![]() |
Kanser Çeşitleri
Adacık Hücre Kanseri Nadir bir tür olan adacık hücresi kanserinde kanser (kötücül) hücreleri, pankreasın belirli dokularında bulunur. Pankreas yaklaşık 15 cm. uzunluğunda, bir ucu daha geniş, diğer ucu daha dar olan ince bir pear benzeri bir organdır. Pankreas, midenin arkasında, ince barsağın oluşturduğu bir halkanın içinde yer alır. Daha geniş olan sağ tarafı baş, orta bölümü gövde ve ince sol tarafı ise kuyruk olarak adlandırılır. Vücutta pankreasın temel olarak iki işlevi vardır. Gıdaların sindirimini sağlayan salgıları ve gibi, gıdaların kullanımını ve depolanmasını yöneten insülin gibi hormonları üretir. Sindirim salgılarını üreten pankreas bölümü ekzokrin pankreas olarak adlandırılır. Pankreas kanserlerinin yaklaşık % 95'i ekzokrin pankreastan kaynaklanır. Pankreasın hormon üreten bölgelerinin adacık hücresi adı verilen özel hücreleri vardır ve endokrin pankreas olarak adlandırılır. Pankreas kanserlerinin sadece % 5'i bu hücrelerden kaynaklanır. Bu özet endokrin pankreas kanseri (adacık hücresi kanseri) hakkında bilgi vermektedir. Pankreastaki adacık hücreleri, vücudun şekerli gıdalarının depolanmasını ve kullanımını düzenleyen insülin gibi hormonlar üretir. Pankreastaki adacık hücreleri kanserleştiğinde, gereğinden fazla hormon üretebilirler. Böyle aşırı hormon üreten adacık hücre kanserlerine işlevsel (fonksiyonel) tümörler denir. Bazı adacık hücre kanserleri ise aşırı hormon üretmezler ve işlevsiz (non-fonksiyonel) tümörler olarak adlandırılırlar. Adacık hücrelerinde vücudun başka bölümlerine yayılmayan tümörler de gelişebilir. Bunlar selim (iyicil) tümörler olarak adlandırılırlar ve kanser değildirler. Hekimin saptanan tümörün kanser mi, yoksa selim bir tümör mü olduğunu ayırt etmesi gereklidir. Karın ağrısı, ishal (diare), mide ağrısı, sürekli yorgunluk hissi, baygınlık ve çok yemek yememeye rağmen kilo alma gibi durumlarda bir hekime başvurmalıdır. Bu belirtiler varsa, hekim vücuttaki hormon miktarlarının normal olduğunu belirlemek için kan ve idrar tahlilleri isteyecektir. Röntgen incelemeleri ve özel taramalar gibi başka testler de gerekebilir. iyileşme şansı (prognoz) hastanın hangi tip adacık hücresi kanseri olduğuna, kanserin ne kadar yayıldığına ve hastanın genel sağlık durumuna bağımlıdır. Adrenokortikal Karsinom Adrenal korteks kanseri nedir? Adrenal korteks kanseri, kanser hücrelerinin adrenal bezin dışındaki tabaka olan adrenal kortekste bulundunan nadir bir kanserdir. Adrenal korteks kanserine adrenokortikal karsinom da denir. Üst abdomenin arka kısmında her böbreğin üst kısmında bir tane olmak üzere iki adrenal bezi vardır. Adrenal bezlere suprarenal bezler de denir. Adrenal bezin iç kısmına adrenal medulla denir. Adrenal medulladan başlayan kansere feokromasitoma denir. Adrenal korteksteki hücreler vücudun düzgün çalışabilmesine yardımcı olan önemli hormonları yaparlar. Adrenal korteksteki hücreler kanserleşince, yüksek kan basıncı, kemiklerde zayıflama veya diyabet gibi semptomlara neden olan bir veya daha fazla hormonu aşırı olarak salgılarlar. Eğer erkeklik veya kadınlık hormonları etkilenirse, vücutta seste kalınlaşma, yüzde kıllanma, üreme organlarında büyüme veya göğüslerde şişme gibi değişiklikler görülür. Hormon salgılayan kanserlere işlevsel tümörler denir. Adrenal korteks kanserlerinin çoğunluğu fazladan hormon üretmez ve bunlara işlevsel olmayan tümörler denir. Aşağıdaki semptomlar ortaya çıkar ve kaybolmazsa doktora başvurulmalıdır:
Evre Açıklaması: Adrenal Korteks Kanserinin Evreleri: Adrenal korteks kanseri saptandığında, kanserin ne kadar yayıldğını anlamak için tetkikler yapılacaktır. Buna evreleme denir. Doktor tedaviyi planlayabilmek için kanserin evresini bilmelidir. Adrenal korteks kanserinde aşağıdaki evreler kullanılır: Evre I Kanser beş cm'den daha küçük ve adrenal bez etrafındaki dokulara yayılmamış. Evre II Kanser beş cm'den daha büyük ve adrenal bez etrafındaki dokulara yayılmamış. Evre III Kanser adrenal bez çevresindeki dokulara veya lenf bezlerine yayılmış. Lenf bezleri lenf sisteminin küçük, fasulye tanesi şeklinde parçalarıdır ve infeksiyonlarla savaşan hücreleri yapar ve depolarlar. Evre IV Kanser bölgedeki doku veya organlara ve adrenal korteks etrafındaki lenf bezlerine yayılmış veya kanser vücudun diğer bölgelerine yayılmış. Nüks Kanser tedavi edildikten sonra yinelemiş (nüks). Nüks, adrenal korteks veya vücudun başka bir yerinde olabilir. Tedavi Seçenekleri: Adrenal Korteks Kanseri Nasıl Tedavi Edilir? Adrenal korteks kanseri olan tüm hastalar için tedavi seçenekleri mevcuttur. Üç çeşit tedavi kullanılır: -Cerrahi (kanserin çıkartılması) -Kemoterapi (kanser hücrelerini öldürmek için ilaçlar kullanmak) -Radyoterapi (kanser hücrelerini öldürmek için yüksek doz X ışınları veya diğer yüksek enerjili ışınlar kullanmak) Cerrah adrenalektomi denilen bir ameliyatla adrenal bezini çıkartabilir. Adrenal bezinin çevresinde kanser içeren dokular çıkartılır. Bu bölgedeki lenf bezleri de çıkartılabilir (lenf bezi di....iyonu). Kemoterapi: kanser hücrelerini öldürmek için ilaçları kullanır. Kemoterapi hap şeklinde alınabilir veya bir iğne yardımıyla toplardamar veya kas içine verilebilir. Kemoterapiye sistemik tedavi denir, çünkü ilaç kan dolaşımına girer, vücut içinde dolaşır ve vücut içindeki kanser hücrelerini öldürür. Radyoterapi, kanser hücrelerini öldürmek ve tümörü küçültmek için yüksek enerjili X ışınlarını kullanır. Adrenal korteks kanseri için uygulanan radyoterapi vücudun dışındaki bir makineden verilir (eksternal radyoterapi). Kanser tedavisinin yanısıra (kemoterapi, radyoterapi ve/veya cerrahi) hastaya kanser tarafından salgılanan fazla hormonların neden olduğu bulguları önlemek ve tedavi etmek için başka ilaçlar da verilebilir. Evreye Göre Tedavi Tedavi kanserin ne kadar yayıldığına ve hastanın yaşı ve genel durumuna göre düzenlenir. |
Kanser Çeşitleri
CİLT KANSERİ (Deri Kanseri) Bütün dünyada deri kanseri en sık görülen kanser tipi olup, kanser nedeniyle meydana gelen ölümlerin % 2’sini oluşturur. Başlıca üç tip deri kanseri bulunur. Bunlar : Skuamöz hücreli karsinom (Melanoma olmayan deri kanseri de denir), bazal hücreli karsinom ve melanomadır. Bazal hücreli karsinom ve skuamöz hücreli karsinom deri kanserinin en sık görülen iki tipidir. Genellikle iyi seyreden, kanserler içinde en yüz güldürücü sonuçların alındığı kanser tipleridir. Melanoma ise daha saldırgan seyirli bir deri kanseri olup, diğerlerine göre daha kötü huyludur. Ultraviyole (UV) ışını, radyasyona maruziyet yada derinin UV ışınına duyarlı olmasının deri kanseri için risk faktörü olduğu bilinmektedir. Bununla beraber maruziyetin tipi (yüksek şiddette, bazen ya da sürekli) ve şekli (devamlı ya da aralıklı) deri kanserinin tipleri için değişik olabilir. Deri kanserine yatkınlığı olan (kanser öcüsü lezyonların olması, hassas deri tipi) kişilerde, derinin güneşe maruziyetinin azaltılması deri kanserinden korunmada esas temeli oluşturmaktadır. UV ya da radyasyon maruziyeti ile deri kanserinin önlenmesi konuları gözlem ve çalışmalara dayanmaktadır. Bu çalışmalara göre melanoma olmayan deri kanserlerinde güneşe maruziyetin bir risk faktörü olduğu ortaya konmuştur. Güneş ışınları ile derisi bronzlaşmayan ancak kolayca yanan kişilerin kanser riski yüksektir. Ancak koruyucu krem veya giysiler kullanılarak UV radyasyon maruziyetini veya maruziyet süresini azaltmanın melanoma olmayan deri kanserlerinde kanser oluşum sıklığını azaltıp azaltmadığı kesin olarak bilinmemektedir. Düzenli olarak güneş önleyici kremlerin kullanılmasıyla solar keratoz adı verilen ve skuamöz hücreli karsinomun öncülü olan lezyonların azaldığı ve varolan lezyonların gerilediği gösterilmiştir. UV radyasyon maruziyeti ile melanomanın ilişkisi net olarak bilinmemektedir. Zaman içinde yavaş yavaş güneş maruziyetine kıyasla aralıklı olarak ani güneş maruziyetinin çok daha fazla hasar verici olduğu düşünülmektedir. Özellikle çocukluk yada gençlikteki güneş ışığına ani maruziyetler çok daha tehlikelidir. Güneş yanıklarına yönelik koruma amaçlı ürünlerin UV radyasyon nedeniyle meydana gelen melanomayı önlemediği saptanmıştır. Yanmaya meyilli deriye sahip olma, fazla sayıda iyi huylu melanostik yada atipik benin olması gibi değiştirilemeyen faktörler de melanoma gelişimi için risk faktörü oluşturmaktadır. UV radyasyon maruziyetinin azaltılmasında ki en iyi silah; güneşten korunma konusunda eğitim yapılmasıdır. Bu yolla kişiler bilinçlendirilmekte ve deri kanserlerinin gelişim riski azaltılabilmektedir. Melanoma ile ilişkili olarak kişinin kendi kendini muayenesinin, özellikle riskli kişilerde yararlı olduğunu öne sürmüşlerdir. Izotretinoin, beta-karoten gibi kimyasal olarak önleyici ajanların etkinliği, melanoma olmayan deri kanseri riski yüksek olan kişilerde değerlendirilmiştir. Kseroderma pigmentozumlu hastalarda yüksek doz izotretinoin’in yeni kanserleri önlediği gösterilmiştir. Ancak; önceden bazal hücreli karsinom nedeniyle tedavi almış olan kişilerde uzun dönem izotretinoin tedavisinin yeni bazal hücreli karsinomu önlemediği fakat ızotretinoin’in yan etkilerinin ortaya çıktığı gösterilmiştir. Daha önceden melanoma olmayan deri kanseri nedeniyle tedavi edilmiş hastalarda uzun dönem beta-karoten kullanılmasının yeni deri kanseri gelişimini önlemede yararı olmadığı saptanmıştır. Günümüzde antikanserojen olarak popüler bir mineral olan selenyumun da uzun süreli kullanılmasının basal hücreli yada squamöz hücreli karsinomu önlemede ciddi bir etkisi olduğu gösterilememiştir. MELANOMA OLMAYAN DERİ KANSERLERİNİN TANISI VE BELİRTİLERİ Melanoma olmayan deri kanserleri erken tanınabilir mi ? Melanoma olmayan deri kanserleri erken tanınabilirler. Deri kanserlerinin erken tanısında herkesin önemli bir rolü olabilir. Amerikan Kanser Cemiyeti, kanser için yapılan kontrolleri 20-40 yaşları arasında 3 yılda bir, 40 yaş ve sonrasında her yıl olarak önermektedir. Aynı zamanda kendi cildinizi ayda bir kez muayene etmeniz de önemlidir. Vücudunuzdaki ben, çil ve diğer lekelerin şekil, yapı ve renklerini bilmek, bu yapılarda oluşması olası değişiklikleri fark etmek açısından önemlidir. Kendi kendine muayene en iyi bir boy aynası ile yapılır. Görülmesi zor olan bölgeler için küçük bir el aynası kullanılabilir. Bu muayenede sırtın alt bölümü yada uylukların arkası gibi zor görülen yerlerin görülmesinde bir başkası size yardımcı olabilir. Avuç içleri, ayak tabanları, sırtın altı, bacakların arkası dahil bütün bölgeler muayene edilmelidir. Değişiklik olduğunu düşündüğünüz bir bölgeyi doktorunuza göstermek faydalı olabilir. Arkadaşlar veya aile üyeleride birbirlerinde gördükleri değişiklikleri birbirlerine söyleyebilirler. Melanoma olmayan deri kanserlerinin çeşitli belirtileri mevcuttur. Deride yeni meydana gelen ve büyüyen bir oluşum, leke, noktacık yada çıkıntı veya 3 ay içinde düzelmeyen yanma hissi bu belirtilerden bazılarıdır. Bazal hücreli kanserler genellikle düz, sert ve soluk alanlar veya küçük, kabarık, pembe/kırmızı, şeffaf, parlak alanlar şeklinde küçük zedelenmeler sonrası kanayabilen oluşumlardır. Bu oluşumların üzerinde gözle görülür düzensiz bir damar olabileceği gibi bunların merkezlerinde çökük bir alan olup bu alan mavi, kahverengi yada siyah bölgeler içerebilir. Geniş bazal hücreli kanserler kaşıntılı olabilir ya da soyulmuş bölgeler içerebilir. Skuamöz hücreli kanserler büyüyen şişlikler şeklinde genellikle kaba yüzeyi olan yada yavaş büyüyen ve düz kırmızımtrak yamalar içeren oluşumlardır. Sıklıkla ileri yaşta, güneşe maruz kalan bölgelerde iyileşmeyen yaralar şeklinde görülür. Her iki tip melanoma olmayan deri kanseri de normal deriden çok hafif değişiklikler içeren düzgün alanlar olarak başlayabilir. Dil ve Dudak Kanseri Dudak, dil, ağız döşemesi, tükrük bezleri, yanak iç kısımları, diş etleri ve damağı etkileyen kötü huylu tümörler. Tümörlerin % 90′ ı skuamöz hücre kanserlerdir ve kalanları lenfoma, melanoma,küçük tükrük bezlerinin kanserleri ve sarkomalardır. Etkilenen sistemler: Sindirim sistemil Genetik: • ilgisiz Görünme sıkılığı: • 12 /100.000 (her yıl 30.300 yeni olgu). Her yıl 5000 kişi bu hastalıktan ölür • Ağız boşluğu tümörleri tüm kanserlerin, erkeklerde % 4′ ünü, kadınlarda % 2 ‘ sini meydana getirir • Hurma, taze hurma yaprağı çiğneme alışkanlıkları, sigaranın yanan ucunu ağız içinde tutma alışkanlığına bağlı olarak, Asya’da ensidansı yüksektir. Yaş : • 50 ve üzeri. Fakat dumansız tütün kullanımı ile genç yaş grubunda artış görülmektedir. Cinsiyet: • Erkek = Kadın BELİRTİ VE BULGULAR • Yutma güçlüğü • Lokmaların burundan geri gelmesi. • Konuşma problemleri • Tümöre bağlı nazofaringeal yetersizlik ve boğaz ağrısı yutulan gıdalrın hava yollarına kaçması. • Yansıyan ağrı nedeniyle tek taraflı kulak ağrısı • Sıklıkla hassas ve infeksiyon ile karışan ağız boşluğunda kitle veya ülser. Genellikle elle muayenede ülserin kendi sınırının ilerisine uzanın sert alana hissedilir. • Sert boyun kitlesi • Boyunda elle gelen lenf bezleri NEDENLERİ • Tütün kullanımı (Dumanlı veya dumansız) • Enfiye kullanımı • Aşırı alkol tüketimi • Dudak kanseri hallerinde ultraviole ışığa maruz kalma • B12 vitamini veya demir eksikliği anemisi. TANI: GÖRÜNTÜLEME • Akciğere sıçramayı ekarte etmek için göğüs grafisi • Kemiğe sıçramayı düşündüren kemik ağrısı varsa kemik scan görüntüsü • Beyin veya karaciğere sıçrama düşündüren klinik varsa Bilgisayarlı tomografi veya MR BİOPSİ • Ayaktan yapılan transoral biopsi kesin tanı koydurur. TEDAVİ UYGUN SIHHİ BAKIM • Cerrahi girişim için hastanın yatırılması • Tedavi lokalizasyona bağlı olarak değişir, örneğin, dil, yanak duvarı, farenks, damak, dudak • Radyasyon (Şua -Işın)tedavisi ve / veya (İlaç) kemoterapi ile birlikte veya sadece kanserli bölgenin tamamen ameliyatla çıkarılması seçilen tedavidir. • Ameliyat edilemeyen lezyonlar radyasyon tedavisi ve / veya kemoterapi ile tedavi edilirler. • Cerrahi gereken hastalarda beslenme normal yara iyileşmesi için en önemli faktördür. Ağızdan beslenme mümkün değilse mideye sonda sokularak ve / veya mideye dışardan delik açılarak beslenme gerekebilir. AKTİVİTE • Hastanın fizik durumu tolere edebildiği kadar DİYET • Hastalığın yayılımına ve çiğneme veya yutma kabiliyetine bağlıdır TAKIP HASTANIN İZLENMESİ • Üst hava yolu ve sindirim sisteminde olası odağın veya nükslerin tetkiki için rutin periyodik baş ve boyun muayenesi yapılmalıdır. ÖNLEM / KAÇINMA • Tütün içilmesi veya dumansız tütün kullanılmasının önlenmesi • Alkol kullanılmasının önlenmesi BEKLENEN GELİŞME VE PROGNOZ Yeterli tedavi yapılan erken lezyonlarda % 80 ‘den fazla tedavi sağlanır. Ekstragonadal Germ Hücreli Tümörler Ekstragonadal germ hücreli tümörler, gonadlardan vücudun diğer bölümlerine göç eden sperm veya yumurta hücresinden gelşirler. Yaş ve cinsiyet ekstragonadal germ hücreli tümör gelişimini etkileyebilir. Görüntüleme yöntemleri ve kan testleri Ekstragonadal germ hücreli tümörleri bulmak ve tanı koymak için kullanılır. Tedavi şeklini ve prognozu bazı faktörler etkiler. Ekstragonadal germ hücreli tümörler, gonadlardan vücudun diğer bölümlerine göç eden sperm veya yumurta hücresinden gelişirler. Ekstragonadal, gonad ( .... organları) dışı gelişim anl..... gelmektedir.Testiste oluşan sperm hücresi veya overde oluşan yumurta hücresi vücudun başka bir yerine göç edip, orada germ hücreli tümör gelişimine neden olur.Bu tümörler vücutta herhangibir yerde gelişebileceği gibi sıklıkla beyinde hipofiz, mediasten veya karın boşluğunda gelişir. Ekstragonadal germ hücreli tümörler benign ( kanser olmayan, iyi huylu) veya malign ( kanser, kötü huylu) olabilir. Benign ekstragonadal germ hücreli tümörler benign teratom olarak isimlendirilir.Bu tümörler malign ekstragonadal germ hücreli tümörlerden çok daha sıktır ve sıklıkla çok daha büyüktür. Malign ekstragonadal germ hücreli tümörler, non-seminom ve seminom olarak incelenir.Non seminomlar seminomlardan çok daha hızlı büyüme ve yayılma eğilimindedir. Genellikle daha büyük olurlar ve belirti verirler. Tedavi edilmediklerinde malign ekstragonadal germ hücreli tümörler akciğer, lenf nodu, kemik, karaciğer veya vücudun diş kısımlarından gelişir. Yaş ve cinsiyet, ekstragonadal germ hücreli tümör gelişimini etkileyebilir. Malign ekstragonadal germ hücreli tümörlerde risk faktörleri: • Erkek cinsiyet • 20 yaş veya daha üstü olma • Kleinfelter sendromlu olma Ekstragonadal germ hücreli tümörde görülen olası semptomlar arasında göğüs ağrısı ve solunum problemleri de bulunmaktadır. Malign ekstragonadal germ hücreli tümörler yerleştikleri yerlere komşu alanlara bağlı değişikliklere neden olabilir. Hastada eğer şu semptomlar varsa doktora başvurmalıdır: • Gö?üs ağrısı • Solunum problemleri • Öksürük • Ate? • Başağrısı • Barsak problemleri • Yürüme zorluğu • Görme ve göz hareketlerinde zorluk Görüntüleme yöntemleri ve kan testleri ekstragonadal germ hücreli tümörleri bulmada kullanılır. ENDOMETRİUM KANSERİ (RAHİM KANSERİ) Rahim kanseri , rahim ağzı kanserinin pap-smear’ le taramasının yapıldığı gelişmiş ülkelerde en sık görülen jinekolojik kanserdir. Görülme Sıklığı Rahim kanseri sıklıkla menopoz sonrası dönemde görülen bir kanserdir. Hastaların büyük çoğunluğu 65 yaşın üzerindedir. Ancak ciddi risk faktörleri varlığında % 25 vakada menopoz öncesi dönemde de görülmektedir. Risk Faktörleri - Şişmanlık - Hiç doğum yapmamış olmak - Geç menopoz yaşı - Hipertansiyon - Şeker hastalığı - Erken ilk adet görme yaşı - Dışarıdan östrojen verilmesi - Kronik adet görmeme - Meme kanseri nedeniyle tamoksifen kullanımı Yukarıda sıralanan sebeplerin kansere eğilim yaratmasının sebebi fazla salgılanan östrojenin rahim kanseri oluşumunda etkili olması noktasında ortaklıkları vardır. Bu sebeple sigara kullanımı ve düşük sosyo-ekonomik düzeyinin yumurtalıkların işlevini bozarak rahim kanseri sıklığını azalttıkları düşünülmektedir. Rahim kanserinin endometrial hiperplazi adı verilen öncül oluşumunun zamanında tanı konup , tedavi edilmesi rahim kanserinden korunmada hayati öneme sahiptir. Bu öncül lezyonun oluşum sebepleri ile rahim kanserinin oluşum sebepleri benzer sebeplerdir. Anormal vaginal kanama nedeniyle tetkik edilen hastaların birçoğunda bu öncül lezyonlar saptanır. Tanısında rahimden küretaj yolu ile alınan hücresel materyalin incelenmesi esastır. Tedavisinde hormonal ilaçlar ya da eğer çocuk istemi yok ve 45 yaşından büyük bir olgu söz konusu ise rahimin ve yumurtalıkların çıkarılması yer alır . Akut Lenfoblastik Lösemisi Akut lenfoblastik lösemi (ALL) olgunlaşmamış lenfosit öncüllerinin (lenfoblastlar) klonal çoğalması ile karakterize bir hastalıktır. Lenfoblastların çoğunluğu B lenfosit orijinli (%80- 85), geri kalanı ise T lenfosit orijinlidir. Nadiren hücrelerin hangi seriye ait oldukları belirlenemez. ALL tedavisi genellikle 3 aşamada yapılır. İlk aşama remisyon indüksiyonu olup, remisyon sağlandıktan sonra konsolidasyon (pekiştirme) ve idame tedavileri uygulanır. Akut myeloblastik lösemiden farklı olarak, santral sinir sistemi (SSS) nüksleri sık görüldüğünden ayrıca SSS profilaksisi ygulanmaktadır. ALL prognozu son yıllarda uygulanan tedavi rejimleri ile gerek çocuklarda gerekse de yetişkinlerde düzelmiştir. Hastalığın biyolojisinin anlaşılması, destekleyici tedavilerin gelişmesi ve yeni ilaçların kullanılması, prognozun düzelmesi üzerine etkisi olan faktörlerdir. Yetişkin hastalarda %60-90 oranında remisyon elde edilmesine rağmen, uzun süreli hastalıksız yaşam süresi ancak %30-40 hastada örülmektedir. Bu oran kötü risk faktörü olan hastalarda %20 civarına düşmektedir. TEDAVİYE CEVABI ETKİLEYEN FAKTÖRLER Hastalığın seyrini ve tedaviye cevabı etkileyen bazı faktörler tanımlanmıştır. Bunlar; remisyonda kalma süreleri, yani relaps olana kadar geçen süre, nüksün lokalizasyonu, immünfenotipik karakterler, yaş, relaps sırasındaki toplam lökosit sayısı gibi faktörler sayılabilir. Bir çok merkez bunlar arasında en çok erken relapsı dikkate almaktadır. Erken relaps olarak ilk iki yıl içinde ortaya çıkan relapslar dikkate alınmaktadır. Yapılan çalışmalarda, ilk iki yıl içinde relaps olanların geç relaps olanlara göre daha kötü prognoza sahip olduğu görülmüştür. T hücreli ALL, 10 yaşından büyük olmak da kötü prognoz göstergesi sayılmaktadır. Relapsın lokalizasyonu da önemlidir. Ekstramedüller relapsın (genellikle santral sinir sistemi), kemik iliği relapsına göre daha iyi prognozlu olduğu bilinmektedir. 35 yaşından büyük hastalar, yüksek lökosit sayısı, null veya ayırımı yapılamayan blastların olması, Philedelphia kromozomu (Ph+) pozitifliği ve remisyona geç ulaşılan hastalarda tüm tedavilere rağmen ALL seyri kötü gitmektedir. Maalesef ALL hastalarının %60-70’nde tanı anında, bu kötü prognoz faktörleri bulunmaktadır. Özellikle ilk remisyon süresi 18 aydan az olan hastalarda, uzun süreli yaşam şansı %5’in altına düşmektedir. Salvage tedavi ile %40-60 oranlarında remisyon elde edilmesine rağmen hastalıksız yaşam süresi 2-7,5 ay arasında düşmektedir. Tüm bu verilere rağmen hastaların hastalıksız yaşam süresini etkileyen üç faktör en önemli olarak bulunmuştur. a-Hastalık ve hastaların özellikleri: Relaps riski; yaşlılarda, lökosit sayısı 30-50 X 109/l olanlarda, Ph kromozomu pozitif olan ve tam remisyona geç ulaşılan hastalarda en yüksektir. Philedelphia kromozomu (Ph+) yetişkin ALL hastalarında %20-30 oranında bulunmaktadır. Bu oran 50 yaş üzeri hastalarda %50 oranlarına ulaşmaktadır. t(9;22), t(4;11) ve t(8;14) kromozom bozuklukları kötü riskli hastalarda tespit edilir. Yukarıda sayılan faktörler dışında, hastalığın seyrini etkileyen faktörlerde bildirilmiştir. Santral sinir sistemi tutulumu, blast oranı, kemik iliği tutulumunun tipi, hemoglobin, trombosit, laktik dehidrogenaz yüksekliği ve organomegalilerde sayılmaktadır. Bu risk faktörleri genellikle tedaviyle ilişkilidir. b-Remisyon süresi: Birinci remisyon süresinin uzunluğu hastalığın seyrini etkilemektedir. 18 aydan uzun süren remisyonlarda prognozun daha iyi seyrettiği bilinmektedir. c-Biyolojik özellikler: Relaps sırasında karyotipik ve immünfenotipik değişikler gözlenebilmektedir. Çocukluk çağındaki relapslarda, farklı karyotipik blastların bulunması %30 ile %96 arasında görülmektedir. Tam olarak farklı blastların klonal farklılaşmadan ziyade sekonder lösemiyi akla getirmektedir. |
Kanser Çeşitleri
AKUT MİYELOİD LÖSEMİ (Kemik İliği ve Kan Lösemisi) Akut miyeloid lösemilerde (AML) lösemik öncül hücrelerin kontrolsuz olarak çoğalmaları yanı sıra olgunlaşma ve farklılaşma özelliklerini kaybetmeleri söz konusudur. Habis karakterli bu hücreler genellikle blastlar ya da ona yakın düzeyde (promiyelosit, promonosit gibi) hücrelerdir. Bu hücreler kemik iliğini tamamen infiltre ederek hematopoiezin yetersizliğine yol açarlar. Diğer taraftan çoğalan lösemi hücreleri kanda da artma gösterirler ve seyrek de olsa ekstramedüller dokuları ve merkezi sinir sistemini infiltre edebilirler. Vücuttaki toplam sayısı artmış olan bu lösemi hücre kitlesi ayrıca metabolik yönden olumsuz etkilere de neden olabilir. Akut lösemili hastalarda kemik iliğindeki monoklonal lösemik hücre kitlesinin yanı sıra azalmış sayıda normal hematopoietik kök hücre kitlesi de vardır. Sitotoksik ilaç tedavisinin ana ilkesi lösemik hücre kitlesini kemik iliği aspirasyonu ve biyopsisinde görülemeyecek derecede şiddetle baskılamak ve normal hematopoiezin yenilenmesini sağlamaktır. Bu tedavi hastalıksız sağkalımın ya da şifaya kavuşmanın ilk ve en önemli basamağıdır. Akut lösemi hastanın vücudunda bu olumsuz biyolojik etkilerinin yanı sıra, hastada ve yakın çevresinde yine olumsuz psikolojik etkilere de yol açar. Bütün bunlar göz önünde tutulacak olursa akut miyeloid lösemili hastalarda tedavi çok yönlü olarak ele alınmalıdır. Burada hastayı bilgilendirme ve tedavi için olurunu almak, tedavinin tasarımı, uygulama planı, komplikasyonların önlenmesi ya da tedavisi ve gereken konsültasyonların belirlenmesi hem iç hastalıkları ya da pediatrinin, hem de hematoloji uzmanının bilgi ve deneyimini gerektirir. Hastanın ve yakınlarının hastalık, tedavisi, yan etkiler, ortaya çıkabilecek komplikasyonlar hakkında bilgilendirilmesi mutlaka gereklidir ve bu işlem hastanın tedaviye uyumunu da kolaylaştırır. Ayrıca imzalanmış onayının alınarak saklanmasının hem etik yönden hem de hukuksal yönden önemli olduğu unutulmamalıdır. AML tanısı konmuş çok ileri yaşta ve diğer bazı hastalıkları olan hastalar, ve kan almayı reddeden hastalarda standart sitotoksik ilaç tedavisi yapılması olası görülmeyebilir. Bu hastalarda destekleyici tedavi uygulanabilir. Sadece ileri yaş tedavi kararını olumsuz olarak etkilemez. Akut miyeloid löseminin tedavisine karar vermeden önce şu basamakların bilinmesi gereklidir: -AML tanısı mutlaka çevre kanı ve kemik iliğinin mikroskopik değerlendirilmesi ile koyulmalıdır. Bundan sonra immunofenotipleme, sitogenetik ya da moleküler biyolojik incelemeler için örnekler alınmalıdır. Bu ikinci incelemeler tanıya ve prognozu belirlemede yardımcı incelemelerdir. Hastalarda performans durumu ve risk değerlendirmeleri en başta yapılmalı, tedavi buna göre tasarlanmalıdır. Akut miyeloid lösemili hastaların tedavisi çok yönlü olup bunlar sırasıyla başlıca üç grupta sıralanabilir: -Genel önlemler ve hazırlıklar -Komplikasyonlar ve sorunların tedavisi -Kan hücresi desteği tedavisi AML tedavisinde karşılaşılabilecek bazı sorunlar · Kanama (trombositopeni, yaygın damariçi pıhtılaşması) · İnfeksiyon · Tümör erimesi sendromu · Lökostaz · Mukozitis (infeksiyon, beslenme zorluğu) · Hiperürisemi · Hiperpotasemi veya hipopotasemi · Karaciğer işlev bozuklukları (sitotoksik ilaçlar) · Böbrek yetersizliği (antimikrobiyal tedaviler) · Oral beslenememe · Ototoksisite · Nörotoksisite Komplikasyonların tedavisi. AML’li hastalarda tanı sırasında ya da tedaviler sona erip hasta düzelene kadar birçok komplikasyonlarla karşılaşılabilinir. Bu komplikasyonlar ve sorunlar bunların erkenden tanınması, önlem alınması ya da tedavileri gereklidir. |
Kanser Çeşitleri
Primer Karaciğer Kanseri Karaciğerin primer (kendine has) malign (kötü huylu) tümörleri, bir başka deyişle kanserleri şunlardır: Hepatosellüler karsinom, intrahepatik kolanjiosellüler karsinom, hepatokolanjiokarsinom, hepatoblastom, anjiosarkom, epiteloid hemanjioepitelioma ve diğer sarkomlar (leiomyosarkom, rabdomyosarkom, indiferansiye embriyonel sarkom). Karaciğer kanserlerinin tümüne yakınını hepatosellüler karsinom (HSK) ve intrahepatik kolanjiosellüler karsinom oluşturur. 1- Hepatosellüler Karsinom (HSK) : Karaciğerin en sık (%75) rastlanan primer tümörüdür. Diğer adı hepatomadır. Erkeklerde kadınlardan 5 misli daha fazla görülür. En sık 40-60 yaşlardadır. Kısacası en fazla orta yaş erkeklerde görülür. Dünyada en fazla Güneydoğu Asya ve Güney Afrika'da görülür. ABD'de ise seyrektir; tüm kanserlerin ancak %2,5'udur. Etyolojisi bilinmemektedir. Ancak HSK için bazı risk faktörleri mevcuttur: Siroz HSK'li olguların büyük çoğunluğunda (%75-95'inde) risk faktörüdür. Hepatit B enfeksiyonu siroza neden olarak dünyadaki en önemli HSK sebebidir. Hepatit B enfeksiyonu olanlarda olmayanlara göre 20-200 kat daha fazla HSK oluşur. Ayrıca siroz yapan bütün hastalıklar, hepatit C enfeksiyonu, alkol kullanımı, vs. hastalıklar HSK'a yol açabilir. Postnekrotik sirozlar, alkolik sirozlar, hemokromatosis, alfa-1-antitripsin eksikliğinde kanser olma riski yüksektir. Primer bilier siroz, kardiak siroz, Wilson hastalığında da orta derecede risk vardır. Aspergillus flavus adlı mantar tarafından üretiien Aflatoksin ile kontamine olmuş tahıl ve yer fıstığı yeme sonucu Aflatoksin alınmasıyla HSK gelişme riski vardır. Uzun süreli androjen kullanımında da HSK sıktır. Şistozomiazis ve klonorşiazis denen parazit hastalıklarının sık görülmesi de risk faktörüdür. Klinik bulguları: Hepatomegali (karaciğer büyümesi) Karaciğer üzerinde üfürüm ve frotman olması Assit (karında sıvı birikmesi). Assit hastaların yarısında kanlıdır. Halsizlik, iştahsızlık, kilo kaybı, karın ağrısı (her 3 hastadan birinde) Sirozu olan stabil bir hastada kliniğin aniden bozulması ve ALP artışı Karında kitle olması ve karında sağ üst kadranda ağrı ise karaciğer kanserinde en sık doktora başvurma sebepleridir. Tanı : ALP (alkalen fosfataz) belirgin ölçüde artar. Trans.....zlar ise (SGOT ve SGPT) hafif artar. AFP (alfa feto protein) artar. Galyum sintigrafisi (fokal dolma defekti olur). Ultrason ile kitle görülebilir, portal vene kitlenin invazyonu gösterilir. BT'de (bilgisayarlı tomografi) kitle görülür. Anjiografide hipervasküler ve tümör kızarıklığı gösteren kitle görülür. Karaciğer biyopsisi yapılarak kesin teşhis konur. Tedavi : Etkin bir tedavi yoktur. Tanıyı takiben ortalama yaşam süresi 6 aydır. Tümör karaciğerin tek bir lobunu tutmuşsa o lob ameliyatla çıkartılır. Bu şekilde hastaların %10'u en az 5 yıl yaşama şansına kavuşur. Lezyon bir odağa lokalize ve 3 cm'den küçük ise tümör çıkartıldıktan sonra hastaların yarısında kanser tekerrür etmez. Ana damarlarda tutulum yoksa karaciğer nakli ve kemoterapi denenebilir. Karaciğer kanserinde (HSK) radyoterapi ve kemoterapi tedavisi ile genellikle başarılı sonuçlar alınamaz. Bazı vakalarda radyoaktif işaretli transferin tedavisi yarar sağlamaktadır. Metastaz : % 50 olguda metastaz (tümörün başka bir dokuya yayılması) olur. En çok hiler lenf ganglionlarına ve akciğere metastaz yapar. 2- İntrahepatik kolanjiosellüler karsinom : Karaciğer içi safra kanallarının kanseridir. Karaciğer içi safra kanallarının herhangi bir yerinde oluşabilir. Karaciğerin hilusu veya periferik kısımlarında gelişebilir. Karaciğer primer tümörlerinin % 8-25'ini oluşturur. Etyoloji : Nedeni büyük ölçüde bilinmemektedir. Hastaların % 10'unda tümör şu etmenlerle ilişkilidir: Kronik ülseratif kolit (tipik olarak primer sklerozan kolanjit ile birlikte oluşur), Caroli hastalığı (idiopatik intrahepatik safra kanalları genişlemesi), konjenital hepatik fibrozis, klonorşiazis, opistorşiazis, hemokromatozis, thorotrast uygulanması, vs. Bu tip kanserlilerin %10'unda siroz vardır. Ancak intrahepatik kolanjiokarsinom'un Hepatit B ile hiçbir ilişkisi yoktur. Klinik bulguları : Karın ağrısı, halsizlik, ateş ve kilo kaybı olur. Tipik olarak 50-70 yaşlarında görülür. Tanı : Ultrason, BT, ALP artışı ve biopsi (patolojik tanı). Tedavi ve prognoz: Hastaların çoğu tanı konulduktan sonra en fazla 1 yıl yaşar. Tümör çıkartılırsa bu süre biraz daha uzayabilir. Metastaz : % 75 olguda metastaz olur. En çok lenf ganglionlarına, periton yüzeylerine ve akciğere metastaz yapar. 3- Hepatokolanjiokarsinom : Bu tümörler hepatosellüler ve safra kanalı farklılaşması gösterir. Karaciğer primer tümörlerinin %5 'inden azını oluşturur. HSK'a benzer belirtiler olur. 4- Hepatoblastom : Çok nadirdir. Çocuklarda en sık görülen karaciğer primer tümörüdür.Genellikle 3 yaşından önce oluşur. Erkeklerde kızlardan 2 misli daha fazladır. Doğuştan anomaliler ve hemidistrofi ile ilişkilidir. En sık belirtiler (hepatomegali nedeniyle) karında kitle, büyüme geriliği ve kusmadır. Serum AFP değeri olguların %85'inde yükselir ve oldukça yüksek değerlere ulaşır. Hepatoblastom soliter, iyi sınırlı, grimsi esmer renkte bir kitle şeklinde görülür. Değişik şekillerde olabilir. Ortalama lezyon çapı 10 cm dir. Bazen 20 cm ye kadar olabilir. Nekroz ve kanama sıktır. Siroz oldukça enderdir. Tedavinin başarısı tümörün (hastaların %75'inde gerçekleşebilen) tamamen çıkartılmasına bağlıdır. Tümörün tamamen çıkartıldığı hastaların yarısı nda hayatta kalma süresi uzar. Ameliyattan önce kemoterapi uygulanarak tümörü çıkarılamayan hastalara da ameliyat olanağı sağlanabilir. Tümüyle fetal kaynaklı olan tümörler en iyi prognoza sahiptir, saf anaplastikler ise en kötü prognozlu olanıdır. Olguların yarısında metastaz olur. Metastazları genellikle hiler lenf ganglionlarına ve akciğere yapar. 5- Anjiosarkom : Genel anlamda karaciğer sarkomu enderdir. Karaciğer sarkomunun en sık görüleni ise anjiosarkomdur. Tipik olarak 50-70 yaşlarındaki erkeklerde görülür. Etyoloji : Vinil klorid, arsenik ve Thorotrast (artık kullanılmayan bir radyolojik kontrast madde), anabolik steroid kullanımı ile yakın ilişkilidir. Tümör, bu maddelere maruz kalmadan 10-25 yıl sonra ortaya çıkar. Klinik bulgular : Karın ağrısı, halsizlik, kilo kaybı, karında kitle bu hastaların en çok başvuru sebebidir. Hematolojik bozukluklar (anemi, DIC vs) sıktır. Tanı : Ultrason ve BT'de kitlenin görülmesi, ALP atışı, anjiografide defektin gösterilmesi ile tanı konur. Kesin tanı için gerekli olan biyopsi açık yöntemlerle alınır. Zira kapalı karaciğer biyopsisi sonrası öldürücü kanama olabilir. Patolojik bulgular : Olguların %75'inde çok sayıda tümör odağı karaciğerin her iki lobunu tutar. Odaklar tek tek, süngerimsi yapıda ve kanamalıdır; büyüklükleri farklıdır. Tedavi ve prognoz : Yararlı hiçbir tedavi bulunamamıştır. Hemen hemen tüm olgular tanıdan sonraki 2 yıl içinde (karaciğer yetmezliği ve karın içi kanama nedeniyle) ölürler. Metastaz : Olguların %60'ında metastaz olur. 6- Epiteloid hemanjioendotelyoma : Ender görülen bu tümörün etyolojisi bilinmemektedir. Kadınlarda erkeklerden daha fazladır. Prognozu biraz daha iyidir; 5 yıllık survi (sağkalım) %30'dur. Yakın geçmişe kadar yapısı nedeniyle yanlışlıkla kolanjiokarsinom olarak tanı konulurdu. 7- Diğer sarkomlar : Leiomyosarkom ve rabdomyosarkom gibi çeşitleri vardır. Oldukça enderdir. Bunlardan indiferansiye (embriyonel) sarkom erişkinlerde ender görülür ama çocuklardaki karaciğer tümörlerinin ancak %10'unu teşgil eder. Meme Kanseri Meme kanseri kadınlarda en sık görülen kanser türüdür. ABD’de her yıl 185000 kadına meme kanseri tanısı konulmakta ve bu hastaların 46000’i yaşamını yitirmektedir. Erkeklerde ise sıklığı daha az olmakla birlikte 1/150 oranında görülmektedir. Meme kanseri hormona bağlıdır. Kadınlarda geç menarş, erken menapoz, ve 18 yaşında gerçekleşen ilk doğum meme kanseri oluşma riskini belirgin bir şekilde azaltır. Yağlı yiyeceklerin meme kanserine yol açtığı iddiası henüz tartışmalıdır. Oral kontraseptifleri meme kanseri riski üzerine az etkileri vardır. Östrojen replasman tedavisi meme kanseri riskini azda olsa arttırmasıyla beraber yaşam kalitesi ve kemik mineral yoğunluğu üzerine yararlı etkileri bulunmaktadır. Ayrıca kalp damar hastalıklarıyla oluşan ölüm riskini azaltır. 30 yaşından önce herhangi bir nedenle terapötik amaçlı radyoterapi alan kadınlarda meme kanseri gelişme riski çok yüksektir.TANI Meme kanseri tanısında mamografinin büyük yararı vardır. Elle memelerin muayenesin de kitlenin saptanması erken tanı açısından önemlidir. Mamografi veya elle muayene sonucu tespit edilen kitlenin biyopsisi ile kesin tanı konulur. Kadınlar en az ayda 1 kez meme muayenesi yapmaları gerekir. Premenapozal yani menapoz öncesi dönemde ki kadınlarda soru işareti uyandıran veya şüphe götürmeyen küçük kitleler 2-4 haftada bir muayene edilmelidir. Kitle rastlanan menapoz öncesi ve sonrası kadınlarda kitlelerden biri boşaltılarak çıkan materyalin makroskopik incelemesi yapılır. Çıkan materyal kansız sıvı içeren bir kist ise ve aspirasyonla yani boşaltılarak giderilebiliyorsa hasta rutin takibe alınmalıdır. Eğer kitle sert ve boşaltılamıyorsa mamografi çekilerek biyopsi alınmalıdır. 50 yaşından sonra her yıl yapılan mamografi kontrollerinin hayat kurtarıcı olduğu gösterilmiştir. Mamografi kontrollerinin 40 yaşından sonra yapılması gerektiği tartışmaları aşağıdaki nedenlere dayandırılmaktadır; -hastalık 40-49 yaş arasında daha az sıklıkla görülmekte bu nedenle kontroller başarısız olmaktadır. -40-49 yaş arası mamografide saptanan bozukluklar daha az sıklıkla kanserle sonuçlanmaktadır. -hiçbir klinik çalışma 40 yaşından itibaren yapılan mamografi kontrollerinin hayat kurtarıcı olduğunu göstermemiştir. Yinede mamografi kontrollerinin 40 yaşında başlatılması gerekliliğine olan inanç daha yaygındır. TEDAVİ Tedavi aşamasında nelerin uygulanacağı daha çok hastalığın evrelendirilmesine ve tümörün büyüklüğüne bağlıdır. Bazı küçük tümörlerde kanserin yayılımı olmamışsa sadece cerrahi yöntemle tümörün çıkarılması yeterli gelebilir. Ancak tümörün büyük olması ve yayılımının olması cerrahi sonrası kemoterapi gerektirebilmektedir. Meme kanseri sık görülen bir kanser türüdür. Ancak erken tanı hayat kurtarıcı olmaktadır. Bu nedenle kadınların en az ayda 1 defa kendi kendilerine meme muayenesi yapmaları ve kitle tespit ettiklerinde uzman bir hekime danışmaları gerekir. 40 yaşından sonra özellikle 50 yaş sonrası yılda 1 defa mamografi çekilmesi de erken tanı şansını arttırmaktadır. Özellikle ailede annede veya kız kardeşte meme kanseri olan kadınlar bu kontrolleri mutlaka yaptırmalıdır. Çünkü bu kişilerde meme kanseri riski daha çok yükselmektedir. Meme kanserinin %8-10 oranında ailesel olduğu bilinmektedir. |
