![]() |
Sanat Ansiklopedisi - Sanat Sözlüğü
Âbâdî: Eskiden kullanılan kâğıtlardan birinin adıdır. Hint âbâdîsi de denilirdi. Hindistan'da Devletâbâd şehrinde yapıldığı için bu adı almıştır. Sarımtırak renkli, güzel ve parlak bir kâğıttır. Kur'an ve murakkalarda kullanılırdı. Dut ağacı elyafından yapılan bu kâğıtların bir zamanlar Avrupa taklitleri görülmüştür; (Frenk âbâdîsi).
Acem kösteği: Eski yazmalarda kitap dikildikten sonra, dibinde ve iç tarafından, bir kısmı kitaba, bir kısmı da cilde gelmek üzere yapıştırılan, ince tıraş edilmiş deri parçası. Bu şekilde yapılan ciltler çok sağlam olurdu. Acem sanatkâr: Türkiye'ye dışardan gelen sanatkârlara denirdi. «Arap olmayan» anlamına gelirse de bizde doğuda bulunan milletlere Acem denmiştir. Bunlara Asya Türkleri de dahildir. Bu deyiş bugün yalnız İranlılar için kullanılır. Adem Sakal:Hat sanatçımızdır.Bakınız geleneksel sanatlar/hat-tezhip/sanatçılar. Âdilşâhî: Eskiden kullanılan kâğıtlardan birinin adı. H. XI. (M. XVII.) yüzyıl başlarında kullanılmıştır. Ağaç: Tezhipte kullanılan süsleme motiflerindendir. Servi, hurma, hayat ağacı, meyveli, ya da çiçekli ağaçlar tezhip unsuru olarak kullanılmıştır. Ahar: Nişasta, yumurta akı, nişadır, kitre, zamk-ı Arabi, üstübeç, beyaz şap, balık tutkalı, un, hatmi çiçeği, taze gül yaprağı, pirinç gibi maddelerden, yapılan ve ham kâğıtların terbiyesinde kullanılan sıvı. Bu maddeler tek tek veya karışık olarak kullanılır. Kâğıt iki şekilde aharlanır : 1- Ahar yapılacak madde sıcak suda eritilir, kıvamınca karıştırılıp kâğıt buna daldırılır. 2- Sünger veya pamukla ahar kâğıdın üstüne sürülüp kurutulur. Bir kat ahar sürülmüşse tek aharlı; iki veya daha fazla sürülmüşse çift aharlı denir, buna kısaltılarak çiftâli de denilmiştir. Ahar kâğıda iki üç defadan fazla sürülmemelidir, aksi hâlde zamanla çatlar. Ayrıca kâğıda ahar sürüldükten sonra, bir hafta geçmeden kâğıtları mührelemek lâzımdır. Yazıların çeşitlerine göre aharın cinsi değişir. Yalnız bir tarafına yazı yazılacak kâğıtlara (levha) kalın ahar; kitap yapraklarının iki tarafına ince ahar yapılırdı. Kâğıdın cinsine göre birkaç kat sürüldüğü de olurdu. Meşk kâğıtlarına kolaylık olsun diye kalın ahar sürülmüştür. Âhar ve mührelenmiş kâğıtlar, zamana, rutubet, küf ve kitap kurtlarına karşı daha dayanıklıdır. Eskiden en güzel aharlar İstanbul'da yapılmıştır. Beyazıt semtinde, eski Askerî Tıbbiye karşısında aharlanmış, mührelenmiş kâğıtların satıldığı eski kitaplarda kayıtlıdır. Ayrıca hattatların kendi kâğıtlarını aharladıkları da bilinmektedir. Aharlanmış kâğıt mürekkebi emmediği için, yanlış yazıldığında ıslatarak silmek mümkündür. Hattatlar ellerini tükürükleyerek veya yalayarak yanlışlarını düzelttiklerinden «mürekkep yalamak» deyimi ortaya çıkmıştır. Ahenin kalem: Demir kalem. Bk. Kalem. Ahmet Çoktan: Ebru sanatçımızdır.Bakınız geleneksel sanatlar/ebru/sanatçılar. Ahmet Zeki Yavaş: Hat sanatçımızdır.Bakınız geleneksel sanatlar/hat-tezhip/sanatçılar. Ak deri: Eskiden kâğıt yerine kullanılan ve üzerine yazı yazılan derilere verilen ad. Koyun ve keçi derileri kuruduktan sonra kazınır. Üzerine sert taş ile sürtülmek suretiyle, pürüzleri giderilerek, yazı yazmaya hazır hâle getirilirdi. Papirüs denilen yapraklardan daha dayanıklı idi. Uzun müddet kalması istenilen kitaplar bu deri üzerine yazılmıştır. Tirşe adı da verilir. Avrupalılar, daha çok Bergama'da yapıldığı için, Pergament (Parşömen) derler. Akkâse: Yazma eserlerde, vassale gibi ekleme biçiminde olmayıp, bir kâğıdın kenar ve orta kısımlarının ayrı renklerde boyanmasına ve bu şekildeki kenarı başka, ortası başka renkli kitaplara verilen ad. Âklâm: Kalemler: Bk. Kalem. Eskiler, altı daha sonra yedi ve en sonunda on iki türlü yazı olduğunu kabul ediyorlardı. Bunların hepsine birden aklâm deniyordu. Aklâm-ı Sitte: Türkçesi «altı kalem» Farsçası «şeş kalem». Rika, muhakkak, sülüs, reyhanı, nesih, tevkî yazılarına toplu olarak verilen ad. Alikurna: Eskiden ve özellikle sülüs yazı için kullanılan kâğıtlardan birinin adı. İtalya'da Livorno'da yapılan bu kâğıtta (A. Ligorna) kelimesi, soğuk damga ile vurulduğunda «Alikurna» şeklinde yazılmıştır. Battal ve evsat olarak iki boyu vardır. Battal büyük, evsat ise eser-i cedid, kadardı. Katlı olanlarına Çifte ali, renkli olanlarına ise Alikurna boyalısı denirdi. Ahar, bu kâğıtlara da uygulanırdı. Alikurna boyalısı: Bk. Alikurna. Aliye Tirkeş Göze: Tezhip sanatçımızdır.Bakınız geleneksel sanatlar/hat-tezhip/sanatçılar. Alparslan Babaoğlu: Ebru sanatçımızdır.Bakınız geleneksel sanatlar/ebru/sanatçılar. Alt bölüm: Fasıl. Yazmalarda bölüm içinde yer alan küçük ayırımlardan her biri. Altı kalem: Bk. Aklâm-ı sitte. Altın cetvel: Yazma sayfalarında metin çevresine çizilen altına cetveldir. Bunlara siyah tahrir çekilir. Altın tabağı: Altın ezmeğe mahsus tabaklara denir. Büyük ölçüdedirler. Mertebanî tabaklar bu işe uygundur. Ayrıca, bunlardan ufak ve ateşe dayanıklı kapların içine konan küçük tabaklara da altın tabağı denir Altın tozu: Çoğunlukla fermanlarda kullanılan, altın tozundan yapılmış rıha verilen ad. Ayrıca bk. Rıh. Altın varak: İnce tirşeler arasında çekiçle do ve döve inceltilen altın levhaÂlara verilen ad. iyi bir altın varak elde etmek için yaklaşık on bin çekiç darbesi gereklidir. Yapıştırma levha hâlinde tezhip de kullanılırdı; Ciltlerde ise, meşinin üstüne yumurta akı sürüldükten sonra altın varak yapıştırılır, bunun üzerine istenilen yazı ile hazırlanan ısıtılmış kalıp basılmak suretiyle şekil verilirdi. Altın yaldız: Türk kitap kaplarında genellikle bütün yüzeyi kaplamaz. Ya tezyin edilen kısımlar üzerindeki kabartma süslere, sarı ve yeşil olmak üzere iki renk yaldız sürülür; veya kabartmalar deri renginde bırakılıp zemin yaldızlanır. Yaldız suyu yapmak için parmak ucu ile bir varak alınarak çukurca bir tabakta zamk-ı Arabî ve mumsuz balla birlikte ezilir, önce donuk çamur rengi olan altın mahlûlü, ezme sonucunda açılır ve altın rengini alır. Bundan sonra tabağa yarıya kadar filtre olmuş su doldurulur, altının zamkı erir ve toz hâlinde altın tabağın dibine çöker. Su boşaltılır. Müzehhip, dipteki altın tozlarını jelatinli su ile ezerek fırça ile alıp işler. Süzülen suda kalan yaldızdan zerefşan kâğıt yapmakta yararlanılır. Altlık: Hattatların, yazı yazarken kâğıtlarını üzerine koydukları destek. Birçok kâğıt üst üste konur, alt ve üstüne tıraş edilmiş meşin, renkli kâğıt veya ebru yapıştırılarak altlık elde edilirdi. Yumuşak ve sünger kâğıdına benzeyen ara kâğıtlar yapıştırılmaz, dört ucundan tıraş edilerek hepsi birden meşinle tutturulurdu. Ara kâğıtlar 4-5 mm kalınlıkta olana kadar üst üste konmalıdır. Üst ortası çiçekli veya manzaralı olan altlıklar da vardır. Bunlar zamanın meşhur mücellit, müzehhip ve ressamlarına yaptırılırdı. Meşhur mücellitler altlıklarına imza da koyarlardı. Edirne işi bir altlıkta 1138 H./1769 M. tarihiyle «Mehmed Vehbi” imzası görülmüştür. Ayrıca, Ord. Prof. Dr. A. Süheyl Ünver'in notlarında, yazarken kâğıt kaymasın ve el kâğıdı kirletmesin diye üste katlanan bir kısmı da bulunan aldıklar olduğu belirtilmiştir. Alttan ayırma şemse: Klâsik ciltlerdeki, şemse türlerinden birinin adı. Motifin zemini altınla doldurulmuş, motifler kabartma şeklinde üstte ve deri renginde bırakılmıştır. Ayrıca bk. Şemse. Ara süsler: Sayfaların metin aralarındaki boşluklarına yapılan süsler. Arabesk: Bk. Girift. Aşki: Altının varak hâline getirilmesi işleminde kullanılan kuzu derilerinin kireçten çıkarıldıktan sonra etten ayrılan tarafının üzerinden yağlan ve fazlalıkları almak için yararlanılan iki kulplu bıçağın adı. Bu şekilde haÂzırlanan derilerden tirşe ile zar yapılırdı. Atlama şiraze: Formaya dikilmeyerek yalnız yapıştırılmış olan şiraze. Bunlar süs niteliğinde olup, formaya dikilen şiraze kadar sağlam olmadığından makbul değildi. Atlas çiçeği: Bk. Sadberk. Avadanlık: Hattatlarla kâtiplerin yazı için kullandıkları araçlar. Kalem, hokka, kalemtıraş, altlık, makta v.b. «.Abadanlık» kelimesinden alınmıştır; Ayak: Yazmalarda sayfa sırasını belirtmek amacıyla, bir sonraki sayfanın ilk harf veya kelimesi, bir önceki sayfanın alt köşesine yazılmıştır. Bu yazıya ayak adı verilir. Çoban, murakıb, müş’ir, müşîr, müşîre veya payende de denilir. Ayrıca reddade (geri döndüren), müşahide (gözcü), ta'kibe (izleyen) ve garip kelimelerinin de bu anlamda kullanıldığı olmuştur. Ayırma rûmî: Bk. Rûmî. Ayırma şemse: Ya şekiller ya da zemin altın ile doldurulmak suretiyle yapılan şemselere verilen ad. Yapılış şekline göre alttan ayırma şemse veya üstten ayırma şemse adını alır. Aynalı yazı: Arap harfleriyle karşılıklı yazılan yazılar. Harfler veya kelime yazıldıktan sonra simetriği de yazdırdı. Çifte vav, çifte hu, aynalı Muhammed yazıları buna örnektir. Müsenn yazı veya çift yazı da denir. Ayten Taşpınar: Suluboya sanatçımızdır. kaynak / Alpman sanat galerisi |
Cevap : Sanat Ansiklopedisi - Sanat Sözlüğü
Bab: Fasıl, bolüm. Yazmaların içindeki büyük bölümlerden her biri.
Bağdat kâğıdı: Bir zamanlar Bağdat'ta yapılmış kâğıtlara verilen ad. 656'da Moğolların istilâsı üzerine, kâğıtçılık Tebriz, Şam ve Mısır taraflarına göçmüştür. Balık tutkalı: Morina balığının damağından yapılan yapıştırıcı madde. Ahar yapımında kullanılırdı. Daha sonra bu maddenin yerine jelatin kullanılmıştır. Nişasta aharının üzerine balık tutkalı çekildiğinde, kâğıtlar rutubetli bir yerde kaldıklarında yapışabilirler. Banu Paker: Seramik sanatçımızdır.Bakınız seramik/sanatçılar. Baskı kalıbı: Kitap kaplarına kabartmalı süsler basmakta kullanılan kalıp. Baş: Ayın (?), mim (?) gibi eski harflerin satırın üstünde kalan baş tarafı. Başlık: 1-Yazmalarda ilk sayfanın üst başına yapılan süslemeli levhalara verilen isim. Metin sayfanın ortasından, bazan da üçte birinden başlar, üstüne besmele veya uygun bir deyişle süsleme yapılır, buna başlık veya serlevha denirdi. 2- Yazmalarda ve eski basma kitaplarda kitap adı. Battal: Bk. Battal kâğıt. Battal ebru: Belirli bir şekli olmayan ebrulara verilen ad. Battal adı verilen büyük boy kâğıtlarla yapıldığı için bu adı almıştır. Battal kâğıt: Büyük kesimde kâğıtlar hakkında kullanılan ad. Yalnızca battal da denir. Bedahşî lâcivert: Tezhipte kullanılan koyu lâcivert boyanın adı. Solmayan bu boya Bedahşan'dan geldiği için bu adı almıştır. Belgin Sunar: Tezhip sanatçımızdır.Bakınız geleneksel sanatlar/hat-tezhip/sanatçılar. Bellut (bulut) şeceri: Palamut ağacı. Külü bir çeşit ahar yapımında kullanılır. Berna Kervan: Tezhip sanatçımızdır.Bakınız geleneksel sanatlar/hat-tezhip/sanatçılar. Berk: Tezhipte kullanılan yaprak şekilleri. Berk, Farsça «yaprak» demektir. Üçlü yaprak motiflerine seberk, beşlisine pençberk, uzunca ve kenarları tırtıllı olanlarına berk-i ıtri denilir. Berk-i halkârî: Halkârî işlerindeki yaprak motiflerine denir. Berk-i ıtrî: Itır yaprağına benzeyen süsleme motifi. Besmele oku: Besmele'deki sin harfinin çekilişinden hasıl olan uzun çizgiye verilen addır. Beş kollu yıldız: Bk. Beşli yıldız. Beşli yıldız: Türk süsleme sanatında kullanılan bir yıldız şeklidir. Beş kollu yıldız da denir. Mührü Süleyman denilen altı kollu yıldız gibi beşli yıldız da tılsım olarak kullanılmıştır. Tabanları olmayan üç üçgenin birbirine geçmesinden meydana gelen bu şeklin 3 ve 5 gibi mistik özelliği olan sayılarla, göz şeklini ifade eden üçgen ve nazara karşı kullanılan pençe ile ilgisi vardır. Beşyaprak: Bk. Pençberk. Beyaza çekme: Eski şekli «tebyiz». Yazma eser müsveddesini temize çekme. Beyazî: Uzunluğuna açılan yazma kitaplara verilen ad. Beyazî kelimesini daha çok İranlılar kullanmış, Türkler bu çeşit kitaplara Sığır dili demişlerdir. Beyza-i tuğra: Bk. Beyze. Beyza Tuna: Tezhip sanatçımızdır.Bakınız geleneksel sanatlar/hat-tezhip/sanatçılar. Beyze: Bk. Tuğra. Bezeme: Çoğunlukla yazma, bazen de basma kitaplarda görülen tezhip, minyatür v.b. süsleme. Bezeme yazıları: Ana bir tip olmayıp, merak ve değişiklik isteği sonucudur. Bezeme yazılarının çifte yazılar, tuğralar, eşya, bitki, hayvan, yapı biçiminde ve resimli yazılar gibi çok çeşitli şekilleri vardır. Bezir isi mürekkep: Ketentohumu yağının yakılması suretiyle meydana gelen isten yapılan mürekkebin adıydı. İçi sırlı çanaktaki beziryağı, üzerine fitil konulmak suretiyle yakılır; üstüne de is toplamak için içi sırlı bir kapak asılırdı. Yağ bitene kadar yandıktan sonra kapakta biriken is, tavuk tüyü ile başka bir kaba alınır, daha sonra içine belirli ölçüde zamklı su doldurulmuş mermer büyük bir havana boşaltılırdı. Burada havaneliyle vurularak karıştırılır, bu iş iki üç ay sürerdi. İyi mürekkep ancak üç ayda imal edilebilirdi. Koyu siyah, akıcı, solmayan bir mürekkepti. Bu mürekkebe hattatlar biraz mazı atarlar, böylece solmaz ve rutubetten etkilenmezdi. Bıçkı: Eski mücellitlerin meşin tıraş etmek için kullandıkları balta şeklinde âlet. Billur mühre: Camdan yapılan mühre. Kaz yumurtası biçim ve büyüklüğünde olup, kâğıt cilâlamakta kullandırdı.Ayrıca bk. Mühre. Bînukat: Ebced hesabında noktasız harf; harflerin noktalarım koymadan yazılan yazı, Bk. Mühmel. Bitkisel motifler: Tezhip sanatında kullanılan motiflerdir. Çeşitleri: Çiçekler: hataî (stilize), realist çiçek motifleri (vazolu-vazosuz), minyatürdeki çiçekler. Yapraklar: seberk, pençberk, sadberk... Ağaçlar: yapraklı veya meyveli ağaçlar, hayat ağacı, servi… Bitme işareti: Bk. Temme, Temmet. Boğum: Kamış kalemlerin ortalarına tesadüf eden, kapalı ve hafif çıkıntılı kısımlarına verilen ad. iki boğumlu, üç boğumlu... Bordür: Klâsik ciltlerde, kapağın dış kenarını çevreleyen kısma denir. Yerine göre pervaz, ulama, kenar suyu gibi isimler alır. Bordür üzerine yuvarlak veya beyzî şekilde parçalar konmuş ise bunlara kartuş pafta denir. Dendanlı, kitabeli bordürler vardır. Boynuz gılâfı: Kalemtıraş ve benzeri bıçaklar için boynuzdan yapılan kılıflara denir. Boynuz sıcak suda yumuşatılarak levha hâline getirilip sonra kılıf yapılırdı. Boyun: Arap harflerinin bükülme yerlerine verilen ad. Böcek mühre: Bk. Mühre. Bölük-ü Rumiyan: Memleketimizin yerli sanatkârları toplu hâlde çalışır ve zevkimizi dışardan gelecek etkilere karşı korumak isterlerdi. Bir araya toplandıklarında onlara «Anadolulular bölüğü» anlamına Bölük-ü Rumiyan denirdi. Bk.- Acem sanatkâr. Bölüm: Yazma eserlerin kendi içinde bölünebildiği büyük ayırımlardan her biri, bab. Buketli şemse: Bir kaideden, bir sap üzerinde tek merkezden çıkartılarak, tabiatta olduğu gibi, dalların ortasına veya ucuna küçüklü büyüklü çiçekler oturtularak şemse hâlinde toplanmıştır. Bazen bu dallar bir vazonun içinden çıkartılmıştır. Buketli, şemseler oyma şeklinde veya kızdırılmış kalıpla deri üzerine yapılmış, kap üzerindekiler özellikle elle işlenmişlerdir. Bulut: XV. ve XVII. yüzyılda yaygın olarak kullanılan tezhip motiflerindendir. Stilize edilmiş ve kıvrımlarla uzatılmış bir bulut izlenimi verir. Yardımcı motif olarak kullanılır ve süslemeyi doldururlar. Bazen da desenin çıkış noktasını simgeleyen zemin olarak kullanılmıştır. Çin bulutu da denilmiştir. |
Cevap : Sanat Ansiklopedisi - Sanat Sözlüğü
Cam mühre: Bk. Mühre.
