![]() |
Hayko Cepkin
1 Eklenti(ler)
Hayko Cepkin, (doğum 11 Mart1978, İstanbul) Ermeni asıllı Türk vatandaşı piyanist, müzisyen.
http://frmsinsi.net/attachment.php?a...1&d=1254496343 Eğitim Hayatı Liseden sonra 2 yıl Mimar Sinan Üniversitesi'nde şan eğitimi aldı. 2 sene Timur Selçuk Çağdaş Müzik Merkezi'nde şan, solfej ve armoni dersleri aldı. 1 sene Akademi İstanbul'da piyano eğitimi 2 yıl opera eğitimi 9 sene de kilise müziği ile ilgilendi ve 1997 yılında müzik dünyasına klavyeci olarak atıldı. Profesyonel Hayatı Sırasıyla Öztürk, Ogün Sanlısoy, Aylin Aslım, Koray Candemir ve Demir Demirkan gibi isimlerle sahneyi paylaştı. Çalıştığı isimlerin bazılarının albümlerinde de düzenlemeci kimliğiyle yer aldı. En son Murathan Mungan'ın Söz Vermiş Şarkılar adlı albümünde Aylin Aslım'ın seslendirdiği "Kimdi Giden" adlı bir Yeni Türkü bestesi olan parçayı düzenledi. Bu sırada evinin odasında kaydettiği bestelerini hayata geçirme kararı aldı. 2005 yılı içinde Sakin Olmam Lazım adlı albümü ile alternatif müzik piyasasında yerini aldı. Hayko Cepkin'in grubu gitarda Umut Töre, bas gitarda Poyraz Kılıç ve davulda Murat Cem Ergül'den oluşmaktadır. 6 Ekim2006 günü gösterime giren Araf filminin müziklerini hazırladı. 21 Mayıs2007'de Tanışma Bitti adlı ikinci albümünü piyasaya çıkmıştır. Diskografi
|
gerçekten çok ama çok beğendiğim bi rockcı..harika bi sesi var..ve sarkıları çok kaliteli..
|
vay süper olmus sağol
|
ilk çıktığında nispeten efendi, sakin, böyle bulut üstünde uçar hali vardı...şimdiki değişimini görünce ''vay be!'' diyesim geliyor...ama hiçbir şarkısı 'Fırtınam' şarkısı kadar derinden etkilemez beni. Bir yerlere gidiyorum o şarkıda...
|
Cevap : Hayko Cepkin
konser performansları çok sağlam ya
|
Röpörtaj
http://img75.imageshack.us/img75/628...7579250um8.jpg
Hayatın Bittiği Zaman Star Oldun Demektir ''Sakin Olmam Lazım'' albümüyle rock sahnemize sıkı bir giriş yapan Hayko Cepkin, ''Tanışma Bitti'' adını taşıyan ikinci albümünün kayıtlarına bir süre önce başladı. Hayko ile geçmişte albüm ve müzik üzerine bolca konuştuğumuzdan bu sefer farklı bir şeyler yapalım istedik ve sahne haricindeki Hayko Cepkin nasıldır diye kapısını çaldık. Onunla beş gün boyunca dört ayrı ortamda birlikte olduk. Konserde, yolculukta, evde ve arkadaşlarıyla beraberken. İşte bilmediğiniz ama merak ettiğiniz pek çok yönüyle Hayko Cepkin. Bazı insanlar vardır; onları anlatmak için kelimeler yetmez ya da bazen bir söz bile tanımlar onları. 2005 yılında yayınladığı "Sakin Olmam Lazım" albümüyle hayatımıza giren Hayko Cepkin de bu tip insanlar biri. Bazen onu anlatmak için tek bir kelime bile yeterken bazen de anlat anlat bitmeyecek tiplerden birine dönüşüyor. Sahne üzerindeyken gözünü kırpmadan, acaba şimdi ne yapacak diye pür dikkat izlediğiniz Hayko Cepkin, sahneden indiğinde o pür dikkat izlenme durumunu koruyan azınlıktan biri. Sahnedeki samimiyetini nasıl algılıyorsanız, sahne arkasında da aynı derecede bir samimiyet bulmanız işten bile değil. Çünkü bu adam en kısa ve öz tabiriyle neyse o! Kendisinden imza isteyen hayranlarını nerede olursa olsun geri çevirmeyen, ayaküstü bir-iki dakika onlarla sohbet etmek için o andaki durumun feragat edebilen ve en önemlisi tüm bunları içinden geldiği için yapan ve bu pozitifliği, sıcakkanlılığı karşısındakine geçirebilen biri Hayko. Kendisiyle beraber müzik yapan, aynı sahneyi paylaşan arkadaşlarıyla sahnede nasıl bir frontman gibi duruyorsa, sahne arkasında da en basitinden konsere giderken trende ya da otobüste ya da uçakta onların en yakın arkadaşı olarak yanlarında yer alan biri. Her ne kadar Hayko Cepkin olarak tek başına bir isim olarak var olsa da bir grubun parçası olduğunun o derece farkında olan ve iyi müzisyen olmalarının yanı sıra iyi birer arkadaş, daha da ötesi dost, kanka olan bu dört insanla geçirdiğim beş günün ardından söylenecek çok fazla şey olmasına rağmen aslında söylenebilecek tek şey var; belki de en önemlisi bu: Kendilerini grup olarak adlandıran çoğu oluşumda böylesine bir arkadaşlık, böylesine bir bağ çok zor bulunur! Hayko Cepkin başta olmak üzere Umut (gitar), Poyraz (bas) ve Murat (bateri) günümüzde birçok kişinin başını yiyen ego sorunlarını çoktan aşmış, kendileriyle olan dertlerini kendi içlerinde çoktan halletmiş insanlar. Özellikle ana merkezimiz Hayko üzerinden gidecek olursam stüdyoda, sokakta, evinde, konser yolunda, kuliste ya da sahnede her daim samimiyetini, içtenliğini koruyan ve işini en iyi derecede yapma odaklı insanlardan biri olduğunu söylemek hiç de zor olmaz. Sahnede inanılmaz bir enerjiyle şarkılarını söyleyip, ülkemizde eşine hiç rastlanmayan şovunu yapan da o, İstiklal Caddesi'nde yürürken hayranlarının imza taleplerini geri çevirmeyen de o, o çok ünlü magazin sözü 'sanatçıdan sanatçıya dost olmaz'ı arkadaş çevresiyle ters yüz eden de o, konserinin ardından kuliste hayranlarını tüm samimiyetiyle dinleyen de o. Uzun lafın kısası; beyler bayanlar buyurun Hayko Cepkin'in günlük hayatta neler yaptığına ve Hayko Cepkin'in nasıl biri olduğunu anlamaya... YÜXEXES DOĞUM GÜNÜ PARTİSİ 15 Mart Perşembe günü Balans'ta gerçekleşen Yüxexes Doğum Günü Partisi'nde sahne alan Hayko Cepkin, her konserinde olduğu gibi soundcheck için mekanda hazır bulunuyordu. Sahneye gece yarısından sonra çıkması planlanan Hayko, bütün müzisyen arkadaşlarıyla saat 15:00'te Balans'ta hazır bulunuyordu. Davulun kurulması ve ses ayarının yapılmasının ardından sırasıyla gitar ve bas ayarları yapılıp mikrofonların kurulmasıyla devam ediyor soundcheck. Soundcheck esnasında Hayko, hem menajerliğini hem de tonmaysterliğini yapan Sinan Yener ile son derece titiz bir hazırlık aşaması geçiriyorlar. Murat'ın davulunun tonlarını konser mekanın farklı yerlerinden dinleyerek nereye ne kadar ve nasıl bir ses geldiğini tartarak ilerleyen soundcheck, istenilen sesin elde edilmesiyle tek tek diğer enstrümanlara da uygulanıyor. En son ise biraz önce de belirttiğim gibi Hayko'nun mikrofon başına geçmesi oluyor ki burada direk olarak şarkılardan birer kuple söylendiğini zannetmeyin. Mikrofon için gerekli düzenlemelerin, ayarların yapılmasının ardından üç şarkı tam performans icra edildikten soundcheck nihayete eriyor. Soundcheck mevzusunu isterseniz bir de Hayko'yla bir seneden beri çalışan basçısı Poyraz'dan dinleyelim ve klasik bir Hayko Cepkin konser günü ve soundcheck'i nasıl oluyormuş birinci ağızdan öğrenelim: "Sabah zar zor kalkıyoruz, işin en zoru kalkmak oluyor. Soundcheckler erken oluyor, özellikle şehir dışına gittiğimiz zaman yolda uyuyup geyik yaparak vakit geçiriyoruz. Ondan sonra mekana gidip soundcheck'e başlıyoruz. Önce davulu dinliyoruz, sonra bas, olmadı tekrar bas, sonra gitar." Burada sözü Hayko devralıyor ve ekliyor: "Soundcheckler biraz uzun sürerse ben sinirlenmeye başlıyorum, gerilirim, biraz o konuda kasarım. İşler daha çabuk yürür." Hemen bu noktada Hayko'ya konser öncesinde belirlediği yapılacaklar ve yapılmayacaklar tarzında bir şeyleri var mı diye soruyorum. "İlk yola çıktığımız zaman çok fazla kurallarım vardı; ama o kurallar zamanla yerine oturduğu için ekstra bir çaba harcamama gerek yok. Herkes şu anda neyi yapması neyi yapmaması gerektiğini çok iyi biliyor. O açıdan kafamız çok rahat. Eskiden biraz daha terapi şeklinde çıkıyorduk. Şimdi o terapi biraz daha azaldı. Ruhen herkes biraz daha serbest. Ama bir yerde bir enerji yükleme hikayemiz vardı. Mesela en son bu enerji yükleme, terapi hikayesini Saklıkent'te yaptık. O önemli bir konserdi çünkü. Orada da kuliste hep beraber oturup konuştuk, öyle sahneye çıktık." Bu enerji yüklemesinin haricinde konser öncesinde dinginlik aradığını belirten Hayko, bu dinginliği biraz kaybettiklerini söylüyor. "Çünkü içeriye girenimiz, o dinginliği bozanımız çok oldu. Onun için biraz dağılıyor konsantrasyon. Ama elimizden geldiğince son 15 dakika kendi kendimize kalmaya çalışıyoruz." Hayko Cepkin ve grup arkadaşları her gün başka bir kimlikle sahneye çıktıklarını belirtiyorlar. Mesela bazen AC/DC, bazen Iron Maiden ya da Manowar modunda olduklarını söylüyorlar. Birkaç saat sonraki performansın modunu sorduğumda henüz belirleyemediklerini dile getiren Hayko'ya yanıt Poyraz'dan geliyor: "Soundcheck'te biraz AC/DC'ye kaçtık." Ancak Poyraz da konser modunun sahne öncesi kuliste belirleneceğini hemen sözlerine ekliyor. Konserlerle ilgili her zaman için en merak konulardan biri playlist'in nasıl oluştuğudur. Karşınızdaki bir grupsa bütün grup üyelerinin bir araya gelmesiyle hazırlanan playlist mevzusu Hayko Cepkin cephesinde nasıl bir hal alıyor diye sorduğumda yanıt gayet net bir şekilde geliyor Hayko'dan: "Ben belirliyorum. Zaten sistemimiz belli bizim. Değişmez bir sistemimiz var. Onun dışına çıkmayız. O, sabittir bizim için. Ama mesela bugün daha farklı bir playlist'imiz olacak. Onu da zaten belirleyeceğiz. Zaten belirlesek bile sahnede ufak tefek değişiklikler yapabiliyoruz. Ruh haline ya da seyirciye göre değişiyor o hikaye. Ama genel olarak sabitiz yani." Sahnede ortaya koyduğu görselliğiyle müziğinin yanı sıra dikkati üzerinde tutan Hayko, bu akşamki performansı için beyaz giyeceğini söylüyor ve nedenini ise şöyle açıklıyor: "Bugünü sahnede istiyorum. O yüzden de beyaz giyeceğim." Box'taki koyu muhabbetin ardından saatlerimiz 22:30'u gösterirken kalkıyoruz ki Balans'a geçip Hayko'nun ve ekibinin konser için son hazırlıklarını rahat rahat yapacak zamanları olsun. Kalabalık bir grup halinde ara sokaklar Balans'a giriş yapıyoruz ve doğruca kulisin yolunu tutuyoruz. Kulis'e girer girmez bizi Sertaç, Umut ve EMI'dan Arzu karşılıyor. Hayko'nun kulisi gelenin gidenin hiç eksik olmadığı bir kulis. O geceki ziyaretçileri arasında Kurban'dan Burak, Çilekeş'ten Ali, Deja-Vu'dan Cenk ve Barış benim görebildiğim ziyaretçileriydi. Yüxexes partisi bir yandan devam ederken, yukarıda da Hayko konser öncesi hazırlıklarına başlıyor. Bu esnada ben de Poyraz'la, Second'ı merak ettiğimizden aşağı iniyoruz; biraz bakınıp tekrar yukarı çıkıyoruz. Gecenin ikinci performansı Zakkum'dan geliyor. Zakkum'un performansı sırasında Hayko'nun kulisinde de hazırlıklar son aşamaya geliyor. Beyazlar içindeki Hayko ve siyahlar içindeki arkadaşları artık son hazırlıklarını yapıyor. Hayko, Batmanvari makyajının ardından grup arkadaşlarının göz makyajlarını yapıyor ve tüm bunların ardından saatler 01:00'i gösterirken gecenin ana performansı yani Hayko Cepkin konseri başlıyor. Bir saat kadar sahnede kalan Hayko, yeni albümünden de yer verdiği şarkılarla hazırladığı playlist'ini seslendirip yine kendisini henüz daha başımdayız dediği görselliğini sahneye koyduktan sonra alkışlar arasında sahneden iniyor. FEH TV İFTİHARLA SUNAR Hayko Cepkin'in en iyi arkadaşları arasında istisnasız iki isim var: maNga'dan Ferman ve Ege Çubukçu. Şimdi size bu üçlünün bir araya gelmesi hepsinin müzikle ilgilenmesinden dolayı normal geliyor; ama üçünün sıkı birer dost olması biraz garip gelebilir. Bence hiç öyle düşünmeyin. Hani Ferman ve Hayko en azından içinde bulundukları müzikal kategori dolayısıyla birbirlerine daha yakın olabilir diye düşünürken araya bir rapçinin girmesi resmin şeklini bir hayli ilginçleştiriyor doğrusu. Hayko'nun en çok takıldığı mekanlardan biri olan Box'ta bir araya gelen Hayko, Ferman ve Ege görünen köy kılavuz istemez misali aralarındaki arkadaşlığı daha ilk saniyeden ortaya koyuyorlar. Mekana ilk gelen için kayıt cihazımı Ege Çubukçu'ya yöneltip Hayko ile nasıl tanıştıklarını soruyorum. "Bizim Dream TV'de çalışan, çok sevdiğimiz İzmirli bir arkadaşımız var, Öykü Onur Tanyel. Beni izlemeye geliyordu. Bir keresinde bir rock organizasyonu vardı galiba, organizasyondan sonra Hayko'yu, Çilekeş'in davulcusu Cumhur'u onları da alıp getirmiş. Beni izlediler, kulise geldiler, kuliste biraz muhabbet ettik. Birbirimiz hakkında beğenmediğimiz yönlerimizden bahsettik. O bana 'Hey DJ' güzeldi değildi; ama 'Bir Gün' çok güzeldi, dedi. Ben de ona, 'Albümündeki her şarkı güzel değil' dedim. Böyle bir eleştirel tavırla başladık. Çok dürüst başladık." Burada Hayko sözü devralıyor: "Mesela Ege'ye 'Hey DJ'yi beğenmedim, dedim. Ege de bana 'Senin albümünde de böyle şeyler var' dedi. Sonra konuşuyoruz falan, şeyi algıla dedim, samimiyim, yalanım yok. Çok iyi olduğunu da söyleyebilirdim, dedim. Ama sen de bana 'Bütün albüm şahane, yavrum benim harika işler yapmışsın' diyebilirdin. Her şey samimiydi." Ege'ye göre bu konuşmada her şey çok samimi bir biçimde birbirlerine yansımış. Hatta bu durum onların daha bir içli dışlı olmasına ön ayak olmuş. "Onun klibini gördüğüm zaman görmüyorsam onu uzun zamandır, arayıp ne yapıyorsun, çok özledim diyebiliyorum" diyor Ege. Bu tanışıklığın ardından Hayko'nun şarkılarını dinlediğinde Ege, şarkı sözleri üzerinde dinleyici olarak daha çok çaba harcanması gerektiğini anladığını, müzikal anlamda birbirlerini eleştirebildiklerini söylüyor. Hayko da Ege'nin albümünü çok net bir biçimde dinlemediğini ancak daha sonra dinlediğinde daha farklı düşündüğünü ifade ediyor. Ege, bu durumun aslında bir açıdan iyi olduğunu düşünüyor; "Tanışmadan önce insanlara karşı düşüncelerimi daha da tartmamı sağlayan bir durum oldu. Hakikaten kulak dolgunluğuyla dinliyorsanız kimseyi yargılamayın tarzında bir olaya yol açtı. Ama böyle bir arkadaşım olmasından dolayı çok memnunum, çok iyi bir dost." Bu tarz bir durum Hayko için de geçerli. Daha önce kulak dolgunluğuyla dinlediği Ege Çubukçu şarkılarını Ege'nin evinde oturup dinlerken arkadaşının yazdığı sözlerin iyi olduğunun ayrımına vardığını ve bunu direk kendisine söylediğini belirtiyor. "Mesela yeni çıkacak projesinin şarkılarını dinletiyor. Onun sözleri daha iyi mesela. Üstüne o bahsettiğimiz kademe var ya, bir kademe daha konmuş. Bu süper bir şey mesela." Hayko'nun yeni albümünü dinlediği zaman kendisinin de aynı tip düşüncelere sahip olduğunu söyleyen Ege, sözlerine şöyle devam ediyor. "Şimdi körler sağırlar birbirini ağırlıyor gibi olacak; ama Hayko'nun yeni projesindeki her şarkıyı çok beğeniyorum. Hatta bir şarkı var, '777' artık beynimden çıkmıyor. Onu duymak istiyorum. Onun öyle bir şarkı yaptığını görmek acayip keyifli bir şey." İlerleyen zaman içerisinde bu iki arkadaşı bir projede beraber görme ihtimaline söz dönüp dolaşıp geldiğinde bir proje için arkadaşlıklarını kullanmanın bir anlamı olmadığını, zaten manevi anlamda birbirlerinin projelerine destek olduklarını ve birbirlerine ihtiyaçları olduğu anda orada olacaklarını bildiklerini belirtiyorlar. Hemen burada Hayko devreye giriyor; "Ben böyle arkadaş, eş dost projeleri daha çok geyiğe dayalı yapmayı isteyen biriyim. Yapacaksak geyik yapalım, klip çekilecek bir şarkı olmasın. Gelecekse bonus track gibi bir şey olsun." Bu esnada içeri üçlünün son halkası Ferman geliyor ve FEH projesi tamamlanıyor. Bu proje kapsamında Hayko, Ferman ve Ege'nin çok fena projeleri var şimdiden belirteyim. Hani bu ikili çok can yakar durumu vardır ya magazin basınında alın size en tazesinden, en güzelinden ve de en samimisinden bir üçlü: Hayko-Ferman-Ege. Bir araya geldikleri andan itibaren ortaya çıkan sinerjiden etkilenmemek imkansız. Onların birbirleriyle olan diyalogunu izlerken bu tip bir arkadaşlığa hayran kalmamak elde değil. Keşke hepimizin bu denli birbirine dürüst yaklaşan ve ego tatmininden uzakta arkadaşları ve arkadaşlıkları olsa temennileri kafamın içerisinde dönerken bir yandan da onları izlemekteydim. Ferman, bir sonraki gün kayıtları olduğu için Yüxexes konserine kalamayacağı için üzülürken, diğer yandan Hayko'nun albümünün ne durumda olduğunu soruyor. Öte yandan da kahve içme projesini bir türlü gerçekleştiremediklerinden gem vurup bunu bir gün mutlaka hayata geçireceklerinden umutlu olduklarını söylüyorlar. Bu arada Hayko ve Ege'nin arasında inanılmaz bir Playstation çekişmesi var. Söylediklerine göre şu anda durum berabere ve önümüzdeki günlerde aralarında son bir maç yapıp galibi belirlemeyi düşünüyorlar. Bu karşılaşmanın sonunda ise kim yenilirse her röportajında diğeri hakkında olumlu şeyler söylemek durumundalar. Hani ilerleyen zaman içerisinde Hayko, bir röportajında Ege ile ilgili bir şeyler söylüyorsa ya da tam tersi, nereden çıktı bu şimdi demeyin. Hayko ile Ferman'ın nasıl tanıştığını sorduğumda Ferman'ın biraz hafızasını yoklaması gerekiyor, bu esnada Hayko da pür dikkat Ferman'ın vereceği yanıtı bekliyor; ama Ferman ilk etapta ne zaman tanıştıklarını hatırlamadığını söylüyor. Hayko'nun hatırladığını söylemesi üzerine Ferman da sesli düşünerek geriye doğru hafızasını yokluyor. Balans, Nokia Supersound derken sonunda mekanı buluyor Mojo! "Mojo'dan içeri girdim, Ferman barın orada duruyor. Abi röportajı okuduk, söylediğin her şeye katılıyoruz, aynı kafadayız, aynı şeyleri düşünüyoruz, dedi. Orada zaten ray koptu." diyor Hayko. Dostluklarının ilerleyişi ise Nokia Supersound gecesinde olmuş. "Bazı insanlara merhaba dediğin zaman çok fazla insandan böyle sıcak tepki gelmez; ama Hayko o anlamda çok sıcak bir adam. İkincisi ilk tanıştığımızda da söylemiştim, yaptığı müzik benim kafamın bir yerlerinde olan bir müzik, o yüzden yaptığı müziği çok seviyorum. O anlamda da sonuna kadar destekçisiyim onun. Kafamda bir yerde onun yapmak istediği şey var. Albümü dinlediğim zaman onu hissediyorum." EV DURUMLARI Hayko Cepkin'in bir günü nasıl geçiyor diye merak ediyorsanız, hemen söyleyeyim; şu aralar özellikle konser ve albüm çalışmaları nedeniyle Hayko'nun evde vakit geçirme gibi bir şansı olmuyor. Bu aralar en çok özlediği şey şuursuzca oturmak. Ancak o gün evdeyse plazmasının tam karşısına yerleştirdiği koltuğunda oturup müzik kanallarına bakmayı, Türkiye'de neler olup bittiğini öğrenmek için haberlere bakmayı, odasında yeni kayıtlar ya da var olan kayıtlar üzerinde çalışmayı tercih ediyor. Ya da playstation oynamak en büyük zevki. Arkadaş canlısı bir insan olduğundan evinin geleni gideni de bir hayli fazla oluyor. Tabii demirbaş konumundakiler grup arkadaşları ve playstation'daki en büyük rakibi Ege Çubukçu. Evde vakit geçiremediğinden ya da evdeyse de odasında müzik çalışmalarını devam ettirdiğinden televizyona pek bakmadığını, bu yüzden de dizi kültürünün olmadığını söylüyor. Lost'a henüz başlayamadığını; ancak yerli yapımlardan arada sırada Yaprak Dökümü'ne denk gelirse baktığını belirtiyor. Sabaha karşı denk gelirse onun da tekrarlarına baktığını söylüyor. Ama eğer cumartesileri evdeyse ve yapması gereken bir şey yoksa bu aralar Survivor'a baktığını da itiraf ediyor. Bir Beşiktaşlı olarak Galatasaraylılarla Fenerbahçeliler'in çekişmesini