin Tanrı düşüncesi tasavvufi bir görüştür. Ayrıca ilahi bilgiye akıl ile ulaşabileceğini savunarak Gazzali düşüncesine karşı çıkmıştır. İbn Bacce'ye göre ilim elde etmenin tek aracı akıldır. Deney ile elde edilen bilginin, ilmin bir değeri yoktur. Bunlardan da anlaşılabileceği gibi filozof akla büyük önem verir ve felsefesi fazlasıyla akılcı bir karaktere sahiptir. İbn Bacce'nin akılcı düşüncesi kendisinden sonra gelen iki büyük Endülüs'lü filozofu, İbn Tufeyl ve İbn Rüşd'ü, büyük oranda etkilemiştir. İbn Bacce siyasi felsefe ile de ilgilenmiş, siyasi felsefeye sisteminde yer vermiştir. Siyasi düşüncesindeki ütopya bir seçkinler topluluğudur. Ütopik toplumunda her fert sağlıklı bir yaşam sürmekte etrafındakilere güçlü sevgi bağlarıyla bağlanmıştır. Bu noktadan yola çıkarak İbn Bacce düşündüğü bu toplumda hekimlere ve hakimlere ihtiyaç olmayacağını belirtmiştir. |
İslam Filozofları
İbn Haldun, Walī ad-Dīn ʿAbd ar-Raḥmān ibn Muḥammad ibn Muḥammad ibn Abī Bakr Muḥammad ibn al-Ḥasan) 1332-1406 (Hicrî 732 / 808) yılları arasında yaşamış astronom, iktisatçı, tarihçi, matematikçi, sosyal bilimci ve İslam bilginidir. Tam adı Abdurrahman b. Muhammed b. Ebu Bekr Muhammed b. Hasan’dır. İbn Haldun, 1. Ramazan ayında 1332 yılında Tunus’ta, nesli sahabilerden Vâil b. Hacer’e uzanan, Arap bir ailede doğdu. Aslı Yemen kabilelerinden Hadramut’a kadar uzanır. Dedelerinden, ilk olarak Halid b. Osman, Endülüs’teki Karmuna’ya hicret etti. Endülüs halkının âdeti olarak Halid olan ismine u ve n harfleri eklenerek ismi Haldun’a dönüştü. Yaşam öyküsü [değiştir]İbn Haldun'un yaşamı çok iyi şekilde belgelenmiş ve özgeçmişini at-taʿrīf bi-ʾbni Ḫaldūn wa-riḥlatu-hu ġarban wa-šarqan isminde anlatan bu kitap 1951 yılında Kahire'de Muħammad ibn-Tāwīt at-Tanjī tarafından yayınlanmıştır. İbn Haldun banū chaldūn isminde asil bir aileden, birkaç kuşak Carmona ve Sevilla, Endülüs (İspanyolca: Andalucía; Arapça: الأندلس Al-Andalus)'de yaşamışlardır. Zaten Haldun aile ismi kökeni öncülleri Halid'ten gelir[1]. Özgeçmişinde İbn Haldun, kökeninin İslam Peygamberi Muhammed Mustafa sav. zamanında arap-yemen kabilelerinden Hadramut’a kadar uzandığından ve ailesinin İslami fetih başlarında İspanya'ya geldiğinden bahseder. Kendi deyimiyle; “ "ve bizim ecdadımız, Hadramut'dan Yemen Araplarından Vail bin Hacer (Wa'il ibn Hajar), ünlü iyi tanınmış ve saygın Araplar." (sayfa 2429, Al-Waraq yayını). |
İslam Filozofları
İbn Tufeyl
Endülüslü hekim, hukukçu ve filozof. Tam adı Ebu Bekir Muhammed bin Abdal Malik bin Muhammed bin Tufail el Kaisi el-Endülüsi. Latin dünyasında Abentofail olarak da bilinir. Tanınmış İslam filozoflarındandır. Granada yakınlarındaki Guadiks'de doğdu ve İbn-i Bacce tarafından eğitildi. Fas'da vefat etti. İbn Tufeyl'in epistemoloojisinde bilginin imkânı insan ve tabiat ilişkisinden hareketle temellendirilmiş-tir. Hay b. YoJtzân'dakİ Hay tipi, esasen fizikî varlığıyla tabiatın bir parçası olmakola birlikte algılama ve bilme İmkânlarıyla tabiatı müşahede eden, tabii varlık alaonındaki temel düzen ve işleyiş hakkında düşünen, akıllı bir canlı olarak yeryüzünodeki mevcudiyetini anlamlandıran, gözolem alanı ötesindeki metafizik varlık fikrine varan ve nihayet manevî tecrübeler sayesinde birtakım metafizik bilgilere ulaşan ideal özneyi temsil eder. Tabii varolık alanı ise kendisine şuurlu bir bilme etokinliğiyle