Cava kalemi: Cava'da yetişen bir bitkiden yapılan bu kalem abanoz gibi sert ve içi doludur. «Hacı Hattat Efendi üç Cava kalemi açmıştır : Yazı kalemi Hereke kalemi, Secavent kalemi…” Hattatlar ince çizgi çizmek ve küçük yazılan yazmak için bu kalemi kullanırlardı. Pirinç üzerine yazılan iblâs sûreleri, sancak Kur'anları , bu kalemle yazdırdı. Cavî kalemi: Bk. Cava kalemi. Cedid: Bk. Eser-i cedit. Cedvel: Yazma kitaplarda ve levhalarda yazıyla kenarı ayırmak üzere altınla çekilen çizgilere verilen ad. Tek çizgi veya biri kalın biri ince iki çizgiden ibarettir. Kırmızı (lal) ve başka renkli cetvel de kullanılmıştır. Jengârla yapılan tirşe renkli cetveller, jengâr kâğıdı yiyerek sayfayı yırttığı için, makbul değildir. Ayrıca bk. Kuzulu cetvel. Cedvel çekmek: Yazmalarla, levhaların sayfa kenarlarına çizgi çekilmesine denir. Cetveli müzehhipler çekebildiği gibi bu işi kendine meslek edinenler de vardı, bunlara cedvelkeşdenirdi. Cedvel kalemi: Cedvel çekmeğe mahsus kalem, tirling. Cedvelkeş: Yazma kitapların sayfa kenarlarına ve yazı levhalarının etrafına yaldız veya mürekkeple çizgiler çekerek onları çerçeve içine alan sanatkâr. Kalemkeş de denir. Celi: Hattın kalın nevileri hakkında kullanılan bir terimdir, özellikle büyük levhalarda veya taş üzerine yazılan kitabelerde kullanılmıştır. Celi kalemi: Büyük boydaki yazılar için kullanılan kalemlere denir. Ya çok kalın kamıştan veya her hattatın kalem açışına göre, tahtadan yapılırdı. Çok büyük yazılar için bu tahtadan kalemin kat'ı boydan boya kesilir ve mürekkebin kolay akmasını sağlamak için içine sünger yerleştirilirdi. Celî-nüvis: Celî yazıyı güzel yazan sanatçı; büyük yazı yazan. Cemal Güvenç: Suluboya sanatçımızdır. Bakınız resim/suluboya/sanatçılar Cendere: Ciltlenecek kitap dikildikten sonra dibinin yapıştırılması için mengene olarak kullanılan, tahtadan, iki ucu vidalı âletin adı. Cenkâr: Bk. Jengâr. Ceylân derisi: Üzerine yazı yazılacak duruma getirilen ceylân derisi. Kâğıttan önce kullanılmıştır. Müze ve kütüphanelerde kûfî yazıyla ceylân derisi üzerine yazılmış Kur'an ve sûreler bulunmaktadır. Ceylân kâğıdı: Bk. Ceylân derisi. Cilbend: Yazma kitap ciltlerinin muhafazası için kullanılan kutu; içindeki bir kurdele çekilince kitap dışarı çıkar. Aynca yazı ve resim konulmak üzere bir kenarından bez ile yapıştırılmış iki mukavvadan ibaret kapaklara da cilbent adı verilir. Ağız tarafından ve yanlarından küçük şeritlerle bağlanır. Cilt: Türkçe'ye Arapça'dan geçen bu kelime «deri» demektir. Yazılı eserlerin korunması amacıyla yapılan kitap kapları da çoğunlukla deriden yapıldığı için cilt adını almıştır. Devamı >> Cilt ara kapağı: Ciltlenmiş bir yayında dış kapak ile ara kapak arasında bulunan yaprak. Cilt ara kapağının ön ve arka yüzünde yazı bulunmaz. Metni cilde bağlayan dayanıldı iki yapraktan biridir. Diğer cildin iç kısmına yapıştırılır. Osmanlı ciltçiliğinde en güzel ebru örnekleri cilt ara kapaklarında görülür. Cilt kanadı: Kitap kapağı yerine kullanılan bir terimdir. Ciran: Ciltte kullanılan beyaz ceylân derisi. Cönk: Halk şairlerinin dikdörtgen biçiminde uzunlamasına ciltlenmiş olan şiir mecmualarına verilen addır. H. X. (M. XVI.) yüzyılın tanınmış kişilerinden, Bursa'yı ikinci vatan seçen ve yazılarını uzunlamasına defterlere yazan Dede Efendi, bu ismi mahlas olarak kullanmış, kendisine Dede Cöngî denilmiştir. Cüz: Bir iki formadan ibaret küçük kitaplara verilen ad. Kur'an'ın ayrılmış olduğu 30 kısmın her birine cüz denir. Genelde 20 sayfa bir cüz sayılır. Cüz gülü: Yazma Kur'an-ı Kerim'lerde cüzlerin başlangıcında sayfa kenarına yapılan yuvarlak tezhip. Bk. Gül. Cüzlük: Cüz teşkil edecek büyüklükteki kâğıda verilen ad; yirmi sayfadan meydana gelen forma. Bugün on altı sayfadan oluşan forma, eskiden yirmi sayfa idi. |
Cevap : Sanat Ansiklopedisi - Sanat Sözlüğü
Çaharkuşe: Harap olmuş kitap kapaklarının dört köşesine geçirilen meşin eklere verilen ad.
Çaharkuşe cilt: Kenarları yaklaşık birer santim, eninde deri ile çevrilmiş, ortası ebru, kumaş veya kâğıt kaplı cilt. II. Beyazıt devrinde ciltlenmiş kitaplar genellikle çeharkuşe kumaş kaplıdır. Bu kumaşlar çoğu zaman ufak karelidir. Çakmak mühre: Her iki tarafından tutularak kullanılan, ağaçtan yapılmış merdane biçimindeki mühre. Ellerin arasında kalan kısımda ağaç oyulmuş ve içine 4-5 cm eninde, 10-12 cm boyunda, 1-1.5 cm kalınlığında sert bir taş yerleştirilmiştir. Bu taş Süleymaniye taşı, zebercet (yeşim) veya akiktir. Ayrıca Bk. Mühre. Çârdank: Bk. Talik. Çark-ı felek: Merkezden çevreye genişleyerek açılan eğrilerin oluşturduğu yuvarlak süsleme motifi. Çâr-kûşe: Bk. Çaharkuşe. Çâr-kûşe cilt: Bk. Çaharkuşe cilt. Çehar-kûşe: Bk. Çaharkuşe. Çekmek: Âharlanacak kâğıdın, şaplı suyun içine batırılıp çıkarılma işlemine denir. Çengâr battal: Eskiden kullanılan büyük boy renkli kâğıt. Çerbe: Şeffaf kâğıt, yağlı kâğıt. Çevre kesmek: înce, düz bir levhanın üstüne çizilen çizgilerden keserek şekilli parçalar meydana getirmek. İnce kâğıtları çeşitli şekillerde kesip oyarak elde edilen şekiller başka kâğıda yapıştırılarak çok güzel süslemeler yapılmıştır. Buna katı’a, sonraları daoymadenilmiştir. Çıplak satıh: Tezyinatta, üzerinde süsleme bulunmayan kısımlara verilen ad. Çifali: Bk. Tekali Çift aharlı: Üzerine iki veya daha çok ahar sürülmüş kâğıda çiftâharlı denir. Buna kısaltılarak Çiftâlide denilmiştir. Çiftâli: Bk. Çiftâharlı Çift dikiş: Çift dikişle dikilen ciltli kitaplara verilen ad. Çift kuzu: Bk. Kuzulu cetvel. Çift pervaz: Bk. Pervaz, Çift yazı: Bk. Aynalı yazı. Çifte aharlı ebru: Üzerine önce nişasta, sonra yumurta akıyla ahar sürülmüş ebrulu kâğıtlara denir. Çifte âharlı kâğıt: İki yüzüne ahar sürülmüş kâğıtlara verilen ad. Çifte ali: Alikurna kâğıdının katlanıp kısaltılmış olanları. Çifte vav: Eski yazılardaki vav (?) harfinin aynalı (b. bk.) yazılmasıyla meydana gelen şekil. Bu ve bunun gibi yazılara hatt-ı müsenn da denilirdi. Çiftekuş: Kuş şeklinde filigranlı bir kâğıdın adı. Venedik'te yapılan bu kâğıtlara Çiftekuşlu Venedik kâğıdı da denirdi. Çühar-gûşe: Bk. Çaharkuşe. Çile tahrir: Hattatlar arasında kurdele yerine kullanılan bir tabir. Tahrir, sayfanın yazı kenarlarını çevirmek üzere dört tarafına çekilen çizgiye denir. Çin bulutu: Bk. Bulut Çin mürekkebi (siyah): Susam yağından elde edilmiş is karası, jelatin, Borneo kâfuru, misk karıştırılarak yapılan dört köşe çubuk şeklinde bir çeşit kuru mürekkeptir. Gerektiğinde su ile küçük bir tabakta ezilerek kullanılır. Çintamani (Çintemani - Çintumani)): Bir süsleme motifi. Taman, Çinli ve Japonlar da Buda'nın sembolüdür. Biri üstte ikisi altta üç inci tanesi ile şimşeğe benzeyen iki yatay şekilden ibarettir, inciler, bir noktada birbirine yaklaşan, iç içe daire motiflerinden oluşurlar ve bazen yalnız olarak süslemede bulunurlar. Kaplan çizgisi ve beneği veya pars beneği de denilmiştir. Orta Asya'dan gelen bu motifi Türkler birçok yerde hatt kumaşlarda kullanım şiardır. Çoban: Bk. Ayak. |
Cevap : Sanat Ansiklopedisi - Sanat Sözlüğü
Dakik: Buğday değirmende öğütülürken havaya karışan ve değirmenin duvarlarına çok ince zerreler hâlinde yapışan un. Bir çeşit ahar yapımında nişasta yerine kullanılırdı.
Dal: Tezhip motifi. Levhaların köşelerine yapılan çiçek demetine verilen ad. Dalgalanma: Tezhip de ve resimde dalga gibi eğri çizgiler meydana geldiğinde verilen ad, Damar mühresi: Bk. Mühre. Darü'l-kütüp: Kütüphane, kitaplık. Defe: Yüz adetlik altın varak paketi. Deffe: Kitap cildinin iki kapağından her biri. Deffeteyn: Bir kitap kabı gibi ortasından menteşeli ve açılıp kapanır iki kanat şeklinde çift sayfalara verilen ad. Üzerlerine dinî ve sembolik resimler yapılır, bazıları büyük kitaplara kap olarak kullanılırdı. Fildişinden olanları da vardır. Sanatkârlar arasında deffeteyn, doğrudan doğruya kitap cildine denir. Defne dalı: Süsleme motifi. Defne ağacının yapraklarına benzer. Defter: Eskiden cilt yerine kullanılan bir terim. Birçok kâğıdın birbirine bağlı olarak bulunduğu mecmua demektir. Dendan: 1- Farsça'da «dişÂ» demektir. Eski yazıda sin harfinin dişlerine ve yazıda buna benzer bir, iki ve üç harfin yan yana gelmesiyle meydana gelen dişlere verilen isim, 2- Tezhip terimi olarak, başlıklarda, giriş çıkış ve dönüş yerlerinde, kendine mahsus yapılan ve dişe benzeyen şekillere de dendan adı verilir. Deri : Eski Türk ciltleri genellikle deridendir. Bu iş için, üzerine kabartma bezemeler işlemeye en uygun olan ve meşin denilen koyun, derisi, sahtiyan denilen keçi derisi ve rak adı verilen ceylan derisi kullanılmıştır. Bu derilerin çeşitli kısımlarına şu isimler verilir : Hayvanın baş tarafına gelen deri kısmına kafa, baştan kuyruğa kadar olan kısma sırt., kenara gelen kısma etek denir. Derilerde kurt yeniklerinden meydana gelen izlere de okra denilir. Deri ciltler: Deri üzerine kalıpla kabartma, gömme veya elle yapılan, çizme, oyma teknikleri ile hazırlanan cildi erdir. Deri kaplı: Üzerine deri veya ak deri kaplanmış kitaplar hakkında kullanılır. Deri tıraşlamak: Ciltçilikte kullanılan derinin, tıraş bıçağı ile istenildiği kadar inceltilmesi işlemine denir. Derkenar: Yazma kitaplarda, sayfa kenarındaki beyit veya yazılar. Deste: Tezhip terimi olarak, on yaprak altın varaktan ibaret pakete denir. Destesenk: Ezme işleminde kullanılan, billur veya mermerden yapılmış âlet. Somaki, porselen ve diğer sert taşlardan da yapılır ve özellikle tezhipte kullanılan boyaları ezmekte kullanılırdı. Destezenk: Bk. Destesenk. Destisenk: Bk. Destesenk. Deşti: Eski bir yazı çeşidi. Devat: Hokka ve kalem mahfazası işini aynı zamanda gören divit'in. Arapça ismi. Türkçe'de divit olarak isimleşmiştir. Bk. Divit. Devletâbâdî: İpekten yapılan kâğıtların bir çeşidi. Buna âbâdî de denir. Hindistan'ın Devlet-âbâd şehrinde yapıldığından bu adı almıştır. Devrim Erakalın: Ahşap yontma sanatçımızdır.Bakınız geleneksel sanatlar/ahşap yontma/sanatçılar. Dış pervaz: Levhaların dış tarafına veya boya ile çekilen pervaza verilen ad. Dimişkî: Şam (Dimeşk)'da yapılan ve eskiden kullanılan düşük kaliteli kâğıtlardan birinin adı. Âlî'ye göre, zamanında kullanılan kâğıtların en âdisi idi. Dişi oyma: Bk. Katı' Dip: Bk. Sırt. Dip kösteği: Şirazeler örüldükten sonra kitabın sırtına yapıştırılan ince meşin. Şirazeler de buna yapışır ve dikişlerle kolonlar bu deri altında yapışmış olarak kalır. Modern ciltlerde bu deri yerine bez veya kâğıt yapıştırılmaktadır. Bu işe dip tutmak denir. Dip taşı: Altın varakçıların üstünde altın dövdükleri mermer taş. Dip tutmak: Şiraze örüldükten sonra, kitabın sırtına deri, bez veya kâğıt yapıştırmak. Bk. Dip kösteği. Divâni: Türklere özgü, hareketli ve girift bir yazıdır. Bu yazıda harf ve kelimeler birbirine kaynaşmıştır, birbirlerine ulaşa ulaşa gider, sona yaklaşınca yükselmeğe başlar. Bu hat, ferman, berat ve menşur yazmak için kullanılmıştır. Divâni celisi: Asıl divanîden daha gelişmiş ve teferruatlıdır. Divâni kırması: Divanî île rik'anın birleşmesinden meydana gelen bir yazı çeşididir. Divit: Aslı devat'tır. "Devat" kelimesi Türkçe'de divit olarak isimleşmiştir. Kalemleri koyacak bir kutu yanında kapaklı hokkasıyla, beldeki kuşağa çaprazlamasına sokularak taşınan ufak bir yazı takımıdır. Divitşor: Bk. Milhez. Dolama dal: Tezhipte, helezon şeklinde kıvrılmış dal ve yapraklardan meydana gelen süslemenin birbiri içine düşen yuvarlak kısımlarına verilen addır. Dönbaba: Süslemede kullanılan bir çiçek biçiminin adıdır. Turna gagası da denilir. Dövme altın: Yaprak (varak) hâlinde altın. Dudak: Sayfaların ön kenarlarının bozulmaması için sertâbın iki yanında alt kapak ve mıklep boyunca bırakılan fazlalığa denir. Dûde: Mürekkep yapımında kullanılan is. «Halis beziryağı birkaç tane toprak çanağa doldurulup rüzgârsız yerde toprağa ağız hizasına kadar gömülür, serçe parmağı kadar fitil ile yakılıp üstlerine başka çanaklar kapanır. Bir miktar sonra kuş kanadı ile üstteki çanak bir kâğıda sıyrılır. Ekmek hamuru içinde pişirilip mürekkep yapılacak hâle gelir”. Durak: Müzehhep çiçeklere verilen ad. Bunlar kitap süslemesinde genellikle âyetlerin söz başlarına veya sonlarına konulduğu için bu adı almışlardır. Vakfede denir. Düz levha: Bk. Kubbe levha. |
Cevap : Sanat Ansiklopedisi - Sanat Sözlüğü
Ebru: Su yüzeyindeki toz boyalara kâğıt tatbik olunarak yapılan boyama sanatıdır. Ebru fırçası: Bir ağaç dalına at kılı takılarak özel olarak hazırlanır. Ortası boş bırakılmıştır. Ebrulu kâğıt: Üzerine boya ile somakiye benzer damarlar yapılmış kâğıda verilen ad. Eskiden bu kâğıtlar kitap ve defterlere kap olarak geçirilirdi. Ecza-i şerife: Kur'an, sureler, en'amlar, evrad gibi varak hâlinde yazma cüzlere verilen ad. Amme, Tebareke, Kad-seme, Vez-zariyat surelerine de ecza-i şerife denilir. Eda Şahan: Tezhip sanatçımızdır.Bakınız geleneksel sanatlar/hat-tezhip/sanatçılar. Edirne kırmızısı: Al renk yerine kullanılan bir deyimdir. Türk kırmızısı da denir. Edirnekârî: Edirne'de yapılan lake ciltlere verilen ad. Bu ciltlerin üzerinde renkli nakış ye resimler vardır, nakışların üzerine vernik çekilmiştir. Lake ve ruganîds denir. Ehl-i hiref: Hiref, hirfet kelimesinin çoğulu olup, «sanatlar, meslekler» anlamına gelir. Sanat erbabının toplu olarak isimlerinden ve ücretlerinden bahseden kayıtlarda rastlanan ehl-i hiref deyimi de sanat ehli, sanatkâr anlamındadır. Ejder motifi: Eski Türk nakış-resimlerinde, minyatürlerde görülen bir motif. Bereketli yağmurlar yağdıran veya fırtınalar koparan bir kudret sayılan ejder, bulut şeklinde tasvir edilmiştir. Bir yılan şekli verilen bir bulutun bazı yerlerine küçük kıvrımlı kuyruklar, eklenerek şimşek resmedilmiştir. El taşı: Ebru yapımında kullanılacak boyalan ezmeğe yarayan taş. El yazması: Elle yazılan kitaplara verilen ad. Gerek müellif gerekse müstensih tarafından elle yazılmış kitap. Daha çok "yazma eser" ve "yazma" şeklinde kullanılmıştır. Elif: Arap alfabesinin birinci harfi olan elif, ayrıca tuğranın dört bölümünden birisidir. Tuğrada dik olarak yukarıya doğru çekilen üç paralel çizgiye elif veya tuğdenir. Elvan kâğıt: Renkli kâğıt. Elvan, renk anlamına gelen «levn» kelimesinin çoğuludur. Yazıya çok önem veren Türkler elvanı bilir, al, yeşil, pembe, mavi, siyah, renk yermek için, bitkilerden yapılma boyalar kullanırlardı. En'am: En'am süresiyle, diğer bazı önemli Kur'an-ı Kerim surelerini içeren kitapçığa verilen ad. En'am-ı Şerif de denir. Bunlar güzel bir yazı ile yazdırılıp, tezhiplenerek iyi bir cilt yaptırılırdı. Erkam–ı divâniye: Bk. Siyakat. Erkek oyma: Bk. Katı' Eser-i cedid: Eski kâğıtlardan birinin adıdır. Kâğıdın başında Arap harfleriyle ve soğuk damga ile «eser-i cedit» yazılı olduğu için bu adı almıştır. Cedid de denir. Esre: Eski yazıda harfi “i” sesiyle okutmak için harfin altına konulan küçük çizgi. Etek: Hat terimlerindendir. Hilye'nin göbek altındaki kısmına verilen addır (Bk.Hilye). Ciltçilikte derinin kenar kısımlarına da etek denir (Bk. Deri) Etekli vav: Düz şekilde yazılan vav'lar hakkında kullanılan bir deyimdir. Evsat: Kâğıdın orta boyu için kullanılır. Bk. Alikurna. Ezme yaldız: Tezhip ve cilt işlerinde kullanılan bir nevi sulu yaldız. Zamk-ı Arabî su içinde eritilip, bu suyla gereği kadar altın varak ezilir; elde edilen macun birkaç defa yıkanır. Jelatinli su ile karıştırılarak fırça ile sürülür. |
Cevap : Sanat Ansiklopedisi - Sanat Sözlüğü
Fahri oyması: Bursalı Fahri adlı oyma ustasının, çok meşhur oymalarına verilen ad.
Faide: Faydalı olan bend, fıkra. Bk. Fevâid. Fasıl (Bölüm): Yazmalarda bütünü meydana getiren ayırımlardan her biri. Fatma Tirkeş Gülaç: Tezhip sanatçımızdır.Bakınız geleneksel sanatlar/hat-tezhip/sanatçılar. Ferhat Kurlu: Hat sanatçımızdır.Bakınız geleneksel sanatlar/hat-tezhip/sanatçılar. Ferman: Baş tarafı tuğralı ve çoğu kez tezhipli uzun kâğıtlara yazılmış padişah buyrukları. Fevâid: Yazma kitaplarda, kitabın baş veya sonuna ya da boş yapraklarına, kitabı okuyanlar tarafından eklenen yararlı bilgiler; faideler. Fevzi Gününç: Hat sanatçımızdır.Bakınız geleneksel sanatlar/hat-tezhip/sanatçılar. Fırfırı: Kırmız böceğinden çıkarılan, mora çalan kırmızı renk. Fihrist: Bir kitabın içinde bulunan bab ve fasılları kısaca ve alfabetik olarak gösteren cetvel. Bazı yazmalarda son derece güzel tezhipli ve geometrik süslemeler içinde fihrist yer almıştır. Filigran: Eski kâğıtların dokusunda bulunan, aydınlığa tutulunca görülebilen çizgi, resim, yazı gibi şekiller. Avrupa'dan gelen eski kâğıtlar filigranlı ve daha çok enine su çizgilidir. Doğudan gelenlerde ise bunlar yoktur ve karışık zeminlidir. Bu kâğıtlar ham olarak gelir ve âharlanırdı. Frenk âbâdîsi: Bk. Âbâdî. Frenk kâğıdı: Avrupa'dan gelen kâğıtlara verilen addır. Bunların içinde en beğenilen İngiliz kâğıdı idi. Yaldızlı İngiliz kâğıtları takrirlik olarak kullanılmıştır. Fuat Başar: Hat sanatçımızdır.Bakınız geleneksel sanatlar/hat-tezhip/sanatçılar. |
Cevap : Sanat Ansiklopedisi - Sanat Sözlüğü
Garip: Bk. Ayak.