izlemek tabii ki de keyifli geliyor. Yemek yapmak ve yemekle arasının iyi olduğunu söyleyen Hayko, sirke ve sarımsağın vazgeçilmezleri olduğunu belirtiyor. Evde sirke kullanılmıyorsa bu duruma gıcık olduğunu da tüm samimiyetiyle söylüyor. Kızartmalarda çok başarılı olduğunu belirten Hayko, esas kültürünün salata olduğunu söylüyor. Kendine has tariflerinin olduğunu da söylemeden geçmiyor. Evdeyken Hayko'nun dinlemeyi tercih ettiği hatta tek geçtiği bir isim var: Bach. Bach'ın müziğinin çok rahatlattığını söyleyen Hayko, yeni çıkan albümleri alıp dinliyor. Hemen soruyorum haliyle yenilerden kimi beğendiğini. "Malt'ı beğendim. Öz rock. Özellikle evde değil de; arabada dinlemek isterim." Sinemada ise psikolojik filmleri tercih ediyor. Crow haricinde Amerikan Güzeli, Pi, Braveheart, Sin City, David Lynch filmleri özellikle de Lost Highway Hayko'nun diğer favorileri. Birazcık beyin yoran filmleri sevdiğini belirtiyor. İKİNCİ ALBÜM ÜZERİNE Konserlere ara vermeden bir yandan da ikinci albüm üzerine çalışıyorsun ki bu pek de alışıldık bir durum değil. Genelde albüm öncesi bir kabuğa çekilme süreci yaşanır; ama sende tam tersi mevcut. Doğrusu odur. Normalde biz şu anda tarih olarak albümü bile çıkartmayabiliriz. Şu an bu albüm hala gidiyor. Öyle bir şey söyleyeyim. Ama şimdi neyi yaptık, neyi yapabileceğimizi konserlerde gösterdik. İnsanlar artık o yapabileceğimizi albümde de görmek istiyor. O, aynı zamanda benim de göstermek istediğim bir şey. Onların sabırsızlandığı kadar biz de sabırsızlanıyoruz. Çünkü hayvan gibi bir kayıt geliyor, hayvan gibi bir albüm geliyor ve ilk baştan beri yapmak istediğimiz şeyi işte buyurun yaptık, şimdi gönül rahatlığıyla dinleyebilirsiniz demeyi biz de çok çabuk istiyoruz. Çıkış tarihi olarak şu anda hangi tarih planlanıyor? Nisan sonuna anca. Çünkü sen de biliyorsun, miksteyim. Onu bitirmeye çalışıyorum. Ama arada bir sürü konser var. Her konsere gidiyorum, sabah erkenden kalkıp mikse gidiyorum. Yetiştirebildiğim kadarını mikste yetiştiriyorum. Hop oradan mesela bugün buraya geldim, şimdi Evrim orada mesela çalışıyor. Gerçi % 80'ini bitirdik, o orada öyle devam ediyor. Ama orada olsaydım, büyük ihtimalle bugün dördüncüye girerdim. Ama mesela bunlar biraz vakit kaybettiriyor. Konserlerinde zaten yeni şarkılarına yer veriyorsun. Tepkiler nasıl? Yeni şarkılardan şu anda 7 tanesi biliniyor. Şarkı bilinirliği açısından hiçbir derdim yok. İnsanlar albümü aldıklarında yabancılık çekmeyecek... Onları işte canavar gibi dinleme şansları var. Şu anda internette konser kayıtlarımızı *** haline getirip dinliyorlar. Ya televizyondan ya da videodan kaydedilmiş kayıtlar. Çok tatmin edici değil. Ama albüme baktığın zaman daha tatmin edici geliyor mesela. Şimdi istiyorum ki mesela bir an evvel paldır küldür dinleyebilsinler. Onun için hızlı çalışıyorum; ama araya konserler falan bir sürü program giriyor. Aksıyor biraz. Bakıldığında uzun bir zamandır bu albümün kayıtlarında olduğun görülüyor... Diğer stüdyo aşaması kayıttı. Şimdi ise miks yapılıyor. Öbür stüdyo dediğimizde vokaller stüdyoda yapıldı, davullar stüdyoda yapıldı. Geri kalan her şey benim evde yapıldı. Gitarlar mesela yine benim odamdan çıktı. O bas gitar tonu mesela, hepsi gene odamdan çıktı o sound. Zaten klavyeler fiks yani ister istemez. Yani % 70'i ev olan bir albüm kaydı. Ama farkı ortaya çıkacak! Önemli olan zaten davulun canlılığıydı, vokalin canlılığıydı, gitarın canlılığıydı. Bas sound'u konusunda hala kendi klavyemin baslarını kullanabilirim; yani öyle bir fikir vardı. O sound'u seviyorum. Ama o sound'a yakın - biz Poyraz'la devamlı konuşuyorduk - bir bas sound'unu o gitardan çıkartabildik. Böylece zaten hani madem aynı bas sound'u çıkıyor, bir basçının kendi elleriyle çalması işi daha bir değiştiriyor; çünkü klavyede çalmak bir basçının tellere vurduğu aynı sırayla değil, çok değişiyor. Onun için şimdi daha böyle bir yerli yerinde hikaye. Ama çıkaramasaydık o basları kullanacaktık. O, sound'la alakalı bir şey. Çünkü gitarı mesela stüdyoda kaydettik ilk önce, hiç beğenmedim. 70'ler gitarı çıktı koskoca anfilerle beceremedik yani o işi yapamadık. Keramet bizim evde deyip yürüyün eve gidiyoruz, dedim. Eve gittik, höldür höldür gitarlar çıkarttık yani. Senin ilk albüm tamamen ev, ikinci albüm % 70 ev şeklinde ilerliyor. Öbür albüm % 50 ev, %25... sonra komple stüdyo. Bu kadar bas sound'u üzerine konuşmuşken ve de hazır Poyraz da yanımızdayken hemen ona soralım... Hayko'nun istediği bas sound'unu ortaya çıkarmada zorlandığın durumlar oldu mu? Poyraz: Yoo.. Kayıtlar 2 saat, 2 saat, toplam 4 saat. Hiç zorlanmadık. Kafamızda belirli bir şey vardı. Hayko: Çok konuştuk zaten. Bir şey getirdi, dedi ki "Bunu bir deneyelim, bundan ne çıkacak". Cuk diye çıktı. Poyraz: Ne istediğimizin farkında olduğumuz için kolay oldu. Hayko: Ivırıp kıvırmadık yani, acı çekmedik. İşin özü; Türkiye'de miladi, bir sürü şeyi değiştirecek bir albüm, çok iddialıyım. Ağır iddialıyım. Son dönemde yapılan albümlerde daha sert soundlar ön plana çıkmaya başladı.Stüdyoda şarkıları dinlerken "bundan sertini kim yapacak bakalım" dedin. Şu an yok, yapamaz. Olamaz yani. Peki sen bu akımı nasıl değerlendiriyorsun. İlk albümü bakıyorsun pop-rock tarzında bir sound var ortada. İkinci albüm daha sert. Ne güzel. Ben yapanlar adına gurur duyuyorum. Çünkü zaten yapanlar bizim tanıdığımız adamlar. Yüreklerinde hepsini biliyorum. Hepsi aslında böyle şeyler yapmak istiyor. Şimdi işte büyük bir şans yani. Herkes dilediği gibi, dilediğine yakın bir kademe daha korteji yükseltti herkes. Süper. İşte bunu görmek çok keyif veriyor bana. Gripin'in mesela son klip parçasını çok beğendim. Birol'un vokalini çok beğendim, gırtlak yapmış bayağı. İşte bunu duymak istiyorum. Buna vesile olduğunu düşünüyor musun biraz da olsa. Çünkü en sert sound sende çıktı o ilk furyada çıkanlar arasından. O ilk furyanın en yumuşak albümüne sahibim. Ama hikayenin sertleşmesinde çok büyük payım var. Nasıl bir tezatlık bu? Ancak konserde anlatabilirim. İyi anlatabildik. Anlatamasaydık kapak olurdu bize, bu bir gerçek. Payımız işin içinde güzel bir yerde olarak var. Buna inanıyorum. Böyle bir misyonum yok. Ama düşünce olarak yapmak isteyen herkesin yapmasını istiyorum. Hırsım o. Misyonum yok; ama hırsım o. ESKİŞEHİR'DE KONSERİMİZ VAR 18 Mart gecesi Eskişehir Hayal Kahvesi'nde konser sebebiyle sabah saat 10:00'da kalkacak Başkent Ekspresi'ne binmek için üç gündür peşlerinden ayrılmadığım Hayko Cepkin ve ekibiyle beraber saat 09:00 gibi Haydarpaşa Tren Garı'nda bir araya geldik. Ayak üstü muhabbetin ardından baktık ki trenin hareket etmesine az bir vakit var, ellerimizdeki eşyaları koltuklarımıza bıraktıktan sonra istikamet bütün bir tren yolculuğu boyunca muhabbetin durmamacasına döneceği yemekli vagondu. Yolculuğun ilk dakikalarında daha Murat yorgun olduğunu belirtip biraz uyumak için yerine geçerken biz de Hayko, Umut, Poyraz, Sertaç, ben ve Burak olarak başladık muhabbete. Yan masamızda ise sırf bu konser için İstanbul'dan kalkıp Eskişehir'e gelen ve Hayko'yu bütün konserlerinde takip eden hayrandan öte arkadaşları var. Kah onların masada kah bizim oturduğumuz masada muhabbet inanılmaz güzellikte sürüp giderken bir yandan da Hayko ve ekibinin planlarını da öğreniyorum alf arasında. Özellikle Hayko-Umut-Poyraz-Sertaç dörtlüsünün öyle bir planı var ki, eğer bundan sonra trende yemekli vagonda yan tarafınızdaki masada dört kişi ellerinde psp, gözleri başka bir şey görmeden bütün yol boyunca oynuyorsa bilin ki onlar Hayko, Umut, Poyraz ve Sertaç'tan başkası değildir. Öyle ki psp'yi aldıktan sonraki ilk konser seyahatlerinde ekibi çekmek için daha orada anlaşma yapıyoruz. Anlaşılan bana bir Adana yolu gözüküyor. 'Bir PSP olsaydı' diye başlayan muhabbet, Eskişehir'e gelmemizle son buluyor. Daha trenden adımımızı atar atmaz Hayko Cepkin fan kulübün Eskişehir şubesindekiler Hayko'nun etrafını sarıyor. Arabalara eşyaları yükleyip doğruca Hayal Kahvesi'ne soundcheck için gidiyoruz. Yine itinalı ve titiz bir çalışmanın ardından enstrümanlar kuruluyor. Bu esnada Hayko Cepkin fanları da soundcheck'i takip ederken bir yandan da Hayko'yla fotoğraf çektiriyorlar. Soundcheck'in ardından kısa bir yemek arası ve dinlenme için otele gidiyoruz. Hep beraber eğlencesi bol yemeğimizin ardından bir-iki saatlik dinlence için odalarımıza çekiliyoruz. Saatler 22:00'yi gösterdiğinde yavaş yavaş otelin lobisinde bir araya geliyoruz ve 22:30'a doğru Hayal Kahvesi'nin yolunu tutuyoruz tekrar. Mekana girdiğimizde geçtiğimiz yıl Roxy'de birinci olan Yeni Harman sahnedeydi. Kulisten duyduğum kadarıyla çok yakın zaman içerisinde Yeni Harman adını sıklıkla duyacağımız hissine kapılıyorum. Yeni Harman'ın sahneden inişinin ardından Hayko ve arkadaşları da makyajlarını tamamlayıp yavaş yavaş sahneye doğru yol alıyor. Introyla beraber kırmızılar içinde Hayko sahneye çıkıyor. Hemen ardından 'Yarası Saklı'nın ilk notalarının duyulmasıyla birlikte Eskişehir Hayal Kahvesi'ni dolduran kitlenin de coşkusu tavan yapıyor. Sırasıyla 'Görmüyorsun', 'Son Kez', 'Hüzünle Karışık', 'Fırtınam' geliyor ardı ardına. Hayko ve ekibinin arasındaki paslaşmalar da son derece keyifli bir seyir sunuyor. Umut'un gitarıyla sahne üzerinde kendi başına yarattığı dünyasının dışavurumu Hayko'nun o tarif edilemez enerjisiyle birleşince ortaya müthiş bir görüntü çıkıyor. Bu ikiliye aralarda Poyraz'ın da katılmasıyla beraber iyice enerji yükseliyor. Sahneden indikten sonra bile Poyraz'ın bir ara basını havaya kaldırması, Umut'un kendinden geçmişçesine gitarını çalması, Murat'ın davullarının başında apayrı bir dünya yaratması konuşuluyor grup içerisinde. "Sakin Olmam Lazım" albümündeki favori şarkılarımdan biri olan 'Fırtınam'ı da büyük bir keyifle izledikten sonra 'Eller Aldı', yeni şarkılardan '777', 'Ölüyorum', 'Siren', 'Kaos', 'Yalnız Kalsın', 'Hangimiz Masumuz' geliyor. Gecenin finali ise 'Zaman Geçti'ile yapılıyor. Coşkulu kalabalığın tezahüratları ve alkışlarıyla sahneden inen Hayko'yu hayranları kuliste de yalnız bırakmıyor. Konser bitiminden yaklaşık bir 10 dakika sonra Hayko'nun kulisi dinleyicilerinin akınına uğruyor. Sırf bu konser için Antalya'dan kalkıp gelenler mi istersiniz, yoksa İstanbul'dan bir 10 saatliğine gelenler mi. Hepsiyle tek tek ilgileniyor Hayko, tek tek fotoğraf çektiriyor ve oturup birkaç dakika da olsa muhabbet ediyor. Sahneden inmesinden saatler sonra Hayal Kahvesi'nden ayrılıyoruz. Karnımızı da doyurduktan sonra otele dönüp doğruca odalarımıza çıkıyoruz. Dönüş trenimiz saat 13:00'te olduğundan uykuya bol zaman ayırıp kısa süreli bir hazırlıktan sonra yine garın yolunu tutuyoruz. Ancak burada bizi bir sürpriz bekliyor; tren yaklaşık bir saat rötar yapmış! Olsun, biz de oturup gece bıraktığımız muhabbetimize devam ediyoruz. Tabii yanımızda Eskişehir'e adım attığımızdan beri Hayko'yu bir dakika bile yalnız bırakmayan fan kulüp üyeleri var. Saat 14:00 civarı ufukta trenimiz gözüküyor. Sistem yine aynı, eşyaları bırakıp doğruca yemekli vagona. Tıpkı geliş yolunda olduğu gibi dönüşte de ekibin konuşma konusu belli oluyor: PSP. En kısa zamanda psp'ler alınıp turnuvalara başlanacak. Bu durum karara bağlandıktan sonra Umut dinlenmeye çekildiğinden Murat, Hayko ve Poyraz arasında bir müzik muhabbeti başlıyor. Bu muhabbetimiz de Bostancı sınırlarına gelmemizle son buluyor. Sertaç ve Poyraz'ı Bostancı'da uğurladıktan sonra biz de eşyalarımızı toparlamak üzere yerlerimize gidiyoruz. Kısa bir süre sonra da Haydarpaşa'ya geliyoruz ve yolculuğumuz da burada bitiyor. HAYKO İLE KISA KISA Sahne Kavramı: Türkiye'de sahnesini beğendiğin isimler kimler? Sound olarak herkes hayvan gibi sound'unu çıkarıp hayvan gibi çalıyorlar. O açıdan bir şeyim yok. Benim ekstra olarak gördüğüm şey; biraz daha objeli, biraz daha kılık kıyafetli bir sisteme geçmek. Ama bu kesinlikle bir tarz meselesi. Şimdi bunu yapmak isteyenler de var tarz olarak, yapmak istemeyenler de. Kesinlikle doğal günlük kıyafetleriyle gözükmek isteyen bir kültür de var, doğal gözükmeyip başka türlü gözükmek isteyen bir kültür de var. Zaten ikiye ayrılıyor bunlar. Ben diğerindeyim, yani görsele de önem veren hikayenin içerisindeyim. Görsele önem vermeyip yapmak istemeyene bir şey diyemem. O bir tarz, Seattle diye bir tarz var hayatta. Adam normal gömleğiyle, yeleğiyle, hırkasıyla çıkıyor çalıyor. Benim işimde o yok. Ben onu istemiyorum. Hani sahne denince akla en çok gelenlerden bir tanesi Madonna'dır mesela. Kadın günlük kıyafetiyle hiçbir zaman çıkıp şovunu yapmıyor. Ama ben onu seyrettiğim zaman ağzımın suyu akıyor. Dansıyla, objeleriyle, geleniydi gideniydi ile hepsi planlı programlı bir tiyatro, bir oyun, bir sinema var. Ben, bu sistemi seviyorum. Bugün sahnede giyeceğim kıyafetle yolda yürürsem gelir beni ekip arabası alır götürür. Demek ki o sahneye yakışan bir kıyafet. Hayko Cepkin'i oluşturan öğeler olarak müziğin, imajın ve sahnen gösteriliyor zaten... Daha bir sahne şovu yapmış değiliz. Kimin sahnesi aklında kaldı denince ama senin adın hemen geçiyor konuşma sırasında... Bu güzel bir şey. Ama kendimi bildiğim, ekibimi bildiğim için daha biz hiçbir şey yapmadık. Hiçbir şey yapmadan eğer böyle güzel bir isme bizi kondurdularsa ne güzel. Demek ki biz bir şeyler yaptığımız zaman felaket şeyler olacak. Daha hiçbir şey yapmadık; çünkü yapmak istenilen şeyler biraz maddi kuvvetlere dayanan şeyler. Bugün diğer gruplar için de geçerli. Belki onlar da yapmak istiyorlar, yapmak istemeyenler ayrı, yapmak isteyenler için de bu gücü ele geçirmek ve o hayali kurabilmek gerekiyor. Belki şu anda kuvvetlenen gruplar var, alttan gelenler var, destekleyicileri vardır. Mesela Zakkum... Biraz daha böyle imaj görünümlü bir şekil yaptılar vs. Bunlar iyi şeyler, olması gerekiyor. Seveni olur, sevmeyeni olur, nefret edeni olur, bayılanı olur. Kimseye bir şeyi beğendiremezsin; yani genele hitap edebilme şansın yok. Bugün en popüler, en popülist ürüne bile baksan gene de genele hitap edemez. Öyle bir şey yok. Hele ki bizimki daha uç noktalarda bir olay. Tamamen genele seslenmemiz zaten imkansız. Kendi çekirdeğimizde büyüyeceğiz. Bizim hikayemiz bu. Mesela Rock'N Coke'taki sahnenize baktığımızda orada sen ne kadar yok desen de bir görsellik vardı en azından. O, bizim doğalımız. Şöyle söyleyeyim; o doğala objeler eklediğin zaman, o objelerle oynadığın zaman, ışıklarla oynadığın zaman - mesela benim Rock'N Coke'ta eksiğim ışıktı; geceki ışık bende olsa mesela üstüne eklenecek. Gündüz vakti çıkmanın getirdiği bir durum oldu. Tabii. Ama abartmaya da gerek yok. Yeni yeni filizlenen bir albümüm var. Senin saatin o. Kademenin yerini bilmen gerekiyor. Ama ilk açılış yapıyor olsak bile hikaye açılış ve değişim konsepti, gene değişik hikaye kurduğumuz ve öyle yansıtıldığı için diğer Rock'N Coke'lardan on bin kişi daha fazla açılış gerçekleşti. Açılışta 22.500 kişi vardı. Hangi sahnelerde olmayı seviyorsun? Konser sahnesi mi, bar sahnesi mi? Hepsinin yeri farklı. Hepsine göre zaten o bahsettiğimiz ruh haline bürünüyoruz. Mesela her yere giydiğim rengin bile benim için bir anlamı var. Mesela beyazla çıktım ben, beyaz bana göre yaptığım müziğe göre daha temizliği, paklığı anlatan bir şey. Ama bazen o beyazın içerisinde kendimi çok yalnız hissediyorum. Çok tek hissediyorum. Onun için rengi gitgide daha koyulaştırıyorum. Kendimi daha acayip hissediyorum, o gün kırmızı giyiyorum. Daha güvenli hissettiğim zamanlarda, mesela beyaz çok patlayan, ışıklar vurduğu zaman çok gözüken bir renk. Büyük sahnelerde, mesela Rock'N Coke'ta da beyaz giydim. Orada patlayan, gözüken, kendinden çok emin bir ifade vardı. Bazen böyle çok kapanmak istiyorum, içim koyu oluyor, kararmak istiyorum; o gün çok siyaha bürünüyorum mesela. Peki bu renk durumunu grubuna yansıtıyor musun? Genelde şu anda grubun bir giyim sistemi var. Ama çok böyle hani içimize sinen bir şey değil; Umut'unki hariç. Umut'un kendine has gömleği, pantolonu vs.'i var. Ama Poyraz'la Murat'ın Reebox sponsorum olduğu için o vesileyle giydiğimiz şeyler vardı; ama şimdi Reebox'la olan anlaşmamız bitti. Şimdi biraz daha sahneye herkesin kendine has şeylerini bulacağız bir yerden. Ama benim esas şeyim diktirmek, mesela bu MTV Türkiye'nin açılışında olduğu gibi. Ama işte o, maddi bir şey. Bayağı külfetli bir şeye dikildi o. Böyle bir şeyin sponsoru olmadığı sürece böyle bir şeyin arkasında durmak mümkün değil. Bütün ekibi de işin içine katmak istiyorum, çok fena patlar yani. Ama yapacağız, yapmak zorundayız. Benim işim bu. Onun üstünde de istiyorum böyle kolları salınan bir kıyafeti olsun, yaptığı hareketleri destekleyen kıyafeti olsun. Bunlar gelişmesi gereken güçler. Soundcheck'lerde belirli bir sahne koreografisi üzerinde de çalışıyor musunuz? İlk başta yaptık. Mesela Poyraz'ın sahnede ne yaptığını önce kendisinden görmek istedim. Sonra eleştiriler tabii yapmaya başladık hem ekipçe hem de dıştan gelen eleştirilerle beraber. Hep bunları oturup konuşuyoruz. Mesela Poyraz'ın ilk gruba girdiği zamanki haliyle şimdiki hali arasında dağlar kadar fark var. Bu, ileriye dönük baktığın zaman daha da gelişecektir. Çünkü önce bir kendisinin istemesini istiyorum. Klavyeciyken de ben öyle çalıyordum, manyak manyak çalıyordum. Ben onu hissediyordum çalarken. Onu hissedeceği anı bekliyorum, onu hissedince üzerine bir kademe daha koyacağız ve zaten işin içine objeler falan girdiği zaman zaten kendinden oturacak. Mesela ilk konserlerde grupla hiç ilgilenmiyordum. Sadece çalıyorduk. Şimdi grupla beraber sahnede bir paylaşım içerisindeyiz mesela. Her şeyi paylaşmayı öğreniyoruz. Seyirciler Üzerine: Son dönemde özellikle dikkatimi çeken bir durum var. İnsanlar konsere gittiklerinde ellerinde cep telefonları ya da fotoğraf makineleri düşürmüyor. Onların yanı sıra çok sabit duran bir kitle oluşmaya başladı. Beni bozmuyor; hatta belki öyle seyirciyi daha çok seviyorum. Benim fikrime göre ben bir dinleti yapıyorum. Ben bir iş yaptım, iş ne? Ben bir müzisyenim ve bir müzik sundum. Yapılan şey çok basit. Bu işi düşünürsen, bu işe yönelirse beyin, böyle bir şey yapar sunarsın. Ondan sonra beklersin neyin olup olmadığını. Her şeyi çok hani kafayı böyle dışarı çıkart bütün dünyadan uzaktan bak, çok basit bir şey. Müziğe aklım eriyor. Aklımın erdiği şeyi yapıyorum. Bunu da sundukça ya yandaşlarım oluyor, ya da sevmeyenler oluyor. Bu, bir oluşum. Sevenlerle yola devam ediyoruz, ya büyüyoruz ya küçülüyoruz vs. vs. Sevmeyenlerin çok fazla bir tepki göstermesine, herhangi bir şey için gerek yok. Neden? Çünkü