ForumSinsi - 2006 Yılından Beri

ForumSinsi - 2006 Yılından Beri (http://forumsinsi.com/index.php)
-   Tarih / Coğrafya (http://forumsinsi.com/forumdisplay.php?f=656)
-   -   Ermeni Sorunu, İddialar, Gerçekler (http://forumsinsi.com/showthread.php?t=386186)

Prof. Dr. Sinsi 08-03-2012 03:10 AM

Ermeni Sorunu, İddialar, Gerçekler
 
GENEL BAKIŞ

GİRİŞ

Asya ve Avrupa kıtaları arasında köprü konumunda olan Türkiye, Karadeniz’i Akdeniz’e bağlayan boğazları, Ortaasya, Kafkasya ve Ortadoğu’daki doğal enerji kaynaklarının kesiştiği noktadaki jeopolitik konumuyla bütün dünyanın dikkatini çekmektedir.

Geçmişte Osmanlı devleti, bugün de Türkiye, bu jeopolitik ve jeostratejik konumundan dolayı çeşitli entrikaların çevrildiği bir alan olmuştur. Osmanlı devletini parçalayarak tarih sahnesinden silmek isteyen sömürgeci devletler, bu entrikalarında yüzlerce yıldır Türklerle dostça yaşayan Ermenileri kullanmışlardır.

Tarihte olduğu gibi günümüzde de, Ermeni toplumu üzerinden siyasi ve ekonomik çıkar sağlamaya çalışan ülkeler bulunmaktadır. Bazı ülkelerde Türkleri ve Türkiye’yi sözde soykırımla suçlayan anıtlar dikilmekte, bazı ülkelerde de soykırım iddiasını tanımaya yönelik kararlar parlamento gündemlerine getirilmekte, hatta kimi ülke parlamentolarında kabul edilmektedir. Gerçekte tarihçilere bırakılması gereken bu konular, siyasetçilerin elinde çıkar aracı haline dönüştürülmektedir.

Tarih boyunca Romalılar, Persler ve Bizanslılar tarafından Anadolu’nun bir yerinden diğerine sürülen, savaşlara itilen ve çoğu kez üçüncü sınıf vatandaş muamelesi gören Ermeniler, Türklerin Anadolu’ya girişlerinden sonra Türklüğün adil, insani, hoşgörülü, birleştirici anlayış ve inancından yararlanmışlardır. Bu ilişkilerin gelişme ve doruğa ulaşma çağı olan 19. Yüzyıl sonlarına kadar süren devir, “Ermenilerin altın çağı” olmuştur. Osmanlı devletinin çalışan, liyakatli, dürüst ve becerili her vatandaşına sağladığı imkanlardan gayr-i müslimler içinde en çok faydalananlar Ermeniler olmuştur. Askerlikten, kısmen de vergiden muaf tutulurken, ticarette, zanaatta, çiftçilikte ve idari işlerde yükselme fırsatını elde etmişler ve devlete bağlı, milletle kaynaşmış ve anlaşmış olduklarından dolayı "millet-i sadıka” olarak kabul edilmişlerdir. Bu çerçevede Türkçe konuşan, ayinlerini bile Türkçe yapan bu topluluktan devlet kademelerinde önemli görevlere yükselenler, hatta Bayındırlık, Bahriye, Hariciye, Maliye, Hazine, Posta-Telgraf, Darphane Bakanlıkları, Müsteşarlıkları yapanlar olmuştur. Hatta Osmanlı devletinin meseleleri üzerinde Türkçe ve yabancı dillerde eserler de yazmışlardır.

Ancak Osmanlı devletinin zayıflamaya başladığı dönemlerde, hemen her konuda Avrupa’nın müdahalesi baş gösterince, Türk-Ermeni ilişkilerinde de bir bozulma başlamıştır. Batılıların özellikle misyoner din adamı kisvesinde, Osmanlı devleti içine soktuğu provokatörlerin faaliyetleriyle Ermeniler; dini, kültürel, ticari, sosyal ve siyasi açılardan Türk toplumundan uzaklaştırılmaya çalışılmıştır. Böylece, çoğu defa Türklerin zararlı çıktığı trajik olaylar başlamış, Doğu Anadolu’da başlatılan ve İstanbul’a kadar yayılan isyan hareketlerinde binlerce Türk ve Ermeni hayatlarını kaybetmiştir.

Birinci Dünya Savaşı sırasında ise; Osmanlı askeri olarak düşmanlara karşı savaşan veya geri hizmetlerde çalışan Ermenilere karşılık, Ermenilerin önemli bir kısmı düşman kuvvetlerinin yanında Türklere karşı savaşmıştır. Cephe gerisinde de komitacı Ermeniler kadın, çocuk, yaşlı ayrımı yapmaksızın katliamlara girişmişler, yüz binlerce Müslüman’ın hayatına kastederek Doğu Anadolu’yu bir harabe haline çevirmişlerdir.

Devletin bunları yatıştırmak ve durdurmak için aldığı tedbirler istismar edilmiş ve dış devletlerin tahrik ve vaatleriyle Ermeniler, bin yıl refah içinde yaşadıkları ülkeyi parçalamaya çalışmışlardır.

Anadolu dışında kurulan Hınçak, Taşnak, Ramgavar, Hınçak İhtilal Komitesi, Silahlılar Cemiyeti, Ermenistan’a Doğru Cemiyeti, Genç Ermenistan Cemiyeti, İttihat ve Halas Cemiyeti ve Karahaç Cemiyeti gibi örgütler, halkı silahlı ayaklanmaya sevk etmişlerdir.

Osmanlı devleti, Birinci Dünya Savaşı içinde, Ermeni isyanının yoğun olduğu Doğu Anadolu’da, bir yandan cephede Rus ordularıyla ve Rusların yanında yer almış olan Ermeni kuvvetleriyle savaşmak zorunda kalmıştı. Diğer yandan da cephe gerisinde Türkleri katleden, Türk köy ve kasabalarını yakıp yıkan, ordunun ikmal tesislerine ve konvoylarına saldıran Ermeni çeteleri ile mücadele etmek zorunda kalmıştır.

Ayrıca hem cephede hem de cephe gerisinde savaşmak durumunda bırakılmasına rağmen, 9-10 ay, cephe gerisindeki önemli tehlikeyi “mahalli tedbirlerle” çözüme ulaştırmaya çalışmıştır. Bu arada, 24 Nisan 1915’te, cephe gerisinde faaliyette bulunan Ermeni komitecilerine yönelik bir operasyon yapmış ve vatana ihanet eden 2345 komiteciyi tutuklamıştır.

Komitecilerin dışında özellikle Rus sınırına yakın bölgelerdeki Ermeni halkın da devlete isyan halinde olduğunu görünce, son çareye başvurmuş ve bölgedeki Ermenilerden sadece isyan hareketine karışanları savaş bölgesinden alıp, ülkenin emniyetli bölgelerine “sevk ve iskâna”, o dönemdeki ifadesiyle “tehcir”e tabi tutmuştur. Bu uygulama ile aynı zamanda her şeyden önce cephe gerisinde iç savaş ortamında bulunan Ermeni halkın can güvenliği sağlanmıştır. Çünkü Ermenilerin bölgedeki Türklere yaptıkları katliam ve mezalimin karşılığını müslüman halk da vermeye başlamıştı.

Ermenistan ile bir takım siyasi ve ekonomik çıkarlar için Ermenileri kullanan bazı devletler, yer değiştirme uygulamasını ve 24 Nisan’daki tutuklamaları bir “soykırım” gibi göstermek ve dünya kamuoyunu bu konuda ikna etmek için yoğun bir propaganda faaliyetine girişmişlerdir(1).

Oysa Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra, Osmanlı devletini işgal eden devletlerden İngilizler, aralarında Osmanlı siyasi ve askeri liderleriyle önde gelen aydınların da bulunduğu 143 kişiyi “Ermeni olaylarında savaş suçu işledikleri” gerekçesiyle tutuklayarak Malta adasına sürmüş ve hapsetmiştir. Suçlamalarla ilgili olarak Osmanlı, ABD ve İngiliz arşivlerinde geniş çaplı araştırmalar yapılmıştır. Buna rağmen, Malta’daki tutuklular hakkında iftiraları kanıtlayacak deliller mahkemeye sunulamamıştır. Sonuç olarak Malta'daki tutuklular, kendilerine hiçbir suçlama dahi yöneltilmeden ve duruşma yapılmadan 1922'de serbest bırakılmışlardır.

Ancak Türkleri sözde soykırımla suçlama gayretleri durmamış; Malta’daki yargılama sürecinde İngiliz basınında Osmanlı Hükümeti’ni sözde soykırım ile suçlayan ve bu konuyu ispata yeltenen bazı uydurma belgeler yayınlanmıştır. Söz konusu belgelerin General Allenby komutasındaki İngiliz İşgal Kuvvetleri tarafından Suriye'deki Osmanlı Devlet Dairelerinde ortaya çıkarıldığı iddia edilmiştir. Ancak, İngiliz Dışişleri Bakanlığı tarafından sonradan yapılan soruşturmalar, İngiliz basınına verilen bu belgelerin İngiliz ordusu tarafından ele geçirilen belgeler olmayıp, Paris'teki Milliyetçi Ermeni Delegasyonu tarafından müttefik delegasyonlara gönderilen yazılar olduğu anlaşılmıştır(2).

Bütün bu gerçeklere rağmen, sözde soykırım iddialarını gündemde tutmak için olağanüstü gayret sarf eden Ermeni komiteleri, terör eylemlerine yönelmişlerdir. 1965'ten sonra, çeşitli ülkelerdeki Ermenilerin, Türkiye aleyhine başlattıkları karalama kampanyasıyla dünya ve Türkiye kamuoyunda varlığını hissettiren sözde Ermeni Sorunu, 1970'li yıllardan itibaren yurtdışındaki Türk temsilciliklerine yönelik terör eylemlerine dönüşmüştür.

Gurgen (Karekin) Yanikan adlı bir yaşlı Ermeni’nin 27 Ocak 1973'de ABD'nin Santa Barbara kentinde, Türkiye'nin Los Angeles Başkonsolosu Mehmet Baydar ile Konsolos Bahadır Demir'i katletmesiyle başlayan "Bireysel Ermeni Terörü", 1975'den itibaren tıpkı 1915 öncesinde olduğu gibi "Örgütlü Ermeni Terörü"ne dönüşmüştür. Yurtdışındaki Türk görevliler, diplomatlar, elçilikler ve kuruluşlarına yönelik Ermeni saldırıları, kısa sürede hızlı bir tırmanma göstererek yoğunluk kazanmıştır.

Ermeni teröründe, Türkiye’deki iç huzursuzluğun zirveye çıktığı 1979 yılından itibaren büyük bir artış gözlenmeye başlanmıştır. Ermeni teröristler, 21 ülkenin 38 kentinde, 39'u silahlı, 70'i bombalı, biri de işgal şeklinde olmak üzere toplam 110 terör olayı gerçekleştirmişlerdir. Bu saldırılarda 42 diplomatımız ile 4 yabancı hayatını kaybederken, 15 Türk ve 66 yabancı uyruklu kişi de yaralanmıştır(3).

Ermeni terör örgütleri, dış dünyanın tepkileri üzerine 1980’li yıllarda taktik değiştirerek, PKK terör örgütü ile işbirliğine girmişlerdir. 1984 yılında PKK sahneye çıkarılmış ve Asala-Ermeni terörü geri plâna çekilmiştir. Belgeler, Bekaa ve Zeli kamplarında ASALA ile PKK militanlarının birlikte eğitim gördüklerini ortaya koymuştur.

Türk güvenlik güçlerinin PKK terörü ile mücadelede başarı sağlamasının ardından Ermeni komiteleri, sözde iddialarını Ermenistan devletinin açık desteği ve Ermeni Diasporası aracılığıyla sürdürmeye devam etmektedirler. Çeşitli ülke parlamentolarından “sözde Ermeni Soykırımı”nı kabul eden yasaların ve önerilerin çıkmasını sağlamaya çalışarak, asılsız iddialarını dünya kamuoyuna kabul ettirmeye çalışmaktadırlar.

Amaçları, sözde iddialarını tüm dünyaya “tanıtmak”, Türkiye’yi bu temelsiz iddiaları “tanımak” zorunda bırakmak, sözde soykırımdan dolayı Türkiye'den "tazminat" ve "toprak" almak ve "Büyük Ermenistan" rüyasını gerçekleştirmektir.

DİPNOTLAR

1) Osmanlıdan Günümüze Ermeni Sorunu, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 2000.

2) Yıldırım, Dr. Hüsamettin, Ermeni İddiaları ve Gerçekler, Ankara 2000, s. 38 (PRO.FO. 13 Temmuz 1921, 371 / 6504 / E.8519)

3) Şimşir, Bilal, Şehit Diplomatlarımız, Bilgi Yayınevi, Ankara 2000, 2 Cilt




DÖRT T PLANI NEDİR



İşin ucunu insanların canına kastetmeye kadar götüren Ermeni terörünün amacı, sözde Ermeni soykırımı iddialarını ve Ermenilerin taleplerini dünya kamuoyuna duyurmaktır. Nihai hedef ise, "Büyük Ermenistan" rüyasıdır. Büyük Ermenistan'a giden yolda atılması gereken en önemli adım, sözde iddialar konusunda kamuoyu oluşturmak ve Türkiye'ye yönelik emelleri gerçekleştirmektir.

Bunun için uygulamaya konan ve "Dört T" şeklinde adlandırılabilecek olan plan şu dört kavrama dayanmaktadır: Tanıtım, Tanınma, Tazminat ve Toprak... Yani, sözde Ermeni sorunu tüm dünyada terör yoluyla "tanıtılacak", sözde iddialar dünya kamuoyunca kabul edilip Türkiyece "tanınacak", sözde soykırımdan dolayı Türkiye'den "tazminat" alınacak ve "Büyük Ermenistan" rüyasını gerçekleştirmek için gerekli olan "toprak" Türkiye'den koparılacaktır!...

"Dört T" plânına dayanak oluşturan Ermeni iddiaları ise şunlardır

. Türkler, Ermenistan'ı işgal ederek Ermenilerin topraklarını ellerinden almışlardır.

2. Türkler, 1877-78 savaşından itibaren Ermenileri sistemli olarak katliama tabi tutmuşlardır.

3. Türkler, 1915 yılından itibaren Ermenileri plânlı şekilde soykırıma tabi tutmuşlardır.

4. Talat Paşa'nın, Ermenilerin soykırıma tabi tutulması konusunda gizli emirleri vardır.

5. Soykırımda hayatlarını kaybeden Ermenilerin sayısı 1,5 milyondur.

Bugün, maksatlı olarak gündemde tutulmaya çalışılan sözde Ermeni sorununun ne derece mesnetsiz olduğunu ve ne tür çıkar kaygıları ile ortaya atıldığını daha iyi anlayabilmek için iddiaların ve Türk-Ermeni ilişkilerinin tarihsel gelişimini incelemek gerekmektedir.



ERMENİ TARİHİNE KISA BİR BAKIŞ



Ermeniler, tarih boyunca başka devletlerin yönetimi altında kalmışlar ve bağlı oldukları devletlerin hizmetinde bulunmuşlardır.

Ansiklopedik kaynaklarda, Erivan, Gökçegöl, Nahcıvan, Rumiye gölü kuzeyi ve Mako bölgesine, yukarı memleket anlamına gelen Armenia, bu yörelerde yaşayan halka ise Ermeni denildiği yer almaktadır.

Ermeni tarihçilerin bir kısmı, M.Ö. 6. yüzyılda kuzey Suriye ve Kilikya bölgesinde yaşayan Hititlerden olduklarını; bir diğer kısmı ise Nuh'un oğullarından Hayk'a dayandıklarını söylemektedirler. Bunun yanında, Ermenistan denilen coğrafyada yerleşen ve bugün Ermeni diye adlandırılan toplumun, bölgenin kesin olarak neresinde yaşadıkları, sayıları ve aynı yörede ikamet eden diğer halklara kıyasla nüfus oranları bilinmemektedir. Ermeni tarihçileri bile kökenleri konusunda fikir birliği içinde değildir.

Tarihsel olarak bakıldığında, Ermenilerin sırasıyla, Pers, Makedon, Selefkit, Roma, Part, Sasani, Bizans, Arap ve Türklerin hakimiyeti altında yaşadıkları görülür. Ermeni derebeyliklerinin bir çoğu, bölgeye hakim olan ve Ermenileri kendi saflarına çekerek kullanmak isteyen devletler tarafından kurdurulmuştur.

Ermenileri Bizans'ın zulüm idaresinden kurtaran ve onlara insanca yaşama hakkını bahşeden, Selçuklu Türkleri olmuştur. Fatih döneminde ise, Ermenilere din ve vicdan hürriyeti en üst düzeyde verilmiş, Ermeni cemaati için dini ve sosyal faaliyetlerini yönetmek üzere Ermeni Patrikliği kurulmuştur. Osmanlı idaresinde Ermeniler dini görevlerini tam bir hürriyet içinde yerine getirirlerken, kendi din adamlarını da yine kendilerinin tayin etmelerine izin verilmiştir.

Aynı şekilde Anadolu’nun Türk idaresine girmesinden sonra burada yaşayan Ermeniler, kendi dillerini de tam bir serbestlikle konuşmaya devam ettiler. Osmanlı yönetimi, diğer cemaatlere uyguladığı politikayı onlara da uygulayarak Ermenice’yi ve Ermeni adlarının kullanılmasını serbest bıraktı. Türk matbaasının kurulmasından 160 yıl kadar önce Venedik’te matbaacılık eğitimi görmüş olan Sivaslı Apkar adındaki bir papaza 1567’de İstanbul’da bir Ermeni matbaası açması için izin verildi. İstanbul’dan başka İzmir (1759), Van (1859), Muş (1869), Sivas (1871) gibi taşra şehirlerinde de yeni Ermeni matbaaları faaliyete geçmiştir. 1908’de bütün ülkede Ermeni matbaası sayısı 38’e ulaşmıştır. Nitekim 1910 yılında İstanbul’da Ermenice 5 gazete ve 7 dergi çıkarılmaktaydı.

Osmanlı idaresinde Ermeniler, Türk insanının hoşgörüsünden de yararlanarak, adeta altın çağlarını yaşamışlardır. Askerlikten ve kısmen de vergiden muaf tutulan Ermeniler, ticaret, zanaat ve tarım ile idari mekanizmalarda önemli görevlere yükselme fırsatını elde etmişlerdir. Devletin çeşitli kademelerinde görev yapan Ermeniler, Osmanlı devletince kendilerine tanınan bu hoşgörüye karşılık verdikleri hizmetten dolayı "millet-i sadıka" olarak adlandırılmışlardır. 19. yüzyılın son çeyreğine kadar Osmanlıların bir Ermeni sorunu olmadığı gibi, Ermeni halkının da Türk yöneticileriyle halledemedikleri bir mesele mevcut değildir.


YAZILARIN TAMAMINI OKUMAYA SIKILANLAR BU VİDEOYA GÖZ ATABİLİR..





Videoyu Göremeyenler Tıklayınız












Prof. Dr. Sinsi 08-03-2012 03:10 AM

Ermeni Sorunu, İddialar, Gerçekler
 
ERMENİ SORUNUN ORTAYA ÇIKIŞI

Osmanlı devleti zayıflamaya başlayıp, misyoner okulları kurulup, hemen her konuda Avrupa'nın müdahalesine maruz kalınca, Türk-Ermeni ilişkilerinde de bir bozulma devri başlamıştır. Bazı devletler, Osmanlı devletini bölerek bölgesel çıkarlarına ulaşabilmek için, Ermenileri Türk toplumundan koparmayı hedeflemişlerdir

Özellikle Avrupa'nın bazı büyük devletleri "ıslahat" adı altında bir yandan Osmanlı devletinin iç işlerine karışırken, bir yandan da Ermenileri Osmanlı yönetimine karşı teşkilatlandırmışlardır. Böylece ülke içinde ve dışında teşkilatlanan ve silahlanan Ermeni komiteleri ile Ermeni kiliselerinin kışkırtıcı faaliyetleri sonucunda, Ermeni toplumu yavaş yavaş Türklerden uzaklaşmaya başlamıştır.

Türklerin iyi tutumuna karşın, yabancı devletlerle işbirliğine girmek suretiyle Türklerle mücadeleye başlayan Ermeniler, Batının desteğini alabilmek için kendilerini "ezilen bir toplum" olarak göstermeye ve "Anadolu üzerindeki egemenlik haklarını Türklerin gasp ettiği" iddiasını dile getirmeye başlamışlardır.

Islahat Fermanı ile müslümanlar ve gayr-i müslimler hukuk önünde eşit statüye getirilince ayrıcalıklarını kaybeden Ermeniler, 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sonunda Rusya'dan, "işgal ettiği Doğu Anadolu topraklarından çekilmemesini, bölgeye özerklik verilmesini veya Ermeniler lehine ıslahat yapılmasını" istemişlerdir.Ermenilerin bu talebi, Rusya tarafından kısmen kabullenilmiş, Osmanlı-Rus Savaşı’nın ardından imzalanan Yeşilköy, eski adıyla Ayastefanos Anlaşması ve daha sonraki Berlin Anlaşması’yla Ermeni sorunu uluslar arası bir boyuta taşınmıştır. Böylece, Türkiye’yi bölmek isteyen yabancı güçler, Türk-Ermeni ilişkilerine müdahale etmeye başlamışlardır.

İngiltere ve Rusya tarafından tarih sahnesine sunulan Ermeni Sorunu, aslında emperyalizmin Osmanlı devletini yıkma ve paylaşma politikasının bir uzantısıdır. Sözde Ermeni soykırımı iddiaları ve yalanları da işte bu politikanın propaganda ürünüdür!..


ERMENİ İSYAN VE KATLİAMLARI

Berlin Antlaşması'nın imzalanmasını izleyen dönemde Ermeni sorunu iki yönde gelişmiştir. Bunlardan ilki, Batılı devletlerin Osmanlı devleti üzerindeki baskı ve müdahaleleri; ikincisi ise, Anadolu, Suriye ve Rumeli'de yaşayan Ermenilerin Anadolu'nun çeşitli yerlerinde, özellikle Doğu Anadolu ve Kilikya'da yeraltında örgütlenmeleri ve silahlanmalarıdır.

İlk kışkırtmalar Rusya'dan gelmeye başlamış, Rusların bu tutumu İngiliz ve Fransızları Ermenilerle daha çok ilgilenmeye sevk etmiştir. Doğu Anadolu'daki İngiliz Konsolosluklarının sayısı hızla artmış, ayrıca bölgeye çok sayıda Protestan misyonerler gönderilmiştir.

Bu kışkırtmalar sonucunda Doğu Anadolu'da 1880'den itibaren çeşitli Ermeni komiteleri kurulmaya başlamıştır. Ancak, yerel düzeyde kalan bu komiteler, Osmanlı yönetiminden şikâyeti olmayan, barış ve refah içinde yaşayan Ermeni halkının ilgisini çekmediğinden başarılı olamamıştır.

Osmanlı Ermenilerini, içeride kurulan komiteler yoluyla devlete karşı harekete geçirmek mümkün olmayınca, bu kez Rus Ermenilerine Osmanlı toprakları dışında komiteler kurdurulması yoluna gidilmiştir. Böylece 1887'de Cenevre'de sosyalist eğilimli, ılımlı militan Hınçak; 1890'da ise Tiflis'te aşırı, terör, isyan, mücadele ve bağımsızlık yanlısı Taşnak Komiteleri ortaya çıkmıştır. Bu komitelere, “Anadolu topraklarının ve Osmanlı Ermenilerinin kurtarılması" hedef olarak gösterilmiştir.

İstanbul'da örgütlenen ve Avrupa devletlerinin dikkatlerini Ermeni meselesine çekerek Osmanlı Ermenilerini kışkırtmayı hedefleyen Hınçakların başlattığı ayaklanma girişimlerini, aralarında siyasi mücadele başlayan Taşnaklarınki izlemiştir. Bu ayaklanma girişimlerinin ortak özellikleri; Osmanlı ülkesine dışarıdan gelen komitelerce planlanmış ve yönlendirilmiş olmaları ile örgütlenme faaliyetlerinde Anadolu'ya yayılan misyonerlerin büyük katkısının bulunmasıdır.

İlk isyan 1890'daki Erzurum’da gerçekleşti. Bunu, yine aynı yıl meydana gelen Kumkapı gösterisi, 1892-93'te Kayseri, Yozgat, Çorum ve Merzifon olayları, 1894'te Sasun isyanı, Babıali gösterisi ve Zeytun isyanı, 1896'da Van isyanı ve Osmanlı Bankası'nın işgali, 1903'te ikinci Sasun isyanı, 1905'te Sultan Abdülhamid'e suikast girişimi ve nihayet 1909'da gerçekleşen Adana isyanı izlemiştir.

1906-1922 yılları arasında Anadolu’da ve Kafkaslar’da, 517.955 bin Türk, Ermeniler tarafından katledilmiştir. Sayısı tespit edilemeyenlerle birlikte bu rakam 2 milyonu bulmaktadır(1).

Ermeniler, Türk halkına en büyük zararı, Birinci Dünya Savaşı sırasında giriştikleri katliamlarla vermişlerdir. Bu dönemde Ermeniler; Ruslar hesabına casusluk yapmış, seferberlik gereği yapılan askere alma çağrısına uymaksızın askerden kaçmış, askere gelip silah altına alınanlar ise silahları ile birlikte Rus ordusu saflarına geçerek, "vatana ihanet" suçunu topluca işlemişlerdir.

Daha seferberliğin başlangıcında, Türk birliklerine karşı saldırıya geçen Ermeni çeteleri, büyük katliamlara girişmiş, Türk köylerine baskınlar düzenlemek suretiyle sivil halka büyük zararlar vermişlerdir. Örneğin Van'ın Zeve Köyü'nün bütün halkı, kadın, çocuk ve yaşlı demeden, Ermeniler tarafından öldürülmüştür.

İsyanların Osmanlı kuvvetlerince bastırılması, dünya kamuoyuna propaganda maksatlı olarak "Müslümanlar Hıristiyanları katlediyor" mesajıyla yansıtılmış ve Ermeni sorunu giderek daha geniş çapta bir uluslar arası sorun niteliğine büründürülmüştür. Nitekim, döneme ait İngiliz ve Rus diplomatik temsilciliklerinin raporları, “Ermeni ihtilalcilerin hedefinin karışıklıklar çıkararak Osmanlıların karşılık vermesini ve böylece yabancı ülkelerin duruma müdahalesini sağlamak” olduğunu kaydetmektedir.

Öte yandan büyük devletlerin diplomatik ve konsolosluk temsilcilikleri Anadolu'nun her köşesine dağılmış Hıristiyan misyonerler ile birlikte, Ermeni propagandasının Batı kamuoyuna iletilmesinde ve benimsetilmesinde büyük rol oynamışlardır.

DİPNOTLAR

1) Arşiv Belgelerine Göre Kafkaslar’da ve Anadolu’da Ermeni Mezalimi, T.C. Başbakanlık Devlet Arşivleri, Yayın No: 23, 24, 34, 35.





24 NİSAN 1915

Osmanlı hükümeti, Ermenilerin çıkardığı isyan ve yaptığı katliamlar karşısında, Ermeni Patriği, Ermeni milletvekilleri ve Ermeni halkının ileri gelenlerine “Ermenilerin Müslümanları arkadan vurmaya ve katletmeye devam etmeleri halinde gerekli önlemleri alacağını” bildirmiştir. Ancak, olayların durmak yerine giderek yoğunlaşması, savunmasız kalan Türk kadın ve çocuklarına yönelik saldırıların artması ve ordunun bir çok cephede savaş halinde bulunması nedeniyle cephe gerisinin emniyete alınması ihtiyacı doğmuştur.

Bu nedenle, 24 Nisan 1915 tarihinde Ermeni Komiteleri kapatılarak, yöneticilerinden 2345 kişi devlet aleyhine faaliyette bulunmak suçundan tutuklanmıştır. Tutuklular Ankara ve Çankırı hapishanelerine yollanmıştır. Dışarıdaki Ermenilerin her yıl "Ermeni soykırımının yıldönümü" diye andıkları 24 Nisan, işte bu 2345 komitecinin tutuklandığı tarihtir ve yer değiştirme uygulamasıyla hiç bir şekilde ilgili değildir.

Osmanlı hükümetinin bu kararı üzerine harekete geçen Eçmiyazin Katogikosu Kevork, ABD Cumhurbaşkanı’na şu telgrafı göndermiştir:

"Sayın Başkan, Türk Ermenistanı’ndan aldığımız son haberlere göre, orada katliam başlamış ve organize bir terör, Ermeni halkının mevcudiyetini tehlikeye sokmuştur. Bu nazik anda Ekselanslarının ve büyük Amerikan Milletinin asil hislerine hitap ediyor, insaniyet ve Hıristiyanlık inancı adına, büyük Cumhuriyetinizin diplomatik temsilcilikleri vasıtasıyla derhal müdahale ederek, Türk fanatizminin şiddetine terkedilmiş Türkiye'deki halkımın korunmasını rica ediyorum.


Kevork,


Başpiskopos ve bütün Ermenilerin Katogikosu(1)."

Başpiskopos Kevork'un telgrafını, Rusya'nın Washington Büyükelçisi'nin ABD'deki temasları izledi. Bütün olup biten, yasadışı Ermeni komitelerinin kapatılması ve elebaşlarının tutuklanmasıdır. Fakat Ermeniler olayı bir "katliam" gibi göstermeye, ABD ile Rusya’yı kendi saflarına çekmeye çalışmışlardır.

DİPNOTLAR

1) Gürün, Kamuran, Ermeni Dosyası, TTK Basımevi, Ankara 1983, s. 210




YER DEĞİŞTİRME KANUNU VE UYGULAMASI

YER DEĞİŞTİRMENİN NEDENLERİ
Ermeni isyanları ve katliamları karşısında Osmanlı Hükümeti, öncelikle bölgesel tedbirlere başvurmuş ve olayları yerinde bastırmayı ve savunma durumunda kalmayı tercih etmiştir. Ermenilerin silahlarıyla firarlarına, dini liderlerinin isyanlardaki büyük rollerine rağmen, Hükümet bu isyanları münferit bazı teşebbüsler şeklinde kabul etmeyi uygun bulmuştur. Aynı zamanda başta Ermeni Patriği ve Ermeni milletvekilleri olmak üzere, komitelere ve Ermeni cemaatinin önde gelenlerine yeni karışıklıklar çıkması durumunda "ülke savunmasını sağlamak amacıyla sert önlemler almak zorunda kalınacağı" anlatılmıştır.

Osmanlı hükümetinin bu gayretleri belgeleriyle sabittir. Fakat daha savaş başlamadan önce her türlü isyan hazırlığına girişmiş olan Ermeniler, savaş başlar başlamaz toplu bir isyana yönelmemişlerdir. Ermenilerin eylemleri, Osmanlı orduları cephede savaşırken, "Ermeni bağımsızlığı için, müttefik davasına hizmet gayesiyle" hazırlanan plâna uygun yürütülmüştür. Ancak, Ermeni çetelerinin cephe gerisindeki faaliyetlerinin, devletler hukukuna göre hıyanet sayıldığı gerçeği göz ardı edilmiştir.

Ermeni isyanları özellikle Doğu Anadolu'dan başlayarak diğer bölgelere yayılmıştır. Erzurum ve çevresinde Rus işgalinin genişlemesiyle Ermeniler, "müslüman halkın kanını kendilerine mubah" görmüşler ve bir Alman generalinin ifadesiyle, "Bu bölgedeki Müslüman halkı silip süpürmeye başlamışlar”dır.

Ermeni çetelerinin bu tür zulüm ve eylemleri sürerken, güvenlik kuvvetleri tarafından Ermenilerin yaşadıkları bölgelerde yapılan aramalarda pek çok silâh ve cephane ele geçirilmiştir. Artık devletin varlığını ağır bir şekilde tehdit bu durum, biraz daha hoşgörü gösterildiğinde, telafisi mümkün olmayan sonuçlara sürükleneceğini göstermekteydi.

Osmanlı devletinin savaşa girmesinden ve özellikle Kafkas Cephesindeki bozgundan sonra, Ermenilerin Müslüman halka karşı baskıları, askerden firarları, asker ve jandarmaya saldırıları, silahlı ve mühimmatla yakalanmaları, Fransızca, Rusça ve Ermenice şifreli yazışmaların ele geçirilmesi gibi gelişmeler, ülke çapında bir karışıklık çıkaracaklarını gösteren en önemli kanıtlar olmuştur.

Osmanlı hükümeti, isyan ve katliamlara karşı güvenlik tedbirleri almakla beraber, “Yer Değiştirme Kanunu”ndan önce de, bu tedbirlerin yeterli olmadığı durumlarda Ermenileri başka yerlere yerleştirme yoluna gitmiştir. Ancak bu uygulamanın genelleştirilmesi fikrini doğuran olay, Van Ermenilerinin isyanı olmuştur. Çevredeki Ermenilerin, Osmanlı devletinin savaşa girdiği tarihlerde Van'da toplandıkları ve silahlanarak Rusların iyice yaklaşmasını bekledikleri resmi belgelere yansımıştır.

Ermenilerin başlattıkları isyanlar, -katliamlar ve tahriplerin dışında- Rusların bir ay içinde Van, Malazgirt ve Bitlis'i işgali ile sonuçlanmıştır. Van örneği, Türk ordusunun daima arkadan vurulacağını ve ihanete uğrayacağını göstermiştir. Bu durumda hükümet, ülkenin çeşitli bölgelerinde yaşayan bazı Ermenilerin, “yer değiştirmelerine” karar vermek zorunda kalmıştır.

İtilaf Devletleri ve Rusya ile birlik olan Ermenilerin başlattıkları isyan ve katliamlar savaşın kaderini etkileyecek noktaya ulaşınca, Başkomutan Vekili Enver Paşa duruma bir çare bulmak amacıyla, 2 Mayıs 1915'te İçişleri Bakanı Talat Paşa'ya bir yazı göndererek, "Van bölgesindeki isyanlarını sürdürmek için daima toplu ve hazır bir halde bulunan Ermenilerin, isyan çıkaramayacak şekilde dağıtılmaları gerektiğini” bildirmiştir.

Bunun üzerine Talat Paşa, 23 Mayıs 1915’te, 4. Ordu Komutanlığına bir şifre göndererek, “Erzurum, Van ve Bitlis vilâyetlerinden çıkarılan Ermenilerin, Musul vilâyetinin Güney kısmı, Zor sancağı ve Merkez hariç olmak üzere Urfa sancağına; Adana, Halep, Maraş civarından çıkarılan Ermenilerinse Suriye vilâyetinin Doğu kısmı ile Halep vilâyetinin Doğu ve Güneydoğusu'na sevk ve iskân edilmelerini” istemiştir. Sevk işlemlerini takip etmek üzere Adana, Halep ve Maraş bölgesine mülkiye müfettişleri tayin edilmiştir.

Yer değiştirmeyi zorunlu kılan; Birinci Dünya Savaşı’nda ele geçirdikleri yerlerin kendilerine verileceği ve bağımsız bir Ermenistan kurulacağı gibi hayallere kanan Ermenilerin, vatandaşı bulundukları Osmanlı devletini arkadan vurmaları ve isyanlarıdır. Kafkas ve İran cephelerinin güvenlik hattını oluşturan bölgelerdeki Ermenilerin yerlerinin değiştirilmesi, onları imha etmek değil, devlet güvenliğini sağlamak, onları korumak amacını gütmüştür ve dünyanın en başarılı yer değiştirme uygulamasıdır.

Yer değiştirme uygulaması nedense bu gözle görülmek istenmemekte, Ermenistan ve Ermeni diasporası Osmanlı aleyhine olumsuz, yalan ve iftiralarla dolu propagandalar yapmaktadır. Halbuki, tarihi gerçek şudur: yer değiştirme kararı ile Osmanlı Devleti, Ermenileri yok olmaktan kurtarmış ve eşine az rastlanır bir şekilde korumuştur. Bugün Ermeni milleti varlığını devam ettiriyorsa, bu Osmanlıların iyi niyeti ve başarısı sayesindedir.

Yer Değiştirme (Tehcir) Kanunu

Osmanlı hükümeti, yer değiştirme uygulamasını o günün şartlarında bir kanuna dayandırmıştır. Keyfi bir uygulama değildir. Dört maddelik kanun, “savaş halinde devlet yönetimine karşı gelenler için askeri birliklerce alınacak tedbirleri” içermektedir. Kanunun çıkış süreci şöyledir:

İçişleri Bakanlığı isyancı Ermenilere karşı tutuklama gibi bazı önlemleri alırken, 24 Mayıs 1915'te ortak bir bildiri yayınlayan Rusya, Fransa ve İngiltere hükümetleri, bir aydan beri, "Ermenistan" diye adlandırdıkları Doğu ve Güney-Doğu Anadolu'da Ermenilerin öldürüldüklerini ileri sürmüşler ve olaylardan Osmanlı hükümetini sorumlu tutacaklarını açıklamışlardır.

Konunun bu şekilde uluslar arası bir boyut kazanması üzerine Talat Paşa, yer değiştirme uygulaması hakkında hazırladığı bir yazıyı 26 Mayıs 1915 günü Başvekalet’e (Başbakanlığa) göndermiştir. Yazıda, Ermenilerin isyan ve katliamlarına dikkat çekildikten sonra, savaş bölgelerindeki Ermenilerin başka bölgelere nakline karar verildiği anlatılmıştır. Bu durum, Başbakanlık’ça derhal Meclis gündemine getirilmiştir.

Başbakanlık, devletin güvenliği için başlatılan yer değiştirme uygulamasının yerinde olduğunu belirtilerek, bunun bir usul ve kurala bağlanmasının zorunluluğunu dile getirmiştir. Meclis, aynı tarihte uygulamayı kabul eden bir karar almıştır. Böylece 27 Mayıs 1915’te Meclis’ten çıkan “Yer Değiştirme Kanunu”, 1 Haziran 1915 günü dönemin Resmi Gazetesi Takvim-i Vekâyi’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.

Kanunun;

1. maddesinde "Devlet güçlerine ve kurulu düzene karşı muhalefet, silahla tecavüz ve mukavemet görülürse şiddetle karşı konulması ve imha edilmesi",

2. maddesinde "Silahlı güçlere yönelik casusluk ve ihanetleri tespit edilen köy ve kasabaların başka bölgelere yerleştirilmesi",

3. maddesinde kanunun yürürlüğe giriş tarihi ve

4. maddesinde de kanunun uygulamasından sorumlu olanlar belirtilmektedir.

Görüldüğü üzere kanun; tamamen devleti ve kamu düzenini korumaya yönelik, şiddete karşı bir yetki kanunudur. En önemli özelliği ise; “kanun metninde herhangi bir etnik grup, zümrenin zikredilmemiş veya ima edilmemiş” olmasıdır. Kanun kapsamına giren Müslüman, Rum ve Ermeni asıllı Osmanlı vatandaşları yerlerinden başka yerlere sevk edilerek göçe tabi tutulmuştur.

Başbakanlık tarafından 30 Mayıs 1915’te İçişleri, Harbiye ve Maliye Nezâretlerine (Bakanlıklarına) gönderilen bir yazıda, göçün nasıl uygulanacağı ayrıntılı şekilde anlatılmış ve şöyle denilmiştir(1):

“Göç ettirilenler, kendilerine tahsis edilen bölgelere can ve mal emniyetleri sağlanarak rahat bir şekilde nakledileceklerdir;

Yeni evlerine yerleşene kadar iaşeleri Göçmen Ödeneği’nden karşılanacaktır;

Eski malî durumlarına uygun olarak kendilerine emlâk ve arazî verilecektir;

Muhtaç olanlar için hükümet tarafından konut inşa edilecek; çiftçi ve ziraat erbabına tohumluk, alet ve edevat temin edilecektir;

Geride bıraktıkları taşınır malları, kendilerine ulaştırılacak; taşınmaz malları tespit edilecek ve kıymetleri belirlendikten sonra, paraları kendilerine ödenecektir;

Göçmenlerin ihtisasları dışında kalan zeytinlik, dutluk, bağ ve portakallıklarla, dükkân, han, fabrika ve depo gibi gelir getiren yerleri açık arttırma ile satılacak veya kiraya verilecek ve bedelleri sahiplerine ödenmek üzere mal sandıklarınca emanete kaydedilecektir;

Bütün bu konular özel komisyonlarca yürütülecek ve bu hususta ayrıntılı bir tâlimatnâme hazırlanacaktır.”

Talat Paşa’nın Ermenilerin soykırımını isteyen telgrafı var mıdır?

Ermeniler hakkında alınan tedbirlerin onları imha maksadını taşımadığı, Talat Paşa tarafından her fırsatta dile getirilmiştir. Nitekim 29 Ağustos 1915 tarihinde ilgili vilâyetlerin vali ve mutasarrıflarına gönderilen bir şifre telgrafta kullanılan üslup, bunun en açık delilidir. Şifrede şöyle denilmektedir:

"Ermenilerin bulundukları yerlerden çıkarılarak tayin edilen bölgelere sevklerinden hükümetçe takip edilen gaye, bu unsurun hükümet aleyhine faaliyetlerde bulunmalarını ve bir Ermenistan Hükümeti teşkili hakkındaki millî emellerini takip edemeyecek bir hale getirilmelerini temin etmektir. Bu kimselerin imhası söz konusu olmadığı gibi, sevkiyat esnasında kafilelerin emniyeti sağlanmalı ve muhacirîn tahsisatından sarfiyat yapılarak iaşelerine ait her türlü tedbir alınmalıdır. Ermeni kafilelerine saldırıda bulunanlara veya bu gibi saldırılara önayak olan jandarma ve memurlar hakkında şiddetli kanunî tedbir alınmalı ve bu gibiler derhal azledilerek Divan-ı Harplere teslim edilmelidir(2)."

Talat Paşa’nın verdiği emir böyle olmasına rağmen, sözde Ermeni soykırımı iddiacıları, gerçeği çarpıtmışlar; Talat Paşa’nın Ermenilerin katledilmesine yönelik emir verdiğini ileri sürmüşlerdir. Dayanakları ise Aram Andonian adlı bir Ermeni’nin, 1920 yılında Londra’da yayınladığı "Naim Bey'in Anıları/Ermenilerin Tehcir ve Katliamına İlişkin Resmi Türk Belgeleri" isimli kitabıdır. Kitapta yer alan ve Talat Paşa'ya atfedilen telgraflar; bir soykırım suçlusu yaratmak amacıyla üretilmiş sahte belgelerdir. Bu belgelerin sahteliği, Şinasi Orel ve Süreyya Yuca tarafından yapılan inceleme sonucunda kanıtlanmıştır(3).



Yer Değiştirme Sırasındaki Uygulamalar

Kanuna göre hazırlanan uygulama emri ile yer değiştirmenin nasıl yapılacağı tüm ayrıntıları ile belli kurallara bağlanmıştır. Bu emirde; menkul ve gayri menkullerin nasıl teslim alınacağı, araziler ve üzerindeki mahsulün durumu, bunların kayda alınması, göç edenlere sıcak ve etli yemek verilmesi gibi konulara dahi yer verilmiştir. Uygulama emrinde, menkul ve gayrimenkulun yok edilmesi ya da insanların öldürülmesi yönünde herhangi bir işaret olmadığı gibi; tam tersine uygulamada hata yapanların idam cezasına kadar uzanan ağır cezalarla cezalandırılacağı belirtilmektedir.

Yukarıda verilen uygulama emrinden anlaşıldığı gibi, yerleri değiştirilenler taşınabilir mal ve eşyalarını beraberlerinde götürecekler veya bunlar sonra kendilerine ulaştırılacak, taşınmaz malları ise açık attırma ile satılacak ve bedelleri kendilerine ödenecektir.

Bu esaslar içinde göç ettirilen Ermeni kafileleri, yerleştirilecekleri yerlere gönderilmek üzere, yol kavşakları üzerinde bulunan Konya, Diyarbakır, Cizre, Birecik ve Halep gibi belirli merkezlerde toplanmışlardır.

Kafilelerin sevk edildikleri güzergâhlar, göçmenlerin zorluklarla karşılaşmamaları ve güvenlikleri için mümkün olduğu kadar kendilerine yakın yollardan seçilmiştir. Güzergâhların seçiminde tren yolları ve “şahtur” denilen nehir kayıklarının bulunduğu yerler tercih edilmiştir.

Bir yandan Birinci Dünya Savaşı'nın sürmesine rağmen, yer değiştirmenin düzenli bir şekilde yürümesi ve kafilelerin herhangi bir zarara uğramaması için azami dikkat gösterilmiştir. Nitekim, Amerika'nın Mersin Konsolosu Edward Natan, 30 Ağustos 1915'te Büyükelçi Morgenthau’ya gönderdiği raporda, “Tarsus'tan Adana'ya kadar bütün hat güzergâhının Ermenilerle dolu olduğunu; kalabalık yüzünden birtakım sıkıntıların olmasına rağmen Hükümetin bu işi son derece intizamlı bir şekilde idare ettiğini; şiddete ve düzensizliğe yer vermediğini; göçmenlere yeteri kadar bilet sağladığını; muhtaç olanlara yardımda bulunduğunu” belirtmiştir(4).

Eğer Osmanlı hükümeti bir grup insanı yok etme maksadıyla bu uygulamaya girişmiş olsa idi, göç edenlere yolda sağlanacak imkanları, kafilelerin eşkıya baskınlarına karşı korunmasını, hastalara yardım yapılmasını, çocukların korunmasını, geride bıraktıkları menkul ve gayrimenkullerin kayıt altında tutulmasını, etli yemek verilmesine ilişkin kararları uygulamaya geçirmezdi. İşte bu nedenlerle, yer değiştirme, Ermenileri yok etmek değil, devlet güvenliğini sağlamak, onları korumak amacını gütmüştür.



Yer Değiştirme Sırasında Yapılan Harcamalar

Yer Değiştirme Kanunu ile yerleri değiştirilen Müslüman, Rum ve Ermeniler ile Anadolu'ya yönelen göç hareketlerine ilişkin ihtiyaçları karşılamak amacıyla, Göçmen Genel Müdürlüğü kurulmuş, bu kurum tarafından göçmenlerin, yerleştirme, geçim ve diğer sorunları çözülmeye çalışılmıştır.

Uygulamaya ait belgelerde hangi il ve ilçelerde hastane kurulduğu, Ermeni çocuklarından yetim kalanlar için hangi binanın ayrıldığına kadar detaylı bilgiler verilmektedir. Yer değiştirmeye tabi göçmenlerin, sevk, yerleştirme ve geçimlerinin sağlanması için 1915 yılında 25 milyon, 1916 yılı sonuna kadar ise 230 milyon kuruş harcandığı belgelerden anlaşılmaktadır(5).

Göç esnasında oluşturulan kafilelere, vasıta veya binek hayvanı sağlanmış, kadın, yaşlı ve çocuklarla, hastalara özel ilgi gösterilmiştir. Dönemin İçişleri Bakanlığınca yayınlanan yönetmeliğin 2. maddesinde, “nakledilen Ermenilerin taşınabilecek bütün mallarını ve hayvanlarını birlikte götürebilecekleri”, 3. maddesinde ise, “yerleştirilecekleri yerlere sevk edilen Ermenilerin yolculuk sırasında canlarının korunması, yiyeceklerinin temini ve istirahatlarının, geçtikleri yerlerde bulunan yönetim makamlarına ait olduğu; bu konuda meydana gelecek gevşeklik ve ilgisizlikten sırasıyla bütün memurların sorumlu olduğu” ayrıntılı bir şekilde açıklanmıştır.

Deniz yoluyla göç edenlerin o dönemde salgın bulunan sıtma hastalığına karşı korunabilmeleri için kinin dağıtılmış, hastalar için sivil hastaneler yanında askeri hastanelerden de yararlanma imkanı getirilmiştir. Göçmenlerden ailelerini yitirmiş olan kimsesiz çocuklar yetimhanelere veya göç edilen yerlerdeki ailelere yerleştirilmiş ve bunların geçimleri sağlanarak meslek sahibi olmaları için eğitim imkanı sağlanmıştır.

Osmanlı hükümeti, yer değiştirme uygulaması için ciddi harcamalar yaparken, bir yandan da göçe tabi tutulan Ermenilerin devlete ve şahıslara olan borçlarını ya ertelemiş ya da tamamen silmiştir. Bu arada Amerika'dan Ermeni göçmenlere verilmek üzere gönderilen bir miktar para da Amerikan misyonerleri ve konsolosları tarafından Hükümetin bilgisi dahilinde Ermenilere dağıtılmıştır.

Yer Değiştirmeden Önce Ermeni Nüfusu

Ermeni komitacılar ve bugünkü destekçileri tarafından günümüzde en çok istismar edilen ve çarpıtılan konu Ermeni nüfusunun göç öncesi ve sonrasındaki durumudur. Savaş döneminde tutulan kayıtlar, resmi rakamlar, kilise kayıtları, yabancı misyonların raporlarında yer alan nüfus bilgileri ve diğer belgelere rağmen sürekli olarak o günkü gerçek nüfusun birkaç katı bir rakam gösterilerek, rakamlar akıl almaz miktarlarda abartılmakta ve sözde soykırım iddialarına dayanak aranmaktadır. Verilen rakamlardan bazıları, dünya genelinde bugün yaşayan toplam Ermeni nüfusunu bile birkaç kat aşmaktadır.

Birinci Dünya Savaşı yıllarında Osmanlı topraklarında yaşayan Ermenilerin nüfusu bazı yabancı kaynaklarda şöyle belirtilmiştir:

Ermeni Patrikhanesi'ne göre 2.5 milyon

Lozan Konferansı Ermeni Heyeti’ne göre 2.2 milyon

Fransız Sarı Kitabı'na göre 1.5 milyon

Britannica'ya göre 1.5 milyon

İngiliz yıllığına göre 1 milyon

Osmanlı devleti resmi belgelerine göre Ermeni nüfusu ise şöyledir:

1893 Nüfus sayımına göre 1.001.465

1906 Nüfus sayımına göre 1.120.748

1914 Nüfus istatistiğine göre 1.221.850 (6)

Gerek Osmanlı, gerekse Ermeniler ve yabancılara ait istatistikler değerlendirildiğinde, I. Dünya Savaşı döneminde Osmanlı topraklarında yaşayan Ermenilerin nüfusunun en fazla 1.250.000 civarında olduğu belirlenmektedir.

Osmanlı’daki Ermeni nüfusu hakkındaki en güvenilir rakamların resmi belgelerde olduğu kesindir. Osmanlı devletinde İstatistik Genel Müdürlüğü, 1892 yılında kurulmuştur. Genel Müdürlük görevini 1892 yılında Nuri Bey, 1892-1897 yılları arasında Fethi Franco adlı bir Musevi, 1897-1903 yılları arasında Mıgırdıç Şınabyan isimli bir Ermeni, 1903-1908 yılları arasında Robert isimli bir Amerikalı, 1908-1914 yılları arasında Mehmet Behiç Bey yapmıştır. Görüldüğü gibi Ermeni meselesini siyasi alana taşıyan önemli olayların cereyan ettiği dönemde, Osmanlı nüfus bilgileri yabancıların kontrolü altındadır. Buradan hareketle, bugüne kadar aksi bir belge ve kanıt olmadığına göre Osmanlı nüfus bilgilerine itibar edilmesi gerekmektedir.



Ermenilerin Yerleştirildikleri Bölgeler

Yer değiştirme uygulaması çerçevesinde; Erzurum, Van ve Bitlis vilâyetlerinden çıkarılan Ermeniler, Musul’un güney kısmı ile Zor ve Urfa sancağına; Adana, Halep, Maraş civarından çıkarılan Ermeniler ise Suriye’nin doğu kısmı ile Halep’in doğu ve güneydoğusuna yerleştirilmişlerdir.

Yeni yerleşim bölgelerinin Bağdat demiryoluna en az 25 km. uzaklıkta kurulmasına, Ermeni nüfusunun yöredeki Müslüman nüfusun yüzde 10’unu geçmemesine ve köylerin 50 haneden fazla olmamasına dikkat edilmiştir.

Yer Değiştirmeye Tabi Tutulan Ermeni Nüfusu

Yer değiştirme uygulaması sırasında çeşitli yollardan göç ettirilen Ermenilerin ayrıldıkları ve vardıkları yerlerdeki sayıları devamlı şekilde kontrol edilmiştir. 9 Haziran 1915'ten 8 Şubat 1916 tarihine kadar Anadolu'nun çeşitli bölgelerinden yeni yerleşim bölgelerine taşınan ve yerlerinde bırakılan Ermeni nüfusun ne kadar olduğu, Osmanlı Arşivi’nin ilgili tasniflerindeki belgelerden şu şekilde derlenmiştir: Buna göre; 438.758 kişi yer değiştirme uygulaması çerçevesinde sevk edilmiş, bunlardan 382.148’i ise yeni yerleşim bölgelerine sağ salim ulaşmıştır(7).

Görüldüğü gibi, göç ettirilenlerle yeni yerleşim bölgelerine varanlar arasında 56.610 kişilik bir fark bulunmaktadır. Bu fark, belgelerden elde edilen bilgiye göre, şu şekilde ortaya çıkmıştır:

500 kişi Erzurum-Erzincan arasında; 2.000 kişi Urfa Halep arasındaki Meskene’de; 2.000 kişi Mardin civarında eşkıya ve Arap aşiretlerinin saldırısı sonucu katledilmiş, ayrıca bir o kadar, yani yaklaşık 5.000 ve belki de biraz daha fazla kişi de Dersim bölgesinden geçen kafilelere yapılan saldırılar sonucu öldürülmüştür. Bu kayıp miktarı, Ermenilere karşı, hiçbir şekilde katliam yapılmadığını göstermektedir. Katliamın olmadığı yerde ise soykırımdan hiç söz edilemez(8).

Bu bilgiler ışığında toplam 9-10 bin kişinin yer değiştirme uygulaması sırasında katledildiği tespit edilmektedir. Ayrıca yollarda açlıktan da ölümler olduğu belgelerden anlaşılmaktadır. Bunun dışında tifo, dizanteri gibi hastalıklar ve iklim koşulları sebebiyle de yaklaşık 25-30 bin kişinin öldüğü tahmin edilmektedir ki, bu şekilde 40 bine yakın kişi yollarda kaybedilmiştir.

Kalan 10-16 bin kişinin ise bir kısmı, yola çıkarılmış olmakla birlikte, henüz iskan mahalline varmadan tehcirin durdurulması sebebiyle, bulundukları vilayetlerde alıkonulmuştur. Mesela 26 Nisan 1916’da Konya iline, ilde henüz yollarda olan Ermenilerin sevk edilmeyerek il dahilinde iskan edilmeleri için yazı gönderilmiştir. Öte yandan yer değiştirme kapsamında bulunan Ermenilerden bir bölümünün Rusya’ya, Batı ülkelerine ve Amerika’ya kaçırıldıkları da tahmin edilmektedir(9).

Yer değiştirme uygulamasının yapıldığı dönemde, Osmanlı ordusunda silah altında bulunan Ermenilerden 50.000’inin Rus ordusuna katıldığı, yine Türklerle savaşmak üzere 50.000 Ermeni’nin de Amerikan ordusunda üç-dört yıldır eğitim gördüğü gibi kayıtlar yer almaktadır. Gerçekten de, Amerika’da yaşayan bir Ermeni’nin Elazığ’da dava vekili olan Murad Muradyan’a yazdığı mektupta bu türden bilgiler bulunmaktadır(10).

Mektupta, bir kısım Ermeni’nin Rusya’ya ve Amerika’ya kaçırıldıkları ve Amerika’da eğitilen 50.000 askerin Kafkasya’ya hareket etmekte olduğu açıkça ifade edilmektedir. Bütün bu belgelerden de anlaşılacağı gibi, Osmanlı vatandaşı pek çok Ermeni, harpten önce ve harp içinde Amerika ve Rusya başta olmak üzere çeşitli ülkelere dağılmışlardır. Mesela ticaret maksadıyla Amerika’da bulunan Artin Hotomyan adlı bir Ermeni’nin 19 Ocak 1915’te Emniyet Genel Müdürlüğü’ne gönderdiği bir mektupta çeşitli yollarla binlerce Ermeni’nin Amerika’ya kaçırıldığı ve bunların aç ve perişan bir halde yaşadıkları ifade edilmektedir(11).

Bu bilgiler, Anadolu ve Rumeli’nin çeşitli bölgelerinden yer değiştirmeye tabi tutulan Ermenilerin sayıları ile, yeni iskan merkezlerine ulaşanların sayılarının birbirini tuttuğunu göstermekte ve dolayısıyla sevk ve iskan sırasında herhangi bir katliam olayının olmadığını ortaya koymaktadır.

1918 yılında, Ermeni Delegasyonu Başkanı olan Boghos Nubar Paşa’nın Fransa Dışişleri Bakanlığı Yüksek Yetkili Bakanı Monsieur Gout’a gönderdiği raporda: Kafkasya’da 250.000, İran’da 40.000, Suriye-Filistin’de 80.000, Musul-Bağdad’da 20.000 olmak üzere 390.000 kişinin Türkiye’den sürgün edildiğini, aslında sürgünlerin toplam sayısının 600-700 bin kişiye ulaştığını ve bunlardan ayrı olarak çöllerde şuraya buraya dağılmış sürgünleri kapsamadığını bildiriyor(12).

Boghos Nubar Paşa’nın verdiği rakamlardan 290 bin kişinin yer değiştirme uygulaması dışında Osmanlı topraklarını terk edenler olduğu anlaşılıyor. Dolayısıyla göç ettirilenlerin toplam sayısı olarak verilen 600-700 bin kişiden 290 bin kişi çıkarılacak olursa, yer değiştirmeye tabi tutulan nüfusun 400 bin civarında olduğunu gösteriyor ki, bu da Ermeni delegasyonu başkanının, yer değiştirmenin gerçekleştirilmesi sonrasına, yani 1918 yılına ait verdiği sayılarla, Osmanlı belgelerinde verilen rakamlar arasında büyük ölçüde uygunluk görünmekte ve Ermenilerin iddia edildiğinin aksine sağ salim iskan yerlerine vardıklarını ve dolayısıyla soykırım iddialarının ne kadar dayanaksız olduğu ortaya çıkmaktadır.

Bu konuyla ilgili yabancı ve özellikle de Ermeni kaynaklarında şu bilgiler yer almaktadır:

Noradungian Gabrial’in Lozan Konferansı Tali Komisyonu'na sunduğu rapora göre; Kafkasya'ya 345 bin, Suriye'ye 140 bin, Yunanistan ve Ege Adalarına 120 bin, Bulgaristan'a 40 bin, İran'a 50 bin olmak üzere toplam 695 bin Ermeni 1. Dünya Savaşı döneminde ülke dışına gitmiştir.

Ermeni ileri gelenlerinden Hatisov, (daha sonra Ermenistan Cumhurbaşkanı olmuştur), Trabzon Konferansı'na (14 Mart-14 Nisan 1918) katılan Hüseyin Rauf Bey'e gönderdiği mesajda, Kafkasya'da Osmanlı memleketinden kaçan 400 bin Ermeni'nin bulunduğunu bildirmiştir(13).

Ermeni Prof. Dr. Richard Hovannisian, Ermeni nüfus incelemelerini ortaya koyduğu eserinde; Suriye dışındaki Arap ülkelerinden; Lübnan’a 50 bin, Ürdün'e 10 bin, Mısır'a 40 bin, Irak'a 25 bin, Fransa ve Amerika'ya 35 bin Ermeni'nin göç ettiğini belirtmektedir(14).

Ermeniler ve yabancıların verdiği bu rakamlardan hareketle; göç ettirme dışında çok sayıda Ermeni’nin Türkiye’den kendi iradesiyle ayrıldığını göstermektedir. Ayrılanlara genel baktığımızda; Kafkasya'ya 345 bin, Suriye'ye 140 bin, Yunanistan ve Ege Adalarına 120 bin, Bulgaristan'a 40 bin. İran'a 50 bin, Lübnan'a 50 bin, Ürdün'e 10 bin, Mısır'a 40 bin, lrak'a 25 bin, Fransa, ABD, Avusturya vd. 35 bin olmak üzere, toplam 855.000 Ermeni'nin gittiği anlaşılmaktadır.

O halde Ermenilerin iddia ettiği gibi bir Ermeni soykırımı veya 2-3 milyon Ermeni’nin yok edilmesi mümkün değildir.

Bunun da ötesinde eğer Osmanlı devleti Ermeni tebaasından kurtulmak isteseydi; bunu asimilasyon yoluyla veya savaşı gerekçe göstererek halledebilirdi. Oysa Ermeniler, imparatorluk içerisinde Türklerden bile rahat bir yaşam sürmüşlerdir. Belirtildiği gibi, Birinci Dünya Savaşı’nda ele geçirdikleri yerlerin kendilerine verileceği ve bağımsız bir Ermenistan kurulacağı gibi hayallere kanan Ermeniler, vatandaşı bulundukları Osmanlı devletini arkadan vurmaya başlayınca, yer değiştirme uygulaması zorunlu hale gelmiştir. Ermenilerin yerlerinin değiştirilmesi, onları imha etmek değil, devlet güvenliğini sağlamak, onları korumak amacını gütmüştür ve dünyanın en başarılı yer değiştirme uygulamasıdır.

Ermeni Kafilelerine Yapılan Saldırılar ve Devletin Önlemleri

Ermenilerin yeni yerleşim bölgelerine nakilleri sırasında bazı kafilelere, özellikle Halep-Zor arasında bölge haklı tarafından saldırılar düzenlenmiştir. 8 Ocak 1916 tarihli bir telgraftan anlaşıldığına göre; Halep'e bir saat mesafeden Meskene'ye kadar olan yollarda Arap eşkıyasının gasp için yaptığı saldırılar sonucu pek çok Ermeni’nin öldürüldüğü; Diyarbakır'dan Zor'a ve Suruç'tan Menbiç yoluyla Halep'e nakledilen Ermenilerden 2.000 kadarının yine Arap aşiretlerinin saldırılarına maruz kalarak soyuldukları anlaşılmıştır. Diyarbakır bölgesinde çeteler ve eşkıya tarafından 2.000’e yakın kişinin öldürüldüğü; Erzurum-Erzincan arasında 500 kişilik başka bir kafilenin de bazı aşiretlerin saldırısı sonucu öldürüldüğü anlaşılmaktadır.

Osmanlı hükümeti, bir yandan cephelerde düşmanla savaşırken bir yandan da kafilelerin emniyetlerini sağlamak için olağanüstü gayret sarf etmiştir. Ermeni kafilelerinin sevki sırasında ihmali veya yolsuzluğu görülen görevlileri tespit etmek üzere inceleme heyetleri kurulmuş ve göç bölgelerine gönderilmiştir. Bu heyetler, suçu sabit görülenleri Divan-ı Harp’e sevk etmiştir. İhmali bulunan görevliler işten el çektirilirken, bir kısmı da ağır cezalara çarptırılmıştır.



Yerleri Değiştirilmeyen Ermeniler

Yer değiştirme kararı bütün Ermenilere uygulanmamıştır. 2 ve 15 Ağustos 1915 tarihlerinde ilgili valiliklere gönderilen telgraflarda, Katolik ve Protestan mezhebinde bulunan Ermenilerin yanı sıra, Osmanlı ordusunda subay ve sıhhiye sınıflarında hizmet gören Ermeniler ile Osmanlı Bankası şubelerinde, reji idaresinde ve bazı konsolosluklarda çalışan Ermenilerin devlete sadık kaldıkları sürece göçe tabi tutulmayacakları bildirilmiştir. Göçe tabi tutulan sadece devlete baş kaldıran Gregoryan mezhebine mensup Ermenilerdir.

Öte yandan, hasta, özürlü, sakat ve yaşlılar ile yetim çocuklar ve dul kadınlar da göçe tabi tutulmamış, yetimhaneler ve köylerde koruma altına alınarak ihtiyaçları devlet tarafından karşılanmıştır. Korunmaya muhtaç Ermeni aileler hakkında yayınlanan 30 Nisan 1916 tarihli genel bir emirde ise; erkekleri sevk edilen veya askerde bulunan kimsesiz ve velisiz ailelerin Ermeni dışında yabancı bulunmayan köy ve kasabalara yerleştirilmesi, geçimlerinin göçmen ödeneğinden sağlanması bildirilmiştir(15).

Göç Ettirilen Ermenilerin Geri Getirilmesi

Ermenilerin yeni yerleşim bölgelerine gönderilmeleri 8 Şubat 1916’da durdurulmuştur. Birinci Dünya Savaşı’nın bitmesinin ardından yer değiştirmeye tabi tutulan Ermenilerden isteyenlerin eski yerlerine dönebilmeleri için bir kararname çıkarılmıştır. İçişleri Bakanı Mustafa Paşa'nın 4 Ocak 1919'da Başbakanlığa gönderdiği yazıda, dönmek isteyen Ermenilerin eski yerlerine nakledilmeleri konusunda ilgili yerlere tâlimat verildiği ve gereken tedbirlerin alındığı ayrıntılı bir şekilde belirtilmiştir(16).

Yer Değiştirme Uygulamasının Yurtdışındaki Yansımaları

Yer değiştirmenin yapıldığı bölgelerde bulunan yabancı gözlemciler, Birinci Dünya Savaşı’nın içinde birçok cephede savaşmasına rağmen Osmanlı Hükümeti'nin bu işi büyük bir titizlikle ve iyi bir şekilde yürüttüğünü yazdıkları halde, Batı basını olayları saptırarak vermeyi tercih etmiştir. Nitekim Amerika'nın Mersin'deki konsolosu Edward Natan, sevkiyatın son derece düzen içinde yapıldığını raporunda belirttiği halde, İstanbul'daki büyükelçi Morgantau, olayları gerçeklere tamamen ters şekilde ülkesine bildirmiş ve Amerikan basını da bunları Türkler aleyhine kullanmıştır.

İran'da bulunan İngiliz konsoloslarının raporları çerçevesinde 1.000.000 Ermeni’nin öldürüldüğü gibi iddialar İngiliz parlamentosunda tartışılmış ve Türk Hükümeti'nin protesto edilmesi kararı alınmıştır. Ayrıca, İngiltere'de Ermeni olayları hakkında yayınlanan "Mavi Kitap"ta Osmanlı ülkesinde bulunduğu savunulan 1.800.000 Ermeni’den üçte birinin katledildiği iddia edilmiştir.



Yabancıların İncelemeleri

Bu konuda ilk inceleme, Birinci Dünya Savaşı’nın bitiminden hemen sonra İstanbul'un işgali sırasında İngilizler tarafından yapılmıştır. Savaş suçu işledikleri gerekçesiyle tutuklanan 143 Türk’ü mahkum ettirebilmek için, savaştan galip gelmelerinin üstünlüğünü de kullanarak yaptıkları incelemelerde soykırımın varlığına yönelik bir bilgi ve belgeye ulaşamamışlardır.

Sonraki yıllarda soykırıma yönelik uydurmalar durmamış, sahte bilgi ve belgelerle kamuoyu oluşturulmaya çalışılmış, bazı ülkelerin siyasileri de bu oyuna alet edilmiştir. 1985’te ABD Temsilciler Meclisi’nin sözde Ermeni soykırımına yönelik bir karar alma çalışması üzerine, 69 bilim adamının 19 Mayıs 1985’te Temsilciler Meclisi’ne sundukları rapor, son derece önemlidir. Raporda özetle şöyle denilmiştir(17):

14. yüzyıldan 1922'ye kadar, günümüzde Türkiye olarak, daha doğrusu ‘Türkiye Cumhuriyeti’ olarak adlandırılan bölge, çok dinli, çok uluslu bir devlet olan Osmanlı İmparatorluğunun bir parçasıydı. Nasıl Habsburg İmparatorluğunu günümüz Avusturya Cumhuriyeti ile eş saymak yanlışsa, Osmanlı İmparatorluğunu, Türkiye Cumhuriyeti ile bir tutmak da yanlıştır.

Türk, Osmanlı araştırmaları ve Ortadoğu üzerine uzmanlaşmış, aşağıda imzaları bulunan Amerikalı akademisyenler, ABD Temsilciler Meclisi'nin 192 sayılı kararında kullanılan dilin birçok açıdan yanıltıcı ve yanlış olduğu görüşündedirler. Çekincelerimiz ‘Türkiye’ ve ‘soykırım’ sözcüklerinin kullanılması konusunda odaklanmakta olup aşağıdaki şekilde özetlenebilir:

Günümüz Türkiye Cumhuriyetinin 1923 yılında kurulmasıyla sonuçlanan Türk Devrimiyle 1922'de tarih sahnesinden silinmiş olan Osmanlı İmparatorluğu, şu anda Güneydoğu Avrupa, Kuzey Afrika ve Ortadoğu'da bulunan ve sadece bir tanesinin Türkiye Cumhuriyeti olduğu 25'ten fazla devletin topraklarını ve halklarını bünyesinde barındıran bir devletti. Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı zamanında gerçekleşen hiçbir olaydan sorumlu tutulamaz.

‘Soykırım’ suçlamasına gelince; bu açıklamayı imzalayanların hiçbiri Ermenilerin çektikleri acıların boyutlarını küçümseme amacını taşımamaktadır. Aynı şekilde söz konusu bölgedeki Müslüman halkın da acılarının farklı şekilde değerlendirilemeyeceği görüşündeyiz. (...) Ancak saldırgan ve masum olanı ayırt edebilmek ve olayların nedenlerini belirleyebilmek için tarihçilerin ulaşmaları gereken daha birçok belge ve bulgular vardır.

Temsilciler Meclisinin 192 sayılı kararındaki gibi ithamları kaçınılmaz olarak Türk halkı hakkında adaletsiz yargılara varılmasına ve belki de tarihçilerin bu trajik olayları anlamakta kaydetmeye başladıkları gelişmeye zarar verilmesine yol açacaktır.

Kongre bu kararı kabul ederse, tarihsel sorunun hangi yanının doğru olduğuna yasa yolu ile karar vermeye çalışmış olacaktır. Tarihsel olarak şüpheli varsayımlara dayalı böylesine bir karar, dürüst tarihsel araştırmaya zarar verecek ve Amerikan yasama sürecinin güvenirliliğini sarsacaktır.

DİPNOTLAR

1) Halaçoğlu, Prof. Dr. Yusuf, Ermeni Tehciri ve Gerçekler (1914-1918), TTK Yayını, Ankara 2001, s. S. 70 (ŞFR., nr. 54/315 (Ek-III)

2) Halaçoğlu, Prof. Dr. Yusuf, a.g.e., s. S. 70 (DH. EUM. 2. Şube, 68/80)

3) Orel, Şinasi; Yuca Süreyya; Ermenilerce Talat Paşa'ya Atfedilen Telgrafların Gerçek Yüzü, TTK Yayını, Ankara 1983.

4) Halaçoğlu, Prof. Dr. Yusuf, a.g.e., s. S. 70

5) Dr. Hüsamettin Yıldırım, Ermeni İddiaları ve Gerçekler, Ankara, 2000, s. 35

6) Karpat, Kemal H. Ottoman Population 1830-1914 Demographic and Social Charsetistic, The University Of Winsconcin Press, 1985, London

7) Halaçoğlu, Prof. Dr. Yusuf, a.g.e., s. 76

8) Halaçoğlu, Prof. Dr. Yusuf, a.g.e., s. 77

9) Halaçoğlu, Prof. Dr. Yusuf, a.g.e., s. 77

10) DH. EUM. 2. Şube, nr.2F/14.

11) Bkz. DH. EUM. 2. Şube, nr.2F/94.

12) Archives des Affaires Etrangéres de France, Série Levant, 1918-1928, Sous Série Arménie, Vol. 2, folio 47’den naklen bkz. Bilal ªimºir, Les Departén de Melte et les Allégations Armeniennes, Ankara 1998, p. 49.

13) Akdes, Nimet Kurat; Türkiye ve Rusya, Ankara, 1990, s. 471

14) Hovannisian, Richard, The Ebb and Flow of the Armenian Minortiy in the Arab Middle East, Middle East Journal, Vol. 28 no. 1 Winter 1974, s. 20

15) Halaçoğlu, Prof. Dr. Yusuf, a.g.e., s. 62

16) Halaçoğlu, Prof. Dr. Yusuf, a.g.e., s. 82

17) FEIGL, Erich-, A Myth of Terror: Armenian Extremism: Its Causes and Its Historical Context, Edition Zeitgeschichte-Freilassing, Austria.

Prof. Dr. Sinsi 08-03-2012 03:10 AM

Ermeni Sorunu, İddialar, Gerçekler
 
SOYKIRIM NEDİR?

Yer değiştirme uygulaması Ermeni çevreleri ve hasım devletlerce "Ermeni katliamı ve soykırımı" olarak adlandırılmış ve Osmanlılara karşı büyük bir propaganda kampanyası başlatılmıştır.

Oysa soykırım; “ırk, milliyet, etnik ve din farklılıkları nedeniyle insan gruplarının yok edilmesi”dir. Bu suç, direkt olarak bir hükümet tarafından veya onun rıza göstermesi ile işlenebilir. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, dünyada soykırım suçunu önlemek ve cezalandırmak için 1948'de "Soykırım Sözleşmesi”ni kabul etmiş ve Türkiye de bu sözleşmeye 1950 yılında taraf olmuştur.

Soykırım dendiği zaman Nazilerin, Yahudilere ve diğer etnik gruplara karşı giriştikleri kitlesel kıyım akla gelir. 1939-1945 yılları arasında 5-6 milyon Yahudi, 3 milyondan fazla Sovyet savaş tutsağı, birer milyondan fazla Polonya ve Yugoslavya sivil halkı, 200.000 civarında Çingene ve 70.000 özürlü insanın canına kıyılmıştır. İşte soykırım budur.

Bunlara ilave olarak, Birleşmiş Milletler'in önleyici yönde sözleşmesi olmasına rağmen, modern çağda da sayısız soykırım olayı görülmüştür.

Örneğin, bizzat olayın kahramanı 2 emekli Fransız generalin Le Monde’da yayınlanan itiraflarına göre; Fransızlar 1954-1962 yılları arasında Cezayir’de en az 1 milyon Cezayirliyi katletmiş, 1965-1966 yıllarında Endonezya ordusu bir milyon komünisti ve ailelerini öldürmüş, 1975-1979 yılları arasında Kamboçya'da Kızıl Kmerler 1.7 milyon Kamboçyalı'yı katletmiş, 1994'de Ruanda'da 500.000 Tutsi, Hutular tarafından öldürülmüş ve nihayet 1991'den sonra Bosna-Hersek ile Kosova'da binlerce Müslüman Sırp vahşetine maruz kalmıştır.

Soykırım suçu, gerçek anlamda bu olaylarda işlenmiştir. Ermeni iddialarının ve yalanlarının aksine, 1915 yılında Doğu Anadolu bölgesindeki Ermenilerin daha güvenli topraklara göç ettirilmesi uygulaması, Ermenilerin ve cephelerin güvenliğini sağlamaya yönelik bir harekettir ve soykırımla hiç bir ilgisi yoktur. Ermenilerin Doğu Anadolu'da savaş ve göç sırasında kayıplar verdikleri doğrudur. Ancak bu kayıplar, Doğu Anadolu'da yaşanan savaş ve isyanlar nedeniyle asayişin sağlıklı olarak sağlanamaması, araç, yakıt, gıda, ilaç yetersizliği, ağır iklim koşulları ile tifüs gibi salgın hastalıklar nedeniyle meydana gelmiştir. Hiçbir şekilde kasıtlı ve planlı bir katliam söz konusu değildir.

Aslında Ermeniler, geçmişte hakimiyeti altında yaşadıkları devletlere ihanetlerinden dolayı bir çok kez buna benzer göç hareketlerine tabi tutulmuşlardır. Sasaniler 379'larda 70.000 Ermeni’yi İran'a, Bizanslılar 1025'lerde Doğu Anadolu'daki 40.000 Ermeni'yi Sivas ve Kayseri'ye, Memluklar 1250'lerde 10.000 kadar Ermeni'yi Mısır'a, 1743'de İranlılar 24.000 Ermeni'yi İran içlerine ve 1777'de Kırım'ı işgal eden Ruslar bölgedeki binlerce Ermeni'yi steplere sürmüştür.

Tarih boyunca sayısız göç ve sürgün olayına maruz kalan Ermeniler, bunların hiç birini gündeme getirmeden, sadece 1915'te Osmanlı devleti tarafından son derece haklı gerekçelerle yer değiştirmeye tabi tutulmalarını sözde soykırım adı ile sorun haline getirmeye çalışmaktadırlar. Bu tavır, maksatlı ve Türkiye'nin bütünlüğünü bozmaya yönelik politikaların bir ürünüdür. Bazı ülkelerin, Afrika ve Balkanlarda yaşanmakta olan gerçek anlamdaki soykırım hareketlerine seyirci kalarak, sözde Ermeni soykırımı iddialarına ve yalanlarına destek vermeleri de bunun en açık göstergesidir.


ERMENİ TERÖRÜ

Türkiye açısından Ermeni sorununun önemli bir boyutu da, Ermenilerin Türklere karşı silahlı terör metodolojisini kullanmaya başlamalarıdır. Türk devlet adamlarına yönelik bu saldırgan strateji, ilk defa 1905'de II. Abdülhamit'e yapılan bombalı saldırı ile başlamıştır. Anadolu dışında kurulan Hınçak, Tasnak, Ramgavar, Hınçak İhtilal Komitesi, Silahlılar Cemiyeti, Ermenistan’a Doğru Cemiyeti, Genç Ermenistan Cemiyeti, İttihat ve Halas Cemiyeti ve Karahaç Cemiyeti gibi halkı silahlı ayaklanmaya sevk eden örgütlenmeler meydana getirilmiştir. Bütün bunların sonucunda binlerce Türk ve Ermeni’nin hayatına mal olan isyan hareketleri ülkenin dört bir yanına yayılmıştır.



Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasından 1965 yılına kadar sakin bir dönem geçirildikten sonra, Ermeni lobisinin desteğiyle terör hareketleri birdenbire tekrar ortaya çıkarılmış, Türk diplomatları öldürülmeye başlanmıştır. 1972 yılı sonuna kadar çeşitli ülkelerde 20'ye yakın anıt dikilmiş, basın ve yayın yolu ile karalama faaliyetleri programlı olarak uygulamaya konmuştur.

Bu yeni dönemde terörü özendiren, geliştiren, hazırlayan, daha geniş alanlara yayılmasını, ve hedeflerinin çeşitlenmesini sağlayan; terör tim ve grupları oluşturan, yeni örgütlenme çabalarına destek, temas ve ilişkiler ortamı hazırlayanlar, Taşnak ve Hınçak terör örgütleridir. Bunların yanında isminden en çok söz ettiren ve Ermeni terörü ile eş anlamda kullanılan “Ermenistan'ın Kurtuluşu İçin Ermeni Gizli Ordusu” örgüt adının kısaltılmış şekli olan ASALA'dır.

Geleneksel terör örgütleri içlerinden çıkardıkları terör tim ve gruplarıyla, ASALA ise terörün en acımasız ve insanlık dışı uygulamalarıyla yeni dönemin terör yaratıcıları olmuşlardır. ASALA da manevi ve psikolojik desteği, temas ve ilişkiler ortamını Hınçaklardan almıştır.

Ermeni terörü, yurt dışındaki Türk görevlilerine, temsilciliklerine ve kuruluşlarına yönelik silahlı saldırılar şeklinde kısa zamanda hızlı bir tırmanış göstererek yoğunluk kazanmıştır. Bu dönemde, Avrupa ve doğu ülkeleri ile Suriye ve Lübnan'da üsler edinen Ermeniler, Kıbrıs Rumları ve Yunanistan ile işbirliği içine girerek eylemlerini gerçekleştirmişlerdir.

Ermeni terör örgütleri, dış dünyanın tepkileri üzerine 1980’li yıllarda taktik değiştirerek, PKK terör örgütü ile işbirliğine girmişlerdir. 1984 yılında bölücü terör örgütü PKK sahneye itilmiş ve Asala-Ermeni terörü geri plana çekilmiştir. Ermeniler ile PKK arasındaki bağlantıyı ortaya koyan bazı somut örnekler şunlardır:

· Bölücü terör örgütü PKK, 21-28 Nisan 1980 tarihini “Kızıl Hafta” olarak ilan etmiş ve 24 Nisan tarihini sözde Ermenilerin katledilme günü olarak anarak, toplantılar yapmaya başlamıştır.

· 8 Nisan 1980 tarihinde Lübnan'ın Sidon kentinde PKK ve ASALA terör örgütleri ortak basın toplantısı düzenlemişler ve toplantı sonucu bir deklarasyon yayınlamışlardır. Ancak bu olayın tepki çekmesi üzerine ilişkilerin illegal alanda gizli olarak sürdürülmesi kararlaştırılmıştır. Bu uzlaşmadan sonra, 9 Kasım 1980 tarihinde Strazburg Türk Başkonsolosluğu’na, 19 Kasım 1980 tarihinde ise Roma Türk Hava Yolları bürosuna yönelik olarak düzenlenen saldırılar, PKK ve ASALA terör örgütleri tarafından ortaklaşa üstlenilmiştir.

· Bölücü terörist Abdullah Öcalan, Ermeni Yazarlar Birliği tarafından “Büyük Ermenistan hayali fikrine olan katkılarından dolayı” onur üyeliğine seçilmiştir.

· Ermeni Halk Hareketi’nin bünyesinde, bir çok Avrupa ülkesinde olduğu gibi bir Kürdistan Komitesi oluşturulmuştur.

· 4 Haziran 1993 tarihinde; Ermeni Hınçak Partisi, ASALA ve PKK terör örgütü mensuplarının katılımıyla Batı Beyrut'ta bulunan PKK terör örgütü merkezinde bir toplantı yapılmıştır.

Ermeni-PKK ilişkisiyle ilgili bir başka çarpıcı örnek ise, 6- 9 Ocak 1993 tarihlerinde Beyrut'taki iki ayrı kilisede düzenlenen ve Lübnan Ermeni Ortodoks Başpiskoposu, Ermeni Parti yetkilileri ile 150 gencin katıldığı toplantılarda kullanılan şu ifadelerdir:

· Şimdilik Türkiye'ye karşı sakin tutum gösterilmelidir.

· Ermeni toplumu gittikçe büyümekte ve ekonomik yönden güçlenmektedir.

· Geliştirilen propaganda faaliyetleri sayesinde, bütün dünyada (sözde) soykırım daha iyi bilinmeye başlanmıştır.

· Ermenistan devleti kurulmuştur, her geçen gün toprakları genişlemektedir ve atalarının intikamını mutlaka alacaklardır.

· Başta ABD olmak üzere, diğer batılı ülkeler de Karabağ'da sürdürülen savaşta Ermenileri haklı bulmaktadırlar. Bu fırsatı değerlendirmek gerekir... Karabağ'da savaşan Ermeni gençlerine yenileri katılacaktır.

· Türkiye'de -PKK terör örgütü ile yapılan mücadele kastedilerek- iç savaş devam edecek, Türk ekonomisi sıfır noktasına gelecek ve vatandaşlar baş kaldıracaklardır.

· Türkiye bölünecek ve bir Kürt devleti kurulacaktır.

· Ermeniler Kürtlerle olan ilişkilerini iyi bir şekilde yürütmeli ve Kürtlerin mücadelelerini desteklemelidirler.

· Bugün Türklerin elinde olan topraklar, yarın Ermenilerin olacaktır.

Özetle; Ermeni terör örgütlerinin müşterek amacı; her fırsattan yararlanarak Türkiye'yi istikrarsızlığa sürüklemek ve sözde işgal altındaki Ermeni topraklarını kurtararak "Bağımsız Büyük Ermenistan"ı kurmaktır. Bugün devlet olma özelliğini de elde eden Ermenilerin, söz konusu isteklerinin değişik başlıklar altında devam ettiği görülmektedir.


BUGÜNKÜ DURUM

Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği'nin dağılmasından sonra, 23 Eylül 1991'de bağımsızlığını ilan eden Ermenistan Cumhuriyeti, Türkiye'ye yönelik "sözde soykırım" iddialarını bir devlet politikası haline getirmiştir. Ermeniler, zulme ve haksızlığa uğramış bir toplum imajı yaratarak, başta ABD ve Fransa olmak üzere belli başlı devletleri ve uluslar arası kuruluşları, Ermeni davası lehine çekmeye çalışmaktadırlar.

Soykırım iddialarının kabulü ve tesciline bağlı olarak, Türkiye'den yüklü bir tazminat almak ve son aşamada ise Türkiye sınırları içerisinde bulunduğunu iddia ettikleri sözde Ermeni topraklarının, “Batı Ermenistan”ın iadesini sağlayarak Büyük Ermenistan'ı kurmak yönünde bir siyaset izlemektedirler.

Nitekim Ermenistan Parlamentosu’nca 23 Ağustos 1990'da kabul edilen bildiride; "Ermenistan Cumhuriyeti, Osmanlı Türkiyesi ve Batı Ermenistan'da gerçekleştirilen 1915 soykırımının uluslar arası kabul görmesi çabasını destekler" maddesine yer verilmiştir.

Sözde soykırımın tanınmasını hedefleyen girişimler, birçok ülkede yoğunlaşmış, bu ülkelerde ardı ardına soykırım anıtları dikilmiş, hatta bazı ülkelerin okullarında “sözde soykırım” ders olarak okutulmaya başlanmıştır.

Türk-Ermeni ilişkileri Ter-Petrosyan yönetiminde nispeten ılımlı bir havada geçmiştir. Ancak Nisan 1998'de Taşnaksutyun örgütünün gizli lideri Koçaryan'ın cumhurbaşkanı olmasıyla birlikte aşırı milliyetçi hareketler serbest bırakılmış ve Ermenistan, Türkiye ile ilişkilerinde sertlik yanlısı bir politika izlemeye başlamıştır. Koçaryan, yapmış olduğu resmi bir açıklamada; "soykırımı hiçbir zaman unutmayacaklarını, dünyaya bu trajediyi hatırlatmak durumunda olduklarını, soykırımın cezasız kaldığını, uluslar arası tanıma ve kınamanın layık olduğu şekilde gerçekleşmediğini" ifade etmiş, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nun 53. oturumunda da bilinen iddialarını tekrarlayarak, Ermenistan'ın Türkiye ve Azerbaycan tarafından abluka altına alındığı savunmuştur.

Koçaryan gibilere en güzel cevabı şüphesiz, Türkiye'de yaşayan Ermeni cemaati vermektedir. 7 Ekim 2000 tarihinde yayınlanan Ceviz Kabuğu adlı TV programında konuşan Kandilli Ermeni Kilisesi Başkanı Dikran Kevorkan soykırım iddiaları ve yer değiştirme uygulaması hakkında unları söylemektedir:

"Soykırım ve tehcir (bir yerden alıp başka bir yere götürmek) farklı anlamlara gelir. Emperyalistlerin oyunları, Ermeni idarecilerin apolitik düş öncüleri (medya, kiliseler, din adamları) bütün bu olaylara sebep olmuştur. Patrik ruhani bir liderdir, siyasi konularda patrikten görüş alma gibi bir yanlış yapılıyor. Emperyalist güçler ASALA ve PKK'nın arkasında olmasaydı onlar ne yapabilirlerdi? Yer değiştirme meselesinde Almanya'nın İstanbul'a baskısı vardı. Burada Almanya'nın, yerleşik düzeni sarsmak ve Bağdat demiryolu mevzusunda ekonomik menfaatlerini sağlama almak amacı vardı(1)."

Kevorkan'ın "asimilasyon" iddiaları hakkındaki görüşleri ise şöyledir:

"Bugün dünya üzerindeki Ermenilerin en rahatlıkla, en güçlü şekilde kendi kimliklerini muhafaza ettikleri ülke Türkiye'dir. Yurtdışındaki, Diasporadaki Ermeni, ismini değiştirerek mücadeleye giriyor. Çünkü oralarda, bir kültür ağırlığıyla, o insanların kültürünü eritmek var. Bugün Türkiye'nin aleyhine konuşulan Diasporadaki Ermeniler çok iyi biliyorlar ki, Amerika'nın belli kiliselerinde kurban ayinleri Pazar günleri İngilizce yapılıyor, Ermeniler ana lisanlarını kaybediyorlar.

Bunu söylediğin zaman kötü kişi oluyorsun. Biz onun için Türkiye'deki Ermeni vatandaşlar olarak üzüntümüzü dile getiriyoruz. Ne için? Atatürk'ün emanet ettiği Kuvay-i Milliye ruhuna bir haksızlık yapılmaktadır. Bütün bunlar dışarıdakilerin oyunudur. PKK, ASALA, bu kararname, bütün bunlar dışarıdakilerin oyunu. Biz Türkiye'deki vatandaşlar olarak bir haksızlık yapıldığını düşünüyoruz. Ermeniler eğer akıllıysa maşa olarak kullanılmasınlar(2)."

Türkiye Ermeni Patriği II. Mesrob ise, 22 Mayıs 1999'da İstanbul Hilton Oteli'nde düzenlenen bir resepsiyonda yaptığı konuşmada, sözde Ermeni iddialarının pek çoğunu çürüten şu mesajları vermiştir:

"İstanbul Ermeni Patrikliği'nin kuruluşu tarihte eşine rastlayamayacağımız bir olaydır. Fatih Sultan Mehmet'in İstanbul'u fethinden sekiz yıl sonra, 1461'de Batı Anadolu'daki Ermeni Piskoposluğunu çıkardığı bir fermanla İstanbul Patrikliği'ne dönüştürmesi Fatih'in ve Osmanlı Sultanlarının gelecek vizyonu ve diğer dinlere gösterdiği hoşgörünün çok açık bir örneğidir.

Tarihte bir dine mensup bir hükümdarın başka bir dinin üyeleri için ruhani riyaset makamı tesis etmesi, ne Fatih'ten önce, ne de sonra görüldü. Yeni bir binyıla girerken dünyada yaşanan gerginlikleri, özellikle yakın çevremizdeki savaş ortamını göz önünde bulunduracak olursak, 538 yıl önce gerçekleşen bu olayın değerini, dinler ve kültürler arası hoşgörünün önemini, sanıyorum daha iyi kavrayabiliriz.

İmparatorluk sınırları içindeki Ermeni toplumunun hayatını onun örf ve adetlerine göre düzenleyen Fatih Sultan Mehmet'i, onun doğrultusunda ülkeye hizmet eden devlet adamlarını ve 1461'deki ilk İstanbul Ermeni Patriği Bursalı Hovagim'den başlayarak bu makama sadakatle hizmet eden 83 patriğimizi sevgiyle ve minnetle anıyoruz.

Biz Türkiye Ermenileri, ülkemizde yaşayan en kalabalık Hıristiyan cemaati olarak 75. yılını coşkuyla kutladığımız Türkiye Cumhuriyeti'nin aydınlık geleceğine tüm kalbimizle inanıyor ve yarınlara ümitle bakıyoruz(3)."

Taşnaksutyun örgütünün gizli lideri Koçaryan, Ermeni Devleti’nin başkanı olduktan sonra “4 T Planı”nın uygulanmasına hız verilmiştir. Nihai hedef, Türkiye Cumhuriyeti’nin toprak bütünlüğüne yöneliktir ve onu parçalamayı öngörmektedir. Bu strateji, geçmişteki üç-beş Ermeni örgütünün hedefi olmaktan çıkmış, bugünkü Ermenistan’ın da ülküsü halini almıştır. Eğer bugünkü Ermenistan’ın en önemli üç belgesine bakarsak bu durumu açıkça görürüz.

Bunlar “Bağımsızlık Bildirgesi”, “Bağımsızlık Kararı” ve 1995 yılında kabul edilen “Ermeni Anayasası”dır. Ermenistan Sovyet sosyalist Cumhuriyeti Yüksek Sovyeti’nin 23 Ağustos 1990 tarihli “Bağımsızlık Bildirisi”nin 12. Maddesinde “Ermenistan Cumhuriyeti, 1915 Osmanlı Türkiyesi ve Batı Ermenistan’da gerçekleştirilen soykırımın uluslar arası alanda kabulünün sağlanması yönündeki çabaları destekleyecektir” denilmektedir.

Ermenistan Parlamentosu, 23 Eylül 1991 tarihinde aldığı bağımsızlık kararında aynı konuyla ilgili olarak “Ermenistan Bağımsızlık Bildirisi’ne sadık kalacağını” beyan ve taahhüt etmiş, 1995 yılında kabul edilen Ermeni Anayasası’nda ise “Ermenistan’ın bağımsızlık bildirisindeki ulusal hedeflere bağlı kalacağı” bir anayasa hükmü haline getirilmiştir.

Dolayısıyla olmayan bir soykırımın kabul ettirilmesi ve Batı Ermenistan olarak nitelendirilen Türkiye’nin doğusundan toprak talebi, gizli bir emel olmaktan çıkmış, belki de bir başka ülke anayasasında rastlanılmayacak şekilde, resmen dünyaya açıklanmıştır. Anayasadan ayrı olarak haritalarla bu durumun propagandasını yapmaktadırlar.

Ermenistan’ın bu yayılmacı politikası karşısında, NATO ve AGİT’in anlaşma metinlerine bakmak gerekecektir. Her iki kuruluş ve bu kuruluşların temel mantığını oluşturan belgeler, üye devletlerin toprak bütünlüğünü teminat altına almaktadır.

Bilindiği gibi NATO bir askeri pakttır. Ancak, AGİT’e temel teşkil eden Paris Şartı’na bakacak olursak;

“... Birleşmiş Milletler Yasası ile yüklendiğimiz mükellefiyetler ve Helsinki Nihai Senedi’nin getirdiği taahhütlere uygun olarak, herhangi bir ülkenin toprak bütünlüğüne ya da siyasi bağımsızlığına karşı kuvvet kullanmaktan veya kuvvet kullanma tehdidinde bulunmaktan ya da bu belgelerin ilke ve amaçlarıyla bağdaşmayan bir tarzda eylemde bulunmaktan sakınacağımız taahhüdünü tekrarlarız. Birleşmiş Milletler Yasası ile yüklenilen mükellefiyetlere uymamanın, uluslar arası hukukun ihlali olduğunu hatırlatırız...”

hükmünü görürüz.

Bu madde de olduğu gibi, her iki organizasyonun mantığı açık iken, diğer tarafta “Türkiye’den toprak talep eden” ya da Türkiye toprağını “Batı Ermenistan” olarak yorumlayıp Anayasası’na koyan bir ülkeye yönelik NATO ve AGİT üyelerinin tavrı tartışılmalıdır. Uluslar arası işbirliği tarafların karşılıklı hak ve menfaatlerine saygıya dayalıdır. Bir tarafta her iki uluslar arası kuruluşun üyesi olan Türkiye, diğer tarafta Türkiye’nin toprakları üzerinde hak iddia eden ve yayılmacı politika güden Ermenistan...

DİPNOTLAR

1) Kanal 6 Televizyon, Ceviz Kabuğu Programı, 7 Ekim 2000)

2) Kanal 6 Televizyon, aynı program.

3) 23 Mayıs 1999, Gazeteler



SONUÇ

Tarihte olduğu gibi günümüzde de Ermeni toplumu üzerinden siyasi ve ekonomik çıkar sağlamaya çalışan ülkeler bulunmaktadır. Bazı ülkelerde Türkleri ve Türkiye’yi sözde soykırımla suçlayan anıtlar dikilmekte, bazı ülkelerde sözde soykırımı tanımaya yönelik kararlar parlamento gündemlerine getirilmekte, hatta kimi ülke parlamentolarında kabul edilmektedir. Gerçekte tarihçilere bırakılması gereken bu konular, siyasetçilerin elinde çıkar aracı haline dönüştürülmektedir.

Ermeni sorununun ortaya çıkışından bugüne kadar, katliamı ve katletmeyi meslek edinen Ermeni terörünün amacı; tarihi gerçekleri tamamen görmezlikten gelerek, sözde Ermeni soykırımı iddialarını ve Ermenilerin taleplerini dünya kamuoyuna duyurmaktır. Ulaşmak istediği son ise, "Büyük Ermenistan" rüyasıdır.

Ermeniler ve destekçileri, Büyük Ermenistan rüyasını gerçekleştirmek amacıyla, Ermenilerin göç ettirilmesini soykırım şeklinde istismar eden “Dört T Planı”nı uygulamaya koymuşlardır. Bu plan, Ermeni iddialarının dünyaya “tanıtılması”nı, Türkiye tarafından “tanınması”nı, Türkiye’den “tazminat” alınmasını ve nihayet “Batı Ermenistan” olarak adlandırılan “toprak” parçasının Türkiye’den koparılmasını amaçlamaktadır.

Ermeni sorunu, Osmanlı devletini parçalayarak çıkarlarına ulaşmayı amaçlayan ülkelerce ortaya çıkarılmış, bugün ise isimleri değişmekle birlikte aynı çıkar çevrelerinin Türkiye üzerindeki emellerini gerçekleştirmek için sıcak tuttukları temelsiz, yapay ve maksatlı bir sorundur.

Bu temelsiz iddia ve iftiralarla çıkar elde edenler, Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde kendi örf-adetlerini ve dinlerini özgürce yaşayan Ermeni asıllı Türk vatandaşları değil; açlıkla karşı karşıya bulunan Ermenistan topraklarından fiziken ve ruhen çok uzakta bulunan diaspora Ermenileri ve oy avcılığı yaparak halkını boş ve tehlikeli emeller uğruna peşinden sürükleyen fırsatçı politikacılardır. Bu fırsatçıların, tarihi gerçekleri hiçe sayarak tamamen politik ve ekonomik çıkarlar amacıyla Türkiye’ye yaptıkları haksızlıklara son verilmelidir.

Tarihi gerçekleri ve haklı davamızı dünya kamuoyuna anlatmak, her Türk vatandaşının, özellikle de devlet idarecilerimiz, bilim adamlarımız ve basın-yayın organlarımızın vazgeçilmez görevidir.

Prof. Dr. Sinsi 08-03-2012 03:10 AM

Ermeni Sorunu, İddialar, Gerçekler
 
TÜRK ERMENİ İLİŞKİLERİ

Ermeniler; Pers, Makedon, Selefkit, Roma, Part, Sasani, Bizans, Arap ve Türklerin hakimiyeti altında yaşamışlardır. Ermenileri Bizans'ın zulüm idaresinden kurtaran ve onlara insanca yaşama hakkını bahşeden, Selçuklu Türkleri olmuştur. Fatih döneminde ise, Ermenilere din ve vicdan hürriyeti en üst düzeyde verilmiş, Ermeni cemaati için dini ve sosyal faaliyetlerini yönetmek üzere Ermeni Patrikliği kurulmuştur.

Tarih boyunca Romalılar, Persler ve Bizanslılar tarafından Anadolu'nun bir yerinden diğerine sürülen, savaşlara itilen ve çoğu kez üçüncü sınıf vatandaş muamelesi gören Ermeniler, Türklerin Anadolu'ya girişlerinden sonra; Türklüğün adil, insani, hoşgörülü, birleştirici töre ve inancından yararlanmışlardır. Bu ilişkilerin gelişme ve doruğa ulaşma çağı olan 19. Yüzyıl sonlarına kadar süren devir, "Ermenilerin altın çağı" olmuştur.

Osmanlı Devleti'nin çalışan, liyakatli, dürüst ve üretken her teb'asına sağladığı imkanlardan Gayr-i Müslimler içinde en çok faydalananlar; Ermeniler olmuştur. Askerlikten, kısmen de vergiden muaf tutulurken, ticarette, zanaatta, çiftçilikte ve idari işlerde yükselme fırsatını elde etmişler ve devlete bağlı, milletle kaynaşmış ve anlaşmış olduklarından dolayı "millet-i sadıka" olarak kabul edilmişlerdir.

İstanbul Ermeni Patrikliği'nin kuruluşu tarihte eşine zor rastlanır bir olaydır: Fatih Sultan Mehmet'in İstanbul'u fethinden sekiz yıl sonra, 1461'de Batı Anadolu'daki Ermeni episkoposluğunu, çıkardığı bir fermanla İstanbul Patrikliği'ne dönüştürmesi, Fatih'in ve Osmanlı Sultanlarının gelecek vizyonu ve diğer dinlere gösterdiği hoşgörünün çok açık bir örneğidir. Tarihte bir dine mensup bir hükümdarın, başka bir dinin üyeleri için ruhani riyaset makamı tesis etmesi, ne Fatih'ten önce, ne de sonra görülmüştür.

"Yeni bir bin yıla girerken dünyada yaşanan gerginlikleri, özellikle yakın çevremizdeki savaş ortamını göz önünde bulunduracak olursak, 538 yıl önce gerçekleşen bu olayın değerini, dinler ve kültürler arası hoşgörünün önemini, sanıyorum daha iyi kavrayabiliriz." diyen günümüzün Ermeni Patriği II. Mesrob'un sözleri de bu olayın önemini doğrulmaktadır.

Nitekim, Türkçe konuşan, ayinlerini bile Türkçe yapan bu topluluktan devlet kademelerinde önemli görevlere yükselenler, Bayındırlık, Bahriye, Hariciye, Maliye, Hazine, Posta-Telgraf, Darphane Bakanlıkları, Müsteşarlıkları yapanlar ve hatta Osmanlı Devleti'nin meseleleri üzerinde Türkçe ve yabancı dillerde eserler yazanlar bile olmuştur.

Ancak Osmanlı Devleti'nin zayıflamaya başladığı dönemlerde, bazı devletlerin vaatlerine kanan Ermeniler, on binlerce Türk ve Ermeni'nin ölümüyle sonuçlanan isyan ve katliamlara başlamışlardır ve bin yıl refah içinde yaşadıkları ülkeyi parçalamaya çalışmışlardır.

SELÇUKLU DÖNEMİ TÜRK-ERMENİ İLİŞKİLERİ



VII. yüzyıl sonlarından itibaren Anadolu, Bizans hakimiyetinden çıkarak, önce Emevilerin, onlardan sonra ise X. yüzyılın sonlarına kadar Abbasilerin elinde kalmıştır. X. yüzyılın sonlarında Anadolu'nun tamamına Bizans yeniden hakim olmuştur.

Bizans İmparatoru Vasil II, hayatının son yıllarında Kafkaslar'da faaliyet göstermiştir. Ermeni Bağratuni hanedanından Gagik I'in (990-1020) ölümünden sonra bu bölgede karışıklıklar çıkmıştır. Bu durum Bizans İmparatoru'na başarılı bir müdahale fırsatı vermiştir. Gürcistan'ın bir kısmı gibi Van bölgesi de Bizans İmparatorluğu'na dahil olunmuş, Ermeni Ani hanedanlığı ise hayatı boyunca Gagik'in oğlu ve halefi olan İonnas Smbat'a kalmış, onun ölümünden sonra ise aynı şekilde Bizans İmparatorluğu'na katılmıştır.

Bizans İmparatorluğu, Ermenilerin yaşadıkları yerleri kendine katmakla kalmamış, aynı zamanda Ermeni tarihçi Urfalı Mateos'un da belirttiği gibi "Ermeni milletinin kumandanlarını kendi ev ve eyaletlerinden çıkarıp götürmüşler"dir.

1047-1048 yılında Selçuklu Veliahdı Hasan, Van Gölü bölgesine akınlara başlamıştır. Azerbaycan Genel Valiliği'ne atanan İbrahim Yınal, Tuğrul Bey'den aldığı buyruk üzerine, Kutalmış ile birlikte harekete geçerek Eylül 1048'de Pasin Ovası'nda Liparit, Aaron ve Katakalon kumandasındaki Bizans Ordusu'nu bozguna uğratmıştır.

Ölen Bizans İmparatoru Konstantin Dukas'ın (Mayıs 1067) yerine geçen karısı ile evlenerek iktidarı ele geçiren Romanos VI. Diogenes, Selçuklulara karşı savaşı derhal ele almış, fakat ordusunun aşırı güçsüzleşmesi nedeniyle büyük bir güçlükle de olsa çoğunluğu yabancı asıllı ücretlilerden (Peçenek, Oğuz, Norman, Frank, Ermeni, Slav, Bulgar, Alman, Hazar, Gürcü) oluşan bir ordu toplamıştır.

Bizans İmparatoru Malazgirt'e doğru yola çıkmadan önce, harpten dönünce Ermeni mezhebini ortadan kaldıracağına yemin etmiştir. Bizans imparatorunun ordusu, 26 Ağustos 1071 tarihinde Sultan Alparslan'ın ordusuna saldırmış, fakat bozguna uğramıştır. Bizans İmparatorunu esir alan Alparslan, barış imzaladığı Diogenes'i tahta dönmesi için büyük bir törenle İstanbul'a uğurlamıştır.

Uzun yıllar Bizans hakimiyeti altında yaşayan Ermenilere Bizanslıların nasıl davrandıkları konusunu, o dönemleri yaşayanlardan dinlemiş ve yazmış olan Urfalı Mateos şu şekilde aktarmıştır:
"... Onlar (Romalılar) Katogikosu (Haçik'i), mezhebi için türlü işkencelere maruz bırakmışlardır. Duyduğumuza göre onlar, onu ateşle tazip etmişler, fakat o, alevlerin içinden sağ ve salim çıkıyordu."
"İki yıl sonra (993-994) büyük Roma dükü, büyük bir ordu ile beraber Ermenilere karşı yürüdü, Hıristiyanların üzerine atılıp onları kılıçtan geçirdi ve esaret altına aldı. O, zehirli bir yılan gibi her yere ölüm götürdü ve böylelikle, dinsiz milletlerin yerini tutmuş oldu."

Türkler, Bizanslılarla birlikte kendilerine karşı savaşan Ermenilere nasıl davranmışlardır? Bizanslıların yaptıkları gibi onları hakir mi görmüşler, zulüm mü yapmışlar, yoksa kilise ve manastırlarını mı yakmışlardır? Ermeniler başta olmak üzere, Selçuklu yönetiminde yaşayan bütün gayrimüslim azınlığa gösterilen hoşgörüyü Urfalı Mateos şu şekilde kaydetmiştir:

"539 (27 Şubat 1090-26 Şubat 1091) tarihinde Ermeni Katogikosu Barseg, cihangir sultan Melikşah'ın yanına gitti. Katogikos bazı yerlerde Hıristiyanların tazyik edildiğini, Allah'ın kiliseleri ile ruhanilerden vergi istenildiğini ve manastırlarda piskoposların vergi için tazyik edildiğini görüp, İranlıların ve bütün Hıristiyanların âlicenap ve tatlı sultanının huzuruna gidip, bütün bunları ona arz etmeye karar verdi. Sultan, senyor Barseg'i huzura kabul edip, ona büyük iltifat gösterdi ve onun arzularını yerine getirdi. Sultan, bütün kilise ve manastırları ve ruhanileri vergiden muaf tuttu ve Ermeni katogikosuna fermanlar verip onu iltifatla uğurladı."

Bu ifadelerden de açıkça anlaşıldığı gibi Selçuklu Türkleri, Ermenilere ve diğer gayrimüslim halka Bizanslıların göstermediği hoşgörüyü göstermiş ve onların dinlerini ve sosyal yaşantılarını korumalarını sağlamıştır. Bu anlayış, Anadolu Selçukluları döneminde de devam etmiştir. Gösterilen tüm bu hoşgörülere rağmen, bazen Ermenilerin Bizanslıların ve Haçlı Seferleri sırasında Haçlıların yanlarında yer aldıkları da bilinmektedir.

KAYNAK:
Yıldırım, Dr. Hüsamettin; Ermeni İddiaları ve Gerçekler, Ankara 2000.


OSMANLI ERMENİ İLŞKİLERİ

Osmanlı devletinin ilk kuruluş yıllarında Ermeniler, genellikle Çukurova, Doğu Anadolu ile Kafkasya bölgelerinde küçük prenslikler ve beylikler halinde ve dağınık durumdaydılar. İran, Bizans, Gürcü, Selçuklu devletleri ve diğer küçük devlet ve beyliklerle karışmışlardı ve bunların yönetimi altındaydılar.

Ermenilerin Osmanlılarla ilk ilişkileri, çok azınlıkta bulundukları Anadolu'nun batı bölgesinde başlamıştır. Osman Gazi 1324 yılında Bursa'yı devlete merkez yaptıktan sonra, Kütahya'daki Ermenilerin çoğunluğu ve Ermeni ruhani reisliği Bursa'ya nakledilmiştir.

Fatih Sultan Mehmet 1453'de İstanbul'u aldıktan sonra Ermenilerin Bursa'daki ruhani başkanı Hovakim'i İstanbul'a getirmiş ve 1461'de yayınladığı bir fermanla Ermeni Patrikliği'ni kurdurmuştur. Yavuz Sultan Selim'in 1514-1516'da Güney Kafkasya ve Doğu Anadolu'yu fethetmesiyle buradaki Ermeniler de aynı cemaat bünyesine alınarak İstanbul Patrikliği'ne bağlanmışlardır.

Tarihlerinde hiçbir devletten ve hükümdardan görmedikleri ilgiyi Osmanlı devletinden gören Ermeniler, Türk milletine samimi olarak bağlanmışlardır. Bu yüzden kısa bir süre içinde çeşitli yerlerden İstanbul'a göçen Ermeniler büyük bir cemaat oluşturmuş ve dünyanın en refah içindeki cemaatlerinden birisi haline gelmişlerdir.

Fatih Sultan Mehmet'ten Sultan II. Mahmud'a kadar 350 yıllık süre içinde Hıristiyanların ve dolayısıyla Ermenilerin dini ve toplumsal işlerine kesinlikle karışılmamıştır. "Amira" denilen bankerlerden, tüccarlardan ve devlet memurlarından oluşan Ermenilerin yardımıyla; birçok okul, matbaa, kütüphane açılmış, birçok Ermeni genci öğrenim yapmak ve sanat öğrenmek üzere Avrupa'ya gönderilmiştir. Aynı dönemde bu haklardan Rusya yönetimindeki Ermeniler yararlanamamışlardır.

Ermeni Patriği Nerses 1876 yılında Vatandaşlık Meclisi Şurası'na sunduğu mektubunda, "Şayet günümüze kadar Ermeni milleti, millet olarak korunduysa ve inancını, kilisesini, dilini, tarihi ve kültürel değerlerini koruyorsa, tüm bunlar Türk hükümetinin Ermeni milletine gösterdiği koruma, yardım ve hayırseverlik sayesindedir. Kader, Ermenileri Türklere bağlamıştır. Bundan dolayı Ermeniler, devletin savaş ve ağır sınav günlerinde buna kayıtsızca davranamaz. Aksine her zaman oldukları gibi ona yardım etmek zorundadırlar. Vatanını seven Ermeni, devlete yardım ederek, Ermeni milletinin hizmet ve yardımının en iyisini görecektir." demektedir. Görüldüğü gibi Patrik Nerses, Ermenilerin Osmanlı yönetiminde sahip oldukları haklar sayesinde benliklerini muhafaza ettiklerini belirtmektedir.