Geçme: Tezhip de, birbiri içinden geçer biçimde tertip edilen geometrik çizgilerden ibaret süsleme şekilleri, örgü de denilir. Kenarsuyu (bordür) ye yalın hâlde olmak üzere iki büyük bölüme ayrılır. Geçme nokta: Tezhip motifi. Birbirinin altından ve üstünden geçmek üzere çeşitli şekillerde ve düzgün biçimde yapılan nokta. Mücevher nokta da denir. Surelerde âyet aralarında çok kullanılmıştır. Gelgit ebrusu: Bk. Tarama ebru. Geometrik motifler: Yalın, geometrik biçimlerden oluşan süsleme motifleri.özellikle Anadolu Selçukluları döneminde yaygın olarak ciltte ve tezhip de kullanılmıştır. Gersef: Bk. Lika. Gevaş: Bk. Nakş-ı âbî. Gezlik: «Eğri kılıcın ağzı». Kalemtıraş yerine de kullanılırdı. Gez açmağa mahsus küçük kalemtıraş. Ayrıca bk. Kalemtıraş. Gıldırgıç: Mücellit terimlerindendir. Kitaplar ciltlenirken kenarlarını kesmeye yarayan rende biçiminde âletin adıdır. Girift: Motifleri birbirine girik ve içice olan süsleme. Kıvrım ve dallar, örgü gibi birbirinin içinden geçmektedir. Geometrik olanlarına geçme denir. Avrupalılar girifte, İslâm memleketlerinden geldiği için, yanlış olarak, arabesk demişlerdir. Girift yazı: Harfleri birbiriyle içice girmiş yazı. Bir yazı çeşidi değil yazılma biçimidir. Sanatkârane de olsa okunması güç olduğundan makbul sayılmamıştır. Göbek: Hat terimi olarak, Hilye-i şerifin, Peygamberin vasıflarının yazıldığı yuvarlak kısmına verilen ad. Ayrıca bk. Hilye.Şemse ciltlerin ortasındaki motife de göbek denir. Göbek gülü: Şemselerin ve yıldız biçimindeki geometrik orta süslemelerin merkezine yapılan küçük ve yuvarlak çiçekler. Gömme şemse: Süsleme yapılacak yerlerin mukavva ile birlikte derileri de kesilmiş ve sonradan, kabartma süsü kavi başka deri buralara yapıştırılmışsa buna gömme şemse denir. Bu usûlle yapılan şemselerde motifler sürtünme ile yıpranmaz. Ayrıca Bk. Şemse. Gubarî: Eski harflerle yazılan, çok ince bir çeşit yazının adı. Gubar, Arapçada toz demektir. Yazı, toz gibi ince yazıldığından bu adı almıştır. Gûni-i Tebrizî: Eskiden kullanılan yazı kâğıtlarından biri. Lui Tebrizî de denirdi. Bk. Kâğıt. Gül: Yazma kitapların sayfa kenarlarında görülen, çevresi tezhiplenmiş, ortası boş, yuvarlak motifler. Ortalarına o sayfadaki komi yazılırdı. Çok çeşitli süslemeleri yapılmıştır. Daha çok Kur'an'da, durulacak veya secde edilecek âyetler hizasında görülür. Bunlara vakıf, vakfe, secde, hizip, sure, cüz gülü gibi (Bunlara Bk.) isimler verilir. Gül gonca: Tezhipte, hataîlerin yanına gonca biçiminde eklenen motifin adıdır. Gülce: Rozet. Gül şeklinde yuvarlak motifler. Ciltlerin katlarına madenî kalıplarla basılan yuvarlak süsleme. Gümüşsüyü: Minyatürlerde akarsular gümüş suyu ile boyanmıştır. Gümüş, jelatin suyu içinde eritilir, kâğıt üzerine sürülür. Mührelenince su gibi parlar. Yalnız gümüş, hava oksijeniyle temas edince oksitlendiğinden zamanla kararır ve kâğıdı yırtar. |
Cevap : Sanat Ansiklopedisi - Sanat Sözlüğü
Habeşî: Eskiden Habeşistan'da yapılan bir yazı kâğıdı türü.
Hafız-ı kütüb: Kitapları hıfzeden, saklayan; kütüphaneci.Cumhuriyet öncesinde kütüphaneler çoğunlukla yazma eserlerden oluşur ve kütüphanecilere hafız-ı kütüb denirdi. En önemli ve son örneklerinden biri, Beyazıt Devlet Kütüphanesi hafız-ı kütübü İsmail Saib Efendi'dir. Hafif ebru: Üzerine yazı yazılmak üzere hazırlanan ve çok açık renk boyalarla yapılan ebru. Hâkk: Kazıma; bir şeyin üstünü çelik kalemle yazı veya resim olarak oyma işi. Hakkak: Mühür ve resim kazıyan, oyan sanatkâr. Ağaç, taş, maden üzerine resim yapan, yazı yazan kişi. Halezon: Sümüklü böcek kabuğu. Bkz. Miskale. Halkâr: Yalnız altınla yapılan süsleme. Halkârî (hallikârî «yaldızlama işi») de denilir. Halk arasında helkâr, hefkâr şeklinde de bilinir. Halkârın hazırlanmasında, önce altın, varak, yuvarlak dipli çini tabakta 3-5 damla Arap zamkı veya süzme bal, ile ezilir. Ezilmiş altından küçük bir zerre avuç içinde parmakla yayıldığında gözle görülmeyecek kadar ufalıyorsa veya ezilmiş altın üzerine bir damla temiz su damlatıldığında altın zerreleri bu damlanın üzerine çıkıyorsa işlem tamamdır. Ezilmiş altını Arap zamkından temizlemek için tabağa bol su konup fırça ile altının suya karışması sağlanır. Bir süre sonra zerreler tabağın dibine çökmeğe başlar. Ezilmeden kalan ve hemen çöken altın parçalarına müşair denir ve bunlar yeniden ezilmelidir. Altın tamamen dibe çöktüğünde zamklı su; tabak sarsılmadan dökülür. Ezilmiş altın, jelatinli su ile karıştırılarak, fırça ile sürülmek suretiyle kullanılır. İşlenecek halkâr deseni, yapılacağı yer büyüklüğünde ince bir kâğıda taslak hâlinde çizilir. Dikine olarak iğnelenir ve bir çıkın içine kokmuş söğüt kömürü tozu ile silkilerek yapılacağı yere geçirilir. Eğer koyu renk kâğıda geçirilecekse, tebeşir tozu da silkme işleminde kullanılabilir. Kömür tozu izleri ince kurşun kalemle tespit edildikten sonra bir kürk parçası ile zemin temizlenir. Desenlerin ortası sulu altınla, gölgelendirilir ve kenarlarına koyu altınla tahrir çekilir. Açıklı koyulu gölgeler çeşitli kalınlıkta fırça kullanılarak yapılır. Daha sonra zermühre ile parlatılır. Halkârda özellikle donuk bir parlaklık istendiğinden, zer mührelenirken araya saman kâğıdı denilen ince, yarı şeffaf ve parlak kâğıt konur. Aharlı ye hafif renkli kâğıtlarda halkâr daha güzel görünür. Halkâr tarzındaki süslemede stilize ya da gerçek biçimiyle her cins çiçek ve deşen çizilmiştir. Bazı kitapların her sayfasında ayrı motifli halkârî süsleme görülür. Açık renk kâğıda yapılan halkârlarda desenlerin dış kenarına, uygun renkte tahrir çekilir, buna tahrirli halkâr denilir. Bazen da desenlerin iç ya da dışı hafif renklendirilerek boyalı halkâr elde edilir, buna da zer-şikâf adı verilir. Halkâr gölgesi: Halkâr adı verilen yaldızlı süsleme şekillerinde beliren gölgelere verilen ad. Halkârî: Bk. Halkâr. Hamail: Gümüşten dört köşe, kabartmalı veya telkari tarzında yapılan, içine âyetler ve küçük din kitapları konulan kab, muska, insan üzerinde taşınmaya mahsus olan dua veya küçük din kitabı. Hamdi Telli: Digital art sanatçımızdır. (Bkz. Koleksiyon/özel koleksiyonlar/digital art) Hanbalık kâğıdı: Çin'in iyi cins âbâdî kâğıdına verilen ad. Hanbalık, Pekin'in eski adıdır. Hançere: Bkz. Koleksiyon/geleneksel sanatlar/tuğra Hane-i kalem: Maktada, kalemin üzerine oturmasına mahsus olan yuvanın adı. Hareke: Arapça ve Eski Türkçe yazıların az bir kısmında, sesli harflerin yerini tutmak üzere, sessiz harflerin üst veya altına konulan işaretler. Harirî: Eskiden ipekten yapılan bir cins kâğıda verilen ad. Harirî Hindi: Harirî kâğıdın Hindistan'da yapılan türü. Harirî Semerkandî: Semerkant'ta yapılan harirî kâğıt. Boyutları Hindistan'da yapılandan daha küçüktür. Harpi: Süslemede kullanılan mitolojik hayvan motiflerindendir. Yarı insan yarı hayvan biçiminde yapılır. Harrerehu: Bk. Ketebe Hasan Çelebi: Hat sanatçımızdır.Bakınız geleneksel sanatlar/hat-tezhip/sanatçılar. Hasan Türkmen: Tezhip sanatçımızdır.Bkz. Geleneksel sanatlar/hat-tezhip/sanatçılar. Haseki küpesi: Süslemede kullanılan küpe biçimindeki çiçeğin adıdır. Haşebi: Ağaç liflerinden yapılan eski yazı kâğıtlarına verilen ad. Haşiye: Kenar, pervaz; bîr kitabın, sayfa kenarına veya altına yazdan yazı; bir eserin metnini şerh ve izah eden kitap. Hat: Yazı. Bazan da, hüsn-i hat gibi, "güzel yazı" anlamında kullanılmıştır. Arap yazısı zamanla ve özellikle Türklerin elinde çok gelişmiş, büyük bir estetik değer kazanmıştır. Bu gelişmelerle birçok yazı çeşidi ortaya çıkmıştır: Ma'kilî, küf î, aklâm-ı sitte (altı kalem, şeş kalem : sülüs, nesih, muhakkak, reyhanî, tevki*, rik'a), talik, divanî, siyakat, icazet... Bunlara şikeste, sünbülî, seçeri, celiler, hurdalar, mülâsıklar, kırmalar, gubariler ve bezeme yazıları da eklenirse islâm yazılarının sayısı çok artacaktır. Hataî: Merkezinde lotusu andıran stilize edilmiş bir çiçek motifi ve etrafındaki dallarda stilize çiçek ve yapraklar bulunan süsleme biçimi. Ayrıca eskiden kullanılan kâğıtlardan birinin adıdır. Türkistan'da Hatay şehrinde imâl edilir, ham olarak gelir ve âbâdî gibi aharlanıp mührelendikten sonra kullanılırdı. Ağaç elyafından yapılmıştır. Hatayı: Bk. Hataî. Hatem: Mühür Hatime: Bitiş. Yazma kitaplarda müellifin eserini bitirirken yazdığı duaları, hattatını, varsa müzehhibini belirten yazılan kapsayan son yaprak. Hatip ebrusu: H. XII. (Milâdi XVIII.) yüzyılda Ayasofya hatibi olduğu bilinen zatın yaptığı ebrulara ve benzerlerine verilen ad. Belirgin olmayan dörtgen köşelerinde renkli çiçek desenleri şeklinde tertiplenmiş ebrulardır. Hattat: Hat yazan kişi. Güzel yazı yazan sanatçı. Son Abbasî halifesi Musta'sım Billâh'ın kölesi olduğu söylenen Amasyalı Yâkut-ı Musta'sımi'ye kadar kalemin ağzı düz kesilirdi. Yakut eğri keserek tahrif-i kalemi bulmuş ve aklâm-ı sitteye yeni bir biçim kazandırmıştır. İşte Yakut'a, sanatta yaptığı bu yenilikten dolayı hattat denilmiş, hat ve hattatlık Yakut'la seçkin bir sanat ekolü hâline gelince kelime terimleşmiştir. Yakut'tan önce güzel yazı yazanlara katip denildiği gibi hattat da deniliyordu, fakat Yakut 'tan sonra yalnız hattat kelimesi kullanılmış, katip ve küttâp denilmemişti. (Bkz. Meşhur Hattatlar). Hatt-ı icâzet: İslâm yazılarından birinin adı. "Kırma" da denilir. Sülüsle nesih arasındadır. Hattat icazetnameleri, vakfiyeler ve dua kitapları, Kur'an'lann bilhassa sure başları bu yazı ile yazılıdır. Elif başları kıvrık ve harfler de kıvrılmaya meyillidir. Hatt-ı îlhanî: İlhanlılar devrinde ve daha çok Anadolu'daki binalarda kitabe olarak kullanılan keşideli yazı. Hatt-ı Mağribî: Cezayir, Tunus, Faslıların yazılarına verilen ad. Kûfî'nin acemice yazılmış şeklidir. Hatt-ı Şecerî: Uydurma bir yazıdır. Tanınmış hattatların hiçbiri böyle bir örnek bırakmamıştır. Yazıyı iyi öğrenemeyenler arasında sanki ağaç dallarını tabiî yönlerinde keserek yazının şekline göre dizmiş ve düzenlemişler izlenimini bırakır. Bunlar çoğunlukla tanınmış hattatların herhangi bir yazıları üzerinden bu dalları eğip bükerek yapılmıştır. Hatt-ı Zerendud: Altınla yazılmış cel'î yazılar. Hayvan motifleri: Süslemede iki şekilde kullanılmıştır : Yalın hayvan biçimleri (harpi "yarı insan-yarı hayvan", simurg, anka, ejder...), stilize hayvan motifleri (rûmî "stilize hayvan organları"). Heft Kalem: Batılı müellifler talik yazı biçimini de aklâm-ı sitteden sayarlarken, bazıları ta'likin eklenmesiyle, rik'a, sülüs, muhakkak, reyhanı,nesih, tevkî', talik yazılarının, hepsine birden “heft kalem” (yedi kalem) derler. Helezonî nokta: İçinde helezona çizgiler bulunan ve süslemede kullanılan nokta. Helkâr: Bk. Halkâr Hendesî tezyinat: Doğru ve eğri çizgilerden meydana gelen süsleme; geometrik süsleme. Herat cildi: Özellikle Herat'ta yapılan bir cilt biçimi. Şemseli fakat yaldızsızdır. Hereke kalemi: Bkz. Cava kalemi. Herkâr: Bkz. Halkâr. Hibr: İyi cins mürekkep. Hilye: Peygamberin vasıflarını ve Allah'ın adlarını ihtiva eden yazılar. Kâğıda yazılarak mukavvaya yapıştırılırdı. Levhanın ortasına bir daire yapılır, sülüsle oklu besmele, yuvarlak olarak ve besmelenin sağından başlayarak Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali isimleri ile göbek adı verilen dairenin orta kısmına nesihle Peygamberin vasıfları yazılır. Etek adındaki alt kısımda ise âyet ye hilye-i şerifenin devamı ile yazanın adı kaydedilir. Sağ ye solunda Peygamberin torunları Hasan ve Hüseyin'in adı yazılıdır. Hind âbâdîsi: Bkz. Âbâdî. Hind kâğıdı: Pamuktan yapılan ve minyatürde kullanılan kâğıt. Hind kalemi: Hindistan'dan gelen bir kalemdir. İçinde çok az boşluk vardır ye üzeri beneklidir. Boğumları oldukça uzundur. Çok sert olduğundan hattatlar bu kaleme pek ilgi göstermemişlerdir. Hindî: Orta kalitede kâğıt çeşitlerinden biridir. Hint'te yapıldığından bu adı alır. Hizânetü'l-kütüb: Kütüphane Hizib gülü: "Hizp: kışını, bölük". Yazma Mushafların hiziplerinin baş tarafına konulan, etrafı yuvarlak, içi boş süsleme. Genellikle her beş sayfada bir sayfa kenarına konulur (Bkz. Gül). Hokka: içine mürekkep konulan yuvarlak kap. Çok sanatkârane olanları, kapaklı ve kapaksızları vardır. Eskiden çok kıymetli Çin gülabdanlarının boğazını kırarak dip tarafından hokkalar yaptırırlardı. Ağızları ve dipleri gümüş ve altın kapak ve ayaklarla süslenirdi. Bunlar sair porselen, altın ve gümüşten yapılırsa da Çin'de hokka olarak yapılıp gelmişleri yoktur. Kütahya'da çinî hattat hokkaları da yapılmıştır. Hokka takımı: Yazı yazmak için gereken bir veya iki hokkayı ve kalemleri koyacak yerleri olan takım. Bunlar çoğunlukla uzunca bir tepsi üzerinde iki hokkadan meydana gelir. Birine mürekkep diğerine rıh konurdu. Kırmızı (sürh) mürekkebe mahsus ayrıca küçük hokkaları vardır. Hoş-nüvis: İranlıların hattat karşılığı olarak kullandıkları terim. Hûb-nüvis: Güzel yazı yazan, İranlılar hattat anlamına kullanmışlardır. Hurda: Kırma yazılar biraz daha ince yazılırsa hurda adını alır. Talik hurdası, nesih hurdası gibi çeşitleri vardır. Bunların daha incelerine ise gubarî denilir. Hurda nakış: Bkz. Minyatür. Hurda tezyinat: Özellikle levhalardaki kelime ve harflerin süslenmesi için yapılan bezemeler. Huruf-ı müteselsil: Hiç kalem kaldırmadan, devamlı bir satır hâlinde yazılan yazılar. Hutût-ı sitte: Altı yazı, şeş kalem, aklâm-ı sitte. Hüsn-I Hattın ana yazı stillerini oluşturan 6 stile verilen ad. Hüccet: Mahkeme belgesi,delil. Hülya Dönmez: Tezhip sanatçımızdır.Bkz. Koleksiyon/geleneksel sanatlar/hat-tezhip/sanatçılar. Hülya Erdem: Tezhip sanatçımızdır.Bkz. Koleksiyon/geleneksel sanatlar/hat-tezhip/sanatçılar. Hülya Kalaycı: Tezhip sanatçımızdır. Hüseyin Gündüz: Hat sanatçımızdır. Bkz. Koleksiyon/geleneksel sanatlar/hat-tezhip/sanatçılar. Hüseyin Türkmen: Hat sanatçımızdır. Hüsn-i hat: Bkz. Hat. |
Cevap : Sanat Ansiklopedisi - Sanat Sözlüğü
İbda: Yaratma; sanatın her devirde ve her yüzyıla ait bütün ayrıntılarını bildikten sonra, şimdiye kadar yapılmamış, yeni bir çığır açma; yeni, ayrı ve bir esasa bağlanmış üstün örnekler.
İ’câm: Harfleri noktalama, yazıya nokta koyma. İcâzet: Bk. Hatt-ı icazet. İc’azetname, icâzet: İlimde ve yazıda öğrenimini bitirenlere verilen belge; hattat icazetnamelerine son asırda ketebe kıtası denilmiştir. İcazetnamede, silsilenamedeki gibi, kimin kimden yazı öğrenmiş olduğu sıra ile gösterilir. Kıtalarda ise yalnız öğrenci ve öğretmenin ismi ile dualar yazılmıştır. İcazetname almadan önce yazıya ketebe konulamaz. İç: Arap harflerinin karınlı veya tekneli olanlarının çizgi içindeki kısımlarına verilen isim. İç kapak: Dış kapaktan sonra gelen, bazen boş bazen da eserin adı ve vakıf mühürlerinin bulunduğu yaprak. İç yüz: Kapağın iç tarafı. Bâzı ciltlerde tıraş edilmiş deri tezyin edilmeden düz olarak yapıştırılmıştır. Selçuklular zamanında ciltlerin iç yüzlerindeki süsleme, kızgın demirin bastırılması ile yapılmış belli motiflerden ibarettir. XV. yüzyıldan sonra birçok Türk cildinde iç kısım, ya oyma (katı') şeklinde veya dıştakinin aynı kabartma şekillerle süslenmiştir. Ebru kâğıt kaplanmış veya âyet yazılmış müzehhep iç yüzler olduğu gibi, nadiren iç yüzde halkârî süslemelere de rastlanır. İklil: Taç. Bk. Ser sûre. İlhanî: İlhanlılar devrinde Anadolu'da yaygın olarak kullanılan keşideli bir yazı türüne verilen ad. İnce yazı: Eski yazıların bir sanat gösterisi olarak ince yazılması. Bk. Gubarî. İsfidaç: Bk. Üstübeç. Istampa baskılı cilt: Soğuk ıstampa, üzerine modelin kazındığı bir demir levha kızdırıldıktan sonra derinin üzerine bastırılır. Bu Istampa modeli meşin üzerine bir altın yaprakla bastırılarak yaldızlı cilt elde edilir. İstif: “Bir şeyi birbiri üzerine ve sıra ile dizip yığmak” demek olan bu kelime, eski yazıda kelimeleri birbiri üzerine çıkararak dizmek yerine kullanılmış bir terimdir. Hattatlıkta değerli olan, ne kadar üst üste olursa olsun kolay okunanıdır. Rakım Efendi, sülüs istifte çok başarılıdır. Muhsin zade Abdullah Bey, yazacağı yazıyı kurşun kalemle istifler; âz okuma bilen bir çocuğa gösterip çocuk okuyabilmişse onu yazarmış. İstinsah: Nüshasını çıkarmak, kopya etmek. Eskiden, müellifin yazdığı ya da hazırladığı kitabı elle çoğaltma işlemi. Bu işi yapanlara müstensih denilir. Itrî: Süsleme motifi. Bir tür yaprak şeklidir. Itır yaprağına benzediğinden bu adı almıştır. Berk-i ıtrî de denilir. |
Cevap : Sanat Ansiklopedisi - Sanat Sözlüğü
Japon kâğıdı: Japonya'da su kenarında yetişen saza benzer bir bitkinin lifleri ayrılarak, elle yapılan, krem renkli, parlak, çok sağlam ve pahalı bir tür kâğıt. Özellikle, yazma eserlerin onarımında kullanılmaktadır.
Jengâr: Bakırdan elde edilen parlak yeşil renkte boya. Jeng, Farsça'da «pas» demektir. Bakır pası renginde boyaya da bu ad verilmiştir. Cedvellerde sık kullanılmıştır. Yalnız, bakır oksitlendiğinden bu boyaların sürüldüğü yerlerde zamanla yırtılma ve kırılmalar görülür. |
Cevap : Sanat Ansiklopedisi - Sanat Sözlüğü
Kabartma şemse: Eski ciltlerde kapak süsleme motifi şemsenin kabartmalı olanlarına verilen ad. Kabartma olmayanlarına yazma şemsedenilirdi.