yönelebilen bu özneye, dayandıoğı düzen ve sürdürdüğü işleyişin fizik ve metafizik yasaları hakkında bilgi sağlayan ontolojik imkândır. İnsanın bilgi imkânı ve yeteneklerine gelince ondaki idrakin ilkeosi nefistir. İbn Tufeyl'in nefis ve onun bilgi yeteneklerine dair fikirleri İbn Sînâ'nın görüşleriyle büyük bir benzerlik taşımakotadır. Filozofun eserindeki kahraman daoima kendi varlığı ile tabii çevresi hakkınoda sorular soran, araştırmacı ruha sahip bir tiptir. Hay, tabiatla münasebetinden dolayı ortaya çıkan teorik ve pratik her problemi tamamen şuurlu bir etkinlikle çözmeye çalışırken gelişme psikolojisi çeroçevesinde açıklanabilecek aşamalar kayodeder. Duyular, gözlem ve deneyle akıl, Hayy'in teorik gelişiminde vazgeçilmez rolleri olan bilgi vasıtalarıdır. Duyularla alogılanan varlık ve olguların süreklilik arzeden özellikleri gözlem ve deney yoluyla adım adım keşfedilir. Bu arada pratik aklın icapları olan teknik bilgiye ve hatta -Hay'de utanma duygusunun gelişmesi olgusunda olduğu gibi ahlâkî bilince ulaoşılır. Tabiatın bağrında hayatını devam ettirebilmek için çeşitli aletler yapma çaobasının yanında varlığı anlamlandırma gayreti içine giren Hay mantıkî çıkarım yoluyla tabiattaki işleyiş, bütünlük, düozen ve gayenin akledilir ve soyut gerçekoliğine, bütün bu kozmolojik delillerle de yaratıcı Tanrı fikrine ulaşacaktır. İbn Tufeyl, sosyokültürel yönden herohangi bir şartlandırmaya mâruz kalmaodan tamamıyla el değmemiş tabii çevrede her şeyi kendi kendine öğrenen bir kahraomanı kurgulamak suretiyle düşünce sisotemini fıtrat kavramına dayandırmak isotemiştir. Ancak İbn Tufeyl, insanın bu orotam ve şartlardaki entelektüel gelişimini ele alırken kaçınılmaz olarak insanlığın katettiği antropolojik gelişim evrelerine de atıfta bulunmaktadır. Nitekim İslâm kültüründe zaman zaman derece, aşama ve katmanları ifade etmek üzere kullanıolan yedi rakamının sembolizmi İbn Tuofeyl tarafından Hayy'in gelişim aşamalaorını belirtmek için de kullanılmış, her aşaomanın yedi ve katlarıyla ifade edilen yaşolarda kaydedildiği bir gelişim anlayışı orotaya konmuştur. Yedi yaşına kadar süren ilk aşama bedensel ve psikolojik gelişimin başlangıç safhasıdır. Yedi-yirmi bir yaş arası, pratik ihtiyaçların karşılanması için amelî aklın sayesinde araçların imal edilodiği çağdır. Merak döneminin başladığı yirmi bir yaşla birlikte insan ruhu varlık ve oluşun sırlarını keşfe yönelir. Fizikten metafiziğe geçiş bu aşamanın belirgin özelliğidir. Daha sonraki safhalarda tam bir aydınlanma ile bilgeliği yakalayabilen insan, en sonunda gerçek mutluluğun hakikatine ereceği manevî tecrübelere ulaşır.[70] İnsanın tabii çevresiyle girdiği etkileşim, fıtratındaki bilme ve yapma kapasitelerini aşama aşama gelişotirir. Bu epistemolojide gözlem ve deney, fıtratta var olan akıl yürütme kapasitesini harekete geçirmekte, dolayısıyla bilginin oluşumu için akıl da devreye sokulmakotadır. Çünkü gözlem ve deney verilerini karşılaştırma ve böylece henüz gözlenomeyen hakkında bir teorik sonuca ulaşoma, her şeyden önce tümevarım denilen akıl yürütme biçimine ihtiyaç hissettireocektir. Tüme varmak için sonsuz ölçüde deney ve gözlem yapılamayacağına göre olması gereken zihnî sıçramada sezgi de kaçınılmaz olarak rol oynayacaktır. Nihaoyet bir defa tümel kavrama ulaşıldığında bu teorik bilginin tek tek olgulara uyguolanması da tümdengelim yöntemini georektirecektir.