Osmanlı devleti, Gülhane Hatt-ı Hümayunu ile yapmayı vaadettiği ıslahatları ilân etmiş, ancak gayrimüslimler verilen yeni haklardan memnun kalmamışlardır. Tanzimat ile gayrimüslimlere askerlik mükellefiyeti getirilmiş, devlet memuriyetleriyle idari ve askeri okullara girmelerine izin verilmiştir. Buna dayanarak Ermeniler, 1863'de yürürlüğe giren 99 maddeden oluşan Ermeni Milleti Nizamnamesi'ni bir fermanla Babıâli'ye onaylatmışlardır.

Osmanlı yönetimindeki diğer gayrimüslim azınlıklar gibi Ermeniler de her zaman birinci sınıf vatandaş muamelesi görmüşler; askere gitmedikleri gibi, özellikle ticari hayatta kilit noktaları ellerine geçirmek suretiyle, toplum içinde ön plana çıkmışlar, zengin olmuşlardır.

Devlete bağlılıkları, Türk adetlerini benimsemeleri, hatta iyi Türkçe konuşmaları, Ermenilerin devlete ait resmi veya özel işlere atanmalarına sebep olmuştur. Bu bakımdan 16. yüzyılda Ermeni asıllı Mehmet Paşa gibi vezirlik rütbesine kadar yükselen devlet adamları, 18. yüzyılda Divrikli Düzyan soyundan saray kuyumcuları ve sonradan Darphane bakanları, Sasyan ailesinden saray doktorları, 19. yüzyılda Bezciyan ailesinden Darphane bakanları, Dadyan ailesinden Baruthane bakanları devletin en yüksek kademelerinde görevler yapmışlardır. 19. yüzyılda ve Abdülhamit devrinde ve sonrasında ise Ermeni dış işleri görevlileri ve bakanlar bulunmaktadır. Ayrıca birçok Ermeni de Osmanlı devlet adamlarına danışmanlık yapmıştır.

Ermeniler iddia edildiği gibi soykırıma uğrayan bir topluluk değil, devletin her kademesinde, her meslekte önemli yerler edinmiş bir grup olmuştur.

Osmanlı-Ermeni ilişkileri açısından en çarpıcı açıklamalar, bizzat Türkiye'deki Ermeni cemaatinin önderlerinden gelmiştir. Ermeni Patriği II. Mesrob, 22 Mayıs 1999 günü Hilton Oteli'ndeki resepsiyonda yaptığı konuşmada şu ifadeleri kullanmıştır:

"3. Binyılın eşiğindeyiz. İnsanlık tarihinde yeni bir dönemin başlangıcını kutlamaya hazırlanıyoruz. Bunun hepimiz için büyük fırsat olduğunu düşünüyorum. Geleceğimizi kıtaların, kültürlerin ve halkların birlikteliği düşüyle tayin etme fırsatı...

İnsan hayatına, kişisel hak ve özgürlüklere saygı, adil ve her türlü şiddetten uzak bir dünya hepimizin ortak özlemi.

Önümüzdeki bu dönüm noktası yalnızca eşsiz bir fırsat değil, aynı zamanda çetin bir sınav sunuyor bizlere. Geride bırakmaya hazırlandığımız 2. Binyıl trajik olaylarla doluydu.

Yine de geride bıraktıklarımız arasında hep saygıyla yad edeceğimiz, önümüzdeki binyıllarda da sevinçle kutlayacağımız nice olaylar yok değil.

Tıpkı bugün kutladığımız gibi...

İstanbul Ermeni Patrikliği'nin kuruluşu tarihte eşine rastlayamayacağımız bir olaydır.

Fatih Sultan Mehmet'in İstanbul'u fethinden sekiz yıl sonra, 1461'de Batı Anadolu'daki Ermeni episkoposluğunu çıkardığı bir fermanla İstanbul Patrikliği'ne dönüştürmesi Fatih'in ve Osmanlı Sultanlarının gelecek vizyonu ve diğer dinlere gösterdiği hoşgörünün çok açık bir örneğidir.

Tarihte bir dine mensup bir hükümdarın başka bir dinin üyeleri için ruhani riyaset makamı tesis etmesi, ne Fatih'ten önce, ne de sonra görüldü.

Yeni bir binyıla girerken dünyada yaşanan gerginlikleri, özellikle yakın çevremizdeki savaş ortamını göz önünde bulunduracak olursak, 538 yıl önce gerçekleşen bu olayın değerini, dinler ve kültürler arası hoşgörünün önemini, sanıyorum daha iyi kavrayabiliriz.

İmparatorluk sınırları içindeki Ermeni toplumunun hayatını onun örf ve adetlerine göre düzenleyen Fatih Sultan Mehmet'i, onun doğrultusunda ülkeye hizmet eden devlet adamlarını ve 1461'deki ilk İstanbul Ermeni Patriği Bursalı Hovagim'den başlayarak bu makama sadakatle hizmet eden 83 patriğimizi sevgiyle ve minnetle anıyoruz.

Biz Türkiye Ermenileri, ülkemizde yaşayan en kalabalık Hıristiyan cemaati olarak 75. yılını coşkuyla kutladığımız Türkiye Cumhuriyeti'nin aydınlık geleceğine tüm kalbimizle inanıyor ve yarınlara ümitle bakıyoruz."

Osmanlı Devletinde Görev Alan Bazı Ermeniler (Tıklayınız...)





KAYNAK:
(1) Çarıkçıyan,Komidos; Türk Devleti Hizmetinde Ermeniler (1453-1953), İstanbul 1953.
(2) British Documents on Ottoman Armenians (4cilt), 1983, 1989, 1990,Türk Tarih Kurumu
(3) Göyünç, Nejat; Osmanlı İdaresinde Ermeniler, 1983-4)
(4) Tarih Boyunca Türklerin Ermeni Toplumu ile İlişkileri Sempozyumu, Atatürk Üniversitesi, 1985
(5) Türk Tarihinde Ermeniler (Tebliğler ve Panel Konuşmaları). 9 Eylül Üniversitesi,1985-6)
(6) Şimşir, Bilal; Osmanlı Ermenileri, 1986-7)
(7) Ataöv, Türkkaya; Osmanlı Arşivleri ve Ermeni Sorunu, 1989



BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI DÖNEMİ

Osmanlıların 1 Kasım 1914'te İngiltere, Fransa ve Rusya'ya karşı savaşa girmesi, Ermeni komitelerince büyük bir fırsat olarak görülmüştür. Gönüllü alaylar kurarak Rus saflarına katılan Ermeniler, Rus işgal kuvvetleriyle birlikte Doğu Anadolu topraklarına girmişlerdir. Ayrıca, Anadolu'nun çeşitli bölgelerinde yeni isyanlar çıkartılmış, Osmanlı kuvvetleri arkadan vurulmuş, sivil Türk halkı büyük bir katliama uğratılmıştır. Bu katliam yalnızca Türkleri hedef almamış Trabzon civarındaki Rumlar ve Hakkari çevresindeki Museviler de Ermeniler tarafından katledilmişlerdir.

Osmanlı Devleti savaşa girmeden kısa bir süre önce Haziran 1914'te Erzurum'da Taşnaksutyun komitesi toplanmış ve şu kararları almıştır:

"İttihat ve Terakki Hükümeti'nin, Hıristiyan unsurlara ve özellikle Ermenilere karşı eskiden beri takip ettiği iktisadi, sosyal ve idari birbirine zıt politika, baskıyı ve ıslahatı uygulama konusunda gösterdiği aldatıcı hareketleri göz önünde tutan Taşnaksutyun Kongresi, İttihat ve Terakki'ye karşı muhalefet durumunda kalmaya, onun siyasi programını eleştirmeye, kendisine ve teşkilatına karşı şiddetle mücadeleye girişmeye karar vermiştir."

Osmanlı seferberlik ilan eder etmez, Marsilya'da yaşayan Türk Ermenileri 5 Ağustos 1914'de bir beyanname yayınlamışlardır. Çeşitli gazetelerde yayınlanan söz konusu beyannameden birkaç cümle şöyledir:

"Rus Ermeniler, Moskova orduları saflarında, kardeşlerimizin cesetleri üzerine yapılan tahkirin intikamını almak için, vazifelerini yapacaklardır. Bize Türk tahakkümündeki Ermenilere gelince, hiçbir Ermeni'nin silahı, ikinci vatanımız olan Fransa'ya ve onun müttefik ve dostlarına çevrilmemelidir.

(...)

Ermeniler, kime karşı olduğunu söylemeden Türkiye sizi silah altına çağırıyor; demiryollarının rayları 300.000 kardeşimizin cesetlerinden geçen II. Wilhelm'in ordularını ezmeye yardımcı olmak için Fransa ve onun müttefiklerinin ordularına gönüllü yazılın..."

Savaş başlayınca Ermenilerin Ruslarla işbirliğine giriştiklerini hemen her kaynakta bulabiliyoruz.



Bu konuda Philips Price şu ifadeleri kullanmaktadır:

"... Savaş patlak verince bu bölgelerdeki Ermeniler (Doğu vilayetleri kastediliyor) Kafkasya'daki Rus makamları ile gizlice temasa geçtiler ve geliştirilen bir yer altı teşkilatı ile bu Türk vilayetlerinden Rus ordusuna gönüllü sevk edilmeye başlandı..."

Rafael de Nogales şunları yazmaktadır:

"Savaş fiilen başlayınca, Meclis'teki Erzurum Mebusu Garo Pasdermichan (Pastırmaciyan) üçüncü ordudaki hemen bütün Ermeni Subay ve askerlerle öte tarafa Rusya'ya geçti. Kısa bir süre sonra onlarla geri dönerek, köyleri yakmaya, ellerine geçen bütün masum Müslümanları insafsız şekilde kılıçtan geçirmeye başladı. Bu kanlı mezalimin zaruri karşılığı, Osmanlı makamlarının, her halde henüz kaçmayı başaramadıkları için, halen orduda bulunan Ermenileri askerlerle jandarmaları silahtan soyutlayarak, onları yol inşaatında ve malzeme nakliyatında kullanılmak üzere iş taburlarına nakletmesi oldu."

Clair Price ise şöyle yazmaktadır:

"1908 Anayasası gereğince Enver Hükümetinin askerlik çağına gelmiş Türkler gibi Ermenileri de silah altına çağırmak hakkı vardı, ama, silahlı bir karşı koyma, özellikle Zeytun'da derhal başladı. Doğu hudutları boyunca Ermeniler Rus ordusuna kaçmaya başladılar. Enver Hükümeti geri kalanların sadakatinden şüphe ederek onları iş taburlarına sevk etti."

Osmanlı Hükümeti 3 Ağustos'ta seferberlik ilan etmişti. Zeytun'lu Ermeniler Osmanlı bayrağı altında bulunmayı istemeyerek kendi subaylarının yönetiminde bir Zeytun Fedai Alayı kurarak bölgelerini korumak istemişler, tabiatıyla kabul edilmeyen bu talepleri üzerine 30 Ağustos tarihinde fiilen isyan etmişlerdir. Takip sonunda 60 kadar asi silahları ile yakalanmış ve bir süre sakinlik oluşmuşsa da Aralık ayında, Zeytunlular yeniden mülkiye memurlarına ve jandarmalara saldırmaya başlamışlardır.

1915 Mayıs ayına gelindiğinde, Ruslar Doğu Anadolu'da ilerler, İngiliz ve Fransızlar Çanakkale'yi zorlar ve Güney'de kanal harekatı yapılırken, ülkenin iç durumu budur. Zeytun, Van ve Muş'ta isyan çıkmıştır. Van isyanı, şehrin Rusları tarafından işgaline yol açmıştır. Zeytun ve Muş isyanı devam etmektedir. Ülkenin her tarafı asker kaçakları ile dolu, her taraf çetelerin saldırılarına maruz, eli silah tutan Türklerin askere gitmeleri neticesinde meydan Ermenilere kalmıştır. Devlet bir taraftan savaşırken, bir taraftan da isyanlarla uğraşmaktadır. Osmanlı böyle bir durumda tehcir kararı almak zorunda kalmıştır(1).

Türkiye'deki Ermenilerle ilgili olarak savaş içinde alınan bir karar daha vardır ki, Patrikhane'yi ilgilendirir. 10 Ağustos 1916 tarihli Takvim-i Vekayi'de neşredilen yeni bir nizamname ile, Türkiye'deki Ermeni Kiliselerinin Eçmiyazin (Vagrsabat: Erivan'ın batısında) ile ilgisi tamamen kesilmiş, Sis ve Akdamar Katogikoslukları birleştirilip, Katogikosluğun merkezi Kudüs'e nakledilmiş ve İstanbul Patrikliği de bu Katogikosluğa bağlanmıştır. İstanbul Patriğinin ise ancak mezhepler nezareti ile temas edebileceği hükme bağlanmıştır. Nizamname ayrıca Patrik seçimi ve Patrikhane Meclislerine de yeni bir şekil vermiştir(2).

KAYNAK:
(1) Gürün, Kamuran, Ermeni Dosyası, TTK Basımevi, Ankara 1983, sh. 193-209
(2) Gürün, a.g.e., sh. 229


Prof. Dr. Sinsi 08-03-2012 03:10 AM

Ermeni Sorunu, İddialar, Gerçekler
 
SEVR VE LOZANDA ERMENİLER

Osmanlı Devleti'nin savaştan yenik çıkmasıyla imzalanan Sevr Antlaşması, Ermenileri bir kez daha umutlandırmıştır. Bu antlaşmada Ermenistan'ın özgür ve bağımsız bir devlet olarak tanınması öngörülmekte, sınırın tespiti ise ABD Cumhurbaşkanı Wilson'ın takdirine bırakılmaktadır. Sevr Antlaşması'nı geçersiz kılan ve Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran 24 Temmuz 1923 tarihli Lozan Antlaşması'nda ise Ermeniler hakkında hiçbir hüküm yer almamaktadır.

1920 yılı sonlarında Doğu Anadolu Cephesi'ndeki Türk ileri harekatının başarılı sonuçlara ulaşması üzerine, Milletler Cemiyeti, İngiliz Temsilcisi Lord Robert Cecil, Ermenilerin durumunu düzeltmek ve Ermenilerden geriye kalanları sözde karşılaşacakları tehlikeden kurtarmak amacıyla gereken önlemleri almak ve Türkiye'de zaman ve şahıslara göre değişmeyen bir durumu yaratmak için öneri vermiş; Genel Kurul da toplantıya çağrılmıştır. Bu toplantıda, ilgili hükümetlerle anlaşarak Ermeni sorununu acele bir çözüm bulmak ve Ermenilerle Türkler arasındaki çatışmayı sona erdirmek için bir devletin görevlendirilmesi ve bu konuda bir rapor hazırlanması amacıyla bir komisyon kurulması kararı verilmiştir.

27 Şubat 1921'de Londra'da bir konferans toplandı. Bu konferansta Ermeni delegelerinden Boghos Nubar ve Aharunyan da dinlenmiştir. Her iki Ermeni delegesi de, Sevr Antlaşması'nın yürürlükte kalması için direnmişler ve bunun için pek çok neden göstermişlerdir. Ermeni delegeleri, Kilikya için özerklik istemişlerdir. Fransız delegesi, Kilikya'daki durumun değiştirmenin güç olacağını, ancak Fransız Hükümetinin buradaki azınlıklara önem vereceğini söylemiştir. Konferansın önemli sonuçlarından biri Türkiye topraklarında "bağımsız bir Ermenistan" kurulması yerine, Ermeniler için Doğu Anadolu'da bir "ocak kurulması" kararının çıkmasıdır.

Londra Konferansı'nda, Sevr Antlaşması'ndaki hür ve bağımsız bir Ermeni devleti yerine, ortaya ne olduğu belirsiz bir "ocak" sözcüğü çıkmıştır. Bu değişik sözcük, Türklerin yönetimi altındaki Ermenilere özerklik sağlamak amacıyla Amerikalı misyonerler tarafından bir uzlaşma şekli olarak ortaya atılmıştır. Milletler Cemiyeti, 21 Eylül 1921'de bu ocağın Türkiye'den ayrı ve bağımsız olmasına karar vermiştir.

Ermeni delegeleri, "ocak" kararına karşı çıkmışlar; bağımsız, birleşik ve bütün bir Ermenistan kurulması amacını savunmuşlardır. 1922 yılında Paris'te toplanan İngiltere, Fransa ve İtalya dışişleri bakanları, 1921 yılı Mart ayında Londra'da toplanan konferansta kurulmasına karar verilen Ermeni yurdunu konuşmuşlardır. Milletler Cemiyeti'nin de bu konudaki kararına uyulacaktır. Ancak bu tarihten önce, 16 Mart 1921'de Moskova Antlaşması; sonra da Kafkas Cumhuriyetleriyle Türkler arasında 13 Ekim 19121'de Kars Antlaşması; Fransızlarla da 20 Ekim 1921'de Ankara Antlaşması yapılmıştır. Kilikya'nın Türklere verileceği anlaşılmaktadır.

Lord Curzon, Nisan 1921'de Lordlar Kamarasında; "Kilikya'da çoğunluk İslamlarda ve Türklerde olduğundan, Kilikya'nın Türkler terk edilebileceğini" söylemiştir. Bu durum Kilikya'daki azınlıklar adına Paris Barış Konferansı'nda protesto edilmiştir.

26 Mart 1922'de İngiltere, Fransa ve İtalya Dışişleri Bakanları, Paris'te bir toplantı yaptılar. Sevr Antlaşması'nın Ermenilere tanıdığı haklar kalkmış ve bağımsız bir Ermenistan yerine ilk defa Londra Konferansı'nda milli bir Ermeni yurdu teşkili projesi ortaya atılmıştır. İngiltere, bu milli yurdun (ocak) Kilikya'da, Fransızlara göre de Doğu Anadolu'da kurulmasını önermiştir. Bu toplantıdan da özetle şu karar çıkmıştır:

"Ermenilerin durumumu, bunların karşı karşıya kaldıkları müthiş felaketler ve müttefik devletlere karşı savaşta yaptıkları yardımlar dolayısıyla göz önünde tutulmalıdır. Bu nedenle Ermenilerin korunması ve durumlarına bir çare bulunması için milli bir ocak kurulması amacıyla Milletler Cemiyeti'nin yardım etmesi rica olunur."

Böylece Paris'te toplanan Müttefik Devletler Dışişleri Bakanları, Sevr Barış Antlaşması ve Londra Konferansı isteklerinden ayrılarak işi en sonunda Milletler Cemiyeti'ne aktarmışlardır.

Türk ordusunun Garp Cephesi'nde 26 Ağustos 1922 tarihinde başlayan ve 30 Ağustos 1022'deki Başkomutanlık Meydan Muharebesi'yle sonuçlanan zaferinden sonra, 11 Ekim 1922 tarihinde, Mudanya Antlaşması imzalanmış ve Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti delegeleri, İtilaf Devletleri tarafından 28 Ekim 1922'd6e İsviçre'nin Lozan Şehrinde yapılacak barış konferansına davet edilmiştir.

Ermeni sorunu Lozan'da "Azınlıklar Sorunu" arasında görüşülmüştür. Azınlıklar için ileri sürülen maddelerin özeti şöyledir:
[*]Türkiye'de azınlıklara dil, din ve benzeri konularda bazı haklar sağlanmalı ve bu haklar Milletler Cemiyeti tarafından denetlenmeli. [*]Hıristiyanlar askerlik yapmamalı, buna karşılık para olarak bedel vermeli. [*]Din ve mezhep ayrıcalıklarının aynen kalmalı. [*]Azınlıklar için genel af çıkarılmalı. [*]Seyrüsefer serbestliğinin tanınmalı. [*]Yerlerinden göç etmiş olan Ermenilerin eski yerlerine tekrar dönmelerine izin verilmeli. [*]Ermenilere Doğu Anadolu'da ve Kilikya'da bir yurt verilmeli.Lozan Konferansı'nın 13 Aralık 1922 tarihli toplantısında azınlıkların korunması konusunda İngiliz delegesi Lord Curzon, yaptığı konuşmada şunları söylemiştir:

"Şimdi Ermenilerden söz edeceğim. Bunlar yalnız birkaç batından beri karşılaştıkları, medeni alemi dehşete düşüren zulümlerden dolayı değil, fakat gelecekleri hakkında kendilerine verilmiş olan güvence nedeniyle göz önüne alınmaya layıktır.

Şimdi bir Sovyet Cumhuriyeti olan Erivan'da bir Ermeni hükümeti vardır. Bana söylediklerine göre burada 1.250.000 nüfus mevcuttur. Her taraftan gelen göçmenlerle sıkışıklık artmış ve artık kimseyi alamaz bir hale gelmiştir. Diğer taraftan Kars, Ardahan, Van, Bitlis, Erzurum'daki Ermeniler zarar görmüşlerdir.

Fransızlar Kilikya'yı boşaltırken buradaki Ermeni halk da korkudan Fransız ordusunu izlemiştir. Şimdi bunlar İskenderun, Halep, Beyrut şehirlerinde ve Suriye'nin Türkiye sınırı boyunca dağınık bir haldedir. Sanıyorum ki, evvelce üç milyon olan bu Ermenilerden şimdi Anadolu'da 130.000 kişi kalmıştır. Pek çoğu Kafkasya'ya, Rusya'ya, İran'a ve diğer komşu ülkelere dağılmışlardır. (...) Her halde geleceğin Türkiye'sinde, gerek Anadolu'da ve gerek Rumeli'nde pek fazla bulunacak Ermenilerin güvenlik ve korunmaları için antlaşmaya özel maddeler konulması gerekecektir.

Şimdi bir Ermeni yurdu kurulması için gerek Ermeniler ve gerek Ermenileri sevenler tarafından yapılan isteklerden söz edeceğim. Ermenilerin kendi topraklarında oturmak istemeleri çok doğaldır. Ermenistan Cumhuriyeti toprakları, buna yetmez. Bu nedenle Türkiye'deki Ermeniler için, ister kuzeydoğu ve ister Kilikya'nın güneydoğusunda bir arazi verilmesi isteniyor. Durum, bu isteklerin yerine getirilmesini evvelkinden daha zor bir hale getirmiştir. Fakat biz Türk delegelerinin bu konudaki görüşlerini öğrenmekle mutlu olacağız."

Lord Curzon, bundan sonra bu sorunun ayrıntılarıyla incelenmesi ve kesin önerilerin bildirilmesi için bir tali komisyon kurulmasını istemiştir. M. Barer ve Marki Garoni de aynı ilkeler üzerinde düşüncelerini söylemişlerdir.

Türk delegasyon başkanı İsmet İnönü, diğer konular hakkında ayrıntılı belgelere dayanan açıklamalar yaptıktan sonra, özellikle şu hususları belirtmiştir:

"Türk milleti ve Türk hükümeti, çıkarılan isyanları daima sabrı tükendikten sonra bastırma önlemlerine başvurmuş ve isyancılara karşılık vermiştir. Ermenilerin Türkiye'de karşılaştıkları bütün kötülüklerin sorumluluğu, kendi hareketlerine aittir. 1909 yılındaki Adana olayları ve yine Dünya Savaşı'nda Anadolu'nun birçok vilayetlerinde çıkarılan isyanlar aynı trajedinin korkunç bir devamıdır. Belirtilen olaylardan da anlaşılacağı gibi Osmanlı Devleti içindeki gayri müslim unsurlar, yüzyıllardan beri rahat ve refaha yaşadıkları memleketin yöneticilerinin iyi duygularını suistimal etmedikçe Türkler bunların haklarını hiçbir zaman inkar etmemişlerdir.

Türk Hükümeti ve milletinin insanlığa uymayan hiçbir hareketinden bugüne kadar bir şikayet nedeni bulamamış olan Musevi cemaatinin gösterdiği örnek, Rum ve Ermeniler hakkındaki üzücü olayların suçunun bizzat bunlara ait bulunduğunu ispat etmeye yeter. Bu nedenle tarih, azınlıklar sorunun iki esaslı etkenin gözden uzak tutulmamasını öğütlüyor.

Evvela bazı devletlerin azınlıkları korumak bahanesiyle memleketin içişlerine karışma arzusu konusundaki dış politik etki ve bu suretle arzulanan karışıklığın kışkırtmalar yapmak ve karşılıklar çıkarmak suretiyle meydana gelmesi; ikincisi böylece cesaret verilen azınlıkların bağımsız devlet kurmak için kurtulmaya karşı eğilim ve isteklerinin bilinmesi üzerine meydana gelen iç politik etkenler.

Ermenilere gelince: Türkiye'yle Ermeni cumhuriyeti arasında yapılan antlaşmalarla güçlendirilmiş olan ilişkiler, Ermeni cumhuriyeti hükümeti tarafından yapılacak herhangi bir kuşatma olanağını ortadan kaldırmıştır. Diğer taraftan Türkiye'de kalmaya karar vermiş olan Ermeniler, iyi vatandaş olarak yaşamanın kesin lüzumunu artık göz önünde bulundurmalıdırlar. Sonuç olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi delegeleri şu düşüncededirler:

[*]Türkiye'deki azınlıkların durumunun düzeltilmesi her şeyden evvel her nevi yabancı karışmasıyla gelecek kışkırtmaların giderilmesine bağlıdır. [*]Bu amaca ulaşmak için her şeyden evvel Türk ve Rum halkının karşılıklı değiştirilmesi gerekir. [*]Karşılıklı değiştirme önlemlerinin uygulanmasından hariç tutulacak olan azınlıkların güvenlikleri ve ilerlemeleri için en iyi güvence; gerek kanunlardan ve gerekse Türk vatandaşlığından ayrılmış olan bütün cemaatlar hakkında Türkiye'nin vereceği garanti olacaktır."Lozan Barış Antlaşması'nda Ermeni sorunlarına değinilmemiş olduğundan hayal kırıklığına uğrayan Ermeni delegeleri, tutulacak yol hakkındaki gerekli konuşmaları yaptıktan sonra, İtilaf Devletleri'nin Lozan'da Ermeniler için gösterdikleri gayretler uygun bir sonuç vermemişse de bu girişimlerin uygun bir zamanda tekrarlanması için politik ilkelerin sürdürülmesine karar alınmıştır. Ermeni delegeleri, Lozan'dan ayrılırken konferansa katılan devletlere bir bildiri vermişlerdir. Bildiride özetle şöyle denilmektedir:

"Ermeni delegeleri, Lozan Konferansı komisyonlarının açıklamalarından ve basında yayınlanan barış antlaşması projesinden İtilaf Devletlerinin Ermeni sorunlarını yüzüstü bırakmış olduğunu anlamıştır. Ermeni sorununun çözümlenmemiş olarak kalmasının Ermenilerin durumunu daha kötü bir hale getirmiş olduğunu göz önüne koymak isteriz.

Versay Antlaşması, Sevr Antlaşması, 1921'de yapılan Londra Konferansı ve 1922'deki Paris Toplantılarında Osmanlı İmparatorluğundan bazı azınlıkları kurtarmak ve Ermenilere bir yurt sağlamak için kararlar alınmıştır. Savaş içinde, müttefikler tarafından savaşçı bir unsur; savaştan sonra da, müttefik olarak tanınan Ermenilere Lozan'da verilen sözlerin, yapılan vaatlerin yerine getirilmesini sağlayacak bir şey kararlaştırılamamıştır. Bu koşullar altında Ermeni delegeleri olarak, Ermeniler namına, devletlerden bir defa daha hak ve adalet yolundaki acılarına bir çare bulunması için bir karar verilmesini rica ederiz. Böyle bir barışın doğuda devamlı olmayacağını belirtiriz."

Ermeni Cumhuriyeti Heyeti Başkanı A. Aharonyan, 9 Ağustos 1923 tarihinde Milletler Cemiyeti'ne başvurarak Lozan Barış Antlaşması'nda Ermenilerin varlıklarının da kabul edilmediğini söyleyerek, Ermeni sorununun Milletler Cemiyeti'nin gündemine alınmasını rica etmiştir. Yine Ermeniler, 9 Ağustos 1923 günü Müttefik Devletlerin temsilcilerine bir protesto göndererek Lozan Barış Antlaşması'nda Ermenilerin göz önüne alınmadığından ve sanki Ermeniler yokmuş gibi imza edildiğinden yakınmışlar; bu antlaşmanın ne barışa ne de hak ve adalete yaramayacağını savunmuşlar ve bu antlaşmaya karşı olduklarını belirtmişlerdir.
[I]
KAYNAK:
Uras, Esat; Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, İstanbul 1987, sh. 701-738


LOZANDAN BU GÜNE İLİŞKİLER



Ermeni sorununu tamamen ortadan kaldıran Lozan Anlaşması'nda itilaf devletleri tarafından yüzüstü bırakılan ve Türkiye'deki taleplerini gerçekleştirme şanslarını kaybettiklerini anlayan Ermeniler, yeniden Rusya'ya dönmüşlerdir. Türklerle tarihi düşman saydıkları Rusya'nın sıcak denizlere inme politikasını hesaba katan Ermeniler, bu ülkenin her ne şart altında olursa olsun Ermenileri koruyacağını sanmışlardır. Bu düşünce üzerine bir program yapan Ermeniler, şu ilkeler üzerine çalışılmasını kararlaştırmışlardır:[*]Sovyet Ermeni Cumhuriyeti'nin içerideki rejimden ayrı olarak, ekonomi ve kültürünü pekleştirmek.[*]Bütün dünyaya dağılmış bulunan Ermenilerin milli duygu, dil, din, kültür ve amaçlarını yaşatmak ve korumak.[*]Avrupa devletlerinde ve Milletler Cemiyeti'nde Ermeni istek ve iddialarını sürdürmek ve bunun için fırsat kollamak.[*]Ermeni halkı ve göçmenleri için hayır kurumlarının yardımlarını sağlamak; anasız ve babasız çocukları yetiştirmek, muhtaç ve hasta olanlara gereken yardımı yapmak.Bu programı uygulamak ve Avrupa'da yaşayan Ermenilerin katkılarını sağlayabilmek için bir örgüt kurulması düşünülmüş; ancak bazı çevreler, komitelerin yeniden işe karışmalarından çekinmişlerdir. Buna rağmen Taşnak Komitesi, "Birleşik ve Bağımsız Ermenistan" isteklerini sürdürmüştür.

Cumhuriyetin kurulmasından sonra Sovyet Rusya ile Türkiye Cumhuriyeti arasında 17 Aralık 1925 tarihinde bir saldırmazlık paktı yapılmıştır. Bu pakt 20 yıla yakın yürürlükte kalmış, ancak 2. Dünya Savaşı'nın patlak vermesi üzerine Sovyet Rusya Dışişleri Bakanı Türkiye'nin Moskova Büyükelçisi'ne nota vererek, anlaşmanın geçersiz olduğunu bildirmiştir.

Eşzamanlı olarak, ABD'deki Ermeni diasporasının bazı güçlü isimleri bu ülkenin başkanı Harry S. Truman'a bir dilekçe vermişlerdir. Taşnak komitecilerinin verdirdiği ve eski hesapların karıştırılmaya çalışıldığı dilekçede; dönemin ABD Başkanı Voodrov Wilson'ın 1920'de sınırlarını çizdiği Ermenistan haritasının yeniden kabul edilmesi için ABD'nin Birleşmiş Milletler'e öneri götürmesi istenmiştir.

Sovyet Rusya, 2. Dünya Savaşı'ndan sonra Ermenilerle ilgili yeni bir politika izlemeye başlamıştır. Bu politikaya göre; Sovyet Ermenistan Cumhuriyeti'nde toplanmak üzere bütün dünyadaki Ermeniler ayaklandırılacak, Türk düşmanlığı düşüncesi yeniden alevlendirilecek ve böylece Doğu Anadolu Rusların eline geçecekti. Bu amaçla yoğun bir propaganda çalışmasına girişilmiş, Sovyet Rusya rejiminin iyilikleri sayılıp dökülmüş ve Sovyet Ermenistan'ındaki Ermenilerin mutluluğu abartılarak yayılmıştır. Yine aynı amaca uygun olarak, diaspora Ermenilerini aldatmak bulundukları ülkelere ajanlar gönderilmiş, Ermeni dernekleri kurulmuştur. Ermeni davasının bir insanlık ve adalet sorunu olduğu ileri sürülerek, büyük devletlerden bu konuda aracı olmaları istenmiştir.

Sözü edilen süreçte yürütülen bazı çalışmalar şunlardır:

— 1945 yılı Aralık ayında ABD'nin başkenti Washington'da, Ermeniler tarafından "Adalet" isimli bir Amerikan komitesi kurulmuştur. Komünist eğilimli şahısların kurduğu bu komite, bir bildiri yayınlayarak Anadolu'nun Doğu bölgelerinin Ermenistan Cumhuriyetine geri verilmesi ve Wilson tarafından çizilen Türk-Ermeni sınırının uygulanmasını istemişlerdir.

— Eçmiyazin (bugünkü Vagrsabat: Erivan'ın batısında) Katogikosu VI. Kevork Çörekçiyan, SSCB Devlet Başkanı Stalin, ABD Başkanı Truman ve İngiltere Başbakanı Atlee'ye birer muhtıra vermiştir. Bu muhtıralarda, eski iddialar tekrarlanılarak, Doğu Anadolu vilayetlerinin Sovyet Ermenistan'ına katılması istenmiştir.

— Rusya'nın Suriye ve Lübnan'daki çalışmaları ise şöyledir: Sovyet Rusya, Suriye ve Lübnan'ın zayıf yönetiminden yararlanarak bu ülkelerdeki Ermeni çalışmalarının yoğunlaşmasını sağlamış, Ermenilere yardım perdesi arkasında onları kışkırtmıştır. Sovyet Rusya diplomatları tarafından yönetilen bu çalışmalar için Halep, Şam, Beyrut ve daha bir çok yerde merkezler açılmıştır. Aynı çerçevede, öğretmeleri Rusya Ermenilerinden oluşan birçok okul açılmış, bu okullara ajan olarak subaylar da sokulmuştur. Bütün bu çalışmaların sonucunda 30 bini Lübnan'da olmak üzere 100 bin kişilik bir Ermeni örgütü meydana getirmiştir. Sovyet Büyükelçisi Solod, Moskova eğilimli Ermeni Hrant Devyan başkanlığında bir komünist partisiyle Şam'da "Ermeni Dostlar Derneği'ni kurmuştur. Suriye ve Lübnan'daki bu örgütler, "bağımsız bir Ermenistan kurmak vaadiyle Anadolu'nun doğusunu Sovyetler Birliği'ne bağlamak" amacını gütmüşlerdir.

— 1946 yılı Ocak yılında Beyrut'a gelen bir Sovyet diplomatı, Lübnan ve Hatay Ermenileri temsilcileriyle ayrı ayrı konuşmuş ve onlara Sovyet Rusya'nın direktiflerini bildirmiştir.

— Lübnan Ermeni Komitesi, 16 Mayıs 1946'da BM Güvenlik Konseyi'ne bir telgraf çekerek "Bir buçuk milyon Ermeni'nin öldürülmesiyle sonuçlanan olaylar sırasında Türkler tarafından istila edilen topraklarımıza ve zorla alınan mallarımıza karşılık adı geçen topraklarımızın Sovyet Ermenistan'ına katılmasını istiyoruz" demiştir.

— Paris'te faaliyet gösteren Ermenistan savunma komitesi, 1946 yılı Haziran ayında Fransız Dışişleri Bakanlığı ile birlikte dört büyük devletin dışişleri bakanlarına birer muhtıra vererek, Kars ve Ardahan'ın Sovyet Ermenistan'ına katılmasını istemiştir.

— Sovyet Rusya, dışarıdaki Ermenileri kandırmaya çalıştığı gibi, içerideki Ermenileri de çeşitli yollardan etki altına almaya çalışmıştır. Bu çerçevede, 20 Şubat 1946'da Moskova'daki Politeknik Okulu'nun salonunda Ermeni heyeti delegelerine Ermeni İlimler Akademisi muhabir üyelerinden Civenof'un bir konferans vermesi sağlanmıştır. Civenof konferansta, Van, Bitlis, Elazığ, Erzurum, Sivas ve Trabzon illerinin Ermenistan'ın sınırları içinde bulunduğunu savunarak Ermenilerin toptan öldürülmelerinden söz etmiş ve Avrupa'daki büyük devletleri bu olaya seyirci kalmakla suçlamıştır. Rusların Ermenilere gösterdiği ilgiyi öven Civenof, Sevr Antlaşması gereğince Ermenilere verilen Doğu Anadolu illerinin daha sonra Türklerin saldırısına uğradığını ve Taşnaksutyun komitecileri tarafından imzalanan Gümrü Antlaşması'yla Türklerin eline geçtiğini söylemiştir.

— Milli Ermeni Konseyi, 17 Haziran 1946'da "Ermeni Haklarını Savunma Derneği" isimli bir Amerikan derneğine New York'ta 800 kişilik bir ziyafet vermiş; burada Türkler tarafından zorla ele geçirildiği iddia edilen Doğu Anadolu illerinin Sovyet Ermenistan'ıyla birleştirilmesi amacıyla dünyaya dağılmış bulunan 1.5 milyon Ermeni'nin BM kuruluna başvurması kararı verilmiştir.

— 29 Temmuz 1946'da Erivan'da bir basın toplantısı düzenleyen İngiliz-Sovyet derneği delegelerinden Bochon, Sovyet gazetecilerine şöyle demiştir: "Ermeni tarihini bilen her İngiliz, Ermenilerin çektiği ıstırabı bilir ve onlara sempati duyar. Bu yakınlığı, memleketimize dönünce İngiliz kamuoyunun genel görüşü haline getirmeye çalışacağız."

— Amerika'daki Ermenilerin Konseyi, 1946 yılı Eylül ayında, "Ermeniler ne istiyor?" başlıklı bir broşür yayınlamıştır. Broşürde, Ermenilerin nüfuslarının çoğaldığı ve Türkler tarafından ele geçirilen toprakların boş olduğu iddia edilerek şöyle denmiştir: "Ermeniler topraklarının kendilerine geri verilmesi için yalnız adaletin yerine getirilmesini istiyorlar."

— Türk-Ermeni Sorunu Savunma Komitesi, 15 Ağustos 1946'da BM'deki 21 milletin delegelerine bir mesajla başvurarak, Ermeni iddialarını BM gündemine getirmeye çalışmıştır.

— 24 Nisan 1965'te Fransa'daki Ermeni Kilisesi'nde Mon Senyör Manukyan'ın yönetiminde bir dini tören yapılmıştır. Aynı günün akşamında bir yürüyüş düzenleyen Eski Muharipler Derneği, Fransa'daki Meçhul Asker Anıtı'na bir çelenk koymuştur. Ertesi gün de Notia Dome Kilisesi'nde bir başka ayin düzenlenmiştir.

— "Ermeni Ölülerini Anma Günü" olarak ilan edilen 24 Nisan 1969'da, İngiltere'de yaşayan genç Ermenilerden oluşan bir grup, Türk elçiliğinin önünden geçerek Türkiye'yi protesto etmişlerdir.

— Türk düşmanlığı, Amerika üniversitelerinde de kendini göstermiştir. Agop Kevorkyan ismindeki bir Ermeni zengini, New York Üniversitesi'ne 30 milyon TL bağışlamak suretiyle üniversitenin "Doğu Enstitüsü"nü kapattırarak yerine "Ermeni Dili ve Tarihi Enstitüsü"nü kurdurmuştur.

— Latin Amerika'daki Ermeniler, 24 Nisan 1965'te Brezilya'nın Sau Paulu kentinde Yer Değiştirme Kanunu'nun çıkarılışının 50. Yıldönümü dolayısıyla bir gösteri düzenlemişlerdir. Aynı gün, Brezilyalı Ermeniler tarafından kaleme alınan "1915 Ermenilerin Macerası" isimli piyes sahnelenmiştir.

— Türkiye Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay'ın ABD'yi ziyaret ettiği 2 Nisan 1967'de The New-Times Gazetesi'ne Ermeni iddialarını savunan bir ilan yayınlanmıştır. Amerika Milli Ermeni Komitesi tarafından verilen ilanda; Ermeni sorununun BM gündemine alınması istenmiştir.

— Cumhurbaşkanı Sunay'ın Paris gezisi sırasında da bu kez Fransa'daki Ermeniler gazete yoluyla propaganda yapmışlardır. Hrant Samuel imzasıyla yayınlanan makalede şöyle denilmiştir: "Paris Ermenileri, General Sunay'ı misafir ederek vatanına karşı hürmet ve saygılarını açıklamışlar; Türk Cumhurbaşkanı'na karşı tezahüratta bulunmuşlardır. Yalnız şurasını belirtmek isteriz ki, bu, Ermenilerin Türkiye'den bir istekleri yok demek değildir. Durmadan haklı davamıza, sükunet içinde ve siyasi yollardan yürüyerek mücadele edecek ve bir çözüm yolu bulmaya çalışacağız."

— Avrupa gezisine çıkan Patrik I. Horen, Kıbrıs'ta Makarios ile görüşmüştür. Bu görüşmenin hemen ardından Kıbrıs basınında kışkırtıcı yayınlar başlamıştır. Bu sırada merkezi Lübnan'da bulunan Ermeni Ramgavar Partisi, kuruluşunun 45. Yıldönümü dolayısıyla yayınladığı bir bildiride; ulaşmak istedikleri amacın "Ermenilere ait olup, Türkler tarafından ele geçirilen toprakları saptamak; Ermenilerin bağımsızlık ve hürriyet çabalarını yine hür ve demokratik bir anlayış içinde gerçekleştirmek" olduğunu açıklamıştır.

— Ermeni komitecileri, kendi varlıklarını ve çıkarlarını koruyabilmek için, bulundukları ülkelerde yürüyüş, konferans ve protestolar yaparken, İstanbul Ermeni Patriği Başpiskopos Şinork Kalusyan, bu tür olaylara karşılık olmak üzere 6 Şubat 1967 ve 4 Nisan 1967'de dünya kamuoyuna birer açıklama yapmıştır. Kalusyan açıklamasında, Lozan'dan sonra "Ermeni Sorunu" diye bir şeyin kalmadığını ve gelişmeleri üzüntüyle karşıladığını belirtmiştir.

— Lübnanlı Müslüman ve Hıristiyan Araplar, 1969 yılında sözde Ermeni katliamının 54. Yıldönümünü birlikte anmışlardır. Lübnan hükümeti, yas tutmaları için 24 Nisan'da Ermeni memurlarına izin vermiştir. 24 Nisan 1969'da Türkiye ve İsrail aleyhinde gösteriler yapılmıştır.

— Ermenilere yapıldığı iddia edilen katliamın 60. Yıldönümü dolayısıyla Fransa, Amerika, Almanya ve Yunanistan'da büyük gösteriler yapılmıştır. Bu gösteriler öncesinde söz konusu ülkelerin hükümetleri Türklerin korunmasına yönelik tedbirler almak zorunda kalmışlardır(1).

— 1965'ten sonra, çeşitli ülkelerdeki Ermenilerin Türkiye aleyhine başlattıkları karalama kampanyasıyla dünya ve Türkiye kamuoyunda varlığını hissettiren sözde Ermeni Sorunu, 1970'li yıllardan itibaren yurtdışındaki Türk temsilciliklerine yönelik terör eylemlerine dönüşmüştür.

Gurgen (Karekin) Yanikan adlı bir yaşlı Ermeni'nin 27 Ocak 1973'de Türkiye'nin Los Angeles Başkonsolosu Mehmet Baydar ile Konsolos Bahadır Demir'i katletmesiyle başlayan "Bireysel Ermeni Terörü", 1975'den itibaren "Örgütlü Ermeni Terörü"ne dönüşmüştür. Türkiye'nin dış temsilciliklerine yönelik Ermeni saldırıları, 1980'den sonra yoğunluk kazanmıştır. Ermeni teröristler, 21 ülkenin 38 kentinde, 39'u silahlı, 70'i bombalı, biri de işgal şeklinde olmak üzere toplam 110 terör olayı gerçekleştirmişlerdir.

Bu saldırılarda 42 Türk diplomatı ile birlikte 4 yabancı hayatını kaybetmiş, 15 Türk ve 66 yabancı uyruklu şahıs da yaralanmıştır. 1984'ten sonra Ermeni terörü sahneden çekilmiş; yerini, bir süredir işbirliği içerisinde oldukları bölücü terör örgütü PKK'ya bırakmıştır.

— 1. Dünya Ermeni Örgütleri Kongresi, Paris'te 3 - 6 Eylül. 1979 tarihinde toplanmıştır. Terör örgütü ASALA'nın önemli bir güçle katıldığı ve etkin rol oynadığı Kongre, Fransa'daki Ermeni ihtilâlci güçler üzerinde etkili olmuştur. Bu kongrenin amacı; "dünyadaki Ermenilerin bir fikir ve bir bayrak altında toplanması, siyasi ortamın değerlendirilerek toprak taleplerine yönelinmesi" şeklinde özetlenebilir.

— 21-28 Nisan 1980 tarihini Kızıl hafta olarak ilan eden PKK ile Ermeniler, 24 Nisan tarihini sözde Ermenilerin katledilme günü olarak birlikte andılar. 8 Nisan 1980'de Lübnan'ın Sidon kentinde ortak bir basın toplantısı düzenleyen PKK ve ASALA, bu çakışlarının tepkiyle karşılanması üzerine ilişkilerini illegal alanda gizli olarak yürütme kararı aldılar. Bu toplantının ardından 09 Kasım 1980'de Türkiye'nin Strazburg Başkonsolosluğuna, 19 Kasım 1980'de ise THY'nin Roma bürosuna yönelik saldırılar PKK ve ASALA terör örgütleri tarafından ortaklaşa üstlenildi.

— 1983 Lozan Kongresi, önemli gelişmeler sonucunda toplanmıştır. Terör büyük boyutlara vardırılmış, dünya kamuoyu giderek Ermenileri ve teröristleri kınama durumuna gelmiştir. Özellikle toplu katliam şekline varan eylemler, Ermenilere en yakın ve destekçi devletleri bile tedirgin etmeye başlamıştır. Kongre, "Ermeni siyasi görüşlerini birleştirmek ve tek doğrultuda hareket etmelerini sağlamak" amacıyla böyle bir ortamda toplanmıştır. ASALA'nın katılmadığı, şiddet yanlılarınınsa azınlıkta kaldığı kongre sonunda; Taşnak ve ASALA'da bölünmeler görülmüştür.

— 7-13 Temmuz 1985'de Sevr'de toplanan ve adına "III. Dünya Ermeni Örgütleri Kongresi" denilen kongrede ise temel amaç, hazırlanan "Ermeni Anayasası"nın kabulü olmuştur. Kongrede, Ermenileri dünya çapında temsil edecek bir "Birliğin" oluşturulmasına çalışılmıştır. ASALA'nın katılmadığı ve yoğun eleştirilere uğradığı kongrede, Taşnakların temsil niteliği uzun tartışmalara sebep olmuştur.

— 04 Haziran 1993'te Batı Beyrut'taki PKK merkezinde, Hınçak Partisi, ASALA ve PKK'nın katıldığı bir toplantı gerçekleştirilmiştir.

— 6-9 Ocak 1993 tarihlerinde Beyrut'taki iki ayrı kilisede düzenlenen toplantılarda Türkiye'yi yakından ilgilendiren önemli kararlar alınmıştır. Lübnan Ermeni Ortodoks Başpiskoposu ve Ermeni parti yetkililerinin yanı sıra 150 civarında gencin katıldığı toplantılarda şu kararlar alınmıştır:
  • Şimdilik Türkiye'ye karşı sakin tutum gösterilmelidir.
  • Ermeni toplumu gittikçe büyümüştür ve ekonomik yönden güçlenmektedir.
  • Geliştirilen propaganda faaliyetleri sayesinde, bütün dünyada (sözde) soykırım daha iyi bilinmeye başlanmıştır.
  • Ermenistan devleti kurulmuştur; atalarının intikamını alacaklardır ve her geçen gün toprakları genişlemektedir.
  • Başta ABD olmak üzere, diğer batılı ülkelerin de Karabağ'da sürdürülen savaşta Ermenileri haklı bulmuşlardır; bu fırsat iyi değerlendirilmeli ve Karabağ'da savaşan Ermeni gençlerine yenileri katılmalıdır.
  • Türkiye'de (PKK terör örgütü ile yapılan mücadele kastedilerek) iç savaş devam edecektir; ekonomi sıfır noktasına gelecektir; vatandaş baş kaldıracaktır.
  • Türkiye bölünecektir.
  • Türkiye'de Kürt devletinin kurulacaktır.
  • Ermeniler, Kürtlerle olan ilişkilerini iyi bir şekilde yürütmeli ve Kürtlerin mücadelelerini desteklemelidirler.
  • Bugün Türklerin elinde olan topraklar, yarın Ermenilerin eline geçecektir.
  • Bu arada, Lübnan ve diğer ülkelerdeki Ermeni Parti ve kuruluşlarına Ekim-Kasım-Aralık 1992 ayları içinde toplanan paranın büyük bölümü ile Yunanistan'dan veya Yunanistan aracılığı ile temin edilen silahların ve paranın kalan bölümü ile alınan gıda maddelerinin, Karabağ'da savaşan Ermenilere ulaştırmak üzere Ocak 1993 ayı başlarında hava yolu ile Ermenistan'a gönderildiği bilinmektedir.
— 1984'ten sonra Türkiye'ye yönelik terör hareketlerini PKK'ya bırakan Ermeni komiteleri, sözde iddialarını Ermeni diasporası aracılığıyla sürdürmeye devam etmişlerdir. ABD'nin bazı eyaletleri ve Ermenileri destekleyen başta Fransa gibi Avrupalı ülke parlamentolarından "sözde Ermeni Soykırımı"nı kabul eden yasaların çıkmasını sağlamışlardır. Bu süreç halen devam etmektedir.

KAYNAK:
(1) Sakarya, Em. Tümg. İhsan, Belgelerle Ermeni Sorunu, Gnkur. Basımevi, Ankara 1984, 2. Baskı, sh. 439-474.

Prof. Dr. Sinsi 08-03-2012 03:10 AM

Ermeni Sorunu, İddialar, Gerçekler
 
ERMENİ SORUNUN ORTAYA ÇIKIŞI

Osmanlı Devleti zayıflamaya başlayıp, hemen her konuda Avrupa'nın müdahalesine maruz kalınca, Türk - Ermeni ilişkilerinde de bir bozulma devri başlamıştır. Batılı ülkeler Osmanlı Devleti'ni bölerek bölgesel çıkarlarına ulaşabilmek için Ermenileri Türk toplumundan koparmayı hedeflemişlerdir. Özellikle Avrupa'nın bazı büyük devletleri "ıslahat" adı altında bir yandan Osmanlı Devleti'nin iç işlerine karışırken, bir yandan da Ermenileri, Osmanlı yönetimine karşı teşkilatlandırmışlardır. Böylece ülke içinde ve dışında teşkilatlanan ve silahlanan Ermeni komiteleri ile Ermeni Kiliseleri'nin kışkırtıcı faaliyetleri sonucunda, Ermeni toplumu yavaş yavaş Türklerden uzaklaşmaya başlamıştır.

Türklerin iyi tutumuna karşın, yabancı devletlerle ittifak etmek suretiyle Türklerle mücadeleye başlayan Ermeniler, Batının desteğini alabilmek için kendilerini "ezilen bir toplum" olarak göstermeye ve "Anadolu üzerindeki egemenlik haklarını Türklerin gasp ettiği" iddiasını dile getirmeye başlamışlardır.

Islahat Fermanı ile Müslümanlar ve Gayr-i Müslimler eşit statüye getirilince ayrıcalıklarını kaybeden Ermeniler, 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sonunda, Rusya'dan "işgal ettiği Doğu Anadolu topraklarından çekilmemesini, bölgeye özerklik verilmesini veya Ermeniler lehine ıslahat yapılmasını" talep etmişlerdir. Bu isteklerle birlikte Ermeni sorunu ilk kez ortaya çıkmaya ve uluslararası bir şekil almaya başlamıştır.

1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı'nın ardından imzalanan Ayastefanos Anlaşması'nın Osmanlı Devleti'nce kabullenilmek zorunda kalınan 16. maddesi şöyledir:
"Ermenistan'dan Rusya askerinin istilası altında bulunup Osmanlı Devleti'ne verilmesi gereken yerlerin boşaltılması oralarda iki devletin dostane ilişkilerinde zararlı karışıklıklara yol açabileceğinden, Osmanlı Devleti Ermenilerin barındığı eyaletlerde mahalli menfaatlerin gerektirdiği ıslahat ve düzenlemeyi vakit kaybetmeksizin yapmayı ve Ermenilerin Kürtlere ve Çerkezlere karşı güvenliklerini sağlamayı garanti eder".

Anlaşmanın bu hükmü, esas itibariyle bağımsızlık kazanmak isteyen Ermenileri tam anlamıyla tatmin etmemiş olsa dahi "Ermeni Sorunu"nun tarihte ilk kez bir uluslararası belgeye yansıması ve "Ermenistan" diye bir bölgenin varlığından söz edilmesi yönünden büyük önem taşımaktadır.

1878 yılında toplanan Berlin Kongresi sonucunda imzalanan Berlin Antlaşması'nın 61. maddesi de Ayastefanos Anlaşması'nın 16. maddesi yerine şu hükmü getirmiştir:

"Osmanlı Hükümeti, halkı Ermeni olan eyaletlerde mahalli ihtiyaçların gerektirdiği ıslahatı yapmayı ve Ermenilerin Çerkez ve Kürtlere karşı huzur ve güvenliklerini garanti etmeyi taahhüt eder ve bu konuda alınacak tedbirleri devletlere bildireceğinden, bu devletler söz konusu tedbirlerin uygulanmasını gözeteceklerdir".

Berlin Antlaşması'nın bu hükmü ile Türk-Ermeni ilişkilerine yabancı güçlerin müdahale edebilmesi hakkı tanınmış olmaktadır.

Böylece Ermeniler, Ruslar ve İngilizler tarafından kullanılmaya başlanmış ve İngiltere'nin elinde Rus yayılmacılığına karşı bir ileri karakol vazifesi görmüşlerdir. İngiltere ve Rusya tarafından tarih sahnesine sunulan Ermeni Sorunu, aslında emperyalizmin Osmanlı Devleti'ni yıkma ve paylaşma politikasının bir uzantısıdır. Sözde Ermeni soykırımı iddiaları ve yalanları da işte bu politikanın propaganda ürünüdür!..


AYESTEFONOS VE BERLİN ANLAŞMALARI

Osmanlı'nın çöküntü dönemine girmesini takiben Rusya, İngiltere, Fransa ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nun teşvikiyle, imparatorluğu oluşturan milletler birbiri ardına bağımsızlık mücadelesine girişmişler ve bunda başarı sağlamışlardır. Bu gelişmeler Ermeniler için de örnek teşkil etmiş, onlar da Osmanlıları parçalamak isteyenlerin maddi ve manevi desteğiyle yer yer ayaklanmalar başlatmışlardır. Böylece, 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren bir "Ermeni sorunu"ndan söz edilir olmuştur.

Bu dönemde dünya güç dengesinde giderek daha önemli bir devlet olarak ortaya çıkan Çarlık Rusya'sı Osmanlı topraklarını bir doğal yayılma alanı olarak kabul etmekte ve Osmanlıların sırtından güneyde sıcak denizlere açılma hedefini gütmektedir. Bu hedefe ulaşmak için kullandığı başlıca araçları savaşların yanı sıra, Osmanlı yönetimi altındaki Hıristiyan toplumların hamisi rolünü oynamaktır.

Diğer taraftan dönemin diğer iki başlıca gücü olan İngiltere ve Fransa da Osmanlı Ermenilerini Protestanlık ve Katolikliğe kazandırmak amacındadır ve bu amaçlar bağlamında, İstanbul'da 1830'da Ermeni Katolik, 1847'de Ermeni Protestan kiliselerini kurdurmuşlardır. Rusya, İngiltere ve Fransa'nın Osmanlı Ermenilerine ve diğer Hıristiyan toplumlara gösterdikleri bu ilginin gerisinde esas itibariyle azınlıkları himaye görüntüsü altında Osmanlı Devleti'nin içişlerine müdahale edebilmek ve imparatorluğu parçalamak amacı yatmaktadır.

Ermenilere bu güçlerce Doğu Anadolu'da bir Ermenistan devletinin kurulması vaat edilmiştir. Halbuki söz konusu dönemde bu bölgedeki Ermeni nüfusu bölge genel nüfusu içinde ancak %15 oranında bir yer işgal etmektedir. Örneğin, en kalabalık oldukları Bitlis'de bile nüfusun 1/3 ünü dahi teşkil edememektedirler. "Ermeni sorunu" için bir başlangıç noktası bulmak gerekirse, bu 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı'nı izleyen Ayastefanos Anlaşması ve Berlin Konferansı'dır.

ERMENİ KOMİTELERİ

ARMENAKAN KOMİTESİ

Ermenilerin Türkler aleyhine çalışmak üzere kurdukları ilk komite ve ilk siyasi kuruluştur. 1885’de Van’da kurulmuştur.

“Kan dökmeden hürriyet elde edilemez” sloganı ile işe başlamıştır. Fransa’da çıkardıkları “Armenia” gazetesi ile kamuoyu oluşturmaya çalışmışlardır. İhtilal yolu ile Ermeni bağımsızlığını sağlamayı amaçlamışlar ve bunu gerçekleştirmek için hazırladıkları programda:

Tüm Ermenileri biraraya getirmeyi,

İhtilalci fikirleri yaymayı,

Üyelerine silah kullanmayı ve askeri eğitim yaptırmayı,

Silah ve para temin etmeyi,

Gerilla Kuvvetleri meydana getirmeyi,

Halkı genel bir isyana hazırlamayı, öngörmüşlerdir.

Askeri eğitim konusunda, Van Rus Konsolosluğunda görevli bir binbaşıdan yardım almışlar ve eğitimi Van Ermeni okulunda yapmışlardır.

Komitenin bilinen faaliyetleri şunlardır:

Türk jandarmalarına saldırılar,

Çeşitli cinayetler,

Aşiretlere saldırılar,

Ekim 1892’de, Van’da bir polisin katli,

Haziran 1895’de, Hıncak Komitesi ile beraber Van isyanına katılmaları,

200 kişilik bir grupla köy ve kasabalara baskınlar yapmaları.

Bu komitenin üyeleri sonradan Taşnak ve Hınçak Komitelerine

HINCAK

Hınçak (Çan Sesi) Komitesi, aslen Kafkasya Ermenilerinden Rus uyruklu Avedis Nazarbeg ile karısı Maro ve Kafkasyalı diğer öğrenciler tarafından 1886 yılında İsviçre'de kurulmuş ve komitenin düşüncelerini yaymak için de, yine Hınçak isminde bir gazete çıkarılmıştır. Bu komitenin başında ve üyeleri arasında çoğunluğu yine Rus uyruklu Ermeniler bulunmaktadır. Bu komite, kendisine çalışma bölgesi olarak Doğu Anadolu'yu seçmişti; bir zaman sonra komite merkezi, İsviçre'den Londra'ya götürülmüştür.

Hınçak Komitesinin programı, Sosyalist, Marksist ve Merkeziyetçidir; Karl Marks'ın ilkeleri, temel olarak benimsenmiştir. Bu komite üyeleri, kendilerine sosyal demokrat dedikleri halde, siyasal programları tamamen bir komünist manifesto niteliğindedir.

Komite, 1890 yılında merkezi İstanbul'da olmak üzere Osmanlı ülkesinin diğer vilayetlerinde de şubeler açmış ve bu suretle, örgütlenerek çalışmalarına başlamıştır. Bu komitenin ana politik amacı, Türkiye'deki Ermenileri Türklerden; İran Ermenilerini İranlılardan ve Rusya Ermenilerini de Ruslardan kurtarmak; sonra da, bütün bu memleketlerdeki kapitalistleri temizlemektir.

PROGRAMI

"İşçi ve üretici sınıf, insanlığın büyük bir çoğunluğunu kapsar. Bu sınıfın sermaye sahibi, zengin ve egemen bir azınlık tarafından sömürülmesinden kurtarılması, üreticinin bütün üretim kuvvet ve araçlarına, toprağa, fabrikalar, madenlere, ulaştırma vasıtalarına sahip olmasıyla gerçekleşir. Üretici sınıfın bağımsızlığı, bütün insanlığın kurtarılması, genel ve ekonomik ferahlık demektir.

Bu amaca ulaşabilmek ve onu fiilen uygulayabilmek için, bütün uygar memleketlerdeki üretici sınıf, kendine özgü bir şekilde örgütlenmeli ve emrindeki genel politik olanakları harekete geçirerek, bütün ülkelerle birlikte komünist ihtilalini yapmalıdır. Bu sayede diğer sınıflar ortadan kalkar ve üretici sınıf, sosyalist bir düzen kurar. Bu kuruluşta halk, kendi kanunlarını kendisi yapar ve kudretini gösterir.

(...)

Bugünkü durumda Ermeniler, mutlakiyet idaresine bağlı sınıfların yönetiminde bulunuyorlar. Bunların yönetim, vergi ve maliye sistemleri, kendileri için yıkıcıdır. Onların çevresinde bir taraftan üretim kapitalist şekilleri uygulanırken diğer yönden devamlı olarak eski ekonomi ve yönetim şekilleri yok olmaktadır."

Bütün bu koşullar etkisiyle Ermeni sosyalist demokratları ve bütün Ermeniler için genel ve bütünü kapsayacak bir sosyalizm düzeninin sağlanması, uzak bir amaç olarak kabul edilmekte ve bu nedenle bütün eğilim ve uğraşılar, yakın bir hedef seçilmesini gerektirmektedir. İşte bu yakın hedef, sosyal demokrat Ermeni İhlalci Hınçak Partisi'ni oluşturmuştur. Bu yakın hedefler şunlardır:

[*]İhtilal çıkarmak[*]Mutlakiyet yönetiminin egemen sınıflarını yok etmek[*]Ermenileri kölelikten kurtarmak[*]Politik işlere karışmak için Ermenilere güç vermek[*]Ekonomik ve kültürel ilerlemelerine etki yapan engelleri kaldırmak[*]İşçi sınıfının istek ve eğilimlerini açıkça söyleyecekleri ortamı hazırlamak[*]Ağır çalışma koşullarını düzeltmek[*]Kendilerine özel siyasi bir varlık halinde örgütlenmeleri için sınıf hakkında bilgi sağlamak[*]Halkın çalışmalarını kolaylaştırmak ve onların uzak hedeflere doğru ilerlemesine yardım etmek.Bütün bu düşüncelere uygun olarak Hınçak Komitesinin yakın hedefi, mutlakiyet yönetimlerini, sınıflarını yıkmak için çalışmak ve bunları demokrat, meşruti rejimlerle değiştirmektir. Bunun da ana koşulları şunlardır:


[*]Halkın temsili için, her kesim doğrudan doğruya oylarını kullanmak suretiyle yapılacak seçimle bir teşrii (kanun yapıcı) meclis kurulmalı. Bu meclis, memleketin politik ekonomik ve bütün işlerini ve kanunlarını inceleyerek bunlar hakkında karar verme yetkisine sahip olmalı.[*]Vilayetlere geniş bir muhtariyet verilmeli.[*]Halk için tam bir hürriyet sağlanmalı[*]Halk, hükümet memurlarını, kamu hizmetlerinde çalışan bütün şahısları, güvenlik memurlarını, eğitim ve adalet işlerinde çalışan memurlarını seçebilmeli.[*]Milliyet ve sınıf farkı gözetmeden her reşit vatandaş gerek vilayetler ve gerek muhtar idareler için temsilci seçilmeye yetkili olmalı.[*]Bütün vatandaşlar kanun önünde, milliyet ve din farkı gözetilmeksizin eşit olmalı.[*]Basın, söz, vicdan, toplanma, dernek kurma ve seçim mücadelesi için tam serbestlik verilmeli.[*]Her vatandaşın şahsı ve evi, saldırılara karşı korunmuş olmalı.[*]Kiliseler, hükümetten ayrılmalı; bütün dini kuruluşlar, yalnız kendilerinden olan ve buralara devam eden şahısların yardımlarıyla varlıklarını korumalı.[*]Bütün halk, askerliğini barışta milis örgütleri şeklinde yapmalıdır.[*]Laik ve zorunlu bir eğitim düzeni uygulanmalı; hükümet, fakirlere yardım etmelidir.Halkın ekonomik durumunun ıslahıyla ilgili olduğu için, yukarıda sözü edilen siyasi hakları elde ederek o ilkelere dayanmak suretiyle aşağıdaki koşulların yerine getirilmesi gereklidir:


[*]Mevcut vergi sistemi kaldırılmalı, yerine belirli bir güç ve ödeme kabiliyetine göre ileri bir vergi sistemi konulmalı.[*]Vasıtalı vergiler, tamamen kaldırılmalı.[*]Köylüler, her türlü borçlardan kurtarılmalı.[*]Halkın veya hükümetin yardımlarıyla ziraat makineleri sağlanmalı bunların kullanılması öğretilmeli ve bunlar halka verilmeli.[*]Halk içinde ziraat ortaklıkları kurulmalı, bu ortaklığın amacı, ziraat ürünlerinin satışı, tohum, hububat ve benzeri gibi şeylerin satın alınması ve yönetimi olmalı.[*]Her cins ulaştırma ve temas için araç sağlanmalı[*]Hükümet, çalışanların sömürülmesini önlemek için yardım etmeli ve bunları korumak için kanunlar çıkarmalı.Ermenilerin çoğunluğunun bulunduğu Türkiye Ermenileri ve onların yaşadıkları yerler, vatanımızın en geniş topraklarıdır. Ermeni çoğunluğunun davası, Berlin Antlaşması'nın 61. Maddesi ve diğer uluslar arası koşulların gücüyle, bir hak durumuna gelmiş ve Avrupalı büyük devletler tarafından da tanınmıştır.

Osmanlı imparatorluğunun siyasi, ekonomik ve mali düzensizliği, düşüşü, iflas etmiş durumu, iç karışıklıkları ve zelzeleye uğramış hali, Osmanlı hükümetinin yok olmasını zaruri ve kesin kılmış, diğer Avrupalı devletlerin etkileri de buna yardım etmiştir. Avrupa'daki Osmanlı topraklarının bir kısmının da sistemli bir şekilde parçalanarak diğer devletlerin eline geçmesinden ötürü aşağıdaki hususların sağlanması, tarihi bir lüzum ve zaruret halini almıştır:


[*]Ermeni komitecileri, bugün uğraşlarını Ermenilerin davasını savunmak ve sonuçlandırmak için yakın amaca göre harcayacaktır.[*]Bu duruma göre ihtilalin uğraşı sahası, Türkiye'de yaşayan Ermenilerin bölgesi olacaktır.[*]Ermenilerin geleceklerini Osmanlı Devleti'nin kaderinden ayırmak gerekeceğinden, Ermenilerin en yakın amacının ilk koşulu Ermeni bağımsızlığıdır.Ermenileri yakın amaca ulaştırmanın çaresi, bir ihtilalle yani zorla Türkiye'deki Ermeni bölgelerindeki genel kuruluşu alt üst etmek, değiştirmek; genel isyanla, Türk hükümetine karşı savaş açmaktır. Bu uğraşların vasıtaları:


[*]Matbuat, kitap ve konuşmalarla halk arasında ve özellikle işçiler içinde propaganda yapak; Hınçak Partisi'nin ihtilal fikirlerini yaymak, halk arasında ihtilalci örgütler kurmak ve isyan çıkarmak.[*]Türk istibdat elemanlarını, hafiyeleri, muhbirleri, hainleri ve ihanet edenleri cezalandırmak; terörü, ihtilal örgütlerinin savunması için bir vasıta ve halkı ezenlerin ve alçakların uğraşılarına karşı koruyucu olarak kullanmak.[*]Hükümet askerlerinin veya aşiretlerin saldırılarına karşı halkı korumak için, elde silahlı hazır bir kuvvet bulundurmak; akıncı alayları kurmak. Bu alaylar, yapılacak bir genel isyanda öncülük görevini yapacaklar.[*]Birbirine bağlı, tam bir birlik ve beraberlik içinde ortak hedefe yürüyen, aynı taktiği uygulayan, bir merkezden sevk ve idare edilen düzenli ve birçok gruplardan oluşan genel ihtilal örgütü kurulmalıdır. Türkiye'deki örgütlerin bütün güç ve yetkileri, Hınçak Komitesi'nin teşkilat ve uğraşlılarını gösteren bir tüzükle tespit edilmiştir.[*]Düzenlenen bir isyanı uygulamak için olaylar yaratmak.[*]Herhangi bir devletin Türkiye'ye karşı savaşa girmesi, genel bir isyanın başarıya ulaşması için en uygun bir zamandır.[*]Ermeniler ile kaderleri bir olan ve aynı bölgede yaşayan diğer azınlıkları kendi tarafımıza çekmek, onlarla birlikte müşterek düşmanımız olan Türk Hükümeti'ne karşı savaşmak. Hınçak Komitesi'nin en büyük amacı, Doğu Anadolu'daki bütün diğer azınlıklarla birlikte, Osmanlı devletinin esaretinden kurtularak İsviçre'de olduğu gibi bir federasyon kurmaktır.Bir siyasi programa göre çalışan Hınçak Komitesi, özellikle işçi sınıfına çok uygun gelen Marksizm propagandası yapmıştır. Karışıklıklar çıkarmak ve ihtilal yapmak için, gençler, dini liderler, avantürler ve işsizler, komiteye girmeye ve buralarda çalışmaya can atmışlar; Komite yöneticileri de, sınıf esası üzerine çalışarak bir Ermeni Proleteryasını yaratmak istemişlerdir.

Komitenin bu çalışmaları, Türkiye''eki yaşama koşullarına göre, bir sosyalizm propagandasından öteye geçememiştir. Hınçak Komitesi'nin düzenlediği ayaklanmalara, birçoğu dış memleketlerden ve özellikle Rusya'dan gelmiş ve bu gibi işlere yatkın kimseler de girmişlerdir.

Ermenilerin eyleme geçmeleri, memlekete çok ağır ve giderilmesi olanaksız kanlı olaylara etken olmuştur. Hınçak komitesinin örgütlerini kurmak için Cenevre''en Tiflisli Şimavon, İran'dan S. Danielyan, Trabzon'dan Rus uyruklu Rupen Hanazat, Batum'dan H. Megavoryan geldiler. Uzun süren tartışmalardan sonra, İstanbul Hınçak Komitesi Merkezi kurulmuştur. Bu örgüte, İstanbul'da 1890 yılından evvel kurulmuş olan diğer ihtilalci örgütler de katılmışlardır.

Görülüyor ki, Türkiye'deki Ermenilerin alın yazısı, birçok Rus Ermenisinin eline bırakılmıştır. Bu arada komiteye girmeyenler ve para yardımı yapmayanlar, baskı altında tutulmaya veya öldürülmeye başlanmışlardır. Örgütler, büyük bir hızla Anadolu'daki vilayetlere de yayılmışlardır.

FAALİYETLERİ

Hınçak Derneği'nin ana tüzüğü ve programı, 1909 yılında İstanbul'da basılmıştır. Bu tüzük, dernekler kanunu gereğince İçişleri Bakanlığı'na verilmiş ve gerekli işlemler yapılarak İstanbul Valiliği'nin 8 Şubat 1909 gün ve 90 sayılı onay belgesini almıştır. Tüzük beş kısımdan oluşmaktadır.

Ermeni Hınçak Komitesi'nin ele geçen faaliyetleriyle ilgili olarak 1910, 1911, 1912 ve 1913 yıllarına ait karar defterinde şu kararların alındığı yazılıdır:


[*]Silah, cephane ve patlayıcı madde sağlanmasına çalışılması.[*]Silah eğitimi yapılması (Marufyan, Yavruyan, Candan tarafından).[*]Propagandalara hız verilmesi.[*]Taşnak Komitesi ile ilişki kurulması.[*]İttihatçılarla ilişki kurulması.[*]Van'da çeteler kurulması ve yönetilmesi. (Bu çeteler şunlardır: Orsfan, Cang, Goçnak, Juraçak, Pencak, Badami, Tejohenk, Maro ve Paros)Hınçak Komitesi 24 Temmuz 1914 tarihinde, Türkiye'de Üçüncü Kongresini yapmıştır. 51 şubeden gönderilen 28 delegeyle Cangülyan'ın başkanlığı ve Tancutyan'ın sekreterliğinde açılan kongrede şu karar alınmıştır:

"Amaç ve çalışmalarımızın gerektirdiği büyük sorumluluk ve ondan doğacak tehlikeler göz önünde tutularak, uygar insanlar olduğumuzu göstermek için maceralardan ve düşüncesizce yapılacak hareketlerden kaçınılmalı, iyice düşünülmüş dengeli tesirler ve vasıtaların amaçlarımızda ve hareketlerimizde başarı sağlamak için tek çare olduğu göz önünde tutulmalıdır."

Bunun üzerine Hınçak komitecileri, 1896 yılında Türkiye'den uzaklaşmaya başlamışlardır. Bu komitenin üyeleri arasında anlaşmazlık çıkmış ve ikiye bölünmüşlerdir. Bir kısmı asıl Hınçaklar (Nazarbeg taraftarları), diğer kısmı reforme Hınçaklar (Veragazmiyal Hınçak) adını almışlardır. Bu ikinci grup, Arpiyar Arpiaryan adında bir şahıs tarafından yönetilmeye başlanmıştır.

Her iki komite de, bir prensip ve programa göre değil, yöneticilerin görüş ve davranışlarına göre hareket etmişler, şahsi çıkarlarını ön planda tutmuş ve bunu savunmuşlardır. Aralarındaki bu anlaşmazlık, sokak kavgalarına dönüşmüş, bazıları dövülmüş, bir kısmı da öldürülmüştür.

Hınçakların Marksist olduğunu anlayan Ermeni halkı ise komitacıların görüşlerini kabul etmemiştir. Mücadeleler 1902 yılında iyice artmış, her iki tarafa bağlı birçok komitacı, İngiltere'de, Rusya'da, Mısır'da, Bulgaristan'da, Kafkasya'da ve İran'da sokak ortasında öldürülmüşlerdir.

Van İsyanı'ndan sonra bazı küçük çeteler, Hınçak ismini taşımışlarsa da artık yeterli bir güçten yoksun kalmışlardır. Hınçak Komitesinin dağılmasında, bazı Hınçak liderlerinin Rusların gizli amaçlarını anlayarak tuttukları hatalı yoldan ayrılmaları da başlıca etkenlerden biri olmuştur.

KAYNAK:
Sakarya, Em. Tümg. İhsan; Belgelerle Ermeni Sorunu, Genelkurmay ATASE Yayınları, Genelkurmay Basımevi, Ankara 1984, 2. Baskı, s. 76-87


TAŞNAK

Ermeni Devrimci Federasyonu" olarak da anılan Taşnak Komitesi, Ermeni sorununun ortaya çıkmasında önemli roller oynamıştır. Komitanın faaliyetleri, komünistlerin "Ermeni Cumhuriyetini" ele geçirmelerinden sonra ABD, Lübnan, İran, Fransa ve Yunanistan da "sürgündeki parti" şeklinde devam etmiştir. Günümüze kadar çeşitli eylemlerle faaliyetlerini devam ettiren Taşnak komitesini, çeşitli terör tim ve grupları oluşturdu.

1. Örgüt Yapısı
a. Büro - Örgütün en üst organıdır. Örgüt yönetimi "Büro"nun kararları doğrultusunda gerçekleşir. Büro, görünüşte kollektif liderlik şeklindedir. Kaliforniya'dan, Fransa'dan, İran'dan birer, Lübnan'dan beş üyeden oluşur. Üyeler kendi aralarından birini başkan seçerler. Lübnan iç savaşına kadar Büro, Lübnan'daydı. İç savaş sonunda sırasıyla ABD, Yunanistan ve Fransa'ya taşındı. Bugün tekrar ABD'de olduğu sanılmaktadır. "Büro" üyeleri, yönetim esasları, kararları gizlidir. 1985 yılına kadar, İran doğumlu, Yunanistan'da yaşayan, Hrair Marukiyan'ın Büronun başkanı olduğu bildirilmektedir.

b. Merkez Komitesi - Örgütün üst yönetim organıdır. Büro ile yerel gruplar ve örgütler arasındaki bağı teşkil eder. Ermenilerin nüfus bakımından önemli oldukları yerlerde kurulur. Lübnan ve Fransa'da birer "Merkez Komitesi" olmasına karşılık, ABD'de "Batı Kesimi Merkez Komitesi", "Doğu Kesimi Merkez Komitesi" adı altında iki komite vardır. Pramide benzeyen bu yapının altında yerel örgütler, organlar yer alır. Bunlar, çeşitli "Ermeni temalarını" taşıyan isimlerle anılırlar. Başlıcaları, "Ermeni Gençlik Federasyonu", "Gençlik Örgütü", "Erkek ve Kız Öğrenciler İzci Örgütü" ve "Spor ve Kültür Örgütleri" gibi adlarla kurulmuşlardır.

c. Merkez Komitesi'ne veya Merkez Komitelerine ayrıca propaganda ve yayın; Hukuk; Mali; Askeri; Eğitim ve "Ermeni göçünü denetleme komitesi" adı altında çeşitli hizmet bölümleri bağlıdır. Bunlar daha çok bilgi ve teknik hizmet birimleridir: "Ermeni Devrimci - İhtilâlci - Federasyonu" adı, propaganda etkinlik sağlamak ve özellikle Batı kamuoyunda tepki yaratmamak amacıyla değiştirilmek istenmiş ve Taşnakların siyasi kolu şeklinde "Ermeni Ulusal Komitesi" adını almıştır. Çeşitli propaganda uygulamalarında sanki farklı kuruluşlarmış gibi iki isim de kullanılmaya çalışılmaktadır.

2. Amacı ve Hedefleri

Taşnak, komünist olmayan bir Ermenistan kurulmasını ve Türkiye'nin Ermenilere karşı işlendiği iddia edilen suçlara karşı tazminat ödemesinin sağlanmasını amaçlamaktadır. Taşnak yayın organlarında bu amaç, şu şekilde dile getirilmektedir: "Sevr anlaşması üzerinde durmaya devam edeceğiz. Bu anlaşma davamızın kilometre taşlarından biridir..."

Taşnak'ın nihai amacı ise, "Dört T" şeklinde özetlenebilir: Terör yoluyla soykırım iddialarının tanıtımının yapılması, iddiaların Türkiye tarafından tanınması, Türkiye'nin tazminat ödemesi ve Türklerin işgali altında bulunduğu iddia edilen toprakların Ermenilere iade edilmesi.

3. Stratejileri, Tutum ve Davranışları

Stratejisini görüntüde, "barışçı yollarla amaçlarının gerçekleştirmesi" şeklinde ortaya koyan Taşnak, uzun yıllar öncesine dayanan faaliyetleriyle tam bir terör örgütü gibi hareket ettiğini ortaya koymuştur.

Netikim, "Ermeni Soy Kırımı Adalet Komandoları" adlı terör grubu Taşnak tarafından kurulmuş, örgütün adı daha sonraları "Ermeni Devrimci Ordusu"na şeklinde değiştirilmiştir. Bu grubun bütün cinayetleri ve bombalama olayları Taşnak tarafından planlanmıştır. Ancak Taşnak'ın terör örgütü ASALA'dan farklı bir yanı vardır: ASALA terör eylemlerinde Türk veya başka ülkelerin vatandaşları arasında ayrım gözetmezken; Taşnak ve ona bağlı terör grupları, hedef olarak yalnız Türkleri, Türk vatandaşlarını, Türk temsilcilerini seçmişlerdir.

1982 yılında Los Angeles'teki Türk Başkonsolosunu öldürdükten sonra "Adalet Komandoları"nın yaptıkları "Tek amacımız Türk diplomatları ve Türk kurumlarıdır" açıklaması, bunun en açık kanıtıdır. "Ermeni Devrimci Ordusu"nun 1983 yılında Lizbon'daki Türkiye Büyükelçiliğine yaptığı saldırıda da aynı beyan tekrarlanmıştır.

XIX yüzyıl sonları ve XX. Yüzyıl başlarında Taşnaklar, daha çok Batı yanlısı davranmış ve Batı kamuoyunu etkilemeye çalışmışlardır. Hınçaklar ise Rusya'ya yönelmişlerdir.

1982 ve 1983 yıllarındaki elçilik saldırılarının ardından Taşnak Ermeni örgütünün stratejisi şu şekilde açıklanmıştır:

"Bir kurtuluş hareketinin nihai amacına erişmesi için iki aşama vardır: Birincisi destek üsleri sağlamaktır. Buna "İç propaganda" denilir. İkinci aşama ise, dışarıda tanınma yani dünyanın beğenisini kazanmadır. En azından dünya kamuoyunun davaya eğilmesi sağlanmalıdır. Bu ise, bir başka değimle gösteri eylemleri dönemidir..."

Taşnak'ın nitelikleri, Taşnak Partisi tarihçisi Varanciyan tarafından şöyle açıklanmaktadır:

"Belki de hiçbir ihtilâlci parti, hatta Rusların Nazodovoletz ve İtalyanların Çarbonarileri bile -ki bunlar terörist eylemlerde zengin deneyimlere sahiptirler ve hiçbir şeyden çekinmezlerdi- Taşnak partisi kadar çılgın türde terörist yetiştirememiştir. Yüzlerce silahşör, bomba ve hançerle intikam için yola çıkmış kişi yaratmıştır..."

4. Viyana ve Münih Kongreleri

27 Aralık 1981 tarihinde Viyana'da yapılan 22. Taşnak Kongresi'nde özetle şu kararlar alınmıştır:
  • Partinin amacı, birleşik ve özgür bir Ermenistan'ın kurulmasıdır.
  • Diğer Ermeni kuruluşları, siyasi komite aracılığıyla baskı yapılarak Taşnak saflarına çekilmelidir.
  • Batılı ülkelerle tam bir yakınlık kurulmalıdır.
  • Sovyet Ermenistan'ı ile yakın ilişkilere girilmeli ve Ermeni göçü durdurulmalıdır.
1984 yılı sonunda 15 ülkeden gelen parti temsilcileriyle Münih'te yapılan kongrede ise şu kararlar alınmıştır:
  • Ermeni davasının tanıtılması için yeni kampanyalar başlatılmalıdır.
  • Ermeni davasına siyasi çözüm sağlayacak, çeşitli barışçı ve yasal yallar denenmelidir. Örnek olarak (A.B.D.Ieri kongresinde ve Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonunda girişimlerde bulunularak) Ermeni soykırımınının tanınması sağlanmalıdır.
Bu toplantı sonunda yayınlanan açıklamada ise şöyle denilmiştir:

"Ermeni halklarının meşru haklarını, Türkiye'nin soy kırımını tanımasıyla sağlanmalı, insani ekonomik ve kültürel kayıpların tazmini ve binlerce yıllık Ermeni vatanının yeniden kurulmasını savunmaya devam edeceğiz..."

Her iki kongre kararları da, Taşnak'ın propaganda araçları olarak kullandığı temaları belirlemesi bakımından önemlidir.

5. Destek ve İlişkileri

Taşnak, desteğini daha ziyade ABD'den ve Avrupa devletlerinden almaktadır, ilişkileri ise mümkün olduğu kadar diğer terör örgütleriyle temas etmemek şeklinde bir esasa bağlanmıştır. Adı geçen devletlerin çeşitli teşkilâtlarıyla iliş-kileri vardır. Kilise ve Kiliseler Birliği ile "Ermeni lobileri" ve "Araştırma merkezleri" başlıca destek kaynaklarını teşkil etmektedir.

6. Politik Gelişmeleri

1970 'lere kadar, Taşnak Ermeni terör örgütünde belirlenen ve uygulanan politikalarda esas "Sovyet Ermenistan'ının kurtuluşu ve bağımsızlığı" olmuştur. Bu sebeple, Sovyetler Birliği'ne karşı olan düşmanlıklar öncelik kazanmış, Sovyet Ermenistan'ını tutan veya Sovyet Ermenistan'ını destekleyenlere karşı acımasız bir mücadele verilmiştir. New York'taki Holy Cross Ermeni Kilisesi'nin Başpiskoposunun Noel âyini sırasında bir Taşnak fedaisi tarafından öldürülmesinin nedeni, onun Sovyet Ermenistan'daki durumu onaylamasıdır.

1970 'lerden sonra, Ermeni Cumhuriyeti lider ve kadrolarının ölüm ve diğer sebeplerle ortadan kalkması ve dağılması, Taşnak'ın politikalarında önemli değişikliklere sebep olmuştur. Artık, düşmanlık Türkiye'ye ve Türklere yönelmiştir. Nitekim, 1972 de Taşnakların kurduğu ve teşkilâtlandırdıkları "Ermeni Soy Kırımı Adaleti Komandoları" terör grubu da bu politika gereği harekete geçirilmiştir. Taşnak'ın propaganda organı olan Aztag Şapatoryag gazetesi, "Günümüzde kurtuluş mücadelelerinin de son umut ve çıkış yolu olarak terörizmdir" diyerek yeni dönemin metodunu açıklamıştır.

Ancak, Türkiye'nin Lizbon Büyükelçiliği'ne yönelik baskın, Taşnak'a itibar kazandırmadı. Bu olaydan sonra, "Ermeni Soykırımı Adaleti Komandoları" isimli örgütün ismi "Ermeni Devrimci Ordusu" olarak değiştirildiyse de Taşnak için kurtarıcı olmamıştır. Özellikle 1984 tarihinde Taşnak canilerinden Sasunyan'ın tutuklanıp, mahkûm edilmesi Taşnak politikasına önemli bir darbe vurmuştur. Bu süreçte Taşnak, Amerika'da doğan Ermenilerin desteğini yitirmiş; nitekim, "Armenian Reporter" gazetesi, Taşnak partisinin Lübnanlı, dışardan gelen Ermenilerin eline geçtiğini, terörizmi desteklemeyen büyük çoğunluk karşısında âciz kaldığını yazmıştır.

Terörist kolun zayıflaması, Taşnaklar arasında ve özellikle "Büro" ve "Merkez Komiteleri" üst yönetimleri arasındaki çatışmaları artırmıştır. Örgütün üst yönetimi ikiye ayrılmıştır. "Büro"nun güçlü adamları, Lübnan Merkez Komitesinin temsilcileri ve önde gelen yöneticileri, Lübnan'da, öldürülmüşler veya kaybolmuşlardır. 1985 yılının sonlarına doğru artık bir Taşnak bütünlüğünden söz edilemez olmuştur.

Taşnak'ın bu duruma gelmesinde dışardan iki büyük etken rol oynamıştır. Bunlardan birincisi Taşnak yöneticilerinin bazı devletlerin gizli servisleriyle ilişkilerinin açıklanması ve bu servislerin Ermeni kiliselerin bir elde toplama çabalarının ortaya çıkmasıdır. İkincisi ise ASALA - Taşnak mücadelesidir. ASALA, Taşnak yöneticileri için "Ermenilerin kanını emen ve kurutan parazitler" ifadesini kullanmıştır.

7. Yayın Organları<A name=7>

Ermeni komiteleri ve terör örgütleri içerisinde propaganda konusunda büyük deneyimleri ve o nispette destekleri bulunan Taşnak, çeşitli süreli, süresiz yayınlar, satın alınan radyo programları, özel radyolar TV ve video filmleri gibi haberleşme ve yayın araçlarıyla sürekli olarak amaçlarını, hareketlerini, politikalarını dünya kamuoyuna duyurmak imkânını elde etmişlerdir. Birçok devlet bu bakımdan Taşnaklara özel destekler sağlamış ve ilgi göstermiştir.

Taşnak yayın organları içerisinde en önemlileri ABD'de Ermenice yayınlanan "Hayrenik" ve "Asbarez" ile İngilizce yayınlanan "Armenian Weeky"dir.

Bu örgütün, katılanların kısıtlı sayılarına rağmen, Paris, Bükreş, Erivan, Münih gibi yerlerde 22 dünya konferansı düzenlemesi önemli bir propaganda, yayma ve yayılma olayıdır.

KAYNAK:
Uras, Esat; Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, Belge Yayınları, İstanbul 1987, s. 432-442


Prof. Dr. Sinsi 08-03-2012 03:11 AM

Ermeni Sorunu, İddialar, Gerçekler
 
ERMENİ İSYANLARI

1914 ÖNCESİ

MUSABEY OLAYI
Hınçak Komitesi tarafından İstanbul'da yapılan Kumkapı gösterisinden önce, komiteciler tarafından bütün Avrupa'ya karşı türlü şekillerde propaganda aracı olarak kullanılmış olaylardan biri de Musa Bey Olayı'dır. Bu olay dolayısıyla Türkiye'deki Ermenilerin can ve mal emniyeti, Hıristiyanlığın güvenliği ileri sürülmek suretiyle feryatlar koparılmıştır.

Mutki'li olan Musa Bey hakkında ileri sürülen şikayetler şöyle özetlenebilir:

Musa Bey birçok yağmalar, zulümler yapmış; ancak hakkındaki şikayetlerin üzerinde durulmamış. Özellikle Muş'lu bir papazın kardeşinin kızı olan Gülizar adında bir Ermeni kızını kaçırarak evini getirmiş, ırzına geçmiş, sonra kardeşine vermiş; fakat İslam olmasını da şart koşmuş. Kız, Hıristiyanlıktan dönmeyi kabul etmemiş. Musa'nın attığı sopalardan bir gözü sakatlanmış ve Musa Beyin evinden kaçarak şikayette bulunmak üzere İstanbul'a giden Muşlularla birlikte İstanbul'a gelmiş. Bu kız ve papaz da dahil 58 Muş'lu Ermeni, Başbakanlığa, Adliyeye dilekçe vermişler. Karşılık alamamışlar. Komite ve patrikhane tarafından hanlara yerleştirilmişler. Komitenin teşviki ile Selamlık resminde "merhamet" diye bağırtılmışlar ve bunun üzerine Mabeyn Dairesi'ne getirtilerek sorguya çekilmişlerdir.

Bunun üzerine Musa Bey, muhakeme edilmek üzere İstanbul'a getirilmiştir. Yabancı siyasi temsilcilerin ve gazetecilerin de hazır bulunduğu büyük bir dinleyici kütlesi önünde muhakeme edilmiştir. Mahkeme sırasında altmış kadar şikayetçi ve tanık dinlenmiştir. Neticede, sorumluluğu gerektiren bir şey görülmediği için, Musa Bey suçsuz bulunmuştur. Böylece komitacıların büyük önem verdikleri bu gösteri de istenilen sonucu vermemiştir.

Bununla beraber Musa Bey Olayı kuvvetli bir propaganda malzemesi olmuştur. Ermeni kızı Gülizar'ın anası ve amcası olan papazla birlikte fotoğrafları çekilerek her tarafa, özellikle yabancı ülkelere gönderilmiştir. Bu suretle, Hıristiyan yobazlığı tahrik edilmek istenmiştir.

KAYNAK:
Uras, Esat-; Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, İstanbul 1987, s. 460-461


ERZURUM OLAYI
Erzurum isyanı, 20 Haziran 1890'da çıkarılmıştır. O zaman Vali bulunan Samih Paşa'ya ve diğer bazı ilgililere, Ermenilerin Rusya'dan silah ve cephane getirdikleri ve bunları Sanasaryan okulunda, kiliselerde sakladıkları haber verilmiştir. O yıl Temmuz ayı içinde, zaptiye ve polislerle kilise, araştırılmak istenmiş, ancak Ermeniler daha önce bu teşebbüsten haberli oldukları için gereken tertibatı almış ve karşı koymaya hazırlanmışlardır. İlk emir üzerine komiteci Ermeniler, olay yerine gelen askerler üzerine ateş ederek bir subay ve iki eri yere sermişlerdir. Ayrıca bir de polisin öldüğü operasyon sonucunda Kilise aranabilmiştir.

Olayı bizzat gören bir Ermeni, Amerika'da çıkan ve Ermenice yayınlanan Hayrenik gazetesinde 1927 yılında Erzurum olayının yıldönümü dolayısıyla yazılan bir yazıda şunları anlatmaktadır:

"Sanasaryan okulu kurucusu, 1890'da öldü. Kendisinin ruhunun istirahatı için ayin yapıldı, yas tutuldu. Hükümete, okulda bir silah atölyesi olduğu haber verilmiştir. Haber verenlerin Ermeni Katolik papazları olduğu sanılıyordu. Aramadan önce, "müdafi vatandaşlar" teşkilatın mensup Köpek Bogos adında biri, iki saate kadar okulun aranacağını haber verdi. Derhal; milli tarih kitapları, defterler, ilk bakışta ilgi çekecek şeyler ortadan kaldırıldı. Arama sonun ele bir şey geçmedi. Ermeniler, "Türklerin kiliseye girmesi, pislik, murdarlıktır" diye bağrıştılar. Daha sonra, Taşnaksutyun komitesi Erzurum merkezi kararıyla öldürülen ve müdafi vatandaşlar cemiyetinin kurucularından olan Gergesyan'ın adamları, halk arasında kışkırtmalara başladılar. Dükkanlar kapandı. Kiliselerde ayinler yasaklandı, çanlar çaldırılmadı. Duruma Ermeniler hakim bulunuyorlardı. Bu fırsattan istifade ederek isyancılar, "Ermeniler üç gündür hürdürler, bu hürriyetlerini silahla koruyacağız" diye bağırıyorlar ve hükümetin vergileri hafifletmesini, askeri bedelin kalkmasını, kutsallığı bozulmuş olan kilisenin yakılıp tekrar yapılmasını, 61. Maddenin uygulanmasını istiyorlardı.

Üç-dört gün, mezarlıkta, kilisede, okul avlusunda kaldılar. Ermenilerin dağılmaları için çalışan Ermeni iler gelenlerine dayak atıldı. Hükümetin, herkesin işi gücü ile meşgul olması hakkındaki emri dinlenmedi. Komite mensupları yer yer dolaşarak halka cesaret veriyorlardı. Bu sırada Gergesyan'ın kardeşi ateş ederek iki eri öldürdü. İki taraf arasında, iki saatlik bir çarpışma oldu. Ertesi günü konsoloslar şehri gezdiler. İki taraftan 100'den fazla ölü, 200 -300 kadar da yaralı vardı. Konsoloslara Ermeniler adına rapor vermiş olan doktor Aslanyan, hükümetçe takip olunduğu için şehirden kaçtı.

Bu olaylar içinde bir yabancı rüzgarı, kuzeyin soğuk yelleri esiyordu. Ermenilerin gösterileri dolayısıyla Rus konsolsu Tevet'in, Valiyi ziyaret ederek, "Böyle asi bir halkı, Rusya'da olsa mutlaka kırarlar, deyişi ve aynı zamanda Ermeni marhasasına da, Türkiye gibi vahşi bir hükümetin idaresi altında yaşamak değmez" demiştir."

KAYNAK:
Uras, Esat-; Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, İstanbul 1987, s. 458-459


KUMKAPI GÖSTERİSİ (TEMMUZ 1890)
Ermeni komitelerinin propaganda aracı olarak kullandıkları en önemli olaylardan biri şüphesiz ki, Kumkapı Gösterisi'dir. Hınçaklılar'ın İstanbul'da, sırf adalet istemek amacıyla silahsız olarak yaptıklarını öne sürdükleri bu gösteriyi, o hareketi idare etmiş olan H. Cangülyan şöyle anlatıyor:

"İstanbul'da Musa Bey Sorunu ve Erzurum olayı dolayısıyla bir karşı hareket yapılmazsa Ermeniler kendilerini unutulmuş sanacaklardı. Bundan ötürü, bir misilleme hareketi gerekliydi. Anadolu'da işlenecek cinayetler, Avrupa'yı bile ilgilendirmezdi. Bundan dolayı elçilerin gözlerinin önünde, Avrupa'nın ilgisini çekmek için bir şikayet hareketi yapmak şart oluyordu.

Ermeni heyecanı yalnız ve tamamen Ermenistan'a bağlı kalmış olsaydı, Rusya'nın dikkatini çekerdi. Rusya, bundan şüphelenir ve günün birinde, Ermenistan'ı zapt ederdi. Eğer hareket, diğer illerde ve özellikle merkezde olursa, o zaman, öteki devletlerin de ilgisini çekerdi. Bu suretle, Ermeni sorununu, özellikle İngiltere'yi Rusya'dan daha fazla davamıza yatkın bulduğumuz için, milli çıkarlar açısından daha faydalı bir şekle sokmak mümkün olacaktı.

Milletin, anavatanda dağınık ve başka ırklarla karışık bulunması, sadece anavatanda yapılacak hareketleri başarısızlığa uğratırdı. Bundan dolayı, Ermeniliğin bu durumu dolayısıyla Ermeni hareketlerinin Ermenistan hudutları dışında yapılması gerekirdi. Bu sebeplerle de elverişli bir hareket merkezi olarak İstanbul'u görmemek mümkün olmazdı. İstanbul'da (bekar ve öteki illerden gelmiş kişilerle beraber) 200.000 Ermeni vardı.

Kötülüğün başı İstanbul'daydı. Bundan ötürü, hareketi orada, sarayın burnunun dibinde yapmak daha uygun olacaktı.

Beş-altı yüzyıldan beri esaret altında kalmış bir halk içinde, ihtilal ve isyan ruhu uyanınca, ihtilalcilerin bundan istifade etmeleri, bu ruhu, daha sağlam, daha esaslı, daha yaygın bir şekle getirmeleri gerekliydi. İhtilal düşüncesini halk arasında yaymak, bunu verimli ve etkili bir vasıta haline sokmak, ihtilal faaliyetlerinin hedefleri arasındaydı.

Türk hükümeti ve Türk halkı, Ermeniler içinde hüküm süren birlik ruhunu, Ermenistan'a bunlar tarafından indirilecek bir darbenin mutlaka diğer bir tarafta ve özellikle İstanbul'da, uluslar arası menfaatlerin toplandığı bu merkezde, ters etkisini göreceklerine inanırlar ve bunu görürlerse, daha ihtiyatlı bir siyaset izleyecekler, memleket içinde yeni bir katliam düzenlemeye artık cesaret edemeyeceklerdi."

Kumkapı olayı öncesinde komitenin başlıca ileri gelenleri, Beyoğlu'nun arka sokaklarından birinde bir yabancının evinde oturan Rus tebaasından Megavoryan'ın yanında toplanmışlardır.
15 Temmuzda Kumkapı'da yapılacak olan gösteriyi idare etmek üzere gizli oylama ile iki kişi seçilmiştir. Cangülyan, Partiği saraya götürmeyi; Murad ise bildiriyi okuma sorumluluğunu üzerlerine almışlardır.

Olay günü Anadolu yakasındaki telgraf hatları kesilmiş ve Hınçaklılar kilisede toplanmışlardır. Bildiri, el yazısıyla çoğaltılarak halka dağıtılmıştır. Ayin sırasında Cangülyan kürsüye atılarak bildiriyi okumuştur. Ayini yapan patrik Aşıkyan, kaçarak Patrikhaneye sığınmış, komitecilerle birlikte Saray'a gitmeye, razı olmamıştır. Hınçak komitecileri Patrikhane'yi işgal etmişler, silahlar patlamış, bütün yapının camları, tavanları parça parça olmuştur.

Sonunda Patrik Aşıkyan zorla kandırılarak kendileriyle birlikte Saray'a gitmek üzere bir arabaya sokulmuştur. Toplanan halk ve komiteciler, "Yaşasın Hınçak komitesi, yaşasın Ermeni milleti, yaşasın Ermenistan, yaşasın Hürriyet!" diye haykırmışlardır. Fakat Dacad ve Mampra Vartabetler, hükümete durumu haber vermiş oldukları için Patrik Aşıkyan'ın da içinde bulunduğu araç askeri kuvvet tarafından çevrilmiştir. Bunun üzerine komiteciler askerlere ateş açmışlardır. Cangülyan bu sahneyi şöyle anlatmaktadır:

"Bizimkiler vahşice bir şekilde askerlere üst üste ateş ediyorlar, askerler de, silah atanları tutuklamaya uğraşıyorlardı. 6-7 asker ağır yaralı olarak yere serildi. 10 kadarının da yarası hafifti. Biz iki ölü verdik."

Hınçaklar'ın "silahsız gösteri" dedikleri Kumkapı Olayı, bu şekilde sona ermiştir.

KAYNAK:
Uras, Esat-; Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, İstanbul 1987, sh. 461-463


BİRİNCİ SASUN İSYANI
İsyanlarıyla ün salan Sasun, o zamanki sivil teşkilata göre, yüzden fazla köyü olan, idari ve adli işler yönünden Siirt'e bağlı, Muş'a 14 saat uzaklıkta bir ilçedir. Yakınında Mutki ve Garzan ilçeleri vardır. Arazisi dağlık ve yerin sarplığı yüzünden hükümet nüfuzundan uzak bir durumdadır. Halkı, Ermeniler de dahil olduğu halde Zazaca ve Kürtçe karışık bir dille konuşmaktadırlar. Nüfus sayımı yapılmamış olmakla beraber, o zamanda bu ilçe halkının beşte birinin Ermeni, kalanı ise Kürt olarak tahmin edilmektedir.

Buralarda 1890 tarihlerinde Mihran Damadyan adlı bir Ermeni, üç yıl kadar dolaşmış Hınçak adına propaganda ve tahriklerde bulunarak Ermenileri ayaklandırmak için uğraşmıştır. Sasun Ermenilerinin haber vermesi üzerine Damadyan, 1893'de yakalanarak muhakeme edilmek üzere İstanbul'a getirilmiş ve sonra serbest bırakılmıştır.

Sasun isyanı, sırf yabancı devletlerin müdahalesini davet etmek amacıyla Hınçak komitesince düzenlenmiş ve Murad (Kamparsun Boyacıyan) vasıtasıyla uygulanan bir planla yapılmıştır.

Murad Sasun'a gitmek üzere Kafkasya'dan geçerek orada Taşnaksutyun komitesinden destek ve yardım görmüştür. Sasun'a varınca etrafına bazı Ermenileri toplayarak isyan planlarını hazırlamaya başlamışlardır.

Aslında sırf yabancı müdahalesinin çekilmesi amacıyla yapılmış olan bu isyan hareketi, Ermeni komiteleri ve patrikhanesi vasıtasıyla her tarafa pek kanlı ve heyecanlı bir şekilde duyurulmuştur. Avrupa'nın çeşitli başkentlerinde Ermeniler lehine mitingler, parlamentolarda açıklamalar yapılmıştır. Her yanda İngiltere'nin Kıbrıs antlaşmasıyla kabullenmiş olduğu sorumluluktan söz edilmiştir.

İngiltere'nin Van Konsolosu Holward, inceleme için Sasun'a gitmek istemiş; ancak hükümet, Holward'ı isyanın tahrikçisi olarak gördüğü için gitmesine izin vermemiştir. Uzun haberleşmelerden sonra, Erzurum'da konsolosları bulunan devletlerin, yani Fransa, İngiltere ve Rusya'nın, Osmanlı inceleme komisyonuna, oradaki konsolosların katılmaları esas kabul olunmuştur. Komisyon 4 Ocak 1895'den 21 Temmuz'a kadar altı ay incelemelerde bulunmuş, 108 toplantı yapmış ve 190'dan fazla tanık dinlemiştir. Heyetten Ömer Bey, Bitlis Vali Yardımcılığına tayini dolayısıyla 29 Ocak'ta komisyondan ayrılmak zorunda kalmıştır. 23 Ağustos'ta isyanın elebaşısı Murad tutuklanmıştır.

Sasun isyanına Ermeniler pek büyük umutlar bağlamışlardır. Ermenilere göre; Sasun'da kopacak bir isyan üzerine Avrupa derhal müdahale edecek, Ermeni istekleri temin olunacak ve bu isyanla çok büyük menfaatler elde edilecektir.

İsyanı devam ettirmek için Hınçaklılar İstanbul'da ve illerde komite mührü ile onaylanmış yardım biletleri ile hayli para toplamışlardır.

Olayın nasıl gerçekleştiği konusunda, taraftarlıkla suçlanamayacak olan New York Herald Amerikan gazetesinde yayınlanan yazıyı aktarmak yeterli olacaktır:

"Avrupa incelemesi, Ermenilerin, yabancı ülkelerden gelen tahrikçilerle birlikte isyan etmiş olduklarını göstermiştir. Asiler İngiltere'den gelmiş modern silahlarla her şeyi yapmışlar, yangın, adam öldürme,yağmadan sonra düzenli askere de karşı durmuşlar, kafa tutmuşlar, dağlara çekilmişlerdir. Soruşturma heyeti, Osmanlı hükümetinin asilere karşı asker göndermekle en kanuni hakkını kullandığını saptamıştır. Bu askerler, kanlı çarpışmalardan sonra asileri yenebilmişlerdir. Hemen geçilmez dağlara sığınmış olan yaklaşık 3 bin kadar tamamen silahlı asinin, inandırıcı sözlerle, gazete yazılarıyla hakkında gelinemez.

Ermeniler 3 bin kişi olarak Anduk Dağında toplandılar. Aralarında beş-altı yüzü, Muş kasabasını sarmak istediler. Bu amaçla Muş güneyinder Delican aşiretine hücum ettiler. Bunlardan bir kısımını öldürdüler, mallarını aldılar. Ellerine düşen bütün müslümanların dini inançları aşağılandı ve kendileri korkunç şekillerde öldürüldü. Bu asiler Muş yakınındaki düzenli askere karşıda saldırıda bulundular, fakat oradaki askeri kuvvetin çokluğu yüzünden Muş kasabasını işgal edemediler.

Asiler, Anduk dağındakilerle birlikte çeteler teşkil ettiler. Bu çeteler de yakınındaki aşiretlerde korkunç cinayetler işlediler ve yağmalar yaptılar. Ömer Ağa'nın yeğenini diri diri yaktılar. Gülli Güzat köyünden üç dört saat ötede İslam kadınlarının ırzına geçtiler, bunları boğazladılar.

Birçok müslümanlar, gözleri oyularak, kulakları kesilerek, en müthiş ve alçakçasına hakarete uğratılarak, Hıristiyanlığı kabule ve Haçı öpmeye zorlandılar.

Ağustos sonuna doğru Ermeniler, Muş yakınında Kürtlere hücum ederek Gülli-Güzat ile beraber iki-üç köyü yaktılar. Talori'deki 3000 Ermeni asisine gelince, bunlar, müslümanlarla diğer Hıristiyanlar arasında yas ve dehşet saçtıktan sonra silahlarını bırakmayı reddederek yağma ve adam öldürmeye devam ettiler. O zaman, yola getirmek için buralara ordu askeri gönderildi.

Asi Hamparsum, on bir suç ortağıyla yüksek bir dağa kaçtı. Diri olarak yakalandı. Fakat iki eri öldürdü, altısını da yaraladı. Ağustos sonunda bütün asi çeteler dağılmıştı.

Türkler tarafından kadınlara, çocuklara, ihtiyarlara, sakatlara, İslami ve insani hükümlere uygun davranışta bulunulmuştur. Ölen asiler, teslim olmayı kabul etmeyen ve ülkenin kanuni hakimiyetine karşı savaşmayı tercih edenlerdi."

KAYNAK:
Uras, Esat-; Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, İstanbul 1987, s. 471-477


1895 ZEYTUN İSYANI
Zeytun'da Hınçaklıların çıkardığı en önemli isyan, 1895 temmuzunda gerçekleşmiştir. Zeytun yakınındaki Arekin köyünde birkaç yabancı Ermeni'nin faaliyette bulundukları haber alınmış, bu sahışlar hükümet tarafından takip ettirilmişlerdir. Bunların, merkezi Londra'da bulunan Nazarbeg'in reisi bulunduğu Hınçak komitesinden isyan çıkarmak için gönderilen Agasi, Hraçya, Abah, Nışan, Melek, Garbet adlarındaki Hınçak propagandacıları olduğu anlaşılmıştır. Kendileri Zeytunlulara, silahlanmalarını, etraftaki Türklere, asker kuvvetlerine, önemli kasabalara saldırmalarını söyleyerek gereken silah ve paranın komite tarafından gönderilmekte olduğunu, hareket başlar başlamaz İngiliz filosunun da Mersin ve İskenderun'a geleceğini bildirmişlerdir.

16 Eylül 1895'de Zeytun isyancılarının, Partogomios Vartabet'in, köy temsilcilerinin de içinde bulundukları 100 kişilik bir Ermeni heyeti Karanlık Dere'de toplanarak isyanın çıkarılma şeklini kararlaştırmışlardır.

Bu karar üzerine her tarafta birden isyanlar başlamış, telgraf telleri kesilmiş, iki bini silahsız, dört bini silahlı Zeytunlu saldırılara başlamıştır. Kışla ve hükümet konağını saran isyancılar, Kaymakam, 50 subay, 600 er ve kumandanları esir etmişlerdir. Esirler sonradan Zeytun kadınları tarafından öldürülmüşlerdir. Kumandan Remzi Paşa hücum için kuvvet istemiş, yerine Ethem Paşa gelmiş, ancak o da yeni kuvvet istemek zorunda kalmıştır.

Asiler, modern silahlar kuşanmışlardır. Göksün'de bulunan askerler sonradan hücuma geçmişler ve asileri Zeytun'a sığınmaya zorlamışlardır. Zeytun askerler tarafından kuşatılmış, ancak tam sonuç alınacağı sırada İstanbul'daki elçiler, Zeytun Ermenileri hakkında hükümete arabuluculuk teklifinde bulunmuşlardır. Saray, bu teklifi kabul etmiş ve harekat durdurulmuştur. Elçiler, Halep'teki konsoloslarını müzakereye memur etmişlerdir. Altı devlet konsolosu 1 Ocak 1896'da Zeytun'a girmiş ve 28 Ocak'ta Zeytun asileriyle barış yapılmıştır(1).

Barış şartları, savaştıkları silahların teslimi, genel af, beş komitecinin yurt dışına çıkarılması, geçmiş vergilerin affı, miri verginin azaltılması şartları ile asiler teslim olmuşlar ve isyan sona ermiştir.

İhtilali çıkaran Hınçak komitacıları, İngiliz Konsolosluğu himayesinde 13 Şubat'ta Zeytun'dan ayrılıp, Mersin'den 12 Mart'ta Marsilya'ya hareket etmişlerdir.

Zeytun isyanı ile Hınçak Partisinin Türkiye'deki aktif çalışması fiilen sona ermiştir. Parti, yapacağı hareketlerle Avrupa'nın ilgisin çekip Ermenilere bağımsızlık temin edeceğini düşünmüş ve bu sebeple de büyük yekunlara varan Ermenilerin kanına girmiş, fakat bir şey elde edememiştir(2).