Kafes: Bk. Zilbahar cilt. Kaftan giydirmek: Yazı meşk edenlerin yazıları hocaları tarafından beğenildiğinde, yazının üstüne beğenme (pesent) işareti çekilmesi. Kâğıda çekmek: Müzehhiplerin ve yaldız işleyenlerin altın varakları deste kâğıdına çekmelerine denir. Kâğıt: Bitkisel maddelerin hamur hâline getirildikten sonra yufka gibi açılarak kurutulmasıyla elde edilen ince yaprak. Yazma eserlerde ve levhalarda Şarktan ve Avrupa'dan gelen ham kâğıtlar kullanılmış; bunlar çeşitli şekillerde aharlanıp mührelenmişlerdir (Bk. Ahar). Kâğıt makası: Makas kelimesinin aslı mıkraz, mikras'tır. Eskiden yazı kâğıtları tek ve büyük tabakalar hâlinde satıldığından, herkes istediği ölçüde kâğıt kesmek için kâğıt makası kullanmıştır. «İstanbul, Foça, Sivas, Rumeli, Bosna ve Prizren'de kâğıt makasçılığı mahallî el sanatları arasında yer almıştır. Devamı>> Kâğıt oyma: Bk. Katı' Kakum: Hattatların yazı yazarken, kâğıdı yağlandırmamak ve elin hareketlerine engel olmamak için, ellerinin altında tuttukları altı ince tüylü, üstü çuha kaplı deri parçasının adı. Kalem: 1- Yazı yazmakta kullanılan kamış. Hattatlarımızın kullandıkları kamış kalemler genellikle Irak ve İran'dan gelirdi. Bu kamışlar, kararmaları için gübreye yatırılır, koyu kahverengini alırdı. Devamı>> 2- Eski harflerle yazılan yazı çeşitlerinden her biri: sülüs kalemi, reyhani kalemi, kûfî kalemi v.b Kalem çekmek: Tezhip işlerinde motiflerin etrafına çizgi ile çerçeve yapmak. Kalem fırça: Müzehhiplerin kullandığı tek tüylü ince fırça. Desenin kâğıt, üzerine çizilmesi için kullanılır. Minyatürde de kullanılan bu fırçalar, 3 aylık kedinin ensesinden kesilen kıllardan yapılır. Bu kıllardan birkaç tanesi alınıp, içlerinden birinin sivri tarafı taşkın olarak ibrişimle bağlanır ve bir güvercini kanadı sapına dip taraflarından takılarak bu kanal yine ibrişimle boğulmak suretiyle tüyler raptedilir. Böylece hazırlanan fırça bir tahta sopaya geçirilerek kullanılır. Eğer kılın ucu pürüzlü ise bir kibritin alevinden hafifçe geçirilerek düzeltilir. Kalem sırçası: Kamış kalemlerin üzerindeki parlak mine. Kalem açıldıktan sonra hemen mürekkebe batırılacak olursa bu parlak tabaka mürekkebi almaz. Bunu gidermek için, içine kül konmuş bezi bu tabakaya sürmek lâzımdır. Kalem tepsisi: Kalemleri koymaya mahsus dar ve uzunca tepsiye verilen addır. Ağaçtan yapılanlarının yanı sıra gümüşten, altından olanları da vardır. Kalem yastığı: Bk. Makta. Kalemdan: Kalem koymağa yarayan kutu. Arapçası «mikleme» dir. Kubur ve kalemlik de denir. Kalemler birbirine çarpmasın diye kalemdanların içine mitreşe adı verilen çuha örtü konulurdu. Bağa, sedef, fildişi süslemeli olanları vardır. Düz tahtadan, gümüşten yapılanlar ve üstleri beyitlerle süslenmişleri de bulunurdu. Kalemgir: «Yazıya elverişli» demektir. Yazı yazılırken kalemin kâğıda sürtünmeden kolaylıkla yürümesi. Kâğıtların kalemgir olması için üzerlerine âhar ve tıl sürülürdü. Kalemkâr: Kalemle iş işleyen sanatkâr. Kalemkârî: Kalemle yapılan boya işleri. Kalemkeş: Eski yazma kitapların veya yazı levhalarının kenarına yaldız veya mürekkeple çizgi çizen kişi. Bk. Cedvelkeş. Kalemlik: Bk. Kalemdan. Kalemsilen: Kalemin ucuna toplanan ye kuruyarak pürüzlenen mürekkebi silmekte kullanılan çuha veya sünger. Kalemtıraş: Kamış yazı kalemlerini açmakta kullanılan uzunca saplı bıçak. Arapçası mibree' dir. Gezlik de denir. Yazı takımları arasında mutlaka kalemtıraş bulunur; sapları kemik, fildişi, sedef, öd ağacı, abanoz, akik, mercan, hünnap veya pelesenkten yapılırdı. Kalemtıraş kını: Kalemtıraşı saran, meşin veya ağaçtan yapılmış koruyucu, mahfaza. Kalemtıraş tığı: Kalemtıraşın madenî bıçak kısmı. Kalıp: 1- Hattatlar arasında cel'î yazıların müsveddelerine verilen ad. Kalıplar çeşitli şekillerde meydana getirilirdi. Bazı hattatlar sulu mürekkeple kaba kâğıtlar üzerine yazarlar ve sonra tashih ederlerdi. Bazıları ise garip usûller denemişlerdir: Recaî Mehmed Şâkir Efendi, kalıplarını makasın, iki ucunu açarak kâğıt üzerinde yürütmek suretiyle yazmış ve makasın iki ucunun bıraktığı çizgileri kalemle çizerek istediği kalıbı elde etmiş; Şefik Bey ise Beyazıt'ta bugün Üniversitenin dış kapısı üzerindeki «Daire-i Umur-ı Askeriyye» yazısını, iki kalemi birbirine bağlayarak, bir günde yazmış. Hattat kalıbı yaptıktan sonra sıra, istenilen yere geçirilmesine gelir, bunu da mücellit yapardı. En sık kullanılanı iğneleme usûlü idi. 2 - Ciltçilikte motiflerin, deriye geçirilmesi işleminde kullanılan kalıplar. Önceleri bu iş için demir ve tahta kalıp kullanılırken, sonraları deriyi bozmaması için, sertleştirilmiş deri ve özellikle deve derisi kalıplar kullanılmıştır. Tıraş edilmiş deri parçaları kabartma olacak motifin büyüklüğünde kesilir, 3 cm kalınlığında oluncaya kadar çiriş denilen özel bir kola ile üst üste yapıştırılır. Kuruyunca tahta kadar sert bir blok hâline gelir. Bu, "muşta" denilen âletle dövülerek istenilen ölçüde inceltilir. Mücellit, çizdiği deseni bunun üzerine silker ve bir hakkâka verir; hakkâk, derinin üzerindeki kabartma olacak kısımları yeterince oyarak çukurlaştırır, böylece motif kalıbı elde edilmiş olur. Kalıp baskısı: Mücellitlerin kitap cildi erine bastıkları süsleme motiflerinin kalıpları üstüne baskı yapmak için kullandıkları âletin adı. Kalledehu: Bk. Ketebe. Kamış kalem: Bk. Kalem. Kanad: Bk. Şiraze Kapak: Bîr kitabın üstünü örten ve cildini teşkil eden mukavva kapaklardan her birisi. Kapak süslemesi: Eski yazma kitaplarda ilk sayfaya kapak olarak yapılan süsleme. Kaplan çizgisi ve beneği: Türk süsleme motifi. Bk. Çintamani. Karalama: Sipariş almadığı zamanlarda hattatın, eli durmasın diye gelişigüzel karaladığı yazılar. Hattatlar boş zamanlarında harf ve kısa cümleleri, noktalarını koymadan, tekrar tekrar yazarlardı. Yolda giderken veya bir yerde otururken, sağ elinin parmaklan arasında, zeytin büyüklüğünde bir taneyi yuvarlayıp duran hattatlar vardır. Ord Prof. Dr. A. Süheyl Ünver'in notları arasında rastlanan şu örnek karalamanın önemini çok güzel belirtmektedir. Hattat Mustafa İzzet Efendi; «Haftada bir gün yazmam, ertesi gün elim hemen değişir. Bu bir günlük istirahattan dolayı yazının bozulan tarafını yalnız ben hissederim, kimse farkında olmaz. Eğer iki gün yazmasam, başkaları da bunu farkeder» dermiş. Karga: Bk. Mıklep. Kargacık: Süsleme terimi. Arap harflerinin sonuna ve yazıda boş kalan yerlere konulan süs motiflerinden birinin adıdır. Karşılaştırma: Bk. Mukabele kaydı. Kartuş-pafta: Geniş bordürler ya da Sertap üzerine yuvarlak veya beyzî şekilde parçalar konmuş ise bunlara kartuş-pafta denilir. Bazen bu paftalarda cildi yapan sanatkârın ismi ile karşılaşmak mümkündür. Edirne ciltlerinde bu kartuş-paftaların içleri beyitlerle doldurulmuş, bu beyitlerin içinde mücellidin adı da geçirilmiştir. Ayet-i kerime yazılmış kartuş-paftalar da vardır. Pafta veya kitabe de denilmiştir. Kasım Beygi: Eskiden kullanılan kâğıtlardan birinin adı (Bk. Kâğıt) Kat': Kesme, kesilme. Katı': 1) Kat' eden, kesen, 2) Eski kalemtıraş çeşitlerinden biri. Söğüt yaprağı biçimindedir. Katı' denilen sanat eserleri bu kalemtıraşla yapılırdı. Kat'ı kâmil: Kâğıdın, asıl büyüklüğü değiştirilmeden kullanılmasıyla meydana getirilen eski yazma kitaplara verilen isim. Büyük Mushaflar böyledir, Katı'a Oyma: Herhangi bir şekil ve yazının kâğıt veya deriden oyularak çıkartılmasıyla meydana getirilen bir süsleme sanatıdır. Oyulup çıkartılan kısma erkek oyma, oyulan kısma ise dişi oyma denilir. Erkek ve dişi parçalar başka bir deri veya kâğıda yapıştırılarak süsleme yapılır. «Oymalar tek tek oyulmamıştır. Muhtelif renkte boyanmış ve terbiye edilmiş kâğıtlar beş-altı sahifesi üst üste yapıştırılarak ince bir karton kıvamına gelince oyma âletleri ile oyulmuştur. Sonra bunlar suya atılmış, suda birbirinden ayrılan parçalar isteğe göre boyanıp tahrirlenerek muhtelif yerlere yapıştırılmışlardır» Ayrıca bk. Mukatta. Katı'a şemse: Bk. Müşebbek şemse. Katığ: Katı'a kelimesinin katîğ olarak kullanıldığı da görülmüştür. Kâtib-i kütüb: Kütüphane görevlisi. Kâtibi kalemtıraş: Bıçak biçimli eski kalemtıraşların bir çeşidi. Ucu dönük biçimliydi. Safi adlı sanatkârın yaptığı kâtibi kalemtıraşlar meşhurdur. Katta': Kesmeci; katı'a, oyma işlerini yapan sanatkâr. Bu sanatkârların en meşhuru Bursalı Fahri''dir, Kattanan: Katta'lar; katı'a işi yapan sanatkârlar. Kebikeç: Eskiden yazma kitaplara yazılan bir tılsım sözü. Bu tılsım, kitaplara güve ve böceğin dokunmaması için yazılırdı. Kenarsuyu: Bk. Bordur, Geçme. Kesira: Bk, Kitre. Keskin yazı: Usûlüne ve kurallarına, uygun yazı. Kesme: Şemse ciltlerin köşelerinin dışına, bütün cilt devredilmek, fakat birbirine bitişmemek suretiyle yapılan motiflere verilen addır. Buna «parça su» da denilir. Motifler birbirine bitişik olursa «yekpare su» adını alır Kesme yazı: Eski hattatların kâğıdı kesip oyarak meydana getirdikleri yazı; mukatta' yazı. Bu şekilde hazırlanmış çok güzel bir Kaside-i Bürde, Süleymaniye Kütüphanesi, Ayasofya 4170 numarada bulunmaktadır. Keşide: Eski yazıda kuyruklu ve uzantılı harflerin bu bölümlerinin, güzel göstermek veya istife uydurmak amacıyla özel biçimde çekilmesi, uzatılması; bu uzantıya verilen ad. Ketebe: Bir hattatın yazdığı yazıya ismini koyması, demektir. Yazı meşkedenler, hocalarından ehliyetlerini gösteren icazetnameyi aldıktan sonra yazılarına ketebe koyarlardı. Aslı, «o yazdı» demek olan ketebehu'dur. Bazı hattatlar ketebeden sonra, «min telâmiz-i filan...» diyerek üstatlarının adını da yazarlardı. "Ketebe yerinde, Nemekahu, eğer yazan kendinden bir söz katıyorsa Harrerehu, harekeli yazılmış ise Rakamehu, tevazu için veya karalama olduğunu ifade için Sevvedehu, bir meşke bakarak yazmış ise veya meşk olduğunu ifade için Meşşakahu, istinsah suretiyle yazılmış ise Nesehahu veya Satarehu, aynen taklid edilmiş ise Kalledehu gibi tabirler kullanılmıştır." Ayrıca murakka'at, kıt'a, kitap, ve levhalarda el-Fakîr, el-Hakir, el-Müznib, er-Râcî gibi takdim edilecek makama veya yazının konusuna uygun tevazu ifade eden cümleden sonra isim yazanlar da olmuştur, isimden sonra bazen "Güfire lehu, Gufire zünûbuhu" gibi dua cümlesi ilâve edenler de olmuştur». Ketebe kıtası: Bk. icazetname. Kettâb: Güzel yazı yazmayı kendisine meslek edinen sanatkâra eskiden verilen isim. Yakut al-Musta'sımî'den sonra hattat denilmiştir; Kıl kalem: Müzehhiplerin minyatür yapmak ve ince çizgiler çizmek için kullandıkları fırçanın adıdır. Bu fırçalar tek kıldan yapılırdı. Kılçıklı ebru: Boyalarının, deseni, içice geçmiş V harfine benzetilerek düzenlenmiş ebrulara verilen ad. Kırma: Bir yazının, asıl kaleminden daha ince ve kırıklı yazılmasına denir. Kırık döküktür. Sülüs kırması, nesih, kırması... gibi. Ayrıca bk. Hatt-ı icazet. Kırmız: Kırmızı kabuklu ve kabuğundan, lakit adında bir tür boya çıkarılan böcek. Kırtâs: Kâğıt, sayfa; kâğıtçı. Kıta: Dört mısradan meydana gelen nazım şekli. Ayrıca güzel yazı ile yazılmış küçük levhalara da kıta denilmiştir. Kıvrıkdal: Süsleme motifi. Kıvrımdal: Bk, Saz yolu. Kilke: Bk. Lika. Kitabe: Bk, Kartuş-pafta. Kitap başı süslemesi: Yazma ve kimi basma kitapların ilk sayfalarına yapılan süsleme. Kitre: Kesira da denilir. Bir çeşit ahar yapımında kullanılır. Anadolu'da yetişen geven dikeni denilen nebatın sapı çizilerek oradan akıtılan sıvının sertleşmesiyle elde edilen, yapıştırma özelliği az bir maddedir. Ebru yapımında da kullanılır. Taze ve beyaz olanı makbuldür. Kol: Bk. Tuğra. Koltuk: Murakkaların ilk satırını teşkil eden sülüs yazıdan sonra, nesih yazı ile o satırdan kısa olarak yazılan satırların iki tarafında kalan boş kısımlar hakkında kullanılan bir terimdir. Bunlara tezhip yahut altın tozundan zerefşan süs yapılırdı» .Divanlarda da yazılı sayfaların uygun kare şeklindeki boşluk kısımlarına tezhip yapılarak koltuk adı verilmiştir, Buna koltuk işleme denir. Kontür: Bir rengin etrafına çekilen çizgi, çevre çizgisi. Tezhipte tahrir yerine, Fransızca'dan dilimize giren bu kelime de kullanılmıştır. Kozak: Antlaşmalar, name-i hümâyunlar ve önemli emirlerin konulduğu mahfazanın adıdır. Körük: Kitap koymağa yarayan mahfazanın açılıp kapanan kısmına verilen ad. Köşe: Mücellit terimi olarak, şemse ciltlerin dört köşesine yapılan motiflere verilen isim. Tezhip terimi olarak, levhaların kenar uçlarına yapılan süslere verilen ad. Köşe bezemesi: Ciltlerin köşe süslerine verilen isim; köşebent. Köşe çiçeği: Ciltlerin köşe süslemesi. Köşebent: Cilt kapağının dört köşesine yapılan süsler. Türk ciltlerinde çoğunlukla şemse ile köşebent arasındaki kısım boş bırakılmıştır. Az sayıda XVI. yüzyıl Türk cildinde bu kısım da süslenmiştir. Köşelik: Üçgen formlardan oluşup, köşe boşluklarını süsler; köşebent. Kubbe levha: Kitap başlıklarının kubbe şeklinde yapılmış olanlarına verilen addır. Sade olanlarına düz levha denirdi. Kubbeli: Tezhipli kitapların, ilk sayfalarında kubbe levha bulunanlarına verilen addır. Bu tezhip, cami ve minareleri andıran şekillerde yapılmıştır. Kubur: Üstünde kalem, koymaya mahsus yeri, altında hokkası bulunan yazı âletinin adıdır. Üzeri nefis tezhipli ve beyitler yazılı olanları vardır. Üstüne vernik çekilmiştir, içine kalem, kalemtıraş, makta, kâğıt makası konulurdu. Kûfî: Ma'kılî yazıdan gelişerek, daha muntazam ve bazen köşeli harflerle yazılan İslâmi yazı. Kûfe şehrinden adını almıştır. Arabistan, İran, İspanya (Endülüs Emevîleri) ve Türk ülkelerinde yazılmıştır. Selçuklu Türkleri kûfî yazının düğümlü, çiçekli, geçmeli gibi dekoratif örneklerini ortaya koymuşlardır. Geometrik karakterli kûfi'nin, yazma ve yapma kûfî, olarak iki çeşidi vardır. Yazma kûfî kalemle yazılan, yapma kûfî göre, pergel gibi araçlarla çizilerek yapılan yazılardır. Yazma kufiye en güzel örnekler ise kütüphanelerde bulunan ve ceylân derisi üzerine yazılmış olan en eski Kur'an cüzleri veya nüshalarıdır. Kumaş cilt: Kenarları deri, ortası kumaş cilt (Bk. Çeharkuşe cila). XI.yüzyılda yapılmış örneklerine rastlanmıştır. Ancak XVI. yüzyılda yapılanları en güzelleridir. II. Beyazıt devrinde ufak kareli kumaşlarla yapılmış pek çok örneği kütüphanelerde mevcuttur. Kumkuma: Yazı hokkası yerine de kullanılan bir terimdir. Kumlu ebru: Serpiştirilmiş kum tanelerini andıran şekilde yapılmış ebrulara verilen addır. Kurt: Tezhip terimi. Levhaların kenarına yapıştırılan ve perva» adı verilen ebru kâğıtlar üzerine yapılan süslemeler. Kuzu: Müzehhiplerin iplikten daha kalın ve cedvelden ince olarak sayfa kenarlarına altınla çektikleri hat. Kuzulu cedvel: Yeşil altınla sarı altından bir arada çekilerek ve araları mürekkeple ayrılarak meydana getirilen cedvellere denilir. Sarı altın yeşil altının dörtte biri ölçüsünde olur. İnce cedvel yalnız dışa çekilirse tek kuzulu cedvel, dışa ve içe çekilirse çift kuzulu cedvel denilir. Külliyat: Bir müellifin bütün eserlerinin, yazılmış ya da basılmış, toplu biçimine verilen ad. Kümmî: Eski yazma kitap çeşitlerinden, birinin adıdır. Uzunlamasına ve küçük olan bu kitapları, eskiden âlimler yenlerinde taşımak üzere yaptırmışlardır. Künye: Yazmaların fişlenmesinde bir yazarın şöhreti, adı, baba, dede adı ve nisbeti ile doğum, ölüm tarihlerini gösteren kayıt. Kürk: Yazı yazılırken elin nemi kâğıda geçmesin diye el altına konulan kürk parçası. Kürrase: Yazma kitapların, sekiz sayfadan meydana gelen formasına verilen ad. Kürsü: Bk. Tuğra, (Sere). Küttab-ı i'câm: Harfleri noktalayan, yazıya nokta koyan kâtipler. |
Cevap : Sanat Ansiklopedisi - Sanat Sözlüğü
Lâk: Bk. Lika.
Lake cilt: Mukavva, deri veya tahta üzerine uygulanan çeşitli boyamaların üzerine vernik sürülmek suretiyle hazırlanan ciltlere verilen ad. Lake ilk defa 5000 yıl önce eski Mısırda tahta lâhitler üzerinde görülmüştür. Sulu boya ile yapılan nakışların bozulmaması için, bir sıvıda eritilen bir nevî reçine, boyalar üzerine kaplanmıştır. Bu, suda erimeyen ve bozulabilecek altınlı ve sulu boyalı kap nakışları üzerine, korumak amacıyla sürülen bir verniktir. Ciltlerin üzerine boya ve altınla çiçek v.s. resimler yapılır; üzerine rugan (bk. rugan, rugani) da denilen vernik çekilirdi. Önce mukavva murakka hazırlanır, murakkanın üzerine vernik çekilir; üzerine altın veya boya ile nakış yapılır, üst üste birkaç kat vernik çekilirdi. Deri üstüne yapılacaksa, sirkeli yumuşak bir bezle derinin yüzü temizlenerek yağı alınır, bu işlemle boya veya altının deri üzerine düzgün olarak sürülmesi ve dökülmemesi sağlanır; boya ve altından sonra da birkaç kat vernik çekilirdi. Türkiye'de özellikle Diyarbakır Bursa, İstanbul ve Edirne şehirlerinde lake cilt yapılmıştır. Önceleri rugani diye isimlendirilen bu ciltlere, en güzel örnekleri Edirne'de yapıldığı için, Edirnekârî de denilmiştir. XVIII. yüzyıl sonlarında lake cildlerde bir gerileme başlayarak, sonraları Avrupa etkisi altına girmiştir. Lakit: Kırmızı boya. Hattatlarla Müzehhiplerin yazı ve tezhipte kullandıkları bu boya kırmız böceğinden çıkartılır. Şapla işlenerek kırmızı renkli boya hâlinde bir tortu teşkil eder. Lâl: Kırmızı mürekkep. Lâl efşân: Celî divanî yazılarda harekelerden sonra gayet ince olmak üzere toz hâlinde serpilen kırmızı boyanın adıdır. Lâl-i Bedahşî (Bedahşânî): Bedahşân kırmızısı. Lası: Bk. Lika. Levha: Kitap başlıklarına verilen ad. Başlık veya serlevha da denir. Hüsn-i hatla yazılan ve çerçevelenerek duvara asılan yazılara da levha denilir. Bu yazıların küçüklerine ise kıt'a denilir. Lif: Bk; Lika. Lika : 1- Mürekkep hokkalarının dibine konulan ham ipeğin adıdır. Arapçası milka'dır. İran'da ise kilke denir. Kamış kalemin, hokkanın dibine çarpıp bozulmasını, kalemin ucunda çok mürekkep kalmasını ve hokka devrildiğinde mürekkebin dökülmesini önlemek amacıyla kullanılmıştır. Lif de denilmiştir. Tuhfe-i hattatın'e göre lika'ya; «peşm», «peşençe», «lası», «gersef», «zevane»,«penag” da denilmiştir. Mürekkep tortusundan katılaşan lika çıkarılıp yıkanır, çürüyünce yenisi konurdu. 2- Lika, aynı zamanda yaldız altına sürülen maddenin adıdır. Lâk da denilir. Zamk türünden bu madde önceleri yerli olarak yapılmış, sonra Avrupa'dan gelmeye başlamıştır. Lu-i Tebrizî: Eskiden kullanılan şeker rengi yazı kâğıtlarından birinin adıdır. Bk. Kâğıt. Gûnî-i Tebrizî de denmiştir. |
Cevap : Sanat Ansiklopedisi - Sanat Sözlüğü
Madalyon süsleme: Tezhipte ve ciltçilikte kullanılan beyzî ve dilim süsleme motifi.