yapılan şey çok basit. Zekanla basite indirgediğin zaman; ben sana bir şey sundum arkadaş, sen sevmediysen bunu gerçekten seyretmemeye ve dinlememeye hakkın var. Şimdi mesela başıma gelse, ilk başta hırslarım vardı, bunlara cevabını verirdim; ama şimdi cevabım çok daha iyi. Yaptığımız şey bu. Senin orada yırtınıp yuhalaman ya da el kol hareketi yapman işine yaramayacak. Beni etkilemeyecek. Ben en fazla senin suratını mimleyeceğim, bizim elemanlara söyleyeceğim, seni yukarı aldıracağım yani, senin başın derde girecek. Bu kadar rahat. Esas yüzüme karşı söyleyebilecek olsa, iki kelam etsek büyük ihtimalle fikri ve zikri değişecek, iyi ya da kötü; fark etmez. Ama o benle orada diyalog kurmuyor. Onun yapmaya çalıştığı şey sadece aksiyona geçmek, bir heyecan arıyor. Ben ona o heyecanı yaşatırım, hiç merak etmesin. Konu nereden geliyor da olay kendi içinde çok basit bir konu. Bir şey sunuyorsun, suratın aptal kutusunda daha çok gözükmeye başlıyor, yolda daha zor yürümeye başlıyorsun, imzan kıymete biniyor, saçma sapan bankalarda imza atarken şimdi kıymetli bir hal alıyor. Aslında kendi içinde çok küçükler. Hepsi belki de kendi içinde hatıralar onları aldığın zaman. Aslında ben bu işte psikolojiyle ilgileniyorum. Psikoloji işi. Seyircinin aldığı haz, o psikoloji. Onun için ben mesela ODTÜ'deki ilk konserim kapalı amfitiyatrodaydı. Tiyatro sahnesinde çalıyorduk ve oturma grubu hesabıyla. Herkes oturdu ve bir seyir oldu. Seyir olduğu zaman başka bir ruha büründük, daha teatral takıldık, daha mimiklerin kıymete bindi. Ben, o seyirciyi de seviyorum. Kuduranı da seviyorum. Kuduranda bir adrenalin, bir deşarj oluyor. O deşarjı evinde gidip sağı solu dökeceğine, ailesini mesela rahatsız edeceğine gelsin orada yapsın. Eskisi gibi mesela pogo çok yapılan bir şey değil. Şimdi pogo yaptığın zaman etraf bundan rahatsız olup kavgaya dönüşme ihtimalleri var. Çünkü insanda sabır denen şey kalmış değil. Bu müziğin içerisinde pogo denen şey var. Gerçi benim müziğimde şu anda pogo yapılır hal yok. Çünkü ritmi yüksek bir müzik değil benimki, daha yavaş bir müzik. Ama yine de ben bakıyorum seyirciye o pogo hattının etrafında önüne geleni itenler, onlarla tartışma çıkartanlar, kavga çıkaranlar olabiliyor. Bu, daha sert müzik yapanlar için daha zor bir deneyim, onlarda daha çok oluyordur. maNga'da mesela oluyor, Kurban'da mesela oluyor vs. vs. İnsanlar birbirini uyarıyor da bu tip durumlarda. Bizim başımıza zaman zaman geliyor. Arkadaşlarımız kafa sallamak için öne gittiğinde gerisin geriye yanımıza geliyor. Nedenini sorduğumuzda yanındakilerin rahatsız olduğunu söyledikleri ifade ediyorlar. Herkesin bir beğenesi var iken o konserden haz alacak duygu da kendi içinde değişiyor. O adam, kendi içinde böyle bir sisteme başvuruyor. Bu onu rahatlatacak belki eve gittiği zaman. Diğeri de dinlemek istiyor. Mesela ben de dinleyicilerdenim. Oturur müzisyen gözüyle dinlerim. Kimin ne yaptığını, ne çaldığını, ne tavır sergilediğini seyredenlerdenim. Ama yanımdaki adam kuduruyorsa "Yapma ulan" diyemem. O, bunu yapmak istiyor. Ya ben bir yere gideceğim ya da o anlayacak benim rahatsız olduğumu başka bir tarafa doğru yüklenecek. Ama insanoğlunda sabır diye bir şey kalmadığı için o konser atmosferi bile bir anda kavga durumuna girebilir. Stagediving mesela yapacak adam, bir tanesi orada tutmak istemiyor. Hafif çekilse bile diğerinin suratı koluna gelebilir. Uzun zaman sonra stagediving'i zaten Juliette Lewis konserinde gördük. Yani. Şimdi Juliette Lewis'te yüzük var, yanlışlıkla herifin yüzüne gelse 'napıyorsun Juliette' der. Avrupa'nın yaşam standartları içerisinde sabır sınırının daha yukarıdadır diye düşünüyorum. Ama bu her yer için geçerli bir durumu var. Herkesin sabır sınırı bitmiş durumda. Hemen sıkılabilir. Ama kimseyi her dakika kontrol altında tutamazsın, çok zor bir şey. Internet Mevzusu: İnternetin hiçbir şeyiyle ilgilenmiyorum. Bir mail adresim var, bir de kendi internet sitem var. Başka hiçbir şeyle alakam yok. Ne MSN'im var, ne MySpace'tekiler benim. Hiçbiri ben değilim. Bir süre Hayko Cepkin var; ama sohbet ediyorlar. Muhabbetleri iyiymiş, öğrendim. Bir de girdim baktım, MySpace diyorlar. Bir baktım eşim dostum ne kadar adam varsa var sayfalarda. Türkçe Mi ? İngilizce Mi? Benim ısrarım sonuna kadar Türkçe ile bu işi yapmak. İngilizce yapmak, zaten İngilizce yapılıyor. İngilizce yaparsam zaten hani çok bir değerimin olacağını düşünmüyorum. Bu albümü İngilizce sözlerle yaptım, yurtdışına açılıyorum bana çok geyik geliyor. Burada yapıyorum bu müziği, Türkçe sözlerle konuşuyorum, buradaki dinleyici kitlesi yapıyorum. Onlar için bir şeyler yapacak olursam, o zaman buradakiler için ne yapmış olurum diye düşünüyorum. Hepsi birbirine giriyor. Bu dilde yapmam gerektiğini düşünüyorum. Ben nasıl ki İspanyolcasını, İngilizcesini dinliyorsam burada o da benim Türkçemi dinlesin. Artık uymayan bir dil de değil. Sözler çok müziğin içerisine oturmaya başladı. Eskiden böyle değildi, İngilizce'ye yakınlaştırılmış bir Türkçe kullanılıyordu. Şimdi olgun dilde şeyler rock müziğin içerisine oturmaya başladı. Artık kulağa çok iğreti geldiğini düşünmüyorum. Eurovision'a da İngilizce katılmalarına gıcık oluyorum dibine kadar. Resmen beğendirmeye çalışıyorsun. Anlatmaya çalışıyorsun. Seni anlamak istiyorsa, ne anlatıyor diye İngilizcesine çevirsin. Seni araştırsın. O kadar da armut piş ağzıma düş hikayesi değil. Olacağı varsa oluyor. Yurtdışı Durumları: Hürriyet'ten Sinem, Hayko ile röportaj yaparken Hayko'nun bir sözü çok dikkatimi çekti. "Hedefim Kuzey ve Japonya". Bunun nedenini sorduğumda ise Hayko'nun verdiği yanıt aynen şöyle oldu: "Oralara daha çok gitmek istiyorum. Buradan gidip de Avrupa'da bir teklif alıp konsere gittiğimde mesela Hollanda'ya gittiğimde isterim ki gerçekten Hollandalılara, gerçekten yabancı kesime seslenebilmek. Eğer yabancı kesime seslenemiyorsan o çok fazla Avrupa'ya açılmak gibi gelmiyor bana. Orada işte seni bilen, senin dilini yaşayan Türklere hitap etmiş oluyorsun. Aslında burada verdiğin konserin aynısını vermiş oluyorsun. Seni hiç bilmeyen, o sırada dilini anlamayan; ama ne biliyim sahnedeki durumunu, grubunu, müziğini beğenen seni hiç anlamayan adama açılırsan eğer o Avrupa'ya açılmak gibi geliyor. Ama benim yaptığım müziğin hedefi, kitlesi olarak kendime belirlediğim noktada Kuzey karanlık kesim ve bir de Japonya en çok kafaya taktığım nokta. Oralara gitmeyi çok isterim. Özellikle Japonya. Bir de Japonya'da eğer güzel bir şey yapıyorsan benimsiyorlar, alıyorlar. Öyle bir durum var. Ancak bunu yaparken de kendimizden taviz vermeyelim. Onlar gelsin bize." Gelecek Planları Bugünden yarını planlarım ben zaten. Burada konuşurken de o günleri yazmam gerekiyor diye, ta ki nisan ayını planlıyorum. Nisan ayının 30'undan sonraki albümün mesela çıkış tarihinden bilmem nesine kadar bitti. Yakın vade benim için birkaç ay önü oluyor. O ayı komple planlayıp ona göre sistemli gitmek, strateji kurmayı zaten yapıyorum. Hayatımın içerisinde en yakın vadesi 3 ay, 4 ay iken önümdeki 5-10 seneyi de hesap ediyorum aslında. Bunların bana yıllar sonra neler getireceğini vs. vs. Ama kendi planım bu 5-10 yıllık süre içerisinde bugün trenden camdan bakarkenki gibi müstakil bir eve taşınıp hayatımda neyden zevk alıyorsam o eve hepsini döşeyip bir daha oradan çıkmak istemiyorum. Planım bu. Starlık Kavramı: Günümüzde çok konuşulan starlık ve rockstarlık kavramlarıyla ilgili neler söyleyebilirsin? Sana bu kavramlar neleri ve kimleri ifade ediyor? Türkiye'de star ya da rockstar diyebileceğin isimler var mı? Türkiye'de starlık kavramı diye bir şey yok. 'Patlak star' ismi verilmiş birçok ürün var. Ama hiçbiri yurtdışında Madonna ya da Michael Jackson gibi bir konumda, bir durumda değil. Bir kere biraz starlık kavramı sanırım yaşadığın hayatın da sansasyoneliyle beraber peşi sıra geliyor. Çok normal bir yaşamın varsa ve insanların yüzünde sadece mükemmeliyetçi bir tavrın varsa o starlığa girmiyormuş gibi geliyor. Bugün mesela Madonna'nın hayatı da birçok çetrefilden geçmiştir. Michael Jackson zaten sansasyonların adamı. En büyük gözümde o ikisi idol olarak sayabileceğim, tarih olarak kalabilecek iki isimden örnekler veriyorum. Benim gözümde onlar stardır. Çünkü tarihe damgasını vurmuştur. Starlık kavramının oluşması için harbiden tarihe damga vurman gerekiyor. Sadece kendi yerel ülke bazında bir klonun içerisinde kalıp süper zengin, süper ünlü bir hal alabilirsin; ama sadece aslında bir komünün içerisindedir, dünya üzerinde ufacık bir şeysindir. O kendi bünyende bir starlıktır, kendini öyle görüyor da olabilirsin. Ama yaşadığın bütün dünyaya mal edilmişsen işte o zaman starsın. O da ne demek oluyor? Ömrü billah tek başına sokakta tek başına yürüyemeyeceğin, hayatının bittiği, hayatının tükendiği anlamına geliyor. Herhangi bir bara gidip bar çıkışı kameralara 'ah ah' muhabbeti yapamayacağın demektir. Mesela benim kendi çapımda 5-10 yıllık mesafe içerisinde kendi evime kapanıp tamamen oraya odaklanıp, tabii evin koca bir kısmı stüdyo olarak kalıp müzikal hayat devam ediyor, öyle bir şey kurup öyle bir şey yapmak var. Adam ada satın alıyor, kendini dünyadan soyutlamak zorunda kalıyor. Yaşamı o hal alıyor. O adam, en büyük star; ama hayatı bitmiş. Hayatın bittiği zaman star olabilirsin. Böyle bir kavram bizim memlekette yok. Ama star gibi yaşayan, rock'n roll gibi yaşayan konusuna gelirsen tek örneği var: Teoman. Rock'n roll o yaşıyor. Biz sahnede daha sert, daha agresif, daha boyalı, daha garip gözüküyor olabiliriz; ama ben onun kadar rock'n roll yaşamıyorum. Dikkat ettiğim birçok şey var. Onun kadar rahat değilim hayatta. O, çok her şeyden soyutlamış kendini hayatta. Seviyorum onu, çok zeki bir adam. |
Cevap : Hayko Cepkin
Korsan Olayları:
Korsana karşı değilim, olamam. Çok saçma. Dünyanın hiçbir yerinde Türkiye gibi korsan CD satıp da dükkan açabilme hakkına sahip bir ülke yok. Burada korsan CD satan vergi levhalı dükkan var. Böyle sistemin kendi içinde el-kol verdiği bir yerde ben televizyona çıkıp da 'Korsan satın almayın arkadaşlar, yapmayın etmeyin' gibi bir saçmalığa girmem yani. Bunu söyleyecek olan ben değilim, ben kimseye yalvarmak zorunda değilim. Benim bir tek kaygım var. Bir tek şeyden dolayı sıkıntı duyarım. Biri albümümü alıp da *** olarak paylaşmaya başladığı zaman o *** dolaştıkça, o indirimler gerçekleştikçe üzerinde muhteşem dijital hatalar oluşuyor. Normalde bir şarkıyı yaptığın zaman o şarkının mesela 4 dakikalık bir şarkının 60 mb'lık bir kütlesi var. Sen onu ***'e indirdiğin zaman o sana oluyor 6 mb bir şey. Ben mesela çabalıyorum stüdyoda hayvan gibi bir sound çıkartıyım diye, 60 mb'lık bir şey üretiyorum orada. Sen onu küçük bir programla 5 mb'a indirip benim 55 mb'lık emeğimi mahvediyorsun. Dinlediğin şey çıtırlı mıtırlı, üzerinde bir sürü dijital hatalı ve seni dinlerken tatmin edemeyecek kıvamda bir şey. Benim takıldığım tek nokta o. Çünkü ben ömrü hayatımda hiç, zaten internetle alakam olmadığı için, şarkı indirmiş değilim. Kuzenim, eşim dostum bilgisayardan indiriyor. İndirip de evde dinlediğimiz şeyler beni dinlerken tatmin etmiyor. Çünkü bas frekansları gidiyor, tiz frekansları yükseliyor, üzerinde dijital hatalar var. Dinlerken bana herhangi bir lezzet katmıyor. Alabiliyorsam o albümü, param varsa alıyorum. Alamıyorum bir sonrakini bekliyorum, bu daha çok yabancı albümler için. Çünkü yabancı albümler günümüzde pahalı. Herkes alabilecek diye bir şey yok. Benim tek kaygım kaybolan o 55 mb'la rezil bir sound dinleyip sonra herhangi bir yerde 'abi çok kötü olmuş soundları' diyebilmeye cüret edebilecek kişiler. Böyle bir şey demeye arkadaşım hakkın yok. Çünkü bunun bu duruma gelmesinin sebeplerinden bir tanesi de hem internet, internetle beraber sizlersiniz. Siz böyle bir şeye indirmeye karar verdiniz *** olarak. Bu sektörde bu sebeplerden dolayı patladı, geberdi, gitti. Benim belki de son stüdyoya girip de kayıt yapabilme şansım bu. Belki bir sonrakini komple evde yapmak durumunda kalabilirim. Bu maNga için de geçerli, Ege için de geçerli, Çilekeş için de geçerli, diğerleri için de geçerli. CROW: Sene 1994 Aralık. Film gösterime girdi. O döneme kadar sadece klasik müzikle alakadarım. Rock müzik nedir zerresini bilmiyorum. Filmin fragramını görüp gitmiştim. Çok böyle o taraklarda bezim yoktu. Ama tabii lise çağları, tiyatrocu olmak istiyorum. Sanatın böyle dallarıyla uğraşmak istiyorum. Ailemle problemlerin arttığı, problem genç olmaya başladığım dönemler. Crow'u seyrettiğim zaman şey oldu bana. Adam kararlı, sevdiği bir şey için kararlı bir vaziyette mezardan çıkıp geliyor. Neticede bunlar bir karga vesilesiyle ruhani bir durum kazanıyor. O ruhani durum, mistiklik, kararlılık hoşuma gitti. Değişmesine sebep oldu fikirlerimin. Gençlik döneminde kendine bir idol ararsın ya benim için o bir idol oldu. Özellikle o kararlılık biraz onun üzerine yapıştı. Sonra soundtrack'i aldım. İlk parça The Cure'un parçası. Çok sert geldi bana. Bu ne dedim. Öyle ki soundtrack'te Panteralar falan var. Bir fenalar geldi bana, öyle ki bir müddet dinlemedim. Sonra o dönemin yazında bisikletimi kullanırken walkman'le bisikleti onunla kullanırken baktım iyi bisikleti kullandıran bir albüm. Bu müzik, böyle adrenalin işlere yarıyor. Aslında rock müziğe geçişimi de sağlayan bir şey oldu. Okul Yılları: Okul döneminde de bu hiperaktiflik var mıydı? O zaman daha hiperaktiftim. Aynısıydı aslında. Bir şey değişmedi, sadece daha akıllandım, o bir gerçek. İdarenin mimlediği tiplerden miydin? Tabii canım. Mesela bütün okul yukarıda aynı kantin yemeğini yerdi bizde. Bizim yukarıda öğretmenlerin yediği yere ayrı masa kuruldu. Biz öğretmenlerin yanında yiyeceğiz, böylece yaramazlık yapamayacağız diye. Okul tarihinde ilk ve tektir o. Ama biz bu sefer öğretmenlere bulaşıyorduk. Çok gıcıklık yapıyorduk. Adamlara yalancı hizmet ediyorduk. 'Buyurun hocam, sandalyeniz', 'yemeğiniz tuzsuz galiba, tuz dökeyim'. 'Oğlum dökme', 'sizin için hocam, seviyorum sizi' vs. vs. O zaman Levent Kırca var, o ekmeği ortadan bölme kültürü. Çorba çıkmış yapmazsak olmaz. Ekmeği böyle yerinden kesiyorduk, hocanın yanında tam bir ekmeği ortadan bölüp çorbaya banmalar, uzun bardaklar alıp suyun içine hafif yoğurt katıp rakı muhabbeti yapmalar. Hocalar bir geliyor rakı içiyoruz biz sözde, kafalar iyi olmuş. Bardakta rakı var resmen. 'Napıyorsunuz' diye azar işitmeler falan. 'Hocam yani artık bu dersler de bizde bir stres yarattı' falan. Yoğurt katmışız içine işte. Ama süper sızmışız masada falan. Biz mimliydik yani. Mesela başkasının yaptığı şeylerde üzerimize ihale kalırdı. Ama Allah'tan esas olanlar bulunurdu da biz arada sıyrılırdık. Ama bir şey olduğu zaman bizden bilinirdi. Yaramazdım, ders çalışmadım, full kopya çektim. Kopyayla beş dönemde bitirdim okulu. Devamlı yukarıda spor salonunda top oynardım. Derslerden nefret ederdim. Devamlı gürültü yaratırdım. İlgi gösterdiğin bir ders var mıydı? Sevdiğim hocanın dersinde çok fazla artistlik yapmamaya çalışırdım. Ama hani hem dersi sevmiyorum, hem hocayı sevmiyorum ona zindan ederdim dersi. Anılar: • Başka bir grupla çalarken zamanında bir programa konuk olmuştuk. Standart grup elemanlarını da tanıyalım geyiği vardır ya böyle programda. Biz de böyle duruyoruz. Başınızdan geçen bir şeyi anlatır mısınız, dediler. Biz gülmeye başladık. "Ooo, demek ki çok olay var" falan diyorlar. "Oooo... bir sürü, bir sürü" yaptık. "Bir tane anlatır mısınız" dediler. Kaldık öyle. Ömer o sırada daha çok gülüyordu, "sen anlat, senin aklına bir şey geldiyse" dedik. "Bir gün bir yere gidiyorduk, otobüs bozuldu, çok güldük" dedi. Canlı yayında programdayız, spikerler kaldı böyle. Devamlı bir şeylere gülüyoruz; ama kendi aptallıklarımıza gülüyoruz. Birbirimizle çok dalga geçiyoruz. Herkes birbirini kovuyor mesela grupta. Ben devamlı Poyraz'ı kovuyorum mesela. Poyrazlar devamlı başka bir vokalist arama peşinde. Devamlı böyle bir durumumuz var. • Yazlıkta herkes saat 12 olduğu zaman yukarı çıkıyordu. Biz aşağıda oturup Braveheart'ın soundtrack'ini dinleyip, alkolün dozunu arttırıp kılıçları çekip kıyafetlerle denize atlardık Braveheart misali. • Birçok arkadaşımın fanzini vardı. Onlar dediler ki sen de bir şeyler yaz. Yazamam dedim; ama yazarsın yazamazsın derken 'sizinle yazdıklarınızla dalga geçersem yazabilir miyim?' dedim. Tamam, dediler. Benim öyle bir yazı karakterim çıktı. Hatta nickname'im de Hayko Yayın'dı. Bir paragraf okuyorsun; ama hiçbir şey yok o paragrafta. Öyle şeyler yazıyordum. Öyle bir tarz oluşturdum kendime. Hatta bir dergiye yazar olma teklifi geldi. 'Gözünüzü seviyim, yapmayın yazık' dedim. İlk üç yazıda bir şeyler anlatmaya çalıştım, düzgün cümleler kurmaya çalıştım; ama elim öbürüne gidiyor. 'Lütfen bana yazdırmayın, beni serbest bırakın, ben olmayayım bu işin içerisinde, benim olayım değil' dedim. 