Kanser Çeşitleri
Gastrointestinal Karsinoid Tümörler Gastrointestinal karsinoid tümör, gastrointestinal sistemden kaynaklanan bir kanserdir. • Sağlıkla ilgili özgeçmiş, gastrointestinal karsinoid tümör gelişme riskinde etkili olabilir. • Gastrointestinal karsinoid tümör hastalığın erken evrelerinde belirti vermez. Eğer tümör karaciğer veya vücudun başka yerlerine yayılırsa karsinoid sendroma neden olabilir. • Gastrointestinal karsinoid tümör tanısında kan ve idrar testleri kullanılır. • Bazı faktörler prognozu (iyileşme şansı) ve tedavi şeklini etkiler. Gastrointestinal karsinoid tümör, gastrointestinal sistemden kaynaklanan bir kanserdir. Gastrointestinal sistem mide, ince barsak ve kalın barsağı kapsar. Yediğimiz yiyeceklerdeki besin maddelerini ( vitaminler, mineraller, karbonhidratlar, yağlar, proteinler ve su) işleyen ve artıkların vücuttan atılmasını sağlayan sindirim sisteminin bir parçasıdır. Gastrointestinal karsinoid tümör, gastrointestinal sistemde yer alan, belli tip hormon üreten hücrelerden kaynaklanır. Bu hücreler, yiyeceklerin mide ve barsaklar boyunca hareket etmesini sağlayan kas hareketlerini ve sindirim sıvılarını düzenlemede yardımcı olan hormonları üretir. Gastrointestinal karsinoid tümörlerde hormon üretir. Rektum (kalın barsağın son bölümü) kaynaklı karsinoid tümörler genellikle hormon üretmez. Gastrointestinal karsinoid tümörler yavaş gelişir. Çoğu appendiks (kalın barsağa bağlı bir organ), ince barsak ve rektumda görülür. İnce barsakta birden fazla tümör oluşumu sıktır. Karsinoid tümörü olan bir kişinin, aynı anda veya daha ileri bir zamanda sindirim sisteminde kanser görülme olasılığı artar. Sağlıkla ilgili özgeçmiş, gastrointestinal karsinoid tümör gelişe riskinde etkili olabilir. Risk faktörleri aşağıdadır: • Ailesinde multiple endokrin neoplazi tip 1 ( MEN 1 ) sendromu olması • Midenin asit salgılama alışkanlığında değişikliğe neden olan atrofik gastrit, pernisiyöz anemi veya Zollinger-Ellison sendromu gibi hastalalıklarının olması • Sigara içme Gastrointestinal karsinoid tümör hastalığın erken evrelerinde belirti vermez. Eğer tümör karaciğer veya vücudun başka yerlerine yayılırsa karsinoid sendroma neden olabilir. Gastrointestinal karsinoid tümörler tarafından üretilen hormonlar, genellikle kan ve karaciğer enzimleri tarafından parçalanır. Eğer tümör karaciğere yayılmışsa çok fazla miktarda hormon vücutta kalır ve karsinoid sendrom denilen bir grup semptomun oluşumuna neden olur. Gestasyonel Trofoblastik Tümörler Gestasyonel trofoblastik tümörler (GTT) , koryoadenoma destrüens, metastatik mol ve koryokarsinom yerine kullanılan , gestasyonel trofoblastik hastalık (GTH) ise mol hidatidiform yerine kullanılan bir klinik tanımlamadır. Tüm bunlar trofoblast dokusunudan gelişen patolojiler olup, en sık karşılaşılan şikayet uterin kanama ve bazen de vajinal yol ile gelen parça düşürmedir. Akciğer metastazı olan olgularda , nefes darlığı , kanama gözlenebilir. Vajinal tutulum olan olgularda vajinal kanama veya ağrı olabilir. Bulgular ve Tanı Doğurganlık çağında görülen adet gecikmesi durumunda, uterin kanama da mevcut ise, gebelik, düşük tehdidi, dış gebelik ön tanılarına ek olarak Mol veya GTT akla gelmelidir. İleri yaşlarda, menopoz döneminde bulunan çok az sayıda olguda da GTH saptanabilir. Ayırıcı tanı için , ultrasonografik inceleme yapılmalıdır. Endometriyal kavite içerisinde, normal bir gebeliğe ait görüntü olmaması , kavite içerisinde yer kaplayan kistik alanlar içeren heterojen bir görünüm saptanması durumunda (Resim 1), tedavi ve teşhis amacı ile küretaj yapılmalıdır. Bazı olgularda uterus, son adet tarihine göre olması gerekenden daha büyük olabilir. Serum beta-hCG düzeyi çoğu kez yüksek olarak bulunur. Beta -hCG değeri aşırı yüksek olanlarda overlerde büyük lutein kistleri saptanabilir. Bazen, hipertiroidi bazen de hiperemesis bulguları olaya eşlik edebilir. Renkli akın Doppler USG, myometriyum içine invazyon gösteren trofoblastik hastalık tanısı için kullanılabir. Renkli akım penceresi açıldığında myometriyum içinde aşırı derecede damarlanma artışı gösteren bir patoloji saptanırsa, tanı klinik olarak invaziv mol olarak kabul edilmelidir. Patoloji , Davranış ve Yayılım Olguların çok büyük kısmında histopatolojik tanı tam mol hidatidiform’dur. Mol’de villus yapısı korunmuştur ve hidropik bir şişme mevcuttur. Parsiyel mol’de ise , fetus ve mol hidatidiform beraber bulunur. Küretaj sonrası mol tanısı alan büyük bir oranı beniğn bir seyir izlerken , %10-20 kadarında takip esnasında maliğn trofoblastik değişim (GTT) gözlenir. GTT , %60 mol sonrası gelişir. Bunun yanısıra %30 düşük ve %10 da miadında doğumu takiben de gelişebilir. Trofoblastik dokunun maliğn davranış biçimi gösteren koryokarsinomda villus yapısı kaybolmuştur. Bazı olgularda molar doku myometriyum dokusu içine invazyon gösterir (koryoadenoma destrüens-invaziv mol). Mol ve koryokarsinom tanısı küretaj materyalinde koyulabilirken, histopatolojik olarak koryoadenoma destrüens tanısı ancak histerektomi piyesinde koyulabilir. Plasental site trofoblastik tümör (PSTT) GTH’ın bir varyantı olup, nadir görülür ve takip ve tedavisi mol hidatidiform dan farklıdır. GTT’ler vajen ve pelvis içine yayılım gösterebilirler. Akciğer en sık metastaz yaptığı organdır. Karaciğer, beyin ve dalak gibi organlara da metastaz gözlenebilir. GTT de Cerrahi Tedavi Bundan sonraki yaşantısında çocuk sahibi olmak istemeyen olgular ile kemoterapiye dirençli olgularda , tümör hacmini azaltmak amacı ile histerektomi yapılabilir. Histerektomi sonrası gereksinim olan kemoterapi kür sayısı genellikle azalır. Karaciğer, akciğer veya beyinde metastaz bulunan kemoterapiye dirençli olgularda metastazektomi de bir seçenek olarak kullanılabilir. |
Kanser Çeşitleri
Göz içi melanom İntraoküler (göz içi) kanseri olan hastaların tedavisinde pek çok merkez gözü ve görme duyusunu koruyan bir alternatif yöntem olması nedeniyle radyasyonu önermektedir. Plak brakiterapisi koroidal melanomun en yaygın olarak kullanılan tedavisidir ve tümöre yüksek konsantrasyonda radyasyon dozu gönderir. Buna karşılık lazere oranla tümörün çevresindeki sağlıklı dokuya daha az zarar verir. Radyoaktif plağa " radyasyon implantı" veya " radyoaktif kaynak" da denir. Plak brakiterapisi genelde tek başına kullanılır. Bazı durumlarda doktorunuz lazer fotokoagülasyonu da tedaviye eklemek isteyebilir. Brakiterapi için kullanılan radyasyon kaynakları pirinç şeklinde küçük radyoaktif çekirdekler şeklinde gelir. Bu çekirdekler plak denen altın veya çelik kasenin içine iliştirilir. Tümöre verilen radyasyon dozu, kullanılan çekirdeklerin sayısına ve gücüne ve de implantın gözde kalma süresine bağlı olarak belirlenir. Doz aynı zamanda tümörün büyüklüğüne ve yerine göre de değişebilmektedir. Plak ameliyathanede yerleştirilir. İşlem esnasında göz kanseri uzmanı tümörün tabanını kapatacak şekilde plağı göz duvarına yerleştirecektir. Koroidal melanomun radyoterapisi ile ilgili yapılan çalışmalar göstermiştir ki; göz içi tümörlerin tedavisinde pek çok radyasyon kaynağı ve tipi kullanılmaktadır. Tüm bu radyasyon teknikleri yeterince büyük dozda verildiğinde göz içi tümörleri yok edebilmektedir. Bu teknikler, oküler ve orbital radyasyon dozu dağılımına ve radyasyonun yan etkilerine göre kendi içinde farklılık göstermektedir. Örneğin; proton radyasyonu tümöre ulaşmak için geçtiği dokuları etkilerken (kirpik, göz kapağı, kornea, mercek, iris, silier cisim); plak tedavisi göz duvarından (sklera ve kornea) geçerek tümöre ulaşır. Koroidal melanomda eksternal ışın tedavisinin, plak tedavisine oranla daha çok anterior komplikasyon verdiği rapor edilmiştir. Yine çalışmalar göstermektedir ki; plak radyasyonunda düşük enerjili İyot - 125 plakları, pek çok merkezde Cobalt-60 tedavisini yerine geçmiştir. 1985 yılında, COMS (the Collaborative Ocular Melanoma Study) orta büyüklükteki koroidal melanomların tedavisinde I-125 göz plağı tedavisini seçmiştir. Bu yöntemde I-125 çekirdekleri altın göz plağının içine yerleştirilir. Bu karar geniş ölçülerde kabul görmüş ve tekniği standardize etmiştir. Hipofarinks Kanserleri (Baş ve Boyun Kanserleri) Kulak kepçesi ve dış kulak yolu kanserleri: Tükrük bezlerinin tümörleri : En sık kulak önünde yer alan parotis bezinde tümör görülür,bu tümörlerin % 80 i iyi huyludur. Ağız boşluğu: dudaklar,dudakların ve yanakların iç kısmı (bukkal mukoza),diş eti,damak,dil ve ağız tabanı. Burun delikleri derisi ve burun döşemesi.Boğazın en üst noktasında ortaya çıkan nazofarinks kanseri, sinus olarak adlandırılan ve yüz kemikleri içinde burun çevresinde yer alan hava boşlukları içinde gelişen paranazal sinüs kanserleri. Nazofarinksin devamı olan hipofarinkste de kanser görülebilir. Burnu boğaza bağlayan orofarinks kanseri de bu gruptadır.Bu bölgede dik kökü,yumuşak damak,bademcikler dahil boğazın arka bölümü yer alır. Larinks kanseri ve yemek borusunun boyun bölümü kanserleri de bu bölge içinde telakki edilir. Baş-Boyun Kanserinin Sebebi Nedir ? Deri tümörleri güneşe maruz kalma ile ilgilidir. Diğer baş-boyun kanserleri ,sigara içilmesi,tütün çiğnenmesi,alkolizm ve kötü beslenme sebepler arasındadır. Nazofarinks kanseri gibi bazı kanserlerde Epstein-Barr virusu gibi özel faktörlerle ilişki vardır. Baş boyun kanserleri erkeklerde ve 50 yaşın üstünde daha sık görülür. Baş-Boyun Kanserleri Tedavi Edilebilirmi ? Diğer kanserlerde olduğu gibi,erken dönemde teşhis edilirse tedavi edilebilir. Kanserli doku ameliyatla çıkarılabilir ,genellikle cerrahi radyoterapi ile birlikte uygulanır.Bazı hastalarda tedaviden sonra hastalık tekrar ortaya çıkabilir,bu durumda ya ilk kanserin tüm hücreleri ameliyatla çıkarılmamış veya radyoterapi ile öldürülmemiştir yada ikinci bir kanser gelişmiştir. Baş Boyun Kanserinin Belirtileri : Ağızda uyuşukluk hissi Ağızda veya boğazda kanama Ağızda şişlik veya yumru Birkaç haftadır iyileşmeyen yara veya zaman zaman yara haline gelen veya kanayan kırmızı yada beyaz Yutma veya çiğnemede ağrı veya zorluk Boğazda veya yüzün bir bölümünde devam eden ağrı veya his kusuru Devam eden ses kısıklığı veya kötü telaffuz gibi seste değişiklik Nefes alma güçlüğü Devam eden burun tıkanıklığı veya burun kanaması Göz çevresinde şişlik veya çift görme Yüzde veya üst çenede ağrı Devam eden kulak ağrısı,kulak çınlaması veya duyma güçlüğü Boyun lenf bezlerinde şişme.Bazı hallerde boyun lenf bezlerinin büyümesi baş-boyun kanserlerinin ilk belirtisi olabilir. Uzmana Müracaat : 6 haftadan daha uzun süren ses kısıklığı 3 haftadır iyileşmeyen ağızda yara 3 haftadır geçmeyen ağızda şişlik Ağız içinde kırmızı veya beyaz yamalar 3 haftadan fazla bir süredir devam eden yutma güçlüğü Tek taraflı burun tıkanıklığı Herhangi bir diş eti hastalığı olmaksızın diş kaybı 3 haftada geçmeyen boyunda şişlik Herhangi bir yüz kasında,dilde veya boğazda zayıflık Göz küresinde şişme Teşhis : Bir uzman sizin şikayetlerinizi dinleyecek ve muayene edecektir. Ağız ve boğaz ayna ile muayene edilir. Burun ve boğaz endoskopi adı verilen bir aletle muayene edilir. Şüpheli bölgeden patoloji inceleme için örnek alınır. İlk iki işlem ,rahatsızlık vermeyen ve birkaç dakika süren bir işlemdir.Lokal anestezik sprey ile yapılabilir. Patolojik inceleme için biyopsi alınması endoskopik inceleme sırasında olabilir,biyopsi için ayrı bir işlem uygulanabilir veya iğne ile tümörden örnek alınabilir. Bazen genel anestezi altında parça almak gerekebilir. Kimi zaman biyopsi almadan önce radyolojik inceleme (BT veya MR) gerekebilir. Baş Boyun Kanserlerinin Tedavisi : Baş boyun kanserlerinin tedavisi, vücut için çok önemli bölgelerde dağılımı da göz önüne alındığında çoğu zaman özel tedavi ekibi gerektirir. Kulak Burun Boğaz ,Radyoterapi, Medikal onkoloji uzmanlarının yanında plastik cerrahi uzmanı da baş-boyun tümörleri tedavi ekibinin devamlı elemanıdır. Plastik cerrahi kimi tümörlerin tedavisinde doğrudan yer alırken (dudak,diş eti,yanak,ağız tabanı vb) , kimi tümörlerin tedavisinde ,tümör çıkarıldıktan sonra oluşan yarayı (orofarink,hipofarinks vb ) kapatma görevini üstlenir. Başarılı bir onarım için hastanın ameliyat öncesi iyi değerlendirilmesi ve her hasta için tedavi programı yapılmalıdır.Tümörün evresi ve prognozu,hastanın yaşı,cinsiyeti,vücut alışkanlığı ve fonksiyon durumu ,donör alan (onarım yapmak için yama-parça alınan bölge) ve hastanın sosyoekonomik durumu tedavi planlamada çok önemlidir. Hiçbir rekonstrüktif işlem yeterli tümör rezeksiyonunun önüne geçemez.Baş-boyun kanserlerinin rekonstrüksiyonunda ilk öncelik güvenliktir. Aşağıdaki işlemler rekonstrüktif merdiven göz önüne alınarak sıralanmıştır. 1. Primer kapama 2. Sekonder yara iyileşmesi 3. Deri grefti 4.Flepler: Lokal,bölgesel ve serbest doku aktarımı (mikrovasküler doku transferi, free flap) Kulak Kepçesi Ve Diş Kulak Yolu Kanserleri: Güneş ışınlarına maruz kalmak özellikle erkeklerde ve ileri yaşlarda deri kanserine sebep olabilir. Çoğu spinal hücreli kanserdir. Kulak kepçesinde yer alan küçük çaplı tümörler çıkarıldıktan sonra oluşan yara dudakları karşı karşıya getirilerek onarım yapılabilir.Bu mümkün değilse vücudun başka yerinden alınan ince deri yada kulak arkasından hazırlanan fleplerle kulak onarımı yapılabilir. Kanser kulak korunamayacak kadar geniş ise ,kulağın tamamının ameliyatla çıkarılması kaçınılmazdır. Bazı hallerde kulak kanseri veya dış kulak yolundan kaynaklanan kanser kemiklere de yayılmış olabilir,bu takdirde kulak ile birlikte alttaki kemiğin bir bölümünün de çıkarılması ve cerrahi yaranın fleple (pektoralis majör, trapez kas-deri flepleri gibi) kapatılması gerekecektir. |
Kanser Çeşitleri
HIPOFIZ BEZI TUMORLERI Burun kanallarının arkasında beynin altında yerleşik bulunan hipofiz bezi kabaca küçük parmağınızın son iki bölümünün büyüklüğü ve şeklindedir. Küçük boyutuna rağmen endokrin bezler içerisinde en önemli olanıdır. Vücudun uzun dönemli büyüme, günlük fonksiyonları ve üretkenlik yetenekleri ile ilişkili olarak bir kontrol merkezi gibi çalışır. Hipofiz bezinde iki kısım vardır: ön (anterior) lob ve arka (posterior) lob, ön lob, göğüste süt üretimini harekete geçirmek için büyüme hormonu da dahil olmak üzere, altı ayrı hormonun üretimi ile yükümlüdür, ön lobdaki diğer hormonlar, tiroid bezleri, yumurtalıklar, testis ve böbrek üstü bezlerindeki faaliyetleri harekete geçirerek endokrin sistemin diğer kısımlarını da etkiler. Arka lob iki çeşit hormon üretir: oksitosin ve antidiüretik hormon. Oksitosin emzirme dönemi sırasında kadınlarda göğüsten süt gelmesi olayını harekete geçirmek için faaliyette bulunur. Aynı zamanda doğum sırasında rahim kasılmalarını da hızlandırır. Antidiüretik hormon idrar çıkışını kontrol etmek için böbrekler üzerinde faaliyet gösterir. Hipofiz Bezi Tümörleri Akromegali Hipofizin aşırı faaliyeti sonucu yüzün irileşmesi, el ve ayakların aşın büyümesi ile belirgin durumdur. Bu kronik hastalık yetişkinlerde görülür ve normal gelişim tamamlandıktan sonra büyüme hormonunun artan salgısı nedeni ile ortaya çıkar.El, ayak, çene ve kafatası kemiklerinin aşırı büyümesi şeklinde oluşur. Büyüme çağından sonra kemiklerdeki uzamanın durması nedeniyle, akromegali iskelette kalınlaşmaya neden olur. Akromegali olan bir kişide en fazla dikkat çeken değişiklik alın ve çene kemiklerinde abartılı bir büyümedir. Bunun sonucunda genişlemiş ve kabalaşmış yüz hatları ve birbirinden oldukça ayrık dişler gözlenir. Jigantizm Gelişim hormonunun aşırı salgılanmasına bağlı olarak vücudun anormal derecede gelişme ve büyüme göstermesi devleşme. Nadiren görülen bu hastalık, akromegaliye benzer ve hipofiz bezi tarafından büyüme hormonunun aşırı salgılanması nedeniyle ortaya çıkar. Akromegaliye benzemeyen bu yönü ise jigantizmde büyümenin hızlanması ve yetişkinlikte aşırı uzun boyun ortaya çıkmasıdır. Bu iki rahatsızlık arasındaki fark bu olaydan etkilenen kişinin yaşıdır. Jigantizm yetişkinlik dönemini tamamlamamış olan şahıslarda ortaya çıkar. Ancak uzun boylu çocukların çok azı jigantizm rahatsızlığına sahiptir. Prolaktinoma Bu türden hipofiz bezi tümörü prolaktin hormonunun aşırı salgısına neden olur. Bu olay kadınlarda düzensiz adet veya adetten kesilmeye neden olabilir. Erkeklerde ise kısırlık veya iktidarsızlık ortaya çıkabilir. Kraniofarinjiyoma Bu türden bir hipofiz bezi tümörünün belirtileri görsel bozukluklar, baş ağrıları ve cinsel gelişme yetersizliğidir. Cushing Sendromu Bir böbrek üstü bezi tümörü de bu rahatsızlığa neden olabilir. Akromegali ve jigantizm hipofiz bezinin aşırı faaliyeti nedeni ile ortaya çıkar. Hipofiz bezi büyüme hormonu diye bilinen hormonu aşırı bir şekilde salgılar (buna ayrıca somatotropik hormon da denir). Bu türden bir aşırı salgılama genellikle bezlerde bir tümörün gelişmesi ile ortaya çıkar. Bu rahatsızlığa hiperpituitarizm denilir. Hipofiz bezinde iki türden tümör gelişebilir. Bunlardan birine kraniyofarnjiyoma denilir. Bu tip tümör büyüdükçe hipofiz bezine baskı yapar. Bunun sonucunda hormon salgısı azalabilir ve hipopituitarizm veya diabetes insipidus (şekersiz diyabet) gibi rahatsızlıklar ortaya çıkabilir. İkinci çeşit hipofiz bezi tümörü adenomdur (bez epitelinden gelişen iyi huylu ur). Böylesi bir tümör fazla yayılmaz. ancak akromegali, jigantizm veya Cushing hastalığı gibi rahatsızlıkların bir sonucu olarak muhtelif hormonların aşırı salgısı yaratmaz, ancak göz sinirleri üzerinde ve yakınındaki normal hipofiz bezi dokuları üzerinde mekanik bir baskı oluşturarak herhangi bir zarara yol açabilir. Teşhis Doktor muayene ederek fiziksel değişiklikleri araştıracaktır: Ağrı ve acılar, ellerde sızı, aşırı terleme. Yetişkin bir hastada el ve ayak büyümeleri de doktor tarafından dikkate alınacaktır. Hastadaki görme bozuklukları araştırılacaktır; tümör büyüyerek görme sinirine bası yapar ve her iki gözde de görmeyi etkiler. Görme alanı ölçülerek, görme kaybı olup olmadığı araştırılır. Diğer önemli bulgularsa genel yorgunluk hali, derinin aşırı yağlı olması ve dilin normalden büyük olmasıdır. Kan dolaşımında bulunan ve salgılanan hormon düzeyinde artış olup olmadığını belirlemek için özel kan ve idrar testleri yapılacak-tır. Bu değerler yüksek bulunursa, bilgisayarlı beyin tomografisi veya manyetik rezonansla hipofizdeki tümör saptanabilir. Eğer akromegaliden kuşkulanılıyorsa, röntgen çekilerek de kafatasındaki olası değişiklikler belirlenebilir. Tedavi, tümörün ne kadar geliştiğine bağlı olarak düzenlenir. Erken teşhis, tümörün tamamen tedavi edilebilme şansını(eğer küçükse) artırır. Hipofiz bezi, tümörün ortadan kaldırılması veya çıkarılması esnasında bazen zarar görebilir. Bu durumda genellikle hayat boyu hormon tedavisi gerekecektir. Akromegali Akromegali, büyüme hormonunun aşırı salgılanması nedeniyle ortaya çıkar ve iskelet ve iç organlarda büyümeye yol açar. Kalp genişleyebilir, buna bağlı olarak kalp yetmezliği ve yüksek tansiyon ortaya çıkar. Akromegali tedavi edilmezse şeker hastalığı, göz sorunları ve vücut görünüşünde değişikliklere neden olur. Ameliyat, hastalığın ilerlemesini ve çeşitli göz komplikasyonlarının ağırlaşmasını önleyebilir. Ancak görünüşteki değişiklikler genellikle geri dönüşümsüzdür. Ayrıca akromegalili hastalarda şeker hastalığı ve uzun vadede kalp, damar ve karaciğer hastalığı riski de oldukça yüksektir. Ancak bu riskleri en aza indirmek için bazı önlemler (sigara içmemek gibi) alınabilir. Jigantizm Jigantizm tedavi edilebilir bir hastalıktır. Tümör çıkarılarak ya da aşırı salgılanan büyüme hormonu baskılanarak, hastalığın gelişimi durdurulabilir Prolaktinoma Kadınlarda prolaktinomanın en sık görülen belirtisi adetlerin düzensizliği ya da hiç olmaması ve kısırlıktır. Bir diğer belirti de galaktoredir (doğum yapmamış bir kadında memelerden süt gelmesi); ender olarak erkeklerde de görülebilir. Prolaktin hormonundaki artış, doğum kontrol hapları ve sakinleştiricilerin kullanılması ve hipofiz tümörü tarafından aşırı miktarda üretilmesi (prolaktinoma) nedeniyle olur. Cushing Hastalığı Hipofiz tümörü böbreküstü bezlerini aşırı uyararak cushing hastalığına da neden olabilir. Tedavi Hipofiz tümörü genellikle ameliyatla çıkarılır. Hipofiz bezi çok küçük olduğu için, ameliyat ustalık gerektirir. Eğer tümör ameliyatla çıkarılamıyorsa, prolaktinoma tedavisinde ve akromegalide diğer tedavilerin yanı sıra, bromocriptin adlı bir ilaç kullanılır. Bromocriptin bazı hormonlarda aşırı artışı engeller. Yine de hipofiz tümörlerinin tedavisinde ilk seçilecek olan yöntem ilaç tedavisi değildir. Ameliyat mümkün değilse, radyasyon tedavisi de bazı hastalarda kullanılabilir. Tüm bu tedavi tiplerinin birlikte kullanılması da tümörün tekrarlama olasılığını azaltmak üzere, oldukça yaygındır. INCE BAGIRSAK TUMORLERI Mide kapısından (mideden onikiparmakbağırsağına geçiş yeri; pior) ileoçekal valfa (incebağırsaktan kalınbağırsağa geçiş yeri) kadar olan geniş yayılımıyla incebağırsak tüm sindirim kanalının yüzde 75 ini oluşturur. Buna karşın bu bölgede kötü huylu tümörlerin görülme oranı oldukça düşüktür (yüzde 0,05-0,5). Bu düşük oranın, besinlerle alınan karsinojenlerin (kanser oluşumuna neden olabilen maddeler) incebağırsakta çözülmesine ve incebağırsak yüzeyiyle büyük olasılıkla doğrudan ilişkilerinin az olmasına bağlı olduğu sanılır. İncebağırsakta kötü huylu tümörlere az rastlanmasının nedenleri: - incebağırsak salgısı asit değil alkali özellikte olduğundan, karsinojenlerin oluşma olasılığı azalmaktadır; - incebağırsakta ortamın sıvı, geçişin de hızlı olması bağırsak mukozasıyla kanser yapıcı maddelerin ilişkide olduğu süreyi kısaltır; - bağırsakta doğal olarak bulunan bakterilerin incebağırsakta az olması, besinlerle alınan bazı maddelerin bakteriler aracılığıyla kanserojen olduğu kabul edilen başka maddelere dönüşmesini engeller. İncebağırsakta görülen tümörlerin büyük çoğunluğu iyi huyludur (yüzde 35). Bunları karsinomlar (yüzde 25), lenfomalar (yüzde 22), karsinoitler (yüzde 11) ve sarkomlar (yüzde 7) izler. İyi huylu urlar öncelikle onikiparmakbağırsağında ve jejunumda (incebağırsağın ikinci bölümü, yani onikiparmakbağırsağı ile ileum arasında kalan bölüm) görülür. Kötü huylu tümörlere en çok ileumda (yüzde 48) rastlanır, bunu jejunum (yüzde 27) ve onikiparmakbağırsağı (yüzde 25) izler. İyi ve kötü huylu tümörler genellikle 40-50 yaş arasında görülür ve erkeklerde kadınlara oranla daha yaygındır. BELİRTİLERİ Hastalık sinsi gidişlidir ve başlangıç evresinde belirgin bir klinik tablo görülmez. Halsizlik, iştahsızlık, belirsiz karın ağrıları olur. Bazı olgularda rahatsızlıklar kütlenin yerleşimi hakkında fikir verebilir. Onikiparmakbağırsağının ilk bölümündeki kanser, genellikle onikiparmakbağırsağı ülserine çok benzeyen belirtiler verir (karın üst kısmından sırta doğru yayılan ağrı, kanlı dışkı ve kusma, kansızlık gibi). Kütlenin büyümesiyle birlikte bulantı, kusma, ve karın gerginliği gibi tıkanma belirtileri de gelişir. Onikiparmakbağırsağında, safra kanalının (safra bu kanal yoluyla bağırsağa dökülür; koledok) döküldüğü yerde gelişen kanserler genellikle kaşıntı, beyazımsı dışkı ve kanda safra boyalarının artması gibi belirtiler veren tıkanma sanlığı yapar. Klinikte kanama belirtilerinin ve melenanın (makattan siyah kan gelmesi) görülmesi incebağırsağın jejunum ve ileum bölümlerindeki kanserlerin erken belirtilerindendir. Bunlara daha sonra bağırsak tıkanması bulgulan da eklenir, ama bağırsak delinmesi çok seyrek görülür. Tek tedavi yöntemi cerrahidir. Tanı genellikle ancak kanserin ilerlemiş evrelerinde konduğundan, kötü huylu tümörlerde hastalığın gidişi oldukça umut kırıcıdır. |
Kanser Çeşitleri
Karaciger disi Safra Yollari Kanseri Karaciger disi safra yollari kanseri, kanser hücrelerinin karaciger disindaki safra kanallarinda gelistigi nadir bir hastaliktir. Kolit ve bazi belli karaciger hastaliklari karaciger disi safra yollari kanseri gelisme riskini etkileyebilir. Karaciger disi safra yollari kanserinin olasi belirtileri sarilik ve agridir. Karaciger disi safra yollari kanserinin tanisinda safra yollari ve karacigeri incelemeye yönelik testler kullanilir. Bazi faktörler prognoz (sifa sansi) ve tedavi seçeneklerini etkilerler. Karaciger disi safra yollari kanseri, kanser hücrelerinin karaciger disindaki safra kanallarinda gelistigi nadir bir hastaliktir. Safra yollari, Karaciger ve safra kesesini Ince barsaga baglayan kanallardir. Bu ag, sindirim esnasinda yaglarin emilimini saglayan, karacigerde yapilan ve safra adi verilen salgiyi toplayan ince kanlarla baslar. Bu küçük kanallar birleserek karacigerden çikan sag ve sol hepatik kanallari olustururlar. Iki kanal karaciger disinda ana hepatik kanali olusturmak üzere birlesirler. Karaciger disindaki ana hepatik kanal bölümü karaciger disi safra yolu olarak adlandirilir. Karaciger disi safra kanali, safra kesesinin (safrayi depolar) kanali ile birleserek ana safra kanalini olusturur. Gida sindirimi esnasinda safra, safra kesesinden ince barsaga ana safra yolu ile bosaltilir. Kolit ve bazi belli karaciger hastaliklari karaciger disi safra yollari kanseri gelisme riskini etkileyebilir. Risk faktörleri: Primer sklerozan kolanjit Kronik ülseratif kolit Koledok kistleri Çin karaciger paraziti ile enfeksiyon Karaciger disi safra yollari kanserinin olasi belirtileri sarilik ve agridir. Bu ve benzeri belirtiler Karaciger disi safra yollari kanserinde oldugu kadar baska hastaliklarda da görülebilir. Asagidaki problemler olustugunda bir doktora basvurulmalidir: Sarilik (derinin veya göz aklarinin sararmasi) Karin agrisi Ates Deride kasinti Karaciger disi safra yollari kanserinin tanisinda safra yollari ve karacigeri incelemeye yönelik testler kullanilir. Tanida asagidaki test ve islemler uygulanabilir: Fizik muayene ve öykü: Vücudun genel saglik degerlendirmesi, kitle veya herhangi bir olagan disilik gibi hastalik belirtilerinin aranmasi için tüm vücudun incelenmesidir. Hastanin saglik aliskanliklari ve geçmis hastalik ve tedavilerinin öyküsü de alinir. Ultrason: Yüksek enerjili ses dalgalarinin iç organ ve dokularda yansimalarinin, sonogram adi verilen görüntü olusturulmasina dayali bir inceleme yöntemidir. BT tarama: Vücudun içindeki bölgelerin degisik açilardan bir seri detayli görüntüsünün alinmasi islemidir. Bu görüntüler bilgisayarla birlestirilmis bir röntgen cihazi ile elde edilir. Islem esnasinda organ ve dokularin daha iyi görüntülenebilmesi için damar yolu ile veya agizdan bazi boya maddeleri verilebilir. Bu inceleme yöntemi ayrica komputerize tomografi veya bilgisayarli aksiyel tomografi olarak da adlandirilir. Spiral tomografi yönteminde vücudu spiral olarak tarayan bir teknikle daha detayli görüntüler elde edilebilir. MRG (manyetik rezonans görüntüleme) Bir miknatis, radyo dalgalari ve bilgisayar kullanarak vücudun içinin görüntülenmesi yöntemidir. Bu islem ayrica Nükleer manyetik rezonans görüntüleme olarak da adlandirilir. ERKP (Endoskopik retrograd kolanjiopankreatografi) Safra yollarinin röntgen görüntülerinin alinmasi islemidir. Bazen karaciger disi safra yollari kanseri safra yollarini daraltarak,bloke ederek veya akimi yavaslatarak sariliga neden olur. Ince, isikli bir tüp olan endoskop agiz yolu ile yemek borusu ve mideden geçirilerek ince barsagin ilk kismina indirilir. Kateter olarak adlandirilan daha ince bir tüp endoskop içinden geçirilerek pankreas kanali içine yerlestirilir. Bu tüpten özel boyalar verilerek röntgen filmleri çekilir. Kanlar tümör nedeni ile tikali ise, tikanikligi asmak için Stent adi verilen bir tüp tikali bölgeye yerlestirilerek kanalin açik kalmasi saglanir. Ayrica islem esnasinda doku örnekleri de alinabilir. PTK (Perkütan transhepatik kolanjiografi) Karaciger ve safra yollarinin radyolojik olarak görüntülenmesi islemidir. Kaburgalarin altindan deri yolu ile karacigere sokulan ince bir igne ile safra yollarina boya verilerek röntgen filmleri çekilir. Bir tikaniklik saptanirsastant adi verilen ince esnek bir tüp safrayi vücudun disinda bir toplama torbasina veya içinde ince barsaklara bosaltmak üzere, karaciger içinde birakilabilir. Biopsi kanser tanisinin konmasi için mikroskop altinda incelenmek üzere hücre veya doku alinmasi islemidir. Örnek doku röntgen veya Ultrason esnasinda ince bir igne kullanilarak alinirsa bu islem igne biopsisi veya ince igne aspirasyon biopsisi olarak adlandirilir. Biopsi genellikle PTK veya ERKP esnasinda alinir. Bazen de cerrahi islem esnasinda doku örnekleri alinabilir. Karaciger fonksiyon testleri: Vücut içinde karaciger tarafindan yapilan bazi maddelerin miktarlarinin alinan kan örneginde ölçülmesi islemidir. Belli bir maddenin kanda normalden yüksek bulunmasi, karaciger disi safra yollari kanserinin de neden olabilecegi bir karaciger hastaliginin göstergesi olabilir. Bazi faktörler prognoz (iyilesme sansi) ve tedavi seçeneklerini etkilerler. Prognoz (iyilesme sansi) ve tedavi seçenekleri asagidaki faktörlere baglidir: Kanserin evresi (hastaligin sinirli veya yaygin olmasi). Tümörün cerrahi olarak tümü ile çikarilabilme olasiligi. Tümörün safra kanalinin üst veya alt kisminda yerlesmis olmasi. Kanserin henüz baslamis veya tekrarlamis olmasi. Tedavi seçenekleri ayrica tümörün neden oldugu yakinmalara da bagli olabilir. Karaciger disi safra yollari kanseri genellikle yayildiktan sonra saptanabilir ve nadiren cerrahi olarak tamamen çikarilabilir. Palyatif tedaviler, yakinmalari hafifletebilir ve hastanin yasam kalitesini yükseltebilirler. Karaciger disi safra yollari kanseri evreleri Bu bölümün anahtar noktalari Karaciger disi safra yollari kanseri tanisindan sonra, kanser hücrelerinin safra yollari disina veya vücudun baska bölgelerine yayilip yayilmadiginin belirlenmesi için bazi testler yapilir. Karaciger disi safra yollari kanseri için asagidaki evreler kullanilir: Evre 0 (In situ kanser) Evre I Evre II Evre III Evre IV Karaciger disi safra yollari kanseri ayrica, nasil tedavi edilebilecekleri açisindan da gruplandirilabilir. Iki tedavi grubu söz konusudur: Sinirli (lokal) ve cerrahi olarak çikarilabilir. Cerrahi olarak çikarilamayacak durumda. Karaciger disi safra yollari kanseri tanisindan sonra, kanser hücrelerinin safra yollari disina veya vücudun baska bölgelerine yayilip yayilmadiginin belirlenmesi için bazi testler yapilir. Kanserin baslangiç noktasindan ötelere, vücudun diger bölgelerine yayilip yayilmadigini belirleme islemine Evreleme denir. Evreleme islemi ile toplanan bilgiler hastaligin evresini belirler. Evrenin net olarak saptanmasi, tedavi planlamasi açisindan önemlidir. Karaciger disi safra yollari kanseri genellikle laparotomi olarak adlandirilan bir ameliyatla evrelendirilebilir. Bunun için karin duvarina yapilan cerrahi bir kesi ile karin içi hastalik belirtileri açisindan kontrol edilir ve mikroskop altinda incelenmek üzere doku parçalari ve sivi alinir. Tanisal görüntüleme yöntemleri, laparotomi ve biopsi sonuçlari kanserin evresini belirlemek için birlikte degerlendirilir. Bazen laparotomi öncesi laparoskopi islemi yapilarak hastaligin yayginligi arastirilabilir. Kanser yayilmissa ve tümüyle cerrahi olarak çikarilamayacaksa, Cerrah, laparotomi yapmamayi tercih edebilir. |