KAYNAK
(1) Uras, Esat-; Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, İstanbul 1987, s. 491-496
(2) Gürün, Kamuran-; Ermeni Dosyası, TTK Basımevi, Ankara 1983, s. 160-161)


BİRİNCİ VAN İSYANI
Van isyanı 1895'te 14 Haziran'ı 15 Haziran'a bağlayan gece patlak vermişse de bunun hazırlıkları hayli öncesine inmektedir. Nitekim, 6 yıl Van'da, sonra Erzurum'da Rusya'nın Konsolosluğunu yapmış olan General Mayewski şunları yazmaktadır:

"1895'te, Van ihtilalcileri Avrupa'nın ilgisin Ermeni sorunu üzerine çekmek için yoğun bir çalışma başlatmışlar, zengin Ermenilere ölüm tehdidiyle para yardımı istenen mektuplar göndermişlerdir. Bu süre zarfında Van ihtilal komitesi kararı ile bazı politik cinayetler de işlenmiştir. Bu cinayetlerin en önemlisi 6 Ocak 1895 günü, yani Ermenilerin en büyük bayram günü, mukaddes ayini icra için Kiliseye gitmekte olan Papaz Bogos'un öldürülmesidir. (...) Baharla birlikte ihtilal hazırlıkları hızlanmış, şehrin yakınlarında öldürülüp vücutları parçalanan insanlardan bahsedilmeye başlanmıştır. İhtilalciler, bu gibi cinayetlere karşı takibat yapılmadığını gördükçe, günden güne daha da cesaret kazanmışlardır. Bununla beraber Ermenilerin cüretleri arıttığı ölçüde Müslümanların da sabrı azalıyordu."

İngiliz Konsolosu Williams da ileriyi görebilenlerdendir ve o da şunları yazmaktadır:

"Taşnakların Van'da 400 kadar mensubu var, 50'yi geçtiklerini sanmadığım Hınçaklarla birlikte bunlar kendi dindaşlarını terörize ve yaptıkları taşkınlık ve çılgınlıklarla müslüman halkı tahrik ediyor, reformların gerçekleştirilmesine imkan vermiyorlar. Eğer bunlar susturulabilse bölgenin emniyetini engelleyen en büyük maninin ortadan kalacağına eminim."

Van Askeri Komutanı Saadettin Paşa da aynı durumu görmektedir. Zaten 1895 Ekim'inden itibaren Van'da münferit olaylar meydana çıkmaya başlamış ve bu sebeple de her hangi bir olaya karşı daima tetikte bulunmak ihtiyacı ortaya çıkmıştır. Vilayet raporlarında, isyanın başladığı tarihe kadar 23 vukuat kaydedilmektedir. Saadettin Paşa isyanı müteakip yolladığı büyük raporunda bu hususları da belirterek o güne nasıl gelindiğini özetlemiştir.

Van isyanı 15-24 Haziran 1895 arasında devam etmiş; isyan sırasında 418 Müslüman ile 1715 Ermeni hayatlarını yitirmiş, 363 Müslüman ve 71 Ermeni de yaralanmıştır.

Van'da bu tarihten sonra, İran'dan geçerek gelen çetelerle münferit olaylar devam etmiş, fakat bunlar bir isyan şekline dönüşmemiştir.

İKİNCİ VAN İSYANI

Ermenilerin Birinci Dünya Savaşı sırasında çeşitli bölgelerde çıkardıkları isyanlar içinde sonuçları bakımından en önemlisi İkinci Van isyanı olmuştur. O dönemde Van'da Türk, Ermeni, Nasturi veya Keldani cemaat arasında İttihat ve Terakki, Taşnaksutyun, Ramgavar, Hınçak, Parti Serakan, Parti Karsakan adlarında 4 parti ve 2 hayır derneği bulunmaktadır. Ermeni parti ve dernekleri, Ermeni halkını eğitmiş ve silahlandırmışlardır(1). Ermeni din adamları ve komitacılar ise Rusya'nın bilgisi ve gözetiminde hareket etmişlerdir (2). 1908'de başlayan bu tür organizasyonların arkasında Rusların bulunduğu, Rusya'nın Van konsolosu ile Rus Büyükelçisi arasındaki yazışmalardan açıkça anlaşılmaktadır(3). Söz konusu destek, Avusturya-Macaristan İmparatorluğunun Trabzon konsolosu Moricz tarafından 30 Ocak 1914 tarihli bir raporda şöyle belirtilmektedir(4): "Ruslar, Ermenileri harekete geçireceklerdir. Bu maksatla çok para harcıyorlar, gizlice asilerin hizmetlerine silah sevk ediyorlar ve bir Ermeni ayaklanmasının patlak vermesine aracılık ediyorlar."

Bütün kışkırtmalara rağmen Van vali vekili Cevdet Bey, 1 Aralık 1914'te Ermeni ileri gelenlerini toplayıp kendileriyle bir görüşme yaparak müslümanlarla Ermenilerin arasında çıkacak olayların devlete vereceği zararları anlatmışsa da hiçbir sonuç elde edememiştir (5). Aksine Ermeni komitacıları, Van ve çevresinde savaşın çıkışından itibaren başlattıkları mezalimi daha da arttırmışlardır. Özellikle Mahmudiye'de müslümanlarını toplu halde katlederek camileri ahıra çevirmişlerdir. Mahmudiye kaymakamı 15 Mart 1915 tarihli yazısında Ermenilerin bu hareketlerini hükümete rapor etmiştir(6). Van valiliğine getirilen Cevdet Bey ise 25 Mart'ta, Rusların Van'ı işgalini kolaylaştırmak için Ermenilerin büyük bir hazırlık içinde bulunduklarını ve her tarafta birden isyan edeceklerini bildirmiştir(7).

Osmanlı devleti o günlerde Çanakkale'de ve Irak'ta ölüm-kalım savaşı vermekte, Van bölgesinde bulunan asker ise, Rusların Kafkaslardan yaptıkları saldırılara karşı savaşmaktadır. Bu durumu değerlendiren Ermeni çeteleri 15 Nisan 1915'te önce Van çevresinde, 17 Nisan'da Şatak'ta (Çatak), 18 Nisan'da Bitlis'te ve 20 Nisan'da Van'ın merkezinde büyük bir ayaklanma başlatmışlardır (8). Van ve çevresinde memur ve jandarmalar öldürülmüş; karakollar ve Türk evleri saldırıya uğramış; resmi binalar yakılarak isyan bütün Van bölgesine yayılmıştır. Van jandarma tümeninin bir kısmı ile bir takım aşiretler Ermenilere karşı savaştılarsa da ayaklanmayı bastıramamışlardır. Bu arada, Çölemerik'de de Nasturiler ayaklanmışlardır.

Van valisi Cevdet Bey Rus-Ermeni baskısı karşısında tutunamayarak 16/17 Mayıs gecesi çekilmiş; böylece Van, Rus ve Ermenilerin eline geçmiştir. Ermeniler şehir ve çevre halkından yüzlerce kişiyi katletmişlerdir. Bu durum, Alman Büyükelçisi Wangenheim tarafından Alman Dışişleri Bakanlığı'na gönderilen 10 Mayıs 1915 tarihli telgrafta şöyle bildirilmiştir(9):

"Van vilayetindeki Ermeniler ayaklanmışlar, müslüman köylere ve kaleye saldırıya geçmişlerdir. Kaledeki Türk garnizonu 300 kayıp vermiş, günlerce devam eden sokak muharebeleri sonunda şehir asilerin eline geçmiştir. 17 Mayıs 1915'te de Van Ruslar tarafından işgal edilmiş, Ermeniler düşman tarafına geçmiş ve müslümanları katle başlamıştır. Bitlis istikametinde 80.000 müslüman kaçmaya başlamıştır"(10).

Rus Çarı, 18 Mayıs'ta Van'ın Rus ve Ermenilerin eline geçmesinden dolayı "Van halkına fedakarlıkları dolayısıyla teşekkür ettiğini" bildiren bir teblig yayınlamış, bunu, Rus Hariciye Nazırı Sazanof'un Ermenilerin yardımlarına teşekkür eden beyannamesi izlemiştir. Dünyanın çeşitli yerlerine çıkan Ermeni gazeteleri ve bazı batılı gazeteler, Ermenilerin Ruslara yaptıkları yardımları ve Osmanlı devletine verdikleri zararları büyük bir sevinçle manşetlerine çıkarmışlardır.

Paris'te çıkan Le Temps gazetesi 13 Ağustos 1915 tarihli nüshasında Ruslar tarafından Van valiliğine atanan Aram Manukyan hakkında ilginç bilgiler vermektedir. Gazete, Manukyan'ın II. Abdülhamid devrinde Van'da çetecilik yaptığını, II. Meşrutiyet sırasında Osmanlı ülkesinde öğretmenlik ve okul müdürlüğü görevinde bulunduğunu bildirdikten sonra şunları yazmaktadır:

"Aram bu savaşın başında bir kere daha silaha sarıldı ve Van'da ayaklanmış olanların başına geçti. Şimdi bu ili elinde tutan Rusya, Türkiye'ye karşı savaşa bu derece parlak bir biçimde katılmış olan Ermeni unsurunu memnun etmek için Aram'ı oraya vali yaptı"(11).

Ermenilerin bu ihanetleri yüzünden Osmanlı ordusunun ikmal yolları kesilmiş; askere yiyecek ve cephane taşıyan kollar ise Ermeniler tarafından vurulmuştur. Böylece Türk ordusu geri çekilmek zorunda kalmış ve saldırıya geçen Ruslar Erzurum, Bitlis ve Trabzon'u da işgal etmişlerdir(12). Ermeniler ise Ruslardan aldıkları cesaretle, müslümanlara karşı tecavüzlerini iyice artırmışlardır. Pek çok müslüman aile canını kurtarmak için iç bölgelere çekilmiştir. Bu sırada diğer bölgelerde de yer yer Ermeni ayaklanmaları başlamıştır.

Katledilenler müslümanlar olmasına rağmen, Ermeni Patriği, Ermenilerin tecavüze uğradığı iddiasında bulunmuştur. Türk hükümeti batılı devletlerin baskısına uğramamak için bir araştırma komisyonu kurmak zorunda kalmıştır. Sivas, Van, Erzincan ve Erzurum yörelerinde yapılan incelemeler sonucunda, Patriğin, öldürüldüğünü iddia ettiği Ermenilerin sağ olduğu belirlenmiştir. Komisyon raporunda, Ermeni isyanının Sivas ve Van'da hâlâ devam ettiği ve bunlara karşı koyacak ne jandarma ne de silahlı Türk halkının bulunduğu belirtilmiştir(13).

KAYNAK 1: Halaçoğlu, Yusuf-; Ermeni Tehciri ve Gerçekler (1914-1918), Türk Tarih Kurumu Yayını, Ankara 2001.

KAYNAK 2: Gürün, Kamuran-; Ermeni Dosyası, TTK Basımevi, Ankara 1983, s. 161-163)

Dipnotlar
(1) DH. EUM. 2. Şube, Dosya 1, belge 28/1.
(2) Askeri Tarih Belgeleri Dergisi (ATBD.), Nisan 1987, sayı 86, belge 2050.
(3) Rusya Dış Politika Arşivi, Siyasi Kısım, nr. 113, 7/20 Mayıs 1908, s. 51.
(4) Österreichischer Haus-Hof-und Staatsarchiv, Politisches Archiv, XII, 463'den naklen N. Göyünç, "Türk Ermeni İlişkileri ve Ermeni Soykırımı İddiaları", Ermeni Sorunu ve Bursa Ermenileri, Bursa 2000, s. 10.
(5) ATBD., Ekim 1985, sayı 85, belge 1966.
(6) ATBD., Nisan 1987, sayı 86, belge 2051.
(7) Aynı yer, belge 2052.
(8) ATBD, Ekim 1985, sayı 85, belge 2003, 2005.
(9) Wangehheim, Deutschisches und Armenien, 1914-1918, yay. Johannes Lepsius, Potsdam 1919, s. 65, 46 nr. Belgeden naklen N. Göyünç, Aynı makale, s. 11.
(10) N. Göyünç, Aynı makale, s. 11.
(11) Bayur, Aynı eser, III/3, 20-21.
(12) ŞFR, nr. 64/44.
(13) ATBD, Aynı yer, belge 2004.


OSMANLI BANKASI BASKINI
1896 yılının son olayı 26 Ağustos günü vuku bulan Osmanlı Bankası baskınıdır. Bu olay bütünü ile Taşnak Komitesinin eseridir. Hareketi idare edenler, Kafkasya'dan gelmiş Varto, Mar ve Boris isimli üç Ermeni'dir. Armen Garo takma adını kullanan ve 1908 Meşrutiyeti'nde Erzurum'dan milletvekili seçilip, 1. Dünya Harbi sırasında çetesi ile Türkiye'ye karşı Kafkas cephesinde çarpışacak olan Akrekin Pastırmacıyan da Atina'dan gelerek onlara iltihak etmiştir.

26 Ağustos günü yapılan baskının nasıl cereyan ettiği Esat Uras, Varantyan'ın Ermenice "Taşnaksutyun Tarihi"nden şöyle nakletmektedir:

"Ağustos 26, sabah saat 6.30. Baskına başlamak için 6 kişi yetiyordu. Bomba torbaları omuzlarda, tabancalar ellerde erken çıktık. Bankaya yaklaştığımızda öncü arkadaşların attıkları bombaların ve silahların seslerini duyduk. Bankanın içine saldırdık. Bizi hırsız sanmışlardı. Korkmamalarını söyledim. Bombalar şaşılacak sonuç veriyordu, dokunduğunu derhal öldürmüyor, fakat etlerini parçalıyor, azap, ızdırap içinde kıvrandırıyordu. Garo ile beraber Müdürün odasına gidip, şartlarımızı yazdırdık. Devletler tarafından isteklerimizin yerine getirilmesini, bu çarpışmaya katılmış olanların serbest bırakılmasını, aksi takdirde Bankayı kendimizle birlikte havaya uçuracağımızı bildirdik. Çarpışan 17 kişi kalmıştık. 3 kişi ölmüş, 6 arkadaş yaralanmıştı. Düşmanlarımızın da kayıpları çok büyüktü."

Komitacıların istekleri şunlardır:

- 6 devlet tarafından seçilecek Avrupalı bir Yüksek Komiser tayini

- Vali, Mutasarrıf ve Kaymakamların yüksek komiser tarafından tayin ve padişahça tasdik olunması.

- Milis, Jandarma ve Polisin yerli halktan ve Avrupalı bir suya komutasında olması.

- Avrupa sistemine göre adli reform

- Mutlak bir din, eğitim ve basın hürriyeti

- Ülkenin gelirlerinin 3/4ünün mahalli ihtiyaçlara sarf

- Birikmiş vergi borçlarının silinmesi

- 5 yıl vergiden muafiyet, ondan sonraki 5 yıl ödenecek verginin son karışıklıklardan görülen zararlara tahsisi

- Gasp olunmuş malların derhal iadesi

- Göçmenlerin serbestçe geri dönmeleri

- Politik suçlardan mahkum Ermenilerin affı

- Avrupa devletleri temsilcilerinden geçici bir komisyon kurularak yukarıdaki hususların gerçekleştirilmesini kontrol etmeleri.

Neticede, Banka Genel Müdürü Sir Edgar Vincent, Rus Sefareti Baştercümanı Maximoff ile birlikte Saraya giderek konunun çözümlenmesi selahiyetini almışlardır. Kendilerinin Türkiye'den serbest çıkışları garantiye bağlanmıştır. 17 kişi, Maximoff ile birlikte Bankadan çıkıp, Sir Edgar'ın yatına gitmişler, oradan da Fransızların Gironde gemisi ile Marsilya'ya hareket etmişlerdir.

Banka baskını böylece bitmiş, ancak Ermenilerin o gün asker, polis ve halk üzerine boşalttıkları bomba ve kurşunlar, İstanbul Müslüman ahalisini ayağa kaldırmıştır. İstanbul'daki karışıklık birkaç gün sürmüştür. Su sadece Müslümanların Ermenilere karşı yürüttükleri bir saldırı değildir. Ermeniler de saldırılarını devam ettirmişlerdir.

Bu olayda ölen Ermenilerin sayısı, Batılı kaynaklarda 4.000-6.000 olarak zikredilmektedir. Taranan Osmanlı belgelerinde ise bu konuda bir vesikaya henüz rastlanmamıştır. Ancak 6.000 rakamının fazla mübalağalı olduğu ortadadır. Babıali gösterisi sonucunda da karışıklık bir kaç gün sürmüş, ama ölü sayısı 172'de kalmıştır. Bu kere 4.000-6.000 ölü rakamına varmak için olayın haftalarca sürmesi gerekmektedir. Kaldı ki, Müslümanların sopa ve bıçaklarla mücadeleye girişmiş olduğu bütün kaynaklarda yer aldığına göre, bu yolla bu kadar kişinin öldürülmesi çok daha zordur. Müslüman ahaliden ölenlerin miktarı hakkında hiçbir yerde bir kayıt bulunamamıştır. Buna karışıklık Sadrazamın 120 askerin öldüğünü ve 25 kadar yaralı bulunduğunu ifade ettiği İngiliz dokümanlarından anlaşılmaktadır. Gene bu aynı dokümanda olaylar sebebiyle 300 kadar Müslümanın tutuklandığı ve hükümetin aldığı tedbirlerin iyi olduğu da kayıtlıdır.

Bu olayla ilgili özel bir mahkeme kurulmuş ve tutuklanan Müslüman ve Ermeniler bu mahkemede yargılanmışlardır.

KAYNAK:
Gürün, Kamuran-; Ermeni Dosyası, TTK Basımevi, Ankara 1983, s. 163-166)


İKİNCİ SASUN İSYANI
Sasun'da 8 Ağustos 1895'teki ilk darbe netice vermeyince Taşnaklar, ikinci darbeyi 1897 Temmuzunda vurmak istemişlerdir. Taşnak çeteleri Türkiye'ye genellikle İran üzerinden Van yoluyla girmektedirler. Ancak yolların üstünde bulunan Mazrik aşireti onları rahatsız etmektedir. Bu aşireti kökünden kazımak üzere komiteciler, 1897 Temmuzunda gün ağarırken 250 kişilik bir çete ile aşiretin Honasor'daki çadırlarına saldırmışlardır. Ancak istedikleri neticeyi elde edemeyip, sarılmak tehlikesiyle karşılaşınca geri çekilmişlerdir.

Taşnaklar bu tarihten sonra hareketlerini Sasun ve Muş bölgesine kaydırmaya başlamışlardır. Bu dönemde Antranik, çete hareketlerini ele almıştır. 1866'da Şarki Karahisar'da doğan ve genç yaşta Komiteye giren Antranik, bir Türk'ü öldürdüğü için hapse atılmış, Komite tarafından hapisten kaçırılarak Batum'a gönderilmiştir. Cihan Harbinde kendisine çete savaşları ile ün yaparak Alay Kumandanlığına yükselmiş olan Antranik'in ismi, 1890'arın sonunda yeni yeni ortaya çıkmaya başlamıştır.

Osmanlı hükümeti 1901 yılında Sasun'un idaresini düzene koymak için Taluri ve Şenik tepelerinde kışla yapmaya karar vermiş, Ermeniler bu projeye karşı çıkmışlardır. Antranik'in yönetimindeki çetelerle mücadele fiilen bu tarihte başlamıştır. Ancak asıl isyan 1903 yılının sonlarından itibaren bölgede her tarafa yayılmaya başlamıştır. 13 Nisan 1904'te asiler üzerine asker sevk edilmiş, bunun üzerine asiler fazla tutunamamışlardır. Fakat çete savaşı Ağustos'a kadar sürmüş ve Antranik Kafkasya'ya kaçmak zorunda kalmıştır.

K. Küdülyan'ın "Antranik Savaşları" adı ile Ermenice olarak 1929 yılında Beyrut'ta yayınladığı kitapta yazıldığına göre 14, 16, 22 Nisan'da, 2 Mayıs'da, 17 Temmuz'da yapılan çarpışmalarda toplam 932-1132 Türk öldürülmüş, sadece 19 Ermeni ölmüştür. Bu, Ermenilerin söylediği ve yazdığı rakamlardır. II. Sason isyanı, katliam edebiyatının uluslar arası kamuoyunda bir kez daha gündeme gelmesi sonucunu doğurmuştur. Fakat eski ilgi pek görülmemiştir. Zira devletlerin ilgilerinin başka konulara çekildiği bir dönem başlamak üzeredir.

KAYNAK:
Gürün, Kamuran-; Ermeni Dosyası, TTK Basımevi, Ankara 1983, s. 166-167


YILDIZ SUİKASTI
Taşnaklar'ın Türkiye'deki son teşebbüsleri Abdülhamid'e yapılan suikasttir. Nitekim Papazian, "Sultan Abdülhamid'in hayatına yöneltilen saldırı, Taşnakların Türkiye Ermenileri hesabına yaptıkları ihtilal denemelerinin son perdesi oldu. Bu da Taşnaksutyun'un görkemli, fakat faydasız teşebbüslerinden biriydi. Başarısı Ermeni davasına bir fayda getirmezdi, başarısızlığı her halde halkımızı büyük bir felaketten kurtarmıştır" diyerek bunu teyid eder(1).

Krisdapor Mikaelyan ile birlikte Arnavutköylü Vram Şabuh Kendiryan, Belçikalı Joris ve karısı, Yarı Rum Silvio Rişçi, Alman doğumlu Lipa-Rips, Torkom (Ardaş Haçik Kaptanyan), Safo (Konstantin Kabulyan), Mari Zayn, Garo (Hamparsum Ağacanyan), Kris Fenerciyan, Aşod (Karlo Yovanoiç) ve bir kısmı Kafkasya'nın, Avrupa'nın çeşitli köşelerinden gelmiş maceracı şahıslar İstanbul merkezinde toplanarak suikast planları için çalışmaya başlamışlardır. İlkin 12 bombayla Polonez köyüne gitmişler ve İbrahim Paşa korusunda bomba denemesi yapmışlardır.

Krisdapor, Rus Yahudisi tüccar pasaportu sayesinde Rusya elçiliğinden aldığı tavsiyeyle birkaç defa Selamlık törenine giderek orada serbestçe incelemeler yapmış ve Padişah geçerken üstüne bomba atmayı kolay görmüştür. Yalnız Selamlık'ta yollara kum dökülmesi dolayısıyla bombanın patlayamayacağı sakıncası ortaya çıkmıştır.

Daha sonra Ramazan ayının on beşindeki törende, yolda iki adamın tabanca ile padişaha saldırması planı incelenmiş ve Joris, Yıldız'dan Dolmabahçe'ye kadar olan yol üstünde bir ev tutulmasını teklif etmiştir. Tayin olunan adamlar tabancalarla hazır olarak beklemişler, ancak padişahın o defa Çırağan Sarayı'na kadar Yıldız bahçesinden geçerek gitmesi, Komitecilerin bu teşebbüsünü de sonuçsuz bırakmıştır.

Nihayet, yabancı konukların bulundukları yerlerde bomba atmak ve aynı zamanda araba ile büyük bir bomba patlatmak planı ileri sürülmüştür. Bu konuda uzun tetkikler ve hesaplar yapılmış, bombaların yabancı memleketlerde hazırlanmasına, denemelerinin orada yapılmasına ve özel bir araba içinde saatli bomba ile suikast yapılmasına karar verilmiştir.

İncelemelerine devam eden Krisdapor, her hafta Yıldız'a giderek, padişahın camie girip çıkmasını, arabanın durduğu yerden camie kadar olan uzaklığı adım ölçüsüyle, saatle tespit etmiştir. Sonuçta, cami avlusunda yabancı konukların arabaları arasında bulunacak ve mümkün olduğu kadar padişaha yakın olacak bir araba içinde saatli büyük bir bomba patlatılmasına ve padişahın yanındakilerle birlikte öldürülmesine karar verilmiştir.

Arabacının sürücüsünün oturacağı yere 120 kilo patlayıcı madde alacak demir bir sandık yaptırılmış ve patlayıcı maddeyi ateşlemek için bir dakika 42 saniyelik devreli bir saat kadranı hazırlanmıştır. Arabayı Zare Haçikyan adında 45 yaşında eski bir katil olan Ermeni komite mensubunun idare etmesi kararlaştırılmıştır.

Patlayıcı madde, 18 Temmuz sabahı, arabacı yeri altındaki demir sandığa doldurulmuş, içerisine teneke kutu içinde 500 tane kapsül konmuştur. Her şey hazırlandıktan sonra 21 Temmuz 1905 Cuma günü Selamlık resminden sonra Sultan Hamid saraya dönerken camiin önünde bomba patlatılmıştır. Bütün tertibat tam anlamıyla alınmış olduğu halde, o gün camiden çıktıktan sonra Padişahın Seyhülislam'la görüşmesi ve bu sebeple birkaç dakika gecikmesi, suikastın başarısız sonuçlanmasına sebep olmuştur.

Olayla ilgili olarak başlatılan soruşturma sonunda Avusturya tebaasına mensup Edouard Joris isimli şahıs idama mahkum edilmiştir. Bir süre sonra hapishaneden Saray'a getirilen Joris, Ermeniler aleyhinde çalışmak üzere 500 lira ihsanla ajan tayin edilip Avrupa'ya gönderilmiştir(2).

KAYNAK
(1) Gürün, Kamuran-; Ermeni Dosyası, TTK Basımevi, Ankara 1983, s. 167
(2) Uras, Esat-; Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, İstanbul 1987, s. 524-531


ADANA OLAYI
Günlerce süren Ermeni tahrikinin ardından Ermeniler iki Müslüman gencini öldürüp, katili de teslim etmemekte ısrar edince hadiseler çığ gibi büyümüş ve yayılmış, Müslümanlarla Ermeniler 3 gün boyunca fiilen sokak sokak çarpışmışlardır.

Hükümet derhal Dedeağaç'tan Adana'ya asker sevk etmiş, bunların gelmesi üzerine olaylar yeniden alevlenmiş, ama bu defa çabuk bastırılmıştır. Cemal Paşa anılarında, Adana olayında 17.000 Ermeni ve 1.850 Müslüman öldüğünü, eğer şehrin nüfus oranı Ermenilerin elinde olsa idi, bu adetlerin tersine tecelli etmiş olacağını, mukatele esnasında tarafların gösterdiği temayüllerin diğerinden farklı olmadığını yazmaktadır.

Patrikhane kendi yaptırdığı araştırma ile 21.300 ölü rakamına varmıştır. Edirne mebusu Babikyan Efendi, Meclis'e takdim etmek üzere konuyla ilgili bir rapor hazırlamıştır. Pek kısa bir süre sonra öldüğü için Meclis'te görüşülmeyen bu raporun ölü rakamını 21.001 olarak gösterilmektedir. Cemal Paşa'nın verdiği rakam, mahkemelerin bitmesinden sonraya ait olduğu için, hadise sırasında kaçıp da sonra geri gelenler olabileceği göz önünde bulundurularak ölen Ermenilerin 21.000'den ziyade 17.000'e yakın olduğu kabul edilmektedir.

Adana'da olaydan sonra sıkıyönetim ilan edilmiş, Müslüman ve Ermeni suçlular Divan-ı Harp'e sevk edilmişlerdir.

KAYNAK:
Gürün, Kamuran-; Ermeni Dosyası, TTK Basımevi, Ankara 1983, s. 175-76

Prof. Dr. Sinsi 08-03-2012 03:11 AM

Ermeni Sorunu, İddialar, Gerçekler
 
BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI YILLARI İSYANLARI


BİTLİS İSYANLARI
Ermeni isyanları, Birinci Dünya Savaşı döneminde de sürmüş ve 1915 yer değiştirme (tehcir) uygulamasını mecbur kılacak kadar devlet güvenliğini tehdit eder hale gelmiştir. Yurt dışındaki Ermeniler, Osmanlı'nın seferberlik ilanıyla birlikte "intikam alayları" kurarken, Osmanlı topraklarında yaşayan Ermeniler de özellikle yoğun bulundukları bölgelerde isyan hareketlerine hız vermişlerdir.

Ermeni komiteleri en çok önemi, Van'dan sonra Muş ve Bitlis yörelerine veriyorlardı. Bölgenin yolları, genellikle açık ve ulaştırma için uygundu. Bitlis kenti, Van-Diyarbakır-Halep-İskenderun yolu üzerinde önemli bir yerleşim merkeziydi. Ermenilerin Muş ve Talori İsyanları da bu yörede yapılmıştır.

Bu bakımdan Patrikhane tarafından en seçkin kimseler ve din adamları bu bölgede görevlendirilmiştir. Patrikhanenin ve komitelerin Osmanlı yönetimine karşı Avrupa'ya yaptığı şikayet ve başvurmalarda daima bu iki ildeki olaylardan söz edilmiş; ıslahat sorununda da yine bu iller ileri sürülmüştür. Bu bölge, bir gün bile Ermenilerin saldırı ve isyanlarından kurtulamamıştır.

Bitlis yöresindeki Ermeniler, sudan sebeplerle olay çıkarmaya çalışıyorlardı. Taşnak komitesi tarafından Van'da yayınlanan Eşhadank ve Vandosb, Erzurum'da yayınlanan Haraç gazeteleri bu olayları, yabancı ülkelerdeki Ermenilere duyuruyorlardı. Komiteler, bu olaylarla Ermenilerin bir özerkliğe kavuşturulmasını amaç ediniyorlardı. Seferberliğin ilanından sonra Taşnak komitesi Rusya'dan gereken talimatı alarak bu bölgede tanınmış komitacılardan Van Mebusu Vahan Papasyan'ı getirmişti.

Seferberlik ilanına uyan Türk gençleri vatan savunmasına giderken, Osmanlı vatandaşı olan Ermenilerin pek çoğu bu çağrıya uymamış, uyanlar da silahlarıyla birlikte kıtalarından kaçmaya başlamışlardı. Ocak 1915'te Bitlis'in Hizar kazasının Sekür Köyü Ermenileri, asker kaçağı aramaya giden jandarma müfrezesine, Osmanlı Hükümeti'ne asker vermeyeceklerini ve hükümeti tanımadıklarını söyleyerek silah kullandılar ve jandarmaları öldürdüler.

Aynı durum, Korsu, Akhis, Beygeri, Arşin, Tasu gibi büyükçe köylerde de tekrarlandı. Komitalar Van-Bitlis arasında Gevaş yolunu ve buradan geçen önemli haberleşme hattını kestiler. Bu köylerde isyan devam ederken merkeze bağlı Viyris Köyü'nde de 20 Şubat 1915'te çarpışmalar çıktı. Bunu Hizan ve Bitlis bölgesindeki isyanlar izledi.

Muş Ovası'nda da olaylar görülmeye başlandı. Akan bucağı Kümes Köyü'ne giden Bucak Müdürü'yle yanındaki jandarmaların oturdukları eve sekiz saat süreyle ateş edildi. Jandarma ve milislerden 9 kişi öldü. Buradaki harekatın Muş Taşnak delegesi Rupen ve komite başkanlarından tanınmış Esro ve Papazyan tarafından yönetildiği açıklığa kavuştu. Asker toplamak için Hizan'a giden Bitlis Jandarma Alay Komutanı'yla emrindeki müfrezenin Karkar Der8esi'Nde yolları kesildi. Yedi saat çarpışmadan sonra bir jandarma eri şehit düştü.

Tanınmış Üzümlü Lato da emrindeki Van Ermenilerinden oluşan çetesiyle Mükes ve Hizan civarında eşkıyalık yapıyordu.

Ermenilerin bu isyanlarındaki amaçları, harekat, ulaşım ve askeri haberleşmeyi aksatmak, askeri kuvvetleri meşgul etmekti.

Bitlis'teki Rus konsolosu, İstanbul'daki Rus elçisine gönderdiği 24 Aralık 1912 gün ve 63 sayılı raporunda şöyle diyordu:

"Ermeni kamuoyunun yukarıda belirtilen duruma gelmesinde Taşnak Komitesi'nin büyük bir payı vardır. Komite, Ermenilerle Müslümanlar arasında çatışmalar çıkarmaya ve meydana gelecek kötü durum üzerine Rusların işe karışmasını sağlamaya ve buraların Rus askerleri tarafından ele geçirilmesine bütün güçleriyle çalışmaktadırlar."

KAYNAK:
SAKARYA, İhsan-, Belgelerle Ermeni Sorunu, 2. Baskı, Genelkurmay ATASE Yayınları, Ankara 1984, s. 190-192


ERZURUM İSYANLARI


Ermeniler tarafından Erzurum'un Garin bölgesi, komitacılar tarafından çok önemli görülüyordu. Rus Ermenileri, Kafkasya'dan Osmanlı ülkesine buradan geçmişler ve önemli merkezlerini de burada kurmuşlardır. Birinci Dünya Savaşı'ndan önce yapılan Taşnak Komitesi son kongresi de burada toplanmıştı. Erzurum, Trabzon-Van yolunun üzerinde bulunduğu için hem karayoluyla Kafkasya'dan ve hem Trabzon yoluyla Batum, Köstence ve diğer yerlerden düzenli bilgi alınır ve buradan içeriye silah ve cephane sokulabilir.

Seferberliğin ilanından sonra yıllarca Ermeni isyanlarına, kıyım ve kırımlara sahne olan Erzurum bölgesinde savaş başladığı zaman, il merkezi ve sancaklarda Ermenilerden silah altında bulunanlar, kendi silahlarıyla birlikte Ruslara sığınmışlardır. Rus Hükümeti bunları silahlandırarak çeteler kurmuş ve Anadolu içerisine salmıştır. Ermeni gençlerini askerlikten kurtarmak için kilise adamları büyük çaba göstermişlerdir.

Ermeniler, bir yandan Türk ordusunun lojistik yollarını tıkamaya çalışırken, bir yandan da halkın moralini bozmak için Osmanlı'nın ve müttefiklerinin başarısız olduğunu propaganda ettiler ve düşmanların zaferi için kiliselerde dua ettiler. Ermeniler Erzincan'da kendilerine uzun süre yetecek yiyecek ve eşyaları daha seferberlik başında hazırlamışlar ve saklamışlardır. Bunlar daha sonraki aramalarda meydana çıkmıştır.

Kasım 1914'de Kemah'ın Karni Köyü civarındaki Çanlıvank Manastırı'nda toplanan komitacılar isyan planlarını hazırladılarsa da uygulama alanına konmadan meydana çıkarıldı. Erzurum ve sancaklarında Ermeniler silahlı olarak evlere saldırmaya, Müslüman kadın ve çocukları öldürmeye başladılar. Bu sayede bölgeden cepheye gönderilen askerlerin morallerini bozacak ve onların ailelerinin yanına dönmelerini sağlayarak Türk kuvvetlerinin gücünü azaltacaklardı. Erzincan bölgesinde pek çok silahlı asker kaçağı, silah, cephane, bomba ile ele geçirildi. Azgın bir komiteci olan ve yalnız bu nedenle Patrikhane tarafından Kemah'a atanmış bulunan Kemah Murahhasası çevresinde topladığı gönüllüleriyle Türklere pek çok zulümler yapmıştır.

Osmanlı güvenlik kuvvetleri tarafından tutuklanan Erzincanlı Dikran Papazyan adındaki bir şahıs "üç beş gün daha gecikme olsaydı, komitelerin aldıkları tertibat ile Erzincan'ı tüm ateşler içinde bırakacaklarını, yakıp yıkacaklarını; bütün Türkleri, askerleri öldüreceklerini, ancak hükümet uyanık bulunduğu için bu girişimin başarılı olamadığını" açıkça söylemiştir.

KAYNAK:
SAKARYA, İhsan-, Belgelerle Ermeni Sorunu, 2. Baskı, Genelkurmay ATASE Yayınları, Ankara 1984, s. 192-193


ELAZIĞ İSYANLARI


Seferberlikten sonra Elazığ'da da Ermeni askerlerin kaçmaları ve müslüman halka saldırıları yaygın bir halde aldı. Bunların en önemlileri şunlardır:

Elazığ İngiliz Konsolosluğu tercümanlığını yapan Osmanlı uyruklu bir Ermeni, 11. Kolordu hakkında bilgi topladı. Bu haberler İstanbul'daki İngiliz Elçiliği'ne gönderilirken yakalandı.

Yine il içindeki Ermenilerin Paskalya yortularını Rus bayrağı altında geçirmeyi istediklerine dair birçok mektup yakalandı.

Doğu aşiretlerini kışkırtmak ve Ermenilerle birleşmelerini sağlamak için yapılan çalışmalar meydana çıkarıldı. Eğin'den (Kemaliye) orduya gönderilmek üzere hazırlanmış olan ikmal maddeleri Eğinli Filipos ismindeki bir Ermeni tarafından yakılmak istenmiştir. Filipos yangında ölmüş; fakat, evinde yapılan aramada bu işi Eğin Ermeni Murahhasası'nın teşvikiyle yaptığı, bu olaydan birçok tanınmış Ermeni'nin de haberi olduğu meydana çıkmıştır. Başta en büyük dini liderleri olduğu halde, hükümete sadık olduklarını ve asla silahları olmadığını söyleyen Ermenilerden, arama sonunda yalnız il merkezinde 5.000'den fazla silah, 300 kadar bomba, 40 kg. kadar bomba fitili, 200 paket dinamit, 5.000 adet dinamit misketi bulundu. Arapkir Ermeni Kilisesi'nde de silah, cephane ve iki derviş elbisesi ele geçirildi.

Ocak ve Şubat 1915 aylarında Türk askerlerinden yaralı ve sakat olarak evlerine dönenlerin birçoğunun yollarda ve Ermeni köylerinde pek barbarca öldürüldükleri anlaşılmıştır.

Ruslarla savaşa başlamadan ve başladıktan sonra, Rus ordusuna yardım ve Osmanlı Hükümeti aleyhinde hareket etmeyi bir görev sayan Ermeniler, gönüllü taburları kurarak Van bölgesine, İran sınırına gitmişlerdir; bunların büyük bir çoğunluğu ilden kaçan veya yabancı ülkelerden gönüllü olarak gelen Elazığ Ermenileriydi.

KAYNAK:
SAKARYA, İhsan-, Belgelerle Ermeni Sorunu, 2. Baskı, Genelkurmay ATASE Yayınları, Ankara 1984, s. 193-194



DİYARBAKIR İSYANLARI
Ermeniler, bu bölgede müslüman halka oranla azınlıkta kalmalarına karşın komite örgütünün ihtilal düzenini hazırlamışlardır. Rus işgalini kolaylaştırmak, Türk ordusunun hareketini geciktirmek ve oyalama yolunda ellerinden geleni yapmışlar, askerden kaçmayı teşvik etmişlerdir. Savaştan önce büyük bir umuda kapılan Ermeniler, her türlü taşkınlığı yapmada bir sakınca görmemişlerdir.

Askere gitmeyen veya askerden kaçan Ermenilerin oluşturduğu "Dam Taburu" için halktan zorla ihtiyaç maddeleri toplanmıştır. Rusların ileri harekatı halinde yapacakları işleri kararlaştırmışlardır. Alınan haber üzerine yapılan aramada, komitacıların adamları yakalanmış ve planları öğrenilmiştir.

27 Nisan 1915'te yapılan baskında da pek çok silah, cephane, bomba ve asker kaçağı ve komitenin şu bildirisi ele geçirilmiştir:

"Van tarafında Ruslar başarılı olarak ilerlerse bütün Ermeniler, yapılmış olan plan ve özel emirler gereğince başkaldıracaklar, müslümanları öldürecekler, şehri yakacaklar, resmi binaları yıkacaklar, hükümeti zorlayarak Ermeni önerilerini kabule zorlayacaklar ve Rusların işgalini kolaylaştıracaklar."

Asker kaçakları, kovuşturmadan korkan gönüllüler Muş, Kiğı, Bitlis, Van, Talori gibi yerlerden gelenlerle birleşerek her tarafa saldırmaya başlamışlar, rastladıkları perakende askerleri, müslümanları öldürmüşler, askeri ikmal maddeleri ulaştırmasını hedef olarak seçmişlerdir.

Diyarbakır Valiliği'nin İçişleri Bakanlığı'Na 27 nisan 1915 tarihli mesajı şöyledir:

"Diyarbakır'da asker kaçağı, silah ve mermi araması yapılmıştır; sonucunda pek çok silah, cephane, askeri elbise, patlayıcı madde bulunmuştur. Ermeni komitacılarından yalnız merkezde 1.000'den fazla asker kaçağı ele geçirilmiştir."

KAYNAK:
SAKARYA, İhsan-, Belgelerle Ermeni Sorunu, 2. Baskı, Genelkurmay ATASE Yayınları, Ankara 1984, s. 194-195


SIVAS İSYANLARI
Sivas, öteden beri Ermeni isyanlarına sahne olmuş bir ildir. 1894 yılındaki isyanlar, Merzifon, Amasya, Tokat bölgesinde yapılmıştır.

Sivas, Ermeniler için, Erzurum kadar önemliydi. Tanınmış Daniel Çavuş ve Murat gibi birçok çete reisleri buralarda yetişmiş ve büyük olaylar çıkarmışlardır. Sivas'ın Şebinkarahisar ve Suşehri bölge komitacılar için önemlidir.

Komitacılar buralarda köy köy dolaşarak "Türklerin meşrutiyetten, hürriyetten amaçları Ermenileri yok etmektir. Eşitlik, kardeşlik sözlerine sakın aldanmayın. Ermeniler, hürriyetlerini silah ve bombayla alacaklardır. Öküzünüzü satın bomba alın" diyorlardı. Bu propagandacıların başında Penganlı Piza Mıgırdiç, Gökdenli Murat, Suşehirli Dagisyan Aram, Şebinkarahisarlı Karagözyan Hemayak vardı.

1913 yılı Ağustos ayı tatilinde Şebinkarahisar ve Suşehri'ne giden Amerikalı öğretmen Mr. Huborg Şebinkarahisar'dan dönüşünde Suşehri'nde bir gece bahçede yatarken tüfekli öldürülmüştü. Katillerin önceleri müslüman olduğu sanılmış, birçok suçsuz Türk tutuklanmış ve haklarında inceleme başlatılmıştı. Sonunda cinayetin siyasi nedenlerle Ermeniler tarafından yapıldığı anlaşılmış ve sanıklar serbest bırakılmıştı. Bu cinayetleri yapanlar meydana çıkarılamamışsa da, Türkiye'de güvenlik olmadığını ve Türkleri barbar göstermek, yabancı devletlerin işe karışmalarını sağlamak için Ermenilerin yaptıkları anlaşılmıştır.

Yine 1913 yılı Ekim ayında Suşehri'nin Ezbidir bucağı Ermeni Papazı Kerih'in bazı hareketleri hükümeti kuşkulandırmış ve bir hırsızlık olayından dolayı evi arandığında çalınan eşyadan başka birçok yasak silahlar da bulunmuştur. Kerih'in tutuklanması, Şebinkarahisar Murahhaslığını telaşlandırmış ve yaptığı girişimler gözden kaçmamıştır. Bundan da anlaşılıyor ki, Kerih'in yaptığı her iş, Şebinkarahisar Murahhasalığının isteği ve bilgisiyle olmuştur.

Şebinkarahisar İsyanı'nda Kerih'in oynadığı rol, sonradan daha iyi anlaşılmıştır. Şebinkarahisar'ın Yaycı Köyü Papazı Siponil bir papazdan çok komitacı olarak tanınmış. Siponil, papaz olmadan önce Ermeni hareketlerini bizzat yönetmiş, kasım ayında kilise aidatını toplamak üzere köylerde dolaşırken, "Osmanlılar yenilecekleri bir harbe başladılar. Kısa bir zaman sonra Ruslar cepheden, biz geriden saldıracağız. Size önceden verilen silahların kullanılma zamanı geldi. Önce silah almakta kuşkuluydunuz. Bugün elinizdeki silahların yararını göreceksiniz. Silah bulan ve dağıtanları siz yücelteceksiniz" diyerek propaganda yapıyordu.

Papaz Siponil'in arkasından Panganlı Piza Mıgırdıç, deri ticareti bahanesiyle köyleri dolaşmaya ve yapılan propagandaları pekiştirmeye başladı. Ermeniler, bütün önlemleri aldıklarını, pek yakında başarıya ulaşacaklarını sanıyor; fakat, beklenilen bu yakın gün bir türlü gelmiyordu. Bu beklemeye daha fazla tahammül edemeyen Suşehri Pürek Köyü Muhtarı Agop, "Bu silahları hangi gün için saklıyoruz" diye bağırarak Zara Özel Örgütü Kafile Memuru Nuri'yi tabancasıyla yaraladı. Böylece önceden hazırlanan ihtilal olayı meydana çıktı. Yapılan aramada, 150 tüfek ve 10.000 kadar cephane ele geçti. Bu olay, diğer Ermeni köylerindeki silahları da meydana çıkardı.

Yalnız Suşehri ilçesi Ermeni köylerinden 160 silah bulundu. Şebinkarahisar Murahhasası, silahların hükümet eline geçmesinden düşükleri maddi zararı, moral çöküntüsünü görüyor ve "Ne yapmak gerekirse yapılsın, silahlar verilmesin" diye ilgililere haberler gönderiyordu. Bu haberlerin etkisiyle köylerde saklanan silahlar Karahisar Kilisesi'nde toplandı. İleride çıkan Şebinkarahisar İsyanı'nda kullanıldı.

Seferberlikten önce, Zara ilçesinde Ermeni komite reislerinden Gemisli Tanil ve arkadaşları, Zara ve Hafik ilçeleri arasındaki Sakar Dağı'nda harman süren 12 Türkü, Karahisar Savcısı Cemal ile 2 jandarmayı ve bölgede daha birçok kimseyi öldürüp soydular. Yalnız Zara kazasında 30 adet bomba, 45 parça dinamit ve çeşitli silahlar bulundu.

10. Kolordu Komutanlığı'nca 3. Ordu Komutanlığı'na gönderilen 27 Mart 1915 tarihli mesajda şöyle denilmektedir:

"a. Tokat'ta bir Ermeni evinde silah ve cephane bulunmuştur.

b. Sivas'ın Kangal kazasının Ulaş bucağındaki Ermenilerden silah ele geçirilmiştir.

c. Suşehri'nin Purek köyü Ermenileri, 25 Şubat 1915 tarihinde oradan geçen gönüllü ve silahsız Osmanlı askerlerine saldırmış ve ateş açmışlardır. Bu köyde yapılan aramada silah ve mermi ele geçirilmiş, 95 asker kaçağıyla 25 suçlu er yakalanmıştır."

Sivas Valiliği'nin İçişleri Bakanlığı'na gönderdiği 22/23 Nisan 1915 tarihli mesajda ise şöyle denilmektedir:

"Vilayet içinde Ermenilerin toplu olarak bulunduğu yerler, Şebinkarahisar, Suşehri, Hafik, Divriği, Gürün, Gemerek, Amasya, Tokat ve Merzifon'dur. Şimdiye kadar Suşehri'nin Türk köyleriyle, civarında ve Hafik'in Tuzhisar, Horasan köylerinde ve merkeze bağlı Olataş bucağında yapılan aramalarda pek çok yasak silah ve dinamit bulundu. Ermenilerin bu vilayetten 30.000 kişiyi silahlandırdıkları, bunlardan 15.000 kişinin Rus ordusuna katıldığı ve diğer 15.000 kişinin de, Türk ordusunun başarısızlığı halinde ordumuzu gerisinden tehdit edeceği, yakalanan sanıkların ifadeleriyle kesinleşmiştir. Taşnak Komitesi, Ermeni çete reisi Murat''n sığındığı Tuzhisar köyüne gönderilen güvenlik birliğiyle Ermeniler arasında çarpışmalar olmuştur, kaçanlar kovalanmaktadır."

Kaçak Ermeni Murat'ın aranması için Horasan'a gönderilen müfrezenin aramasında Murat bulunamamış ise de bir sandık gra tüfeği, bir sandık bomba ve dinamit ele geçirilmiştir.

Hafiğin Tuzla köyündeki aramada da 16 sandık silah, 20 adet bomba bulunmuş; Murat'ın arkadaşları ile jandarmalar arasında çarpışmalar olmuştur.

KAYNAK:
SAKARYA, İhsan-, Belgelerle Ermeni Sorunu, 2. Baskı, Genelkurmay ATASE Yayınları, Ankara 1984, s. 195-198


TRABZON OLAYLARI


Samsun ve Trabzon, önemli ithalat ve ihracat limanları olduğundan Ermeniler, Anadolu'ya sokmak istedikleri silah ve cephane için buralardan yararlanıyorlardı. Bu nedenle, buralarda düzenli bir komite örgütü kurulmuştu. Dışarıdan haber alma ve yabancı memleketlere de bilgi verme işleri, buralardan kolaylıkla yapılabiliyordu.

Giresun İskelesi de önemliydi. Burada komisyonculuk yapan Vahan Badilyan ve Kel Artin adındaki iki Ermeni, silah ulaştırmasını yönetiyorlardı. Bir gün, vinçten düşen bir saman balyasının içinden çıkan pek çok tüfek ve mermi, kaçakçılık olayını meydana çıkardı.

Buralarda ekonomik yönden üstün olan Ermeniler, seferberlik davetine uymadıkları gibi müslümanları da uymamaya zorladılar.

Giresun'un bir Rus torpidosu tarafından bombardımanında büyük sevinç gösterileri yaptılar. Hükümet memurlarını ve Müslüman halkı küçük düşürücü hareketlere yeltendiler.

KAYNAK:
SAKARYA, İhsan-, Belgelerle Ermeni Sorunu, 2. Baskı, Genelkurmay ATASE Yayınları, Ankara 1984, s. 198-199




YOZGAT OLAYLARI
Birinci Dünya Savaşı döneminde Yozgat'ta da birçok Ermeni olayları çıkmıştır. İlk olarak Boğazlıyan'ın Orih Ermeni köyü halkı tarafından, Çayırşehri köyünün çeşitli yerlerine dinamitler yerleştirilmiş ve bunlardan birisinin patlamasıyla bir Türk çocuğu ağırca yaralanmıştır. Bunun üzerine Orih, Menteşe ve İğdeli Ermeni bölgesinde arama yapılmış, birçok silah, cephane ve patlayıcı madde ve komitelerin propaganda evrakı bulunmuştur. Asker toplamak üzere köylere giden jandarma komutanına ve jandarmalara silahla saldırılmıştır. Çatkebir köyü yanındaki ormanlığa sığınan yüzden fazla silahlı Ermeni, jandarmalara, askerlere ve yoldan geçen suçsuz halka saldırmışlardır. Akdağmadeni kaza merkezinde Ermeniler birkaç defa bomba atmışlar ve gösteriler yapmışlardır.

Buradaki komitacılar, diğer bölgelerden haber alıyorlar ve onlarla şifreli olarak konuşuyorlardı. Askere gitmemek, tek tek saldırılarla Türk halkını kışkırtmak ve aşağılamak, askere giden Türk ailelerini korkutmak, genel bir şekilde sürüp gidiyordu.

KAYNAK:
SAKARYA, İhsan-, Belgelerle Ermeni Sorunu, 2. Baskı, Genelkurmay ATASE Yayınları, Ankara 1984, s. 199



İKİNCİ VAN İSYANI


Ermenilerin Birinci Dünya Savaşı sırasında çeşitli bölgelerde çıkardıkları isyanlar içinde sonuçları bakımından en önemlisi İkinci Van isyanı olmuştur. O dönemde Van'da Türk, Ermeni, Nasturi veya Keldani cemaat arasında İttihat ve Terakki, Taşnaksutyun, Ramgavar, Hınçak, Parti Serakan, Parti Karsakan adlarında 4 parti ve 2 hayır derneği bulunmaktadır. Ermeni parti ve dernekleri, Ermeni halkını eğitmiş ve silahlandırmışlardır(1). Ermeni din adamları ve komitacılar ise Rusya'nın bilgisi ve gözetiminde hareket etmişlerdir (2). 1908'de başlayan bu tür organizasyonların arkasında Rusların bulunduğu, Rusya'nın Van konsolosu ile Rus Büyükelçisi arasındaki yazışmalardan açıkça anlaşılmaktadır(3). Söz konusu destek, Avusturya-Macaristan İmparatorluğunun Trabzon konsolosu Moricz tarafından 30 Ocak 1914 tarihli bir raporda şöyle belirtilmektedir(4): "Ruslar, Ermenileri harekete geçireceklerdir. Bu maksatla çok para harcıyorlar, gizlice asilerin hizmetlerine silah sevk ediyorlar ve bir Ermeni ayaklanmasının patlak vermesine aracılık ediyorlar."

Bütün kışkırtmalara rağmen Van vali vekili Cevdet Bey, 1 Aralık 1914'te Ermeni ileri gelenlerini toplayıp kendileriyle bir görüşme yaparak müslümanlarla Ermenilerin arasında çıkacak olayların devlete vereceği zararları anlatmışsa da hiçbir sonuç elde edememiştir (5). Aksine Ermeni komitacıları, Van ve çevresinde savaşın çıkışından itibaren başlattıkları mezalimi daha da arttırmışlardır. Özellikle Mahmudiye'de müslümanlarını toplu halde katlederek camileri ahıra çevirmişlerdir. Mahmudiye kaymakamı 15 Mart 1915 tarihli yazısında Ermenilerin bu hareketlerini hükümete rapor etmiştir(6). Van valiliğine getirilen Cevdet Bey ise 25 Mart'ta, Rusların Van'ı işgalini kolaylaştırmak için Ermenilerin büyük bir hazırlık içinde bulunduklarını ve her tarafta birden isyan edeceklerini bildirmiştir(7).

Osmanlı devleti o günlerde Çanakkale'de ve Irak'ta ölüm-kalım savaşı vermekte, Van bölgesinde bulunan asker ise, Rusların Kafkaslardan yaptıkları saldırılara karşı savaşmaktadır. Bu durumu değerlendiren Ermeni çeteleri 15 Nisan 1915'te önce Van çevresinde, 17 Nisan'da Şatak'ta (Çatak), 18 Nisan'da Bitlis'te ve 20 Nisan'da Van'ın merkezinde büyük bir ayaklanma başlatmışlardır (8). Van ve çevresinde memur ve jandarmalar öldürülmüş; karakollar ve Türk evleri saldırıya uğramış; resmi binalar yakılarak isyan bütün Van bölgesine yayılmıştır. Van jandarma tümeninin bir kısmı ile bir takım aşiretler Ermenilere karşı savaştılarsa da ayaklanmayı bastıramamışlardır. Bu arada, Çölemerik'de de Nasturiler ayaklanmışlardır.

Van valisi Cevdet Bey Rus-Ermeni baskısı karşısında tutunamayarak 16/17 Mayıs gecesi çekilmiş; böylece Van, Rus ve Ermenilerin eline geçmiştir. Ermeniler şehir ve çevre halkından yüzlerce kişiyi katletmişlerdir. Bu durum, Alman Büyükelçisi Wangenheim tarafından Alman Dışişleri Bakanlığı'na gönderilen 10 Mayıs 1915 tarihli telgrafta şöyle bildirilmiştir(9):

"Van vilayetindeki Ermeniler ayaklanmışlar, müslüman köylere ve kaleye saldırıya geçmişlerdir. Kaledeki Türk garnizonu 300 kayıp vermiş, günlerce devam eden sokak muharebeleri sonunda şehir asilerin eline geçmiştir. 17 Mayıs 1915'te de Van Ruslar tarafından işgal edilmiş, Ermeniler düşman tarafına geçmiş ve müslümanları katle başlamıştır. Bitlis istikametinde 80.000 müslüman kaçmaya başlamıştır"(10).

Rus Çarı, 18 Mayıs'ta Van'ın Rus ve Ermenilerin eline geçmesinden dolayı "Van halkına fedakarlıkları dolayısıyla teşekkür ettiğini" bildiren bir teblig yayınlamış, bunu, Rus Hariciye Nazırı Sazanof'un Ermenilerin yardımlarına teşekkür eden beyannamesi izlemiştir. Dünyanın çeşitli yerlerine çıkan Ermeni gazeteleri ve bazı batılı gazeteler, Ermenilerin Ruslara yaptıkları yardımları ve Osmanlı devletine verdikleri zararları büyük bir sevinçle manşetlerine çıkarmışlardır.

Paris'te çıkan Le Temps gazetesi 13 Ağustos 1915 tarihli nüshasında Ruslar tarafından Van valiliğine atanan Aram Manukyan hakkında ilginç bilgiler vermektedir. Gazete, Manukyan'ın II. Abdülhamid devrinde Van'da çetecilik yaptığını, II. Meşrutiyet sırasında Osmanlı ülkesinde öğretmenlik ve okul müdürlüğü görevinde bulunduğunu bildirdikten sonra şunları yazmaktadır:

"Aram bu savaşın başında bir kere daha silaha sarıldı ve Van'da ayaklanmış olanların başına geçti. Şimdi bu ili elinde tutan Rusya, Türkiye'ye karşı savaşa bu derece parlak bir biçimde katılmış olan Ermeni unsurunu memnun etmek için Aram'ı oraya vali yaptı"(11).

Ermenilerin bu ihanetleri yüzünden Osmanlı ordusunun ikmal yolları kesilmiş; askere yiyecek ve cephane taşıyan kollar ise Ermeniler tarafından vurulmuştur. Böylece Türk ordusu geri çekilmek zorunda kalmış ve saldırıya geçen Ruslar Erzurum, Bitlis ve Trabzon'u da işgal etmişlerdir(12). Ermeniler ise Ruslardan aldıkları cesaretle, müslümanlara karşı tecavüzlerini iyice artırmışlardır. Pek çok müslüman aile canını kurtarmak için iç bölgelere çekilmiştir. Bu sırada diğer bölgelerde de yer yer Ermeni ayaklanmaları başlamıştır.

Katledilenler müslümanlar olmasına rağmen, Ermeni Patriği, Ermenilerin tecavüze uğradığı iddiasında bulunmuştur. Türk hükümeti batılı devletlerin baskısına uğramamak için bir araştırma komisyonu kurmak zorunda kalmıştır. Sivas, Van, Erzincan ve Erzurum yörelerinde yapılan incelemeler sonucunda, Patriğin, öldürüldüğünü iddia ettiği Ermenilerin sağ olduğu belirlenmiştir. Komisyon raporunda, Ermeni isyanının Sivas ve Van'da hâlâ devam ettiği ve bunlara karşı koyacak ne jandarma ne de silahlı Türk halkının bulunduğu belirtilmiştir(13).

KAYNAK:
Halaçoğlu, Yusuf-; Ermeni Tehciri ve Gerçekler (1914-1918), Türk Tarih Kurumu Yayını, Ankara 2001.

Dipnotlar
1) DH. EUM. 2. Şube, Dosya 1, belge 28/1.
2) Askeri Tarih Belgeleri Dergisi (ATBD.), Nisan 1987, sayı 86, belge 2050.
3) Rusya Dış Politika Arşivi, Siyasi Kısım, nr. 113, 7/20 Mayıs 1908, s. 51.
4) Österreichischer Haus-Hof-und Staatsarchiv, Politisches Archiv, XII, 463'den naklen N. Göyünç, "Türk Ermeni İlişkileri ve Ermeni Soykırımı İddiaları", Ermeni Sorunu ve Bursa Ermenileri, Bursa 2000, s. 10.
5) ATBD., Ekim 1985, sayı 85, belge 1966.
6) ATBD., Nisan 1987, sayı 86, belge 2051.
7) Aynı yer, belge 2052.
8) ATBD, Ekim 1985, sayı 85, belge 2003, 2005.
9) Wangehheim, Deutschisches und Armenien, 1914-1918, yay. Johannes Lepsius, Potsdam 1919, s. 65, 46 nr. Belgeden naklen N. Göyünç, Aynı makale, s. 11.
10) N. Göyünç, Aynı makale, s. 11.
11) Bayur, Aynı eser, III/3, 20-21.
12) ŞFR, nr. 64/44.
13) ATBD, Aynı yer, belge 2004.

Prof. Dr. Sinsi 08-03-2012 03:11 AM

Ermeni Sorunu, İddialar, Gerçekler
 
ŞEBİNKARAHİSAR OLAYI

Anadolu'da Ermeni isyanlarının yanı sıra pek çok ayaklanma meydana geldi. Bunlardan biri 5 Haziran 1915 tarihli Şebinkarahisar olayıdır.

Sivaslı Murat (Hamparsum Boyacıyan) adında bir Ermeni çete reisi, 500 kadar adamıyla Şebinkarahisar'ı basmıştır. Türk ordusu Doğu Cephesi'nin ana ikmal yolu buradan geçtiği için bölgenin stratejik önemi vardır. Ermeniler bu bölgeyi ele geçirdikleri takdirde TSK'nin ikmal ve geri hizmetleri aksayacak, Rus ordusunun ileri harekatı kolaylayacaktır. Çeteciler Şebinkarahisar'ın Müslüman mahallesini yaktılar. Rastladıkları Türkleri, işkenceler yaparak öldürmeye başladılar. Çevreden toplanmış olan asker ve jandarma müfrezelerine de saldırdılar.

Bu durum karşısında başka bölgelerden kuvvet tasarruf edilerek Şebinkarahisar'a getirilmiş ve Ermeni isyancılar kuşatılmıştır.

Sivas'taki 10. Kolordu Komutanlığından Başkomutanlığa gönderilen 15 Haziran 1915 tarihli mesajda, olayla ilgili olarak şu ifadeler kullanılmıştır:

"Şuradan buradan toplanan 500 kadar Ermeni eşkıyasının Şebinkarahisar'da eski kaleye sığınarak isyan ettikleri öğrenilmiştir. Güvenlik kuvvetleriyle çeteciler arasında çarpışmalar olduğu Sivas Valiliğinden bildirilmiştir."

Sivas Valiliğinin 3. Kolordu Komutanlığına gönderdiği 18-19 Haziran 1915 tarihli mesajda ise şöyle denilmektedir.

"Şebinkarahisar isyanının bastırıldığı, Ermeniler 800 kadar kadın, erkek ve çoğunun kaleye sığındığı, isyancılardan 200 kadarının silahlı olduğu bildirilmiştir."

KAYNAK:
Sakarya, Em. Tümg. İhsan-; Belgelerle Ermeni Sorunu, Gnkur. Basımevi, Ankara 1984, s. 227-228.


BURSA OLAYI
Ermeni isyan ve olaylarının artması üzerine Adapazarı ve İzmit'teki aramalar sonunda pek çok silah elde edildiğini duyan ve Çengiler, Soloz, Orhangazi, Gemlik, Bilecik bölgelerinde öteden beri hazırlanmış bulunan Ermeni çeteleri, Türk halkına saldırmaya başlamışlardır. Hükümeti, jandarmayı ve askeri birlikleri kendilerini izlemeye zorlayarak cephedeki kuvvetleri zayıflatmayı amaçlayan Ermeniler, cephede düşmanla savaşan askerlerin morallerini bozmak yolunu tutmuşlardır.

Ellerinde en modern silah ve hatta sıhhi malzemeler bulunan Ermeni çeteleri, İzmit ve Adapazarı'ndan kaçan çetecilerle de birleşerek, 60-70 kişilik gruplar halinde, öteye beriye saldırmaya başlamışlardır. Ermeni çetelerinin başında Başpapaz Vekil Barkef, onun sekreteri Sokpas, Bursa Ermeni Okulu Müdürü, kilise hademesi ve diğer din görevlilerinin oldukları belirlenmiştir.

KAYNAK:
Sakarya, Em. Tümg. İhsan-; Belgelerle Ermeni Sorunu, Gnkur. Basımevi, Ankara 1984, s. 239


ADANA OLAYLARI
Adana'da hiç eksik olmayan Ermeni saldırıları, Birinci Dünya Savaşı için yapılan seferberlik çağrısından sonra, daha büyük çapta ve ayrıntılı bir şekilde hazırlanmıştı. Bu bölge, hem de Akdeniz kıyılarına, hem Suriye ve Irak Cephelerine çok yakın olduğundan Ermenilerin buralarda yapabilecekleri işler çok etkili olacaktı. Önce casusluktan başladılar. Bu bakımdan Ermeni komitacıları bölgeyi ilk planda ele aldılar. 1 Şubat 1915 tarihinde iki Ermeni, İskenderun Körfezi'nde bulunan bir düşman gemisine sığınarak kendilerine verilen ajanlık görevini yerine getirdiler.

2 Şubat tarihinde Dörtyol Ermenilerinden Abraham Salcıyan, Artin ve Bedros adlarındaki üç Ermeni de limandaki düşman gemilerine sığınarak Türk ordusunun kuvveti, askeri düzeni hakkındaki bilgileri düşmana ulaştırdılar.

24 Şubat 1915 tarihinde Köşger Torosoğlu ve Öğretmen Agop adındaki şahıslar, düşman tarafından Kıbrıs'tan getirilerek İskenderun'a çıkarıldılar. Bunlar, düşman filo komutanından aldıkları yönergeyle birlikte kıyıda yakalandılar. Yine, 24 Şubat 1915 tarihinde düşman gemilerine sığınan Ermeniler arasında bulunan Dağlıoğlu Artin, üzerindeki evrakla yakalandı ve askeri mahkemeye verildi.

Böylece Ermeni komitacılarının memleketin en can alacak noktalarına nasıl sızdıkları görüldü. Ayrıca Saimbeyli, Dörtyol, Kozan ile diğer kazalarda ve Hasanbeyli Bucağı'nda sayısız silah, bomba, dinamit, harita ve bayraklar bulundu.

Saimbeyli (Haçin) kasabasında yalçın kayalıkları üzerinde bulunan Ermeni Manastırı'nda din adamları ve Ermeni komitacıları tarafından, bölgedeki mağaralarda depolanmış 200 kilo kadar barut bulundu.

KAYNAK:
Sakarya, Em. Tümg. İhsan-; Belgelerle Ermeni Sorunu, Gnkur. Basımevi, Ankara 1984, s. 239-240.


URFA OLAYLARI
Meşrutiyetin ilanından sonra Ermeni komiteleri, Urfa'da da gönüllülerden oluşan bir örgüt kurmuşlar, Doğu Anadolu harekat alanından göç ettirilip bu bölgeye yerleştirilen Ermenileri de kandırmışlardır. Bu sırada 1895 yılındaki Urfa isyanında suçlu görülerek Tablusgarba sürülen Meşrutiyetin ilanından sonra affedilerek Türkiye'ye dönen ve kendisini papaz olarak tanıtan bir şahıs, İstanbul Emeni Patrikhanesi tarafından Urfa'ya gönderilmiştir. Bu şahıs Ermenilerin isyanını hazırlamış, onlara Türk düşmanlığı aşılamış, silah ve cephane sağlamanın önemini anlatmıştır.

Urfa'daki Ermenilerin hazırlığına Ruslar da büyük önem vermişlerdir. Çünkü Urfa bölgesi, Doğu Anadolu'dan İskenderun doğrultusunda uzanan anayolun üzerinde bulunmaktadır. Urfa bölgesinde isyancılara sekiz on yıl yetecek ölçüde yiyecek depo edilmiştir. Van'ın Ruslar tarafından işgali; Ermeni komitacıların kışkırtma ve propagandalarına hız vermiştir. Rusların birkaç ay içerisinde Diyarbakır, Siverek üzerinden Urfa'ya geleceklerini ileri sürerek Ermenileri isyana çağırmışlardır.

İsyan hazırlıklarında en çok göze batan hususlardan birisi de, Zeytun, Sason, Bitlis, Antep bölgeleri için bir komutan emrinde kullanılmak üzere Maraş'tan Diyarbakır'dan gelen, komitacılara yerli fedailer ve asker firarilerden oluşan bir silahlı kuvvet ile su taşımak, un öğütmek, ekmek pişirmek hasta ve yaralıları bakmak, tüfek temizlemek, emir götürmek, mermi yapmak, konuşmalar yapmak için ekipler kurma başarıları olmuştur.

İsyana başlamak için uygun bir zaman beklenirken silah toplanması ve 1894 doğumluların askere alınması sırasında Zeytun, Sason, Haçin, Diyarbakır bölgelerinden kaçan Ermeni askerler de komitacılara katılınca, Urfa'ya 7.5 km. uzaklıktaki Germiş Köyünde ve 19 Ağustos 1915 Perşembe günü de Urfa merkezinde ilk isyanlar başlatılmıştır.

Urfa olayının ertesi günü Tellülebyaz-Urfa-Siverek yolunda çalışan hizmet taburunun Ermeni erleri evvelce kararlaştırdıkları gibi subayları ve Türk işçileri öldürmeye teşebbüs etmişlerse de başarılı olamamışlardır. Daha sonra Tellülebyaz-Urfa kısmında çalışan bölüğün Ermeni erler, kazma, kürek ve muhafız jandarmalardan ele geçirdikleri silahlarla Yedek Subay İbrahim Hilmi'yi şehit etmişler; dört jandarma eriyle köy muhtarını yaralamışlardır.

28 Ağustos 1915'teki bu olaydan sonra 29 Eylül 1915 tarihine kadar sükunet hakimdir. Ancak 29 Eylül 1915'te 40 el kadar tüfek atılmış, ertesi günü bu olayın sorumlularını araştırma için Ermeni mahallesine giden polis ve jandarmaya ateş edilmiş ve bir jandarma şehit olmuş, iki jandarma yaralanmıştır. Asiler Türk evlerine hücum ederek savunmaya ve saldırıya uygun olanlarını ele geçirmişler, Müslüman ailelerinden büyük-küçük 10 kadını şehit etmişlerdir.

Urfa'daki isyan, Ermeni komiteleri tarafından çok iyi planlanmış ve yönetilmiştir. Yabancı devletlerin de bu olayda ilgi ve yardımları olduğu saptanmıştır.

İsyandan sonra Ermeni çetelerinin ele başları, yine bir kolayını bularak başka bölgelere kaçmışlardır. Çatışmanın 16 Ekim 1915'te bittiği aynı tarih ve 7664 sayılı şifreyle 4. Ordu Komutanlığı'nca Başkomutanlığa arz edilmiştir.

KAYNAK:
Sakarya, Em. Tümg. İhsan-; Belgelerle Ermeni Sorunu, Gnkur. Basımevi, Ankara 1984, s. 240-243


FINDIKÇIK OLAYI
Osmanlı hükümetine karşı zaman zaman başkaldıran Zeytun bölgesindeki Ermenilerin başka bölgelere göç ettirilmeleri sırasında Nur Dağları kuzeyindeki araziye dağılan Ermeni çeteleri, Türk köylerine, askeri birliklere ve jandarma müfrezelerine saldırarak yakmış, yıkmış ve öldürmüşlerdir.

Bir süre sonra Zeytun, Saimbeyli ve Maraş Ermenilerinden oluşan 600 çeteci, 1915 yılı baharında Maraş ile Bahçe kasabası arasında ve Ayvalık Bucağına 30 km. kadar uzaklıkta bulunan Fındıkçık Köyünde toplanarak ayaklanmışlar; bu köyün yanındaki dört Türk köyünü de yakmışlardır. Maraş bölgesindeki Ermeniler de isyan merkezi olan Fındıkçık'ta toplanmaya başlamış; köy, iyi bir şekilde savunmaya hazırlanmıştır.

Bu arada isyan bölgesine bir jandarma müfrezesi göndermişse de olumlu bir sonuç alınamamıştır. Bunun üzerine Islahiye'den 132. Piyade Alayıyla Belen'deki bir piyade taburu ve bir dağ top takımı Fındıkçık bölgesine gönderilerek isyan bastırılmıştır. Bu olayda 10'dan fazla Türk köyü yakılmış, yıkılmış ve 2.000 kadar Türk, vahşice öldürülmüştür.

KAYNAK:
Sakarya, Em. Tümg. İhsan_; Belgelerle Ermeni Sorunu, Gnkur. Basımevi, Ankara 1984, s. 243-244.


MUSA DAĞI OLAYI
Musa Dağı, Nur Dağlarının eteklerindedir. 1.000 metre kadar yükseklikte, büyük kayalar ve sık çalılıklarla kaplı sivri ve tek bir blok görümündedir. Verfel adında bir Yahudi tarafından yazılan "Musa Dağı'nda 40 Gün" adındaki kitap Amerika'daki Ermeniler tarafından kendilerine yapılan sözde zulümleri belirtmek için sinema filmi haline getirilmiştir. I. Dünya Harbi'nde çıkan bu olayı, o zaman Halep Valisi olan General Fahrettin Türkkan şöyle anlatır:

"Birinci Dünya Harbi sırasında İtilaf devletlerinin İskenderun Bölgesi kıyılarına bir çıkarma yapacağı sözleri etrafa yaylınca Samandağ Bucağına bağlı yedi Ermeni köyü halkı, hükümete olan vergi borçlarını ödememişler, TSK'nin ihtiyacı için gereken yardımı yapmamışlar ve isyan etmişler ve Musa Dağı'na çıkmışlardır.

Bunun üzerine hükümet emirlerine uymaları için asilere memurlar gönderilmişse de Ermeniler, bunları dinlememiş ve silahla karşı koymuşlardır. Başka bir çıkar yol bulamayan bölge komutanı Albay Galip, jandarma alayıyla Musa Dağından inen yolları kontrol altına aldırmış ve bizzat kendisi Musa Dağı'na çıkarak son bir defa daha isyancılarla konuşmak istemişse de dağ üzerinde hiçbir kimsenin kalmadığını görmüştür. Yapılan incelemede Ermenilerin denize doğru uzanan bir yamaçtan Akdeniz'' indikleri anlaşılmıştır. İzleri takip ederek deniz kıyısına kadar inen Albay Galip burada 20-30 kadar hayvan ölüsüyle karşılaşmıştır.

Yapılan araştırmada İskenderun kıyılarını gözetleyen bir Fransız harp gemisinin, Musa Dağı'ndan verilen işaret üzerine kıyıya bir sandal göndererek buradaki Ermeni çete başlarını ve diğer isyancıları gemiye taşıdıkları anlaşılmıştır. Bu konu, Fransız hükümetinden resmen sorularak doğruluğu öğrenilebilir. Daha sonra Musa dağında yapılan araştırmalarda hiçbir insan cesedine rastlanmadığı gibi; yaralı veya hasta bir kimse de bulunamamıştır. Bu bakımdan Yahudi asıllı Verfel tarafından yazılan ve bütün dillere çevrilerek dağıtılan ve filme de alınan bu kitabın konusunun tamamen hayali ve uydurma olduğu, Türkler aleyhinde kamuoyunu yanıltmak için bir propaganda niteliği taşıdığı sonucuna varılmıştır."

İşte Musa Dağı olayı budur, böyle olmuştur. Amacı, Türkleri kötülemek ve suçlamaktır. Fransızlar Birinci Dünya Harbi'nde İskenderun bölgesiyle Halep ve Hatay vilayetlerinin Akdeniz'e en önemli giriş ve çıkış kapısı olarak gördükleri Samandağ bölgesine önem vermişler; hatta bu bölgeye karşı çıkarma harekatı yapma olanaklarını araştırmışlardır. Bu amaçladır ki, Fransızlar, İskenderun Şehrinin 6 defa bombalamışlar; bölgenin Hıristiyan halkını ayaklandırarak Osmanlı hükümetini güç bir durumda bırakmak istemişlerse de harbin sonuna kadar böyle bir girişimi uygulamaya cesaret ve fırsat bulamamışlardır.

KAYNAK:
Sakarya, Em. Tümg. İhsan-; Belgelerle Ermeni Sorunu, Gnkur. Basımevi, Ankara 1984, s. 245-246.


İZMİT VE ADAPAZARI OLAYLARI
http://www.ermenisorunu.gen.tr/turkce/soru...apazari_01.htmlRus donanması Karadeniz Ereğlisi'ni top ateşine tuttuğu zaman, bölgedeki Ermenilerin Ruslar yararına casusluk yaptıkları saptanmıştır. Özellikle Adapazarı'ndaki Ermeniler, "Ruslar Karadeniz kıyılarına birkaç güne kadar asker çıkaracaklar, buralara gelecekler, o zaman bölgemizde hiçbir Türk kalmayacak" diye açıkça haberler yaymaya ve propaganda yapmaya başlamışlardır. Bunun üzerine hükümetin bölgede yaptırdığı arama sonucunda yalnız birkaç tanesi Adapazarı'nı tahrip edebilecek nitelikte çok sayıda patlayıcı madde, tüfek, tabanca, asker ve jandarma elbisesi, pek çok cephane ve dinamit fitilleri bulunmuştur. Aynı aramalar İzmit'te de yapılmış, burada da aynı şeyler ele geçirilmiştir.

Gerek Adapazarı ve gerek İzmit'te yakalanan ihtilalcilerin ifadelerine göre; Ruslar, Sakarya Nehri ağzı bölgesini bir çıkarma yaptıkları zaman bu silahlar patlayıcı maddeler Türk askeri ve halkına karşı kullanılacaktır. Böylece genel bir öldürme, yok etme planı uygulayacaklardır. Bir kısım Ermeniler de Türk askeri elbiselerini giyerek Türk ordusunu içinden vuracaklardır. Ermenilerin planları ortaya çıkınca komite ele başları Yalova, Bursa bölgelerine kaçmışlar, buralarda karşılaştıkları Türkleri soymuş ve öldürmüşlerdir.

Buna karşın Ermeniler her yerde Ermenilerin öldürüldüğü, Ermenilere işkence yapıldığı haber ve dedikodularını geniş ölçüde yaymaya başlamışlardır. En sonunda hükümet köklü önlemler almak zorunda kalmış, Ermeni çetelerinden bir kısmı tutuklanmış, diğer bir kısmı da memleketin çeşitli bölgelerine kaçarak kurtulmuşlardır.

KAYNAK:
Sakarya, Em. Tümg. İhsan-; Belgelerle Ermeni Sorunu, Gnkur. Basımevi, Ankara 1984, s. 238


İSYANLARIN GENEL TABLOSU
1890'da Erzurum olayı ile başlayıp 1896 Van isyanı ile biten dönem, Batı dünyasında büyük bir soykırım dönemi olarak gösterilir.

Nalbadian, "bu devrede 50.000-300.000 Ermeni öldürülmüştür" der.

Davih Marshall Lang, 1894-96 arasında 200.000 Ermeni öldürüldüğünü yazar.

Pastırmacıyan'a göre 100.000-110.000 ölü vardır.

Misasskian ise, "En az 300.000 Ermeni ölmüştür" diye yazar.

Hepsius'un rakamı 88.243'dür. Ancak bu rakamı nereden bulduğu anlaşılmamaktadır. Mesela 1896'da Van'da 20.000 kişi ölmüş gösterir. Halbuki Van şehrinin içindeki çetelerin çoğu İran'dan gelmedir ve Saadettin Paşa'nın verdiği rakamlardan şüphe etmek için de sebep yoktur. Keza Zeytun'da 6.000 kişinin öldüğünü yazar. Aghasi ise 125 kişi zayiat verdiklerini yazmaktadır. İsyan bittikten sonra hastalıkların ölenlerin dahi 3.000 civarında olduğu İngiliz dokümanlarında yer alır ki, bu ölümlerin isyan olayı ile ilgisi yoktur.

Bliss'in, 1895 rakamı 35.032'dir.

Komitacı Ermenilerin kurşunları ile ölen Ermenileri de Türkler öldürdü sayılsa bile, 1890'lı senelerde isyanlar ve ayaklanmalar sırasında hayatlarını kaybeden Ermenilerin sayısı 20.000'e bile çıkarmak güçtür.

Bu arada aynı dönemde ölen Müslümanların hesabını yapmak da gereklidir. Eğer Aghasi'nin "Zeytun'da 20.000 Türk öldürdük" sözünü ciddiye alsak, Müslüman kaybı 25.000'e yaklaşmış ve Ermeni kaybının iki mislini bulmuş olur. Ancak şu muhakkaktır ki, Müslümanların bu iki sene zarfında kaybı 5.000'den az değildir. Bu Müslümanların çok büyük kısmı durup dururken, üstüne ateş açılarak veya bomba atılarak, sırf geride kalanlar hırsa kapılıp da Ermenilere saldırsın diye öldürülmüşlerdir. İşte asıl katliam, asıl cinayet budur.

KAYNAK:
Gürün, Kamuran-; Ermeni Dosyası, TTK Basımevi, Ankara 1983, s. 167-68

Prof. Dr. Sinsi 08-03-2012 03:11 AM

Ermeni Sorunu, İddialar, Gerçekler
 
ERMENİ SORUNUN ÇIKMASINDA KİLİSELERİN ROLU

29 Mart 1863 tarihinde Ermeni cemaatının Osmanlı İmparatorluğu'ndaki durumunu daha da güçlendiren, onlara bazı ilâve imtiyazlâr tanıyan ve kendilerini yönetmeleri konusunda muhtariyet getiren "Nizâmnâme-i Millet-i Ermeniyân" adı ile hazırlanan bir nizâmnâmenin yürürlüğe girmiştir. Ermeniler için daha önce mevcut bulunan haklara ilâveten birçok yeni hükümler ihtiva eden bu nizâmnâme, Islâhat Fermânı hükümleri uyarınca, yüzyıllardan beri devletin en sadık tebaası olarak kabul edilen Ermenilere verilen bir mükafat durumundadır. Osmanlı Hükümeti'nin muvafakatı alınarak doğrudan doğruya Ermeni Patrik Meclisleri tarafından hazırlanmış olan bu nizâmnâmede, Ermeniler'e "devlet içinde devlet", "yönetim içinde yönetim" denilebilecek kadar ölçüsüz imtiyazlar tanınmıştır. Ermeniler bu "Millet Nizâmnâmesi" ile bir bakıma Ermeni asillerin tahakkümünü ortadan kaldırmak istemişlerdir. Bu dönemde, Gregoryen Ermeniler İstanbul'daki patriklerinin idaresinde 26 Episkoposluk dairesinde yaşıyorlar, çoğunluğu şehirlerde bulunan Katolik Ermeniler ise, bir Patrik yönetiminde 13 Episkoposluk dairesi teşkil etmişlerdir(1). Kagik Ozanyan adlı Ermeni yazarı, bu nizâmnâmenin, Ermeniler'de ihtilâl ruhunu uyandırdığını ve "Ermeni Meselesi"nin masa üzerine konulduğunu ifade etmiştir(2).


ERMENİ KİLİSESİNİN BAĞIMSIZLIK ÇALIŞMALARI
"Ermeni Milleti Nizâmnâmesi"nin 1863 yılında ilânında sonra Patrikler, daha çok millî ve siyasî cephelerde çalışmaya başlamışlardır. Bu nizâmnâme, Ermenilerce muhtariyet için bir adım telâkki olunmuş Lübnan olayları dolayısıyla vuku bulan Avrupa müdahalesi genişlerse, bu müdahalenin kendileri için de faydalı olacağı ümidi uyanmıştır. Osmanlı İmparatorluğu'nda bağımsız Ermenistan için başlatılan isyanlar (1780-1862 yılları arasında) netice vermemiştir(3).

Osmanlı İmparatorluğu içinde muhtar bir Ermenistan kurulması düşüncesinin lideri Patrik Mıgırdiç Hırimyan (1869-1873)'dır. 1820'de Van'da doğan Mıgırdiç Hırimyan, 1854 yılında 34 yaşında iken, Akdamar Kilisesi'ne Vartabed(4) olmuş böylece kiliseye üye olmuştur. 1858'de Van'da Varak Manastırı'nda kurduğu matbaada Ermeni bağımsızlığını güden "Van Kartalı", 1863'de Muş'ta St. Garabed Manastırı'nda da "Muş Kartalı" adlı gazeteleri neşretmeye başlamıştır. Vaazları ile dikkati çekmiş olan Hırimyan, 1869 yılında İstanbul'da Ermeni Patriği seçilmiştir(5). Onun Patrik seçilmesi, uyanmakta olan Ermeni millî menfaatlerinin zirveye tırmanması sonucunu doğurmuştur. Patrik Hırimyan, göreve başlar başlamaz şu iki esas üzerine çalışmaya başlamıştır:

[*]"Ermeni Milleti Nizâmnâmesi"ni tekrar tetkik ve vilâyetlerin arzusuna ve ihtiyaçlarına göre tâdil ettirmek, [*]İstanbul Ermeniliği'nin, meclisin ve hükümetin gözlerini Ermenistan'a çevirmek(6).Hırimyan'ın, Ermeniler'i macera peşinde sürüklemek yolundaki politikasını beğenmeyen ve geleceklerini Türkiye'ye bağlı kalmakta gören banker, sarraf ve hükümet memurları ona cephe almışlardır. Nihayet Patrik olarak takip ettiği amacı elde edemeyen Hırimyan, 1873 Ağustos'unda istifa etmek zorunda kalmıştır.

Yerine geçen Patrik Nerses Varjabedyan (1874-1884)'ın da Hırimyan'ın izinden yürümüştür. 1876'da II. Abdülhamid tahta geçmiş ve I. Meşrûtiyet ilân edilmiştir. Nerses Varjabedyan, Bulgar meselesini halletmek için toplanan İstanbul Konferansı (12 Aralık 1876-20 Ocak 1877) sırasında İngiliz Büyükelçisi Henry Elliot'a, eski Patrik Hırimyan tarafından tertip edilmiş olan Osmanlı Ermenilerine yapılan sözde baskıları gösteren bir rapor vermiş, fakat konferansın konusu sebebi ile bu teşebbüsten bir netice alınamamıştır(7).

Hırimyan zamanında başlayan Patrikhâne'nin şikâyet raporları ve müracaatları, Rumeli Hristiyanları meselesinden sonra çok şiddetli bir safhaya girecektir. Patrikhâne'nin Bâb-ı Âlî'ye ve Avrupa devletlerine verdiği mezâlim raporları, şikâyetnâmeler tetkik olunduğunda, bunların çoğunun vilâyetlerde meydana gelen basit zâbıta olaylarından başka bir şey olmadıkları görülür. Patrikhâne, bir taraftan sistemli olarak en basit olayı abartarak hükümete duyururken, diğer taraftan da bunları siyasî önemli olaylar şekline sokarak Avrupa devletleri temsilcilerine vermeye başlamıştır.

1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı'ndan önce Ermeniler için iki yol görünmektedir:
[*]Osmanlı Devleti'ne ve Türkler'e sadık kalmak, [*]İmparatorluk içindeki diğer Hristiyan toplumların hareketlerini takip ederek çalışmak ve Avrupa devletlerinin müdahalesini sağlamak.Patrik Nerses, İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Salisbury'e yolladığı 13 Nisan 1878 tarihli mektubunda şunları yazmaktadır:

"Ermeniler ile Türklerin bir arada yaşamaları artık imkânsızdır. Eşitliği, adaleti ve vicdan özgürlüğünü ancak bir Hıristiyan yönetimi sağlayabilir. Müslüman yönetiminin yerini Hıristiyan yönetim almalıdır. Ermenistan (Doğu Anadolu) ve Kilikya (8), Hristiyan yönetimin kurulması gereken yerler arasındadır... Türkiye Ermenileri işte bunu istiyorlar... Yani, Türkiye Ermenistan'ında, Lübnan'da olduğu gibi, güvence altına alınmış bir Hıristiyan yönetim istiyorlar(9)."

Patrik Nerses, 17 Mart 1878 günü de, İstanbul'daki İngiliz Büyükelçisi Layard'ı ziyaret ederek, "Bir yıl önce Osmanlı idaresinden şikâyetimiz yoktu, ancak Rus zaferi şimdi durumu değiştirdi, Doğu'da bağımsız bir Ermenistan istiyoruz. Eğer siz yardım edemezseniz bunu gerçekleştirmek için Rusya'ya müracaat ederiz." demiş, elçi Ermenistan'dan nereyi kasdettiğini sorunca da, "Van, Sivas, Diyarbakır ve Kilikya" diye cevap vermiştir. Elçinin, "Evet ama bu yerlerin hiçbirinde çoğunlukta değilsiniz." demesi üzerine de, "Bunu biliyoruz, ama şimdi Rusya Doğu'da topraklar kazanıyor, Rusya ile Osmanlı İmparatorluğu arasındaki güç dengesi değişti. Biz de geleceğimizi düşünmeliyiz(10)." diye Ermeniler'in amacını açıklamıştır.

1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı, Osmanlılar'ın barış istemeleri üzerine 31 Ocak 1878 tarihinde Edirne'de yapılan mütareke ile sona ermiş(11), barış şartları ise Ayastefanos (Yeşilköy)'ta tespit edilmiştir. Ayastefanos (Yeşilköy)'ta devam eden barış görüşmeleri sırasında bizzat Nerses Varjabedyan ve bazı Ermeni ileri gelenleri, Rus murahhas heyeti başkanı, Çar'ın kardeşi Grandük Nikola ile görüşerek, antlaşmaya Ermeniler ile ilgili bir madde koydurmayı başarmışlardır. 3 Mart 1878 tarihinde Osmanlı Devleti ile Rusya arasında imzalanan ve gayet ağır hükümler taşıyan Ayastefanos Antlaşması'nın 16. maddesinde geçen "Ermenistan" tâbiri ile böyle bir memleketin varlığı da Osmanlı Devleti'ne kabul ettirilmiştir. Ancak bu anlaşma yürürlüğe girmemiştir.

Ayastefanos Antlaşması'nın Berlin'de tâdil edileceği haberini alan Patrik Varjabedyan, harekete geçerek, toplanacak olan kongreye katılacak bütün devletler nezdinde yoğun bir faaliyette bulunmaya başlamıştır. Bu amaç doğrultusunda Beşiktaş Başpiskoposu Horen Nar Bey, Rusya (St. Petersburg)'ya giderek, Çar II. Aleksandr tarafından kabul edildi. Horen Nar Bey, Çar'dan, Osmanlı Ermenileri'ni himaye etmeye devam etmesini ve Berlin Kongresi'nde davalarını savunmasını rica etmiştir. Eski Patrik Hırimyan'ın başkanlığında bir heyet de Avrupa başkentlerini (Roma, Viyana, Paris, Londra) dolaşarak siyaset adamlarını Ermeni Davası (Hai Tahd)'na kazandırmak için propagandaya çıkmıştır. Bu heyetin elinde, Ermeni isteklerini belirten ve Türkiye'de Ermenistan kurulması için hazırlanan 7 maddeden müteşekkil bir proje bulunmaktadır(12).

Patrik Nerses Varjabedyan da, bir taraftan Manchester Ermeni Komitesi Başkanı Karekin Papazyan'a gönderdiği bir mektupta(13), siyasetlerinin Rusya'ya minnettar kalarak, İngiltere'den ümit ve onun sayesinde hedefleri olan maddî ve manevî refaha ulaşmak olduğunu belirtmiş, diğer taraftan da 30 Haziran'da İstanbul'da İngiliz Büyükelçisi Layard'ı ziyaret ederek projelerini Kongre'ye vermiş olduklarını ifade ederek, İngiltere'nin bu projeyi de desteklemesini istemiştir(14).

Patrik Nerses ayrıca, Osmanlı İmparatorluğu'nda yaşayan Ermeniler'in nüfusları hakkında da büyük devletlere tahrif edilmiş rakamlara ulaşan kilise istatistikleri göndermiştir.

Neticede sun'î mesele, Ayastefanos Antlaşması'nın 16. maddesi fazla değişikliğe uğramadan 13 Temmuz 1878 tarihinde imzalanan Berlin Muahedesi'nin 61. maddesi olarak kabul edildi. Böylece, "Ermeni Meselesi", büyük devletlerin nezâretinde olmak üzere Osmanlı Devleti'nde yapılacak bir "Islâhât Meselesi" halinde tespit edilmiştir.

Berlin Kongresi'ne eski Patrik Hırimyan ile birlikte çevirmen-sekreter olarak katılmış olan Nuryaz Çeraz, 1879 yılında yayınladığı bir broşürde, Berlin Kongresi'nde elde edilenler ile Ermenilerin umutsuzluğa düşmelerine gerek olmadığını vurgulamış ve onlara şöyle hitap etmiştir(15):

"Berlin Kongresi... ilerde kuracağımız millî binanın (Ermeni Devleti'nin) temellerini de attı... Avrupa elimize silâhları verdi; paslanmadan önce bu silâhları kullanmalıyız... Berlin Kongresi ile bir altın madeni elde ettik, bu maden ocağını çalıştırmak ve altını çıkarmak bize düşer."

Görüldüğü gibi broşürde, Ermeniler'e silâhlı eylem tavsiye edilerek, arkalarında Avrupa devletlerinin bulunduğu belirtilmiştir.

Patrik Nerses Varjabedyan, meselenin ihtilâl ve isyan ile halledilmesi gerektiğine inanmış ve bunu hazırlamak için de Patrikhâne'de "Islâhât Komisyonu" adı ile bir komisyon kurmuştur. Bu komisyon tarafından, 1879 yılı ortalarında Piskoposluklara gönderilen genelge, bir cümle ile Ermeniler'i isyana davet ediyordu. Bu genelgede, vilâyetlerdeki Ermeni din adamlarından yapılması istenenler yer almıştır(16).

Bu sıralarda, İstanbul'da Ermeni Patrik vekili olan Başpiskopos Mateos İzmirliyan da boş durmamış, piskoposluklara mektuplar yağdırmakla meşgul olmuştur. Bu mektuplar tetkik edildiğinde, Patrikhâne'nin ihanet içinde bulunduğu, takip edilen hareket tarzının, hükümeti yıkmak, yabancı müdahalesini sağlamak ve neticede muhtariyet elde etmek olduğu görülmektedir(17).

Patrikhâne'nin devlet aleyhindeki çalışmalarının Dahiliye Nazırlığı'na rapor edildiği 1881 ve 1882 yıllarına ait şifreli yazılarında, Sivas valisi Hakkı Paşa aşağıdaki hususlara dikkati çekmektedir(18):

[*]Patrikhâne piskoposlara, ihtilâl ve isyan hazırlıklarını gösteren genelgeler göndermeye başlamıştır. [*]Patrikhâne, aklı başında, yaşlı, ihtilâl ve isyanın Ermeniler için çıkar yol olmadığını, Ermeni milletinin bundan zarar göreceğini kavrayan ve Patrikhâne'nin emirlerine uymayan piskoposlar ile papazları işlerinden atarak (bunların bazılarını öldürtmüştür) yerlerine genç ve ihtilâlci piskopos ve papazları tayin etmiştir. [*]Patrikhâne, gönderdiği gizli genelgeler ile devletin işi olan nüfus sayımına girişerek, Avrupa devletlerine "Altı Vilâyet"te çoğunlukta olduklarını gösterme yolunda çalışmalara başlamıştır. [*]Patrikhane, çeşitli adlar altında (Kıtlıktaki Ermenilere Yardım, Kudüs-ü Şerif Borçlarının Ödenmesi, vb.), Ermenilerden vergiler alarak, Avrupa basınında Ermeniler lehine ve Türkler aleyhine geniş ölçüde propagandaya girişmiştir. Bunun için âdi cinayet olaylarını Ermeniler'in katli gibi göstermeye çalışmış, gerçekle ilgisi olmayan cinayet haberleri çıkarmıştır. Kısaca, olayları tersyüz ederek yalan ve iftiraya dayalı bir kampanya başlatmıştır. [*]Patrikhâne'nin Ermenilerden "yardım" adı altında topladığı yüzbinlerce lirası (altını) bulunmaktadır. Bu paranın bir bölümü ile, Rusya'dan Doğu Anadolu'nun her tarafına sızdırılan silâhlı çeteler, yerli fedâiler ile birlikte terör hareketlerini başlatmışlardır. [*]Papazlar, iki üç yıldan beri, Ermeni okullarındaki küçük çocuklara varıncaya kadar, bütün Ermenilerin zihinlerini zehirleyerek, hükümet emirlerine saygıyı ve itaatı kökünden yıkmışlardır. [*]Patrikhâne, komitelerin kurulmasına öncülük ettiği gibi paraca da büyük yardımlar yapmaktadır. Komitelerin, Patrikhâne'nin idaresinde olduğunu belirtmekte yarar vardır.Nerses Varjabedyan'ın 1884'te ölümünden sonra 1885'te, yerine Erzurum Piskoposu Harutyun Vehabedyan (1885-1888) Patrik seçilmiştir. Vehabedyan, Mıgırdiç Hırimyan ve Nerses Varjabedyan'ın takip ettikleri politikayı tasvip etmemiş ve Türkiye Ermenileri'nin durumunun ıslâhı için Avrupa'dan umut ve medet beklemenin faydasızlığına inanmıştır.

Üç yıl Patriklikte kalan Harutyun Vehabedyan'ın döneminde, Ermeni isyan komiteleri teşkilâtlarını genişletmişler, Avrupa ve Amerika'da şubeler açmışlardır. Artık Ermeni milliyetçiliği, başka bir ifade ile, muhtariyet isteyen ihtilâlci hareket, kilisenin yanında, Ermeni İhtilâlci Partileri'ne geçmiştir. Belli bir etkinlik kazanmış, Avrupa'daki öncülerin modeline göre örgütlenmiş, kendi yayın organına sahip ilk Ermeni siyasî partisi "Armenagan", 1885 yılında Van'da kurulmuştur(19). 1887'de ise Ermeniler, Cenevre'de ilk Marksist partilerini kurmuşlardır. Bunlar, daha sonra 1890'da "Hınçak Ihtilâlci Partisi" adını almışlardır(20).

Harutyun Vehabedyan'dan sonra yerine geçen İzmit Manastırı Başrahibi Horen Aşıkyan(1888-1894) döneminde de, vilâyetlerde çıkan âdi olaylar, oradaki piskoposlar tarafından büyütülmüş, bunlara istenilen şekil verilerek Avrupa'ya "Türk zulüm ve işkencesi"(!) şeklinde aksettirilerek, müdahale edilmesi istenmiştir.

Ancak Ermeni komiteciler, istedikleri faaliyeti göstermiyor kanaati ile Patrik Horen Aşıkyan'a sûikast düzenlemişlerdir. Patrik sadece yaralandı ve bu hadise üzerine istifa etmiştir(21).

Horen Aşıkyan'ın yerine, Mısır'ın eski Ermeni Patriği Mateos İzmirliyan (1894-1896) İstanbul Ermeni Patrikliği'ne seçilmiş, bu durum Hınçaklar'ı sevindirmiştir. O, komitelere bağlı ve üye olan memurları da hizmetine almıştır. İzmirliyan, sadece ihtilâl ve isyan fikrini yaymakla kalmamış, hükümetin yaptığı bütün işleri ağır bir dille eleştirmiş, İngiliz Büyükelçiliği'ne ve Londra gazetelerine raporlar göndermiştir(22).

Mateos İzmirliyan'ın döneminde Ermeni bağımsızlığı için yapılan isyanlar, hemen her vilâyette süratle yayılmaya başlamıştır(23). Bu isyanlar II. Abdülhamid'in dirayeti sayesinde kısa zamanda bastırılmıştır. Gelişmeler üzerine istifa edip Kudüs'e giden İzmirliyan, İstanbul'a dönünce ikinci kez Patrik (1908-1909) ilân edilmiştir(24).

KAYNAKLAR
(3) Bkz. Erdal İlter, Ermeni Mes'elesi'nin Perspektifi ve Zeytûn İsyânları (1780-1880), Ankara 1988, s. 97-II5.
(4) Ermeni Kilisesi'ndeki ruhanî dereceler şunlardır: Katogigos, Patrik, Yepiskopos (Piskopos), Vartabed, Papaz.
(5) Uras, Esat-; a.g.e., s. 417; Nalbandian, Louse-; a.g.e., s. 53; Gürün, Kâmuran-; a.g.e., s. 62, 74.
(6) Buradaki Ermenistan tâbirinden kasıt, Doğu Anadolu'dur. Ancak, Ermenistan tâbirinin, etnik değil, coğrafî bir tâbir olduğu ilim âlemince kabul edilmiştir. "Yüksek/Yukarı/Dağlık Bölge" anlamına gelen Ermenistan adına, XIII. yüzyıldan itibaren tesadüf edilmeyecek ve bölge (Doğu Anadolu) XIX. yüzyılın ikinci yarısına kadar "Türkmen Ülkesi" olarak adlandırılacaktır. Geniş bilgi için bkz., H. Kemal Türközü, Türkmen Ülkesi (Doğu Anadolu) Adı ve Emperyalizmin Etkileri, Ankara 1985, s. 1-12; Kâmuran Gürün, a.g.e., s.l-9; Mehlika Aktok Kaşgarlı, a.g.e., s. 329; Tuncer Baykara, Anadolu'nun Tarihî Coğrafyasına Giriş, Anadolu'nun İdarî Taksimatı, 1, Ankara 1988, s. 24-25,
(7) Uras, Esat-; a.g.e., s. 417; Sonyel, Salahi Ramsdan-; The Ottoman Armenians, s. 41 .
(8) Kilikya, Toros Dağları, Amanos Dağları ve Akdeniz arasında kalan bölgedir. İdarî anlamda ise Kilikya, Osmanlı İmparatorluğu'ndaki Adana Vilâyeti'ne verilen addır. Kilikya'nın sınırları zaman zaman değişmiştir.
(9) F.O. 424/70, Nu. 134/I zikr., Bilâl N. Şimşir, British Documents On Ottoman Armenians (1856-1880), Vol. I , Ankara 19R2, s. 173, Belge Nu. 69.
(10) Gürün, Kamuran-; a.g.e., s. 99.
(11) Nihat Erim, Devletlerarası Hukuk ve Siyâsî Tarih Metinleri: Osmanlı İmparatorluğu Andlaşmaları, C.1, Ankara 1953, s. 381-385.
(12) Projenin tamamı için bkz, Esat Uras, a.g.e., s. 459-485; Enver Ziya Karal, a.g.e., C. VIII, s. 132; L'Angleterre et les Armeniens (18391904), s. 19-22.
(13) Mektubun metni için bkz., Esat Uras, a.g.e., s. 485-486.
(14) Gürün, Kamuran-; a.g.e., s. 104.
(15) Turkey Nu. 4(1880), Nu. 118/I, zikr., Bilâl N. Şimşir, a.g.e., s. 602-606, Belge Nu. 309..
(16) Hocacıoğlu, Mehmed -; Tarihte Ermeni Mezâlimi ve Ermeniler, İstanbul 1976, s. 181-182.
(17) Mektubun mahiyeti için bkz., Aspirations et Agissement Revolutionnaires des Comites Armeniens..., s. 308-310.
(18) Hocaoğlu, Mehmet -; a.g.e., s. 182-185.
(19) Nalbandian, Louise -; a.g.e., s. 90.
(20) Nalbandian, Louise -; a.g.e., s. 104, 1 17.
(21) Uras, Esat-; a.g.e., s. 724-725. Horen Aşıkyan'a, Hınçak Komitesi tarafından gönderilen tehdit mektubu için bkz., Aspirations et Agissement Revolutionnaires des Comites Armeniens..., s. 310-311.
(22) Hüseyin Nazım Paşa, Ermeni Olayları Tarihi, I, Ankara 1994, s. 66.
(23) İsyanların kronolojik sıralaması için bkz., Kâmuran Gürün, a.g.e., s. 139-159.
(24) Uras, Esat -; a.g.e., s. 833; Salahi Ramsdan Sonyel, a.g.e., s. 281.


Meşrutiyet'in İlanı, Kilise-Taşnak-Hınçak İşbirliği



23-24 Temmuz 1908 tarihinde II. Meşrûtiyet'in ilânından sonra Patrikhâne, bütün varlığı ile tam bir komiteci yatağı olmuştur. Ermeni Kilisesi, Meşrûtiyet sonrasında da terörün içindeki yerini almıştır.

Bitlis Rus Konsolosu tarafından İstanbul'daki Rus Büyükelçisi'ne gönderilen 3 Aralık 1910 tarihli ve 602 Numaralı rapor(25), kilise ile Taşnak mensupları arasındaki ilişkiyi bütün açıklığı ile gösterir mahiyettedir.

1909 yılında İstanbul'daki "31 Mart Olayı"nın akabinde, devletin geçici olarak hükümetsiz kalması Ermenilere aradıkları fırsatı vermiştir. Adana'da Ermeni Piskoposu Muşeg'in teşvikleri ile 14 Nisan 1909 tarihinde meydana gelen Ermeni isyanı, Avrupa devletlerinin dikkatlerini çekerek müdahalelerini sağlamak ve Adana, Maraş, Mersin ve İskenderun'da Hınçaklar'ın da yardımları ile bir Ermeni Devleti kurmak amacı ile yapılmıştır(26). 13 gün süren Adana olaylarında 20.000'e yakın Türk ve Ermeni ölmüş, Piskopos Muşeg ise ihtilâlin daha ikinci günü İskenderiye'ye kaçmıştır.

Aynı tarihlerde, 29 Mayıs 1909'da, İstanbul Ermeni Patriği Mateos İzmirliyan, 1907 Ekim'inde ölen Eçmiyazin Katogigosu Mıgırdiç Hırimyan'ın yerine Katogigosluk Makamı'na geçmek için İstanbul'dan hareket etmiş, yerine Patrik olarak Yegiçe Turyan (1909-1911) getirilmiştir(27). Ondan sonra da, Patriklik Makamı'na Hovannes Arşaruni (1912-1913) seçilmiştir(28).


KAYNAKLAR
(25) Aspirations et Agissement Revolutionnaires des Comites Armeniens..., s. 95-103.
(26) 1909 Adana Ermeni olayları hkn. geniş bilgi için bkz.. Cemal Paşa, Hâtırât (1913-1922), İstanbul 1922, s. 249-256; Esat Uras a.g.e., s. 810-829; Mehmet Asaf, 1909 Adana Ermeni Olayları ve Anılarım, yayına hazırlayan İsmet Parmaksızoğlu, Ankara 1982; Salâhi R. Sonyel, "The Turco-Armenian Adana lncidents in the Light of Secret British Documents (July, 1908-December-, 1909)," Belleten, Sayı: 20 i (Aralık 1987), s. 1291-1338.
(27) Jacques de Morgan, a.g.e., s. 369: Raymond H. Kevorkian-Paul B. Paboudjian, Les Armeniens dans L'Empire Ottoman, Paris 1992, s. 29.




Ermeni Katogigosluk Ve Patrikliği Nizamnamesi



Ermeni Patrikhânesi'nin ülkeyi parçalama yolundaki faaliyetleri, Patrikhâne'ye 1863 yılında devletçe, "Ermeni Milleti Nizâmnâmesi" ile verilen hakların tadil edilmesini gerektirmiştir. 10 Ağustos 1916 tarihinde yürürlüğe giren yeni "Ermeni Katogigosluk ve Patrikliği Nizâmnâmesi"(29) ile, biri sırf ruhanî ve üstün durumda Katogigosluk, diğeri yarı ruhanî, yarı siyasî ve idarî Patriklik gibi iki makam yerine, bu ikisinin de yetkilerini toplayan tek bir makam, Katogigosluk-Patriklik Makamı ortaya çıkmıştır. Osmanlı ülkesinde bulunan iki Katogigosluk -Sis (Kozan) ve Akdamar- ve iki Patriklik (İstanbul ve Kudüs) kalkmış, yerlerine tek makam olan Katogigosluk-Patriklik Makamı geçmiş ve onun yeri de devletin siyasî merkezi İstanbul değil, Hıristiyanlığın dinî merkezi Kudüs olmuştur. Patrikhâne meclislerinde de değişiklik yapılmış, 140 kişilik Genel Meclis (Millî Meclis-i Umumî) kaldırılmış, yerine 12 kişilik Dinî Meclis (Meclis-i Ruhanî) ile Karma Meclis kurulmuştur. Osmanlı Devleti, bu yeni nizâmnâme ile Eçmiyazin Katogigosluğu'nun ve Rusya'nın Osmanlı Ermenileri ile ilişkilerini kesmeyi amaçlamıştır. Böylece, Osmanlı Ermenileri Rusya'nın manevî koruyuculuğundan kurtarılmaya çalışılmıştır.

Osmanlı İmparatorluğu, Birinci Dünya Savaşı'ndan yenik çıkmış ve İtilâf Devletleri ile 30 Ekim 1918 tarihinde yaptığı Mondros Mütârekesi hükümlerine göre toprakları işgal edilmiştir. Artık vatanın kurtuluşu ve yeni bir devletin, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulması safhası başlayacaktır.

KAYNAKLAR
(29) BOA, DUİT, Nu. 67/1-I; Nizâmnâme metninin Fransızcası için bkz., Hrant Vartabed, L'Empire Ottoman et L'lndependance de L'Eglise Armenienne, Publications du Dadjar, Nu. 2, Constantinople 1917, s. 80-94.


Patrik Zaven Efendi'nin Çalışmaları



Mondros Mütarekesi, Ermenistan'ın kurulması ortamı için önemli bir adım olmuştur. 1918 Nizâmnâmesi hükümlerine uygun olarak 6 Aralık 1918 tarihinde İstanbul'a gelen Ermeni Patriği Zaven Efendi(30), bağımsız bir Ermenistan kurulması için bir teşkilât kurmuş(31), silâh, mermi ve para yardımlarını toplayarak maddî yönden noksanlarını tamamlamaya çalışmış ve Rum Patrikhânesi'nden de geniş ölçüde destek almıştır(32).

Türkiye Ermenileri'nin temsilcisi olduğu sıfatı ile Bogos Nubar Paşa, 30 Kasım 1918 tarihinde İtilâf Devletleri'ne başvurarak, bağımsız bir Ermenistan'ın kurulmasını ve bu bağımsızlığın İtilâf Devletleri ile Cemiyet-i Akvam'ın himayesi altına konulmasını istemiştir(33). Diğer taraftan, aynı meselenin gerçekleşmesi hususunda çalışmalarda bulunmak üzere Patrik Zaven Efendi de, 12 Şubat 1919 tarihinde İstanbul'dan Paris'e ve oradan da Londra'ya hareket etmiştir. Bogos Nubar Paşa ile de görüşerek onu bazı hususlarda aydınlatan Zaven Efendi, bir taraftan da Lord Cecil, Lord Curzon ve yardımcısı Lord Harding ile görüşmüş, Fransız Chambon ve Yunan Başbakanı Venizelos ile müzakerelerde bulunmuştur(34). Ermenilerin minnettarlığını arz etmek üzere İngiltere Kralı V.George'u da ziyaret etmiştir(35). Londra'dan Paris'e dönüşünde ise Fransa Cumhurbaşkanı ve Başbakanı ile görüşen Zaven Efendi, sonuçtan çok umutlu dönmüştür(36).

Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan ve Lozan'dan sonra Ermeni Sorunu diye bir konu kalmamasından sonra Türkiye'deki Ermeni Kilisesi problem çıkarmak şöyle dursun, Ermeni diasporasının Türkiye'yi sıkıntıya sokan girişimlerine karşı çıkmıştır. Halen Ermeni Patrikhanesi, sözde Ermeni Soykırımı iddialarına karşı tepkisini ortaya koymaktadır.