'Ya da bunu da illa yazacaksam hani o sayfa şu an boş kaldıysa, sizi zora sokacaksam kendi yazdığım gibi yazıyım ve son yazım olsun, bitsin. Zaten onu görürseniz yazdırmazsınız sizin de içiniz rahat eder' dedim. Neticede kendi bildiğim gibi abuklar ve sabuklar üzerine yazı yazıp zaten de bir daha telefon almadım. • Bir dönem Migros'un kaset satış reyonunda çalıştım. Orada üç iyi arkadaş birleştik; Emrah, Uğur ve ben. Uğur, daha böyle rock müziğin özüne sahipti; böyle Led Zeppelin falan. Emrah da daha grunge, modern dönemi Silverchairları, Pearl Jamleri bilen bir adamdı. Ben de hiç, klasik müzik alın bunu dinleyin diyen bir adamdım. Onlar vesilesiyle çok hızlandırılmış bir tura geçtim ben. Bir yanda böyle bir sürü bilgi birikimi, zaten bütün kasetler elimin altında. Baktım Black Sabbath, Testament ortamına girmişim. Hatta Migros'ta yayın olarak bir keresinde Cannibal Corpse verdik. Çok fena oldu. Reklam kültüründe vardır ya marketlerde böyle pozitif şeyler çalarken insanlar daha çok alışveriş yapma arzusuyla dolar. Cannibal Corpse çalınca herhalde bir düşüş oldu, bizi postaladılar oradan. Grubuna Dair: Biz grup olarak devamlı birbirimiz kovuyoruz. Onlar devamlı başka bir vokalist arıyor. Bir de böyle bir şey var mı? Benim şarkılarımı kullanıp başka vokalist ekrana koyacaklar. Her fırsatta birbirimizi kovuyoruz. Onun haricinde sürekli bir basçı arayışımız var. Mesela Yüxexes'in kulisine bizim eski basçı geldi. "Abi nerde kaldın? Giy kıyafetlerini çabuk" dediğimde Poyraz, bakakaldı. Umut, benim 10 senelik arkadaşım. Grubun babası. Birçok konuda grubu o toparlıyor. Onun Poyrazla arasındaki geyik de şudur mesela; Poyraz 22 yaşında olup Umut 30 yaşında olunca, Umut şimdi 'ay ay belim ağrıyor' dediğinde Poyraz 'tabii abi yaştan' diyor. Devamlı bir yaşlı muamelesi var grubun gençleri tarafından. Mesela 'Başım ağrıyor'diyor, 'abi tabii sesten' diyorlar. Devamlı onunla o şekilde uğraşıyorlar. Öte yandan Murat da baba. Normalde Murat; ama Murat Baba olduğu dönemler var. Birden bire Murat Baba'ya dönüşüyor o. Çünkü Murat'ın her şeyle ilgili bilgisi var. Bayağı bir o da eve kapanıp kafasını internet üzerinden bilgiyle doldurmuş bir manyak o da. Hepimizin çok güzel oturmuş materyalleri var. Onlarla didişiyorum böyle. Çok güzel ve de keyifli. Konserden konsere giden bir grup değiliz. İstediğim de o zaten. Müzisyenle vokalist arasında bağ kopuk olursa arkandan kulis oluşur. Bizim kulis yaptığımız çok iş oldu müzisyenler arasında. Bizde kural şeydir; sorunu olan sorununu anlatsın ki; çünkü mesela bir konu oluyor şu konserler bitsin sonra konuşurum dersin ben tam tersini düşünüyorum. Çünkü o konserler geçene kadar o mevzuyu sen konuşmayıp aklında düşünürsen ya da başkalarıyla paylaşırsan bizim de o adama hata yaptı diye bakış açımızda hatalar oluşabilir. Gizli saklı sevmem, yalan sevmem. Grup içi kimse birbirine yalan söyleyemez. Yalanı suratına vururum. Yakın Çevresinin Hayko Hakkında Söyledikleri: Umut Töre (gitaristi): 10 sene öncesine dayanıyor. Beraber barlarda, bir yerlerde çaldık. Ondan sonra Roxy'ye katıldık Alt Geçit grubuyla. Orada Hayko, bize klavye çaldı. Sonra Moğollar'a roadielik yaptık. Hayko'nun hep devamlı bir çalışma hali vardı, kendi parçalarını yapıyordu. Deneme yanılmaları, kayıtlarının ilk evrelerinde beraber çalıştık. Sonra Hayko, Roxy'ye katıldığında yine Alt Geçit'ten bir baterist arkadaşla çaldık. Ben, albümün ilk başında yoktum. Teklif bile etmedi biraz işim gücüm vardı, biraz ben teklif etmiş gibi oldum. Ondan beri beraber çalıyoruz. Hayko ile ben çalıştığımı hissetmiyorum. Çok eğleniyorum. Hayko bir de çok rahat bırakıyorsun. O konuda çok açık biri. Murat (davulcusu): Hayko ile yaklaşık iki sene oldu. Her şey bir telefonla başladı. Hayko, 'bak bakalım, beğenecek misin? Eğer beğenirsen başlayalım abi' dedi. Ben de albümü çok beğendim ve ondan sonra çalışmaya başladık. İlk profesyonel projem. Gerçekten çok zevkli zamanlar geçiriyoruz ve inşallah da böyle devam edecek. Çok özgür olduğumuzu düşünüyorum sahnede. Şu andaki gidişattan çok memnunum. Hepimiz dengesiziz, o da dengesiz. Böyle anlaşıyoruz işte. Bu, aslında bir anda açıklayabileceğim bir şey değil. Zaman zaman her şey değişiyor. Ama Hayko çok iyi bir dost bir kere. Çalıştığınız müzisyenlerle iyi anlaşabiliyorsanız, çok sıkı bağlar kurabiliyorsanız sinerji zaten bir şekilde ortaya çıkıyor. Aksi takdirde sadece görev adamı moduna geçiyorsunuz bu sizin çalışmanızı da kesinlikle etkiliyor. Poyraz (basçısı): 1 Mart 2006'dan beri Hayko ile çalışıyorum. İlk Bursa konserinde beraber sahneye çıktık. Hayko ile çalışmak çok zevkli. Öncelikle Hayko, benim için bir arkadaş, dost ve ağabey. Ama Hayko'yu müzikal açıdan tatmin etmek çok zor; müzik konusunda çok dikkatli, çok hassas olduğu için. Aslında zorlanmıyoruz; ama uyumu sağlamak ilk başta benim için zordu. Artık bu uyumu sağladığımı düşünüyorum. Her şey daha iyiye doğru gidiyor. Evrim (stüdyo marşandiz): Hayko ile çalışmak çok iyi. Bir kere benim işimi de az da olsa biliyor. Frekans bilgisi olduğu için beni çok rahatlatan şeyleri var. Bana getirdikleri çok absürd şeyler değil ki öyle aranjör çok var. Tonlayamadığımız, işin içinden çıkamadığımız çok iş oluyor. Ama Hayko öyle değil. Hayko, stüdyoda agresiftir. Bir kere Hayko'nun normal solist istekleriyle pek bağdaşmayan istekleri vardır. Türkiye'deki genel vokal anlayışında bütün solistler yukarıda tutulduğu için hep müzik altta kaldığı için tonmayster kendini gösteremez. Hayko'nun işinde bu tam tersi. Solisti direk aşağı gömüyor ve rahat aslında miks yapabiliyorsun. Bunun dışında arkadaş hep alt sevdalısı. Hep baslar yoğunlukta olduğu için biraz öyle uğraşıyoruz. Sinan Yener: Bizim firmanın komşusu EMI. EMI'ın genel müdürü Hakan Kurşun, bize gelip menajerlik yapar mısın diye sordu. Biz de pek beceremeyiz dedik. O zamanlar düşünmüyorduk böyle bir şeyi. Devamında bize menajerlik işlerinden anladığını düşündüğümüz bir arkadaş katıldı, onun ardından Hayko ile çalışalım dedik ve öyle bir birliktelik doğdu. Fakat bir süre sonra Hayko ile tamamen ben ve Suat çalışmaya başladık. Kendi içimizde bir görev dağılımımız oldu. Ben daha teknik konulara bakıyorum. Suat da daha çok konserlerle ilgili olan şeylere bakıyor. Hayko ile çalışmak hem kolay hem de zor. Aslında kolay yanını oluşturan şey zor yanını da oluşturuyor. Her şeyden çok haberdar olması. Konsept olarak bir müzisyen olması. Ben mesela Hayko'nun tonmaysterliğini yapıyorum. İşimi çok kolaylaştırıyor. Ama diğer taraftan zorlaştırıyor da. Çünkü sürekli bir şeyleri itiyoruz. Bunun olmasının nedeni de her yerde bulmakta zorlanmamızdır. Belli şeyleri optimumda kullanıyoruz. Kolay olmuyor istediğimiz sound'u yaratmak. Bizim aramızda bir de tiyatro vardır bunu yaparken. Çok güzel o konuda atışırız. Bunların dışında Hayko ile kişisel çok güzel eğlenirsiniz, çok güzel vakit geçirirsiniz. Suat Ok: Temmuz 2005'ten beri Hayko ile çalışıyorum Sinan ile birlikte. Sinanla beraber farklı kariyerlerden gelen insanlarız. İlk başladığımızda belli bir network'ümüz yoktu. Ama Sinanla beraber görev tanımlamaları, kurallar, süreler vs. gibi işlere çok alışkın olduğumuz için çok fazla zorluk çekmedik. Bir proje kovalarken, Hakan Kurşun'a bir şeyler sunmak için gittiğimizde bize Hayko'nun menajerliği teklif edildi, biz de kabul ettik. Bir süre sonra ne kadar doğru bir iş yaptığımızı düşünüyorum. Çünkü çalışması çok kolay bir sanatçı. Daha önce bir sanatçıyla çalışmadım; ama sonrasında çalıştım ve çalışamadığım için bunu söyleyebiliyorum. Hayko ile başladık. Tabii ki ufak tefek anlaşmazlıklar ve karşılıklı çeliştiğimiz noktalar oluyordu; ama bunların normal olduğunu düşünüyordum. Farklı projelerde çalışmayı denedikten sonra Hayko'nun ne istediğini çok iyi bilen birisi olduğunu, her şeyi planlı bir şekilde yaptığını, özellikle bu camia içinde çok deneyimli olduğunu söyleyebiliyorum. Gergin saatlerimiz soundcheck saatlerimizdir. Sonrasını bilmiyorum; çünkü Hayko sahnede yalnız oluyor. Kendi içimizdeki bağlarımız çok güzeldir, keyiflidir. Stratejik olarak da Hayko ile bir şeyleri paylaşmak çok kolay. Çünkü müzik dünyasını, Türkiye'yi çok iyi tanıyor, kendisine çok güveniyor. Git-gelleri hiç yok. Bir konuda karar verdiği zaman geriye dönüp bakmaz. Sadece işimizi yapıyoruz. Sorun çözmekle uğraşmaktan ziyade işin getirdiği gereklilikleri yapmak, önümüze çıkan ufak tefek engelleri aşmak bizim yaptığımız şeyler. Hayko ile çalışmak bize de hem prestij olsun, hem iş ilişkileri bakımından çok şey kazandırdı. Blue Jean Dergisi - 01 Nisan 2005 |
Cevap : Hayko Cepkin
Hayko Cepkin….
Değişik pandomime benzer hareketleri ve müzik tarzıyla bir anda gençlerin gözdesi oldu. Hayko; müzik piyasasının sonradan damdan düşer gibi patlayanlarından değil. Kendisi bir klavye virtüözü. Ve dahası dahası da var… O eski bir dövme sanatçısı. Gelin sonrasını kendisinden dinleyelim. Fatih; “Herkesin bilmediği yönlerin üzerinde durmak istiyorum. Hareketlerin ve dövmelerin kliplerinde sahne performansına ayrı bir anlam katıyor. Peki bu kolluklar ve dövmelerin görselliğini oluşturduğu tarz nasıl ortaya çıktı?” Hayko; “İlk klibimizi çekerken yönetmenimizle uzun uzun düşündük. Kıyafet seçimi için bayağı uğraştık. Üzerime bir spor atleti geçirmiştim ki, tamam, dedi. Sportif bir kıyafetle çıkacaksın… Eee bende kollarım boş gözüküyordu, kollukları geçirdim gitti. Yakıştığını düşünüyorum.Zaten daha sonra bir spor firması bana sponsor oldu. Ve bu tarz tam olarak ortaya çıktı.” Fatih; “Peki dövmeler?” Hayko; “Dövmelere gelince; ben hiçbir zaman dövmelerimle ön plana çıkmaya, onları sergileme amaçlı yaptırmaya eğilimli bir insan olmadım. Bunu düşünen adam salaktır zaten. Öyle insanlar popüler kültüre alet olmuşlardır. Dövme yaptırmak için boşuna acı çekmiştir. Dövmeyi yaşarsın… Hissedersin…O senin felsefendir ve o yüzden bunu yaparsın, yaptırırsın…Vücudumda; –the crow- un simgesi, geri dönüşüm işareti var ki geri de döneceğiz toprağa… Kısaca benim için her birinin anlamı ve değeri var.Seviyorum dövmelerimi” Fatih; “Dövmeleri’ni İstanbul’dan dövme sanatçısı arkadaşım Ruhsel Donbalak yaptı diye biliyorum. Benim yazdığım ‘Türkiye’de Dövme Sanatı’ dövme araştırma ve bilgi kitabına verdiği söyleşide Ruhsel senden bahsetmişti. Ama bir de okuyucularımıza aktaralım?” Hayko; Bendeki dövmeleri Ruhsel Usta, üstad ne dersin bilemiyorum, O yaptı. Kitabının içeriğinde belirttiğin üzere Türkiye’nin ilk dövme ustalarından biridir. Ben 1994’ten başlayarak onun yanında çıraklık yaptım. 4 sene çalıştım. Ama doğuştan gelen bir el titremesi olayım var. Ve yapamayacağıma kanaat getirdim. Bir gün çıktım karşısına ve Ustam ben yapamıyorum, dedim. Bir insan kendisine yalan söylememeli bence ve hangi işi iyi yapıyorsa onla ilgilenmeli. Yani ben dövmenin kültürüne, felsefesine sahibim. İşin iç yüzünü bilen bir insanım. Popüler kültürün aleti olmuşsa, alet edenlerin meselesidir. Beni alakadar etmez. Başkalarının dövmeleri de, hayatları da beni ilgilendirmez. Biri bende dövme gördü diye dövme yaptırıyorsa zaten bu onun sorunudur. Rahatsızlığıdır.” Fatih; “Müziği dövme yaptırdığın dönemlerde de bir arada sürdürüyor muydun?” Hayko; “ Senin de bildiğin üzere zaten birçok grupta ve sanatçıda klavye çaldım. Müziğin içindeydim. Ama yoğunluk meselesi. O zamanlar dövme sanatçısı olmayı gerçekten istedim ama bu da bir yetenektir. El hüneridir. Bende de bu el titremesiyle ne kadar yetenek olursa olsun gölgede kalacaktı. Müziği seçtim. İstediğim işi yapıyorum. Memnunum hayatımdan. Kendi dinleyici kitlemi de oluşturduğumu düşünüyorum. İnternet siteme gelen eleştiriler de bunu gösteriyor bana. ” Fatih; “Peki insanların sana sıkıntı çekmeden rahatça ulaşabildiklerini söyledin az önce bir hayranına. Gerçekten böyle mi? Nasıl iletişim kuruyorlar seninle?” Hayko; “ haykocepkin.com İnternet sayfamdan bana ulaşan tüm beni sevenlerin mesajlarını bizzat kendim okuyorum. 1 milyon tane gelse yine de okur cevap veririm. Araştırın cevap vermediğim bi tane adam bulamazlar. Ben hep böyle olacağım…Bana ulaşan her insan değerlidir benim için. İster övsün, ister eleştirsin!” Fatih; “Çok teşekkürler vakit ayırdığın için, konser öncesi oldukça enerjik görüyorum seni…” Hayko; “ Evet… Bu benim her zamanki halim. Yerinde duramayan bir adamım. Eskişehir’i de bu açıdan oldukça seviyorum. Bu 3. gelişim ve daha sı da gelecek…Ben teşekkür ediyorum… Çalışmalarında başarılar.” |
Cevap : Hayko Cepkin
Bikinili Kızlara Bakarken Dinlenecek Şarkılar Değil Benim Söylediklerim...
'Yıllar sonra arayıp senden röportaj isteyeceğim hiç aklıma gelmezdi' diye arıyorum Hayko Cepkin'i. Aslında bir an düşünüyorum da daha lise yıllarında Hayko, özelliklerini yansıtıyordu. Özel günlerde ve sonunda da mezuniyet programımızı tamamen Hayko hazırladı. Skeçleri yazdı, rolleri dağıttı, hem oynadı hem yönetti... Hatta Bülent Ersoy taklidi vardı ki, müdür yardımcısının salonu terk etmesine neden oldu. Boş derslerde 40 küsür kişilik sınıf, öğretmen varken bile hiç bu kadar sessiz ve kürsüde oturanı bu kadar dikkatli dinlememişti, çünkü o arada Hayko, cüzdanında sakladığı ve minik kağıtların üzerine not aldığı fıkraları art arda anlatıyordu. Okul bitti. Herkes bir yol çizdi. Hayko tiyatrocu olmak istiyordu. Ders aldı, konservatuara girmeye çalıştı ama bir türlü işlerini rayına oturtamıyordu. Ne zaman Beyoğlu'na gitsem onu bulabileceğim mekana uğruyor, hatırını soruyordum. O bizim sınıfın komiği, sanata meyillisiydi. Hayko Cepkin şimdi yıllar süren çalışmasının meyvesini aldı ve 'Sakin Olmam Lazım' adını verdiği ilk albümünü çıkarttı. Hayko Cepkin, klavyeci olarak müzik piyasasına girdi. Bu albüme kadar dokuz yıllık bir çabasının olduğunu anlatıyor: 'Önce okumaya çalıştım ama hepsi yarım yamalak oldu. Timur Selçuk'tan iki yıl, Academy İstanbul'da da bir yıl piyano eğitimi aldım. Mimar Sinan'da dışarıdan şan eğitimi aldım ama öğrencisi olamadım. Academy İstanbul'a gidip gelirken barda çalışıyordum. Öztürk ve arkadaşlarıyla karşılaştım. Klavyeci olarak çalışmaya başladım. Rahatsız bir adam olduğum için sahnede de fark ediliyordum. Bu da tekliflerin gelmesine neden oldu. Ogün Sanlısoy ile çalışmaya başladım. Aylin Aslım, Koray Candemir, Demir Demirkan derken düzenleme yapmaya başladım. Murathan Mungan'ın Sözvermiş Şarkılar albümünde Yeni Türkü'nün 'Kimdi Giden' parçasının düzenlemesini yaptım. Bir yandan da kendi albümüm için çalışmaya başlamıştım. Albüm için iki şirkete gittim. Biri EMI'dı. CD bıraktım, akşamüzeri Hakan Kurşun aradı.' Albüm, parçalar hazır olduğundan iki hafta içinde basılmış. SÖZLERİM BİR KADINA AİT DEĞİL Hayko Cepkin, albümünün yazlık olmadığını söylüyor. 'Hava karanlık olacak, yağmur olacak. İnsanlar 'offf' diyecek. O zaman kendilerinden bir sürü şey bulabilirler. İnsanlar çiçekler açarken, bikini giyinmiş kızlara bakarken şarkılarımı dinlemek istemeyebilir. Ben de genelde kışın üretiyorum. Odam da karanlık. Eylülden sonra ikinci klip çekilirse beni daha yakından tanıyacak insanlar...' Albümdeki karamsarlığın nereden kaynaklandığını öğrenmek istiyorum. Çünkü aslında neşeli ve eğlenceli biri. 'Hayatım boyunca tırmalayarak çalıştım. Onun için, çalışan kazanır mantığını biliyorum. Müziğin ameleliğini de yaptım. Para kazanmam gereken dönemler oldu. Okulları da bu yüzden aksattım. Piyano eğitimini alırken bir yandan da Moğolların turnesine giderek sahne teknisyenliklerini yapıyordum. Evet, Hayko neşeli bir herif. Ama odasına kapandığında saklananlar ortaya çıkıyor. Bu, neşeli görünen insanlarda olan bir durum. Kemal Sunal gibi. Komik filmlerin yıldızı ama son derece ciddi biri...' Hayko Cepkin'in şarkı sözleri yaşadığı bir duyguyu anlatmıyor. Hatta bir kadına da ait değil. Hepsi bir gün başına gelebilir düşüncesiyle yazılmış. Müzik tarzını belli bir kalıba oturtmayan Cepkin, klavye çalarak bestelerini yaptığı için farklı bir sound yakaladığını anlatıyor. Cepkin, 'Farklılık, klavyeyi gitar mantığıyla çalmamdan kaynaklanıyor. Albümlerdeki kayıtlar canlı değil. Gitar sesleri de klavyeden çıkıyor. Neticede elektronik bir müzik. İçinde rock öğeleri var. Vokal olarak arabesk tadı var. Ozansal sözler var' diyor. SAHNEDE VAHŞİ OLUYORUM Hayko Cepkin ile ilk kez albüm kapağında karşılaşanlar merakla karışık şaşkınlık yaşayabilir. Yüzü renklendirilmiş maske tadında bir kapak. Kendi tabiriyle 'vahşi'lik söz konusu. Müzikle beraber değiştiğini söyleyen Cepkin, bu değişimi en çok da sahnede yaşıyor. Sahne ona göre kutsal bir yer ve ulaşılmaz olması gerekiyor. Hayko Cepkin, 'O enerjiyi vermek lazım. Sahne sanatları vardır. Görselliği sunmak zorundasın. Seyircinin gözünün içine bakacaksın. Bulunduğun sahnenin sesinin oturması gerekiyor. Işık, ses ve görsellik birleştiğinde ulaşılmaz bir yerde olduğun ortaya çıkar. Klavyeyi benim gibi çalan yoktur. Gaza gelip, bir tane daha klavye alacak param olmadığı halde klavyeyi sahneden atan sonra da oturup leyimleyen bir adamım' diyor. Cepkin'in sahneyi bu şekilde yaşaması birlikte çalıştığı sanatçıları da olumlu etkiliyor, 'Şimdiye kadar memnuniyetsiz biri olmadı. İlginin bir kişiye odaklanması değil. Davulcu ne yapıyor insanların görmesi lazım. Dört kişi bir oyun oynuyor ve herkesin önde olması gerekiyor' diye anlatıyor. |
Cevap : Hayko Cepkin
Sakin Olalım Beyler Ve Bayanlar
'Sakin Olmam Lazım' adlı ilk albümü ile müzik piyasasını selamlayan Hayko Cepkin, ilk albümü, gerisi ve ilerisini anlattı Uzun zamandır müzik dünyasında olmanıza rağmen bu sizin ilk albümünüz. Neden öyle? Çalıştığım insanlar ve içinde bulunduğum projeler nedeniyle kendi planlarımı devamlı erteliyordum. “Bu proje de bitsin, kimseyi yarı yolda bırakmayayım mantığı hakimdi. Çünkü bıraktığım an yerimi dolduracak bir klavyeci yoktu piyasada. Bazı şarkılardaki alt yapı Gökhan Kırdar'ın uzun yıllar önce yaptığı "Trip" albümüne benzetiliyor. Sever misiniz kendisini? Takdir ettiğim bir müzisyendir ama albümümün ne alt yapı olarak, ne trafik, ne de şan kalıpları olarak birilerine benzediğini düşünmüyorum. Yeni bir albüm olduğu için dinleyicilerin bir şeyleri bir şeylere benzetme güdüsünü de şimdilik sabırla karşılamaktayım. Zamanla çözümleneceğine inanıyorum. "Sakin Olmam Lazım"memlekete uyarlarsak, hangi konularda daha sakin olmalıyız sizce? Sanırım her konuda. İçinde bulunduğumuz meslek dalı itibariyle her adımımızda karşımıza çıkacak problemlere sabırlı ve sükunetle yaklaşmamız icap ediyor. Bende de olmayan şeyler olduğu için bunlar, biraz şahsıma ait bir album ismi oldu aslında. Müziğinizdeki arabesk hal Türk müzik dünyası içinde artık olmazsa olmaz bir hal sanırız. Türklük ve arabesk, nasıl bir ikili sizce bu ikisi? Tamamen kocaman, ayrılmaz bir ikili olduğunu düşünüyorum. Ama sırf bu kalıpla sınırlı kalmadığını da düşünmekteyim. Çünkü bir o kadar da eğlenceli bir toplumuz. Herkesler şıkır şıkır yaz şarkılarıyla meydana çıkarken siz biraz melankolik ve bunalım takılır gibisiniz. Nasıl bir insansınızdır ve bu, müziğinizi nasıl etkiler? Nasıl bir insan olduğumu anlatmam uzun zaman alabilir. Çünkü çok değişken bir kişiliğim var. Neşeli gözüken bir insan olmama rağmen yalnız kaldığım zamanlar genelde karanlık ve negatif olabiliyorum. Albümü yalnız kaydettiğim düşünülürse müziğe olan etkisi de cevaplanmış oluyor sanırım. Bu albümü evde yaptınız. Albüm sürecini biraz anlatabilir misiniz? 9 senelik klavyecilik hayatımda turneler boyunca kendimi yetiştirmek için evde devamlı remix, düzenleme ve beste calışmaları yaptım. Yıllar gectıkce yaptığım kayıtlar ve besteler olgunlaştı. Gerçek anlamda takdir gördüğüm bir şirketle karşılaşınca da album süreci başlamış oldu. Kayıtlar hazırdı. Şirketime sadece bandrol alıp basmak ve dağıtmak kaldı. Klavyeden başka müzik aleti çalıyor musunuz ? Hayır. Tek enstrümanda yoğunlaşmaya çalıştım. İlk klipte aydaydınız, ikincisinde nerede olacaksınız ? Kilyos’u ay haline getirmek için neler yaptınız ? Mekan taş ocağı olduğu için zemin ay zemini olmaya cok müsaitti. Sadece belirli bölümlere kamyonlarla getirdiğimiz çimento desteği yaptık. 2. klip için nerede olacağımız konusunda bir şey diyemem ama piyasa olarak sağlam bir yerde olacağımızı söyleyebilirim. |
Cevap : Hayko Cepkin
Onun Yanında Kendin Olamıyorsan O Aşk Değildir Ki...