[71] İbn Tufeyl, 1106’da Gırnata yakınlarında Vadiü’l-Aş’ta doğdu, 1186’da Merakeş’te öldü. İşraki felsefesinin Endülüs’teki en önemli temsilcilerinden biridir. Uğraştığı ve önemli eserler verdiği başlıca konular tıp,felsefe ve gökbilimdi. Günümüze ulaşan ve bütün dünyada tanınmasını sağlayan eseri ise Hayy bin Yakzan ya da diğer adıyla Esrarü’l-Hikmeti’l-Meşrikiye’dir. Dünya da felsefi romanın ilk örneği ve ilk “robinsonad” olan Hayy bin Yakzan, 14. yüzyıldan başlayarak dünyanın bütün belli başlı dillerine çevrilmiş, başta Robinson Crusoe’nun yazarı Daniel Defoe olmak üzere birçok Batılı sanatçı ve düşünürü etkilemiştir. İbn Tufeyl’in yaşadığı dönemde (12. y.y.) özellikle Endülüs’te pozitif bilimlerin yanında beşeri bilimler oldukça ilerlemişti. Ortaçağ Hıristiyan batı dünyasının aksine İslam-Endülüs toplumunda bilimsel bilgilerin Kur’an la uyuşacağına dair bir inanç vardı. Bu nedenle Endülüs’te gayri müslimlerin bilime olan katkılarına sırt çevrilmemekle birlikte Kur’an da ki hakikatler çerçevesinde bilime katkılar yapılıyordu. Özellikle tasavvuf alanında oldukça ilerlemiş olan Endülüs toplumu İbn Arabi gibi mutasavvıflar yetiştirmiş ve bunların görüşlerinin etkisinde kalmıştır. Filozofların temel kaynağı olan Kur’an-ı Kerim'e göre Allah’ın ilk yaratığı, yaratığın tohumu olan “akl-ı evvel” veya Tasavvufî ifadesiyle, "Nur-u Muhammedî"; son yaratığı ise bu tohumun sahibi olan “Hazreti İnsan” dır. Yaratığın amacı insandır ve insan da kendisinde olan nefhay-ı İlâhi, ilahi nefes, nedeniyle en şerefli mahlûktur. İnsan, vücuduyla maddi dünyaya, ruhu ile de manevi dünyaya bağlıdır. İnsan, yeryüzünde Allah’ın temsilcisidir ve yaratılmış her şey insanın kullanımına tabii kılınmıştır. Bu temsilciliğin sorumluluğu da bütün insanlığa aittir. Bütün insanlık; her insanın kendisinde mevcut potansiyele ve olanakları harekete geçirmek ve onarlı gerçekleştirmek fırsatına sahip olduğunu göstermek gibi bir kolektif sorumluluk altındadır. |
İslam Filozofları
[B]İbn Miskeveyh [/B
(Ahmed bin Muhammed Miskeveyh) (940-1030) Fars asıllı ünlü Şii filozof. İran'ın Rey kentinde 940'ta (hicri 320) doğdu. Aktif politik kişiliğini filozof rolüyle birleştirdi. Tarihçi yönü de olan Miskeveyh Bağdat, Isfahan ve Rey şehirlerindeki Büveyye hanedanına hizmette bulundu. Aralarında Sicistaninin de olduğu bir entelektüel grubunun üyesiydi. İslam dünyasında Neoplatonik geleneğin ortaya çıkışında Miskeveyh'in telifçi rolünün etkisi bulunmaktadır. İbn Miskeveyh tarihten psikolojiye, kimyadan metafiziğe kadar pek çok farklı alanda çalışmalarda bulundu ve eserler kaleme aldı. Yunan filozoflarının tevhid ile ilgilendiklerini öne sürmekle Miskeveyh din ile felsefeyi uzlaştırma hususu probleminden uzak durmuştur. Tam adı Ebû Ali Ahmed bin Muhammed bin Yakub bin Miskeveyh olan İbn Miskeveyh 936 senesinde İran’ın Rey kentinde doğdu. 940 veya 951 senesinde doğmuş olabileceği ortaya atılmıştır. İbn Miskeveyh öğrenimini, doğduğu kent olan Rey kentinde tamamladı, iyi bir eğitim gördü. İbn Miskeveyh döneminin ünlü bilginlerinden ve hocalarından ders aldı. Çağının önde gelen filozofları (İbn Sinâ, Ebu Reyhan el-Beyrûni ve Ebu Hayan et-Tevhîdî gibi) ile bilgi alış-verişinde bulundu. İbn Miskeveyh özellikle Farabi’den çok etkilenmiş ve meşşai ekolün önemli isimlerinden olmuştur.Müslüman filozoflar evrimden bahsetmişlerdir.Onların zihnindeki evrim tasarımı Allah'ın iradesiyle olan akışla ilgilidir.Bilimi yeterince anlamayan sözde dini kesimler ile,dini yeterince anlamayan sözde bilimsel çevreler birbiriyle ideolojik açıdan tartışa dursunlar,insanlığın bütün düşünsel ürünlerine saygı duymak gerekir.