Nitekim, son 6 ay zarfında yeniden başlatılan propagandalar hakkında 7 Ekim 2000 tarihinde yayınlanan Ceviz Kabuğu adlı TV programa katılan Kandilli Ermeni Kilisesi Başkanı Dikran Kevorkan, soykırım ve tehcir konusunda şunları söylemektedir:

"Soykırım ve Tehcir (bir yerden alıp başka bir yere götürmek) farklı anlamlara gelir. Emperyalistlerin oyunları, Ermeni idarecilerin apolitik düş öncüleri (medya, kiliseler, din adamları) bütün bu olaylara sebep olmuştur. Patrik ruhani bir liderdir, siyasi konularda patrikten görüş alma gibi bir yanlış yapılıyor. Emperyalist güçler ASALA ve PKK'nın arkasında olmasaydı onlar ne yapabilirlerdi?"

Kevorkan'ın "asimilasyon" iddiaları hakkındaki görüşleri ise şöyledir:

"Bugün dünya üzerindeki Ermenilerin en rahatlıkla, en güçlü şekilde kendi kimliklerini muhafaza eden ülke Türkiye'dir. Yurtdışındaki Diasporadaki Ermeni, ismini değiştirerek mücadeleye giriyor. Çünkü oralarda, bir kültür ağırlığıyla, o insanların kültürünü eritmek var. Bugün Türkiye'nin aleyhine konuşulan Diasporadaki Ermeniler çok iyi biliyorlar ki, Amerika'nın belli kiliselerinde kurban ayinleri Pazar günleri İngilizce yapılıyor, Ermeniler ana lisanlarını kaybediyorlar. Bunu söylediğin zaman kötü kişi oluyorsun. Biz onun için Türkiye'deki Ermeni vatandaşlar olarak üzüntümüzü dile getiriyoruz. Ne için? Atatürk'ün emanet ettiği Kuvay-i Milliye ruhuna bir haksızlık yapılmaktadır. Bütün bunlar dışarıdakilerin oyunudur. PKK, ASALA, bu kararname, bütün bunlar dışarıdakilerin oyunu. Biz Türkiye'deki vatandaşlar olarak bir haksızlık yapıldığını düşünüyoruz. Ermeniler eğer akıllıysa maşa olarak kullanılmasınlar."

KAYNAKLAR
(30) 1898-1906 yılları arasında Erzurum'da, 1910'da Van'da, 1919-1913 yılları arasında Diyarbakır'da piskopos olarak çalışan Zaven Efendi, Eylül 1913'de İstanbul Ermeni Patriği seçilmiş, ancak zararlı faaliyetleri sebebi ile 1916'da Bağdad'a gönderilmiş, 1918'de Mondros Mütârekesi'ni müteakip İstanbul'a dönmüştür. Daha fazla bilgi için bkz. Christopher J. Walker, a.g.e., s. 426-427; Ayrıca bkz., Zeki Sarıhan, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, I, Ankara 1993, s. 136-137.
(31) Atatürk, M. Kemal-; Nutuk, I, 1919-1920, İstanbul 1967, s. 2; Selâhattin Tansel , Mondros'tan Mudanya'ya Kadar, I, Ankara 1973, s. 106.
(32) Ergünöz Akçora, "Millî Mücadele Yıllarında Kurulmuş Faydalı ve Zararlı Cemiyetler," TDTD, Sayı: 4 (Nisan 1987), s. 20.
(33) Bogos Nubar Paşa'nın müracaat metni için bkz., Esat Uras, a.g.e., s. 923-924.
(34) Uras, Esat-; a.g.e., s. 943-944.
(35) Uras, Esat-; a.g.e., s. 943-944.
(36) Uras, Esat-; a.g.e., s. 943-947.



Prof. Dr. Sinsi 08-03-2012 03:11 AM

Ermeni Sorunu, İddialar, Gerçekler
 
MİSYONER FAALİYETLERİ

Türkiye'ye gelen ilk misyonerlerin Proteston olduğu ve "British and Foreign Bible Society"ye mensup oldukları ve bu teşkilatın 1804'te kurulmasından sonra İzmir'den Anadolu içlerine misyonerler yollamaya başladığı anlaşılmaktadır. Amerikan misyonerleri 1819'dan itibaren gelmeye başlamışlardır.

1896 yılında Amerika'dan 7, İngiltere'den 4 ayrı Kiliseye bağlı misyonerler Osmanlı topraklarına dağılmışlardır. Sadece Amerikalı olarak 176 misyoner ve bunların yanında 869 mahalli yardımcı çalışmaktadır. Bir misyon bulunan belli başlı Anadolu şehirleri de şunlardır: Bursa, İzmir, Merzifon, Kayseri, Sivas, Trabzon, Erzurum, Harput, Bitlis, Van, Mardin, Antep, Maraş, Adana, Hacin, Ankara, Yozgat, Amasya, Tokat,Arapkir, Malatya, Palu, Diyarbekir, Urfa, Birecik, Elbistan, Tarsus.

Misyoner faaliyetleri, Ermeni isyanlarını desteklemese bile, isyanın zemininin hazırlanmasında önemli rol oynamıştır. İsyanlara takaddüm eden dönemlerde ve isyanlardan sonra vilayetlerden gelen raporlarda misyoner faaliyeti geniş şekilde yer almıştır.


PROPOGANDA

Türklerin en zayıf oldukları sahalardan birisinin propaganda olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu, Osmanlı Devleti'nde de böyleydi. Türkiye Cumhuriyeti'nde de böyle olmuştur. Türklerin propaganda ile ilişkileri, yazılara, yalan iddialara cevap vermeye çalışmaktan ibaret kalmış, yani bir nevi pasif, kendini korumaya matuf bir gayretten öteye geçmemiştir. Bu davranış ise Türklerin daima suçlu durumda gösterilebilmesi için, karşı taraflara çok büyük bir rahatlık ve hareket serbestisi bırakmıştır.

Türkiye ve Türkler aleyhindeki propagandanın özellikle Amerika'da en kesif olduğu tarih şüphesiz 1923 yıllarıydı. Bunun sebepleri hakkında Powell şöyle yazmaktadır:

"Türkler aleyhine derin kök salmış olan düşmanlığı şu sebeplere bağlayabiliriz. Geçmişte Hıristiyan azınlığa ve özellikle Ermenilere reva gördüğü zulüm politikası başta gelir; ikinci olarak dini önyargılar ve siyasi propaganda gelir ki, bunların birisinin nerede bitip diğerinin nerede başladığını söylemek zordur; üçüncüsü mağlup ve parçalanmış olduğunu kabul ettiğimiz bir ülkenin yeniden ortaya çıkışından duyduğumuz üzüntü ve hayal sukutudur ve nihayet Türklerin ısrarla kendilerini savunmayı reddedişleridir."

Powell kitabının 32. Sayfasında bu son sebebe değinmekte ve 1922 yazında Yıldız Köşkü'nde Vahdettin ile yaptığı bir konuşmada Padişahın kendisine söylemiş olduğu şu sözleri nakletmektedir:

"Sizin gazeteleriniz ve dergileriniz, eğer yollasak bir Türkün yazdığı yazıyı basmazlar, eğer basılsa halkınız bunu okumaz, eğer okurlarsa inanmazlar. Hatta Amerika'ya Türk görüşünü sizin dilinizle anlatacak kalifiye birisini yollasak, tarafsız bir dinleyici kitlesi bulabilir mi?"

Padişahın söyledikleri belki doğrudur, nitekim gene aynı kitabın 10. Sayfasında, ismi zikredilmeden, New England'ın muteber din adamlarından birisinin "Türkler hakkında hakikati duymak istemiyorum, ben onlar hakkında çoktandır kanaatimi değiştirdim" dediği nakledilmektedir. Ancak böyle bir noktaya gelinmiş olması Türklerin devamlı susması ve muarızlarının yaydıkları yanlış propagandaların, dini faktörlerin ve politik mülahazaların da ilavesi ile zihinlerde yer etmesi sebebiyledir. Bununla birlikte; "nasıl olsa basılmaz, basılsa okunmaz, okunsa inanılmaz" zihniyeti tamamen aleyhte bir davanın gelişmesine, karşı propagandanın daha rahat ve daha çabuk netice vermesine yardımcı bir unsur olmuştur. Genellikle hemen her ülkede, gazetede çıkan bir makalenin veya bir haberin doğruluğuna inanmak eğilimi vardır.

Din faktörünün ve siyasi değerlendirmelerin Türkiye aleyhindeki havanın gelişip yerleşmesine nasıl yardımcı olduğu ortadadır. İşin içine bir de şuurlu propaganda unsuru girince, durum tabiatıyla daha da değişip, sadece tek taraflı haberlerin verilmesinden öteye, verilen haberlerin içindeki gerçek payının azalması veya tamamen kalkması durumu ortaya çıkabilmiştir. Bunu kanıtlayan bazı ifadeler aynı kitapta şöyle geçmektedir:

"Vahşet olayları çok büyük ölçüde mübalağa edilmiştir. Son dönemlere ait vahşet olaylarının bir kısmı ise hiç vuku bulmamıştır. Amerikan yardım teşkilatının mahalli (İstanbul) basın temsilcilerinden biri, dostlarına açıkça, Amerika'ya sadece Türk aleyhtarı haberler gönderebildiğini, çünkü para getirenin bu olduğunu söylemiştir."

Bu ifade fazla soyut görülebilir. Bu sebeple bazı örnekler verilmesinde fayda vardır:

"Osmanlı Bankası baskını ve takiben Ermenilere vaki saldırılar haberi Avrupa'da yazıldıktan kısa bir süre sonra, resimli gazetelerden bazı sanatkarlar vahşet olaylarının resimlerini yapmak üzere İstanbul'a gönderilmişti. Bunların arasında tanınmış harp muhabiri müteveffa Mr. Melton Prior da vardı. Enerjik ve kararlı tabiatlı, hadiselere tabi olmayıp onların üstüne çıkabilen bir insandı. Bu özel görevi dolayısıyla nazik bir durumda olduğunu bana söyledi. Memleketteki insanlar akıl ermez vahşet olayları duymuş ve bunların temsili resimlerini bekliyordu.

Ölmüş Ermeniler gömülmüş, kadın ve çocuklara ise hiç dokunulmamış, hiç bir Ermeni Kilisesine de saldırılmamış olduğuna göre, bunları nasıl temin edeceği meselesi ortaya çıkıyordu. Namuslu ve Türkleri takdir eden bir insan olarak, şahit olmadığı hususları icat etmeyi reddediyordu. Ancak diğerleri bu derece dürüst değildi. Neticede, bir İtalyan resimli gazetesinde, Kilise içinde kadın ve çocukların katledilişini gösteren korkunç resimler gördüm."

"Yüksek mevkilerdeki Türk görevlileri tarafından Ermenilere karşı yürütüldüğü söylenen vahşi tedip tedbirleri münasebetiyle ismi baş sıralarda geçenlerden biri, Anadolu'da ıslahatla görevlendirilen Müşir Şakir Paşa'dır. 1895 Ekiminde Erzurum'da bulunan Mareşalin, Ermeni ayaklanması sırasında kana susamış bir insan gibi, elinde saati, kendisinden emir bekleyenlere, Ermenilerin tepelenmesine bir buçuk saat daha -bazı versiyonlarda iki saat daha- devam edilmesi talimatını verdiği rivayeti hemen bütün dünyayı dolaşmıştı...

Seyahatimizin gayesini göz önünde tutarak sırasıyla İngiltere Konsolosu Mr. Graves'i, Vali Mehmet Şerif Rauf Paşa'yı, Fransız Konsolosu M. Roqueferrier'yi ve Rus Başkonlososu M. V.A. Maximov'u ziyaret ettik. Bu zevatın hepsine, Şakir Paşa hakkında söylenenlerin doğruluğuna inanıp inanmadıklarını sorduk. M. Rowueferier bunun gülünç ve zevk için uydurulmuş hikayeler olduğunu söyledi ve Şakir Paşa hakkında birkaç takdirkar söz ilave etti."

"Rus Konsolosu M. Maximov: Böyle hikayelerin doğruluğunu tekzip etmek benim görevim değildir, size söyleyebileceğim Şakir Paşa'nın mert ve çok iyi kalpli bir insan olduğudur, kendisini senelerdir tanırım, dostumdur, dedi. İngiliz Konsolosu Mr. Graves, o sırada burada değildim, bu konuda Şakir Paşa'yla da konuşmadım, fakat Vali bunun doğru olmadığını söyledi, bu benim için kafidir, zira Rauf Paşa'nın bizzat söylediklerine tereddütsüz inanırım, dedi."

"Mr. Graves'e ülkeye Ermeni ihtilalcileri gelerek Ermeni halkını isyana teşvik etmeseydi, her hangi bir katliam vuku bulacağını düşünür müydünüz, diye sordum. Şüphesiz hayır, diye cevap verdi. Tek bir Ermeni dahi öldürülmüş olmazdı."

Ne var ki, bu bilgiler hiçbir zaman batı basınında akis bulmamıştır. Tıpkı şu satırlarda ifade edildiği gibi:

"Ekim sonunda (1922) Amerika'da (Near East Relief's) teşkilatı temsilcileri müteveffa Miss Annie T. Allen ve Miss Florence Billings, Yunanlıların geri çekilirken yakmış oldukları Türk köylerinin durumu hakkında hazırladıkları bir raporu Teşkilatın İstanbul'daki merkezine yolladılar. Teşkilat bu raporu aynen M. Llyod George'un İzmir'de Yunanlıların yaptıkları fecaate müteallik Bristol Raporu'nu neşretmeyişi gibi, hiçbir zaman neşretmedi."

Bristol Raporu'nu, Llyod George gerçekten yayınlamamıştır.

"Raporu neşrettirmek istemeyişleri anlaşılmaz bir şey değildir. Ayrıca M. Venizelos da bütün şahsi ağırlığını ortaya koymuştu. Yunan temsilcisi hazır bulunmadan ve şahitlerin ismi gizli tutularak tespit edilen olayların neşrine itiraz etmişti. Böyle yapılmasının, batılı komisyonu değil de, mahalli Yunan otoritelerini ilgilendiren haklı bir yönü vardı.

Yunanistan aleyhine netice verecek bilgileri ortaya koyanlar Yunan işgalindeki bölgelerde yaşıyordu ve Yunan misillememesine maruz bırakılamazlardı. Aynı hukuki endişeler Belçika'daki Alman vahşeti ve Osmanlı İmparatorluğunda Ermenilere uygulanan muamele isimli Bryce Raporu için de geçerliydi. Müttefik hükümetler o aynı sebeplere rağmen ismi geçen raporları neşretmekte mahzur görmemişti."

Toynbee'nin bahsettiği Byrce Raporu, kendisinin editörlüğünü yaptığı İngilizlerin Mavi Kitap'ıdır.

Ancak, nadiren de olsa, tam aksi durumlar da olabilmiştir. İngilizler 18 Eylül 1918 Eylülünde Bakü'yü tahliye zorunda kalmıştı. Gazeteler bu haberi neşrederlerken Ermenilerin hıyanetinden da bahsetmişlerdi. İngiliz propaganda hizmetleri bunun üzerine ciddi telaşa düşmüş ve bu haberin yapabileceği tesiri silmek yolunu tutmuşlardı. Bu maksatla hazırlanmış olan bir memorandumdan alınan aşağıdaki satırlar önemlidir:

"Ermenilerin kredisini düşürmek, Türk ale yhtarlığı davasını zayıflatmak demektir. Türkün, başı felaketten kurtulmayan, asil bir insan olduğu itikadını öldürmek çok güç olmuştur. Bu durum bu itikadı canlandıracak ve Ermenilerin olduğu kadar Zionistlerle Arapların prestijine de zarar verecektir. (...) Türklerin Ermenilere yaptığı muamele, Türk meselesinin radikal şekilde hallini ülkede ve hariçte kamuoylarına kabul ettirmek için Majesteleri Hükümeti'nin elinde en büyük sermayedir."

Propagandanın önemini anlamak için İngilizlerin bu maksatla nasıl bir teşkilat kurmuş olduklarına bakmakta yarar vardır:

"Bir propaganda dairesi konusunda ilk duyduğum husus, 1914 Ağustosunda Walton Heath Golf Kulübü'nde bir Pazar günü öğle yemeğinden sonra Mr. T.P. O'Connor'un Lloyd George'a, Almanların Amerika'da sokaklarda broşürün dağıtmak, gemilerle gelen yolcuların eline birer broşür sıkıştırmak şeklinde başlatmış oldukları propagandaya bir karşılık verilmesi zaruretini söyleyişi idi. Mr. Llyod George, şu ise bir bakıver, Charlie ne yapılabilir, bir düşün, dedi. Mesterman kabul etti."

Mr. Mesterman, eski bir kabine üyesi olup, Avam Kamarası'nda milletvekilidir. Bu tarihten sonra Mr. Masterman'ın bir propaganda bürosunu kurup başına geçtiği bilinmektedir. Büronun mevcudiyeti tamamen gizli tutuluyor, Mr. Masterman, Milli Sağlık Sigortası Komisyonu'ndaki görevinden istifade ederek bu Komisyonun çalıştığı "Wellington House", bürosunun da merkezi haline getirilmiş ve büronun isme "Wellington House" olarak belgelere geçmiştir.

Wellington House'ın çalışma sahası ise şöyle anlatılmaktadır:

"Müttefiklerin davasını, İngilizlerin gayretlerini, Bahriyenin, Ordunun, ticaret filosunun yaptıklarını, İmparatorluğun ekonomik ve askeri imkanlarını, harbin sebep ve gayelerini, Almanya''ın ve müttefiklerinin suçlarını ve vahşetlerini, Belçika'nın davasını, denizaltı savaşının gayri insaniliğini belirleyen olayları yaymak. Kullanılan vasıtalar da kitaplar, broşürler, mecmualar, diagramlar, haritalar, posterler, posta kartları, resimler, fotoğraflar ve sergilerdir."

Büronun sadece İngiltere'de 17 milyon nüsha neşriyat yaptığı ve buna 15 günlük resmi mecmuanın dahil olmadığı belirtilmektedir.

Masterman Bürosu'nun faaliyetleri hakkındaki 118 sayfalık 3. Rapor'un sonunda, basılan kitap ve broşürlerin listesi mevcuttur. 1916 yılının ilk yarısı sonunda basılan kitap ve broşütr adedi 182'dir. Yazarlar arasında Max Aitken, William Archer, Balfour, James Bryce, E. T. Cook, Conan Doyle, Alexander Gray, Archibald Hurd, Rudyard Kipling, A. Lowenstein, C. F. G. Masterman, A. J. Toynbee, H. G. Wells isimlerine de rastlıyoruz. Toynbee'nin yazdığı 3 kitaptan birinin adı da "Ermenilere Yapılan Mezalim"dir.

Masterman Bürosu'nca basılan ve 1975 yılında Amerika'daki bir Ermeni yayınevi tarafından tekrar basılan Mavi Kitap'taki bütün referanslar, Tiflis'te çıkan "Hoziron", Marsilya'da çıkan "Armenia", Londra'da çıkan "Ararat", New York'ta çıkan "Gotchnag" isimli Ermeni gazeteleri ile, misyonerlerden aldıkları bilgileri nakleden Amerika'daki, Ermeni Mezalimi Komitesi'dir. Bu kaynaklara istinaden yazılacak bir kitabın ne olacağı aşikardır. Bu arada şunu da kaybetmekte fayda vardır; İstanbul ve İzmir Ermenileri tehcire tabi tutulmamış olmakla beraber, bu kitaptaki haritada tehcir edilmiş görülmektedirler.

Mavi Kitap'ın nasıl yazıldığına dair bu açıklamadan sonra, propaganda malzemesinin genellikle nasıl toplandığı hakkında, bu konuları etüd etmiş iki yazardan alıntı yapmak faydalı olacaktır. Yazarlardan ilki Arthur Ponsoby ve kitabının adı "Harp Döneminde Yalanlar"dır. 1910'dan 1918'e kadar Avam Kamarası'nda Liberal Parti üyesi olan Ponsoby, daha sonra İşçi Partisi'ne geçmiş, harp aleyhtarı bir kişidir. Kitabını 1928 senesinde yayınlamıştır. Propagandada hangi yollara müracaat edildiği hakkında bazı enteresan kısımlar şöyledir:

"Harbiye Nezareti bir sirküler yaparak, Subayları, düşmanla ilgili savaş olayları hakkında rapor vermeye davet etmiş, olayların mutlak doğruluğunun zaruri olmadığı, normal bir ihtimalin mevcudiyetinin kafi olduğu ilave edilmişti." (Sayfa 20)

"Vahşet yalanları en makbul olanlarıdır: Özellikle bu ülkede (İngiltere) ve Amerika'da onlarsız harp yapılmaz. Düşmanın kötülenmesi bir vatan görevi sayılır." (Sayfa 22)

"Bir netice tevlit etmeyecek alelade olaylarda bile insanların şahitliği mutlak itimat yaratmaz. Ön yargıların, heyecanların, hırsların ve vatanseverliğin hislere karıştığı zamanda ise bir insanın ifadesi tamamen kıymetsiz hale gelir. Vahşet hikayelerinin bütün çevresini kaplayabilmek imkansızdır. Bunlar broşürlerle, posterlerle, mektuplarla ve nutuklarla günlerce ve günlerce tekrarlandı. En can düşmanlarını bile, delil yokluğu sebebiyle mahkum etmekten çekinecek şöhret sahibi kişiler bütün bir milleti akla gelebilecek her türlü vahşilik ve gayri tabii cinayetlerle suçlamak için öncülük yapmakta tereddüt etmediler. " (Sayfa 129)

"Alışılmamış kimseler için bir fotoğraf makinesi ile çekilmiş bir resimde büyük ölçüde itimat edilecek bir ağırlık vardır. Bir enstantane resimden daha otantik bir şey düşünülemez. Hiç kimse bir fotoğraftan şüphe etmeyi aklından geçirmez, bunun için de sahte oldukları, eğer tespit edilebilirse, çok geç ortaya çıkar. Harp süresince fotoğraf montajı bir sanayi haline gelmiştir. Bütün devletler bunu yaptı, ama en eksperleri Fransızlardı." (Sayfa 135)

"1905'teki katliamlar sırasında Rusya'da pek çok resim çekilmişti, etrafında kalabalık bir insan topluluğu bulunan bir sıra cesede ait bu resimlerden biri 14 Haziran 1915 tarihli "Le Miroir"da, (Alman sürülerinin Polonya'daki cinayetleri) başlığı ile basılmıştı. Buna benzeyen diğer pek çoğu da gazetelerde yer aldı. " (Sayfa 136)

İkinci yazar Allen Lane ve kitabının adı "Evdeki Ateşi Yanık Tutun"dur. Kitabın birinci sayfasında ABD Başkanı Coolidge'in, gazetede yazarları birliğinde yaptığı bir konuşma zikredilir. Başkan şöyle konuşmuştur: "Propaganda, olayların bazı kısımlarını aksettirmeye, birbirleriyle irtibatlarını kesmeye ve bütün olay serisi salim bir şekilde tetkik edilse varılması mümkün olmayacak neticeler çıkartmaya çalışır."

Kitaptan bazı pasajlar şöyledir:

"Propagandanın gayesi, işi basitleştirmektir. Propagandayla görevli teşekküllerin ve haber organlarının kabul edecekleri yöntemlerle uzun bir süre, devamlı tekrarlarla, çarpışmaları haklı kılacak bir düşünüş yaratmaktadır. Propagandacı, halkın esasen inanmaya davet edildiği hususlara uyacağı için inanılabilecek, basit tasvirler ve hayaller yaratır. Göbels'in İkinci Dünya Savaşı'nda belirttiği gibi, saf kimselere, düşündükleri ve temenni ettikleri konularda, kendilerinin bulup teyit edemeyecekleri delilleri vermektir." (Sayfa 3)

"Harp zamanında bu, her şeyden evvel, davranışları hakkındaki ön yargılara göre, düşmanın, beklenebilecek bir görünüş ve davranışını yaratmaktadır. Bu da, onu sempatik kılacak bir haberi gizleyip, düşmanı daima nefret uyandıracak bir biçimde takdimi gerektirir." (Sayfa 3)

"Vahşet hikayeleri bütün harplerde ortaya çıkar. Maksat, harbin ilham ettiği nefret ve korkunun üzerinde toplanacağı bir görüntü yaratmaktır." (Sayfa 3)

"Harp, hiç kimsenin uyuşmazlık edemeyeceği ve herkesçe bilinen evrensel ve basit ideallerle haklı gösterilir; hürriyet, adalet, demokrasi, Hıristiyanlık gibi milli hasletlerin timsali olan idealler." (Sayfa 4)

"Karakteristik vahşet hikayeleri, hareket sahasından bir hayli uzaktaki muhabirlerden gelmiştir. Bunlar değişmez şekilde, hüviyeti belirtilmeyen bazı mültecilerin anlattıklarıdır. Çok kere bunlar dahi, ikinci ağızdan duyulan hususlardır." (Sayfa 84)

Propaganda bahsi C. F. Dixon Johnson'un bir cümlesiyle bağlayabilir:

"Bu topyekün katliam hikayelerinin çıkarılmasının, nihai hesaplaşmada, Türkiye'nin zararına olarak, İngiliz Hükümeti tarafından yönlendirildiğini tekrar etmekte tereddüt etmiyoruz."

KAYNAK:
Gürün, Kamuran, Ermeni Dosyası, TTK Basımevi, Ankara 1983, s. 40-44

Prof. Dr. Sinsi 08-03-2012 03:11 AM

Ermeni Sorunu, İddialar, Gerçekler
 
YER DEĞİŞTİRME (TEHCİR)

Ermenilerin binlerce Türk'ün canına mâl olan isyan ve katliamları karşısında bile, Osmanlı Hükümeti'nin ortaya koyduğu sakin ve sağduyulu tavır, belgeleriyle sabittir. Ancak, tedhiş hareketleri bir türlü durmak bilmeyince hükümet, ülkenin çeşitli bölgelerinde yaşayan Ermenileri, savaş bölgelerinden uzak yeni yerleşim merkezlerine götürmek zorunda kalmıştır. Kafkas, İran ve Sina cephelerinin güvenlik hattını oluşturan bölgelerdeki Ermenilerin yerlerinin değiştirilmesi, onları imha etmek değil, devlet güvenliğini sağlamak, onları korumak amacını gütmüştür ve dünyanın en başarılı yer değiştirme uygulamasıdır.

Her şeyden önce, yer değiştirme kararı bütün Ermenilere uygulanmamıştır. Katolik ve Protestan mezhebinde bulunan Ermenilerin yanı sıra, Osmanlı ordusunda subay ve sıhhiye sınıflarında hizmet gören Ermeniler ile Osmanlı Bankası şubelerinde ve bazı konsolosluklarda çalışan Ermeniler devlete sadık kaldıkları sürece göçe tabi tutulmamışlardır. Öte yandan, hasta, özürlü, sakat ve yaşlılar ile yetim çocuklar ve dul kadınlar da sevke tabi tutulmamış, yetimhaneler ve köylerde koruma altına alınarak ihtiyaçları devletçe, Göçmen Ödeneği'nden karşılanmıştır. Bu tablo, Osmanlı'nın yer değiştirme konusundaki iyi niyetini göstermesi açısından önemlidir.

27 Mayıs 1915 tarihli yer değiştirme kanunu ve bu kanuna dayalı olarak çıkarılan emirler çerçevesinde; Erzurum, Van ve Bitlis vilâyetlerinden çıkarılan Ermeniler, Musul'un güney kısmı, Zor ve Urfa sancağına; Adana, Halep, Maraş civarından çıkarılan Ermeniler ise Suriye'nin doğu kısmı ile Halep'in doğu ve güneydoğusuna nakledilmişlerdir.

Bu arada, Ermenilerin sıkça dile getirdiği gibi yer değiştirme sırasında 1.5 milyon Ermeni ölmemiştir. Gerek Osmanlı ve Ermeni, gerekse yabancılara ait istatistikler, I. Dünya Savaşı döneminde Osmanlı topraklarında yaşayan Ermenilerin nüfusunun en fazla 1.250.000 civarında olduğunu göstermektedir. Ne kadar Ermeni'nin yer değiştirme uygulaması çerçevesinde bulundukları yerden çıkarıldığı ve ne kadarının sağ salim yeni yerleşim bölgelerine ulaştığı da belgeleriyle ortadadır. Osmanlı Devleti'nin son nüfus istatistiği 1914 yılında yapılmıştır. Buna göre Ermeni nüfusu 1.221.850'dir. Yer değiştirmeye tabi tutulmayan nüfus; 82.880'i İstanbul, 60.119'u Bursa 'da, 4.548'i Kütahya Sancağı ve 20.237'si Aydın vilayetinde olmak üzere toplam 167.778'dir.

Ermenilerin yer değiştirme uygulaması büyük bir disiplin içinde yapılmıştır. 9 Haziran 1915'ten 8 Şubat 1916 tarihleri arasında Adana, Ankara, Dörtyol, Eskişehir, Halep, İzmit, Karahisarı sahib, Kayseri, Mamuretülaziz, Sivas, Trabzon, Yozgat, Kütahya ve Birecik'ten toplam 391.040 kişi yerleştirilecekleri yeni bölgelerine sevk edilmiş, bunlardan 356.084'ü yerleşim bölgelerine ulaşmıştır. Yani, Ermenilerin yer değiştirme uygulaması sırasında verdiği kayıplar 35.000 kişi civarındadır. Yer değiştirme uygulamasına tabi tutulan nüfus içerisinde yer alan Halep'teki 26.064 Ermeni nüfusu, göç ettirilenler içerisine dahil edilmemiştir. Bu rakam 35.000'den çıkarıldığında geriye 9-10 bin kişi kalmaktadır. Yani Ermenilerin yer değiştirme sırasında verdikleri toplam kayıp 9-10 bin kişiden ibarettir. Bunlar da, Türkler tarafından öldürülmemiş, 500'ü Erzurum-Erzincan arasıda eşkıya grupları tarafından, 2000 civarında kişi, Urfa'dan Halep'e giden yol üzerinde Meskene'de Urban eşkıyaları tarafından, 2000 kişi Mardin'de eşkıya tarafından öldürülmüştür. Dersim bölgesinden geçen kafilelere bölge halkının saldırıları sonucunda yaklaşık 5-6 bin kişi öldürülmüştür. Ancak bunun kesin rakamları Osmanlı arşivlerinde yer almamaktadır. Toplam 9-10 bin kişinin ölmüş olduğu diğer verilerden tespit edilmektedir. Böylece, yer değiştirme sırasında soykırım maksadıyla Osmanlı ordusu tarafından öldürülen bir tek Ermeni yoktur.

Ayrıca, Anadolu ve Rumeli'nin çeşitli bölgelerinden yer değiştirmeye tabi tutulan Ermenilerin sayıları ile, yeni yerleşim merkezlerine ulaşanların sayılarının birbirini tutması, yer değiştirme sırasında herhangi bir katliâm olayının olmadığını da ispat etmektedir.

Öte yandan, Osmanlı Devleti yer değiştirme uygulamasına tabi tuttuğu Ermenilerin nakli sırasında, ağır savaş şartlarına rağmen olağanüstü gayret göstermiş, bu gayret, yabancı diplomatlarca da tesbit edilmiştir. Hükümet, göçmenlerin iaşesi ve korunmasına yönelik büyük harcamalar yapmıştır. Uygulamaya ait belgelerde hangi il ve ilçelerde hastane kurulduğu, Ermeni çocuklarından yetim kalanlar için hangi binanın ayrıldığına kadar detaylı bilgiler verilmektedir. Yer değiştirmeye tabi göçmenlerin; sevk, yerleştirme ve geçimlerinin sağlanması için 1915 yılında 25 milyon, 1916 yılı sonuna kadar ise 230 milyon kuruş harcandığı belgelerden anlaşılmaktadır.

Ermenilerin yer değiştirilmeleri, onları imha etmek değil, devlet güvenliğini sağlamak, onları korumak amacını gütmüştür ve dünyanın en başarılı yer değiştirme uygulamasıdır. Şayet, Osmanlı Devleti Ermeni tebaasından kurtulmak isteseydi; bunu asimilasyon yoluyla veya savaşı gerekçe göstererek rahatlıkla halledebilirdi. Osmanlı, yer değiştirme uygulamasıyla savaş şartlarında her an ölümle burun buruna gelebilecek olan yüz binlerce Ermeni'nin hayatını kurtarmıştır. Nitekim, yeni bölgelere yerleştirilen Ermeniler sağ salim hayatlarını sürdürürken, Rus ordusu saflarında Türklere karşı savaşan Ermeniler, savaş şartları gereği ölmüşlerdir.

Görüldüğü gibi, yer değiştirme uygulaması son derece başarılı bir sevk ve iskan hareketidir. Bugünün şartlarında bile dünyada bir benzeri daha yoktur.


YER DEĞİŞTİRMENİN İLK UYGULAMALARI VE NEDENLER
Yer değiştirme kararı, bağımsız Ermenistan kurma düşüncesiyle, savaş içindeki kendi devletlerini arkadan vuran Ermenilerin verdikleri zararı önlemek gayesiyle zorunlu olarak alınmıştır. Ruslar ve İtilaf Devletleri'nin Ermenileri nasıl kandırdıkları ve kışkırttıkları, belgeleriyle sabittir(1). Savaşta ele geçirdikleri yerlerin kendilerine verileceği ve bağımsızlıklarının tanınacağı gibi vaatlere kanan Ermeniler, birçok ihtilâl cemiyeti kurmuşlardır(2). Ermeniler, yer değiştirme öncesinde başlattıkları tedhiş faaliyetlerini, göç sırasında da sürdürmüşlerdir. Gerek sınır bölgelerinde, gerek iç bölgelerde düşmanla işbirliği yapmışlar; müslüman halka karşı katliâmlarda bulunmuşlardır(3).

Ermenilerin yaptıkları mezalimi anlatan belgeleri bir kitapta toplamaya karar veren Osmanlı Hükümeti, bütün illere yazılar yazarak; Ermeni katliamlarını anlatan belge ve fotoğrafların gönderilmesi istemiştir(4). Toplanan belge ve fotoğrafların ışığında "Ermeni Komitelerinin Faaliyetleri ve İhtilal Hareketleri / Meşrutiyet'in İlanından Önce ve Sonra" adıyla bir kitap yayınlanmıştır(5).

Ermeni mezalimi Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra da devam etmiştir. 1920'de Hanov adlı bir Ermeni komutasında Nahçıvan'a giden 1.200 kişilik birliğin, oradaki müslümanlara yaptıkları mezalim bunun en çarpıcı örneklerinden biridir(6). Ayrıca 3 ve 7 Mart 1921 tarihlerinde Mamuretülaziz (Elazığ) vilâyeti vâli vekili Mümtaz Bey'in gönderdiği telgraflardan, Fransızların korumasına giren Ermenilerin Kilikya'dan Adana'ya kadar bağımsız bir Ermenistan hayali içinde bulundukları anlaşılmaktadır(7).

Bu gelişmeler üzerine, Başkomutan Vekili Enver Paşa duruma bir çare bulmak amacıyla, 2 Mayıs 1915'te İçişleri Bakanı Talat Paşa'ya şu yazıyı göndermiştir:

"Van gölü etrafında ve Van valiliğince bilinen belirli yerlerdeki Ermeniler, isyanlarını sürdürmek için daima toplu ve hazır bir haldedirler. Toplu halde bulunan Ermenilerin buralardan çıkarılarak isyan yuvasının dağıtılması düşüncesindeyim.

3. Ordu komutanlığının verdiği bilgiye göre Ruslar 20 Nisan 1915'te kendi sınırları içindeki müslümanları sefil ve perişan bir halde sınırlarımızdan içeriye sokmuşlardır. Hem buna karşılık olmak ve hem yukarıda belirttiğim amacı sağlamak için, ya bu Ermenileri aileleriyle birlikte Rus sınırı içine göndermek, yahut bu Ermenileri ve ailelerini Anadolu içinde çeşitli yerlere dağıtmak gereklidir.

Bu iki şekilden uygun olanın seçilmesini ve uygulanmasını rica ederim. Bir mahzur yoksa isyancıların ailelerini ve isyan bölgesi halkını sınırlarımız dışına göndermeyi ve onların yerine sınırlarımız içine dışarıdan gelen müslüman halkın yerleştirilmesini tercih ederim(8)".

Yer değiştirme uygulamasının ilk işareti sayabileceğimiz bu yazı ile Enver Paşa, Ermenilerin isyan çıkaramayacak şekilde dağıtılmalarını istemektedir. Söz konusu yazıya göre uygulama yalnızca Ermenilerin isyan ve karışıklık çıkardıkları yerlerde yapılacaktır. Nitekim öyle de olmuştur.

Durumun önemi ve aciliyeti nedeniyle zaman kaybetmek istemeyen Talat Paşa, Meclis'ten henüz bir karar çıkmadan yer değiştirme uygulamasını başlatmış ve bu çok ağır sorumluluğu tek başına üzerine almaktan kaçınmamıştır(9).

Öncelikle Van, Bitlis ve Erzurum bölgelerinde bulunan Ermenilerin savaş bölgesi dışına çıkarılması konusunu ele alan Talat Paşa, 9 Mayıs 1915'te gönderdiği şifre emirlerle Erzurum Valisi Tahsin Bey, Van Valisi Cevdet Bey ve Bitlis Valisi Mustafa Abdülhalık Bey'i konu hakkında bilgilendirmiştir. Talat Paşa söz konusu şifrelerinde, isyan ve ihtilal yapmak için bazı bölgelerde toplu halde bulunan Ermenilerin güneye doğru göç ettirilmesinin kararlaştırıldığını, kararın derhal uygulanması için vâlilere mümkün olan her türlü yardımın yapılması gerektiğini bildirmiştir.

Başkomutanlık'tan 3. ve 4. Ordu Komutanlarına konuyla ilgili bildiri yazıldığını kaydeden Talat Paşa, faydalı sonuçlar verecek bu uygulamanın, Van'la birlikte Erzurum'un güney kısmı, Bitlis'e bağlı önemli kazalar, özellikle Muş, Sasun ve Talori civarını da kapsamasının iyi olacağına dikkat çekmiş ve valilerden ordu komutanlarıyla işbirliği yaparak derhal uygulamaya başlamalarını istemiştir(10).

Ayrıca 23 Mayıs 1915'te 4. Ordu Komutanlığına bir şifre gönderen Talat Paşa, boşaltılmasını istediği yerleri şu şekilde belirtmiştir:[*]Erzurum, Van ve Bitlis vilâyetleri; [*]Maraş şehir merkezi hariç olmak üzere Maraş sancağı; [*]Halep Vilâyetinin merkez kazası hariç olmak üzere İskenderun, Beylan (Belen), Cisr-i Şugur ve Antakya kazaları dahilindeki köy ve kasabalar; [*]Adana, Sis (Kozan) ve Mersin şehir merkezleri hariç olmak üzere Adana, Mersin, Kozan ve Cebel-i Bereket sancakları.Buna göre; Erzurum, Van ve Bitlis'ten çıkarılan Ermenilerin, Musul'un Güney kısmı ile Zor sancağı ve Merkez hariç olmak üzere Urfa sancağına; Adana, Halep, Maraş civarından çıkarılan Ermenilerin ise Suriye vilâyetinin doğu kısmı ile Halep vilâyetinin doğu ve güneydoğusuna nakledilecekleri kararlaştırılmıştır. Göç işlemlerini denetlemek ve yönetmek üzere Mülkiye Müfettişlerinden Ali Seydi Bey Adana bölgesine, Hamid Bey ise Halep ve Maraş bölgesine atanmıştır.

Yeni yerleşim bölgelerine ulaşan Ermenilerin, bölgenin durumuna göre ya mevcut köy ve kasabalarda inşa edecekleri evlere ya da hükümet tarafından belirlenecek yerlerde yeniden kuracakları köylere yerleştirilmeleri ve Ermeni köylerinin Bağdad demiryolundan en az 25 km. uzakta olması şart koşulmuştur.

Yer değiştirmeye tabi tutulan Ermenilerin can ve mallarının korunması, yeme, içme ve dinlenmelerinin sağlanması sevk güzergahında bulunan bölgesel yöneticilere bırakılmıştır. Yerleri değiştirilecek Ermenilerin bütün taşınabilir mal ve eşyalarını birlikte götürebilecekleri ve taşınmaz malları konusunda da ayrıntılı bir emir yazısı hazırlanarak ilgili yerlere ulaştırılması kararlaştırılmıştır(11).

Başkomutanlık, yerleri değiştirilen Ermenilerin yeniden fesat yuvaları oluşturmamaları için 26 Mayıs 1915'te İçişleri Bakanlığı'na bir yazı göndererek şu konuların dikkate alınmasını istemiştir:
[*]Ermenilerin gönderildikleri yerlerdeki nüfusu oradaki aşiret ve müslüman sayısının %10 oranını geçmemelidir. [*]Göç ettirilecek Ermenilerin kuracakları köylerin her biri elli evden çok olmamalıdır. [*]Ermeni göçmen aileleri seyahat ve nakil suretiyle de olsa ev değiştirmemelidir(12).İçişleri Bakanlığı'nın bütün bu önlemleri uygulamaya koyduğu günlerde, 24 Mayıs 1915'te ortak bir bildiri yayınlayan Rusya, Fransa ve İngiltere Hükümetleri, bir aydan beri "Ermenistan" diye adlandırdıkları Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da Ermenilerin öldürüldüklerini ve olaylardan Osmanlı Hükümeti'ni sorumlu tutacaklarını açıklamışlardır(13).

Konunun bu şekilde uluslar arası bir boyut kazanması üzerine Talat Paşa, yer değiştirme uygulamasının yasal bir zemine oturtulması amacıyla hazırladığı bir yazıyı 26 Mayıs 1915'te Başbakanlığa gönderdi(14).

Talat Paşa yazısında, "Osmanlı topraklarına göz diken istilâcıların emellerini gerçekleştirmek için Osmanlı vatandaşı olan Ermeniler arasına ayrımcılık soktuklarını ve yardım ettiklerini; isyan eden Ermenilerin düşmana karşı savaşan Türk ordusunun harekâtını güçleştirmek için her çeşit engellemeleri yaptıklarını; askere gıda maddesi, silah ve mermi ulaştırılmasını engellediklerini; düşmanla işbirliği yaptıklarını; bir kısmının düşman saflarına katıldıklarını, askerî birliklere ve masum halka silâhlı saldırıda bulunduklarını; şehir ve kasabalarda katliam ve yağmacılık yaptıklarını; düşmanın deniz kuvvetlerine gıda maddesi temin ettiklerini ve önemli askeri bölgeleri düşmana gösterdiklerini" açıkladıktan sonra, devletin selâmeti için köklü önleme gereksinim duyulduğunu ve bunun için, savaş bölgesinde olaylar çıkaran Ermenilerin başka bölgelere göç ettirilmesine karar verildiğini ifade etmiştir.

İçişleri Bakanlığı'nın bu yazısı, Başbakanlık tarafından kaleme alınan bir başka yazı ile derhal Meclis'e ulaştırılmıştır. Başbakanlık yazısında Talat Paşa'nın ifadeleri tekrarlandıktan sonra, devletin selâmeti için uygulanmasına başlanılan yer değiştirme uygulamasının yerinde olduğu ve bunun bir yöntem ve kurala bağlanmasının gerektiği dile getirilmiştir(15). Meclis de aynı tarihte uygulamayı kabul eden bir karar almıştır.

Meclis'in bu konu ile ilgili kararnamesinde, devletin varlığının ve güvenliğinin sağlanması uğrunda yapılan mücadeleye, kötü etkisi olan bu gibi zararlı faaliyetlerin önüne etkili yöntemlerle geçilmesinin kesinlikle gerekli olduğu ve İçişleri Bakanlığınca bu konuda alınan önlemlerin son derece doğru ve yerinde olduğu belirtilmiştir. Ayrıca, yerlerinden çıkarılan Ermenilerin gayrimenkul mallarıyla ilgili bir bildiri yayınlanarak, belirlenecek komisyonlar tarafından tespitinin yapılması ve gönderilen Ermenilere gittikleri yerde durumlarına uygun iş sahalarının açılması ve Göçmen Ödeneği'nden kendilerine yardım yapılması kararının alındığı ifade edildikten sonra, göçün güven içinde yapılması konusunda ilgililere gerekli emrin yazılması istenmiştir(16).

Başbakanlık'tan 30 Mayıs 1915 tarihinde İçişleri, Harbiye ve Maliye Bakanlıklarına yazılan yazıda yer değiştirme uygulamasının nasıl yapılacağı şöyle anlatılmıştır(17):
[*]Ermeniler kendilerine ayrılan bölgelere can ve mal güvenlikleri sağlanarak rahat bir şekilde nakledileceklerdir. [*]Yeni evlerine yerleşene kadar yeme-içme giderleri Göçmen Ödeneği'nden karşılanacaktır. [*]Eski malî durumlarına uygun olarak kendilerine emlâk ve arazî verilecektir. [*]İhtiyaç sahipleri için hükümet tarafından ev inşa edilecek, çiftçi ve ziraat erbabına tohumluk, alet ve edevat sağlanacaktır. [*]Geride bıraktıkları taşınır malları kendilerine ulaştırılacak, taşınmaz malları ve değerleri belirlendikten sonra, buralara yerleştirilecek olan müslüman göçmenlere paylaştırılacaktır. Bu göçmenlerin uzmanlık alanları dışında kalan zeytinlik, dutluk, bağ ve portakallıklarla, dükkân, han, fabrika ve depo gibi gelir getiren yerler, açık arttırma ile satılacak veya kiraya verilecek ve bedelleri sahiplerine ödenmek üzere mal sandıklarınca emanete kaydedilecektir. [*]Bütün bu konular özel komisyonlarca yürütülecek ve bu hususta bir emir yazısı hazırlanacaktır.KAYNAK:
Halaçoğlu, Prof. Dr. Yusuf-; Ermeni Tehcirine Dair Gerçekler (1915), TTK Yayını, Ankara 2001.

DİPNOTLAR

[I]1) Şifre Kalemi., nr. 45/115 (23 Eylül 1916 tarihli telgrafla, Van, Bitlis, Mamuretülaziz (Elazığ), Adana, Diyarbekir ve Sivas eyâletlerine bu hususta bildiri göndermiştir).
2) DH. EUM. 2. Şube, Dosya 1, belge 45/2 (bk. belge 670).
3) Şifre Kalemi., nr. 61/50 ; nr. 62/24; nr. 63/175; nr. 64/92; nr. 64/163; nr. 64/194; nr. 66/51; nr. 46/56; nr. 66/192; BA, BEO, nr. 343464 (bk. belge 784).
4) Şifre Kalemi., nr. 62/57; nr. 62/58; nr. 63/241.
5) İstanbul 1916. Aynı eser Fransızca olarak 1917'de yine İstanbul'da yayınlandı. İsmet Parmaksızoğlu tarafından "Ermeni Komitelerinin İhtilâl Hareketleri ve Besledikleri Emeller" adıyla sadeleştirilerek yayınlandı (Ankara 1981).
6) 1 Şubat 1920'de İçişleri Bakanlığı'ndan Başbakanlığa gönderilen yazı (BA, BEO, nr. 341351).
7) Emniyet, Dosya 2 F/3; Emniyet, Dosya 2 F/5 bk. belge 799 ve 800).
8) ATBD, Aralık 1982, sayı 81, belge 1830.
9) Bayur, Aynı eser, III/3, 38.
10) G. K., nr. 52/200; nr. 52/281-282.
11) G. K., nr. 53/94.
12) Genelkurmay, nr. 1/1, KLS 44, Dosya 207, F. 2-3, nakleden, K. Gürün, Aynı eser, s. 213.
13) Bayur, Aynı eser, III/3, s. 37.
14) BA, BEO, nr. 326758.
15) Millet Meclisi Kararnamesi, Defter nr. 198, karar sıra nr. 163 (bk. belge 123); Bayur, Aynı eser, III/3, s.37-38; Gürün, Aynı eser, 213-214.
16) Bayur, Aynı eser, III/3, s. 40-42.
17) BA, BEO, nr. 326758


YER DEĞİŞTİRME (TEHCİR) KANUNU


"Tehcir Kanunu" olarak bilinen; ve fakat Türk ordusu savaş alanında olduğu için cephe gerisinde oluşan isyan ve ayaklanmaları önleme gayesi güden "Savaş zamanında hükümet uygulamalarına karşı gelenler için asker tarafından uygulanacak önlemler hakkına geçici kanun" 27 Mayıs 1915 tarihinde kabul edilmiştir(1). Kanun, 1 Haziran 1915 günü dönemin Resmi Gazetesi Takvim-i Vekayi'de yayınlanarak yürürlüğe girmiştir(2).

Söz konusu geçici kanunun birinci maddesi; ordu, kolordu ve fırka komutanlarına, savaş sırasında Hükümetin emirlerine, ülkenin savunulmasına ve huzurun korunmasına karşı çıkanlara, silâhlı saldırı veya direnişte bulunanlara karşı derhal askeri önlem alma, tecavüz ve direniş sırasında isyancıları yok etme yetkisi vermektedir. İkinci madde ise aynı komutanlara, casusluk ve vatana ihanet ettikleri anlaşılan köy ve kasaba halkını, tek tek veya toplu halde başka yerlere sevk ve iskân ettirme yetkisi vermektedir.

10 Haziran 1915 tarihinde yayımlanan bir emir yazısı (3) ile de, göçe tabi tutulan Ermenilerin malları koruma altına alınmıştır. Bir başkan ile, biri idari diğeri de maliyeci olmak üzere iki üyeden oluşan "Terkedilmiş Mallar Komisyonu" kurulmuştur. Bu komisyonlar, boşaltılan köy ve kasabalardaki Ermenilere ait malları tespit edecek, ayrıntılı defterlerini tutacaktır. Defterlerden biri bölgesel kiliselerde korunacak, biri bölge yönetimine verilecek, biri de komisyonda kalacaktır. Bozulabilir eşya ile hayvanlar açık arttırma ile satılacak ve parası korunacaktır. Komisyon gönderilmeyen yerlerde, bildiri hükümlerini bölgelerdeki görevliler yerine getirecektir. Bu malların Ermeniler dönünceye kadar korunmasından hem komisyon, hem de bölge yöneticileri sorumlu olacaktır.

27 Mayıs 1915 tarihli kanun ve 10 Haziran 1915 tarihli emir yazılarından da anlaşılacağı gibi, Talat Paşa'nın başlattığı ve Meclis'in de uygun gördüğü yer değiştirme uygulaması, "doğrudan doğruya cephelerin güvenini sarsacak bölgeleri" kapsamaktadır. Bunlardan birincisi Kafkas ve İran cephesinin geri bölgesini oluşturan Erzurum, Van ve Bitlis dolaylarıdır. İkincisi ise Sina cephesi gerilerini oluşturan Mersin-İskenderun bölgeleridir. Çünkü Ermeniler bu bölgelerde düşmanla işbirliği yapmakta ve onların çıkarma yapmalarını kolaylaştıracak faaliyetlerde bulunmaktaydılar.

Bununla birlikte; "savaş halinde devlet yönetimine karşı gelenler için askeri birliklerce alınacak önlemleri" içeren kanun, tamamen devleti ve kanun düzenini korumaya yönelik bir yetki kanunudur. En önemli özelliklerinden biri ise; "kanun metninde herhangi bir etnik grup veya zümrenin adından söz edilmemiş ve hatta ima dahi edilmemiş" olmasıdır. Kanun kapsamına giren Müslüman, Rum ve Ermeni asıllı Osmanlı vatandaşları yerlerinden başka yerlere göç ettirilerek yerleştirmeye tabi tutulmuştur. Kanunu, tek bir halka yöneltilmiş olarak görmek, ya bilgi eksikliğinin göstergesidir, ya da kasıtlı davranmanın(4)...

[i]KAYNAK:
Halaçoğlu, Prof. Dr. Yusuf, Ermeni Tehcirine Dair Gerçekler (1915), TTK Yayını, Ankara 2001.

DİPNOTLAR
1) Bayur, Aynı eser, III/3, s.40; Gürün, Aynı eser, 214.
2) Takvîm-i Vekãyi', 18 Receb 1333 / 19 Mayıs 1331, 7. sene, nr. 2189; Y. H. Bayur, Aynı eser, III/3, s. 40
3) ATBD, Aralık 1982, sayı 81, belge 1832.
4) Yıldırım, Dr. Hüsamettin, Ermeni İddiaları ve Gerçekler, Ankara, 2000, sh. 21


YER DEĞİŞTİRME UYGULAMASININ BAŞLANGICI


27 Mayıs 1915 tarihli Sevk ve İskan Kanunu ve kanunun uygulanma şekillerine belirleyen bildirilere uygun olarak; Ermeni kafileleri, yeni yerleşim alanlarına dağıtılmak üzere yol kavşakları üzerinde bulunan Konya, Diyarbekir, Cizre, Birecik ve Halep gibi belirli merkezlerde toplanmışlardır.

Kafilelerin göç ettirildikleri güzergâhlar, göçmenlerin zorluklarla karşılaşmamaları için mümkün olduğu kadar kendilerine yakın yollardan seçilmiştir. Ayrıca güzergâh seçiminde, kafilelerin güvenlik ve korunmalarının sağlanması düşüncesi de önemli rol oynamıştır. Nitekim Kayseri'den, Samsun'dan gönderilenler Malatya üzerinden; Sivas, Mamuretülaziz (Elazığ), Erzurum ve çevresinden gönderilenler ise Diyarbekir-Cizre yolundan Musul'a gönderilmişlerdir(1).

Bununla birlikte, yolların çok kalabalık olması, sancaklarda düzenin bozulması ihtimalinin belirmesi durumlarında, bu güzergahlar dışına da çıkılmıştır(2). Urfa'dan Re'sülayn ve Nusaybin yoluyla gidenler, Arap kabileleriyle diğer aşiretlerin saldırılarından korunmak üzere Siverek yolundan gönderilmişlerdir(3).

Batı Anadolu'dan gönderilen kafileler ise Kütahya-Karahisar-Konya-Karaman-Tarsus üzerinden Kars-ı Maraş-Pazarcık yoluyla Zor'a gönderilmişlerdir(4). Bütün bu güzergâhların seçiminde tren yolları ve nehir nakliye araçlarının bulunduğu yerler tercih edilmiştir. Bu sırada en güvenli yolun tren ve nehir yolculuğu düşüncesi bunda önemli rol oynamıştır.

Nitekim Batı Anadolu'dan yeni yerleşim bölgelerine gönderilenlerin hemen hepsi trenlerle nakledilmişlerdir(5). Cizre yolu ile gönderilenler de tren ve "Şahtur" denilen nehir kayıklarıyla taşınmışlardır(6). Tren ve nehir nakliyatının bulunmadığı yerlerde kafileler hayvan ve arabalarla belli merkezlere toplanmışlar ve buradan trenlere bindirilmişlerdir.

Devlet savaş şartlarına rağmen, yer değiştirme uygulamasının tam bir düzen içinde yürümesi ve kafilelerin herhangi bir zarara uğramaması için elindeki bütün imkânları zorlamıştır. Buna rağmen, cepheye devamlı surette asker ve gıda maddesi göndermek zorunda kalınması yüzünden göçmenleri taşıyacak edecek araç bulmakta zaman zaman zorluklarla karşılaşılmıştır. Bu yüzden istasyonlarda büyük yığılmalar meydana gelmiştir. Araç azlığı, taşımanın yer yer aksamasına yol açtığı gibi(7), hasat mevsimi olması, araba ve hayvana duyulan ihtiyaç yüzünden kafilelerin zorlukla hareket etmelerine sebep olmuştur(8). Bütün bu zor şartlara ve imkânsızlıklara rağmen hükümet, yerleri değiştirilen Ermenileri büyük bir düzen içerisinde yeni yerleşim yerlerine taşımayı başarmıştır.

Nitekim, Amerika'nın Mersin Konsolosu Edward Natan, 30 Ağustos 1915'te Büyükelçi Morganthau'ya gönderdiği raporda, Tarsus'tan Adana'ya kadar bütün hat güzergâhının Ermenilerle dolu olduğunu ve Adana'dan itibaren bilet alarak trenle seyahat ettiklerini, kalabalık yüzünden birtakım sıkıntıların olmasına rağmen Hükümetin bu işi son derece düzenli bir şekilde yönettiğini, şiddete ve düzensizliğe yer vermediğini, göçmenlere yeteri kadar bilet sağladığını, ihtiyacı olanlara yardımda bulunduğunu belirtmiştir(9).

KAYNAK:
Halaçoğlu, Prof. Dr. Yusuf, Ermeni Tehcirine Dair Gerçekler (1915), TTK Yayını, Ankara, 2001.

DİPNOTLAR
1) Şifre Kalemi., nr. 54-A/157; nr. 56/280; nr. 56/387.
2) Şifre Kalemi., nr. 56/278; nr. 56/280; nr. 56/308.
3) Şifre Kalemi., nr. 57/277.
4) Şifre Kalemi., nr. 65/95.
5) DH. EUM. 2. Şube, 68/99; 2. Şube, 68/94; 2. Şube, 68/81; 2. Şube, 68/67; 2. Şube, 68/96.
6) DH. EUM. 2. Şube, 68/101.
7) Meselâ Şifre Kalemi., nr. 54-A/393.
8) Şifre Kalemi., nr. 54-A/59 ; nr. 54-A/96.
9) EUM, Dosya 2D/13 (bk. belge 664).


YERLEŞTİRİLDİKLERİ BÖLGELER


Ermenilerin hangi bölgelerden çıkarılıp hangi bölgelere yerleştirilecekleri Talat Paşa'nın 23 Mayıs 1915 tarihinde 4. Ordu Komutanlığına gönderdiği şifrede belirtilmiştir. Söz konusu şifresinde Talat Paşa, başka vilayetlere götürülecek Ermeniler hakkında bilgi verdikten sonra, Erzurum, Van ve Bitlis vilâyetlerinden çıkarılan Ermenilerin, Musul vilâyetinin Güney kısmı ile Zor sancağına ve Merkez hariç olmak üzere Urfa sancağına yerleştirilmelerini; Adana, Halep, Maraş civarından çıkarılan Ermenilerin ise Suriye vilâyetinin Doğu kısmı ile Halep vilâyetinin Doğu ve Güneydoğusu'na nakledilmesinin uygun olacağını bildirmiştir.

Ancak, Ermeni isyan ve katliamlarının devam etmesi üzerine; 5 Temmuz 1915 tarihinde Adana, Erzurum, Bitlis, Haleb, Diyarbekir, Suriye, Sivas, Trabzon, Mamuretülaziz (Elazığ), Musul vilâyetleriyle "Adana Terkedilmiş Mallar Komisyonu" başkanlığına, Zor, Maraş, Canik, Kayseri ve İzmit mutasarrıflıklarına emir gönderilerek, Ermenilerin yerleştirilmesi için ayrılan bölgelerin, görülen lüzum üzerine genişletildiği bildirilmiştir.

Buna göre, Ermenilerin gönderilip yerleştirilecekleri bölgeler, yöredeki müslüman nüfusun yüzde 10'u oranını geçmeyecek şekilde şöyle belirlenmiştir:

l. Kerkük sancağının İran sınırına 80 km. mesafede bulunan köy ve kasabalar dahil olduğu halde Musul vilâyetinin doğu ve güney bölgesi;

2. Diyarbekir sınırından 25 km. içeride, Habur ve Fırat nehirleri vadisindeki yerleşim yerleri dahil olmak üzere Zor sancağının doğusu ve güneyi;

3. Halep vilâyetinin kuzey kısmı hariç olmak üzere doğu, güney ve güney-batısında bulunan bütün köy ve kasabalarla, Suriye vilâyetinin Havran ve Kerek sancakları dahil olmak üzere demiryolu güzergâhlarından 25 km. dışarıda bulunan kasaba ve köyler(*).

KAYNAK:
Halaçoğlu, Prof. Dr. Yusuf-; Ermeni Tehcirine Dair Gerçekler (1915), TTK Yayını, Ankara 2001.

[I]DİPNOT
(*) G. K., nr. 54/315.


ERMENİLERİN VERDİĞİ KAYIPLAR


Yer değiştirme uygulaması sırasında yeni yerleşim bölgelerine sevk edilen nüfus toplam 438.758, Halep'tekilerle birlikte iskan sahasına varan nüfus ise 382.148'dir(1). Görüldüğü gibi, ikisi arasında 56.610 kişilik bir fark bulunmaktadır.

Göç ettirilenlerle, yeni yerleşim bölgelerine varanlar arasındaki bu 56.610 kişilik fark, belgelerden elde edilen bilgiye göre, şu şekilde ortaya çıkmıştır: 500 kişi Erzurum-Erzincan arasında; 2.000 kişi Urfa Halep arasındaki Meskene'de; 2.000 kişi Mardin civarında eşkıya ve Arap aşiretlerinin saldırısı sonucu katledilmiş, ayrıca bir o kadar, yani yaklaşık 5.000 ve belki de biraz daha fazla kişi de Dersim bölgesinden geçen kafilelere yapılan saldırılar sonucu öldürülmüştür(2).

Bu bilgiler ışığında toplam 9-10 bin kişinin yer değiştirme uygulaması sırasında katledildiği tespit edilmektedir. Ayrıca yollarda açlıktan da ölümler olduğu belgelerden anlaşılmaktadır(3). Bunun dışında tifo, dizanteri gibi hastalıklar ve iklim koşulları sebebiyle de yaklaşık 25-30 bin kişinin öldüğü tahmin edilmektedir ki(4), bu şekilde 40 bine yakın kişi yollarda kaybedilmiştir.

Kalan 10-16 bin kişinin bir kısmı, yola çıkarılmış olmakla birlikte, henüz iskan bölgesine varmadan yer değiştirmenin durdurulması sebebiyle, bulundukları vilayetlerde alıkonulmuştur. Mesela 26 Nisan 1916'da Konya iline, ilde henüz yollarda olan Ermenilerin sevk edilmeyerek il dahilinde iskan edilmeleri için yazı gönderilmiştir(5). Öte yandan yer değiştirme kapsamında bulunan Ermenilerden bir bölümünün Rusya'ya, Batı ülkelerine ve Amerika'ya kaçırıldıkları da tahmin edilmektedir.

Nitekim belgelerde, Osmanlı ordusunda silah altında bulunan Ermenilerden 50.000'inin Rus ordusuna katıldığı, yine Türklerle savaşmak üzere 50.000 Ermeni'nin de Amerikan ordusunda üç-dört yıldır eğitim gördüğü gibi kayıtlar yer almaktadır. Gerçekten de, Amerika'da yaşayan bir Ermeni'nin Elazığ'da dava vekili olan Murad Muradyan'a yazdığı mektupta bu türden bilgiler bulunmaktadır(6).

Mektupta, bir kısım Ermeni'nin Rusya'ya ve Amerika'ya kaçırıldıkları ve Amerika'da eğitilen 50.000 askerin Kafkasya'ya hareket etmekte olduğu açıkça ifade edilmektedir. Bütün bu belgelerden de anlaşılacağı gibi, Osmanlı tebaası pek çok Ermeni, harpten önce ve harp içinde Amerika ve Rusya başta olmak üzere çeşitli ülkeler dağılmışlardır. Mesela ticaret maksadıyla Amerika'da bulunan Artin Hotomyan adlı bir Ermeni'nin 19 Ocak 1915'te Emniyet Genel Müdürlüğü'ne gönderdiği bir mektupta çeşitli yollarla binlerce Ermeni'nin Amerika'ya kaçırıldığı ve bunların aç ve perişan bir halde yaşadıkları ifade edilmektedir(7).

Bu bilgiler, Anadolu ve Rumeli'nin çeşitli bölgelerinden yer değiştirmeye tabi tutulan Ermenilerin sayıları ile, yeni iskan merkezlerine ulaşanların sayılarının birbirini tuttuğunu göstermekte ve dolayısıyla sevk ve iskan sırasında herhangi bir katliam olayının olmadığını ortaya koymaktadır.

KAYNAK:
Halaçoğlu, Prof. Dr. Yusuf-; Ermeni Tehcirine Dair Gerçekler (1915), TTK Yayını, Ankara 2001.

DİPNOTLAR
1) Yer değiştirmeye tabi tutulan edilen ve yeni yerleşim bölgesine varan nüfus ile ilgili olarak belgelerde kesin rakamlar verilmekle beraber, bazı yerlerden net sayılar verilmemesi sebebiyle her ikisi için de artı-eksi % 10 oynama söz konusu olabilir.
2) Mesela Trabzon, Erzurum, Sivas, Diyarbakır, Elazığ, Bitlis illeriyle Maraş ve Canik mutasarrıflarına 26 Temmuz 1915 tarihli şifre telgrafta, savaş başlanıcından beri hastalık ve isyan sebebiyle ne kadar Ermeni'nin öldüğünün bildirilmesi istenmiştir (ŞFR., nr. 54-A/112). Ayrıca Ereğli ve Musul'da Ermeni göçmenler arasında tifüs, dizanteri, sıtma gibi bulaşıcı hastalıkların yaygın olarak görüldüğü anlaşılmaktadır (Konya iline 8 Temmuz 1915 tarihli telgraf, ŞFR., nr.57/337; Zor Mutasarrıf2lığına 3 Şubat 1916, ŞFR., nr.60/219).
3) ŞFR., nr.57/110.
4) Bkz. DH. EUM. 2. Şube, nr.68/81; Ayr. Bkz. ŞFR., nr. 57/51.
5) ŞFR., nr. 63/119.
6) DH. EUM. 2. Şube, nr.2F/14.
7) Bkz. DH. EUM. 2. Şube, nr.2F/94.


Prof. Dr. Sinsi 08-03-2012 03:12 AM

Ermeni Sorunu, İddialar, Gerçekler
 
ERMENİ KAFİLELERİNE YAPILAN SALDIRILAR VE BUNA KARŞI DEVLETİN ALDIĞI TEDBİRLER

Ermenilerin yeni yerleşim bölgelerine nakledilmeleri sırasında bazı kafilelere, özellikle Halep-Zor arasında Arap aşiretleri tarafından yapılan saldırılarda bazı Ermeniler ölmüştür. 8 Ocak 1916 tarihli bir şifre telgraftan anlaşıldığına göre, yapılan araştırma sonucunda Haleb'e bir saat uzaklıktan Meskene'ye kadar olan yollarda aşiretlerin gasp için yaptığı saldırılar sonucu pek çok Ermeni'nin öldürüldüğü(1), Diyarbakır'dan Zor'a ve Saruç'tan Menbiç yoluyla Haleb'e nakledilen Ermenilerden 2.000 kadarının yine Arap aşiretleri tarafından soyuldukları anlaşılmıştır(2).

Diyarbakır bölgesinde Ermeni-gayrımüslim ayırt edilmeksizin, çeteler ve eşkıya tarafından 2.000'e yakın kişinin öldürüldüğü bildirilmiş, bunun üzerine, bu gibi olayların derhal önlenmesini ve kafilelerin geçecekleri yol üzerinde huzurun kesin olarak sağlanmasını, aksi halde eşkıya ve çetelerin hareketlerinden o vilâyetin sorumlu tutulacağı sert bir dille bildirilmiştir(3).

Erzurum-Erzincan arasında 500 kişilik başka bir kafilenin de Kürtlerin saldırısı sonucu öldüğü haberi alınmış, bunun üzerine Diyarbakır, Elazığ (Mamuretülaziz) ve Bitlis vilâyetlerine gönderilen 14 Haziran 1915 tarihli bir şifre telgrafla, göç sırasında yol üzerinde bulunan aşiretler ve köylülerin saldırılarına karşı her türlü yöntemin kullanılması, katle ve gasba yeltenenlerin şiddetle cezalandırılması emredilmiştir(4).

Osmanlı hükümeti, bir yandan düşmanla savaşırken bir yandan da kafilelerin gıda ihtiyaçları ve güvenliklerini sağlamak için olağanüstü gayret göstermiştir. Yerleri değiştirilen Ermenilerin eşkıya tarafından öldürülmeleri veya soyulmaları karşısında her zamanki hassasiyet gösterilmiş ve göçün emniyet içinde yapılması sağlanmaya çalışılmıştır. Göç yolu üzerindeki illerin yöneticilerine yazılan emirlerle Ermeni kafilelerine saldıranların cezalandırılmaları sağlanmıştır.

Bu konuda alınan önlemleri takip eden Hükümet, 5 Eylül 1915 tarihinde Erzurum, Adana, Ankara, Halep, (Bursa) Hüdâvendigâr, Diyarbakır, Sivas, Trabzon, Konya, Elazığ vilâyetleriyle, Urfa, İzmit, Zor, Karesi, Kayseri, Kütahya, Maraş, Karahisar mutasarrıflıklarına çektiği şifre telgrafta, Ermeni kafilelerine zarar verenlerden kaç kişinin cezalandırıldığını sormuştur(5).

Öte yandan, Ermeni kafilelerinin göç ettirilmesi sırasında ihmali veya yolsuzluğu görülen görevlileri belirlemek üzere İnceleme Komisyonları kurulmuştur. Sorgu Mahkemesi Birinci Başkanı Âsım Bey'in başkanlığında Ankara İli Mülkiye Müfettişi Muhtar Bey ile İzmir Jandarma Bölge Müfettişi Kaymakam Muhhiddin Bey'den oluşan bir komisyon, Adana, Halep, Suriye, Urfa, Zor ve Maraş bölgelerine(6); Temyiz Mahkemesi Başkanı Hulusi Bey'in başkanlığında Danıştay üyelerinden İsmail Hakkı Bey'in de katıldığı komisyon Bursa, Ankara, İzmit, Balıkesir (Karasi), Kütahya, Eskişehir, Kayseri, Karahisar-ı Sahip ve Niğde bölgelerine gönderilmişlerdir(7).

Bitlis eski Valisi Mazhar Bey başkanlığında İstanbul Başsavcısı Nihad ile Jandarma binbaşılarından Ali Naki Beylerden oluşan üçüncü bir komisyon ise, Sivas, Trabzon, Erzurum, Elazığ, Diyarbakır, Bitlis ve Canik bölgelerinde görevlendirilmişlerdir. Bu komisyonun başkanı olan ve Sivas'ta bulunan Mazhar Bey'e 3 Ekim 1915'de "gizli" kaydıyla çekilen bir şifre telgrafta, komisyonların vardıkları yerlerde gerekli incelemeleri yaptıktan sonra, sonuçlarını devamlı olarak merkeze rapor etmeleri istenmiştir(8).

Komisyonlara verilen emirlere göre; jandarma, polis, memur ve âmirleri, haklarında yapılacak inceleme sonucuna göre Divan-ı Harp'e sevk edileceklerdir. Divan-ı Harp'e sevk edilenlerin bir listesi de İçişleri Bakanlığı'na verilecektir. Vali ve mutasarrıflar hakkında yapılacak incelemelerin sonuçları önce İçişleri Bakanlığı'na bildirilecek ve verilecek emre göre işlemleri yürütülecekti. Divan-ı Harp başkanları veya üyeleriyle askeri memurlardan da suiistimali görülenler bulunursa, bağlı oldukları ordu komutanlıklarına bildirilecekti.

İnceleme Komisyonlarının verdikleri raporlar ışığında, görevini kötüye kullanan (kafilelerden para ve eşya çalmak, gerekli şekilde koruma görevi yapmadığı için kafilelerin tecavüze uğramalarına yol açmak, sevk emrine aykırı hareket etmek gibi) pek çok görevli, işten el çektirildiler. Bir kısmı Divan-ı Harpler'de yargılanarak ağır cezalara çarptırıldılar(9).

KAYNAK:
Halaçoğlu, Prof. Dr. Yusuf-; Ermeni Tehcirine Dair Gerçekler (1915), TTK Yayını, Ankara 2001.

DİPNOTLAR
1) Şifre Kalemi., nr. 59/244.
2) Şifre Kalemi., nr. 56/140; 55-A/144.
3) Şifre Kalemi.,nr. 54/406; nr. 54-A/73; nr. 54-A/248.
4) Şifre Kalemi., nr. 54/9; nr. 54/162.
5) Şifre Kalemi., nr. 55-A/84.
6) Şifre Kalemi., nr. 56/186.
7) Şifre Kalemi., nr. 56/355; nr. 58/38.
8) Şifre Kalemi., nr. 56/267.
9) Şifre Kalemi., nr. 58/278; nr. 58/141; nr. 55-A/156; nr. 55-A/157; nr. 61/165; nr. 57/116; nr. 57/413; nr. 57/416; nr. 57/105; nr. 59/235; nr. 54-A/326; nr. 59/196.


YER DEĞİŞTİRMEYE TABİ TUTULMAYAN ERMENİLER


Yer değiştirme kararı bütün Ermenilere uygulanmamıştır. Başlangıçta bazı bölgelerde (Urfa'da Germiş ve Birecik, Erzurum, Aydın, Trabzon, Edirne, Canik, Çanakkale, Adapazarı, Halep, Bolu, Kastamonu, Tekirdağ, Konya ve Karahisar-ı sahip) yaşayan Ermenilerin bir bölümü göç dışında bırakılmışlardır(1). Fakat, daha sonra bunların da çeşitli şiddet olaylarına karıştıkları görülünce büyük bir kısmı göç ettirilmişlerdir(2). Hasta ve âmâlar yer değiştirmeye tabi tutulmadıkları gibi, Katolik ve Protestan mezhebinden olanlar, asker ve aileleriyle, memurlar, tüccarlar, bazı amele ve ustalar da göç ettirilmemişlerdir. Nitekim illere gönderilen telgraflarda, hasta, âmâ, sakat ve yaşlıların sevk edilmemeleri ve şehir merkezlerine yerleştirilmeleri istenmiştir(3).

2 Ağustos 1915 ve 15 Ağustos 1915 tarihinde ilgili illere gönderilen telgraflarla Katolik ve Protestan mezhebinde bulunan Ermenilerin göç ettirilmemesi ve bulundukları şehirlere yerleştirilerek nüfus sayılarının bildirilmesi emredilmiştir(4). Bu gibiler, il içinde şehirlere yerleştirilmişlerdir(5). Yanlışlıkla göç ettirilenler ise, araştırılarak o sırada bulundukları şehirlere yerleştirilmişlerdir(6). Fakat, göç dışı tutulanlardan, zararlı eylemleri görülenler; ister Katolik, ister Protestan olsun yeni yerleşim bölgelerine sevk edilmişlerdir(7).

15 Ağustos 1915'de illere gönderilen şifre telgrafla, Osmanlı ordusunda subay ve sağlık sınıflarında hizmet gören Ermeniler ve aileleri bulundukları yerlerde bırakılarak göç ettirilmemişlerdir(8). Bunun yanı sıra, merkezdeki ve taşradaki Osmanlı Bankası şubelerinde, reji idaresinde ve bazı konsolosluklarda çalışan Ermeniler de hükümete bağlı kaldıkları ve iyi halleri görüldükleri sürece tehcire tabi tutulmamışlardır(9).

Ayrıca, yetim çocuklar ve dul kadınlar da göç ettirilmeyerek, yetimhanelerde ve köylerde koruma altına alınmışlar ve kendilerine maddi yardımda bulunulmuştur(10). Yer değiştirme sırasında yetim kalan çocuklar da Sivas'a gönderilerek oradaki yetimhanelere yerleştirilmişlerdir(11). Korunmaya muhtaç Ermeni aileler hakkında 30 Nisan 1916'da genel bir emir yayınlanmıştır.

Bununla, erkekleri göç ettirilen veya askerde bulunan kimsesiz ve velisiz aileler, Ermeni ve yabancı bulunmayan köy ve kasabalara yerleştirilmiş, gıda ihtiyaçları Göçmen Ödeneği'nden verilmiştir. 12 yaşına kadar olan çocuklar, bölgelerindeki yetimhanelerin yeterli olmadığı yerlerde, zengin müslüman ailelerin yanına verilerek yetişmeleri ve eğitimleri sağlanmıştır. Hali vakti yerinde olmayan müslüman ailelerine Göçmen Ödeneği'nden çocukların gıda masrafı olarak 30 kuruş ödenmiştir. Genç ve dul kadınların kendi rızalarıyla, müslüman erkeklerle evlenmelerine izin verilmiştir(12).

KAYNAK:
Halaçoğlu, Prof. Dr. Yusuf-; Ermeni Tehcirine Dair Gerçekler (1915), TTK Yayını, Ankara 2001.

DİPNOTLAR
1) Şifre Kalemi., nr. 54-A/155; nr. 56/114; nr. 56/225; nr. 56/226; nr. 57/89; nr. 57/177; nr. 59/218.
2) Şifre Kalemi., nr. 54-A/271; nr. 54-A/272 (22 Temmuz 1331/4 Ağustos 1915).
3) Şifre Kalemi., nr. 56/27; nr. 67/186.
4) Şifre Kalemi., nr. 54-A/251; nr. 55/20.
5) Şifre Kalemi., nr. 56/112 (6 Eylül 1331/19 Eylül 1915, Konya vilayetine).
6) Bu hususta 13 Eylül 1331/26 Eylül 1915'de Sivas (Şifre Kalemi., nr. 56/176), Mamuretülaziz ve Diyarbekir vilayetlerine (Şifre Kalemi., nr. 56/172); 1 Teşrinisâni 1331/14 Kasım 1915'de Konya (Şifre Kalemi., nr. 58/2) ve Ankara vilayetlerine (Şifre Kalemi., nr. 58/159) telgrafla emirler gönderilmiştir.
7) Ağustos 1331/2 Eylül 1915 tarihinde Adana vilayetine bu yolda bir telgraf gönderilmiştir (Şifre Kalemi., nr. 55-A/23).
8) Şifre Kalemi., nr. 55/18.
9) Şifre Kalemi., nr. 56/36 (3 Eylül 1331/16 Eylül 1915); nr. 56/243 (17 Eylül 1331/30 Eylül 1915); nr. 56/360 (28 Eylül 1331/11 Ekim 1915).
10) Şifre Kalemi., nr. 54/411; nr. 54/450; nr. 54-A/325.
11) Şifre Kalemi., nr. 61/ 18-20.
12) Bu emir Adana, Erzurum, Edirne, Halep, Hüdavendigâr, Sivas, Diyarbekir, Mamuretülaziz, Konya, Kastamonu, Trabzon vilayetleriyle, İzmit, Canik, Eskişehir, Karahisar-ı sahib, Maraş, Urfa, Kayseri, Niğde mutasarrıflıklarına (Şifre Kalemi., nr. 63/147) ve 17 Mayıs 1332/30 Mayıs 1916'da da Ankara vilayetine (Şifre Kalemi., nr. 64/162) gönderilmiştir.



YERLERİ DEĞİŞTİRİLEN ERMENİLERİN İHTİYAÇLARININ KARŞILANMASI VE YAPILAN HARCAMALAR


Hükümet, Ermeni tehcirine başlamadan önce bütün vilâyetlere yazılar yazarak, bölgelerinden geçecek kafilelerin bütün ihtiyaçlarının karşılanması için önlem alınmasını ve yiyecek stoklanmasını istemiştir(1).

Gıda sağlanması için Göçmen ve Aşiret Yerleştirme Müdürlüğü'ne çeşitli emirler verilmiştir(2). İhtiyaçların belirlenmesi ve sağlanması için Göçmen ve Aşiret Yerleştirme Müdürü Şükrü Bey bizzat görevlendirilmiştir(3). Göç ettirilen Ermenilerin taşınması sırasında kafilelerin ihtiyaçlarının karşılanması için Konya'ya 400.000, İzmit sancağına 150.000, Eskişehir sancağına 200.000, Adana vilâyetine 300.000, Halep vilâyetine 300.000, Suriye vilâyetine 100.000, Ankara vilâyetine 300.000(4), Musul vilâyetine de 500.000 kuruş olmak üzere(5) toplam 2.250.000 kuruş tahsis edildiği belgelerden anlaşılmaktadır(6).

Yer değiştirmeye tabi tutulan Ermenilerin sevk, yerleştirme ve geçimlerinin sağlanması için 1915 yılında 25 milyon, 1916 yılı sonuna kadar ise toplam 230 milyon kuruş harcandığı belgelerden anlaşılmaktadır(7).

Ayrıca vilâyetler kendi imkânlarına göre yardımlarda bulundukları gibi, zaman zaman ihtiyaç durumuna göre merkezden yeni para tahsisleri de yapılmıştır(8). Bu arada Amerika'dan Ermeni göçmenlere verilmek üzere gönderilen bir miktar para da Amerikan misyonerleri ve konsolosları tarafından Hükümetin bilgisi dahilinde Ermenilere dağıtılmıştır(9). Bunun dışında Amerika'da yaşayan bazı Ermenilerin, aralarında topladıkları paraları gizli yollardan göçe tabi tutulan Ermenilere gönderdikleri anlaşılmıştır(10).

Osmanlı Hükümeti, yer değiştirme için bu kadar büyük paralar harcarken, bir yandan da göçe tabi tutulan Ermenilerin devlete ve şahıslara olan borçlarını ya ertelemiş ya da tamamen defterden silmiştir. Nitekim, Talat Paşa'nın 1 Haziran 1915'te Maraş Mutasarrıflığına gönderdiği bir şifre telgrafta Ermenilerin borçlarının alınmaması istenmiş(11), bütün vilâyetlere 4 Ağustos 1915'te gönderilen bir başka emirde ise, yerleri değiştirilen Ermenilerin vergi borçları ertelenmiştir(12).

Diğer taraftan göç halindeki kafilelere hastalık durumlarında tedavi edilmeleri için sağlık görevlileri atanmıştır(13). Ayrıca, yer değiştirmeye tabi tutulanlar arasında bulunan suçlu zanlıları hakkındaki takibat da ertelenmiştir(14).

KAYNAK:
Halaçoğlu, Prof. Dr. Yusuf-; Ermeni Tehcirine Dair Gerçekler (1915), TTK Yayını, Ankara 2001.

DİPNOTLAR
1) Şifre Kalemi., nr. 55/291; nr. 55/341; nr. 57/345; nr. 57/351.
2) Şifre Kalemi., nr. 55/152; nr. 55/291; nr. 55/341; nr. 55-A/17; nr. 55-A/77; nr. 55-A/135; nr. 57/110.
3) Şifre Kalemi., nr. 55-A/16 (18 Ağustos 1331/31 Ağustos 1915 tarihli telgraf).
4) Şifre Kalemi., nr. 55-A/17.
5) Şifre Kalemi., nr. 53/305.
6) İskân-ı Aşâir ve Muhâcirîn Müdiriyeti'nin 1331 yılı bütçesi 78.000.000 ; 1332 bütçesi ise 200.000.000 kuruş idi ve bu meblağ, tehcire tâbi tutulan Ermeni, Rum ve Araplarla, düşman istilâsına uğrayan bölgelerden gelen müslüman muhacirlere sarfedilmekteydi (BA, BEO, nr. 334063).
7) Yıldırım, dr. Hüsamettin, Ermeni İddiaları ve Gerçekler, Ankara 2000, s. 35
8) Şifre Kalemi., nr. 53/305; nr. 55-A/118.
9) Şifre Kalemi., nr. 60/281.
10) Şifre Kalemi., nr. 60/178.
11) Şifre Kalemi., nr. 53/200.
12) Şifre Kalemi., nr. 54-A/268.
13) Şifre Kalemi., nr. 54-A/226.
14) Kânun-u evvel 1331/14 Aral_k 1915 tarihinde Adliye ve Mezâhib Nezareti'nden Sadaret'e yazılan bir tezkire ile sevkedilenlerin mahkemelerinin gönderildikleri yerlerde, sevkedilmeyenlerin ise bulundukları yerlerde görülmesi kararı alındığı bildirilmektedir (BA, BEO, nr. 329176).


YER DEĞİŞTİRMEYE TABİ TUTULAN ERMENİLERİN MALLARI


10 Haziran 1915 tarihinde yayınlanan bir emir yazısı ile yer değiştirmeye tabi tutulan Ermenilerin malları koruma altına alınmıştır. Emir yazısına göre, bozulabilir mallarla hayvanlar veya işletilmesi zorunlu olan imalâthanelerin kurulan komisyonlar tarafından açık arttırma ile satılması ve paralarının sahiplerine yollanması karara bağlanmıştır.

Osmanlı hükümetinin bu emrin uygulanması sırasında büyük titizlik gösterdiği anlaşılmaktadır. Herhangi bir suistimale meydan vermemek için büyük bir dikkat göstermiştir. Terkedilmiş Mallar Komisyonları eliyle, değerleri üzerinden sahipleri adına müzayede yoluyla satılan malların paraları kendilerine ödenmiştir(1).

Bu satışlar sırasında bir takım dedikoduların çıkması üzerine hükümet, 3 Ağustos 1915'te mutasarrıflıklara, illere ve Terkedilmiş Mallar Komisyonlarına şifre telgraf göndererek, adı geçen malların devlet memurlarınca satın alınmasını, çeşitli suistimallere meydan vereceği gerekçesiyle yasaklamıştır(2). Ancak daha sonra bu karar, bazı illere gerçek değeri üzerinden ve peşin para ödenmesi şartıyla kaldırılmıştır(3).

Hükümet her türlü yolsuzluğu önleyecek önlemleri almaktan geri durmamıştır. Nitekim 11 Ağustos 1915'te Sivas Terkedilmiş Mallar Komisyonu Başkanlığına gönderilen bir şifre telgrafta, vurgunculuk ve kötüye kullanmaları engelleyecek önlemlerin alınması istenmiştir(4). Yine aynı tarihte bütün illere gönderilen bir emir ile de bu konuda alınacak önlemler ve uygulamalar maddeler halinde belirtilmiştir(5).

Bu emre göre;

"Boşaltılan bölgelere hiçbir şüpheli şahıs sokulmayacağı; eğer bazı şahıslar ucuza mal satın almışlarsa, satışların geçersiz sayılacağı ve gerçek değeri belirlenerek, yasal olmayan bir çıkar sağlanmasına meydan verilmeyeceği; yerleri değiştirilen Ermenilerin istedikleri eşyayı yanlarında götürmelerine izin verileceği; götüremeyecekleri eşyadan, durmakla bozulacak olanların zorunlu olarak satılacağı, fakat bozulmayacak durumdaki eşyaların sahipleri adına korunacağı; taşınmaz malların kiralanma, başkasına devredilme ve rehin gibi işlemlerinin sahipleriyle olan ilgilerinin bozulmamasına dikkat edileceği ve göçün başladığı tarihten itibaren bu hükümlere aykırı olarak yapılan uygulamalar varsa geçersiz sayılacağı; bu mallar hakkında anlaşmazlık durumlarına meydan verilmeyeceği; göçe tâbi tutulan Ermenilerin, mallarını yabancılar dışında istediği kimseye satmalarına izin verileceği" kayıt altına alınmıştır(6).

Emir yazılarındaki bu hükümler büyük bir titizlikle uygulandığı gibi, yerleri değiştirilen Ermenilerden kalan sanat ve ticaret müesseselerinin de iskân şirketleri kurularak, değerleri üzerinden bu şirketlere devredilmesi sağlanmıştır(7). Satılan malların bedelleri Terkedilmiş Mallar Komisyonları tarafından sahiplerine gönderilmiştir(8).

KAYNAK:
Halaçoğlu, Prof. Dr. Yusuf-; Ermeni Tehcirine Dair Gerçekler (1915), TTK Yayını, Ankara 2001.

DİPNOTLAR
1) Şifre Kalemi., nr. 53/303.
2) Şifre Kalemi., nr. 54-A/259.
3) Şifre Kalemi., nr. 55/107.
4) Şifre Kalemi., nr. 54-A/385.
5) Yerleri değiştirilen Ermenilerin malları hakkında çıkarılan kanun metinleri için bk. "Âhar mahallere nakledilen eşhâsın emvâl ve düyûn ve matlûbât-ı metrûkesi hakkında kãnûn-u muvakkat", Takvîm-i Vekayi', 14 Eylül 1331 ve 18 Zilkade 1333, nr. 2303, 7. sene; ayrıca bk. Y. H. Bayur, Türk inkılâbı Tarihi, Ankara 1957, III/3, s. 45-46.
6) Şifre Kalemi., nr. 54-A/388.
7) Şifre Kalemi., nr. 61/31; nr. 60/275; nr. 60/277.
8) Şifre Kalemi., nr. 57/348; nr. 57/349; nr. 57/350.


YERLERİ DEĞİŞTİRİLEN ERMENİLERİN GERİ GETİRİLMESİ


Yer değiştirme sırasında gerek iklim şartları, gerekse meydana gelen yığılmalar yüzünden zaman zaman göçün durdurulduğu olmuştur. 25 Kasım 1915'ten itibaren vilâyetlere gönderilen emirlerle, kış mevsimi dolayısıyla göç geçici olarak durdurulmuştur(1). 21 Şubat 1916'da bu emir, Ermeni yer değiştirmesine son verilmesi şeklinde bütün vilâyetlere ulaştırılmıştır. Ancak, bunun zararlı kimseleri kapsamayacağı, komitalarla ilgisi olanların derhal toplatılarak Zor sancağına gönderilmeleri gerektiği belirtilmiştir(2).

Osmanlı Hükümeti görülen idarî ve askerî gereksinim üzerine 15 Mart 1916 tarihinden itibaren vilâyetlere ve sancaklara gönderdiği genel bir emirle, Ermeni göçünün durdurulduğunu ve bundan böyle hiçbir gerekçeyle yer değiştirme yapılmayacağını bildirilmiştir(3).

Yer değiştirmenin tamamlanmasından sonra, Ermenilerin çoğunlukla Suriye vilâyeti dahilinde yerleştirilmeleri sebebiyle, İstanbul'daki Ermeni Patrikhanesi 10 Ağustos 1916'da kapatılarak Kudüs'e nakledilmiştir. Sis ve Akdamar Katogikoslukları da birleştirilerek Kudüs'e kaldırılmıştır(4). Yeni kurulan patrikhanenin başına da Sis Katogikos'u Sahak Efendi getirilmiştir(5).

I. Dünya Savaşı'nın sona ermesinin ardından Osmanlı Hükümeti yer değiştirmeye tabi tutulan Ermenilerden isteyenlerin tekrar eski yerlerine iade edilmeleri için bir kararname çıkarmıştır. 4 Ocak 1919'da İçişleri Bakanı Mustafa Paşa'nın Başbakanlığa gönderdiği yazıda, Ermenilerden dönmek isteyenlerin eski yerlerine nakledilmeleri konusunda ilgili yerlere emir verildiği ve gereken önlemlerin alındığı belirtilmektedir(6). Hükümetin hazırladığı 31 Aralık 1918 tarihli dönüş kararnamesi şöyledir:[*]Sadece geri dönmek arzusunda bulunanlar göç ettirilecek, bunun dışında kimseye dokunulmayacak.[*]Yerlerine iade edileceklerin, yollarda perişan olmamaları ve dönüş mahallerinde konut ve geçim sıkıntısı çekmelerinin önlenmesi için gerekli önlemler alınacak; gidecekleri bölgelerin idarecileriyle irtibat kurulup bu konudaki önlemler sağlandıktan sonra göç ve geri dönüş işlemlerine başlanacaktır.[*]Bu şartlar dahilinde dönecek olanlara ev ve arazileri teslim edilecektir.[*]Yerlerine daha önce göçmen yerleştirilmiş olanların evleri tahliye edilecek.[*]Açıkta kimse kalmaması için geçici olarak birkaç aile bir arada yerleştirilebilecek.[*]Kilise ve okul gibi binalar ile gelir getiren yerler, ait olduğu cemaate geri verilecek.[*]Yetim çocuklar, istenildiği takdirde kimlikleri dikkatlice belirlenerek velilerine veya cemaatlerine iade olunacak[*]Din değiştirmiş olanlar arzu ederlerse eski dinlerine dönebilecekler.[*]Din değiştirmiş olan Ermeni kadınlardan, bir müslümanla evli bulunanlar eski dinlerine dönme konusunda serbest bırakılacaklar. Eski dinlerine döndükleri takdirde kocasıyla aralarındaki nikâh bağı kendiliğinden bozulmuş olacaktır. Eski dinine dönmek istemeyen ve kocasından ayrılmaya razı olmayanlara ait sorunlar ise mahkemelerce halledilecektir.[*]Ermeni mallarından, henüz kimsenin kullanımında bulunmayanlar, kendilerine teslim edilecek; hazineye devredilenlerin iadesi de, mal memurlarının onayı ile karara bağlanacak. Bu konuda ayrıca açıklayıcı tutanaklar hazırlanacak.[*]Göçmenlere satılan mülklerin sahipleri döndükçe, peyderpey bunlara teslim edilecek. Bu konuda 4. madde aynen uygulanacak.[*]Göçmenler, ellerinde bulunan ve eski sahiplerine iade edilecek olan ev ve dükkânlarda tamirat ve ilâveler yapmışlarsa ve arazi ve zeytinliklerde ekim yapmışlarsa, her iki tarafın da hukuku gözetilecek.[*]Ermenilerden muhtaç olanların dönüşlerinde göç ve geçim masrafları, Harbiye Ödeneği'nden karşılanacak.[*]Şimdiye kadar ne miktar sevkiyat yapıldığı ve bundan sonra her ayın on beşinci ve son günlerinde nerelere ne kadar sevkiyat olduğu bildirilecek.[*]Osmanlı sınırları dışına çıkıp da geri dönmek isteyen Ermeniler, yeni bir emre kadar kabul edilmeyecek.Yukarıda açıklanan kararnamedeki hükümler, Ermenilerin yanı sıra Rum göçmenler için de geçerliydi.

KAYNAK:
Halaçoğlu, Prof. Dr. Yusuf-; Ermeni Tehcirine Dair Gerçekler (1915), TTK Yayını, Ankara 2001.

DİPNOTLAR
1) Şifre Kalemi., nr. 57/273; nr. 58/124; nr. 58/161; nr. 59/123; nr. 60/190.
2) Şifre Kalemi., nr. 61/72.
3) Şifre Kalemi., nr. 62/21.
4) Ermeni Patrikhanesi için 1916'da yapılan yeni nizamnâme hakkında bk. Y. H. Bayur, Türk İnkılâbı Tarihi, III/3, s. 57-59.
5) Şifre Kalemi., nr. 66/202; nr. 66/220; nr. 63/136.
6) BA, BEO, nr. 341055. Dahiliye Nezareti'nin bu yazısı, Sadaret tarafından 26 Kânun-u evvel 1334 (8 Ocak 1919) tarihinde, ilgili olması sebebiyle Adliye ve Mezahib Nezareti'ne de havale edilmiştir.




YER DEĞİŞTİRME UYGULAMASININ YURTDIŞINDAKİ YANKILARI


Yer değiştirmenin yapıldığı bölgelerde bulunan yabancı gözlemciler, savaş içinde olmasına rağmen Osmanlı Hükümeti'nin bu işi büyük bir titizlikle ve iyi bir şekilde yürüttüğünü yazdıkları halde, Batı basını olayları saptırarak vermeyi tercih etmiştir. Nitekim Amerika'nın Mersin'deki konsolosu Edward Natan, yer değiştirmenin son derece düzen içinde yapıldığını raporunda belirttiği halde(1), İstanbul'daki büyükelçi Morgantau olayları tamamen ters şekilde ülkesine bildirmiş ve Amerikan basını da bunları Türkler aleyhine kullanmıştır.

Gazetelerde çıkan iddialara göre Morgantau, Osmanlı Hükümeti'ne rüşvetler vererek bazı Ermenileri satın alarak Amerika'ya göndermiş; ayrıca İstanbul'daki İngiliz, Rus ve Fransız vatandaşlarını da kurtarmıştır. Gazetelerde çıkan bütün bu yalan ve yanlış bilgileri, Amerika'da bulunan bir Türk vatandaşı 14 Eylül 1915 tarihinde Osmanlı Hükümeti'ne rapor etmiştir(2).

Bununla beraber Ermenilerin katledildikleri iddiasının Avrupa'da yayılmasında Morgenthau'ın yanı sıra(3) büyük çapta bilgileri yine Morgenthau'dan alan Lord James Bryce(4) ve Alman Protestan papazı Johannes Lepsius'tur(5). Ayrıca Wellington House üyesi Arnold Toynbee de(6), Morgenthau'nun sağladığı bilgilerden en çok yararlananlardan biri olmuştu. Amerika'da 1907-1913 yılları arasında İngiliz büyük elçiliği yapan İskoç asıllı James Bryce'in kaleme aldığı kitap, İngiliz Dışişleri Bakanlığı Savaş Propaganda Bürosu'nun yönlendirmesiyle Türkiye aleyhine yürütülecek propagandada kullanılmak üzere Arnold Toynbee tarafından yayınlanmıştır(7).

Bu şahısların eserleri, bundan sonraki Ermeni soykırım iddialarıyla kaleme alınan eserlere de kaynak teşkil etmiştir. Özellikle Morgenthau'nun raporlarının, kendisinin yanında katip olarak bulunan Agop S. Andonian ile hukuk danışmanı ve tercümanı olan Arshag K. Schmavonian adındaki Türk Ermenileri tarafından kaleme alındığı biliniyor(8). Keza kitabını yazanlar da yince Arshag K. Schmavonian ile bilhassa gazeteci Burton J. Hendrick ve Amerika Dışişleri Bakanı Robert Lansing'di. Morgenthau'nun raporlarıyla uyuşmayan bu eserin yazılma sebebi Heath W. Lowry tarafından kaleme alınan "Büyükelçi Morgenthau'nun Öyküsü'nün Perde Arkası" adlı kitapta açık ve geniş bir biçimde anlatılmaktadır. Burada temel hedefin "Amerikan halkını, savaşın zaferle sonuçlanması gereğine inandırmak amacı" olduğu vurgulanmıştır(9).

İran'da bulunan İngiliz konsoloslarının raporları çerçevesinde 1.000.000 Ermeni'nin öldürüldüğü gibi iddialar, İngiliz Parlamentosu'nda tartışılmış ve Türk Hükümeti'nin protesto edilmesi kararı alınmıştır. Ayrıca, İngiltere'de Ermeni olayları hakkında yayınlanan "Mavi Kitap"ta Osmanlı ülkesinde bulunduğu iddia edilen 1.800.000 Ermeni'den üçte birinin katledildiğine dair haberler çıkmıştır(10).

Bu kötü niyetli yayınlara karşılık, sayıları az da olsa bazı tarafsız Batılı basın-yayın organları da olayların kasten saptırıldığını yazmışlardır. Nitekim Stokholm'de yayınlanan bir gazetede "Ermeniler'in sakin oldukları Vilâyat-ı Osmaniyye'de kıtal" başlığı ile çıkan makalede, bu gibi iddiaların gülünçlüğü ve böyle asılsız haberlerin çıkarılışının sebepleri açıklanmıştır(11).

Osmanlı Hükümeti, Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı imzasıyla 4 Ocak 1917 tarihinde İngiliz iddialarını tekzîb etmiştir(12). Tekzîb yazısında, Osmanlı ülkesinde yaşayan Ermeni nüfusunun hiçbir zaman bir milyona bile ulaşmadığı, bu miktarın savaştan önceki göçler dolayısıyla daha da azaldığı ifade edilerek iddialar yalanlanmıştır. Aynı vesikada, Times gazetesinde çıkan bir haberde, Ermenilerin katledilmesinden Almanların da sorumlu tutulduğu hatırlatılmıştır.

KAYNAK:
Halaçoğlu, Prof. Dr. Yusuf-; Ermeni Tehcirine Dair Gerçekler (1915), TTK Yayını, Ankara 2001.

DİPNOTLAR
1) Bk. belge 664.
2) Bk. belge 665.
3) Bkz. Heath W. Lowry, Büyükelçi Morgenthau'nun Öyküsü'nün Perde Arkası, İstanbul 1991.
4) Great Britain, The Treatment of Armenians in the Ottoman Empire: Documents Presented to Viscount Grey of Fallodon, Secretary of State for Foreign Affairs, London 1916.
5) Le rapport Secret du Dr. Johannes Lepsius sur les Massacres d'Armenie, Paris 1918.
6) Armenian Atrocities: Murder of Nation, London 1915 ve The Murderous Tyranny of the Turk, London 1917.
7) Justin McCarthy, "I. Dünya Savaşı'nda İngiliz Propagandası ve Bryce Raporu", Osmanlı, Yeni Türkiye, Ankara 1999, II, 140.
8) Bkz. Lowry, Aynı eser, s. 8-17.
9) Aynı eser, s. 6
10) DH. EUM. 2. Şube, Dosya 1, belge 23 (bk. belge 668).
11) DH. EUM. 2. Şube, Dosya 1, belge 76 (bk. belge 669).
12) DH. EUM. 2. Şube, Dosya 1, belge 23 (bk. belge 668).



Prof. Dr. Sinsi 08-03-2012 03:12 AM

Ermeni Sorunu, İddialar, Gerçekler
 
ERMENİ İDDİALARI HAKKINDA YABANCILARIN YAPTIĞI İNCELEMELER VE ULAŞILAN SONUÇLAR

Birinci Dünya Savaşının hemen sonrasında, itilaf devletleri ordularının İstanbul ve diğer bölgeleri işgal etmelerinin ardından, yüzlerce siyasi ve askeri lider ile Osmanlı aydını "savaş suçlusu" oldukları iddiası ile İngilizler tarafından Malta Adası'na gönderilerek hapsedilmiştir. Malta'da tutuklu bulunan kişiler hakkında suç kanıtlarının bulunabilmesi için Osmanlı arşivlerinde geniş çaplı araştırmalar yapılmıştır.

Araştırmalar sonucunda, ne zamanın İstanbul Hükümeti, ne de Malta'daki tutuklular hakkındaki suçlamaları ispat edebilecek nitelikte hiçbir kanıt mahkemeye sunulmamıştır. İngiliz Hükümeti çaresizlik içinde kendi arşivlerinde ve ABD Hükümetinin Washington'daki arşivlerindeki raporlar üzerinde de araştırmalar yapmış, ancak yine hiçbir sonuca ulaşamamıştır.

Nitekim, ABD arşiv raporları arasında bulunan ve Washington'daki İngiliz Büyükelçisi R.C Craıgıe tarafından Lord Curzon'a 13 Temmuz 1921'de çekilen mesajda şöyle demektedir:

"Malta'da tutuklu bulunan Türkler aleyhine delil olarak kullanılabilecek hiçbir şey olmadığını bildirmekten üzüntü duyuyorum... Yeterli delil oluşturabilecek hiçbir sorun vakit mevcut değildir. Söz konusu raporlar, hiçbir şiddetle, Türkler hakkında Majesteleri Hükümeti'nin halen elinde bulunan bilgilerin takviyesinde yararlı olabilecek delilleri bile ihtiva eder görünmemektedir(1)."

29 Temmuz 1921'de Kralın Londra'daki Hukuk Danışmanları; İngiliz Dışişleri listesindeki kişilere karşı yöneltilen suçlamaların yarı siyasi bir mahiyet taşıdığına ve bu nedenle haklarında savaş suçlusu olarak tutuklanan Türklerden ayrı işlem yapılması gerektiğine karar vermişlerdir.

Ayrıca, "Şimdiye kadar hiçbir şahitten, tutuklular hakkında yapılan suçlamaların doğru olduğunu kanıtlayan bir ifade alınmış değildir. Esasen, herhangi bir şahit bulunup bulunamayacağı da belli değildir; zira Ermenistan gibi uzak ve ulaşılması zor bir ülkede ve özellikle bu kadar uzun bir zaman geçtikten sonra şahit bulunmasının ne ölçüde zor olduğunu belirtmek dahi gereksizdir"(2) ifadeleri de Kralın İngiliz Hükümeti'nin Londra'daki Hukuk Danışmanlarına aittir.

Sonuç olarak; Malta'daki tutuklular, kendilerine hiçbir suçlama dahi yöneltilmeden ve duruşma yapılmaksızın 1922'de serbest bırakılmışlardır.

Bu zaman süresince İngiliz basınında Osmanlı Hükümetini sözde soykırım ile suçlayan ve bu konuyu ispatlamaya yeltenen bazı belgeler yayınlanmıştır. Söz konusu belgelerin General Allenby komutasındaki İngiliz İşgal Kuvvetleri tarafından Suriye'deki Osmanlı Devlet Dairelerinde ortaya çıkarıldığı iddia edilmiştir. Ancak, İngiliz Dışişleri Bakanlığı tarafından sonradan yapılan soruşturmalar, İngiliz basınına verilen bu belgelerin İngiliz ordusu tarafından ele geçirilen belgeler olmayıp, Paris'teki Milliyetçi Ermeni Delegasyonu tarafından müttefik delegasyonlara yazılan uydurma belgeler olduğu anlaşılmıştır.

KAYNAKLAR:
1) Yıldırım, Dr. Hüsamettin-; Ermeni İddiaları ve Gerçekler, Ankara 2000, s. 38 (PRO.FO. 13 Temmuz 1921, 371 / 6504 / E.8519)
2 . Aynı eser, s. 38, Foreign Office, 29 Temmuz 1921. 371 / 6504 / E.8745


TALAT PAŞA'YA ATFEDİLEN TELGRAFI


Yer değiştirme uygulaması hakkındaki Ermeni iddialarının en önemlilerinden biri de Talat Paşa'ya atfedilen ve Ermenilerin katledilmesini emrettiği iddia edilen telgraflardır. Oysa, yer değiştirme kararı ve uygulaması sırasında; Ermeniler hakkında alınan tedbirlerin onları yok etme amacını taşımadığı Talat Paşa tarafından her fırsatta dile getirilmiştir.

Nitekim 29 Ağustos 1915 tarihinde Hüdavendigâr, Ankara, Konya, İzmit, Adana, Maraş, Urfa, Halep, Zor, Sivas, Kütahya, Karesi, Niğde, Mamuretülaziz, Diyarbekir, Karahisar-ı Sahib, Erzurum ve Kayseri vali ve mutasarrıflarına (Mutasarrıf: Osmanlı yönetim yapısında bir sancağın en büyük idare amiri) gönderilen bir şifre telgrafta yer değiştirme uygulamasının gayesi şu şekilde açıklanmaktadır(1):

"Ermenilerin bulundukları yerlerden çıkarılarak belirlenen bölgelere sevklerinden hükümetçe takip edilen gaye, bu unsurun hükümet aleyhine faaliyetlerde bulunmalarını ve bir Ermenistan Hükümeti kurmaları hakkındaki millî emellerini takip edemeyecek bir hale getirilmelerini sağlamak içindir. Bu kimselerin yok edilmesi söz konusu olmadığı gibi, sevkiyat esnasında kafilelerin güvenliği sağlanmalı ve Göçmen Ödeneği'nden harcama yapılarak yeme-içmelerine ilişkin her türlü önlem alınmalıdır.

Yerlerinden çıkarılıp, sevkedilmekte olanlardan başka, yerlerinde kalan Ermeniler bundan sonra yerlerinden çıkarılmamalıdır. Daha önce de bildirildiği gibi asker aileleriyle ihtiyaç nispetinde sanatkâr, Protestan ve Katolik Ermenilerin sevk edilmemesi hükümetçe kesin olarak kararlaştırılmıştır.

Ermeni kafilelerine saldırıda bulunanlara veya bu gibi saldırılara önayak olan jandarma ve memurlar hakkında şiddetli kanunî önlem alınmalı ve bu gibiler derhal görevlerinden el çektirilerek Divan-ı Harp'lere teslim edilmelidir. Bu gibi olayların tekrarından vilâyet ve sancaklar sorumlu tutulacaklardır".

27 Mayıs 1915'te Ankara'ya gönderilen gizli şifrede; "Ermeniler hakkında hükümetçe alınan önlemler, sırf memleketin huzur ve düzenini sağlamak ve korumak mecburiyetine dayanmaktadır. Ermeni unsuruna karşı Hükümetin yok etmeye yönelik bir siyaset izlemediğinin göstergesi, şimdilik tarafsız bir durumda kaldıkları görülen Katolik ve Protestanlara dokunmamış olmasıdır." denilmektedir(2).

Öte yandan Ermenilerden zararlı kimselerle komite başkanlarının sürülmeleri konusunda Hükümetin yayınladığı bildirinin, bazı yerlerde yanlış anlaşıldığı görülmektedir. Buna bağlı olarak pek çok yerde, yakalanan Ermeni çeteler, faaliyetlerini daha rahat sürdürebilecekleri yerlere sevk edilmiştir. Bunun üzerine Talat Paşa 1 Haziran 1915'de bütün vilâyetlere bir genelge daha yayınlayarak bu gibi Ermenilerin bulundukları yerlerden alınarak karışıklık çıkaramayacakları yerlere yerleştirilmelerini ve sürgün işleminin sadece bozguncu ve isyancı Ermenilere uygulanmasını bildirmiştir(3).

Ayrıca, Mamuretülaziz vilâyetine gönderilen 13 Haziran 1915 tarihli şifrede de, Divân-ı Harp'e verilmiş Ermenilerden başka, göçe tabi tutulması gereken Ermenilerin bu konudaki özel bildiriye uygun olarak vilâyetin uygun yerlerinde bulundurulması ve bunların Musul'a gönderilmelerine şimdilik gerek olmadığı bildirilmiştir(4).

14 Haziran 1915'de Erzurum, Diyarbekir, Mamuretülaziz ve Bitlis vilâyetlerine gönderilen şifrede ise, yerleri değiştirilen Ermenilerin yollarda hayatlarının korunması gerektiği belirtildikten sonra; göç sırasında firara yeltenenler ve korunmalarından sorumlu olanlara karşı saldırıda bulunanların yola getirilmesinin doğal olduğu; ancak, buna hiçbir şekilde halkın karıştırılmaması ve Ermenilerle müslümanlar arasında öldürmeye yol açacak ve aynı zamanda dışarıya karşı da pek çirkin görünecek olayların çıkmasına kesinlikle fırsat verilmemesi istenmiştir.

Sözde Ermeni soykırımı iddiacılarının sözünü ettikleri telgrafa gelince(5):

Aram Andonian adlı bir Ermeni, 1920 yılında Londra'da yayınladığı "Naim Bey'in anıları / Ermenilerin Tehcir ve Katliamına İlişkin Resmi Türk Belgeleri" isimli kitabında konuya temas etmiştir. Söz konusu kitap daha sonra Paris'te "Ermeni Katliamına İlişkin Resmi Belgeler" ve Boston'da ise "Büyük Suç, Son Ermeni Katliamı ve Talat Paşa, İmzalı Orijinalleriyle Resmi Telgraflar" adı ile yayınlanmıştır.