Mağribî yazı: Bk. Hatt-ı Mağribî. Mahat: Mücellit terimlerindendir. Kap ile dip (sırt) arasındaki açıklığa verilen addır. Bu kısma meşin veya bez kaplanır. Kapağa hareket kolaylığı sağlar. Mahmut Peşteli: Ebru sanatçımızdır.Bakınız geleneksel sanatlar/ebru/sanatçılar. Mahzuf: Bk. Mücerret. Makas: Bk. Kâğıt makası. Makilî yazı: Hiçbir parçasında yuvarlaklık olmayan, düz, dik ve köşeli bir yazı biçimidir. Kûfî yazı, bu yazıdan gelişmiştir. Makta: Mikta veya kalem yastığı da denir. Bir karış uzunluğunda, kalınca bir parmak eninde ve yassıdır. Kalemi yonttuktan sonra üzerine koyarak ucunu çıtlatmak için, yani dikine keserek yazı yazacak bir hâle getirmek için kullanılmıştır. Kalemin oturduğu yuvaya hane-i kalem denir. Makta genellikle fildişinden yapılmıştır. Altın kakmalı olanları da vardır. Ama bunlarda da kalemin ucunun geleceği yere ufak ve konik bir fildişi parça yapıştırılmıştır. Makta ustaları mülga Mevlevî tekkelerinden ve bazen Bektaşî'lerden çıkmıştır. Bu maktaların baş tarafında zarif bir Mevlevi sikkesi ve altında talik yazıyla «Ya Hazret-i Mevlânâ» yazısı vardır. Daha altta hendesî şekillerde çiçekler ve üstatların zarif ve girift imzaları görülür. N. Rüştü Büngül'ün, Eski Eserler Ansiklopedisi'nde makta yapan üstatlar arasında Bursalı Fahrî, Edirneli Nakşî, Çevrî, Resmî, Fikrî, Rıza ve Eski Reşid adları geçmektedir. Malizme: Eskiden, 20 sayfadan ibaret cüz yerine kullanılan bir terimdir. Matlap: Yazmalarda sayfa kenarına konan ye metinde dikkati çekmesi gereken noktayı işaret eden küçük yazılar; bu yazıların süslenmesi. Mazgala: Bk. Zermühre. Mecma: Geniş karınlı, kare şeklinde madenî hokkalara verilen ad. Bu tür hokkaların kapaklarına şecâb denilirdi. Mecmua: Yazma ya da eski basma kitaplarda birden çok eserin yer aldığı cilt bütünü. Mecmuatü'r-resail: Risaleler mecmuası. Mehmet Tahir: Hat sanatçımızdır.Bakınız geleneksel sanatlar/hat-tezhip/sanatçılar. Mekke toprağı: Varak hâline getirilmek için tirşe ve zar içinde dövülen altının yapışmaması için kullanılan toprağın adıdır. Eskiden İstanbul'un Anadolu yakasına Mekke toprağı adı verildiği için, buralardan alınan toprağa da aynı ad verilmiştir. Mertebanî tabak: Merteban'da yapılan yeşilce sırlı seramik tabak. Altın ezme işleminde kullanılmıştır. Bk. Altın tabağı. . Mesahif: Mushaflar, sayfa hâline getirilmiş kitaplar, Kur'an'lar. Meşin: Cilt yapımında kullanılan koyun derisi. Meşk: Yazı hocasının ders olarak verdiği yazı örneği. Sülüs ve nesih yazı öğrenmek isteyen kimse, yazı temrini yaptıranların bir satır yazısını meşk itibar ederek, baka baka aynen taklit etmeğe kalkar; bunu nazırlar ve meşki ile hocasına takdim eder. Meşk tariflerinde harfler üzerinde ufak ve büyük noktalar, hatt talik çıkarmalarında noktalar arasında boş yuvarlak ve yaymalarıyla tarifler vardır. Noktalar yan yana harflerin açıklıklarını, çizgiler de harflerin yönlerini gösterir. Hoca, öğrencisinin meşk taklidini alır, benzetilmeyen harfleri, açıklamalarda bulunarak düzeltir, öğrencisi de bol bol tekrarlayarak yazıyı öğrenmeye çalışır. Meşşakahu: Bk. Ketebe. Mıkraz: Kesecek âlet, makas. Bk. Kâğıt makası. Mıskale: Kazınan (hâkkolunan) kâğıdın pürüzlerini düzeltip, eskisi gibi parlatmak için, çoğu zaman deniz böceği kabuğundan yapılan âlet. Minkaf, halezon terimleri de bu anlamda kullanılmıştır. Mıstar: Satar çizmeye yarayan âletin adıdır. Üzerinde sıra sıra bükülmüş ibrişim gerili bir mukavvadan ibaret olan mıstar, kâğıdın altına konur; üstünde, temiz bir bezle sarılı parmak gezdirilerek kâğıtta hafif kabartma çizgiler meydana getirilirdi. Çeşitli geometrik düzenlemelerle hazırlanmış mıstarlar vardır, Mıstar kalemi: Yazma kitapların kenarlarına yaldız veya boya ile yapılan çizgileri çizmeğe yarayan âletin adıdır. Demirden pergel şeklinde idi. Boya yahut yaldız iki çatal arasına konur, öylece çizilirdi. Mibree: Hattatların ve kâtiplerin kalem yontmak için kullandıkları kalemtıraşın, Arapça adıdır. Mibret: Eğe cinsinden bir âlet. Kamış kalemin elyafı ile diğer kısımlarının temizlenmesinde kullanılırdı. Mihzele: Mürekkep süzecek âlet; keçe veya çuhadan olur. Micrede: Divitin temizlenmesinde kullanılan âletin adıdır. Midad: Yazı mürekkebi; yazı yazmaya mahsus siyah veya renkli sulu madde. Dude denilen isten yapılır. Gûlzar-ı Savab'da. bir kaç çeşit mürekkep yapımı tarif edilmiştir. Mürekkebe, iyi akması için, kaynatılmış nar kabuğu suyu konur. «Hokkana lika koy, üzerini isle yapılmış mürekkeple doldur, biraz sirke yahut koruk suyu kat, biraz da aşı, zırnık kâfur koy; karıştır». Eskiden mürekkebi dövmek ve inceltmek için kervanlarda develerin üstüne, yanlarına şişeler veya fıçılar içinde asarlarmış. Develer hareket ettikçe mürekkep karışır, kendi kendine dövülürmüş. Ya da hamamlarda kapı tokmaklarına asılır, kapı açılıp kapandıkça mürekkep çalkalanıp incelirmiş. Midad-ı Mutavvas: Kuruduktan sonra çok parlak duran mürekkep. Midak: Sürh adı verilen kırmızı boyayı ezmekte kullanılan âlet. Mermer veya somakiden düz olarak yapılır; üstüne konan madde, mermer veya billurdan bir âletle ovularak ezilir. Mifreşe: Kamış kalemlerin birbirine veya mahfazaya çarparak bozulmaması için, divitin kalem konan kısmına yerleştirilen örtü. Genellikle çuhadan yapılmıştır. Mifrez: Kalemin yarılması işinde kullanılan kalemtıraş. Mihatta: Hattatların, kalemin ucundaki kılları almada kullandıkları âlet. Mürekkep lif (lika) ile kullanıldığından, yazarken, çürüyen lif parçaları kalemin ucuna takdirdi. Bunları almak için mihatta kullanılırdı. Mihfere: Yanlışları düzeltmek için, yazıyı kazımakta kullanılan kalemtıraş, bıçak. Mihrabiye: Ucu ince tığlarla biten, mihrap şeklinde kitap başlığı, serlevha. Mihrak: Bk. Milhez. Mihras: Renkli mürekkep yapmakta kullanılan maddeleri ezmeğe yarayan âletin adı. Buna havan da denilirdi. Somaki, pirinç veya mermerdendi. Mikleb: Eski ciltlerde alt kapağa sertâb ile bağlanıp, üst kapak ile kitap arasına girerek sayfa kenarlarım koruyan, ucu sivri parça. Sivri uçtan kenara olan uzunluk, kapak eninin yarısına eşittir. Türkçesi karga'dır. Eski Türk ciltlerinde mıklebin üst ve iç tarafı da cilt kapağı kadar süslüdür, iç yüzlerde görülen katı'a süslemelere mikleb içinde de rastlanılan. Mikleb, okuma sırasında, kalınan, sayfayı göstermek için de kullanılır. Mikleme: Kalem koymak için kullanılan kutunun Arapça adıdır. Daha çok kalemdan adı ile anılmıştır. Çoğunlukla mukavvadan ve beyzî olanları kullanılmıştır. Mikras: Kesecek âlet, makas. Bk. Kâğıt makası. Mikşat: Kamış kalemin kabuğunu soymaya yarayan âlet. Mikta: Bk. Makta. Mikyassü-l hat: Bk. Sülüs. Mil’aka: Hattatların kullandıkları küçük kaşığın adıdır. Lal, sürh gibi sulu boya maddesi ile rıh'ın hokka ve kâğıda aktarılmasında kullanılmıştır. Milhez: Mürekkep karıştırmakta kullanılan âletin adıdır. Mihrak ve Farsça divitşor da denilmiştir. Milka: Bk. Lika Minekârî: Mine işleri; mavi renkle işlenmiş iş; Minkaf: Bk. Mıskale. Minyatür: El yazması kitapları süslemek için sulu boya ile yapılan ve metindeki olayları yansıtan figüratif resimlere verilen ad. İtalyanca "minature" kelimesinden alınmadır. Türkçe'de küçük nakış anlamına hurda nakış denilmiştir. (Bkz. Geleneksel Sanatlar Minyatür Sanatı.) Misin: Bk. Meşin. Mitreşe: Kalemler birbirine çarpmasın diye kalemdanların içine konulan çuha örtü. Mizanü'1-hat: Bk. Sülüs. Motif: Süs, sık sık yinelenen çizgi süsü;,bir biçimin konusu. Osmanlı ciltlerinde; hataî, rûmî, bulut, penç, yaprak, gonca, geçme» nilüfer, ıtır yaprağı, gül, tepelik, orta bağı, tığ en çok kullanılan motiflerdir. Manzara, arabesk ve canlı hayvan motiflerine rastlanmaz. Memlûk ve Selçuk ciltlerinde stilize ye arabesk motif görülür. Herat üslλbunda stilize motifle birlikte manzara ve hayvan figürleri de bulunur. Muavveç yazı: Eski harflerle yazılan yazılardan birinin adı. Yılankavi çizgilerden ibaret olan bu yazıyı 1908'den sonra İsmail Hakkı Baltâcıoğ-lλ icat etmiştir. Yeni harflerin kabulüyle diğerleri gibi tarihe karışmıştır. Muhakkak : Sülüs yazının yatık ve uzun çizgileri olan çeşidine verilen ad. Nadiren murakka ve kıtalar yazılmış, besmele dışında fazla kullanılmamıştır." Muhaşşa: Haşiyeli kitap. Muhaşşi: Haşiyeyi yazan kişi. Muhayyer: Eski kâğıt çeşitlerinden birinin adıdır. Lui Tebrizî gibi bu da şeker renktir. Bk. Kâğıt. Mukabele kaydı: Kopya edilmiş nüsha ile aslının karşılaştırılıp kontrol edilerek bunun, kitabın zahriyesine veya hatimesine kaydedilmesi. Bu kayıt görülen kitapların doğruluğuna daha çok güvenilir. Makatta': Deri veya kâğıttan oyma şeklinde yapılan işlere verilen ad. Bk. Katı'a. Mukatta' yazı: Bk. Kesme yazı. Mukavva: «KuvvetlendirilmişÂ». Klâsik ciltlerde ilk zamanlar tahta kullanılmış, daha sonra bunun yerini mukavva almıştır. Cilt için kullanılacak mukavva şöyle hazırlanır: İstenilen kalınlığı sağlayacak kadar kâğıt, suları aksi yönde olmak üzere yapıştırılır. Kolanın içine kabı kurttan korumak için şap, tenekâr, tütün suyu gibi zehirli maddeler katılır Bu suretle hazırlanmış mukavva iyice kuruduktan sonra tahta gibi sert olduğundan eğilip bozulmaz. Böyle mukavvalara murakka mukavva denilir. Murakıb: Bk. Ayak. Murakka: 1- Hattatların ayrı ayrı kâğıtlara yazdığı ve bir araya toplanarak mecmua hâline getirilen meşk ve yazılara verilen ad. 2- Birkaç kâğıdın suları aksi yönde olmak üzere üst üste yapıştırılmasıyla elde edilen mukavvaya verilen ad. Üzerine yazı sayfası yapıştırılır veya cilt kapağında kullanılır. Murakka mukavva: Bk. Mukavva. Murassa cilt: Kıymetli taşlarla bezenmiş cilt. Mine veya mercanla işli ciltler hâlen müzelerde mevcuttur. Musanna: Usta elinden çıkmış, sanat eseri, çok süslü Musavvir: Eskiden insan resmi ve tablo yapan sanatçı. Ressam Mushaf: Sayfa hâlife getirilmiş şey. Türlü sayfalardan meydana gelen kitap; sonradan Kur'an anlamında kullanılmıştır. Mustafa Rakım Efendi (1757 - 1825): Türk hat sanatının büyük üstatlarından biridir.İsmail Zühdî Efendi’nin en büyük talebesi ve küçük kardeşidir. Devamı>> Muşta: Baskı âleti (Bk. Kalıp); .Vaşsale demlen kâğıt yapıştırmaların ekini belli etmemek için mücellitlikte kullanılan âlet. Mücedvel: Sayfa kenarları cetvelli olan kitaplar hakkında kullanılan bir terini. Mücellid: Kitap ciltleyen, ciltçi. Mücerret: Eski yazıda noktasız harflerle yazılan şiir ve nesirler hakkında kullanılan bir terim. Mahzuf veya Mühmel de denilmiştir. Mücevher nokta: Bk. Nokta, geçme nokta. Müellif: Kitabı yazan kişi. Müellif hattı: Yazmanın başka bir hattat tarafından değil, yazarın kendi el yazısıyla yazılmış aslı. Müellif müsveddesi: Yazarın hazırladığı, beyaza çekilmemiş yazma eser. Mühmel: Bk. Mücerret. Mühre: Kâğıtlar aharlandıktan sonra parlatma için kullanılan âletin adıdır. Bazen kalemtıraş kabzasının ucu da bu iş için kullanılmıştır. Kaymasını sağlamak için biraz sabun sürülür. Müzehhiplerin altını parlatmak için kullandıkları akike de mühre denilmiştir, Mühre çeşitleri: Böcek mühre: Deniz böceklerinin kabuğundan yapılmıştır. Cam mühre : Yuvarlak veya kalın camdan yapılmıştır. Çakmak mühre; damar mühresi: Tezhiplerde yaldızlanan yaprak damarlarını, süslemelerin girintili çıkıntılı yerlerini parlatmak için kullanılan, açılmış kurşun kalem biçiminde mühre. Tırnak mühresi de denilir. Har mühre: Katır boncuğu. Zer mühre: Yaldız cilalamaya yarayan ucu akik mühre. Mühre tahtası: Üzerinde kâğıt mührelenen âletin adıdır. Pesterek de denilmiştir. Ihlamurdan yapılan ve ortası çukurca olan bu tahta çeşitli boylardadır. Tek parça olması şarttır. Mühreli kâğıt: Ahardan sonra mühre sürülerek parlatılan ve kalemin üzerinde kaydığı kâğıt. Bu kâğıtlar mürekkebi emmez. Mühresenk: Akik türünden bir taşın adıdır. Bir sopaya takılarak, tezhip nakışlarını ve yaldızlan mührelemekte kullanılmıştır. Mührezen: Kâğıtların üzerine mühre vuran sanatkâr. Mühür: Yazma eserin kime ve niçin ait olduğunu göstermek amacıyla basılmıştır. Kitabın hangi kütüphaneye ait olduğunu gösteren "demirbaş mührü", sadece bağışlanan kitaplara vurulan ve bağışlayanın adını taşıyan "bağış mührü", "vakıf mührü" ve yalnız isim bulunan "zat mührü" gibi çeşitleri vardır. Eski mühürlerimiz taşları, madenleri, sapları ve kazınmaları bakımından güzel sanatların bir kolu halindeydi. Meşhur hakkâkların çeşitli maddeler üzerine kazıdıkları isim," mısra, âyet ve istifler büyük sanat değeri taşımaktadır. Üzerine akik, yakut, firuze, yeşim taşı kakılmış mühürler vardır. Manzum mühürler de yaygın olarak kullanılmıştır. Şair, Hamit'in dedesi Abdülhak Molla'nın mühründe "Çaresaz ola hakim-i mutlak Bula her derde deva Abdülhak beyti" kazılı imiş. Mülâsık: (İltisaklı) bitişik. Aralık verilmeden yazılan yazı. Bk. Hat. Mülemma şemse: Motifin hem zemini, hem de kendisi altın yaldızla işlenerek yapılmış şemse.M. Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü'nde «Renkli şemseler hakkında kullanılan bir tâbirdir. Kabın şemse veya köşebent kalıbının Basılacağı kısmın münasip noktalarına, kap meşinine zıt renklerde meşin parçalar yapıştırılarak, üzerine kalıp basılmak suretiyle yapılırdı. Yaldız işleme aradan görününce renk renk meşinler kitaba başka bir güzellik verirdi» demektedir. Mülevven şemse: Bu şemselerde tek renk deri .kullanılmayıp, bezemeler cilt kapağında kullanılandan başka renkte deri ile kaplanmıştır. Bu şekilde renkli derilerle yapılan mülevven şemse ciltte, motifleri üstten veya alttan ayırma tarzında altınla bezemek mümkündür. Mümsiha : Hattatlarla kâtiplerin kalemin mürekkebini silmek için kullandıkları beze verilen ad. Bu bez siyah ve yumuşak olurdu. Münhanî: Eğri, Bk. Selçuklu münhanîleri. Mürekkeb: Yazı yazmakta kullanılan maddenin adıdır (Bk. Midad). Dλde denilen bezir veya kandil isinden yapılmıştır. Süleymaniye Câmii'nde, kandillerin isi hava cereyanı ile özel olarak yapılmış bir odacığa toplanır ve mürekkep yapımında kullanmaları için, hattatlara verilirmiş. Mürekkeb yalamak: «Okuyup yazmak, ilim öğrenmek» yerine kullanılan bir deyim. Bezir isi mürekkeple aharlı kâğıda yazılan yazının yanlışı yalamak suretiyle silindiği için bu deyim ortaya çıkmıştır. Mürgdar şemse: Çiçekleri arasındaki dalların üzerinde kuşlar bulunan şemselere verilen ad. Mürsel vav: Vav harfinin yazılış biçimlerinden biri. Bu türlü vav harfi yuvarlak yazılırdı. Müsennâ: İki kat, iki katlı; iki kısımdan meydana gelmiş, iki noktalı harf. Müsenn yazı: Bk. Aynalı yazı. Müstensih: İstinsah eden; kitabın kopyasını çıkaran kimse. Müsvedde: Karalama, taslak; beyaza çekilmek üzere ilk kez yazılan ve üzerinde düzeltmeler yapılan yazı. Müşahide: Bk. Ayak. Müşair: Halkâr için altın ezme işleminde, ezilmeden kalan ve hemen çöken altın parçalarına verilen ad. Bunların yeniden ezilmesi gerekir. Bk. Halkâr. Müşebbek: Şebeke şekline sokulmuş, ağ ve kafes gibi örülmüş olan. Müşebbek şemse: Deri ince ince oyularak cild kapağının içyüzüne yapıştırılmak suretiyle yapılan şemse. Katı'a şemse de denilir. Müşîr: Bk. Ayak. Müş'ir: Bk. Ayak. Müşire: Bk. Ayak. Müteferrik: Dağınık, ayrı ayrı; içinde değişik, eserlerden parçalar bulunan yazma eser. Müteselsil: Bk. Huruf-ı müteselsil. Müzehhep: Eski yazmaların tezhipli olanları. Baştan sona tezhipli kitaplar yapıldığı gibi yalnız ilk, bazen ilk ve son yaprağı tezhipli kitaplar da vardır. Kur'an'lann ilk iki, diğer yazma kitaplarınsa birinci sayfası çoğunlukla tezhipli olur. Müzehhip: Tezhip yapan sanatkâr. Bunların çarşıları vardı. Müzehhipler arasında hattat olanlar bulunduğu gibi, birçoğu kullandığı boyayı da kendisi yapardı. Müznib: «Suç işleyen, günahkâr». Bk. Ketebe |
Cevap : Sanat Ansiklopedisi - Sanat Sözlüğü
Nâdir nüsha: Fazla nüshası bulunmayan yazma eser.