( Mehmet Bayraktar, "İbn Miskeveyh", DİA c.XX,Bayrakdar,Mehmet,İslamda Evrimci Yaratılış Teorileri,Saruhan Müfit Selim,İbn Miskeveyh Düşüncesinde Tanrı ve Alem,Ankara,İlahiyat Yayınları I.Baskı,Mart,2005,)İbn Miskeveyh asıl ilgi alanı olan felsefenin dışında uzunca bir süre kimya ile de ilgilendi, çeşitli araştırmalar yaptı. Kimya alanında yaptığı çalışmalardan hiçbiri bugüne ulaşmamıştır. İbn Miskeveyh felsefe ve kimya dışında tıp, edebiyat, tarih, ahlak ve metafizik ile de ilgilenip, bu konularda birçok eser kaleme aldı. Özellikle ahlak sistemi ile dikkat çeken İbn Miskeveyh ahlak konusunda çok önemli bir yere sahip olmuştur. Eserlerinde Farâbi metodunu izlese de, genel olarak Farâbi’nin aksine pratiğe nazariyeden önce yer verip, pragmatizme yaklaştı. Kendisinden önceki Meşşai ekolü filozofları gibi Eflatun ile Aristo’nun fikirleriyle İslam dinini uzlaştırmaya çalıştı. İbn Miskeveyh dönemin önemli isimlerinin yanında kâtiplik ve kütüphanecilik yaptı. İlk önce vezir Ebu’l-Fadl İbnu’l Amîd’in kütüphane memurluğunu yapmış, ün ve itibar kazanmaya başlamıştı. Daha sonra da sarayda kâtiplik, özel kütüphane memurluğu, hazinedarlık ve muallimlik gibi çeşitli görevler aldı. Ahlâk felsefesinde özellikle Eflatun, Aristo ve Calinos’tan etkilenen İbn Miskeveyh ahlâkın gayesinin üstün saadete erişmek olduğunu düşünmekteydi. Ona göre ahlâkın dört temel fazileti hikmet, şecaat, rikkat ve adaletti. Bu faziletlerin tek başına yaşayan bir insanda değil de toplumda oluşabileceğini öne sürdü. Bu nedenle ona göre ahlâk, “sosyal ahlâk”tı. Miskeveyh daha çok etik alanındaki eserleriyle İslam Felsefe geleneğinde tanınmıştır. Hatta etik konuları ilk ele alan İslam filozofu olduğundan bazı kimselerce kendisine "Muallim-i Selase" (Üçüncü Öğretmen) -bu sıfat, Aristo'nun "Muallim-i Evvel", Farabi'nin "Muallim-i Sâni" oluşu gözönüne alınarak kendisine verilmiştir- unvanı verilmiştir. Miskeveyh Plato ve Aristo'nun yanı sıra, Porfirius, Pisagor, Galen, Afrodisyaslı İskender gibi Yunanlı filozofların eserlerinden etkilenmiş ve yararlanmıştır. Felsefe tarihçilerine göre İbn Miskeveyh öldüğünde geride 20 cilt eser bıraktı. Fakat bu eserlerin çoğu bugüne ulaşamamıştır. 1030 senesinde İsfahan’da öldü. |
İslam Filozofları
İbn-i Heysem Müslüman fizikçi, matematikçi ve filozof,Doğum 965,Basra Irak ,Ölüm 1038-1040,Kahire Mısır
Öğrenimine Basra'da başladı. Zamanının yüksek din ve fen ilimlerini de burada öğrendi. Tahsilinin bir kısmını tamamladıktan sonra, Bağdat'a giderek özellkle; matematik, fizik, mühendislik, astronomi, metalurji gibi pozitif bilimleri öğrenip, şöhrete kavuştu. Öğrendiklerini uygulama safhasına koymak için çok gayret gösterdi. Birçok önemli neticeler ve başarılar elde etti. İbn-i Heysem'in başarıları diğer memleketlerde duyulunca, Mısır'da hüküm süren Şii-Fatimi Devleti hükümdarlarından El-Hakim kendisini Mısır'a davet etti. İbn-i Heysem, Mısır'a gitmeden önce, Nil Nehri ile ilgili bir sulama projesi ve bazı teknik çalışmalarda bulunmuş, Nil nehrinden nasıl istifade edilebileceğini araştırmıştı. Projesini