Kitapta yer alan ve Talat Paşa'ya atfedilen telgraflar; bir soykırım suçlusu yaratmak amacıyla üretilmiş sahte belgelerdir. Şinasi Orel ve Süreyya Yuca tarafından bu belgeler üzerinde yapılan inceleme sonucunda;

"belgelerin alındığı söylenen Naim Bey isimli şahsın Halep İskan Dairesi'nde hiçbir zaman çalışmadığı, belgelerin otantik ve kullanılan kağıtların Osmanlı Devletinin yazışmalarda kullandığı kağıt türünde olmadıkları, orijinal nüshalarının Başbakanlık Arşivindeki İçişleri Bakanlığı belgeleri arasında bulunmadığı, sahte belgelerde yer alan kayıt numaralarında çıkış adresi olarak gösterilen daire kayıtlarında bu evraklara rastlanmadığı, Hicri ve Miladi tarihlerde hata yapıldığı, imzaların gerçekleriyle uyuşmadığı, Osmanlıca yazım kurallarında rastlanılmayacak hatalara yer verildiği"

gibi çok sayıda somut delillere rastlanılmıştır.

Ayrıca, "kitapta kullanılan belgelerin orijinallerinin Manchester'deki Ermeni Bürosunda olduğu" söylenmesine rağmen, bugüne kadar dünya kamuoyunun bilgisinden ve incelemesinden ısrarla kaçırılması ve "doğruluğunun Osmanlı dönemindeki Halep Ermeni Birliği'nin raporuna dayandırılması" gibi durumlar Ermenilerin sözde soykırım maksatlı iddialarının ne ölçüde gerçek dışı olduğunu göstermesi açısından önemlidir.

KAYNAK:
Halaçoğlu, Prof. Dr. Yusuf-; Ermeni Tehcirine Dair Gerçekler (1915), TTK Yayını, Ankara 2001.

DİPNOTLAR
1) DH. EUM. 2. Şube, 68/80.
2) DH. EUM. 2. Şube, 68/71; 2. Şube 68/84 (bk. belge 192, 200).
3) DH. EUM. 2. Şube, 68/101 (bk. belge 217).
4) Yer değiştirme uygulamasına tabi tutulan nüfus içerisinde yer alan Halep'deki 26.064 Ermeni nüfusu, göç ettirilenler içerisine dahil edilmemiştir. Çünkü yeni yerleşim bölgesine varanlar, Anadolu'dan gönderilenlerden oluşmaktadır. Öte yandan Haleb'e gelenlerin yüz bin civarında olduğu bildirilmesine karşılık (bk. DH. EUM. 2. Şube, 68/80) buraya gelen nüfus 100.000 olarak alınmıştır.
5) OREL, Şinasi, Yuca SÜREYYA, Ermenilerce Talat Paşa'ya Atfedilen Telgrafların Gerçek Yüzü, Türk Tarihi Kurumu Yayını, Ankara 1983


SOYKIRIM İDDİALARINA KARŞI BİLİM ADAMLARININ TAVRI


Tarihi, tarih biliminin ölçüleri ve ilkeleri doğrultusunda algılayan bilim adamları, 1925 yılından bugüne kadar konuyla ilgili bilgi ve belgelerin orijinallerine ulaşmış, canlı şahitleri dinlemiş, olay yerlerinde bizzat gözlemde bulunmuş kişilerdir. Bunlar, 1925'ten beri Osmanlı arşivlerinin yabancı araştırmacılara açık olduğunu bilen ve belgelere bizzat ulaşan bilim adamlarıdır. Dolayısıyla kanaatleri hakkındaki yorumu veya karşı görüşü, ancak onlar kadar konuyu derinlemesine bilenler yapabilecektir. Bu nedenle Amerikalı 69 bilim adamının konuyla ilgili olarak Temsilciler Meclisi üyelerine sunduğu bir bildiri son derece önemlidir. Söz konusu bildiride şöyle denilmiştir(1):

"ABD Temsilciler Meclisi Üyelerinin Dikkatine

Türk, Osmanlı araştırmaları ve Ortadoğu üzerine uzmanlaşmış, aşağıda imzaları bulunan Amerikalı akademisyenler, ABD Temsilciler Meclisi'nin 192 sayılı kararında kullanılan dilin birçok açıdan yanıltıcı ve/veya yanlış olduğu görüşündedirler.

'İnsanlıkdışı Davranışları Anma Milli Günü' kavramına tam olarak destek vermemize karşın, söz konusu metinde dikkat çekilen aşağıdaki kısmı kabul edilemez buluyoruz:

... Türkiye'de 1915 ve1923 yılları arasında gerçekleştirilen soykırımın kurbanları olan 1,5 milyon Ermeni kökenli insan..."

Çekincelerimiz 'Türkiye' ve 'soykırım' sözcüklerinin kullanılması konusunda odaklanmakta olup aşağıdaki şekilde özetlenebilir:

14. yüzyıldan 1922'ye kadar, günümüzde Türkiye olarak, daha doğrusu 'Türkiye Cumhuriyeti' olarak adlandırılan alan, çok dinli, çok uluslu bir devlet olan Osmanlı İmparatorluğunun bir parçasıydı. Nasıl Habsburg İmparatorluğunu günümüz Avusturya Cumhuriyeti ile eş saymak yanlışsa, Osmanlı İmparatorluğunu, Türkiye Cumhuriyeti ile bir tutmak da yanlıştır.

Günümüz Türkiye Cumhuriyetinin 1923 yılında kurulmasıyla sonuçlanan Türk Devrimiyle 1922'de tarih sahnesinden silinmiş olan Osmanlı İmparatorluğu, şu anda Güneydoğu Avrupa, Kuzey Afrika ve Ortadoğu'da bulunan ve sadece bir tanesinin Türkiye Cumhuriyeti olduğu 25'ten fazla devletin topraklarını ve halklarını bünyesinde barındıran bir devletti. Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı zamanında gerçekleşen hiçbir olaydan sorumlu tutulamaz. Ancak kararda 'Türkiye' adını kullanarak kararı yazanlar 1915 ve 1923 yılları arasındaki 'soykırım'ın sorumluluğunu Türkiye'ye yüklemek istemişlerdir.

'Soykırım' suçlamasına gelince, bu açıklamayı imzalayanların hiçbiri Ermenilerin çektikleri acıların boyutlarını küçümseme amacını taşımamaktadır. Aynı şekilde söz konusu bölgedeki Müslüman halkın da acılarının farklı şekilde değerlendirilemeyeceği görüşündeyiz. Şu ana kadar ortaya konan kayıtlar, toplumlararası bir iç savasın, (Müslüman ve Hıristiyan gruplar arasındaki) Birinci Dünya Savaşı sırasındaki bulaşıcı hastalıklar, kıtlık ve Anadolu ve çevresindeki alanlardaki katliamlar ve acılar ile daha da karmaşık bir hale geldiğine işaret etmektedir.

Gerçekten de söz konusu yıllar boyunca, bölgede, geçen on yılda Lübnan'da yaşanan trajediden çok farklı olmayan bir sürekli savaş durumu yaşanmıştır Hem Müslüman hem de Hıristiyan nüfus arasındaki kayıplar büyük rakamlardadır. Ancak saldırgan ve masum olanı ayırt edebilmek, çok sayıda Hıristiyan kadar Müslümanın da içinde bulunduğu Doğu Anadolu halkının hayatını kaybetmesiyle sonuçlanan olayların nedenlerini belirleyebilmek için tarihçilerin ulaşmaları gereken daha birçok belge ve bulgular vardır.

Tarihi devlet adamları ve politikacılar yapar, bilim adamları ise yazar. Bu sürecin işlemesi için bilim adamlarına, geçmişteki devlet adamları ve politikacıların yazılı kayıtlarına ulaşabilme şansı verilmelidir Şimdiye kadar, konuyla ilgili olan Sovyetler Birliği, Suriye, Bulgaristan ve Türkiye'nin arşivlerinin büyük kısmı tarihçilere kapalı tutulmuştur. Bu arşivlere ulaşılıncaya kadar Temsilciler Meclisinin 192 sayılı kararı kapsamındaki Osmanlı İmparatorluğunun 1915-1923 yılları arasındaki tarihi tam olarak bilinemez.

Biz ABD Kongresinin bu ve bununla ilgili konularda tarih arşivlerinin tam olarak açılmasını teşvik etmesi ve tarihsel olaylar hakkında, tam aydınlığa kavuşturulmadan ithamlarda bulunmaması gerektiğine inanıyoruz. Temsilciler Meclisinin 192 sayılı kararındaki gibi ithamlar kaçınılmaz olarak Türkiye halkı hakkında adaletsiz yargılara varılmasına ve belki de tarihçilerin bu trajik olayları anlamakta kaydetmeye başladıkları gelişmeye zarar verilmesine yol açacaktır.

Yukarıdaki yorumların da gösterdiği gibi, Osmanlı-Ermenileri'nin tarihi tarihçiler arasında sıkça tartışılan bir konundur ve tarihçilerin bir çoğu da 192 sayılı karardaki ifadelere katılmamaktadır. Kongre bu kararı kabul ederse, tarihsel sorunun hangi yanının doğru olduğuna yasa yolu ile karar vermeye çalışmış olacaktır Tarihsel olarak şüpheli varsayımlara dayalı böylesine bir karar, sadece dürüst tarihsel araştırmaya zarar verir ve Amerikan yasama sürecinin güvenirliliğini sarsar. 19 Mayıs 1985

Prof. Dr. Rıfaat Abou-El-Haj
Tarih, California State Üniversitesi
Doç. Sarah Moment Atis
Türk Dili ve Edebiyatı, Wisconsin Ünivertesi
Doç. Darl Barbır
Tarih, Siena Yüksekokulu (New York)
İlhan BAŞGÖZ
Ural-Altay Çalışmaları Bölümü Türk Araştırmaları Programı Direktörü, İndiana Üniversitesi
Prof. Daniel G. Hates
Antropoloji, New York Şehir Üniversitesi
Prof. Ülkü Bates
Sanat tarihi, New York Şehir Üniversitesi
Prof. Gustav Bayerle
Ural-Altay Çalışmaları, Indiana Üniversitesi
Prof. Andreas G. E. Bodroglifetti
Türk ve İran Dilleri, California Üniversitesi
Doç. Kathleen Burril
Türk Araştırmaları, Columbia Üniversitesi
Prof. Alan Fisher
Tarih, Michigan Üniversitesi
Prof. Timothy Childs
Eğitmen, Johns Hopkins Üniversitesi
Prof. Shafiga Daulet
Siyaset Bilimi, Connecticut Üniversitesi
Prof. Roderic Davison
Tarih, Gorge Washington Üniversitesi
Ord. Prof. Walter Denny
Sanat Tarihi & Yakın Doğu Araştırmaları, Massachussets Üniversitesi
Dr. Alan Duben
Antropolog, Araştırmacı, New York
Doç. Ellen Ervin
Türkçe Araştırmalar, New York Üniversitesi
Prof. Caesar Farah
İslam & Ortadoğu Tarihi, Minnesota Üniversitesi
Prof. Carter Findley
Tarih, Ohio State Üniversitesi
Prof. Micfıael Finefrock
Tarih, Charleston Yüksekokulu
Doç. William Hickman
Türkçe, California Berkeley Üniversitesi
E. Doç. Frederick Latimer
Tarih, Utah Üniversitesi
Prof. John Hymes
Tarih, Glenville State Yüksekokulu
Dr. Heath W. Lowry
Türk Araş. Ens., Inc. Washington D.C.
Prof. Halil İnalcık
Osmanlı Tarihi, Amerikan Sanat & Bilim Akademisi Üyesi, Chicago Üniversitesi
Doç. Ralph Jaeckel
Türkçe, California Üniversitesi
Doç. Ronald Jennings
Tarih & Asya Araştırmaları, Illinois Üniversitesi
Doç. Cornell Fleischer
Tarih, Washington Üniversitesi
Prof. Peter Golden
Tarih, Rutgers Üniversitesi
Prof. Tom Goodrich
Tarih, Indiana Üniversitesi
Dr. Andrew Could
Osmanlı Tarihi, Arizona, Flagstaff
Prof. William Griswold
Tarih, Colorado State Üniversitesi
Prof. Tibor Halasi-Kuv
Türk Araştırmaları, Culombia Profesör
Ord. Prof. J. C. Hurewitz
Orta-Doğu Enstitüsü eski Direktörü, Colombia Üniversitesi
Prof. Avgdorlevy
Tarih, Brandens Üniversitesi
Prof. Bernard Lewis
Yakın Doğu Tarihi, Princeton Universitesi
Doç. Justin McCarthy
Tarih, Louisville Üniversitesi
Prof. Jon Mandaville
Ortadoğu Tarihi, Portlant State Üniversitesi
Prof. Michael Meeker
Antropoloji, California Üniversitesi
Doç. James Kelly
Türkçe, Utah Üniversitesi
Yardımcı Prof. Kerim Bey
Southeastem Üniversitesi
Prof. Metin Kunt
Osmanlı Tarihi, New York
Doç. William Ochsenwald
Tarih, Virginia Polytechnic Enstitüsü
Doç. Robert Olson
Tarih, Kentucky Üniversitesi
Doç. William Peachy
Yahudi ve Yakın Doğu Dilleri & Edebiyatları, Ohio State Üniversitesi
Doç. Donald Quataert
Tarih, Hauston Üniversitesi
Prof. Howard Reed
Tarih, Connecticut Üniversitesi
Prof. Dank Wart Rustow
Siyaset Bilimi, New York Şehir Üniversitesi
Doç. Ezel Kural Shaw
Tarih, California Üniversitesi
Prof. John Masson Simth, JR
Tarih, California Berkely Universitesi
Dr. Svat Soucek
Türkolog, New York
Dr. Philip Soddard
Ortadoğu Ens. Direktörü, Washington, D.C.
Prof. Frank Tachau
Siyaset Bilimi, Chicago, Illinois Üniversitesi
Robert Staab
Ortadoğu Merkezi Direktör Yardımcısı, Utah Üniversitesi
Prof. Rhoads Murphey
Ortadoğu Dilleri, Kültürleri ve Tarihi, Columbia Üniversitesi
Doç. June Starr
Antropoloji, Suny Stony Brook
Prof. James Stewart-Robinson
Türk Araştırmaları, Michigan Üniversitesi
Prof. Thomas Naff
Tarih, Ortadoğu Araştırmaları Enstitüsü Direktörü, Pennsylvania Üniversitesi
Doç. John Woods
Ortadoğu Tarihi, Chicago Üniversitesi
Prof. Pierre Oberling
Tarih, New York Şehir Üniversitesi
Doç. Madeline Zılfı
Tarih, Maryland Üniversitesi
Prof. Metin Tamkoç
Uluslararası Hukuk, Texas Tech. Üniversitesi
Prof. Stanford Shaw
Tarih, California Üniversitesi.
Dr. Elaine Simth
Türk Tarihi, Emekli Dışişleri Görevlisi
Doç. David Thomas
Tarih, Rhode Island Yüksekokulu
Doç. Grace M. Simth
Tarih, California Berkely Üniversitesi
Doç. Margaret L. Venzke
Tarih, Dickinson Yüksekokulu (Pennsylvania)
E. Prof. Donald Webster
Türk Tarihi
Prof. Walter Weiker
Siyaset Bilimi, Rutgers Üniversitesi
Prof. Warren S. Walker
İngilizce, Türkçe Sözlü Hikayeler Arşivi Direktörü, Texas Tech. Üniversitesi

Batı Avrupa devletleriyle, Rusya destekli Ermeni iddiaları ve Ermenilerin ileri sürdükleri belgelerin doğuluk durumunu tartışmak üzere Türkiye tarafından değişik zamanlarda çağrılar yapılmıştır. Bu çağrılar, hem doğrudan Ermeni bilim adamlarına hem de Ermenilerin propagandasını üstlenen şahıslara yapılmıştır. Ancak bunların önemli bir bölümünün gerekçe göstermeden toplantıya katılmadıkları bilinmektedir. Bunun son örneği 1990 yılında toplanan XI. Türk Tarih Kongresi'nde yaşanmıştır.

XI. Türk Tarih Kongresinde ilk defa olarak bir "Ermeni Seksiyonu" programlanmış ve bu seksiyondaki tartışmalara "Ermeni Davası Savunucusu" yabancı tarihçiler de davet edildiği halde, her biri çeşitli mazeretler ileri sürerek, bu bilimsel tartışmalara katılmaktan kaçınmışlardır.

5-9 Eylül 1990 tarihleri arasında Ankara'da düzenlenen XI. Türk Tarih Kongresi'ne Ermeni sorunuyla ilgili olarak davet edilen yabancı bilim adamlarının listesi şöyledir:



1948 TARİHLİ BM SOYKIRIM SÖZLEŞMESİ AÇISINDAN ERMENİ İDDİALARI



"Soykırım" kavramı, 1948 tarihli "BM Soykırım Suçunun Önlenmesine ve Cezalandırılmasına İlişkin Sözleşme" ile tanımlanmıştır. Sözleşmenin 2. maddesine göre;

"Soykırım; ulusal, etnik, ırksal ya da dinsel bir grubu toptan ya da onun bir bölümünü yok etmek niyetiyle: Grup üyelerinin öldürülmesi, Grup üyelerinin fizik ya da akıl bütünlüğünün ağır biçimde zedelenmesi, grubun fiziksel varlığının tümü ya da bir bölümü ile yok edilmesi sonucunu verecek yaşam koşulları içinde tutulması, grup içinde doğumları engelleyecek önlemler alınması, bir grup çocukların başka bir gruba zorla geçirilmesi eylemlerinden herhangi birine başvurulmasını kapsamı içine alır. Soykırımda planlı, devlet politikası haline gelmiş eylemler söz konusudur."

Konu soykırım sözleşmesi açısından değerlendirildiğinde, tarihteki bazı olaylara değinmeden geçilemeyecektir. Soykırım gibi vahim bir insanlık suçunun işlenebilmesi için o milletin tarihinde bu suça yatkınlık olması gerekir. Bir şahıs için suça yatkınlık nasıl bir özellik ise, toplumlar için de öyledir. Türk tarihi incelendiğinde soykırıma ve asimilasyona rastlanamaz.

Yayıldığı coğrafyaya baktığımızda Osmanlı; Balkanlarla birlikte Viyana önlerine kadar Avrupa'nın bir kısmını; Akdeniz'e sahil tüm Kuzey Afrika'yı; Ortadoğu'nun tamamını ve Arap yarımadasını uzun yıllar yönetimi altında tutmuştur. Bu süre asgari 200-400 yıl arasıdır. Söz konusu coğrafyadaki, hangi halkın yok edildiği söylenebilir?

Anadolu'da şer'i hükümlerin hakim olduğu dönemde, en eski Hıristiyanlık mezhebi Süryanilik, tavus kuşuna ve ateşe tapan Yezidilik gibi inançlar yaşatılırken, 1800'lü yıllarda şer'i hükümlere aykırı olmasına rağmen Anadolu'da kiliseler açılmıştır. Hatta iki kardeşten biri Osmanlı Sadrazamı Sokullu Mehmet Paşa iken, diğer kardeş Makarije Sırp Kilisesi'ne Patrik tayin edilmiş ve Sırp halkını diriltmiştir. Aynı dönemde dünyanın diğer bölgelerine baktığımızda; Avrupa'daki mezhepler mücadelesi döneminin soykırımlarını, uzak doğuda dili değişen halkları (Hindular-Peştun), komple dili ve dini değişen Afrika'yı, Güney Amerika'yı görürüz.

II. Dünya Savaşı boyunca Naziler, milyonlarca insanı katletmişlerdir. 1939-1945 yılları arasındaki dönemde, 5-6 milyon Yahudi, 3 milyondan fazla Sovyet savaş tutsağı, birer milyondan fazla Polonya ve Yugoslavya sivil halkı, 200.000 civarında Çingene ve 70.000 özürlü insanın canına kıyılmıştır. İşte soykırım budur.
Bunlara ek olarak, Birleşmiş Milletlerin önleyici yönde sözleşmesi olmasına rağmen, modern çağda da sayısız soykırım olayı görülmüştür.

Örneğin, bizzat olayın kahramanı 2 emekli Fransız generalin Le Monde'da yayınlanan itiraflarına göre Fransızlar 1954-1962 yılları arasında Cezayir'de en az 1 milyon Cezayirli'yi katletmiş, 1965-1966 yıllarında Endonezya ordusu bir milyon komünisti ve ailelerini öldürmüş, 1975-1979 yılları arasında Kamboçya'da Kızıl Kmerler 1.7 milyon Kamboçyalı'yı katletmiş, 1994'de Ruanda'da 500.000 Tutsi, Hutular tarafından öldürülmüş ve nihayet 1991'den sonra Bosna-Hersek ile Kosova'da binlerce Müslüman Sırp vahşetine maruz kalmıştır.

Soykırım suçu, gerçek anlamda bu olaylarda işlenmiştir. Ermeni iddialarının aksine, 1915 yılında Doğu Anadolu bölgesindeki Ermenilere yönelik uygulama, sadece güvenliğin sağlanması amacıyla Osmanlı toprakları içinde başka bir bölgeye göç ettirme olup, soykırım ile hiç bir ilgisi yoktur. Türk yönetimi hakim olduğu yörelerde diğer kültür ve soylara sahip halklarla yaşamaya alışıktır. Türk devlet geleneğinde "adalet" vardır, "kültürlerin yaşatılması" vardır; ancak, "katliam" ya da "soykırım" yoktur. Bu husus, Justin McCarthy'nin "Ölüm ve Sürgün" isimli kitabı açıkça ortaya konulmaktadır. Söz konusu kitapta, Balkan ve Kafkas halklarının ölümden kurtulmak için Osmanlı yönetimine nasıl sığındıklarını anlatılır.

Osmanlı yönetimini soykırımla suçlayanlara sormak gerekir: 1469 yılında İspanya ve Portekiz'den Musevi ve Müslümanlar, 1680 yılında Tökeli İmre ve adamları Macaristan'dan, 1711 yılında Rakoczi Ferençh ve adamları, 1849 yılında Layoş Kosuth ve 2000 kişilik Macar grubu, İsveç Kralı Şarl ve 1500-2000 kişilik adamları; 1841 ve 1856 yıllarında Polonya'lı Prens Chartorski, 135 bin kişilik ordusuyla Ekim 1917'de Rus komutan Vrangel ve hatta Troçki, ölümden soykırımından kurtulmak için nereye sığındılar?

Tarih, bütün bu soruların cevabını "Osmanlı" olarak vermektedir. 1915'teki yer değiştirme uygulamasını sözde "Ermeni soykırımı" olarak ilan edenler, 1930'lu yıllardan itibaren Polonya ve Almanya kökenli Musevilerin Türkiye'ye sığındıklarını bilmiyorlar mı? Sözde Ermeni soykırımının üzerinden henüz 20-25 yıl gibi kısa bir süre geçmiş iken, soykırım yaptığı iddia edilen bir milleti kurtarıcı olarak görenler, neden Türkiye'yi tercih etmişlerdir? Bu soruların cevapları da, Türk devlet geleneğinin adil, insani, hoşgörülü, birleştirici, töre ve inançlara saygılı karakterinde saklıdır.

Ayrıca; bugünkü insan hakları normlarını kapsayan 1478 tarihli Fermanı'yla hükümran olduğu topraklarda yaşayan tüm insanlara sahip oldukları değerleri yaşama, yaşatma ve yeni nesillere aktarma imkanı veren Osmanlı Padişahı Fatih'ten yaklaşık 550 yıl sonra Balkanlardaki soykırım ve asimilasyonlar hatırlanmalıdır. Bu ferman ile dili, dini, kilisesi, okulu vs. güvence altına alınan Balkan milletleri; homojen toplumlar oluşturma adına 21. Yüzyıla girildiği bir dönemde Boşnakları, Arnavut asıllı Müslümanları, Makedonları ve Bulgaristan Türklerini yurtlarından söküp atmışlardır.

Bugün Türkiye'yi soykırım ile suçlayanlar, aylarca süren katliamları görmezlikten gelmiş, ırzına geçilen her yaştaki kadının feryadına kulaklarını tıkamışlardır. Son dönemde Türkiye'ye sığınanlar sadece Balkan halkları olmamıştır; Batılı kimyasal silah üreticilerinden sağladığı "hardal gazı" ile soykırıma kalkışan Irak Devlet Başkanı Saddam Hüseyin'in elinden kaçan Irak halkı da kurtuluşu Türkiye'de görmüştür. Türk insanı sınırlı imkanlarına rağmen tarihin her döneminde ekmeğini paylaşmayı bilmiş ve mazlum halklara kucak açmıştır. Türk insanının, Osmanlının ve Türkiye Cumhuriyeti'nin diğer milletlere ve devletlere örnek olacak gayet temiz bir sicili vardır.


SONUÇ



Gerçekleştirildiği tarihten günümüze kadar gelen devrede yer değiştirme konusunda çok şey yazılıp çizilmiştir. Ermeniler, uydurma belgelerin arkasına gizlenerek, dünya kamuoyunu uzun süre kandırmayı başarmışlardır. Başlangıçta 300.000'lerden başlayıp, 3.000.000'lara kadar varan rakamlarla ifade edilen Ermeni katliâmı hikâyelerinin hiçbir dayanağı bulunmamaktadır. Nitekim İstanbul'un işgali döneminde, gerek İngiliz ve gerekse Fransızlar, Osmanlı arşivini yeterince araştırmış ve soykırımı imâ edecek bir belgeye dahi rastlamamış olsalar gerek ki, Ermeni soykırımına ait hiç bir belgeyi somut olarak sunamamaktadırlar.

Öte yandan kendi arşivlerinde, o zaman Anadolu'ya gelip yer değiştirme uygulamalarını izleyen ve görüntüleyen gazetecilerin çektikleri fotoğraflar olmalıdır. Eğer devletin emriyle böyle bir soykırım olsaydı, bu fotoğraflar da şimdiye kadar çoktan dünya kamuoyuna açıklanırdı. Ayrıca, eğer soykırım iddiacılarının elinde sağlam belgeler bulunsaydı; 1919 yılında Osmanlı Devleti'nin resmen tarafsız bir "hukukçular komisyonu" kurulması önerisi cevapsız bırakılır mıydı? Osmanlı'nın bu resmi teklifi niçin cevapsız bırakılmıştır? Yoksa, Ermeni çetelerinin organize edilmesinde ve kışkırtılmasında bazı batılı devletlerin rollerinin ortaya çıkmasından ve binlerce masum sivil halkı canice boğazlayan Ermenilerin silahlarını aldıkları yerlerin belirlenmesinden mi korkulmuştur?

Soykırım denince akla, Nazilerin II. Dünya Savaşı boyunca Yahudilere ve diğer etnik gruplara karşı giriştikleri ve milyonlarca insanın canına mal olan kitlesel kıyım gelir.

Soykırım denince akla, Fransızların 1954-1962 yılları arasında Cezayir'de en az 1 milyon Cezayirliyi katletmeleri gelir. Soykırım denince akla, 1965-1966 yıllarında Endonezya ordusunun bir milyon komünisti ve ailelerini öldürmesi gelir.

Soykırım denince akla, 1975-1979 yılları arasında Kamboçya'da Kızıl Kmerler'in 2 milyona yakın Kamboçyalı'yı katletmeleri gelir.

Soykırım denince akla, 1994'de Ruanda'da 500.000 Tutsi'nin, Hutular tarafından öldürülmesi gelir.

Ve nihayet soykırım denince akla, 1991'den sonra Bosna-Hersek ve Kosova'da binlerce Müslümanın Sırplar tarafından vahşice katledilmesi gelir. Soykırım suçu, gerçek anlamda bu olaylarda işlenmiştir.

Şayet, Osmanlı devletinin Ermenileri "soykırım"a tabi tutmak gibi bir amacı olsaydı; bulundukları yerlerde bu düşüncesini gerçekleştiremez miydi? Yer değiştirme sırasında yapılan bunca harcamaya, bunca idari ve askeri önleme ne gerek vardı?

Devlet güvenliğinin sağlanması için zorunlu olarak uygulanan ve dünyanın en başarılı sevk ve iskan hareketi olan yer değiştirme uygulaması, hiçbir zaman Ermenileri imha etmek amacıyla yapılmamıştır.

KAYNAK:
Halaçoğlu, Prof. Dr. Yusuf-; Ermeni Tehcirine Dair Gerçekler (1915), TTK Yayını, Ankara 2001

Prof. Dr. Sinsi 08-03-2012 03:12 AM

Ermeni Sorunu, İddialar, Gerçekler
 
ERMENİ TERÖRÜ

Türkiye üzerine sömürgeci emeller besleyen İngiltere ve Rusya'nın kurdurduğu Taşnak ve Hınçak komitelerinin ülke içerisindeki kışkırtmaları sonucunda meydana gelen isyan ve katliamların yanı sıra Ermeniler, 1905'teki Yıldız Suikasti'yle silahlı terör metodolojisinin ilk örneğini vermişlerdir. Talat Paşa ve Cemal Paşa'yı da aynı yöntemle şehit eden Ermeniler, uzun bir aradan sonra 1965 yılında tekrar terör metoduna dönmüşlerdir. 1970'li yıllarda ise ASALA sahneye çıkmış, 1984'e kadar 42 Türk diplomatını şehit etmiştir.

Taşnak ve Hınçak örgütleri bu yeni terör döneminde; terörü özendirmiş, geliştirmiş, hazırlamış, daha geniş alanlara yayılmasını ve hedeflerinin çeşitlenmesini sağlamış, terör tim ve grupları oluşturmuş ve yeni örgütlenme çabalarına psikolojik destek vermişlerdir. Bunların yanında isminden en çok söz ettiren "Ermenistan'ın Kurtuluşu İçin Ermeni Gizli Ordusu" olmuştur. Bu örgüt kısaca ASALA adıyla anılmaktadır.

Bağımsız görünümü altında ASALA, terörün en acımasız ve insanlık dışı uygulamalarıyla kendini göstermiştir. Manevi ve psikolojik desteği, temas ve ilişkiler ortamını Hınçaklardan alan ASALA, insanlık dışı terör eylemlerine girişmiştir. Ermeni terörü, yurt dışındaki Türk görevlilerine, temsilciliklerine ve kuruluşlarına yönelik silahlı saldırılar şeklinde kısa zamanda hızlı bir tırmanış göstererek yoğunluk kazanmıştır. Bu dönemde, Avrupa ve doğu ülkeleri ile Suriye ve Lübnan'da üsler edinen Ermeniler, Kıbrıs Rumları ve Yunanistan ile işbirliği içine girerek eylemlerini gerçekleştirmişlerdir.

Ermeni terör örgütleri, dış dünyanın tepkileri üzerine 1980'li yıllarda taktik değiştirerek, PKK terör örgütü ile işbirliğine girmişlerdir. 1984 yılında PKK sahneye itilmiş ve Asala-Ermeni terörü geri plana çekilmiştir. Nitekim, bölücü terör örgütü PKK, 21-28 Nisan 1980 tarihini "Kızıl Hafta" olarak ilan etmiş ve 24 Nisan tarihini sözde Ermenilerin katledilme günü olarak anarak, toplantılar yapmaya başlamıştır. 8 Nisan 1980 tarihinde Lübnan'ın Sidon kentinde PKK ve ASALA terör örgütleri ortak basın toplantısı düzenlemişler ve toplantı sonucu bir deklarasyon yayınlamışlardır. Ancak bu olayın tepki çekmesi üzerine ilişkilerin illegal alanda gizli olarak sürdürülmesi kararlaştırılmıştır.

Toplantı akabinde, 9 Kasım 1980 tarihinde Strazburg Türk Başkonsolosluğu'na, 19 Kasım 1980 tarihinde ise Roma Türk Hava Yolları bürosuna yönelik olarak düzenlenen saldırılar, PKK ve ASALA terör örgütleri tarafından ortaklaşa üstlenilmiştir. Bölücü terörist Abdullah Öcalan, Ermeni Yazarlar Birliği tarafından "Büyük Ermenistan hayali fikrine olan katkılarından dolayı" onur üyeliğine seçilmiştir. Ermeni Halk Hareketi'nin bünyesinde, bir çok Avrupa ülkesinde olduğu gibi bir Kürdistan Komitesi oluşturulmuştur.

4 Haziran 1993 tarihinde; Ermeni Hınçak Partisi, ASALA ve PKK terör örgütü mensuplarının katılımıyla Batı Beyrut'ta bulunan PKK terör örgütü merkezinde bir toplantı yapılmıştır. 6- 9 Ocak 1993 tarihlerinde Beyrut'taki iki ayrı kilisede düzenlenen ve Lübnan Ermeni Ortodoks Başpiskoposu, Ermeni Parti yetkilileri ile 150 gencin katıldığı toplantılarda, PKK terör örgütü ile yapılan mücadele kastedilerek; Türkiye'de iç savaş devam edeceğine, Türk ekonomisinin sıfır noktasına gelerek, vatandaşların baş kaldıracakları dile getirilmiştir. Buna bağlı olarak, Türkiye'nin bölünerek ve bir Kürt devleti kurulacağı, Ermenilerin Kürtlerle olan ilişkilerini iyi bir şekilde yürütmeleri ve Kürtlerin mücadelelerini desteklemeleri gerektiği konuları dile getirilmiştir.

Özetle; Ermeni terör örgütlerinin müşterek amacı; her fırsattan yararlanarak Türkiye'yi istikrarsızlığa sürüklemek ve sözde işgal altındaki Ermeni topraklarını kurtararak "Bağımsız Büyük Ermenistan"ı kurmaktır. Bugün devlet olma özelliğini de elde eden Ermenilerin, söz konusu isteklerinin değişik başlıklar altında devam ettiği görülmektedir..


ERMENİSTAN VE TERÖR

9-10 asır boyunca Türklerle birlikte rahat ve sükun içinde yaşayan ve Osmanlı Devleti'nde oldukça zengin bir tabakayı meydana getiren Ermenilerin tutumları; 1877 - 1878 Osmanlı Rus savaşlarında Osmanlıların yenilmesiyle, 3 Mart 1878 tarihinde Ayastefanos Antlaşması ve 13 Temmuz 1878 tarihinde Berlin Antlaşması imzalanınca değişmiştir. Bu anlaşmalardan sonra Rusya'nın ve bazı Avrupa devletlerinin kışkırtmasıyla Ermeniler süratle örgütlenerek, bağımsız bir Ermenistan Devleti kurmaya yönelmişlerdir.

Rusya, Kafkasya'da çağlardan beri devam eden milli politikası gereği, Türkiye ile Kafkasya'daki Azerbaycan'ın arasına uydu görevini yürütecek bir Ermeni Devleti yerleştirerek, irtibatlarını koparmak istemiştir. Bu amaçla, Rusya'nın Bolşevik Lideri Lenin, 18 Aralık 1917'de tayın ettiği Kafkasya Komiseri Ermeni asıllı Stepan Şalımyan'a 30 Aralık 1917 tarihli Kararname ile, o sırada Rus işgali altında bulunan Doğu ve Güney Kafkasya'da Sovyetler Birliğine bağlı bir Ermenistan Devleti kurma yetkisini de vermiştir.

27 Nisan 1920'de Bolşevik hakimiyetinin tesirinden sonra Güney Kafkasya ve Azerbaycan'da; Gürcistan, Ermenistan, Azerbaycan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri ile Nahcivan Özerk Eyaleti ve Karabağ özerk bölgesi kurulmuştur. Ermenistan, kağıt üzerinde sınırları çizilen bir devlete böylece sahip olmuştur. Milliyetçilik ve yayılmacılık duyguları iyice kabartılan ve kışkırtılan Ermeniler, Sovyetler Birliği'nin dağılmaya başlamasından sonra 23 Ağustos 1990 tarihinde bağımsızlıklarını ilan ederek Büyük Ermenistan'ı kurma hayaliyle komşularına saldırmaya başlamışlardır.

1915 yılında; 1. Dünya savaşı sırasında Türkleri arkadan vuran Ermeniler, Tehcir Kanunu ile zorunlu göçe tabi tutulmuşlardır. Ermeniler tehcir sırasında 1.5 milyon Ermeni'nin öldürüldüğünü iddia etmişler ve bu günden sonra her yıl sözde Ermeni soykırımı adı altında Türkiye aleyhinde faaliyetlerde bulunmuşlardır. Büyük Ermenistan'ı kurma hayalindeki Ermeniler, bu bahaneyle Türkiye'den tazminat, soykırımı kabul ve toprak talep etmişlerdir. Bu amaçla, 1937-1986 yılları arasında organize terör faaliyetleri ile yurtdışındaki temsilci ve temsilciliklerimiz ile yurtiçindeki kuruluşlarımıza saldırıda bulunmuşlar ve isteklerinin yerine getirilmesini istemişlerdir.

Son yıllarda terör faaliyetleriyle isteklerini gerçekleştiremeyeceklerini anlayan Ermeniler, 1986'dan sonra siyasi platformda Türkiye'ye baskı uygulamayı ve Kürdistan hayaliyle ülkemizi bölmeyi amaç edinen PKK terör örgütüne her türlü desteği vererek, ülkemizin parçalanmasına yardımcı olup bu yolla toprak talebini gerçekleştirmeyi hedeflemiştir.

Ermenistan'ın, özellikle ülkemiz sınırına yakın yerleşim yerlerinde PKK terör örgütüne lojistik ve militan desteği sağladığı, kendi sınırları içinde de kamp yerleri kurdurduğu, PKK terör örgütünün içerisinde üst seviyede Ermeni asıllı subayların bulunduğu tespit edilmiştir.

ERMENİ TERÖRİZMİ

Gurgen (Karekin) Yanikan adlı bir yaşlı Ermeni'nin 27 Ocak 1973'de ABD'nin Santa Barbara kentinde, Los Angeles Başkonsolosumuz Mehmet Baydar ile Konsolos Bahadır Demir'i katletmesiyle başlayan "Bireysel Ermeni Terörü "nü 1975'den itibaren "Örgütlü Ermeni Terörü " izlemiş ve yurtdışındaki görevlilerimiz, elçiliklerimiz ve kuruluşlarımıza yönelik Ermeni saldırıları, kısa sürede hızlı bir tırmanma göstererek yoğunluk kazanmıştır.

21 ülkenin 38 kentinde, değişik türde 110 saldırı olayı olmuştur. 110 saldırıdan 39'u silahlı, 70'i bombalı, biri de işgal şeklinde olmuştur. Bu saldırılarda 42 diplomat Türk vatandaşı ile 4 yabancı hayatını kaybetmiş, 15 Türk ve 66 yabancı uyruklu şahıs yaralanmıştır.

Saldırıları yıllar itibariyle incelediğimizde; Ermeni teröründe 1979 yılından itibaren büyük bir artış görülmektedir.

Ermeni terör örgütleri aktif olarak devam ettikleri terör eylemlerine 1986 yılından sonra son verip Ermenilik konusunu uluslararası platformlara taşımışlardır. Ayrıca, Güneydoğu Anadolu'da faaliyet gösteren PKK terör örgütüne lojistik ve militan desteği sağlayarak faaliyetlerine devam etmektedirler.



PKK - ERMENİ İŞBİRLİĞİ
Ermeni terör örgütleri, dış dünyanın tepkileri üzerine 1980'li yıllarda taktik değiştirerek, PKK terör örgütü ile işbirliğine gitmişlerdir. 1984 yılında cereyan eden Eruh ve Şemdinli baskınlarıyla PKK sahneye itilmiş ve Asala-Ermeni terörü geri plana çekilmiştir. Ermeniler ile PKK arasındaki bağlantıyı ortaya koyan bazı somut örnekler şunlardır:
  • Terör örgütü PKK, 21-28 Nisan 1980 tarihini "Kızıl Hafta" olarak ilan etmiş ve 24 Nisan tarihini sözde Ermenilerin katledilme günü olarak anarak ve toplantılar yapmaya başlamıştır.
  • 8 Nisan 1980 tarihinde Lübnan'ın Sidon kentinde PKK ve ASALA terör örgütleri ortak basın toplantısı düzenlemişler ve toplantı sonucu bir deklarasyon yayınlamışlardır. Ancak bu olayın tepki çekmesi üzerine ilişkilerin illegal alanda gizli olarak sürdürülmesi kararlaştırılmıştır. Toplantı akabinde 9 Kasım 1980 tarihinde Strazburg Başkonsolosluğumuza, 19 Kasım 1980 tarihinde ise Roma Türk Hava Yolları büromuza yönelik olarak düzenlenen saldırılar, PKK ve ASALA terör örgütleri tarafından ortaklaşa üstlenilmiştir.
  • Bölücü terörist elebaşı Abdullah Öcalan, Ermeni Yazarlar Birliği tarafından "Büyük Ermenistan hayali fikrine olan katkılarından dolayı" onur üyeliğine seçilmiştir.
  • Ermeni Halk Hareketi'nin bünyesinde, bir çok Avrupa ülkesinde olduğu gibi bir Kürdistan Komitesi oluşturulmuştur.
  • 4 Haziran 1993 tarihinde; Ermeni Hınçak Partisi, ASALA ve PKK terör örgütü mensuplarının katılımıyla Batı Beyrut'ta bulunan PKK terör örgütü merkezinde bir toplantı yapılmıştır.
Ermeni-PKK ilişkisiyle ilgili bir başka çarpıcı örnek ise, 6- 9 Ocak 1993 tarihlerinde Beyrut'taki iki ayrı kilisede düzenlenen ve Lübnan Ermeni Ortodoks Başpiskoposu, Ermeni Parti yetkilileri ile 150 gencin katıldığı toplantılarda kullanılan şu ifadelerdir:
  • Şimdilik Türkiye'ye karşı sakin tutum gösterilmelidir.
  • Ermeni toplumu gittikçe büyümekte ve ekonomik yönden güçlenmektedir.
  • Geliştirilen propaganda faaliyetleri sayesinde, bütün dünyada (sözde) soykırım daha iyi bilinmeye başlanmıştır.
  • Ermenistan devleti kurulmuştur, her geçen gün toprakları genişlemektedir ve atalarının intikamını mutlaka alacaklardır.
  • Başta ABD olmak üzere, diğer batılı ülkeler de Karabağ'da sürdürülen savaşta Ermenileri haklı bulmaktadırlar. Bu fırsatı değerlendirmek gerekir; ve Karabağ'da savaşan Ermeni gençlerine yenileri katılacaktır.
  • Türkiye'de -PKK terör örgütü ile yapılan mücadele kastedilerek- iç savaş devam edecek, Türk ekonomisi sıfır noktasına gelecek ve vatandaşlar baş kaldıracaklardır.
  • Türkiye bölünecek ve bir Kürt devleti kurulacaktır.
  • Ermeniler Kürtlerle olan ilişkilerini iyi bir şekilde yürütmeli ve Kürtlerin mücadelelerini desteklemelidirler.
  • Bugün Türklerin elinde olan topraklar, yarın Ermenilerin olacaktır.
PKK TERÖR ÖRGÜTÜNÜN ERMENİSTAN'DAKİ YAYIN ORGANLARI

Ermenistan'da Reya Taze ve Bota Redaksiyon adlı gazetelerin PKK terör örgütü kontrolünde Kiril Alfabesiyle yazıldığı ve PKK terör örgütünün propagandasını yaptığı bilinmektedir. Bu gazeteler Türkiye ve Avrupa'dan gelen PKK terör örgütü mensuplarınca yayımlanmaktadır.


PKK - ASALA İLİŞKİLERİ

Uluslararası nitelikteki Ermeni terörizmi, 1973 yılında ortaya çıkarak 1974 Kıbrıs barış harekatını müteakip yurtdışında bulunan vatandaşlarımız ve temsilciliklerimize yönelik sabotaj, suikast ve saldırı türü terör hareketleri ile kendini göstermeye başlamıştır.

Başta Ermeni terör örgütü ASALA olmak üzere 1984 yılına kadar eylemler sürdürmüş ve l970'li yıllarda çeşitli legal siyasi oluşumlar içinde kendisini göstermeye başlayan Kürtçülük hareketini, terör örgütü PKK ile ivme kazanması üzerine, yerini Abdullah ÖCALAN liderliğinde Kürt-Türk ayırmadan öldürebilen, katliamlarla ismini duyurmaya çalışan PKK terör örgütüne bırakmıştır.

Fakat bu tarihten önce de PKK-ASALA terör örgütleri arasındaki işbirliğinin, ortaklaşa yapılan eylemler, yayınlanan deklarasyonlar, ASALA ve diğer Ermeni terör örgütü mensuplarının PKK terör örgütü kamplarındaki eğitimi, ASALA terör örgütünün üst düzey yetkililerinin eğitim yaptırdıkları, bunların dışında PKK terör örgütünün Ermeni Taşnaksutyun Partisi ile ilişki içerisinde olduğu bilinmektedir.

PKK-ASALA terör örgütü işbirliğinde ortak amaç olarak, Marksist-Leninist ideoloji doğrultusunda Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerimizde devlet kurmaktır. İki örgütün de hedef aldığı bölgeler göz önünde bulundurulduğunda hedeflerin çakıştığını görüyoruz. Bu durumda iki örgütten birinin diğerine taşeronluk yaptığı fikri güçlenmektedir.

Ele geçirilen belgeler neticesinde Bekaa ve Zeli kamplarında Ermeni terör örgütü ASALA ile terör örgütü PKK militanları ile birlikte eğitim gördükleri ortaya çıkmıştır.


PKK İLE ERMENİLER ARASINDA 1987 YILINDA YAPILAN ANLAŞMA

1987 yılında bölücü terör örgütü PKK ile Ermeniler arasında bir anlaşma yapılmıştır. Söz konusu anlaşmanın hükümleri şunlardır:

[*]Ermeniler PKK terör örgütü içinde eğitim faaliyetlerinde bulunacaklar [*]PKK terör örgütüne her yıl için adam başına 5.000 ABD Doları ödenecek [*]Ermeniler küçük çaplı eylemlere katılacaklarYapılan bu anlaşmanın akabinde örgüt içerisinde Ermenilerin sivrilmeleri üzerine, PKK-ASALA ilişkilerinden sorumlu Hermez Samurouyan adlı şahısla birlikte 18 Nisan 1990 tarihinde yapılan toplantıda şu kararlar alınmıştır:

[*]PKK ve ASALA terör örgütlerinin artık ortak yönetilecektir [*]Türkiye'de güvenlik kuvvetlerine yönelik eylemlerde istihbaratı Ermeniler yapacak [*]Muhtemel devrimden sonra elde edilen topraklar eşit olarak bölüşülecek [*]Kamp masraflarının % 75'ini Ermeniler karşılayacak [*]Türkiye'deki metropol şehirlerde eylemler yapılacak1992 Ekim ayından itibaren Kuzey Irak'ta üslenen terör örgütü PKK'ya karşı gerçekleştirilen sınır ötesi operasyonlarda örgütün büyük darbeler alması ve barınma imkanlarını kaybetmesi üzerine bir kısım örgüt mensuplarının İran ve Ermenistan'a geçmeleri ile PKK terör örgütünün Ermenistan'daki aktif faaliyetleri başlamıştır.

PKK terör örgütünün Avrupa temsilcilerinden bir grubun Ermenistan'a giderek, PKK terör örgütü mensuplarının Kars bölgesinden Ermenistan'a rahatça girip çıkmaları için anlaşma yaptığı, Sovyet Rusya'nın dağılması ile Ermenistan'ın bağımsızlığına kavuşması sonucu PKK terör örgütünün Ermenistan'da Kürt yerleşim birimlerinde barınma imkanı bularak burada örgüte maddi-manevi destek sağlayıp, faaliyetlerini sürdürdüğü ayrıca, 19-20 Mayıs 1992 tarihlerinde bir grup PKK terör örgütü mensubunun Ermenilerle beraber Azeri Türklerine karşı savaşmak için 3 araçla Urumiye'den Ermenistan'a hareket ettiği bilinmektedir.





ERMENİ KOMİTELERİ VE TERÖR ÖRGÜTLERİNİN ORTAK ÖZELLİKLERİ
1890'larda, "Çeteler teşkil etmek, hedef kitleler olan Osmanlı toplumunun maneviyatını bozmak, Türkleri eldeki bütün imkânları kullanarak öldürmek, yok etmek, egemenlik haklarından mahrum kılmak, Ermeni azınlık topluluklarını silahlandırmak, ihtilâl, isyan ve terör için hazırlamak, ihtilâl komiteleri, katliam grupları, katliam birlikleri kurmak, hükümet kuruluşlarını tahrip edip, yağmalamak" gibi doğrudan teröre ve terörün yaygınlaşmasına çalışan Taşnaklar, Bolşevik ihtilâlinden sonra 1918-1920 yıllan arasında bugünkü "Sovyet Ermenistan Cumhuriyeti" bölgesinde iktidarı ele geçirerek "Ermeni Cumhuriyetini" kurmuşlar ve siyasi girişimlere başlamışlardır. Ancak bu siyasi süreç, Taşnaklar'ın terör faaliyetlerinden geri durması sonucunu doğurmamış, 1972 yılında Taşnak tarafından kurulan "Ermeni Soy Kırımı Adalet Komandolar" Türkiye'nin dış temsilciliklerine yönelik terör eylemlerine yeniden başlamışlardır.

Bunun gibi Marksist Hınçak Örgütü de 1973 -1985 yeni Ermeni terör döneminin başlıca terör uygulayıcısı olan ve varlığı ancak teröre dayanan ASALA'nın kuruluşunun fikri ve manevi kaynağı olmakla kalmamış, bu grubu veya örgütü özendirmiş, desteklemiştir.

Ermeni sorunu - Ermeni konusu veya Ermeni davası hangi anlamda ele alınırsa alınsın, hangi görüşlerle açıklanmaya çalışılırsa çalışılsın, Ermeni örgütlerinde bu kavramlar terörle eşdeğerli olmuş, amaç ve beklentiler sürekli şekilde Türk ve Türkiye düşmanlığı, kan ve kin üzerine bina edilmiştir.

Ermeni terör örgütlerinin kuruluşları dar bir kadro ile gerçekleştirilmekte, merkezi yönetim gene1likle bu kadronun denetiminde bulunmaktadır. Merkez yönetiminin ön gördüğü eylemler içerisinde belirli sayıda ve belirli görevleri yüklenmiş özel timler tarafından uygulamaya konmaktadır. Bu timler sırasında çok değişik örgüt isimleriyle kamuoylarına yansıtılmakta bu suretle Ermeni örgüt sayısının çok olduğu görüntüsünün yayılması arzu edilmektedir.

Bu örgütlerde, merkezi yönetimler ve bunlara bağlı çeşitli organların belirli bir fiziki alanda veya aynı coğrafyada olması gerekmemektedir. Çeşitli ülkelerde olabileceği gibi, bir ülkenin çeşitli yerlerinde de bulunabilirler. Bu durum, Ermeni örgütleri hakkında "Merkezi"lik özelliğini daha demokratik, daha yaygın bir şekle sokmayı sağlamakta ise de gerçekte bütün Ermeni terör örgütlerinde çok sıkı ve disiplinli bir merkez egemenliği esas kabul edilmektedir.

Örgütlerin gerek açıklanan yapıları, gerekse lider kadroları arasındaki rekabetler ve çatışmalar sık ve çeşitli bölünmeleri ortak bir özellik haline getirmiştir. Bu durumdan da yararlanılmakta, bir örgüt, birden fazla kişinin liderliğinde ayrılınca sanki ayrı terör örgütleri görüntüsü verilmektedir.

Örgütlerde genelde bütün terör örgütlerinde ve faaliyetlerinde esas olan gizlilik başka bir ortak özelliği teşkil etmektedir. Ancak, sırasında merkezin örtüsünün devamı, korunması veya eylemin daha yaygın ve etkin propaganda aracı olarak kullanılması için özellikle alt grup veya özel tim eylemlerinde açıklığa gidilmekte, eylemler ilân edilmekte, gerçekleştikten sonra da üstlenilmektedir. Bütün bunlar propaganda amaçlarıyla, hudutlu ve bu amaçlara paraleldir.

Bütün Ermeni terör örgütlerinde, terör psikolojik harekâtın bir parçası, hatta bir aşamasıdır. Propaganda amacıyla terör uygulanabildiği gibi yalnız terör yaratmak, korku ve sindirme sağlamak. için de terör eylemlerine başvurulmaktadır. İkinciler, daha çok Ermenilere ve örgüte karşı gelenlere veya örgütün emirlerine uymayanlara uygulanmaktadır.

Bu örgütler, halkla ilişkiler, haberleşme ve bunları gerçekleştiren araçlar hakkında geniş bilgi ve deneyimlere sahiptirler: Ayrıca; bu faaliyetleri yerine getiren kişi, kurum: ve kuruluşlarla yakın temas ve ilişkiler içerisinde bulunmaktadırlar. Bu et-kinlikleri, örgütlere yeterli yaşama ve yayılma zamanını hazırlamaktadır.

Ermeni terör örgütleri daima bir veya birden fazla devle-tin açık veya kapalı desteğine sahiptirler. Bu devletler örgütleri birer araç şeklinde kullandıkları gibi, kendi gizli örgütlerini ve psikolojik harekât kuruluşlarını örtmek için de kullanmaktadırlar.

Bütün Ermeni örgütleri için Türk ve Türkiye düşmanlığı, kuruluşlarının ve devamlarının manevi unsuru halindedir. Ayrıca, bu düşmanlık üzerine haklar ve çıkarları bina etmektedirler. Türkiye ile ilişkisi, teması ve bağlantıları olan ülkelerle görüntü-de olan düşmanlıklar gelip geçicidir. Terörün bu ülkelere sıçraması veya bir ve birden fazla olayın bu ülkelere karşı veya bu ülke vatandaşlarını da hedef olarak almak suretiyle uygulanması tamamen "tehdit" niteliği taşır, düşmanlık unsurunu kapsamaz.

Tarihi süreci içerisinde Ermeni terörü üç aşama gösterir:

Birincisi, terörle Ermenileri, Ermeni topluluklarını kazanmak veya kendilerine çekmek bu suretle Ermeniliği sağlamaktır.

İkincisi, Ermeni olmayan kamuoylarına. "gücü" ve "boyutlarını" kabul ettirmek, ilgiyi sağlamaktır.

Üçüncüsü ise, siyasi gelişmelere ve uluslararası çıkar çatışmalarına Türkiye ve Türklük hakkında kullanılabilecek "düşmanlık kaynakları" hazırlamaktır.

19. yüzyılın sonlarında "hürriyetsizliğe - yoksulluğa - haklardan eksikliğe uğratılmış azınlık" teması - 20. yüzyılın sonlarına doğru "soykırımına - katliamlara uğramış halk-millet" teması tamamen uluslararası ilişkilerde kaynak sağlama amacına, yönelik-tir. Ve ilk fırsatta, bu kaynaklar hiç tereddütsüz Türkiye'ye rakip devletler tarafından hatta uluslararası teşkilâtlar tarafından kullanılacaktır. Bütün terör örgütlerinin gizli kalan amaçlan ve hedefleri uluslararası çatışmalardan doğacak fırsatların değerlendirilmesidir. Bu ise tarihi sürecine uygun olarak kendileri dışında gerçekleşmesini bekledikleri bir hedef hatta emeldir.

YENİ TERÖR DÖNEMİ (1973 -1985)

Yeni Ermeni terör döneminde, terörü özendiren, geliştiren, ha-zırlayan, daha geniş alanlara yayılmasını, hedeflerinin çeşitlenmesini sağlayan; terör tim ve grupları oluşturan, yeni örgütlenme çabalarına insan gücü manevi ve psikolojik destekler, temaslar ve ilişkiler ortamı hazırlayıp veren; geleneksel Taşnak ve Hınçak terör örgütleridir. Bunların yanında açıklanan dönemde isminden en çok söz ettiren ve Ermeni terörü ile eş anlamda kullanılan "Ermenistan'ın Kurtuluşu İçin Ermeni Gizli Ordusu" örgüt adının kısaltılmış şekli olan ASALA'dır.

Geleneksel terör örgütleri içlerinden çıkardıkları terör tim ve gruplarıyla, ASALA ise, bağımsız görünümü altında, terörün en acımasız ve insanlık dışı uygulamalarıyla yeni dönemin terör yaratıcıları olmuşlardır. ASALA'da manevi ve psikolojik desteği, temas ve ilişkiler ortamını Hınçaklardan almıştır. Bu yaklaşımla denebilir ki, gerçekte geleneksel terör bütünü ile devam etmiş, 1960'larda hazırlanan ortamdan yararlanmış, fırsatları değerlendirerek bir süre daha Türk ve insanlık avına çıkmıştır.

Yeni Ermeni terörizminin ana nedenlerinden birini "Armenian National Liberation" başlıklı etüdünde, Michael M. GUNTER şu şekilde açıklamaktadır: "Şurası açıktır ki, günümüzde Ermeni terörizminin ana nedenlerinden biri, birçok devlet ve kişinin açıkça bu mücadeleyi desteklemesi ve teröristleri bu eyleme sürükleyen nedenlerin kabul edilmesi gerektiğini öne sürmesidir..."

Amerika'nın Massachusetts Eyaletindeki Cambirigge kentinde bulunan "Zoryan Çağdaş Ermeni Araştırmaları Enstitüsü" yöneticisi ve "Armenian Review" gazetesinin yazı işleri müdürü Gerard J. Libaridyan ise bu dönemi şu cümlelerle özetlemektedir: "Türk devletinin ve dünyanın büyük devletlerinin altmış yıl süren barış çabalardan sonra bile, Ermenilerin duygularını kabul etme yönündeki isteksizliği yeni bir terörizm döneminin açılmasıyla sonuçlanmıştır."

ASALA lideri Agop Agopyan ise "geleneksel Ermeni partilerinin sürdürdüğü politikanın başarısızlıklarının anlaşılmasından sonra" Ermeni şiddet olaylarının ortaya çıktığını iddia iddia etmektedir. Bütün bu terörü meşru gösterme gayretleri, tarihi süreç içerisindeki Ermeni terörünü makul göstermeye elbette yetmemektedir.



ASALA (ERMENİSTAN'IN KURTULUŞU İÇİN ERMENİ GİZLİ ORDUSU)
1973-1985 döneminde kendisinden en çok söz ettiren Ermeni terör örgütü ASALA'dır. Kuruluşu, örgüt yapısı ve çalışmaları hakkında kesin bilgiler henüz yayınlanmamıştır. Çeşitli Ermeni kaynakları ve yayınlar ASALA hakkında, bazı şahıslarla ilgili bilgiler vermekte, çoğu kez bu örgütün veya terör grubunun yayınlarından elde edilen sonuçları açıklamaktadırlar. Bunlar ise bu terör grubunun yaymak istediği veya açıklanmasında sakınca görmediği bilgilerdir.

ASALA'nın kuruluşunu, Lübnan olaylarına bağlayan, Lübnan'daki Filistin Kurtuluşu örgütlerinin faaliyetleri içerisinde gören, onlardan esinlenerek ortaya çıktığını savunan görüşler olduğu gibi birkaç Ermeni'nin bir araya gelerek kurdukları yeni bir terör örgütü kurduklarını ve bu örgütün kısa zamanda dönemin en çarpıcı, en etkin terör olaylarını meydana getirdiğini yazan yayınlar da vardır. Bütün bunlar, ASALA'nın kuruluşunu tam olarak açıklamaktan uzaktırlar. ASALA'nın bir örgüt olarak ortaya çıkması şartları bilinmeden ve doldurmuş olduğu boşluk yeterince açıklığa kavuşturulmadan mevcut tereddütler daha uzun zaman devam edecektir.

Her şeyden önce Ermeni terörünün yeni döneminde ilk hareketlerin Taşnak Ermeni terör örgütünün politikaları ve hedefleri gereği olduğu bilinmelidir. Taşnakların tarihi süreç içerisinde ve açıklanan dönemde tamamen batı yanlısı, Türk hedeflerini esas alan, terörü kısıtlı uygulayan bir politika izlediği ve Batı devletlerinden destek ve yardım gördüğü, hatta bunlarla işbirliğinde bulunduğu da çeşitli kanıtlarla açıklığa kavuşmuştur. Esasta bundan başka bir tutum ve davranışta bulunmalarına da yapıları, tarihi gelişimleri uygun değildir.

Bu ortamda boş bulunan bir alan vardır. Marksist - İhtilâlci-Yeni nesilleri yakından ilgilendiren ve özellikle Fransa'daki tabiriyle "Yeni Ermeni direniş örgütleri" gibi cazibeli gelecek, Sovyetler ve Doğu ülkeleriyle ilgili adan boş sanılmaktadır. Gerçekte, bu alan Hınçaklar tarafından çok eski tarihlerden beri doldurulmuş bulunmaktadır. Ve 1960 tan itibaren Hınçak'larda çeşitli görüşlerle yeni terör dönemini hazırlamakta-dırlar. Ancak, ortadan Hınçaklar görülmemekte ve ASALA şeklinde, her şeyi ile yeni sayılmayı isteyen bir terör örgütü çıkmaktadır.

Yeni Ermeni terörünün hazırlayıcı etkenleri dikkate alındığında ve özellikle Hınçakların terör örgütü olarak, amaçları, politikaları, hedefleri incelendiğinde ASALA'nın Hınçakların bir terör grubu olduğu kanısına varılabilir. Ancak, Lübnan şartları, yeni gelişmeler, bu grubu dünya kamuoyu önüne yeni bir Ermeni terör örgütü gibi çıkarmış, bu örgüt üstlendiği terör olaylarıyla tanınmıştır. Gerçekte ise değişen önemli bir durum yoktur. Tarihi süreci içerisinde iki Ermeni terör örgütü gene sahnededir. Birisi, daha belirgindir, kurduğu terör grupları ve timleriyle hareketlidir. Diğeri ise görünmemekte bütün manevi, psikolojik desteğin yanında, her türlü insan gücünü, deneyimini de tahsis ettiği bir Ermeni terör grubu örtüsü altında kalmakta, bu grup daha alt gruplar ve timlerle terörü gerçekleştirmektedir.

KURULUŞU VE ÖRGÜT YAPISI

ASALA, 1975 yılında kurulmuştur. 6 - 7 üyeden oluşan kurucuları içerisinde, terör örgütünün en hareketli iki üyesinden biri olan Agop Agopyan, örgütün bilinen lideridir. İkincisi ise cinayet eylemlerini bizzat gerçekleştiren, terör olaylarının faili bulunan ve Agop Agopyan'ın yokluğunda örgütün ayakta kalmasını sağlayan Agop Tarakçıyan'dır, 1981'de ölmüştür. Agopyan ise çeşitli yaralanma, tedavi gibi sürelerin dışında örgütün lideri olarak kalmıştır. Filistin Kurtuluş Örgütlerinin elemanı olarak tanınmış ve "Mücahit" ismini taşımıştır.

Örgütün yapısı, geleneksel Ermeni terör örgütleri modeline uygundur. Lûbnan Merkez Komitesi, örgütün üst yönetimini üstlenmiştir. Özellikle, 1980 yılında bu komite, Lübnan'da önemli bir şekil almış ve "Büro" niteliğine bürünmüştür. Merkez Komitesine bağlı olarak; Siyasi Komite, Mali Komite, Propaganda ve Yayın Komitesi, İstihbarat Komitesi ve Askeri Komite gibi alt kuruluş ve organları vardır. Askeri komite, eylem timlerinin de bağlı olduğu bir organ niteliğindedir.

AMAÇ VE HEDEFLERİ

ASALA, 1981 yılı sonunda açıkladığı "siyasi programıyla" amaçlarını ve hedeflerini dünya kamuoyuna yayınlamıştır. Buna göre ASALA'nın amacı: "Demokratik, sosyalist ve devrimci bir hükümetin önderliğinde birleşmiş bir Ermenistan'ın kurulmasıdır." Burada tanımlanan hükümetin neresi olduğu da açıkça anlaşılmaktadır. Sovyetler Birliği ve sosyalist devletlerden her türlü yardım istenmekte ve "Sovyet Ermenistan'ı halkın uzun savaşı için bir üs olarak" kabul edilmektedir.

Siyasi programda düşmanlar, iki grupta toplanmaktadır. Bunlardan birincisine "yerel gericiler" denilmektedir ki, bunlar, ASALA karşısında yer alan veya yanında bulunmayan Ermenilerdir. Taşnak da bu grupta yer almaktadır. İkincisi düşman grup ise, "Uluslararası emperyalizmin desteklediği Türk emperyalizmi" olarak gösterilmektedir.

ASALA, "Ermeni topraklarının"(!) kurtarılması için temel yolun, devrimci şiddet eylemlerinden geçtiğinin kabul ve ilan etmektedir. Programına göre; ASALA, üstün sınıfların hegemonyasını reddedenleri destekleyecek ve uluslararası devrimci hareket içinde koalisyonlar kurulup güçlenmesine çalışılacaktır. Bunun için şiddet ve terör vazgeçilmez yöntemdir.

ASALA'da amaçların gerçekleştirilmesi için terör eylemlerinin özellikle Türklere veya Türk dostlarına uygulanması, resmi veya özel şahısların seçilmesi önemli değildir; "terör bir olaydır ve önemli olan olayın boyutu"dur. Hedefler ikinci planda kalabilir. Bu nedenle katliamlar, büyük yankı uyandıracak öldürmeler, bombalamalar ön plana geçmekte; öldürülenlerin çocuk, kadın, Türk veya başka bir milletten olmaları önemli sayılmamaktadır. Ancak, her defasında öncelik Türklere ve Türkiye'ye uygulanacak terör eylemlerine verilmiştir. Ankara - Paris Havaalanlarının, İstanbul, Kapalıçarşı'da girişilen saldırı ve katliamların Orly saldırısının sebepleri, tamamen "olayın" çapı doğuracağı etki ve yankıdır.

STRATEJİLERİ, TUTUM VE DAVRANIŞLARI

ASALA'nın temel stratejisi, dünyadaki ilerici Ermeni hareketlerini bir noktada (Lübnan'da) toplamak ve bir merkezden yönlendirmektir. Kısaca, ilerici Ermeniler ASALA çatısı altında birleşecek ve "ASALA Halk Hareketi"ni başlatacaktır. Bu suretle, Ermenilerin ilerici güçleri, birbirleriyle resmi işbirliğine girebilecekler ve güçlerini birleştireceklerdir.

ASALA stratejisinin bu bölümünü 1981 yazında, dünyadaki tüm ilerici Ermenileri Lübnan'da toplantıya çağırmakla uygulamaya çalışmıştır. "İlerici" deyimi "Sosyalist - Marksist" anlamında kullanılmaktadır.

Stratejinin ikinci bir aşaması da, bu güç birliğinin sosyalist hükümetlerinde yardımıyla terörü yayarak, savaş dönemini başlatmasıdır. Ermeni terörü, Ortadoğu'daki kurtuluş mücadelelerinin bir parçasıdır ve Türkiye'nin bütünlüğüne yönelmiş her hareketle bütünleşebilir. Bu stratejinin sonucu olarak ASALA-PKK işbirliği meydana gelmiştir.

POLİTİK GELİŞMELER

1975 yılında kurulduğu kabul edilen ASALA'nın politik gelişmeleri iki safhada değerlendirilmelidir. ASALA, 1979 yılında Paris Ermeni Konferansı sırasında sağladığı yeni güçlerle kuvvetlenmiştir. Bu süreç 1981'de zirveye çıkmış, ancak örgüt 1983 yılında ikiye bölünmüştür.

ASALA'nın ilk eylemi, kurucularından Agop Tarakçıyan'ın 16.2.1976 tarihinde Beyrut Türk Büyükelçiliği Başkâtibi Oktay Cerit'i öldürmesidir. ASALA, 1979 yılına kadar, Filistinlilerin kendi aralarındaki çatışmalara karışmış ve lider Agopyan yaralanmıştır. 1979 yılında Paris'te toplanan Ermeni Konferansı sırasında, Fransa'daki Ermeni teröristlerle irtibat kurulmuş; böylece örgüte yeni elemanlar katılmıştır. Bunların içerisinde en ünlüleri Alex Yenikomşiyan ve Monte Melkiyan'dır.

1981 yılında birçok terör olayı gerçekleştiren ASALA, bir taraftan İsviçre'yi, diğer taraftan Fransa'yı tehdit etmeye, başlamıştır. Fransa'daki "Yeni Ermeni Direniş Örgütü", Kanada'daki "Azad Hay" ve İngiltere'deki "Gaitzer" grupları ASALA'ya katıldıklarını ilan etmişlerdir. Terörün büyük bir etkinlik ve yaygınlıkla devam ettiği bu yıllar içinde merkez kadrosunda ihtilâflâr başlamıştır. ASALA'nın masum insanlara da yönelmiş olan terör eylemleri, örgütün dünya kamuoyundaki konumunu derinden sarsmıştır.

İsrail'in Lübnan'ı işgaliyle ASALA yöneticileri, Filistinlilerle birlikte Lübnan'ı terk etmek zorunda kalmışlardır. Örgüt, Temmuz 1983 tarihinde ikiye bölünmüştür. Bunlardan Agop Agopyan Grubu, Yunanistan ve Ortadoğu'ya yerleşmiş; kadın-çocuk ayırımı yapmadan terör eylemlerine devam etmiştir. Bu dönemdeki en çarpıcı eylemi, Orly katliamıdır.

Örgütün Batı Avrupa'daki grubu ise, "ASALA devrimci hareketi" ismini almıştır. Daha ılımlı bir yol izleyen bu grup, terör eylemlerinde yalnızca Türk hedeflerine yönelmiştir. Bu hareketin önde gelen liderlerinden biri Monte Melkoyan, diğeri ise Ara Toranyan'dır. Toranyan, Merkezi Paris'te bulunan "Ermeni Ulusal Hareketi" adlı grubun liderliğini yapmıştır. Bu grup, Orly saldırısını "tamamen faşist bir saldırı" olarak nitelemiştir.

Melkonyan ise Ermeni mücadelesinin siyasi zeminini oluşturmayı amaçladığını açıklamıştır. Buna göre harekâtın iki yönü vardır: 1) Ermenileri harekete geçirmek, 2) Türkiye'ye karşı harekete geçmiş diğer güçlerle işbirliğinde bulunmak. İran doğumlu Melkoyan, ikinci aşamada "ittifaklar" kurma stratejisini ileri sürmüştür.

Bu arada Agopyan da faaliyetlerini devam ettirmiştir.

DESTEK VE İLİŞKİLERİ

ASALA, amaçları ve izlediği politikalar gereği üç yönlü destek bulmuştur. Bunlar şöyle sıralanabilir:
[*]Sovyetler - Doğu Bloku ve Sosyalist ülkeler, [*]Türkiye'yi dış ve iç tehdit ve terörle yıpratmayı jeopolitik beklentileri bakımından politikalarının esası sayan Yunanistan, Suriye gibi ülkeler, [*]Komünist partiler, dolaylı olarak Hınçak Ermeni terör örgütü ve sempatizanları, karşı görüşlere sahip bulunsalar da Ermeni kiliseleri.ASALA'nın ilişkileri, uyguladıkları stratejiye paralel olarak, Türkiye için tehdit oluşturan kesimlerle yoğunlaşmıştır. Bunlar 1975 -1980 evresi içinde Filistin Kurtuluş Örgütü, Komünist partileri eylem grupları ve bazı devletlerin gizli örgütleridir. 1980 yılında Nisan ayında Sidon/Lübnan'da yapılan PKK ile ortak eylem anlaşmasıyla ASALA ilişkilerini genişletmiştir. Bu yolla ASALA-PRK arasında görüş ve eylem birliği kurulmuştur.

1983 yılından sonra başlayan evrede ise ASALA ilişkileri Monte Melkoyan'ın stratejine uygun şekilde gelişmiş, Türkiye içinde terörün uygulanmasına ağırlık verilerek, bu stratejiyi doğrudan veya dolaylı şekilde eylemleştirecek imkân ve kabiliyette bulunan her örgütle ilişkiler kurulması esas alınmıştır. Bunların başında gene PKK ve benzeri kuruluşlar ile TKP ve diğer komünist örgütler gelmektedir.

YAYINLARI VE HABERLEŞME ARAÇLARI

ASALA'nın en önemli ve resmi yayın organı "HAYASTAN"dır. Ayrıca, "Hay-Baykar", "Armenia" ve Londra'da yayınlanan "Kaytzer" adlı dergiler de yayın organlarının başlıcaları arasındadır.

ASALA ilk radyo yayınlarını 1981 de Beyrut'ta başlatmış, "Lübnanlı Ermenilerin Sesi" adı altında günde bir saatlik yayınlar yapmıştır. Bunların dışında, ilişkili olduğu ülkelerin haberleşme araçları da ASALA'ya yayın yönünden destek sağlamaktadırlar.

YOĞUN FAALİYET ALANLARI

ASALA Ermeni Terör Örgütü, şimdiye kadar Türk Temsilciliklerine yönelik silahlı eylemlerini en çok Fransa'da gerçekleştirmişlerdir. Lübnan'dan sonra en büyük hareket üssü olarak bu ülkeyi kullandıkları gözlenmektedir. Bu ülkede hareket serbestliği bulunan Ermeni militanlar, Fransız yönetiminden ve çeşitli Ermeni kuruluşlarından almış oldukları büyük destekle rahatlıkla eylem yapabilmektedirler. Ayrıca ABD, Yunanistan, Kıbrıs Rum Kesimi, Suriye, İran ve Kanada gibi devletlerde de faaliyetlerini sürdürmektedirler.

ÖRGÜTÜN SON DURUMU VE KOPMALAR

ASALA'nın, İsrail işgali nedeniyle Lübnan'daki 3 eğitim kampını kaybettiği, İtalyan makamları arasındaki görüşmeleri aracılık eden bazı Filistinli yöneticilerin ASALA'yı arkadan vurmaya çalıştıkları, gerici Ermenileri kiralayarak ASALA'ya karşı kullanmak istedikleri, ASALA liderlerinden Agop AGOPYAN tarafından Beyrut'un Batı kesiminde yaptığı röportajın radyoda yayınlanan metninde ifade edilmiştir.

ASALA'nın merkezlerinin; Lefkoşe'nin Rum Kesimi, Atina ve Şam olarak üç ayrı mihraka bölündüğü haberinin alındığı, ayrıca, Tahran'da Ermeni cemaati içinde teşkilatlanmış oldukları, İsviçre Dışişleri Bakanlığı'nca bildirilmiştir.

Filistin Saika Örgütü Siyasi Daire Başkanı, ASALA militanlarının Cezayir, Tunus, Sudan ve Kuzey Yemen'e gittiklerine dair bazı haberleri duyduğunu ifade etmiştir. Bu arada, l980 yılında İngiltere'de kurulmuş bulunan ve çeşitli ülkelerden bağışlar yapılan ASALA'nın yan kuruluşu olan Siyasi Mahkumları Destekleme Komitesi ise dört prensipte çalışmaktadır.

Bunlar; mahkumlara maddi ve manevi yardım, cemaat içinde propaganda, cemaat dışında propaganda, Ulusal Kurtuluş Harekatı'na yardım şeklindedir.

ASALA Örgütü Lideri Agop Agopyan tarafından Türkiye'de eylem yapmakla görevlendirilen Monte Melkonian l983 tarihinde İstanbul Kapalı Çarşı olayını gerçekleştirerek, kız arkadaşı Suzy Mashararjıan ile birlikte kaçmayı başarmıştır.

l5 Temmuz l983 tarihinde Orly Havaalanı THY Bürosu Eşya Kontrol Bölümü'ne bir bavul içerisine yerleştirilen bombanın patlaması sonucu Türk vatandaşı Halit Yılmaz ile birlikte 8 yabancı ölmesi ve 20'si ağır olmak üzere 56 kişinin de yaralanması olayını telkin eden Monte Melkonian, ASALA'nın bu hareketini kör terörizm olarak değerlendirerek, Ağustos l983 tarihinde ASALA'dan ayrıldığını ve ASALA/DEVRİMCİ HAREKETİ adlı örgütü kurduğunu açıklamıştır. Orly Havaalanı olayını Ulusal Ermeni Hareketi Lideri Ara Toranyan da telkin ederek, bundan böyle ASALA'dan desteğini çektiğini açıklamıştır.

ASALA Lideri Agop (Hagop) Agopyan'ın 28 Aralık l988 tarihinde Atina'da öldürülmesinden sonra örgüt ASALA-MR (DEVRİMCİ HAREKET), ASALA-PMLA (HALK HAREKETİ) ve SASSOON diye üç gruba bölünmüş, l9 Aralık l99l tarihinde Türkiye'nin Budapeşte Büyükelçisine karşı girişilen saldırıyı SASSOON adlı grup üstlenmiştir.

ASALA-PMLA'nın, Yunanistan'ın Egina adasında bir gizli askeri üssü bulunduğu, burada PKK örgütü mensuplarına da askeri eğitim verildiği ve eğitimi Yunanlı General Matafias'ın bizzat verdiği öğrenilmiştir.

Lübnan'da ise ANJAR Kasabasında "Ermeni İzciler Derneği" olarak tanıtılan askeri bir karargahları olduğu; yine, BAR ELLIAS'da (Bekaa Alanı) ASALA ve JRA militanlarının silahlı eğitim yaptıkları, Kıbrıs Rum Kesimi'nde ASALA mensubu yaklaşık 60 kişinin bulunduğu, bunların Rum Ordusu denetimi altında EYANAPA bölgesinde bir kamplarının bulunduğu ve sorumlu Harout Ağbachyan'ın PKK ve DEV-SOL ile iyi ilişkiler içerisinde olduğu bilinmektedir.

ASALA-MR
ASALA'dan koparak 1983 Eylül ayında Fransa'ya geçen Monta Melkonian (Meykonyan) ASALA-Halk Hareketinin Askeri Aparatı ASALA-İhtilalci Hareketi (ASALA-MR) örgütünü kurduğunu açıklamıştır. Fransa hükümeti ile bozulan ilişkileri düzeltmek en önemli amaçları olmuştur. Eylemleri Türkiye'de yapacağı düşünülürken ASALA-MR Kuzey Amerika ve Batı Avrupa kanadını tamamen kontrolü altına almış, bu bölgedeki militanları kendi safına çekmiştir. Melkonian, 1993'te Dağlık Karabağ'da Azeriler'le çarpışırken öldürülmüştür.

JCAG
ASALA ve Hınçak Partisi'ne rakip olarak Taşnak Partisi ve bunun ABD uzantısı Ermeni Devrimci Federasyonu tarafından 1975 yılında Beyrut'ta kurulmuştur. Örgüt Taşnak Partisinin Askeri Aparatı olarak faaliyet göstermekte olup, ilk defa 22 Ekim 1975 tarihinde Viyana Büyükelçimiz Daniş Tunalıgil'in öldürülmesi olayı ile adını dünya kamuoyuna duyurmuştur. Örgütün amacı, bağımsız Büyük Ermenistan Devleti'ni kurmak olarak açıklanmıştır.

<A name=11>ARA
Fransa'da kurulmuş olup ilk defa 14 Temmuz tarihinde Brüksel Büyükelçiliğimiz İdari Ataşesi Dursun Aksoy'un öldürülmesi olayını ASALA ve JCAG ile birlikte üstlenerek adını duyurmuştur. ARA'nın ırkçılığı savunduğu, ASALA'nın metodlarına ve fikirlerine tamamen karşı olduğu, Taşnak Partisi-Ermeni Soykırım Adalet Komandoları (JCAG) ve ASALA haricindeki Ermeni Terör Örgüt ve kuruluşları tarafından da desteklendiği, teorik ve pratik olarak JCAG'nin paralelinde hareket ettiği bilinmektedir.



BÜYÜK ERMENİSTAN HAYALİ
"Büyük Ermenistan" Ermenistan Cumhurbaşkanı Levon Ter-Petrosyan tarafından ortaya atılmıştır. Halep doğumlu olan Ter-Petrosyan'ın geçmişi ve düşünceleri, SSCB döneminde ülkede faaliyet gösteren tek siyasî parti olan Ermenistan Komünist Partisi'nin (1) ilkelerine dayanmaktadır.

Ter-Petrosyan, Dağlık Karabağ meselesini alevlendiren ve 1987 yılından itibaren Ermenistan'da yoğunluk kazanan nümayişlerin baş organizatörüdür. Onun Dağlık Karabağ'ın Azerbaycan'dan ayrılarak Ermenistan'a bağlanmasını sağlamak amacı ile Şubat 1988'de kurduğu "Karabağ Komitesi", 1989 Kasım'ında ad değiştirerek "Ermeni Millî Hareketi" adını almıştır.

Partileşme sürecinde, Mayıs 1990 seçimlerinde en fazla oyu toplayan ve 4 Ağustos 1990 tarihinde Ermenistan Yüksek Sovyet Başkanı seçilen Ter-Petrosyan, Cumhurbaşkanlığı seçimini kazandıktan sonra, 1991 yazında Ermenistan'ın bağımsızlığını ilân etmiştir. 21 Aralık 1991 tarihinde Alma-Ata (Almatı) Deklarasyonu'nu imzalayarak Bağımsız Devletler Topluluğu'na katılan Ermenistan, 1992 başında da AGİK (AGİT) ve Birleşmiş Milletler'e üye olmuştur.

Aynı dönemde, Ermenistan Cumhuriyeti, milletlerarası antlaşmaları, kendi yükümlülüklerini, Helsinki ve AGİT ilkelerini çiğneyerek, Azerbaycan Cumhuriyeti'ne bağlı bir özerk bölge olan Dağlık Karabağ'ı fiilen işgal etmiştir. İşgalin de ötesinde buradaki Azeri Türkleri'ne karşı açık bir soykırım uygulamıştır(2).

Ter-Petrosyan, 1990 seçimlerindeki ilk demecinde, milletlerarası kuruluşlara, sözde 1915 Soykırımı'nı tanımaları çağrısında bulunmuştur(3).

Ter-Petrosyan, 8 Ağustos 1994 tarihinde, ABD Başkanı Bill Clinton'ı Beyaz Saray'da ziyaret etmiştir. Toplantıya katılanlar arasında, Taşnak Partisi liderleri ile Ermeni kilise mensuplarından Papaz Rafael Andonyan, Başpiskopos Mesrob Aşcıyan, Başpiskopos Hayag Barsamyan ve Başpiskopos Vahe Hovsepyan yer almışlardır. Burada konuşulan ağırlıklı konular, Türkiye'nin ve Azerbaycan'ın Ermenistan'a çıkardığı güçlükler ile sözde Ermeni soykırımının tanınması olmuştur(4).

Ter-Petrosyan'ın Clinton ziyareti, dikkat çekici olmuştur. Çünkü son on yıl içinde, bir ABD Başkanı tarafından ilk defa böyle bir toplantı yapılmıştır. Ayrıca, bir ABD Başkanı ile Ermeni liderleri arasında sözde Ermeni soykırımının tartışılması, yeni bir durum olarak değerlendirilmiştir.

DİPNOTLAR
1) Ermenistan Komünist Partisi, 1993 yılında adını Ermeni Demokratik Partisi olarak değiştirmiştir. Dağlık Karabağ'ın bağımsızlığının dünyaya kabul ettirilmesi ve Türkiye sınırları içinde kalan topraklar ile ilgili iddialar, partinin ideolojik özellikleri arasında yer almaktadır.
2) Katliam (Albüm), İstanbul 1993; The Tragedy of Nagorno Karabakh, Ankara 1993, s.13, 15-16; Yankı., 3.7.1995, s. 36.
3) Yankı, 3.7.1995.
4) The Armenian Reporter, 13.8.1994.



Prof. Dr. Sinsi 08-03-2012 03:12 AM

Ermeni Sorunu, İddialar, Gerçekler
 
1979 PARİS KONGRESİ

1. Dünya Ermeni Örgütleri Kongresi, Paris'te 3 - 6 Eylül 1979 tarihinde toplanmıştır. Bu kongreye ASALA önemli bir güçle katılmış ve kongrede etkin rol oynamıştır. Kongre, Fransa'daki Ermeni ihtilâlci güçler üzerinde etkili olmuş, özellikle terör örgütlerine katılma sağlanmıştır. Kongrenin amacı; "dünyadaki Ermenilerin bir fikir etrafında, bir bayrak altında toplanması ve örgütlenmesiyle, siyasi ortamın değerlendirilip toprak taleplerine yönelinmesi" şeklinde özetlenebilir.

Kongrede sunulan bazı önemli öneriler şunlardır:[*]Parti ve mezhep çekişmelerine son verilmeli bir "Merkez Komite" kurulmalıdır. [*]Diaspora Ermenilerinin asimilasyonuna son verecek önlemler alınmalıdır. [*]Eylem ve uygulamalarda ihtiyaç duyulan askeri teorisyenler ve stratejistler sağlanmalıdır.Kongrede alınan kararlar ise şunlardır:[*]Pan-Ermenizm hareketi hızlandırılacak, Ermenilik kavramı Diaspora çerçevesinde politize edilecek ve dünyada bir "Ermeni gücü" yaratılacaktır. [*]Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği'ndeki Ermenilerin, Ermeni sorunlarına yardımcı olmaları imkânları araştırılacak ve gerekli katkıların sağlanmasına çalışılacaktır.[*]Toprak istek ve talepleri doğrudan Türkiye'den yapılacaktır. [*]Ermeni kilisesi milli karaktere kavuşturulacaktır. [*]Bir Ermeni Bankası kurulması çalışmaları başlamalıdır. [*]Merkez Büroları kurulmalı, yayın ve haberleşme imkânları geliştirilmelidir. Paris Kongresi sonunda, şiddet eylemleri ve terör olayları artmış, ASALA taze kan sağlayarak daha da güçlenmiştir. Bütünleşme çabalarında etkin bir dönem başlamış, silahlı eğitim faaliyetleri çeşitli merkez ve yerlerde artırılmıştır.

KAYNAK:
Uras, Esat-; Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, İstanbul 1987, s. CCVI


1983 LOZAN KONGRESİ


Ermeni terörünün büyük boyutlara vardığı, dünya kamuoyunun giderek Ermenileri ve teröristleri kınar hale geldiği bir ortamda toplanan Lozan Kongresi, "Ermeni siyasi görüşlerini birleştirmek ve tek doğrultuda hareket etmelerini sağlamak" amacını taşıyordu. ASALA'nın katılmadığı kongrede şiddet yanlıları azınlıkta kaldı. Kongre sonunda Taşnaklarda ve ASALA'da bölünmeler görüldü. Alt terör tim ve grupları zaman zaman başı boş yeni örgütler şeklinde harekete giriştiler. Büyük bir kısmı tasfiye edildi, tutuklandı ve mahkum edildi.

Kongrede gündeme gelen önemli konu ve öneriler şunlardı: [*]Bir kurucu heyet oluşturulmalı, temel politikalar saptan-malı, toprak taleplerinin esasına ilişkin görüşler belirlenmeli, bu istek bir esasa bağlanmalı. [*]"Milliyetçi, demokratik düşüncede bir ulusal kurtuluş hareketi oluşturulmalı." [*]Bu kongreler, Dünya Yahudi Kongrelerine benzer ve onun gücünde, demokratik parlamenter bir niteliğe ulaştırılmalıdır. Lozan Kongresi'nde şu kararlar alındı:[*]Kongrelerin demokratik, parlamenter bir niteliğe ulaştırılması için gereken hazırlıklar yapılacak ve bir "Anayasa" hazırlanacaktır.[*]Kurucu heyet, hem Anayasa hazırlıklarını yapacak, hem de çeşitli siyasi görüşlerin sentezini oluşturacak çalışmalarını bu metne katacaktır.[*]Kongre çalışmaları, bir bildiri ile dünya kamuoyuna açıklanacaktır. Lozan Kongresi, çeşitli tartışmalarla kapanmış ve büyük bir keşmekeşlik görülmüştür. Ilımlılar kongreye hâkim olsalar da, önemli gelişmeler sağlayamamışlardır. Kongreden sonra çatışmalar devam etmiş ve bölünmeler başlamıştır.

KAYNAK:
Uras, Esat-; Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, İstanbul 1987, s. CCVII


1985 SEVR KONGRESİ


7 -13 Temmuz 1985 tarihinde Sevr'de toplanan ve adına "III üncü Dünya Ermeni Örgütleri Kongresi" denilen kongrede temel amaç, hazırlanan "Ermeni Anayasasının" kabulü idi. Bu suretle, Ermenileri dünya çapında temsil edecek bir "Birliğin" oluşturulmasına çalışılacaktı.
ASALA'nın katılmadığı, Ermeni terör örgütlerinin resmen temsil edilmediği Kongre'de, Taşnakların temsil niteliği uzun tartışmalara sebep oldu.

Kongrede getirilen bazı öneriler ve alınan kararlar şunlardır:[*]"Tek Ermenilik, tek amaç, tek mücadele, tek ses" bir slogan halinde önerildi ve kabul edildi. [*]Sevr'in geçerli, Lozan'ın geçersiz olduğu ileri sürüldü. ASALA desteklenmemeli önerisi kabul edildi. [*]Türkiye'ye karşı sürekli savaşın devam edeceği önerildi, kabul edildi. [*]Türkiye'nin yayılmacı politikasına karşı Yunanistan'ın ve Kıbrıs Rumları'nın sürdürdükleri savaşın desteklenmesi önerildi, kabul edildi. [*]Kongrenin, "Sürgündeki Filistin Ulusal Konseyine" benzer bir nitelik taşıması önerisi, gerekli gelişmelerin izlenmesi suretiyle kabul edildi.Sevr Kongresi'nde alınan kararlar ise şunlardır:[*]Kongre, hazırlanan ve bir. Anayasa niteliği verilen "Ermeni Anayasası" metnini kabul etti. [*]Kongre, amaçlara erişebilmek için. çok yönlü bir stratejinin uygulamaya konulmasını da kabul etti. Buna göre; "Türk sömürgeciliği ile mücadele için, Ermeni ve diğer halklar arasında olduğu kadar, Ermeni ulusal kurtuluş hareketiyle Türkiye'deki ilerici -devrimci- hareketler arasında da ittifaklar kurulması" ve "Ermeni halkının mücadelesinin kaçınılmaz olarak baskı altındaki öteki halkların davasıyla bağımlı olduğu"nun bilinmesine karar verildi.[*]"Dünya Ermeni kongresi, kendisinin herhangi bir devlet ya da güçle ilişkisinin bulunmadığım ilan ederken, Ermeni halkının mücadelesine saygı duyan ve destekleyenlerin yardımlarını kabul edeceğini" de kararlaştırdı. [*]Kongre, Lozan Antlaşmasında imzası bulunan devletlere, Birleşmiş Milletler'e, Sovyetler Birliği'ne, Sovyet Ermenistan'ı Cumhuriyetine, ABD'ye, Avrupa Konseyine, Bloksuzlar hareketine başvurarak, "Ermeni halkının sömürgeciliğin kaldırılmasından yararlanmayan tek halk olduğunun" bildirilmesine karar verdi. Ve bu karar uygulandı. [*]Kongre, Türkiye'nin 1915 soy kırımını kabul etmesi için zorlanmasına ve böyle bir kabul halinde topraklarının kurtarılması yolunun açılacağına inanarak, bu niyetini kullanmaya karar verdi, gerekli yerlere bildiriler dağıtıldı, başvurular yapıldı. [*]Kongre, Sovyet Ermenistan'ında Ermeni kültürünün korunmasına yardımcı olduğu için Sovyetler Birliği'ne teşekkür eden bir kararı kabul etti. Kongrede Sovyetlerin soy kırımını kabul etmesi ve Zrtisan'ın 1985 tarihli Pravda'da bu hususta bir makale yayınlanmış olması övgü ile anılırken, soykırım tasarısının kongreden geçmesini sağlayamadığı için Amerika yönetimi eleştirilmiştir.

KAYNAK:
Uras, Esat-; Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, İstanbul 1987, s. CCVIII


ERMENİ ANAYASASI


"Üçüncü Dünya Ermeni Kongresi" olarak da anılan 1985 Sevr Kongresi'nde kabul edilen Ermeni Anayasası'nın takdim konuşmasını yapan Kongre Başkanı Rahip James Karnuziyan, Ermenilerin bölünmelerinden büyük sıkıntı çekildiğini açıklayarak, bu sıkıntıların giderilmesini ve birliğin sağlanmasını gerçekleştirmek için "birleşik bir grup" olmaktan başka çare bulunmadığını, Anayasa denilen metnin bu amaca yönelik bütün görüşleri kapsamı içerisine aldığını anlatmıştır.

Tarafsız gözlemciler, Anayasanın uygulanması halinde, "Ermeni davası için mücadele veren her türlü kuruluşun ve örgütlerin, Ermeni Kongresi'nin şemsiyesi altında toplanacağını" açıklamışlardır.
Anayasa'da "Ermeni Kongresi"nin amaçları genel olarak şöyle anlatılmıştır: [*]Dağınık halde bulunan Ermenileri birleştirmek ve bir yapı oluşturmak.[*]Kongreyi, dünyanın tanımasını sağlamak.[*]Türk işgali altındaki Ermeni topraklarını (!) kurtarmak için tüm siyasi ve diplomatik yolları kullanmak.[*]Ermenilerin vatanlarına dönüşlerini örgütlemek ve bunun için hazırlıklar yapmak.[*]Kongre merkezi İsviçre'de bulunacak.[*]Ermeni Ulusal Konseyi, Genel Kurul, Yönetim Konseyi gibi kuruluşlar oluşturulacaktır.KAYNAK:
Uras, Esat-; Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, İstanbul 1987, s. CCIX


ERMENİ KONGRELERİNİN HEDEFLERİ


Ermeni Sorununun tarihi süreci içerisinde, Ermeni terör örgütlerinin, kiliselerin ve bazı devletlerin dolaylı şekilde özendirmeleri, talepleri veya davetleriyle çeşitli Ermeni kongrelerinin toplandığı bilinmektedir. Bunların büyük bir kısmı Taşnak veya Hınçak Ermeni terör örgütlerinin gerçekleştirdiği kongrelerdir.

Belirli bir zamana bağlı kalmadan, gerek kendi üyelerini, gerekse konuyla ilgili Ermenileri, kilise temsilcilerini bir araya getiren bu toplantılarda o günün şartları, durumları ve örgütlerin imkânları, faaliyetleri üzerinde bir forum niteliği taşıyan görüşmeler yapılır, çoğu kez uygulanmayan ve hemen bölün-melere, çatışmalara sebep olan kararlar alınırdı.1973 - 1985 yılları arasında Yeni Ermeni terörü döneminde de "Dünya Ermeni Kongreleri" veya "Dünya Ermeni Örgütleri Kongreleri" adı altında, 1979'da Paris, 1983'te Lozan ve 1985'te Sevr kentlerinde toplantılar yapıldı. Ve dünya kamuoyuna, Ermeni topluluklarına, Ermeni terör örgütleri mensuplarına çeşitli mesajlar iletilmeye çalışıldı. Rahip James Karnuziyan'ın başkanlığındaki I985 yılında yapılan kongrede de "Ermeni Anayasası" başlığını taşıyan bir metin kabul edildi.

Açıklanan dönemde yapılan kongrelerin temel amaçları "Ermeniler arasında birlik ve beraberliğin sağlanması", "Siyasi istek ve taleplerin bir merkez tarafından yapılması", ve "Ermeni terör güçlerinin bir çatı altında toplanması ve güç birliği" şeklinde ortaya konuldu. Büyük bir propaganda ve psikolojik harekât uygulamasına yönelik bu faaliyetlerin dün-ya kamuoyuna yansıtılması ön plana çıkarıldı. Ermenilerin de yapılan faaliyetlerden etkilenmeleri ve terörle veya diğer uygulamalarla bağlarının kurulması sağlanmaya çalışıldı.

Bu kongrelerde izlenen diğer bir amaç da, ayrı ayrı, olsalar da Ermeni terör örgütlerinin stratejilerinde uyumun ve gelişmenin gerçekleşmesiydi. Bu suretle bütün terör ve uygulamalar dünya Ermeni camiasının ortak istekleri şekline sokulabilecek, güç ve gereğinde cephe birliği sağlanacaktı. Bu kongrelerdeki ortak özellikler şunlardır: [*]Bütün kongrelerde silahlı mücadele tartışmaları ön plana geçmiştir. Bu mücadeleyi uygun bulanlarla - bulmayanlar arasındaki tartışmalar zamanla Ermeni terör örgütlerinin bölünmelerine sebep olmuştur. ASALA, 1979 tarihli Paris Kongresinden sonra diğerlerine katılmamış veya sokulmamıştır. [*]Bütün kongrelerde alınan kararların uluslararası kuruluşlara gönderilmesi ve bu kararların çeşitli düzeylerde uluslararası forumlarda ele alınıp tartışılması kararlaştırılmış ve bu imkânlar aranmıştır. [*]Ermenilerin bir çatı altında toplanması ve temsili önemli konulardan biri olmuş, ancak bunun nasıl gerçekleşeceği hususunda ortak bir görüşe varılamamış, Anayasa denilen metinde bir hazırlık dönemini ön görmüştür. [*]Kongrelerde üye sayıları giderek azalmıştır.Kongrelerde görüş ayrılıkları açıkça gözlenmiş, ancak bunu giderecek somut önlemler alınamamıştır.

KAYNAK:
Uras, Esat-; Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, İstanbul 1987, s. CCV


ERMENİ TALEPLERİ VE PROPAGANDASI


Sözde soykırım iddialarının dünya kamuoyu gündemine oturması için tarih boyunca sürekli olarak isyanlar ve terör eylemlerini bir propaganda aracı olarak gören Ermenilerin "Büyük Ermenistan"a ulaşmak yolundaki ilk hedefleri "Dört T Planı" olarak adlandırılabilecek olan gayelerine ulaşmaktır. Dört T Planı, şu dört kavrama dayanmaktadır: Tanıtım, Tanınma, Tazminat ve Toprak... Yani, sözde Ermeni sorunu tüm dünyada terör yoluyla "tanıtılacak", sözde iddialar dünya kamuoyunca kabul edilip Türkiye tarafından "tanınacak", sözde soykırımdan dolayı Türkiye'den "tazminat" ve "toprak" alınacaktır!...

Plana mesnet oluşturan Ermeni iddiaları ise şunlardır:[*]Türkler Ermenistan'ı işgal ederek Ermenilerin topraklarını ellerinden almışlardır.[*]Türkler 1877-78 savaşından itibaren Ermenileri sistemli olarak katliama tabi tutmuşlardır.[*]Türkler 1915 yılından itibaren Ermenileri planlı şekilde soykırıma tabi tutmuşlardır.[*]Talat Paşa'nın Ermenilerin soykırıma tabi tutulması konusunda gizli emirleri vardır.Soykırımda hayatlarını kaybeden Ermenilerin sayısı 1,5 milyondur.
Bu iddiaların hepsi de objektif bir inceleme karşısında dayanaksız kalmaktadır. Şöyle ki;

- Türklerin Anadolu'ya ilk ayak bastıklarında bağımsız bir Ermenistan devletinin mevcut olmadığı, dolayısıyla da Ermenilerin topraklarının ellerinden alınması gibi bir durumun söz konusu olamayacağı açıktır.

- 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı'ndan sonra Ermenilerin çıkarttıkları isyanlara ve giriştikleri katliama da yukarıda yer verilmiştir. Ermenilerin bu tutumunun Batı dünyasındaki propagandalarına bir zemin hazırlamak amacıyla benimsenmiş bulunduğu da artık açıklığa kavuşmuş bulunmaktadır.

- 1915 yılındaki olayların kendisini arkadan vuran Ermenilere karşı Osmanlı Hükümeti'nin uygulamaya koyduğu bir tehcir işleminden ibaret olduğuna da keza daha önce işaret edilmiştir. Kaldı ki "soykırım" kavramının bu husustaki Birleşmiş Milletler Sözleşmesi'ndeki tanımlamasına göre, soykırım suçunun oluşması için bir hükümetin bir ırkı ortadan kaldırmak yönünde bir niyetinin bulunması şartı aranmaktadır. Oysa, Osmanlı Hükümeti'nin Ermeni ırkını ortadan kaldırmak gibi bir niyetinin bulunduğunu gösteren hiçbir işaret olmaması bir yana, tam tersine tehcire tabi Ermenilerin güvenlik ve refahının eksiksiz olarak sağlanmasına yönelik hükümet emirlerinin varlığına yukarıda işaret edilmiştir. Öte yandan, Osmanlı arşivlerinin önemli bir bölümü tarihçilerin incelemesine açılmış bulunmakta ve tasnif yapıldıkça peyderpey açılmaya devam etmektedir. Bu belgelerin incelenmesi de Ermeni iddialarının asılsızlığını ortaya koyacaktır.

- Talat Paşa'nın Ermenilerin soykırıma tabi tutulması yolunda gizli emirleri bulunduğuna ilişkin olarak ilk kez Andonyan adlı Ermeni tarafından ileri sürülen ve yıllar boyunca Ermeni iddialarının geçerliliğinin temel kanıtı addedilen "belgeler" in tümüyle bir sahtecilik eseri olduğu, son olarak iki Türk tarihçi tarafından yapılan incelemeler sonucunda hiçbir kuşku veya tereddüde yer bırakmayacak şekilde ortaya konmuştur.

- Bu telgraflar daha önce 1919'da İngiltere'de Daily Telegraph gazetesinde neşredilmiştir. General Allenby kuvvetlerinin Halep ve civarını öngörülenden daha kısa sürede işgal etmeleri üzerine Osmanlıların bütün belgeleri imha edemediklerine ve bu telgrafların Allenby'nin eline geçtiğine inanılmaktadır, İngiliz Dışişleri bu iddia üzerine durumu işgal komutanlığından sormuştur. Sonunda bu belgelerin Allenby kuvvetlerince ortaya çıkarılmadığı ve Paris'te bir Ermeni grubu tarafından ileri sürüldüğü anlaşılmıştır. Buna ait doküman İngiliz devlet arşivlerinde mevcuttur.

Talat Paşa'nın katili Tehliryan'ın Berlin'deki muhakemesi sırasında da bu telgraflar ortaya atılmış ve bilirkişi heyetince beş tanesi gerçek olarak kabul edilmiş ve mahkemede muamele görmüştür. Oysa, telgrafların yazılış ve kaleme alınış şekli, yazıldıkları kağıtlar, bunların Osmanlı belgeleri olmadığını göstermekte ve yukarıda da belirtildiği üzere sahtecilik eseri oldukları kanıtlanmış durumdadır.

Ölen Ermenilerin sayısının 1,5 milyon olduğu iddiası da hiçbir geçerli temele dayanmamaktadır. Şöyle ki, dönemin birçok yabancı kaynakçada doğrulanan Osmanlı nüfus rakamlarına göre tüm Osmanlı İmparatorluğu içindeki Ermenilerin sayısı 1,3 milyon civarındadır. Toplam nüfusları l,3 milyon olan bir topluluğun 1.5 milyon ölü vermesi mümkün olamaz.

Ölen Ermenilerin sayısının kesin olarak hesaplanmasını sağlayacak bir belge ya da yöntem bulunmamaktadır. Örneğin, Lozan Barış Konferansı'na katılan Ermeni heyeti başkanı Bogos Nubar o tarihte Türkiye'de toplam 280,000 Ermeni bulunduğunu, 700,000 Ermeni'nin ise başka ülkelere göç ettiğini belirtmiştir. Bu rakamlar doğru ise toplam Ermeni nüfusu 1,3 milyon olduğuna göre, Ermeni kaybı 300,000 dolaylarında kalmaktadır. Bu rakama çete harekatında veya Rus kuvvetleri saflarında yer alarak ölenler de dahildir. Ayrıca bu kayıpların on misline ulaşan yaklaşık 3 milyon Müslüman'ın da aynı dönemde hayatlarını kaybettikleri unutulmamalıdır.

Encyclopedia Britannica'nın 1918 baskısında, ölen Ermenilerin sayısının 600.000 olduğu kayıtlıdır. Aynı ansiklopedinin 1968 baskısı ise bu sayıyı 1,5 milyon olarak verir. Ölenlerin sayısı kağıt üzerinde artmaktadır.

Savaş sonrasında İstanbul'da Nemrut Mustafa Paşa diye bilinen Mustafa Paşa Divan-ı Harbi kurulmuştur. Enver, Talat ve Cemal Paşalar ile Dr. Nazım kaçmış oldukları için diğer geri kalanlar tutuklanmıştır. Tutuklanması istenenlerin listesi İngilizlerce verilmiştir. Dört grup insan tutuklanmıştır.[*]Savaşta Ermeni ve Rumlara karşı gayri insani tatbikatta bulunanlar,[*]Savaş kaidelerine riayet etmeyenler,[*]Mütareke şartlarına riayet etmeyenler,[*]Kafkasya'daki kuvvetlerden Müttefiklerin emirlerine uymayanlar (Bunlar Azerbaycan Türkleridir.)Tutuklananların önce İstanbul'da yargılanmaları istenmiştir. Ancak işgal kuvvetleri istediklerini bulamayınca tutuklananları Malta'ya götürmüşlerdir. Bunların büyük çoğunluğu münhasıran Ermeni soykırımından yargılanacaktır. İngilizler delil araştırmasına girişmişler ve bu bir yıldan fazla sürmüştür. Tutuklamalar ihbar üzerine gerçekleştirilmiştir; ihbar mektupları da dosyalara mevcuttur.

İngiliz Hükümeti İngiliz Kraliyet Savcılığı'ndan bu kişiler hakkında dava açılıp açılamayacağını sormuş; savcılık "Mahkum edilmelerini mümkün kılacak deliller yoktur." cevabını vermiştir. İngiltere bununla da yetinmemiş ve Washington'daki Büyükelçiliğinden Amerikan arşivlerinde deliller aramasını istemiştir. Büyükelçilik tek bir belge bulunmadığını telgrafla bildirmiştir.

Bugün soykırımı ispat için ileri sürülen Andonian'ın kitabındaki telgraflar o zaman İngilizlerin elindeydi. Bunlar gerçek olsaydı İngilizler bunları mutlaka kullanır tutuklananları muhakeme ve mahkum ederlerdi. Lloyd George Hükümeti gibi Türkiye aleyhtarı ve Türkiye aleyhine elinden gelecek her şeyi yapacak bir hükümet bunu yapmadıysa ispat edilecek hiçbir husus olmadığı için yapmamıştır.

Tehcirde, Armenian Relief Society adlı kuruluşun çalışmasına, Ermenilere yardım etmesine, Amerika'dan gelen yardımların dağıtılmasına izin verilmiştir. Yani Osmanlı Hükümeti bir yandan Ermenileri imha kararını almış, diğer yandan yabancıları çağırarak "Siz de gelin ve katliamı seyredin" mi demiştir? Bunun mantıkla hiç bir ilgisi yoktur.

Dolayısıyla, ispat edilmemiş bir soykırımın, kabulünün de söz konusu olamayacağı açıktır.


Prof. Dr. Sinsi 08-03-2012 03:12 AM

Ermeni Sorunu, İddialar, Gerçekler
 
ŞEHİT DİPLOMATLAR


MEHMET BAYDAR
27 Ocak 1973
Los Angeles / ABD
http://frmsinsi.net/images/forumsins...sinsi.net_.jpg
Türk vatandaşlarına yönelik Ermeni saldırıları, 1973 yılında başladı. Türkiye'nin Los Angeles Başkonsolosu Mehmet BAYDAR ve Konsolos Bahadır DEMİR, 78 yaşındaki Amerikan uyruklu ermeni Gurgen (Karakin) Yanikiyan tarafından şehit edildi.

Elinde bulunan Abdülhamit'e ait bir tabloyu Türkiye'ye armağan etmek istediğini bildirerek, Baydar ve Demir'i Santa Barbara'daki Baltimore Oteline davet eden Yanikiyan, iki diplomatı otelde silahla üzerlerine ateş açarak öldürdü. Cinayetten sonra tutuklanan ve müebbet hapis cezasına çarptırılan Yanikiyan, 31 Aralık 1984 tarihinde af ile serbest bırakıldı. Yanikiyan, serbest kaldıktan kısa bir süre sonra öldü.

Türk diplomatlara karşı ilk saldırı olarak nitelenen bu olay, daha sonra bir cinayetler zincirini başlattı ve örgütlü Ermeni terörüne örnek oluşturdu.


BAHADIR DEMİR
27 Ocak 1973
Los Angeles / ABD
http://frmsinsi.net/images/forumsins...sinsi.net_.jpg
Türk vatandaşlarına yönelik Ermeni saldırıları, 1973 yılında başladı. Türkiye'nin Los Angeles Başkonsolosu Mehmet BAYDAR ve Konsolos Bahadır DEMİR, 78 yaşındaki Amerikan uyruklu ermeni Gurgen (Karakin) Yanikiyan tarafından şehit edildi.

Elinde bulunan Abdülhamit'e ait bir tabloyu Türkiye'ye armağan etmek istediğini bildirerek, Baydar ve Demir'i Santa Barbara'daki Baltimore Oteline davet eden Yanikiyan, iki diplomatı otelde silahla üzerlerine ateş açarak öldürdü. Cinayetten sonra tutuklanan ve müebbet hapis cezasına çarptırılan Yanikiyan, 31 Aralık 1984 tarihinde af ile serbest bırakıldı. Yanikiyan, serbest kaldıktan kısa bir süre sonra öldü.

Türk diplomatlara karşı ilk saldırı olarak nitelenen bu olay, daha sonra bir cinayetler zincirini başlattı ve örgütlü Ermeni terörüne örnek oluşturdu.




DANİŞ TUNALIGİL
22 Ekim 1975
Viyana / Avusturya
http://frmsinsi.net/images/forumsins...sinsi.net_.jpg
Türkiye'nin Viyana Büyükelçisi Daniş TUNALIGİL, büyükelçiliği basan 3 terörist tarafından şehit edildi. 20 Şubat 1975'de Beyrut'taki THY bürosu bombalandı. Olayı, Gizli Ermeni Ordusu Esir Yanikiyan Gurubu üstlendi. Olay yerine bırakılan mektupta, "Ermenilerin haklı davasında emperyalistlere karşı mücadele edileceği, eylemlerin Türkiye, İran ve ABD'yi hedef alacağı, bu bombalama eyleminin de bir başlangıç olduğu" bildirildi.

22 Ekim 1975 tarihinde, otomatik silahlı 3 kişi, Türkiye'nin Viyana Büyükelçiliği'ne girerek kapıdakileri etkisiz hale getirdikten sonra Büyükelçi'nin makam odasına girdiler. Burada Daniş Tunalıgil'e Türkçe, "Siz Sefir misiniz?" diye soran ve "Evet" yanıtını alan saldırganlar, Tunalıgil'i otomatik silahlarla taradılar. Tunalıgil, olay yerinde can verdi. 3 terörist, hızla binadan çıkarak, bir otomobille uzaklaştılar.





İSMAİL EREZ
24 Ekim 1975
Paris / Fransa

http://frmsinsi.net/images/forumsins...sinsi.net_.jpg
Türkiye'nin Paris Büyükelçisi İsmail EREZ ve makam şoförü Talip YENER, büyükelçilik yakınlarında katledildi. Büyükelçi Erez'in makam aracı, yerel saatle 13.30 sıralarında Büyükelçilik yakınındaki Seine Nehri üzerindeki Bir Hakeim Köprüsü'nde pusuya düşürüldü. İsmail Erez ve makam şoförü Talip Yener, otomatik silahlarla taranarak öldürüldü. Saldırıyı "Ermeni Soykırımı Adalet Komandoları" adlı örgüt üstlendi.