Kanser Çeşitleri
Tekrarlayan (nükseden) Karaciger disi Safra Yollari Kanseri Nükseden karaciger disi safra yolari kanseri, tedavi edildikten sonra tekrarlamis (geri gelmis) kanserdir. Kanser, safra kanalinda veya vücudun baska herhangi bir yerinde tekrarlayabilir. Tedavi Seçenekleri Genel Degerlendirme Karaciger disi safra yollari kanseri olan hastalara degisik tedaviler uygulanabilir. Iki standart tedavi yöntemi uygulanmaktadir. Cerrahi Radyasyon tedavisi Klinik çalismalarda baska tedavi yöntemleri denenmektedir. Bunlar; Radyasyon duyarlilastiricilar Kemoterapi Biyolojik tedavi Karaciger disi safra yollari kanseri olan hastalara degisik tedaviler uygulanabilir. Karaciger disi safra yollari kanserli hastalara farkli tedaviler saglanabilir. Bazi tedaviler standarttir (su anda kullanilan yöntemler), bazilari ise klinik arastirmalarla denenmektedir. Tedaviye baslamadan önce hasta, bir klinik arastirmada yer almak isteyebilir. Bir tedavi klinik arastirmasi, mevcut tedavi yöntemlerini gelistirmek ve kanserli hastalarin tedavisinde yeni bilgiler edinmek için yapilan arastirma çalismasidir. Bir klinik arastirma, uygulanan yeni yöntemin standart tedavilerden daha iyi oldugunu gösterirse, bu yeni tedavi yöntemi standart tedavi haline gelebilir. Iki tip standart tedavi uygulanmaktadir: Cerrahi Safra kanalinin çikarilmasi: Tümör küçük ve sadece safra yolunda sinirli ise, tüm kanal çikarilabilir. Bu durumda karacigerdeki safra kanali agizlari ile ince barsak birlestirilerek yeni bir kanal olusturulur. Bu islemde çevredeki lenf bezleri de çikarilir ve kanserli hücreler içerip içermemesi açisindan mikroskop altinda incelenir. Kismi hepatektomi: Kanserin bulundugu karaciger bölümünün çikarilmasi islemidir. Çikarilan parça etrafinda saglam bir doku kismi bulunan, bir karaciger kismi, karacigerin bir lobu veya daha genis bir kismi olabilir. Whipple islemi: Pankreasin basi, safra kesesi, midenin bir kismi, ince barsagin bir kismi ve safra kanalinin çevresel lenf bezleri ile çikarilmasi islemidir. Gerekli sindirim salgilari ve Insülin yapmaya yetecek kadar pankreas dokusu birakilir. Cerrahi olarak safranin köprülenmesi (baypas): Tümör tamamen çikarilamiyor, barsagi tikiyor ve safranin kese içinde birikmesine neden oluyorsa, bir köprüleme islemi yapilabilir. Bu islemde, safra kesesi veya safra kanali, tikanikligi asacak sekilde kesilerek baska bir yol olusturmak üzere ince barsakla birlestirilir. Bu islem tikanikliga bagli gelisen sariligin düzeltilmesine yardim eder. Radyasyon tedavisi Radyasyon tedavisi yüksek enerjili X-isinlari veya diger tip radyasyon kullanilarak kanser hücrelerini öldüren tedavi yöntemidir. Iki tip radyasyon tedavisi vardir. Eksternal (dis) radyasyon tedavisinde vücudun disindan kanserli bölgeye radyasyon gönderen bir cihaz kullanilir. Internal (iç) radyasyon tedavisinde kanserin içine veya hemen yakinina yerlestirilen igne, kateter veya tel gibi malzemelere tutturulmus radyoaktif maddeler kullanilir. Radyasyon tedavisinin uygulama seklinin seçimi, tedavi edilecek kanserin tip ve evresine bagimlidir. Kolon Kanseri • Kolon kanseri kolon dokusunun malign (kanser) hücrelerinden kaynaklanan bir hastaliktir. • Yas ve anamnez kolon kanseri gelisim riskini etkiler. • Kolon kanserinin olasi belirtileri bagirsak aliskanliklarinda degisiklik veya diskida kan varligidir. • Rektum, rektal doku ve kan testleri ile kolon kanserinin tespiti ve tedavisi yapilir. • Bazi faktörler prognoz ve tedavi seçeneklerini etkiler. Kolon kanseri kolon dokusunun malign (kanser) hücrelerinden kaynaklanan bir hastaliktir. Kolon vücut sindirim sisteminin bir parçasidir. Sindirim sistemi besinlerin hareketi, emilimi (vitaminler, mineraller, karbonhidratlar, yaglar, proteinler ve su) ve vücut disina atilimindan sorumludur. Sindirim sistemi özofagus, mide, ince ve kalin barsaktan olusur. Kalin barsagin ilk 6 feet'i kolon olarak adlandirilir. Son 6 inç ise rektum ve anal kanaldan olusur. Anal kanal anüste (kalin bagirsagin vücut disina açildigi yer) sonlanir. Yas ve anamnez kolon kanseri gelisim riskini etkiler. Risk faktörleri: • Yasin 50 ve üzeri olmasi • Ailede kolon veya rektum kanseri hikayesi • Kiside daha önce kolon, rektum, over, endometrium veya meme kanseri gelismis olmasi • Kolonda poliplerin varligi • Ülseratif kolit (kalin barsakta ülserler) veya crohn hastaligi hikayesi • Ailesel adenomatöz polipozis ve herediter nonpolipoz kolon kanseri (Lynch sendromu) gibi herediter durumlar Kolon kanserinin olasi belirtileri bagirsak aliskanliklarinda degisiklik veya diskida kan varligidir. Bu ve diger semptomlar kolon kanseri ve diger durumlar tarafindan olusturulur. Asagidaki problemlerden birisi ortaya çikarsa hasta doktor tarafindan degerlendirilmelidir: • Barsak aliskanliklarinda degisiklikler • Diskida (parlak kirmizi veya siyah) kan varligi • Ishal, kabizlik, veya barsagin tam olarak bosalmadigi hissi • Normalden daha sik tuvalete çikma • Genel karin rahatsizliklari (sik gaz agrilari, siskinlik, dolgunluk, veya kramplar) • Bilinen bir neden olmadan kilo kaybi • Devamli yorgunluk • Bulanti Rektum, rektal doku ve kan testleri ile kolon kanserinin tespiti ve tedavisi yapilir. Asagidaki test ve prosedürler kullanilabilir: • Fizik muayene ve anamnez: Vücudun genel olarak degerlendirilmesi ile saglik durumu, anormal olabilecek hastalik belirtilerinin tespitidir. Ayrica hastanin saglik aliskanliklari ve geçirmis oldugu hastaliklar ve tedavileri de alinir. • Diskida gizli kan testleri: Diskida sadece mikroskopla görülebilecek kani tespit eden testtir. Diski örnekleri özel kartlar üzerine konarak test amaciyla doktor veya laboratuara götürülür. • Dijital rektal muayene: Rektumun degerlendirilmesidir. Doktor veya hemsire, kaydirici sürülmüs eldivenli parmagi ile rektumu veya anormal bölgelerin muayenesini yapar. • Baryum enema: Alt sindirim sisteminin seri X-ray filmlerle degerlendirilmesidir. Baryum içeren sivi (gümüs-beyaz metalik içerikli) rektuma verilir. Baryum alt sindirim sistemini kaplar ve grafiler çekilir. Bu isleme alt sindirim sisteminin görüntülenmesi denir. • Sigmoidoskopi: Polipler, anormal alanlar veya kanserin tespiti amaciyla rektum ve sigmoid (alt) kolona bakilmasi islemidir. Sigmoidoskop (ince bir tüp) rektumdan sigmoid kolona sokulur. Poliplerden veya dokudan örnekleme amaciyla biopsiler alinabilir. • Kolonoskopi: Polipler, anormal alanlar veya kanserin tespiti amaciyla rektum ve kolona bakilmasi islemidir. Kolonoskop (ince bir tüp) rektumdan kolona sokulur. Poliplerden veya dokudan örnekleme amaciyla biopsiler alinabilir. • Biopsi: Mikroskop altinda degerlendirme amaciyla hücre veya dokularin alinmasi islemidir. • Sanal kolonoskopi: Bilgisayarli tomografi ile seri filmler alinarak kolonun bir dizi filminin çekilmesi islemidir. Bilgisayar filmleri birlestirerek poliplerin ve kolon yüzeyinde anormal olabilecek yapilarin ayrintili görüntülenmesini saglar. Bazi faktörler prognoz ve tedavi seçeneklerini etkiler. Prognoz asagidakilere baglidir: • Kanserin evresi ( kanserin sadece kolonda olmasi, veya tüm kolonda olmasi veya vücudun diger yerlerine yayilmis olmasina baglidir) • Kanser kolonda tikanikliga veya delige neden olmussa • Tedaviye baslamadan önce kandaki karsinoembriyonik antijen düzeyleri (CEA: kanser varliginda kanda düzeyi yükselebilecek bir madde) • Kanserin tekrari • Hastanin genel durumu Tedavi asagidakilere baglidir: • Kanserin evresi • Kanserin tekrari • Hastanin genel durumu Kolon kanseri teshis edildikten sonra, kanser hücrelerinin kolon veya vücudun diger bölgelerine yayilimin tespiti amaciyla testler yapilir. Kanserin kolon veya vücudun diger bölgelerine yayiliminin tespiti amaciyla yapilan isleme evrelendirme denir. Evrelendirme islemi ile hastaligin evresi hakkinda bilgi edinilir. Tedavinin planlanmasi açisindan evrenin bilinmesi önemlidir. Evrelendirme amaciyla asagidaki testler ve prosedürler kullanilir: • BT (bilgisayarli tomografi ile tarama): Vücut içinin farkli açilardan ayrintili görüntülenmesine dayanan bir islemdir. Bu filmler bilgisayara bagli X-ray cihazi ile alinir. Kontrast madde (boya) vene verilerek veya yutularak organ veya dokularin daha ayrintili görüntülenmesi saglanabilir. Tedavinin planlanmasi için evrenin bilinmesi önemlidir. Bu islem bilgisayarli aksial tomografi olarak ta adlandirilir. • Lenf nodu biopsisi: Lenf nodunun bir kisminin veya tamaminin çikarilmasidir. Patolog mikroskop ile kanser hücreleri arar. • Tam kan sayimi: Kan örneginin alinarak asagidakiler için degerlendirilmesi: - Kirmizi kan hücreleri, beyaz kan hücreleri, ve plateletlerin sayisi. - Kirmizi kan hücrelerinde hemoglobin (oksijen tasiyan protein) miktari - Kirmizi kan hücrelerinin kana orani - Karsinoembriyojenik antijen (CEA) sayimi: Kandaki CEA düzeyini belirleyen testtir. CEA hem kanser hücrelerinden, hem de normal hücrelerden kan akimina salinir. Normal düzeylerin üzerinde oldugunda, kolon kanseri veya baska durumlarin isareti olabilir. • MRI ( Magnetik rezonans görüntüleme): Miknatis, radyo dalgalari ve bilgisayar kullanilarak kolon içinin ayrintili görüntülenmesini saglayan bir islemdir. Gadolinyum adi verilen bir madde damar içine verilir. Gadolinyum kanser hücrelerinin çevresinde toplanir, ve parlak bir görüntü olusturulur. Bu isleme Nükleer magnetik rezonans görüntüleme de denir. • Gögüs röntgeni: Gögüs kafesindeki organ ve kemiklerin röntgen görüntülenmesidir. X isinlari bir çesit enerji olup, vücuttan geçerek filmin üzerine düser ve vücudun içinin görüntülenmesi saglanir. • Cerrahi: Tümörün çikarilmasi ve kolon içindeki yayilimin görülebilmesini saglayan islemdir. Nüks kolon kanseri Nüks kolon kanseri tedavi sonrasi tekrar ortaya çikan kolon kanseridir. Kolon kanseri kolonda veya karaciger, akciger gibi vücudun diger bölgelerinde tekrarlayabilir. Kolon kanserli hastalarda farkli tip tedavi yöntemleri vardir. • 3 standart tedavi yöntemi kullanilir. Bunlar: - Cerrahi - Kemoterapi - Radyoterapi - Diger tedavi yöntemleri klinik çalismalarla test asamasindadir. Bunlar: - Biyolojik terapi - Kontrol muayeneleri nüks kolon kanserinin tespitine yardimci olur. |
Kanser Çeşitleri
Küçük Hücre Dışı Akciğer Kanseri Küçük hücreli dışı akciğer kanserli hastaların tedavisindeki ilk amaç hastaların operasyon durumlarını değerlendirmektir. Hastaların operabiliteleri a) rutin kardiyovasküler değerlendirme b) basit spirometri ve c) arteryal kan gazlarıyla değerlendirilir. Sınırda pulmoner rezervi olan hastalarda Ventilasyon / Perfüzyon sintigrafisi ve egzersiz testiyle ilave bulgular elde edilecektir. Ventilasyon / Perfüzyon sintigrafisi postoperatif pulmoner fonksiyonlarla ilgili bilgi verecektir. Hastaların cerrahi rezektabiliteleri hastalığın evresine göre değerlendirilir. Evre I ve II hastalar rezektable hastalardır ve olanak varsa cerrahi olarak tedavi edilmelidirler. Evre III heterojen bir gruptur. Bulky hastalık ve multinodal tutulumlu N2 hastalık cerrahiye zayıf cevap verir ve primer olarak cerrahi tedavi denenmemelidir.Mediastinoskopisi negatif olan ancak torakotomide tek bir nodal mikrometastazı çıkan hastalarda sadece cerrahi tedaviyle 5 yıllık sağ kalım %25-30 dolaylarındadır. Evre IIIB ve IV cerrahi rezeksiyona uygun hastalık grubu olmayıp diğer tedavi modaliteleri denenmelidir. Kemoterapi ve radyoterapi preoperatif ( neoadjuvan) , postoperatif ( adjuvan) ve ayrı ayrı ( ardışık) veya beraber ( kombine ) olarak uygulanabilir. Neoadjuvan tedavi evre I- II- III hastalarda araştırma aşamasındadır. Evre IIIA hastalarda neoadjuvan tedavi umut verici olmakla beraber halen sadece akademik araştırmalar için önerilmektedir. Adjuvan kemoterapi rezeke edilen evre I-II- III hastalarda hastalıksız yaşam süresini uzatmakla beraber genel sağkalıma fazla etki etmediğinden araştırmalar dışında önerilmemektedir. Adjuvan radyoterapi evre I ve II hastalarda önerilmemektedir. Rezeke edilen evre III hastalarda lokal nüksü azaltmakta, bir miktar sağkalıma etkisi olmaktadır. Evre IIIA ve IIIB hastalarda kombine ve multimodal tedavi önerilmektedir. Sadece radyoterapi ile bu grupta 5 yıllık sağkalım %10’dan azdır. İndüksiyon kemoterapisiyle beraber radyoterapi bu oranı %17’e yükseltmiştir. Evre IV hastalarda sistemik kemoterapi bir yıllık sağkalım üzerine olumlu etkiler yapmaktadır. CERRAHİ TEDAVİ Akciğer kanserinin başarılı rezeksiyonu en iyi tedavi yöntemi olarak görünmektedir. Son yıllarda cerrahi müdahelelerdeki teknik gelişmeler , postoperatif bakım şartlarında gelişmeler sonucunda hastaların yaşam süreleri ve yaşam kaliteleri daha da artmıştır. Sınırlı ve erken dönemdeki lezyonlarda cerrahi rezeksiyon sonucunda 5 yıllık sağkalım %80’dir. Oysa genel olarak akciğer rezeksiyonlarından sonra 5 yıllık sağkalım %40-50 dir. Bundan 2-3 dekat önce akciğer kanseri evrelemeleri klinik bulgular, rijid bronkoskopi, akciğer grafisi ve tomografi, bazı merkezlerde ise mediastinoskopiyle yapılmaktaydı. Torakotomilerin %25-30’unda rezeksiyon olanağı kalmıyordu. Şimdilerde kemik sintigrafisi, yeni bilgisayarlı tomografiler, fiberoptif ronkoskopideki gelişmeler, torakoskopi kullanımı, ve son olarak PET kullanımıyla rezeksiyonu gereksiz kılan torakotomi %2’den daha az orandadır. Bu oranlarada genellikle sol atrium tutulumu, pulmoner arter veya özofagus invazyonu nedeniyledir. Hastaların cerrahi müdaheleye uygun olup olmadığı da önemli bir konudur. Hastaların fonksiyonel değerlendirilmeleri yapılmalıdır. Kardiyak durum, FEV1, DLCO, egzersizde maksimal oksijen tutulumu (VO2max ) ve akciğer perfüzyon sintigrafisi bu konuda mutlaka gözden geçirilmelidir. Ancak aşağıdaki koşullarda kesin inoperabilite söz konusudur. 3 ay içinde geçirilen MI FEV1’in 1 Litrenin altında olması ( beklenenin %50 sinden daha az olması ) VO 2max 10 mLkg/dk dan az olması TLCO nun %40 altında olması Ayrıca sigara içimi, obezite, hipertansiyon, diabetes mekllitus, araya giren bir hastalık, kardiyak hastalıklar operabiliteyi etkileyen önemli faktörlerdir. Cerrahi için hazırlanan hastalarda Sigara kesilmelidir. Araya giren bir infeksiyon tedavi edilmelidir. Atriyal fibrillasyon, iskemik kalb hastalığı, gibi kardiyak durumlar kontrol altına alınmalıdır. Aynı güne ait PA akciğer grafisi ve son 1 ayda çekilen CT olmalıdır. Cerrahi rezeksiyonda iki hedef vardır. Tam rezeksiyon ve optimal fonksiyonel kapasiteyi korumak. Segmentektomi ve wedge rezeksiyonlar önerilmekle beraber lobektomi genel kuraldır. Bazı durumlarda bilobektomi ve pnömonektomiye kadar giden cerrahiler olabilir. Unutulmamalıdır ki, pnömonektomi kendi başına bir hastalıktır. Bu nedenle rezeksiyonlarda daha ihtimamlı olmak gereği vardır. Postoperatif morbidite; Ağrı Bronşiyal sekresyonlar Atrial fibrillasyon Hava kaçağı olması Bronkoplevral fistül Pulmoner emboli Miyokard infarktüsü ARDS RADYOTERAPi Radyoterapi küratif veya palliyatif olarak akciğer kanseri tedavisinde önemli bir yer tutmaktadır. Son yıllarda teknik gelişmeler bu tedavi modalitesinde de ciddi ilerlemeler ortaya çıkmasına neden olmuştur. Küçük hücreli dışı akciğer kanseri tedavisinde cerrahi temel küratif tedavi şeklidir. Ancak hastaların sadece %20-30’u cerrahiye adaydırlar. Geriye kalan 2/3 olgu rezeksiyona uygun değildir. Bu koşullarda radyoterapi lokorejionel tedavide lokal kontrol sağlamada oldukça etkindir. Radyoterapide tümör büyüklüğü önemli prognostik faktördür. T2N0 büyük bir tümör kitlesini gösterir ve lokal kontrol zordur. Oysa T3 veya T4 tümör küçük olabilir ve daha iyi kontrol sağlayabilir. Erken dönem tümörlerde ( T1 , 2 ve N0 , 1 ) tek başına radyoterapinin sonuçları tartışmalıdır.Bu hastaların seçiminde bias vardır ( medikal olarak operable olmadıkları için ) ve 5 yıl sağkalım %6-32 dir. Bu sonuçlar cerrahi olarak tedavi edilen hastaların sonuçlarından daha kötüdür. Ancak radyoterapi dozları düşük ve genel durumu daha bozuk hastalardır. Son yıllarda daha yüksek dozlarla tedavi edilenlerde iyi sonuçlar elde edilmiştir.Ancak lokal kontrol gene de cerrahiden iyi değildir ve erken lokal nüks radyoterapiyle tedavi edilen grupta daha sıktır. Sonuç olarak radyoterapi medikal olarak cerrahiye kontrendikasyon varlığında gündeme gelmektedir. Lokal ilerlemiş hastalıkda dozlar 45-60 Gy arasında değişir. Tümör çapı, lenf bezlerinin durumu ve total radyasyon dozuna bağlı olarak sağkalım süreleri değişir. Standart olarak ışınlanan saha primer tümör sahası ve muhtemel lenfatik drenaj bölgesidir. İpsilateral, hiler, mediastinal ve supraklaviküler lenf drenaj bölgeleri radyoterapi sahasına alınır. Toraks ışınmasında en önemli kısıtlayıcı faktörler normal akciğerin kendisi, spinal kord problemi ve kalb doku toleransıdır. Dozun sınırlarını taşması radyasyon pnömonitisine yol açacaktır. Bu durumun morbiditesi ciddidir. Son yıllarda gündeme gelen üç boyutlu konformal radyoterapi tümöre daha yüksek doz vererek diğer normal dokulara verilen dozu minimuma indirmektedir. Endobronşiyal obstrüksiyonlarda FOB ile bronşa iletilen katetrin içinden daha sonra lokal radyoterapi uygulamasına Brakiterapi denir. Bu yöntem endobronşiyal tümörlerde semptomları kontrol altına almak, hastanın yaşam kalitesini yükseltmek için kullanılabilir. Kanama , stenoz ve pnömotoraks gibi yan etkileri vardır. Radyoterapi alan hastaların anemik olmaması gerekir. Oksijen radyasyon cevabını etkiler. Hipoksik durumdaki bir hücrenin ortadan kaldırılması için normal hücreye göre 3 misli daha fazla radyoterapi dozu alması gerekir. Hastaların hemoglobin düzeyi 14 g/dL olmalıdır. Preoperatif radyoterapi bazı avantajlar sağlar. Bunlar rezeksiyon sınırının ötesindeki subklinik hastalığın eradikasyonu , tümörün küçülmesiyel rezeksiyonda daha kolay dokulara ulaşabilmeyi, rezeke edilemeyen tümörür rezektable hale gelmesidir. Ancak cerrahi morbiditeyi arttırır ve tümör yayılımıyla ilgili değerlendirmeyi zorlaştırır. Yapılan iki büyük ABD çalışmasında preoperatif radyoterapi yaşamı uzatmamış aksine postoperatif komplikasyonlarda artışa bağlı olarak yaşam süresinde azalmaya yol açmıştır. Preoperatif radyoterapi süperior sulkus tümörlerinde ( Pancoast tümörleri ) önerilmektedir. Bu sayede bu grup yerleşimli tümörlerde daha uzun yaşam süresi elde edildiği bildirilmektedir. Postoperatif radyoterapi hala tartışmalı bir konudur. Bu konula ilgili birçok randomize çalışma yapılmıştır. Yapılan tüm çalışmalarda yaşam süresinde anlamlı bir fark bulunamamıştır. Postoperatif radyoterapi lokal nüksün azalmasında rol almıştır. Yapılan erken evre çalışmalarında da evre I ve II hastalarda postoperatif radyoterapi önerilmemektedir. Lancet dergisinde 1998 yılında yayınlanan 2128 hastalık bir analiz serisinde postoperatif radyoterapinin yaşam üzerine negatif etkisi olduğu gösterilmiştir. Evre I ve II için bu durum kesin olsa da evre III hastalarda hala bazı çekinceler vardır. Evre III hastalarda lokal kontrol radyoterapiyle sağlansa dahi sağkalım avantajı yoktur. Ancak bu konu net olmayıp çalışmalar devam etmektedir. Çünkü evre III çok heterojen bir gruptur. Şimdilerde incelenen konu evre III hastalarda neoadjuvan kemoterapi ve cerrahi sonrası uygulanan radyoterapinin etkinliğidir. Hastaların semptomlarını azaltmaya ve yaşam kalitesini arttırmaya yönelik palyatif radyoterapi hava yollarında obstrüksiyon , hemoptizi gibi primer tümöre bağlı semptomların palyasyonunda , vena kava süperior sendromu, göğüs ağrısı, kemik tutulumu, spinal kord kompresyonu ve beyin metastazı gibi klinik durumlarda uygulanabilir.Toraks radyoterapi toksisiteleri; Radyoterapi sırasında hastalarda halsizlik, öksürük, balgam ve özofajite bağlı yutma güçlüğü görülebilir. Semptomlar tedavinin tamamlanmasından bir-iki hafta sonra düzelir. Pnömonitis ve pulmoner fibrozis akciğerlerde görülen en önemli iki etkidir. Pnömonitis 1-3 ay sonra ortaya çıkar. Ciddi solunum sıkıntısı , ateş , öksürük yapar. Steroid gerekebilir. Akciğer fibrozisi 6 ay sonra ortaya çıkar ve spesifik bir tedavisi yoktur. Diğer toksisiteler; 1) Özofageal toksisite: Radyasyon özofajiti 2) Kardiyak toksisite ; perikardit, sol ventrikül fonksiyon bozulması, 3) Spinal kord toksisitesi 4) Deri ve kemik toksisitesi , KEMOTERAPİ Sitotoksik kemoterapi küçük hücreli dışı akciğer kanserlerinin tedavisinde artan bir öneme sahip olmaktadır.Lokalize hastalıkta kemoterapinin tedaviye eklenmesi tedavi şansını arttırmaktadır. İlerlemiş hastalıkta kemoterapi sağkalım süresini arttırmakta ve yaşam kalitesini daha iyi hale getirmektedir. İleri evre hastalık , küçük hücreli dışı akciğer kanserinde 5 yıllık genel sağkalım %15’in altındadır. Hastaların %40’ından fazlası ilerlemiş hastalık formunda başvurur ve bu grupta 5 yıllık sağkalım %1’in altındadır. Hastaların büyük bölümü kısa sürede kaybedilirler. Kemoterapide en iyi sonuçlar kombine tedavilerle alınsa da yeni çıkan ajanlarla faz II çalışmalar yapılarak ilacın etkinliği gösterilmektedir. Bu grup hastalarda hastalığın evresi ve hastanın performans dururmu en önemli prognostik faktörlerdir. Çok değişkenli analizlerde gösterilmiştir ki, iyi performans, kadın olmak , tek bir metastatik bölge, normal Ca ve LDH, hemoglobinin 11 g/dL üzerinde olması ve Cisplatin kemoterapisinin kullanılması iyi karakteristiklerdir. Bu faktörlerden en önemlisi performans durumudur. Son yıllara kadar ileri evre akciğer kanserlerinde kemoterapinin değeri az olarak değerlendirilirdi. Ancak yeni ilaç kombinasyonları, özellikle Cisplatin kullanımıyla yüksek cevap oranları elde edilmiştir, yaşam kalitesi düzelmiş ve orta derecede bir sağkalım elde edilmiştir. Bazı gruplar rehberlerini yayınlamışlar ve günlük pratikte sitotoksik kemoterapi rutine girmiştir. 1980 yılından itibaren kemoterapiyle standart best supportif care arasında etkinlik çalışmaları yapılmıştır. Bu çalışmaların çoğu küçük çapta çalışmalar olduğundan bazı analizler yapılmıştır. Yapılan 3 metaanaliz sonucuna göre kemoterapi ilerlemiş hastalıkta hastaların tedavisinde önemli rol oynamaktadır. Bazı yeni çalışmalarda tek ajan ile best supportive care karşılaştırılmıştır. Haftalık verilen vinorelbine’in yaşlı hastalarda BSC’e göre daha üstün olduğu gösterilmiştir. Docetaxel ve paclitaxel ile BSC’e göre daha üstünlük gösterilmiştir. Gemcitabine ile yapılan çalışmada sağkalımda üstünlük gösterilmezken yaşam kalitesinde belirgin bir düzelme ve palyatif radyoterapi ihtiyacında azalma saptanmıştır. İleri evre akciğer kanserlerinde kombine tedaviler tek ajan tedavilerle karşılaştırıldığında etkinlik artmış ancak etkinlikle beraber toksisitede artış gözlenmiştir. analizler ile kombine tedavilerde cevap oranlarının arttığı , 6 ve 12 aylık sağkalımların uzadığı gösterilmiştir. Ancak kombine tedavilerde toksisite artmaktadır. KÜÇÜK HÜCRELİ AKCİĞER KANSERİ Küçük hücreli akciğer kanserine gelince ; tedavi verilmezse küçük hücreli akciğer kanseri hastayı hızla ölüme götürür. Sınırlı hastalıkta kemoterapi ve radyoterapi ile kombinasyon sağlanırsa ortalama yaşam 20 aydır. İki yıllık sağkalım %45, 5 yıllık sağkalım %15-20 arasındadır. Tam remisyon sağlanan hastalarda koruyucu kafa ışınlaması yapılmalıdır. Çünkü hastalardaki nüksün en sık görüldüğü yer santral sinir sistemidir. Yaygın hastalıkta tedavi verilmezse yaşam 1-3 ay arasındadır. Kombinasyon kemoterapisiyle 9-12 ay arasında yaşam sağlanır. Radyoterapi palyasyon ve tedaviye cevap vermeyen olgularda gündeme gelebilir. Cerrahinin rolü tartışmalıdır. Soliter pulmoner nodül nedeniyle opere edilen hastalarda küçük hücreli akciğer kanseri çıkma olasılığı vardır ve bu olgularda sağkalım %50’ye yaklaşır. Bu hastalara adjuvan kemoterapi önerilmektedir. Sınırlı hastalık kemoterapi ve radyoterapi kombine edilerek tedavi edilir. İki analiz sonucu göstermiştir ki, toraks radyoterapisinin eklenmesi sağkalımı anlamlı olarak uzatmaktadır. Cisplatin ve etoposide kombine tedavisi tüm dünyada standart olarak kullanılmakta ve etkili bir kombinasyondur. Tam cevap veren sınırlı hastalıklı hastalarda koruyucu kafa ışınlamasının uzun süre yaşayanlarda beyin metastazı riskini oldukça azalttığına dair güçlü kanıtlar vardır. Son zamanlarda yapılan tartışma radyoterapinin kemoterapinin hangi döneminde verilmesi şeklindedir. Yapılan çalışmalarla şimdilik görünen radyoterapi erken dönemde devreye sokulursa sağkalım uzamaktadır. Yaygın hastalıkta kemoterapi seçilecek en önemli tedavi yöntemidir. Cisplatin ve etoposide bu grup hastalarda da etkin seçenekler olmakla beraber hastanın genel durumu tedavinin yaklaşımını etkileyebilir. Küçük hücreli akciğer kanserinde yeni ajanlar denenmekte ve iyi cevaplar elde edilmektedir. Bunlar arasında taxanlar, topoizomeraz 1 inhibitörleri ile çalışmalar devam etmektedir. Akciğer kanserinin diğer tedavi seçenekleri arasında bronş obstrüksiyonlarına yönelik palyatif tedaviler, gene VKSS , kraniyal metastazlar, kemik metastazları ve ağrılar için palyatif radyoterapiler gündeme gelebilir. Larenks Kanseri -Larenks kanseri malign hücrelerin larenks dokusunda oluşması ile oluşur. -Sigara kullanımı ve fazla alkol alımı larenks kanseri gelişim riskini etkiler. -Boğaz ağrısı ve kulak ağrısı görülebilen semptomlardır. -Boğaz ve boyunu inceleyen testler tanı ve evrelemede kullanılır. -Bazı faktörler tedavi ve prognozu etkiler. -Larenks kanseri malign hücrelerin larenks dokusunda oluşması ile oluşur. Larenks farenksin hemen altında boyuna yerleşmiştir. Hava geçiçi sırasında titreşen ve ses çıkaran vokal kordları içerir. Ses farenks, ağız ve burunda eko alarak insan sesine dönüşür. Çoğu larenks kanseri larenks içini döşeyen ince hücrelerden oluşan squamöz hücrelerden oluşur. Larenkste üç kısım vardır. -supraglottis: Kord vokal üstündeki epiglotu içeren kısım -glottis: Kord vokali içeren orta kısım -Subglottis: kord vokal ilke trakea arasındaki kısım -Sigara kullanınımı ve fazla alkol alımı larenks kanseri gelişim riskini etkiler. -Boğaz ağrısı ve kulak ağrısı görülebilen semptomlardır. Bu ve başka semptomlar larenks kanseri ve başka nedenlerle oluşabilir. Bir doktor aşağıdaki problemler olduğunda hastayı konsulte etmelidir. -Geçmeyen soğuk algınlığı ve öksürük -Solunum zorluğu -Kulak ağrısı -Boğaz veya boyunda şişlik -Ses değişikliği -Boğaz ve boyunu inceleyen testler tanı ve evrelemede kullanılır. -Boyun ve boğazın muayenesi: Boyundaki şiş lenf nodu için muayene ve küçük bir ayna ile boğazın incelenmesi -Larengoskopi: ayna veya larengoskop ile larenks muayenesi -Endoskopi: Vücud içindeki organları görmek için kullanılır. Endoskop bir kesi veya ağız gibi vücuttaki açıklıktan sokularak yapılır. Doku biyopsisi alınabilir. -BT: Vücud içindeki alanların değişik açılarla detaylı resmini almaktır. Kompitüre bağlı x-ray cihazı ile yapılır. Dokuları daha iyi görmek için ilaç verilebilir. Komputerize tomografi denir. -MRI: magnetik rezonans görüntüleme: magnet., radyo frekansı ve bilgisayar kullanılarak Vücud içindeki alanların değişik açılarla detaylı resmini almaktır. -Biyopsi: Mikroskop altında incelemek ve kanser araştırmak için alınan doku parçası -Baryum yutumu: Özefagus ve mide için baryum içeren sıvı içilerek x-ray ile çekim yapılırr. Üst GI serisi de denir. Malign Mezotelyoma Kanserin nadir bir çeşidi olan Malign Mezotelyoma göğüs veya periton zarında(plevra,periton) bulunan hücrelerde oluşan bir kanser hastalığıdır. Malign mezotelyomalı çok insan asbestos soluyan yerlerdeki işlerde çalışanlardır. Bir şahısta kısa solunum, göğüs ağrısı veya karında ağrı veya şişlikk olduğunda doktor bunları değerlendirmelidir. Şikayetler mevcutsa doktor karın veya göğüs filmi isteyebilir. Doktor torakoskop (thoracoscope) diye adlandırılan özel bir aletle göğüs boşluğu içine bakabilir. Göğüs duvarı boyunca bir kesi yapılacak ve torakoskop iki kot arasından içeri sokulacak. Torakoskopi (Thoracoscopy) olarak adlandırılan bu test hastanede yapılır. Testten önce hastaya lokal anestezikler verilecektir ( bu ilaçlar kısa bir zaman peryodunda duyu kaybına sebep olur). Bazı basınç hissedilebilinir, fakat genellikle ağrı yoktur. Doktor Peritoneskop ( peritoneoscope) diye adland?ırılan özel bir aletle karın içine(peritoneoscopy) de bakabilmelidir. Peritoneoscope karında açılan yere yerleştirilir. Bu işlem de hastanede yapılır. Testen önce lokal anestezik verilir. Doku normal bulunmazsa herhangi bir kanser hücresi için mikroskop altında incelenecek küçük bir doku parçası kesilebilecek. Buna biyopsi denir. Biyopsi torakoskopi veya peritonoskopi esnasında yapılır. Düzelme şansı (Prognoz) kanserin çapına, kanserin bulunduğu yere, kanserin ne kadar uzaklığa yayıldığına, kanser hücrelerinin mikroskop altında nasıl göründüğüne, kanserin tedaviye nasıl cevap verdiğine, hastanın yaşına bağlıdır. Malign mezotelyoma evreleri Malign mezotelyoma bulunduğunda kanser hücrelerinin vücudun diğer bölgelerine yayılıp yayılmadığını bulmak için daha çok test yapılacaktır. Bu evreleme (staging) olarak adlandırılır. Tedavi planı yapmak için doktor evreyi bilme ihtiyacı vardır. Mesane Kanseri Erkek mesane kanseri olması riski kadınlardan üç kat daha fazladır. Amerika da her yıl yaklaşık kırk bin yeni mesane kanseri olayı teşhis edilir ve onbeş binden fazla ölümün nedeni bu hastalıktır. Mesane kanseri kırk yaşın altındakilerde nadiren görülür. Bunun en azından çevresel faktörlerle ilişkili olduğu düşünülmektedir. Bu hastalık sigara içenlerde boya, kimya ve lastik sanayiinde çalışan işçilerde daha fazla görülür. Belirtiler -İdrarda kan; -Pelvik sancı (ön ve yanlardaki kalça kemiklerinde sancı); -İdrar yapmada zorluk; Teşhis En sık görülen ilk belirti, ağrı ya da başka bir rahatsızlık olmaksızın, idrarda kan bulunmasıdır. Sık yapılan bir teşhis hatası, idrardaki bu kanın mesane iltihabına bağlanmasıdır. Eğer mesane kanserini düşündüren şikayetleriniz varsa, doktorunuz kanserli hücreleri saptamak üzere idrar tahlili yaptıracaktır. IVP denilen özel bir böbrek röntgeni çekilebilir ve doktorun mesanenin içini görebilmesi için, sistoskopi yapılacaktır. Sistoskopi sırasında, habis hücreler açısından mikroskop altında incelenmek üzere, mesane duvarından parça alınır. Eğer kanser saptanırsa, doktorunuz kanserin hangi evrede olduğunu saptamak için, karın ya da pelvis tomografisi isteyebilir. Kanserin mesane dışına yayılıp yayılmadığını anlamak için yapılan testler, göğüs röntgeni ve kan tahlilleridir. Eğer mesanedeki tümör küçükse ve mesaneyi kaplamamışsa, iyileşme şansı yüksektir. Bu türden mesane kanseri olan insanların yaklaşık %50si ile 70i arasında kalan kısmı üç yıllık bir süre içerisinde iyileşme gösterecektir. Ancak kanser yine de önemli olacaktır. Kanseri kaslara ve yağ dokusuna yayılan şahısların yaklaşık %45i radyasyon tedavisinin yapılmış olması koşuluyla en azından 5 yıl süreyle yaşarlar. Mesane kanseri diğer organlara da sıçrayan insanların büyük bir çoğunluğu tedavi görse de 2 yıldan fazla yaşayamaz. Tedavi Yüzeysel mesane kanserindeki tedavi genellikle tümörün kendisinin alınması şeklindedir. Bunun için büyük bir ameliyat gerekmez, çünkü cerrah tümörü bir sistoskop aracılığıyla alınabilir. Yüzeysel tümörün alınmasından sonra biyopsiyi ihtiva eden sistoskopik değerlendirme her 3 ile 6 ayda bir kanserin yeniden oluşup oluşmadığını belirlemek için yapılır. Eğer bu olay yinelenirse, tümör yeniden sistoskopi ile alınabilir. Ancak bu sefer gelecekteki mesane kanseri olasılığını azaltmak için kanserle mücadele edici ilaçlar verilir. Eğer hastalık mesane kasları ve yağ dokusunu kaplarsa mesanenin kendisinin, erkeklerde de prostat bezinin de birlikte olmak üzere, alınması gerekir. İlerlemiş mesane kanseri olan kadınlarda da yumurtalıkların, rahmin ve vajinanın bir kısmının alınması gerekir. Mesanenin alınması, idrarın geçeceği bir açıklığın yaratılmasını gerektirir. Bunu yapmanın değişik yolları vardır. En başarılı olan tekniklerden birinde üreterler, bir parça bağırsaktan yapılmış yapay bir mesaneye bağlanırlar. Yani mesane göbeğin yan tarafından vücudun iç kısmına tutturulur. Daha sonra idrarı giysilerin altından vücut üzerinde bir torbaya boşaltmak üzere karın duvarından bir delik açılır. Buna ileal kanal işlemi denir. Bazı hekimler, invazif (yayılma gösteren) mesane kanseri için bu operasyondan sonra radyasyon terapisi ve kemoterapi önerirler. Tümör lenf ise kemoterapi kullanılabilir. Metastatik hastalığı (diğer organlara yayılan kanser) olan şahısların %30 ile 70 i arasındaki kısmında kemoterapi kanserin yayılmasını kontrol altına almak ve ağrıyı hafifletmek açısından yararlıdır. Ancak bunun yararı 6 aydan daha fazla sürmez ve kanser bu süreden sonra ilerlemeye devam eder. Mesanenin ameliyat ile alınması veya radyasyon terapisi ile devam eden kemoterapinin bir kombinasyonu yayılma gösteren (invasiv) hastalığı olan şahısların bazılarında yaşamı uzatır. Merkel Hücreli Karsinom Merkel hücreli karsinom, cildin nöroendokrin kanseri olarakda bilinen, malign (kanser) hücrelerin cildin hemen üzeri veya yanında ve kıl folikülleri içinde bulunan nadir bir hastalıktır. Merkel hücreli karsinom genellikle ciltte ağrısız, katı parlak kitleler şeklinde fark edilir. Bu tümörler kırmızı,mpembe veya mavi olabilir ve çeyrek inçden küçükten 2 inçten büyüğe değişen boyutlarda görülür. Merkel hücreli karsinom genellikle güneşe maruz kalan baş, boyun, kol ve bacakta bulunur. Genellikle 60-80 yaş arası, beyaz tenlilerde bulunur, ancak başka ırk ve farklı yaşlarda da görülebilir. Merkel hücreli karsinom hızlı büyür ve sıklıkla vücudun başka kısımlarına metastaz (yayılma) yapar. Küçük tümörlerin bile metastaz yapabilme yeteneği vardır. Hastalık yayıldığı zaman genellikle bölgesel (komşu) lenf bezlerine yayılır ayrıca, karaciğer, kemik, akciğer ve beyinede yayılabilir. Lenf bezleri küçük, fasulye şeklinde yapılar olup, tüm vücutta bulunur. Bu bezler enfeksiyonla savaşan hücreler üretip depolarlar. Merkel hücreli karsinomun tedavisi hastalığın evresine, hastanın yaşına ve genel durumuna bağlıdır.. |