Fatimi sultanı El-Hakim'e açıklayınca, sultan projenin gerçekleştirilmesi için ona her türlü yardımı yapacağını bildirdi. İbn-i Heysem, Nil Nehri boyunca ilmi ve teknik incelemelerde bulundu. Yaptığı projelerin başarılı bir şekilde uygulanmasının o günkü şartlarda mümkün olmadığını görünce, hükümdardan af diledi. İbn-i Heysem, El-Hakim'in kendisi hakkında kanaatlerinin değişmesinden korkarak, gözden ırak bir yere çekilip hükümdardan uzak durmaya karar verdi. Gizlice ilmi çalışmalarını sürdürerek birçok eser yazdı. İlim tarihçilerine göre, İbn-i Heysem'in hayatının bu dönemi en verimli ve başarılı devri olmuştur. İbn-i Heysem, Birûni ve İbn-i Sina ile çağdaştı. İbn-i Heysem, çağının bütün ilimlerinde otoriteydi. Fevkalade keskin bir görüş, anlayış, muhakeme ve zekaya sahipti. Aristo ve Batlemyüs'ün eserlerini inceleyerek hatalarını gösterdi. Bunları özetleyerek Arapçaya tercüme etti. Ayrıca tıp biliminde de derinleşti. Geometriyi mantığa uyguladı. Öklit ve Apollonius'un geometrik ve sayısal metodlarını geliştirdi ve pratik uygulama alanlarını işaret etti. Geometri ve matematiğin inşaatçılık alanında uygulanmasında katkıda bulundu. Eski medeniyetlerden intikal eden matematik, geometri ve astronomiyi tedkik ederek ilmi tenkitlerini ortaya koydu ve bu sahalarda kendi nazariyelerini geliştirerek ilim alemine sundu. Mesela; Aristo ve Batlemyüs'e ait olan dünyanın, kainatın merkezi olduğu şeklindeki görüşleri üzerindeki şüphe ve tereddütlerini ifade etti. Dünya merkezli bir kainat sisteminin kesin olmayacağını, uzayda daha başka sistemlerin de bulunabileceğini ve güneş sisteminin mevcut olduğunu söyledi. Nitekim İbn-i Heysem'den yüzlerce sene sonra önce, İbn-i Şatır ve Batruci sonra Newton ve Kepler, Güneş sistemi nazariyesini kabullenmişler ve yer kürenin bu sistem içinde bulunduğunu söylemişlerdir. |
İslam Filozofları
İbrahim Nazzam (d. 775, ö. 845) (tam adı İbrahim ibn Sayyar al-Nazzam)
775'de Irağ'ın Basra şehrinde doğdu, 845'te Bağdat'da öldü. Filozof ve teolog. Ebu'l-Huzeyl gibi Mutezile filzoflarının önemli ve özgün isimlerinden biridir. Felsefesi [değiştir]Nazzam, doğa felsefesine dayanmıştır ve ona dayanarak Allah fikrine yükselmeye çalışmıştır. Doğa ya da evren ona göre Allah'ın bir hikmetine göre yaratılmışlardır. Doğa yasaları olarak bilinen her şeyin Allah'ın yaratımına uygun olduğunu öne sürer. Allah, emir ve cebr edici olarak özgürlüğü zorunluluğu ile sınırlandırılmış bir iradedir. Nazzam bu noktada meşşai flozoflarına benzer, ancak tamamen aynı argümanı öne sürmez. Meşşai filozofları zorunluluk ile Allah'ı bir ve aynı şey sayarlarken, Nazzam yaradılış sorununda bu düşünceden farklılaşır. İlk harekette Allah tarafından verilmiş olan özgür ve fakat akli bir iradenin fiilini görür. Özgürlük akıl arasına bir tür karşıtlık konulmuş olur böylece. Nazzam felsefesini açıklamakta Anaxagoras'ın metafizik sistemine dayanır; Kümûn ve burûz dediği bir kuram geliştirir. Buna göre doğada meydana gelen her şey gizil olanın ortaya çıkmasıdır; ki o gizil olan da, olmuş ve olacak olan her şey mevcuttur. Gizil olandan açığa çıkmaktadır her şey. Buna göre her şeyin meydana gelişi de bir anda ve birdenbire olmuştur. Olaylar meydana gelen şeyler bu birdenbire meydna gelmiş olanın perdelerinin kalkmasıdır. Nazzam yaradılışı böylece özgür bir eylem olarak belirtmiş olmaktadır. Ayrıca rasyonalist bir düşünürdür İbrahim Nazzam, tanrısal olan her eylemliliğin akılcı olarak mantıksal yollardan kanıtlanabilir olduğunu öne sürer. Bu temelde Allah'ı sonsuz (kadîm) ve geri kalan herşeyi sonlu (hâdis) olarak açıklar; meşşai filozofu olarak Allah'ı sıfatlardan arınmış olarak görür ve değerlendirir. İnsanın özgür iradesini kabul eder ve bu sebepten onun sorunlu olduğunu belirtir. |