Atilla Aydoğdu'nun Hayko Cepkin ile röportajı... Hayko Cepkin’in bendeki imajının ne olduğunu onunla konuşurken fark ettim. İlginçtir, hemen hemen aynı anda aynı isim çıktı ikimizin ağzından: Sean Penn. Öfkeli, itiraz edici, takıntılı dışarıdan demir, içinden pamuk bir adam. Zaten Hayko da çok seviyor; tanıdıklarında insanların ona dair düşüncelerinin alt-üst olmasını... Ama ben ilk andan itibaren ‘içeriden’ görmüşüm galiba onu. Aramızda geçenlerin diyalog mu, yoksa iki farklı ağızdan çıkan tek bir monolog mu olduğunu hatırlamıyorum. İlk albümün “Sakin Olman Lazım” tamamı evde yaptığın kayıtlardan oluşan bir çalışmaydı. İkincisinde tek başına olmayacaksın, bu seni korkutuyor mu? Ben ilk albümü evimdeki odamda, dört duvar arasında tek başına kaydettim. Sonra EMI’a getirdim. Akşamına Hakan Kurşun aradı beni. Albümü yeniden kaydedeceğimiz düşünürken Hakan Ağabey bu albümün “olduğu gibi” yayınlanması gerektiği konusunda beni ikna etti. İkinci albüm beni korkutmuyor. İlk albümde önceden yaptığım çalışmaların çok az kısmını kullanabilmiştim zaten. İkincisinde yer alacak şarkıların büyük bir kısmı da o dönemin ürünleri olacak. Bir de yaptığım işlerde her zaman benim elimdedir ipler. Yoksa rahat edemem. Konserlerin albümündeki sound’dan epey uzakta seyrediyor. Hangisini tercih ediyorsun; sahnede olmayı mı odanda şarkı söylemeyi mi? Sahnede olmak benim en çok sevdiğim şey. Hiperaktif bir kişiliğim var. İlk albümün adı da oradan geliyor zaten. O kadar heyecan hissediyorum ki müzik yaparken, durup bir soluklanmazsam sonu kötüye varacak. Günün modası ya sormadan olmaz; sen kendi kimliğini nasıl tanımlıyorsun? Önce insanım herkes gibi. Sonra sanatçıyım, yaratıcıyım. Yaratıcılığı kaybedeceğime öleyim daha iyi. Aynı zamanda Ermenisin. Bu senin için ne ifade ediyor? Ermeni olmakla, Türk olmakla değil de kendimi kendimle tanımlamayı tercih ederim. Müziğin bütün kimliklerin üzerinde bir etkisi oldu üzerimde. Hayatımın 1 numarasında her zaman müzik olmuştur. Dokuz yıl boyunca Ermeni Kilisesi’nin korosunda ders aldım. Daha sonra da Timur Selçuk’un öğrencisi oldum. Timur Hoca dışarıdan farklı değerlendiriliyor biraz ama tanıyanlar için bir deryadır kendisi. Peki aşık olduğunda durumda bir değişiklik olmuyor mu? Aşık olduğumda da durum değişmez ki... Aşk aslında biraz etkiliyor insanın yaptığı işleri. Mutluluk ve huzur insanı sanattan alıkoyuyor. Zaten mutluyum daha ne uğraşayım diyorsun aşık olduğunda. Hayatında birisi var mı peki şu sıralar? İki yıldır süren bir ilişkim var. Ben kısa süreli ilişkiler yaşayabilecek günübirlik erkeklerden değilim, tek eşliliğe yatkın bir kişiliğim var. Sen biraz fazla ‘aşk’ adamısın bana kalırsa... Hatta sevmekten çok aşkla kuruyorsun gibi insanlar ve dünyayla olan ilişkini... Evet “kendime inanan” biriyimdir. Ya benim yanımda yer alır insanlar ya da tamamen karşımda. Arası yok. Yanında kendini konuşmak zorunda hissetmediğin, gerektiğinde saatlerce susabildiğin kişidir benim dost ya da aşık diyebileceğim insan. Yanında kendin olamıyorsan o aşk değildir. Ben seni Aşık Veysel’e benzetmiştim hatırlarsan albümün üzerinde yazdığım yazıda. Ama diğer Aşık Veysel’cilerden bir farkın var bana kalırsa: Mesela Tarkan kendi sesiyle Aşık Veysel yorumlarken sen Aşık Veysel ruhuyla kendi şarkılarını söylüyorsun. Hiç sahnede yorumladın mı Aşık Veysel’i? Hayır ben hiç ‘cover’ yapmadım, inşallah hiç de yapmam ne sahnede ne albümde. Benim kendime ait şarkılarım var. Asla barlarda çıkıp şarkı söylemeyeceğim mesela. Klişe hikayelerden nefret ediyorum. Görünmek istediğim gibi görünmüyorsam, hiç görünmeyeyim daha iyi. Beni bir de konserde dinleyin Bu yaz seni Rock’n’ Coke’da The Cure’u izlerken gördüm. Senin ‘The Crow’ sevdan ayyuka çıkmış durumda zaten. Gotik denince akla gelen isimlerin başında da The Cure geliyor. Hayatındaki yeri nedir Robert Smith ya da The Cure’un? Aslında beni en çok etkileyen isimler değil onlar. Marilyn Manson ve Massive Attack müziğe bakış açımı değiştirenlerin başında geliyor. ‘The Crow’ filminin ruhu, atmosferi, Brandon Lee’nin geriye dönüp insanlara dünyanın kaç bucak olduğunu göstermek konusundaki kararlılığı belirledi benim yolumu. Sen Rock’n’Coke’da neden yoktun? Çünkü hemen öncesinde Rockİstanbul’a katılmıştım grubumla. İki festival üst üste olsun istemedik. Konserlerde çok enerjik oluyoruz, şiddet içeriyor her biri. Hatta genelde kulise gelip konuşmaya çekiniyor insanlar. Ama her konserden sonra bir dahaki için kredi açılıyor istisnasız. İzmir’de bir konsere gitmiştik, organizasyon yetersizliğin-den 400 kişilik salonda 80-90 kişi ya var ya yoktu. Morali bozulan arkadaşlara “Bu insanlar bizi dinlemeye gelmiş buraya, biz de her zamanki duyguyla çıkıp çalacağız” dedim. Öyle de yaptık. Akşam Gazetesi - 19 Aralık 2005 |
Cevap : Hayko Cepkin
Saçdaki Lezzet
Bu ne biçim başlık demeyin. Tamburî Cemil Bey'e bir garip gönderme. Tantuni virtüözü Mehmet Karacan'ı böyle ifade edebildim. Tantuniyi en iyi yapan anlamında. Nedeni de şu: Hayko Cepkin'le öyle pek de tantuni yenmeyecek bir saatte (öğlen 12) Emine Ana Tantunicisir17;ne oturduk, laflamaya başladık. Garson geldi, sipariş verdik. Bu arada ben Mehmet Usta'yı sordum. Garson "Gitti," dedi. "Nereye," dedim, "tatile mi?" "Mehmet Usta öldü," dedi. Başımız sağ olsun, İstanbul bir rengini daha yitirdi. Ayrıntıları atlıyorum, köşe benim değil mi, bu röportajı tantuniyi Mersin'den İstanbul'a getiren Mehmet Karacan'a adıyorum. Hayko Cepkin yaptığı müziği şöyle tanımlıyor: "Aslında albüm direkt arabeskin yandan yemişi, rock müziği de sıyırtmış ama elektronik altyapıdan da emmiş bir tür." Haddim olmayarak bu cümleyi şöyle çevirmek istiyorum: Hayko'nun vokalinde de şarkı sözlerinde de arabeskten esintiler var. Aslında bu onun albümü hazırlarken amaçladığı bir şey değil. O duygularını ifade etti, dinleyicileri bu ifadede arabesk tatlar buldu: Bu bir. Rock müziğin duygu atmosferi albümün geneline hakim. Biraz karanlık ve uçurumlu bir coğrafya; ama merak etmeyin Hayko yolu kestirebiliyor. Peşine takılırsanız torunlarınıza anlatacağınız bir maceranız olur: Bu iki. Kendisi aslen klavyeci. Elektronik altyapılı bir müzisyen, diyelim. Akustik öğeleri pek kullanmıyor; ama elektronik altyapı konusunda bir virtüöz. Yani işini iyi yapıyor: Bu da üç. Buyrun Hayko Cepkin'le sohbete... Sedat imza: Benim bu köşenin ana fikri alelade yerlerin de gayet haber konusu olabileceği... Ne diyorsun buna dair? Hayko Cepkin: Gayet doğru bir açılım. Böyle yerlerden milyonlar yemek yiyor. Ama şöyle bir handikap var: Böyle yerlerde röportaj yapınca 'Aa bak işte ünlü ama halkın içindeyim mesajı vermeye çalışıyor' denebilir. Benim için çok geçerli değil, ben Beyoğlu tayfasındanım, beni bilirler. Lüks yerlerde biraz kokoş takımı olduğu için kalabalık da olsa pek dikkat etmezler. Öyle kendi ayarınca konuşur, röportajını yaparsın. Sedat İmza: Röportaj için değil, daha çok oraları konu alan yazı ya da haberler için sormuştum... Hayko Cepkin: O da ayrı tabii... Sedat İmza: Bence çok anlamlı bir cevap oldu. Neyse, senin albümün yapılış hikayesi bence çok orijinal. Yani eve kapanmışsın, albümü kaydetmişsin, müzik şirketine götürmüşsün, akşamına kabul etmişler. Attığın taş yerini bulmuş. Hayko Cepkin: Dediğin gibi oldu ama bir altyapısı var. On yıldır bu piyasanın içindeydim. Moğollar'la, Aylin Aslım'la, Ogün Sanlısoy'la çalıştım. Evdeki kaydı albüm olarak değil demo olarak yapmıştım. EMİ demoyu verdiğimin akşamında aradı beni. Demo konusunda müzik şirketlerinin standartları yükseldi artık. Çünkü evde akustik gitarla demo hazırlayanlar bile artık parçalarını tümüyle hazırlamış olarak veriyorlar şirketlere. Bana çok orijinal demolar geliyor mesela, aşağıdan çok güçlü bir hareket var, yeni nesil gümbür gümbür geliyor. Sedat İmza: Senin albümün hikayesi zaten başlı başına ibretlik, biraz anlatsana... Hayko Cepkin: Aylin Aslım'la turne dönemleriydi, konserden sonra evde düzeneği kurup kendi kayıtlarımı yapıyordum, gayet amatörce. Beş senelik mevzu o kayıtlar; hatta mesele oldu: Albümde başka, konserde başka sound var diye. Çünkü albümde daha alttan, fazla patlamayan bir sound var, konserlerde gümbür gümbür... Niye böyle dediler, çok basit bir mesele: Aslında evde kayıt yaptığım için komşuları düşünerek çıldıramadım haliyle! Sedat İmza: Nasıl tepkiler aldın, istediğin yere ulaştı mı albüm? Hayko Cepkin: Albüm çıkalı bir yıl oldu. İlk kliple birlikte şöyle bir durum ortaya çıkmıştı: Bakıyorlar klipte kendini yırtan bir adam var. Şarkıya bakıyorlar gayet uslu. Çünkü evde değil stüdyoda kaydetsem çok farklı olacak. Konserlerde gördüler ki albümdeki soundun beş katı sert bir vokal ve sound var. Bu anlamda yeni oturuyor. ARAP ANADOLU KARIŞIMI Tantuni Mersin'le özdeşleşmiş. Oraya da Urfa üzerinden Ortadoğu'dan gelme: Arap Anadolu karışımı bir lezzet diyelim. Orijinali kuzu ciğeri ve iç yağıyla yapılıyor: Odun közü hararetinde ters çevrilmiş sacın üzerinde... İstanbul versiyonu süt danası ve ayçiçek yağında suyla yumuşatılıyor. Afiyet olsun. Hit şarkım yok hiç de olmayacak Sedat İmza: Müzik piyasasında güya dinleyicinin isteklerine göre yapılmış albümler var; bir de seninki gibi müzisyenin kendini ifade ettiği albümler... Hayko Cepkin: Benim albümde hit parça olmadığı söylendi. Hit parçaların matematiği var, temel notalar 'la sol fa mi' şeklinde. Merdiven akor deniyor buna, yerse. Ben bunu uygulamıyorum, derdim farklı çünkü. Sedat imza: Başka nasıl işlerin altında imzanı göreceğiz? Hayko Cepkin: Murathan Mungan'ın 'Söz Vermiş Şarkılar'ında düzenlemelerim var. Müslüm Gürses'in son albümünde hakeza. Onno Tunç anısına bir albüm yapıyor kardeşi Arto Tunçboyacıyan. Oraya katkılarım oldu. 'Araf' diye bir gerilim filmine müzik yapıyorum, kasımda vizyonda. Yeni albümün adı 'Tanışma Bitti' olacak büyük ihtimalle. 8 Temmuz'da Parkorman'da konserim var. 16 Temmuz'da Edremit'teyim. BİR KİŞİ EKSİKTİK Tantuniyi, İstanbul'da en iyi yapan yerlerden birinde yedik. Ama Mehmet Usta'sız... |
Cevap : Hayko Cepkin
Hayko Cepkin Röportajı
Hangibar organizasyonuyla Ankara’ya gelen Hayko Cepkin’le konserden sonraki gün Leman Kültür’de çok güzel bir söyleşi yaptık. Hayko’nun çok içten cevaplarıyla ve esprileriyle oldukça keyifli geçen söyleşide Hayko Cepkin’le ilgili merak ettiğiniz her şey var. Müziğe nasıl başladınız? (Gülerek) Çok ilginç. Hemen anlatayım. Babam CASIO bir klavye almıştı, onunla çalmaya başladım. Ondan sonra koroya girdim, okul korosuna, o koro büyüdü, büyüdü, büyüdü, kilise korosu oldu, sonra dört sesli batı müziği yapan bir koro oldu. Dokuz sene söyledim. Sonra opera eğitimi almak istedim. Opera eğitimi aldım iki sene. Onu bıraktım Timur Selçuk’la çalışmaya başladım. İki sene solfej, şan, armoni dersleri aldım. Oradan onu bitirdim, Akademi İstanbul’da Piyano eğitimi aldım. Bir dakika, operayı neden bıraktınız? Çünkü, saçlarım uzundu, dövmelerim vardı. Oradaki hocalar kalıpları olan hocalar. Onların kafaları öyle çalışıyor. Gözlerinde hiçbir zaman klasik bir operacı olamayacaktım. Modern operacı olacaktım. Onların gözünde de modern diye bir şey yok. Okulu bitiremezdim çok kolay. Sonra okulu bitirsem ne olacaktı ki yani. Düşündüm : kadrolu olsam, 6 yılda bir kadro açılıyor. hadi kadroya girdim, koroda olacaktım. Arada para kazanmak için piyano dersi falan verecektim öğrencilere, şan dersi verecektim. Memur gibi bir hayat.. Armut gibi bir hayat. Yani ben ölürdüm herhalde öyle yaşamaya kalksaydım..(gülüyoruz) Albüm kapağında odanın resmi var. Bütün şarkılar orada kaydolmuş galiba.. Her şey orada. Bütün albüm orada. Odamda takılırken birden albümüm oluverdi yani. Background da çok iyi. İyi isimlerle çalışmışsın. Onlardan da biraz bahsedelim mi? Nasıl oldu, nasıl buluştun onlarla? Şimdi o dönem, üniversite dönemleri geçtikten sonra, Akademi İstanbul’da piyano eğitimi aldığım dönemde, elimde klavye okula gidip geliyordum. O zaman da Beyoğlu’nda, Pendor Bar’da DJ’lik yapıyordum. Bara gidip gelirken, elimde klavye gördüler Öztürk’ler. ‘Sen çalıyor musun?’ dediler. ‘Çalarım’ dedim, başladım. Ondan sonra Ogün Sanlısoy’dan teklif geldi. Aylin Aslım, Koray Candemir, Demir Demirkan, albümlere düzenlemeler yaptım. Murathan Mungan’ın ‘Söz Vermiş Şarkılar’ albümüne düzenleme yaptım. Derken işler büyüdü işte. Şu anda var mı herhangi bir proje? Şu anda da işte Müslüm Gürses’e bir düzenleme yapıyoruz şimdi. Ama çok girmeyelim. İlginç bir proje olacak. Albümün hikayesi nedir? Odada yaptım her şeyi. EMI’ye götürdüm ben demoyu. Benim şarkılarım bu. Akşam Hakan Kurşun telefon açtı. ‘Şirkete gel’ dedi. Şirkete gittim, ‘Ben bunu çok beğendim, basıyorum’ dedi. ‘Abi’ dedim, ‘baştan bir kayıt yapalım.’ ‘Yok’ dedi, ‘basıyorum ben bunu’. Basıldı. Böyle bir şey olabileceği hiç aklına gelmiş miydi? Yok canım nerden aklıma gelecek. Bilseydim daha adam gibi söylerdim. Evde yani. Evde ne kadar olur ki? Şimdi onun için konserlerde evde yapamadıklarımın hepsini yapıyorum. Peki komşulardan tepki gelmedi mi? Bir dönem ‘abi kıs şunu’ muhabbeti vardı. Sonra ben Koray’la şunla bunla ortalıkta görünmeye başlayınca, albüm de çıkınca ‘evladım ne güzel şarkılar bunlar’ şeklinde değişti tepkiler (gülüyoruz). Şimdi mahallenin gururuyum, istersem sokağın ortasında çalışırım (kahkahalar) o kadar rahatım yani. Mesela şimdi ikinci albümde o konserlerdeki brutal vokaller var, şimdi evde kaydedebiliyorum onları. Rahatım yani, keyfim yerinde. Albümde her şey sana ait. Sözler, besteler.. O sözleri yazarken nasıl bir psikolojide oluyorsun? Çok güzel sözler çünkü ve çok farklı bir sound. Türküler var, kilise müziği var? Mesela geçen Atilla Aydoğdu’nun bir yorumu vardı : ‘bazıları’ dedi ‘Aşık Veysellerin, bilmem nelerin şarkılarını cover yapıp albümlerine koyuyor; sen onların ruhlarını alıp, kendi şarkılarını yapıyorsun’. Güzel bir yorum oldu o. Ve çok mantıklı geldi. Ben kimsenin coverını yapmıyorum. Yapmak da istemiyorum. Çünkü o da bana çok klişe geliyor. Ama çok acayip bir şey yaparsam o ayrı. Mesela ‘Şimdi Giden’. Murathan Mungan’daki şarkının hiç alakası yok şarkıyla. Bir tane daha yapmıştım Sezen Aksu şarkısı, o proje hayata geçer mi bilmiyorum ama onu da çok değiştirdim. Cover yapılırsa öyle yapılır. Şarkıyı tanımaya çalışırsın. Vokal kalıbını aynı tutarsın ama armonisini değiştirirsin. Bu müzik bilgisidir, armoni bilgisidir; altyapıdan komple değişik ama üstte vokal aynı şeyi söyleyebiliyor. Bir de ben bu konuda çok denedim, yapabiliyor muyum diye. Mesela piyasadaki çok arkadaşıma şarkıları için gidip ‘Vokalleri versene senin şarkının’ diyebildim. Çünkü onun şarkısı. Ben bozup başka bir şey yapabiliyor muyum diye herkesten vokal aldım. Hep evde çalıştım. Mesela film müziği yapmayı çok istiyorum. Yapacağım bir gün, eminim. Deneyimim olsun diye, hani öyle paslaşma vardır ya, üniversitede kısa film yapan arkadaşlara ben müzik yapıyordum. Hem o benden faydalanıyor, projesini bitiriyor; hem ben ondan faydalanıyorum, kendimi geliştiriyorum. Film müziği arşivim var zaten evde. En çok dinlediğim şey film müziğidir. O zaten her tür ruha hitap ediyor. Filmin içindeki o onlarca ruha hitap ediyor. Şu filmin müziğini yapsaydım dediğin filmler var mı? ‘Ağır Roman’ var. ‘Pi’ var, ‘Fight Club’, işte ‘The Crow’ olmuş yani, o bomba. Ama ‘The Crow’un orkestrasyon kısmı, bizim bildiğimiz soundtrackte yok. Ben yurtdışından getirttim; bir çok film var ama Türkiye’de ‘Ağır Roman’ı yapmak isterdim. O çok benim kıyımdan köşemden geçiyor yani. Mesela albüm de ‘Hüzünle Karışık’, biraz ‘Ağır Roman’ı yansıtıyor yani, ondan etkilendiğim şeyler var. Sahnede bambaşka bir Hayko Cepkin var. Gayet sıcakkanlısın, sahnede bambaşkasın. İki, üç farklı yüz oluyor sahnede. Bir an çok öfkelisin, hayata karşı, dünyaya karşı; bir an hüzünlü ve sonra da çok keyifli, mutlu bir adam. Ve karşındakine de bunu hissettiriyorsun. Bu aslında anlatılmaz yaşanır ama, nasıl bir psikoloji? Hırsla alakalı bir şey. Hırslıyım. Yapacağım diyorsam yaparım, kimse de engel olamaz ve neyi yapmak istiyorsam öyle de yaparım yani kimse ‘Şöyle yap’ diyemez. Öyle de gıcık taraflarım var. ama bunlar olumsuz gıcıklıklar değil, gerekli şeyler. Herkes sahneye çıkıp performans yapıyor, herkes de yapabilir. İyi bir enstrümansan, sahne deneyimin varsa, çıkıp çalabilirsin. Ama unutulmuş bir şey var, ‘ruh’. Ruh unutulmuş durumda. Ben o ruhu yaşıyorum. Ve yaşadığı şeyi vermek istiyorum karşımdakine. İnsanlar şu ana kadar konser seyrettikleri zaman, bir yerden sonra muhabbete dönebiliyorlardı. Ben onlara muhabbet şansı tanımıyorum. Yani, izlemesi gerekiyor. Bazı şeyleri hatırlaması gerekiyor diye düşünüyorum. Ki şarkılarımın sözleri anlamsız değil yani, anlamları var ve benim için önemli anlamları var onların. Ve bazen de konserlerde genel olarak ki bunlar da zamanla çoğalıyor, o anlamları irdeleyip gelen adamlar var. O adamları seviyorum. O adamlar benim anlattığım şeyi dinlemeye geliyorlar. Bazen şarkıyı da dinlemeye gelmiyorlar, sadece benim anlatmamı seyretmeye geliyorlar. Kimseden göz kontağımı kopartmamaya çalışıyorum. Hırslıyım, hepsini kazanmaya çalışıyorum. Tabi arada fire veriyorum. Herkese çalamazsın orada. Sıkıldığımız şeyler, neler mesela : her şarkıdan sonra ‘çok teşekkürler, sizi çok seviyorum ben, yeah!!’ ‘şimdi hep beraber söylüyoruz, işte geldim ben!!’ , mikrofonu uzatmalar falan. Bıktım ben u hikayeden. Bir kere bile teşekkür etmedim ben seyirciye. Teşekkür niye edeyim, ben yaptım hepsini. Sen mi yaptın bana bir şey. Sen bana teşekkür et! Tek bir teşekkürüm var, en son giderken, ‘geldiğiniz için teşekkürler’. Bu kadar basit. Kimseye de mikrofon uzatıp şarkımı söyletmiyorum. Onlar zaten kendi içlerinden söylüyorlar. Bazı şeyler çok doğal gelişiyor. Mesela Hayal Kahvesi’ndeki konserde tepinirken mikrofon kablom koptu. Şu anda dönen klip şarkısı ‘Görmüyorsun’u çalıyorduk, mikrofonum yok, söyleyemiyorum ve seyirci söyledi. O kendinden gelişti ve güzel bir şeydi. Ama ben kendi başıma ‘haydi arkadaşlar birlikte söylüyoruz, haydi eller havaya’ bırakalım bu işleri. Harbiden bıktım bu işlerden. Bir kere sahne her zaman seyirciden çok yüksek olmalı. Alçak sahne dizaynları yüzünden çok fazla seyirci içine giriyorsun. Onlardan biri oluyorsun. Ben onlardan biri değilim sahnedeyken. Ben onlardan başka biriyim. Benim orada yaptıklarımı başka biri kolay kolay yapamaz. Yani öyle egosal şeylerim de var. Gözükmemem lazım benim orada. Önemli. Bu işin mistikliğini korumak adına. Bu işten kaybedilen şey bu zaten. Konsere gelmeden önce aynı yerde heriflerle takılıyorsun, ‘hadi baba kolay gelsin’ diye seni sahneye yolluyorlar, şarkını söylüyorsun, aşağı iniyorsun ‘ bir bira ısmarlayayım sana’ muhabbeti! Höst lan. Ne oluyoruz. Ben seninle muhabbet etmeye gelmedim buraya. Bunlar aslında kaba tabirler, bir çok insana kaba gelebilir; ‘Ne demek, sen ne oldun, bir tarafın mı kalktı?’. Alakası yok. Bu mistik bir iş. Koruman lazım bunu. Ben seninle kanka olmaya gelmedim, tanımıyorum ben seni. Birbirimize övgü dolu şeyler söyleyip gideceğiz belki, ‘e çok güzeldi’ ‘sağ ol’ ‘sen de sağ ol’ ‘seni seviyorum’ ‘ben de seni seviyorum’ e? Tanımıyorum ki ulan seni. Bu kaba gelebiliri insanlara ama bu, o alıştıkları şeyden dolayı. Herkesi sevdiğini söyleyen insanlardan dolayı bu böyle. Her gün paparazzi söylüyorlar ve her gün Gülben Ergen herkesi sevdiğini söylüyor. Veya başka biri. Onlar o kadar alıştılar ki, ‘bunlar hepimizi seviyor. Bu da sever. Buna ne oldu ki sevmiyor şimdi?’ yok öyle bir şey, değişmek zorunda. Yine klasik bir soruyla bitirelim o zaman. Ankaralıları nasıl buldun? Bizde pek fark etmiyor. Her yerde şaşkın seyirci var bizde. En sonunda geldik Ankara’ya, biraz daha gelmesek vururlardı |
Cevap : Hayko Cepkin
Yaşadığınız topraklar üzerinde Ermeni müziği v Ermeni Rock müziğinin
yapılabilirliği üzerine soru sorabileceğimiz isimler belliydi...Belki bunu System of a Down elemanlarına da sorabilirdik ama hem mekan hem düşüünce konusunda artık birbirimizden çok uzaklardayız.Yakın zamanda çıkardığı albümüyLe dikkatleri toplayan Hayko Cepkin'in bu konuda tasarıları olduğunu duyduğumuzda hemen bulduk O'nu!.. Ermeni rock ülkemizde yapılıyor mu?Yapılıyor da haberimiz mi yok? Yapılmıyorsa neden? Yapılmıyor!..Türkiye'de yapılmıyor ama Ermenistan'da yapılıyordur!.. Ama çok sert bir müzik ortamı yok.Yine klavye soundlu bir rock çıkıyor ortaya.Bilinen Ermeni halk şarkıları çalınıyor ama rock yorumlu değiL!..Benim kafamda öyLE bir proje var.Ama küçük çaplı birşey olmayacak.Ermenice - Türkçe karışık birşeyler yapmayı düşünüyorum! Şimdi size sorularn şey şu; Ben Ermeni'yim v bir okula bir papaza gittiğimde "Ermeni müziği için ne yaptın?!" diyorlar!..Ben de "Hiçbir şey yapmadım çünkü şu anda öyLe birşey düşünmüyorum!" diyorum!.. Bunu yaparsam kendi içinde kült,davetlilerden oluşan,önemsediğim insanların seyretmesini istediğim bir proje olacak.AKM gibi bir mekanda, tiyatro v dans formatında gerçekleştireceğim!..Sahnenin bir taradında folklorik oyunlar v gelenekseL Ermeni halk kıyafetleri içinde yapılan dansların, modernleştirilmiş bir şekilde harmanı, diğer tarafta da bizim bilindik Ermeni v Türk halk türkülerinin sertleştirilmiş elektronik rock şeklinde yorumu olacak!..Tabi ki vokaL tarzı da ona göre değişecek! Özgün enstrümanlar a kullanmayı düşünüyorum!..MeseLa duduk kullanacağım!..Ritim enstrümanları olacak!..Ama tar,ud falan olmayacak; zaten bizim sesimizden duyulmaz!..[Gülüşmeler!.. ] Ben bunu bu piyasada senelerdir çalıştığım insanlarla yapmak istiyorum!..Mesela Sertap Erener kesinlikle olsun istiyorum!..Demir Demirkan olsun istiyorum!..Belki Arto Tunçboyacıyan ritimleri çalar!.Bu fikir birçok adamın suratına tokat gibi olacak!..İki kültürü rock sayesinde birleştirmek istiyorum!..Hiçbir şeyin ajitasyonunu v kalitesizliğini yansıtmasını istemediğim için çok büyük matematik gerekiyor!..Yani biraz riskli;bu yüzden zamana ihtiyacım var!.. Sormadan edemeyeceğim;Kiliseden falan herhangi bir yasak var mı? Aslında birçok yasak var!..Kişi olarak yasaklar var!..BöyLe birşeyi yapmam çok tepki toplayabilir.Ben 9 sene kilise korasunda okumama rağmen birçok zaman inançlı gitmedim!..Sonra bu problem olmaya başladı!..Benim de şekiL bozulmaya başladı zamanla!..Saçlar uzuyordu, çiçzmeler giyiyorduk v kilise ortamına pek uygun bir adam olmamaya başladım!..Sonra "Sen biraz uzaklaş!.." durumu oldu!..O kadar emek verdim!..Üye olmama rağmen benim gibi birçok arkadaşımın da düğün törenlerinde okumama durumu oldu!..Bu bizm fikirlerimize ters!..Kimi kimden koparıyorsun?!Ama dediğim gibi kültürümü seviyorum ama inanç seviyem sıfırlarda!.. Peki System of a Down hakkında? Müzik açısından adamlar çok iyi,süper dersin ama mantalite olarak çok ters!..Çok ağırlar!..Onlar Amerika'da kendi ortamlarında huşu içinde yaşarken buraya müdahale etmelerini doğru bulmuyorum!..Burada müziğin evrenseL olduğu ortaya çıkıyor!..Bir adamın müziğini çok seversin ama karakterini sevmek zorunda değilsin!..Ama çok iyi müzik yapıyorlar!.. |
Cevap : Hayko Cepkin
Rock'ın Ermenice'si Var mı?