Nakış: Eskiden boyalı resimlere, minyatürlere verilen ad. Yazma kitaplara renkli olarak yapılan süsleyici resimlere, minyatürlere nakış, yapanlara da nakkaş denilirdi. Buna tasvir ve şebih yazmak (b. bk.) da denilirdi. Yapanlar nakkaş, musavvir, şebihnüvis adlarını alırdı. Nakış resim: Minyatür. Nakışhâne: Nakış yapılan yer; resim atölyesi karşılığında kullanılmıştır. Fatih Sultan Mehmet, yeni sarayında bir saray nakışhânesi kurmuş ve başına da Özbek asıllı Baba Nakkaşı getirmişti. Lâle devrinde ise milli resim ve oymacılığımız üzerine albümler hazırlayan özel nakışhâneler bulunmaktadır. Nakkaş: Yazmalara minyatür ve tezhip yapan sanatkâr, özellikle kitaplara minekârî resim yapanlara denilmiştir. Nakkaşlık İranlılar tarafından geliştirilmiştir. Şark nakkaşlarının başı üst ad Bihzad'dır. Nakş-i âbî: Su ve zamk ile karıştırılmış boyaların kâğıt üzerine sürülmesiyle yapılan resimlerdir. İranlıların gevaştâbir ettikleri bir usλl ile yapılırdı. Bu usλlde boyalar şeffaf değildir, renklerin içinde beyaz vardır. Bunu da çoğunlukla beyaz veya altın bir astar zemin üstüne işlerler ve boyaları beyaz boya ile karıştırırlardı. Nakş-ı zerkâr: Yaldızla yapılan süslemelere verilen ad. Nâzır: Eski kitaplıklarda denetleme işini yürüten kişi. Necmeddin ebrûsu: Meşhur hattat, mücellit ve ebrûzen Necmeddin Okyay'ın buluşu olan çiçekli ebruya verilen ad. Nemekahu: Bk. Ketebe. Nesehahu: Bk. Ketebe. Nesih: Bir yazı çeşidi. Kalınlığı sülüsün üçte biri kadardır. Kûfî yazının, köşelerinin yuvarlanması ile meydana gelmiştir. Abbasî veziri İbn-i Mukle'nin kûfîyi değiştirerek nesih yazı sitilini meydana getirdiği rivayet edilir. Daha çok Kur'an-ı Kerim'ler nesihle yazılmıştır. Murakkalar ve bilyelerin göbekleri de nesihle yazılmıştır. Türk hattatlarınca çok kullanılmış bir yazıdır. Nestalik: Osmanlılarda ta'lik adı verilen yazıya İranlılar, «nesih» ile «talik» ten bozma olarak «nestalik» demişlerdir. Neşe Üçer: Suluboya sanatçımızdır. Bakınız resim/suluboya/sanatçılar Neşşaf kâğıt: Sünger kâğıdı gibi gözenekli bir kâğıt. Mürekkepçiler bunu mürekkebi süzme işinde kullanmışlardır. Nevregân: Mücellitlerin mukavva ve deri oymakta kullandıkları âletin adıdır. Eğri ve ağzı keskin olan bu bıçağın ucuyla katı' da yapılırdı. Nick Merderyan: Hat sanatçımızdır.Bakınız geleneksel sanatlar/hat-tezhip/sanatçılar. Nigâr: Eskiden resim, suret, insan resmi yerine kullanılan, Farsça bir kelimedir. Nigârende: Bk. Nigârî. Nigârhane: Eskiden resim ve tasvir yapanların çalıştıkları yer. Nigârî: Eskiden insan resimleri yapan ressama verilen ad. Nigârende de denirdi. Nişanlı şiraze: Bk. Şiraze. Nişasta âharı: Nişastanın pişirilmesiyle yapılan âhar. Bu âhar sürülen kâğıt kolay silinirdi. Çifte âharlı ebru yapımında da, yumurta âharının altına bu âhar sürülmüştür. Nizamşahî: XVII. yüzyılda kullanılmakta olan bir kâğıt cinsi. Ayrıca bk. Kâğıt. Nokta: Kur'an-ı Kerimler'de âyet ve cümleleri ayırmak, yazmalarda durakları belirlemek için kullanılmış küçük yıldız ve çiçek şekillerine verilen isim. Muntazam, geometrik olanlarına mücevher nokta, altı köşelilere şeşhâne nokta, beş yapraklılara pençberg denilir. Diğer şekilleri: geçme nokta, yaprak nokta, helezonî nokta, zerender-zer nokta... (bunlara bk.). Nokta demiri: Mücellit terimlerindendir. Noktalar üzerine vurulan demirin adıdır. Bununla ciltlerde nokta yapılır. Noktasız yazı: Arşivde, kimi nedenlerle noktasız olarak yazılan yazı. Siyakat, tevkî, divanî kırması gibi yazıların noktasızlarına rastlanmaktadır. Nüsha: 1- Bir eserin elle yazılarak çoğaltılmış olanlarından her biri. 2- Tezhip terimi. Talik yazı ile eğimli yazılan levhalarda yazı ile çerçeve arasına üçgen şeklinde yapılan süslemenin adıdır, Nüvis:Yazan, yazıcı. |
Cevap : Sanat Ansiklopedisi - Sanat Sözlüğü
Oklu besmele: Sin harfi çekilerek yazılmış olan besmele,
Okra: Ciltte kullanılan derilerde kurt yeniklerinden meydana gelen izlere denilir. Orhan Gürel: Suluboya sanatçımızdır. Bakınız resim/suluboya/sanatçılar Osman Özçay: Hat sanatçımızdır.Bakınız geleneksel sanatlar/hat-tezhip/sanatçılar. Oyma: Bk. Katı' Ördek başı: Tezhipte kullanılan zümrüdî yeşil renge verilen ad. Örgü: Bk. Geçme. |
Cevap : Sanat Ansiklopedisi - Sanat Sözlüğü
Pafta: Bk. Kartuş-pafta.
Palı: Mücellitlerin kullandıkları derilerin traşından çıkan parçalara verilen ad. Pâhını almak: Traş edilen derilerin kalan pürtüklerini temizlemek, deriyi bir defa daha inceltmek. Papirüs: Nil kıyılarının bataklık kesimlerinde yetişen «Cyperus papyrus» adlı bitkiden yapılan bir tür yazı kâğıdı. Parazvana: Bk. Prazvana. Parça su: Bk. Kesme. Parçalı şemse: Eski kitap ciltlerinin kapları üzerine yapılan bir şemse çeşidi. Kitabın kabını kaplayan meşinin ortası kesilerek ve başka bir meşin, üzerine hazırlanan şemse parçası buraya yerleştirilerek yapılır. Pars beneği: Bk. Çintemani. Parşömen: Mısır'dan papirüs alamayan Bergamalıların koyun, keçi ve özellikle dana derisinden yaptıkları bir tür yazı kâğıdı. Pâyende: Bk. Ayak. Penag: Bk. Lika. Penç: Tezhipte, açılmış küçük gülleri andıran, beşli, ufacık süsleme motiflerine verilen ad. Pençberg: Beş dilimli yaprak. Âyet aralarında görülen beş yapraklı tezhiplenmiş şekiller. Bk. Nokta. Pençhâne nokta: Bir yuvarlak nokta beş dilime ayrılmışsa verilen ad. Perdaht yolu: Yazma kitapların başlıklarıyla levhaların kenarındaki süslere verilen ad. Pergament: Bk. Ak deri, parşömen. Pervaz: Yazı levhalarının kenarlarına yapıştırılan kâğıtlara verilen ad. Genellikle ebrûdan olurdu. Tek renk kâğıt yapıştırılmışsa «tek pervaz», ince şerit hâlinde ikinci bir kâğıt daha yapıştırılmışsa «çift pervaz» denilir. Pesend: Altın süslemenin zermühre sürülüp parlatılmasıyla elde edilen parlak yaldızlı işlere verilen ad. Pesterek: Bk. Mühre tahtası. Peşence: Bk. Lika. Peşm: Bk. Lika. Pirinç âharı: Bk. Âhar. Prazvana: Kalemtraşın bıçağıyla sapı arasında bulunan ve çoğu zaman pirinçten yapılan bir çeşit madenî bilezik. Prazvana da denilir. Altın veya gümüşten prazvanası olan kalemtraşlar da vardır. |
Cevap : Sanat Ansiklopedisi - Sanat Sözlüğü
Rabıta: Bk. Ayak.
Rahle: Üzerine mushaf, kitap konulmak ve yanına oturarak okumak için kullanılan, iki yandaki ayakları oymalı, kenar pervazları ve üzeri düz tahtadan küçük masanın adıdır. Birbirine geçmiş iki tahtadan yapılan ve (X) biçiminde olanlarına geçme rahle denilirdi. Selçuklular devrinde tahta oymalıları, sonradan sedef kakmaları yapılmıştır. Rak: Ciltte kullanılan ceylan derisi; ince tıraşlanmış deri. Rakam: Yazı yazma. Rakamehu: Bk. Ketebe. Râkım: Yazan, çizen. Râkım Efendi: Bk. Mustafa Rakım Efendi. Ramad: Müzehhipler altın döverken tirşenin kenarlarından dışarı taşan parçalara verilen addır. Ramad, Arapça'da «ateşin külü» demektir. Taşan altın parçaları küle benzediği için bu kelime kullanılmıştır. Realist çiçek demeti: Lake ciltlerin süsleme motiflerindendir. Vazolu veya vazosuz resmedilmiş ve üzerine "vernik çekilmiştir. Tabiattaki biçimiyle resmedilmiş çiçek motiflerine, stilize çiçek motiflerinden ayırt edilmesi için, verilen addır Reddade: Bk. Ayak. Remzî motifler: işaret ve sembol biçimli motifler, Ressam: Eski yazma ve levhalara çizgi ile boyasız resim yapan sanatçı. Reyhanî: Bir yazı tarzı. Kalınlığı sülüs kadardır. Bu yazıda gözü kapalı harf yoktur. Kurban ve dualar yazılmıştır, İbn Bevvâb tarafından icat edildiği söylenir. Reyhanî Besmele: Reyhanî hattıyla yazılan besmele. M mimlerin gözü açık yazdır ve sin'den sonra çizgi (keşide) bulunmaz. Rıh: Mürekkeple yazılan yazıyı kurutmakta kullanılan tozun adıdır. Farsça «kum» demek olan rik''den bozmadır. En kullanışlısı Manisa dağlarından çıkarılırdı. Aslında kırmızı olan kum, fırınlanınca sararır, çeşitli renklere boyanırdı. Siyahı, moru ve yaldızlı olanı vardı. Hattatlar yazılarında rıh kullanmaz, açık havada kuruturlardı. Çünkü rıh kullanılan yazıda incelik kalmazdı. Porselenden yapılmış, delikli rıhdanlara konur, yazı üzerine dökülüp, kuruyunca parmakla temizlenirdi. Name-i hümayunlarda altın rıh kullanılırdı. Bu rıh doğrudan doğruya altın tozu idi. Rıhdan: Kurutma tozu rıh'ın konduğu kabın adıdır. Yazı takımını tamamlayan rıhdan, takıma uygun olarak cam, maden, gümüş veya altından yapılırdı. Çoğunlukla üstü delikli silindir şeklinde veya hokka biçiminde yapılmıştır. Bazen da rıh tabak biçimli bir kaba konularak küçük bir kaşıkla yazının üstüne dökülürdü. Rik'a: Türklerin ortaya çıkardığı bir yazı tarzıdır. Ayrıntılar ortadan kalkmıştır. Mim harfinin gözleri kapanmış, sin ve benzeri harflerin de dişleri ortadan kalkmış, iki ve üç noktalar ve ( ^), ( v ) hâlini almıştır. Kolay ve hızlı yazılabildiği için el yazısına esas olmuştur. Rika': Üzerine yazı yazılan kâğıt ve deri parçaları. Risale: Küçük kitap; risale, mecmua yerine de kullanılmıştır. Ama daha çok mecmuati'r-resail olarak, içinde birden fazla eser bulunan kitaplar hakkında kullanılmıştır. Rokoko: Mübalâğalı süsleme üslûbu. Klâsik cilt süslemesi, XVIII. yüzyıl sonlarında Avrupa'nın etkisiyle değişerek bu tür süslenmeye başlanmıştır. Mecazi olarak «modası geçmiş, çirkin olan şeyler» hakkında da kullanılır. Rozet: Bk. Gülçe. Rubu': Büyük boy kâğıdın dörde bölünmesiyle meydana getirilen eski yazma kitaplara verilen ad. Rugan: Sütten veya ot tohumlarından çıkarılan yağlar. Ruganî: Ciltlerle, kubur gibi sanat eserleri üzerine yapılan nakış ve resimlerin parlak görünmesi için üstlerine sürülen maddenin adıdır. Boya, mürekkep, ahar, ebru mecmuası'nda ruganî yapmak usûlü hakkında şu izahat vardır ; «64 dirhem ardıç sakızı, 240 dirhem şarap ruhu, 16 dirhem damla sakızı, 32 dirhem Venedik terementisi. Evvel şarap ruhunu düz bir şişe içine koyup sonra 3 parmak miktarı ince tatlısu kumu içine gömüp, ruhun içine ardıç sakızını koyup, ocakta kum içinde hallola. Badehu damla sakızı başka kapta eritip şişeye karıştırılacak, sonra terementi dahi bu suretle eritilip şişeye katılacak, badehu cümlesi bir yerde tekrar kaynatılıp, tamam kaynadıktan sonra bir mendil veya tülbent içinde sıcak iken süzülecek, fırçası daima içinde saklanacaktır. Sürülürken daima sıcak sürülecektir. Âl ve parlak olur.». Ruk'a: Yazılmış kâğıt, mektup Yazı yazılacak kâğıt, deri parçasına ruk'a denilir. Vesikalarda geçer. Rûmî: Süsleme terimi. Hayvanların kanat, bacak ve bedenlerinin stilize edilmiş şekillerinden oluşan ve kökeni Orta Asya'ya dayanan, çok yaygın bir Türk süsleme biçimi. Rûmî'nin üzerinden ayrı parçalarla daha ufaklarının yapılmasıyla meydana gelen şekle ayırma rûmî; rûmî'lerin birbirine geçirilmesi ile meydana gelen şekle sarılma rûmî; levha kenarlarının iç pervazlarındakilere üç iplik rûmî denilir. Türk süslemesinin klâsik üslûbudur. Eskiden Anadolu'ya diyar-ı Rûm denildiğinden rûmî adını almıştır. Rûmî şemse: Kitap ciltlerinin üzerine yapılan ve güneşe benzediği için şemse adı verilen süs motiflerinden birinin adıdır. Sivri, ucu kıvrık rûmî motiflerinden meydana getirilir. Rûmî tahrir: Kitap ciltlerinin üzerine süs olarak çekilen siyah çizgilerin adıdır. |
Cevap : Sanat Ansiklopedisi - Sanat Sözlüğü
Saadet Gözde: Suluboya sanatçımızdır.Bakını
z resim/ suluboy a/sanatçılar Sadberg: Yüz yaprak; birçok yaprağın oluşturduğu çiçek şeklinde süsleme motifi. Atlas çiçeği adıyla da bilinir. Safiha: Düz, yassı yüz; madenî levha. Yazma eser başlıklarındaki, çoğunlukla dikdörtgen veya beyzî biçimde, düz yaldız çekilmiş satıhlara da safiha adı verilir. Bazen bunlarda eserin adı yazılıdır. Sahaf: Eski devrin kitapçıları. Bayezid Camii avlusundan Kapalıçarşı'ya giden yolun iki tarafındaki dükkânlar, eskiden sahaf dükkânı idi. Bugün Bayezid Camii bitişiğinde Sahaflar Çarşısı bulunmaktadır. Sahaf kitabı: Eskiden satışı az olup, okuyucuları tarafından saklanan kitaplara verilen ad. Sahtiyan: Cilt yapımında kullanılan keçi derisi. Sahtiyan, klâsik usûlde ıslatılıp yumuşatılarak bıçkı ile kâğıt inceliğinde tıraş edilmek suretiyle hazırlanırdı. Sak: Tezhipte çiçek motiflerinin saplarına verilen ad. Arapça sak, ağaçlarla bitkilerin kök tarafı veya insanın baldırı demektir. Sakal: Mücellit ve tezhipçilerin altın varaklan tutmak ve yapıştırmak için kullandıkları seyrek tüylü, genişçe fırça. Sakala benzediği için bu adı almıştır. Salbek: Eski ciltlerde şemsenin iki ucundaki uzantı süslemeye verilen isimdir. XVI. yüzyılda en güzel örnekleri görülen salbekler XVII. yüzyılda büyümeye başlamış, giderek eski güzelliğini kaybetmiştir. Samur fırça: Müzehhipler için en makbul olan fırça. Uzun yanan bir mum alevine benzemesi ve. ucunda ancak birkaç telli kıl bulunması şarttır. Sancak Kur'an'ı: Ceviz kabuğunun içine yerleştirilerek gemilerin sancak direğine sancakla çekilen Kur'an. Cava kalemi ile yazılırdı. Bunlar için klâsik süslemeli, çok güzel mahfazalar da yapılmıştır. Sancak mushafı: Sancak başlarına takılan küçük mushaf. Sap: Tezhipte çiçek sapına benzetilerek yapılan şekiller. Saplama şiraze: Bk. Şiraze. Sarılma rûmî: Bk. Rûmî. Sarma dal: Tezhipte çiçek ve yapraklı dalların kıvrılarak birbirine sarılmasından meydana gelen süsleme motifine verilen ad. Satarehu: Bk. Ketebe. Satırlamak: (mıstarlamak). Üzerine yazı yazılacak kâğıdı mıstar (satırlık) üzerine koyarak hafifçe bastırmak ve böylece kâğıt yüzeyinde kabarık bir iz elde etmek. Savaş Çevik: Hat sanatçımızdır.Bakınız geleneksel sanatlar/hat-tezhip/sanatçılar. Sayfa kenarı:1- Bir kitap sayfasının, yazılı bölümleri çevresinde kalan boşluğu; 2- Bu boş kısma yazılan not, derkenar. Saykal: Cilâcı, cila âleti. Saykal-kâr: Yaldızcı. Saykal-zen: Yaldızcı. Saykallı: Yüzeyi parlatılmış kâğıt. Saykallı âbadî: Uçuk krem veya beyaz parlak kâğıt. Saz kalem: Kamıştan yapılan yazı kaleminin adı. Saz yolu: Uzun dallar üzerine yapılan süslere denilir. Kıvrımdal adı da yerilir. Daha ziyade çiçekli ye yapraklı olur. Rûmî motiflerinin ayrı hatlar hâlinde aralarda kullanıldığı görülü. Sebeb-i te'lif: Yazılış sebebi. Seberg: Üç dilimli yapraklar. Bitkisel süsleme motifi olarak kullanılmıştır. Secâvend: Kur'an-ı Kerim'i mânaya uygun olarak doğru okumak için konulan işaret. Mesela kaf; durmayı, sad; geçmeye izni, cim; durma veya geçmenin caiz olduğunu, mim; muhakkak surette durmayı gösterir. Kelime, bu işaretleri koyan zâtın memleketi olan Secâvend şehrinden alınmıştır. Secâvend kalemi: Bk. Cava kalemi. Secde gülü: Kur'an-ı Kerim'de secde edilecek âyetlerin hizasına, sayfa kenarlarına yapılan yuvarlak, içi boş süsleme. Gül şeklinde olduğundan bu adı almıştır. Sedefkâri yazı: Bazı levhalarda görülen, sedef kakma suretiyle yazılan yazı. Selçuklu eğrileri: Bk. Selçuklu münhanîleri. Selçuklu münhanîleri: XI - XV. yüzyıl boyunca yazma kitap süslemelerinde çok sık karşılaşılan bir üslûptur. Genellikle Selçuklular tarafından kullanılmalarına ve kavisli, yumuşak ana yapılarına dayanılarak Ord. Prof. Dr. A. Süheyl Ünver tarafından, bu üslûba Selçuklu münhanîleri adı verilmiştir. Genel olarak rûmîlerin ve kuş kanatlarının iç bünyelerinde bulunan ayrıntılardan oluşup, kendine özgü bir renklendirme tekniğine sahiptir. Daima birbirinin arkasından çıkacak şekilde çizilerek meydana gelirler. Her bir münhanînin daralan kısmı kompozisyonun gerektirdiği belli bir yöne doğru gittikçe incelerek devam eder. Semerkandî kâğıt: Vaktiyle Semerkant'ta yapılan esmer; kaba fakat sağlam bir kâğıt. (Bk. Kâğıt). Ser sûre: Mushaf'ların sûre başlıklarına verilen ad. Dikdörtgen şeklinde tezhiplidir. Serlevha, başlık da denilir. Sere: Bk. Tuğra. Serlevha: Başlık, yazma kitabın tezhiplenen başlık bölümü. Bir levha veya kitabın başına yazılan yazı ve yapılan resme de serlevha denilir. Fatih devrinde kitap başlıkları, ucu ince tığlarla biten mihrap şeklinde değil, sayfanın enince uzanan uzun dikdörtgenler şeklindedir. Bu devirde pembemsi, mavi ve siyah renk; çiçek, dal, yaprak ve filiz motifleri, türlü geçmeler görülür. Serpme: Benek benek serpiştirilmiş olan çiçek, yaprak ve benzeri süslemelere verilen ad. Serpme altın: Serpme suretiyle yapılan ufak ufak aralıklı noktalardan ibaret yaldız süslemenin adı. Püskürtme olanına zerefşân denilir (Bk. Zerefşân). Sertâb: Klâsik ciltlerde mıkleple alt kapak arasındaki parça. Sayfa kenarlarını korur ve mıklebe hareketlilik sağlar. Üzerinde âyet, beyit yazılı olanları vardır. Sevad: Siyahlık, yazı karalama. Sevvedehu: Bk. Kelebe. Seyyid Mehmet Şevkî Efendi: (1829-1887) Dayısı hattat Hulusî Efendiden sülüs ve nesihi meşk etmiş ve asla üstadını bırakmamıştır. Devamı>> Sığır dili: Uzunlamasına açılan kitap ve mecmualara verilen ad. Beyazî de denilir. Sırça: Bk. Kalem sırçası. Sırmakeş: Gümüşü haddeden geçirerek sırma çeken sanatkâr. Sırt: Ciltte alt ve üst kapağı bağlayan kısım. Dip de denir. Klâsik ciltlerde sırt yuvarlak değil, düzdür. Yazı ya da bezeme yoktur. Sıvama altın: Kat kat sürülen altın. Bir kat sürülene sürme altın denir. Sıvama şemse: Zemini altınla kaplanmış olan kitap kaplarının üzerindeki şemse. Sıvama yaldız: Her tarafı yekpare ve som olarak yaldızlanmış süsleme. Silkme: Bir yazı ve motifi aynen bir kâğıda çıkardıktan ve iğne ile dikine olarak deldikten sonra, o kâğıdı asıl yüzey üzerine koyup üstünden içi kömür tozu ile dolu kese geçirerek iz bırakma usûlüne verilen ad. Silkme kalıbı: Silkme işinin yapılması için hazırlanan, iğne ile delinmiş süslemenin bulunduğu kopya. Meşhur hattatların silkme kalıplarına günümüzde de rastlanmaktadır. Silkme kesesi: Silkme yapmak için kullanılan kömür tozunun konulduğu gözenekli torba. Silkme tozu: Silkme işinde kullanılan, söğüt kömürünün tozu. Sima' kaydı: Yazma eserlerde kitabı kopya eden kişinin yazdıklarını müellife okuduğuna ve müellifin de bunu dinlediğine dair, yazmaya konulan kayıt. Simdûzî: Deri üzerine gümüş işlemeli cild. Simin kalem: Gümüş kalem. Bk. Kalem. Siyah mûrekkeb: Eskiden neft, çıra isi, keçi kılı isi veya beziryağı isinden yapılan mûrekkeb. Siyakat: Bir yazı çeşididir. Irak'ta Abbasîler zamanında icad edilmiş, Selçuklular zamanında Anadolu'ya girmiştir. Resmî ye özellikle mâlî işlerde kullanılmıştır, înce, girift ve genellikle noktasızdır. Az yer kaplar ve çabuk yazılır. Rik'a ile bir sayfalık bir yazı, siyakatla 4-5 satir tutar. Siyakat noktasız ve nadiren de noktalı olarak iki şekilde yazılmıştır. Kolay okunabilen şekli olduğu gibi, ancak uzmanlarca, okunabilenleri de vardır. Harfler, kelimeler, satırlar daima birbirine yakın, hatt bitişiktir. Asıl ismi erkam-ı divâniye olan siyakat rakamları, siyakat yazısı ile kullanıldıklarından bu adı almışlardır. Onlu, yüzlü, binli rakamları okumak zordur. Soğuk damga: Eski cildlerde, süsleme şeklini verecek kalıbın deri üzerine yaldızsız olarak basılması yoluyla elde edilen bezemeye verilen ad. Soğuk iplik: Meşin şemse cildlerin üzerine soğuk iplik demiri ile çekilen çizgiye verilen addır. Bu çizgiler altınlamnaz, boş bırakılır. Soğuk iplik demiri: Meşin şemse cildlerin üstüne çekilen çizgiyi yapmakta kullanılan âlettir. Balta şeklindedir. Soğuk şemse: Şemse kalıbı, yaldız kullanılmadan, doğrudan doğruya cildin üzerine basılacak olursa buna soğuk şemse denilir. Bütün islâm cildleri, XV. yüzyıla kadar bu şekilde yapılmıştır. Motifler cildin derisi renginde buakdmıştir. Som altın: Kaplama olmayan, yekpare olan altın hakkında kullanılan bir terimdir. Parlak veya mat olanları vardır. Somaki ebrusu: Somaki damarları gibi desenli olan ebrulara verilen ad. Stilize: Karakteri kaybolmadan basitleştirilerek tezyînî ve şematik hâle sokulmuş biçim ya da motif. Üslûblandırılmış. Su çizgisi: Eski kâğıtların dokusunda bulunan, aydınlığa tutulunca görülebilen çizgi. Daha çok enine çizgilerdir. Su damgası: Bk. Filigran. Su işareti: Bk. Filigran. Su yolu: Bk. Su çizgisi. Suhuf: Sayfalar. Allah'ın dört kitaptan başka, Cebrail vasıtasıyla bazı peygamberlere yolladığı emirler. 100 tanedir; Âdem'e (10), Şit'e (50), Idris'e (30), İbrahim'e (10) yollanmıştır. Sultani kâğıt: Eskiden ipekten yapılan iyi cins kâğıt. Bk. Kâğıt. Supara: Eskiden mektep çocuklarının okudukları kitaplara denirdi. «Elifba cüzü» yerine «elifba suparası» gibi. Az sayfalı demek olan sukuf pare'den bozmadır. Sûre gülü: Genellikle sûrelerin başladığı sayfa kenarına konan, içi boş, b az an da sûrenin adı yazılı yuvarlak süsleme. Bk. Gül. Sülüs: Eski yazı çeşitlerinden ' biri. 2 - 3 mm kalınlığınd kalemle, yazılır, harfler yumuşak ve ahenkli döner. Harflerin üçte iki parçası düz, üçte bir parçası ise devirlidir. Bu Oran daima korunduğu için sülüs (üçte bir) adını alınıştır. Hattın esasını teşkil eder ve hüsn-i hatta sülüs öğrenmekle başlanır. Ümmü'l-hat, Mikyasü'l-hat ve mizanü'l-hat diye şöhret bulmuştur. Bütün hat çeşit ve kuralları sülüsten çıkmıştır. Kur'an, yazma kitap, başlık ve sûre başları, hilyenin besmelesi, çoğu hat levhaları sülüsle yazılmıştır. Sünbülî: Bir yazı çeşidi. Sürh: Kırmızı mürekkeb. Yazma kitaplarda, konu başhklarında ve metin aralarındaki şekillerde kullanılmıştır. Bab veya faşd başlıkları kırmızı mürekkeble yazılmış yazma kitaplara da sürh denmiştir. Ateş renginde olanlara madenî sürh denir. Bu türlü kitapların sayfalarına da siyah, mavi yahut altın cedvel çekilirdi. Sürme altın: Bir kat sürülen altın. Yalınkat olduğu için çok makbul değildir. Kat kat sürülene sıvama altın denilir. Sütun: Kitap veya yazmalarda sayfanın yukarıdan aşağıya doğru bölünmüş olduğu kısımlardan her biri, kolon. |
Cevap : Sanat Ansiklopedisi - Sanat Sözlüğü
Şakk-ı kalem: Eski kamış kalemlerin ucunu dikine olarak çatlatma. Sarih : Bir kitabı şerh eden, kitaba açıklama yazan kimse.