İslam Filozofları
Şahabeddin Sühreverdî Maktûl veya tüm isim ve künyesiyle Ebu'l-Fütûh Şahabeddin Yahya bin Habeş bin Emîrek Sühreverdî Maktûl (1115-1191), ünlü İslam filozofu ve işrakilik isimli fikrî akımın kurucusu. Asıl adı Yahya bin Habeş bin Emîrek ' Birçok konudaki bilgisi nedeniyle Şihâb yıldızından esinlenerek Şahabeddin veya Şihâbeddin olarak anılmış,Sühreverd'de doğduğu içinse Sühreverdî olarak anılmıştır. İdam ettirilerek öldürüldüğü için daha sonra künyesine Sühreverdî'nin ardından Maktûl de eklenmiştir. Ebu'l-Fütûh diye anılması ruhani hayatının derinliği ve bu konudaki çalışmaları nedeniyle olmuştur. Çağdaşı ve akrabası olan bir diğer önemli isim Şihabeddin Ömer Sühreverdî'dir, bu iki şahsın ayrıştırılabilmesi Maktûl künyesi ile anılmasına özen gösterilir. Eğitiminin ilk yıllarında Sühreverdî Meşşâi ekole yakınlık duymuş, bu konuda kendisini geliştirmiş ve bazı eserler kaleme almıştır. İlk zamanlardaki bu eğilimini daha sonra kendi felsefesi olan işrâkîliğe dair yazdığı eserlerde de belirtmiştir. (1) Eğitimini tamamladıktan sonra birçok bölgeyi ziyarete gitti ve dönemin bazı önemli isimleriyle fikir alış verişinde bulundu. Bu sıralarda felsefesinin temelini oluşturacak çeşitli deneyimler yaşadığını açıklamıştır. Yine bu sıralarda adı duyulmuştu, saray çevrelerine yakınlaşmıştı ve birçok önemli devlet adamına ders verdi. Anadolu'da yıldızı parlamaya başlayan Sühreverdî'nin başarısı çeşitli kimselerin ona karşı çıkmasına yol açmış ve sonuç olarak öldürülmesi gerektiğini savunan birçok kişi ortaya çıkmıştı. Sonunda bir Halep fakihlerinin kararıyla Sühreverdî 1191'de idam edildi. İşrâkîliğe etki eden kaynaklar hakkında farklı görüşler mevcut olsa da, esasları itibariyle Yeni Eflantunculuğa dayanır. Metod bakımından işrâkîliğin Meşşâilikten ve Aristo geleneğine dayanan diğer felsefi akımlardan farklı en büyük özelliği akıl yolu ile hakikate ulaşılamayacağı, hakikate ulaşmanın tek yolunun bir tür manevi sezgicilik olduğu düşüncesidir. İşrâkîliğe göre hakikate ancak kalb ve işrak ile erişilebilir. İşrâkîliğin, düşünsel planda meşşâi gelenek ile sufi gelenek arasında bir yerde olduğu söylenebilir. Sufi gelenekten farklı olarak işrâkîlik cezb ve sekri kabul etmez. İşrâk, hem bu felsefenin temel taşını oluşturur hem de felsefeye adını verir. Arapça bir sözcük olan işrâk "Doğu, aydınlıkla ilgili, ışıkla ilgili" anlamlarına sahiptir. Sühreverdî âlemi dikey bir düzlemde açıklar, onun bu yön sisteminde Doğu maddiyetten tamamen sıyrılmış saf ışık ve meleklerin mekânı; Batı ise maddiyetin dünyasıdır. Bu iki yönün tam ortasında ışık ile karanlığın birleştiği noktadır. Bu kutsi yön - kutsi düzen düşüncesi büyük oranda Antik Pers kaynaklarından etkilenmiştir. Sühreverdî ışığı, nûr, hakikatin cevheri olarak tanımlamıştır. Ona göre kavrama ışığın bir şuur aydınlığı oluşturmasıyla oluşur ve eşyayı kavramamızı sağlayan ışıktır. Fakat doğrudan ışık ile hâsıl olan bilgi, Tanrı katından geldiği