Yaşadığınız topraklar üzerinde Ermeni müziği v Ermeni Rock müziğinin yapılabilirliği üzerine soru sorabileceğimiz isimler belliydi...Belki bunu System of a Down elemanlarına da sorabilirdik ama hem mekan hem düşüünce konusunda artık birbirimizden çok uzaklardayız.Yakın zamanda çıkardığı albümüyLe dikkatleri toplayan Hayko Cepkin'in bu konuda tasarıları olduğunu duyduğumuzda hemen bulduk O'nu!.. Ermeni rock ülkemizde yapılıyor mu?Yapılıyor da haberimiz mi yok? Yapılmıyorsa neden? Yapılmıyor!..Türkiye'de yapılmıyor ama Ermenistan'da yapılıyordur!.. Ama çok sert bir müzik ortamı yok.Yine klavye soundlu bir rock çıkıyor ortaya.Bilinen Ermeni halk şarkıları çalınıyor ama rock yorumlu değiL!..Benim kafamda öyLE bir proje var.Ama küçük çaplı birşey olmayacak.Ermenice - Türkçe karışık birşeyler yapmayı düşünüyorum! Şimdi size sorularn şey şu; Ben Ermeni'yim v bir okula bir papaza gittiğimde "Ermeni müziği için ne yaptın?!" diyorlar!..Ben de "Hiçbir şey yapmadım çünkü şu anda öyLe birşey düşünmüyorum!" diyorum!.. Bunu yaparsam kendi içinde kült,davetlilerden oluşan,önemsediğim insanların seyretmesini istediğim bir proje olacak.AKM gibi bir mekanda, tiyatro v dans formatında gerçekleştireceğim!..Sahnenin bir taradında folklorik oyunlar v gelenekseL Ermeni halk kıyafetleri içinde yapılan dansların, modernleştirilmiş bir şekilde harmanı, diğer tarafta da bizim bilindik Ermeni v Türk halk türkülerinin sertleştirilmiş elektronik rock şeklinde yorumu olacak!..Tabi ki vokaL tarzı da ona göre değişecek! Özgün enstrümanlar a kullanmayı düşünüyorum!..MeseLa duduk kullanacağım!..Ritim enstrümanları olacak!..Ama tar,ud falan olmayacak; zaten bizim sesimizden duyulmaz!..[Gülüşmeler!.. ] Ben bunu bu piyasada senelerdir çalıştığım insanlarla yapmak istiyorum!..Mesela Sertap Erener kesinlikle olsun istiyorum!..Demir Demirkan olsun istiyorum!..Belki Arto Tunçboyacıyan ritimleri çalar!.Bu fikir birçok adamın suratına tokat gibi olacak!..İki kültürü rock sayesinde birleştirmek istiyorum!..Hiçbir şeyin ajitasyonunu v kalitesizliğini yansıtmasını istemediğim için çok büyük matematik gerekiyor!..Yani biraz riskli;bu yüzden zamana ihtiyacım var!.. Sormadan edemeyeceğim;Kiliseden falan herhangi bir yasak var mı? Aslında birçok yasak var!..Kişi olarak yasaklar var!..BöyLe birşeyi yapmam çok tepki toplayabilir.Ben 9 sene kilise korasunda okumama rağmen birçok zaman inançlı gitmedim!..Sonra bu problem olmaya başladı!..Benim de şekiL bozulmaya başladı zamanla!..Saçlar uzuyordu, çiçzmeler giyiyorduk v kilise ortamına pek uygun bir adam olmamaya başladım!..Sonra "Sen biraz uzaklaş!.." durumu oldu!..O kadar emek verdim!..Üye olmama rağmen benim gibi birçok arkadaşımın da düğün törenlerinde okumama durumu oldu!..Bu bizm fikirlerimize ters!..Kimi kimden koparıyorsun?!Ama dediğim gibi kültürümü seviyorum ama inanç seviyem sıfırlarda!.. Peki System of a Down hakkında? Müzik açısından adamlar çok iyi,süper dersin ama mantalite olarak çok ters!..Çok ağırlar!..Onlar Amerika'da kendi ortamlarında huşu içinde yaşarken buraya müdahale etmelerini doğru bulmuyorum!..Burada müziğin evrenseL olduğu ortaya çıkıyor!..Bir adamın müziğini çok seversin ama karakterini sevmek zorunda değilsin!..Ama çok iyi müzik yapıyorlar |
Cevap : Hayko Cepkin
Öfke Ve Sükünet İçimde Savaşıyor
Neden sakin olmam lazım diyorsun çok mu sıkıyorsun kendini? - Evet biraz sıkıyorum. Karşılaşacağım şeylere nasıl tepki vereceğimi bilemiyorum. Öfkeyi seviyorum. böyle durumlarda telkinde bulunuyorum, sakin olmam lazım, sakin olmam lazım Nelerle karşılaşmaktan korkarsın? - Bu projeyi hayata geçirdiğim zaman kendime bir tek ana kural koydum. ortada bir yerde olmayacağım. Ya yukarıda ya aşağıda olacağım. ileride dinleyici kitlemin uçlarda olacağını düşünüyorum. ya çok sevecekler beni ya nefret edecekler. Düşüncelerinle ortaya koyduğun çalışma arasında bir çelişki var. albümünde hep kendini frenleme söz konusu uçlara savrulmamaya çalışmışsın. - O savrulma duumu belirlediğim yoldan çıkmamak adına yapıldı. korkular meselesine dönersekbenden nefret eden kesim tabi ki beni korkutuyor. ancak sevenlerimde içimi rahatlatıyor. internette hakkımda yazılanlara bakıyorum yüzde doksan beşi olumlu. ama bir tanesi kötü demişse onu unutamıyorum. kendimi kapatıyorum. cevap vermiyorum yok sayıyorum. ama görmezden gelmek te psikolojik baskıdır aslında. çelişki dediğin değişken olmamla alakalı biraz. öfke ve sakinlik içimde savaşıyor. Ya Marilyn Manson? - Onun gibi olmak isterdim. ama müziğim ona benzemiyor. Şarkılarını hep aynı çizgide yorumlaman monotonluk yaratıyor. dolayısıyla o tekdüzelik dinleyiciyi karanlığa çekiyor. sanırım Manson ile aranızda duygu anlamında böyle bir benzerlik var. - Özellikle yaptım. belirli bir çizgide gidiyor. evde dinlediğim müziklerde de o çizgi var. genel olarak korku filmlerinin müziklerini dinlerim o filmlerdeki atmosferde arada kalbinin atışı tak tak diye yukarı fırlar, sonra aynı çizgiye iner. o tavrı, o düz çizgiyi çok seviyorum. Zamanla ilgili bir sorunun mu var ? yarın ölecekmiş gibi davranıyorsun. - Çünkü yarın ölecekmiş gibi hissedip herşeyi yapmaya çalışıyorum kendine eziyet mi ediyorsun? - Biraz mazoist bir tavrım var. üzülmeyi acıyı seviyorum. yapmak istediğim tek şey var: acı çekmek çok güzeldir, tadına varın. o duygu sizi ruhen oyalasın. ama bir hafta sonra bilin ki ayağa kalkacaksınız. zamanla her şey biter. Zatan umutsuzluk ve acı yaşamda kuraldışı değildir. bir filozofun dediği gibi kuraldır. - Ruhtur bence. tadını alıp her yaşadığından bir şeyler çıkartabiliyorsan sana ruh katar. biraz da zeka işidir bu. Aseksüelliğe gidiyor gibi bir his uyandırıyorsun bende - (gülüyor) İyi teşhis. çok rahat ederdim heralde. Umay Umay ile de bunu konuşuyoruz. cinsellik çok sevdiğim bir şey değil. Estetik yok . |
Cevap : Hayko Cepkin
Hayko Cepkin, genç bir Ermeni müzisyen. Ama bugün müzik yerine, Hakan değil de Hayko ismiyle bu ülkede yaşamaktan, 'Hepimiz Ermeniyiz'den konuştuk onunla...
Hrant Dink'in cenazesinde 100 bin insanın elinde 'Hepimiz Ermeniyiz' pankartlarıyla yürümesi, ani görünen kökü saçaklı bu suikasta verilmiş bir sağduyu ifadesi olarak da görüldü, herkes meşrebince tartışırken 'can sıkıcı' da bulundu. Hayko Cepkin yirmilerinin sonlarında, çok kendine has bir rock'ın peşinden giden Ermeni bir müzisyen. 'Hepimiz Ermeniyiz'in onun ve cemaatinin tarafında nasıl göründüğü merakımızla ikinci albümü için çalıştığı stüdyoya gittik. 'Ali topu tut'tan topik düzeyine, bu ülkede genç bir Ermeni olmanın haletiruhiyesini konuştuk. Hrant Dink'in cenazesine gittiniz mi? Gitmedim, televizyondan takip ettim. Gitmememin nedeni aslında, artık toplumsal olarak paranoyak bir hale gelmiş olmamız. Basından biri görmüş olsa, bana iki kelam ettirse, bundan kendime paye çıkarıyor gibi görünebilirdim. Ajite olabilir insanlar, gerçekten acıyı hissetsem bile, birilerinin aklına bunu kullandığım gelebilir. Bu sizin bildiğiniz bütün Ermenilerdeki ortak bir hissiyat mı? Hayır. Bu insanlığın ortak bir hissiyatı. Biraz Tanrı'ya inanmak gibi. Herkes bilmek zorunda değil benim ibadetimi. Cenazede görünmemin de o kadar önemi yok yani... Haberi nasıl aldınız? İlk ne düşündünüz? Evde çalışıyorduk. Bir telefon geldi, televizyonu açtık. Baktım ve "Offf" dedim zaten, "şimdi ortalık çok karışacak". Konu kapanmış, yatışmış gibi geliyordu, çok şaşırdım bir yandan da. Agos'u takip eder misiniz? Zaman zaman alırım. Bana haber desteği de çok olmuştur. Cemaatimiz zaten gitgide küçülmüş durumda. Çalışanların bir kısmı arkadaşım. Onun ötesinde Hrant Dink çok aynı düşündüğüm bir adamdı. Ben de onun gibiyim biraz, kendi cemaati tarafından da 'ayıp ediyorsun' muhabetti görmüş kişileriz. Topik yapan yaşlı Ermeni klişesi. Bu çok net ifade edilen bir tepki midir? Tabii. Ben bazı şeylerin doğru olmadığını düşünüyorum. Kendi cemaatimizde de bir birlik beraberlik söz konusu değil. Ben kilise korosundayken daha çok içlerinde bulunuyordum. Kilise içinde daha yenilikçi şeyler yapmak istiyorduk. Din objesi bence yavaş yavaş uzaklaşılan bir şey. Dini bağnazlık bazında değil, öznel, kült bir kavram olarak ele almak lazım artık. Körü körüne bağnazlık artık bilimselliği reddetmek gibi; tarihin bize sunduğu bir oyun olarak ele alınabilir. Bu tarihleri ve kültürleri yaşanılabilir kılmak için, gençlerin ilgisini çekebilmek için bugüne eleştirebilirlikleriyle uyarlanması gerektiğini duşünüyorum. Koroya kendi isteğinizle mi girmiştiniz? İsteksiz girdim, ama arkadaşlık, dostluk, derken müziğin tınısından çok etkilendim. Dönemin en kalabalık korosuyduk biz. 93'le 97 arası 60 kişi... 14 yaşından 20 yaşına kadar bir sürü yağız genç... Bir de yaşını almış amcalar, dedeler vardı, kalbi olanlar vardı, ayin sırasında fenalaştıkları oluyordu. Biz taze kan olmuştuk. Genelde aileden aldığı eğitimi pek sorgulamayan bir arkadaş kitlem vardı, kendi aramızda tartışırdık, ama aralarında en uçuk kaçığı bendim. Zaten o yüzden de hem uzaklaştım, hem uzaklaştırıldım. Yönetime girmek istedik, olmadı. Kiliseden çok şey öğrendim, ama tamamını müzikal temelli görüyorum. Aileniz mi diğerlerinden farklıydı, siz mi akıl ermeye başladığı zaman çıkıntılığa başladınız? Ailem dindardır, ama bağnaz değillerdir. Evde fikirlerim ortaya çıkmaya başladıkça rölantiye aldılar beni, ellemediler. Onlar biraz değişime uğradıysa, bunun sebebi de benim. Bundan da mutluyum, süpersonik dindar bir ailemin olmasını istemezdim. Şu an baktığımda koroda kendi dönemimden gençleri de göremiyorum. Çocukken ya da yakın zamanlarda Ermeni olduğunuzun yüze vurulduğu, 'başka bir şey' gibi hissettirildiğiniz bir an oldu mu? Bazı devlet dairelerinde böyle problemler yaşayabildik; daha çok da ailem. Ben küçüklükten tiyatro, müzik ortamlarına girdim, bu sektörlerde insanlar evrensel düşünür. Bu kalıp içinden de çıkmak istemiyorum, çıkarsam üzülebileceğimi düşünüyorum. Ermeni olmamın lafı bile geçmez o insanlarla. Ama bak başka dinden bir belediye başkanı, devletin herhangi bir mercisinde böyle biri yok. Bu, hak tanınmadığını gösterir. Ben halklarda problem göremiyorum. Her şey galeyan üzerine. Medya da bunu pompalıyor. Kimle konuşsan "Ermeniyim, Yahudiyim" diyene, "Önce insanlık mühim" der. Politik aşamaya geldiğinde iş değişiyor. Televizyonlarda bunlar yerine toplumsal terapi programları yayımlansın, bir sürü şey değişir. Senelerce belli devlet politikalarını içine sindirmiş, bu eğitim sisteminden, medya pompalarından geçmiş kitle aslında nüfusun çoğunluğu değil mi? Azınlıkta olduklarını biliyorum, ama milletin sinir ucuna dokunmak, yoktan düşman belletmek de çok kolay. Tartıştığınız insanlar oldu mu? Şu an dostum dediğim insanlarla, arkadaşlık sistemine geçene kadarki tanışma sürecinde çatışmalarımız olabiliyordu. Zaman içinde iki taraf da değiştik, ortayı bulduk. Bahsettiğim insanı, Hrant Dink olayından bir iki gün önce görmüştüm. Bana "Dilini unutma, ailen yaşlanıyor, bunu çocuğuna ancak sen aktaracaksın" falan dedi. Yıllar evvel bir sürü konuda çatıştığımız insanla bu noktaya geldik. Kalabalık bir masada birden soykırım mevzusu açılsa, rahatsız oluyor musunuz? Yok, severim tartışmayı. Çünkü bilgin ve beynin varsa, hayatta veremeyeceğin cevap yok. Bunlar olmadan bir şeyleri iddia ediyorsan, bu zaten senin egosal problemindir. Zaten konuşulan da hep kulaktan dolma şeylerle... Bizim de aileden duyduğumuz, kulaktan dolma bilgilerimiz, Dede Korkut hikâyelerimiz var. Ama ben didiklemek istemiyorum. Bu ülkedeki hayatınızı zorlaştırır diye mi? Evet, düzeltmek ve onarmak gerekirken yıkmak mantıklı değil. Sizce 'sıradan bir Ermeni vatandaşı' Türkiye'de her daim huzursuz mudur içten içe? Hiç değil. Bir sürü arkadaşım var, hiçbirimiz rahatsız yaşamıyoruz. Bir aidiyet sorunu varsa, bu bizden kaynaklı değil. Biz buraya ait olduğumuzu zaten biliyoruz. Hayko ismini herkesin bilebileceğini düşünerek, bu çok normalmiş gibi yaşıyorsun. Anormal algılanıyorsa, orada bir cehalet vardır. Kültür mozaiği denilen şey dilde kalıyor demektir. Okulda Osmanlı tarihi mi okutuyorsun, hepimizin yeri var o tarihte. Tarihin kendisi mozaik. Zaten asıl soru şu, yakın zamanda ne değişti? Zaten var olan bir şey neden şimdi algılanamaz hale geldi? Bir de 'mutedil Türklerde', sanki hiç genç Ermeni yokmuş gibi, üst kattaki yaşlı Ermeni teyzeye, 'topik'e indirgenmiş bir Ermeni algısı vardır. Bu topik düzeyindeki ilgi nasıl geliyor size? Keşke topik düzeyinde kalsa! Bir yandan da Ermeni kalmıyor, sadece yaşlılar var ortada. Sanırım fazla çiftleşen bir ırk değiliz. Çok da göç eden oldu tabii. Ben Kurtuluş'ta oturuyorum, artık bizim oralarda topik yapan teyzeler kaldı daha çok. Korkudan eve kapanıyoruz İlkokul kitaplarında, okuma fişlerinde hiçbir Ermeni isminin geçmeyişi küçükken tuhaf gelir miydi? Yok, o zaman kafa o kadar çalışmıyor. Şimdi baksam şaşırırım tabii. O zaman garipsemedim, çünkü Türkçe dersiyse topu Ali tutar. Yeni kitaplarda 'Emre topu tut' var, o bile acayip geliyor. Emre'nin topu tutmasına ikimiz de aynı oranda şaşırırız yani. Olayları şaşaalı hale getirmeye gerek yok. Hızla onarma hikâyesine geçmemiz lazım. 'Hayko topu tut' bir onarma operasyonu olamaz mı? Yok, Hayko tutamaz topu... Dedim ya, paranoyaklık zamanı diye, o verilmiş bir ödün gibi düşünülebilir. "Şimdi ne gerek vardı?" denir, bizim cemaatten "Şimdi bize niye yaranıyorlar?" derler. Paranoya sınırsız... O değil, mevcudu yaşayalım, ama zihinlerimizi kullanalım. Adliye önünde Orhan Pamuk'a 'Akıllı ol' demeler, kafasına esenin vatan için feribot kaçırması, bir kitlesel cinnet yaşanırken bu söyledikleriniz fazla naif, ütopik kalmıyor mu? Öyle... Korkuyoruz işte o cinnetten, evimizden çıkmıyoruz ki! Sen yılbaşı gecesi evinden çıkıyor musun mesela? Bir arkadaşına "Bu saatte oradan geçme" demiyor musun? Gittikçe kendini korumak için dört duvar arasında daha fazla kalmaya başlıyorsun. Kendi içinde çözebileceğin, tartışabileceğin şeyler var, bir de sistemin kendi sorunları... Politikadan nefret eden biri olarak, sistemi düzeltme işine girmeyeceğim. Bizler hayatımızı hedeflerimiz doğrultusunda faydası görülebilecek niteliklerde sürmekle mükellefiz. Sistemler de bu olanaklara bizlere sağlamakla mükellef. Bir ay sonra yeni albümünüz çıktığında sizinle müzik üzerine bir söyleşi yapabilirdik. Şimdi, böyle bir zamanda bunları konuşmayı teklif ettiğimde neden kabul ettiniz? Aslında albümü konuşuyor olsaydık da, bu cümle dağarcığını kullanacaktık. Albümün konsepti 'korku'. Nereden geliyor ki bu korku! Ayrıca konuşulması gereken bir dönem. Bu yazıyı okuduklarında, insanların neyin ne kadar algılayacağını merak ediyorum aslında. Farkındalık önemli. Ben kendimi Hakan diye tanıtsam, başka bir adam mı olacağım? |
Cevap : Hayko Cepkin
Tanışma Bitti