Şebih: İnsan resmi. Tasvir de denir. Eskiden insan resmi yapmaya şebih yazmak denilmiştir. Şebih yazmak: insan resmi yapmak. Şebihnüvis : Portre yapan. Bk. Nakış. Şecâb: Mecma adı verilen geniş karınlı kare şeklinde madenî hokkaların kapaklarına verilen ad. Şecerî: Bk. Hatt-ı §ecerî. Şedde: Eski yazıda üstüne konduğu harfi çift okutturan işaret. Şeffaf kâğıt: Bir resim üzerine konunca alttaki resmi görmek mümkün olan kâğıtlara denilir. Şemse: (Şems : Arapça'da güneş). Eski kitap cildlerinin üzerine yapılan güneş şeklinde süsleme motifi. Kapağın tamamını kaplayan meşinin üzerine yapıldığı gibi, ayrı bir parça hâlinde kabı örten meşinin ortası hazırlanan parça büyüklüğünde kesilip yerleştirilmek suretiyle yapıldığı da olmuştur. Parçalı olmayıp meşinin üstüne yapılana yekpare şemse; parça hâlinde kesilip yerleştirilerek yapılana parçalı şemse; etrafı zincir şeklinde bordürlü olana zincirli şemse; kapakların mukavvası oyulup, içine kabartma olarak oturtulana gömme şemse; şemse kısmı zeminden farklı renkte olana mülevven şemse; sırf altın yaldızla basılana mülemma? şemse; kesilerek oyulmuş deriden yapılana müşebbek (katı'a) şemse; cildin üzerine kalıpla kabartma olarak basılan ve üzerine yaldız vurulmayana soğuk şemse; motif kalıbının zemini altınla doldurulmuş, motifler kabartma şeklinde üstte ve deri renginde bırakılmışsa alttan ayırma şemse; zemin olduğu gibi bırakılıp, yalnız motifler altınlanmışsa üstten ayırma şemse denilir. Şemseler Anadolu Selçuklu ve XV. yüzyıl Osmanlı kitap kaplarında genellikle yuvarlak, dilimli, nadiren beyzidir. XVI. yüzyıldan itibaren ise oval biçimde ve salbeklidir. Şemse, salbek, köşebent kompozisyonunu kenarlarda bordur çevirir. Klâsik Türk cildlerinde genellikle şemse ile köşebent arasındaki kısım boş bırakılmış, az sayıda cildde ise bu kısım da süslenmiştir. Şemselerde genellikle rûmî ve hataî motifler, geometrik biçimler kullanılmıştır. Motif yerleşiminin çoğu zaman (S) harfi biçiminde bir hat gelişimi üzerinde oluştuğu görülür. Süslemelerde adeta bir ters simetri vardır. Şemseli kap: Kabında şemse bulunan kitap cildlerine denir. Şemse, cildin sağ kapağı üzerine yapıldığı gibi, iki kapağa, iç kapak veya miklebe de yapılmıştır. Şerh: Bir kitabın ibaresini kelime kelime açıp izah ederek yazılan kitap. Şeş kalem: 1- Eski yazıda kullanılan altı yazı türü. Bk. Aklâm-ı sitte; 2- Bu altı yazı türünün altısını da çok güzel yazan sanatçı. Şeşhane nokta: Kur'an-ı Kerini'd.e ayet aralarında görülen altıgen biçimli süslü nokta. Şikâf: Boya ile yaldızın birlikte kullanılması suretiyle yapılan süsleme. Halkârın hafif renklendirilmiş seldi. Yazma kitaplarda, sayfa kenarlarında bu tür süslemeler çok görülür. Şikeste: Eski yazı çeşitlerinden birinin adıdır. Kırık dökük şekilde? olduğu için bu ad verilmiştir. Kırma da denilir. Ayrıca talik yazının bir çeşidine de şikeste denir. Şiraze: Klâsik ciltte kitabın yapraklarını düzgün tutan bağ ve örgü. Elle örülür ve 2 adet ince, uzun iğne ile çeşitli örgülere göre değişen kalınlıkta iki renk ibrişim kullanılır. Cilt yapılacak kitabın sayfalan cüz cüz alınır. Ustalık ve zevke göre yanyana dikilir. Dikişte kullanılan ipin uçları uzun bırakılır. Buna kanad denilir ve kitabın cilde bağlanmasını sağlar. Esas cüzleri birbirine ekleyen kısım şirazedir. Kolonları formaların ortasından alınanlara nişanlı şiraze, gelişigüzel yerlerden alınanlara saplama şiraze denilir. Çeşitleri; sıçandişi, sağ sol yolu, tek baklava, çift baklava, geçmeli, alafranga... Modern ciltlerde de şiraze taklidi olan yapıştırma şeritler süs olarak kullanılmıştır Şirmaga: Sapı balık derisi kaplanmış bıçak şeklinde kalemtraş. Şukka: Arapça «parça» demektir ve kâğıt parçası anlamında kullanılmıştır. Yazma eserlere sonradan eklenen yazılara şukka denilir. Küçük ayrı kâğıtlara yazılıp sayfa aralarına yapıştırılmıştır. Şükûfe: Mushaflarla yazma kitapların basma çiçek şeklinde yapılan süsleme. Bu süsleme altın üstüne üstübeçle yapılır. Şükûfe, Farsça «çiçek» demektir. Şükûfe üslûbu: Tabiî ve üslûplanmış şekildeki çiçeklerle yapılan süsleme tarzı. Çiçek minyatürleri, demet, buket, yazolu, vazosuz çiçekler, tek çiçekler şeklinde yapılmıştır. XVIII - XIX. yüzyılların Türk süsleme biçimidir. |
Cevap : Sanat Ansiklopedisi - Sanat Sözlüğü
Tabaka: înce yaprak hâlindeki kâğıda verilen ad.
Tahrif-i kalem: (Kalem değiştirme). XIII. Yüzyılda Amasyalı bir Türk olup, Abbasî halifesi'nin kölesi olan Yakut al-Musta'simi, o zamana kadar düz olan kamış kalem ucunu eğri keserek tahrif-i kalemi bulmuştur. Tahrîr: Sayfanın yazı kenarlarını çevirmek üzere dört tarafına çekilen çizgi; cedvellerin kenarına çekilen değişik renkli çizgiler; boya veya altınla işlenen süsleme şekillerinin çevrelerine daha koyu renkte ve çoğunlukla mürekkeble geçirilen çizgiler. Tahrir çekmek: Satırlar arasına yapılan yaldızların etrafina ve yazı çevresine mürekkeb ve fırça ile çizgi çekmek. Tahrirli halkâr: Yazma kitapların sayfa kenarlarına altınla yapılan çiçek ve şekillerin, etrafına tahrir çekilmiş olanlarına verilen ad. Ta'kihe: Bk. Ayak. Talik: Yatık çizgileri uzun, dik çizgileri kasa bir yazıdır. Yaygın ve hafif sağa, geriye yatıktır, iranlıların kullandığı bu yazıya Osmanlılar talik, İranlılar ise nestalik demişlerdir. Talik, levha, kitabe ve kitap yazısıdır. Osmanlılarda ekseriya levhalarda kullanılmıştır. Yesarizâde Mustafa İzzet Efendi bu yazının en büyük ustasıdır. Talik'in üç çeşidi vardır. Şikeste, çârdank, kamış kalem. Şikeste, nesihe yaklaşan toparlanmış talik; çârdank, talik sülüsü; kamış kalem ise talik celisi, yani iri taliktir. Talik'ın incesine, hafi veya ince talik yahut hurda talik denir. Talik kâğıdı: Talik yazı yazmak için hazırlanan kâğıtlara verilen ad. Nakışlı ya da ebrulu bir kağıt üzerine bundan 4-5 mm ufak olan Hind âbadisi veya benzeri kâğıt ortasından yapıştırılırdı. İstanbul'da bu kâğıdı hazırlayanlar kâğıdın köşelerine soğuk damga basarlar yahut altın varak üzerine isimlerini yazarlardı. Ta'likat: Bir kitabın içindekileri tashih veya açıklama maksadıyla sayfa kenarlarına yazılan yazılar. Yazma eserlerde bu tür yazılara sık rastlanır (derkenar). Bazan da bu tür yazılar ayrı bir eser meydana getirir. Bunlara da ta'likat denir. Talip Mert: Hat sanatçımızdır.Bakınız geleneksel sanatlar/hat-tezhip/sanatçılar. Taraklı ebru: Ebru için boya hazırlanırken sudaki boyalara tarakla şekil verilmek suretiyle elde edilen ebru. İnce yollu bir görünümü yardır. Tarama ebru: Gelgit ebrusu da denilir. Kitreli suya konulan boyalar bir iğne ile düzeltilerek bu desen elde edilir. Tarif: Yazı öğrenenlere, hocaları tarafından meşk etmeleri için verilen örnek. Tarrâh: Süslemeci, desen çizen sanatkâr. Eskiden resim yapanlara, özellikle bahçe resmi yapanlara verilen addır. Tashih kalemtraşı: Ufak boyda, küçük söğüt yaprağı biçiminde kalemtraş. Burunları kavisli değil de üçgen şeklinde yapılan ve büyük yazıların tashihinde kullanılan kalemtraşlar da vardır. Taslamak: Cildlerin ve kitap mahfazalarının hazırlanması anlamında kullanılan bir terim. Tasvir: Resim, Bk. Nakış. Tavlama: Kâğıdın sertliğini gidermek için yapılan işleme denir. Aharı çok olan ve sert kâğıtları birkaç defa tek tek soğuk sudan geçirip, ıslakken birbiri üzerine koyup, rüzgârsız bir yerde gölgede kurutmak suretiyle uygulanır. Tavşan ayağı: Tezhibde altının tozlarını toplama ve süpürme işinde kullanılan fırçanın adıdır. Bu iş için çoğunlukla tûylü tavşan ayağı kullanıldığından bu ad verilmiştir. Teber: Ucu sivri demir. Cildçilikte altın yaldız üzerine tarama süs yapmakta kullanılır. Tebyiz: Bk. Beyaza çekme. Tefe: 0n tane altın varağa deste, on destesine tefe (veya defe) denir, Tek aharlı: Üzerine bir defa ahar sürülen kâğıtlara verilen ad. Tek dikiş: Cildçilik terimi. Tek dikişle dikilen cildli kitaplar için kullanılır. Tek göbek: Yalnızca ortasına şemse yapılmış cildlere verilen ad. Tek kuzu: Bk. Kuzulu cedvel. Tek nüsha: Bilinen yalnızca bir tane nüshası olan eser. Tek pervaz: Kenarlarına yalnız bir renkte kâğıt yapıştırılmış olan levhalara verilen ad. Tekali: Eski kâğıt çeşitlerinden birinin adıdır. Tek bir sayfadan ibarettir. Aynı kâğıdın iki sayfalı olanına cift ali denilirdi. Teker: Cildçilikte, kapların üzerine yekşah yapmak için kullanılan âletin adı. Buna yekşah demiri de denir. Etrafında ufak dişleri bulunan saat çarkına benzer madenî bir dairedir. Yaldızların üzerinden yürütülünce «yekşah» adı verilen noktalar meydana gelir. Telatin: Bir çeşit sağlam ve yumuşak sahtiyan olup, kendine özgü hoş bir kokusu vardır. Telhis:1- Bir kitap veya fikrin özetini veren kitap ya da yazı. 2- Sadrazamların günlük olaylar özeti. Temellük kaydı: Yazma eserin ait bulunduğu kişiyi veya kitaplığı bildiren yazı, kayıt. Genellikle zahriyede bulunur. Temme: Eski yazıyla yazılan kitapların bittiğini belirtmek üzere son sayfaya konulan işaret. «Bitti, tamam oldu» anlamına gelir. Temmet: Yazma eserin bittiğini gösteren işaret. Kısaca üç mim veya tek mim konulduğu da olmuştur. Tenazur: Tersine denk durumlu olan süsleme şekilleri, simetri. Tenekâr: Mukavva yapılırken, kabı kurttan korumak için kolaya katılan bir madde. Tev-emân: ikizler. Bir yazı çeşidi. Tevkî: 2-3 mm kalınlığında ve kelimelerin arası birleştirilerek yazılan yazı. Osmanlı Divanî yazısının esasını teşkil etmiş, berat ve fermanlarda kul-lanılmıştır. Bazı eski tuğraların imzalarında da bu yazıya rastlanır. Ayrıca tuğra kelimesinin Farsçası nişan, Arapçası tevkiî'dir. Tevkiî: Bk. Tuğraî. Tezhip: Yazma kitaplarla murakkalarda, boya ve altın tozu ile yapılan her türlü süsleme işine tezhip denir. Böyle eserlere müzehheb, "tezhip yapanlara ise müzehhib denilir. (Bk. Geleneksel Sanatlar, Hat&Tezhip, Tezhip Nedir?.) Tezhibci: Tezhib yapan, müzehhib. Tezyinat: Süsleme, bezeme. Tığ: Tezhibde desenin bitiminde kullanılan bir yardımcı süsleme motifidir. Süslemeden boş kısma geçiş, pek az örnek dışında, daima tığlarla yapılmıştır. Tığlarda motif genişten dara geçmekte, incelerek son bulmaktadır. Tığlar genellikle mavi ile çekilmiş, ancak eserine ve tezhibine göre bu renge altın, kırmızı ve yeşil renkler de katılmıştır. Tılâ: Eskiden hattatların aharladıkları kâğıdın üstüne, kağıdı kayganlaştırmak için sürdükleri madde. Tırnak mühre: Şemse kapları parlatmak için kullanılan, açılmış kurşun kalemi şeklindeki mühreye verilen ad. Damar mühresi de denilir. Tirşe: Parşömen, üzerine yazı yazılacak şekle konulmuş hayvan derisine verilen ad. İyisi genç dana derisinden, adîleri koyun ve keçi derisinden yapılırdı. Eski yazılara göre tirşe şöyle yapılırdı: Deri, kılları kesilip kireçlendikten sonra ağaçtan bir dayanak üstüne serilir, içi kazınarak, yapışık kalmış et ve yağ artıkları kaldırılır. Bol su ile yıkanır, temizlenir. Tahtaya gerilir, ete yapışık kısmına ince elekten geçirilmiş tebeşir tozu serpilir ve yüzeyi sünger taşı ile düzeltilir. Kıllı yüzeyi de sünger taşı ile düzeltilir. Bu işlem sırasında çok dikkat edip deriyi yıpratmamak gerekir. Böylece hazırlanan deri çerçeveye gerilerek özenle saçak ve kuru havada kurutulur. Elde edilen tirşe (parşömen) ince ve beyazdır. Tirşe beyaz, sarı ve kırmızı olmak üzere üç çeşittir. Yazı derinin bir yüzüne yazılır. Ak deri adı da verilir. Ayrıca altın inceltmekte kullanılan deriye de tirşe denilir. Tiyn-i hikmet: Hattatlar tarafından tebeşire verilen addır. Tebeşir çuhaya sürülür ve tebeşirli çuha gezdirilmek suretiyle kâğıdın yağlılığı giderilirdi. Bu işlem kalemin kâğıdın üzerinde gereğinden fazla kaymaması için yapılırdı. Torba: Ciltçilik terimi. Kitap kapları taşlanırken derinin yapıştırılmasından önce, kitabın üzerine iki taraflı konulup uç tarafı kitabın kalınlığına göre yapıştırılan kâğıdın adıdır. Körük bunun üzerine yapıştırılırdı. Toz varak: Tezhib ve cilttee kullanılan, altın tozundan yapılma varaklara verilen ad. Altın tozu, sıkıştırılarak yaprak haline getirilmiştir. Tuğ: Bk. Tuğra. Tuğra: Padişahların nişan ve yazılı alâmeti, bir nevi imzasıdır. Saltanatın kaldırılmasına kadar kullanılmış, hat sanatının bir kolu olarak da giderek gelişmiştir. (Bk. Geleneksel Sanatlar, Tuğra.) Tuğra-nüvis: Bk. Tuğraî. Tuğraî: Berat, ferman gibi evraka tuğra çekme işini yapanlara verilen unvan. Tuğra-nüvis ve tevkiî de denilirdi. Turna gagası: Bk. Dönbaba. Türk rokokosu: XVIII. yüzyılda Türk süslemeciliğinde Batı'nın oluşturduğu Barok, Ampir ve Rokoko stilleri mahallî karakterlerle karışarak «Türk rokokosu» adı verilen yeni bir üslûbun doğmasına yol açmıştır. Tüy kalem: Kaz, ördek ve benzeri hayvanların tüy telekleri, saplarından tıpkı kalem gibi sivriltilerek yazı ve nakışta kullanılmıştır. |
Cevap : Sanat Ansiklopedisi - Sanat Sözlüğü
Uhra: Minyatürde desen çizerken kullanılan kiremit rengi boyanın adı. Bk. Minyatür.