Kanser Çeşitleri
Mide Kanseri Mide, sindirim sisteminin bir parçasıdır ve karnın üst sol kısmında diyaframın altında bulunur. Üst ucu yemek borusu ile bağlantılıdır, alt ucu ise, adına kapıcı dediğimiz, halka şeklindeki kapama kasları ile onikiparmak bağırsana bağlıdır. Midedeki kötü huylu tümörler genellikle mukoza zarında gelişir ve % 95 oranında bez epitelinden (adenokarsinom) yola çıkar. Skuamöz epitel karsinomlar, lenfomlar – yani lenf dokusunda gelişen kanserler – ve kas yapısında gelişen sarkomlar daha ender görülür. Hastalığa yeni yakalananların yılda toplam olarak yaklaşık 20.000 kişiyi bulduğu mide karsinomu, erkeklerde en sık görülen beşinci, kadınlarda ise en sık görülen dördüncü kötü huylu tümördür. Mide Kanserinin nedenleri: • Mide kanserinin oluşumunda beslenme alışkanlıkları önemli bir rol oynamaktadır. • Beslenmeye dayalı iyi bilinen risk faktörleri; çok tuzlu yemeklerin sıklıkla yenilmesi ve taze meyve ve sebzenin az tüketilmesidir. • Izgarada pişirilmiş, tütsülenmiş ve tuzlu salamura gıdaların sıklıkla yenmesi de riskli olabilmektedir. Izgara ve tütsüleme esnasında tam olmayan yanma sonucu kanseri tetikleyen maddeler oluşmaktadır (kanserojenler). Et ürünlerinin salamurası (tuzlama) yapılırken nitrat tuzları ve nitrit tuzları kullanılmaktadır. Bunlar, ısıtma esnasında veya mide içinde Nitrosaminleri oluştururlar ki, bunlarda kuvvetli birer kanserojendir. Nitrosaminler gıdaların bakteri veya mantarlarla teması esnasında da oluşabilmektedir. Yukarıda bahsi edilen mide karsinomu vakalarındaki gerilemenin nedeni, soğutucu ve dondurucu araç ve gereçlerin (buzdolabı, derin dondurucu) genel olarak daha sık kullanılmaya başlanması ve taze meyve ve sebzenin daha kolay tedarik edilebilmesine dayandırılabilir. Tuzlamak gibi konservasyon metodları (yiyeceklerin bozulmasını önlemek) son on yıllarda dondurucu ve soğutucular ve/veya vakumlu steril ambalajlar sayesinde geri planda kalmıştır. • Mide kanseri, kronik bir mide mukozası iltihabı şekli olan ve mide ülserinde sıklıkla ortaya çıkan helicobacter pylori bakterisinin sebep olabileceği atrofik gastritis ile bağlantılı olabilmektedir. Helicobacter enfeksiyonu ile mide kanseri arasında yakın bir bağlantı olasılığının çok olduğu kabul edilmektedir. Büyük bir olasılıkla midenin helicobacter ile uzun süreli bir istilası (enfeksiyonun çocuk yaşta gerçekleşmesi) daha yüksek bir risk oluşturmaktadır, bu nedenle yetişkin yaşta bu bakterinin ortadan kaldırılması rizikonun azaldığı anl..... gelmemektedir. • Sigara ve aşırı alkol tüketimi risk faktörü olarak kabul edilmektedir, çünkü bunların tüketimi büyük bir olasılıkla mide mukozası iltihabına yani gastrite neden olabilmektedir. Adenomatöz mide polipleri de (mukoza bezlerinde başlangıçta iyi huylu oluşumlar) mide kanseri hastalığı için risk faktörleri arasındadır. Örneğin bir ülser hastalığı nedeniyle midenin kısmen alınması da (günümüzde ender olarak uygulanmaktadır) mide kanseri riskini arttırmaktadır. • Kalıtım yoluyla alınan genler de mide kanserinin oluşmasını destekleyebilir. Ancak burada iki tür mide karsinomu biribirinden ayrı tutulmalıdır: Biri, öncelikle sınırlı olarak büyüyen intestinal tür, diğeri ise difüz tür olanıdır ki, bu türü daha kötü huylu olup hızla çevredeki dokuları sarar. İntestinal türde daha çok beslenme faktörleri ön planda olurken, difüz türde genetik faktörler sorumlu tutulmaktadır. Belirtiler En sıklıkla, • Hazımsızlık • İştahsızlık • Yemeklerden sonra şişkinlik hissi • Kusma • Yorgunluk • Bağırsak işlevinde kan yada siyah dışkı • Kilo kaybı Teşhis En emniyetli ve kesin sonuç veren muayene şekli, mikroskop (Histoloji) ile ayrıntılı incelemenin yapılması için doku örneklerinin de alınmasını sağlayan, daha önce bahsi edilen, mide içinin gözetlenmesidir (gastroskopi). Kuşkulu bölgenin derinlerinden ve kenarlarından alınan örnekler, olası kanserin mide duvarına ne kadar yayıldığını tespit etmeye yarar. Kontrast maddelerle mide ve bağırsaklara uygulanacak ilave bir röntgen muayenesi, mide duvarının geniş alanlarını da inceleme imkanı verir. Tedavi Mide kanserinde ameliyat, en önemli ve en belirleyici tedavi önlemidir. Buna ilave olarak kemoterapi ve bazı durumlarda ışın tedavisi (Radyoterapi) de uygulanmaktadır. Tedaviden sonra ne oluyor? Tedavinin tamamlanmasından sonra, yani ameliyattan sonra, erişilebilecek en iyi netice olarak, hastalar tümörlerinden tamamen kurtulmuş olurlar. Bundan sonraki tıbbi kontrolün amacı, tedavinin istenmeyen sonuçları ile olası bir geri dönüşü yani hastalığın olası yeniden nüksetme halini tespit etmektir. Genelde tedavi sonrası kontroller ilk zamanlar 3 ayda bir yapılır, 2 yıldan sonra ise 6 ayda bir gereklidir. Muayene normalde vücudun incelenmesini, laboratuar testlerini, röntgen ve ultrason muayenesini ve midenin bir bölümü alınmış ise bir de gastroskopiyi kapsar. Mikozis Fungoides ve Sezary Sendromu Mikozis Fungoides ve Sezary Sendromu hastalığı, lenf sisteminde (T-lenfosit adı verilen) bazı hücrelerde görülen ve cildi etkileyen (malign/habis) bir kanser türüdür. Lenfositler kemik iliği ve lenf sistemindeki diğer organlar tarafından üretilen, enfeksiyonlarla savaşan beyaz kan hücreleridir. T-hücreleri vücutta bulunan bakteriler ile diğer zararlı organizmaların yok edilmesi görevinde vücudun bağışıklık sistemine yardımcı olan özel lenfositlerdir. Lenf sistemi bağııklık sisteminin bir parçası olup bu sistem, deri dahil vücudun tüm bölümlerinde bulunan kan damarları gibi, vücudun tam..... yayılan ince tüpçüklerden oluşmaktadır. Lenf damarları, lenfosit içeren renksiz bir sıvı olan lenf sıısı taşır. İnce tüp altı boyunca sıras sı?ra dizili şekilde, fasulye tanesi şeklinde lenf düğümü adı verilen organlar bulunmaktadır. Lenf düğümü kümeleri oltukaltında, pelvis, boyun ve abdomen bölgesinde bulunmaktadır. (Üst abdomen bölgesinde bulunan, lenfosit üreten ve eski kan hücrelerini kandan süzen bir organ olan) dalak, (göğüs kafesi altında bulunan küçük bir organ olan) timüs ile (boğazda yerleşik bir organ olan) bademcikler de lenf sisteminin parçasıdır. Çeşitli lenfoma türleri bulunmaktadır. En yaygın görülen lenfoma türü Hodgkin hastalığı ile Non-Hodgkin hastalığıdır. Bu lenfoma türlerinin başlangıcı genellikle lenf düğümlerinde ve dalakta olmaktadır. Mikozis Fungoides ve Sezary Sendromu genellikle, yıllar içerisinde yavaş gelişim göstermektedir. Hastalığın başlangıç evrelerinde deride batma ve kuruluk hissedilecek ve deri yüzeyinde koyu renkli bölgeler oluşacaktır. Hastalık daha da ilerledikçe, Mikozis Fungoides adı verilen bir durum olan deri üzerinde tümör oluşumu meydana gelecektir. Hastalıktan etkilenen deri bölgesi artıkça deri efekte olacaktır. Hastalık lenf bezleri ile dalak, akciğer ya da karaciğer gibi vücudun diğer organlarına da yayılabilir. Kanda yüksek miktarda tümörlü hücre tespit edildiğinde ise bu duruma Sezary Sendromu adı verilmektedir. Kütanöz lenfoma semptomları bulunmakta ise doktor derinin üzerinde oluşan lenfomadan bir parça alarak bunu mikroskop altında inceleyecektir. Deride başlayan diğer kanser türleri bulunmaktadır. En yaygın olan türleri ise bazal hücreli kanser ile skuamöz hücreli kanserdir. Miyeloproliferatif Hastalıklar Miyelodisplastik/miyeloproliferatif hastalıklar, bir zamanlar miyelodisplastik sendromlar şemsiyesinin altına dahil olan bir grup bozukluktur. O zamandan bu yana ayrı bir sınıflandırmaya tabi tutulmaktadırlar, çünkü bu hastalıklarda, kemik iliği çok az değil de, çok fazla sayıda kan hücresi üretmektedir. Belirtileri ve semptomları miyelodisplastik sendromlarınkiler ile benzer olsa da, miyelodisplastik/miyeloproliferatif hastalıkların bulunduğu kişilerin ayrıca dalağı büyümüş ve lenf düğümleri şişmiş olabilir. Petekiyalar pıhtılaşmaya yardımcı olan kan hücrelerinin (pıhtı hücreleri) sayısının az olması nedeniyle, derideki küçük kan damarlarının (kılcal damarlar) derinin içinde kanamasından (hemoraj) ileri gelir. Petekiyalar renkleri kırmızıdan mavimsi mora kadar değişebilen minik noktalar olarak ortaya çıkar. Belirtiler ve Semptomlar Miyelodisplastik sendromun bulunduğu kişiler, hastalığın erken aşamalarında nadiren sorun yaşarlar. Ancak kemik iliği sınırlı sayıda sağlıklı kan hücresi üretmeye devam ettikçe, aşağıdakileri de içeren belirtiler ve semptomlar baş göstermeye başlar: Yorgunluk Nefes darlığı Kansızlık nedeniyle olağan dışı solgunluk (benzi uçukluk) Kolay veya olağandışı çürüme ya da kanama Derinin hemen altında, kanamanın neden olduğu, toplu iğne başı boyutunda kırmızı lekeler (petekiyalar) İstem dışı kilo kaybı Sık sık enfeksiyonlara yakalanma Nedenleri Kan hücreleri, belirli kemiklerin içinde bulunan süngersi doku olan kemik iliğinde üretilir. Çocuklukta kemiklerin çoğu kan hücrelerinden oluşur, ancak yaş ilerledikçe temel olarak, omurlar, omuzdaki kürek kemikleri, kaburgalar ve leğen kemiğinde de kan hücreleri oluşur. Tüm kan hücreleri farklılaşmamış kök hücreleri olarak başlar (pluripotent kök hücreler). Normal şartlarda, bu hücrelerin yaklaşık olarak yüzde 5’i olgunlaşmadan kalır ve vücudunuz bunlara ihtiyaç duyuncaya dek yedekte tutulur. Gerisi bir dizi olgunlaşma aşamasından geçer, bu dönem boyunca blast hücreleri olarak adlandırırlar, nihayet özelleşmiş üç kan hücresi türünden birine dönüşürler: Alyuvar hücreleri (eritrositler). Bunlar vücudunuzda en bol bulunan kan hücreleridir; her bir beyaz hücreye karşılık, yaklaşık 600 kırmızı kan hücreniz vardır. Alyuvar hücreleri, kana karakteristik rengini veren ve akciğerlerden geri kalan dokulara oksijen taşıyan bir protein olan hemoglobini içerirler. Sağlıklı alyuvar hücrelerinin eksik olması (anemi) miyelodisplastik sendromlarla bağlantılı, yorgunluk, halsizlik, olağandışı soluk renkte cilt ve nihai olarak nefes darlığı gibi sorunların çoğunun nedenidir. Akyuvar hücreleri (lökositler). Akyuvar hücreleri, bağışıklık sisteminin bir parçası olarak, enfeksiyonlarla savaşılmasına ve vücudun çeşitli istilacı patojenlere karşı korunmasına yardımcı olurlar. Akyuvar hücreleri sistemi karmaşıktır ve beş ana türden hücre içerir: monositler, lenfositler, nötrofiller, bazofiller ve özinofiller. Toplu olarak granülositler adı ile bilinen son üçü, bakterilerin ortadan kaldırılmasında büyük önem taşır. Bu hücrelerin eksikliği, miyelodisplastik sendromunun çoğu zaman ilk belirtilerinden biri olan sık enfeksiyona yakalanmaya neden olabilir. Pıhtı hücreleri. Bu hücreler, vücut hücreleri olarak sınıflandırılsalar da, aslında bir tür kemik iliği hücresinin parçalarıdır (megakaryosit). Pıhtı hücreleri, kanamanın kontrol edilmesi ve hasarlı kan hücrelerinin onarılmasının harekete geçirilmesi için, pıhtı oluşumuna yardımcı olan kimyasal maddeler içerir. Bu hücrelerin sayısının çok az olması (trombositopeni) olağandışı kanamaya veya çürümeye yol açabilir. Alyuvar hücreleri olgunlaştığı zaman, akyuvar hücreleri ve pıhtı hücreleri kan dolaşımına salınarak, burada beklenen yaşam sürelerini tüketirler; bu süre alyuvar hücrelerinde ortalama 20 gündür, bazı akyuvar hücreleri ve pıhtı hücreleri için ise birkaç saat ila birkaç gün gibi kısa bir zaman dilimidir. Her gün, kemik iliğiniz milyonlarca hücre üretir ve milyonlarca daha fazlası da ölür. Bunun sonucunda, vücudunuzun, yeni ve eski hücreler arasındaki hassas dengeyi oturtması gerekir, bu süreç, kısmen, kemik iliği içindeki, büyüme faktörleri adı verilen, hormon benzeri maddelerce kontrol edilir. Ancak miyelodisplastik sendromlarda, hücrelerin düzenli ve denetimli bir şekilde üretimi, en temel düzeyde, kök hücrelerin üretilmesinde başarısız olur. Olgun olmayan hücreler çoğu zaman kusurludur ve normal gelişim göstermek yerine, kemik iliğinde veya kan dolaşımına girdikten hemen sonra ölürler. Bu durum sadece sağlıklı hücrelerin sayısının az olmasına neden olmakla kalmaz, aynı zamanda genel olarak hücre üretimi için de daha az yer bırakır. Bu döngü süregeldiğinden ötürü, sorun genellikle zaman içinde daha kötü bir hal alır. Miyelodisplastik sendromlar kanser midir? Birçok uzman miyelodisplastik sendromları, bir tür kan ve kemik iliği kanseri olarak düşünmektedir, çünkü başka kanserlerde olduğu gibi, tüm anormal hücreler tek bir kusurlu hücreden kaynaklanıyor görünmektedir ve hepsi birbirinin aynı görünüme sahiptir. Son olarak da, miyelodisplasytik sendromu olan yaklaşık üç kişiden birinde, olgun olmayan kan hücrelerini etkileyen, hızlı seyreden bir kanser olan akut miyelojenöz lösemi gelişir. Yine de, miyelodisplastik sendromların aslen kanser olup olmadığı, tartışma konusu olmaya devam etmektedir. Miyelodisplastik sendromun alt türleri Miyelodisplastik sendromların sınıflandırılması, birçok karmaşık hastalık gibi zor olmuştur. Bununla birlikte, bozuklukların alt sınıflara ayrılması, doktorların ve araştırmacıların, büyük insan gruplarındaki farklı bozuklukların seyrini izlerken, hastalıkla ilgili daha fazla bilgi edinmelerine yardımcı olur. Uluslararası bir hekimler grubu tarafından geliştirilen ilk miyelodisplastik sendromlar sınıflandırma sistemi, 1990ların sonunda Dünya Sağlık Örgütü (WHO) tarafından yeniden elden geçirildi. Bu sistem, alandaki bazı uzmanlar tarafından hala tartışılmaya devam etse de, klinik uygulamalarda gitgide yaygın hale gelmektedir. WHO kemik iliğindeki değişikliklere ve dolaşımdaki kan hücresi sayılarına dayalı olarak, miyelodisplastik sendromlarının sekiz alt türünü tanımaktadır. Refrakter anemi. Bu miyelodisplastik sendromunun bulunduğu kişilerde, alyuvar hücrelerinin sayısının az olması nedeni ile anemi (kansızlık) vardır, ancak akyuvar ve pıhtı hücreleri normaldir. Halkalı sideroblastlı refrakter anemi. Bu refrakter anemiden, mevcut alyuvar hücrelerinin aşırı miktarlarda demir (halkalı sideroblastlar) içermesi bakımından ayrılır. Çok kökenli displazili refrakter sitopeni. Bu miyelodisplastik sendromda, iki veya üç türdeki kan hücresi anormaldir, kan dolaşımındaki hücrelerin yüzde 1'inden daha azı olgun olmayan hücrelerdir (blastlar). Çok kökenli displazili ve halkalı sideroblastlı refrakter sitopeni. Bu sendrom, alyuvar hücrelerinin daha büyük bir yüzdesinin demir fazlası içermesi açısından, refrakter sitopeniden farklılaşır. Aşırı blastlı refrakter anemi — tip 1 ve 2. Bu sendromların her ikisinde de, alyuvar, akyuvar ve pıhtı hücreleri olmak üzere, üç hücre tipinden herhangi birinin sayısı düşük olabilir ve mikroskop altında anormal görünebilirler. Tip 2 refrakter anemi hastalığı olan kişilerin üçte birine kadar olan kesiminde nihai olarak lösemi baş gösterir. Sınıflandırılmamış miyelodisplastik sendrom. Yaygın olmayan bu sendromda, olgun kan hücrelerinin üç türünden birinin sayısı azalır veya akyuvar hücreleri ya da pıhtı hücreleri mikroskop altında anormal görünürler. Yalıtılmış del (5q) kromozom faaliyeti ile bağlantılı miyelodisplastik sendrom. Bu sendromun bulunduğu kişilerde alyuvar hücresi sayıları azdır, ancak pıhtı hücresi sayıları normaldir veya artmıştır. Bu sendromla birlikte görülen genetik bir kusur olsa da, prognoz genellikle diğer alt türlerdekine göre çok daha iyidir. Anormal kemik iliği ve kan hücrelerinin nedeni nedir? Çoğu miyelodisplastik sendrom belirgin hiçbir neden olmadan ortaya çıkar. Nedeni belirlenebilir olan sendromlara ikincil miyelodisplastik sendromlar adı verilir ve tedavi edilmeleri nedeni bilinen miyelodisplastik sendromlara (birincil veya de novo miyelodisplastik sendromlar) genellikle daha zordur. Farklı miyelodisplastik sendromu alt türlerinin nedenlerinin farklı olması olasıdır, ancak araştırmacılar henüz bu neden sonuç bağlantılarını bulmamışlardır. Aşağıdaki faktörlerin genel olarak miyelodisplastik sendromlara neden olabileceğini bilmektedirler. Kanser tedavisi geçirmiş olma. Miyelodisplastik sendromların muhtemelen en açık seçik bilinen nedeni, mekloretamin, prokarbazin ve klorambusili de içeren belirli kemoterapi ilaçları ile yapılan tedavidir. Bu ilaçlar, kemik iliği için zehirleyici özellik taşır ve radyasyonla birlikte kullanılması halinde bu özelliği daha da artabilir. Çoğu miyelodisplastik sendrom Hodgkin dışı lenfoma, Hodgkin hastalığı ve akut lenfotik lösemi tedavisinden sonra meydana gelir; ancak meme, akciğer, testis ve sindirim yolu kanserini içeren başka kanser türlerinin yanı sıra, bazı öz bağışıklık hastalıklarına yönelik kemoterapi uygulanmasından sonra da gelişebilir. Buna ek olarak, miyelodisplastik sendromlar organ naklinden önce yüksek dozda kemoterapi ilaçlarının verilmesi nedeniyle, kök hücre nakillerinin yapıldığı kişileri de etkileyebilir. Çevre toksinleri. Büyük miktarlarda iyonlaştırıcı radyasyona ve benzen ile başka bazı kimyasallara maruz kalmak, miyelodisplastik sendromlara sebebiyet verebilir. Yaygın olarak kullanılan bir sanayi kimyasalı olan benzen, gazolinde, mobilya cilasında, deterjanlarda, sigara dumanında ve zaman zaman kirli kuyu suyunda bulunur. Bazı araştırmalara göre aynı zamanda miyelodisplastik sendromlar ile ağır metallere, böcek ilaçlarına, tarım ilaçlarına ve kimyasal gübrelere uzun süre maruz kalma arasında da bir bağlantı vardır. Risk Faktörleri Belirli kemoterapi ilaçları ile tedavinin ve yüksek dozda radyasyona ve bazı kimyasallara maruz kalmanın yanı sıra, şu faktörler miyelodisplastik sendromlarla ilgili riski artırabilir: Yaş. Çoğu miyelodisplastik sendrom 60 yaşından sonra, çoğunlukla hayatın yedinci veya sekizinci on yılında gelişir. Bu sendromlar, çocuklarda ve genç yetişkinlerde ender olarak görülse de, gitgide daha fazla genç insanın kemoterapi rejimleriyle tedaviden sağ çıkması sonucunda, çocuklardaki vakalar da artış göstermektedir. Aynı nedenden ötürü, miyelodisplastik sendromlar daha ileri yaştaki yetişkinler arasında da artış göstermektedir. Cinsiyet. Erkeklerde miyelodisplastik sendromlara yakalanma olasılığı kadınlara göre biraz daha yüksektir. Sigara içme. Sigaranın içindeki benzen ve kansere neden olan diğer maddeler kan dolaşımınızda emildiğinden ötürü, kemik iliğini ve kan hücrelerini etkileyebilir. Araştırmacılar pasif sigara içmenin benzer bir etkisi olup olmadığını henüz bilmemektedir. Doğuştan gelen bazı hastalıklar. Ender görülen genetik bir hastalık olan Fanconi anemisinin bulunması, miyelodisplastik sendroma yakalanma olasılığını artırmaktadır. Down sendromu da dahil olmak üzere başka doğum kusurları ile dünyaya gelen çocuklar da kemik iliği bozukluklarına karşı daha savunmasız olabilirler. Myelodisplastik Sendromlar . Myelodisplastik sendromlar kemik iliğinin yeterli sağlıklı kan hücreleri yapamaması ile oluşan bir hastalıklar grubudur. . Myelodisplatik sendromların bir çok tipi vardır. . Yaş ve geçmiş devrede yapılan kemoterapi veya radoterapi myelodisplastik sendrom gelişme riski oluşturur. . Myelodisplastik sendromun muhtemel bulguları halsizlik hissi ve kısa kısa solunumu içerir. . Kan ve kemik iliği inceleme testleri myelodisplastik sendrom teşhisinde ve tayininde kullanılır. . Myelodisplastik sendrom kemik iliği ve kan hücrelerinde değişikliklere bağlı olarak teşhis edilir. .Temel faktörler prognozu (Düzelme şansını) ve tedavi seçeneklerini etkiler. Myelodisplastik sendromlar kemik iliğinin yeterli sağlıklı kan hücreleri yapamaması ile oluşan bir hastalıklar grubudur. Myelodisplastik sendromlar kan ve kemik iliğinin hastalıklarıdır. Normal olarak, kemik iliği kök hücreleri (ümmatüre hücreler) oluşturur, bunlarda olgun kan hücrelerine dönüşür. Burada 3 tip olgun (matür) kan hücresi vardır. .Kırmızı kan hücreleri oksijen ve diğer materyalleri vücudun tüm dokularına taşır. . Beyaz kan hücreleri enfeksiyon ve hastalıklarla savaşır. . Trombositler kan pıhtılaşmasını sağlayarak kanamayı önlemeye yardımcıdır. Myelodisplastik sendromda kök hücreler olgun sağlıklı kırmızı kan hücrelerine, beyaz kan hücrelerine veya trombositlere dönüşemez. Blastdiye adlandırılan olgunlaşmamış kan hücreleri normal fonksiyon görmez ve ya kemik iliğinde veya kana geçtikten hemen sonra ölür. Bu kemik iliğinde gelişen sağlıklı beyaz kan hücreleri, kırmızı kan hücreleri ve trombositleri yerini alır. Burada kan hücreleri azaldığında infeksiyon, kansızlık ve kolay kanamalar oluşabilir. Myelodisplastik sendromların birçok çeşidi vardır. Myelodisplastik sendromlarda kan veya kemik iliğinde sağlıklı kan hücrelerinin bir veya daha fazlası vardır. Myelodisplastik sendromlar aşağıdaki hastalıkları içerir. . Dirençli kansızlık (Refractory anemia). . Yüzük şeklindeki sideroblast ile birlikte dirençli kansızlık ( Refractory anemia with ringed sideroblasts). . Ağrılı blastlarla dirençli kansızlık (refractory anemia with excess blasts) . Transformasyonda ağrılı blastlarla dirençli kansızlık (refractory anemia with excess blasts in transformation) . Refractory cytopenia with multilineage dysplasia. . Myelodisplastik sendromlar tek başına 5q kromozom anormalliği ile birliktedir. . Sınıflandırılamayan myelodisplastik sendromlar. Risk faktörleri aşağıdakileri içerir: . 60 yaşından fazla olmak . Geçmişte kemoterapi veya radyoterapi almış olmak . Tütün içimi,böcek zehiri ve benzen gibi çözücüleri içeren bazı kimyasal maddelere maruz kalma Myelodisplastik sendromun muhtemel bulguları halsizlik hissi ve kısa kısa solunumu içerir. Myelodisplastik sendromlar sıklıkla erken semptom vermezler ve rutin kan testinde bazen bulunur. Diğer şartlar aynı semptomlara sebep olabilir. Aşağıdaki semptomlardan herhangi birisi var ise doktora konuşulmalıdır. . Nefes yetmemesi . Halsizlik veya yorgunluk hissi . Alışılandan daha soluk cilde sahip olunması . Kolayca ezilme ve kanama . Peteği ( deri altında düz noktacıklar tarzında kanamanın sebep olduğu oluşumlar) . Ateş veya sık enfeksiyon. Orofarinks kanseri (Yutak Kanseri) Orofarinks kanseri, orofarinks dokularında kanser hücrelerinin var olduğu bir hastalıktır. Orofarinks, farinks (yutak) denen boğazın orta kısmıdır. Farinks 5 inç ( 12.5 cm ) uzunluğunda, genizden başlayıp mideye giden bir boru olan özefagusun (yemek borusu) üst parçası olarak boynun alt kısmına kadar uzanır. Hava ve gıda, trakea (hava borusu) veya özefagusa giden yol üzerindeki farinksten geçer. Orofarinks dil kökü, tonsiller, yumuşak damak (ağızın arkası) ve farinks duvarlarını içerir. Orofarinks kanseri en sıklıkla orofarinksi döşeyen hücrelerden başlar. Bir kişide geçmeyen boğaz problemi, yutma güçlüğü, kilo kaybı, genizde veya farinkste bir kitle, seste bir değişiklik veya kulak ağrısı varsa, bir doktora görünülmelidir. Bulgular varsa, bir doktor ışık ve ayna ile boğazı muayene edecektir. Ayrıca doktor boğazı kitleler için inceleyecektir. Anormal doku bulunursa, doktorun küçük bir parça kesmesi ve kanser hücrelerinin var olup olmadığına mikroskopla bakılması gerekecektir. İyileşme şansı (prognoz) kanserin boğazın neresinde olduğuna, kanserin boğazın tam içinde olup olmadığına veya diğer dokulara sıçramasına (evresine) ve hastanın genel sağlık durumuna bağlıdır. Tedavi sonrası, baş veya boyunda ikinci bir primer kanser olma şansı yüzünden, düzenli olarak bir doktora görünülmelidir. Tedavi sonrası sigara veya alkol içme ikinci bir primer kanser gelişme şansını arttırır. Ösafagus Kanseri (Yemek Borusu Kanseri) ÖSAFAGUS CA HAKKINDA GENEL BİLGİ - Ösafagus ca kanserli hücrelerin ösafagus dokusundan köken aldığı bir kanser türüdür - Sigara,alkol kullanımı,barret ösafagus kanser riskini arttırır - Ösafagus kanserinin en yaygın semptomları yutma güçlüğü ve kilo kaybıdır - Ösafagus ca tanısında bazı testler kullanılmaktadır - Prognoz ve tedavi seçeneklerinin seçimine birçok faktör etki etmektedir ÖSAFAGUS CA KANSERLİ HÜCRELERİN ÖSAFAGUS DOKUSUNDAN KÖKEN ALDIĞI BİR TÜR KANSERDİR Ösafagus katı ve sıvı gıdaların boğazdan mideye geçişini sağlayan müsküler bir tüptür.Ösafagus duvarı müköz membran,kas ve bağ doku olmak üzere birçok doku katından oluşmuştur.Ösafagus kanseri iç duvardan başlayıp tümoral doku büyüdükça dış tabakalara doğru yayılım gösterir. En sık rastlanan ösafagus kanseri türleri malign hücrelerin kökenine göre isimlendirilmiştir; -Yassı hücreli karsinom:kanser ösafagus yüzünü döşeyen ince,düz hücrelerden köken almıştır.Bu tip kanser genellikle üst orta ösafagus bölümünde görülmesiyle beraber ösafagusun herhangi bir bölgesinde de oluşabilir.Epidermoid karsinoma şeklinde de adlandırılmaktadır. -Adenokarsinoma:Kanser sekretuar (glandüler) hücrelerden köken alır.Glandüler hücreler ösafagusa yerleşmiş mukus gibi salgılar üreten hücrelerdir.Adenokarsinom genellikle ösafagusun mideye yakın alt segmentinde ortaya çıkar. Risk Faktörleri -sigara alışkanlığı -aşırı alkol tüketimi -Barret ösafagus -ileri yaş -erkek cinsiyet -zenci ırk Sık Görülen Semptomlar -güç veya ağrılı yutma -kilo kaybı -sternum arkasında ağrı -horlama veya öksürük -hazımsızlık Ösafagus Ca Tanısında Kullanılan Tetkikler -direkt göğüs grafisi -baryumlu ösafagus grafisi:mide ve ösafagusun seri halinde çekilmiş direkt grafileridir.Hastaya baryum içeren bir tür sıvı içirilir sıvı ösafagusu kaplar ve bu esnada ösafagus görüntülenir. -Ösafagoskopi:ince ışıklı bir tüple ösafagusun iç yüzüne bakılarak hastalıklı bölgelerin araştırılması işlemidir. -Biyopsi:Hastalıklı bölgeden örnek hücre yada dokuların alınarak mikroskop altında incelenmesi işlemidir.Bu işlemde kanser görülmese bile kansere ilerleme olasıkları olan lezyonların saptanması açısından önemlidir. TEDAVİ Ösafagus Kanserinde Beş Tip Standart Tedavi Protokolü Mevcuttur; Cerrahi:Cerrahi ösafagus ca da en sık tercih edilen tedavi yöntemidir.Ösafajetomi adı verilen cerrahi prosedürle ösafagusun bir kısmı çıkarılabiliroktor geriye kalan hastalıksız ösafagus parçası ile mideyi birbirine bağlayabilir ki yutma işlevi devam edebilsin.Bağlantı yapmak amacıyla barsak dokusu veya plastik tüpler de kullanılabilir.Ösafagus etrafındaki lenf nodları da çıkarılıp kanser içeriği açısından örneklenebilir.Eğer ösafagus lümeni tümör tarafından kısmen kapatılmışsa ösafagusu açık tutmaya yönelik stent uygulaması yapılabilir. Radyoterapi:Radyoterapi ösafagus ca da iki şekilde uygulanabilir;radyoterapi cihazı ile dışardan uygulama yapılabileceği gibi vücuda yerleştirilen tüpler aracılığıyla internal olarak da uygulanabilir. Kemoterapi:Kemoterapi kanser hücrelerini öldürmeye yada çoğalmalarını engellemeye yönelik uygulanan ilaç tedavisidir. Lazer tedavisiazer tedavisi lazer ışınları kullanarak kanser hücrelerini öldürme işlemine verilen addır. Elektrokoagülasyon:Elektrokoagülasyon tedavisi elektrik akımı kullanılarak kanser hücrelerini öldürme işlemine verilen addır. Paratiroid Kanseri Paratiroid kanseri malign hücrelerin paratiroid dokusunda bulunduğu nadir görülen bir kanserdir.Paratiroid bezi boynun tabanında tiroid bezinin hemen yanında yerleşmiştir.Paratiroid bezi kalsiyum kullanımı ve depolanmasını sağlayan parathormon isimli hormonu salgılar. Paratiroidle ilgili sorunlar sık görülmekte olup genellikle kanserle ilgisi yoktur.Eğer paratiroid kanseri mevcutsa paratiroi bezinden fazla miktarda parathormon salgılanıyor olabilir.Bu durum kan kalsiyum seviyesinin yüksek düzeyde olmasına neden olabilir.ekstra PTH kalsiyumun kemiklerden fazla çözülmesini sağlayarak kemik ağrılarına, böbrek bozukluklarına ve diğer başka bozukluklara sebebiyet varebilir.Paratiroid bezinin çok miktarda PTH üretmesine neden olan başka durumlar da vardır.Eğer ailenin diğer bireylerinde de hiperparatiroidizm mevcutsa paratiroid kanseri ihtimali oldukça artmıştır. Eğer kemik ağrısı ,boyunda şişlik ,kas güçsüzlüğü,konuşmada zorluk,kusma gibi semptomlar mevcutsa mutlaka doktora başvurulmlıdır. Prognoz kanserin paratiroidde sınırlı olup olmaması,vücudun diğer bölgelerine yayılmış olup olmaması ve hastanın genel durumuyla yakından ilişkilidir. Rektal Kanser (Kalın Bağırsak Kanseri) Kalınbarsak kanseri, erkeklerde prostat ve akciğerden, kadınlarda da meme ve akciğerden sonra üçüncü sıklıkta görülen kanserleri oluşturmaktadır. Bütün kanselerin yaklaşık olarak % 15’ ini oluşturmaktadır. ABD’ nde, kanser ölümlerinin ikinci en sık nedenidir. 1973 ve 1995 yılları arasında, kalınbarsak kanserine bağlı ölüm oranı % 20 azalırken görülme sıklığı da yaklaşık olarak % 7 azalmıştır. Bu azalma da meyve ve sebze tüketimindeki artış ile NSAİİ’ ların kullanılmasındaki artışa bağlanmaktadır. 