için, insanüstüdür. Böylece eğer birisi o bilgiye erişebilirse, keramet gösterip, varlık ve olaylara müdahale edebilir; o kişi için gizlilik perdesi kalkmıştır. Bu açılardan işrâkîlik sufi geleneğe yaklaşır. İşrâkîlikte akıl dışı sezgi - manevi sezgi farklı yerlerde farklı anlamlarda kullanılmıştır. Sühreverdî'nin bu düşünceleri Sünni çevrelerce ve belli başlı itikad mezheplerince, İslam akidesine ters düştüğü gerekçesiyle tenkit edilmiş ve din dışı sayılmıştır. Sühreverdi, rasyonel düşünme ile sezgisel düşünmeyi kendi felsefesinde bir araya getirmiştir. Rasyonel bilgi önemlidir hatta onunla sezgisel bilgiye yaklaşma imkânı da bulunmaktadır ama tek başına rasyonel bilgi yeterli değildir, çünkü varlık bizim rasyonel kalıplarımızın çok ötesindedir. Felsefe tarihi kavramı Sühreverdi ve ekolünün büyük ilgisini çekmiştir. Sühreverdi felsefeyi rasyonel sistemleştirmeden ziyade Hikmet ile bir tutar. Felsefe Platon ve Aristo ile başlamaz, aksine onlarla biter. Aristo hikmeti rasyonel bir kalıp içerisine sokarak perspektifini sınırlamış ve onu ilk dönem bilgelerinin birleştirici hikmetinden ayırmış oldu. İşraki görüşüne göre, Hermes veya İdris peygamber, felsefenin babasıdır ve onu vahiy olarak almıştır. İdris'i, Yunanistan ve İran'daki bilgeler ve daha önceki uygarlıkların hikmetini kendisinde birleştiren İslam bilgeleri izler. Sühreverdi ayrıca, Zerdüşt[1] öğretinin (özellikle de melekler bilimi (angeology) ve nur ile karanlığın sembolize edilmesi konusunda) etkisinde kalmıştır. Kadim Zerdüşt bilgelerinin hikmetini, Hermes'inki ile, dolayısıyla da başta Pisagor ve Platon olmak üzere Aristo öncesi filozofların hikmetiyle aynı görmüştür. Sonuçta da kadim Mısır, Kildani ve Sabii doktrinlerinden geriye kalanlarla Helenist matris içerisinde birleşen Hermetisizmin engin geleneğinden etkilenmiştir. Sühreverdi'yi etkileyen diğer bir kaynak da Sufi hikmetidir. Özellikle de, sık sık bahsettiği Hallac'dan ve Gazali'den çok şey almıştır. |
İslam Filozofları
Şemsüddin Şehrizorî, İşrakî Okulunun fiili anlamda kurucusu ve okulun maktül manevi lideri Şahabeddin Sühreverdi'nin (Şeyh-ül-işrak'ın) sadık bir izleyicisi olarak bilinir. İlk işraki filoofu olarak kabul edilir. İşrakiliğin kurulması, felsefi ve tarihi bilgilerinin kaydedilmesi anlamında Şehrizori'nin çalışmaları çok önemlidir. Kimi yapıtları, özellikle de işrakilik hakkındaki çalışmaları bilinmekle birlikte, kendisi hakkında çok az bilgi mevcuttur. Eldeki bilgilerin kesinliği de sözkonusu değildir. Örneğin Sehrüverdi'nin Halep'te hapsedildiği sırada birlikte Şems adlı bir öğrencisinin bulunduğu ve bunun Şehrizori olduğu ileri sürülmektedir, ancak kesin bir şey söylenememektedir. Hilmi Ziya Ülken bu iddianın geçerli olamayacağını ileri sürmektedir, onun felsefe ansiklopedisinin (Risail-üş-şeceret-il-İlahiyye ve'l esrar-ür-Rabbaniyye) bitiriliş tarihine göre (Sühreverdi'nin ölümünden 90 yıl sonra), Şehrizori 1300'lerin sonunda hala yaşamaktadır çünkü.[1] Doğumu ve ölümü ile ilgili tarihlerde de karmaşıklar vardır. Kesin olan şey İşrakilik felsefesinin daha sonraki gelişmesini derinden etkilemiş ve belirlemiş olduğudur. Sühreverdi'nin Telvihat´ı için ve ayrıca Hikmet-ül-işrak için iki ayrı şerh düşmüş ve bunlar kendisinden sonraki iki önemli işraki düşünürü tarafından büyük ölcüde değerlendirilmiştir. Bunlar İbn Kemmûne ve Kutbüddin Şîrazi'dir.