TALİP YENER
24 Ekim 1975
Paris / Fransa

http://frmsinsi.net/images/forumsins...sinsi.net_.jpg
Türkiye'nin Paris Büyükelçisi İsmail EREZ ve makam şoförü Talip YENER, büyükelçilik yakınlarında katledildi. Büyükelçi Erez'in makam aracı, yerel saatle 13.30 sıralarında Büyükelçilik yakınındaki Seine Nehri üzerindeki Bir Hakeim Köprüsü'nde pusuya düşürüldü. İsmail Erez ve makam şoförü Talip Yener, otomatik silahlarla taranarak öldürüldü. Saldırıyı "Ermeni Soykırımı Adalet Komandoları" adlı örgüt üstlendi.



OKTAR CİRİT
16 Şubat 1976
Beyrut / Lübnan



http://frmsinsi.net/images/forumsins...sinsi.net_.jpg
Türkiye'nin Beyrut Büyükelçiliği Başkatibi Oktar CİRİT, bir salonda otururken, Ermeni terörizminin kurbanı oldu. Saldırıyı ASALA üstlendi. ASALA ilk kez bu cinayetle adını ortaya attı.



TAHA CARIM
9 Haziran 1977
Roma / İtalya



http://frmsinsi.net/images/forumsins...sinsi.net_.jpg
Türkiye'nin Vatikan Büyükelçisi Taha CARIM, büyükelçilik ikametgahının önünde iki teröristin açtığı ateş sonucu öldü. Saldırıyı bu kez "Ermeni Soykırımı Adalet Komandoları" adlı örgüt üstlendi.



NECLA KUNERALP
2 Haziran 1978
Madrit / İspanya

http://frmsinsi.net/images/forumsins...sinsi.net_.jpg
Türkiye'nin Madrit Büyükelçisi Zeki KUNERALP'in makam aracına 3 terörist tarafından ateş açıldı. Arabada bulunan büyükelçinin eşi Necla KUNERALP ile emekli büyükelçi Beşir BALCIOĞLU, hayatlarını kaybettiler. Saldırıyı "Ermeni Soykırımı Adalet Komandoları" adlı örgüt üstlendi. Bu olayda, ilk kez bir yabancı da Ermeni teröristlerin Türklere yönelik saldırısı sırasında öldü. Makam Şoförü İspanyol Atonio TORRES, teröristlerin kurşunlarına hedef oldu.



BEŞİR BALCIOĞLU
2 Haziran 1978
Madrit / İspanya



http://frmsinsi.net/images/forumsins...sinsi.net_.jpg
Türkiye'nin Madrit Büyükelçisi Zeki KUNERALP'in makam aracına 3 terörist tarafından ateş açıldı. Arabada bulunan büyükelçinin eşi Necla KUNERALP ile emekli büyükelçi Beşir BALCIOĞLU, hayatlarını kaybettiler. Saldırıyı "Ermeni Soykırımı Adalet Komandoları" adlı örgüt üstlendi. Bu olayda, ilk kez bir yabancı da Ermeni teröristlerin Türklere yönelik saldırısı sırasında öldü. Makam Şoförü İspanyol Atonio TORRES, teröristlerin kurşunlarına hedef oldu.


AHMET BENLER
12 Ekim 1979
Lahey / Hollanda

http://frmsinsi.net/images/forumsins...sinsi.net_.jpg
Hollanda'daki Türkiye Büyükelçisi Özdemir BENLER'in oğlu Ahmet BENLER, silahlı saldırı sonucu öldürüldü. Olayı bu kez hem "Ermeni Soykırımı Adalet Komandoları" hem de ASALA ayrı ayrı üstlendi.



YILMAZ ÇOLPAN
22 Aralık 1979
Paris / Fransa



http://frmsinsi.net/images/forumsins...sinsi.net_.jpg
Türkiye'nin Paris Turizm Müşaviri Yılmaz ÇOLPAN, bir teröristin saldırısı sonucu katledildi. Bu olay, Ermeni terörizminin Paris'teki ikinci saldırısı oldu. Olaydan sonra haber ajanslarına telefon eden bir kişi, Roma, Madrit ve Paris'teki eylemlerden "Ermeni Soykırımı Adalet Komandoları" adlı örgütün sorumlu olduğunu bildirerek, "Türk Hükümeti Ermenilere hak tanımadığı için Avrupa'daki Türk diplomatlarını öldürüyoruz" dedi.



GALİP ÖZMEN
31 Temmuz 1980
Atina / Yunanistan



http://frmsinsi.net/images/forumsins...sinsi.net_.jpg
Türkiye'nin Atina Büyükelçiliği İdari Ataşesi Galip ÖZMEN ile 14 yaşındaki kızı Neslihan ÖZMEN, bir teröristin silahlı saldırısı sonucu katledildiler. Galip Özmen'in eşi Sevil ÖZMEN ve oğulları Kaan ÖZMEN olaydan yaralı olarak kurtuldular. Saldırıyı bu kez ASALA üstlendi.



NESLİHAN ÖZMEN
31 Temmuz 1980
Atina / Yunanistan

http://frmsinsi.net/images/forumsins...sinsi.net_.jpg
Türkiye'nin Atina Büyükelçiliği İdari Ataşesi Galip ÖZMEN ile 14 yaşındaki kızı Neslihan ÖZMEN, bir teröristin silahlı saldırısı sonucu katledildiler. Galip Özmen'in eşi Sevil ÖZMEN ve oğulları Kaan ÖZMEN olaydan yaralı olarak kurtuldular. Saldırıyı bu kez ASALA üstlendi



ŞARIK ARIYAK
17 Aralık 1980
Sidney / Avustralya



http://frmsinsi.net/images/forumsins...sinsi.net_.jpg
Türkiye'nin Avustralya Başkonsolosu Şarık ARIYAK ile koruma görevlisi Engin SEVER, Ermeni terörizminin kurbanı oldular. 1980 yılında ayrıca;

- 6 Şubat'ta Türkiye'nin İsviçre Büyükelçisi Doğan Türkmen, Bern'de uğradığı saldırıdan yara almadan kurtuldu.

- 17 Nisan'da Türkiye'nin Vatikan Büyükelçisi Vecdi Türel'in makam aracına ateş açıldı. Türel ve koruma görevlisi Tahsin Güvenç saldırıdan yaralı olarak kurtuldular.

- 26 Eylül'de Türkiye'nin Paris Büyükelçiliği Basın Danışmanı Selçuk BAKKALBAŞI, uğradığı silahlı saldırıda yaralandı.



ENGİN SEVER
17 Aralık 1980
Sidney / Avustralya

http://frmsinsi.net/images/forumsins...sinsi.net_.jpg
Türkiye'nin Avustralya Başkonsolosu Şarık ARIYAK ile koruma görevlisi Engin SEVER, Ermeni terörizminin kurbanı oldular.
1980 yılında ayrıca;

- 6 Şubat'ta Türkiye'nin İsviçre Büyükelçisi Doğan Türkmen, Bern'de uğradığı saldırıdan yara almadan kurtuldu.

- 17 Nisan'da Türkiye'nin Vatikan Büyükelçisi Vecdi Türel'in makam aracına ateş açıldı. Türel ve koruma görevlisi Tahsin Güvenç saldırıdan yaralı olarak kurtuldular.

- 26 Eylül'de Türkiye'nin Paris Büyükelçiliği Basın Danışmanı Selçuk BAKKALBAŞI, uğradığı silahlı saldırıda yaralandı.





REŞAT MORALI
4 Mart 1981
Paris / Fransa

http://frmsinsi.net/images/forumsins...sinsi.net_.jpg
Türkiye'nin Paris Büyükelçiliği Çalışma Ataşesi Reşat MORALI ile din görevlisi Tecelli ARI, Çalışma Ataşeliği'nden çıkıp arabaya binecekleri sırada 2 teröristin saldırısına uğradılar. Moralı saldırı sırasında hayatını kaybederken, din görevlisi Arı, ağır yaralı olarak kaldırıldığı hastanede öldü. Saldırıyı ASALA üstlendi. Bu olay ile Ermeni terörizminin, Paris'teki üçüncü katliamı oldu. Türkiye, Türk diplomatlarını etkin bir şekilde korumadığı için Fransa'ya protesto notası verdi.





TECELLİ ARI
4 Mart 1981
Paris / Fransa

http://frmsinsi.net/images/forumsins...sinsi.net_.jpg
Türkiye'nin Paris Büyükelçiliği Çalışma Ataşesi Reşat MORALI ile din görevlisi Tecelli ARI, Çalışma Ataşeliği'nden çıkıp arabaya binecekleri sırada 2 teröristin saldırısına uğradılar. Moralı saldırı sırasında hayatını kaybederken, din görevlisi Arı, ağır yaralı olarak kaldırıldığı hastanede öldü. Saldırıyı ASALA üstlendi. Bu olay ile Ermeni terörizminin, Paris'teki üçüncü katliamı oldu. Türkiye, Türk diplomatlarını etkin bir şekilde korumadığı için Fransa'ya protesto notası verdi.





M. SAVAŞ YERGÜZ
9 Haziran 1981
Cenevre / İsviçre

http://frmsinsi.net/images/forumsins...sinsi.net_.jpg
Türkiye'nin Cenevre Başkonsolosluğu Sözleşmeli Sekreteri Mehmet Savaş YERGÜZ, evine gitmek üzere konsolosluktan ayrıldıktan hemen sonra uğradığı silahlı saldırıda hayatını kaybetti. Saldırıyı ASALA üstlendi. Olaydan sonra yakalanan Lübnan uyruklu Ermeni terörist Mardiros Camgozyan, 15 yıl ağır hapis cezasına çarptırıldı.



CEMAL ÖZEN
24 Eylül 1981
Paris / Fransa



http://frmsinsi.net/images/forumsins...sinsi.net_.jpg
Türkiye'nin Paris Başkonsolosluğu ile Kültür Ataşeliği'nin bulunduğu binayı işgal eden 4 ermeni terörist, 56 Türk görevli ve vatandaşı rehin aldı. Teröristler, kendilerine müdahale etmek isteyen güvenlik görevlisi Cemal ÖZEN'i öldürdüler, Başkonsolos Kaya İNAL'ı yaraladılar. Ermeni teröristler, Türkiye'de siyasi tutuklu 12 kişinin salınarak Paris'e getirilmesini istediler. İsteklerinin kabul edilmeyeceğini anlayan teröristler 15 saat sonra polise teslim oldular. Türkiye, Fransa'yı bir kez daha uyarırken, Fransa da saldırıyı kınadı. Olayı ASALA üstlendi. Saldırıyı gerçekleştiren 4 ermeni terörist, Vasken Sakosesliyan, Kevork Abraham Gözliyan, Aram Avedis Basmaciyan ve Agop Abraham Turfanyan, 31 Ocak 1984'de Fransa'da 7'şer yıl hapis cezasına çarptırıldılar. Mahkemenin sonucu Türkiye'de büyük tepkiyle karşılandı.
1981 yılında ayrıca;

- 2 Nisan'da Türkiye'nin Kopenhag Çalışma Ataşesi Cavit Demir, oturduğu apartmanın asansöründe uğradığı silahlı saldırıdan yaralı olarak kurtuldu.

- 25 Ekim'de Türkiye'nin Roma Büyükelçiliği İkinci Katibi Gökberk Ergenekon, yolda yürürken saldırıya uğradı. Ergenekon, olaydan hafif yaralarla kurtuldu.



KEMAL ARIKAN
28 Ocak 1982
Los Angeles / ABD



http://frmsinsi.net/images/forumsins...sinsi.net_.jpg
Türkiye'nin Los Angeles Başkonsolosu Kemal ARIKAN öldürüldü. Arıkan'ın katili Taşnak militanı Hampig Sasunyan, müebbet hapis cezasına çarptırıldı.





ORHAN GÜNDÜZ
4 Mayıs 1982
Boston / ABD

http://frmsinsi.net/images/forumsins...sinsi.net_.jpg
Türkiye'nin Boston Fahri Konsolosu Orhan GÜNDÜZ, uğradığı silahlı saldırıda öldü.





ERKUT AKBAY
7 Haziran 1982
Lizbon / Portekiz

http://frmsinsi.net/images/forumsins...sinsi.net_.jpg
Türkiye'nin Lizbon Büyükelçiliği İdari Ataşesi Erkut AKBAY otomobilinde uğradığı silahlı saldırıda öldü. Otomobilde bulunan eşi Nadide AKBAY, yaralı olarak kaldırıldığı hastanede bir süre sonra yaşamını yitirdi.








ATİLLA ALTIKAT
27 Ağustos 1982
Ottawa / Kanada

http://frmsinsi.net/images/forumsins...sinsi.net_.jpg
Türkiye'nin Ottowa Büyükelçiliği Askeri Ataşesi Atilla ALTIKAT, silahlı saldırı sonucu öldü.
http://frmsinsi.net/images/forumsins...sinsi.net_.jpg





BORA SÜELKAN
9 Eylül 1982
Burgaz / Bulgaristan

http://frmsinsi.net/images/forumsins...sinsi.net_.jpg
Türkiye'nin Burgaz Başkonsolosluğu İdari Ataşesi Bora SÜELKAN katledildi. 1982 yılında ayrıca;

- 8 Nisan'daTürkiye'nin Ottawa Büyükelçiliği Ticaret Müşaviri Kani GÜNGÖR, uğradığı silahlı saldırıda yaralandı.

- 21 Temmuz'da Türkiye'nin Rotterdam Başkonsolosu Kemal Demirer'e konutu önünde silahlı saldırı düzenlendi. Demirer, olaydan yara almadan kurtulurken, saldırgan yaralı olarak yakalandı.



NADİDE AKBAY
7 Haziran 1982
Lizbon / Portekiz



http://frmsinsi.net/images/forumsins...sinsi.net_.jpg
Türkiye'nin Lizbon Büyükelçiliği İdari Ataşesi Erkut AKBAY otomobilinde uğradığı silahlı saldırıda öldü. Otomobilde bulunan eşi Nadide AKBAY, yaralı olarak kaldırıldığı hastanede bir süre sonra yaşamını yitirdi.





GALİP BALKAR
9 Mart 1983
Belgrad / Yugoslavya

http://frmsinsi.net/images/forumsins...sinsi.net_.jpg
Türkiye'nin Belgrad Büyükelçisi Galip BALKAR'a 2 terörist tarafından 9 Mart'ta silahlı saldırı düzenlendi. Olayda ağır yaralanan BALKAR, 11 Mart'ta hayatını kaybetti. Olayda, bir Yugoslav öğrenci de öldü. Saldırıyı yapan Kirkor Levonian ile Raffi Aleksandre Elbekian, olaydan tam bir yıl sonra 9 Mart 1984'de 20'şer yıl ağır hapis cezasına çarptırıldılar.



DURSUN AKSOY
14 Temmuz 1983
Brüksel / Belçika



http://frmsinsi.net/images/forumsins...sinsi.net_.jpg
Türkiye'nin Brüksel Büyükelçiliği İdari Ataşesi Dursun AKSOY, ermeni teröristlerce katledildi.





CAHİDE MIHÇIOĞLU
27 Temmuz 1983
Lizbon / Portekiz
http://frmsinsi.net/images/forumsins...sinsi.net_.jpg

Türkiye'nin Lizbon Büyükelçiliği, 5 Ermeni terörist tarafından basıldı ve bina içindekiler rehin alındı. Baskın sırasında büyükelçilik Müsteşarı Yurtsev MIHÇIOĞLU'nun eşi Cahide MIHÇIOĞLU hayatını kaybetti. Portekiz polisi, düzenlediği operasyonla rehineleri kurtardı, 5 teröristi de öldürdü. Saldırıyı, "Ermeni Devrimci Ordusu" adlı örgüt üstlendi. Örgüt, teröristlerin öldürülmesi nedeniyle Portekiz Başbakanı Mario Soarez'i ölümle tehdit etti.
1983 yılında ayrıca;

- 16 Haziran'da İstanbul Kapalıçarşı'da bir terörist tarafından halkın üzerine ateş açıldı. Olayda 2 kişi öldü, 21 kişi de yaralandı. Saldırgan, olay yerinde öldürüldü. Olayı bir ermeni teröristin yaptığı anlaşıldı.

- 15 Temmuz'da THY'nin Paris Orly havalimanındaki bürosu önünde bomba patladı. Olayda, 2'si Türk, 4'ü Fransız, 1'i Amerikalı, 1'i de İsveçli olmak üzere 8 kişi öldü, 28'i Türk, 63 kişi de yaralandı. Bu olay tarihe "Orly Katliamı" olarak geçti.





IŞIK YÖNDER
28 Nisan 1984
Tahran / İran

http://frmsinsi.net/images/forumsins...sinsi.net_.jpg
Türkiye'nin Tahran Büyükelçiliği Sekreteri Şadiye YÖNDER'in eşi, İran ile Türkiye arasında ticaret yapan işadamı Işık YÖNDER, bir ASALA militanı tarafından öldürüldü.



ERDOĞAN ÖZEN
20 Haziran 1984
Viyana / Avusturya



http://frmsinsi.net/images/forumsins...sinsi.net_.jpg
Türkiye'nin Viyana Büyükelçiliği Çalışma Ataşesi Erdoğan ÖZEN, otomobiline yerleştirilen bombanın patlaması sonucu öldü. Olayı, "Ermeni Devrimci Ordusu" adlı örgüt üstlendi.



EVNER ERGUN
19 Kasım 1984
Viyana / Avusturya



http://frmsinsi.net/images/forumsins...sinsi.net_.jpg
Türkiye'nin BM Temsilciliğinde görevli Evner ERGUN, aracına yerleştirilen bombanın patlaması sonucu öldü. Bu olayı da, "Ermeni Devrimci Ordusu" adlı örgüt üstlendi.
1984 yılında ayrıca;

-27 Mart'ta Türkiye'nin Tahran Büyükelçiliği Ticaret Müşavir Yardımcısı Işıl ÜNEL'in otomobiline bomba yerleştirmeye çalışan bir terörist, bombanın elinde patlaması sonucu öldü.

-28 Mart'ta yine Tahran'da Büyükelçilik Başkatibi Hasan Servet ÖKTEM ve Büyükelçilik Ataşe Yardımcısı İsmail PAMUKÇU, evlerinin önünde uğradıkları silahlı saldırıda yaralandılar.





07.10.1991Atina / Basın AtaşesiÇetin GÖRGÜ11.12.1993Bağdat / İdari AtaşeÇağlar YÜCEL04.07.1994Atina / MüsteşarHaluk SİPAHİOĞLU


Prof. Dr. Sinsi 08-03-2012 03:12 AM

Ermeni Sorunu, İddialar, Gerçekler
 
ÖNEMLİ SORULAR VE YANITLARI


"SOYKIRIM" TERİMİ NE ANLAMA GELMEKTEDİR?

Soykırım terimi ilk kez, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 9 Aralık 1948 tarihli kararıyla onaylanıp l 1 Ocak 1951'de yürürlüğe giren "Soykırımın Önlenmesine ve Cezalandırılmasına ilişkin Sözleşme" adlı uluslararası sözleşmede kullanılmıştır.

Türkiye tarafından da onaylanan sözleşmeye göre; soykırım suçunun tanımlanması için şu üç unsurun gerçekleşmesi gerekmektedir:
[*]Her şeyden önce ulusal, etnik, ırki veya dini bir grup bulunmalıdır.[*]Bu grup, sözleşmede sayılan "grup mensuplarının öldürülmesi" eyleminden "bir grubun çocuklarının başka bir gruba zorla nakledilmesi" ne kadar uzanan ve "grubun fizik varlığını sona erdirecek yaşama koşullarına tabi tutulması" eylemini de içeren bazı muamelelere tabi tutulmalıdır.[*]Söz konusu grubu "kısmen veya tamamen yok etme kastı"nın mevcut olması gerekir.Bu kilit ibare; savaşlara, isyanlara vs. ilişkin başka amaçların sonuçları olan diğer "adam öldürme"lerden, soykırımı ayırt eder. Adam öldürme fiili ulusal, etnik ırki veya dini bir grubun üyelerini sırf bu grubun üyeleri oldukları için açık veya örtülü bir şekilde yok etmeyi hedef aldığı zaman soykırımına dönüşür.

Sayılarının büyüklüğü, ancak gruba yönelik böyle bir kastın belirtisi olarak ele alınabilirse anlam kazanır. Bu nedenledir ki, Vietnam savaşına ilişkin Russel Mahkemesi dolayısıyla soykırımından söz eden Sartre'ın dediği gibi, “böyle bir kastın örtülü bile olsa varlığını kanıtlamak için objektif olayları incelemek gerekir.”

KAYNAK:

[I]Soysal Mümtaz, Orly Saldırısı Davası 19 Şubat-2 Mart 1985, Şahit ve Avukat Beyanları, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi, 1985, sayfa 8.





24 NİSAN 1915 ERMENİ SOYKIRIM GÜNÜ MÜDÜR?

1890’dan sonra başlayan onlarca isyan ve hemen ardından gelen Ermeni katliamları karşısında Osmanlı hükümeti, Ermeni Patriği, Ermeni milletvekilleri, komiteler ve Ermeni cemaatinin önde gelenlerine yeni karışıklıklar çıkması durumunda "ülke savunmasını sağlamak amacıyla sert önlemler almak zorunda" kalınacağı anlatılmıştır. Osmanlı Hükümeti’nin bu gayretleri belgeleriyle sabittir.

Osmanlı’nın bütün iyi niyetli ikazlarına rağmen, daha savaş başlamadan önce her türlü isyan hazırlığına girişmiş olan Ermeniler, savaş başlar başlamaz toplu bir isyana yönelmemişlerdir. Osmanlı orduları cephede savaşırken, Ermenilerin eylemleri, "Ermeni bağımsızlığı için, müttefik davasına hizmet gayesiyle" hazırlanan plana uygun yürütülmüştür. Ancak, Ermeni çetelerinin cephe gerisindeki faaliyetlerinin, devletler hukukuna göre hıyanet sayıldığı gerçeği göz ardı edilmiştir.

Ermeni isyanları özellikle Doğu Anadolu'dan başlayarak diğer vilayetlere yayılmıştır. Erzurum ve çevresinde Rus işgalinin genişlemesiyle Ermeniler, "halkın kanını kendilerine mubah" görmüşler ve bir Alman generalinin ifadesiyle, "Bu bölgedeki Müslüman halkı silip süpürmeye başlamışlar”dır.

Ermeni çetelerinin bu tür zulüm ve eylemleri sürerken, güvenlik kuvvetleri tarafından Ermenilerin yaşadıkları bölgelerde yapılan aramalarda pek çok silâh ve cephane ele geçirilmiştir. Artık devletin varlığını ağır bir şekilde yaralayan bu durum, biraz daha hoşgörü gösterildiğinde, telafisi mümkün olmayan sonuçlara sürükleneceğini göstermektedir.

Osmanlı Devleti'nin savaşa girmesinden ve özellikle Kafkas Cephesindeki bozgundan sonra, Ermenilerin Müslüman halka karşı baskıları, askerden firarları, asker ve jandarmaya saldırıları, silahlı ve mühimmatla yakalanmaları, Fransızca, Rusça ve Ermenice şifre gruplarının ele geçirilmesi gibi gelişmeler, ülke çapında bir karışıklık çıkaracaklarını gösteren en önemli kanıtlar olmuştur. Enver Paşa, bu nazik durum sebebiyle 25 Şubat 1915'te ilgili birimlere dikkatli olunmasını bildirmiştir.

Ancak sınırlı bir bölgede gerçekleştirilen bu uygulamanın genelleştirilmesi fikrini pekiştiren olay, Van Ermenilerin isyanı olmuştur. Çevredeki Ermenilerin, Osmanlı Devleti'nin savaşa girdiği tarihlerde Van'da toplandıkları ve silahlanarak Rusların iyice yaklaşmasını bekledikleri resmi belgelere yansımıştır. 17 Nisan 1915'de başlayan isyan, bütün vilayeti sarmış ve 20 Nisan'da da Van şehri ve köylerindeki Ermeniler ile Çölemerik Nasturileri ayaklanmışlardır. Ermeni Katogikosu V. Kevork, 10.000 silahlı çetecinin bu isyana katıldığını bildirmiştir.

Bunun üzerine Ermeni komiteleri 24 Nisan 1915 tarihinde kapatılarak, yöneticilerinden 2345 kişi devlet aleyhine faaliyette bulunmak suçundan tutuklanmıştır. Dışarıdaki Ermenilerin her yıl "Ermeni soykırımının yıldönümü" diye andıkları 24 Nisan, işte bu 2345 komitecinin tutuklandığı tarihtir ve tehcirle alakalı değildir.

Ancak, asılsız olayları bile abartarak propaganda malzemesi yapan komiteci Ermeniler, söz konusu tutuklamaları da bir propaganda konusu yapmak için derhal harekete geçmişlerdir. Nitekim, Eçmiyazin Katagikosu Kevork, ABD Cumhurbaşkanı’na şu telgrafı göndermiştir:

"Sayın Başkan, Türk Ermenistan’ından aldığımız son haberlere göre, orada katliam başlamış ve organize bir tedhiş Ermeni halkının mevcudiyetini tehlikeye sokmuştur. Bu nazik anda Ekselanslarının ve büyük Amerikan Milletinin asil hislerine hitap ediyor, insaniyet ve Hıristiyanlık inancı adına, büyük Cumhuriyetinizin diplomatik temsilcilikleri vasıtasıyla derhal müdahale ederek, Türk fanatizminin şiddetine terkedilmiş Türkiye'deki halkımın korunmasını rica ediyorum.

Kevork, Başpiskopos ve bütün Ermenilerin Katogikosu."

Başpiskopos Kevork'un telgrafını, Rusya'nın Washington Büyükelçisi'nin ABD'deki temasları izlemiş, böylece yasadışı işler yapan Ermeni komitecilerinin tutuklandığı gün olan 24 Nisan, “Türkler’in Ermenileri soykırıma tabi tuttuğu gün” olarak dünya kamuoyuna propaganda edilmiştir.

KAYNAK:
[I]Gürün, Kamuran-; Ermeni Dosyası, TTK Basımevi, Ankara 1983, s. 210-211





TEHCİR NEDİR? SOYKIRIM ANLAMI TAŞIR MI?

Arapça asıllı bir kelime olan tehcir, “bir yerden başka bir yere göç ettirmek, yer değiştirmek, hicret ettirmek (immigration, emigration)” manasını taşır; bir “sürgün”, bir “deportation” manası yoktur. Bununla birlikte; “Tehcir Kanunu” diye adlandırılan kanunun adı da aslında “Savaş zamanında hükümet uygulamalarına karşı gelenler için askeri tarafından uygulanacak önlemler hakkına geçici kanun”dur. Bu kanuna dayanılarak gerçekleştirilen yer değiştirme uygulamasının anlatımında kullanılan “tenkil (nakletme)” tabiri de batı dillerinde “sürgün” anlamına gelen “deportation”, “exile” veya “proscription” gibi terimlere karşılık değildir.

Başta Van olmak üzere yurdun pek çok yerinde başlayan Ermeni isyan ve katliamlarına önlem almak amacıyla Talat Paşa'nın başlattığı, Hükümet ve Meclis’in de uygun gördüğü yer değiştirme,doğrudan doğruya cephelerin güvenini sarsacak bölgelerde uygulanmıştır. Bunlardan birincisi, Kafkas ve İran cephesinin geri bölgesini oluşturan Erzurum, Van ve Bitlis dolayları; ikincisi ise, Sina cephesi gerilerini oluşturan Mersin-İskenderun bölgeleridir. Ermeniler, her iki bölgede de düşmanla işbirliği yapmış ve onların çıkarma yapmalarını kolaylaştıracak faaliyetlerde bulunmuşlardır.

Yer değiştirme uygulaması daha sonraları, isyan çıkaran, düşmanla işbirliği yapan ve Ermeni komitacılarına yataklık eden diğer vilâyetlerdeki Ermenileri de kapsayacak şekilde genişletilmiştir. Başlangıçta Katolik ve Protestan Ermeniler uygulamanın dışı bırakıldıkları halde, daha sonra bunlardan zararlı faaliyetleri görülenler de göç ettirilmişlerdir.

Gerçekleştirildiği 1915’ten günümüze kadar yer değiştirme uygulaması hakkında çok şey yazılıp çizilmiştir. Ermeniler, uydurma belgelerin arkasına gizlenerek, dünya kamuoyunu uzun süre kandırmayı başarmışlardır. Başlangıçta üç yüz binlerden başlayıp, üç milyonlara kadar varan rakamlarla ifade edilen Ermeni katliâmı hikâyelerinin hiçbir dayanağı bulunmamaktadır. Nitekim İstanbul'un işgal edildiği dönemde İngilizler ve Fransızlar, Osmanlı arşivini yeterince araştırmalarına rağmen soykırımı imâ edecek tek bir belgeye dahi rastlamamışlardır.

Şayet, Osmanlı devletinin Ermenileri “soykırım”a tabi tutmak gibi bir amacı olsaydı; bulundukları yerlerde bu düşüncesini gerçekleştiremez miydi? Bunun için “yer değiştirme” gibi bir uygulamaya ne gerek vardı? Kafilelerin güvenliği, sağlığı ve geçimlerinin temini için büyük maddi fedakarlıklara ne gerek vardı? 1915 Mayısından 1916 Ekim ayına kadar yaklaşık bir buçuk yıl devam eden göç ettirme ve yerleştirme sırasında, emirler çerçevesinde ve mahallinde aldığı tedbirlerle, o günün zor savaş şartlarına rağmen, Ermenilerin can ve mallarını koruma altına almasına ne gerek vardı? Adetâ yeni bir cephe açmış gibi idarî, askerî ve malî yükün altına girmemeye ne gerek vardı?

Bütün bu soruların cevapları, Osmanlı Devleti'nin asıl niyetinin anlaşılmasına yetecektir. Osmanlı devletinin, yüzlerce yıl devlete olan bağlılıklarından dolayı “millet-i sadıka” olarak nitelendirdiği bir halka karşı, birdenbire tavır değiştirmesinin de mantıklı bir izahı yoktur. Değişen Osmanlı değil, Rusya ve İtilaf Devletlerinin bağımsızlık vaatlerine kanan Ermenilerdir.

Devlet güvenliğinin sağlanması için gerekli bir uygulama olan yer değiştirme, dünyanın en başarılı sevk ve iskan hareketidir ve hiçbir zaman Ermenileri imha etmek gayesini gütmemiştir.

[i]KAYNAK:
Halaçoğlu, Prof. Dr. Yusuf-; Ermeni Tehcirine Dair Gerçekler (1915), TTK Yayını, Ankara 2001.





TEHCİR ÖNCESİ VE SONRASINDA ERMENİ NÜFUSUNUN DURUMU NEDİR?

Ermeni komitacılar ve bugünkü destekçileri tarafından günümüzde en çok istismar edilen konu Ermeni nüfusunun tehcir öncesi ve sonrasındaki durumudur. Savaş döneminde tutulan kayıtlar, resmi rakamlar, kilise kayıtları, yabancı misyonların raporlarında yer alan nüfus bilgileri ve diğer belgelere rağmen sürekli olarak o günkü gerçek nüfusun asgari üç katı bir rakam gösterilerek soykırım iddialarına dayanak aranmaktadır. Verilen rakamlardan bazıları, dünya genelinde bugün yaşayan toplam Ermeni nüfusunu bile birkaç kat aşmaktadır. Bu nedenle, nüfus bilgilerini veren ciddi kaynaklar karşılaştırmalı olarak müteakip maddelerde değerlendirilmiştir.

Tehcir Öncesi Ermeni Nüfusu:

Osmanlı Devletinde yaşayan Ermenilerin nüfusuna ilişkin çok değişik iddialar mevcuttur. Bunları sırasıyla aşağıdaki şekilde açıklayabiliriz;

Ermeniler ve Diğer Yabancı Kaynaklara Göre Osmanlı Devleti'nde Ermeni Nüfusu:
  • 1917 İngiliz Salnamesine göre; 1.056.000 (1)
  • Patrik Ormanyan’a göre;1.579.000 (2)
  • Kevork Aslan'ın "Ermenistan ve Ermeniler isimli kitabında Anadolu’da 920.000, Kilikya (Adana, Sis, Maraş Bölgesi) 180.000, Osmanlıların diğer bölgelerinde 700.000, olmak üzere toplam 1.800.000 (3)
  • Alman Papas Johannes Lepsius’a göre; 1.600.000 (4)
  • Cuinet'e göre; 1.045.018 (5)
  • Fransız Sarı Kitabına göre; 1.475.011 (6)
  • Basmacıyan’a göre: 2.280.000 (7)
  • Patrik Nerses Varjabedyan’a göre; 1.150.000 (8)
Osmanlı Devleti Resmi Belgelerine Göre Ermeni Nüfusu:

Yabancılar Osmanlı belgelerini görmezden gelmeye çalışmaktadır. Ancak, bu konudaki en güvenilir rakamların resmi belgelerde olduğu kesindir. Son zamanlarda olduğu gibi tehcir öncesi Ermeni nüfusun olduğundan 4, hatta 5 kat fazla gösterildiği olmuştur. Örneğin 1878 Berlin Kongresi'nde Bağımsız Ermenistan isteyen Ermeniler, Doğu Anadolu illerinde 3.000.000 Ermeni olduğunu savunmuşlar ancak Berlin Anlaşmasında Hıristiyanlardan vergi alınması hükme bağlanınca, bu sayıyı Osmanlı Hükümetinin belirlediği sayının altına indirmişlerdir.

Osmanlı Devletinde İstatistik Genel Müdürlüğü 1892 yılında kurulmuştur. Genel Müdürlük görevini 1892 yılında Nuri Bey, 1892-1897 yılları arasında Fethi FRANCO adlı bir Musevi, 1897-1903 yılları arasında Mıgırdıç ŞINABYAN isimli bir Ermeni, 1903-1908 yılları arasında Robert isimli bir Amerikalı, 1908-1914 yılları arasında Mehmet BEHİÇ Bey yapmıştır(9).

Görüldüğü gibi Ermeni meselesini siyasi alana taşıyan önemli olayların cereyan ettiği dönemde, Osmanlı nüfus bilgileri yabancıların kontrolü altındadır. Buradan hareketle, bugüne kadar aksi bir belge ve kanaat olmadığına göre Osmanlı nüfus bilgilerine itibar edilmesi gerekmektedir.
  • 1893 Nüfus sayımına göre Ermeni nüfusu 1.001.465'tir.
  • 1906 Nüfus sayımına göre Ermeni nüfusu 1.120.748'dir.
  • 1914 Nüfus istatistiğine göre Ermeni nüfusu 1.221.850'dir(10).
Her üç grup veri kaynağı değerlendirildiğinde, gerek Osmanlı, gerek Ermeni ve yabancı istatistikler, I. Dünya Savaşı döneminde yaşayan Ermenilerin nüfusunun 1.250.000 civarında olduğunu ortaya koymaktadır.

Yer değiştirme uygulaması sırasında çeşitli yollardan göç ettirilen Ermenilerin ayrıldıkları ve vardıkları yerlerdeki sayıları devamlı şekilde kontrol edilmiştir.




Diğer taraftan Göçmen ve Aşiretleri Yerleştirme Müdürü Şükrü Bey'in 18 Ekim 1915 tarihinde Halep'ten gönderdiği telgrafta, Halep'e sevk edilen Ermenilerin tahminen 100.000 civarında olduğu bildirilmektedir(36).

Bu arada Musul ve Zor çevresine gönderilmek üzere 18 Eylül 1915 tarihi itibariyle Diyarbakır'da 120.000, 28 Eylül 1915 tarihi itibariyle de Cizre'de 136.084 Ermeni nüfusun toplandığı kayıtlardan anlaşılmaktadır(37). Şükrü Bey'in 3 Kasım 1915 tarihinde Nizip'ten çektiği bir şifre telgrafta ise, taşımanın gayet düzenli bir şekilde devam ettiği ifade edilmektedir(38).

Yukarıda verilen listede yer değiştiren nüfus içinde yer alıp da henüz taşınmamış olduğu belirtilen kalan nüfustan Adana'dakiler, daha sonra yeni yerleşim bölgelerine taşınmışlardır(39). Buna göre sevk edilen nüfus toplam 438.758, Halep’tekilerle birlikte iskan sahasına varan nüfus ise 382.148’dir. (40) Görüldüğü gibi, ikisi arasında 56.610 kişilik bir fark bulunmaktadır.

Göç ettirilenlerle, yeni yerleşim bölgelerine varanlar arasındaki bu 56.610 kişilik fark, belgelerden elde edilen bilgiye göre, şu şekilde ortaya çıkmıştır: 500 kişi Erzurum-Erzincan arasında; 2.000 kişi Urfa Halep arasındaki Meskene’de; 2.000 kişi Mardin civarında eşkıya ve Arap aşiretlerinin saldırısı sonucu katledilmiş, ayrıca bir o kadar, yani yaklaşık 5.000 ve belki de biraz daha fazla kişi de Dersim bölgesinden geçen kafilelere yapılan saldırılar sonucu öldürülmüştür(41). Bu bilgiler ışığında toplam 9-10 bin kişinin yer değiştirme uygulaması sırasında katledildiği tespit edilmektedir.

Ayrıca yollarda açlıktan da ölümler olduğu belgelerden anlaşılmaktadır(42). Bunun dışında tifo, dizanteri gibi hastalıklar ve iklim koşulları sebebiyle de yaklaşık 25-30 bin kişinin öldüğü tahmin edilmektedir ki(43), bu şekilde 40 bine yakın kişi yollarda kaybedilmiştir. Kalan 10-16 bin kişinin bir kısmı, yola çıkarılmış olmakla birlikte, henüz iskan bölgesine varmadan yer değiştirmenin durdurulması sebebiyle, bulundukları vilayetlerde alıkonulmuştur. Mesela 26 Nisan 1916’da Konya iline, ilde henüz yollarda olan Ermenilerin sevk edilmeyerek il dahilinde iskan edilmeleri için yazı gönderilmiştir(44). Öte yandan yer değiştirme kapsamında bulunan Ermenilerden bir bölümünün Rusya’ya, Batı ülkelerine ve Amerika’ya kaçırıldıkları da tahmin edilmektedir.

Nitekim belgelerde, Osmanlı ordusunda silah altında bulunan Ermenilerden 50.000’inin Rus ordusuna katıldığı, yine Türklerle savaşmak üzere 50.000 Ermeni’nin de Amerikan ordusunda üç-dört yıldır eğitim gördüğü gibi kayıtlar yer almaktadır. Gerçekten de, Amerika’da yaşayan bir Ermeni’nin Elazığ’da dava vekili olan Murad Muradyan’a yazdığı mektupta bu türden bilgiler bulunmaktadır(45).

Mektupta, bir kısım Ermeni’nin Rusya’ya ve Amerika’ya kaçırıldıkları ve Amerika’da eğitilen 50.000 askerin Kafkasya’ya hareket etmekte olduğu açıkça ifade edilmektedir. Bütün bu belgelerden de anlaşılacağı gibi, Osmanlı tebaası pek çok Ermeni, harpten önce ve harp içinde Amerika ve Rusya başta olmak üzere çeşitli ülkeler dağılmışlardır. Mesela ticaret maksadıyla Amerika’da bulunan Artin Hotomyan adlı bir Ermeni’nin 19 Ocak 1915’te Emniyet Genel Müdürlüğü’ne gönderdiği bir mektupta çeşitli yollarla binlerce Ermeni’nin Amerika’ya kaçırıldığı ve bunların aç ve perişan bir halde yaşadıkları ifade edilmektedir(46).

Bu bilgiler, Anadolu ve Rumeli’nin çeşitli bölgelerinden yer değiştirmeye tabi tutulan Ermenilerin sayıları ile, yeni iskan merkezlerine ulaşanların sayılarının birbirini tuttuğunu göstermekte ve dolayısıyla sevk ve iskan sırasında herhangi bir katliam olayının olmadığını ortaya koymaktadır.

Öte yandan yer değiştirmeye tabi tutulan Ermenilerin sayısının 500.000 civarında olduğu belirlendiğine göre, sevk ve iskana tabi tutulmayan Katolik ve Protestanlarla yine yer değiştirme dışında tutulan İstanbul, Bursa, Kütahya vs. Ermenilerinin ve bu sırada Rus işgali altında bulunan Kars ve Van gibi doğu illerindeki Ermenilerle birlikte, Osmanlı Ermenilerinin toplam nüfuslarının da ancak 600.000 ila 800.000 arasında olduğu ortaya çıkmaktadır.

Nitekim 1918 yılında, Ermeni Delegasyonu Başkanı olan Boghos Nubar Paşa’nın Fransa Dışişleri Bakanlığı Yüksek Yetkili Bakanı Monsieur Gout’a gönderdiği raporda: Kafkasya’da 250.000, İran’da 40.000, Suriye-Filistin’de 80.000, Musul-Bağdad’da 20.000 olmak üzere 390.000 kişinin Türkiye’den sürgün edildiğini, aslında sürgünlerin toplam sayısının 600-700 bin kişiye ulaştığını ve bunlardan ayrı olarak çöllerde şuraya buraya dağılmış sürgünleri kapsamadığını bildiriyor(47).

Boghos Nubar Paşa’nın verdiği rakamlardan 290 bin kişinin yer değiştirme uygulaması dışında Osmanlı topraklarını terk edenler olduğu anlaşılıyor. Göç ettirilenlerin toplam sayısı olarak verilen 600-700 bin kişiden 290 bin kişi çıkarılacak olursa, yer değiştirmeye tabi tutulan nüfusun 400 bin civarında olduğu görülüyor. Bu da Ermeni delegasyonu başkanının, yer değiştirmenin gerçekleştirilmesi sonrasına, yani 1918 yılına ait verdiği sayılarla, Osmanlı belgelerinde verilen rakamlar arasında büyük ölçüde uygunluk görünmekte ve Ermenilerin iddia edildiğinin aksine sağ salim iskan yerlerine vardıklarını ve dolayısıyla soykırım iddialarının ne kadar dayanaksız olduğu ortaya çıkmaktadır.

Nitekim o sırada Amerika Büyükelçisi bulunan Morgenthau da günlüğünde Ermeni Protestanlarının vekili olan Zenop Bezciyan’la olan görüşmesinde Bezciyan’ın ifadelerinden hayrete düştüğünü belirtiyor(48). Bu görüşmesiyle ilgili olarak Morgehthau şöyle diyor:

“Ermeni Protestanlarının vekili Zenop Bezciyan uğradı. Schmavonian kendisini benimle tanıştırdı. Okul arkadaşıymışlar. (İçerilerdeki) şartlar hakkında bana çok şey anlattı. Zor’daki Ermenilerin hallerinden oldukça memnun olduklarını söylemesine şaşardım; işlerini kurup, hayatlarını kazanmaya başlamışlar bile; bunlar ilk gönderilenler olup katledilmeden oraya varmışa benziyorlar. Bana çeşitli kampların nerelerde olduğunu gösteren bir liste verdi ve yarım milyon kişinin buralara nakledildiğini sandığını söyledi. Kış bastırmadan onlara yardım edilmesi gerektiği hususunda ısrarlıydı.”

Bu ifadeler, ABD Büyükelçisi Morgenthau’nun, bir Ermeni’nin ağzından Ermenilerin hallerinden memnun olduklarının ifade edilmesi karşısında nasıl hayrete düştüğünü gösteriyor.

Keza 1917’de Deyr-i Zor’a gelen İsveçli Sven Hedin’in İstanbul Ermenilerinden olan tercümanı da, Fırat kenarında yer yer yüzlerce beyaz çadır gördüğünü, içerisinde barınanların Kafkas cephesinden veya Halep’ten gelen Ermeni kadın ve çocuklar olduğunu anlatmaktadır(49).

Bu konuyla ilgili olarak, kimsenin görmek istemediği bir gerçek daha vardır: o da ölen Türklerin sayısıdır. Justin McCarthy bu konuda şunları yazmaktadır:

“Ölü Ermeni sayısı ele alınırken ölü Müslüman sayısını da göz önüne almalıyız. İstatistikler çoğunun Türk olduğu 2.5 milyon Müslüman'ın da öldüğünü söylemektedir. Ermenilerin yaşadığı 6 vilayette 1 milyondan fazla Müslüman ölmüştür... Sivas ili savaş sınırları içinde değildi. Rus ordusu asla bu kadar içeri girmedi. Fakat Sivas'ta 180 bin Müslüman öldü. Aynı şey bütün Anadolu için geçerliydi.(50)”

KAYNAK:
Halaçoğlu, Prof. Dr. Yusuf-; Ermeni Tehcirine Dair Gerçekler (1915), TTK Yayını, Ankara 2001.

DİPNOTLAR
1) 1917 Britannica Yıllığı
2) Uras, Esat, Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, İstanbul 1987
3) Aslan, Kevork, Ermenistan ve Ermeniler, İstanbul 1914.
4) Uras, Esat, a.g.e.
5) Uras, Esat, a.g.e.
6) 1893-1897 Ermeni İşleri, Paris, 1897 nakleden Uras, Esat, a.g.e.
7) Uras, Esat, a.g.e.
8) Uras, Esat, a.g.e.
9) Mazıcı, Nurşen, Belgelerle Uluslar arası Rekabette Ermeni Sorunu, İstanbul 1987.
10) Daha geniş bilgi için bkz. Karpat, Kemal, H. Ottoman Population 1830-1914 Demographic and Social Charsetistic, The University Of Winsconcin Press, 1985 London.
11) Bu arada Kastamonu, Balıkesir, Antalya, İstanbul, Urfa Ermenileriyle, Protestan ve Katolik Ermenilerle, hastalar, öğretmenler, yetim çocuklar ve kimsesiz kadınlar sevk edilmemiştir.
12) DH. EUM. 2. Şube, nr.68/77 (Ek-XXII).
13) DH. EUM. 2. Şube, nr.68/77 (Ek-XXII).
14) DH. EUM. 2. Şube, nr.69/250.
15) DH. EUM. 2. Şube, nr.68/101.
16) Belgelerde Diyarbakır’dan ne kadar Ermeni’nin naklolunduğu bildirilmemektedir. Bununla beraber başka illerden gelenlerle birlikte 120 bin Ermeni’nin sevk edildiği kayıtlarda yer almaktadır. Bu sebeple bu ilden 20.000 Ermeni’nin sevk edildiği varsayılmıştır.
17) DH. EUM. 2. Şube, nr.68/89.
18) ŞFR. nr.54/162. Her iki belgede sevk olunan Ermenilerden 500 kişilik bir kafilenin Erzurum-Erzincan arasında Kürtler tarafından katledildiği, diğer belgede ise Dersim bölgesinden gönderilen kafilelerin Dersim eşkıyası tarafından yine tamamen katledildiği bildirilmektedir. Bu kafilelerde kaç kişinin bulunduğu bilinmediğinden tahmini olarak 5.000 kişi alınmıştır.
19) DH. EUM. 2. Şube, nr.68/72.
20) Giresun, Perşembe, Ulubey, Sürmene, Tirebolu, Ordu ve Görele aynı vesikada verilmiştir (Bkz. DH. EUM. 2. Şube, nr.68/41).
21) DH. EUM. 2. Şube, nr.68/76.
22) DH. EUM. 2. Şube, nr.68/66.
23) DH. EUM. 2. Şube, nr.69/260.
24) DH. EUM. 2. Şube, nr.68/67 (Ek-XXIV)
25) DH. EUM. 2. Şube, nr.68/79
26) DH. EUM. 2. Şube, nr.68/73.
27) DH. EUM. 2. Şube, nr.68/75 (Ek-XXV).
28) DH. EUM. 2. Şube, nr.68/66.
29) DH. EUM. 2. Şube, nr.69/34.
30) DH. EUM. 2. Şube, nr.68/93.
31) DH. EUM. 2. Şube, nr.68/70 (Ek-XXVII).
32) DH. EUM. 2. Şube, nr.68/41.
33) DH. EUM. 2. Şube, nr.68/84 (Ek-XXVII).
34) DH. EUM. 2. Şube, nr.68/41.
35) DH. EUM. 2. Şube, nr.68/66.
36) DH. EUM. 2. Şube, nr.68/80 (Ek-XXVIII).
37) DH. EUM. 2. Şube, nr.68/71 (Ek-XXIX); 2. Şube, nr.68/84.
38) DH. EUM. 2. Şube, nr.68/101.
39) Haleb’e gelenlerin 100 bin civarında olduğu bildirilmesine karşılık (Bkz. DH. EUM. 2. Şube, nr.68/80) buraya gelen nüfus 100.000 olarak alınmıştır.
40) Yer değiştirmeye tabi tutulan edilen ve yeni yerleşim bölgesine varan nüfus ile ilgili olarak belgelerde kesin rakamlar verilmekle beraber, bazı yerlerden net sayılar verilmemesi sebebiyle her ikisi için de artı-eksi % 10 oynama söz konusu olabilir.
41) Mesela Trabzon, Erzurum, Sivas, Diyarbakır, Elazığ, Bitlis illeriyle Maraş ve Canik mutasarrıflarına 26 Temmuz 1915 tarihli şifre telgrafta, savaş başlanıcından beri hastalık ve isyan sebebiyle ne kadar Ermeni’nin öldüğünün bildirilmesi istenmiştir (ŞFR., nr. 54-A/112). Ayrıca Ereğli ve Musul’da Ermeni göçmenler arasında tifüs, dizanteri, sıtma gibi bulaşıcı hastalıkların yaygın olarak görüldüğü anlaşılmaktadır (Konya iline 8 Temmuz 1915 tarihli telgraf, ŞFR., nr.57/337; Zor Mutasarrıflığına 3 Şubat 1916, ŞFR., nr.60/219).
42) ŞFR., nr.57/110.
43) Bkz. DH. EUM. 2. Şube, nr.68/81; Ayr. Bkz. ŞFR., nr. 57/51.
44) ŞFR., nr. 63/119.
45) DH. EUM. 2. Şube, nr.2F/14.
46) Bkz. DH. EUM. 2. Şube, nr.2F/94.
47) Archives des Affaires Etrangéres de France, Série Levant, 1918-1928, Sous Série Arménie, Vol. 2, folio 47’den naklen bkz. Bilal ªimºir, Les Departén de Melte et les Allégations Armeniennes, Ankara 1998, p. 49.
48) Bkz. Heath W. Lowry, Büyükelçi Morgenthau’nun Öyküsü’nün Perde Arkası, İstanbul 1991, s. 47-48.
49) Sven Hedin, Bağdad, Babylon, Ninive, Leipzig 1918, s. 60-63’ten naklen N. Göyünç, s. 13.
50) McCarthy, Justin: "The Anatolian Arrmenians 1912-1922". Armenians in the Ottoman Empire and Modern Turkey (1912-1926), Boğaziçi Üniversitesi, İstanbul 1984, s.23-25





HAYATLARINI KAYBEDEN ERMENİLERİN SAYISI 1.5 MİLYON MUDUR?

Ermeni iddialarına göre, 1915 yer değiştirme uygulaması sırasında 1.5 milyon Ermeni "soykırım"a tabi tutulmuştur.

Ermeniler bu olaylarda önce 600 bin, sonra 800 bin Ermeni’nin öldüğünü ileri sürmüşler, bu sayı daha sonra sürekli olarak artırılmış ve 1,5 milyona varılmıştır. Bu açık artırmanın devam etmesine ve Ermeni çevrelerinin yarın, öbür gün ölü sayını 2, hatta 3 milyona çıkarmalarına da şaşmamak gerekecektir.

Bu açık arttırmaya ne yazık ki ciddiyetleriyle tanınan bazı yayın organları da katılmaktadır. Örneğin Encyclopedia Britannica'nın 1918 baskısında ölen Ermenilerin sayısı 600 bin olarak kayıtlı iken, bu sayı 1968 baskısında 1,5 milyon olarak belirtilmiştir.

Gerçek Ermeni kaybı nedir? Bunu kesin olarak tespit etmeye elbette imkân yoktur. Ancak, ortada esas olarak alınabilecek temel bir veri vardır, bu da Osmanlı Devletinde o dönemdeki Ermeni nüfusudur.

Ermeniler ve Diğer Yabancı Kaynaklara Göre Osmanlı Devleti'nde Ermeni Nüfusu:
  • 1917 İngiliz Salnamesine göre; 1.056.000 (1)
  • Patrik Ormanyan’a göre;1.579.000 (2)
  • Kevork Aslan'ın "Ermenistan ve Ermeniler isimli kitabında Anadolu’da 920.000, Kilikya (Adana, Sis, Maraş Bölgesi) 180.000, Osmanlıların diğer bölgelerinde 700.000, olmak üzere toplam 1.800.000 (3)
  • Alman Papas Johannes Lepsius’a göre; 1.600.000 (4)
  • Cuinet'e göre; 1.045.018 (5)
  • Fransız Sarı Kitabına göre; 1.475.011 (6)
  • Basmacıyan’a göre: 2.280.000 (7)
  • Patrik Nerses Varjabedyan’a göre; 1.150.000 (8)
Osmanlı Devleti Resmi Belgelerine Göre Ermeni Nüfusu:

Yabancılar Osmanlı belgelerini görmezden gelmeye çalışmaktadır. Ancak, bu konudaki en güvenilir rakamların resmi belgelerde olduğu kesindir. Son zamanlarda olduğu gibi tehcir öncesi Ermeni nüfusun olduğundan 4, hatta 5 kat fazla gösterildiği olmuştur. Örneğin 1878 Berlin Kongresi'nde Bağımsız Ermenistan isteyen Ermeniler, Doğu Anadolu illerinde 3.000.000 Ermeni olduğunu savunmuşlar ancak Berlin Anlaşmasında Hıristiyanlardan vergi alınması hükme bağlanınca, bu sayıyı Osmanlı Hükümetinin belirlediği sayının altına indirmişlerdir.

Osmanlı Devletinde İstatistik Genel Müdürlüğü 1892 yılında kurulmuştur. Genel Müdürlük görevini 1892 yılında Nuri Bey, 1892-1897 yılları arasında Fethi FRANCO adlı bir Musevi, 1897-1903 yılları arasında Mıgırdıç ŞINABYAN isimli bir Ermeni, 1903-1908 yılları arasında Robert isimli bir Amerikalı, 1908-1914 yılları arasında Mehmet BEHİÇ Bey yapmıştır(9).

Görüldüğü gibi Ermeni meselesini siyasi alana taşıyan önemli olayların cereyan ettiği dönemde, Osmanlı nüfus bilgileri yabancıların kontrolü altındadır. Buradan hareketle, bugüne kadar aksi bir belge ve kanaat olmadığına göre Osmanlı nüfus bilgilerine itibar edilmesi gerekmektedir.
  • 1893 Nüfus sayımına göre Ermeni nüfusu 1.001.465'tir.
  • 1906 Nüfus sayımına göre Ermeni nüfusu 1.120.748'dir.
  • 1914 Nüfus istatistiğine göre Ermeni nüfusu 1.221.850'dir(10).
Her üç grup veri kaynağı değerlendirildiğinde, gerek Osmanlı, gerek Ermeni ve yabancı istatistikler, I. Dünya Savaşı döneminde yaşayan Ermenilerin nüfusunun 1.250.000 civarında olduğunu ortaya koymaktadır.

Yer değiştirme uygulaması sırasında yeni yerleşim bölgelerine sevk edilen nüfus toplam 438.758, Halep’tekilerle birlikte iskan sahasına varan nüfus ise 382.148’dir(11). Görüldüğü gibi, ikisi arasında 56.610 kişilik bir fark bulunmaktadır.

Göç ettirilenlerle, yeni yerleşim bölgelerine varanlar arasındaki bu 56.610 kişilik fark, belgelerden elde edilen bilgiye göre, şu şekilde ortaya çıkmıştır: 500 kişi Erzurum-Erzincan arasında; 2.000 kişi Urfa Halep arasındaki Meskene’de; 2.000 kişi Mardin civarında eşkıya ve Arap aşiretlerinin saldırısı sonucu katledilmiş, ayrıca bir o kadar, yani yaklaşık 5.000 ve belki de biraz daha fazla kişi de Dersim bölgesinden geçen kafilelere yapılan saldırılar sonucu öldürülmüştür(12). Bu bilgiler ışığında toplam 9-10 bin kişinin yer değiştirme uygulaması sırasında katledildiği tespit edilmektedir. Ayrıca yollarda açlıktan da ölümler olduğu belgelerden anlaşılmaktadır(13).

Bunun dışında tifo, dizanteri gibi hastalıklar ve iklim koşulları sebebiyle de yaklaşık 25-30 bin kişinin öldüğü tahmin edilmektedir ki(14), bu şekilde 40 bine yakın kişi yollarda kaybedilmiştir.

Kalan 10-16 bin kişinin bir kısmı, yola çıkarılmış olmakla birlikte, henüz iskan bölgesine varmadan yer değiştirmenin durdurulması sebebiyle, bulundukları vilayetlerde alıkonulmuştur. Mesela 26 Nisan 1916’da Konya iline, ilde henüz yollarda olan Ermenilerin sevk edilmeyerek il dahilinde iskan edilmeleri için yazı gönderilmiştir(15). Öte yandan yer değiştirme kapsamında bulunan Ermenilerden bir bölümünün Rusya’ya, Batı ülkelerine ve Amerika’ya kaçırıldıkları da tahmin edilmektedir.

Nitekim belgelerde, Osmanlı ordusunda silah altında bulunan Ermenilerden 50.000’inin Rus ordusuna katıldığı, yine Türklerle savaşmak üzere 50.000 Ermeni’nin de Amerikan ordusunda üç-dört yıldır eğitim gördüğü gibi kayıtlar yer almaktadır. Gerçekten de, Amerika’da yaşayan bir Ermeni’nin Elazığ’da dava vekili olan Murad Muradyan’a yazdığı mektupta bu türden bilgiler bulunmaktadır(16).

Mektupta, bir kısım Ermeni’nin Rusya’ya ve Amerika’ya kaçırıldıkları ve Amerika’da eğitilen 50.000 askerin Kafkasya’ya hareket etmekte olduğu açıkça ifade edilmektedir. Bütün bu belgelerden de anlaşılacağı gibi, Osmanlı tebaası pek çok Ermeni, harpten önce ve harp içinde Amerika ve Rusya başta olmak üzere çeşitli ülkeler dağılmışlardır. Mesela ticaret maksadıyla Amerika’da bulunan Artin Hotomyan adlı bir Ermeni’nin 19 Ocak 1915’te Emniyet Genel Müdürlüğü’ne gönderdiği bir mektupta çeşitli yollarla binlerce Ermeni’nin Amerika’ya kaçırıldığı ve bunların aç ve perişan bir halde yaşadıkları ifade edilmektedir(17).

Bu bilgiler, Anadolu ve Rumeli’nin çeşitli bölgelerinden yer değiştirmeye tabi tutulan Ermenilerin sayıları ile, yeni iskan merkezlerine ulaşanların sayılarının birbirini tuttuğunu göstermekte ve dolayısıyla sevk ve iskan sırasında herhangi bir katliam olayının olmadığını ortaya koymaktadır.

KAYNAK:
Halaçoğlu, Prof. Dr. Yusuf-; Ermeni Tehcirine Dair Gerçekler (1915), TTK Yayını, Ankara 2001.

DİPNOTLAR
1) 1917 Britannica Yıllığı
2) Uras, Esat, Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, İstanbul 1987
3) Aslan, Kevork, Ermenistan ve Ermeniler, İstanbul 1914.
4) Uras, Esat, a.g.e.
5) Uras, Esat, a.g.e.
6) 1893-1897 Ermeni İşleri, Paris, 1897 nakleden Uras, Esat, a.g.e.
7) Uras, Esat, a.g.e.
8) Uras, Esat, a.g.e.
9) Mazıcı, Nurşen, Belgelerle Uluslar arası Rekabette Ermeni Sorunu, İstanbul 1987.
10) Daha geniş bilgi için bkz. Karpat, Kemal, H. Ottoman Population 1830-1914 Demographic and Social Charsetistic, The University Of Winsconcin Press, 1985 London.
11) Yer değiştirmeye tabi tutulan edilen ve yeni yerleşim bölgesine varan nüfus ile ilgili olarak belgelerde kesin rakamlar verilmekle beraber, bazı yerlerden net sayılar verilmemesi sebebiyle her ikisi için de artı-eksi % 10 oynama söz konusu olabilir.
12) Mesela Trabzon, Erzurum, Sivas, Diyarbakır, Elazığ, Bitlis illeriyle Maraş ve Canik mutasarrıflarına 26 Temmuz 1915 tarihli şifre telgrafta, savaş başlanıcından beri hastalık ve isyan sebebiyle ne kadar Ermeni’nin öldüğünün bildirilmesi istenmiştir (ŞFR., nr. 54-A/112). Ayrıca Ereğli ve Musul’da Ermeni göçmenler arasında tifüs, dizanteri, sıtma gibi bulaşıcı hastalıkların yaygın olarak görüldüğü anlaşılmaktadır (Konya iline 8 Temmuz 1915 tarihli telgraf, ŞFR., nr.57/337; Zor Mutasarrıflığına 3 Şubat 1916, ŞFR., nr.60/219).
13) ŞFR., nr.57/110.
14) Bkz. DH. EUM. 2. Şube, nr.68/81; Ayr. Bkz. ŞFR., nr. 57/51.
15) ŞFR., nr. 63/119.
16) DH. EUM. 2. Şube, nr.2F/14.
17) Bkz. DH. EUM. 2. Şube, nr.2F/94.







Prof. Dr. Sinsi 08-03-2012 03:13 AM

Ermeni Sorunu, İddialar, Gerçekler
 
OSMANLI DEVLETİ SORUŞTURMADAN KAÇTI MI?

Osmanlı Devleti, 26 Mart 1919 tarihinde, Birinci Dünya Savaşı’nda taraf olmamış olan İspanya İsviçre, Danimarka, İsveç ve Norveç'e gönderdiği notalarla bu ülkelerden, ikişer hukukçu gönderilmesini istemiştir. Bu girişim, İngilizlerin müdahalesi üzerine sonuçsuz kalmış, komisyonun kurulması ve dolayısıyla konunun soruşturması engellenmiştir(1).

Bu konu, Osmanlı Devleti'nin icra etmiş olduğu işlemlerde uluslararası hukuk çerçevesinde yanlış bir şeyin bulunmadığını gösteren, kendisine olan özgüvenin önemli bir göstergesidir. Adeta, gerçek faillerin ve tasvirlerin ortaya çıkarılması islenmemiştir. Eğer bu komisyon kurulsa idi, bugün Türk milletine yöneltilen asılsız ithamlar gerçek muhatabını bulacak, ayrıca Türkiye Cumhuriyeti'ne yönelik bu asılsız iddialar da o gün tarihin derinliklerine gömülebilecekti.

Osmanlı Devleti'nin girişimleri bununla da bitmemiş ve Osmanlı Hükümeti 7 Mart 1920 tarihli telgrafı(2) ile İtilaf Devletleri ve Amiral Bristol'dan konunun araştırılmasını, gerçeklerin tespit edilerek dünya ve Türk Kamuoyunun aydınlatılmasını talep etmiştir. Bu başvuruda "...uydurma Ermeni katli meselesinin uluslararası bir komisyon oluşturularak yerinde süratle tetkik edilmeli ve kasıl ve ihtiras ürünü propagandaların aydınlatılarak Türk milletinin kötü ve adi töhmetten aklanması için..." yardım istenmiştir.

Aynı tarihlerde, tüm gazetelerde de açık duyuru şeklinde yayımlanmıştır. Ayrıca ikinci Dünya Savaşı'nın sonlarına doğru Ahmet Refik başkanlığında bir grup yabancı gazeteci mahallinde inceleme yapılmak üzere Doğu Anadolu'ya gönderilmiştir(3).

Hukuk ve insanlık dışı bir suçu işleyen bir devletin, böyle girişimlerde bulunması düşünülebilir mi? Bu ve Burada bahsedilen onlarca örnek ele alındığında Türk Milleti'ne ve tarihine karşı yapılan haksızlığın ne kadar ileri götürüldüğü ve insanlık adına utanç duyulacak bir hal aldığı görülebilmektedir.

KAYNAKLAR
1) Başbakanlık Osmanlı Arşivi HR. MİJ. 43/ 17
2) ATASE Arşivi dolap no. 169. göz no. 3 kls. 23 dos. no. 1336/13-1 fih. 32-1.2.3
3) Daha geniş bilgi için bkz. Ahmet Refik, Kafkas yollarında, Öncü Kitap, Ankara 1992.





TALAT PAŞA’NIN SOYKIRIMI EMREDEN GİZLİ TELGRAFI VAR MIDIR?

“Soykırım” iddiasını bir Osmanlı politikasına bağlamaya heveslenen Ermeni propagandası, bir de bu yönde alınmış bir karar olduğunu kanıtlamak zorundadır. Bunun için de bir formül bulunmuş ve Talat Paşa’ya atfedilen ve General Allenby komutasındaki kuvvetlerce Halep’te ele geçildiği ileri sürülen bir takım telgraf örnekleri ortaya çıkarılmıştır. Bu telgrafların Naim Bey adlı bir Osmanlı memurunda bulunduğu ve İngiliz işgalinin öngörülenden daha kısa sürede gerçekleşmesi nedeniyle Osmanlılarca imha edilemediği iddia olunmaktadır.

Aram Andonian adlı bir Ermeni yazar bu telgrafların örneklerini 1920’de yayınlamış(1), ayrıca Talat Paşa’yı Berlin’de katleden Tehlirian’ı yargılayan mahkemeye de verilmiştir. Mahkemede bunlardan 5’i söz konusu edilmiş, ancak delil olarak kabul edilmedikleri gibi, otantik olup olmadıkları da herhangi bir karara bağlanmamıştır.

Diğer Ermeni iddiaları gibi, bu iddianın da gerçekle bir ilgisi yoktur. Şöyle ki;

[*]Bu telgraflar 1922’de İngiltere’de Daily Telegraph gazetesinde yayınlanmıştır(2). İngiliz Dışişleri Bakanlığı bunun üzerine durumu işgal komutanlığından soruşturmuş ve sonunda bu belgelerin Allenby kuvvetlerince bulunmadığı, Paris’teki bir Ermeni gurubunca icat edildiği anlaşılmıştır. [*]Telgrafların kaleme alınış şekli ve yazıldıkları kağıtlar Osmanlı belgeleri olmadıklarını açıkça göstermektedir. [*]İngilizler ve Fransızlar İstanbul’un işgalinden sonra Ermenilere karşı girişilen “katliamın” sorumlularını cezalandırmak amacıyla tutuklamalara girişmişler, Osmanlı Hürriyet ve İtilaf Hükümeti, İttihat ve Terakki Partisi ve yöneticilerine olan düşmanlığı nedeniyle işgal kuvvetlerine bu hususta elinden gelen her türlü yardımı yapmıştır. Tutuklananlardan bir kısmı İstanbul’da yargılanmış, bir kısmı ise Malta’ya sürülmüştür.

İstanbul’daki mahkeme İttihat ve Terakki’nin firardaki 4 yöneticisini gıyaplarında idama mahkum etmiş, ayrıca 3 kişiyi daha idam cezasına çarptırmıştır. Bu son idam cezalarının yalancı tanıkların ifadelerine dayanarak verildiği daha sonra açığa çıkmıştır.

İngilizler Malta’ya sürdükleri sanıklar aleyhine her yerde belge ve tanık aramaya girişmişler, Osmanlı Hürriyet ve İtilaf Hükümetinin de yardımlarına rağmen hiçbir belge bulamamış, bunun üzerine ABD arşivlerine müracaat edilmiştir. Bu arşivlerde de katliam iddialarını kanıtlayacak belge bulunamamıştır.

Vashington’daki İngiliz Büyükelçiliği bu konuda İngiliz Dışişlerine şu cevabı göndermiştir:

“Malta’da tutuklu bulunan Türkler aleyhine delil olarak kullanılabilecek hiçbir şey olmadığını bildirmekten üzüntü duyuyorum. Yeterli delil oluşturabilecek hiçbir somut vakıa mevcut değildir. Söz konusu raporlar, hiçbir suretle, Türkler hakkında Majesteleri Hükümetinin halen elinde bulunan bilgilerin takviyesinde yaralı olabilecek delilleri bile ihtiva eder görünmemektedir. (3)”

İngiliz Dışişleri bu cevap karşısında ne yapılması gerekeceğini İngiliz Kraliyet Savcılığına sormuştur. Savcılığın yanıtı şöyledir:

“Şimdiye kadar hiçbir şahitten,tutuklular hakkında yapılan suçlamaların doğruluğunu kanıtlayabilen bir ifade alınmış değildir. Esasen herhangi bir şahit bulunup bulunmayacağı da belli değildir...(4)”

Sonuç olarak, Malta’daki tutuklular, kendilerine hiçbir suçlama dahi yöneltilmeden ve duruşma yapılmaksızın 1921 sonlarında serbest bırakılmışlardır.

İngilizler belge aramakla meşgul iken Andonian’dan kaynaklanan telgraflar bilinmektedir. İngilizlerin bu telgraflara rağbet etmemeleri bunların uydurma olduklarını bilmelerindendir.
[*]Andonian’ın belgelerinin sahte olduğuna dair kanıtlar aşağıdaki şekilde sıralanabilir: Andonian, yaptığı sahte belgelerin “gerçek Osmanlı belgeleri” olduğunu kanıtlamak için, söz konusu belgelerdeki Halep Valisi Mustafa Abdülhalik Bey’in imzasına dayanmıştır. Ancak, halihazırdaki arşivlerde bulunan Mustafa Abdülhalik Bey’in imzasını taşıyan bir çok belge incelendiğinde, Andonian belgelerindeki imzanın sahte olduğu ortaya çıkmaktadır.[*]Andonian’ın Mustafa Abdülhalik Bey’in imzasının taşıyan sahte belgelerinin bir tanesinde bir tarih yer almaktadır. Ancak dönemin İçişleri Bakanlığı ve Halep Valiliği arasındaki yazışmalara ilişkin asıl belgeler incelendiğinde sözkonusu tarihte Halep Valisinin Mustafa Abdülhalik Bey değil Bekir Sami Bey olduğu görülmektedir.[*]Dolayısıyla, Andonian’ın sahte belgeleri şunu kanıtlıyor ki, Andonian’ya Müslüman Rumi takvimi ile Hıristiyan takvimi arasındaki farklardan tamamen habersizdi, ya da belgeleri hazırlarken bu farklar gözünden kaçmıştı. Dikkatsizliği sonucu tarihlerde ve referans numaralarında yaptığı hatalar belgelerin sahte olduğu konusunda şüpheye yer bırakmaktadır.[*]Dönemin İçişleri Bakanlığının “giden şifre” kayıtları ayrıntılı olarak incelendiğinde Bakanlığın şifre kayıt tarih ve numaraları ile Andonian’ın sahte belgelerinde yer alan tarih ve numaralandırma sistemi arasında hiçbir benzerlik olmadığı, Andonian’ın sözde “şifreli telgraf”ları ile dönemin İçişleri Bakanlığının Halep’e gönderdiği gerçek şifreli telgraflar arasında bir ilişkinin bulunmadığı ortaya çıkmaktadır.[*]Andonian’ın “şifreli telgraflarının“ Türkçe “orijinalleri” ile dönemin Osmanlı şifreli mesajları karşılaştırıldığında, görülmektedir ki, kullanılan şifre sistemleri arasında da herhangi bir bağlantı bulunmamaktadır. Andonian belgelerini gerçek gibi göstermek için hiç kullanılmayan, mevcut olmayan yeni bir şifreleme metodu kullanmıştır. Sahte belgelerin üstlerindeki tarihlerden Osmanlıların 6 ay boyunca aynı şifreleme yöntemini kullanmış oldukları sonucu çıkar ki, bu imkansızdır. Zira o dönemde yayınlanan bir genelge ile savaş yıllarında kullanılan şifreleme yönteminin 2 ayda bir değiştirilme zorunluluğu getirildiği ve bunun uygulanmakta olduğu kanıtlanmıştır.[*]Andonian’ın iki sahte belgesinde yer alan Besmele’nin acemice yazılış şekli de gerçek belgelerdekilerle karşılaştırıldığında Andonian’ın belgelerinin sahte olduğuna delalet etmektedir. Bu acemice yazım şekli, Osmanlılarda müslüman olmayanların -Osmanlıca’yı bilseler bile- Besmeleyi yazışmalarında hiç kullanmamış olmalarından kaynaklanmış olabilir.[*]Andonian’ın bir çok sahte belgesinde yer alan cümle yapıları ile gramer yanlışlarının bir Osmanlı görevlisince gerçekleştirildiğini kabul etmek güçtür. Aynı şekilde, önemli Osmanlı görevlilerince kullanıldığı iddia edilen bir çok deyim ve ifadenin herhangi bir Osmanlı Türkü tarafından bile kullanılması mümkün değildir. Türklerin suçlarını kendi ağızlarından itiraf ettiklerini kanıtlama çabası içerisindeki Andonian bu hususu da gözden kaçırmıştır.[*]Sahte belgeler, iki tanesi hariç, üzerlerinde dönemin Osmanlı bürokrasisinin kullandığı resmi sembollerin hiçbiri bulunmayan düz beyaz kağıda yazılmıştır. Sahte belgelerden birinin, Osmanlıların özel yazışmalarda bile kullanmadıkları çizgili kağıda yazılmış olduğu, diğer iki belgenin de herhangi bir Osmanlı Postanesinden alınabilen boş telgraf formlarına yazıldığı görülmektedir. [*]İngilizlerin, Ermeni olaylarından sorumlu tuttukları Osmanlı görevlileri aleyhinde kullanılabilecek belgeler bulmak için yoğun çaba sarf ettikleri bir dönemde, İngilizce edisyonu bulunmasına rağmen Andonian dokümanlarını kullanmamış olmaları İngiliz hükümetinin belgelerinin sahte olduğunu kanısını taşıdığını göstermektedir.[*]Andonian tarafından uydurulan belgeler eğer varolmuş olsalardı, çok gizli ibaresi taşımalarından dolayı telgraf yoluyla değil kurye vasıtasıyla gönderilmeleri ve dosyalarda üç yıl boyunca tutulmak yerine okunur okunmaz yok edilmeleri gerekirdi.[*]Andonian’ın kitabının İngilizce ve Fransızca baskıları arasında, baskı veya tercüme yanlışlıklarından kaynaklanmış olamayacak kadar önemli bir çok farklılıklar vardır.[*]Son olarak, Ermenilerin sözcüleri olarak hareket eden, Ermeni çevrelere yakın ilişkiler içindeki bazı yazarlar bile, Andonian belgelerinin gerçeklikleri üzerinde şüphelerini dile getirmektedirler.

Kısacası, meşhur “Talat Paşa Telgrafları” Andonian ve çevresi tarafından uydurulmuş aldatmacadan başka bir şey değildir.
[*]Talat Paşanın Ermenilerin katledilmesini emrettiği ileri sürülen telgrafıyla aynı tarihlerde gönderdiği başka gizli telgraflar da vardır. Bu telgraflar tehcir sırasında suç işleyecek görevlilerin cezalandırılmasına ilişkindir. Bir yandan Ermenilerin “katli” istenirken, diğer yandan da bu “katliamı” yapacak görevlilerin cezalandırılmaları talimatının verilmesinin izahı yoktur.Neareast Relief Society adlı Amerikan yardım kuruluşunun tehcir sırasında Ermenilere yardım etmek üzere Anadolu’da görev yapmasına Osmanlı Hükümetince izin verilmiştir. ABD’nin İtilaf Devletlerin safında Osmanlılara karşı savaşa girmesinden sonra da bu kuruluşun Anadolu’da kalmasına müsaade olunmuştur. Bu husus ABD Büyükelçisi Elkus’un raporlarına da konu teşkil etmiştir.

Bu durumda, eğer “katliam” emri verilmişse, Amerikan kuruluşunun faaliyet göstermesine ve “katliama” tanık olmasına nasıl müsaade edilmiştir, yani, “biz Ermenileri katlediyoruz, siz de gelin seyredin”mi, demiştir? Bunu herhalde mantıklı açıklamak imkanı bulunmaktadır.[*]İstanbul, Batı Anadolu ve Trakya’da oturan Ermeniler tehcir dışında bırakılmıştır. Hatta Orta Anadolu Ermenilerinden bile yerlerinde bırakılanlar olmuştur. Topyekûn bir tehcir bile söz konusu olmadığına göre, “topyekûn bir katliam” hiç iddia edilemeyecektir.Nihayet, eğer Hükümet Ermenileri topyekûn imha etmek niyetinde olsaydı, herhalde bunu aylarca süren bir tehcir yoluyla ve bütün devletlerin dikkatini üzerine çekerek değil, Ermenilerin bulundukları yerlerde ve özellikle cephelere yakın bölgelerde çok kolay bir şekilde yapabilirdi.

Görüldüğü gibi, Ermenilerin sımsıkı sarıldıkları soykırım iddiası da yalandan başka bir şey değildir ve bir soykırım hiç bir zaman söz konusu olmamıştır.

KAYNAKLAR
1) Andonian, Aram; Documents officels concernants les Massacres Armeniens, Paris 1920. Imprimerie Turabian
2) Daily Telegraph, 29 mayıs 1922.
3) Washington'daki İngiliz Büyükelçiliği, R.C. Craigie'den Lord Jurzona 13 Temmuz 1921; İngiliz Dışişleri Arşivi, 371/6504/8519.
4) 29 Temmuz 1921, İngiliz Dışişleri Arşivi, 371/6504/E8745





OSMANLI ARŞİVLERİ KAPALI MI, TEHCİRLE İLGİLİ BELGELER SAKLANIYOR MU?

Tehcirle ilgili her konuda orijinal belgelere ulaşım şansı vardır. Bu belgelerin bulunduğu Osmanlı Arşivleri 1925 yılından itibaren tüm araştırmacıların incelemesine açıktır. Bu tarifen günümüze kadar; ABD'den 605, Japonya’dan 203, Almanya’dan 168, Fransa’dan 150, Suudi Arabistan’dan 98, İran’dan 84, İngiltere’den 74, İsrail’den 70, Libya’dan 63, Macaristan’dan 58, Arjantin’den 52, Bulgaristan’dan 47, Mısır’dan 47, Hollanda’dan 39, Romanya’dan 36, Cezayir’den 35, Tunus’tan 35 ve Kanada’dan 28 olmak üzere toplam 3.817 bilim adamlarınca Osmanlı Arşivleri'ni incelemiştir. Ayrıca 180'i Ermeni asıllı Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan toplam 190 kişi de, özellikle Ermeniler konusunda bu arşivlere giriş ve çalışma yapmıştır.

Binlerce yabancının bizzat belgeye ulaşarak yaptıkları çalışma yanında, bu belgeler Türkçe ve İngilizce olarak da yayınlanmış ve araştırmacıların kullanımına sunulmuştur. Bunların yanı sıra, Genelkurmay Başkanlığı arşivindeki belgeler ATASE Başkanlığı'nca, Askeri Tarih Belgeleri Dergisi adı altında orijinal ve günümüz Türkçesiyle yayınlanmakta ve satışa sunulmaktadır.

Bu konuda hazırlanan bir başka yayın ise, Başbakanlık Yıldız Arşivinden yararlanılarak Osmanlıca ve günümüz Türkçesiyle İngilizce dillerinde sunulan 3 ciltlik yayındır. Tüm bazı gerçeklere rağmen, ya bilgisizliklerinden ya da kasıtlı olarak yerli ve yabancı bazı kişi ve kurumların Türkiye Cumhuriyeti'ni, "arşivleri incelemeye açmaktan kaçtığı” şeklinde suçladığı görülmektedir.





SEVR ANLAŞMASI HÂLÂ GEÇERLİ MİDİR?

Ermeni propagandası Sevr Anlaşmasının kendileri açısından hâlâ geçerli ve yürürlükte olduğunu iddia etmekte ve buna dayanarak Sevr'de öngörülen "Ermeni topraklarının" Ermenilere iadesi gerektiğini savunmaktadır.

Bu anlaşmayı imzalayan devletlerin, anlaşmanın yürürlüğe giremeden ortadan kalktığını ve yerini Lozan Anlaşmasının aldığını imzalarıyla tasdik etmeleri muvacehesinde bu derece gülünç bir iddia nasıl mesmu olabilir, bilinemez. Ancak, bir de Ermenilerin devlet olarak kendi imzaladıkları anlaşmalar vardır.

Bunların başında Batum Anlaşması gelir. Taşnaklar 28 Mayıs 1918'de Erivan'da bir Ermeni Cumhuriyeti ilân etmişler, Osmanlı Devleti Ermenilerle 4 Haziranda 1918'de yaptığı Batum Anlaşması ile bu Cumhuriyeti tanımıştır. Ermeni Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Hadisyan bu anlaşmadan sonra şunları söylemiştir:

"Türkiye Ermenileri artık Osmanlı İmparatorluğundan ayrılmayı düşünmüyorlar Türkiye'deki Ermenilere ilişkin sorunlar Osmanlılar ile Ermeni Cumhuriyeti arasında görüşme konusu bile yapılamaz. Osmanlı İmparatorluğu ile Ermeni Cumhuriyeti arasındaki ilişkiler mükemmeldir ve gelecekte de böyle olmalıdır Bütün Ermeni siyasi partileri bu konuda aynı görüştedirler. Bu iyi komşuluk ilişkilerinin sürdürülmesi Dışişleri Bakanı olduğum Ermeni Hükümetince izlenen programın başlıca noktalarından biridir(1)."

Taşnak yayın organı Hairenik de 28 Haziranı 1918 tarihli nüshasında şunları yazmıştır:

"Rusya'nın Türkiye'ye karşı güttüğü düşmanca politika Kafkasya Ermenilerini de cesaretlendiriyordu. İki dost unsur arasındaki çatışmalara Kafkas Ermenileri neden oldu. Çok şükür ki, bu durum uzun sürmedi. Rus devrimi sonrasında Kafkasya Ermenileri selâmetlerinin yalnızca Türkiye'de olduğunu anladılar ve ellerini Türkiye'ye uzattılar. Türkiye de geçmişte olanları unutmamak istedi ve uzatılan eli şövalye ruhuyla sıktı. Artık Ermeni sorununun çözümlenmiş ve tarihte kalmış olduğunu kabul ediyoruz. Yabancıların ajanı birkaç maceraperestin eseri olan karşılıklı güvensizlik ve düşmanlık duyguları ortadan kalkmalıdır(2)."

Bu ilginç beyanlardan şu sonuçları çıkarmamız mümkündür:


[*]Ermeni meselesi kapanmıştır.[*]Olaylardan Türkler değil, Ruslar ve Ermeniler sorumludur. [*]Bir haksızlık varsa, buna uğrayan Türklerdir.Görüldüğü gibi, bizim bugün söylediklerimizin doğru olduğu bundan 64 yıl önce, 1918'de Taşnaklar tarafından itiraf edilmiştir. Ancak bu açık itiraflara rağmen mesele Ermenilerce kapanmış sayılmayacak ve Ermeni çevreleri ilk fırsatta itiraflarını unutup eski hayallerinin peşinden gideceklerdir. Nitekim, Batum anlaşmasına rağmen Ermeni çete harekâtı devam etmiştir.

Osmanlı Devletinin I. Dünya Savaşında yenilgiye uğraması ve 30 Ekim 1918'de Mondros Mütarekesini imzalanması Ermenileri yeniden harekete geçirmiştir.

Büyük hayaller peşinden koşan Taşnak denetimindeki Kafkas Ermeni Cumhuriyeti kuruluşunun I. Yıldönümü olan 28 Mayıs 1919'da "Türkiye Ermenistan'ını ilhak ettiğini" açıklamıştır. Bu açıklama, İtilâf Devletleri dahil, hiç kimse tarafından ciddiye alınmamıştır.

Sevr diktası ile sonuçlanan Paris Barış Konferansı Ermenistan'ın sınırları konusunu ABD Başkanı Wilson'un hakemliğine bırakmış, Wilson da General James G. Harbord başkanlığındaki bir Amerikan heyetini incelemelerde bulunmak üzere 1919 sonbaharında Türkiye'ye yollamıştır. 1919 Eylül ve Ekim aylarında Türkiye'de incelemeler yapan Harbord heyeti vardığı sonuçları bir rapor halinde ABD Kongresine sunmuştur.

Gerçekleri yansıtan bu raporda; "Türkler ile Ermenilerin barış içinde yüzyıllarca yan yana yaşadıkları, tehcir sırasında Türklerin de Ermeniler kadar acı çektikleri Türk köylerinin yakıldığı savaşa giden Türk köylülerinden en çok %20'sinin geri dönebildiği. I. Dünya Savaşının başlangıcında Ermenilerin Türkiye Ermenistanı denilen bölgelerde hiçbir zaman çoğunlukta olmadıkları tehcir edilen Ermenilerin geri dönmeleri halinde tek bir yerleşim merkezinde dahi çoğunluğu oluşturamayacakları, geri döne Ermenilerin tehlike içinde bulunmadıkları ve olaylara ilişkin acıklı ve korkunç iddiaların doğru olmadığının tespit edildiği" belirlenmiştir(3).

ABD Kongresi bu rapor üzerine 1920 Nisanında Ermenistan'a mandater olunmasını reddetmiştir.

10 Ağustos 1920'de Ermenileri bir kez daha umutlandıran Sevr Anlaşması imzalanmıştır. Anlaşma, Osmanlı Devletinin Ermenistan'ı özgür ve bağımsız bir devlet olarak tanımasını hükme bağlamış, sınırın tespitini ise Wilson'un hakemliğine bırakmıştır.

Bilindiği üzere 10 Ağustos 1920'de Türkiye'de biri İstanbul'da Osmanlı Hükümeti, diğeri Ankara'da Meclis Hükümeti olmak üzere iki Hükûmet bulunmaktadır. Sevr'i imzalayan Osmanlı Hükümetidir. Mustafa Kemal Atatürk'ün Ankara Hükümeti "Ermeni Sorununu"kendi başına halledecektir.

Mondros Mütarekesi sonrasında Fransızlar Adana vilâyetini, İngilizler de Urfa, Maraş ve Antep'i işgal etmişlerdi. Daha sonra İngilizler kendi işgal bölgelerini Fransızlara bırakmışlar ve Fransızların beraberlerinde getirerek Fransız üniforması giydirdikleri Ermeniler Türklere saldırmaya başlamışlardır. Bu zulüm Türklerin tepkisiyle karşılaşmış ve Fransız-Ermeni işgaline karşı Türk direnişi örgütlenmiştir. Bunun üzerine yine Türklerin Ermenileri katlettikleri propagandası başlamış, ancak başta Fransız komutanlığı olmak üzere bu kez Ermenilere kimse inanmamıştır.

ABD Kongresinin Ermenistan için mandaterliği kabul etmemesinden sonra, Kafkas Ermeni Cumhuriyetine bağlı düzenli birlikler ve çeteler 1920 Haziranında Türkiye'ye karşı saldırıya geçmişler, Eylülde bu kez Ankara Hükûmeti karşı taarruz emretmiş ve Türk kuvvetleri Ermenileri ağır yenilgilere uğratarak Kars dahil bütün Türk topraklarını kurtarmışlar ve sınırı da aşarak Gümrü'ye girmişlerdir. Bu yenilgi karşısında Ermeni Hükümetinin barış istemesi üzerine 3 Aralık 1920'de Gümrü (Alexandropol) Anlaşması imzalanmıştır. Ermeniler bu anlaşma ile Sevr'in geçersiz olduğunu kabul etmişler ve Türkiye'ye yönelik toprak taleplerinden resmen vazgeçmişlerdir.

Ancak bu anlaşma onaylanmadan Kızılordu Erivan'a girmiş ve Sovyet Ermeni Hükûmeti kurulmuştur.

Erivan'da yönetim Vratzian'ın 18 Şubat 1921'de giriştiği ayaklanma ile tekrar Taşnakların eline geçmiştir. Vratzian Hükümeti 18 Martta Ankara'ya bir heyet göndererek Ankara Hükümetinden Bolşeviklere karşı yardım istemiştir. Tarihin ne garip cilvesidir ki, daha 2 yıl önce Doğu Anadolu topraklarını ilhak ettiğini açıklayan Taşnak Hükümeti bu kez varlığını devam ettirebilmek için Ankara'nın yardımını talep etmektedir. Bu Taşnak Hükümeti uzun ömürlü olamamış ve Sovyetler Erivan'da yeniden iktidarı ele geçirmişlerdir.

Türkiye 16 Mart 1921'de Sovyetler Birliği ile Moskova Anlaşmasını imzalamış ve bugünkü Türk- Sovyet sınırı çizilmiştir. Bu anlaşmanın tamamlanması amacıyla bu kez 13 Ekim 1921'de Sovyet Ermenistan’ı ile Kars Anlaşması imzalanmıştır. Her iki anlaşmada da Sevr'in tanınmadığına ilişkin hükümler yer almaktadır. Böylece, Taşnak Hükümetinden sonra, Sovyet Ermeni Hükümeti de her türlü talepten vazgeçmiş olmakta ve Sevr'in geçersizliği bir kez daha belgelenmektedir.

Sovyet Ermenistan’ı Adalet ve İşçi Komiseri Şahverdof Kars Anlaşmasının imza töreninde yaptığı konuşmada, "bundan böyle bu iki milleti başkalarının çıkarları uğruna birbirlerinin üzerine saldırtmanın mümkün olamayacağını" vurgulamıştır.

Doğu cephesinin bu şekilde tasfiye edilmesinden sonra, güney, cephesi de 20 Ekim 1921'de Fransa ile imzalanan Ankara Anlaşması ile tasfiye edilmiş ve Fransız kuvvetleri beraberlerinde getirdikleri Ermeni lejyonunu ve mahallî komitecileri yanlarına alarak çekilmişler, mahallî Ermeni halkının büyük kısmını da adeta zorla beraber götürüp Lübnan'a yerleştirmişlerdir. Aynı olaya Hatay'ın anavatana katılmasında da şahit olunacaktır.

24 Temmuz 1923'de imzalanan ve Sevr'in yerini alan Lozan Anlaşmasında ise Ermeniler hakkında hiçbir hüküm bulunmamaktadır.

Böylece mesele Lozan'da bütünüyle çözümlenmiş olmaktadır. Ermenilerin bugün Sevr'e dayalı olarak birtakım iddialarda bulunmaları da hiçbir anlam taşımamaktadır. Konuyu kapatırken, Sevr anlaşmasının taraf ülkelerce onaylanmamış olduğunu da hatırlamak yerinde olur.

KAYNAKLAR
1) SCHEMSI, Kara-; op. cit., p. 31.
2) SCHEMSI, Kara-; op. cit., pp. 31-32.
3) URAS, Esat-; a.g.e. sayfa 682 — 683






Prof. Dr. Sinsi 08-03-2012 03:13 AM

Ermeni Sorunu, İddialar, Gerçekler
 
TÜRKLER TARİH BOYUNCA HER ZAMAN ERMENİLERE BASKI VE ZULÜM MÜ YAPMIŞLARDIR?

Ermeni propagandası, sözde "soykırım" iddiasını tarihi bir zemine oturabilmek amacıyla, Türklerin tarih boyunca her zaman gayrimüslimlere ve Ermenilere kötü muamele ettiğini savunagelmektedir. Zira, bu iddiada bulunmadıkça "600 yıldır Ermenilerle birlikte yaşayan Türklerin, durup dururken, nasıl olup da bir günde Ermenileri topyekün imha etmeye karar verdikleri" sorusunu yanıtlayamayacakları kanısındadırlar. Ermenileri bu iddiaya sarılmaya yönelten bir başka etken de meseleyi tahrif ederek bir "Hıristiyan-Müslüman mücadelesi"ne dönüştürmek ve böylece Hıristiyanlık dünyasının desteğini peşinen kazanabilmek arzusudur.

Ermenilerin uğradıkları Bizans zulmü nedeniyle, Türklerin Anadolu'ya girmelerini bir bayram havası içinde karşıladıklarını kendi tarihçileri yazarlar. Nitekim, Selçuklular Bizans'ın ezmeye ve yok etmeye çalıştığı Ermeni kilisesini himaye etmeye başlamış, Ermeni kilisesi, manastırları ve ruhban sınıfına Bizans tarafından konulan ağır vergileri kaldırarak bunları vergiden muaf tutmuş, Ermeni toplumunu ibadet, eğitim ve içişlerinde serbest bırakmış, içişlerine müdahale etmemiş ve Ermenileri Müslüman olmaya hiçbir zaman zorlamamışlardır. Ermeni ruhanî lideri Selçukluların bu tutumu karşısında Sultan Melikşah'ı ziyaret ederek şükranlarını bildirmiştir. Özetle, Ermeniler bu dönemde gerek toplum olarak varlıklarını, gerek din ve kiliselerini Türkler sayesinde koruyabilmişlerdir.

Bu olgu, bizzat Ermeni tarihçilerince de iftiharla dile getirilmiştir. Ermeni tarihçi Urfalı Mateos 129 sayı kroniğinde Selçuk Sultanı Melikşah'tan şöyle söz etmiştir:

"Melikşah'ın kalbi Hıristiyanlara karşı şefkat ve iyilikle doluydu. İsa'nın evlatlarına çok iyi davrandı. Ermeni halkına refah, barış ve mutluluk getirdi(1)."

Mateos, Sultan Kılıç Aslan'ın ölümünden sonra ise şunları yazmıştır:

"Kılıç Aslan'ın ölümü Hıristiyanlar yasa boğmuştur. Zira bu Sultan yüksek karakterli ve hayırsever bir insandı."

Selçuklu Türklerinin Ermenilere ne kadar iyi davrandıkları Taşirk ailesi gibi bazı Ermeni beylerinin kendiliklerinden Müslümanlığı kabul etmelerinden ve Türklerle birlikte Bizans'a karşı çarpışmalarından da bellidir.

Türklerin gayrimüslimlere iyi muamele etmeleri ifadesini İslâm-Türk felsefesinde bulmaktadır. Bu felsefeyi şu şekilde özetlemek mümkündür: Türkler, Müslüman olmayan kavimlerin yaşadıkları topraklan kendi ülkelerine kattıklarında bu bölgeler halkı ile zimma adı verilen bir anlaşma yapmaktadırlar. Müslüman olmayan halkın hak ve hukuku bu anlaşma ile güvence altına alınmakta ve bu halka zımmî denmektedir. Böylece diğer dinlerden olan insanlara o zamana kadar tanık olunmamış bir hoşgörü ile davranılmaktadır.

Bu dönemin Yunus Emre ve Mevlâna Celaleddin Rumî gibi büyük düşünürlerinin "72 millete bir göz ile bakan" ve "ne olursan ol, yine gel" diyen insanlık ve hoşgörüye dayalı felsefeleri de bu çerçevede değerlendirilmelidir. Hıristiyanlar arasında mezhep kavgaları ve özellikle Bizans'ın Ermenilere yaptığı zulüm göz önünde tutulduğunda bunun ne denli insanca bir yaklaşım olduğu ortadadır.

Osmanlı Devletinin kuruluşu, gelişmesi ve özellikle İstanbul'un fethi sonucu Bizans'ın yıkılmasıyla Ermeniler için tarihlerinin hiç bir döneminde yaşamadıkları yeni bir çağ açılmış, üzerindeki dinsel, siyasal, toplumsal, ekonomik ve kültürel her türlü baskı kalkmış ve barış, güven ve refah dönemi başlamıştır.

Bilindiği gibi, Osmanlı Devleti Türk kökenli, İslâmi yapıya sahip ve çok uluslu bir devlettir. Bu çok uluslu yapı içinde Türkler kadar, diğer uluslara da yer vardır. Nitekim, ilk Osmanlı Padişahı Osman Bey Ermenilerin Bizans'ın zulmünden korunmaları için Anadolu'da ayrı bir toplum olarak örgütlenmelerine izin vermiş ve Batı Anadolu'daki ilk Ermeni dinî merkezi Kütahya'da kurulmuştur. Bursa'nın alınarak başkent yapılması üzerine bu dinî merkezi Kütahya'dan Bursa'ya taşınmış ve Fatih Sultan Mehmet'in İstanbul'u fethinden sonra Bursa'daki Ermeni dinî lideri Hovakim 1461'de İstanbul'a getirilmiş ve Fatih'in fermanı ile İstanbul'da bir Ermeni patrikhanesi kurulmuş(2).

Bunu izleyerek han, Kafkasya, Doğu ve Orta Anadolu, Balkanlar ve Kırım'dan İstanbul'a Ermeni göçleri başlamış ve Osmanlı imparatorluğu Ermeniler için bir çekim merkezi haline gelmiştir. Görüldüğü gibi, Ermeni toplumu ve kilisesi Osmanlı Devletinin gelişmesine paralel olarak gelişmektedir.

Osmanlı İmparatorluğu Gregoryen Ermenileri "millet" adı altında örgütlemiş ve kendi dinî liderlerinin yönetimine bırakmıştır. Fatih Sultan Mehmet Ermeni Patrikhanesini kuran fermanında, Patriğin imparatorlukta yaşayan bütün Ermenilerin hem ruhanî, hem cismanî lideri olduğunu hükme bağlamıştır.

Ermeniler Müslümanlara verilen her türlü haktan yararlandıkları gibi, bazı ayrıcalıklara da sahip olmuşlar, örneğin askere alınmamışlardır. Askere alınmamaları ise Ermeni ailelerinin sürekliliğini ve dolayısıyla refaha kavuşmalarını sağlamıştır.

Müslümanlarla gayrîmüslimlerden haraç ve cizye vergileri alınmış, buna karşılık Müslümanların tâbi oldukları zekât ve öşür vergilerinden muaf tutulmuşlardır. Haraç ve cizye vergilerinin Ermeni toplumuna nasıl dağıtılacağının tespiti de dini liderlere bırakılmıştır.

Ermenilere, din, kültür, eğitim ve hayır işlerini yürütebilmeleri için gerekli mali güçlerinin yetişmemesi halinde Osmanlı yönetimi yardımda bulunmuş, Patrikhanenin açıklarını kapatmış, Ermeni kurumlarına malî destek sağlamıştır. Bu vakıf sistemi bugün de muhafaza edilmektedir.

Burada şu noktaya da işaret etmek istiyoruz: Ortodoks Rumlar Ermenilerden önce örgütlendiklerinden, Ortodoks Rumlar dışında kalan tüm diğer Hıristiyan unsurlar Etmeni sayılmıştır. Bu unsurlar arasında Anadolu'daki Pavlakiler (Paulicien) ve Yakubîler ve Balkanlardaki Bogomiller gibi Ermenilikle hiç bir ilişkileri bulunmayan Hıristiyanlar da yer almıştır. Bu olgunun özellikle Osmanlı İmparatorluğundaki Ermeni nüfusuna ilişkin tartışmalarda göz önünde tutulması gerekmektedir.

Ermeni toplumu kendisine tanınan hak ve ayrıcalıkları başarıyla kullanarak hızla gelişmiş ve refaha kavuşmuş, ayrıca Türk-Osmanlı kültür, yaşam tarzı ve yönetim biçimini de benimseyerek kısa zamanda Osmanlıların güvenine lâyık olmuş ve "millet-i sıdıka" unvanına hak kazanmıştır. Osmanlı Ermenileri bu unvan sayesinde iş hayatında olduğu gibi, kamu hizmetlerinde de önemli yerlere gelmişlerdir.

Osmanlı tarihi Ermenilerden 29 Paşa, 22 Bakan, 33 milletvekili, 7 Büyükelçi, 11 Başkonsolos ve Konsolos, 11 Üniversite öğretim üyesi ve 41 yüksek rütbeli memur kaydetmektedir. Ermeni Bakanlar arasında Dışişleri, Maliye, Ticaret ve Posta Bakanları gibi son derece önemli ve kilit mevkilerde bulunanlar olmuştur(3).

Ermeniler Osmanlı-Türk sanat, kültür ve müziğine önemli katkılar yapmışlar, ünlü sanatçılar yetiştirmişlerdir. Bu sanatçılar bugün de Türkiye Ermenileri ve Türkler için övünç kaynağı olarak anılmaktadır.

Burada, dünyadaki ilk Ermeni matbaasının da XVI. yüzyılda İstanbul'da kurulduğunu belirtmek yerinde olur.

Böylece, Ermeniler, Türkler başta olmak üzere, İmparatorluğun tüm unsurlarıyla XIX. yüzyıl sonlarına kadar barış ve güven içinde yaşamışlar, Osmanlı yönetimiyle ilgili hiçbir şikâyet ya da sorunları olmamıştır.

Bununla birlikte, zaman zaman kendi aralarında iç çekişmelere düşmüşlerdir. İstanbul'un fethinden önce ve hemen sonra Anadolu ve Kırım'dan İstanbul'a gelen ve "Yerli" denilen Ermeniler ile İran ve Kafkasya'dan gelen ve "Doğulu" ya da "Taşralı" denilen Ermeniler Patrik seçimi nedeniyle mücadeleye girişmişler, birbirlerini Osmanlılara şikâyet etmişler ve yönetimin kendi lehlerine müdahalesini sağlamaya çalışmışlardır.

Osmanlılar ise Ermeni grupları ve iç sorunları karşısında ısrarla tarafsız kalmışlardır. Bu mücadeleyi "Doğulu"ların kazanması üzerine Patrikliğe ruhani olmayan kişiler de getirilmeye başlanmış, mevki ve unvan çatışması kimi zaman kanlı kavgalara dönüşmüştür. Osmanlılar bu aşamada duruma müdahale etmişler ve Ermenilerin birbirlerini kırmasını önlemişlerdir.

Mezhep kavgaları Ermenileri birbirlerine düşüren bir diğer etken olmuştur.

Özellikle yabancı müdahaleler sonucu Ermeniler arasında Katoliklik ve Protestanlığın yayılması Gregoryen Ermenilerde büyük bir infial uyandırmış ve Gregoryen Ermeniler Osmanlı yönetimine başvurarak bu durumun önlenmesini istemişlerdir. Osmanlı yönetimi Ermenilerin iç sorunu saydığı bu gelişmeye müdahale etmeyince yine kanlı kavgalar görülmüş ve Protestanlığı kabul eden Ermeniler Çuhacıyan ve Tahtacıyan adlı Patrikler tarafından aforoz edilmişlerdir(4).

Daha sonra Katolikler arasında da Vatikan'a bağlı olup olmamak konusunda çatışmalar çıkmış, Papa Vatikan'a bağlı olmayan Ermenileri aforoz etmiş, Osmanlı yönetimi duruma müdahale ederek 1888'de bu iki Katolik grubu barıştırmıştır.

Osmanlıların gayrîmüslimlere gösterdiği bu engin hoşgörü İmparatorluğu, çöküş yıllarına kadar, dinî zulümden kaçan bütün insanlar için her zaman sığınılabilecek bir ülke haline getirmiştir. Bir mezhepteki Hıristiyanların zulmüne uğrayan diğer mezhepteki Hıristiyanlar ile Katoliklerin ağır işkencelerine manız kalan Musevîler kurtuluşu Osmanlılara sığınmakta bulmuşlardır. Bunun en belirgin örneği, gerek 15. yüzyıl sonlarında İspanya'nın Katoliklerce yeniden işgalini müteakip, gerek daha sonraki yüzyıllarda Fransa, Orta Avrupa ve Rusya'daki Hıristiyan baskısından kaçan Musevilerin Osmanlı İmparatorluğuna göç etmeleridir.

Gerçekler böyle olduğuna göre, Türklerin gayrimüslimlere ve Ermenilere kötü muamele ettikleri, baskı yaptıkları ve ezdikleri gibi iddialar ileri sürmek için herhalde mantık, vicdan, sağduyu, hakkaniyet ve tarih bilgisinden yoksun bulunmak ya da önyargılı olmak gerekir, çünkü başka bir izah tarzı yoktur. Tarihin bu iddiayı yalanladığı çok sayıda yabancı tarihçi ya da yazarın eserlerinde de onaya konulmuştur.

Asoghik ve Mateos'dan Voltaire, Lamartine, Claide Farrere, Pierre Loti, Nogueres, İlone Caetani, Philip Ntarshall Brown, Michelet, Sir Clıarles Wilson, Politis, Arnold, Bronsart, Roux, Grousset, Edgar Granville, Garnier, Toynbee, Lewis, Price, Bombaci ve Shaw'a kadar uzanan ve bazılarına hiç de Türk dostu damgası vurulmayacak pek çok tarihçi ve yazar Türklerin bu konudaki hakkını teslim etmişlerdir. Bunlardan bazı örnekler şöyledir:

Voltaire:

"Büyük Türk çeşitli dinlerden 20 milleti barış içinde yönetmektedir Türkler Hıristiyanlara savaşta ılımlı, zaferde yumuşak olmayı öğretmişlerdir"

Philip Marchall Brown:

"Türkler kazandıkları büyük zafere rağmen fethettikleri yerlerin halkına, kendilerini kendi yasa ve gelenekleri uyarınca yönetme hakkını cömertçe bahşetmişlerdir."

Venizelos Hükûmetinin Dışişleri Bakanı Politis:

"Türkiye'deki Rumların çıkarları Türklerden başka hiçbir güç tarafından bu kadar iyi korunamazdı."

J.W. Arnold:

"Türk ordularının fethettikleri yerlerde din ve kültüre müdahale etmediği tarihin inkar edemeyeceği bir gerçektir."

Alman Generali Bronsart:

"Türkler; kendilerine dokunulmadığı takdirde, başka dinlerden olanlara karşı dünyanın en hoşgörülü insanlarıdır."

Son olarak şu örneği verelim: Napolyon Bonapart, Akka yenilgisi üzerine Osmanlı İmparatorluğundaki Katolik Ermenileri yönetime karşı ayaklandırmayı ve bir tür intikam almayı düşünür. Bunun mümkün olup olmayacağını İstanbul'daki Büyükelçisi Sebastiani'den sorar. Büyükelçinin yanıtı çok açık ve kesindir:

"Ermeniler hayatlarından o kadar memnundurlar ki, buna imkan yoktur"

DİPNOTLAR
1) URFALI MATEOS, (Mathieu d'Edesse); Chronicles. No.129.
2) URAS, Esat-; Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, 2. Baskı, İstanbul 1976, sayfa. 149.
3) Türk Ermenilerinden Gerçekler, Jamanak Yayını. İstanbul, 1980, sayfa 4 ve KOÇAŞ, Sadi; Tarih Boyunca Ermeniler ve Türk - Ermeni İlişkileri. Ankara, 1967. sayfa 92 -I 15.
4) SCHEMSI, Kara-; Turcs et Armeniens devant l'Histoire, Genere. Imprimeric Nationale, 1919, sayfa 19.







TÜRKLER ERMENİLERİ 1890'LARDAN İTİBAREN KATLETMEYE Mİ GİRİŞMİŞLERDİR?
19. yüzyılın ikinci yarısında bir "Ermeni Sorunu”ndan söz edilmeye başlandığını görmekteyiz. Ancak, "Ermeni Sorunu" için bir başlangıç noktası aramak gerekirse, bunun 1856 Islahat Fermanı ya da 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı ve bunun izleyen Ayastefanos (Yeşilköy) Anlaşması ve Berlin Konferansında bulmak mümkündür. Ancak biz, biraz daha gerilere, 1820'lere kadar gitmenin meselenin anlaşılması bakımından daha yararlı olacağı kanısındayız.

Çarlık Rusyası bu dönemde dünya güç dengesinde giderek daha önemli bir devlet olarak ortaya çıkmaktadır. Bu emperyalist güç komşu olduğu Osmanlı Devleti topraklarını bir tür doğal gelişme alanı olarak kabul etmekte olup Osmanlıların sırtından güneye ve güneybatıya yayılmak peşindedir. Nitekim, Yunanistan'ın Osmanlılardan ayrılarak bağımsız olması büyük ölçüde Rusya'nın bu politikası sonucudur. Bu politikanın başta gelen unsurlarından biri de, Rusya'ya göre, Osmanlı Hıristiyanlarının hamisi olmaktır. Bu ise, Rusları Ortodoks Rumların yanı sıra Gregoryen Ermenilerle de ilgilenmeye sevk etmektedir.

Rusya, Batı'da Balkanlara nüfuz etmeye çalışırken, Doğu'da da Kafkasya'ya inmektedir. Bu gelişme Katkasya'daki Eçmiyazin (Vagrsabat: Erivan’ın batısında) Ermeni kilisesini Rus tesiri altına sokmaya başlamıştır. Eçmiyazin ise Gregoryen Ermenilerin büyük çoğunluğunun bağlı oldukları dinsel merkezdir.

Eçmiyazin Kilisesi kısa sürede Rus nüfuzuna girmiş, hatta Katogikos Nerses Aratarakes 60 bin kişilik bir Ermeni kuvvetinin başında 1827-28 Rus-İran Savaşına Ruslar safında katılmıştır.

Rusların Osmanlı Ermenilerine sızmaya çalışması da Eçmiyazin Kilisesi aracılığıyla olmuş ve 1844'den itibaren İstanbul Ermeni Patrikhanesindeki ayinlerde Eçmiyazin Katogikosu’nun adı anılmaya başlamıştır.

Osmanlı Hıristiyanlarının hamisi olmaya niyetlenen yalnız Rusya değildir. İngiltere ve Fransa da Osmanlı Ermenilerini Protestanlık ve Katolikliğe kazanmak amacındadırlar. Bunda başarılı olmaları üzerine 1830'da İstanbul’da Etmeni Katolik Kilisesi, 1847de de Protestan Kilisesi kurulmuştur. Ancak ne bu gelişmeler olup biterken, ne de 1856'da Islahat Fermanı ilân edilirken bir "Ermeni Sorunu" söz konusu değildir.

Toplumsal düzenin Batı modelinde yeniden örgütlenmesi anlamına gelen Islahat Fermanı müslümanlarla gayrîmüslimleri aynı statüye getiriyor ve gayrimüslimlere tanınmış bulunan ayrıcalık ve ruhani muafiyetlere de bu nedenle son veriyordu. Bu Ferman üzerine Ermeni Patrikhanesince hazırlanan Etmeni Milleti Nizamnamesi Osmanlı Hükümetine sunulmuş ve 29 Mart 1862'de onaylanarak yürürlüğe girmiştir. Nizamname ile Ermeni toplumunun içişlerini görüşmek üzere 140 üyelik bir meclis kurulmuş, bunun 20 üyesinin İstanbul kilisesi mensuplarından, 80 üyesinin İstanbul'daki kilise cemaatlerinden ve 40 üyesinin taşradan seçilmesi öngörülmüştü.

Islahat Fermanı Rusya'nın yanı sıra, İngiltere ve Fransa'ya da Ermenilerle daha çok ilgilenmeye sevk etmiş, bu ise Rusya'yı Ermenilerle ilgisini yoğunlaştırmaya yöneltmiştir.