5 yıllık sağkalım oranı, tüm hastalar ele alındığında yaklaşık % 62’ dir. Kalınbarsak kanseri riski yaşla birlikte artmaktadır. Hastaların % 90’ ı 50 yaş ve üzerindekileri kapsamaktadır. Hastalık 70 yaşında zirve yapmaktadır. İleri evre kanserli hastalarda, adjuvant kemoterapi ve cerrahi tedavi tekniklerindeki gelişmelerle ölüm ve nüks riski azaltılmıştır. Kanserin tedavisinde büyük ilerlemeler sağlanmakla birlikte, kanserle mücadelenin en önemli unsuru korunmadır. Kanserden birincil korunmada, kanserin altında yatan genetik, biyolojik ve çevresel faktörlerin saptanması gereklidir. Kansere dönüşme riski olan anormal oluşumların (adenom) çıkarılması, birincil korunma olarak etkili olabilir. Yapılan çalışmalarda, kalınbarsak kanserinin gelişiminde, genetik yatkınlık ile çevresel faktörlerin etkileşiminin rol oynadığı düşünülmektedir. En önemli risk faktörü aile hikayesidir. Alınan besinlerin, kalınbarsak kanserinin gelişiminde önemli bir rol oynadığı düşünülmektedir. Adenom denen oluşumlar, kalınbarsak kanserlerinin gelişiminde önemli bir yer tutar. Bunların görülme sıklığının azaltılması ile kalınbarsak kanserinde azalma sağlanabilir. Sigmoidoskopi ile adenom saptanırsa, daha ileridekileri görebilmek için kolonoskopi yapmak gereklidir. Küçük adenomlardan kanser gelişmesi yıllarca sürmektedir. Diyetle yağ ve et alımı : Yapılan çalışmalarda, diyetle yüksek miktarda yağ alan kişilerde kalınbarsak kanseri gelişme riskinin daha yüksek olduğu gösterilmiştir. Diyetle yağ alımı düşük olanlarda ise, kanser gelişme riski azalmaktadır. Alınan toplam kalorinin % 40-45’ ini yağlardan karşılayan topluluklarda kanser riski yüksek iken, sadece % 10’ unu yağlardan karşılayan topluluklar kalınbarsak kanseri için düşük risk grubunu oluşturmaktadır. Japonya’ da yapılan bir araştırmada, et tüketimi fazla olanlarda kalınbarsak kanseri sık saptanırken, vejetaryanlarda daha az sıklıkta saptanmıştır. Yapılan araştırmalarda, kalınbarsak adenomlarının gelişmesinde, diyetin çok önemli bir yer tutttuğu gösterilmiştir. Bu çalışmalardan bazılarında, diyetteki yağ miktarının adenom geliştirme riskini arttırdığı gösterilmiştir. Ayrıca, diyetle yüksek miktarda yağ alınmasının poliplerin çıkarılmasını takiben adenomun tekrar oluşma riskini arttırdığı gösterilmiştir. Safra asidi : Safra asitlerinin, kalınbarsak kanserinin gelişimindeki rolü araştırılmıştır. Diyetle alınan yağ, barsaklara geldiğinde safra asitlerinin salınımını uyarır. Kalınbarsaktaki safra asidi miktarını, temel olarak diyetteki yağ oranı belirlemektedir. Bununla birlikte, safra asitlerinin kalınbarsak kanserinde oynadıkları rol tam olarak bilinmemektedir. Fakat, diaçilgliserol isimli madde üzerinden etkili olduğu düşünülmektedir. Diyetle alınan fosfolipidlerin, barsaklarda bulunan bakteriler tarafından diaçilgliserole çevrilme işlemi; yüksek yağ diyetiyle artmaktadır. Diaçilgliserolün, hücrelerde hücreiçi sinyal iletimini düzenleyen protein kinaz C isimli molekülü uyararak etkili olduğu düşünülmektedir. Diyetle alınan sebzeler ve lifli gıdalar : Yapılan çeşitli çalışmalarda, diyetle alınan lifli gıdaların, kalınbarsak kanserine karşı koruyucu olduğu gösterilmiştir. Lifli gıdaların, kalınbarsak kanserine karşı koruyucu olmasının çeşitli mekanizmaları vardır. Bu mekanizmaları şöyle sıralayabiliriz: safra asitlerini bağlayarak zararlı etkilerinin azaltılması, dışkının barsakta kalış süresinin kısalmasıdır. Lifli gıdalar, bakteri miktarını arttırarak bütirat gibi kısa zincirli yağ asitlerinin yapılmasını arttırırlar. Bütiratın kansere karşı koruyucu etkisi olduğu gösterilmiştir. Yapılan çalışmalarda, lifli gıdadan zengin diyetle beslenmenin kalınbarsak kanseriyle ters ilişkili olduğu gösterilmiştir. Bu besin maddeleri, fenolik bileşikler, sülfür içeren bileşikler ve flavonları içermektedir. Bir başka çalışmada, sebzeden zengin beslenmeyle kalınbarsak kanseri gelişmesi arasında ters ilişki saptanmıştır. Kalsiyum : Ağızdan alınan kalsiyumun, safra asitlerine ve yağ asitlerine bağlanarak onların barsak hücreleri üzerine olan zararlı etkilerini azalttığı ileri sürülmüştür. Yapılan çalışmalarda, kalsiyum alınması ile kanser arasında ters ilişki olduğu gösterilmiştir. Amerika’ da kalsiyumdan zengin olan süt ve süt ürünlerini bol olarak tüketen iki toplulukta, kalınbarsak kanserinin daha az görüldüğü gösterilmiştir. Bazı hayvan çalışmalarında ve insanlarda yapılan çalışmaların hepsinde olmamakla birlikte bir kısmında, kalsiyum sitrat kullanılmasını takiben kalınbarsak epitel hücre çoğalmasının azaldığı gösterilmiştir. Rastgele, plasebo kontrollü yapılan bir araştırmada, dışarıdan kalsiyum verilmesinin adenomun tedavi sonrasında tekrarlama riski üzerine etkisi araştırılmıştır. Kalsiyum, 1200 mg elemental kalsiyum içeren 3 gram/gün kalsiyum karbonat ile verilmiştir. Bu çalışmada kalsiyum verilmesinin, adenomun tekrarlama riskinde ve oluşan adenomların sayısında azalma olduğu gösterilmiştir. Bu çalışmanın en önemli dezavantajı, sadece adenom saptanmış hastaları kapsaması; kalsiyum alımının ilk adenom gelişmesine etkisini göstermemesi ve adenomdan kanser gelişimini izleyecek kadar uzun süreli olmamasıdır. Çalışmalarda günde ortalama 1250-2000 mg kalsiyum dışarıdan uygulanmıştır. Non-steroidal antiinflamatuar ilaçlar (NSAİİ) : Yapılan araştırmaların çoğunda, aspirin kullanılmasının kalınbarsak kanserinin görülme riskini azalttığı gösterilmiştir. Amerika’ da yapılan büyük bir araştırmada, aspirin kullanan kişilerde, kalınbarsak kanserine bağlı ölümlerin % 40 daha az görüldüğü saptanmıştır. Başka bir çalışmada da NSAİİ kullanan ve romatoid artritli 11.000 erkek ve kadın hastada, kalınbarsak kanseri görülme sıklığının % 37 daha az olduğu gözlenmiştir. 47.000 erkek üzerinde yapılan başka bir çalışmada, düzenli olarak aspirin kullanan (haftada enaz iki defa) erkeklerde, kalınabarsak kanseri görülme riskinde % 30 azalma saptanmıştır. Aspirin dışında NSAİİ kullanan 65 yaş üstündeki hastalarda, kalınbarsak kanseri görülme riskinin azaldığı gösterilmiştir. Yapılan başka bir çalışmada ise; 40-84 yaş arasındaki 22.000 erkeğe rastgele plasebo veya aspirin (325 mg/gün) verilmiştir. 4,5 yıllık takip süresinde, kalınbarsak kanseri veya adenom gelişme riskinde herhangibir azalma saptanmamıştır. Arkasından yapılan 12 yıllık takip değerlendirilmesinde, aspirin kullanılması ile kalınbarsak kanseri görülme sıklığı arasında herhangibir ilişki saptanmamıştır. Sulindak isimli NSAİİ ile yapılan birçok çalışmada, familyal polipozis hastalarında kullanıldığında adenomların sayısında ve büyüklüğünde azalma olduğu gösterilmiştir. Piroksikam isimli NSAİİ, 20 mg/gün kullanıldığında, adenom hikayesi olanlarda, rektal prostaglandin düzeylerini yaklaşık olarak % 50 azaltmaktadır. NSAİİ’ ların yeni üyesi ve COX-2 isimli enzimi inhibe eden Celecoxib (Celebrex), bu alanda çalışmaları yoğun olarak yapılan bir diğer ilaçtır. Genel olarak NSAİİ’ ların, kalınbarsak kanseri ve adenom riskini azaltmak için kullanılması henüz önerilmemektedir. Bu konuda daha kapsamlı araştırmalar gereklidir. Çünkü, NSAİİ kullanılmasının ülser, şoka neden olabilecek mide-barsak kanaması yapma riskleri vardır. Fiziksel aktivite : Hareketsiz bir hayatı olan kişilerde, çalışmaların bazılarında kalınabarsak kanseri riskinde artış olduğu gözlenmiştir. Başka bir çalışmada ise, hareketsiz işlerde çalışanlarda rektum kanseri riskinde artış olduğu saptanmıştır. Öte yandan, doymuş yağ alımı ve kalınbarsak kanseri gelişmesi riski arasındaki ilişki; aktif hayat yaşayanlara göre hareketsiz hayat yaşayanlarda daha belirgin saptanmıştır. Alkol kullanılması : Yapılan büyük bir araştırmada, alkol kullanılması ile kalınbarsak kanseri gelişmesi riski arasında zayıf bir ilişki saptanmıştır. Başka bir derlemede de, özellikle bira içen erkeklerde rektal kanser riskinde istatistik olarak anlamlı artış olduğu gösterilmiştir. Açıklama olarak, alkolün kalınbarsak mukozası hücrelerinin çoğalmasını uyardığı ve barsaklarda karsinojenezisin başlamasını uyardığı öne sürülmektedir. Sonradan yayınlanan araştırmalarda, alkol kullanılması ile kalınbarsak kanseri gelişmesi arasında ilişki olduğu desteklenmiştir. Çok sayıdaki çalışmalarda, alkol alınması ve kalınbarsak adenomu gelişmesi arasında ilişki olduğu gösterilmiştir. Çalışmalar, alkol alınmasının adenom-kanser ilişkisi üzerinde etkili olabileceğini düşündürmektedir. Vitaminler : Yaklaşık olarak 35.000 kadında yapılan bir çalışmada, vitamin E alınması ve kalınbarsak kanseri gelişmesi arasında ters ilişki saptanmıştır. Başka bir çalışmada da, vitamin D alınması ile kolorektal kanser gelişmesi arasında ters ilişki saptanmıştır. Günde 400 mcg’ dan fazla folik asit alınması ile 200 mcg/gün veya daha az alanlar karşılaştırıldığında, yüksek vitamin alanlarda, kalınbarsak kanserinin riskinde azalma olduğu gözlenmiştir. Sigara içilmes i: Çalışmaların çoğunda, sigara içenlerde adenom gelişme riskinde artış olduğu gösterilmiştir. Ayrıca, adenom nedeniyle polipektomi geçirenlerden sigara içen erkek ve kadınlarda adenomların tekrarlama riskinin yüksek olduğu saptanmıştır. Kanser gelişiminin olması için en az 35 yıl sigara içilmesinin gerektiği öne sürülmektedir. Ayrıca, ince ve kalınbarsak adenomu olanlarda, kanser gelişiminin uyarılmasının en az 35 yıl sigara içilmesiyle ilişkili olduğu saptanmıştır. Ayrıca, halen sigara içiyor olma veya son on yıl içinde sigara içiyor olma ile, kalınbarsak kanseri gelişmesi arasında ilişki olduğunu destekleyen veriler vardır. Günde bir paketten daha fazla sigara içenlerde, hiç içmeyenlere göre kalınbarsak kanseri riskinin % 50 daha fazla olduğu gösterilmiştir. 28 yıllık takibin yapıldığı bir çalışmada, çalışmanın başlangıcında sigara içip içmemenin riski arttırmadığı saptanmıştır. Fakat, sürekli sigara içenler ayrı bir grup olarak ele alındığında, diğerlerine göre kalınabarsak kanseri gelişme riskinin % 57-71 daha fazla olduğu saptanmıştır. Bu yüzyılın ortalarına kadar kalınabarsak kanserinden ölüm oranlarının erkeklerde kadınlara göre daha yüksek olmasının nedeni olarak, erkeklerin daha fazla sigara içmesine bağlanmaktadır. Kalınbarsak kanserinin yaklaşık olarak % 20’ sinin sigara içilmesi nedeniyle geliştiği düşünülmektedir. Polip alınması (polipektomi) : Yapılan bir çalışmada, kolonoskopik polipektomi sonrasında kalınbarsak kanseri görülme sıklığının % 75 azaldığı gösterilmiştir. Bu da 50 yaşından sonra veya aile hikayesi olan daha genç hastalarda tarama tetkiklerinin önemini göstermektedir. |
Kanser Çeşitleri
KALINBARSAK KANSERİ TARAMASI NASIL YAPILIR ? Kalınbarsak kanserin taranması; daha önceden bu hastalık nedeni ile tedavi olmamış, hastalıkla ilişkili olabilecek yakınmaları olan hastalarda yapılabilmektedir. Böylece erken tanı ve daha başarılı bir tedavi uygulanabilmektedir. Kalınbarsak kanserinin taraması için bir çok yöntem kullanılmaktadır. Makattan parmakla muayene: Hastanın makadı, hekim tarafından parmakla muayene edilir. Bu işleme tıp dilinde rektal tuşe ismi verilmektedir. Bu yöntem, prostat bezinin muayenesinde de kullanılmaktadır. Dikkatle yapıldığında genellikle ağrı olmaz. Bu yöntemle, makatta kitle olup olmadığı anlaşılabilir. Dışkıda gizli kan testi: Bu testle, dışkıda gözle görünmeyen miktarlarda kanama olup olmadığı araştırılır. Kalınbarsak adenomu veya kanserinin yüzeyindeki damarlar, çabuk hasar görmeye eğilimlidirler ve bu yolla dışkıya kan karışabilir. Bu kanamanın miktarına göre, dışkının rengi değişebilir. Fakat sıklıkla, dışkıya az miktarda kanama olur ve bu da dışkının rengini değiştirmez. Gizli kan testi ile böyle az miktardaki kanamalar saptanabilir. Dışkıda gizli kan testi pozitif olanlarda, kanser açısından daha detaylı incelemeler başlatılır. Testin pozitif olması, her zaman polip veya kanser olduğunu göstermez. Divertikülit, hemoroid vs. gibi diğer kanama nedenleri de görülebilir. Et ürünlerinden alınan kan ve ağızdan demir preparatlarının kullanıldığı durumlarda, test yanlış pozitif çıkabilir. Kalınbarsak kanseri taramasında, bu testin tek başına kullanılması önerilmemektedir. Sigmoidoskopi: Sigmoidoskop, parmak kalınlığında, silindir biçiminde, esnek, ışıklı, görüntü ileten bir tüptür. Makattan sokularak kalınbarsakların son 30 cm’ lik kısmı incelenir.Ayrıca, video bağlantısı ile görüntü daha da büyültülebilir. Polipler, yavaş büyürler ve ileride kansere dönüşebilirler. Bu test hasta için çok rahatsız edici olsa da yararlı ve ağrısızdır. Uzunluğu 60 santimetre olması nedeni ile kalın barsağın sadece yarısı izlenebilmektedir. Kolonoskopi: Kolonoskopi de sigmoidoskopiye benzer yapıdadır, fakat daha uzundur. Tetkik esnasında polip görülürse alınır. Polipler, tanı anında kansere dönüşmemiş olabilir. Fakat, ileride kanserleşme riski taşıması nedeni ile alınırlar. Bu işleme polipektomi denmektedir. Alınan polipler, mikroskopla incelenerek kanserleşme olup olmadığı değerlendirilir. Eğer tetkik esnasında şüpheli bir kitle görülürse, buradan biyopsi alınarak patoloji laboratuarında tetkik edilir. Böylece kitlenin kanser olup olmadığı anlaşılabilir. Kesin tanı için biyopsi gereklidir. Kolonoskopi de hasta için rahatsız edici bir işlemdir, fakat; ağrı genellikle hafiftir veya olmaz. İşlem esnasında, hastayı rahtlatmak ve uyutmak için toplardamar içine ilaç uygulanmaktadır. Çift kontrastlı baryumlu kalınbarsak grafisi: Bu tetkik esnasında baryum ismi verilen madde kullanılmaktadır. Bu madde, kalın barsağın yüzeyini kaplayarak ince bir tabak oluşturur. Makattan uygulanır. Kalın barsağın yaklaşık olarak yarısına kadar baryum doldurulur ve hasta röntgen makinesinin altında çevrilerek bu baryumun dağılması sağlanır. Hava verilerek kalın barsakların genişlemesi ve daha iyi görüntü alınması sağlanır. Hastalara, bir gece önceden ve sabahtan barsak temizliği yaptırılır. Amerika Kanser Cemiyeti’ nin, kolorektal kanserlerin taraması için yaptığı öneri: * 50 yaşın üstündeki bütün sağlıklı erkek ve kadınlar için aşağıdaki üç yöntemden birisinin uygulanması önerilmektedir; Yılda bir kez dışkıda gizli kan testi ve her 5 yılda bir sigmoidoskopi veya Her 10 yılda bir kolonoskopi veya Her 5-10 yılda bir çift kontrastlı baryumlu kalın barsak grafisi çekilmesi Makattan parmakla muayene; sigmoidoskopi, kolonoskopi veya çift kontrastlı baryumlu grafiyle beraber yapılmalıdır. ** Kalınbarsak kanseri için aşağıda belirtilen risk faktörlerinden birisi bulunan kişilerde, daha sık aralıklarla ve/veya daha erken yaşlarda taramalar yapılmalıdır: Kalınbarsak kanserinin veya polipin güçlü aile hikayesi olanlar ( 60 yaşından genç birinci derecede akrabalardan birinde veya herhangibir yaşta birinci derecede akrabaların ikisinde bu hastalıkların olması ) Kalıtsal kalınbarsak kanseri sendromları olan aileler (ailesel adenomatöz polipozis ve herediter-kalıtsal non-polipozis kalınbarsak kanseri) Kişide süregen iltihabi kalınbarsak hastalığının olması KALINBARSAK KANSERİNİN BULGULARI NELERDİR ? Aşağıdaki şikayetlerinden herhangibirisi olan hastalar, hekimlerine başvurmalıdır; Birkaç günden daha uzun süren ishal, kabızlık veya hiç dışkılayamama gibi tuvalet alışkanlıklarında değişiklik olması Makattan kanama veya dışkıda kan gözükmesi Kramp tarzında veya sürekli karın ağrısı İştahsızlık Zayıflama ve yorgunluk Sarılık ( ciltte ve gözün beyaz kısmında yeşil-sarı renk değişikliği ) Enfeksiyonlar, hemoroid ve iltihabi barsak hastalığı gibi diğer hastalıklarda da bu tür şikayetler olabilir. Bu şikayetlerin neye bağlı olduğunu ancak doktor anlayabilir. Bu bulgular, belki de hastalığın erken teşhisini ve tedavisini sağlayabilir. Hasta, hekimiyle görüşerek yakınmalarını iletmelidir. Fakat, bazen kalınbarsak kanseri, hiçbir şikayete neden olmaz. Yakınmalar başladığında ise kanser, sıklıkla ileri evrede saptanır. KALINBARSAK KANSERİNİN TANISI NASIL KONMAKTADIR ? Hastanın yakınmalarını dinleyen hekim, kalınbarsak veya rektum kanserinden şüphelenirse; hastanın geçmişini sorgular ve muayene eder. Sonrasında tanı için, bazı tetkikler istenir. Hastanın hikayesi ve fizik muayenesi: Hastanın hikayesi ; hastanın yakınmalarının ve risk faktörlerinin sistemli bir şekilde doktor tarafından sorgulanmasıdır. Fizik muayenede ise; rektal tuşe (makatın, parmakla muayenesi) dahil, karnın detaylı muayenesi (organ büyümesi veya kitle vs.. açısından) ve vücudun diğer önemli kısımlarının muayenesini kapsar. Kolonoskopi: Daha önceden hakkında bilgi verdiğimiz kolonoskopi, erken tanıda yardımcı olurken, kesin tanıya da yardımcı olur. Kolonoskopik inceleme esnasında görülen kitlelerden veya şüpheli alanlardan alınan biyopsinin, mikroskop altında incelenmesi ile kesin tanı konabilmektedir. Küçük polipler, bu işlem esnasında tamamen alınıp incelenebilmektedir. Eğer kitle büyükse, sadece parça alınarak tanıya gidilebilir. Bu işlem esnasında alınan biyopsiler, yaklaşık olarak 3 mm çapındadır. Çift kontrastlı baryumlu kalınbarsak grafisi: Bu radyolojik tetkikten daha önce ayrıntılı olarak bahsedilmiştir. Bu film ile, kitle olup olmadığı, nerede yerleştiği ve özellikleri görülebilmektedir. Fakat, kesin tanı için diğer tetkiklere ihtiyaç vardır. Ultrason: Transdüser isimli özel bir cihaz tarafından üretilen ses dalgalarının, yakında bulunan organlardan yansıması ile elde edilen görüntünün değerlendirilmesine dayalı radyolojik tetkiktir. Ses dalgalarının yansıması, transdüser isimli cihaz tarafından alınır ve bilgisayar tarafından organ veya dokunun görünümü değerlendirilerek monitöre yansıtılır. Normal ve kanserli bölgenin, ses dalgalarını yansıtma özelliği farklıdır. Ultrasondan ayrıca, hastalığın sınırlı veya yayılmış olup olmadığını anlamada yararlanılır. Kalınbarsak ve rektum kanserlerinin tanısında iki türlü ultrason kullanılmaktadır. Endorektal ultrason denen yöntemde, bu işlem için özel bir transdüser doğrudan rektuma sokulur. Bu tetkikle, rektum kanserinin barsak duvarını aşıp aşmadığı, çevre dokulara yayılıp yayılmadığı değerlendirilebilir. İntraoperatif ultrason denen yöntemde, cerrah batını açıp içeri girdiğinde öncelikle karaciğer başta olmak üzere (kalınbarsak kanserli karaciğere çok sık olarak yayılım gösterir) batıniçi organların değerlendirilmesinde kullanılır. Bilgisayarlı Tomografi (BT): Bu radyolojik tetkikte, x ışınları ile vücut çeşitli açılardan, seri filmlerle değerlendirilir. Alınan bu şekiller, bilgisayarla değerlendirilir ve monitöre aktarılır. Daha net görüntülerin alınabilmesi için, sıklıkla toplaramar içine kontrast madde olarak isimlendirilen solüsyonlar verilir. Kalınbarsak kanserinin en çok yayılım gösterdiği, karaciğer ve akciğer gibi organlar ile karın içine yayılım olup olmadığı BT ile değerlendirilebilir. Portografili spiral BT denen yöntemde; karaciğeri besleyen damarlardan olan portal vene kontrast madde verilerek işlem yapılır. Böylece, sık olarak kalınbarsak kanserinin yayılım gösterdiği karaciğer daha net olarak değerlendirilebilir. Ayrıca, batın içindeki şüpheli kitlelerden BT eşliğinde iğne biyopsisi yapılabilir. BT eşliğinde alınan biyopsi yaklaşık 13 mm uzunluğunda ve 3 mm çapındadır. Alınan bu örnek, mikroskop altında değerlendirilir. Akciğer grafisi: Bu tetkikle, kalınbarsak kanserinin sık olarak yayıldığı akciğerler değerlendirilir. Manyetik rezonans görüntüleme (MRG): BT’ ye benzer şekilde, vücudun bir çok açıdan görüntülerini alır. BT’ den farklı olarak radyasyon kullanılmaz. Güçlü manyetik alan kullanılır. Bu tetkikte, manyetik alan olması nedeni ile, vücudunda metal protez olanlar, kalp pili olanlarda tetkik yapılmaz. Bu yöntem, çok çeşitli açılardan görüntü alabilmesi nedeni ile, metastazları saptamada BT ve akciğer grafisinden daha değerlidir. Pozitron emisyon tomografisi (PET): Bu tetkikte, radyoaktif atom içeren glükoz (şekerin kimyasal biçimi) kullanılır. Bu maddeden, atomdan küçük olan pozitron isimli partiküller açığa çıkar. Özel bir kamera ile vücut görüntülenerek bu pozitronların dağılımı izlenir. Vücuttaki hücreler; bu radyoaktif şekeri değişik miktarlarda alırlar. Bu miktardaki değişiklik, hücrelerin metabolizma hızları ile orantılıdır. Bu nedenle PET; diğerlerinden farklı olarak, içyapıların şekli yanında onların metabolizmalarıyla ilgili bilgi verir. Kanser hücrelerinin metabolizması, normal hücrelerden farklı olduğu için kitlelerin kanser olup olmadığı ve yayılım yapıp yapmadığı değerlendirilebilir. Fakat günümüzde, PET rutin olarak kullanılmamaktadır. PET, kalınbarsak kanserinde araştırma amaçlı kullanılmaktadır. Anjiografi: Bu tetkikte, damar içine ince bir kanül sokularak incelenecek bölgeye doğru çeşitli manevralarla ilerletilir. İncelenecek bölgeye gelindiğinde, hızlıca kontrast madde verilir ve seri olarak röntgenleri çekilir. İşlem sona erdiğinde, kanül damardan çekilir. Anjiografi, kalınbarsak kanserinin tanısında ve tedavi planlanmasında nadiren kullanılır. Daha çok karaciğer metastazı olan hastalarda, operasyonun daha az kan kaybıyla bitirilmesine yardımcı olabilmesi nedeni ile kullanılmaktadır. Çıkarılamayan karaciğer kitlelerinde de, kanlanmayı sağlayan damarın belirlenmesinde, doğrudan kitleye ilaç uygulamasında yardımcı bir tetkiktir. Kan biyokimyası ve hemogram:Tam kan sayımı, hastanın kanındaki çeşitli hücrelerin miktarının saptanmasını sağlar. Kan hücrelerinin azalması, kanserden kanamaya bağlı olarak görülebilir. Bu kan kaybı nedeni ile demir eksikliği anemisi gelişebilir (kanamayla birlikte, kan hücrelerinin yanı sıra demir iyonu da kaybolur). Demir eksikliği anemisi, erişkinlerde sıklıkla kanamaya bağlıdır. Kadınlarda, demir eksikliği özellikle ülkemiz başta olmak üzere sık görülmektedir. Kadınlarda demir eksikliğinin daha sık görülmesi, doğumlar ve adet kanamaları ile olan kayıplara bağlıdır. Fakat, doktorların demir eksikliğinin neye bağlı olduğunu iyice değerlendirmeleri gereklidir. Gereğinde, kayıp bölgesi olarak mide-barsak sistemi değerlendirilmelidir. Kemoterapi ile tedavi edilecek olan hastaların, düzenli olarak bu tetkiklerini yaptırmaları gereklidir (ilaçların kemik iliğini etkilemeleri nedeni ile). Kanserin karaciğer ve kemiğe yayılma riskinin olması nedeni ile oluşabilecek biyokimyasal bozuklukların saptanabilmesi için, düzenli olarak kan biyokimya tetkikleri yapılmalıdır. Karsinoembriyonik antijen testi (CEA): CEA, kalınbarsak ve rektum kanseri hücrelerinin çoğu tarafından üretilerek kan dolaşımına salınır. CEA testi; kalınbarsak kanseri nedeni ile tedavi almış hastaların takibinde, diğer testlerle birlikte kullanılır. CEA düzeyleri, hastalığı tekrarlayanlarda erken dönemde yükselebilir ve bu da erken tanı konmasını sağlayabilir. CEA düzeylerinde yükselme olması; kalınbarsak kanseri dışında başka nedenlerle de olmaktadır. Ülseratif kolit, barsakların kanser olmayan tümörleri, bazı karaciğer hastalıkları ve müzmin akciğer hastalıklarında da CEA yükselebilmektedir. Sigara içilmesi de, CEA düzeyinde yükselmeye neden olmaktadır. CEA’ nın kanser dışı nedenlerle de yükselebilmesi nedeni ile, insanların kanserli olup olmadığının araştırılmasında kullanılması uygun değildir. CEA, kalınbarsak kanseri tanısı konmuş ve tedavi almış veya halen tedavi alan hastaların izlenmesinde çok yararlıdır. Renal Hücreli Kanser (Böbrek Kanseri) • Renal Hücreli Kanser böbrek tübül hücrelerinden köken alır. • Sigara tüketimi ve ağrı kesicilerin yanlış kullanımı renal hücreli kanserin oluşumunda risk faktörüdür. • Renal Hücreli Kanserin olası bulguları idrarda kan görülmesi ve karında kitle. • Abdominal bölgeyi ve böbrek bölgesini değerlendiren tetkikler bu kanserin tanı ve tanımlanmasında kullanılır. • Belirgin faktörler prognozu ve tedavi seçeneklerini etkiler. -Renal Hücreli Kanser böbrek tübül hücrelerinden köken alır. Renal Hücreli Kanser(Böbrek Tümörü,Böbrek adenokanseri olarak da tanımlanır.) böbreğin tübüllerinde bulunan bir kanserdir. 2 tane böbrek vardır, belin her iki boşluğunda yer alırlar,(göğüs kafesinin altında).Böbrekteki küçük tübüller filtrasyon yapar,kanı temizler ve artıkları atar ve idrarı oluşturur.İdrar her böbrekten üreter yardımıyla mesaneye gider.Mesane idrarı vücuttan atılıncaya kadar depo eder. Üreter ve renal pelvisten köken alan kanser reanl hücreli kanserden farklıdır. -Sigara alışkanlığı ve ağrı kesicilerin yanlış kullanımı renal hücreli kanserin oluşumunda risk faktörüdür. Risk Faktörleri: • Sigara tüketimi • Ağrı kesicilerin fazla ve yanlış kullanımı • Genetik yatkınlığın olması (Von Hippel- Lindau hastalığı,Kalıtsal Papiller renal hücreli kanser varlığı) -Renal Hücreli Kanserin olası bulguları idrarda kan görülmesi ve karında kitledir. Bu semptomlar renal hücreli kanser ve diğer durumlarda da görülebilir.Erken dönemde hiçbir semptom görülmeyebilir.Tümör büyüdükçe semptomlar ortaya çıkabilir.Aşağıdaki problemlerden herhangi biri mevcutsa doktora başvurulmalıdır: • İdrarda kan görülmesi. • Karında şişlik görülmesi • Kenarda hiç geçmiyen ağrının olması • İştahın kaybolması • Nedeni belli olmayan kilo kaybı. • Anemi. -Abdominal bölgeyi ve böbrek bölgesini değerlendiren tetkikler bu kanserin tanı ve tanımlanmasında kullanılır. - Fizik muayene ve Hikaye : Genel ve kapsamlı bir şekilde yapılan muayenede kitle yada anormal bir görünümün olması önemlidir.Hastanın sağlıkla ilgili olarak alışkanlıkları, geçirilmiş hastalıklar ve tedaviler sorulmalıdır. - Kan biokimyasının değerlendirilmesi: Organlar ve dokular tarafından kana salgılanan maddelerin kandaki miktarını değerlendirmek için kan örneği alınır.Bir maddenin kandaki anormal değeri (yüksek/düşük) onu üreten organ yada dokunun hastalığını işaret edebilir. -İdrar analizi: idrarın rengi ve içeriği değerlendirilir (şeker,protein,kan,bakteri). - Karaciğer fonksiyon testleri: Kana karaciğer tarafından salgılanan enzimler değerlendirilir.Bu enzimlerden herhangi birinin anormal miktarı hastalığın karaciğere yayıldığını gösteren bir işaret olabilir. - IVP: Bu organlarda (böbrek,üreter,mesane)kanserin olup olmadığını belirlemek için yapılan seri görüntülemedir.Kontrast madde damardan iğne ile verilir.Bu kontrast madde böbrek,üreter,mesane den geçerken oluşabilecek engellenmeyi görüntülemek amacıyla seri filmler çekilir. - USG: Bu tetkik yüksek enerjili ses dalgalarının dokulara gitmesi ve yansımalarının toplanması ile yapılan bir tetkiktir.Bu yansımaların sonucunda oluşan resme sonogram denir. -Bilgisayarlı Tomografi: -MRIMagnetik Rezonans Görüntüleme): Vücuttaki organları magnetik yada radyo dalgaları kullanarak bilgisayar yardımıyla yapılan bir görüntüleme yöntemidir. - Biopsi: Bu yöntemle alınan doku yada örnekler kanser teşhisi için mikroskop altında değerlendirilir.Bu yönteme Nükleer MRI da denir. -Belirgin faktörler prognozu ve tedavi seçeneklerini etkiler. Safra Kesesi Kanseri Safra kesesi kanseri, kanser hücrelerinin safra kesesi dokusundan kaynaklandığı bir hastalıktır. Bayan olmak Safra kesesi kanseri gelişme riskini etkileyebilir. Safra kesesi kanserinin olası belirtileri sarılık, ağrı ve ateştir. Safra kesesi kanserinin erken tanı ve tespiti zordur. Safra kesesi ve komşu organları incelemek için kullanılan testler tespit, tanı ve evreleme için kullanılır. Belirli faktörler prognoz (iyileşme şansı) ve tedavi seçeneklerini etkiler. Safra kesesi kanseri, kanser hücrelerinin safra kesesi dokusundan kaynaklandığı bir hastalıktır. Safra kesesi kanseri, kanser hücrelerinin safra kesesi dokusundan kaynaklandığı nadir görülen bir hastalıktır. Safra kesesi armut şeklinde karnın üst tarafında karaciğerin hemen altında yerleşmiş bir organdır. Safra kesesi, karaciğer tarafından yağların sindirilmesi için yapılan safrayı depolar. Yiyecekler mide ve ince barsaklara geldiği zaman safra safra kesesinden ana safra kanalı adı verilen ve karaciğer ve safra kesesini ince barsakların ilk kısmına bağlayan tüp şeklinde yapıya salgılanır. Safra kesesinin duvarı 3 ana tabakadan oluşur. Mukoza (en iç tabaka) Musküler (orta, kas) tabaka Seroza (dış tabaka) Bu tabakalar arasında destekleyici bağ dokusu bulunmaktadır. Primer safra kesesi kanseri en iç tabakadan başlayıp, büyüdükçe dışa doğru yayılır. Bayan olmak Safra kesesi kanseri gelişme riskini etkileyebilir. Safra kesesi kanserinin olası belirtileri sarılık, ağrı ve ateştir. Bu ve diğer semptomlar safra kesesi kanserinden kaynaklanabilir. Bazı diğer durumlarda aynı sempromlara neden olabilir.Aşağıdakilerden herhangi birisinin varlığında Doktora başvurmalıdır. Sarılık (derinin ve gözün beyaz kısmının sararmasıdır) Mide üzerinde ağrı Ateş Bulantı ve kusma Şişkinlik Karında kitleler Safra kesesi kanserinin erken tanı ve tespiti zordur. Safra kesesi kanserinin erken evrelerinde farkedilebilir semptom ve bulgu yoktur. Safra kesesi kanserini bulgu verdiğinde, bu diğer bazı hastalıklarınkine benzer. Safra kesesi karaciğerin arkasında saklıdır. Safra kesesi kanseri, bazen safra kesesini başka nedenlerle çıkartıldığında farkedilir. Safra kesesi taşı olanlarda nadiren Safra kesesi kanseri gelişir. Safra kesesi ve komşu organları incelemek için kullanılan testler tespit, tanı ve evreleme için kullanılır. Safra kesesinin ve çevre dokuların resmini oluşturan işlemler ile tanı ve hastalığın yayılımı hakkında fikir edinilir. Kanser hücrelerinin safra kesesi içine ve dışına yayılımını değerlendirme işlemine evreleme denir. Tedavi planını belirlemek için, safra kesesinin cerrahi olarak çıkarılıp çıkarılmayacağını bilmek önemlidir. Safra kesesi kanserini tespit, teşhis ve evreleme için yapılan test ve işlemler genellikle aynı zamanda yapılır. Serviks Kanseri (Rahim Ağzı Kanseri) SERVİKS KANSERİNİN BELİRTİ VE BULGULARI NELERDİR ? Serviks kanserinin ilk başlangıç evrelerinde genellikle belirti ve bulgu görülmez. Çoğunlukla kanser yayıldıktan sonra belirti ve bulgular ortaya çıkmaktadır. Aylık adet kanamaları dışında vajinadan anormal akıntı gelmesi serviks kanserinin bir işareti olabilir. Cinsel ilişki sonrası kanama olması sık görülen bir belirti olup yine cinsel ilişki sırasında ağrı olması da serviks kanseri belirtisi olabilir. Ancak bütün bu belirtiler serviks kanseri dışında diğer hastalıklara bağlı da gelişebileceği unutulmamalıdır. Örneğin iltihabi bir hastalık da ağrı yada kanamaya sebep olabilir. Bu nedenle bu belirtiler olduğu zaman mutlaka bir hekimle görüşülmesinde yarar vardır. Belirtilerin olmasını beklemeden düzenli olarak pap testi ve pelvik muayene yaptırmak daha akılcı bir yoldur. Serviks kanserinin risk faktörleri nelerdir? çok sayıda erkekle cinsel ilişkide bulunma, diğer üreme sistemi bölümlerinin kanserleri, geçmişte squamöz intraepitelyal lezyon tanısı almış olma ilk cinsel ilişkinin erken yaşta (16 yaş veya küçük) olması, geçmişte insan papilloma virus (HPV) enfeksiyonu yada diğer cinsel yolla bulaşan hastalıkları geçirmiş olma, aktif yada pasif sigara içiciliği, şimdiki ya da geçmişteki cinsel partnerlerin cinsel ilişki ile bulaşan hastalık riski taşıması, immün eksiklik, HIV (+) olma, kötü beslenme Serviks kanserinin gelişiminde en önemli faktörün insan papilloma virusunun (HPV) olduğu kabul görmektedir. Cinsel yolla bulaşan diğer faktörler arasında bulunan HSV2 virusunun aynı şekilde etki gösterdiği düşünülmektedir. Serviks kanser hücrelerinde bu virüsün genetik yapısının bulunması bu bulguyu desteklemektedir. Günümüzde 70 den fazla HPV tipi belirlenmiş olup bunların yaklaşık 24 tanesinin insan üreme sisteminde hastalık etkeni olduğu saptanmıştır. Bunlar arasında da tip 16 ve tip 18’ in serviks kanseri gelişiminde en önemli rol oynadığı saptanmıştır. HPV enfeksiyonunun önlenmesinde; Doğum kontrol yöntemi olarak prezervatif gibi engelleyici yöntemlerin kullanılması, Spermisid adı verilen kremlerle doğum kontrolü yapılması, Tek eşliliğin tercih edilmesi yararlı olabilmektedir. Sigara içilmesi kadınlarda squamöz hücreli serviks kanseri riskini arttırır. Bu risk sigara içiminin süresi, miktarı ve yoğun sigara dumanına maruz kalma ile daha da artar. Hiç sigara içmeyen ve duman maruziyeti olmayan kadınlara göre bu kadınlarda risk 3 kat daha fazladır. Bazı vaka kontrollü çalışmalarda çeşitli gıdaların kanser riski üzerine etkileri araştırılmıştır. Diyet içerikleri karoten, C vitamini, E vitamini ve folik asitten zengin olan kadınlarda serviks kanserinin daha az görüldüğü bildirilmiştir. Yapılan çalışmalarda A vitamininin az alınmasının riski arttırdığı gösterilmiştir. Yine benzer çalışmalarla beta-karoten düzeyinin serviks kanser oranı ile ters orantılı olduğu saptanmıştır. Ancak ağız yoluyla folik asit verilen iki randomize çalışmada koruyucu etkinlik gösterilememiştir. A