Yeni albümünün piyasaya çıkması için gün sayan Hayko Cepkin, bu haftadan itibaren MTV Europe’da, Alternative Nation programında tüm Avrupa’ya adını duyuracak. İlk albümün üzerinden iki yıl geçtiğini ve artık kendini tamamen ifade edebileceğini söyleyen Hayko "Tanışma Bitti" diyor. Bilmeyenler için hemen anlatmak gerek -ki okuyucularımız arasında sanmıyorum ki Hayko Cepkin'i bir kere dinlemeyen bir insan olsun- hikaye dünyanın gaz ve toz bulutu olduğu zamanlarda başlıyor. Her ailenin evladına yaptığı ilk numara olarak oğullarına bir org alıveriyorlar. Hem de Casio GT647 hit klavye. Dededen akordeon çalma tekniklerini de kapıp, tuşlu çalgı kullanmaya yatkın olduğunu görüyor. Ondan sonra kilise korosunda hammend ile tanışıyor Hayko. Sesi kendisini daha da etkiliyor. Eğitimini almaya karar veriyor, operaya giriyor, iki sene ancak devam edebiliyor. Sonrasında ise Timur Selçuk, Akademi İstanbul Piyano dersleri derken kendisine küçük bir kayıt ortamı kuruyor, sırf öğrenmediği bir şey kalmasın diye. İlk albümü "Sakin Olmam Lazım"ı evinde sessiz sedasız kaydediyor. Sessiz sedasız diyorum, evindeki küçük odanın altında üstünde oturan insanlar brutal vokalleri kaldıramaz diye tın tın söylüyor şarkılarını. Bakıyorsunuz ki konserleri paldır küldür, öfkesi damarlarınıza işleyiveriyor. Şimdilerde ise iki heyecan birden var bünyesinde. İlki 2 yıl aradan sonra çıkaracağı ikinci albümü "Tanışma Bitti", diğeri ise MTV Europe'da yayınlanan Alternative Nation programında tüm Avrupa'nın kendisini tanıyacak olması. -Ünlü isimlerin albümlerinde ve konserlerinde adınız var. Ayrıca "Alt Geçit" isimli grubunuzla katıldığınız Roxy Müzik Günleri macerası... Demir Demirkan ve Aylin Aslım'ın albüm projelerinde ve sonrasında sahne performanslarında onlarla birlikte çaldığım doğrudur. "Alt Geçit" beste grubuydu. Davulcumuz Burak Gürpınar'dı, daha Kurban albüm aşamasıydı, bir de hâlâ gitarları çalan Umut vardı grupta. Bize Upflex derlerdi; hani var ya böyle karın kası çalıştıran üçgen bir alet... 1996 yılında çok sert çalıyoruz diye kovulduk bardan. Onun dışında da hiç grupta çalmadım. - Tek başınıza yolunuza devam ediyorsunuz ve açıkça görülüyor ki kontrolün elinizde olmasından hoşlanıyorsunuz... Evet. Yapmak istediğim şeyler var. Mesela çok hayalperestim. Düşün; bir hayalim var ve içinde bir ova var. Sana ovayı anlatırım, senin kafanda başka bir ova canlanır ama hikayenin sonucu aynı ortak noktadadır. Aynısına çok yakınını düşünebilirsin belki ama aynısını algılayamazsın. Sana ne anlatırsam anlatayım, benim anlattığım gibi olmayacağı için acizlik gibi geldi. Bir prodüktöre derdini anlatmak ve istediğini alamamak, aynı şekilde eğitimsiz ve cahil olduğun için "Ya abi buraya böyle bir şey istiyorum ama adını bilmiyorum" demek acizlik! Böyle bir durumda kalmamak için kendimi eğittim. Artık bir şey istediğimde sonucu çat diye alıyorum. Kendimle kalmayı daha çok seviyorum. Benim istediğim gibi bas line'ları yazılsın, benim istediğim gibi gitar tonları çalınsın. Sonuçta benim bestelerim, benim sözlerim, benim hikayem, benim projem... Ben ne istediğimi daha iyi bilince paylaşma kısmı rahat oluyor. - Yola çıkarken kaç besteniz hazırdı? İlk albüm şarkıları dışında ikinci ve hatta üçüncü albümün materyalleri bile hazırdı elimde. İkinci albüme onlardan iki şarkı girdi. Onun dışındakiler 0 km. oldu. Kafam değişti çünkü. Kafamda bir hikaye oluşturdum ve hikayenin konusu da korku oldu. Dosyada duran hiçbir parça da buna uymuyordu. Temaya uygun çalmayı sevdiğim armoniler vardı. Diğer parçaları sildim. Mesela üçüncü albüm materyalleri yok elimde. Başka bir tema bulduğum zaman ona da yazmaya başlayacağım. - Korku, stilinize çok uygun bir seçim olmuş... Zaten müzikte neşe kültürüm yoktur. Genel olarak barok şeyler yazarım, klasik müzik dinler, Bach severim. Bu tema dikte sistemi ile birleşerek anlatmak istediklerimi daha rahat söyletme ve algılatma şansı tanıdı. "Artık uyanmalısın, çok garip bir dünya, uyan artık" demekle "uyan" demek arasında fark var. Gözlerin içine bakmak ve korku vermek daha anlaşılır geliyor. Yaptığım işe inanıyorum. - Yeni albüm "Tanışma Bitti" ile biz ne zaman tanışacağız? Yeni albüm nisan sonu ya da gecikirse Mayıs'ın 10'una kadar çıkmış olur. Aksilikler ve konserler oluyor. Bir günün kaybı demek 1-2 parçanın mix’inin gecikmesi demek. Albümün prodüktörü de benim. Bahsettiğimiz "bencillik" işte... İlk albümde eksik olan canlı davul ve adam gibi vokal sorununu artık stüdyoda aştık. İkinci albümde belki o tırnaklar daha da uzayacak ve daha derin tırmalayacağım. Belki ama sabretmem gerekiyor, "Sakin Olmam Lazım". - Rock müzik camiası dinleyicisinden sanatçısına daha bilgili ve daha ağırbaşlı değil midir, ailelere bu mu anlatılamıyor? Hep iddia ettiğim konu şu; bizim piyasamız daha popüler olup daha çok tanındığı zaman, insanlar bugüne kadar seyrettiklerinin ne kadar çamurun içerisinde dolaştığını anlayacak. Toplum saçı rengarenk, küpeli, dövmeli diye "tüü tipe bak" dediği adamların düşünceye dayalı yaşadığını anlayacak ve inandıkları her şey yıkılacak. Çünkü bizim fiks imajımız "tü kaka pis, ay tipe bak"... Ama özüne baktığınız zaman biz üreten kısımdayız. Üretmek için zaman harcamak zorundasın. Diğer tarafta bir yorumculuk kültürü var zaten. Paran varsa o besteyi satın alırsın, okursun. Bu konuda bizler daha fazla üzerine düşünüyor, araştırıyor ve üretiyoruz. Demek ki bu güne kadar bildikleri şeyler yanlış... |
Cevap : Hayko Cepkin
Bach'tan Cem Karaca'ya Uzun Mesafe Bir Koşu
Ilk albümünüzün adi Sakin Olmam Lazim'di. 'Öfkenizi dindirmek istediginizi' söylemistiniz... Yeni albümünüzün adi ise Tanisma Bitti. "Hos bes tamam artik isimize bakalim," mi demek istiyorsunuz? - "Gerçek yüzümüz budur, artik bundan sonra bunu göreceksiniz," demek istedim. 'KILISE KOROSUNDA ÇALDIM' - Ilk albümünüzde zamane bir dervis havasi vardi. Mesela 700 yil önce yasasaydiniz kendini yollara vuran bir âsik olurdunuz herhalde.... - Albümde onu anlatmaya çalistim. Kartonetin içerisindeki adamlar 17. yüzyilda yasiyormus gibi duruyorlar ama yasadigi hayata da ayak uydurmak zorunda olduklarini biliyorlar. - Sizin deyisinizle, 'Kafadan gotik, yandan Anadolu Pop, uzaktan elektronika,' denilebilecek bir albüm olmus bu... - Aynen öyle ama pop degil, folk demeyi tercih ederim. Farkli müzik türlerini iç içe geçirme halini çalisarak kazanmadim. Sekiz- dokuz yil kilise korosunda çaldim, klasik müzik egitimi aldim. Timur Selçuk'tan dersler aldim. Klavyeci oldugum için elektronik müzikle irtibatim var, vokalde farkli tonlama yapmayi seviyorum. 11 sene piyasada elektronik müzik yaptim. Yaptigim sey nasil ortaya çikti bilmiyorum ama birikimlerimin dogal bir uzantisi gibi geliyor bana. Albümde introlar kullanmamin amaci da sarkinin ana temasinin nasil ortaya çiktigini göstermek. Önce tema daha sonra da ana sarki giriliyor. CEM KARACA'NIN SESI - Sizi en zorlayan sey ne oldu albümü hazirlarken? - En büyük problemim davul ve vokallerdi. Davullari evde yazdigim için sorunlar yasiyordum, bu kez stüdyoda istedigim seyleri yaptim ama albümün yüzde 80'i yine evde hazirlandi. - Mogollar'la çalistiniz, klasik egitiminiz, klavye kullandiginiz da düsünüldügünde uzaktan 'Anadolu folk havasi' da hissediliyor bu albümde. - Anadolu folk var tabii, o olmak zorunda çünkü ben Cahit Berkay'larla büyüdüm. Onlar bana "Piyasaya bir deli lazimdi, o da sen oldun," derdi. Mogollar'in sarkilari özellikle Alageyik Destani albümü bana çok sey ögretti. - Bertaraf Et sarkisindaki vokaliniz Cem Karaca'yi andiriyor... - Özellikle yaptim. O parçalari modern vokal yapisiyla söyledigimde, sarkinin havasini vermiyordu. Girtlagi ezen bir vokal kullanarak, daha eski bir hava yansitmak istedim. Bilmezsin sarkisi bir agittir. Türküyle her zaman irtibatim vardi. Baris Manço, Erkin Koray'lardan çok sey ögrendim. Türkü her zaman ilgimi çekmistir zaten. Türkü konusunda mesela Arif Sag sevdigim bir sound'u yansitiyor. - Ama tam olarak folk geleneginin takipçisi de degilsiniz... - Degilim, olamam da zaten. Çok karisik bir geçmise sahibim. Benim olmayan bir dünyanin içinde olamam. Bir sarkida duduk kulandik, orada aslinda Dogu'ya gidisi, anlattim. Ermeni müziginin temel enstürümani. Onu kullanmam gerekiyordu. Ben de The Crow hastaligi vardir. O filmin soundtrack'i dogunun havasini yansitir ve duduk da çalinmistir. Evde çalisirken duduk sesini çikarmak için piyanoda solo attim, obua bile kullandim ama dudugun o havasini vermedi en iyi duduk sesi duduktan çikti yani. - Albümün konseptinin korku olacagini söylemissiniz... - Armonik yapisina korku hâkim. Armonik yapisinda korku olmayan, mesela Ölüyorum adli sarkida da ölmekten korkan bir insanin ruh halini anlatiyorum. Kaybetmekten, yalniz kalmaktan, kenara itilmekten korkanlari anlattim. Ama bunlardan korksaniz da ayakta kalmaniz gerekir diyorum. - Bir röportajinizda "Bach benim evimdir," demissiniz... - Öyle, hayatim onunla geçiyor. Her türlü varyasyonu olan eserleri var. Bach'in karanlik yapisini seviyorum. Bach'in bir sonatini dinlediginizde eserin içine giremezseniz, ruhunuzu daraltir. Ama bu bana iyi geliyor. Beethoven bana hitap etmiyor. Onlardaki mars kültürünü degil daha karanlik, kendini kolayca ele vermeyen eserleri seviyorum. Handel de öyledir mesela. Yine de Stanley Kubrick'in Otomatik Portakal filminde kullanilan Beethoven yorumlari bana yakin geliyor. Bir numaram Bach, asil beslendigim kaynak odur. Çok naif eserleri de vardir, piyano derslerine basladiginizda çalabileceginiz türden eserler de vermis... 'FARKIM TAVRIMDA' - "Albümüm ferahlatici bir çalisma degil," mi demek istiyorsunuz? - Bence umut vaat eden bir albüm, umut asiladigimi düsünüyorum. Insanlara yasadigi hayati anlatiyorum. "Uyan, kendine gel!. Kendini ne olarak görmek istiyordun, olmak istedigin insan olmus musun?" diye soruyorum. Benim sarkilarimda söylenenler ilk defa söylenen seyler degil belki ama farkli olan sey tavir. Ben uyandirma servisi gibiyim. Beni izleyenlerin çogu üniversiteye hazirlanan, gelecek kaygilari olan insanlar. Ben de ayni yerlerden geçtim. Her kazanamadigim sinavdan sonra, hayatim bitmis gibi oldu ama su an sevdigim ve inandigim isi yapiyorum. - Hrant Dink'i vuran genç de üniversite çagindaydi ve kendince inandigi seyin pesinden kostu. Cenazeye katilmis miydiniz? - "Orada göründü" denilmesinden rahatsiz olurum. Böyle bir durumdan rant saglayacak biri degilim. Kendi ruh sagligim için ne dendigine aldirmadan kendi bildigim dogruyu yapmayi tercih ediyorum. Hrant Dink'i anma töreninde piyano çaldim, görevimi orada gerçeklestirdim yani. |
Cevap : Hayko Cepkin
Hayko Gerçekten De Sayko!
Rock müziğin haşarı ismi Hayko Cepkin’i ne kadar tanıyorsunuz? Müzik piyasanın halini bir müzisyen olarak çok iyi biliyorsun. Tanışma Bitti’yi incelediğimiz zaman bütün bu korku ve kaygılardan arınılmış, özenle çalışılmış bir kartonet ve müzikal içerik buluyoruz. Piyasa şartları seni endişelendirmiyor mu? Korksaydım bu kadar özenle hazırlanmış bir kartonet yapmazdım. Genel olarak kartonet şişirilen bir malzeme haline geldi çünkü albümler satmıyor diye kartonet masrafını minimuma indirmeye çalışıyorlar. Benim böyle bir kaygım yok. Bu bir koleksiyon albümü bence. Bu albümlerin kült olarak kalacağına, bir mihenk taşı olacağına inanıyorum. Şu anki satış grafiğinden ziyade yıllar sonra bile aranan albümler yapmak benim derdim. O yüzden her detayı benim için çok önemli. Mesela şöyle bir örnek verebilirim; dinleyiciler iki albüm alıyorlar. Birini imzalatıp dinliyorlar, diğerini ise ambalajını açmadan çok sevdikleri diğer albümlerin yanına koyuyorlar. Bu durum yüzünden albümün noktasına kadar her detayına çok fazla özen gösterdim. Şarkılar nasıl ortaya çıktı? Hepsinin bir hikayesi var mı? Yaşamadan düşündüğüm konuları da kaleme aldım. Kendi kendime söylediğim sözleri kullandım. Kendimi telkin etmek için yazdığım sözler bunlar. Bir nevi meditasyon. bir şeyleri öğrenmek için bazen kendine defalarca söylemen gerekiyor, bu sözler de o tekrarların yansıması. Bu durum ticari olarak piyasaya sunulduğunda insanlar o şarkıların içinde kendi hikayelerini de buluyorlar. Ciddi bir sorunun olmadığı dönemlerde bile “Şöyle bir sorun yaşasaydım neler olurdu acaba?” diyerek kendimi depresyona sokabiliyorum. Böyle bir arıza tarafım var ve bu bana ilham veriyor. Kliplere müdahale ediyor musun? Evet ediyorum. Kafamda oluşturduğum konuyu illa ki bir şekilde yönetmenle paylaşıyorum. O sözlerin çıktığı noktada görüntüler de var. İstiyorum ki kafamda nasıl hesapladıysam klipte de aynısını göreyim. Ama insanın aklından geçen her detay karşı tarafa aktarılamadığı için eksiklikler oluyor. Kafamdaki görüntüyü karşı taraf göremeyeceği için en aklıma yatanı ortaya çıkarmaya çalışıyorum. Bu yüzden kayıt yapmasını öğrendim mesela. Seni yarın öbür gün yönetmen olarak da görebiliriz belki… Şu an düşünmüyorum ama kafamdaki görüntünün aynısını kliplerde görememek bazen beni üzüyor. Bunların başka sebepleri de var tabii… Bütün bu sebepleri göz önünde bulundurduğumda kafamdaki kliplerin çekilemez olduğunu fark ediyorum. Belki ileride şarkıları yeniden kaydedip görsel çalışmalarını yapabilirim. Bunu da kendim için özel bir DVD haline getirip hatıra olarak saklarım belki. Bir sonraki albüm için plan yapmaya başladın mı? Sürekli bir şey üretmek durumunda olan bir adam görüntün var. Sanki yeni albümün fikrini bulmasan rahat edemeyecekmişsin gibime geliyor… Yeni albümün ana taslağı bitmiş durumda. Materyal sıfır ama. Tanışma Bitti sürecinde yaşayacağım şeyler sonucunda yeni sözler yazmak ve müziği ona göre oturtmak istiyorum. O yüzden hali hazırda söz yada beste yok şu an, o süreci durdurmuş durumdayım. Hayranlarınla aranda garip bir kimya var. Bunun sırrı ne? Galiba samimiyetle alakalı bir durum bu. Ben onlara fan yada hayran da demiyorum. Onlar bizim takipçilerimiz. Nasıl takip ettiklerini bende anlamış değilim. Buna ciddi ciddi mesai harcamak gerekiyor. Biz şehir şehir geziyoruz, bir bakıyorum minibüs kiralamışlar ve oraya da gelmişler. Bu çok mutlu ediyor ama gerçekten çok şaşırıyoruz. Konser sonraları birbirimize mesai harcıyor, sohbet ediyoruz. Hiçbir zaman “Onlar bizi takip ediyorlar nasıl olsa, onlar garanti cepteler” diye düşünmüyoruz. Bu hassas bir konu ve çizgileri iyi belirlemek gerekiyor. Gereken hassasiyeti göstermeye çalışıyoruz. Ama tabii proje büyüdükçe konuşmak isteyen, ulaşmak isteyen dinleyici sayısı da artıyor. Hepsine aynı anda cevap vermemiz mümkün değil. Elimden geldiğince bir paylaşım içinde bulunmaya gayret ediyorum. Kendine ait ve hayranlarının yaptığı iki siten var. Ne kadar ilgilenebiliyorsun sitelerle? Foruma takılıyor musun mesela ya da mesajlara cevap veriyor musun? Nickimi bildikleri için en son ne zaman giriş yaptığıma bakıyorlardır. Bu dönem çok yoğun olduğum için çok fazla sitelerle ilgilendiğimi söyleyemem. Çok nadir ara ara bilgi girişi, ya da bir iki cevap verebilme için bakıyorum. Çok da uzaklaşmamaya çalışıyorum. 24 Haziran’daki Evanescence konserinde alt grup olarak çıkacağınız açıklandı, reklamlar yapıldı. Bir de öğrendik ki son dakika bir değişiklik olmuş. Nedir olay? Organizasyonun hiçbir suçu yok bu durumda. Onlar çok eğlenceli ve keyifli geçeceğini düşündükleri için bizi önerdiler. Daha sonra Evanescence bizim çok sert olduğumuzu, daha yumuşak bir grup istediklerini söyledi. Gripin şimdi onlarla aynı sahneyi paylaşacak. Gripin ile aranızda bir münakaşa durumu yok değil mi? Asla! Son dönem bıkmadan dinlediğim, muhteşem bir albüme imza atmış bir grup Gripin. Zaten arkadaşlarım da. Çok başarılı işlere imza atıyorlar, bende bayıla bayıla dinliyorum. Bu olayda ne menajerlerin, ne organizasyon şirketinin ne de Sony’nin hiçbir suçu yok. Bu tamamen dünya starı diye gözümüze sokulan bir grubun ne kadar patlak olduğunu gösteriyor. Sen kalk dünya çapında tanın, sonra da gel Türkiye’deki bir gruptan ‘seyirciyi mahvedecekler’ diye kork! Kendilerine ne kadar güvendiklerini gördük böylece. Senin alt grup olarak çıkmayacağını öğrenen takipçilerinin tepkisi ne oldu? Biletini geri veren de oldu, bilet almaktan vazgeçen de oldu. Neticede yüklü bir mebla ve her yerde bizimle birlikte olmak istedikleri için o parayı vereceklerdi. Grubu seyretmek ayrı bir durum, iyi bir grup neticede ama özellikle bizim orda çalacağımızı bilen ve bu yüzden gelmeyi düşünenler vazgeçtiler. Bu sene İstanbul’da ciddi bir konser trafiği var. Senin gelen isimler arasında sabırsızlıkla beklediğin birileri var mı? Tabiî ki de bir numarada Marilyn Manson var. Türkiye’nin Marilyn Manson’ı diyenler var mı sana? Türkiye piyasasında yeni olduğumuz için, müzikal geçmişimizin yabancı müziğe dayandığını da düşünürsek bu tür benzetmeler hep yapılacak. Yeni çıkan bir ismi yabancı bir isme benzetmek bir farz oldu artık. Birçok yabancı grubun müzikal altyapısına baktığımda Türk ezgileri görüyorum. Onlar bunu yaptıklarına hiçbir şey denilmiyor, bizden biri bir şey yaptığında çakma oluyor. Bu nasıl bir mantıktır? Marilyn Manson müziğinin içinde bu kadar orkestrasyonik bir durum da yok. Ben çok fazla kendi şahsıma münhasır bir müzik yapıyorum. Film müzikleri yapmaya bayılıyorsun. Var mı yeni projelerin? Film müziği yapmak benim için başka bir keyif ama müziğini yapacağım filmin majör kalıplarının olmaması gerekiyor. Karanlık, duygusal, gerilim gibi daha minör duyguların olduğu bir senaryoya bayıla bayıla müzik yaparım. |
Cevap : Hayko Cepkin
Hayko Cepkin: Sahneyi Yakmak İstiyorum. Bir Gün Mutlaka Yapacağım Bunu.