Bu ilginin altında bu devletlerin Ermenilere duydukları sempati değil, kendi emperyalist çıkarları yatmaktadır. Bunun neden böyle olduğunu görmek için dünyada o dönemde mevcut güç ilişkilerine ve nüfuz mücadelesine bakmak lâzımdır.

Bu nüfuz ve çıkar mücadelesinin önemli alanlarından biri de Osmanlı Devletidir. İzlenen yeni politikanın temel taşlarından biri ise Osmanlı Devletindeki Hıristiyan unsurları ve özellikle Ermenileri Osmanlılara karşı kullanmak olmuş ve Ermenilere, gerçekleşmeyeceği kendilerince de bilinmesine rağmen, Doğu Anadolu'da hayalî bir Ermenistan vaat edilmiştir.

"Ermeni Sorunu"nun 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı ve Osmanlıların bu savaşı kaybetmeleri sonucu meydana gelen gelişmeler üzerine çıkması bunun belirgin kanıtıdır.

Savaş sona ererken İstanbul Ermeni Patriği Nerses Varjabedyan Eçmiyazin Katogikosluğu aracılığıyla Rus Çarı'ndan Rusya'nın Doğu Anadolu'da işgal ettiği toprakları Osmanlılara geri vermemesini istemiş, bununla da yetinmeyerek savaş sonunda Ayastefanos'daki Rus karargâhına gidip Grandük Nikola ile görüşmüş ve Doğu Anadolu'nun Ruslar tarafından ilhâkını bu olmazsa bölgeye Bulgaristan'a olduğu gibi özerklik verilmesini, bu da mümkün değilse bölgede Ermeniler lehine ıslahat yapılmasını ve bu ıslahat tamamlanana kadar Rus ordusunun geri çekilmesinini talep etmiştir. Patriğin son talebi Ruslarca kabul edilmiş ve Ayastefanos Anlaşmasına 16. Madde olarak girmiştir(1).

Patrik Varjabedyan'ın Osmanlı vatandaşı olduğunu hatırlatmaya sanırız gerek yoktur.

Doğu Anadolu'daki Rus işgali Rusya'ya Osmanlı Ermenileri üzerindeki etkisini arttırma olanağı sağlamış ve Rus ordusundaki Ermeni subaylar Osmanlı Ermenilerini devlet aleyhine kışkırtmaya çalışmış ve Ermenilere "Balkanlardaki Hıristiyanlar gibi "Osmanlılardan ayrılarak kendi muhtar devletleri kurabileceklerini" telkin etmişlerdir.

Rusların niyetini sezen İngiltere Ayastefanos Anlaşmasına karşı çıkmıştır. Zira, Doğu Anadolu'da Rusya himayesinde kurulacak bir Ermenistan İngiltere'nin Basra Körfezi ve Hindistan yolunun güvenliğini tehlikeye düşürecektir. Bunun üzerine İngiltere, Osmanlılardan Kıbrıs'ı kopararak bunun karşılığında Ayastefanos Anlaşmasının değiştirilmesini sağlamış ve Berlin Konferansında Rusya'nın Kars, Ardahan ve Batum dışında işgal ettiği topraklardan hemen geri çekilmesi ve Ermeni ıslahatının bunun ardından yapılması kararlaştırılmış, üstelik ıslahatın 5 büyük devletin denetiminde uygulanması öngörülmüştür. Bu tarihten itibaren İngiltere "Ermeni ıslahatı"nı kendi meselesi olarak görecektir.

Berlin Konferansına İstanbul Ermeni Patrikhanesinden de bir heyet katılmış ve isteklerini kabul ettiremeyen bu heyet İstanbul’a "mücadele ve ayaklanmaya girişilmedikçe hiç bir şey elde edilemeyeceği" yargısıyla dönmüştür(2).

Ayastefanos Anlaşması ile eline geçirdiği büyük fırsatı Berlin Konferansı ile kaybeden, ayrıca Batı’ da Yunanistan ve Bulgaristan'ı İngiliz nüfuzuna terk etmek zorunda kalan Rusya Doğu Anadolu'yu doğrudan ilhak etmeyi amaçlayan bir politika izlemeye başlamış, bu politikasında yine Ermenileri kullanmayı denemiştir.

İngiltere ve Rusya'nın Ermeniler üzerindeki mücadelesi, Türk düşmanlığıyla ünlü Fransız yazar Rene Pinon'un şu sözleriyle açıkça görülmektedir:

"Rus ve İngiliz nüfuzu Ermenilerin sırtında çarpışmıştır. Ermenistan İngiltere'nin elinde Rus yayılmacılığına karşı ileri bir karakol olmuştur."

1880'de İngiltere'de Gladstone Hükûmeti’nin iktidara gelmesi bu mücadeleyi daha da yoğunlaştırmıştır. İngiltere artık Rusya'ya karşı Osmanlı Devletinin toprak bütünlüğünü korumak politikasını terk etmiş ve Osmanlı İmparatorluğunu parçalayıp kendisine dost küçük devletler kurmayı ve bunları Rusya'ya karşı tampon olarak kullanmayı öngören bir politikayı benimsemiştir. İngiltere'ye göre bu tampon devletçiklerden biri de Ermenistan olacaktır.

Bu yeni politikanın ilk sonuçları İngiliz basınında Doğu Anadolu'dan Ermenistan diye söz edilmesi, Doğu Anadolu'nun en ücra köşelerinde bile İngiliz Konsoloslukları açılması, bölgedeki Protestan misyonerlerin sayısının hızla artması ve Londra'da bir İngiliz-Ermeni Komitesinin kurulmasıyla görülmüştür. Rusya ve İngiltere'nin Ermenileri kendi emellerine nasıl alet ettikleri çok sayıda Ermeni ve yabancı kaynak tarafından da belgelenmiştir.

Ermeni Patriği Horen Aşıkyan "Ermeni Tarihi" adlı eserinde şunları yazmıştır: "Türkiye'nin çeşitli yerlerine dağılmış çok sayıda Protestan misyoner İngiltere lehine propaganda yapmakta, Ermenilerin İngiltere sayesinde muhtariyete kavuşacaklarını ileri sürmektedirler. Kurdukları okullar gizli tasarıların yuvasıdır."

Ermeni din adamı Hrant Vartabed'e göre de "Osmanlı ülkesinde Protestan topluluklar kurulması ve bunların İngiltere ve ABD tarafından himaye edilmesi uygarlık iddiasındaki Batılı güçlerin en kutsal duygu olan din duygusunu bile sömürmekten kaçılmadıklarını göstermektedir." Vartabed, Eçmiyazin Katogikos'u V. Kevork'u da Çarlık Rusya’sına alet olmak ve Anadolu Ermenilerine ihanet etmekle suçlamıştır(3).

Bir başka teşhis İstanbul’daki Fransız Büyükelçisi Paul Cambon'a aittir. Cambon 1894'de Paris'e gönderdiği bir raporda şöyle demektedir:

"Gladstone gayri memnun Ermenileri örgütlemiş, disiplin altına almış, onlara destek vaadinde bulunmuştur. Bundan sonra propaganda komitesi ilhamını aldığı Londra'ya yerleşmiştir."

Jean-Paul Ganier şunları söylemektedir:

"Millet-i Sadıka diye adlandırılan Ermeniler, Ruslar ve Protestan misyonerlerce tahrik edilmiş ve Berlin Konferansına sanki zulüm görmüş bir halkmış gibi başvurmuşlardır."

Edgar Granville, "Rus tahrikinden önce Osmanlı ülkesinde hiç bir Ermeni hareketi olmadığı; Çar himayesinde bir Ermenistan gibi hayaller yüzünden masum insanların acı çektiklerini" kaydetmiş ve "asıl büyük canilerin Çarlar olduklarını", "Ermeni hareketlerinin Doğu Anadolu'nun Rusya’ya ilhakını amaçladığını" vurgulamıştır.

Ermeni yazar Kaprielian Ermeni Krizi ve Yeniden Doğuş adlı kitabında "ihtilâl vaad ve telkinlerini Ruslara borçlu olduklarını" iftiharla belirtmiştir.

Taşnak yayın organı Hairenik, 8 Haziran 1918 tarihli sayısında şu itirafta bulunmaktadır:

"Türkiye'deki Ermeniler arasında ihtilâlci ruhun uyanması Rus kışkırtmaları sonucudur. Rusya (...) sınır halklarında her türlü merkezkaç eğilimi teşvik etmiştir."

Bu gerçekler karşısında, Ermeni sorunun ardında emperyalizmin Osmanlı İmparatorluğunu parçalama ve paylaşma politikalarının yattığını söylemek güç olmayacaktır.

Bu politika çerçevesinde 1880'den itibaren Doğu Anadolu'da bazı Ermeni komiteleri kurulmaya başlamış, Van'da "Kara Haç" ve "Armenakar", Erzurum'da "Vatan Koruyucuları" adlı komiteler teşkil edilmiştir. Bu komiteler yerel düzeyde kalmış ve Osmanlı yönetiminden bir şikâyeti olmayan ve refah ve barış içinde yaşamaya devam eden Ermeni halkının büyük çoğunluğunun bu faaliyete rağbet etmemesi nedeniyle etkili olamamış ve zamanla varlıkları da sona ermiştir.

Osmanlı Ermenilerini içeride kurulan komiteler yoluyla devlete karşı harekete geçirmek mümkün olamayınca, bu kez bir başka yol denenmiş ve Rus Ermenilerine Osmanlı toprakları dışında komiteler kurdurulmuştur. Böylece 1887'de Cenevre'de Hınçak, 1890'da Tiflis'de Taşnak Komiteleri onaya çıkmıştır. Bu komitelere hedef olarak Anadolu toprakları ve amaç olarak Osmanlı Ermenilerini "kurtarmak" gösterilmiştir.

Ermeni propagandasının bugünkü öncülerinden Louise Nalbandian Hınçak Komitesi için şöyle demektedir:

"(Ermeni) Halkın(ın) duygularını harekete geçirmek için tahrik ve teröre ihtiyaç vardır. Halk, düşmanlarına karşı kışkırtılacak ve aynı düşmanın misilleme faaliyetlerinden yararlanılacaktı. Terör, halkı korumak ve Hınçak programına güven duymasını sağlamak için bir yöntem olarak kullanılacaktı. Parti (komite), Osmanlı Hükümetini terörize etmeyi amaçlamıştı. Bu suretle rejimin prestiji azaltılacak ve tam anlamıyla dağılması için çaba harcanacaktı. Terörist taktiklerin tek odak noktası hükümet olmayacaktı. Hınçaklar, o sırada hükümet hesabına çalışan en tehlikeli Ermeni ve Türkleri öldürmek istiyor ve bütün casus ve muhbirleri yok etmeye çalışıyorlardı. Parti (komite), bütün bu terörist faaliyetlerde bulunabilmek üzere kendisine özgü bir kuruluş meydana getirecekti(4)."

K.S. Papazian ise Taşnak Komitesi hakkında şunları yazmaktadır:

"Komitenin programı isyan yoluyla Türkiye Ermenistan’ına siyasî ve ekonomik özgürlük sağlamaktı... Komitenin 1892 yılında yapılan Genel Kurulunda kararlaştırılan programın 8. metodu Hükümet yöneticilerini ve hainleri terörize etmek, 11. metodu ise Hükümet kuruluşlarını tahrip etmek ve yağmalamaktı.(5)"

Taşnak kurucularından ve ideologlarından Dr. Jean Loris-Melikoff, "Komitenin çıkarlarının Ermeni toplumunun çıkarlarından önde geldiğini ve amaçlarının gerçekleşmesi uğruna zengin Ermenilerden terör yoluyla para toplandığını" kabul etmektedir(6).

Yine Taşnak ideologlarından Varandian, "Histoy of the Dahnagizoutune" (Paris,1932) adlı kitabında aynı itiraflarda bulunmaktadır.

Ermeni yazarların da açıkça kaydettikleri gibi amaç Anadolu'da isyanlar çıkarmak, yöntem ise terördür. Ermeni komiteleri bu programlarını uygulamaya koymak için zaman kaybetmemişler ve çeşitli ayaklarıma girişimlerinde bulunmuşlardır.

Ayaklanma teşebbüsleri önce Hınçaklardan gelmiş, daha sonra Taşnaklar da bu yolu izlemişlerdir. Bütün ayaklanma girişimlerinin ortak özelliği bunların Osmanlı ülkesine dışarıdan gelen komitecilerle planlanmış ve gerçekleştirilmiş olmasıdır.

İlk isyan 1890'daki Erzurum isyanıdır. Bunu yine aynı yıl meydana gelen Kumkapı gösterisi, 1892-93'de Kayseri, Yozgat, Çorum ve Merzifon olayları, 1894'de Sasun isyanı, 1895'de Babıâli gösterisi ve Zeytun isyanı, 1896'da Van isyanı ve Osmanlı Bankasının işgali, 1903'de 2. Sasun isyanı, 1905'de Padişah Abdülhamid'e suikast teşebbüsü. 1909'da Adana isyanı takip etmiştir.

Bütün bu isyan ve olaylar Ermeni Komitelerince Ermenilerin "Türklerce katledilmesi" olarak tanıtılmış ve Batı ülkelerine, Hıristiyan kamuoylarına bu şekilde yansıtılarak büyük bir gürültü koparılmıştır. Bu amaçla hiçbir yalandan kaçınılmamış, olaylar tahrif edilmiştir. Anadolu'nun en ücra köşelerine kadar dağılmış Hıristiyan misyonerler ile büyük devletlerin Konsoloslukları ve İstanbul'daki Büyükelçilikler bu propagandanın batı kamuoylarına iletilmesinde ve benimsetilmesinde büyük bir rol oynamışlardır.

Buna Batı basının bu yoldaki yayınlan da eklenince, Hıristiyan kamuoyları Ermenilerin gerçeklerle hiçbir ilgisi bulunmayan mesajlarını benimsemeye başlamışlardır. Esasen, kendi devletlerinin politikaları da bu mesajların benimsenmesini gerektirmekteydi. Üstelik, Batı'ya göre bu "Hıristiyanlarla Müslümanlar arasındaki bir çatışmaydı ve vahşi Müslümanlar masum Hıristiyanları katletmekteydi." Öyle ise, yapılacak iş Müslümanlara karşı Hıristiyan Ermenileri desteklemek ve himaye etmekti. Gerçekten de böyle yapılmıştır.

Ancak meselenin aslının hiç de böyle olmadığı ve Ermeni komitelerinin bu propagandasının altında büyük devletleri Osmanlılara karşı silâhlı müdahaleye zorlamak amacının yattığı belgelerle sabittir.

İstanbul'daki Ermeni Patriği daha 6 Aralık 1876'da İngiliz Büyükelçisi Elliot'a "eğer Avrupa’nın bu işe müdahalesi dikkatinin çekilmesi için ihtilâl isyan çıkarmak lâzımsa, bunu yapmanın hiç de zor olmadığını” söylemiştir(7).

İstanbul'daki İngiliz Büyükelçisi Currie 28 Mart 1394'de İngiliz Dışişlerine şu raporu göndermiştir:

"Erzurum'daki ihtilâlcilerin hedefi karışıklıklar çıkararak Osmanlıların karşılık vermesini temin etmek ve böylece yabancı ülkelerin duruma müdahale etmesini sağlamaktır(8)."

Erzurum’daki İngiliz Konsolosu Graves 28 Ocak 1895'de İstanbul'daki İngiliz Büyükelçiliğine yolladığı mesajda, "Komitelerin amaçlarının genel bir memnuniyetsizlik yaratarak Türk Hükümeti ve halkının hayali acılarına, dolayısıyla durumu düzeltme gereğine çekmek" olduğunu bildirmiştir(9).

Yine Graves New York Herald Muhabiri Sydney Whitman’ın "eğer bu memlekete hiç bir Ermeni komitecisi gelmemiş olsaydı ve Ermenileri isyana kışkırtmasaydılar, bu çarpışmalar olur muydu?" şeklindeki sorusuna şu yanıtı vermiştir:

"Tabîî ki hayır; sanmam ki bir tek Ermeni öldürülmüş olsun.(10)"

Van’daki İngiliz Muavin Konsolosu Williams 4 Mart 1896 tarihli yazısında "Taşnak ve Hınçakların kendi vatandaşlarını terörize ettiklerini, aşırılık ve çılgınlıklarıyla Müslüman halkı kışkırttıklarını,reformların uygulanması için girişilen tüm çabaları felce uğrattıklarını ve bütün Anadolu'da olup bitenlerden Ermeni komitelerinin cinayetlerinin sorumlu olduğunu" belirtmiştir(11).

Adana'daki İngiliz Başkonsolosu Doughty Wily 1909'daki bir raporunda "Ermenilerin yabancı müdahaleyi sağlamaya çalıştıklarını" yazmıştır(12).

Bitlis ve Van’da Rus Başkonsolosluğu yapan General Mayewski 1912 tarihli bir raporunda şunları kaydetmiştir:

"1895 ve 1896 yıllarında Ermeni komiteleri Ermenilerle yerel halk arasında öyle bir kuşku yaydılar ki, bu bölgelerde herhangi bir reformun yürütülmesi imkansız hale gelmişti. Ermeni din adamları hemen hemen hiçbir dini eğitim gayreti içinde değillerdi. Buna karşılık, milliyetçilik fikirlerini yaymak için çok çalıştılar.

Bu tür düşünceler esrarengiz manastırların duvarları içinde gelişti ve dini görevlerin yerini Hıristiyanların Müslümanlara olan düşmanlığı aldı. 1895 ve1896 yıllarında Asya Türkiye’sinin pek çok vilâyetinde çıkan ayaklanmaların sebebi ne Ermeni köylülerin büyük sefaleti, ne de maruz bulundukları baskı idi. Zira bu köylüler komşularından çok daha zengin ve müreffehtiler:Ermenilerin ayaklanması şu üç sebepten ileri geliyordu:

1. Bunların siyasi konularda bilinen tekâmülleri,

2. Ermeni kamuoyunda milliyetçilik, kurtuluş ve bağımsızlık fikirlerinin gelişmesi,

3. Bu fikirlerin Batı hükümetlerince desteklenmesi ve Ermeni din adamlarının telkin ve çabalarıyla yayınlanması. (13)"

Mayewski, Aralık 1912 tarihli bir başka raporunda, "Taşnak komitesinin Ermenilerle müslümanları birbirine düşürerek durumu karıştırmaya ve Rus müdahalesine zemin hazırlamaya çalıştığını" vurgulamıştır(14).

Nihayet, Taşnak ideologu Varandian "Avrupa'nın müdahalesini sağlamak istediklerini" itiraf etmiş(15), Papazian'da "isyanların amacının Avrupa devletlerinin Osmanlı Devletinin içişlerine karışmalarını sağlamak olduğunu' yazmıştır(16).

Ermeni komiteleri her isyanı, bu isyandan hemen sonra Avrupalıların müdahalede bulunacakları propagandasıyla çıkarmışlardır. Bu propagandaya komitecilerden bazıları da inanmış, Osmanlı Bankasının işgali olayında saatlerce İngiliz donanmasının gelişini gözleyen komiteci Armen Aknomi kaderine küserek intihar etmiştir.

Gerek Ermeni yazar ve komitecilerin, gerek Ermenileri destekleyen İngiliz ve Rus diplomatlarının ifadelerinden de açıkça görüldüğü üzere, Ermeni ayaklanmasının nedeni ne sefalet, ne ıslahat, ne de baskıya tâbi tutuldukları iddiasıdır. Ayaklanmanın nedeni Batılılar ile Rusya'nın Ermeni komiteleri ve kilisesi ile işbirliği halinde Osmanlı İmparatorluğunu parçalamak istemeleridir.

Osmanlılar ise bu isyanlar karşısında, her devletin yapacağını yapmışlar ve isyanları bastırmak için asilerin üzerine kuvvet göndermişlerdir. İsyanlar, Ermeni halkının çoğunluğunun komitelerin faaliyetini benimsememesi nedeniyle kısa sürede bastırılabilmiştir. Ancak, yukarıda da değinildiği gibi. her isyanın bastırılması yeni bir "katliam” olarak sunulmuştur.

Yakalanan komiteci teröristler yine büyük devletlerin yardımıyla serbest bırakılmışlardır. Zeytun isyanının, Osmanlı Bankası işgalinin ve padişah Abdülhamid'e yapılan suikast girişiminin ele başları büyük devletlerin müdahaleleriyle ellerini kollarını sallayarak Osmanlı topraklarını terk edebilmişler, üstelik düzenlenen sahte pasaportlarla yeni cinayetler işlemek üzere tekrar geri dönebilmişlerdir.

Ancak, gerek Ermeni komitelerinin, gerek büyük devletlerin gözden uzak tuttukları temel bir unsur vardır: Ermeniler adına talep edilen topraklarda yaşayan Ermeniler küçük bir azınlıktır.

Ermenilerin üzerinde özerk bir Ermenistan kurulmasını istedikleri 6 doğu vilâyeti Erzurum, Bitlis, Elazığ, Diyarbakır ve Sivas'tır. Ermeni toprak istekleri zamanla gelişecek ve Adana, Halep ve Trabzon’u kapsayacaktır. Şimdi, Batı kaynakları içinde doğu illerinde Ermeni nüfusunu en yüksek gösteren Fransız sarı Kitabını esas alarak bu vilayetlerin nüfus yapılan ile Ermeni nüfusunun toplam nüfusa oranlarını görelim.

Tablo var

Buradan, hayalî bir Ermenistan vaadiyle Ermenileri Osmanlı Devletine karşı kışkırtan Rusya'nın kendi ülkesinde Ermenilere nasıl muamele ettiğini ve asıl niyetlerinin ne olduğunu kısaca belirtmekte yarar görüyoruz.

Rusya Kafkaslara indiğinde Kafkas Ermenilerini Ruslaştırmayı ve Ortodokslaştırmayı öngören bir politika izlemeye başlamıştır. Bu amaçla 1836'da Polijenia kanunu çıkarılmış, Eçmiyazin Katogikosluğunun yetkileri kısıtlanmış, Katogikos tayini Çarın görev alanına girmiştir. 1882'de Ermeni gazeteleri ile okulları kapatılmış, 1903'de ise bu kez Ermeni kilisesi, kurum ve okullarının mal varlığına el konulmuştur. Özetle, Rus Dışişleri Bakanı Lebonof Rostowski'nin ünlü deyimiyle "Ermenisiz bir Ermenistan" hedef alınmıştır. Bu deyimin, son yıllarda, bazı Ermeni yazarlarca Osmanlı Yönetimine atfedilmeye çalışıldığı görülmektedir. Bu husus da Ermeni propagandasının karakteri hakkında belirgin bir fikir verebilmektedir.

Rusya'nın Ermenilere yaptığı baskı ve zulüm gerek Ermeni, gerek yabancı yazarlarca ayrıntılarıyla anlatılmıştır. Biz şu iki örneği vermekle yetiniyoruz:

Ermeni tarihçi Vartanyan Ermeni Harekâtının Tarihi adlı kitabında şunları yazmaktadır:

"Osmanlı Ermenisi Çarlık Rusyası Ermenisine göre gelenek, din, edebiyat ve dil itibariyle tamamen serbestti."

Edgar Granville de "Rus mezalimine karşı Ermenilerin fek sığınağının Osmanlı Devleti olduğunu" kaydetmektedir.

Rusya'nın asıl niyeti Doğu Anadolu'da bir Ermeni Devleti kurulmasını sağlamak değil, bu toprakları ilhak etmektir. I. Dünya Savaşı içinde yapılan Osmanlı imparatorluğunun paylaşılması anlaşmalarında Ermenilerin üzerinde muhtar bir devlet kurmayı hayal ettikleri topraklar Rusya ve Fransa arasında taksim edilmiştir. Rus Çan de Eçmiyazin Katogikosu’na "Rusya'da bir Ermeni meselesi olmadığını' söyleyerek Rus niyetini açıkça dile getirmiştir.

Ermeni yazar Boryan bu hususu şu sözleriyle isabetle teşhis etmiştir:

"Çarlık Rusya’sı hiçbir zaman Ermeni muhtariyetini sağlamak istememiştir. Bu nedenle Ermeni muhtariyeti için çalışan Ermeniler aslında Rusya'nın Doğu Anadolu'yu ele geçirmesi için Çarlık ajanı olarak faaliyet göstermişlerdir."

[i]KAYNAKLAR
1) URAS, Esat-; a.g.e , sayfa 212- 215
2) URAS, Esat-; a.g.e , sayfa 250 — 251
3) SCHEMSİ, Kara-; a.g.e. pp. 20 — 21
4) NALBANDIAN, Luase-; Armenian Revolutionary Movement University of California Press, 1963, sayfa 110 — 111
5) PAPAZIAN K.S.-, Patriotism Perverted, Boston, Baikar Press1934 ; sayfa 14 — 15
6) Loris-Melikoff, Dr. Jean; La Revolution Russe et les Nouvelles Repobliques Transcaucasiennes, Paris 1920, sayfa 81
7) İngiliz Dışişleri Arşivi, F.O. 424/46, sayfa 205-206, No.336
8) İngiliz Mavi Kitabı, No.6(1894), sayfa 57.
9) İngiliz Mavi Kitabı, No.6(1894), sayfa.222-223
10) URAS,Esat-; a.g.e., sayfa 426
11) İngiliz Mavi Kitabı, No.8 (1896), sayfa 108.
12) SCHEMSI, Kara-; a.g.e., sayfa 11.
13) General MAYEWSKI-; Statistigue des Provinces de Van et de Bitlis.sayfa 11-13
14) SCHEMSİ, Kara-; a.g.e.sayfa11
15) VARANDIAN, Mikayel-; History of the Dashnagtzoutune, Paris 1932 sayfa 302 Papazian, K.S. age. Sayfa 19.
16) PAPAZIAN, K.S.-; a.g.e., sayfa 19.

Prof. Dr. Sinsi 08-03-2012 03:13 AM

Ermeni Sorunu, İddialar, Gerçekler
 
TÜRKLER ERMENİLERİ 1915'DE PLANLI VE SİSTEMLİ BİR SOYKIRIMA TÂBİ TUTMUŞLAR MIDIR?

I. Dünya Savaşının başlaması ve Osmanlı Devletinin 1 Kasım 1914'de İtilâf Devletlerine karşı Almanların yanında savaşa girmesi Ermenilerce büyük bir fırsat olarak görülmüştür. Louse Nalbandian'ın belirttiği gibi. "Ermeni komiteleri için ivedi hedeflerini gerçekleştirecek topyekûn ayaklanmayı başlatmanın en uygun zamanı Osmanlıların savaş halinde olduğu zamandır. (1)"

Komitelerin I. Dünya Savaşında faaliyete geçmesinden kuşkulanan Osmanlı Hükümeti. savaş öncesinde, 1914 Ağustosunda Erzurum'da Taşnak yöneticileriyle bir toplantı yapmıştır. Taşnaklar bu toplantıda Osmanlıların savaşa girmesi halinde sadık vatandaşlar olarak Osmanlı orduları safında görevlerini yerine getirecekleri vaadinde bulunmuşlardır. Bu vaatlerini tutmamışlardır, zira bu toplantıdan önce Haziran ayında yine Erzurum da düzenlenen Taşnak Kongresinde Osmanlı Devletine karşı mücadelenin sürdürülmesi kararlaştırılmıştır(2).

Rusya Ermenileri de Rus ordusuyla birlikte Osmanlı Devletine saldırma hazırlıklarına başlamışlar, Eçmiyazin (Vagrsabat: Erivan yakınlarında) Katogikosu ile Kafkas Genel Valisi Vranzof-Daşkof arasında "Rusya'nın Osmanlılara Ermeniler için yapılacak ıslâhatı uygulattırması karşılığında, Rusya Ermenilerinin kayıtsız şartsız Rusya'yı desteklemeleri" yolunda mutabakata varılmış(3).

Katogikos daha sonra Tiflis'te Çar tarafından kabul edilmiş ve Çar'a "Anadolu'daki Ermenilerin kurtuluşunun ancak Türk egemenliğinden ayrılarak özerk bir Ermenistan teşkil etmeleri ve bu Ermenistan'ın Rusya'nın himayesiyle mümkün olabileceğini" bildirmiştir(4). Rusya'nın niyeti ise Ermenileri kullanarak Doğu Anadolu’yu ilhak etmektir.

Rusya'nın Osmanlılara savaş ilân etmesi üzerine Taşnak Komitesi, yayın organı Horizon'da şu bildiriyi yayınlamıştır:

"Ermeniler en küçük bir tereddüt göstermeden İtilâf Devletlerinin yanında yer almışlar, bütün güçlerini Rusya'nın emrine vermişler; ayrıca gönüllü alayları teşkil etmişlerdir. (5)"

Taşnak Komitesi örgütüne de şu talimat vermiştir:

"Ruslar sınırı geçtiklerinde ve Osmanlı orduları geri çekilmeye başladıklarında her yerde isyanlar çıkarılmalı, Osmanlı orduları bu suretle iki ateş arasına alınmalıdır. Osmanlı ordularının ilerlemesi halinde ise Ermeni askerler silâhlarıyla birlikte kıtalarını terk edecek ve çeteler teşkil edip Ruslarla birleşeceklerdir. (6)"

Hınçak Komitesi de örgütüne gönderdiği talimatta, "komitenin bütün gücüyle mücadeleye katılarak İtilâf Devletlerinin ve özellikle Rusya'nın müttefiki sıfatıyla Ermenistan, Kilikya. Kafkasya ve Azerbaycan'da zaferi temin için her türlü vasıta ile İtilâf Devletlerine yardım edeceğini" bildirmiştir(7).

Osmanlı Meclisinde Van mebusluğu yapan Papazyan ise bir bildiri yayınlayarak, "Kafkasya’da gönüllü Ermeni alaylarının hazır bulundurulmasını, bunların Rus ordularının öncüleri olarak Ermenilerin yaşadıkları bölgelerdeki kilit noktaları ele geçirmelerini ve Anadolu topraklarında ilerleyecek Ermeni alayları ile hemen birleşilmesini" istemiştir(8).

Bütün bu emirler fazlasıyla yerine getirilmiş, Rus kuvvetlerinin Osmanlı ve Rus Ermenilerinden kurulmuş gönüllü alayları öncülüğünde Doğu'dan Osmanlı topraklarına girmesiyle birlikte Osmanlı ordularındaki Ermeniler (burada II. Meşrutiyet döneminde çıkarılan bir yasa ile Ermenilerin askere alınmalarının kabul edildiğini hatırlatalım) silahlarıyla firar ederek Rus kuvvetlerine katılmışlar ya da çeteler kurmuşlar, yıllardır Ermeni ve misyoner okul ve kiliselerinde saklanan silâhlar ortaya çıkarılmış, askerlik şubeleri basılarak yeni silahlar sağlanmıştır.

Silâhlanan bu çeteler komitelerin “kurtulmak istiyorsan önce komşunu öldür" talimatı üzerine erkekler cephelerde olduğu için savunmasız kalan Türk şehir, kasaba ve köylerine saldırarak katliama girişmişler, Osmanlı kuvvetlerini arkadan vurmuşlar, Osmanlı birliklerinin harekâtını engellemişler, ikmâl yollarını kesmişler, yaralı konvoylarını pusuya düşürmüşler, köprü ve yolları imha etmişler, şehirlerde ayaklanarak Rus işgalini kolaylaştırmışlardır.

Rus kuvvetleri saflarındaki Ermeni gönüllü alaylarının yaptıkları zulüm o kadar ağır olmuştur ki, Rus komutanlığı bazı Ermeni birliklerini cepheden uzaklaştırarak geri hatlara sevk etmek zorunluluğunu hissetmiştir. O dönemde Rus ordusunda görev yapan bazı subayların hatıratı bu zulme bütün açıklığıyla tanıklık etmektedir(9).

Ermeni katliamı yalnızca Türkleri hedef almamış, Trabzon dolaylarındaki Rumlar ve Hakkari dolaylarındaki Musevîler de Ermeni çetelerince katledilmişlerdir(10). Ermeni komitelerinin amacı bu topraklar üzerinde yaşayan Ermeniler dışındaki bütün unsurları yok etmek ya da göçe zorlamak ve böylece kurulması hayal edilen Ermeni Devletinde Ermenilerin çoğunlukta olmalarını sağlamaktır.

Rus kuvvetleriyle birlikte sının ilk geçen Ermeni birliklerinin başında Armen Garo lâkabıyla tanınan eski Osmanlı mebusu Karekin Pastırmacıyan bulunmaktadır. Yine eski mebuslardan Murad lâkabıyla bilinen Hamparsum Boyacıyan Ermeni çetelerinin başında cephe gerisinde Türk kasaba ve köylerine saldırmakta ve "Ermeni milleti için tehlike teşkil ettiklerinden Türk çocuklarının dahi öldürülmesini" emretmektedir. Bir diğer eski mebus Papazyan çeteleriyle Van, Bitlis ve Muş dolaylarını kasıp kavurmaktadır.

Rus kuvvetlerinin 1915 Man ayında bu kez Van yönünde harekâta geçmeleri üzerine 21 Nisanda Van'da geniş çapta bir Ermeni isyanı başlamış, bu isyan sonucu Van Rusların eline düşmüştür. Rus Çan II. Nikola Van'daki Ermeni komitesine 21 Nisan 1915'de bir telgraf göndererek, "Rusya’ya yaptığı hizmetler nedeniyle teşekkür etmiştir." ABD'de yayınlanan Ermeni gazetesi Goçnak 24 Mayıs 1915 tarihli sayısında "Van'da yalnızca 1.500 Türk'ün kaldığını" iftiharla bildirmiştir.

Taşnak temsilcisinin 1915 Şubatında Tiflis'de toplanan Ermeni Milli Kongresinde yaptığı konuşmada, "Rusya'nın Osmanlı Ermenilerini silahlandırmak, hazırlamak ve isyanlar çıkarmalarını sağlamak için savaştan önce 142.900 ruble verdiğini" söylemesi(11), Rus Ermeni ittifakı ve Ermeni komitelerinin savaş öncesinde nasıl bir hazırlık içinde olduklarını bütün açıklığıyla gösterecek niteliktedir.

Ermeniler, bu ayaklanmaları ve faaliyeti, Osmanlıların tehcir karan üzerine girişilen bir meşru müdafaa olarak takdim etmek alışkanlığındadırlar. Oysa ortada henüz alınmış bir tehcir kararı yoktur ve isyanlar tehcirin değil, tehcir isyanların sonucudur.

Bütün bunlar olup biterken İngiliz ve Fransız donanmaları Çanakkale Boğazını zorlamakta, Osmanlı orduları Galiçya'dan Doğu Anadolu ve Irak'a kadar çeşitli cephelerde düşman kuvvetleriyle çarpışmaktadırlar.

Osmanlı Hükümeti bu durum karşısında, önce Ermeni Patriği, mebusları ve önde gelenlerini çağırarak Ermenilerin müslümanları katletmeye devam etmeleri halinde gerekli önlemleri alacağını bildirmekle yetinmiş, bu sonuç vermeyince 24 Nisan 1915'de Ermeni komitelerini kapatmış ve yöneticilerinden 235 kişiyi devlet aleyhine faaliyette bulunmak suçundan tutuklamıştır.

Dışarıdaki Ermeni toplantılarının her yıl "katliam" yıldönümü diye andıkları 24 Nisan işte bu 235 kişinin tutuklandığı tarihtir.

Osmanlı Hükümeti maruz kaldığı bu büyük iç ve dış tehlikeler nedeniyle benzer tehlikelerle karşılaşan tüm ülkelerin almakta tereddüt göstermeyeceği bir önleme başvurarak, savaş bölgeleri yakınlarındaki Ermenileri daha güneydeki Osmanlı topraklarına, Suriye'ye tehcir etmiştir. Muvakkat Kanunun tarihi 27 Mayıs 1915'tir.

Ermeni tarihçi Leo'nun da belirttiği gibi, Osmanlı Hükümeti "Rus kışkırtmalarına kapılarak ve Rus silâhlarına güvenerek karışıklık ve isyanlar çıkaran Ermeni komiteleri karşısında kendi varlığını korumak hakkını kullanmıştır."

Üstelik tehcir bir cezaî işlem değil, güvenlik nedenleriyle belirli bir grubun belirli bir yerde ikamete mecbur edilmesidir. Bir savaş halinde düşman ile işbirliği yaptığı sabit olmuş ve üstelik, bu işbirliğini bir iftihar vesilesi olarak gören topluluklarının, zararlı faaliyetlerinin önlenmesi bakımından belirli bölgelerde mecburî ikamete tâbi tutulmaları itiraz edilecek bir husus da olmasa gerektir. Bu tedbir II. Dünya Savaşında bile bütün devletlerce uygulanmıştır.

Kaldı ki, Osmanlı Hükümeti Ermenilerin tehcir sırasında zarar görmelerini önlemek için somut bir gayret de göstermiştir. Bu amaçla yayınlanan emirler bunun belirgin kanıtıdır:

"Bahsi geçen kasaba ve köylerde yerleşik ve nakli gereken Ermenilerin yeni yerleşme bölgelerine hareket ettirilmeleri ve yolculukları sırasında rahatları sağlanmalı, canları ve malları korunmalıdır; varışlarından yeni yurtlarına tamamıyla yerleşmelerine kadar iaşeleri mülteci tahsisatlardan karşılanmalıdır: bunlara daha önceki mali durumları ve hali hazır ihtiyaçlarına göre mal ve toprak dağıtılmalıdır; ihtiyaç sahipleri için Hükümet evler yapmalı, çiftçi sahibi zanaatkârlara tohum, alet, teçhizat temin etmelidir."(12)

"Bu emrin tamamıyla Ermeni isyancı komitelerinin genişlemesine karşı bir önlem olması nedeniyle, Müslüman ve Ermeni gruplarının karşılıklı katliama girişimlerine yol açacak şekilde yerine getirilmesinden kaçınılmalıdır."

"Yeniden yerleştirilen Ermeni gruplarına refakat etmek üzere özel görevliler temini için düzenlemeler yapılacak, bunların yiyecek ve diğer ihtiyaçları sağlanacak, bu amaçla gerekecek harcamalar göçmenlere ayrılan hükümet tahsisatından karşılanacaktır"(13)

"Göçmenlerin yolculukları sırasında varış yerlerine kadar gerekli iaşeleri sağlanmalıdır. Yoksul göçmenlere yerleşebilmeleri için kredi verilmelidir. Yolculuk halindeki kişiler için kurulan kamplar muntazaman denetlenmelidir; bu kişilerin refahı için gerekli önlemler alınmalı, ayrıca asayiş ve güvenlikleri sağlanmalıdır. Yoksul göçmenlere yeterli yiyecek verilmeli ve sağlık durumları her gün doktor tarafından denetlenmelidir...

Hasta, kadın ve çocuklar trenle, diğerleri ise dayanıklılıklarına göre katırla, araba içinde veya yaya olarak gönderilmelidir. Her konvoya bir müfreze muhafız refakat etmeli, her konvoyun yiyecek malzemeleri varış yerine kadar korunmalıdır... Kamplarda veya yolculuk sırasında göçmenlere karşı bir saldırı vuku bulursa, bu saldırılar derhal püskürtülmelidir."(14)

Ermenilerin Doğu Anadolu'daki çarpışmalar ve tehcir sırasında kayıplar verdikleri doğrudur, esasen bunu kimse inkâr etmemektedir. Bir dünya savaşı, bir ayaklanma ve isyan ve bunun sonucu bir tehcir söz konusudur. Savaştan kaynaklanan genel asayişsizlik ortamı ve şahsi kin ve intikam duygulan tehcir edilen kafilelerin birtakım saldırılara uğramasına neden olmuştur. Hükûmet bu durumu elinden geldiğince önlemeye çalışmış ve sorumlu gördüğü kimseleri de cezalandırmıştır.

Öte yandan, savaş günlerinin güç koşulların, araç, yakıt, gıda, ilaç ve diğer imkânların yetersizliğini, ağır iklim şartlarını ve tifüs gibi salgın hastalıkların yol açtığı tahribatı da göz önünde tutmak gerekir. 90 bin kişilik bir Osmanlı kolordusunun Doğu cephesinde soğuk ve hastalıktan kırıldığı unutulmamalıdır. Cephelere uzak bölgelerde, hatta başkent İstanbul'da bile feci sıkıntılar çekilmiştir. Bu koşullar ve sıkıntılar yalnız Ermeniler için değil, bütün Osmanlılar için eşit şekilde geçerlidir ve uğranılan acılar herkes için ortak acılar olmuştur.

Ermeni propaganda ve terör odaklarının bugün "20. yüzyılın ilk soykırımı" diye ilân ettikleri olayın aslı işte bundan ibarettir.

KAYNAKLAR
1) NALBANDIAN, Louise-; a.g.e., sayfa 111.
2) Ermeni Komitelerinin Amâl ve Harekât-i İhtilâliyesi, İstanbul 1917, sayfa 144-146.
3) TCHALKOUCHIAN, Gr.-; Le Livre Rouge, Paris, 1919, sayfa 12.
4) TCHALKOUCHIAN, Gr.-; a.g.e.
5) URAS, Esat-; a.g.e., sayfa 594.
6) HOCAOĞLU, Mehmet-; Tarihte Ermeni Mezalimi ve Ermeniler, İstanbul, 1976. Sayfa 570-571.
7) Ermeni Komitelerinin Amâl ve Harekât-i İhtilâliyesi, sayfa 151-153
8) URAS, Esat-; a.g.e., sayfa 596-600
9) Örneğin “Journal de Guerre du Deuxieme Regiment d’Artillerie de Forteresse Russe d’Erzoroum, 1919”.
10) SCHEMSI, Kara-; a.g.e., sayfa 41-49
11) URAS, Esat-; a.g.e., sayfa 604.
12) 1915 Mayıs Tarihli Bakanlar Kurulu Talimatı, Başbakanlık Arşivi, İstanbul Meclis-i Vükelâ Mazbataları, Cilt 198. Karar No. 1331/163.
13) İngiliz Dışişleri Arşivi, 371/9158/E 5523.
14) İngiliz Dışişleri Arşivi, 371/9158/E 5523.







DOĞU ANADOLU ERMENİLERİN ANAYURDU MUDUR ?
Bu sorunun yanıtını Anadolu tarihinde aramak gerekir. Ermeni tarihçileri kendi aralarında bile Ermenilerin kökenleri konusunda fikir birliği içinde değildirler. Bu da anayurdun neresi olduğunu tartışmalı kılmaktadır. Bu konuda Ermeni tarihçilerin çatışan ve çelişen görüşlerini şöyle sıralayabiliriz:



[*]Ermenileri Nuh Peygambere dayandıran görüş: Bu düşünceye göre Ermeniler Nuh'un torunu olan Hayk'tan gelmektedir. Nuh'un gemisi Ağrı Dağı'na oturduğundan Ermenilerin anayurdu Doğu Anadolu'dur. Üstelik Hayk 400 yıl yaşamış ve yurdunu Babil'e kadar genişletmiştir. Efsanelere dayanan ve bilimsellikle hiç bir ilgisi bulunmayan bu görüşün üzerinde durulamaz. Tarihçi Auguste Carriére de bu hususu vurgulamakta ve "eski Ermeni tarihçilerin verdikleri bilgilere güvenmenin büyük bir gaflet olacağını. çünkü verdikleri bilgilerin çoğunun uydurma olduğunu" kaydetmektedir.[*]Ermenileri Urartulara dayandıran görüş: Doğu Anadolu kavimlerinden biri olan Urartuların M.Ö. 3 bin yılına kadar uzandıkları, M.Ö. 7 ve 6. yüzyıllarda önce İskitlerin, sonra Medlerin saldırısına uğrayarak ortadan kaldırıldıkları, yaşadıkları bölgenin Lydialılarla Medler arasında mücadeleye sahne olduğu ve sonunda Medlerin nüfuzuna girdiği bilinmektedir. Bu dönemlerde Anadolu'da Ermeni adına hiç bir şekilde rastlanmadığı gibi, Urartu dili ile Ermeni dili de birbirlerine benzememektedir. Urartu dili bir Asya dilidir, Ural-Altay dilleri ile benzerlik göstermektedir. Urartu kültürü ile Ural-Altay kültürü arasmda da aynı benzerlik vardır. Erzurum yöresindeki son arkeolojik bulgular bunu açıkça ortaya koymaktadır. Ermeni dilinin ise Hint-Avrupa dillerinin Satem grubuna girdiği kabul edilmektedir. Öyle ise, Urartularla Ermeniler arasında bir özdeşlik bulunduğunu ileri sürmeye imkân yoktur. Bunu doğrulayacak hiçbir somut bulgu da mevcut değildir.[*]Ermenileri Urartu bölgesini işgal eden bir Trak-Frig soyuna dayandıran görüş: Ermeni tarihçileri arasında en çok benimsenen bu teoriye göre, Ermeniler Balkan kökenli ve Trak-Frig soyundandırlar. İllyrialıların baskısıyla M.Ö. 6. yüzyılda Doğu Anadolu'ya göçederek yerleşmişlerdir. Ermeni adına ilk kez M.Ö. 521 yılında Med (Pers) İmparatoru Dara'nın (Darius) Behistun yazıtında rastlanılması ve Dara'nın "Ermenileri yendim" demesinin bunu doğruladığı ileri sürülmektedir. Bu görüş, Nuh ve Urartu teorilerini de kendiliğinden çökertmektedir.[*]Ermenileri Güney Kafkas ırkı olarak kabul eden görüş: Buna göre, Ermenilerin anayurdu Güney Kafkasya'dır. Kafkas boylarına yakınlıkları ve kültür akrabalıkları bu teoriye gerekçe olarak gösterilmektedir. Bir başka gerekçe de, Ermenilerden ilk kez söz eden Dara'nın "Ermenileri yendim" derken yer olarak Kafkasya'yı kast etmesidir. Ne var ki Ermenilerin diğer Kafkas ırkları ile ilgisi yoktur.[*]Ermeniler bir Turan ırkı olarak kabul eden görüş: Bu teori ise Ermenilerin bazı Türk ve Azeri boylarıyla kültür ve gelenek akrabalığına ve dildeki benzerliklere dayandırılmaktadır.Görüldüğü gibi, Ermenilerin kökeni ve anayurdu kendi aralarında bile tartışmalıdır. Böylesine çelişik görüşler karşısında, Ermenilerin Doğu Anadolu da 3-4 bin yıldır mevcut oldukları herhalde söylenemeyecektir.

Ermeni çevrelerinin bu iddialarının altında Doğu Anadolu'daki Ermeni varlığını mümkün olduğu kadar eskilere uzatmak, Doğu Anadolu'ya bir anayurt olarak sahip çıkabilmek ve üstelik bunu eski bir kültür varlığı olarak sunmak hevesi yatmaktadır. Böylece Türklerin Ermenilerin binlerce yıllık topraklarını işgal ettikleri de ileri sürülmek istenmektedir.

Bu iddia gereksizdir. Tarih itibarıyla Ermenilerin Doğu Anadolu'nun otokton ahalisi olmayıp dışarıdan buralara yerleştikleri ve bu bölgedeki varlıklarının ancak M.Ö. 521 yılına kadar gidebildiği anlaşılmaktadır. Halbuki Anadolu'nun en az 15 bin yıldır meskun olduğu bilinmektedir. 15 bin yıldır meskun olan Anadolu ise yerleşik ya da göçebe çok çeşitli kavimlere ve çok zengin uygarlıklara yurt olmuştur. Bölgeye başka yerlerden ve nispeten yeni gelmiş kavimlerden biri olan Ermenilerin Doğu Anadolu'ya tek başlarına ve yurt olarak sahip çıkmaları söz konusu olamaz.

KAYNAK
CARRIERE, Auguste-; Moise de Khoren et la Généalogie Patriarcale, Paris 1896







TÜRKLER, SELÇUKLULAR’DAN BAŞLAYARAK, ERMENİ TOPRAKLARINI ERMENİLERDEN ZORLA ALMIŞ VE İŞGAL ETMİŞLER MİDİR?
Ermenilerin bir zamanlar toplu olarak oturdukları bölge, tarihin kaydettiği dönemlerde M.Ö. 521'den 344'e kadar bir Pers vilâyeti, 344'den 215'e kadar Makedonya İmparatorluğunun bir parçası, 215'den 190'a kadar Selefkitlere tâbi bir vilâyet, 190'dan M.S. 220'e kadar Roma İmparatorluğu ile Partlar arasında sık sık el değiştiren bir mücadele alanı, 220'lerden V. yüzyıl başına kadar bir Sasani vilâyeti, V. yüzyıldan VII. yüzyıla kadar bir Bizans vilâyeti, VII. yüzyıldan başlayarak bu kez Arap egemenliğinde bir toprak parçası, X. yüzyılda yeniden Bizans vilâyeti olmuş ve XI. yüzyıldan başlayarak bölgeye Türkler gelmişlerdir.

Bu denli çeşitli egemenlikler altında yaşayan Ermeniler, tarih boyunca, o dönemlerin olağan siyasî ve toplumsal düzeni olan derebeylik, yani belirli bölgelerde belirli ailelerin nüfuz sahibi olmaları sistemi dışında, hiçbir zaman bağımsız, birleşik ve sürekli bir devlete sahip olmamışlardır.

Ermeni tarihçilerin Ermeni Krallıkları olarak niteledikleri Ermeni Beylikleri aslında her zaman bir "suzerain"e bağlı "vassal"lar olarak yaşamışlar, yabancı devletler arasında tampon bölgeler oluşturmuşlardır. Ermeni Beylikleri ya da Prensliklerinin bir çoğu da bölgeye hakim olan yabancı devletlerce kurdurulmuş, Ermenileri kendi saflarına çekmek ya da bir diğer güce karşı kullanmak isteyen hakim devletler kendilerine yakın buldukları Ermeni ailelerini bu beylik ya da prensliklerin başına getirmişlerdir. Örneğin, Bagrat ailesinden Aşot'u ve Ardruzuni ailesinden Haçik Gaik'i Arap halifeleri prens yapmışlardır. Prens ya da Bey ünvanı verilen Ermeni Ailelerinden bazılarının da Ermeni değil, Pers soylu olduklarını belirtmek gerekir.

Bu husus Ermeni tarihçi Kevork Aslan'ın şu sözleriyle de doğrulanmaktadır:

"Ermeniler derebeylikler halinde yaşamışlardır. Birbirlerine vatan hisleriyle bağlı değildirler. Aralarında siyasi bağlar yoktur. Yalnızca yaşadıkları derebeyliklere bağlıdırlar. Vatanseverlikleri de bu nedenle bölgeseldir. Birbirleriyle bağlarını siyasi ilişkiler değil, dilleri ve dinleri oluşturur."(1)

Tarihleri boyunca çeşitli büyük imparatorluk ve devletlerin nüfuzu altında yaşayan ve bunlar arasında mücadele alanı olan Ermeni Beyliklerinin bir takım ek avantajlar sağlamak amacıyla bu güçler arasında sık sık taraf değiştirmeleri, Ermeni halkının büyük acılara maruz kalmasına yol açmıştır. Romalı tarihçi Tacitus, "Annalium Liber" adlı eserinde "Ermenilerin Roma ve Pers İmparatorlukları karşısında tutum değiştirerek kâh Romalılarla, kah Perslerle birlikte hareket ettiklerini" yazmakta ve bu nedenle Ermeni halkının "acayip bir halk" olarak nitelemektedir.

Gerek bu davranışları, gerek büyük imparatorluklara tâbi olarak yaşamaları Ermenilerin sık sık tehcire uğramalarına ya da kendiliklerinden göç etmelerine neden olmuştur.

Perslerden kaçıp İç Anadolu'da Kayseri yöresine yerleşmişler, Sasanilerce İran içlerine, Araplarca Suriye ve Arabistan'a, Bizanslılarca İç Anadolu, İstanbul, Trakya, Makedonya, Bulgaristan, Romanya, Macaristan, Transilvanya ve Kırım'a, Haçlı seferleri sırasında Kıbrıs, Girit ve İtalya'ya, Moğal istilasında Kazan ve Astrahan'a, Ruslarca Kırım ve Kafkasya'dan Rusya içlerine tehcir edilmişlerdir. Ermenilerin Sicilya'dan Hindistan'a, Kırım'dan Arabistan'a kadar uzanan çeşitli bölgelere dağılmaları bu tehcirlerin sonucudur.

Bu da göstermektedir ki, 1915'de Osmanlılarca tehcir edilmeleri uğradıkları ilk tehcir olmadığı gibi, Ermeni diasporası denilen olgu da 1915 tehcirinin sonucu olarak ortaya çıkmamıştır. Özellikle Sivas yörelerine getirilişleri Selçukluların Anadolu'ya gelişlerinden pek kısa bir süre önce olmuştur.

Hıristiyanlığı kabul etmelerinden sonra 451 yılında Bizans kilisesinden ayrılmaları Türklerin Anadolu'yu iskânlarına kadar süren bir Bizans-Ermeni çatışmasına, Ermenilerin Bizans tarafından ezilmesine, eritilmeye çalışılmasına ve esasen Bizans'a tâbi olan Ermeni beyliklerinin yok edilmesine yol açmıştır. Bizans'ın Ermenileri çeşitli yerlere sürmesi ve diğer yabancı güçlere karşı piyon olarak kullanması da buradan kaynaklanmaktadır. Bizans'ın bu zulmü Ermeni tarihçilerince bütün ayrıntılarıyla dile getirilmiştir.

Selçuklu Türkleri işte böyle bir ortamda XI. yüzyılın ikinci yarısında Anadolu'ya toplu şekilde gelmeye başlamışlardır. Selçukluların ele geçirmeye başladıkları Anadolu topraklarında bir başka devlete tâbi durumda dahi bir Ermeni Prensliği bulunmamaktadır ve Selçukluların karşısındaki güç Bizans'tır.

Selçuklu Hakanı Alpaslan eski Ermeni Prensliği Ani'nin topraklarını 1064'de ele geçirmiştir ama, bu Prensliğin varlığına esasen 1045'de, yani Türklerin gelişinden 19 yıl önce Bizans tarafından son verilmiştir. Dolayısıyla, Selçukluların ilerlediği topraklar, üzerinde diğer kavimlerin yanı sıra Ermenilerin de yaşadıkları Bizans topraklarıdır. Bu nedenle Selçukluların bir Ermeni devleti ya da prensliğini işgal ve istila ettikleri yolunda ileri sürülebilecek herhangi bir iddianın tarih karşısında doğrulanmasına maddeten imkân yoktur.

Üstelik, tarih bunun tersini kanıtlamakta ve Ermenilerin Bizans'ın yüzyıllardır süren zulmüne son verilmesi amacıyla Selçukluların Anadolu topraklarını ele geçirmelerine yardımcı olduklarını göstermektedir.

Ermeni tarihçi Asoghik'in "Ermenilerin Bizans'ın olan düşmanlıkları nedeniyle Türklerin Anadolu'ya gelmesine sevinmişler, hatta Türklere yardım etmişlerdir" yolundaki sözleri bu olguyu belgelemektedir. Urfa'nın Türklerce fethinin de kentteki Ermenilerce bir bayram havası içinde kutlandığı yine Ermeni tarihçi Urfalı Mateos tarafından kaydedilmiştir.

Burada, Anadolu Selçuklu Devleti ile çağdaş olan bir Ermeni Prensliğinden de söz etmek gerekmektedir. Bu Prenslik, Kilikya Ermeni Prensliğidir. Kilikya'daki Ermeni varlığı ise Bizans'ın Ermenilere uyguladığı tehcir politikası sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Doğu Anadolu'daki son Ermeni Prensliklerinin Bizans tarafından yıkılması üzerine Kilikya'ya yeni bir Ermeni göçü daha olmuştur ve bu son göç 1080 yılında Kilikya Ermeni Prensliğinin kurulmasına vesile teşkil etmiştir.

Haçlı Seferleri sırasında Haçlılara yaptığı yardımlar ve Bizans'ın giderek zayıflaması nedeniyle varlığını sürdürebilen, ancak yine de Bizans'a daha sonra Haçlılara ve Moğollara ve nihayet Katoliklere bağımlı durumda bulunan bu Prenslik Türklerle iyi ilişkiler içinde olmuş ve sonunda Kıbrıs'ta yerleşmiş Katolik Lusignan ailesinin egemenliğine girmiştir. Bu durum Gregoryen Ermenileri memnun etmeyecek ve bu memnuniyetsizlik prensliğin 1375 yılında Memlûkların eline geçmesinde önemli bir rol oynayacaktır.

Kilikya'ya bu son Ermeni göçünün burada Eçmiyazin'den ayrı bir Ermeni kilisesinin kurulmasına da yol açtığını ve bu ayrılığın bugün de sürdüğünü belirtmekte yarar vardır. Osmanlılar döneminde ise durum çok daha açıktır. Doğu Anadolu, Fatih Sultan Mehmet ve Yavuz Sultan Selim dönemlerinde Akkoyunlular ile Safavilerden, Güney Anadolu ise Yavuz Sultan Selim döneminde Mısır Memlûklularından alınmıştır.

Gerçek bu olduğuna göre, Osmanlıların bir Ermeni Devleti ya da Prenslik ve Beyliğine ait toprakların işgal ve istila ettikleri yolundaki iddia da tarih önünde yenik düşmektedir.

KAYNAK
1) ASLAN, Kevork-; L'Arménie et les Arméniens, İstanbul 1914.








Prof. Dr. Sinsi 08-03-2012 03:13 AM

Ermeni Sorunu, İddialar, Gerçekler
 
TÜRKLER BUGÜN DE TÜRKİYE'DEKİ ERMENİLERİ BASKI ALTINDA MI TUTMAKTADIRLAR?

Türkiye'deki Ermenilerin bugün de baskı altında tutuldukları iddiası zaman zaman gündeme gelmektedir. Ermeni propaganda çevreleri bu iddiayı şu amaçlarla ileri sürmektedirler:


[*]"Ermeni’ye zulmeden Türk imajını" tarih içinde kesintisiz olarak sürdürerek bugüne kadar getirmek,[*]Genç Ermeni kitlelerine uğruna mücadele edilecek bir hedef göstermek, [*]Propagandaya güncel bir nitelik kazandırmak,[*]Yabancı ülkelere Türkiye'nin içişlerine müdahale imkânı sağlayabilmek. Bu iddia da, diğerleri gibi, hiçbir esasa dayanmamaktadır
Türkiye'deki 40-50 bin Ermeni vatandaşımız bugün hiçbir ayırıma tâbi tutulmadan, Türk vatandaşlarının sahip oldukları tüm hak ve özgürlüklerden eşit şekilde yararlanarak güven, huzur ve refah içinde yaşamaktadırlar.

Kendi kiliselerinde özgürce ibadet etmekte, kendi okullarında kendi dilleriyle öğrenim görmekte, yine kendi dilleriyle yayın organları çıkarmakta, kendi derneklerinde sosyal ve kültürel faaliyetlerini sürdürmektedirler. Türkiye'deki Ermeni toplumu 30 okula, 17 hayır ve kültür demeğine, Jamanak ve Marmara adlı 2 günlük gazeteye ve ayrıca bazı dergilere, Şişli ve Taksim adlı iki spor kulübüne, çeşitli vakıflara ve sağlık kuruluşlarına sahip bulunmaktadır.

Türkiye Ermenilerinin büyük çoğunluğu Gregoryen’dir. Dini liderleri Türkiye Ermenileri Patriği unvanını taşımaktadır. Bu Gregoryen çoğunluğun yanında Katolik ve Protestan Ermeniler de vardır, bunlar da kendi kiliselerine sahiptir.

Ermeni vatandaşlarımızın çok büyük ekseriyeti İstanbul'da oturmaktadır. Bu nedenle kurumlarının büyük çoğunluğu da İstanbul'da bulunmaktadır.

Hiçbir baskıya maruz kalmadıklarını, Türkiye'de yaşamaktan büyük bir memnunluk duyduklarını ve Türk vatandaşı olmakla iftihar ettiklerini her vesile ile dile getiren Ermeni vatandaşlarımız, yurtdışındaki Türk diplomatlarını hedef olan Ermeni terör örgütlerinin saldırılarını başta Patrik olmak üzere, her fırsatta şiddetle kınamışlar, bu terörün yol açtığı acıları diğer Türklerle birlikte aynı ortak duygularla paylaşarak Ermeni propaganda ve terör odaklarına en etkili yanıtı bizzat vermişlerdir.

1 Kasım 1981 günü İstanbul’daki Ermeni Patrikhanesinde şehit Türk diplomatlarının anısına düzenlenen ve Patrik tarafından yönetilen dinî ayin Türkiye Ermenilerinin Ermeni terörü karşısındaki kararlı tutumlarının açık bir örneğini teşkil etmiştir.

Avrupa Konseyinin Türkiye'deki azınlıklara baskı yapıldığı yolundaki kararı üzerine 1982 Şubatında Ermeni Patrikliğince yapılan açıklamada, "Türkiye Ermenilerinin birer Türk vatandaşı olarak Türkiye’de huzur içinde yaşadıkları ve her türlü inanç hürriyetinden yararlanarak ayinlerini serbestçe yaptıkları" vurgulanmış, Türkiye'nin Los Angeles Başkonsolosu Kemal Arıkan'ın 28 Ocak 1982 günü Ermeni teröristlerce şehit edilmesi üzerine Patrik verdiği demeçte "Türk Ermenilerinin bu cinayeti her Türk vatandaşı gibi büyük bir üzüntüyle karşıladıkları” ifadesini kullanarak "dışarıdaki Ermenileri bütün yasa dışı eylem ve cinayetlere karşı çıkmaya” çağırmıştır.

Böylece, Ermeni propagandasının bu iddiası hak ettiği cevabı Türkiye Ermenilerinden almış olmaktadır.







1948 TARİHLİ BM SOYKIRIM SÖZLEŞMESİ AÇISINDAN ERMENİ İDDİALARI NASIL DEĞERLENDİRİLEBİLİR?
Soykırım kavramı, 1948 tarihli BM Soykırım Suçunun Önlenmesine ve Cezalandırılmasına İlişkin Sözleşme ile tanımlanmıştır. Sözleşmenin 2. maddesine göre soykırım; ulusal, etnik, ırksal ya da dinsel bir grubu toptan ya da onun bir bölümünü yok etmek niyetiyle; Grup üyelerinin öldürülmesi, Grup üyelerinin fizik ya da akıl bütünlüğünün ağır biçimde zedelenmesi, grubun fiziksel varlığının tümü ya da bir bölümü ile yok edilmesi sonucunu verecek yaşam koşulları içinde tutulması, grup içinde doğumları engelleyecek önlemler alınması, bir grup çocukların başka bir gruba zorla geçirilmesi eylemlerinden herhangi birine başvurulmasını kapsamı içine alır. Soykırımda planlı, devlet politikası haline gelmiş eylemler söz konusudur.

Konuyu soykırım sözleşmesi açısından yorumladığımızda, tarihteki bazı olaylara değinmeden geçilemeyecektir. Soykırım gibi vahim bir insanlık suçunun işlenebilmesi için o milletin tarihinde bu suça yatkınlık gerekir. Bir fert için suça eğilimlilik nasıl bir özellik ise, toplumlar için de öyledir. Türk tarihi incelendiğinde soykırıma ve asimilasyona rastlanamaz.

Osmanlının yayıldığı coğrafyayı hatırladığınızda Osmanlının; Avrupâ da Viyana önlerine kadar; Afrikâ da, Akdeniz'e sahil tüm Kuzey Afrika’yı; Ortadoğu'nun tamamını ve Arap yarımadasını uzun yıllar yönetimi altında tuttuğu görünür. Bu süre asgari 200-400 yıl arasıdır. Bu coğrafyadaki, hangi halkın yok edildiği söylenebilir?

Anadolu'da şer’i hükümlerin hakim olduğu dönemde, en eski Hıristiyanlık mezhebi Süryanilik, tavus kuşuna ateşe tapan Yezidilik gibi inançlar yaşatılırken, 1800'lü yıllarda şer hükümlere aykırı olmasına rağmen Anadolu'da kiliseler açılmıştır. Hatta kardeşlerden biri Osmanlı Sadrazamı Sokullu Mehmet Paşa iken, diğer kardeş Makarije Sırp Kilisesine Patrik tayini edilmiş ve Sırp halkını diriltmiştir. Avrupa'daki mezhepler mücadelesi döneminin soykırımlarını, uzak doğuda dili değişen halkları (Hindular-Peştun), komple dili ve dini değişen Afrikayı, Güney Amerika'yı görürüz.

Türk yönetimi hakim olduğu yörelerde diğer kültür ve soylara sahip halklarla yaşamaya alışıktır. Belki de bu tarihinde uzun süre farklı kültürlerle bir arada yaşamanın kazandırdığı bir özelliktir.

Türk devlet geleneğinde adalet vardır, kültürlerin yaşatılması vardır ancak, katliam ya da soykırım yoktur. Bu konuyu. Justin McCarthy'nin "Ölüm ve Sürgün" isimli kitabı açıkça ortaya koyulmaktadır. Bu kitapta, Balkan ve Kafkas halklarının ölümden kurtulmak için Osmanlı yönetimine nasıl sığındıklarını görürüz.

Yine Osmanlı yönetimini soykırımla suçlayanlara sormak gerekir: 1469 yılında İspanya ve Portekiz'den Musevi ve Müslümanlar, 1680 yılında Tökeli İmre ve adamları Macaristan'dan, 1711 yılında Rakoczi Ferençh ve adamları, 1849 yılında Layoş Kosuth ve 2000 kişilik Macar grubu, İsveç Kralı Şarl ve 1500-2000 kişilik adamları, 1841 ve 1856 yıllarında Polonya'lı Prens Chartorski, 135 bin kişilik ordusuyla Ekim 1917'de Rus komutan Vrangel, hatta Troçki ölümden soykırımından kurtulmak için nereye sığındılar? Tabii ki Osmanlı ülkesine.

1915 yılında "Sözde Ermeni Soykırımı"nın yapıldığını iddia edenler, 1930'lu yıllardan itibaren Polonya ve Almanya kökenli Musevilerin Türkiye'ye sığındıklarını bilmiyorlar mı? Sözde Ermeni soykırımından 20-25 yıl gibi kısa bir süre geçmiş iken, soykırım yaptığı iddia edilen bir milleti kurtarıcı olarak görenler, neden Türkiye'yi tercih etmişlerdir acaba?

Bugünkü insan hakları normlarını ihtiva eden 1478 tarihli Fermanı ile ülkesi insana sahip oldukları tüm değerleri yaşama, yaşatma ve yeni nesillere nakletme imkanı veren Osmanlı Padişahı Fatih'ten yaklaşık 550 yıl sonra Balkanlardaki soykırım ve asimilasyonları hatırlayalım. Bu ferman ile dili, dini, kilisesi, okulu vs. güvence altına alınan Balkan milletleri; homojen toplumlar oluşturma adına 21. Yüzyıla girildiği bir dönemde Boşnakları, Arnavut asıllı Müslümanları, Makedonları ve Bulgaristan Türklerini yurtlarından söküp atmışlardır. Bugün Türkiye’yi soykırım ile suçlayanlar, aylarca süren katliamları görmezlikten gelmiş, ırzına geçilen her yaştaki kadının feryadına kulaklarını tıkamıştır.

Balkan halkları ile, Batılı kimyasal silah üreticilerinden temin ettiği hardal gazı ile soykırıma kalkışan Saddam'ın elinden kaçan Irak halkı, yine Türkiye'ye sığınmıştır. Türk insanı sınırlı imkanlarına rağmen, ekmeğini paylaşmış, mazlum halklara tarihin her döneminde kucak açmıştır. Türk insanının, Osmanlının ve Türkiye Cumhuriyeti'nin diğer milletlere ve devletlere örnek olacak temiz sicili budur.

Prof. Justin McCarthy de ABD Temsilciler Meclisinde yaptığı Savunma Bilgilendirme konuşmasında, I. Dünya Savaşı'nda Türklerin de büyük acılar yaşadığını ancak bu acıları yüreğinde saklamayı tercih ettiğini şu sözlerle ifade etmiştir:

"... Savaşlarda her şeylerini kaybedenlerin akıllarında intikam duygusu yer etmiştir. Yeni Türkiye Cumhuriyetini bu duyguların yönetmesi halinde daha çok fazla ölüm olayı yaşanacaktı. Mustafa Kemal Atatürk hükümeti bu nedenle geçmişteki kayıpları görmezden gelen ve eski düşmanlarla barış imzalayan bir politika ortaya koymuştur. Türk hükümeti, Ermenilere ve diğerlerine karşı Türk davasında baskı yapılmasının eski nefretleri canlandıracağını ve savaşa davetiye çıkaracağını hissetmiştir.

Bu yüzden Türkler dertleri ile ilgili hiçbir şey söylememişlerdir. Bu, o dönem için alınabilecek en doğru karardı. Hiç kimsenin Türkler adına konuşmaması ise bu noktadaki olumsuz sonucu oluşturmuştur... Yapmadıklarına inandıkları bir şeyden dolayı haksız yere eleştirilen Türklerin ne düşünmesi gerekiyor..."







ERMENİ DİN ADAMLARININ, TÜRKLERE YÖNELİK SOYKIRIM İDDİALARINA BAKIŞ AÇILARI NASILDIR?
DİKRAN KEVORKAN
(Kandilli Ermeni Kilisesi Başkanı)

7 Ekim 2000 tarihli Sözde Ermeni Yasa Tasarısı hakkındaki görüşlere yer veren “Ceviz Kabuğu” adlı TV programına katılan Kandilli Ermeni Kilisesi Başkanı Dikran Kevorkan, şunları söylemiştir:

"Soykırım ve Tehcir (bir yerden alıp başka bir yere götürmek) farklı anlamlara gelir. Emperyalistlerin oyunları, Ermeni idarecilerin apolitik düş öncüleri (medya, kiliseler, din adamları) bütün bu olaylara sebep olmuştur. Patrik ruhani bir liderdir, siyasi konularda patrikten görüş alma gibi bir yanlış yapılıyor. Emperyalist güçler ASALA ve PKK'nın arkasında olmasaydı onlar ne yapabilirlerdi?

Tehcir meselesinde Almanya'nın İstanbul'a baskısı vardı. Burada Almanya'nın yerleşik düzenini sarsmak ve Bağdat demiryolu mevzusunda ekonomik menfaatlerini sağlama almak amacı vardı. Atatürk'ün sağlığında Ermeni meselesi niye gündeme gelmedi. Çünkü, ulusal ruh vardı, tek yumruk vardı. Bugün bence devlet sisteminde bir laçkalık vardır.

Asimilasyon konusunda ise şunu söyleyebilirim; bugün dünya üzerindeki Ermenilerin en rahatlıkla, en güçlü şekilde kendi kimliklerini muhafaza eden ülke: Türkiye'dir. Yurtdışındaki Diasporadaki Ermeni, ismini değiştirerek mücadeleye giriyor. Çünkü, oralarda bir kültür ağırlığıyla o insanların kültürünü eritmek var.

Bugün Türkiye'nin aleyhine konuşulan Diasporadaki Ermeniler çok iyi biliyorlar ki, Amerika'nın belli kiliselerinde kurban ayinleri Pazar günleri İngilizce yapılıyor, Ermeniler ana lisanlarını kaybediyorlar. Bunu söylediğin zaman kötü kişi oluyorsun. Biz onun için Türkiye'deki Ermeni vatandaşlar olarak üzüntümüzü dile getiriyoruz. Ne için? Atatürk'ün emanet ettiği Kuvay-i Milliye ruhuna bir haksızlık yapılmaktadır. Bütün bunlar dışarıdakilerin oyunudur. PKK, ASALA, bu kararname, bütün bunlar dışarıdakilerin oyunu. Biz Türkiye'deki vatandaşlar olarak bir haksızlık yapıldığını düşünüyoruz. Ermeniler eğer akıllıysa maşa olarak kullanılmasınlar."

II. MESROB
(ERMENİ PATRİĞİ)

CNN-Türk Televizyonunda 2000 Ekiminde yayınlanan bir programa katılan Ermeni Patriği II. Mesrob, Henika Kiremitçi isimli bir izleyicinin yönelttiği “Ben Türkiye'de yaşayan Ermeni'ler yani azınlık olarak ne olacağız yani biz burada tedirgin oluyoruz.” Şeklindeki sözlerine şu cevabı verdi:

MESROB II - Gerçektende ben de nabzını yoklarken bizim İstanbul'da yaşayan kilise üyelerimizin bir tedirginlik sezinliyorum; ama buradan izin verirseniz, Türkiye'de yaşayan bütün hem Ermenilere hem kilisemin üyelerine şunu söylemek istiyorum; tedirgin olmanıza hiçbir sebep yok. Lütfen Türkiye'de yaşayan bütün vatandaşlarımızın ve özellikle devletimizin sağduyusuna güveniniz ve hiç bir eziklik altında da kendinizi hissetmeyiniz. Çünkü sizin bu tasarılar ve bu gibi eylemlerle uzaktan yakından hiçbir ilginiz yok.

II. MESROB
( ERMENİ PATRİĞİ)

22 Ağustos sabahı Kınalıada Surp Krikor Lusavoric Kilisesi'ndeki törenlere başkanlık eden Ermeni Patriği II. Mesrob, Hayr Sahak Apega'nın sunduğu Surp Badarak ayininde özetle şu vaazı verdi:

VAAZIN BİRİNCİ KISMI

Yerusagem'de Siloam adında kutsal sayılan bir havuz vardı. Rab Hisus'un zamanında, şehirliler bazen havuzun suyunun birdenbire dalgalandığını söylerlerdi. Bu dalgalanma esnasında kendini toparlayıp hemen suya atanların hastalıklarına şifa bulacaklarına inanırlardı. Yüzlerce hasta havuz kenarında imanla nöbet tutar ve dua okurdu. Bir defasında havuz kenarındaki büyük sütunlardan biri devriliverdi. Havuz başındakilerden 18 kişi feci şekilde ezilerek can verdi. Bu olay Luka İncili'nin 13. bölümünde kayıtlıdır.

Rab Hisus şakirtlerine bu felaketi hatırlatarak, 18 kurbanın cemaatin diğer üyelerinden daha günahkar olup olmadığını sordu. Sonra da, yanıt alamayınca, "Hayır!" dedi. Çünkü insanlar yalnız kendi hataları ya da günahları sonucunda değil, birçok başka nedenlerden ötürü yaşamlarını yitirebilirler. Asıl mesele şu: Doğal afet ya da başka nedenlerle olsun, insan her zaman o ölümle yaşam arasındaki kritik ana hazırlıklı olmalı, elinden geldiğince hazırlıksız yakalanmamalıdır.

Ruhani hayatta karşılaşabileceğimiz en büyük felakete gelince, o da Tanrı'nın krallığından mahrum kalma olasılığıdır. Tanrı'nın yakınlığını ve babalık şefkatini hissetmek istiyorsak , tövbe ederek Tanrı ile barışmamız gerekiyor. Bu da, gerek Vaftizci Yahya'nın (Surp Hovhannes Migirdic), gerek Rab Hisus'un İncil'deki vaazlarının odak noktasını oluşturuyor: "Tövbe edin, çünkü Tanrı'nın Krallığı yakındır."

Altı gündür merkezi İzmit olan feci depremin etkisi altındayız. Maddi ve manevi değerler yanında, ve onlardan önce, belki de yirmi bini aşkın can kaybının verdiği ıstırap dayanılacak gibi değil. Halbuki bu depremin olacağı biliniyordu. İnsanlık tabiatı işte, o an gelene kadar tedbir almakta ne kadar gecikildiğini anlamak istemiyoruz sanki. Bu kadar can kaybına neden olan hırsız müteahhitlerin, tabi yapanları kastediyorum, acaba vicdanları sızlıyor mu? Ya, ağır çekimli film misali yavaş harekete geçen yöneticiler? Öte yandan, sadece para değil, kanını gönderen Yunan halkını, vatandaşına ve insanına başka bir ülkede bile değer veren İsrail yetkililerini ibretle takdir etmemek mümkün müdür?

Dindarlıktan önce insanlık gelir. İnsanı sevmeyen, ruh olan ve gözle görünmeyen Tanrı'yı sevemez, der Surp Hagop. Bu gibi doğal afetlerde, din, dil, ırk farkı gözetenler zavallı sefillerdir. Rab Hisus'un, İyi Samiriyeli meselinde öğrettiği gibi, farklı din ve etnik gruplardan olsalar bile, insanlar Göklerdeki Baba'nın evlatları ve birbirinin kardeşleridir. İnsan, komşusuna ve kardeşine karşılıksız yardımda bulunabilme erdemini gösterebilmelidir. Marmara depreminde ölenler, geride kalan, kurtulabilen acılı insanlar, evleri barkları kullanılamaz durumda olanlar bizim Rab'deki kardeşlerimizdir. Her imanlı elinden gelen yardımı, kendi kararınca, yapmalıdır. Bu acıya seyirci kalmak ayıp ve günahtır.

Bugünlerde güz yağmurları başladığında sokaklarda yatıp kalkan onbinlerce depremzedeler bir de hastalanmaya başlayacaklar. Yuvalarımızın güvenliğinde yaşarken, üç öğün yemeklerimizi yerkenfelaketzede kardeşlerimizi de düşünmeli, Rab'bin bizlere verdiği nimetlerden onlara da pay çıkarmalıyız. Bu, ilk görevimizdir.

İkinci görevimiz, cemaatimize ait olan okulların, kiliselerin ve Patrikhanemiz'in binalarındaki hasarları en kısa zamanda el ele vererek onarmalı,güçlendirmeli ve yöremizdeki olası herhangi yeni bir sarsıntıya karşı bu emanetlerin mukavemet güçlerini artırmalıyız.

Ancak bunları yaparken en önemli noktayı göz ardı etmemeliyiz. O da şudur: bu deprem kendimizi sorgulamamıza , tövbemizi yenilememize, sosyal, idari ve manevi anlamda yeniden yapılanmamıza muhakkak vesile olmalıdır.

VAAZIN İKİNCİ KISMI

Yeni öğrenim dönemi yaklaşırken, sözümün ikinci kısmında önemli bir konuya değinmek istiyorum. Ruhani ve kültürel hayatımız büyük bir yıpranmaya girmiş bulunuyor. Bunun yegane sebebi snobizm ve gösteriş meraklılığıdır. Cemaat okullarından uzaklaşma ve özellikle yeni zenginlerin kendi çocuklarını yenibitme okullara büyük masraflarla kaydetme yarışına akıl ve mantık sığdırmak mümkün değil.

Kendi kendilerini haklı çıkarmak için de cemaat okullarımızın kalitesi hakkında yalan yanlış hurafeler yayıyorlar. Cemaatimiz ilköğrenim okullarından bu yıl tam 8 talebe Robert Kolej'in imtihanlarında gayet yüksek puanlar elde ederek başarı kazandılar. Liselerimizden de üniversiteye giriş oranı gayet yüksek; liselerimiz, yurdumuzdaki binlerce ortaöğrenim okulları başarı sıralamasında ilk 150'ye giriyor.

Okullarımızın başarı oranının göstergesi değil mi bunlar? Okullarımıza ikiyüz milyonu çok gören ve evladını en az iki-üç milyarlık yenibitme okullara gönderenler evlatlarına en büyük kötülüğü yapıyorlar. Onları kendi kültürlerinden, dillerinden ve manevi zenginliklerinden mahrum bırakıyorlar. Yarın öbür gün yetişip erdikleri zaman, evlatları kendi ana-babalarını emin olunuz ki suçlayacaklar.

Otomobillerin markası vardır. Komşumun şu marka arabası var, bizimki de ondan olsun diyebilir birisi, arabaların alternatifleri çok; ancak bizim cemaat okullarımızın alternatifi yok. Bizim okullarımızda çocuklarımız hem bilinçli Türkiye vatandaşları olarak yetişiyor, hem de Ermeni dili ve edebiyatına, Hıristiyanlık dininin temel ilkelerine vakıf oluyorlar.

Okullarımızda aksaklıklar yok değil. Peki, öteki okullar mükemmel mi? Tabi ki, değiller. Öyleyse boş ve kaprisli tenkitleri bir yana bırakarak, sorunları gidermek için yönetimlerde, okul komisyonlarında ve okul-aile birliklerinde aktif görev almak gerekir. İyi olmayan, kendini yenileyemeyen yöneticiler demokratik katılımla görevden alınır, daha iyileri göreve getirilir. Bu da cemaatin etkin ve uyanık katılımıyla olur.

Okullarımıza yabancı kalmanın direkt sonuçlarından biri aile düzenimizin bozulmasıdır. Hemen hemen boşanma yokken, cemaatimizdeki boşanma oranı son onyılda hızla yükseliyor. Kutsal olmayan evlilikler ve nikahsız yaşayanlar yüzde 60 oranını neredeyse geçmek üzere.

Hayırseverlerimiz var ki, hem maddi destek yapıyor hem de cemaatin bu yaraları ile yakinen ilgileniyor ve bir çıkış yolu arıyorlar. Bir de ağalik taslayanlar var ki, ne maddi yardımda bulunurlar, ne de bu sorunlara ilgi gösterirler; ama baş masalarda oturmaz ya da resimlerde görünmezlerse kıyameti koparırlar.

Peki, bu sorunlarla toplumun önde gelenleri, aydınları ve hayırseverleri ilgilenmezse kim ilgilenecek? Benim ruhani ve manevi yetkim dışında bir gücüm yok. Patriğiniz olarak şu kadarını söylüyorum: evladını kendi cemaatinden, kendi dininden, kendi okulundan uzaklaştıran her kişinin ve her ailenin üzerinden takdisimi geri alırım! Vay Resuli Kilise'nin ve kilise büyüklerinin takdisinden mahrum kalanların haline! Ne mutlu bu büyük ailenin sevgi bağı ve birliği içinde bulunabilenlere!

Ne mutlu atalarımızın örf ve adetleriyle donanmış olan inayetli ve kadasetli kilisemizin vasıtasıyla ebediyet suyunun öz kaynağından içebilenlere! Kısacası şunu söylemek istiyorum: Yeni okul döneminin başlamasına birkaç hafta kaldı. Okullarımıza sahip çıkın, onlara destek olun, çocuklarınızı kendi okullarınızdan uzaklaştırmayın, okullarımızı ve sevgili öğretmenlerimizi yüreklendirin, okullarınıza ve kiliselerinize güvenin, bir-iki yıldır başka yerlerde okuyorlarsa bile, çocuklarınızı kendi eğitim yuvalarına döndürün!

II. MESROB
( ERMENİ PATRİĞİ)

Ermeni Patriği II. Mesrob’un Milliyet Gazetesi muhabiri Yavuz Baydar’a 22 Mayıs 1999 tarihinde verdiği mülakat.

Soru - Fatih dönemine kadar Konstantinopolis'teki Ermenilerin bir Patriği olmamış. Neden?

II. Mesrob - Konstantinopolis'teki Ermeni topluluğunun tarihi MS 4. yüzyıla dayanır. Bir ara 6. yüzyılda sur içinde bir Ermeni kilisesi olduğunu biliyoruz. Daha sonra Bizans Ortodoks mezhebi dışındaki Hristiyanlara müsamaha göstermediği için Ermeniler sur dışında kalan binalarda ibadet etmişler. Tüm Batı Anadolu, Trakya ve hatta Lvov'a kadar Doğu Avrupa bölgelerindeki Ermeni cemaatlerinin ruhani reisi ise Bursa'da imiş. Bizans'ta Batı Ermenileri için bir patriğe gerek görülmemiş.

* İstanbul'un fethine kadar Anadolu'daki Ermeni cemaatinin durumu nasılmış?

II. Mesrob - Anadolu'daki Hristiyan Ermenilerin tarihi İsa Mesih'in havarilerinden ikisinin, Aziz Tadeos ile Aziz Bartolomeos'un doğu yörelerinde misyonerlik yapmalarıyla başlar. 301 yılında Ermeni Krallığı Hristiyanlığı resmi din olarak kabul etti. Bu olayın 1700'ncü yıldönümünü 2001 yılında kutlayacağız. Böylece 301 yılında Ermeniler'in başpatrikliği sayılan Eçmiyadzin Patrikliği kurulmuş oldu.

6. yüzyıldan itibaren Kudüs'te Rum Kilisesi'nden ayrılan Ermeniler bir Ermeni Patrikliği oluşturdu. 10. yüzyılda Van'ın Aktamar Adası'ndaki Aktamar Patrikliği üçüncüsüydü. Kozan'daki Kilikya Patrikliği ise 1441'de başladı. Diğer tüm yörelerde Osmanlıca'da "marhasa" diye adlandırılan Ermeni episkoposları ya da başepiskoposları vardı.

Soru - Fatih'in İstanbul Ermeni cemaatine patriklik berati vermesinin nedeni nedir?

II. Mesrob - Fatih, İstanbul'u fethettikten sonra şehrin iskanı için Anadolu'nun muhtelif bölgelerinden Ermenileri İstanbul'a getirdi. Onun Gennadios'u Rum Patriği olarak tanımasından sonra Bursa Başepiskoposu Hovagim'i Ermeni Patriği olarak tanıması, Hristiyan tebaa arasında bir denge kurma düşüncesine atfedilir.

İmparatorluk sınırları dahilinde Bizans Ortodoks doktrinini kabul etmeyen büyük bir kitle olduğunu unutmamak gerek. Ayrıca, devlete ödenecek vergilerin de Ermeni tebaadan toplanması gerekiyordu. Fatih'in kararının bir nedeni de budur.

Soru - Osmanlı döneminde Ermenileri genelde zanaatkar ve tüccar olarak, sorunları geniş ölçekli yaşamayan bir topluluk olarak görüyoruz. II. Mahmut döneminden itibaren saraya yakınlaşıyorlar. Tanzimat'ı izleyen dönemde Nizamname-i Millet-i Ermeniyan fermanı ile cemaat laik bir özerkliği pekiştiriyor. Bu arada milletvekili ve bakanlar da çıkarıyor. Ama bu arada Osmanlı topraklarında yaşanan çözülme giderek hız kazanıyor. Bazı Ermeni siyasi partileri merkezi otoriteye başkaldırıyor. Yaşanan acılı olaylar 1915'te doruk noktasına geliyor. Siz halen devam etmekte olan bu tartışmalarla ilgili olarak ne düşünüyorsunuz?

II. Mesrob - Ben o dönemde Ermenilerin bağımsızlık arayışında olduklarına inanmıyorum. Patrikhane ve cemaatin büyük bir çoğunluğu Osmanlıcıydı. Bir kısmı doğudaki yağmalama olaylarından, yaşanan siyasi kargaşadan rahatsızlık duyuyor ve güven ortamının sağlanmasını talep ediyordu. Çok küçük bir kesim, sadece Tasnaklar, bağımsızlık peşindeydi.

O dönemin paniği içinde, yöneticiler, azınlık içindeki küçücük bir azınlığın eğilimlerini bütün bir azınlığa mal etme yanlışını yaptılar. Sorun bence şuydu: Osmanlı'nın çöküşü başlamış, birçok ülke bağımsızlığını ilan etmişti. Tabii bazı Batılı güçler de bu kargaşada roller almıştı. Bu gibi nedenlerle, Türk - Ermeni ilişkileri güvensizlik ortamına sürüklendi. Böylece tehcir kanunu çıktı, bu da Ermenilerin tarihine "büyük felaket" diye geçen olaylara sebebiyet verdi.

Ancak TC'nin kuruluşuna kadarki Türk - Ermeni ilişkilerinin bu son dönemini bütün tarihi açıklamak için kullanmak çok yanlış.

Tarihe besinci yüzyıldan itibaren bakmak gerekir. İlk Ermeni matbaasının İstanbul'da kurulduğunu, ilk Ermenice kitapların burada basıldığını, ilk Ermeni tiyatrosunun bu dönemde İstanbul'da kurulduğunu da görmek gerek. Benim için en önemlisi, bu kadar çok farklı gruplardan, kültürlerden, dinlerden insanın bir imparatorluk çatısı altında 600 yılın üzerinde birlikte yaşamış olmasıdır. Bu bence kutlanması gereken bir şey.

Soru - Cumhuriyet'e geçiş kiliseniz açısından sancılı oldu mu?

II. Mesrob - Oldu elbette. Birinci Dünya Savaşı olmuş, tehcir yaşanmıştı. Bir yıkım tüm toplumu etkilemişti. Cumhuriyet'in ilk beş yılında cemaat patriksiz kaldı. I. Mesrob'un 1927'de Patrik seçilmesinin ardından normalleşme süreci başladı.

Soru - Bugün kilisenizin ve cemaatinizin sorunları neler?

II. Mesrob - Dini ve ruhani açıdan hiçbir sorunumuz yok. İstediğimiz yerde ve saatte dini vecibelerimizi yerine getiriyoruz. En büyük sorun, rahip ve papaz sıkıntısı. Bir ruhban okulu şart, ama biz bunu YÖK kanalıyla üniversite sistemi içinde çözmek istiyoruz.

Cemaatin toplumsal sorunları var. 1936 Beyannamesi'nin vakıflarımıza getirdiği bazı çağdışı kalmış, artık bugünün şartlarına göre gözden geçirilmesi gereken tahditler var. Bir camiye bir kişi nasıl hibe edebiliyorsa, bir kiliseye de hibede bulunmalı. 1936'dan sonra vakıflara verilen mülk bağışları da tapu verildiği halde 1970'lerden itibaren sahiplerine geri verilmesi kararı altında. Eski sahipleri ölmüş ise, mülklere el konmuş. Bu uygulamaların bir an önce son bulmasını diliyorum.

Soru - 2000'lere gidilirken Türkiye toplumu sizin pencerenizden nasıl bir manzara arz ediyor?

II. Mesrob - 75. yıldönümünü birlikte kutlamakta olduğumuz Türkiye, çok karmaşık gündemli görünse de, ben bu sıkışık ortamdan çıkıp baktığımda, durumun o kadar da kötü olmadığını görüyorum. Gelecek açısından ümitliyim. Ülkemizin gerek bölgesel konumundan, gerek kendi içindeki ileriye dönük hamleleri bakımından iyimserim. Sistemin yeni döneme uyarlanmasıyla birçok sorunun üstesinden gelebileceğimizi düşünüyorum.

Soru - Günümüzdeki laiklik tartışmalarına ne diyorsunuz?

II. Mesrob - Bu ilke bizim cemaatimizin içinde var. 1863'teki belge bunu tescil ediyor. Bu anlayış hala devam ediyor. Ben Türkiye Ermenileri patriği olarak, burada insanların evlenmesi, boşanması, mülkiyet ihtilafları gibi hususlara bakacak dini mahkemelere başkanlık etmeye hiç mi hiç hevesli değilim.

Cumhuriyet döneminde doğan insanlar olarak geriye dönüşün imkansız olduğu kanısındayım. 2000'lere adım adım ilerlerken, Orta Çağ'a geri dönüş anlamına gelecek her çabayı, hayatı dini yasalarla yönetmeye ilişkin her adımı gülünç buluyorum.

Soru - 2000 yılı kutlamaları bütün insanlığın ilgisini çekiyor, ama Hıristiyanlar için ayrı bir önem taşıyor. Siz Türkiye'de "millennium" kutlamalarına nasıl katkılar yapacaksınız? Türkiye için bu kutlamalar büyük bir fırsat değil mi? Türkiye sizce bu konuyu yeterince önemsiyor mu?

II. Mesrob - Biz çok önemsiyoruz bunu, ama devletin bu işle alakalı birimleri ne kadar önemsiyor, hala bilemiyorum. Bakın, Türkiye'de Anadolu'nun üç ana kilisesi var: Ermeni, Rum ve Süryani kiliseleri. Benim bildiğim kadar, 2000 kutlamaları konusunda bu üç kiliseden hiçbiriyle temas kurulmadı. Biz her türlü katkıyı yapmaya hazırız, ama son ana bırakılırsa, korkarım istemediğimiz engeller önümüze çıkabilir. Hep söyledim:

Hristiyanlık açısından birinci dereceden kutsal ülkeler Filistin ve Vatikan ise, ikinci dereceden kutsal ülke Anadolu, yani Türkiye. Düşünün, İsa'nın havarilerinden yarısının mezarları buradadır! Bunun turizm, kültür ve dinler arası ilişkiler bakımından devasa önemi var. 2000 yılında İsrail'e müthiş bir turizm akımı olacak. Bize ne kadarı gelecek? Biz turizm krizine cevap ararken, bunu da düşünmeliyiz. Türkiye'nin kültürel, folklorik, dini dokusunun sonuna kadar kullanılması, sergilenmesi gerekiyor. Ben bunun yapılmadığı kanısındayım. Bu büyük fırsat değerlendirilmelidir.

[b]II. MESROB
( ERMENİ PATRİĞİ)

22 Mayıs 1999 günü Hilton Oteli’nde düzenlenen resepsiyonda konuşan Ermeni Patriği II. Mesrob, şunları söylemiştir:

"3. Binyılın eşiğindeyiz. İnsanlık tarihinde yeni bir dönemin başlangıcını kutlamaya hazırlanıyoruz. Bunun hepimiz için büyük fırsat olduğunu düşünüyorum. Geleceğimizi kıtaların, kültürlerin ve halkların birlikteliği düşüyle tayin etme fırsatı...

İnsan hayatına, kişisel hak ve özgürlüklere saygı, adil ve her türlü şiddetten uzak bir dünya hepimizin ortak özlemi.

Önümüzdeki bu dönüm noktası yalnızca eşsiz bir fırsat değil, aynı zamanda çetin bir sınav sunuyor bizlere. Geride bırakmaya hazırlandığımız 2. Binyıl trajik olaylarla doluydu.

Yine de geride bıraktıklarımız arasında hep saygıyla yad edeceğimiz, önümüzdeki binyıllarda da sevinçle kutlayacağımız nice olaylar yok değil.

Tıpkı bugün kutladığımız gibi...

İstanbul Ermeni Patrikliği'nin kuruluşu tarihte eşine rastlayamayacağımız bir olaydır.

Fatih Sultan Mehmet'in İstanbul'u fethinden sekiz yıl sonra, 1461'de Batı Anadolu'daki Ermeni episkoposluğunu çıkardığı bir fermanla İstanbul Patrikliği'ne dönüştürmesi Fatih'in ve Osmanlı Sultanlarının gelecek vizyonu ve diğer dinlere gösterdiği hoşgörünün çok açık bir örneğidir.

Tarihte bir dine mensup bir hükümdarın başka bir dinin üyeleri için ruhani riyaset makamı tesis etmesi, ne Fatih'ten önce, ne de sonra görüldü.

Yeni bir binyıla girerken dünyada yaşanan gerginlikleri, özellikle yakın çevremizdeki savaş ortamını gözönünde bulunduracak olursak, 538 yıl önce gerçekleşen bu olayın değerini, dinler ve kültürler arası hoşgörünün önemini, sanıyorum daha iyi kavrayabiliriz.

İmparatorluk sınırları içindeki Ermeni toplumunun hayatını onun örf ve adetlerine göre düzenleyen Fatih Sultan Mehmet'i, onun doğrultusunda ülkeye hizmet eden devlet adamlarını ve 1461'deki ilk İstanbul Ermeni Patriği Bursalı Hovagim'den başlayarak bu makama sadakatle hizmet eden 83 patriğimizi sevgiyle ve minnetle anıyoruz.

Biz Türkiye Ermenileri, ülkemizde yaşayan en kalabalık Hıristiyan cemaati olarak 75. yılını coşkuyla kutladığımız Türkiye Cumhuriyeti'nin aydınlık geleceğine tüm kalbimizle inanıyor ve yarınlara ümitle bakıyoruz."


Prof. Dr. Sinsi 08-03-2012 03:13 AM

Ermeni Sorunu, İddialar, Gerçekler
 
ATATÜRK'TEN ERMENİ SORUNU

SUNUŞ

Atatürk'ün "Ermeni Sorunu" ve sözde Ermeni soykırımı üzerine nasıl yaklaştığını ve neler yaptığını ortaya çıkarmak için bir araştırma yapmak gereğini duyduk. Böylece Ermeni Sorunu'na Atatürk'ün bakışıyla katkıda bulunmayı amaçladık.

Bu amaçla Atatürk'ün yazdıklarını ve söylediklerini içeren tüm yayınları taradık. Ermenilerle ilgili cümle, paragraf veya metinleri topladık. Karşımıza bizi de şaşırtan çok zengin bilgi ve yorum çıktı. Bunları sizlerle paylaşıyoruz.

Burada;

- Ermeni Sorunu'nun neden çıktığını, siyasi amacın ne olduğunu;

- Siyasi amacın gerçekleştirilmesi için sözde Ermeni soykırımı safsatasının nasıl yaratıldığını ve kullanıldığını;

- Kurtuluş Savaşı döneminde Ermeni yayılmacılığına karşı nasıl mücadele verildiğini,

- Atatürk'ün bu sorunu nasıl söndürdüğünü, mücadele metotlarını ve konuyla ilgili yorumlarını bulacaksınız.

6Ağustos 2001 Ankara

İsmet Görgülü




SEÇMELER

Rum, Ermeni gibi unsurlardan ayrı ayrı oluşan bir takım çeteler, adi hırsızlıkla, ara sıra da öldürmelerle meşgul olmuşlar, Rum ve Ermeni sürgünü esnasında bu unsurlardan ortaya çıkan bazı çeteler ise siyasi bir hüviyet kazanmıştır. Rusların istilası başlayınca, memleket içinde karışıklık meydana getirmek için bunlar, Ruslar tarafından da teşvik ve denizden de desteklenmişlerdir.

(22 Mayıs 1919)


Ermenilerin siyasi emellerini fiilen elde etmek ve asayişi bozuk göstermek maksadıyla Doğu vilayetleri içine çeteler geçireceklerini pek muhtemel görüyorum.

(24 Mayıs 1919)


Ermenilere vilayetlerimizi peşkeş çekmeleri de (...) ihtimal bulunuyor. Böyle bir vaziyette İngiliz birliklerinin Ermenilere öncülük edeceği çok muhtemeldir.

...
böyle bir hali biz düşmanlık olarak görmeye ve saymaya, meşru topraklarımızı ve milli bağımsızlığımızı kurtarmak için mecburuz....

(30 Mayıs 1919)


Rum ve Ermeni komitacılarıyla, bunların ileri gelenleri, devamlı şekilde temasta bulundukları İngiliz subayları ile bazı Amerikan memurlarından çok yüz buluyorlar.

(5 Haziran 1919)


....
tehcir sırasında Merzifon'da esasen çokça kalan Ermenilerin bu kez başka yerlerden de gelenler ve göçten dönenler yüzünden miktarlarının daima artmakta olduğu Merzifon Amerikan Mektebi'ne getirilen eşya sandıklarının üzerinde Otoman Amerikan markaları görüldüğünden bunların herhalde silah olduğunda şüphe bırakmıştır.

(6 Haziran 1919)


...
İngiliz subayları tarafından sevk ve idare edilen altı bin kişi oldukları tahmin edilen Ermeni kuvvetinin Nahcivan ve havalisini işgal ettikleri ...

(11 Haziran 1919)


...
bir İngiliz subayı Iğdır'dan Bayezit'e gelerek, Mutassarıf'a: İngiltere himayesinde teşekkül eden Ermenistan'a Bayezit havalisinin de bırakıldığını bir aya kadar on beş bin Ermeni muhacirinin Ermeni düzenli birlikleri himayesiyle eski yurtları olan Bayezit sancağına sevk edileceğini bildirmiştir.

Doğu vilayetlerinden bir karış toprağın bile Ermenistan'a bırakılmasının mümkün olmayacağı, bir tek Ermeni askerinin sınırımızın bu tarafına geçmesinin ateşle karşılık göreceği

(12 Haziran 1919)


...
Doğu vilayetleri halkının, Ermeni çetelerinin acımasızlığına ve taarruzlarına hedef olmuş, en büyük felaketi görmüş bir unsur olmak sıfatıyla, birlik ve fedakarlık lüzumunu en önce takdir ettikleri iftiharla görülmektedir.

(16 Haziran 1919)


...
Devlet ve milletimizin parçalanması ve Ermeni ve Yunan esaretine düşülmesi söz konusudur. Altı yüz elli sene efendilik eden bir milletin köle mevkiine düşmesi kolay bir hadise değildir.

(6 Temmuz 1919)


...
Mübarek vatan ve milleti parçalanmak tehlikesinden kurtarmak ve Yunan ve Ermeni emellerine kurban etmemek için açılan milli mücahede uğrunda milletle beraber serbest surette çalışmaya resmi ve askeri sıfatım artık mani olmaya başladı. Bu mukaddes gaye için milletle beraber nihayete kadar çalışmaya mukaddesatım adına söz vermiş olduğum için pek aşığı bulunduğum yüce askerlik mesleğine bugün veda ve istifa ettim.

(8 Temmuz 1919)


Osmanlı tebaasından olan Ermeni unsurları, gördükleri teşvik ve yardımın neticesiyle de, milli namusumuzu yaralayacak taşkınlıklardan başlıyarak, nihayet hazin ve kanlı safhalara girinceye kadar küstahane tecavüzlere koyuldular.

Vatanın parçalanması söz konusu ve karar olarak, Doğu Vilayetleri'mizde "Ermenistan", Adana ve Kozan havalisinde "Kilikya" adı ile yine Ermenistan; bu milletin, esarete, kölelik payesine indirilmesi ve nihayet bu devletin tarih sayfasını kapatarak ebediyet mezarına defnetmek gibi, insaniyet ve medeniyetle ve hele milliyet esaslarıyla bağdaşmayan emeller kabul ve onay yeri bulmuş ve görülüyor ki, tatbikat devresi de başlamıştır.

Bir istila fikri besleyen Ermeniler, Nahcivan'dan Oltu'ya kadar bütün İslam ahaliye baskı ve bazı mahallerde katliam ve yağma yapıyorlar. Sınırlarımıza kadar İslamları mahva mahkum ve göçe mecbur ederek Doğu Vilayetleri'miz hakkındaki emellerine doğru emniyetle yaklaşmak ve bir taraftan da 400 bin olduğunu iddia ettikleri Osmanlı Ermenisini bir dayanak olmak üzere memleketimize sürmek istiyorlar.

memleketimizde külliyetli yabancı parası ve birçok propagandalar cereyan ediyor. Bundaki gaye, pek aşikardır ki, milli hareketi neticesiz bırakmak, Yunan, Ermeni emellerini ve vatanın bazı mühim kısımlarını işgal gayelerini kolaylaştırmaktır.

(23 Temmuz 1919)


...
Doğuda Ermeniler Kızılarmağa kadar genişleme hazırlıklarına ve şimdiden sınırlarımıza kadar dayanan katliam siyasetine başladı.

(4 Eylül 1919)


...
vatanımız içinde bağımsız Ermenilik teşkili gayesine yönelik harekata karşı birlikte müdafaa ve mukavemet meşru esası kabul edilmiştir.

(11 Eylül 1919)


...
Mütareke gününden beri Rum ve Ermenilerin, İtilaf Devletleri teşvik ve himayesi altında nasıl milli izzeti nefsimizi yaraladıklarını, ne suretle saltanat ve hükümet hakkını ayaklar altına aldıklarını ...

(17 Eylül 1919)


...
Ermenilere hiçbir kötü kastımız yoktur. Bilakis onların her türlü tabiiyet haklarına tamamen riayetkarız. Bunun aksi olarak yayınlar, düzmeceden ve İngilizlerin aldatmacasından ibarettir.
Ermeni facialarının hala mevcut eserlerinin gösterilmesi uygun olur.

(21 Eylül 1919)


Ateşkes sonrasında hükümetimizin Adana ili ile Antep, Maraş, Urfa sancaklarını bırakma güçsüzlüğünde bulunması, bu yörede Fransız ve İngiliz koruyuculuğu altında Ermeni işgalini ve örgütlenmesini kesinleştirmiş ve bunlar, o il ve sancakları Ermenileştirmek amacı ile bir yıla yakın bir süre çalışma göstermiş

1. Şimdiye dek yapılan saldırıların türü aşağıda özetlenir:

A. Fransız ve İngiliz görevlileri ile Ermeni komitelerinin ve oralarda bulunan Ermeni topluluğunun açıktan açığa Müslümanların haklarına saldırmaları.
B. Osmanlı topraklarının değişik yerlerinde oturan Ermenilerin buralara göçlerinin kolaylaştırılması ve burada sayılarının artırılması.
C. Yabancı üniforması ile Ermeni birliklerinin buralara gönderilmesi ve buradakilerle birleştirilmesi.
D. İslam halkın az zamanda ekonomik ve başka baskılarla yok edilmesi ve öldürülmesi ve göçe zorlanması.
E. Aralarına aşamalı olarak sokulan bölücülükle İslam halkının yabancı koruyuculuğunu istemek zorunda bırakılması.

(22 Eylül 1919)


Merkezi Erivan olan Ermeni Cumhuriyeti'ne karşı dostça olmayan hiçbir niyetimiz yoktur.... Bu yeni devletteki Ermeniler, Ermeni müfreze kumandanının emirleriyle, Müslüman unsuru imha etmek üzere faaliyette bulunuyorlar. Bu emirlerin suretlerini gözlerimizle gördük. Erivan'daki Ermenilerin, Müslümanların imha siyaseti güttükleri ve bu kanlı vahşet dalgasının sınırlarımıza kadar genişlediği, sınırlarımızın, öbür taraftan, ölümden kaçan sayısız Müslümanla dolu olmasıyla da teyit edilmiş oluyor.

İngilizler, bu hareketlerin cereyanı esnasında, bir yandan Ermenilerin Müslümanlara karşı tutumlarını teşvik ettiler, hatta onları bu konuda kışkırttılar, diğer taraftan Ermenilerin tecavüzlerini bize sayıp döktüler ve bunları tahammül edilemez hareketler olarak nitelediler ve bu komşu devlete saldırarak misillemede bulunmaya bizi zorladılar. Fakat biz hakikatin kendini göstereceğinden emin olarak Ermeni tahriklerine tahammül ettik ve İngilizlerin öfkelerini fark etmemiş göründük. Hakikaten, bizi Ermenilere saldırmaya teşvik eden ve bu şekilde kendi bölüklerini o topraklara gönderebilmelerini sağlayacak bir ortam yaratmayı planlayan İngilizlerin tutumlarını meydana çıkarabileceğimizi düşündük. İngilizlerin bütün bu manevraları, Kafkasya'yı boşaltmaları mecburiyetini hissettikten sonra, onların subay ve temsilcileri tarafından başlatıldı.

Erzurum ve Van'daki Müslümanların ve bilhassa sınır bölgelerinde yaşayanların; Ermenistan'da cereyan eden katliama dair her gün aldıkları haberler ve ölümden kaçan ve ağlanacak vaziyette olan mültecilerin manzarası karşısında, büyük heyecana kapılmaları çok normaldir.

(24 Eylül 1919)


Adana dahilinde, Ermenilerin Fransızlar tarafından silahlandırıldığı ve İslamlarla boğazlaşmaya sevk edildikleri.

(23 Ekim 1919)


Maraş'a Fransız kuvvetleri girmekte ve oradaki Ermeniler vasıtasıyla Müslüman kardeşlerimize karşı bir katliam icra etmekte oldukları haber alındı.

(1/2 Kasım 1919)


Maraş'tan alınan sağlam malumatta, Maraş'ı işgal eden Fransız kıtalarının yüzde yirmisi Fransız Cezayirli olup, geri kalanı Osmanlı Ermenilerinden meydana gelen fedailerdir. Bunlar şehirde namuslu İslam kadınlarına taarruz etmekte ve Müslüman ahaliye zulüm ve işkence yapmaktadır. Dükkanlar bütünüyle kapalı, ahali heyecandadır.

(7 Kasım 1919)


Küçük - Ermenistan teşkiline ve Kilikya'nın Fransızlar tarafından tamamen işgaline mani olmak için, mülkiye memurlarının ve askeriyenin el ele vererek Adana vilayetinde ve bağımsız sancaklarda karşı koyma vasıtalarını hazırlamaları ve hazır bulundurmaları bütün alakadarlara yazıldı.

(10 Kasım 1919)



Adana'da Fransızlar ve Ermeniler tarafından yapılan zulümlerin ve tecavüzlerin artmasından dolayı Ermeni zulümlerini görmek üzere milletlerarası bir heyetin Adana'ya yollanması

(16 Kasım 1919)


Ermenileri geri çekerek, İslamlar aleyhindeki zulme nihayet vereceklerini söyleyen Fransızların bu defa birlikte İslam halkı katliam eyledikleri son derece dikkate değerdir.

(11 Ocak 1920)


Adana'da 1170, Toprakkale-Islahiye şimendifer hattı üzerinde 270, Osmaniye-Adana üzerinde 200, Katma'da 300, Kilis'te 600, Antep'te 1200, Maraş'ta 1200 kadar Fransız sömürge ve Ermeni askeri olmak üzere işgal kuvvetleri bulunduğu anlaşılmıştır.

(24 Ocak 1920)


Maraş'ta, Fransızlar, Ermeniler, Müslümanları katliam etmektedirler. insanlık aleminden bu katliama nihayet verilmesini.

(25 Ocak 1920)


Maraş'ta, Fransız ve Ermeniler tarafından Müslümanların katliamı, insanlığı dehşete düşürecek şekilde devam ediyor.

(29 Ocak 1920)


On yedi günden beri Maraş'ta cereyan eden feci ve kanlı vakalara nihayet verilmesi hakkında, medeniyet ve insanlık aleminin duyup öğrenmesi için yükseltilen feryat ve acının yankılanacak bir yer bulmadığı, hala bu vahşetin devamıyla sabit oluyor.

(8 Şubat 1920)


Adana'da heyecan ve asabiyet ziyadeleşmiştir. Ermeniler, kilise ve mekteplerde sık sık toplanmaktadırlar. İnekler ve Bahçe Ermenileri, Güller ve Zencirli İslam köylerini yağmalamış ve ahalisini pek vahşiyane katliam etmişlerdir.

(10/11 Şubat 1920)


Medeniyet maskesine gizlenen Fransızlar ve onların öncüsü olan Ermeniler, Urfa ve havalisinde İslam ahali hakkında zalimane katliamlara başlamışlardır.

(14 Şubat 1920)


Tarihte emsali görülmemiş olan bu vahşetin faili Ermeniler olup, Müslümanlar ancak namus ve hayatlarını muhafaza kaydıyla mukavemet ve müdafaada bulunmuşlardır. Yirmi gün devam eden Maraş katliamında Müslümanlarla birlikte şehirde kalan Amerikalıların bu hadise hakkında Amiral Bristol'a çektikleri telgraf, facia sebeplerini, tekzip edilemez bir şekilde tayin etmektedir. General Keret'in geri çekilmesiyle neticelenen bu muharebelerden sonra Kuvayi Milliye'ye teslimiyet arz eden muharip Ermeni kuvvetlerine karşı hiçbir ceza tatbik etmeyip bilakis onları şefkatli sinesine ve himayesine alan milletimizin alineceplığını Maraş Ermenileri de minnet ve şükran ile teyit etmektedirler. Şu halde Ermenilerin intikam fikri ve tecavüzleri neticesi meydana gelmiş bazı vakalar var ise, bunların mesuliyeti milletimize değil bizzat Ermeni milletine ve onun tahrikçilerine ait olmak lazım gelir.