vitamininin HPV ile ilişkili proliferasyonu önlediğini gösteren bazı deneysel çalışmalar mevcuttur. Çalışmalar henüz tamamlanmamıştır. Bu nedenle rastgele vitamin kullanılmamalıdır. Bu konuda hekiminizle görüşerek daha detaylı bilgi alabilirsiniz. Serviks kanseri erken tanınabilir mi ? Serviks kanseri, düzenli pap testi ve jinekolojik muayeneler ile birlikte kanserin belirti ve bulgularına karşı uyanık olmakla erken yakalanabilir. Erken tanı konması tedavinin başarı şansını arttırmaktadır. Serviks kanseri tanısı nasıl konur? Tıbbi hikaye ve fizik muayene: Kişi doktora başvurduğunda kişisel ve aile ile bazı bilgiler sorulur. Bu soruların amacı risk faktörlerinin belirlenmesi ve serviks kanserinin hastadaki belirtilerini ortaya koymaktır. Ayrıntılı fizik muayene ile genel olarak sağlık durumu değerlendirilir. Jinekolojik muayene ile değerlendirme tamamlanır. Sistoskopi, proktoskopi ve genel anestezi altında muayene: Sistoskopi işleminde, ışıklı, uzun ve dar bir tüp ile üretradan (idrar yollarının sonu) girilerek mesaneye ulaşılır. Bu yöntemle üretra ve mesane kanser yayılımı açısından incelenir. Şüpheli alanlardan milimetrik biyopsiler (parçalar) alınabilir. Sistoskopi, bölgesel anestezi ile sadece girilecek olan bölge uyuşturularak ya da bazı hastalarda genel anestezi altında yapılır. Rektoskopi: Işıklı bir tüp ile rektumdan (kalın barsağın sonu) girilerek kanser varlığı araştırılır. Biyopsi: Eğer alınan biyopsi (parça) sonucunda serviks kanseri olduğunuz ortaya çıkmışsa, bu tip kanserlerin tedavisi ile uğraşan bir cerraha başvurmanız gerekir. Pap (smear) testi nedir? Pap (smear) testi; servikste (rahimağzı) kansere dönüşebilecek hastalığı bulunan ya da serviks kanseri için yüksek risk taşıyan kadınları belirleyen bir tarama testidir. Smear (pap) yönteminin güvenilirliği, örneğin alınma tekniğine ve sitolog tarafından yeterli incelenmesine bağlıdır. Pap testinin invaziv kanserde kanseri atlama olasılığının % 50 olması nedeniyle pap testi negatif bile olsa, serviksde gözle görülür bir lezyon varlığında mutlaka biyopsi yapılmalıdır. Serviks, muayenesinin rahatlıkla yapılabilmesi nedeni ile hastalığın ve tedaviye cevabın değerlendirilmesi konusunda hekime avantaj sağlar. Görüntüleme Testleri nelerdir? Akciğer grafisi: Serviks kanserinin akciğerlere yayılıp yayılmadığı gösterilebilir. Bilgisayarlı Tomografi (BT): Serviks kanserinin pelvis ve para-aortik bölgede lenf düğümlerine yayılım durumu BT ile gösterilebilir. Bu görüntüleme yönteminde, bir X-ışını demeti vücudun etrafında döndürülerek, çeşitli açılardan değişik görüntüler alınır. Alınan görüntüler bir bilgisayar aracılığı ile biraraya getirilerek vücudumuzun içinin görüntüleri oluşturulur. Ayrıntıları daha iyi gösterebilmek için damar yoluyla kontrast madde adı verilen özel bir boya kullanılır. Manyetik rezonans görüntüleme (MRG): Serviks kanserinin komşuluğundaki veya uzağındaki diğer organlara ya da lenf düğümlerine yayılıp yayılmadığını gösteren bir diğer görüntüleme yöntemidir. MRG’ da manyetik alan ve bilgisayar kullanılarak vücudun iç yapısının ayrıntılı görüntüleri elde edilir. MRG’da X ışınları kullanılmaz. MRG, serviks kanseri tanısında rutin olarak kullanılmamaktadır. Çünkü BT hem daha ucuzdur hem de BT ile MRG’ dakine benzer görüntüler elde edilir. İntravenöz Urografi (IVU): IVU, damar yoluyla özel bir boya verildikten sonra, idrar yollarının X ışınları ile çekilen filmidir. Bu boya kan dolaşımından böbrekler yoluyla atılır. Böbreklerden üreterlere ve oradan mesaneye geçer. Böbreklerden çıkan idrar yollarındaki anormallikleri gösterir. Serviks kanseri pelvik lenf düğümlerine yayılıp, üreter adı verilen, mesane ile böbrekleri birleştiren idrar yollarına bası uygulayıp buranın tıkanmasına neden olabilir. IVU ile tıkanıklık olup olmadığı anlaşılabilir. Testis Kanseri Testis kanseri çoğunlukla, sperm üreten hücrelerde başlar. Kanser ilk olarak testiste bezelye büyüklüğünde sert bir yumru olarak dikkat çeker. Bu yumru genellikle dokunulduğu zaman acımaz. Erken safhalarda başka belirti yoktur. Birçok erkek tümörü kendisi keşfeder. Ne kadar erken fark edilirse o kadar iyidir. Genellikle kanser sadece tek testisi etkiler. Belirtiler - Testiste yumru veya şişme; - Muhtemelen bölgesel ağrı veya hassasiyet - Testiste ağırlık hissi (bazen). Testis kanseri genç erkeklerde, özellikle 15-35 yaşlarında ve siyah erkeklere kıyasla beyaz erkekler arasında daha çok görülür. Eğer testislerin biri veya her ikisi doğumda inmemişse, ileride her iki testis için de kanser riski daha büyüktür. Erken tespit edilerek tedavi edilirse, kanser genellikle iyileşebilir. Teşhis Kendi kendini muayene ile skrotum içindeki tümör veya başka bir oluşumun varlığı fark edilebilir. Böyle bir yumru fark ederseniz, acıyıp acımadığına bakmadan hemen doktora danışın. Teşhisi doğrulamak için ultrasonografi yapılabilir. Testisteki bir tümör hemen her zaman habistir, ama tümörün varlığından emin olmak için doktor muayenesi gereklidir. Testisleri ve skrotumu etkileyen başka şartlarda da benzer yumrular ortaya çıkabilir. Epididimit, Hidrosel, Vanikosel ve Orşit gibi. Bunların bir kısmı da zararsızdır. Testiste tümör varsa, ameliyatla çıkartılması şarttır. Tümör habis ise, vücudun başka yerlerine dağılıp dağılmadığını anlamak için, kan testleri, röntgen ve başka testler gerekir. Testis kanseri teşhisi konulan erkeklerin yüzde 70 i tedaviden sonra 5 yıl veya daha fazla yaşarlar (5 yıl sağ kalma oranı). Ancak, bu geç safhada keşfedilmiş kanserleri de kapsamaktadır. Testis kanserlerinin en çok görülen türü olan seminom erken teşhis ve tedavi edilirse, hemen hemen bütün vakalarda iyileşebilir. Tedavi-Ameliyat Hasta testisin ameliyatla alınması gereklidir. Bu erkekliğin kaybedileceği anl..... gelmez, çünkü geride kalan sağlıklı testis vücudun normal cinsel ve hormon üretme işlevlerini yerine getirebilir. İki testis de kaybedilirse, kısırlık meydana çıkar. Ancak 3 haftada bir enjeksiyonla erkeklik hormonu verilerek gerekli olan normal cinsel işlev sağlanabilir. Diğer Tedaviler Kanserlerin vücudun diğer kısımlarına yayılmasını önlemek veya yayılmışsa ona karşı mücadele edebilmek için radyoterapi veya kemoterapi kullanılır |
Kanser Çeşitleri
Tiroid Kanseri Genellikle tiroid kanserinin ilk belirtisi boynun tiroid bölgesinde oluşan bir yumrudur ancak sadece bunların çok azı (%5 kadar) kötü huyludur. Bazen ilk işaret büyümüş bir lenf düğümüdür. Varolan bazı diğer belirtiler ise ağrı, seste değişme ve hipertiroid ya da hipotiroiddir. Fiziki muayene sırasında bir yumru bulunduktan sonra bir endokrinoloji ya da tiroidoloji uzmanına başvurmak en doğru yaklaşımdır. Bu uzmanlar yumruların varlığının taahhüt edilmesi için öncelikle bir ultrason kontrolü uygulayacak ve tiroid bezinin durumunu inceleyeceklerdir. TSH ve diğer antitiroidlerin varlığı tiroid kanserinin Hashimoto tiroditi gibi diğer tiroid bozukluklarından ayırt edilmesini sağlayacaktır. Yumruların kötü huylu olup olmadığının tesbitinde en hassas etkin ve ucuz yöntem tiroid ince iğne aspirasyon biyopsisi(TİİAB - fine needle aspiration biopsy)dir. Bu yöntemde ultrason yardımı ile ince bir iğne ile yumruya ulaşılarak doku örneği alınır. Tiroid kanserinin türüne göre ameliyat uygulanır ve kanserli doku alınır. Tüylü Hücreli Lösemi • Tüylü hücreli lösemi kemik iliğinin çok sayıda lenfosit ( beyaz kan hücrelerinin bir tipi) ürettiği bir kanser türüdür. • Cinsiyet ve yaş tüylü hücreli lösemi gelişme riskini etkileyebilir. • Tüylü hücreli löseminin muhtemel belirtileri yorgunluk, infeksyon ve kaburga kemikleri altında ağrıdır. • Kan ve kemik iliğini inceleyen testler tüylü hücreli lösemi tanısını koymak için kullanılır. • Bazı faktörler tedavi seçeneklerini ve prognozu (iyileşme şansını) etkiler. Tüylü hücreli lösemi kemik iliğinin çok sayıda lenfosit ( beyaz kan hücrelerinin bir tipi) ürettiği bir kanser türüdür. Tüylü hücreli lösemi kemik iliği ve kanın kanseridir. Löseminin bu nadir tipi yavaş yavaş kötüleşir. Hastalığa tüylü hücreli lösemi denmesinin nedeni lösemi hücrelerinin mikroskop altında tüylü gözükmesindendir. Normalde kemik iliği daha sonra olgun kan hücrelerine gelişen kök hücreler (olgunlaşmamış hücreler) üretir. 3 tip olgun kan hücresi vardır: • Kırmızı kan hücreleri oksijen ve diğer maddeleri vücudun tüm dokularına taşır. • Beyaz kan hücreleri infeksyon ve hastalıklarla savaşır. • Trombositler kan pıhtısı oluşturarak kanamayı önlerler. Tüylü hücreli lösemide çok sayıda kök hücre lenfosit denen bir tip beyaz kan hücresine gelişir. Bu lenfositlere lösemik hücreler de denir. 3 tip lenfosit vardır. • B lenfositler infeksyonlarla savaşmak için antikor üretirler. • T lenfositler B lenfositlerin infeksyonlarla savaşması için antikor üretmesine yardım ederler. • Dojal öldürücü hücreler kanserli veya virüs taşıyan hücrelere saldırırlar. Tüylü hücreli lösemide B lenfositler normal çalışmaz. Lenfositlerin sayısı kemik iliği ve kanda arttığı için ,sağlıklı kırmızı kan hücreleri, beyaz kan hücreleri ve trombositlere çok az yer kalır. Bu da infeksyon kansızlık ve kolay kanamaya neden olabilir. Bazı lösemi hücreleri dalakta toplanarak büyümesine neden olur. • Erişkin akut lenfoblastik lösemi tedavisi 1. • Çocukluk çağı akut lenfoblastik lösemi tedavisi 2. • Kronik lenfositik lösemi tedavisi 3. • Erişkin akut myelosit lösemi tedavisi 4. • Çocukluk çağı akut myelosit lösemi / diğer myelosit malinite tedavisi 5. • Kronik myelojen lösemi tedavisi 6. Cinsiyet ve yaş tüylü hücreli lösemi gelişme riskini etkileyebilir. Tüylü hücreli lösemi nedeni bilinmemektedir. Daha çok yaşlı erkeklerde görülür. Tüylü hücreli löseminin muhtemel belirtileri yorgunluk, infeksyon ve kaburga kemikleri altında ağrıdır. Bu ve diğer belirtiler tüylü hücreli lösemi veya başka durumlar tarafından meydana getirilir. Eğer aşağıdaki sorunlar olursa bir doktora danışılmalıdr. * Halsizlik veya yorgunluk hissi. • Ateş veya sık infeksyon. • Kolay morarma veya kanama. • Nefes darlığı. • Sebebi bilinmeyen kilo kaybı. • Kaburga kemikleri altında ağır veya dolgunluk hissi. • Boyun, kolaltı, mide veya kasıkta ağrısız kitleler. Vaginal Kanser Vajen kanseri, vajen dokuları içerisinde kanser (malign) hücrelerinin bulunduğu bir hastalık olup, kadınlardaki nadir kanser tiplerinden biridir. Vajen mensterual period sırasında sıvının vücuttan dışarı atıldığı ve bebeğin çıkışını sağlayan bir bir geçiş yoludur. Aynı zamanda doğum kanalı olarak da adlandırılır. Vajen, serviks (uterus yada rahim ağzı) ve vulvayı (vajenin cilde açıldığı yerdeki cilt katlantılarını ) birbirine bağlar. İki tip vajen kanseri mevcuttur:skuamöz hücreli kanser (squamous carcinoma) ve adenokarsinoma. Skuamöz karsinoma genellikle 60-80 yaş arasındaki kadınlarda görülür. Adenokarsinoma ise sıklıkla 12-30 yaş aralarındakindaki kadınlarda görülür. Anneleri DES (dietilstilbesterol) alan genç kadınlar vajen tümörleri için risk altındadır. Bunlardan bazılarında clear cell adenokarsinoma adı verilen nadir görülen bir tip karsinom gelişir. DES, 1945-1970 yılları arasında gebeleri düşükten korumak için verilen bir ilaçtır. Aşağıdakilerden herhangi biri mevcutsa bir doktora başvurulmalıdır: Menstrual perioddan bağımsız kanama ya da akıntı. Zor veya ağrılı idrar yapma. Cinsel ilşki sırasında veya pelvik bölgede ağrı. Histerektomi geçiren kadınlarda da hala vaginal kanser gelişme riski bulunmaktadır. Doktor kanseri saptamak için çeşitli testleri kullanabilir. Doktor genellikle pelvik muayene ile işe başlayacaktır. Bu sırada şişlikler fark edebilir ve ardından Pap smear yapacaktır. Bir parça pamuk, fırça veya tahta bir çubuk yardımıyla serviksin dışındaki dokudan ve ya vajenden örnekleme için hücreler alacaktır. Bu sırada biraz basınç hissi duyulabilir ancak genellikle ağrısızdır. Normal olmayan hücreler bulunduğunda, doktor vajenden bir parça doku keserek (biyosi) mikroskop altında kanser hücresi olup olmadığını arayacaktır. Doktor kanserin nerede başladığını veya nerelere yayılmış olabileceğini anlamak için sadece vajene değil pelvisteki diğer organlara da bakmalıdır. Aynı zamanda bir akciğer grafisi de çektirerek yayılmış olup olmadığını anlamalıdır. İyileşme şansı ve tedavi seçeneği kanserin evresine Ve hastanın genel sağlık durumuna bağlıdır. Evre Açıklaması Vajende bir kanser bulunduğunda (tanı konduğunda), kanserin vajenden vücudun diğer dokularına yayılıp yayılmadığını bulmak için (evreleme) daha fazla testler yapılacaktır. Doktor tedaviyi planlayabilmek için kanserin evresini bilmelidir. Vulva Kanseri Kadınlarda nadir görülen bir kanser çeşidi olan vulva kanseri kanser hücrelerinin vulvada bulunduğu bir hastalıktır. Vulva, kadınlarda vajenin dış kısmındadır. Vajen, uterus (bebeklerin geliştiği, armut şeklinde içi boş bir organ) ile vücut dışı arasındaki geçittir. Doğum yolu olarak da isimlendirilir. Vulva kanserli kadınların çoğu 50 yaşın üstündedir. Ancak 40 yaş altı kadınlarda da daha sık hale gelmektedir. Sürekli kalıtımsal ve vulvada renk değişikliği olan kadınlarda vulva kanseri riski yüksektir. Eğer menstruasyon ( aybaşı) ile ilişkisiz kanama ya da akıntı varsa, vulvada ağrı ya da şiddetli yanma/kaşıntı varsa, vulva cildikaba ve soluksa doktora başvurmak gerekir. Eğer bulgu varsa doktor kanser olup olmadığını kesinleştirmek için bazı incelemeler yapmak isteyecektir. Genellikle vulvanın gözle incelenmesi ve herhangi bir şişlik olup olmadığının kontrol edilmesi ile başlanır. Daha sonra doktor vulvadan küçük bir parça alarak (biyopsi) mikroskop altında inceler. Biyopsi yapılacağı zaman bu alanı uyuşturmak için hastaya ilaç verilir. Bir miktar basınç hissedilse de genellikle ağrı olmaz. Bu inceleme sıklıkla doktorun muayene odasında yapılır. İyileşme şansı (prognoz) ve tedavi seçenekleri kanserin evresine ( vulvada sınırlı ya da başka yerlere yayılmış olması) ve hastanın genel sağlık durumuna bağlıdır. |
Kanser Çeşitleri
Yetişkinde Beyin Tümörleri Yetişkin beyin tümörleri nelerdir? Yetişkin beyin tümörleri, beyin dokuları içerisinde büyümeye başlayan kanser (malign) hücrelerinin meydana getirdiği hastalıklardır. Beyin hafıza, öğrenme, duyular (işitme, görme, koklama, tat alma ve dokunma) ve duyguları kontrol eder. Aynı zamanda kaslar, organlar ve kan damarları gibi vücudun diğer parçalarını da kontrol eder. Beyinden başlayan tümörler primer (birincil) beyin tümörleri olarak adlandırılır. Metastatik beyin tümörleri nelerdir? Beyinde bulunan tümörler,sıklıkla, vücudun başka bir bölgesinden başlayıp beyine yayılımış (atlamış) tümörlerdir. Bunlar metastatik beyin tümörleri olarak adlandırılırlar. Beyin tümörünün bulguları nelerdir? Sık sık olan başağrıları. Kusma. İştah kaybı. Duygulanım ve ki?ilik değişiklikleri Düşünme ve öğrenme yetilerinde değişiklik Nöbetler. Yetişkin beyin tümörünün bulunmasında ve tanısında hangi testler kullanılır? Yetişkin beyin tümörünün saptanmasında (bulunmasında) beyini ve spinal kanalı incelemeye yönelik testler kullanılır. BT (Bilgisayarlı Tomografi): Vücudun çeşitli bölgelerinden farklı açılarla ayrıntılı görüntü serilerinin elde edilmesini sağlayan bir işlemdir. Bu görüntüler x-ışının makinesine bağlı bir bilgisayar aracılığıyla meydana getirilirler. Organların ya da dokuların daha iyi görüntülenebilmesine yardım amacıyla bir boya (kontrast madde), ven aracılığıyla ya da yutturularak kullanılabilir. Bu işlem computerized tomografi (CT) veya computerized aksiyel tomografi olarak da adlandırılabilir. MRG (Manyetik Rezonans Görüntüleme): Beyinin ve spinal kanalın ayrıntılı görüntü serilerinin elde edilmesi için, bir mıknatısın (magnet), radyo dalgalarının ve bir bilgisayarın kullanıldığı işlemdir. Hastaya bir ven aracılığıyla gadolinium adı verilen bir madde enjekte edilir. Gadolinium kanser hücrelerinin etrafında birikerek daha parlak görülmelerine neden olur. Bu işlem aynı zamanda nükleer manyetik rezonans görüntüleme (NMRG) olarak da adlandırırlır. Yetişkin beyin tümörüne cerrahi sırasında tanı konur ve temizlenir. Bir beyin tümöründen kuşkulanıldığında, kafatasının bir parçası kaldırılır ve bir iğne aracılığıyla beyin dokusundan örnek alınarak biyopsi yapılır. Bir patolog kanser hücrelerini aramak amacıyla mikroskop altında dokuyu inceler. Kanser hücreleri bulunduğunda, doktor aynı cerrahi seansında güvenli olabilecek kadar tümör dokusu temizleyecektir. Cerrahi sonrası kanser dokusu kalıp kalmadığını MRG ile saptanabilir. Testler aynı zamanda kanserin evresini saptamak amacıyla da yapılmaktadır. Tümörün derecesi (grade) nedir? Mikroskop altında normal olmayan kanser hücrelerinin görünümü ve tümörün beklenen büyüme ve yayılma hızı tümörün evresini belirler. Patolog biyopsi sırasında çıkarılan dokuyu kullanarak tümörün evresini tanımlar. Yetişkin beyin tümörleri için aşağıdaki dereceleme sistemi kullanılabilir. Derece (Grade) I Tümör yavaş büyür, normal hücrelere benzer hücreler içerir, nadiren komşu dokulara yayılım gösterir ve cerrahi sırasında tümörün tümüyle çıkarılabilmesi mümkün olabilir. Derece (Grade) II Tümör yavaş büyür fakat komşu dokulara yayılım gösterebilir ve daha yüksek evreli bir tümör haline gelebilir. Derece (Grade) III Tümör çabuk büyür, komşu dokulara yayılma eğilimi gösterir ve tümör hücreleri normal doku hücrelerinden çok farklılık gösterir. Derece (Grade) IV Tümör çok hızlı ve saldırgan bir şekilde büyür, içerdiği hücreler normal dokudan çok farklılık gösterir ve başarılı tedavi zordur. Tümörün tipi, evresi, yerleşim yeri, cerrahiden sonra kanser dokusu kalıp kalmaması ve/veya beyinin diğer bölgelerine tümör yayılımı iyileşme şansını ve tedavi seçeneğini belirler. Yetişkin Beyin Tümörü Tipleri Kanserin uzanınımı yada yayılımı genellikle evresi olarak tanımlanır. Beyin tümörleri için standart evreleme sistemi bulunmamaktadır. Primer (birincil) beyin tümörleri santral sinir sistemi ( beyin ve spinal kord ) içerisinde yayılım gösterebilir, fakat vücudun diğer parçalarına nadiren yayılırlar. Tedavi amacıyla, beyin tümörleri tümörün bağlandığı hücre tipine, santral sinis sistemi içerisinde yerleşimine ve tümörün derecesine (grade) göre sınıflandırılırlar. Beyin Sapı Gliomaları Bunlar beynin spinal kord ile devamlılık gösteren beyin sapı parçasından gelişen tümörlerdir. Sıklıkla yüksek derecelidirler. Yüksek dereceli veya geniş yayılım gösteren beyin sapı tümörlerin başarılı tedavisi güçtür. Sağlıklı beyin dokusuna zararın önlenmesi amacıyla, beyin sapı gliomalarına genellikle biyopsi yapılmadan tanı konur. Pineal Astrositik Tümör: Pineal tümörler pineal glandın içinden veya çevresinden gelişirler. Pineal gland beyinde, melatonin hormonu salgılayarak uyku-uyanıklık siklusumuzun kontrolüne yardımcı olan çok küçük bir organdır. Çok çeşitli pineal tümörler mevcuttur. Pineal astrositik tümörler, pineal bölgede ortaya çıkan ve herhangi bir derecede olabilen astrositomalardır. Pilositik Astrositoma (grade I) Astrosit adı verilen beyin hücrelerinden başlayan tümörler astrositomalardır. Pilositik astrositomlar yavaş büyürler ve çevre dokulara nadiren yayılım gösterirler. Bu tümörler sıklıkla çocuklukta ve genç erişkinlerde ortaya çıkarlar. Genellikle başarıyla tedavi edilebilirler. Diffüz Astrositoma (grade II) Diffüz astrositomalar yavaş büyürler, fakat sağlıklı çevre dokulara sıklıkla yayılım gösterirler. Bazıları daha yüksek dereceli (grade) tümörlere dönüşebilirler. Sıklıkla genç erişkinlerde ortaya çıkarlar. Anaplastik Astrositoma (grade III) Anaplastik astrositomlar aynı zamanda malign astrositomalar olarak da adlandırılırlar. Hızlı büyürler ve çevre dokuya yayılım gösterirler. Tümör hücreleri normal hücrelerden çok farklılık gösterir. Anaplastik astrositoman?n ortalama 41 yaşında görülürler. Glioblastoma (grade IV) Glioblastomalar saldırgan ve çok hızlı büyüme ve yayılım gösteren malign astrositomalardır. Hücreler normal hücrelerden çok farklılık gösterirler. Glioblastoma aynı zamanda glioblastoma multiforme ya da grade IV astrositoma olarak da adlandırılır. En sık 45-70 yaş arası yetişkinlerde görülürler. |
Kanser Çeşitleri
PROSTAT KANSERİ Prostat kanseri 50 yaş üzerindeki erkeklerin önemli sağlık sorunlarından biridir. 60 ile 70 yaş arasındaki erkeklerin yaklaşık yarısında, 70 ile 90 yaş arasındakilerin de % 90'ında prostat büyümesine (prostat hipertrofisi) ait bulgular vardır. "Prostatizm" olarak adlandırılan bu belirtiler özellikle geceleri sık yapma gereksinimi, idrar yapmaya başlamada ve mesanede kalan son idrarı çıkarmada güçlük, idrar yapamama, idrar akımının zayıf veya kesintili olması, idrar yaparken yanma veya acıma hissidir. Prostatizm bulguları büyük olasılıkla selim prostat hipertrofisiyle ilişkilidir. Ancak hastalığın selim olması durumunda da tedavi gereklidir. Çünkü idrar yaparken olan bu zorlama yaşamı zorlaştırmasının yanı sıra daha sonra idrar göllenmesine ve böbrek fonksiyonunun bozulmasına da yol açabilmektedir. Prostat kanseri vakalarının % 80’i de 65 yaşın üzerindedir. Amerikan Kanser Cemiyeti’nin verilerine göre 1997 yılında ABD’de 334.500 kişiye prostat kanseri tanısının konacağı ve 41.800 kişinin de bu hastalık nedeniyle yaşamını kaybedeceği tahmin edilmektedir. Prostat kanseri ABD’de erkeklerde görülen kanserden ölüm nedenleri içerisinde akciğer kanserinden sonra ikinci sırada gelmektedir. Prostat ceviz büyüklüğünde bir erkek cinsiyet bezidir. Yeri idrar bezinin hemen altındadır ve idrar yolu prostatın içerisinden geçerek dışarı açılır. Salgıladığı koyu sekresyon meninin bir kısmını oluşturur. Prostatın bu fonksiyonu erkeklik hormonu olan testosteronun kontrolü altındadır. Pek çok kanser türünde olduğu gibi, prostat kanserinin de nedeni kesin olarak bilinmemektedir. Çalışmalar özellikle 55 yaşın üzerindeki erkeklerde ortaya çıktığını ve tanı konulduğu sırada hastaların ortalama yaşının 70 olduğunu göstermektedir. Yağdan zengin diyetle beslenme, kadmiyuma maruz kalma (pil fabrikaları), kauçuk endüstrisinde çalışıyor olmanın hastalığa yakalanma olasılığını artırdığı ortaya konmuştur. Sadece yakınmalara dayanarak selim prostat hipertrofisinin prostat kanserinden ayrımı mümkün değildir. Bazı özel muayene yöntemleri ve tetkiklerle büyümenin selim mi yoksa kanserle mi ilişkili olduğu ortaya konabilir. Prostatın anüsten parmakla muayenesi (rektal tuşe) bu yöntemlerin başında gelmektedir. Prostat büyümeleri bu şekilde kolaylıkla saptanabilmekte, bezin büyüklüğü ve yapısı hakkında bilgi edinilebilmektedir. Prostat kanseri konusundaki ikinci önemli tetkik prostat spesifik antijendir (PSA). PSA’nın kan düzeyleriyle hastalığın varlığı konusunda anlamlı ilişki olduğu gösterilmiştir. Ancak yüksek PSA düzeyleri prostat enfeksiyonları ve selim hipertrofisi gibi çeşitli hastalıklarda da olabileceğinden sonuçların deneyimli bir doktor tarafından değerlendirmesi gerekir. Tıpkı meme kanseri gibi prostat kanserinde de erken tanı hastalığın tamamen tedavi edilebilmesi için büyük önem taşımaktadır. Amerikan Kanser Cemiyeti 50 yaşın üzerindeki erkeklerde prostat kanseri taramasının başlamasını önermektedir. Ailesinde hastalık olanlarda ise taramanın 40 yaşın üzerinde başlaması gerektiği vurgulanmaktadır. Günümüzde kullanılan tarama yöntemi rektal muayene ve PSA düzeylerinin ölçülmesini şeklindedir. Prostatın değerlendirilmesinde kullanılan diğer önemli bir tanı aracı transrektal ultrasonografidir (TRUS). TRUS prostatın derinlemesine değerlendirilebilmesini sağlar ve diğer muayene bulgularının güvenirliğini artırır. Prostatla ilgili esas değerlendirmeyi sağlayacak olan patolojik inceleme de genellikle TRUS altında uygulanan hücre örneklemesine dayanmaktadır. Yukarıda söz edilenler dışında bilgisayarlı tomografi, manyetik rezonans görüntüleme tekniği, kemik sintigrafisi gibi yüksek teknoloji kullanan yöntemler de mevcuttur. Ancak bunların hiçbiri tarama yöntemi değildir, ancak olası bir hastalığın daha ayrıntılı değerlendirilmesinde kullanım alanı bulmaktadır. Prostat kanseri gelişimi açısından dört evrede incelenmektedir. Hastalığın en erken evresinde tümör henüz prostatta küçük bir alanda sınırlıdır (in situ). Bu evrede tümör büyüme hızı çok yavaştır, hastaların genellikle semptomları bulunmamaktadır ve rektal muayene ile de anlaşılamaz. Tümörün daha büyüdüğü ikinci evrede ise artık rektal muayene ile anlaşılabilir, ancak halen prostata sınırlıdır. Üçüncü evrede artık tümör prostatın dışına taşmıştır, dördüncü evrede ise hastalık özellikle kemikler olmak üzere vücudun uzak bölgelerine de yayılmıştır (metastatik hastalık). Hastalığın tedaviye verdiği cevap, evresi ile doğrudan ilişkilidir. Metastatik hastalıkta hastaların sadece % 5’inde 15 yıllık yaşam süresi görülürken, lokalize hastalıkta bu değer % 80-85 civarındadır. İleri yaşta tanı konan hastaların sağkalımlarının daha uzun olduğu ileri sürülmüşse de, bu varsayım kanıtlanamamıştır. ERKEN EVRE HASTALIKTA TEDAVİ Tanı konusundaki büyük ilerlemelere karşın erken evre prostat kanserinin tedavisi konusunda günümüzde hala çelişkiler söz konusudur. Bu çelişkilerin en büyük kaynağı, 90 yaşın üzerinde ise hemen hemen bütün erkeklerin prostat dokularında kanser odaklarının gösterilebiliyor olmasıdır. Buradan çıkan sonuç hastalığın çoğu kişide aslında var olduğu ve sessiz kaldığıdır. Giderek yaygınlaşan ve daha hassas yöntemler kullanılarak yapılan tarama testleri aslında sessiz kalacak olan prostat kanserlerinin de tanınmasına neden olmakta, böylelikle hastalığın artmakta olduğuna dair bulgular ortaya çıkmaktadır. Nitekim erken evredeki hastalığın saptanmasının, bu hastalık nedeniyle olan ölümlerde bir azalma sağlamadığı ortaya konmuştur. “Aşırı tanı (overdiagnosis)” olarak adlandırılan bu bulgular “aşırı tedavi (overtreatment)” yaklaşımını da beraberinde getirmiştir. Bu nedenle hangi hastaya gerçekten tedavi gerektiği, hangisine gerekmediği günümüzde önemli bir araştırma konusudur. Bugün için erken evre prostat kanserinde özellikle PSA ve TRUS değerlendirmelerine dayanan başlıca tedavi yaklaşımları özellikle 70 yaşın üzerindeki hastalar için izlem (hastanın herahangi bir tedavi yapılmaksızın yakından izlenmesi), daha genç hastalar için radikal prostatektomi adı verilen cerrahi girişim ve cerrahiyle aynı sonucu veren radyoterapidir (ışın tedavisi). Bu tedavi seçeneklerinin bütün komplikasyonlarını da içerecek şekilde hastayla açık açık konuşulması ve hasta için en uygun kararın verilmesi önerilmektedir. Buna karşın ileri evre (metastatik) hastalığın tedavisinde kullanılan başlıca yöntem ise hormon tedavisidir. Prostat dokusunun ve bu dokudan kaynaklanan tümörlerin androjenlerin kontrolü altında olması, kastrasyondan hormon tedavisine dek geniş bir tedavi seçeneği sunmaktadır. Sağlıklı yaşlı bireylerin bu hastalığın erken tanısı konusunda uyarılması, yıllık PSA kontrolleri ve rektal muayene büyük önem taşımaktadır. Prostatla ilgili klinik ya da PSA’ya dayalı tanı konan bir sorunun ortaya çıkması durumunda doktora başvurarak bilgilenilmesi en doğru yaklaşım olacaktır. Selim prostat hipertrofisinin pek çok tedavi alternatifi vardır. Bu alternatiflerin bazıları hastanın özelliklerine, bazıları ise uygulanan merkezin deneyimine bağlıdır. Benzer koşullar prostat kanserinin tedavisi için de söz konusudur. Tedavinin ayrıntıları konusunda bilgi almak doktordan öte hastanın da sorumluluğudur. Doktorumuza şu sorular sorulmalı ve kendisinden açıklaması istenmelidir: Ne tür tedavi olasılıklarım var? (cerrahi, lazer, termoterapi, hormon vb.) Bu tedavi türlerinden beklenen faydalar neler olacaktır? Bu tedavi türlerinin riskleri ve olası yan etkileri nelerdir? (idrarını tutamama, iktidarsızlık, ne süreyle?..) Tedavi cinsel yaşamımı nasıl etkileyecektir? Normal aktivitelerimi değiştirmem gerekli midir, gerekliyse ne süreyle? Ne sıklıkla check-up'tan geçmeliyim?Tedavinin yol açacağı yan etkiler önemli yakınmalara neden olabilir. Hastaların tedavi sonrasındaki yaşam kaliteleri konusunda detaylı bilgi almaları en doğru yaklaşım olacaktır. |
Kanser Çeşitleri
Yumuşak Doku ve Kemik Kanserleri Sarkomlar vücudun herhangi bir yerinde bulunan destek dokudan çıkan tümörlerdir, buna karşılık bu başlık altında seyri ve tedavisi farklılık gösteren çok sayıda hastalık bulunmaktadır. Bu nedenle sarkomlar başlıca yumuşak doku sarkomları ve kemik sarkomları olarak ikiye ayrılır. Yumuşak doku sarkomları bedenin her yerinde görülebilir, yarısından çoğu kollarda ve bacaklarda, bunların %60’ı da bacaklarda ortaya çıkar. Genellikle ağrısız bir yumuşak doku kitlesi olarak ortaya çıkarlar. Hastanın bunu fark etmesi, yerleşimi ve boyutuyla ilişkilidir. Yumuşak doku tümörlerinin tedavisinde tercih edilen yöntem cerrahi ile kitlenin çıkarılmasıdır. Hastalığın kesin tanısı biyopsi (örnek alınması) ile konulmaktadır. Üç santimetreden küçük tümörlerde tümörün bütünüyle çıkarılması amaçlanmalıdır. Daha büyük tümörlerde ya da müdahale açısından zor yerleşimlerde biyopsi alınmalı ve tedavi buna göre planlanmalıdır. Hastalığın temel tedavisi kitlenin güvenlik sınırı hesaba katılarak cerrahi ile çıkarılmasıdır. Bu nedenle cerrahi yaklaşım yumuşak doku tümörleri konusunda uzman bir cerrah tarafından yapılmalıdır. Cerrahi uygulanmasının güç olduğu ileri evredeki hastalarda önce radyoterapi ve kemoterapi uygulanarak (neo-adjuvan tedavi) tümör küçültülebilir ve cerrahinin uygulanması kolaylaştırılabilir. Patolojik verilere göre kemoterapi ve radyoterapi cerrahi sonrasında da uygulanabilir. Kemiklerden kaynaklanan başlıca tümörler ise kemik dokusundan kaynaklanan osteosarkomlar ve kıkırdak dokusundan kaynaklanan kondrosarkomlardır. Osteosarkomlar en sık, kemik dokusunun hızla büyüdüğü ikinci on yaşta görülür. Ancak histolojik alt-tiplerine göre daha ileri yaşlarda ortaya çıkan formları da vardır. Hastaların çoğunda ana belirti kemikte ağrıdır, tümörün büyümesi genellikle ağrısız olsa da, kemik zarının etkilenmesiyle birlikte ağrı ortaya çıkar. Tanı öncesi ağrılı dönem ortalama 3 aydır. İkinci en sık görülen belirti ise şişliktir. Hastalığın kol ve bacak kemiklerinde yerleşmesi ya da vücutta yerleşmiş olması gerek tanı gerekse tedavi açısından sonuçları etkileyen önemli bir faktördür. Vücut kemiklerinde yerleşmiş hastalıkta tanı daha geç konur ve cerrahi tedavi uygulanması olasılığı daha kısıtlıdır. Osteosarkomlar biyolojik davranışları gereği tanı anında genellikle yayılmış olarak ortaya çıkarlar. Hastalığın ana tedavi seçeneği kemoterapi ve cerrahidir. Tanı konur konmaz başlanan kemoterapi ile tümör dokusu mümkün olduğunca küçültülmeye çalışılır ve ardında cerrahi tedavi planlanır. Cerrahi planlanması ortopedi uzmanının deneyimiyle doğrudan ilişkilidir. Uzuv koruyucu bir ameliyat yaklaşımı, hastanın günlük işlevlerini sürdürmesi açısından çok önemlidir, ancak deneyim gerektirir. Hastalık radyoterapiye genellikle duyarlı olmadığından radyoterapi, cerrahinin uygulanamadığı durumlarda tedavi planına eklenir. Kondrosarkomlar, kıkırdak dokusundan kaynaklanan tümörlerdir. Genellikle 30-60 yaş arasında görülürler, 35-45 yaşlar arasında en sıktırlar. %30 leğen kemiklerinde, %20 uylukta, %15 omuzda ve %10 göğüs ve kaburga kemiklerinde görülürler. Hastaların %75-95’inde ilk belirti ağrıdır. Tümörün büyüme hızı genellikle yavaştır, bu nedenle tanı öncesi 10-20 yıl geçmişi olan hastalar bile bulunmaktadır. Tanı radyolojik yöntemler doğrultusunda biyopsi ile konur. Hastalığın ana tedavi yöntemi özellikle yavaş büyüyen tümörlerde cerrahi ile tümörün çıkarılmasıdır. Radyoterapi ve kemoterapi daha hızlı büyüyen tümörler için etkili bir tedavi seçeneğidir. ÇOCUKLUK ÇAĞI KANSERLERİ Tüm kanserlerin yaklaşık %2-4'ü çocuklarda görülür. Çocukluk çağı kanserlerinin görülme sıklığı bir milyon çocukta 120 kadardır, bu verilere göre Türkiye'de her yıl 2400 yeni çocuk kanseri olgusu beklenmektedir. Kanser tanı ve tedavisinde son yıllarda kaydedilen gelişmeler sayesinde çocukluk çağı kanserlerinde yaşam süresi önemli ölçüde artmıştır. On yıl öncesiyle karşılaştırıldığında çocukluk çağı kanserlerinin % 60-70'i günümüzde tamamen tedavi edilebildiği görülmektedir. Bu nedenle çocukluk çağı kanserlerinde hastalığın tedavi edilmesinin yanı sıra, tedaviye bağlı sekellerin önlenmesi büyük önem kazanmıştır. Çocukluk çağı kanserlerinin %30'unu lösemiler oluşturmaktadır, ikinci sıklıkta ise beyin tümörleri görülmektedir. Bunları sırasıyla lenfomalar, ilkel sinir dokusu artıklatrından kaynaklanan nöroblastom, ilkel böbrek dokusundan kaynaklanan Wilms tümörü, çizgili kastan kaynaklanan rabdomiyosarkom ve kemik tümörleri izlemektedir. Çocukluk çağı kanserleri genellikle gelişim sırasındaki öncü dokulardan kaynaklandığından, en sık yaşamın ilk beş yaşında görülürler. Buna karşılık kemik tümörleri ve Ewing sarkomu gibi tümörler büyümenin en fazla olduğu 10-15 yaş döneminde daha sık görülmektedir. Çocukluk çağı kanserinin nedenleri erişkin kanserlerinden farklı değildir. Bununla birlikte kromozom bozuklukları, doğumsal bozukluklar ve metabolik hastalıklar, bağışıklık sisteminin hastalıklar en önemli kanser nedenleridir. Viral enfeksiyonlar, radyasyona maruz kalma, benzen, ağır metal gibi kimyasal ürünler, hamilelik sırasında annenin kullandığı bazı ilaçlar kanser gelişimine yon açan en önemli nedenlerdir. Çocukluk çağı kanserlerinde belirtiler ve tanı erişkinlerden farklı özellikle gösterir. Çocuğun yaşı gereği şikayetlerini ifade edememesi, Bunun yanı sıra lenf düğümlerinin şişmesi gibi durumlar çocuklarda enfeksiyonlar nedeniyle sıktır ve tanının gecikmesine neden olur. Aşağıda sıralanan belirtiler ebeveynler için uyarıcı olmalı ve doktor kontrole yönlendirmelidir: Boyun, koltukaltı ve kasık bölgesinde lenf bezlerinde uzun süren ağrısız şişlikler, lenfomaların en sık belirtisidir. Özellikle batında olmak üzere vücudun herhangi bir bölgesinde şişlik tümöre işaret edebilir. Solukluk, halsizlik kansızlık belirtisidir, ciltte morarmalar, burun ve dişeti kanamaları ise kanın pıhtılaşmasında sorun olduğuna işaret edebilir. Sık ateşlenme bağışıklık sisteminin zayıf ya da yetersiz olduğunun göstergesi olabilir. Beyin tümörlerinin en önemli belirtileri ise baş ağrısı, kusma, ateşsiz olmaksızın geçirme, dengesizlik, yürüme bozukluğu ve görme bozukluğudur. Retinoblastom gibi göz tümörlerinde göz bebeğinde beyaz parlak yansıma, beyin ve göz içerisindeki kitlelerde gözlerde kayma ve şaşılık ortaya çıkabilir. Çocukluk çağı kanserleri erken tanı konması durumunda tamamen tedavi edilebilirler. Bu nedenle yenidoğan çocuğun çocuk hekimi tarafından düzenli kontrol edilmesi önemlidir. Yukarıda sayılan belirtilerin bir kısmı diğer hastalıklarda da görülebileceğinden paniğe kapılmamak gereklidir. Buna karşılık uyarıcı belirtiler olduğunda doktora başvurulmalı kanser tanısına yönelik tetkikler yapılmalıdır. Çocukluk çağı kanserlerinin tedavi yöntemleri erişkinlerden farklı değildir. Cerrahi, kemoterapi ve radyoterapi başlıca tedavi modaliteleridir. Hastalığın tedavisinde en iyi sonuçlar her üç modalitenin birlikte kullanılması ile elde edilmektedir. Klinik çalışmalardan olan bilgi birikimi, pek çok kanser için optimum tedavi yaklaşımının belirlenmesini sağlamıştır. Bugün için çocukluk çağı kanserlerinin üçte ikisi tamamen tedavi edilebilmekte, hemen hepsinde uzun süreli sağkalım elde edilmektedir. Ne var ki çocukluk çağı büyümenin ve gelişmenin en hızlı olduğu dönem olması nedeniyle tedavinin yan etkilerine bağlı sekellere daha fazla rastlanmaktadır. Bu nedenle günümüzde tedavinin önemli hedeflerinden biri sekellerin önlenmesidir. İstatistiksel veriler ışığında değerlendirildiğinde, gelişmiş ülkelerde her 900 erişkinden biri çocukluk çağında kanser nedeniyle tedavi görmüştür. Psikolojik rehabilitasyon da dahil olmak üzere, hastalık ve tedaviye bağlı sekellerin önlenmesi bu nedenle özel önem taşımaktadır. |