|
İslam Filozofları
Ebu'l-Berekât Bağdâdi(1076-1166)
Ebu'l-Berekât Bağdâdi, 12. yüzyılda islam felsefesinin en etkili filozoflarından biri olmasına rağmen, çok fazla tanınmamış bir düşünürdür. Ortaçağ'da ve sonrasında Batı düşüncesinde bilinen bir filozof olmamıştır. Ebu'l Bağdadi'nin asıl adı Hibetullah'tır, Yahudi bir ailenin çocuğu olarak Bağdat'da dünyaya gelmiştir. Daha sonra Müslüman olmuştur. Zamanında Abbasi halifesi Müktefi Billah ile iyi ilişkileri olduğu sanılmaktadır. Ebu'l Berekat, bazı kaynaklarda filozof olarak İbn Sina'dan ve hatta Arsisto'dan bile üstün görülür. İslam felsefesinde, Meşşaililere karşı eleştiriler yöneltmiş, İşraki okulunu görmezden gelmiş, özgün düşünceler üretmiş ve esas olarak kelâm felsefesinin gelişmesine etki etmiştir. Fahrüddin Râzi ve Nasîr Tûsî gibi kelam felsefecileri, kendi rasyonel düşünce sistemelerini Gazâli'nin kuşkuculuğuna karşı kouryabilmek için Ebu'l Berekat'ın fikirlerinden destek almışlardır. Bu sebepten kelamcılar arasında sayılmaktadır, ancak çalışmalarının özgünlüğü kelamcıların sınırlarını çok aştığı da kabul edilir. Bilimler sınıflaması, mantık sistemi, bilgiye getirdiği açıklama biçimlerinde zamanını aşan ve özellikle daha sonra (özellikle ortaçağdan sonra) ortaya çıkacak olan felsefi yönelimlere benzer argümanlara sahip olduğu görülür. Zihin bilimleri (mantık, matematik, astronomi), duyu bilimleri (doğa bilimleri) ve akıl bilimleri metafizik, ilahiyat) olarak düzenlediği bilim ve bilgi alanını, felsefi sisteminin dayanağı yapar Berekat ve bütün görüşlerini bu temel üzerinde yükseltir. Bu ayrımlar kısmen Aristoteles'in metafiziğinin yeniden eleştirel değerlendirilmesidir. Metafizik sisteminde Bağdadi, akılcı bir filozof olmasına rağmen, olasılık kavramını işin içine sokmuştur, ancak bunu farklı bir şekilde anlamlandırır. Gazali'nin eleştirel kuşkuculuğunu sistemi için kabul edilemez bulur. Onun arayışı, teorik akılda insanı duyu verilerinin olasılıksal belirsizliğinden kurtaracak ve zihinsel bir sezgi ile dile ulaştıracak yolu bulmaya yöneliktir. O bu yolun akıldışı bir sezgi ile mümkün olduğunu öne sürmektedir ki, böylece hem meşşailikten hem de işrakilikten ayrı bir yol tutmuş olmaktadır. Ebu'l Berekat, kategoriler alanını, düşünceye ait olanlar ve varlığa ait olanlar şeklinde iki alana ayırmaktadır; buna göre örneğin zaman ve mekân düşünceye ait kategorilerdir ve nitelik, etki gibi kategorilerse varlığa ait kategorilerdir. Filozof bu kategorileri sisteminde açıklıyor ve temellendiriyor. Özellikle zaman konusunda önemli felsefi açıklamalar getirir. Zamanın ve mekânın sonsuzluğunu öne sürer ve bununla birlikte yaradılışın başı ve sonu olmadığını savunur. Zamanın hareketle ilgisi olmadığını ve hareketin sayısı olmadığını ispatlamıştır. Bunlara bağlı olarak insan bilgisini, doğrudan doğruya bildiğimiz şeyler(öze ait bilgiler) ve duyular yoluyla bildiğimiz bilgiler(araza ait bilgiler) şeklinde iki bölüme ayırmaktadır. Tanrı bilgisini, araza ait bir bilgi olarak temellendirir, ona göre Tanrı'nın özünü ve sıfatlarını asla bilemeyeceğiz. |
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.