(20 Şubat 1920)


Hiçbir yerde Ermeni kıtali (kırımı) yapılmakta değildir. Maraş hadisesinden bahsedilmek murat ediliyorsa, orada Fransız askerleriyle beraber milletimize taarruz eden Ermeniler katledilmiş olmayıp, bilakis Fransız askeri kendilerini terk edip çekildikten sonra İslamlar tarafından himaye ve şefkate mazhar olmuşlardır. milletimiz sebepsiz hiçbir yerde hiçbir yabancı unsura mütecaviz değildir.

(22 Şubat 1920)


Kozan'da birçok Türklerin kiliseye doldurulduğunun tesbit edildiği, Feke ilçesinin 80 Ermeni tarafından sarıldığı bildiriliyor, ayrıca Saimbeyli'ye az zamanda takviye yetiştirilmediği takdirde Türklerin sonunun fena olacağı, silahlı olmayan Ermenilere hiçbir sebeple taarruz edilmemesi....

(2 Mart 1920)


Bir uydurma Ermeni kırımı meselesi ve tüm dünyayı aldatmak için yaratılan bu kin ve hırs ürünü propagandaların niteliği hakkında uygarlık ve insanlık dünyasının bir kere daha aydınlatılması ve bu suretle haksızlığa uğramış Türk ulusunun iğrenç ve alçakça bir suçlamadan arındırılması.

(7 Mart 1920)


Bugün Kozan, Haçin (Saimbeyli), Feke gibi bölgelerde fiilen kendisini göstermiş olan Ermeni mezaliminin bir an önce söndürülmesi gereklidir. Yalnız şu aralık her türlü islam hareketlerini Ermeni kırımı biçiminde göstermek istenildiği anlaşıldığından harekatın her halde bu gibi yanlış söylentilere ve suçlamalara yer bırakmayacak şekilde idaresi.

(9 Mart 1920)


13 Mart tarihli Temsp gazetesinde Lord Curzon Avam Kamarasında irad ettiği nutukta Ermenilere dair demiştir ki: Bana öyle geliyor ki siz Ermenileri sekiz yaşında pek temiz ve masum bir kız gibi zannediyorsunuz. Bunda pek yanılıyorsunuz. Zira Ermeniler bilhassa son harekatı vahşiyaneleri ile ne derecelere kadar hunhar bir millet olduklarını bizzat kendileri ispat eylemişlerdir.

(27 Mart 1920)


Fransızlar Maraş ve Urfa'da yaptıklarını Adana'da da yaparak Ermenileri silahlandırıyorlar. Bunlar İslam halkına saldırıyor. Kozan çevresinde İslam halkından toplanan silahlar ve hayvanlar saldırgan Ermenilere veriliyor. Kozan çevresindeki Hamam, Kurtoğlu Çiftliği, Çolak Hasan, Yassıçalı, Mehmet Ağa ve Kabasakal köyleri Ermeni jandarma ve gönüllülerince bütün olarak yakılmıştır. Buçak yakınlarında birkaç köyün daha yakıldığı da haber alınmıştır.

Kilikya'da ve çevresindeki işgal bölgelerinde Fransızların yarattığı durum, Türkler ve Ermeniler arasında karşılıklı olarak bir öç alma duygusunu beslemek ve bunun sonucunda da, işgalin kaldırılması ile birlikte yerli halkın birbirlerini boğazlayacaklarını dünyaya yayarak amaçlarına varmaktır.

(31 Mart 1920)


Esirlerin hastalık sebebiyle bile olsun elimizde ölmeleri dini ve milli ahlakımıza uygun düşmedikten başka vatani çıkarlarımızı da gerçek biçimde yaralar.

(13 Nisan 1920)


Düşmanların bütün çalışması, barış esaslarının kararlaştırılacağı şu sıralarda memleketimizi dışarıda ve içeride güçsüz bir durumda bırakarak istedikleri her şeyi kabul ettirmeyi amaçlıyordu.

Geleceğe yönelik çıkarlarını, çeşitli baskılarla bütün dış ülkeleri aleyhimize çevirmekte gören bazı kuruluş ve unsurlar ise, tarafımıza yöneltilen bu akımı temelinden yıkmak ve bütün dış ülkelerin milletimiz lehine, düşüncelerinde değişiklikler olmasına fırsat vermemek için, tümüyle yalan olan en son Ermeni soykırımı uydurmasını düzenlediler ve açıkladılar.
İngilizler, bir yandan dış durumumuzu yeni toplu öldürme iftiraları ile sarsarak tasarladıkları İstanbul işgalini kolaylıkla uygulayabilecek bir ortam hazırlıyorlardı

Anadolu'da yerleşmiş Ermenilerin ve Rumların hükümet emirlerine ve milli amaçlara karşı gelmedikçe her türlü saldırıdan korunmaları ve tam anlamı ile mutlu ve rahat bir hayat yaşamaları öteden beri kabul edilmiş bir ana konu idi. Kilikya ve dolaylarında ve doğu hududumuz dışındaki resmi ve resmi olmayan Ermeni kuvvetlerinin dindaş ve ırkdaşlarımıza karşı yapılan cinayete varan saldırıları karşısında bile, ülkemizde yaşayan Ermenilerin her türlü taarruzdan korunmasını sağlamayı pek önemli bir medeni görev kabul ettik ve Anadolu'nun dış dünya ile ilişkisinin kesik olduğu bu günlerde yüce vatan çıkarlarını amaçlayan önlemler içinde Ermeni halkının esenliğinin korunması gerekliliğini bütün makamlara bildirdik.

İşte, İstanbul'un yabancı kuvvetlerce işgalinden bu güne kadar geçen acı günlerinde hiçbir dış ülkenin fiili korumasına erişemeyen Anadolu Ermenilerinden hiçbir kişinin, en küçük bir anlamda bile, saldırıya uğramamış olması, bize her nedenle cinayet yükleyen ve medeni duyarlılığı kendi tekelinde sanan entrikacı Avrupalıların yüzlerini kızartacak ve milletimizin yaradılışından sahibi bulunduğu insanlık törelerinin yücelik derecesini ispat edecek çok önemli bir konudur.

(24 Nisan 1920)


Adana, Maraş, Ayıntap ve Urfa gibi en eski İslam memleketleri Fransız zabitlerinin idaresinde Ermeni kin ve öfkesine, Ermeni ruhunun yırtıcı kabalık ve düşmanlığına yenecek, parçalanacak bir av gibi terkedildi.

(09 Mayıs 1920)


Üç Sancak'taki Türk halkı Ermeniler tarafından devamlı olarak katliam edilmektedir. Ermenilerin böyle hareket ettiklerini Avrupalılar da kabul etmektedirler.

(13/14 Haziran 1920)


11 Haziran öğleden sonra saat üçte bu zavallı halk, Kahyaoğlu Çiftliği'ne vardığında silahlı otuz Ermeni'den kurulu bir çetenin saldırısına uğrayarak erkekler bir eve, çocuklarla kadınlar bir başka eve doldurulmuş, kırk üç erkek, yirmi bir kadın ve sayısı saptanamayan çocuklar kamadan geçirilmişlerdir. Ayrıca, dördü erkek ve on sekizi kadın olmak üzere yirmi iki yaralı vardır. Kadınların kollarını keserek bileziklerini ve küpelerini almışlardır.
Adana'nın 10 km doğusundaki İncirli köyünde 9 Haziran 1920 günü Ermeni çeteleri bütün köy halkını bir yere doldurup bomba ile havaya uçurmuşlardır.

(13 Haziran 1920)


Bolşeviklere Azerbaycan'da muhalifler vardı. Onlar bir karşıt hareket yaptılar. Azerbaycan'da bizim kendi arkadaşlarımız vardı. O arkadaşlarımıza İngilizler dediler ki:
"Bolşeviklerle muharebe ediniz. Türkiye bizimle anlaştı."
Orada bulunan arkadaşlarımız da ellerindeki kuvveti çarptırdılar ve tabii mağlup oldular. Mağlup olduktan sonra biz de işittik. Haber gönderdik, filan ettik.

Halbuki Bolşeviklerle bu muharebe başlayınca ahali-i İslamiyenin katline başlanıldı. Ermeniler bundan istifade etti ve hudutlarda bulunan ahali-i İslamiye de bundan istifade etti.

(3 Temmuz 1920)


Gümrü'de başlayan barış görüşmelerinin iki ulus için karşılıklı güvenlik ilkesine dayalı bir barış ve bolluk dönemi getirecek bir sonuca ulaşması bizce de pek uygun ve gerekli olduğuna kuşku duyulmayacağı umudu ile Ermenistan'ı artık zararlı dış etkilerden korumaya yönelik yurtseverce çalışmalarınızda kesin başarılar dilerim.

(29 Kasım 1920)


Ermeniler Van ve Bitlis'i ele geçirince, Irak'taki İngilizlerle birleşeceklerinden dolayı bütün Yakındoğu'da İngilizlerin yeri çok sağlamlık kazanacaktır.


Rum, Ermeni gibi Batı emperyalistlerinin hizmetçisi olan uluslarla, bu çabalarında direndikleri sürece anlaşma olanağımız yoktur.

Yunanistan ancak Türk çoğunluğunun yerleşik bulunduğu İzmir ve Trakya'dan ve İngiliz köleliğinden vazgeçtiği zaman bizimle dost olabilir.

(1 Aralık 1920)


Ve gerek Rus gerek Garb istatistikleri bu hususda kanıt olarak yeterlidir. Birkaç asırdan beri Şark Vilayetlerimizin hiçbir kısmında hiçbir vakit bir Ermeni çoğunluğu olmamıştır. Ve Çarlık idaresi veya Garb emperyalistleri tarafından teşvik edilen Türk ve Ermeni halklarının girişmiş oldukları kanlı mücadeleler bir tarafa olduğu kadar, öteki tarafa da can kaybına malolmuştur. 1917'de Rusların çekilmesinden sonra Ermeni çetelerinin Şark vilayetlerimizi ne halde bıraktıkları bunun kafi derecede bir ispatıdır.

Ermenistan'ı Mezopotamya'da yerleşmiş İngilizlere yaklaştıracak surette uzatmak, Moskova ve Ankara hükümetlerine pek çok nahoş sürprizler yaratmak demek olur.

(27 Aralık 1920)


S - Yakın zamanda Türklerin Ermenilerle katliam yaptıkları hakkında neşredilen haberler doğru mudur?
C - Türkler tarafından Ermeniler aleyhinde katliam, uydurulmuş rivayetler ve daha önce yayılmış bir takım yalan ve iftiralardan ibarettir. Bunların kat'iyyen doğru olmadığına emniyet edebilirsiniz. Bu hakikatın belgelendirilmesi için tarafsız heyetlerin memleketimizde kemal-i serbesti ile icra-yı tahkikat eylemelerini memnuniyetle kabul ederiz. Bu meseleye dair Ermenistan'daki Yakın Doğu Amerika yardım heyetleri tarafından verilen en son raporların okunmasını tavsiye eyleriz.

S - Türklere Ermeniler tarafından katliam yapılmış mıdır?
C - Türk ahali hakkında Ermeniler tarafından yapılan mezalim ve katliam ki Ermenistan üzerine ordularımız tarafından ihtiyar edilen harekatı zaruri kılmıştır. Gayet geniş mikyasta vaki'dir. Buna dair vesaik-i kat'iyeye malikiz; bu vesaik suretlerini size ayrıca verdireceğim.

(17 Ocak 1921)


7. Düşmanca ithamda bulunanların sürdürdükleri büyük mübalağalar dışında Ermenilerin tehciri meselesi aslında şuna inhisar etmektedir:
Rus ordusu 1915'de bize karşı büyük taarruzunu başlattığı bir sırada o zaman Çarlığın hizmetinde bulunan Taşnak Ermeni komitesi, askeri birliklerimizin gerisinde bulunan Ermeni ahalisini isyan ettirmişti. Düşmanın sayı ve malzeme üstünlüğü karşısında çekilmeye mecbur kaldığımız için kendimizi daima iki ateş arasında kalmış gibi görüyorduk. İkmal ve yaralı konvoylarımız acımasız şekilde katlediliyor, gerimizdeki köprüler ve yollar tahrip ediliyor ve Türk köylerinde terör hüküm sürdürülüyordu.

Bu cinayetleri işleyen ve saflarına eli silah tutabilen bütün Ermenileri katan çeteler, silah cephane ve iaşe ikmallerini, bazı büyük devletlerin daha sulh zamanından beri kendilerine kapitülasyonların bahşettiği dokunulmazlıklardan bilistifade ve bu maksada matuf olarak büyük stoklar husule getirmeye muvaffak oldukları Ermeni köylerinden yapıyorlardı.

İngiltere'nin sulh zamanında ve harp sahasından uzak olarak İrlanda'ya reva gördüğü muameleye hemen hemen kayıtsız bir şekilde bakan dünya efkarı, Ermeni ahalinin tehciri hususunda almaya mecbur kaldığımız karar için bize karşı haklı bir ithamda bulunamaz.
Bize karşı yapılmış olan iftiraların aksine, tehcir edilmiş olanlar hayattadır ve bunlardan ekserisi şayet İtilaf Devletleri bizi tekrar harb etmeye zorlamasa idi evlerine dönmüş olurlardı.

Brest-Littowsk Muahedesinin akdini müteakip Rusların Şark vilayetlerimizi tahliyeye başladıkları sırada Ermeni çetelerinin yapmış oldukları katliam ve tahribat kafi derecede herkesin malumudur.
Sivas'ta benle görüşmüş olan, bilahare bu bölgeleri ziyaret eden ve buralarda Ermeni çetelerinin davranışları hususunda mufassal müşahadelerde bulunarak daha sonra kendisine bu konuda anlatmış olduğum şeylerin doğru olduğunu bana yazmış bulunan Amerikan Generali Harbord Amerikan Umumi ekfarının kendisinden faydalı bilgi temin edebileceği bir şahidimizdir. Taşnaklar daha sonra da Kars ve Olti bölgelerinde Alexandropol (Gümrü) Antlaşmasının akdine kadar cinayetlerine devam etmişlerdir.

Milyonlarca Türk'ü binlerce Ermeni'nin hakimiyetine terketmeye kalkışan Wilson projesi sadece gülünçtür.

(26 Şubat 1921)


Güneyde Fransızlarla onların silahlandırdığı ve bize karşı kışkırttığı Ermeniler ve doğuda Ermenistan Ermenileri memleketimizin ele geçirdikleri yörelerinde ve işgal edilen sınır ve cepheler çevresinde Müslüman halka çeşitli zulümler uyguluyor ve katliam yapıyorlardı.

(1 Mart 1921)


Ermeni sorunu denilen ve Ermeni milletinin gerçek olmayan isteklerinden çok, dünya kapitalistlerinin ekonomik yararlarına göre çözülmek istenilen sorun, Kars antlaşması ile, en doğru şekilde çözüme ulaştırılmış oldu. (Alkışlar) Yüzyıllardan beri dostluk içinde yaşayan iki çalışkan halkın iyi ilişkileri memnuniyetle yeniden kuruldu.

(1 Mart 1922)


Doğuda Trabzon'u, güneyde Adana'yı içine alacak büyük Ermenistan'dan eser kalmamıştır. Ermeniler, gerçek sınırları içinde bırakılmıştır.

(13 Ağustos 1924)

Prof. Dr. Sinsi 08-03-2012 03:13 AM

Ermeni Sorunu, İddialar, Gerçekler
 
ATATÜRK'TEN ERMENİ SORUNU(1917, 1918)

Atatürk'ün, 1917 kışında Veliaht Vahdettin ile beraber Almanya'ya yaptığı resmi ziyarette, bir Alman valisinin Ermeni tezlerini savunması üzerine, verdiği cevabı anlatması.


ALMANYA GEZİSİNDEN BİR ANISI


Aralık 1917

...
Alsas'ta bir gece Vali'nin evine davet edildik. Güzel, geniş bir salondayız; Vahdettin, vali ile bir masada oturuyor ve konuşuyor gibiydi. Ben salondakileri inceleyerek geziniyordum. Bir aralık Vahdettin beni bulunduğu masaya davet etti, gittim. Vali Vahdettin'e bir soru sormuş. Vahdettin bazı cevaplar vermiş, fakat verdiği cevapları benim tarafımdan teyit ettirmeye lüzum görerek demiş ki:

- Cephelerde bulunmuş, memleketi tanıyan bir kumandan yanımdadır, isterseniz onu da dinleyiniz.

- Veliahda söz konusu meselenin ne olduğunu sordum:

- Ermeniler! dedi.

Alman Valisi, Ermenilerin çok iyi niyet sahibi olduğundan, Türklerin Ermenilere karşı feci tecavüzlerde bulunduğundan, fakat Ermenilerin bu tarzda harekete müstahak olmadığından bahsetmiş. Misafiri olduğumuz dost ve müteffik Almanya milletinin yüksek bir valisinin, müstakbel Türkiye padişahı ile kemali ciddiyetle bu konu üzerine konuştuğunu anladığım zaman hayrette kaldım. Naci Paşa, Vahdettin ağzından:

- Bu kumandan temas ettiğiniz konuları iyi bilir, sizi aydınlatacak cevaplar verecektir, dedi.
Valiye dedim ki:

- Türkiye'nin veliahdı ile Almanya'nın, mutena bir bölgede kıymetli olduğuna şüphe etmediğim bir valisinin bulabildiği konuşma zemini beni hayrete düşürdü. Evvela sizden şunu anlamak istiyorum: Müttefikiniz olan ve ittifak uğrunda maddi manevi tekmil mevcudiyetini mahveden Türkiye'ye karşı, tarihin bilmem hangi devrinde mevcut olduğunu iddia eden ve bu mevcudiyeti ihya etmek için dünyayı aldatmaya çalışan Ermeniler lehine konuşmak fikri size nereden geliyor?

Bize dair pek eksik bilgi sahibi olduğunu anladığım ve bütün fedakârlıklarımıza karşılık, halâ Türkiye topraklarında bir Ermeni hakkı olabileceği zehabında bulunan bu Vali ile alay edercesine konuşmaktan kendimi alamamıştım. Muhatabım, derhal bütün söylediklerinin en nihayet işittikleri olduğundan ve dava sahibi olmaktan uzak bulunduğundan bahsederek beni tatmine kalkıştı. Konuşmayı bitirmek için kendisine:

- Veli hazretleri, dedim, biz cepheler dolaşan bir heyetiz; buraya Ermeni meselesi konuşmak için değil, fakat müttefikimiz olan ve kendisine dayanmakta olduğumuz Alman ordusunun hakiki vaziyetini anlamaya geldik; onu anladık, kâfi bir vukuf ile memleketimize dönüyoruz.
Vali Vahdettin'i ve bizi sofraya davet etti.
...



Atatürk'ün, Yıldırım Orduları Grup Komutanı iken, İngilizlerin Ermeni çetelerini ordunun gerisinde faaliyete geçirdikleri konusunda Başkumandanlığı uyarıcı, 6 Kasım 1918 tarihli yazısı.



Başkumandanlık Erkânıharbiye Riyaseti Celilesine
Adana, 6 Kasım 1918

...

İngilizlerin Halep civarındaki ordularını beslemek için İskenderun'dan faydalanmak istemeleri haklı değildir. Çünkü İngilizlerin eline geçmiş bulunan Halep vilayetinde ve yalnız Halep şehrinde milyonlarca erzak olduktan başka şartnamenin 21. maddesine göre hakikaten Halep'teki İngiliz ordusuna iaşe bakımından yardım etmek gerekirse, pek çok erzak bulunan Kilis, Antep havalisinden özel tedbir ve tertiplerle erzak satılabilir. Sizi temin ederim ki, maksat Halep'teki İngiliz ordusunu beslemek olmayıp İskenderun'u işgal, İskenderun, Kırıkhan, Katma yoluyla hareket ederek Antakya- Diricemal- Ahterîn hattında bulunan 7. Ordu'nun geri çekilme hattını kesmek ve bu Ordu'ya Musul'da yaptığı gibi, teslim olmaktan kaçamayacak bir vaziyete sokmaktır. İngilizlerin Ermeni çetelerini bugün İslahiye'de faaliyete geçirmiş olmaları da bu zanna kuvvet verecek mahiyettedir
...



Yıldırım Orduları Grubu Kumandanı
M.Kemal






ATATÜRK'TEN ERMENİ SORUNU(1919, Ocak - Haziran)

Erkanıharbiye- i Umumiye Riyaseti’ne


Samsun, 21 Mayıs 1919


Canik Sancağındaki eşkıyalıkla asayişsizliğin sebepleri, etkenleri ve bunun ortaya çıkardığı neticeleri burada yaptığım araştırmaya dayanarak ve özet olarak aşağıda arz ederim:


Seferberliğin başlangıcında sancak dahilinde hemen yalnızca asker kaçaklarından ve İslam, Rum, Ermeni gibi unsurlardan ayrı ayrı ve kendi hesaplarına teşekkül eden birtakım çeteler adi hırsızlıklar ve ara sıra adam öldürme olaylarıyla meşgul olmuş, Rum ve Ermeni tehciri sırasında bu unsurlardan ortaya çıkan bazı çeteler siyasi bir şekil kazanmış ve Rusların istilası başlayınca memleket içinde kargaşa çıkarmak için bunlar Ruslar tarafından da cesaretlendirilmiş ve denizden desteklenmiş, bu kısım çetelerin eşkıyalıkları siyasi olmakla beraber mahalli takibat karşısında memleketi tehlikeye atacak dereceye düşürememiştir.

Rusların hezimete uğramasından mütarekeye varıncaya kadar da olaylar ve eşkıyalık alelade devam etmiştir.




Sadaret Yüksek Makamına
Samsun, 22 Mayıs 1919


Canik sancağındaki eşkiyalıkla asayişsizliğin sebeb ve failleri ve bunun meydana getirdiği bugünkü durumu burada yapmakta olduğum incelemelere dayanarak kısaca aşağıda arz ediyorum.


Seferberliğin başlangıcında liva dahilinde özellikle asker kaçaklarından ve İslam, Rum, Ermeni gibi unsurlardan ayrı ayrı oluşan bir takım çeteler, adi hırsızlıkla, ara sıra da öldürmelerle meşgul olmuşlar, Rum ve Ermeni sürgünü esnasında bu unsurlardan ortaya çıkan bazı çeteler ise siyasi bir hüviyet kazanmıştır. Rusların istilası başlayınca, memleket içinde karışıklık meydana getirmek için bunlar, Ruslar tarafından da teşvik ve denizden de desteklenmişlerdir. Bu kısım çetelerin eşkiyalıkları siyasi olmakla beraber, bölgedeki takibat karşısında memleketi tehlikeye atacak bir duruma düşürememiştir.


Rusların yenilgisinden ateşkese varıncaya kadar olaylar ve eşkiyalık devam etmiştir. İslam çetelerinin teşekkülünde ise hiçbir zaman siyasi bir amaç belirmemiştir. Ateşkesten sonra, Devletçe iki defa ilan edilmiş olan aftan birçok İslam asker kaçağı ve bir kısım İslam eşkiyası yararlandığı gibi Rum eşkiyasından da isimleri bilinen yirmi kadar şahıs teslim olmuştur. Bugün liva dahilinde Ünye çevresindeki bir iki Ermeni çetesinden başka Ermeni çeteleri yok denecek kadar az ve faaliyetleri hissedilmeyecek derecede etkisizdir.


...


... Bu durumun gerektirdiği mümkün olan bütün tedbirlere başvurulmuştur. Sonuçları zaman zaman bildireceğim. Arz olunur.


22 Mayıs 1919
Dokuzuncu Ordu Birlikleri Müfettişi
Padişahın Fahri Yaveri
Tuğgeneral Mustafa Kemal




Erkanıharbiye-i Umumiye Riyaseti’ne


Samsun, 24 Mayıs 1919

Silahlı üç yüz Ermeni’nin üç makineli tüfek ve birçok bomba taşıyarak Kars’tan Erzurum’un kuzeydoğusunda sınır üzerinde Kosor mevkiine geldikleri öğrenildi. Ermenilerin siyasi emellerini fiilen elde etmek ve asayişi bozuk göstermek maksadıyla Doğu vilayetleri içine çeteler geçireceklerini ve mütareke tarihinden beri ilk olarak elverişli bulunan mevsimin bu uygulamalarını kolaylaştıracağını pek muhtemel görüyorum. Bu ihtimale karşı 15. Kolordu’ca gerekli tedbirler alınmıştır....


9. Ordu Kıtaları MüfettişiTuğgeneral
Mustafa Kemal







Diyarbekir’de 13. Kolordu Vasıtasıyla
Mebus Kamil Beyefendi’ye
Havza, 28 Mayıs 1919


Doğu vilayetlerin Ermenilere veya herhangi bir yabancı idaresine geçmesine mani olmak ancak bu vilayetlerde tam asayişin ve özellikle bütün milletçe fikir birliğinin mevcudiyetini ispat etmek, tek vücut olan milletin, haklarını ve bağımsızlığını korumak için en son fedakarlığı göze aldığını bütün dünyaya göstermekle mümkün olacağı zatıalilerince bilinmektedir.


...


9. Ordu Kıtaları Müfettişi
Padişahın Fahri Yaveri
Mustafa Kemal
Harbiye Nezareti’ne


3 Haziran 1919

Sivas ve civarında evvelce bulunan Ermenileri ve daha sonra gelen mültecileri tehdit edecek hiçbir hadise olmamıştır. Sivas’ta ve ne de civarında endişe verici hiçbir hal yoktur. Herkes sessizce kendi işiyle gücüyle meşguldür; bunu kesin olarak arz ve temin ederim.

...


9. Ordu Kıtaları Müfettişi
Mustafa Kemal


Sadaret Makamına Havza, 3 Haziran 1919İzmir, Manisa, Aydın’ın işgalinden heyecanlanan ve endişelenen halkın her tarafta milli bağımsızlığı kurtarmak gayesiyle yaptığı etkili gösteriler, yapılan müracaatlardan ve bazı yerlerden bana gelen telgraflardan anlaşılıyor.

Bilhassa vaktiyle yanmış ve pek çok zulüm ve istila görmüş olan Doğu vilayetleri ahalisi, özellikle Ermenilerin fiilen yaptığı bazı harekattan ve yabancıların Batı Anadolu’daki işgal ve istilalarından haklı olarak şüpheye düşmüş ve artık kendi topraklarının da aynı akıbete uğrayacağından endişelenerek güvenecekleri ve teselli bulacakları bir nokta bulmak için vaziyetin açıklığı ve hakikat hakkında durmadan bilgi istiyorlar.

...


M. Kemal










Komutanlara ve Valilere


Havza, 3 Haziran 1919



... Paris’e gitmeye hazırlanan heyetin (Barış Görüşmeleri Heyeti) görüşüyle milli vicdanın kesin talebi arasında tam uygunluk şarttır. Aksi takdirde millet, gayet zor vaziyette ve telafi edilemez oldubittiler karşısında kalabilir. Bu endişeyi doğuran sebepler şunlardır: Sadrazam Paşa hazretleri, bilinen açıklamasında, bir Ermeni özerkliği esasını kabul etmiş olduğunu bildirdi. Bunun sınırını belirtmedi. Bundan doğu vilayetleri halkı tabii ki üzüldü ve durumun açıklanmasını istemek zorunda kaldı. Toplanmış olan Saltanat Şurası’nda da hemen herkese milli bağımsızlığın korunmasını ve milletin mukadderatının bir milli şuraya verilmesini istediği halde, yalnız hükümetin dayandığı İtilaf ve Hürriyet Fırkası adına Reis Sadık Bey’in yazılı ifadesinde İngiltere’nin himayesi teklif edildi. Geniş bir Ermenistan özerkliğini ve devletin bir yabancı himayesini kabul etmesi meselelerinde milli arzu ile şimdiki hükümetin görüşü arasında mutabakat olmadığı görülüyor. Sadrazam Paşa hazretleriyle beraberinde hareket edecek olan heyetin milletin haklarını savunmada takip edeceği esaslar ve program milletçe bilinmedikçe arz edilen noktalarda endişeye düşmekten kaçınılamaz. Bu suretle vilayetlerdeki ve çevrelerindeki Müdafaai Hukuku Milliye, Reddi İlhak cemiyetlerinin temsilci heyetleri ve henüz teşkilatını tamamlayamayan yerlerde de belediye heyetleri Sadrazam Paşa hazretlerine ve doğrudan doğruya padişaha telgraflarla müracaat ederek, milli tam bağımsızlığın dokunulmazlığının ve milli çoğunluğun haklarının korunmasının milletçe esas şart olduğunu açıklamalı ve buna göre gidecek heyetin savunma esaslarının millete resmen ve açıkça bildirilmesini istemelidir.

...

[B]
Mustafa Kemal












Sadaret Yüksek Makamına
Havza, 5 Haziran 1919




(Doğu Karadeniz Bölgesi’nde) Hrıstiyan unsurları şımartıp çılgınca vaziyetlere sokan Rum ve Ermeni kundakçıları, asayişi yabancılara karşı bozuk göstermek ve işgal ve müdahaleyi davet etmek ve bilhassa yabancı subayların bulunduğu yerlerde hükümetle hiç temas etmemek, doğruca yabancılara müracaat etmek gibi muameleler ve İslamlar aleyhine olaylar çıkartılması gibi tutum ve davranışlarını sürdürüyorlar... Rum ve Ermeni komitacılarıyla, bunların ileri gelenleri, devamlı şekilde temasta bulundukları İngiliz subayları ile bazı Amerikan memurlarından çok yüz buluyorlar.


Van vilayetine gelince; adi olaylar dikkat çekmektedir. Ermenistan ve Gürcistan ile sınırları olan bu üç vilayetin (Van, Erzurum, Trabzon) doğusunda ve Kafkas tarafında Ermenilerin faaliyet ve hazırlığı vardır.












Harbiye Nezareti’ne
Havza, 12 Haziran 1919


Erzurum vilayetinden aldığım bilgide, 5.6.1919 günü yanında bir Ermeni tercümanı olan bir İngiliz subayı Iğdır’dan Bayezit’e gelerek, Mutassarıf’a: İngiltere himayesinde teşekkül eden Ermenistan’a Bayezit havalisinin de bırakıldığını, ancak Konferans kararlarının kendisine tebliğ edilmiş olduğunu ve bir aya kadar on beş bin Ermeni muhacirinin Ermeni düzenli birlikleri himayesiyle eski yurtları olan Bayezit sancağına sevk edileceğini bildirmiştir. Mutasarrıfı hükümetten bu konuda resmi bir tebligat almamış olduğunu, eğer muhacirlerin dönmesi kararlaştırılırsa, kabul şeklinin hükümetçe alınan tedbirleri kapsayan eldeki talimatname dairesinde olabileceğini, bununla birlikte Bayezit sancağı muhacirlerinin on beş bin olmayıp ancak yedi, sekiz bin kadar olduğu, silahlı Ermeni askeriyle de gelmelerine hacet olmadığı cevabını vermiş.... Bu bölgeler hakkında yaptığım resmi ve özel araştırmaya göre de, Doğu vilayetlerinden bir karış toprağın bile Ermenistan’a bırakılmasının mümkün olmayacağı, bir tek Ermeni askerinin sınırımızın bu tarafına geçmesinin ateşle karşılık göreceği ve ancak hükümetler arasında kararlaşacak ve hiçbir yerde çoğunluk oluşturmamak üzere Ermeni muhacirlerinden isteyenlerin memleket dahiline hükümetin kefil olması ve adli teminatı altında kabul edilebileceği bence de uygun görüldüğünden, ona göre gereğinin yapılması arz olunur.


9. Ordu Kıtaları Müfettişi
Tuğgeneral
Mustafa Kemal











Harbiye Nezareti’ne


Havza, 12 Haziran 1919


29.5.1919'da Pasinler kazasının Isısu köyü civarında biri gövdesinden ikiye ayrılmış, diğeri altı yerinden süngü ve kurşunla yaralanmış, yaklaşık on beş yaşındaki bir çocuğun da burun, göz ve kulakları kesilmiş olmak üzere vahşice ve gaddarca katledilmiş üç Müslüman cesedi bulunmuştur.

... Olay hakkında Erzurum İngiliz temsilcisinden alınan yazılı cevapta, bu cinayetin Oltu'nun on sekiz kilometre kadar doğusundaki Pernos köyünün eski sakinlerinden olan Ermeniler tarafından yapılmış olmasının muhtemel olduğu ... Bu biçarelerin cesetlerinde görülen vahşet ve acımasızlık belirtilerinden de yapanların Ermeni olduğuna ihtimal verdireceği bildirildiği anlaşılmaktadır. Adı geçen temsilci, 1918 senesinde Ermenilerin ailelerini ve aciz olanları geriye gönderdikten sonra silahlı gençleriyle kurdukları çeteler vasıtasıyla bilhassa Erzurum ve havalisi halkını feci bir surette katlettikleri, şimdi Savunma Bakanlığı'nda bulunan resmi belgelerle bütün dünya gözünde ortaya serilmiş ve dolayısıyla Pernos köyünde yapıldığı ihbar edilen katliamın olmadığı ve sırf cinayeti örtmek için yazılmış olduğuna şüphe bulunmadığına dair cevap verildiği bildirilmektedir. Hakikaten cinayet İngiliz temsilci tarafından bildirildiği şekilde kabul edildiği takdirde, Türkiye'ye dönmek üzere sınıra yaklaşan bu Ermenilerin hala vahşet ve cinayetlerine devam edecekleri ve Müslümanları birer birer imhadan geri durmayacakları hakkındaki Doğu vilayetleri halkının korku ve kanaatleri doğrulanmakta. ...



9. Ordu Kıtaları Müfettişi
Tuğgeneral
Mustafa Kemal











Erzurum Vilayeti’ne


15 Haziran 1919

1. Culfa ve Nahçivan tarafındaki Ermeniler İslamlara karşı son derece gaddar ve haince davranmakta ve İslamların silahlarını toplamak için şiddet göstermekte imişler. ...

2. Ermeniler yakında Rus Bolşevikleriyle Azerbaycan Türk Ordusunun gelerek kendilerini mahvedeceklerini düşünerek hiçbir yardımları dokunmayan İngilizlere lanet okuyorlarmış.





Diyarbekir’de Cemil Paşazade Kasım Bey’e


16 Haziran 1919

Kürtlerin devletten ayrılarak İngilizlerin himayesinde bağımsız Kürdistan kurmaları teorisini tasvip etmem. Çünkü bu teori, muhakkak Ermenistan lehine İngilizler tarafından tertip edilmiş bir plandır. Bayazıt sancağına resmen gelen ve beraberinde bir Ermeni subayı bulunan İngiliz temsilcisi, o havalinin Ermenistan olduğu ve bu keyfiyetin tebliği kararlaştırılmış olduğundan, Ermeni askerleri himayesinde Ermeni muhacirlerinin dönmeye başlayacağını resmen bildirdi. Tabii ki bunu reddettim ve edeceğim.




Mustafa Kemal










15. Kolordu Kumandanı Kazım Paşa Hazretleri’ne


Amasya, 16 Haziran 1919



2. Doğu vilayetleri halkının, Ermeni çetelerinin acımasızlığına ve taarruzlarına hedef olmuş, en büyük felaketi görmüş bir unsur olmak sıfatıyla, birlik ve fedakarlık lüzumunu en önce takdir ettikleri iftiharla görülmektedir. Fakat Anadolu’nun öteki tarafları böyle değildir. Siyasi zümrelerin şimdiye kadar menfaatleri uğrunda halkı oyuncak kabul etmiş olmaları, ahalide her türlü teşkilata karşı bir tür çekingenlik doğurmuştur.


Mustafa Kemal








Bitlis Vilayeti Vekaleti’ne


17 Haziran 1919



2. Doğu vilayetlerimizin hemen hepsinde kurulup şekillenmiş olan işbu Müdafaai Hukuku Milliye ve Reddi-i İlhak Cemiyeti’nin vilayetinizde de açılıp açılmadığını yazınızdan çıkartamadım. Düşmanlarımızın Türk ve Kürdün ezici çoğunluğuna rağmen doğu vilayetlerimizi Ermenilere hediye ettikleri er ve geç İzmir gibi ve belki de daha feci bir akıbete uğrayacağı pek muhtemeldir. Milletin ortak azim ve iradesini aleme ilan edecek, fiili bir tecavüz ve sapma karşısında namus ve bağımsızlığını savunacak kudretli bir milli teşkilatın tamamlanamamış olmasını, Van ve Bitlis gibi Ermenilerce hedef alınmış sınır vilayetlerimizin yakın geleceği bakımından çok acı ve tehlikeli görmekteyim.


3. Ordu Müfettişi
Padişahın Fahri Yaveri
Tuğgeneral
Mustafa Kemal













Erzurum Vilayeti’ne


19 Haziran 1919

13. Kolordu’nun verdiği bilgiye göre, Amerikalı Miss Suckot adındaki bir kadın Diyarbekir’den Silvan’a giderek Beşiri kazasına dönmüştür.

Adı geçen, dolaştığı Ermeni köylerinde Ermeni nüfus miktarı hakkında araştırma yapmaktadır.




ATABE, c. 2, s. 399

Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri, Derleyen: Nimet Arsan, Cilt: IV, Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Yayını, Ankara, 1964, s. 37.

Mustafa Onar. Atatürk'ün Kurtuluş Savaşı Yazışmaları I, T.C. Kültür Bakanlığı Atatürk Dizisi: 45, Ankara. 1995. s.79.






15. Kolordu Kumandanlığı’na


24 Haziran 1919

Doğu vakaları hakkındaki istihbarat aşağıdadır:

1. Ermeni Hükümeti Cumhuriyesi’nin hali hazırda üç tümen askeri varmış, gönüllülerden bir dördüncü tümen kurulması arzu olunuyormuş. Fakat kimse icabet etmediğinden mümkün olmamış.

2. Mevcut tümenler iki taburlu ikişer piyade alayından mürekkep olup taburda dört makineli tüfek ve iki dağ topu varmış; bütün Ermeni ordusunda altı adet sahra topu bulunuyormuş.

3. Tümenlerin mevcudu sekiz yüz eri geçmemiş olup sahra toplarının hayvanları olmadığından katırla harp edilmekte imiş.

4. Ermenistan Harbiye Nazırı eski Rus generallerinden Nazarıekov

Prof. Dr. Sinsi 08-03-2012 03:14 AM

Ermeni Sorunu, İddialar, Gerçekler
 
Konunu üzerine tıkla metni oku..

ATATÜRK'TEN ERMENİ SORUNU(1919, Temmuz - Aralık) »


Atatürk'ün Sivas'taki 25 kadar Amerikan okulunun yalnız bir tanesinde bin beş yüz kadar Ermeni öğrenci bulunduğuna dair, Bekir Sami Bey'e Temmuz 1919'da yazdığı yazı.»


Atatürk'ün Paris Konferansı ve Doğu illerindeki Ermeni hakimiyeti hakkında Harbiye Nazırı Ferid Paşa ile 5 Temmuz 1919'da telgraf başında yaptığı konuşma»


Atatürk'ün, devlet ve milletimizin parçalanması ve Ermeni ve Yunan esaretine düşülmesi tehlikesine dikkat çekerek, 650 sene efendilik eden bir milletin köle mevkiine düşmesinin kolay olmadığına dair, Harbiye Nazırı Ferid Paşa'ya yazdığı 6 Temmuz 1919 tarihli yazısı.»M. Kemal'in; topraklarının Ermenistan'a verileceği vaadi karşısında galeyana gelen Doğu Anadolu ahalisi arasından çıkıp İstanbul'a gelemeyeceğini bildiren telgrafı. 6 Temmuz 1919.»


Atatürk'ün, vatan ve milletin Yunan ve Ermeni emellerine kurban edilmesine mani olmak üzere resmi ve askeri sıfatından istifa ettiğine dair, Kolordu Komutanlarına gönderdiği 8 Temmuz 1919 tarihli yazısı.»


Atatürk'ün, Erzurum Kongresi'nde yaptığı 23 Temmuz 1919 tarihli konuşması.»


Atatürk'ün İzmir'in işgali ve Ermeni istilası tehlikelerinden doğan Erzurum Kongresi'nin hiçbir siyasi akımla ilgisi olmadığına dair, 20. Kolordu Komutanı Ali Fuat Paşa'Ya yazdığı 3 Ağustos 1919 tarihli yazısı.»


Atatürk'ün, Ermenilerin İslamlara yönelik katliamlarına dair, Erzurum Kongresi beyannamesinde yer alan 7 Ağustos 1919 tarihli sözleri.»


Atatürk'ün, yurdun Ermeni ayakları altında çiğnenmesine ve ulusumuzun Ermenilere tutsak olmasına olur verecek hiçbir Müslüman düşünülemeyeceğine dair, Şeyh Mahmut Efendi'ye yazdığı 13 Ağustos 1919 tarihli yazısı.»


Atatürk'ün, Doğu halkının, Ermenilere karşı direndiğine ve İstanbul'daki hükümetin, düşman saldırıları karşısında beceriksiz kaldığına ve bu sebeple milletçe birlikte hareket edilmesine dair, Şeyh Ziyaettin Efendi'ye yazdığı 13 Ağustos 1919 tarihli yazısı.»


Atatürk'ün, İngilizlerin ulusumuzu parçalamaya ve ülkemizi Ermeni ayakları altında çiğnetmeye yönelik entrikalarına dur denilmesi için Cemil Çeto Bey'e yazdığı 13 Ağustos 1919 tarihli yazısı.»


Atatürk'ün, Doğu illerinin Ermenistan'a katılması durumunda, Osmanlı Ermenilerinin zorda kalacağına dair, 12. Ve 20. Kolordu Komutanlıkları'na yazdığı 21 Ağustos 1919 tarihli yazısı.»


Atatürk'ün, İstanbul'da Rumlarla Ermenilerin çalışmalarına dair yayınladığı 22 Ağustos 1919 tarihli tamimi.»


Atatürk'ün, ABD İnceleme Heyeti Raporu konusunda Müdafaai Hukuk Cemiyeti Erzurum Merkez Heyeti'ne yazdığı 24 Ağustos 1919 tarihli yazısı.»


Atatürk'ün, Ermenilerin Erivan ve Nahcivan'daki faaliyetleri hakkında, Kastamonu Komutanı Albay Osman ve Vali Vekili Ferid Bey'le Eylül 1919'da yaptığı telgraf görüşmesi.»


Atatürk'ün, 4 Eylül 1919'da, Doğu sınırlarına dayanan Ermenilerin katliam siyasetine başladığına dair, Sivas Kongresi'nde Kongre Reisi olarak yaptığı açış konuşması.»


Osmanlı memleketinin herhangi bir parçasında bağımsız birer Rumluk ve Ermenilik teşkili gayesine yönelik harekata karşı Ermenilere toprak verilmesine karşı birlikte müdafaa ve mukavemet meşru esası kabul edildiğine dair, Sivas Kongresi kararı, 11 Eylül 1919»


Atatürk'ün Rum ve Ermenilerin, İtilaf Devletleri teşvik ve himayesi altında milli izzeti nefsimizi yaraladıklarına dair, Müşir Fuat Paşa'ya yazdığı 17 Eylül 1919 tarihli yazısı.»


Atatürk'ün, Doğu illerini gezen General Harbord'un yönelttiği Ermenilerle ilgili sorulara ne gibi cevaplar verdiğine dair, 15. Kolordu Komutanlığı'na gönderdiği 21 Eylül 1919 tarihli yazısı.»


Atatürk'ün, yayınladığı beyannamede Osmanlı'nın, Doğu Vilayetleri'nde geniş bir Ermenistan teşkiline ve Toros silsilesinin güneyinde kalan yerleri terke hazır bulunduğuna dair ifadeler bulunan Padişah'a çektiği 22 Eylül 1919 tarihli telgraf.»


Atatürk'ün, Fransız ve İngiliz koruyuculuğu altında işgal ve örgütlenmesini kesinleştirmiş olan Ermenilere karşı birlik olunması gerektiği konusunda 20, 3, 13, 12. Kolordu Komutanlıklarına ve Adana, Antep, Maraş ve Urfa Merkez Kurullarına gönderdiği 22 Eylül 1919 tarihli yazısı.»


Atatürk'ün, 24 Eylül 1919'da General Harbord'a verdiği muhtıranın Ermenilerle ilgili bölümü.»


Atatürk'ün, Tasviri Efkar gazetesi muhabirinin sorusu üzerine, bir karış vatan toprağının bile Ermeni işgaline bırakılamayacağına dair, 17 Ekim 1919 tarihli cevabı.»


Atatürk'ün, Ermeni Patriği Zaven Efendi'nin demeci üzerine, 21 Ekim 1919 tarihli İleri, Tasviri Efkar, Yenigün ve İradei Milliye gazetelerinde yayımlanan açıklaması.»


Atatürk'ün, Adana bölgesinde, Ermenilerin Fransızlar tarafından silahlandırıldığı ve İslamlarla boğazlaşmaya sevk edildikleri ve İslam ahali arasında büyük bir heyecan ve galeyan olduğu ve bu heyecanın Ulukışla havalisine kadar yayıldığına dair, Harbiye Nazırı Cemal Paşa'ya gönderdiği 23 Ekim 1919 tarihli yazısı.»


Atatürk'ün, Osmanlı sınırları dışında kurulacak bir Ermeni devleti hakkında, 25 Ekim 1919 tarihli Le Temps gazetesinde yayınlanan cevabı.»


Atatürk'ün, asker korumasında Kayseri'den Kilikya'ya sevk edilecek olan 800 Ermeni'ye yönelik herhangi bir olumsuz hareketin olmaması için Harbiye Nazırı Cemal Paşa'ya gönderdiği 1 Kasım 1919 tarihli yazısı.»


Atatürk'ün, İngiliz işgal kuvvetinin tahliye ettiği Maraş'a Fransız kuvvetleri girmekte ve oradaki Ermeniler vasıtasıyla Müslüman kardeşlerimize karşı bir katliam icra etmekte olduklarına dair, Malatya Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Cemiyeti Heyeti Merkeziyesi'ne gönderdiği 1/2 Kasım 1919 tarihli yazısı.»


Atatürk'ün Maraş'taki Ermeni katliamları ve Fransız hükümeti arasında, birtakım Ermeni fedaileri bulunduğuna dair, Elaziz Müdafaai Hukuk Cemiyeti Heyeti Merkeziyesi'ne gönderdiği 3 Kasım 1919 tarihli yazısı.»


Atatürk'ün, İtilaf devletleri ile Rum ve Ermenilerin ortak ve yardımcısı olan bazı vatan haini siyasi partilerin Meclisi Mebusan'a girmekten korkarak, Meclis'in sırf milli teşkilat mensuplarına ait olduğuna dair haber yaydıklarına dair, 15. Kolordu Komutanlığı'na gönderdiği 4/5 Kasım 1919 tarihli yazısı.»


Atatürk'ün, Maraş'ı işgal eden Fransız kıtalarının yüzde yirmisinin Fransız Cezayirli, geri kalanınınsa Osmanlı Ermenilerinden meydana gelen fedailerden oluştuğuna dair, Bursa'da 56. Tümen Kumandanlığı'na yazdığı 7 Kasım 1919 tarihli yazısı.»


Atatürk'ün Kürt Teali Cemiyeti'nin Ermeniler lehine çalıştığına dair Harput Valiliği'ne yazdığı 8 Kasım 1919 tarihli yazısı.»


Kilikya'da, Küçük Ermenistan teşkilinin önlenmesi için gerekli tedbirlerin alınmasına yönelik, 10 Kasım 1919 tarihli Heyeti Temsiliye kararı.»


Atatürk'ün, Adana'da oturan Ermenileri başımıza musallat eden Fransa'nın hiçbir vakit dostumuz olamayacağına dair, Bursa'da 56. Tümen Kumandanı Bekir Sami Beyefendi'ye yazdığı 10 kasım 1919 tarihli yazısı.»


Adana vilayeti sınırında Ermeni Fransız askeri tarafından yapılan zulümler dolayısıyla alınacak tedbirler hakkında 11 Kasım 1919 tarihli Heyeti Temsiliye kararı.»


Atatürk'ün Ermenileri maşa olarak kullanmak suretiyle Fransızlar tarafından işgal edilen Adana, Maraş ve Urfa'daki Ermeni olayları hakkında yayınladığı 12 Kasım 1919 tarihli İngilizce bildiri.»


Ulukışla'nın Ömerli köyü civarında yedi Müslümanın, Ermeni Fransız askerleri tarafından katledildiğine dair, 13 Kasım 1919 tarihli Heyeti Temsiliye kararı.»


Ermeni zulümlerini görmek üzere milletlerarası bir heyetin Adana'ya yollanması isteğinin, Cemal Paşa vasıtasıyla merkezi hükümete bildirildiğine dair, 16 Kasım 1919 Heyeti Temsiliye kararı.»


Atatürk'ün Fransızların işgal ettiği Maraş, Urfa ve Ayıntap'taki Ermeni katliamlarına dair, 16 Kasım 1919'da yazdığı protestoname.»


Atatürk'ün, Erzurum ve Sivas kongreleri kararları ile Ermenistan'a bir karış toprak bile terk etmeyeceği hakkında Çürüksulu Mahmut Paşa'ya gönderdiği 17 Kasım 1919 tarihli yazısı.»


Atatürk'ün, 22 Kasım 1919 tarihli Heyeti Temsiliye toplantısında, Ermenilerle ilgili konuşması.»


Atatürk'ün, Paris Sulh Konferansı'na gitmek üzere Suriye'den hareket ederek Heyeti Temsiliye ile fikir alışverişinde bulunmak üzere Sivas'a uğrayan Suriye ve Ermenistan Fransız Fevkalade Komiseri Fransuva Jur Piko ile yaptığı özel görüşme hakkında, 15. Kolordu Kumandanı Kazım Karabekir'e yazdığı 7 Aralık 1919 tarihli yazı.»


Atatürk'ün, Ermeniler veya Fransızlar tarafından sebebiyet verilmedikçe, silahlı tecavüzlerde bulunulmaması için Urfa Müftüsü Hüsnü Ef endi'ye yazdığı 8 Aralık 1919 tarihli yazı.»


Atatürk'ün, Ermenilerin muhtemel katliamlarına karşı, büyük bir harekete hazır bulunulması için Kilikya Mıntıkası Kuvayi Milliye Kumandanı Binbaşı Kemal Bey'e yazdığı 8 Aralık 1919 tarihli yazı.»


Atatürk'ün, Ermenilerin tecavüzleri Fransızlar tarafından önleneceğinden kendileri tarafından bir tecavüz olmadıkça silahlı tecavüzden kaçınılması konusunda, Adana Heyeti Merkeziyesi'ne 12 Aralık 1919 tarihli cevabı.»

Atatürk'ün, Fransızların, Ermeni çetelerini işgal bölgelerinden geri çekeceklerine dair vaatte bulunmasından dolayı, Müslüman ahalinin Ermenilere yönelik silahlı bir tecavüz yapmaması hakkında Urfa Mutasarrıfı Ali Rıza Bey'e yazdığı 15 Aralık 1919 tarihli yazı.


»

Atatürk'ün, Ermenilere yönelik silahlı tecavüzlerden kaçınılmasına dair, Konya'da 12. Kolordu Kumandanı Fahrettin Efendiye yazdığı 10 Ocak 1920 tarihli yazı.»


Atatürk'ün, Kilikya havalisindeki Ermenilere karşı hiçbir tecavüzde bulunulmaması hakkında, Sivas'ta 3. Kolordu Kumandanı Selahattin Bey, Diyarbekir'de Cevdet Bey ve Everek'te (Develi) Ahzı Asker Muamelat Müfettişi Kemal Bey'e yazdığı 11 Ocak 1920 tarihli yazısı.»


Atatürk'ün, Ermeniler tarafından sebebiyet verilmedikçe, silahlı tecavüzde bulunulmaması hakkındaki emrin Adana Valisi Celal Beyefendi'ye ulaştırılmasına dair, Konya'da 12. Kolordu Kumandanı Fahrettin Bey'e gönderdiği 11 Ocak 1920 tarihli yazı.»


Atatürk'ün, Ermenileri geri çekerek, İslamlar aleyhindeki zulme nihayet vereceklerini söyleyen Fransızların, Ermenilerle birlikte İslam halka katliam yaptıklarına dair, Harbiye Nazırı Cemal Paşa'ya yazdığı 3 Kasım 1920 tarihli yazı.»


Atatürk'ün Fransız memurlarının sözlerine rağmen, Ermenilerin, Islahiye, Ayıntap, Maraş, Kilis ve Zeytun taraflarında devlet memurlarıyla İslam ahaliye zulüm yaptıklarına dair, 3. Kolordu Kumandanlığı'na gönderidği 14 Ocak 1920 tarihli yazısı.»


Atatürk'ün Mondros Mütarekesi'nden sonra Amerika'dan gelen 250 bin Rum ve Ermeni'nin İstanbul'a yerleştiklerine dair, 15. Kolordu Kumandanı Kazım Karabekir'e yazdığı 15 Ocak 1920 tarihli yazısı.»


Atatürk'ün, Maraş mıntıkasında, ahaliye tecavüz ve İslam ahaliye zulümler yapan Fransız ordusundaki Ermenilerin, Kuvayi Milliye tarafından bozguna uğratıldığına dair, Kastamonu Valiliği'ne ve Mıntıka Kumandanlığı'na yazdığı 21 Ocak 1920 tarihli yazısı.»


Atatürk'ün, Adana, Islahiye, Osmaniye, Katma, Antep ve Maraş'taki Fransız sömürge ve Ermeni askerlerinin sayısına ve bu yöredeki mücadelelere dair, 24 Ocak 1920 tarihli tamimi.»


Atatürk'ün, Fransızlar ve Ermenilerin Maraş'ta yaptıkları katliam hakkındaki 25 Ocak 1920 tarihli yazısı.»


Atatürk'ün, Maraş'ta, Fransız ve Ermeniler tarafından Müslümanların katliamı, insanlığı dehşete düşürecek şekilde devam ettiğine dair, 19 Ocak 1920 tarihli yazısı.»


Atatürk'ün, Fransızların Kilikya'da Ermenileri silahlandırdıkları ve her gün 8-10 Türkün Ermeniler tarafından kayıp edildiğine dair, 31 Ocak 1920 tarihli yazısı.»


Atatürk'ün, 17 günden beri Ermenilerin Maraş'ta yaptıkları katliamların devam ettiğine dair, 8 Şubat 1920 tarihli tamimi.»


Atatürk'ün, Inekler ve Bahçe Ermenilerinin, Güller ve Zencirli İslam köylerini yağmalayıp halkını vahşi bir şekilde katlettiklerine dair, Sivas Vilayeti'ne ve Sivas Heyeti Merkeziyesi'ne yazdığı 10/11 Şubat 1920 tarihli yazı.»


Atatürk'ün, Fransızlar ve onların kışkırttığı Ermeniler tarafından hunharca katliama tabi tutulan Maraş'lıların, düşman kuvvetleri bozguna uğrattıklarına dair, bütün Müdafaai Hukuk Cemiyetlerine gönderdiği 12 Şubat 1920 tarihli yazı.»


Atatürk'ün, Batı medeniyetinin öncüsü olduğunu iddia eden Fransızlar ile Ermenilere karşı çarpışan ve zafer kazanan Maraşlıları, bütün memleket namına tebrik eden, 12 Şubat 1920 tarihli yazısı.»


Atatürk'ün, Ermenilerin Ocak ayında İslamlara karşı daha ziyade şiddet göstermeye ve hunharlığa başladıklarına dair, Müdafaai Hukuk Cemiyeti Sivas Heyeti Merkeziyesi'ne, 12 Şubat 1920'de gönderdiği yazı.»


Atatürk'ün, medeniyet maskesine gizlenen Fransızlar ve onların öncüsü olan Ermenilerin, Urfa ve havalisinde İslam ahali hakkında zalimane katliamlara başladıklarına dair, Müdafaai Hukuk Cemiyeti Sivas Heyeti Merkeziyesi Riyaseti'ne gönderdiği 14 Şubat 1920 tarihli yazısı.»


Atatürk'ün, Güney işgal bölgelerindeki Fransız kuvvetleri tarafından silahlandırılan Ermenilerin, bulundukları mahallerdeki İslamlara katl ve imha siyaseti yoluna girdiklerine dair, Harbiye Nazırı Fevzi Paşa'ya gönderdiği, 20 Şubat 1920 tarihli yazısı.»


Atatürk'ün, hiçbir yerde Ermeni kıtali (kırımı) yapılmadığı ve Türklerin sebepsiz hiçbir yerde hiçbir yabancı unsura mütecaviz olmadığına dair, Harbiye Nazırı Fevzi Paşa'ya gönderdiği, 22 Şubat 1920 tarihli yazısı.»


Atatürk'ün, Kozan'da birçok Türkün kiliseye doldurulduğuna Feke ilçesinin 80 Ermeni tarafından sarıldığına ayrıca Saimbeyli'ye az zamanda takviye yetiştirilmediği takdirde Türklerin sonunun fena olacağına dair, 3. Kolordu Komutanlığı'na gönderdiği 2 Mart 1920 tarihli yazısı.»


Atatürk'ün, 10 Mart'ta geniş bir harekete başlanarak, Sis (Kozan) ve Hacın (Saimbeyli) gibi Ermenilerce saldırıya uğrayan dindaşlarımızı kurtarmak ve İslam halkın örgütünü güçlendirmek, saldırıya geçmesini sağlamak gerektiğine dair, Komutanlara gönderdiği 2 Mart 1920 tarihli yazısı.»


Atatürk'ün, Fransızlar tarafından silahlandırılan Ermenilerin Kilikya'da İslam ahaliye fiilen saldırdıklarına dair, Sivas Müdafaai Hukuk Cemiyeti'ne gönderdiği 3 Mart 1920 tarihli yazı.»


Atatürk'ün, Avrupa'da olumsuz akımlar doğurmayı çıkarları gereği görenler tarafından Anadolu'da yeniden 20,000 Ermenin öldürüldüğü hakkında çok iğrenç ve kesinlikle gerçek dışı haberler uydurulduğuna dair, Amiral Bristol'e ve İtilaf temsilcilerine gönderdiği, 7 Mart 1920 tarihli bildirisi.»


Atatürk'ün, Kozan, Haçin (Saimbeyli), Feke gibi bölgelerde fiilen kendisini göstermiş olan Ermeni mezaliminin bir an önce söndürülmesi gerektiğine dair, 3, 12, 20, 13 ncü Kolordu Komutanlıklarına gönderdiği, 9 Mart 1920 tarihli emri.»


Atatürk'ün, Kars'a bağlı 40 köyün tamamen yok edildiği ve 2 bin müslümanın Ermeniler tarafından katledildiğine dair, çeşitli devletlere gönderdiği 22 Mart 1920 tarihli protesto telgrafı.»M. Kemal'in; Milli Mücadele aleyhine olan bazı gazetelerle tüm Ermenice gazetelerin Anadolu'ya sokulmasını yasaklayan bildirisi, 23 Mart 1920»


Lord Curzon'un Avam Kamarasında Ermeniler hakkındaki olumsuz beyanına dair 27 Mart 1920 tarihli haber alma raporu.»M. Kemal'in; Ermeniler tarafından Avrupa'da yapılan propagandaların tamamen uydurma olduğunun İsviçre tarafından bir beyanname ile açıklandığını bildirmesi, 28 Mart 1920»


Atatürk'ün, Ermenilerin Maraş, Urfa ve Adana bölgesindeki katliamlarına dair bilgilerin İtalyan Ajansı aracılığı ile yayımlanmasına aracılık etmesi için Refet Bey'e gönderdiği 31 Mart 1920 tarihli yazısı.»M. Kemal'in, Çukurova bölgesinde Fransız ve Ermeniler'e karşı çarpışan kuvvetlere, 10 Mart 1920'de her yandan harekete başlamaları emri, Mart 1920»


Atatürk'ün, esir edilen düşman askerlerinin hayatlarının korunmasına olağanüstü özen gösterilmesi ve esirlerin hastalık sebebiyle bile olsun elimizde ölmelerinin dini ve milli ahlakımıza uygun düşmediğine dair, Kolordu komutanlıklarına yazdığı 13 Nisan 1920 tarihli emri.»


Atatürk'ün, 24 nisan 1920 Meclis Gizli Oturumu'nda yaptığı konuşmanın Ermenilerle ilgili bölümleri.»


Atatürk'ün, 24 Nisan 1920 tarihli Meclis açık oturumunda yaptığı konuşma.»


Türkiye'nin Sovyet Rusya ile beraber emperyalist hükümetlere karşı savaş ve yardım teklifi. 26 Nisan 1920.»


Atatürk'ün, Moskova Hükümeti'ne yapılacak işbirliği ve yardım teklifini Kazım Karabekir'e bildirmesi, 26 Nisan 1920.»


Atatürk'ün, 1 Mayıs 1920 tarihli Meclis Gizli Oturumunda yaptığı konuşmanın Ermenilerle ilgili bölümü.»


Genel siyasi durum ve Bolşeviklerle ittifak için aradaki Ermenistan engelinin kaldırılmasına dair Vekiller Heyeti kararının 15. Kolordu Komutanlığına bildirilmesi, 6 Mayıs 1920.»


BMM'nin, Adana, Maraş, Ayıntap ve Urfa gibi en eski İslam memleketlerinin Fransız zabitlerinin idaresinde Ermeni kin ve öfkesine, Ermeni ruhunun yırtıcı kabalık ve düşmanlığına yenecek, parçalanacak bir av gibi terkedildiği konularında İslam dünyasına yayınladığı beyanname, 9 Mayıs 1920.»


Sınırın Geçilmesi Teklifi Üzerine Vekiller Heyetinin, 12 Mayıs 1920'de Kazım Karabekir Paşa'dan'den Sorduğu Hususlar.»


Atatürk'ün, 17 Mayıs 1920 Meclis Gizli Oturumunda yaptığı konuşmanın, Ermenilerle ilgili bölümü.»


Vekiller Heyeti'nin Kafkas Cephesi ve Ermenilere dair 1 Haziran 1920 tarihli kararı.»


15. Kolordu Komutanlığı'nın taarruz teklifine yönelik Bakanlar Kurulu kararı , 6 Haziran 1920.»


Atatürk'ün, 7 Haziran 1920'de yaptığı Meclis konuşmasının Ermenilerle ilgili bölümü.»


Ermeni Cumhuriyetine verilen 13/14 Haziran 1920 tarihli nota.»


Atatürk'ün, General Gouraud'ya çektirilmek üzere 56. Tümen Komutanı Albay Bekir Sami Bey'e gönderdiği 13 Haziran 1920 tarihli nota.»


Atatürk'ün, Fransızların ateşkes sözleşmesine uymadıkları ve Ermenilerin İslam ahaliye tecavüze devam ettiklerine dair, komutanlara gönderdiği 16 Haziran 1920 tarihli yazı.»


Atatürk'ün, Fransızlara bildirilmek üzere 56. Tümen Komutanı Bekir Sami Bey'e gönderdiği, 17 Haziran 1920 tarihli Fransızca telgrafı.»


Atatürk'ün, Bolşeviklerle ilişki kurulması ve taarruzun geri bırakılması hususunda Doğu Cephesi Komutanlığı'na yazdığı 20 Haziran 1920 tarihli yazı.»


Ermenilerle ilgili olarak, Sovyet Rusya Dışişleri Komiserine verilen 20 Haziran 1920 tarihli cevap.»

Atatürk'ün Batı Adana Kuvayi Milliye Komutanı Sinan Beyi 20 Haziran 1920 tarihli uyarısı.


»

Atatürk'ün, 3 Temmuz 1920 tarihli Meclis Gizli Oturumunda yaptığı konuşmasının Ermenilerle ilgili bölümü.»


İngilizler'in teşvikiyle Ermeniler'in, Kızılordu ile birliklerimiz arasındaki teması, Gerus'ta kestiklerini ve Şahtahtı'nı işgal ettiklerine dair, Moskova'da bulunan Bekir Sami Bey'e gönderdiği 26 Temmuz 1920 tarihli yazı.»


Atatürk'ün, Doğu Cephesi'nin son durumu, Bolşevik kıtalariyle olan ilişkilerin mahiyeti ve Ermeniler'in durumu hakkında bilgi verilmesine dair, Doğu Cephesi Komutanlığı'na yazdığı 10 Ağustos 1920 tarihli telgrafı.»


Atatürk'ün, 14 Ağustos 1920 tarihli Meclis oturumunda, Bolşevik ordusuyla ilişkiler ve Ermeni sorunu hakkındaki bir soru önergesine verdiği cevap.»


Moskova'daki Murahhas Heyetinden gelen raporun içeriği hakkında Batı Cephesi Komutanlığının bilgilendirilmesi,16 Eylül 1920.»


Atatürk'ün, Ermeni Silahlı Kuvvetleri'ni imha etmek üzere, taarruza geçilmesi ve silahsız Ermeniler aleyhinde her türlü tecavüzden kesin olarak kaçınılması gerektiği konusunda Doğu Cephesi Komutanlığı'na yazdığı, 20 Eylül 1920 tarihli yazı.»


Doğu'da Ermenilere karşı kazanılan zaferin, Ermenilerle aramızdaki düşmanlığın gerek doğrudan doğruya ve gerekse Bolşeviklerin aracılığı ile barış yolundan çözülebilmesi için gerekli tedbirlerin alınmasına dair, 7 Ekim 1920 tarihli bakanlar kurulu kararı.»


Van, Bitlis'in Ermenilere bırakılmayacağına ve muahedeyi imzaya yetkili olduğuna dair, 16 Ekim 1920'de Moskova'daki Bekir Sami Beye gönderilen şifreli talimat.»


Atatürk'ün, Ermenilerle görüşmelerimizde hiçbir yerin karışması ve aracılığı söz konusu olmaması konusunda Gümrü Barış görüşmeleri delegeleri Hamit ve Necati Beylere yazdığı 23 Kasım 1920 tarihli yazı.»


Atatürk'ün, Gümrü barış görüşmeleriyle ilgili olarak Ermenistan Cumhuriyeti Bakanlar Kurulu Başkanlığı'na yazdığı, 29 Kasım 1920 tarihli yazı.»


Atatürk'ün, İngilizlerin, Bolşeviklerle Türkiye ve İslam ülkelerinin arasını açmak için bütün yollara başvurduklarına dair, Doğu Cephesi Komutanlığı'na gönderdiği 30 Kasım 1920 tarihli yazı.»


Atatürk'ün, Rum, Ermeni gibi Batı emperyalistlerinin hizmetçisi olan uluslarla, bu çabalarında direndikleri sürece anlaşma olamayacağına dair, Doğu Cephesi Komutanlığı'na yazdığı 1 Aralık 1920 tarihli yazısı.»

Atatürk'ün, Van ve Muş Vilayetlerimizin zararına olarak Ermenistan'ın büyütülmesini teklif eden Sovyet Dışişleri Komiseri Çiçerin'e verdiği 27 Aralık 1920 tarihli nota.


»

Atatürk'ün, 3 Ocak 1921 tarihli Meclis oturumunda yaptığı konuşmanın Ermenilerle ilgili bölümü.»


Atatürk'ün, 17 Ocak 1921 tarihinde United Telgraph muhabirine verdiği Ermenilerle ilgili demeci.»


Atatürk'ün, Amerikalı bir gazetecinin Ermenilerle ilgili sorularına verdiği 26 Şubat 1921 tarihli cevabı.»


Atatürk'ün, 1 Mart 1921 tarihli Meclis İkinci Yasama Yılını Açış Konuşması'nın Ermenilerle ilgili bölümü.»


Atatürk'ün, Roma'daki Papa Onbeşinci Benoit'e 12 Mart 1921'de gönderdiği yazının Ermenilerle ilgili bölümü.»


Atatürk'ün, 1 Mart 1922'de yaptığı Meclis Üçüncü Yasama Yılını Açış Konuşması'nın Ermenilerle ilgili bölümü.»


Atatürk'ün, 1 Mart 1923 tarihinde yaptığı Meclis Dördüncü Yasama Yılı Açış Konuşması'nın Ermenilerle ilgili bölümü.»


Adana esnaflarıyla konuşmasında, Çukurova Bölgesi'nin tarihte Türk, şimdi Türk ve sonsuza kadar Türk kalacağını; Ermenilerin burada hiçbir haklarının bulunmadığını açıklaması, 16 Mart 1923. »Atatürk'ün, yeni seçim dolayısıyla Trabzonlulara gönderdiği 21 Nisan 1923 tarihli bildirinin Ermenilerle ilgili bölümü.»

Atatük'ün, 13 Ağustos 1924'te yaptığı Meclis İkinci Dönem Birinci Yasama Yılını Açış Konuşması'nın Ermenilerle ilgili bölümü.»
Trabzonlularla konuşmasında, Trabzon'un Ermenistan'a bir mahreç yapılması isteğinin sonsuza kadar hayal olduğunu açıklaması, 16 Eylül 1924.

Prof. Dr. Sinsi 08-03-2012 03:14 AM

Ermeni Sorunu, İddialar, Gerçekler
 
ARŞİV BELGELERİ



http://frmsinsi.net/images/forumsins...sinsi.net_.jpg

Fatih Sultan Mehmed, Bosnayı fethettiği zaman Osmanlı devlet politikasının sonucu olarak bölge halkına dini serbestiyest getirmiştir. Fatih Sultan Mehmed'in buradaki latin papazlarına verdiği 883 (1478) tarihli ferman suretinde; "Nişanı-ı hümayun şu ki Ben ki Sultan Mehmed Han'ım; üst ve alt tabakada bulunan bütün halk tarafından şu şekilde bilinsin ki, bu fermanı taşıyan Bosna rahiplerine lütufta bulunup şu hususları buyurdum: Sözkonusu rahiplere ve kiliselerine hiçkimse tarafından engel olunmayıp rahatsızlık verilmeyecektir. Bunlardan gerek ihtiyatsızca memleketimde duranlara ve gerekse kaçanlara emn ü aman olsun ki, memleketimize gelip korkusuzca sakin olsunlar ve kiliselerinde yerleşsinler; ne ben, ne vezirlerim ne de halkım tarafından hiç kimse bunlara herhangi bir şekilde karışıp incitmeyecektir. Kendilerine, canlarına, mallarına, kiliselerine ve dışardan memleketimize getirecekleri kimselere yeri ve göğü yaratna Allah hakkı için, Peygamberimiz Muhammed Mustafa (s.a.v.) hakkı için, yedi Mushaf hakkı için, yüz yirmi dört bin peygamber hakkı için ve kuşandığım kılıç için en ağır yemin ile yemin ederim ki, yukarda belirtilen hususlara söz konusu rahipler benim hizmetime ve benim emrime itaatkâr oldukları sürece hiç kimse tarafından muhalefet edilmeyecektir." Bu ferman suretinde de görüldüğü gibi azınlıklar tam bir hürriyet ortamı içinde hayatlarını sürdürmüşlerdir.









http://frmsinsi.net/images/forumsins...sinsi.net_.jpg

Sevk ve İskân (Techir) Kanunu








http://frmsinsi.net/images/forumsins...sinsi.net_.jpg

Ermenilerin başka bölgelerde yerleştirilme nedenleri hakkında Hariciye Hukuk Müşaviri Mehmed Münir Bey'in 1335 (1917) tarihli raporu. Sayfa 1 BOA. HR. HU








http://frmsinsi.net/images/forumsins...sinsi.net_.jpg

Ermenilerin başka bölgelerde yerleştirilme nedenleri hakkında Hariciye Hukuk Müşaviri Mehmed Münir Bey'in 1335 (1917) tarihli raporu. Sayfa 4 BOA. HR. HU, Kr.173/5











http://frmsinsi.net/images/forumsins...sinsi.net_.jpg

Ermenilerin başka bölgelerde yerleştirilme nedenleri hakkında Hariciye Hukuk Müşaviri Mehmed Münir Bey'in 1335 (1917) tarihli raporu. Sayfa 7 BOA. HR. HU, Kr.173/5






http://frmsinsi.net/images/forumsins...sinsi.net_.jpg

Ermenilerin İâşe ve İskân Masraflarının Muhacirîn Tahsisatından Tesviyesi. (Ermeniler için gerekli iaşe ve iskân masraflarının muhacirîn tahsisatından tesviyesine dair Dahiliye Nezâreti'nden Konya Vilâyeti'ne çekilen şifre telgraf.) 15 B. 1333 (29 Mayıs 1915) BOA. DH. ŞFR, nr, 53/152







http://frmsinsi.net/images/forumsins...sinsi.net_.jpg

Protestan Ermenilerin Sevk Edilmeleri (Sevkedilmemiş olan Protestan Ermenilerin sevkedilmeyerek nüfusları, sevkolunan ve kalanların miktarının bildirilmesine dair Dahiliye Nezareti'nden çeşitli vilayetlere ve mutasarrıflıklara şifre telgraf.) 4 L. 1333 (15 Ağustos 1915) BOA. DH. ŞFR, 55/20






http://frmsinsi.net/images/forumsins...sinsi.net_.jpg

Ermenilerin Sevkiyatında Gözetilmesi Gereken Gaye ve Esaslar (Ermenilerin, hükümet aleyhinde çalışmalarına engel olunmak için sevkedildikleri, belirlenenler dışındakilerin sevkedilmemeleri, masraflarının muhacirîn tahsisatından sağlanması, kafilelerin korunması için gerekli tedbirlerin alınması, bunlara saldıranların şiddetle cezalandırılmalarına dair Dahiliye Nezâreti'nden çeşitli vilayetlere şifre telgraf.) 18 L. 1333 (29 Ağustos 1915) BOA, DH. ŞFR, 55/292






http://frmsinsi.net/images/forumsins...sinsi.net_.jpg

Uygunsuz Hareketlerde Bulunan Jandarmanın Divan-ı Harb'e Sevkleri (Urfa'dan Rakka'ya gönderilen kafilelere refakat eden jandarmaların ihmallerinden kaynaklanan uygunsuz davranışları nedeniyle Divan-ı Harb'e sevklerine dair Dahiliye Nezareti'nden Urfa Mutasarrıflığı'na şifre telgraf.) 28 Z. 1333 (6 Kasım 1915) BOA. DH. ŞFR, nr. 57/309






http://frmsinsi.net/images/forumsins...sinsi.net_.jpg

Ermeni Sevkiyatının Durdurulması. (İdari ve askeri maslahat gereği bundan böyle ne sebeple olursa olsun hiçbir Ermeninin sevkedilmemesine dair Dahiliye Nezareti'nden bazı vilayet ve mutasarrıflıklara şifre telgraf.) 10 Ca. 1334 (15 Mart 1916) BOA. DH. ŞFR, nr. 62/21



http://frmsinsi.net/images/forumsins...sinsi.net_.jpg

Memleketlerine Avdet Edecek Ahali İçin Alınan Tedbirler. (Savaş sebebiyle başka mahallere sevk ve nakl edilen ahalinin memleketlerine dönmelerine müsaade edildiği ve bunların emin ve salim bir surette dönebilmeleri için gerekli tedbirlerin alınması ve bu hususlarda kusuru görülenlerin cezalandırılacaklarına dair Dahiliye Nezareti'nden bazı vilayet ve livalara yazılan şifre telgraf.) 17 M. 1337 (23 Ekim 1918) BOA. HR. MÜ, 43/34












http://frmsinsi.net/images/forumsins...sinsi.net_.jpg

Ermenilerin Geri Dönmelerine Müsaade Edildiği. (Savaş sebebiyle başka yerlere nakledilen Rum ve Ermenilerin iaşe ve iskanlarının temin edilerek emniyet içinde geri dönmelerine müsaade edildiğine dair Dahiliye Nezareti'nden bazı vilayet ve livalara şifre telgraf.) 16 M. 1337 (22 Ekim 1918) BOA. HR. MÜ, 43/34






http://frmsinsi.net/images/forumsins...sinsi.net_.jpg


Tarafsız Hukukçulardan Tehciri Soruşturma Komisyonu Oluşturulması. Sayfa 1 (Tehcirin nedenlerini tespit etmek üzere kurulacak soruşturma komisyonlarına tarafsız hukukçuların iştiraklerinin sağlanması hususunda İsveç, Hollanda, İspanya, Danimarka hükümetlerine verilen nota.) 12 Ca. 1337 (13 Şubat 1919) BOA. HR. MÜ, 43/17





http://frmsinsi.net/images/forumsins...sinsi.net_.jpg

Tarafsız Hukukçulardan Tehciri Soruşturma Komisyonu Oluşturulması. Sayfa 3 (Tehcirin nedenlerini tespit etmek üzere kurulacak soruşturma komisyonlarına tarafsız hukukçuların iştiraklerinin sağlanması hususunda İsveç, Hollanda, İspanya, Danimarka hükümetlerine verilen nota.) 12 Ca. 1337 (13 Şubat 1919) BOA. HR. MÜ, 43/17






http://frmsinsi.net/images/forumsins...sinsi.net_.jpg

Tarafsız Hukukçulardan Tehciri Soruşturma Komisyonu Oluşturulması. Sayfa 4 (Tehcirin nedenlerini tespit etmek üzere kurulacak soruşturma komisyonlarına tarafsız hukukçuların iştiraklerinin sağlanması hususunda İsveç, Hollanda, İspanya, Danimarka hükümetlerine verilen nota.) 12 Ca. 1337 (13 Şubat 1919) BOA. HR. MÜ, 43/17






http://frmsinsi.net/images/forumsins...sinsi.net_.jpg

Anadolu'ya Gidecek Heyetin Masraflarının Temini. (Yerlerinden uzaklaştırılan Ermeni ve Rum ailelerinin geri yerlerine dönmeleri ve bunların sevk ve iaşelerinin temini hususlarını incelemek üzere Anadolu'ya gönderilmesi kararlaştırılan İngiliz Fevkalade Komiseri ve Patrikhane temsilcilerinden oluşan heyetin masrafları temini hakkında tezkire.) 23 Ca. 1337 (24 Şubat 1919) BOA. HR. MÜ, 43/40





http://frmsinsi.net/images/forumsins...sinsi.net_.jpg

[/b]
Yerleri Değiştirilen Ermeni ve Rumlara Ait Malların İadesi (Yerleri değiştirilen Rum ve Ermenilere ait terkedilmiş malların iadesiyle verilecek tazminat ve diğer konularda hazırlanmakta olan kararnamenin uygulanması sırasında daha çok güçlüklerle karşılaşılmaması için bu gibi malların çeşitli yollarla elden ele geçmesine ve herhangi bir karışıklığa fırsat verilmemesine dair Dahiliye Nezareti'nden bazı vilayet ve mutasarrıflıklara şifre telgraf.) 14 Ca. 1337 (15 Şubat 1919) BOA. DH. ŞFR, nr. 96/195




Prof. Dr. Sinsi 08-03-2012 03:14 AM

Ermeni Sorunu, İddialar, Gerçekler
 
http://frmsinsi.net/images/forumsins...sinsi.net_.jpg

Hukuk Müşaviri Mehmet Münir Bey'in Ermeni Faalyetleri ve Tehcir Sebepleri Hakkındaki Raporu. Sayfa 1 (Ermenilerin memleketi bir bomba deposu haline getirdikleri, düşman devletlerle işbirliği yaparak katliam ve mezalim yaptıkları ve böylece mahalli halkın düşmanlığını kazandıkları, bundan dolayı bazı bölgelerdeki Ermenilerin başka yerlere yerleştirilmelerinin kararlaştırıldığı, bu esnada Ermenilerin genelinin yerlerinin değiştirildiği, bazı yerlerde tehcirin iyi uygulanamadığı, emirlere aykırı hareket edenlerin Divan-ı Harb'e verildikleri, tehcirden bütün milletin sorumlu tutulduğu, halbuki Ermenilerin bu vesile ile kendi işledikleri cinayetleri örtbas etmek ve kendilerini masum göstermek istedikleri ve bu propagandada başarılı oldukları, Ermenilerin propagandalarını yaptıkları gibi ihtilalci sosyalist olmadıkları, bunların emperyalist bir politika takip ettikleri hususlarında hazırlanan rapor.) 1920 BOA. HR. HU, Kr. 173/5






http://frmsinsi.net/images/forumsins...sinsi.net_.jpg


Ermeni Çeteleri ile Rusların Müslümanlara Yaptıkları Soykırımın Belgesi.






http://frmsinsi.net/images/forumsins...sinsi.net_.jpg



Ermeni Çeteleri ile Rusların Müslümanlara Yaptıkları Soykırımın Belgesi.











http://frmsinsi.net/images/forumsins...sinsi.net_.jpg

Fransız Askerleriyle Birlikte Ermenilerin Ayıntap, Maraş ve Adana Civarında Müslüman Ahâliye Yaptıkları Zulüm.






http://frmsinsi.net/images/forumsins...sinsi.net_.jpg

Fransız Askerleriyle Birlikte Ermenilerin Ayıntap, Maraş ve Adana Civarında Müslüman Ahâliye Yaptıkları Zulüm.






http://frmsinsi.net/images/forumsins...sinsi.net_.jpg

Kars, Sarıkamış ve Karakurt Civarında Ermenilerin İslam Ahâlisine Yaptıkları Mezâlim.






http://frmsinsi.net/images/forumsins...sinsi.net_.jpg

Kars, Sarıkamış ve Karakurt Civarında Ermenilerin İslam Ahâlisine Yaptıkları Mezâlim.






http://frmsinsi.net/images/forumsins...sinsi.net_.jpg

Ermenilerin Tortum'un Altmış Dört Köyünü Yakıp Katliâm Yaptıkları ve Mezâlimden Kurtulanların İskânı.







http://frmsinsi.net/images/forumsins...sinsi.net_.jpg

Zeytun, Demirkapu ve Pilümür Karyelerinde Ermeni Askerleri Tarafından Yapılan Yağma ve Mezâlim.







http://frmsinsi.net/images/forumsins...sinsi.net_.jpg

Ermenilerin Erivan Mıntıkasında Yeniden Mezâlim Başlattıkları.






http://frmsinsi.net/images/forumsins...sinsi.net_.jpg

Ermenilerin Erivan Mıntıkasında Yeniden Mezâlim Başlattıkları.






http://frmsinsi.net/images/forumsins...sinsi.net_.jpg

Erzurum Köylerinde Ermenilerce Katledilen İslâm Nüfusu İle Yakılan Köy ve Hâneleri Gösterir






http://frmsinsi.net/images/forumsins...sinsi.net_.jpg

Erzurum Köylerinde Ermenilerce Katledilen İslâm Nüfusu İle Yakılan Köy ve Hâneleri Gösterir Cetvel.






http://frmsinsi.net/images/forumsins...sinsi.net_.jpg

Erzurum Köylerinde Ermenilerce Katledilen İslâm Nüfusu İle Yakılan Köy ve Hâneleri Gösterir Cetvel






http://frmsinsi.net/images/forumsins...sinsi.net_.jpg

Erzurum Köylerinde Ermenilerce Katledilen İslâm Nüfusu İle Yakılan Köy ve Hâneleri Gösterir Cetvel.






http://frmsinsi.net/images/forumsins...sinsi.net_.jpg

Ermenilerin Faaliyetleri Hakkında Patriğe Yazı






http://frmsinsi.net/images/forumsins...sinsi.net_.jpg

Dersim Eşkiyasının Ermeni Kafilelerine Saldırıları.

Prof. Dr. Sinsi 08-03-2012 03:14 AM

Ermeni Sorunu, İddialar, Gerçekler
 
http://frmsinsi.net/images/forumsins...sinsi.net_.jpg

Nakledilen Ermenilerin Borç ve Alacaklarının Tesviyesi.




http://frmsinsi.net/images/forumsins...sinsi.net_.jpg



Mamuretülaziz Amerika Konsolosunun İstanbul'daki Amerika Sefirine Yazdığı Yazının Görüldüğü.








http://frmsinsi.net/images/forumsins...sinsi.net_.jpg



Ermenilerin İsviçre'ye Büyük Miktarda Para Kaçırmaları.









http://frmsinsi.net/images/forumsins...sinsi.net_.jpg




Ermeni Ailelerinin İskân ve İaşeleri.







http://frmsinsi.net/images/forumsins...sinsi.net_.jpg



Kimsesiz Ermenilerin İskân ve İaşeleri.








http://frmsinsi.net/images/forumsins...sinsi.net_.jpg



Tahliye Edileceklerin Yetimlerinin Yetimhanelere Yerleştirilmesi.








http://frmsinsi.net/images/forumsins...sinsi.net_.jpg



Ermenilerin Vergiden Muaf Olması.








http://frmsinsi.net/images/forumsins...sinsi.net_.jpg



Erzurum'dan Sevk Olunan Ermenilerin Taarruza Ugradığı, Muhafazaları İçin Gerekli Önlemlerin Alınması.







http://frmsinsi.net/images/forumsins...sinsi.net_.jpg



Ermeni Mebus ve Ailelerinin İhraç Edilmemesi.












http://frmsinsi.net/images/forumsins...sinsi.net_.jpg

Tehcir Sırasında Suç İşleyenlerin Divan-ı Harblerde Yargılanması.







http://frmsinsi.net/images/forumsins...sinsi.net_.jpg

Geri Dönen Rum ve Ermenilerin İaşe, Sevk ve İskân Durumlarını İnceleyecek Komisyonun Masraflarının Karşılanması.







http://frmsinsi.net/images/forumsins...sinsi.net_.jpg

Tehcir Sırasında Suç İşleyenlerin Yargılanması.







http://frmsinsi.net/images/forumsins...sinsi.net_.jpg

Albert Jean Amateau'nun California Noterine Verdiği Yeminli İfadesi.






http://frmsinsi.net/images/forumsins...sinsi.net_.jpg

Albert Jean Amateau'nun California Noterine Verdiği Yeminli İfadesi. Sayfa 2.






http://frmsinsi.net/images/forumsins...sinsi.net_.jpg

Albert Jean Amateau'nun California Noterine Verdiği Yeminli İfadesi. Sayfa 3.







http://frmsinsi.net/images/forumsins...sinsi.net_.jpg

Albert Jean Amateau'nun California Noterine Verdiği Yeminli İfadesi. Sayfa 5.








http://frmsinsi.net/images/forumsins...sinsi.net_.jpg

ABD'li bilim adamlarından oluşan inceleme kurulunu konu alan 19 Mayıs 1985 tarihli New York Times Gazetesi'nin ilgili sayfası.

Prof. Dr. Sinsi 08-03-2012 03:14 AM

Ermeni Sorunu, İddialar, Gerçekler
 
http://frmsinsi.net/images/forumsins...sinsi.net_.jpg
ASALA'yı Konu alan 29 Eylül 1986 tarihli TIME dergisinin kapağı.


http://frmsinsi.net/images/forumsins...sinsi.net_.jpg

Terörün Beş Yüzü. 29 Eylül 1986 tarihli TIME dergisinin kapağı.





http://frmsinsi.net/images/forumsins...sinsi.net_.jpg

Ermeni İleri Gelenlerinden Aram Andonian'ın "Katledilen Ermeniler" İsimli ve Resmi Dokümanlara Dayanılarak Hazırlanmış Olduğu iddia edilen Kitabının Kapağı. Kitabın İçindeki Belgelerin Sahte Olduğu Osmanlılar'ın Resmi Yazışmalarda Kullandığı Takvim Sisteminin Kullanılmamış Olmasından ve buna benzer pek çok hatadan Anlaşılmaktadır.





http://frmsinsi.net/images/forumsins...sinsi.net_.jpg

Tiflis'teki Milli Ermeni Bürosunun ABD'nin Boston şehrindeki Ermeni Taşnaksütyun Devrimci Komitesi'ne gönderdiği telgraf. "Tiflis, 16 Mart 47.061 ruble ve 11 kopek alındı. Büro ve gönüllüler adına teşekkür ederim. Piskopos Mesrop"





http://frmsinsi.net/images/forumsins...sinsi.net_.jpg

1914 Yazında Paris'de Çıkarılan Hınçak Gazetesi'nin Ön Sayfası. Burada Osmanlı İmparatorluğu'na Karşı Ermeniler'in Ayaklanması Gerektiği Anlatılmaktadır.



Prof. Dr. Sinsi 08-03-2012 03:14 AM

Ermeni Sorunu, İddialar, Gerçekler
 
Osmanlı'ya Karşı Yetiştirilen Ermeni Çocukları

Tarihi olarak dost gördüğümüz Almanya’nın Osmanlı Devleti bünyesinde yer alan okullarının faaliyetleri pek fazla bilinmemektedir. Oysa Osmanlı Devleti’ndeki Alman okulları, sayıca diğer yabancı ülke okullarından az olsalar da, Osmanlı topraklarında yaşayan Gayri Müslim tebayı kendi yanlarına çekebilmek için, diğer yabancı okullar gibi, faaliyetlerde bulunmuşlardır. Bu çalışmada Osmanlı topraklarında ruhsatlı veya ruhsatsız olarak faaliyette bulunan ve çoğunun açılış tarihi dahi belli olmayan Alman okullarının, Ermeni çocukları üzerindeki faaliyetleri hakkında bilgi verilmektedir.

Osmanlı topraklarında faaliyette bulunan ruhsatlı veya ruhsatsız yabancı okulların ülkedeki Gayri Müslimlerin mezhebini veya dinini değiştirmek için birtakım çalışmalarda bulundukları ve bu okulların daha çok Amerikan, İngiliz ve Fransız okulları oldukları bilinmektedir. Ancak Osmanlı İmparatorluğundaki Alman okullarının bu tür faaliyetleri hakkında pek bilgi yoktur. Bunun nedeni daha 1835’te Yüzbaşı Moltke ile başlayıp 1883’te General Goltz ile hızlanan Osmanlı-Alman askeri ve ekonomik işbirliğinin doğurduğu Almanların yakın müttefik olarak kabul edilmesi görüşüdür. Ayrıca Osmanlı topraklarında açık bir şekilde zararlı faaliyetler içinde olan Amerikan, İngiliz, Fransız, Rus ve İtalyan okullarının yanında masum olarak değerlendirilen veya öyle görülmek istenen Alman okulları için şüpheci bir bakış açısı söz konusu olmamıştır. Oysa ülkede faaliyette bulunan Alman okulları, sayıca diğer yabancı ülke okullarından az olsa da, Osmanlı topraklarında yaşayan Gayri Müslim tebayı kendi yanlarına çekebilmek ve onları kendi mezheplerinin mensubu yapabilmek için, diğer yabancı okullar gibi, Osmanlı Devleti aleyhinde çalışmalarda bulunmuşlardır.

Almanya, II. Wilhelm’in iktidara geldiği 1888’den itibaren, hammadde ve pazar sıkıntısını gidermek için Bağdat Demiryolu projesini ortaya atmış ve bu hattı gerçekleştirebilmek üzere Osmanlı Devleti’nden birçok imtiyaz almıştır. Almanlar, gerek Bağdat Demiryolu projesi, gerekse aldıkları yoğun silah siparişleri nedeniyle Osmanlı’ya dost olarak yaklaşmışlar ve Osmanlı’daki Gayri Müslim tebayla ve Türk olmayan diğer Müslüman unsurlarla da ilgilenmiyormuş gibi görünmüşlerdir. Almanya’yı Osmanlı’ya dost gibi gösteren husus, onun, diğer sömürge ülkeleri gibi, Osmanlı’yı parçalamak istiyor izlenimi vermemesinin yanında, sömürgeleri arasında Müslüman bir ülke olmamasıydı. Alman hükümeti, Osmanlı ile ilişkileri zedeleyeceklerinden korktuğu kendi ülkesindeki bazı akımların, Osmanlı topraklarının sömürgeleştirilmesine dayanan birtakım fikirlerini vatana ihanetle eşdeğer bulduğunu belirtmiş ve Pangermenleri, Alman dış politikasına ihanet etmekle suçlamıştır.

Kısacası Almanya, sömürge elde edebilmek, kendi tabirleriyle “güneşte yer edinebilmek için”, Osmanlı Devleti’yle iyi ilişkiler içinde olmak zorundaydı; çünkü çok para ve asker yitirerek 1880’den itibaren Asya ve Afrika’da elde ettiği sömürgelerin hammadde ve pazar ihtiyacı için hem yetersiz hem de ulaşım açısından uzak olduğu çok kısa sürede ortaya çıkmıştır. Almanya, bu sömürgeleri korumaya yeterli olmayan bir donanmaya sahip olduğu için, sürekli olarak İngiliz donanmasının izniyle bu ülkelere ulaşabileceğini ve İngilizlerle bir anlaşmazlık halinde de bu sömürgelerin abluka altına alınacağını çok çabuk anlamıştır. Oysa Osmanlı toprakları, hem ulaşım açısından yakın, hem pazar ve hammadde açısından zengin, hem de İngiliz ve Fransızların ablukasına maruz değildi.

Aslında Almanya, Bağdat demiryolu hattı boyunca kendi vatandaşlarını yerleştirmek istemiş, bu Sultan Abdülhamit tarafından kabul edilmeyince de kendi misyonerlerinin Osmanlı topraklarına yerleşmelerini ve okullar açmalarını teşvik etmiştir. Özellikle Doğu Anadolu’da açılan Alman misyoner okulları, 1895’ten itibaren Ermeni ayaklanmaları nedeniyle yetim kalmış Ermeni çocuklarını okullarına almışlar ve onları eğiterek Osmanlı’ya karşı yetiştirmeye çalışmışlardır.

Almanya, 19. yüzyılın sonlarına doğru yaklaşık 450 misyonerini Osmanlı topraklarına göndermiştir. Alman kültürünü Osmanlı topraklarında benimsetme ve Hıristiyanlaştırma faaliyetlerinde şu Alman örgütleri çalışmıştır: 1. Warte des Tempels, 2. Verein von Heiligen Graben, 3. Communaute Evangelique, 4. Jerusalem Verein, 5. Das heilige Land Zions Verein, 6. Verein von der Ungefleckten, 7. Deutscher Palastina Verein.

Almanlar, bir yandan bazı Osmanlı liman şehirlerinde çalışan diplomat ve tüccarlarının ve Bağdat Demiryolu çalışanlarının çocukları için, resmi nitelikte sayılabilecek ruhsatlı ya da ruhsatsız okullar açarken, diğer yandan ruhsatsız misyoner yetimhanesi ve okulları açmışlardır. Yasal olmayan bu yetimhane ve okulların açılmasını önlemek Osmanlı Devleti’nin görev ve sorumluluğundaydı; ancak gerileme dönemine girmiş ve borç batağına batmış bir devletin bunlara karşı çıkabilecek ne otoritesi ne de gücü olabilmiştir. Başta Ahmet Zühtü Paşa gibi maarif nazırlarının ve diğer bazı maarif müdürlerinin ülkedeki yabancı okulları denetleme ve kontrol çalışmaları sonuçta başarısızlığa mahkum olmuştur.

Bu yazımızda, Osmanlı topraklarında ruhsatlı veya ruhsatsız olarak faaliyette bulunan ve çoğunun açılış tarihi dahi belli olmayan Alman okulları hakkında önce genel bazı bilgiler verdikten sonra Doğu Anadolu’da faaliyette bulunan misyoner Alman okullarının Ermeni çocuklarının eğitimlerini, Osmanlı belgelerine ve Pangermen bir yazar olan Hugo Grothe’nin Die asiatische Türkei und die deutschen Interessen (Asya Türkiyesi ve Alman Çıkarları) adlı eserine dayandırarak, anlatacağız.

I. DOĞU ANADOLU VE SURİYE DIŞINDAKİ OSMANLI TOPRAKLARINDA FAALİYETTE BULUNAN ALMAN OKULLARI

Doğu Anadolu ve Suriye dışındaki Osmanlı topraklarında faaliyette bulunan Alman okulları genellikle Alman demiryolu çalışanlarının, tüccarlarının ve konsolosluk memurlarının çocuklarının eğitimi için açılmış okullardır. Bu okullar Osmanlı tebaası Hıristiyanların mezhebini değiştirmeye yönelik faaliyetlerde de bulunmuşlardır.

Aşağıda vilayetler itibariyle Alman okulları hakkında bilgi verilmektedir.

Aydın: Bu vilayete bağlı İzmir’in Gül Mahallesinde Dr. Edwar Fildner tarafından 1853’te, İzmir Alman Konsolosluğu tarafından tahsis olunan binada 13 öğretmeni, 144 erkek ve kız öğrencisi olan 1 sıbyan idadisi, ve aynı mahallede Dr. Eiselhoff tarafından 1866’da, 87 erkek öğrencisi olan bir yetimhane açılmıştır. Edwar Mayer Schneit tarafından İzmir Teras Sokakta 1893’te, 4 sınıflı, 10 öğretmen ve 63 öğrenci mevcutlu bir idadi açılmıştır. İzmir’deki Alman ve Avusturya okullarının, ruhsat almaya başlama tarihi olan 1906 yılı itibariyle, 108 kız ve 257 erkek öğrenci ve 32 öğretmen mevcudu vardır. İzmir’de bir Alman enstitüsü de vardı ve bu enstitüye bağlı bir yetimhane bulunmaktaydı. Toplam olarak 4 Alman okulu ve bir Alman enstitüsü bu vilayette faaliyette bulunmuştur.

1-Beyrut: Beyrut’ta 1899’da Almanlara ait 1 rüşdiye ve 2 idadi varken, 1901’de bu sayıya 2 rüşdiye ve 2 idadi daha eklenmiş ve 1903’te ise bu sayıya 1 iptidai ve 1 rüşdiye daha katılmıştır. Beyrut vilayetinde faaliyette bulunan dokuz Alman okulunda okuyan yaklaşık 1000 öğrencinin dörtte biri kız öğrencidir.

2-Bursa: Anadolu Demiryolu çalışanlarının çocukları için iptidai ve rüşdiye olarak 1896’da Anadolu Demiryolları Müdürü Kelmann tarafından bir okul açılmıştır. 1902’de ruhsat alan bu okulda, 1905’te 4 öğretmen ve Alman, Yunan, Fransız, İsviçre, Avusturya ve Osmanlı tebaasına mensup 100 öğrenci bulunmaktadır. Rumeli Demiryolunda çalışan mühendis Karl Angelbrat adına bir binada faaliyet gösteren bu okul vergi borcu nedeniyle 1908’de satılmıştır

3-Edirne: Bu vilayette faaliyette bulunan bir Alman okulu vardır. Edirne Karaağaç’ta Hıristiyan Mahallesinde, Rumeli Demiryollarında çalışan Almanların çocukları için 1883’te kurulan iptidai 1897’de ruhsat almıştır. Bu okulun 1905’te 3 öğretmen ve 50 öğrencisi bulunmaktadır.

4-Halep: Protestan mezhebine mensup Alman Dr. Tragutman, Halep şehri Babül-Garç mevkii Nüshetiye mahallesinde bir okul açmıştır. Bu okulda mezhep ve cinsiyet ayırımı yapılmadan eğitim yapılmış, okutulan ders ve kitapları Almanca ve Osmanlıca ağırlıklı olmakla beraber, şehrin bir Arap şehri olduğu göz önünde tutularak, Arapça dersler de verilmiştir. 1911 yılında faaliyette olan ve eğitim süresi 9 yıl olan bu okulda, 30 kız ve 70 erkek öğrenci vardır ve 6 şubede eğitim verilmektedir.

İstanbul: Değişik amaçlarla farklı semtlerde faaliyette bulunan 4 Alman okulu vardır:

5-Beyoğlu’nda Almanların ilk faaliyete başlayan okulu, bugün de varlığını aynı yerde sürdüren Alman okuludur. İptidai, rüşdiye ve idadiden oluşan bu okul, ilk kez 11 Mayıs 1868’de bir İsviçre-Alman okulu olarak açılmış, ancak daha sonra Alman okuluna dönüşmüştür, 2 öğretmen ve 24 öğrenci ile faaliyete başlamıştır. Alman lisesi, başlangıçta sadece yabancı öğrencilere öğretim sağlamıştır. Okul müdürü Mühlmann’ın 1879’da hazırlık kurları açmasıyla birlikte, Almanca bilmeyen öğrenciler de Alman lisesine alınmaya başlanmıştır. 1882’de Kindergarten (çocuk yuvası) ile faaliyetlerini iyice genişleten Alman lisesinin başlangıçta 24 olan öğrenci sayısı, 1893’te müdire Schwotlo’nun katkılarıyla 600’e çıkmıştır. 1911’de bu okulun programı genişletilerek Osmanlı idadileri düzeyine çıkartılmıştır. Alman lisesi ancak 1911’de diploma vermeye başlamıştır. Okulda daha çok Alman elçiliği çalışanlarının, tüccarlarının ve demiryolu çalışanlarının çocukları eğitim almışlardır.

İstanbul’da demiryolları çalışanlarının çocuklarının Beyoğlu’nda bulunan Alman okuluna gidip gelmeleri zor olduğu için Haydarpaşa Demiryolları Müdürü Edgar Hugen adına kayıtlı arsa üzerine yapılan Haydarpaşa Alman okulu 1895’te ruhsat almıştır. 1903’te binası inşa edilen bu okul, iptidai ve rüşdiyeden, 5 öğretmen, 100 öğrenciden oluşmuştur. Haydarpaşa Alman Okulu, demiryolu şirketi tarafından 1902’de Alman lisesine devredilmiştir. Bu tarihten itibaren ise Alman lisesinin bir şubesi gibi faaliyet göstermiştir.

İstanbul’da Almanlara ait diğer bir okul ise mühendis Teres tarafından 1875’te Rumeli Demiryolları çalışanları için Samatya ile Yedikule arasında ruhsatsız olarak açılan okuldur. Bu okul iptidai ve rüşdiyeden, 3 öğretmen ve 90 öğrenciden oluşmuştur.

İstanbul Bebek semtinde Alman dilini yaymak amacıyla Dr. Brokes tarafından 13 Aralık 1896’da açılan ve içinde yetimhanesi de olan Alman okulunun 1905’te 15 öğrencisi vardır ve öğrenci azlığı nedeniyle okul 1906’da Mamuratülaziz’e taşınmış ve burada Ermeni yetimleri için faaliyetine devam etmiştir.

6-Kudüs: 1852’den itibaren faaliyette bulunan birçok Alman okulu vardır. Bu okullardan bir kısmı kutsal topraklara yerleştirilmeleri için Alman hükümetleri tarafından teşvik edilmiş olan Yahudi yerleşimcilerin okullarıdır, diğerleri ise Hz. İsa’nın dirilişine kutsal topraklarda şahitlik etmek isteyen Tempel tarikatının okullarıdır.

7-Selanik: 1902’de Osmanlı Devleti’nce resmiyet kazandırılan Alman kuruluşları arasında Selanik’te sadece bir ibadethane görünüyorsa da, burada 1892’de Alman Şark Demiryolları İşletme Müfettişliğince açılmış ve 1903’te de faaliyet gösteren bir Alman okulunun var olduğu bilinmektedir. Bu okuldan başka Wilhelm Langhoff tarafından 1907’de bir Kindergarten (yuva) ilave edilerek açılan Höhere Deutsche Schule’de ( Yüksek Alman Okulu ) 30 erkek ve 28 kız öğrenci öğrenim görmektedir.

II. DOĞU ANADOLU’DA VE SURİYE’DE FAALİYETTE BULUNAN ALMAN OKULLARI VE HAKLARINDA TUTULAN RAPORLAR

Bu bölgedeki Alman okulları, daha çok Ermenileri kendi dini, siyasi ve ekonomik nüfuzlarını genişletecek bir kaynak olarak gören Alman misyonerleri tarafından Suriye, Elazığ, Malatya ve Maraş’ta açılmıştır. Bu okulların kitaplarına ve ders programlarına bakıldığında, derslerin ve ders kitaplarının bir kısmının Ermenice olduğu görülmektedir. Bu ise, okullarda eğitim gören Alman çocukların Ermenice’yi yabancı dil olarak okudukları anlamı yerine, bu okulların Ermenilere yönelik eğitim yaptıklarının açık kanıtıdır. Özellikle Maraş’ta bulunan Alman okulunda, ancak 7. ve 8. sınıftan itibaren Almancanın ders olarak okutulması, bu okulda Almanca eğitime Ermenice kadar önem verilmediğinin bir göstergesidir.

8-Suriye: Johann Schneller, Suriye Yetimhanesi ve Alman Sanayi Mektebi’ni 11 Kasım 1860’ta kurmuştur. 1861’de 30, 1871’de 55 ve 1884’te 90 öğrenci, derslerden başka değişik meslekleri de öğrenmişlerdir. Okula 1870’lerden sonra bir kız yetimhanesi ve 1882’den sonra ise körler sınıfı ilave edilmiştir. Büyük yaştaki çalışkan öğrencilerden bir kısmı okulda öğretmen olarak görevlendirilmek üzere Almanya’ya öğrenime gönderilmişlerdir. 1893’te okula ilaveten açılan Ermeni yetimhanesine, 1896 Ermeni olaylarından sonra 100’den fazla Ermeni çocuk alınmıştır.

9-Mamuratülaziz (Elazığ): İstanbul Bebek’te faaliyete başlamış, ancak öğrenci azlığı nedeniyle İstanbul’daki faaliyetine son vererek Harput yakınlarında bir mezrada faaliyetine devam etmiş olan Alman okulu, bölgede yaşayan Ermeni çocuklara yönelik eğitim vermiştir. Bu şehirde faaliyette bulunan 5 adet yetimhane ve okulda yaklaşık olarak 700 öğrenci öğrenim görmüştür.

10-Mamuratülaziz vilayetinde hükümet yetkililerince tutulan bir rapor şunları içermektedir: Bu şehirde bulunan Ermenilerin bir kısmı Alman misyonerlerinin faaliyetleri sonucu mezhep değiştirerek Protestan olmuşlardır. Ermenilerin bir kısmı, birtakım hilelerle kendi bağ, bahçe, arsa ve evlerini Almanların ve Amerikalıların üzerine geçirmişler ve bu suretle Almanlar, bu vilayette bir yabancı varlığı oluşturmuşlardır. Almanların, yetimhanelerde yetiştirdikleri Ermeni öğrencilerin, Ermenilerin yerleştiği yerlerde öğretmenlik yapmalarını sağla***** bu öğretmenler sayesinde zaten Ermenilerde evvelden beri var olan ayaklanma düşüncesini tahrik etmek için ortam yaratmayı amaçladıkları görülmektedir. Bu vilayette yabancı varlığının oluşturulmasında siyasi bir amaç güdüldüğünden şüphe yoktur.

11-Maraş: Divan Mahallesinde 1908 ile 1911 tarihleri arasında açılmış olan, ancak bu tarihlerden çok daha önce de faaliyette bulunan 3 Alman okulu mevcuttu. Bu okullarda yaklaşık 100-150 kadar Ermeni asıllı çocuk eğitim görmüştür. Dersler Ermenice ve Osmanlıca ağırlıklıdır. Bu okullardan biri Rahip Christhofen ve Rahibe Hedwig adlı Almanların yönetimindedir ve zararlı faaliyetleri nedeniyle Osmanlı Devleti tarafından kapatılmıştır. Vilayetteki Alman okulları 1902’de Osmanlı Devleti’nden ruhsat alan Alman kuruluşları arasında bulunmamaktadır. Almanlar tüm Osmanlı topraklarında olduğu gibi, bu vilayette de okul açabilmek için büyük çaba sarf etmişlerdir. Hatta okul açacakları bölge halkının desteğini alabilmek için yöre halkına maddi katkıda bulunmuşlardır.

12-Buna örnek ise İ. Polat Haydaroğlu’nun “Osmanlı İmparatorluğu’nda Yabancı Okullar” adlı eserinin 160. sayfasında yer alan Halep vilayetinden Maarif Nezaretine gönderilen yazıdır:

“Nefs-i Maraş kasabasındaki Alman İnaskız mektebi mezunelerinden 2 kızın bundan 15-20 gün evvel Zeytun kazasına tabi Frensi nahiyesine giderek Köşkernişan’ın hanesinde misafiretle 3 gün kaldıkları ve ahalinin ileri gelenleriyle görüşerek kaffe-i mesarifi Maraştaki Almanlar tarafından tesviye olunmak üzere bir inas mektebi küşadına(açılmasına) teşvik ile ahaliden muvafakat olunduğuna dair de bir sened aldıkları ve sonbaharda bir muallime göndereceklerini vaatle beraber yol tamiratı için Maraşlı müessis yedile Frensi atabek ve Çağılağan karyesine 25 ve Taturlu karyesine dahi keza 25 Osmanlı lirası dağıtarak meveddet ettikleri Maraş mutasarrıflığından alınan tahriratta işar olunmuştur.”

13-Görüldüğü gibi Maraş Alman yetimhanesinden mezun olan 2 kız 15-20 gün önce Maraş Zeytun kazası Frensi nahiyesine giderek Köşkernişan hanesinde 3 gün misafir olarak kalmış, halkın ileri gelenleriyle görüşerek Maraş’ta Almanlar tarafından yaptırılacak olan bir okulun yapımına teşvik için yöre halkından böyle bir okulun yapılmasına izin verdiklerine dair bir senet almıştır. Bu iki kız, açılacak olan Alman okulu için sonbaharda bir bayan öğretmenin gönderileceğini vaat etmiş ve yol tamiratı için Frensi ve Çağlıyan köylerine 25 ve Taturlu köyüne 25 Osmanlı lirası dağıtmıştır.


14-Malatya: Bu şehirde faaliyette olan Alman okulu ve yetimhanesi için Osmanlı hükümeti yetkililerince tutulan rapor kısaca şunları içermektedir: Heraze Mahallesinde 1910’da Boduyan Ohannes isimli ölen bir Ermeniye ait, sekiz odalı ve yüksek yapılı bir evde ruhsatsız olarak faaliyete başlamış olan Alman yetimhanesinde Ermeni çocuklara eğitim verilmektedir. Bu yetimhanede görevli Alman rahip, rahibe ve öğretmenler Ermeni çocukları, Ermeni milli duygularıyla yetiştirmekte oldukları ve burada eğitim gören Ermeni çocuklarının ise Osmanlılık duygusunu ve vatan sevgisini yitirdikleri tespit edilmiştir. Yetimhanenin Alman bilim cemiyetlerinin yardımlarıyla işletilmekte olduğu ve yetimhaneden ise Alman elçiliğinin haberdar olduğu da yapılan araştırmalarda ortaya çıkartılmıştır. Yetimhane ruhsatsız olduğu ve zararlı faaliyetler içinde olduğu maarif müdürlüğünce tespit edildiği için kapatılmasına karar verilmiştir.


Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.