Kanser Çeşitleri
YUMURTALIK KANSERİ Yumurtalık kanseri kadınlarda görülen kanserlerin %5’ini, jinekolojik kanserlerin ise %30’unu oluşturmaktadır. En sık 50-60 yaşlarda görülür. Sosyoekonomik düzeyi yüksek ülkelerde görülme sıklığı artmaktadır. Gebe kalmamış ve doğum yapmamış, küçük yaşta adet gören ve geç menopoza giren ve infertil kadınlarda görülme olasılığı daha fazladır. Uzun süre oral doğum kontrol hapı kullanımı, çoğul gebelik, tüplerin bağlanması ve rahmin alınmış olması ise riski azaltan faktörlerdir. Bazı ailelerde ise genetik yatkınlık vardır. Yumurtalık kanseri asında tek bir patolojik tanı değildir, bu başlık altında çok sayıda kanser bulunmaktadır. Buna karşılık düzenli jinekolojik muayene dışında yumurtalık kanserinin erken tanısında kullanılacak bir yöntem henüz bulunamamıştır. Hastaların çoğunluğu (%70) tanı anında ileri evrededir. Hastalığın belirtileri ileri evrede ortaya çıkmaktadır ve hastayı hekime getiren şikayet genellikle karın ağrısı ve karın şişliğidir. Bulantı, hazım güçlüğü, ince bağırsak tıkanması hastalığın diğer belirtileri arasındadır. Küçük bir grup hasta ise hekime adet düzensizliği ve anormal kanama şikayeti ile başvurmaktadır. Bunun nedeni ise genelde hormon salgılayan tümörlerdir. Bilgisayarlı tomografi ya da manyetik rezonans görüntüleme gibi yöntemler tanı ve evreleme açısından gereklidir. Akciğerlerde sıvı birikimi olabilir. Tümör belirteçlerinden CA 125 ve CA 19-9 düzeylerinin yükselmesi tanı ve takip açısından yönlendiricidir. Tedavinin sonuçları açısından evre en önemli belirleyici faktördür. Bununla birlikte cerrahi sonrası kalan hastalığın 1 cm’den az olması, histolojik tip, tümörün derecesinin düşük olması, yaşın genç olması ve performansın yüksek olması da olumlu faktörlerdir. Yumurtalık kanserinde gerçek evreleme ancak cerrahi sırasında yapılabilmektedir. Hastalığın esas tedavisi cerrahi olmakla birlikte, cerrahiye uygun olmayan hastalarda tedaviye kemoterapi ile başlanır. “Neoadjuvan” olarak adlandırılan bu kemoterapinin amacı tümör yükünün olabildiğince azaltılmasıdır. Cerrahi girişim sırasında her iki yumurtalık ve tüplerle birlikte rahim ve karın zarı da çıkarılır; lenf düğümlerinden, bağırsak ve karaciğer yüzeyinden biyopsi ve batın yıkantı sıvısı örneği alınır. Söz konusu cerrahi girişimin eksik uygulanması durumunda eksik ya da “suboptimal” cerrahiden söz edilmektedir. Cerrahi tedavinin amacı tümörün bütün yayıldığı yerlerden mümkün olduğunca tamamen çıkarılmasıdır. Cerrahi sonrası patolojik değerlendirme ise hastalığın bundan sonraki tedavisi konusunda ışık tutucudur. Karın içine yayılmış yumurtalık kanserlerinde cerrahi sonrası kemoterapi uygulanarak hastalık kontrol altına alınmaya çalışılır. Bunun ardından hastaya tekrar cerrahi tedavi uygulanır (ikinci bakış operasyonu) ve geriye kalan tümör dokusu da çıkarılır. Tedaviye alınan yanıt böylelikle değerlendirilmiş olur, o aşamadan sonra uygulanacak kemoterapi protokolü belirlenir. Benzer yaklaşım hastalığın yinelemesi durumunda da söz konusudur, kemoterapi yapılarak hastalık kontrol altına alınır ve ardından cerrahi ile kalan tümör dokuları da çıkarılır. LÖSEMİ NEDİR? Lösemi; akyuvar olarak adlandırılan kemik iliğinde yapılan beyaz kan hücrelerinin çoğalması ile karakterize bir kanser türüdür. Akut lösemiler; birden ortaya çıkar, akut lenfoblastik (ALL) ve akut miyeloblastik (AML) olmak üzere iki ana formdan oluşur. Kronik lösemiler ise yavaş seyirlidir, kronik miyelositer (KML) ve kronik lenfositer lösemi (KLL) olmak üzere iki ana tipten oluşur. Löseminin hangi tip olduğu, hastalığının genel özelliklerinin yanı sıra, kan ve kemik örneklerinin mikroskop altında incelenmesi ile belirlenir. AKUT LÖSEMİ NEDİR? Akut lösemiler kan yapan hücrelerin henüz olgunlaşmamış formlarının hızla çoğalmasıyla ortaya çıkan ve hızlı bir şekilde tedavi edilmediği takdirde öldürücü seyreden hastalıktır. Akut lenfoblastik lösemi (ALL) denen lenfosit kökenli formu %80 çocuklarda görülür. Buna karşılık akut miyelositer lösemilerin (AML) %90’ı erişkinlerde ortaya çıkar. Akut lösemiler FAB (French-American-British) sistemine göre sınıflanırlar. İlk saptanan fizik bulgular genellikle kansızlıkla (anemi) ilişkilidir. Hastalar halsizlik ve yorgunluktan yakınırlar. Kırmızı kan hücrelerinin yetersizliğine bağlı solukluk, çarpıntı; lökositlerin işlev yetersizliğine bağlı enfeksiyonlar ya da pıhtılaşma hücrelerinin (trombositler) eksikliğine bağlı kanama eğilimi ortaya çıkabilir. Hastalığın tanısı kan ve kemik iliği örneklerinin incelenmesi ile konur. Her iki tipte de tedavi genel olarak üç aşamada toplanır. İlk aşama hastalığın kontrole alınması için remisyon (indüksiyon) tedavisidir. Bu amaçla neredeyse çok ciddi bir kemik iliği baskılanmasına neden olacak yoğun kemoterapi uygulanır. Hastalık kontrolü sağlandığında, önceki tedavi deneyiminin ışığında pekiştirme (konsolidasyon) ve idame tedavisine geçilir. Bu tedavilerden yeterli yanıt alınamayan ya da yineleme görülen hastalarda allojenik (doku grubu tutan akrabalardan) ya da otolog (kendi kemik iliğinden) kök hücre tedavisi uygulanır. KRONİK LÖSEMİ NEDİR? Kronik miyelositer lösemi (KML), granülosit olarak adlandırılan akyuvar altgrubunun kanseridir, bu hastalıkta bu nedenle granülositlerin sayısı artar. KML en sık 40-50 yaşları arasında ortaya çıkar. Bütün lösemilerin %20-30’u KML’dir, çocuklarda nadir görülür. Normalde beyaz kan hücrelerinin sayısı 5-10 bin arası iken bu hastalıkta 50-200 bine ulaşabilir. Bu hastalıkta “Philadelphia kromozomu” olarak adlandırılan bir genetik değişiklik görülür ve hastalığın ortaya çıkmasından sorumludur. Hastalığın erken dönemlerinde hastaların genellikle şikayetleri yoktur, tanı kan testlerinde tesadüfen lökosit düzeyinin yüksek bulunması ile konur. Hastalığın ilerlemesi ile yorgunluk, ateş, gece terlemesi, kilo kaybı, dalak büyümesine bağlı şikayetler ortaya çıkar. Hastalığın tanısı hematoloji uzmanı tarafından konur. Kesin tanı Philadelphia kromozomunun görülmesi ile doğrulanır. Hastaların yaklaşık %90-95’inde Philadelphia kromozomu saptanır. KML enfeksiyonlar, kronik miyelomonositer lösemi gibi lökosit sayısının artmasına neden olan diğer hastalıklarla da karıştırılabilir. KML’de hastalar ilk tanı konulduğunda genellikle kronik fazdadırlar ve beyaz kürelerin sayısı çok yüksektir. Çok yüksek sayıda beyaz küre olduğunda hücre ayırıcı denilen aletlerle lökoferez denilen işlem yapılarak lökositler vücuttan uzaklaştırılır. Lökoferez gerekmeyen hastalarda yüksek lökosit sayısını düşürmek amacıyla ilaç tedavisi de yapılabilir. “Akselere” ya da “blastik” faz olarak adlandırılan dönemde ise yine ilaç tedavisi veya kök hücre tedavisi uygulanabilir. Kök hücre nakli kronik fazın ilk yılında yapılırsa en iyi sonuçlar alınmaktadır. Kronik lenfositik lösemi (KLL) bütün lösemilerin %25-30’unu oluşturur. Hastaların bir çoğunda belirti bulunmaz. Belirtiler ortaya çıktığında ise halsizlik, kilo kaybı, tekrarlayan enfeksiyonlar ve kanama görülür. Lenf düğümleri büyüyerek ele gelir. KML’de olduğu gibi dalak da büyüyebilir ve hastalarda karında dolgunluk hissine neden olur. KLL hastalarının üçte biri çok iyi seyreder, bu hastalarda KLL yaşamın seyrini etkilemez. İkinci üçte birlik grupta hastalık yavaş bir seyir gösterir. Buna karşılık diğer üçte birlik kesimde hastalığın seyri hızlıdır ve hastalar kısa sürede kaybedilir. Bu nedenle tedavide hastalığın seyri anlaşıldıktan sonra ancak gereken durumlarda ilaçlara başvurulur. Tedavi gerektiren durumlar kilo kaybı, ateş, gece terlemesi, halsizlik gibi hastalığın ilerlediğini gösteren belirtiler, kansızlık, kanama eğilimi, tekrarlayan enfeksiyonlar, lenf düğümlerinin, karaciğer ve dalağın ileri derecede büyümesidir. |
Kanser Çeşitleri
Kanserin Genel Olarak Tedavisi Kanser tanısı kesinleştirildikten ve gerekli tüm diğer araştırmalar tamamlandıktan sonra doktor hastaya bir sonraki adım konusunda önerilerde bulunur. Genellikle bu görüşmede kanser tedavileri öncelikli yer tutsa da, sağlık bakımına yönelik genel planlamada fiziksel belirtilerin, psikolojik olarak sağlıklı olmanın, aile ve diğer sosyal koşulların da dikkate alınması önem taşır. Kanserde üç ana tedavi türü vardır. ameliyat, radyoterapi ve ilaçlar. Genel olarak kanseri iyileştirmek açı.sından tek başına en etkili tedavi ameliyat olsa da, farklı kanser türle.rinde çok farklı tedaviler uygulanabi.lir. Hem radyoterapi hem de kemoterapi (ilaç tedavisi) çevredeki nor.mal dokulara hasar vermeden, kan.ser hücrelerini parçalayabilmektedir. Ancak bazı kanserler radyoterapiye ya da ilaçlara iyi yanıt vermez ve en iyi tedavi ameliyattır. Bazı kanserle rin ise ameliyatla çıkartılması güç ya da imkânsız olabilir ve bu kanserler başka tedavilere daha iyi yanıt verebilir. Kanser ameliyatla tedavi edilebiliyorsa, genellikle başka bir tedavi seçeneğini düşünmeye değmez. Ancak bazı kanser türlerinde (örn. baş ve boyun bölgesinde ya da serviksteki kanserlerde) radyoterapi eşit ölçüde ve hatta daha da etkili olabilir. Böyle durumlarda şekil bozukluğuna yol açmadığı, konuşma ya da yutkunma gibi önemli fonksi.yonları etkilemediği veya yalnızca daha basit olduğu için radyoterapi en iyi seçenek olabilir. Pek çok hastada tedavilerin birlikte kullanılması (kombinasyon tedavisi) tamamen iyileşme şansı verir. Bazı hastaların özellikle ameliyat ve yoğun ilaç tedavisi için hastane.ye yatırılması gerekebilir. Ancak pek çok hasta ayakta tedavi edilebilmektedir. Hastalar uygulanacak tedavi leri ve neden o tedavilerin önerildi.ğini bilmek ve anlamak ister. TEDAVİNİN AMACI Mümkün olan her durumda tedavinin amacı kanseri tamamen ortadan kaldırmaktır ve bu şimdi giderek daha çok sayıda kişi için gerçekçi bir beklentidir. Bunun bir nedeni kansere görece erken evrelerde tanı konulması, bir nedeni de tedavilerdeki gelişmelerdir. Kanser çıkış bölgesiyle sınırlı kaldıysa, sonuç genellikle mükemmeldir. Ne var ki, bazı kanserlerin ilk saptandıkları sırada zaten geniş ölçüde yayılmış olduğu açıkça görülürken, yalnızca bir bölgeyi etkilemiş gibi duran bazıları, aslında saptanamayan mikroskobik metastazlar oluşturarak yayılmıştır. Genellikle bu kanserlerde sonuç daha olumsuz olsa da, sayısı giderek artan bir azınlıkta iyileşme olasılığı vardır. Bunlar arasında Hodgkin hastalığı ve testis tümörleri gibi ilaç tedavisine çok iyi yanıt veren kanser tipleri ve başka kanserlerden mikroskobik olarak yayılan ve sıklıkla ilaç tedavilerine karşı duyarlı olan meme kanseri gibi kanser tipleri bulunur. Tamamen iyileştirmeyi hedefleyen tedavilere genellikle “radikal” adı verilir. Belirtilerin giderilmesini ya da yaşamın uzatılmasını hedefleyen tedaviler ise “palyatif (hafifletici) olarak tanımlanabilir. Kanser tedavileri genellikle mükemmel hafifleme sağlar. Bu şekilde kullanıldıklarında genellikle radikal tedavilere göre daha düşük yoğunlukta uygulanır ve bu nedenle hastalar tarafından çok daha iyi tolere edilirler. Tamamen iyileşme hedeflendiğinde, ciddi yan etki riski göze alınabilir. Ancak tamamen iyileşme olasılığı yoksa ve yan etkilerin hastalığa bağlı belirtiler kadar rahatsız edici olması çok mümkünse, güçlü tedavi uygulamanın pek anlamı yoktur. İşte bu nedenle tedavinin amacı daha başlangıçta açıkça ortaya konulmalıdır. Öte yandan bir tedavinin palyatif olması, kansere karşı güçlü etkide bulunmayacağını göstermez. Gerçekten de, palyatif tedaviler kanserin küçülmesini ve kontrol edilmesini sağlayarak, bazı hastaların yıllar boyunca normal bir yaşam sürmesine olanak tanır. Kanserde tedavi seçenekleri değerlendirilirken ya da tedavi uygulanırken, belirtilerin de dikkate alınması önem taşır. Tedavi bazı belirtiler üzerinde yeterince etki göstermeyebilir ya da yavaş etkide bulunabilir. Neyse ki, kanser tedavisine ek olarak ve kimi zaman da kanser tedavisi yerine kullanılabilecek ve belirtileri iyileştirmeyi sağlayan başka pek çok yöntem vardır. Genellikle oldukça basit yöntemlerle başarı sağlanabilse de, bazı hastaların daha fazla yardım ve desteğe gereksinimi olur. Hastanın aile doktoru, hastanede kanser tedavisinden sorumlu doktorlar ve hemşireler gereksinim duyulan desteği verebilecek kişilerdir, ancak bazı hastalarda belirtilerin daha uzmanlık gerektiren yöntemlerle giderilmesi gerekir. Palyatif tıp alanında uzmanlaşan doktor ve hemşirelerin sayısı giderek artmakta ve bu sağlık görevlileri evlerde, hastanelerde ya da bakımevlerinde hizmet vermektedir . Son yıllarda palyatif tıpta ve bakımevi benzeri kurumlardaki hizmetlerde yaşanan önemli gelişmeler, özellikle ileri evrede ya da tedavi edilmesi mümkün olmayan kanser vakalarında yaşam kalitesinin büyük ölçüde artmasını sağlamıştır. Ancak palyatif bakımın, bazı tedavi edilebilir kanser vakalarında da yararlı olabileceği unutulmamalıdır: rahatsızlık verici inatçı belirtileri olan tüm hastalar, bu belirtilerin nedeni ne olursa olsun, palyatif bakım olanağından yararlanabilmelidir. Doğru Tedavinin Seçilmesi Tedavinizi planlar ve tartışırken doktorunuz bunun sizin gereksinimlerinize en uygun tedavi olduğundan emin olmak ister. Kanserlerin mikroskop altındaki görünümleri, boyutları, yaygınlık dereceleri ve davranışları arasında çok büyük farklılıklar vardır. Ancak kanser tedavisinde yalnızca kanserin değil, hastanın da dikkate alınması gerekir. Kanserli hastaların hiçbiri fiziksel ya da psikolojik açıdan birbirinin aynı değildir. Hastanın özel sosyal koşulları da önemli olabilir. Tedavi konusunda karar vermeden önce pek çok konunun dikkate alınması gerekir. Yine de pek çok hasta, tedavinin oldukça tek tip olduğu belli sınıflara ayrılabilir. Son yıllarda tedavilerin daha çok standartlaştırılması hoşnutlukla karşılanmaktadır. Böylelikle hastalara, belli kanser tiplerinde uzman olanların görüş birliğiyle uygun kabul ettikleri tedavilerin verilmesi güvence altına alınmış olur. Uzmanlar sık sık bir araya gelip son araştırma bulgularını tartışarak “fikir birliği geliştirme toplantıları” düzenlemektedir. Bunun sonucunda, belirli kanser tipleri için en iyi tedavi yaklaşımlarını tanımlamaya çalışan kılavuzlar yayınlanmaktadır; bu kılavuzlar, sağlık bakım kalitesinde istenmeyen farklılıkların ortadan kaldırılmasında önemli rol oynamaktadır. Tüm kanser tedavilerinde yan etkiler vardır. Küçük ameliyatların, düşük dozlu radyoterapilerin ve herhangi bir ciddi rahatsızlığa yol açmayan bazı ilaçların yan etkileri azdır. Radyoterapi ya da kemoterapi kürleri sırasında işe devam edebilir ve normal ya da normale yakın bir yaşam sürdürebilirsiniz. Yelpazenin öbür ucunda ise büyük ameliyatlar, son derece yoğun radyoterapi veya ilaç tedavileri vardır ve bunlar kişilerin hastalanmasına yol açabilir, hatta küçük de olsa bir ölüm riski taşıyabilir. Size önerilen tedavi büyük ölçüde kanserinizin özelliklerine, konumuna ve yaygınlığına bağlı olsa da, tek tek hastalarda tedavinin yaratacağı risk ve potansiyel yararların dikkatle değerlendirilmesi önem taşır. Başka açılardan sağlıklıysanız ve kendinizi güçlü hissediyorsanız iyileşme şansını artıran, ancak rahatsız edici yan etkileri olan bir tedaviyi kabul edebilirsiniz. Gerçekten de, son derece ciddi tümörleri bulunan hastaların büyük bir kısmı, yalnızca küçük bir iyileşme şansı yakalamak ya da iyileşme şansını biraz artırmak için, hiç hoş olmayan tedavilere katlanmaya hazırdır. Ancak gerçekçi açıdan bakıldığında iyileşme şansı olmayan bazı kanserlerde, palyatif tedavinin olası avantaj ve dezavantajlarının dikkate alınması gerekecektir. Yaşınız ve genel sağlık durumunuz önemli etmenler olabilir; başka açılardan sağlıklı olan bir hastanın, görece sağlıksız bir hastayla karşılaştırıldığında tedaviyle baş edebilme olasılığı daha yüksektir. Şaşırtıcı gibi de görünse, bazı hastalarda en iyi seçenek özel olarak onlarda bulunan kanser tipini hedefleyen bir tedavi uygulamamaktır. Kimi zaman bu seçim var olan tedavilerin bazı kanserlerde etkili olmaması ya da yarardan çok zarar verecek olmasına dayanır. Başka durumlarda ise, yıllarca çok az büyüyen ya da hiç büyümeyen ve yaşam kalitesi ve süresi üzerinde hemen hiç etkide bulunmayan bir kanser bulunduğundan tedavi uygulanmaz. TEDAVİLERİN BİRLİKTE KULLANILMASI (KOMBİNE EDİLMESİ) Son yıllarda kanserde daha iyi sonuçlar alınmasının bir nedeni de farklı tedavi türlerinin dikkatli bir biçimde birlikte kullanılmasıdır. Özellikle, ameliyatla tamamen çıkartılmayan mikroskobik kanser kalıntılarının yok edilmesi amacıyla, ameliyata ek olarak ilaç tedavisi ve radyoterapi daha sık kullanılmaktadır. Ameliyatın kanseri tamamen temizlemeyi başaramaması, ameliyat bölgesinde kanser hücreleri kalmasından ya da metastazlardan kaynaklanır. Geri kalan kanser yalnızca mikroskobik boyutlardaysa, radyoterapi ya da ilaçlarla veya her ikisiyle birlikte tamamen ortadan kaldırılması olasılığı oldukça yüksektir. Bölgesel bir tedavi olan radyoterapinin etkisi de bölgeseldir; buna karşın, ilaçlar tüm vücudumuzda etki gösterir. Esas tedavi türünün radyoterapi olduğu bazı kanserlerde, sıklıkla aynı anda uygulanan ilaç tedavisi de yarar sağlar. Radyoterapi ya da kemoterapinin bu biçimde uygulanmasına “adjuvan” (yardımcı) tedavi adı verilmektedir. Kimi zaman bu tedavi ameliyattan önce uygulanır ve bazen amaç ameliyatı mümkün kılmak ya da kolaylaştırmaktır. Örneğin oldukça büyük boyutlu meme tümörü olan kadınlarda cerrahın tüm memeyi almasına gerek kalmaması için, ameliyat öncesinde tümörü yeterince küçülten ilaçlar verilebilir. Benzer şekilde ameliyat öncesinde bir kür radyoterapi, normal koşullarda ameliyata uygun olmayan büyük bir rektum kanserinin çıkartılması olanağı sağlar. |
Kanser Çeşitleri
Kanser Hizmetlerinin Düzenlenmesi Özellikle ameliyat ya da kemoterapi uygulanacaksa, tedavi, bölgedeki bir hastanenin kanser biriminde gerçekleştirilebilir. Ancak radyoterapi, daha uzmanlık gerektiren bir ameliyat ya da yoğun kemoterapi uygulanacaksa bu girişimleri uygulayabilecek üniversite hastaneleri ile kanser merkezlerine gitmek gerekir. Modern radyoterapi için son derece pahalı aygıtlar kullanılmakta ve özel eğitimli personel görev yapmaktadır; bu nedenle kanser merkezlerinin büyük kasaba ya da kentlerde toplanması mantıklıdır. Bazı ameliyatlar ve ilaç tedavileri için de aynı ölçüde özel tekniklere ve deneyime gereksinim vardır. Bu nedenle tedavi için uzak mesafeler katetmek zorunda kalabilirsiniz, ama yine de buna değer. Hastalığınız konusunda uzman birilerinin bakımınızı üstlendiğini bilmek (özellikle de sizde az rastlanan türde bir kanser varsa) güven vericidir. Gözetim altında ya da belirli kanserlerin tedavisinde uzmanlaşmış doktorlar tarafından uygulanan tedavilerin daha başarılı olabileceğini düşündüren oldukça sağlam kanıtlar vardır. Günümüzde kanserler için uygulanan ameliyatların çoğu, bu alanda uzmanlaşmış cerrahlar tarafından yapılmaktadır. Aynı durum kanser hastalarının tedavisinde yer alan ve cerrah olmayan doktorlar ve diğer personel için de geçerlidir. Hastanedeki uzmanlar Cerrahların dışında, genellikle aşağıdaki uzman doktorlar da kanserli hastaların tedavisinde görev alır. •Onkologlar: Kanserde radyoterapi ya da ilaç tedavisi konusunda uzmanlaşmış olan doktorlardır. Klinik onkologlar hem radyoterapi hem de ilaç tedavileri konusunda uzmanlaşırken, medikal onkologlar yalnızca ilaç tedavisi konusunda uzmandır. •Hematologlar: Kan hastalıkları konusunda uzman olan ve lösemi, olasılıkla da lenfoma ya da miyelom tedavisini üstlenirler. •Palyatif bakım uzmanı: Özellikle daha ileri evredeki kanserlerden kaynaklanan belirtilerin kontrol altında tutulması konusunda uzmanlaşmış doktordur. Genellikle en iyi tedaviye karar vermek için iki ya da daha fazla uzman birlikte çalışır. Uzmanların her hastayı ayrı ayrı tartışmak için düzenli toplantılar yapmaları artık gündelik bir uygulamadır. Bu “multidisipliner” yaklaşım genellikle farklı uzmanlık dallarından doktorları ve başta uzman hemşireler olmak üzere diğer sağlık görevlilerini de içerir; böylelikle hastaların genel bakım standardının yüksek olması güvence altına alınır. İdeal koşullarda, kanser nedeniyle ameliyat edilecek çoğu hastada bir onkologdan görüş alınmalıdır. Size önerilmediyse bile, böyle bir talepte bulunabilrsiniz. Genellikle kanserli hastaların tedavisini yukarıda tanımlanan uzmanlardan bir ya da daha fazlası üstlense de, başka uzmanlar da tedavide rol alır. Patologlar: Dokuları mikroskop altında inceleyerek, kanser tanısını doğrulayan ve sınıflandıran doktorlardır. •Radyologlar: Röntgenleri ve tarama görüntülemelerini yaptırır ve yorumlar. Kimi zaman, röntgen ya da tarama görüntülemesi sırasında yapılması gereken bazı özel cerrahi biyopsileri ya da tedavileri uygulayabilir. Yardımcı görevliler •Radyoterapi teknisyenleri: Bu teknisyenler onkologların uygulanmasını istedikleri radyoterapiyi verme konusunda özel eğitim almışlardır. Onkoloji alanında geniş bir eğitim görürler ve sıklıkla bazı destekleyici bakım hizmetleri de sunarlar veya düzenlerler. Bunun dışında tedaviden sonra rehabilitasyon aşamasında fizyoterapist, meslek terapisti ve diyetisyen gibi başka sağlık çalışanlarıyla da bağlantınız olabilir. Hastanelerdeki tıbbi sosyal yardım görevlileri maddi olanaksızlık durumunda neler yapabileceğiniz ve nereye başvurabileceğiniz konusunda size yardımcı olacaktır. Doktorlarla Iletîşîm Durumunuzu görüşmek üzere bir doktora gitmek zorunda kaldığınızda gergin ve kendinize güvensiz olabilirsiniz; ancak dinlemeniz kadar konuşmanız da önemlidir. Ne yazık ki iş yükü nedeniyle uzmanlar hastalarına istedikleri kadar zaman ayıramıyor, bu nedenle elinizdeki zamanı en iyi biçimde kullanmanız gerekir. Uzmanınız genellikle o anki belirtiler, genel sağlık durumunuz, geçmişteki tıbbi öykünüz ve kanser veya tedavisiyle ilgili özel kaygılarınız konusunda bilgi edinmek isteyecektir. Hastalığınızla ilgili psikolojik ve sosyal kaygılarınızı da dile getirmelisiniz. Uzmanın sizinle ilgili güncel bilgilere sahip olabilmesi için, aldığınız ilaçların paketlerini ya da şişelerini yanınızda getirmeniz iyi olur. Daha önce açıklandığı gibi, tedavize ilişkin kararlar size özgü olacak ve doktorunuz belirli bir öneride bulunmadan önce duygularınızı öğrenmek isteyecektir. İlk ya da başlangıçtaki görüşmeler büyük önem taşır, çünkü bu görüşmelerde testler ve sonuçları, tanı ve tedavi tartışılır. Bu aşamada aklınıza gelen her soruyu sormalı ve tüm kaygılarınızı açıklamalısınız. Sormak istediğiniz soruları unutmamanız için önceden bir kâğıda da yazabilirsiniz. Doktorunuzun söylediklerini anlamadığınızda, açıklama istemekten çekinmeyin. Hastaların ne kadarını bilmek istedikleri ve karar verme sürecine ne ölçüde katılmak istedikleri noktasında farklılıklar vardır. Bir hasta herhangi bir ayrıntılı soru sormaksızın açıklamaları ve tedavi konusundaki önerileri güvenle kabul ederken, bir diğeri daha katılımcı olmak ister. Doktorunuz önerilen tedaviyi, başarı olasılığını, olası yan etkileri ile iş ve yaşamınız üzerinde beklenen etkileri size açıklamaktan mutluluk duyacaktır. Bazıları uzun vadede sonucun ne olacağını o sırada öğrenmemeyi tercih ederken, bazıları daha baştan ayrıntılı istatistiksel bilgiler ister. Her hasta farklıdır. Doktorlar bunu bilir ve çoğu, kişisel gereksinimlerinize göre davranmaya çalışır; ama bilmek istediğiniz şeyleri ve bazen de bilmek istemediklerinizi açıkça ortaya koymadığınız sürece bunu yapamazlar. Görüşme sırasında bir uzman doktorun söylediği her şeyi aklınızda tutamayabilirsiniz. Bu nedenle yanınızda bir yakınınızı bulundurmanız yararlı olabilir; iki hafıza, birden iyidir. Önemli soru ya da kaygıları daha görüşmenin başında dile getirmeniz iyi olur. Bazı hastalar kısa notlar alma yoluna da gidebilir. Bazı hastalar ise konuşmayı kaydetmek ister; ancak bazı doktorlar bunu doğal iletişimi bozan bir etmen olarak algıladıklarından, kayıt için önceden izin almalısınız. Tedavinin seyrine ilişkin raporların anlaşılması Tedavinizin gidişini öğrenmek için doktorunuzla görüşüyorsanız, durumu tanımlamakta sıkça kullanılan bazı sözcükleri bilmenizde yarar vardır. •Yanıt: “Yanıt” terimi tedavi sıra.sında ya da sonrasında kanserin küçülmesini tanımlamak için kullanılır. Bu tanımı kullanabilmek için genellikle kanserde belirgin küçülme olması gerekir. Vücutta hiç kanser belirtisi kalmadıysa buna tam yanıt adı verilir; yanıt kısmi de olabilir. •Remisyon (gerileme): “Remisyon” tanımı kanserin büyük oranda azaldığı, aktif görünmediği, ancak tamamen de yok olmadığı durumlarda kullanılır. Remisyon genellikle tedavinin sonucu olsa da, bazı kanserler kimi zaman kendiliklerinden gerileyebilir. Yineleme ya da nüks (rekürans, rölaps): Daha önce başarılı biçimde kontrol altına alınmış kanserin yeniden ortaya çıkmasını tanımlayan terimlerdir. Yineleme ilk tümör bölgesinde olmuşsa “yerel” (lokal), metastazlara bağlı ise “uzak” olarak tanımlanır. Nükslerden sonra, özellikle iyileşme şansının hâlâ sürdüğü düşünülen durumlarda kansere karşı yeniden tedavi uygulanması sıklıkla önerilir, ancak kimi zaman bu yaklaşım hasta için en iyisi değildir. Bu konudaki karar büyük ölçüde hastanın özgül koşullarına bağlıdır. İkinci görüş Her zaman başka bir uzmandan ikinci görüş alma hakkına sahipsiniz. Kanserli hastaların tedavisiyle ilgilenen uzmanlar, hastanın ikinci bir görüşe niçin gerek duyabileceğini çok iyi anlar ve bu konuda sizi teşvik edebilir. Bazen, özellikle karmaşık ya da güç vakalarda, uzmanın kendisi ikinci bir görüş alınmasını önerebilir. Özellikle acil tedaviye gerek olan durumlarda, ikinci görüşün kısa sürede bildirilmesi önemlidir. İkinci görüşün uygun deneyim ve uzmanlığa sahip olan ve hasta hakkında gerekli tüm bilgilerin iletildiği birisinden alınması da önemlidir. Ancak ikinci görüşün birincisinden farklı olması, ikincinin daha iyi olduğu anl..... gelmez. Tedavi için onay Birçok kanser tedavisi türünden önce genellikle hastadan bir onay belgesi imzalaması istenir. Bu onay, size tedavinin olası riskleri konusunda gerekli tüm bilgilerin sözlü ya da yazılı olarak verilmesini de zorunlu kılar. Onay belgelerinin bir amacı hastaların riskleri bilmeden tedaviye başlamasına engel olmak, diğeri de uygun tedaviye rağmen yolunda gitmeyen şeyler olduğunda, hastaneyi dava edilmekten korumaktır. Hastalar, tüm tıbbi tedavilerin bazı kişilerde yan etkilere yol açabileceğini akılda tutmalıdır. Ciddi yan etki oluşma olasılığının genellikle çok düşük olduğunu anlamadan, elinize olası yan etkilerle ilgili bir liste verildiğinde kaygılanabilirsiniz. Ne var ki, bazı kanser tedavileri diğerlerinden çok daha güçlüdür ve zarara yol açma olasılıkları daha yüksektir. Bu nedenle bazı hastalarda doktorlarının yardım ve önerileriyle, tedavinin görece yarar ve risklerinin (risk:yarar oranı) tartışılması iyi olur. Kanser tedavilerinin büyük bölümünde bu oran hasta lehinedir; yine de belli koşullarda yarardan çok zarar verme olasılığı daha yüksek olan bazı tedaviler bulunduğu da kuşkusuzdur. Herhangi bir tedavi için evet demeden önce, olası risk ve yararlar konusunda olabildiğince gerçekçi bilgiler edinmiş olmanız büyük önem taşır. |
Kanser Çeşitleri