"Şöyle düşün, biz çok sinirliyiz ve burayı yıkacağız. Tam o esnada kapıdan biri giriyor ve burayı talan ediyor. Ne yaparsın? Kendini unutup onu sakinleştirmeye çalışırsın. Benim mziğimin böyle bir etkisi var." Hayko Cepkin son üç yılda Türkiye'de birbiri ardına ortaya çıkan "alternatif" sanatçılar arasında ayağını yere sağlam basanlardan. Nerede ne söylemesi gerektiğini biliyor. Bunu yaparken herkese yaranmak gibi bir derdi de yok. Boş konuşmamayı, iki buçuk yıl boyunca roadie'liğini yaptığını Moğollar'dan öğrenmiş. Cahit Berkay'a saygısı büyük. Karmaşık bir hayatın neticesinde bugünlere gelmiş Hayko. Müzisyen olacağım diye evden de kaçmış, Surp Agop Kilisesi'ndeki koroda da yer almış. Tüm bu karmaşıklık müziğine de yansıyor tabii ki. Tabiri caizse Hayko cenaze müziği yapıyor. Hatta kendi yorumu ile "Ölüm gibi bir müzik bu". Ama gücünü bezmişlikten ya da durağanlıktan almıyor. Aksine yaşamın ta kendisine duyulan "öfkeden" alıyor. İkinci albümü "Tanışma Bitti" elektronik, arabesk ve yer yer de metal kültürüne gönderme yapıyor. Bir röportajında gençliğinde kilise korusunda olmanın müziğin üzerinde hayli etkisi olduğunu söylemiştin. Müziğinde de böyle mistik bir atmosfer var. Nasıl bir ortamdaydın? Ne kattı o kilise ortamı sana? Temel olarak aslında dört ses kültürünü kattı. Ben Surp Agop Kilisesi'ndeki korodaydım. Bizim mezhebimizin kiliselerinin hayli mistik bir müziği vardır. Hiç tanımadığınız birisinin cenazesine gitseniz babanızın oğlu ölmüş gibi ağlarsınız mesela. Öyle gotik ve karanlık bir yanı da vardı. Cenaze korolarında yer aldın mı hiç? Yaşımız küçük olduğu için cenazede söyletmezlerdi bize. Ama onun dışında tüm pazar ve bayram ayinlerindeki korolarda yer aldım. Müziğindeki mistik yaklaşım kilise ortamında büyümüş olmanla özdeşleşiyor. Ama bir yandan da içerisinde neredeyse "hardcore"a kaçan, elektronik altyapılarla süslenmiş, bazen de alaturka bile olabilen eğilimler söz konusu. Nasıl bir araya geldi tüm bunlar? Klavyecilikten geldiğim için elektronik müzikle her zaman ilgileniyordum. Ama bir yandan da klavyeden nefret ederdim. Ben hep gitarist olmak istedim ama hiçbir zaman beceremedim. Sonra zaman içerisinde grunge'la metal'le tanıştım ve hepsi bir araya geldi. Yeni albümün Tanışma Bitti ilkine oranla aşırı derecede sert. Neden böyle bir yöne kaymayı tercih ettin? İlki de aslında bu kadar sert olacaktı. Eğer EMI bana izin verseydi. Konserlerde nasıl bir Hayko varsa, albümde de öyle bir Hayko olsun istedim yeni albümde. Aslında bir anlamda senin yükselişinin sebebi de canlı performanslarındı... O yüzden "Tanışma Bitti" zaten. "Bu adam konserlerde bu şekilde ama albümde nasıl acaba?" sorusu bitsin istedim. Albümde de cazgır cazgırız. Albümün temasını korku olarak belirlemişsin. Neden korkuyorsun? Benim en çok korktuğum şey ellerimin kopmasıdır. Bu şekilde saplantılı bir düşünceye nasıl kapılabilirsin ki? Bu benim hayatım. Bu beş parmaklar. Hep düşünürüm. Bir araba kazası olsa ve ellerim kopsa ne olur diye. Böyle bir takıntım vardır. O yüzden arabadan dışarıya ellerimi çıkartmam. Biri gelip çarparsa diye. Mesela bu korkumu albümdeki fotoğraflardan birine de yansıttım. Bir fotoğrafta ellerim yok. Aslında hem kendi korkularım hem de başkalarının korkuları söz konusu bu albümde. Korku her zaman var ama bunları aşman için üzerine gitmen gerekiyor. Bunu anlatmaya çalışıyorum. Sürekli tedirgin ve kendine sorun yaratan birisi misin? Rahat yaşayan bir adam değilim evet. Ama bir yandan da bunlar olmasa yaşayamam. Öfke ve hırs işime yarıyor. Bunlar besliyor bir anlamda beni. Başına gelen en kötü olay neydi? İki buçuk sene boyunca Moğollar'a roadie'lik yapmıştım. Sonra 99'da deprem oldu ve eğlence sektörü bitti. Beş parasız kaldım. Gencim, yağızım, saldırganım. Ayak kırıp mahkemelik olduğum da oldu, silahlarla kovalandığım da. Ne oldu da işler tersine döndü ve hayatın yoluna girdi? Sevmedim o hayatı. Çok ağır gelmeye başladı. Canım yandı. Gördüklerimi beğenmedim. Yalnız yaşamaya çalışıyorsun ama bir yandan da ne olduğu belirsiz ortamlara giriyorsun. Uyuşturucu da var o ortamlarda. Her şeyi denedim ama hiçbirini sevmedim. Çok fazla kontrolcü bir insanmışım onu fark ettim. Kontrolümü kaybetmek istemediğimi anladım. Sahnede de böyleyimdir. Bana yakıştığını düşünüyorum. Yeni albüm sonrasında yeni bir sahne şovu olacak mı? Mesela fırsatın olsa şöyle Iron Maiden gibi sahneye tank çıkarmak ya da Rammstein gibi alev makineleri kullanmak ister miydin? Mesela hangi sahneye? Anca ateş tabancası çıkartabiliriz. Onla da birinin saçını tutuştururuz olay olur (gülüyor). Sahneyi yakmak istiyorum ama. Bir gün mutlaka yapacağım bunu. Ne büyüklükte bir sahne yakmak istiyorsun ve bunu organizasyondan habersiz mi yapmak istiyorsun? Yok haberleri olsun tabii ki (gülüyor). Rock'n Coke ya da Radar Live sahnesini yakmak isterdim mesela. Ateş güçlü bir şey. Çok etkileyici olurdu. Bir röportajında "Kuzey Avrupa ve Japonya'da sahne almak isterdim" dedin. Neden? Oralarda şansımız var çünkü. Mesela buraya, oralardaki festivallerin yetkilileri geliyor. Onlardan bir kaçı ile tanışma fırsatımız oldu. Zaten uzun, vampir gibi adamlar bunlar. Oradaki gotik ortamlarda benim de olmamı istediler. Buradan hali hazırda giden black metal grupları var. Bizim de gitmemiz iyi olur. Çünkü benim müziğimde makam da var. Avrupa'dakiler gibi yapmıyorum. Onlarınki gibi yapsam tercih edilmezdim. Konserlerinde başına gelen en absürd şey neydi? Valla memeler açılmış Balans'taki bir konserde ama biz göremedik. Arkalarda açmış. Görmedik diye önlere yardırıp gelmiş bir daha açmış ama gene görmedik (gülüyor). İstersen buradan duyuralım gene gelip açsınlar memelerini? Yok olmaz. Konsantrasyon bozulur (gülüyor). Biz derginin kapağına kadın koyduğumuzda bazen şu şekilde eleştiriler geliyor; "Annem derginin kapağında Fergie'yi görünce bu ne biçim dergi diye kapağı yırttı" diye. Senin de sahnede tabiri caizse son derece korkunç bir görünümün var. Ailelerden şikayet gelmiyor mu? "Ne biçim adamsın sen" diye? Gerçekten böyle bir şey mi oluyor? Ben de böyle olmuyor. Ebeveynle gelen çocuklar olursa ve es kaza kulise kadar annesini, babasını sürüklemişse onlarda beni sevdiklerini söylüyorlar ki, bu ebeveyn sevgisinin nedenini anlayabilmiş değilim (gülüyor). Sahnedeki o korkunç ve biraz da rahatsız edici görünümünle varmak istediğin bir yer var mı? Yoksa bunu şovun bir parçası olarak mı görmek gerekiyor? Ben kimsenin bu müziklerle ya da konserlerle şiddete yönelmesini istemiyorum. Bunları insanların deşarj olabileceği bir araç olarak görüyorum. Mesela şöyle düşün, biz çok sinirliyiz ve burayı yıkacağız. Tam o esnada kapıdan biri giriyor ve burayı talan ediyor. Ne yaparsın? Kendini unutup onu sakinleştirmeye çalışırsın. "Baba n'oluyor, elini keseceksin!" diye. Demin senin yapacağın şeyi bir başkası yapınca itici gözükebiliyor ve bu düşünden vazgeçebiliyorsun. Ben benim şarkılarımın ve konserlerimin de böyle bir etkisi olduğunu düşünüyorum. İstediği gibi "Yeter ulan" diyebilir dinleyenler. Mesela kulise façalı çocuklar geliyor bazen. Yaşı küçük, kolunu gösterme ihtiyacı düşünüyor iyi bir şey sanıp. Ben de ona "Bir sonraki konserde böyle bir şey görürsem ağzına s.çarım" deyince şaşırıp tişörtünü çekiyor. Sanırım anneler babalar böyle bir tavrım olduğunu da hissediyorlar. Konserlerini çok farklı kitleler takip ediyor. 13 yaşında ergen birisi de olabiliyor, takım elbiseli orta yaşta biri de. En garip kimleri gördün konserinde. Reiki de yapanlar geliyor benim konserime. Güçlü bir enerji aldık senden diye geldiler bir keresinde grup olarak. Sevgiden falan bahsediyorlardı. "Sen gücünü nereden alıyorsun?" dediler bana. "Öfkeden" deyince biraz uzaklaştılar tabii (gülüyor). Seni neler öfkelendiriyor? İkiyüzlülük bir numarada. Başımıza gelen birçok şeyin bir numaralı sebebi bu. Politikada dönen her şey de beni sinirlendirebiliyor. Millet alanlarda toplanıyor. Senin anlaman gereken bir hikaye var. Ama onu bile kelime oyunları yapıp kendi çıkarlarına kullanıyorlar. Yalandan da nefret ederim. Yalanın ortaya çıkacağı korkusu sana iyi bir hayat yaşatmıyor. Şehir hayatı da iğrenç. Et pazarına döndü burası da. Aslında öfkelenmeyecek pek bir şey yok. Çağlayan'daki yürüyüşe katıldın mı? Her hangi bir kamera tarafından görülüp de, bunu kendi lehime kullanıyormuşum gibi algılanmamak için katılmadım. Hrant Dink için de aynısı yapmıştım. Rant sağlamak istemedim. Hrant Dink yürüyüşünde o kalabalığın içinde gözükmek istemedim. Yoksa Hrant Dink'in Yeni Melek'teki anma gecesinde bulundum. Yerim orasıydı. "Biz kendi cemaatimiz tarafından da ayıplanan insanlarız" demiştin. Hrant Dink ve kendin için. Neden? Çünkü biz burada bir azınlığız. Bir yumruk olmamız bekleniyor. Bunun için de hataları kapatman gerekiyor. E sen o hataları söylediğin zaman o yumruğu bozan birisi oluyorsun. Doğru olan da hataları söylemek değil mi? Bu ama kötü oluyorsun bunu yapınca. Ben her şeyi kültürel gözle değerlendiren bir insanım. Mesela inancım sıfır ama kilise ortamının kalması gerektiğine inanıyorum. Bu korunmalı. Bana kalırsa bu bir oyun. Bunun hayat boyunca gitmesi gerekiyor. Cami, kilise, sinagog kültürünü gençlerin öğrenmesi için oraları daha pozitif göstermek gerekiyor. Artık insanlar bunlara ilgi duymuyor. Biz mesela zamanında insanlar kültürlerini öğrensinler diye bir takım projeler geliştirmiştik ama onlar da mevcut sisteme çomak sokmak gibi algılanıp kabul edilmedi. Şu an insanlar ya iyice bağnaz oluyor ya da değerlerinden tamamen kopuyorlar. Arasını bulmak için yapalım dediğimiz şeyler de kabul görmedi. "Şimdi ortalık çok karışacak demiştin" Hrant Dink'in vurulmasının ardından. Karıştı ama unutulup gitti yine. Albümünün temasının "korku" olmasının bu olayın ardından korkmuş olmanla ilgisi var mı? Türkiye mantığı işte. Hemen, her şey unutuluyor. Böyle şahane bir ortamımız var. Korkmadım değil, korktum. Böyle şeylerin olması kabul edilemez. Ben bu piyasa içerisinde bir Ermeni'yim. Bu bana hiç zorluk yaratmadı. Çünkü müzik piyasasında bunu yadırgayacak insanlar yok. Ama bu şekilde düşünmeyen insanlar da var. O insanlar beni korkuttu. Ama albümdeki konsept bu olaydan sonra gelişmedi. Zaten kafamda bitmişti. Ne etkiledi seni? Hem müzikal anlamda hem de hayatın açısından? Moğollar'ın roadie'liğini yapmak beni çok etkilemişti. Cahit Berkay'a aşkım büyüktür. Ben onlardan hayatın kendisini öğrendim. Öğrendiğim en büyük şey boş ve çok konuşmamaktı. Konuştuğunun hesabını bilmem gerekiyor. Beni en çok etkileyen insanlardan birisi de dövmecim Ruhsel'dir. Black Sea Tattoo. 18 yaşımdayken kendime hediye dövmemi de o yapmıştı. (The Crow dövmesini gösteriyor). Usta durumu vardı onun. O Miyagi ben çekirgeydim yani. Anlatmayı ondan öğrendim. Zaten benim esas dönüm noktam da The Crow'dur. Oradaki hikaye de kararlılıktı. Adamın böyle bir şeyi kabullenemeyip geri dönmesi ve herkesi temizlemesi benim için etkileyiciydi. O mezardan çıkma durumu beni etkiliyor. İsterdim mezardan çıkmak. "Hasi.tir, adama bak n'oluyor lan!" dedirtmek isterdim "Höt" diye çıkıp (gülüyor). Biraz hastalıklı bir düşünce gerçi... Bari yeni sahne şovu olarak konserlerinde tabuttan çık... Düşünmedim değil (gülüyor). Ama hangi ara gireceğim, hangi sahnede çıkacağım onu kestiremedim. "Ölüyorum"un finalinde öyle bir şey olabilir mesela. İçine girip, içinden beyaz çıkılabilir. Ama mesela Balans'ta yapayım desen, merdivene tabut sığmaz, düşersin kafan gözün yarılır. Gerek yok şimdi. The Crow'a geri dönersek... Ben rock müzikle o film sayesinde tanıştım. Albümün soundtrack'i The Cure'le başlıyor ya, o bile çok sert gelmişti bana. Sonuçta klasik müzikle ilgiliydim ben. Sonra bir baktım ki bu müzikleri dinlerken bisikletin pedalları bile değişik dönüyor, güzel geldi. Migros'un müzik bölümünde çalıştım sonra. Orada üç kişiydik, birisi Led Zeppelin'ci birisi Grunge'cı diğer çocukların. Her şeyi öğrendim onlardan. "Ooo Pearl Jam mi, baba o kim ya?" diye atladım her şeyin üstüne. Ozzy Osbourne, Deep Purple hepsi... Hızlandırılmış tura aldılar beni. Rock'ı orada öğrendim. Mesela Lost Highway'in müzikleri de çok şey katmıştır. En önemlisi de Braveheart. Braveheart mı? Gerçekten mi? Evet (gülüyor). Ezbere bilirdik filmin bütün repliklerini. Biz o müzikleri saat 12'den sonra yazlıkta dinlerdik. Saçlar uzun, İskoçlar gibi örülmüş, alkol oranı yüksek. O savaş sahnelerinin müziği girdiği anda (Hayko burada şu meşhur Braveheart müziğini mırıldanıyor: darara ri, da darara ri) "Allah!" diye koşup iskeleden kendimizi kıyafetlerle denize atardık. "Will You Fight!", "Tabii, geliyoruz ulan!" Son olarak, tanışma bitti, peki şimdi ne olacak? Bu albüm benim en iyi albümüm olacak. Gelecekteki albümleri de katıyorum bunun içine. Herkesin bir mihenk taşı vardır ya bu da benim mihenk taşım. Kapak tasarımına kadar öyle. Bence başarıya ulaşırsa Türkiye'deki albüm fikirleri de değişecek. Halk bunu seviyor tonları olmayacak. Sahneler bile değişir bu albüm tutarsa. Mesela kapak. Neden bu kadar uğraştım. Evet albüm satmıyor ama ben de dünya starı olmak istemiyorum ki. Ben kült bir insan olmak istiyorum. İleride elinde tutmak isteyenler olacak bu albümü. Ben öyle isterdim. Testament'le böyle tanıştım ben. Kapağı güzel diye. Şimdi trash ortamının bir numarası Testament'tir diyenlerdenim (gülüyor). |
Cevap : Hayko Cepkin
Albümdeki Şarkıların Çıkış Hikayeleri (Hayko Cepkinin anlatımıyla..)
Yalnız Kalsın: "Yalnız kalmaktan korkan bir adam var burada. Bir kenara itilmiş gibi hissediyor kendini. Ama kenarda olmadığını anlatıyor. 'Gömdün sandon gittiğinde, bir demet çiçeğim bile yok' diyor. En iyi yalnızlık nerede? Mezarda, tabutun içinde. Adam o kadar derin bir yalnızlık hissettiğini anlatıyor, o tabuttaki gibi. 'Ama filiz verdim' diyor sonra, uyanıyor ama bu kez yardım edecek biri yok. 'Filiz verdim de suyu yok' diyor. Sonunda onu yalnız bırakan herkese 'Yalnız kalsın dediğin diline/Bedduadır sesinin teline' diye geçiriyor. Korkmuyor yalnızlıktan, o yalnızca tedirgin ve saldırgan" 777: "Albümün en olgun şarkılarından biri. Yaşanılan şehri, karşılaşılan insanları sorguluyor. 'Bir düşündük bin ah işittik' yani, hayatımız boyunca geniş düşünmeye çalıştık ama hep ah'larla, vah'larla geçti hayatımız. 'Tütsü yaktık, temizlendik/ Ama dumanından zehirlendik' diyor, mesela. Tütsü yakan, öyle gözükmeye çalışan elitist bir tavır vardır ya hani. Evde tütsüleri vardır ama Doğu felsefesini bilmez. Sadece gösteriştedir. Ona dokunduruyor. Parçanın sonunda da kendisiyle dalga geçiyor: 'Akıllanıyor fikrim/ Akıllanıyor zihnim/ Az kıllanıyor zihnim.' 'Akıllanıyor fikrim' derken sound olarak frekanslarıyla oynadım. Kulaklıkla dinlendiğinde kafanın çevresinde 'Akıllanıyor fikrim, akıllanıyor zihnim' diye dönecek. Dinlerken beyninin içinde dönecek. '777'nin '666' ile hiçbir bağlantısı yok, dosyanın adı sadece." Bertaraf Et: "Hayatındaki her şeyi, kıymetini de kısmetini de bertaraf et. Konserde 'Kıymetini' derken kalbini, 'Kısmetini! derken de başka bir yeri gösteriyorum! İnsanın kısmeti budur ya! Evet, anlatımı kaba biraz: 'Bertaraf et her şeyini, kıymetini, kısmetini/ Belki yarın gelir ama, bugün seni sevmedi ki..." Sonra Görüşelim: "Kendini yaralanmış, çok yorgun hisseden bir adam var, bu kez. Kan kaybediyor, suratı solmuş. 'Geçmez yaran/ Yok hiç rengin...' diyor. 'Zor mu geldi bu hayat sana ulan gerizekalı, bu işler böyle!' demek istiyor şarkının anafikri. Parça içinde ritim dört - beş kez değişiyor. Ritim yavaşlayıp kinaye yaptığı yerde düşüyor, 'Bir ben anlar severim/ Gözlerinden öperim/ Altındaki arabayı/ Sat sonra görüşelim...' diyor herif. Ama oradaki tavır da çok kaba. Altındaki araba aslında, onun k.çı! Tokadı yiyeceksin ama sonra ayakta kalman gerekiyor." Sıkı Tutun: "Kuzenimin düğünü için yaptığım bir şarkı. Zor evlendiler. Yaşantılarından yola çıkarak böyle bir düğün hediyesi verdim onlara. Kuzenimi anlatıyorum, bir erkeğin hayatı: 'Önce topraktım/ Şimdi ağaç oldum/ Derya denizler gibi dalgalandım/ Şimdi duruldum...' Yaşımı da aldım, olgunlaştım, kıvama geldim yani. 'Kendimi buz gibi çok sert zannederdim/ Meğer ne kolaymışım, hemen eriyiverdim...' Sonra 'Elele tutuşun ki hayatınız devam etsin, çünkü siz birlik olmazsanız yıkılırsınız' diyor: 'Sımsıkı tut ki elimden düşmeden yürüyelim.' Boşandılar neticede. Şarkıyı değiştirdim sonra. Tavır değişti. Şarkının ikinci bölümü çok sertleşti bu nedenle. Nakarat kısmını kestim, oranın hayal gibi olmasını istedim. Çünkü onlar için de bu evlilik artık bir hayal... 'Her şey dün gibi, bilemezsek kıymeti...' deyip gidiyor. Albüm çıkınca onlara zarar verecek bu şarkı. İçleri acıyacak." Kaos: "Konusunu anlatmam. Sadece konserde ne söylediğimi el kol hareketlerimle anlatıyorum, orada anlaşılacak. Ama asla böyle direky söyleyemeyeceğim bir yeri var, bende. Yazılmasını istemiyorum. Çok başka bir yere söyleniyor çünkü..." (Billboard'un notu: Kaos'un sözleri: "Bir sen var oldun/ Bir sen nur oldun/ Bir tek sen varsın/ Bil sen çok oldun/ Suratın iğrenç, kimlerden söyle yüz buldun/ Vücudun kireç, söyle böyle mi pak oldun...") Ölüyorum: "Benim hayatım neden böyle oldu, diye serzenişte bulunan bir adam var. Adam her şeyini kaybediyor. Şarkı korkuya dayalı ama armonik yapısına bakınca mesut olmak isteyen bir adam. Mızmız bir herif aslında: 'Ne kaldı bak ellerimde, biliyorum gülüyorsun/ Her adımım daha derine, ölüyorum..." Siren: "Bu şarkıyı kendime yazdım. Burada güçlü bir şey var. Daha içe dönük, 'Çekilin önümden gözüm hiçbir şeyi görmez' diyen bir şey. Çünkü ben kafama bir şey koyduysam 'Bu dünyayı da ezerim geçerim/ Özümdür dönmem sözümden/ Bu yüzden dünyada ben sevilir, severim.' Yani orjinalim, bunun için de eşim dostum çoktur. Konserde seyirciyle çok güzel iletişim kuruyorum. Onların beni sevdiğini biliyorum, ben de onları seviyorum. Ama kimse birbirini tam anlamıyla sevemez çünkü kimse birbirini tanımıyor." Melekler: "Benim rakı sound olarak adlandırdığım, zaten her şeyi kötüye gidiyor diyen, underground bir arabesk: 'Yine geldi kör günler/ Niye ötsün bülbüller...' diye gidiyor. 'Tribaksiyon' diye bir şey yani. Intro daha umut saçıyor aslında. 'Kuşlar bile ötmüyor anasını satayım! şeklinde takılan bir herif bu. Bu korkudan çok, hüzünlü bir şarkı..." Bilmezsin: "Bir davet şarkısı. Sizin umursadıklarınızla bizimkiler aynı. Yolun başında başınıza kabullenmesi zor şeyler de gelmiş olabilir... Sözleri itibarıyla sonlara doğru albümü 'Gelin, toparlanalım, aklımızı başımıza alalım' olarak özetliyor. Genel olarak 'Hayatın sana zor mu geldi arkadaşım? Zor maalesef bu hayat, sen sadece ayakta durmaya bak' hikayesi var. 'Umrun umrumdur' diyor mesela, 'Senin umursadığın şey de benim umursadığım şeydir, aynı şeyi yaşıyoruz, onun için toparlanmalıyız' diyor. Bonus: "Eski bir vokal var orada. 'Çürüyüp gidiyorum ben' derken normalin dışında bir şey yaptım. 'Hayatım çürüdü bitti, geberiyorum, keşke elimde fırsatlarım olsaydı da daha iyisini yapsaydım' deyip insanlara sesleniyor: 'Baylar... Bayanlar...' Oradaki 'brutal' ilk defa Türkçe. 10 dakika falan sürüyor, sonuna doğru da şarkı büyük bir patırtıyla bitiyor." Introlar: "İlk başta şarkıları bu şekilde yaptım. Gitar, bas, davul işin içine girdiğinde şarkının yapısı değişiyor. İnsanlar ham halini duysunlar istedim. Bazen şarkılarımda tüm kanalları kapatır, sırf altyapıyı dinlerim. O hissi herkes duysun..." |
Cevap : Hayko Cepkin
|
Cevap : Hayko Cepkin
üst üste konserler veriyor ve o ses hiç bozulmadan aynı çıkıor süperr yaa canlı performsnta brinci bence helal adama !!! TÜRK ROCKI EN İYİSİNİ HAK EDİYORRRRRR!!! o
|
Cevap : Hayko Cepkin
paylaşımlarınız için çok teşekürler hepside süperlerrr.....emeğinize sağlık
|
Cevap : Hayko Cepkin
rock'n roll hayko-hayko-hayko
paylaşım için teşekkürler |
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.