Prostat kanserinde genetik etkisi Amerikalı ve İsveçli araştırmacılar, prostat kanserinin kalıtımsal eğilimini açıkça artıran çeşitli genetik farklılıkları ortaya çıkardı. New England Journal of Medicine dergisinde yayımlanan araştırmaya göre, prostat kanserine yakalanan erkeklerin 8 ve 17 numaralı kromozomlarının 5 değişik bölgesinde 16 genetik farklılık saptandı. İsveç'te 2893 prostat kanseri hastası ile bu kanser türüne yakalanmayan 1781 erkeğin kan örnekleri tahlil edildiğinde, genetik farklılıkların, incelenen gruptaki kanser vakalarının yaklaşık yarısından sorumlu olabileceği sonucuna varıldı. Araştırmaları sonucu, genetik farklılıkların sayısı arttıkça riskin de arttığını düşünen hekimler, incelenen grupta genetik farklılıkların sayısı 4 veya 5 olan erkeklerde prostat kanseri gelişme riskinin 4,5 kat arttığını belirledi. Hekimler, deneklerde bu genetik farklılıklardan başka, baba, amca ve dede gibi aile bireylerinde prostat kanserine yakalanan varsa, kanser olasılığının da, ailelerinde böyle bir geçmişleri olmayanlara göre, 9,5 kat olduğunu saptadı. Bununla birlikte hekimler, belirledikleri genetik farklılıkların tümörün büyüme oranını önceden kestirmeye olanak tanımadığını bildirdi. Meme Kanseri Hakkında Sık Sorulanlar Genç kadınlar, memenin vücutlarının saklı ve gizemli bir parçası olduğuna inandırılarak yetiştirilirler. Görülmesinin, dokunulmasının ve hakkında açıktan konuşulmasının toplumsal bir tabu olduğu kabul edilir. Erginliğe ulaşıldığında farklı bir duygu da birlikte gelişerek meme, kadınlığın sembolü durumuna gelir. Bebek için beslenme, karşı cins için cinsellik işlevi kazanır. Taşıdığı gizem ve sembollerin yanında memenin diğer bir özelliği de, kadın sağlığı ile olan ilişkisidir. Meme ve sağlık arasındaki bu ilişki yeterince vurgulanmadığı için, herhangi bir meme hastalığı karşısında kadın, büyük bir şaşkınlık ve korkuya uğramaktadır. Gelişmiş ülkelerde, kadınların hekime baş vurmalarının başlıca nedenlerinden biri, meme ile ilgili yakınmalardır. Tüm yaşamı boyunca kadının memesinde bir sertlik fark etmesi, yada ağrı gelişmesi sık rastlanan bir yakınmadır. Memede fark edilen sertliklerin, kitlelerin ve değişikliklerin büyük bir çoğunluğu kanser değildir. Eğer kanserse bile, erken tanınabilirse, tedavisi mümkündür. KANSER NEDİR ? Anneden gelen yumurta ve babadan gelen spermin birleşmesi ile annenin ve babanın genetik bilgilerin taşıyan tek bir hücre meydana gelir. Bu genetik bilgiye DNA adını veriyoruz. Bu tek hücre, DNA kontrolünde çoğalarak 100 trilyon sayısına ulaşınca erişkin bir oluşur. Bütün hücreler görevlerini DNA kontrolünde yerine getirir. Hücreler bazı zamanlarda organizmanın ihtiyacını karşılamak üzere çoğalırlar. Bu çoğalma yine DNA kontrolündedir. Bazen çeşitli nedenler ile DNA üzerinde bazı değişiklikler meydana gelir. İşte hücrelerin çoğalmasını kontrol eden bölüm değişirse, hücrelerin çoğalmalarını kontrol eden mekanizma ortadan kalkar. Bunun sonucu hücrelerde kontrolsüz aşırı bir çoğalma başlar. Kontrol ortadan kalktığı için organizmanın sadece belirli bir organında çoğalması gereken hücreler, kan ,lenf veya komşuluk yolu ile organizmanın diğer yerlerine gider ve orada da çoğalmaya başlar. İşte, kontrol dışı çoğalmaya başlayan bu hücrelere kanser hücreleri, oluşturdukları klinik tabloya da kanser hastalığı denir. MEME KANSERİ NEDİR ? Meme, süt bezleri ve burada üretilen sütü meme başına taşıyan kanallardan oluşur. Bu süt bezleri ve kanalları döşeyen hücrelerin, yukarıda tanımladığımız şekilde, kontrol dışı olarak çoğalmaları ve vücudun çeşitli yerlerine giderek çoğalmaya devam etmelerine meme kanseri denir. MEME KANSERİ RİSK FAKTÖRLERİ NEDİR ? Bazı özellikleri taşıyan kadınlarda, meme kanserinin daha sık görüldüğünü biliyoruz. Bu özelliklere risk faktörleri diyoruz. Bu risk faktörlerini taşıyan kişilerin mutlaka meme kanserine yakalanacakları söylenemez. Sadece, bu faktörleri taşımayanlara göre, daha fazla meme kanserine yakalanma olasılıkları olduğunu biliyoruz. Bu faktörleri taşımayan kişiler de meme kanserine yakalanabilirler. Meme kanserine yakalanan kadınların yarısı, bu risk faktörlerini hiç taşımamaktadır. Bu nedenle, risk faktörlerinin taşımayan kişiler de olağan kontrollerini yaptırmalıdırlar. Meme kanserine yakalanma riskini artıran faktörleri kısaca şu şekilde sayabiliriz; Yaş: İleri yaş önemli bir risk faktörüdür. Yeni meme kanseri tanısı konan kadınların % 70'i, 50 yaş üzerindedir. Diğer bir deyimle, yaşı 50 yaş üzerinde olan kadınlarda meme kanseri görülme sıklığı, yaşı 50 yaşın altında olan kadınlardan 4 kat daha fazladır. Bu nedenle, 50 yaş üzerindeki her kadın, mutlaka yılda bir defa hekime baş vurarak muayene olmalı ve mamografi dediğimiz meme filmini çektirmelidir. Kişisel meme kanseri hikayesi: Daha önce meme kanseri geçirmiş ve tedavi olmuş kadınlarda, diğer memede kansere gelişme olasılığı normal kadınlara göre 3-4 kat daha fazladır. Ailede meme kanseri hikayesi: Aile yakınları arasında meme kanserine yakalanmış kadınların, meme kanserine yakalanma olasılığı, diğer kadınlara göre daha fazladır. Örneğin, kız kardeşi veya annesi meme kanserine yakalanan bir kadının, meme kanserine yakalanma riski, diğer kadınlardan 2- 5 kat daha fazladır. Bu kadınlar daha sık ve dikkatli izlenmelidir. Bu şekilde sorunları olan kadınlar, meme kanseri genetik danışmanlığının yapıldığı kliniklere baş vurarak risklerini hesaplattırmaları gerekir. Eğer aile geçiş riski yüksek bulunursa, genetik testi yaptırmalıdırlar. Vakfımız polikliniğinde bu hizmet verilmektedir. Daha önce meme biopsisi yapılmış olması: Memede bir kitle nedeni ile biopsi yapılmış ve iyi huylu bir tümör saptanmış olabilir. Bazı kanser olmayan iyi huylu tümörlerin bulunması, kanser gelişme riskini değişik oranlarda artırabilmektedir. Bu, tümörün hücresel yapısına göre değişir. Örneğin, yapılan bir biopside, çıkartılan kitlenin patolojik incelemesi sonucu atipik hiperplazi tanısı konmuş kadınlarda ( bu tamamen iyi huylu bir tümördür), meme kanseri gelişme oranı normal kadınlara göre daha fazladır. Fertil çağ süresi: Adet görmeye erken başlanması, menepoza geç girilmesi, fertil cağı uzatmaktadır. Bu sırada kadın daha uzun süre östrojen hormonu etkisi altında kalmakta, meme kanseri gelişme riski artmaktadır. Erken menopoza giren kadınlarda hormon tedavisi yapılmıyor ise, meme kanseri riski önemli ölçüde azalmaktadır. Elli yaşından sonra adet görmeye devam eden kadınlarda, meme kanserine yakalanma riski az da olsa artmaktadır. Doğurganlık hikayesi: İlk çocuğu doğurma yaşı önemlidir. İlk çocuğunu 30 yaşından sonra doğuran kadınlarda meme kanseri görülme oranı 20 yaşından önce doğuranlara göre 2 kat fazladır. Hiç çocuk doğurmayan kadınlarda risk hafif yükselmektedir Sosyoekonomik seviyenin yüksekliği: Varlıklı, sosyoekonomik düzeyi yüksek olan kadınlarda, meme kanseri görülme oranı daha fazladır. Bu ailelerin kızları daha iyi beslendikleri için daha erken gelişmekte ve erken yaşta adet görmeye başlamaktadır. Ayrıca bu çocuklar büyüdükleri zaman eğitim ve iş nedeni ile daha geç evlenmekte ve daha geç çocuk sahibi olmaktadırlar. Bu nedenlere bağlı olarak fertil çağın erken başlaması, geç doğurma gibi nedenler sebep olarak sayılabilir. Ayrıca bunların dışında başka faktörler de rol almaktadır. Östrojen hormonu tedavisi görenler: Menopoz nedeni ile uzun süre östrojen tedavisi ( 10 yıldan fazla) gören kadınlarda, meme kanseri oranı artmaktadır. Fakat, hormon tedavisi almayan kadınlarda da, kalp hastalıklarında ve osteoporoz gibi sorunlarda artış ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle, menopoz yakınmalarının azaltılması amacı ile, östrojen verilmesi önerilebilir fakat, mutlaka bir hekim kontrolu altında yapılmalıdır. Doğum kontrol hapı kullanılması: Bu konuda farklı görüşler olmakla birlikte hafif bir risk artışı olduğu ileri sürülmektedir. On yıl önce doğum kontrol hapını bırakmış olan kadınlarda ise, bu risk tamamen ortadan kalkmaktadır. Alkol kullanılması: Fazla alkol alan kadınlarda, almayan kadınlara göre risk nispeten artmaktadır. Günde 3 bardak yüksek dereceli alkol içen bir kadının meme kanserine yakalanma riski, hiç içmeyen kadına göre 2 kat daha fazladır. Alkol alımının günde bir kadeh ile sınırlandırılması önerilmektedir. Sigara: Sigaranın kesin bir etkisi gösterilememiştir. Fakat, genel sağlığı etkilediğinden dolayı bırakılması önerilmektedir. ?işmanlık ve yağlı beslenme: Bazı çalışmalarda şişmanlığın, özellikle 50 yaş üzerindeki kadınlarda meme kanserine yakalanma riskini artırdığı gözlenmiştir. Özellikle, doymuş yağların fazla bulunduğu yağlı et gibi yemekler ve yağlı süt ürünlerinin fazla alınmasının bu riski artırdığı ileri sürülmüştür. MEME KANSERİ RİSKİ AZALTILABİLİR Mİ ? Egzersiz: Yoğun egzersiz ve jimnastik yapan kadınlarda meme kanseri riskinin azaldığı gözlenmiştir. Bu nedenle, tüm kadınlara önerilmektedir. Beslenme:Meme kanseri ile beslenmenin önemli ilişkisi vardır. Sebze ve meyveden zengin beslenme, ağır yağlı yiyeceklerden uzak durulması önerilmektedir. Günlük gıda alımına C vitamini, betakaroten gibi antioksidanların eklenmesinin koruyucu etkisi olduğu ileri sürülmektedir. Kısaca, şişmanlığın azaltılması, alkol alınıyorsa bırakılması. Hafif egzersiz yapılması (haftada 4 saat tempolu yürüyüş), Sebze ve meyvenin bol tüketilmesi, gibi basit önlemler ile meme kanseri riski % 30-40 oranında azaltılabilmektedir. |
Kanser Çeşitleri
MEME KANSERİ ÖNLENEBİLİR Mİ ? Henüz meme kanserini kesin önleyen bir yöntem henüz yoktur. Günümüzde bilinen tek yöntem, erken tanıdır. Erken tanı sayesinde, meme kanserinin getirdiği sorunlar büyük oranda çözülebilmektedir. Bu sayede hastalığın toplumda yaptığı hasar en aza indirilebilir, yaşam süresi ve kalitesi önemli ölçüde arttırılabilir. Erken teşhis için bilinen en iyi ve etkili çözüm, kadınların risk durumlarına göre belirlenmiş olan muayene ve tetkik protokollarının uygulamasıdır. MEME KANSERİ NASIL ERKEN TESPİT EDİLEBİLİR ? Meme kanserinde erken teşhis yöntemleri, hastanın taşıdığı risk faktörlerine göre değişmektedir. Bu risk faktörlerinin arasında en başta yaş gelmektedir. Daha genç yaşlarda ortaya çıkabilmesine rağmen, ilerleyen yaş gruplarında bu risk artmaktadır. Bu nedenle ilerleyen yaş gruplarında erken teşhis için alınması gereken önlemler, daha erken yaş gruplarına göre farklılık göstermektedir. Yirmi yaş üzerindeki kadınlar, her ayın belirli bir döneminde kendi kendilerini muayene etmelidirler. Bu muayene sırasında meme dokusunda farklılık olup olmadığı araştırılır. Eğer bir değişiklik tespit edilirse derhal bir hekime baş vurulmalıdır. Bir değişiklik saptanmasa bile, üç yılda bir kez hekim tarafından muayene edilmelidirler. Kırk yaşına gelen kadınların, kendi yaptıkları periyodik muayeneye ek olarak her yıl bir kez hekim tarafından muayene edilmeleri gereklidir. Ayrıca her yıl veya iki yıl ara ile mamogrofiyi çektirmeleri gereklidir. Elli yaşından sonra, kadınlar kendilerinin periyodik muayenelerine ve her yıl bir defa hekim muayenesine devam etmeli ve mamografi dediğimiz meme filmini her yıl çektirmelidir. KADINLAR KENDİLERİNİ NASIL MUAYENE ETMELİDİR ? Erken teşhis için her kadının ayın belirli bir günü kendisini muayene etmesi gerekir. Her ay kendisini düzenli olarak kendisini muayene eden bir kadın, memesinde ortaya çıkan bir kitleyi çok daha erken fark eder. Kadınlara kendilerini muayene etmesini öğreten çeşitli kitap ve broşürler var. Fakat bu çoğunlukla yetersiz kalmaktadır. Meme muayenesini öğreten silikon meme kiti ve video filmleri bulunmaktadır. Vakfımızda meme muayenesi eğitimi, bu araçlar ile seminerler şeklinde verilmektedir. MUAYENE SIRASINDA FARK EDİLEBİLECEK DEĞİŞİKLİKLER NELERDİR? Aşağıda değişiklikler fark edildiğinde, gecikmeden bir hekime baş vurulmalıdır: Memede iki haftadan uzun süre ele gelen sertlik veya kitle, Meme derisinde kalınlaşma, şişme, renk değişikliği, Meme başında kalınlaşma, kızarıklık veya yara olması, Memede veya meme başında içeri doğru çekinti olması, Memenin şeklinde değişiklik, Meme başlarının pozisyonlarında değişiklik, Meme başında ortaya çıkan akıntı. MAMOGRAFİ NEDİR ? Mamografi, düşük dozda çekilen bir meme rontgen filmidir. Memede, muayene ile saptanamayacak kadar küçük anormalliklerin tespit edilmesi amacı ile çekilir. Mamografinin gerçek değeri budur. Çünkü, bu sayede, hastalık muayene ile tespit edilebilecek safhadan önce saptanır. Bu nedenle kesin hayat kurtarıcıdır. Kırk yaşını geçen kadınlar her yıl veya iki yılda bir mamografi çektirmeli ve her yıl uzman bir hekime meme muayenesi olmalıdır. Elli yaşını geçen kadınlar ise her yıl mamografi çektirmeli ve hekime muayene olmalıdır. MAMOGRAFİ NE ZAMAN ÇEKTİRİLİR ? Mamografi çekilirken meme, iki tabaka arasında birkaç saniye hafifçe sıkıştırılır. Bu nedenle memelerin en az hassas olduğu zamanda mamografi çekilmesi, özellikle memeleri hassas kadınlara önerilmektedir. Adet bitimini takip eden hafta, memelerin hassasiyetinin en az olduğu zamandır. Ayrıca adet bitimini takip eden hafta, hormonal nedenlerle memelerin şişliği en alt düzeydedir ve bu sırada daha iyi sonuçlar alınmaktadır. Bu sebeplerden dolayı herhangi özel bir durum olmadıkça, mamografi çekiminin, adetin bitimini takip eden haftada yapılması önerilmektedir. MAMOGRAFİ ÇEKTİRMEYE GİDERKEN NELERE DİKKAT ETMELİ ? Mamografi çekilirken belden yukarısı çıplaktır. Bu nedenle çekime gelirken iki parça elbise giyilmesi önerilir. Bu sayede çekim sırasında belden üstü kolaylıkla çıkartılabilir. Filmi etkileyebileceğinden, koltuk altlarına deodorant, talk pudrası, losyon gibi şeyler sürülmemelidir. MEMEDE BİR KİTLE TESPİT EDİLDİĞİNDE NE YAPILMALI? Memede bir kitle tespit edilince bunun kanser mi, yoksa başka bir hastalık mı olduğu araştırılmalıdır. ?unu önemle vurgulamak gerekir ki, memede saptanan her kitle kanser değildir. Bu nedenle, memede şüpheli bir kitle saptanınca, hemen korkup telaşlanmaya ve paniğe kapılmaya gerek yoktur. Memede bir kitle saptandığında, bir hekime başvurarak daha ileri tetkiklerin yapılması gereklidir. MEME KANSERİ NASIL TEDAVİ EDİLİR ? Son yıllarda meme kanseri tedavisinde oldukça önemli gelişmeler olmuştur. Bir çok tedavi olanakları ortaya çıkmıştır. Bu olanaklar, önemli ölçüde, hastalığın saptandığı safhaya göre değişir. Hastalık ne kadar erken safhada saptanırsa tedavi olanağı ve seçeneği o kadar fazla olmaktadır. Meme kanseri tedavisi, günümüzde, uzmanlardan oluşan ekiplerce yapılmaktadır. Böyle bir ekip içinde cerrah, onkolog, radyasyon onkoloğu, radyolog, patolog, psikolog, plastik cerrah, fizyoterapist gibi, tıbbın değişik dallarından bir araya gelmiş ve özellikle çalışma alanları meme kanseri üzerinde yoğunlaşmış hekimler bulunur. MEME AMELİYATLARI NELERDİR ? Günümüzde meme kanserinin tedavisinde, cerrahi girişimin birkaç farklı uygulaması vardır. Bu uygulamalar temel olarak, memenin alınmadan korunmasına yönelik olanlar ve memenin tümünün çıkartılmasına yönelik olanlar olarak iki ana gruba ayrılmaktadır. Bunlara ek olarak da, alınan memenin yerine, plastik cerrahi teknikler ile yeniden meme rekonstrüksiyonu yapılması ameliyatları vardır KEMOTERAPİ NEDİR ? Kanser hücrelerini öldürücü ilaçlarla yapılan tedavidir. Bu ilaçlar ağızdan veya damardan verildikten sonra tüm vücuda yayılır. Genellikle, aynı anda birkaç ilaç birlikte verildiğinde daha etkili olduklarından, değişik kombinasyonlar halinde verilirler. Kemoterapi, belirli bir süre verilir ve sonra ara verilir. Bu aralarda hastanın kendisini toparlaması sağlanır. Daha sonra tekrar bir süre ilaç verildikten sonra ara verilir. Bazı olgularda lokal olarak yapılan cerrahi tedaviye ek olarak, ilaç tedavisi de eklemek gerekebilir. Hastalarda cerrahi tedavi sonrası yapılan tetkiklerde, herhangi bir bölgede kanser kalmamış olsa bile, koruyucu önlem olarak bir süre ilaç tedavisi yapılabilir. Bu tedaviye adjuan kemoterapi denir. HORMON TEDAVİSİ NEDİR ? Bazı meme kanseri hücreleri, içerdikleri hormon reseptörleri (algılayıcıları) aracılığı ile dişilik hormonu olan östrojene duyarlı olabilir. Yani, östrojen hormonu bu kanser hücrelerinin büyümelerine ve artmalarına neden olabilir. Hormon tedavisinde amaç, bu şekilde östrojen reseptörü içeren ve bu hormona duyarlı olan kanser tiplerinde, östrojen etkisinin ortadan kaldırarak kanserin gelişmesinin önlenmesidir. Bu amaçla günümüzde kullanılan ilaç, tamoxifendir. Tamoxifen tedavisi, genellikle en az iki yıl ve en fazla beş yıl sürmektedir. IŞIN TEDAVİSİ (RADYOTERAPİ) NEDİR? Işın tedavisi, meme bölgesine ve koltuk altına uygulanarak, cerrahi girişimden sonra kalma olasılığı olan kanser hücrelerinin öldürülmesini sağlamak amacı ile yapılır. Bu tedavinin de, diğer tedaviler gibi bazı yan etkileri vardır. Bu tedaviyi gören kadınların çoğu halsizlikten yakınırlar. Memede şişme ve ağırlık hissi ortaya çıkabilir. Bu yan etki yaklaşık bir yılda kendiliğinden kaybolur. Tedavi edilen bölgedeki deri, güneş yanığı rengini alabilir. Bu da yaklaşık bir yıl içinde azalır. ERKEKLERDE MEME KANSERİ GÖRÜLÜR MÜ ? Kadınlara kıyasla daha az görülmekle birlikte, erkeklerde de meme kanseri görülebilir. Her 100 meme kanserinden birisi erkeklerde görülür. 1993-1997 yılları arasında, erkeklerde görülen meme kanseri oranı % 50 artış göstermiştir. Bu nedenle erkeklerin de bu konuda duyarlı olmaları gereklidir. TÜRKİYE'DE MEME KANSERİ GÖRÜLME SIKLIĞI NEDİR? Türkiye' de sağlıklı bir istatistik bulunmuyor. Gerek beslenme, gerekse iklim açısından, ülkemiz şartlarına yakın sayabileceğimiz bir Akdeniz ülkesi olan İtalya istatistiklerini ülkemize uyguladığımızda, Türkiye' de her yıl 30 bin kadın meme kanserine yakalanmaktadır. Sayılar soyut kavramlar oldukları için fazla bir anlam taşımayabilir. Fakat bir an durup düşünürsek, yakın çevremizde, akraba ve dostlarımız arasında, bu sorun ile karşılaşmış birkaç tanıdığımızı, mutlaka anımsayacağız. Sorunun hiç de sandığımız kadar bizden uzak olmadığını, güç de olsa kabul etmeliyiz. MEME KANSERİNDEN ÖLÜM ORANI YÜKSELİYOR MU? Batı ülkelerinde sivil toplum örgütlerinin çalışmaları ve hükümetlerin sağlık politikaları sonucu, meme kanseri ile ilgili toplum bilinci oldukça yüksek seviyede gelişmiştir. Bunun sonucu erken tanı olanakları yaygın olarak kullanıldığı için, meme kanserine bağlı ölüm oranı düşük kalmaktadır. Türkiye' de ise, bu konudaki toplum bilinci yeterince gelişmemiştir. Erken tanı olanakları yetersizdir. Bu olumsuzlukların sonucu, Türk kadını meme kanseri konusunda çağdaş erken tanı olanaklarından mahrum olduğu için, tanı çok geç konulmaktadır. Hastaların büyük bir çoğunda, ilk tanı sırasında çok geç kalındığı için,uygulanacak tedavi seçenekleri fazla olmamaktadır. MEME KANSERİ TOPLU TARAMASI NASIL YAPILIR ? Mamografi, memenin rontgen filminin çekilerek, kanserin erken dönemde saptanmasına yardımcı olan bir yöntemdir. Bu yöntem ile, toplumda belirli bir yaşın üstündeki tüm kadınların meme filmi çekilerek, meme kanseri erken safhada yakalanmaya çalışılır. Bu şekilde toplumda meme kanseri taramasının yapılabildiği mamografiye, tarama mamografisi denir. Tarama mamografisi, dünyada en yaygın kullanılan meme kanseri erken tanı yöntemidir. Amerikan Kanser Enstitüsü, 40 yaş üzerindeki her kadının, yılda bir defa mamografi çektirmesini ve uzman bir hekim tarafından muayene edilmesini önermektedir. Türkiye'de gelişmiş teknolojik donanımlı mamografi merkezlerinin sayısı sınırlıdır. Bu aygıtların kalibrasyonu düzenli olarak yapılmamaktadır. Filmi çeken teknisyenlerin eğitim düzeyleri yeterli değildir. Bu filmi okuyup değerlendiren bir radyoloji uzmanın deneyimli olabilmesi için, yılda en az 8 bin mamografi filmini değerlendiriyor olması gereklidir. Türkiye'de tüm bu özellikleri taşıyan tanı merkezi sayısı oldukça azdır. MEME KANSERİ TEDAVİSİNİ KİM YAPAR? Meme kanserinin tedavisi, günümüzde multidisipliner bir yaklaşım gerektirmektedir. Hastanın ilk ameliyatını yapan cerrah, ilaç tedavisini uygulayan onkolog, ışın tedavisini uygulayan radyasyon onkoloğu, teshisin konulmasında kilit rol alan patolog ve plastik cerrah mutlaka bir ekip çalışması içinde birlikte hastayı ele almalı ve hastanın tedavisini birlikte planlamalıdır. Bu hekimler meme kanseri konusunda yeterince bilgili ve uzmanlaşmış olmalıdır. Alınan memenin yerine, rekonstrüksiyon yapılarak hastaların bedensel kayıplarının en aza indirilmesi, çağdaş meme kanseri tedavisinin ayrılmaz parçasıdır. Bu nedenle plastik ve rekonstrüktif cerrahi, bu ekip içinde yerini almalıdır. Ameliyat sonrası erken dönemde kol ve omuz hareketlerinin kazanılmasında, geç dönemde kolun şişmesi şeklinde seyreden lenfödem tedavisinin yapılmasında, fizik tedavi ve rehabilitasyonun önemi çok büyüktür. Meme kanseri sadece hastayı değil, çevresindeki insanları da psikolojik olarak önemli ölçüde etkileyen bir sosyal bir sorundur. Böyle bir ekip içinde psikolojik desteği sağlayan psikoloğun bulunması, mutlaka gereklidir. Hastaların hemen tümü büyük bir bilgi açlığı içindedir. Özellikle beslenme konusunda kendileri yeterince bilgilendirilmemektedir. Ekip içinde bulunan bir diyet ve beslenme uzmanı, bu açığı kapatacaktır. Bu ekiplerin birlikte çalıştığı meme poliklinikleri, gelişmiş ülkelerin çoğunda vardır. Yapılan bilimsel araştırmalar, meme kanseri hastalarının, bu konuda uzmanlaşmış kliniklerde tedavi görmeleri ile, çok daha başarılı sonuçların alındığını göstermiştir. MEME PROTEZİ NEDİR? Meme ameliyatı olmuş ve plastik rekonstrüksiyon yapılmamış kadınlar, beden görümlerini korumak amacı ile protez meme kullanmaktadır. Batı ülkelerinde bu konuda eğitimli protez hemşireleri, hastanın ölçülerini almakta ve uygun protezin seçimine yardımcı olmaktadır. Bu hizmet, eğitim ve deneyim gerektirmektedir. Ülkemizde bu protezlerin satışı, sıradan satış elemanlarınca yapılmakta ve ülke alım gücünün çok üzerinde ücret istenmektedir. Uygun bir organizasyonla, bu sorun çözülebilir ve ücret üçte bire düşürülebilir. Bu sayede hizmet toplumun tüm kesimlerine yayılabilir. |
Kanser Çeşitleri
KRONİK LENFOSİTER LÖSEMİ (KLL)Kronik lenfositer lösemi, öteki bütün kan kanseri tiplerinden çok farklı klinik belirtiler gösterir. Hastalık çok yavaş gidişlidir ve uzun süre hiçbir belirtisi görülmez. Hastalar genellikle başka nedenlerle yitirilir. Bu hastalığı öteki kan kanserlerinden ayıran özellik, kanserli lenfositlerin normal lenfositlerden ayırt edilememesidir. Görülme sıklığı yaşla birlikte artan KLL çocuklarda hiç görülmez ya da ayrıksı bir durumdur. 40 yaşın altında ise çok enderdir. Klinik tablo KLL nin başlıca klinik belirtileri, lenf düğümlerinde büyüme, dalak büyümesi, genel durumun ve kan tablosunun giderek bozulması ve enfeksiyon biçiminde komplikasyonlardır. Derin ve/ya da yüzeysel lenf düğümleri genellikle iki yanlı olarak ve bir mandalinanın boyutunu aşmayacak ölçüde büyümüştür; hararetli ve ağrısızdır. Fistülleşme göstermez. Dalak büyümesi KML deki kadar belirgin olmasa da hemen hemen her zaman görülür. Uzun süre iyi olan kan tablosu, hastalığın ileri evrelerinde giderek bozulur. Kanda antikor ve nötrofillerin azalması sonucunda özellikle solunum ve idrar yolları enfeksiyonları gelişir. Sık gelişen bu komplikasyonlar, hastaların ölümüne yol açan başlıca nedenlerdendir Kan tablosu KLL de kan ve kemik iliğinin başlıca özellikleri, kanda lenfosit ağırlıklı bir akyuvar artışı ve kemik iliğinde az çok belirgin lenfositler artışıdır. Genellikle 100.000/mm3 i aşmayan bir akyuvar artışı ön plandadır. Ama akyuvar sayısının normal ya da normalin altında olduğu olgular da bilinmektedir. Yine de lenfosit sayısının artarak dolaşımdaki akyuvarların %90-99 unu oluşturması tipik bir bulgudur. Bu duruma akyuvar sayısı normal ve sağlıklı görünen kişilerde rastlanması son derece anlamlıdır. Lenfositlerin büyük çoğunluğu olgunlaşmamıştır ve biçim bakımından normal lenfositlerden çok farklı değillerdir. KLL de lenfositler görünüşte normal biçimde olmalarına karşın, işlevsel açıdan normal lenfositlerden farklıdır. Kemik iliğinde lenfosit egemenliği belirgin denebilecek ölçüdedir. Hastalık ilerledikçe lenfositler giderek çoğalır ve normal kemik iliği dokusuna tümüyle yerleşerek buradaki sağlam dokunun azalmasına neden olur. Bununla birlikte kansızlık ile genel dolaşımda granülosit ve trombosit azalması görülür. Alevlenme ve gerileme dönemleri ile kronik bir gidiş gösteren KLL, olguların çoğunda çok yavaş ilerler. Hastalığın tanı öncesinde bazen hiç belirti vermeden uzun zaman varlığını sürdürmesi ve 10-20 ya da 25 yıl yaşayan hastalar bilinmesi, KLL nin sanıldığından daha yavaş geliştiğini düşündürmektedir. Yine de hastalığın çok değişik bir gidiş gösterdiği unutulmamalıdır. Sık rastlanan ve orta şiddette seyreden hastalık biçiminin yanı sıra iyi ve kötü huylu KLL de bilinmektedir. Genellikle ileri yaşlarda rastlanan iyi huylu KLL, yıllarca belirtisiz seyredebilir; lenf düğümünde hafif büyüme, her zaman gözlenmeyen dalak büyümesi, genel durumun iyiliği ve lenfosit egemenliğinde akyuvar artışı dışında normal görünen kan tablosu, hastalığın iyi huylu biçimine özgü bulgulardır. Kötü huylu biçimlerde ise dalak ve lenf düğümlerinde hızlı büyüme, ilk evreden başlayarak yüksek ateş, genel durumda hızlı bir bozulma, erken dönemde kansızlık ve trombosit sayısında azalma görülür. Ama bu hızlı gelişim kötü huylu hastalığın kendisinden çok, hastalığa geç tanı konmuş olması ile de açıklanabilir KLL tedavisi de dalağa ışınım verme ve ilaç tedavisinden oluşur. Ayakta uygulanabilen ilaç tedavisine günümüzde daha çok başvurulmaktadır. Genel olarak lösemiler tüm kanserlerin %2 sini oluştururlar. Erkeklerde lösemi daha sık gözlenmektedir. Ayrıca beyaz ırkta da daha sıktır. Yetişkinlerde lösemi tanısı konma sıklığı çocuklardan 10 kat daha fazladır ve risk yaşla birlikte artar. Çocuklar arasında ise 4 yaş altında daha sık gözlenir. Löseminin kısmen de olsa ailevi olabileceğine dair bulgular vardır; özellikle KLL gibi belirli türlerinde, bazı ailelerde yoğunlaşma gözlenmektedir. Belirli genetik hastalıklarda (Down sendromu gibi) da bazı lösemi tiplerinin daha sık gözlendiği bilinmektedir. Bununla birlikte, kesin bir genetik ve ailevi risk henüz saptanmamıştır. Myeloid lösemi olgularında, iyonize edici radyasyona ve benzene (kurşunsuz benzinde bulunur) maruziyetin hastalığın gelişmesinde etkili olduğunu gösteren çalışmalar bulunmaktadır. Belirtiler Erken döneme ait belirtiler genelde gözden kaçmaktadır, çünkü bu dönemdeki şikayetler nezle veya diğer sık gözlenen hastalık şikayetlerine benzer. - Ateş, halsizlik, kemik ve eklemlerde ağrılar, baş ağrıları, deride kızarıklıklar, - lenf düğümlerinde şişlikler - sık sık enfeksiyona yakalanma - sebebi bilinmeyen kilo kaybı - dişeti ve burun kanamaları - karaciğer veya dalakta büyüme veya karında şişkinlik hissi - ciltte sık sık çürükler meydana gelmesi veya kesiklerin çok güç durması Tanı Öncelikle şikayetlerinizden ve muayene bulgularınızdan şüphelenilmesi gerekir, daha sonra kan testleri ile tanı netleştirilebilir. Daha sonra yapılacak kemik iliği biyopsisi, özel kan testleri ve genetik testler yapılabilir. Genel olarak kronik lösemi akut lösemiden dah yavaş ilerler. KML hastaları tipik olarak 3-5 yıl boyunca normaldirler daha sonra AML benzeri bir tablo meydana gelir. Şu an için lösemia hastalığından korunmanın kesin bir yöntemi bilinmemektedir. Ancak ileriki yıllarda genetik testler, lösemi gelişme riski yüksek kişileri belirlemede kullanılabilir. O döneme kadar lösemi hastalarının birinci derece akrabaları düzenli oalrak doktorlarına muayene olmalı ve kan testi yaptırmalıdırlar. Tedavi Akut Lösemiler Akut lösemilerde evreleme yapılmaz (kanserin ne kadar yayıldığına bakılmaz), ve tedavi hastalığın yaygınlığına göre değişmez. Akut lösemilerin tedavisinde hastanın durumu ve yeni tanı konup konmadığına dikakt edilir. ALL de tedavi genelde fazlar halinde uygulanır ancak tüm fazlar tüm hastalara uygulanmaz: Faz 1: başlangıç tedavisi; hastayı remisyon dönemine sokabilmek amacı ile hastanede ilaç uygulanır. Faz 2: konsolidasyon dönemi; faz 1 deki ilaçlara devam edilir, ancak hastalar hastanede kalmazlar. Faz 3: profilaksi (koruyucu) dönemi; farklı ilaçlar kullanılır ve radyasyon tedavisi de uygulanabilir. Löseminin beyin ve santral sinir sistemine yayılması önlenmeye çalışılır. Faz 4: lösemi tedavi edildikten sonra, hasta düzenli olarak kontrole çağırılır ve gerekli testler yapılır. Tekrar eden lösemi: bazı hastalarda tedaviden sonra lösemi tekrar ortaya çıkabilir. Bu hastalara daha yüksek dozlarda ve farklı grup ilaçlarla tedavi verilir. İlaç tedavisinden sonra 4-5 yıl hastanın hastalıksız dönemde kalması gerekir. bazı hastalarda allojenik kemik iliği nakli yapılabilir. AML tedavisi genelde AML nin tipine, hastanın yaşına ve genel sağlık durumuna göre yapılır. Genellikle hastaları remisyon (hastalıksız) dönemine sokmak için tedavi uygulanır. Kronik Lösemiler KLL; tanı konduktan hemen sonra kanserin yaygınlığı saptanmalıdır. KLL nin dört dönemi vardır: Dönem 0: kanda çok sayıda lenfosit vardır. Genel olarak, başka her hangi bir lösemi bulgusu yoktur. Dönem 1: Lenf düğümlerinde şişlik Dönem 2: Lenf düğümlerinde, karaciğer ve dalakta büyüme ve şişlik Dönem 3: Anemi (kansızlık) gelişmiştir Dönem 4: trombositler (pıhtılaşmayı sağlayan hücreler) çok azalmıştır. lenf düğümleri, dalak ve karaciğer büyümüş olabilir, kansızlık bulunabilir. KLL tedavisi, hastalığın dönemine, hastanın yaşına ve genel sağlık durumuna göre değişir. Dönem-0 da tedavi gerekmeyebilir ve hasta düzenli olarak kontrol edilir. Dönem-1 ve 2 de ilaç tedavisi farklı şekilllerde uygulanabilir. Belirli hastalar kemik iliği nakli ile tedavi edilirler. KML için, kemik iliği nakli en yaygın tedividir. Belirli ilaçlar da tedavide kullanılır. Tüm lösemiler için ortalama 5 yıllık hayatta kalma oranı %42 dir, ancak tiplerine göre farlılık gösterir: ALL — genel olarak ALL li çocukların %90 ı tamamen iyileşir ve tüm yaşlar için 5 yıllık hayatta kalma oranı %80 dir. Yetişkinlerde durum daha kötüdür, 5 yıllık yaşam oranı %25-35 dir. AML — uygun tedavi ile AML hastalarının %70-75 inde iyileşme beklenir. İyileşen hastaların bir kısmında hastalık tekrarlayabilir ve bu durum genel tedavi oranını %40-60 a düşürür. KLL — KLL hastaları için ortalama yaşam süresi 9 yıldır, ancak bu sürenin 35 yıl olduğu hastalar vardır. Dönem 1 ve 2 deki hastaların yaklaşık %70 inde iyileşme dönemleri sağlanabilir. KML — ortalama sağkalım süresi hastaların yaşına, hastalığın yaygınlığına ve tedaviye göre değişir. 40 yaşın altında, hafif şikayetleri olan hastaların 3 yıl aşama oranları kemik iliği naklinden sonra %50-60 civarındadır. Bununla birlikte, kemik iliği nakli yapılmayan hastaların sadece %15-25 inde 5 yıldan fazla yaşam mümkün olmaktadır. Az sayıdaki hastanın 20 yıl civarınd ayaşadığı bildirilmiştir. |
Kanser Çeşitleri
KAN VE KEMİK İLİĞİ İNCELEMESİ Kan kanseri tanısı ve hücre tipini belirlemek açısından kaçınılmaz olarak en önemli inceleme kan ve kemik iliği incelemesidir. Günümüzde kan kanseri sınıflandırmasında çevre kanın incelenmesi yeterli görülmemektedir. Çevre kanı normale yakın olabilir ya da belirsiz değişiklikler gösterebilir. O yüzden kemik iliği ve lenf düğümü incelemeleri de gerektirebilir. Böylece kan kanserinin hücre tipi ve hücrelerin olgunluk dereceleri belirlenebilir. Hücre biçimine göre çeşitli akut kan kanseri tipleri ayırt edilebilir. Bu sınıflandırma klinik açıdan olanaksız görünürse de, çeşitli tiplerin hücre biçimine göre aynı tedaviye farklı yanıtlar vermesiyle doğrulanmaktadır. Akut kan kanserlerinde en önemli bulgu kan ve kemik iliğindeki olağandışı hücrelerdir. Buna karşın akyuvarlar ya da kemik iliği hücrelerinde her zaman sayısal değişiklik görülmeyebilir. Kanserli hücrelerde çoğunlukla auer cisimcikleri denen oluşumlar bulunur. Bu cisimciklerin görülmesi akut kan kanseri tanısını kesinleştirdiği gibi, kanserin miyeloit tipte olduğunu da belirtir. GİDİŞİ Kan kanserlerinde hastalığın gidişi ve sonlanması akut ve kronik biçimleri ile miyeloit ve lenfositer tipler arasında büyük değişiklik gösterir. Ama kan bulguları hastanın yaşı, hastalığın evresi ve uygulanan tedavigibi çeşitli etkenlere göre, aynı hücre tipindeki kan kanserlerinde de gidiş ve buna bağlı olarak sonlanma çeşitlilik gösterebilir. Kana ilişkin ve kan dışı etkenlerin iyi bilinmesinin yanında dikkatli bir değerlendirme, oldukça sık yapılan iki hatayı önleyebilir. Bunlardan ilki ve belki da en sık görüleni hastalığın kan kanseri olması nedeni ile daha başından sonucun kötü olacağını kabul etmek, ikincisi ise tam tersine hiçbir iyileşme şansı bulunmayan olgularda aşırı beklentilerle hastaları ileri uzmanlık merkezlerinde uzun ve bıktırıcı araştırmalarla oyalamaktır. Ağır gidişli ve kötü sonlanan akut kan kanserlerinde, hastalığın gelişiminin önceden belirlenmesine ve gerçekçi bir değerlendirmeye yardımcı olacak bazı temel verileri incelemek gerekir. Herşeyden önce akut lenfositer lösemi ve akut miyeloit lösemi arasında hastalığın gidişi açısından temelde büyük bir fark olduğu bilinmelidir. Akut lenfositer lösemilerde tam iyileşme yüzdesi, miyeloit lösemilere göre belirgin ölçüde yüksektir. Aynı biçimde iyileşme dönemi ve beklenen yaşam süresi de akut lenfositer lösemilerde daha uzundur. Özellikle çocuklardaki ALL de ilaç tedavisi neredeyse %100 tam iyileşme sağlamaktadır. Geniş çaplı bir araştırmada tanıdan 5 yıl sonra bile yaşayan hastalar bildirilmiştir. Bunların % 60 ında hiçbir hastalık belirtisi görülmemiştir. TEDAVİ Duyarlı ve güç bir konu olan kan kanseri tedavisi, kullanıma sunulan ilaçların çoğalması ve uygulama alanındaki çeşitlilik nedeni ile daha da karmaşıklaşmıştır. Ama kronik biçimler dışında kaderci bir tutumla hastalığın kabullenildiği geçmiş dönemlere göre durum çok farklıdır. Hastalığın ilerleyişi uzun süre denetim altında tutulabilmekte ve büyük bir oranda kesin olarak yenilebilmektedir. - FİZİKSEL TEDAVİ 1903 den beri uygulanan ve uzun süre tek tedavi yöntemi olan iyonlaştırıcı ışınım değişik biçimleri ile kan kanseri tedavisindeki en önemli fiziksel yöntemdir. - İLAÇ TEDAVİSİ (KEMOTERAPİ)İlaç tedavisi günümüzde kan kanseri tedavilerinin temelini oluşturur. Değişik biçimlerde etki gösteren bir çok ilaç birlikte kullanılmaktadır. Birden çok ilacın birarada kullanılması ile daha çok sayıda kanserli hücreyi yok etme eğilimi, günümüzde en yaygın tedavi anlayışıdır. - HORMON TEDAVİSİ Kortikosteroid grubu ilaçların kan kanseri tedavisinde önemli bir yeri vardır. Hormon kökenli bu ilaçların olumlu etkileri iki biçimde görülür. Kan kanseri hücrelerine özel biçimde etki ederek kan yapımını uyarıcı, kılcal damarlar düzeyinde de kanamayı ve zehirlenmeyi önleyici etki gösterirler. |
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.