Ulama: Yazma kitaplarda yazı ve sayfa kenarına su olarak yapılan birbirine bağlı kanca şeklinde süsleme. Übeyde Özgür: Tezhip sanatçımızdır.Bakınız geleneksel sanatlar/hat-tezhip/sanatçılar. Üç beyaz nokta: Tezhip terimi. Zemin doldurmak amacıyla, küçük bir üçgenin köşeleri dizilişiyle konulan beyaz boyalı üç noktaya verilen ad. Üç iplik rûmî: Tezhib terimi. Levha kenarlarının iç pervazına zencirek yerine resmedilen rûmî şekillerden oluşan kenar şeridine verilen ad. Örgü şeklinde dizilmiş üç çizgide motifler yer almıştır. Ümmü'l-hat: Bk. Sülüs. Ünsî: Kamış kalemin iki parçadan meydana gelen kesik kısmının yazandan yana olan tarafına verilen ad. Diğer kısmına vahşî denir. Menakib-i Hünerveran, s. 10'da, hat çeşitlerine göre vahşî ve ünsî oranı belirtilmiştir. Tuğrakeş Hakkı Altunbezer'in tanıdığı büyük hattatlar hakkında verdiği bilgilere göre; «Şeşkalemde maharet sahibi olan Rakım Efendi'nin, Eğrikapılı Rasim Efendi'nin, Kazasker Mustafa İzzet Efendi'nin, Şefik Bey'in, Sami Efendi'nin kalemlerinin ünsîsi ve vahşîsi müsavi surette idi». Üstadân-ı Seb'a: «Yedi üstad» anlamına gelen bir terimdir. Yâkut-ı Musta'sımî ile Ergun Kâmil, Abdullah Sayrafî, Yahya-yı Sofi, Mübarekşah-ı Süyufî, Mübarekşah Kutub ve Şeyh Ahmed Sühreverdî adlı öğrencilere hattatlarca bu isim verilmiştir. Şeyh Hamdullah, oğlu Mustafa Dede, damadı ve öğrencisi Şükrullah, öğrencileri ve halazadeleri Celâl oğlu Muhyiddin ve kardeşi Cemalüddin ile Ahmed Karahisarî ve Amasyalı Abdullah Çelebi; Hamdullah tarzı bir okul geliştirmişler ve Osmanlılardaki Üstadân-ı Seb'a'yı teşkil etmişlerdir. Üstten ayırma şemse: Zemin deri renginde bırakılarak, yalnız kabartma şekillerin, altınlanması suretiyle yapılan şemse. Üstübeç: İsfidaç da denilir. Ahar yapımında da kullanılan beyaz maddedir. Üstün: Eski yazıda harfleri a, e sesiyle okutmak için harfin altına konulan küçük yatay çizgi. Üstünlü esreli: Halk arasında harekeli yazıya verilen addır. |
Cevap : Sanat Ansiklopedisi - Sanat Sözlüğü
Vahap Demirbaş: Suluboya sanatçımızdır.Bakınız resim/suluboya/sanatçılar
Vahap Taşkınsoy: Suluboya sanatçımızdır.Bakınız resim/suluboya/sanatçılar Vahşî: Kamış kalemin ortası kesik ucunun yazıdan yana olan kısmına verilen ad. Yazandan yana olan kısmına ünsî denir. Nesih, sülüs, rik'a'da vahşî taraf ünsîden dar, divanî, kırma ve deşti'de daha geniş, nestalik'te ise ikisi de eşit olur. Vakfe: Durak, durulacak yer; nokta. Bk. Durak. Vakfe gülü: Ayetlerin sözbaşlarına veya sonlarına konan ve nokta görevi yapan tezhibli çiçeklere verilen addır. Vakıf gülü: Bk. Vakfe gülü, GÜL Vakıf kitap: Herhangi bir kütüphane, cami ve benzeri bir kuruma vakıf olarak verilen kitap. Böyle kitaplarda genellikle vakıf mührü bulunur. Vakıf kitaplık: Toplumun yararlanması için sonsuz olarak bağışlanmış bulunan kitaplık. Padişah, sultan ve devlet adamlarının kurdukları vakıf kitaplıkların birçoğunun koleksiyonları bugün Süleymaniye Kütüphanesi’nde bulunmaktadır. Varak: 1- Yaprak, tabaka.2- Yazma eserlerden her bir yaprak. Ön yüzü (a), arka yüzü (b) olarak numaralanır. Varak altın: Bk. Altın varak. Varakçı: Varak altın hazırlayan ustalar. Varakçılık: Altın eziciliği. Vâsıtî: Kamış kalemlerin iyi cinsinden birine verilen ad. Gelibolulu Âlî, Menakib-i Hünerveran'da «Tahkik-i hakik hoş-nüvisan-ı cihan ve rakam giran-ı maarif-nişan olan üstâdlara vâcibdir ki kalem kısmının elbette vasıtisini kullanalar» demektedir. Vasla: İlk tuğraların bir kısmında padişah ve babasının isim ve unvanları ile tuğrayı tamamlayan işaretlerden başka bazı şekiller daha bulunmaktadır. Bunlardan ilk defa bahseden P. Wittek, bu şekillere «Vasla» adını verir. Wittek'e göre vaslalar tuğranın bizzat tuğra sahibi tarafından çekilmiş olabileceğini gösterir. Bilinen vaslalı tuğralar : Orhan, I. Murad,I. Bayezid, Emir Süleyman, I. Mehmed, II. Murad (Şehzadelik tuğrası), II. Mehmed (Şehzadelik tuğrası). Vassal: Bozulmuş ve dağılmış elyazması kitapları tamir eden ve kâğıtları yenileyerek sayfaları birbirine birleştiren (vasi eden) sanatkâr. Sayfaları yapışan eski yazılı bir kitabın sayfalarını ayıran sanatkâra da vassal denir. Vassale: 1- Kâğıtları bozulup yırtılmış yazma eserlerde bu kısımlara kâğıt eklenerek yapılan tamir biçimi. Her iki kâğıt tıraş edilip birbiri üzerine bindirilmek suretiyle tamir yapılır ve ek yeri belli olmaz. 2- Yazma kitaplarda kırılmış cedvellerin (cedvel kesiğinin) tamirine de bu ad verilir. Çerçeve vaziyetinde kalan yan kâğıtlar, dikkatle ortalarından yatay biçimde ikiye ayrılarak, asıl çerçeve içinde kalan yazılı kısmın kenarları inceltilir ve çerçevenin ayrılan kısımları arasına sokulup, muştalamak suretiyle yapıştırılır. 3- Metnin yazıldığı kâğıt ile yazı dışında kalan bölümü meydana getiren kâğıdın ayrı cinslerden olması durumu. Vazolu çiçek motifi: Daha çok lake kitap cildlerinde görülen realist çiçek motiflerinin bir türüdür. Veziri: Yazma eserlerin dört köşe ve kare biçimlilerine verilen ad. Bu kitaplar çoğunlukla küçük boyutlu olurdu. |
Cevap : Sanat Ansiklopedisi - Sanat Sözlüğü
Yakup Cem: Yağlıboya oryantal resim ve minyatür sanatçımızdır.Bakınız geleneksel sanatlar/minyatür/sanatçılar.
Yakut tarzı: Meşhur hattat Yakut-ı Muta'sımi’nin yazdığı biçimdeki yazılara denir. Bu şekildeki yazılarda sayfa iki veya.üç kısma ayrılır; her kısmın bir satırı sülüs, diğer satırları nesihle yazılırdı. Yaldız: Bk. Altın yaldız. Yan kâğıdı: Ciltçilik terimi. Araya konan ve Acem kösteği (b. bk.) kendisine yapıştırılan kâğıda verilen ad. ; Yapıştırma şemse: Altın yapıştırıldıktan sonra üzerine kalıp basılmak suretiyle yapılan şemselere verilen ad. Yaprak: 1- Varak (b. bk). 2- Yaprağa benzer süsleme motifi. Yaprak demeti: Yalnız yapraklardan meydana gelen süsleme motifi. Yaprak nokta: Düzgün yapraklardan oluşan nokta. Yastık: 1- Yaprak altının bıçakla üzerinde kesildiği âletin adı. 2- Tezhipte, altın varakları istenilen büyüklükte kesmek için, varağın altına konan deriye de yastık denir. 3- Şiraze altındaki deri. Şiraze bunun üzerine oturur. Yavru kalemtraş: Bk. Kalemtraş. Yazı çekmecesi: Eskiden yazı takımlarıyla, kâğıt, kalem ve diğer malzemenin konulduğu kapaklı küçük sandıklara verilen ad. Odada hattatın oturduğu sedir üstüne konurdu. Sadeleri olduğu gibi işlemeli ve sedeflileri de vardı. Yazı hududu: Levha ve murakkalarda yazının etrafına çekilen çizgilerin bütününe verilen ad. Bu çizgilerin etrafına ya tezhip yapılır veya altın sürülür. Yazı kalemi: Bk. Kalem. Yazı-resim: Eskiden bazı hattatların, yazılarını resim biçiminde düzenlemeleri sonucunda ortaya çıkan istif yazısı. Leylek, armut, kayık, şahin, arslan biçiminde yazılar meşhurdur. Yazı takımı: Yazı yazmakta kullanılan âletlerin tümü. Takım genellikle kenarlı bir tepsi içinde iki hokka, bir rıhdan, bir süngerlik, bir kalemtıraş, bir makta ve bir makastan meydana gelirdi. Yazılı cilt: İç kapak ve mikleb içi bordürlerinde âyet veya beyitler yazılmış olan cilt. Yazma: Basılmamış, yazılarak çoğaltılmış. Yazma cilt: Üzerleri sıvama varak altın yahut ezme altın sürülmek suretiyle kaplanmış olan deriden ciltlere verilen ad. Yazma şemse: Kabartmalı olmayan şemse. Yekpare su: Bk. Kesme. Yekpare şemse: Kitap cildlerinde kabın tamamını kaplayan meşinin üzerine yapılan şemse. Yekşah: 1- Demirden âlet. 2- Yaldız sürülmüş deri zemine yekşah demirini kakmak suretiyle yapılan cilt. Bu ciltler XVIII. yüzyılda çok görülür. Yelen: Kamış kalemin açılması sırasında çıkan tozların temizlenmesinde kullanılan tüyün adıdır. Kuş ya da tavuk tüyündendir. Yeşil altın: Altının gümüşle karışmasından meydana gelir. Altınlar arasında güzel bir fark gösterdiğinden tezhipte kullanılmıştır. Yılankavi: Yılan gibi, S şeklinde kıvrılmış süslemelere verilen ad. |
Cevap : Sanat Ansiklopedisi - Sanat Sözlüğü
Zahriye: 1- Mektup veya kâğıdın arka tarafına yazılan yazı; arkasındaki şerh. 2- Yazma eserlerin başlık bulunan ilk sayfasından önceki, temellük kaydı bulunan, çoğunlukla tezhipli ve bazan da boş sayfalarına zahriye adı verilir. Bu sayfalarda bazan kitap başlığı, müellifi, meşkurların hükmü, bir beyit v.b. yazılar bulunur.
Fatih, devri kitaplarında zahriye çift sayfa halindedir. Kimi sayfayı tamamen kaplar, kimi de madalyon biçimindedir. Genellikle ilk sayfada kitabın Sultan Mehmed bin Murad Han'ın mütalâası için yazıldığını gösteren kayıt, ikincisinde ise kitabın ve müellifin adı vardır. Zamk-ı Arabi: Ezme yaldız, varak altın ve mürekkep yapımında kullanılan kimyevî madde, Arap zamkı. Zarf: Bir şeyi kavrayan, çevreleyen. Yazma eserlerde kap ve metin harici kısımlar anlamına gelir. Zemin doldurma: Bir tezhibin şekli belli olup, altınları sürülerek tahriri bitince, araları uygun renklerle boyanırsa buna zemin doldurma denir. Zencirek: Yazma kitapların sayfa kenarlarına ve levha yazılarının etrafına, iki çizgi arasında altın yaldızla yapılan zincirleme halkalar şeklindeki süsleme suya verilen ad. Zercedvel: Yazma eserlerde sayfa kenarlarına altınla çekilen çizgilere verilen ad. Zerduva cild: Kadife kaplı cild. Zerdûz: 1- Altınla iş yapan. 2- Altınla yapılmış iş. Zerdûz Cild: Kitabın kabını teşkil eden mukavvanın göbek ve kenarı kesilir; buraya yerleştirilen kadife; altınla işlenerek zerdûz cild yapılırdı. Buna zerdûz kap da denilmiştir. Zerdûzan: Altın işleyenler. Zerdûzî: Deri üzerine altın işlemeli cild. Zerefşan: Altın serpmek, püskürtmek; püskürtme altınla yapılan süsleme çeşidi. Varak altın toz hâline getirilip jelatinli su ile karıştırılır. Daha sonra fırça ile (veya elek üstünden), jelatinli su ya da yumurta akı sürülmüş kâğıda serpiştirilir. Zermühre ile parlatılır. Eski ve kıymetli kitaplar çoğunlukla bu tür kâğıt üzerine yazılmıştır, Zerender-zer: Süsleme terimi. Sarı altın üzerine yeşil altınla yapılan süsleme. Zerender-zer nokta: Altın zemin üzerine tekrar altınla, düzgün şekillerle yapılan nokta. Zerendûd: Altın yaldızlı. Kâğıdın üzerine sıvama altın sürülmesine verilen ad. Çoğu minyatürler bu altın üzerine yapılmıştır. Zerkâr: Altın işleme; sırma ile işlenmiş. Zermühre: Altın parlatmak için, akik, Süleymanî taşı, yeşim veya ağaçtan yapılan, ucu sivri ya da toparlak ve bir çubuğa bağlı âletin adı. Mazgala da denilmiştir. Bununla parlatılmış işlere Pesend denilmiştir. Zernişan: îrili ufaklı altın noktalarla süslenmiş kâğıtlara verilen ad. Ord. Prof. Dr. A. Süheyl Ünver'in anlattığına göre kalbur üzerine altın varak konularak üzerinden kuru bir fırça geçirilir; altın, düzensiz iri parçalar hâlinde, kalburun altındaki kâğıt üzerine yayılır. Bu tür altınlanan kâğıtlar çok kıymetlidir. Zernüvis: Altın yaldızla yazı yazan hattat veya müzehhib. Zerrin kalem: Altından yapılmış kalem. Bk.Kalem. Zerşikâf: Boyalı halkâr. Boya ile yaldızın birlikte kullanılmasıyla yapılan süslemeler. Bk. Halkâr. Zervarak: Eski kâğıtlar aharlanıp mührelendikten başka bir de üzerlerine altın serpme yapılırdı. Buna zervarak denir. Altın serpme şöyle yapılırdı: Bir fincan içine birkaç tane nohut konur ve bu fincan içine de altın tozu dökülür. Bir kâğıt üzerine zamk sürülür ve ağzına tülbend gerilmiş fincan bu kâğıt üzerinde sallanır. Tülbentin deliklerinden sızan altın zerreleri kâğıt üzerine dökülerek bir tabaka teşkil eder. Zevane: Bk. Lika. Zeyl: Doğu yazmalarında, bir konunun birbirini izleyen yazarlarca belirli zaman çerçevesi içinde sürdürülmesiyle meydana gelen eser. Zırnık: Sarı mürekkep. Zilbahar cild: Üzerine ezme altınla, fırça kullanılarak geometrik çizgiler çizilmiş, kesişen hatlar arasına yaldız ve noktalar konulmuş deri cildlere verilen ad. Kafes de denilmiştir. Süsleme, kapağın ortasını veya bütün yüzünü kaplar. Bazan cild mahfazasında da aynı süsleme görülür. XIX. yüzyılda çok rastlanır. Kelimenin zerbahar şeklinde söylenmesi gerektiğini ileri sürenler varsa da, kayttlarda hep zilbahar olarak geçmiştir. Zincirli şemse: Bk. Şemse. Zîr-i meşk: (Zîr: Alt, aşağı) Eskiden yazı yazmak için kâğıdın altına konan altlığa verilen ad. Zülfe: Sülüs yazısında eliflerin ucundaki çengellere verilen ad. Zülfe, Arapça «ufak saçak» demektir. Elifin çengeli de saçağa benzediğinden bu adı almıştır. Ayrıca tuğların yanlarındaki küçük bayrak şeklindeki kavislere de zülfe veya zülüf denilir. Zülüf: Bk. Zülfe. |
Cevap : Sanat Ansiklopedisi - Sanat Sözlüğü
A
AÇIK KOMPOZİSYON (Open Composition) : Resim düzlemi üzerinde betimlenen gerçekliğin, gerçekte resmin sınırları dışında da sürüp giden doğal gerçekliğin bir parçası olduğu izlenimini verecek şekilde kompoze edilmesi. Kapalı kompozisyonun tam karşıtı bir sanatsal davranış biçimidir. Açık kompozisyon, asıl gerçekliğin tüm öğelerini resim düzlemi içine sığdırmayı amaçlamaz. Tersine, böyle bir çabanın olanaksız olduğunu varsayar. Açık kompozisyon doğadaki gerçeklik düzleminin bir kesimini içeren bir çerçeve gibi de düşünülebilir. Rönesans'ın aksine, Barok açık kompozisyonu yeğlemiştir. AKADEMİZM (Academicism) : Akademizm sözcüğü, bir sanat dalında her türden yeni atılımı yadsıyasak, değişmez olduğu varsayılan onaylanmış, standartlaşmış ilke ve kurallara uygun olarak çalışmak anlamında kullanılır. Yeni sanatsal arayışlara karşı çıkan bir tutumu ifade ettiği için, sözcük olumsuz niteliktedir. ALLEGORİ (Allegory) : Bir öykü, bir düşünce ya da kavramın figüratif bir simge halinde betimlenişi. ALTIN ORAN (Golden Section) : "Altın Bölüm" ya da "Altın Kesit" de denir. Herhangi bir geometrik biçimde, varlığı ESTETİK bir üstünlük sayılan ORAN. Parçalar arasındaki orantıda, küçük parçanın büyük parçaya oranı, büyük parçanın bütün parçaya oranına eşittir. Cebirsel olarak; a/b= b/ (a/b) biçiminde ifade edilir. Parçalar arasındaki oranın değeri olan 1.618 ya da ykş. 3/5, "altın sayı" adını alır. Altın Oran geometrik olarak, iki kareden oluşan bir dikdörtgenin köşegeni aracılığıyla kurulur. Antik Çağ' dan bu yana matematikçilere ve sanat kuramcılarına konu olan Altın Oran, bu adı 19.yy' da almıştır. Eski Yunanlılar' ın kısaca bölüm olarak adlandırdıkları bu orana , İtalyan matematikçi Luca Pacioli divina proportine; LEONARDO DA VINCI ise sectio aurea adını vermiştir.Altın Oran' ın aritmetik, cebir ve geometri özellikleri taşımasının yanısıra, doğada, müzikte ve insan vücudunun organları arasında varolan çeşitli oranlarla da yakın ilişkisi bulunduğu, bütün öteki oranlara üstünlüğününse çeşitlilik içinde birlik özelliğinden kaynaklandığı öne sürülür. Bazı kaynaklara göre, insanlar , Altın Oran' a yaklaşan orantıları daha çok beğenmektedir. AMORF ( fr. Amorfe) : BİÇİM' i belirli bir düzene uymayan. Tanımlanması zor, düzensiz biçimlerde bulunan mineral, madde ya da nesneler için kullanılır. AMULET (İngilizce) : Kötülükleri uzaklaştırdığına, uğur getirdiğine, hastalıkları iyileştirdiğine ve özel güçlere sahip olduğuna inanılan , doğal ya da insan eliyle yapılmış nesne; bir tür nazarlık ya da muska. Üstte taşınabildiği gibi çeşitli yerlerde de saklanabilir. Değerli taşlar, metaller, hayvan dişleri ve pençeleri gibi pek çok nesne amulet olarak kullanılmıştır. Amuletin kökeni Eski Mısır'a dayanır. Mısırllar kendilerini kötü günlerden, düşmanlardan ve tehlikelerden korumak için SKARABE, engerek başı, sembolik gözler ve KARTUŞ gibi amuletler kullanmıştır. Pek çok uygarlıkta da hematit, yeşim, ametis, LAPİS LAZULİ ve kantaşı gibi taşların kendilerine özgü koruyucu güçleri olduğuna inanılmıştır.Bir inanışa göre mercen, şeytanın evlerdeki kötü etkisini uzaklaştırma gücüne sahiptir. Hristiyanlıkta encolpia denen amulet , haçlar, aziz kemikleri vb. Dinle ilgili RÖLİK' lerdir. Boyna asılarak taşınanlar periapta, ikiye katlanabilenler pyctacium adını alır. ANKOSTİK RESİM (Encaustic Painting) : Eriyik halde balmumu BAĞLAYICI ile PİGMENTLERİN karışımından elde edilmiş BOYA' larla yapılan RESİM türü. Romalı bilgin ve yazar Yaşlı Pilinus' a (MS 23-79) göre, mermer üstüne yapılan ankostik resimde pigmentler balmumuyla, fildişi üstüne yapılanlarda da (cero- strotum/ cestrotum) bitkisel kökenli saydam zamkla karıştırılıyor, cestrum ya da viriculum adı verilen bir tür SPATULA ile zemine yayılıyordu. Cestrum' un bir ucu sivri olduğundan fildişi üstüne ince çizgiler de çizilebiliyordu. Cauterium olarak bilinen ve ısıtılarak uygulanan yuvarlak uçlu bir aletle, boyalı zemin üstündeki spatula ve fırça izleri gideriliyordu. Antik Çağ' daki belli başlı resim tekniklerinden biri olan ankostik resim, MÖ 4. yy' da YUNAN sanatçı Pausias tarafından yetkinleştirilmişti. Günümüze ulaşan en önemli örnekler, MISIR' da el- Feyyum Vahası' nda ROMA dönemine ait mezarlarda bulunan Feyyum Portreleri' dir (2. yy). Ankostik tekniği erken Hristiyan Sanatı' nda da ( GEÇ ANTİK) kullanılmış, ancak 8. ve 9. yy' larda unutulmuştur. 19. yy' da Fransız koleksiyoncu Kont Caylus' un (1692- 1765) araştırmaları aracılığıyla canlandırılmak istenmişse de başarılı olunamamıştır. 19. yy' da Fransa ve İngiltere' de çeşitli karışımlar denenmiş, alman Ressam Julius Schnorr von Carolsfeld (1794-1872) orijinale en yakın karışımı uygulamıştır. Günümüzde yaygın olmamakla birlikte balmumu ve reçine bağlayıcılı bir karışım kullanılmaktadır. ANONİM (Anonymous) : 1. Sanat tarihinde sanatçısı bilinmeyen yapıtlar için kullanılır. Özellikle, halk sanatı ürünleri anonim niteliktedir. 2. Antik Yunan dönemi öncesinde, Mısır ve Mezopotamya'da, tarih öncesinde sanat yapıtı anonimdir. ATMOSFER (Atmosphere) : Sanat yapıtının izleyici üzerinde bıraktığı etki, nedeni olduğu ruh hali. ATÖLYE : Tarihsel Gelişim: Tarih öncesi çağlarda ( PREHİSTORYA) zanaatçıların nasıl örgütlendiklerine ilşkin kesin bulgular olamamkla birlikte EL SANATLARI kapsamındaki ürünlerin önceleri aile işliklerinde üretildiği, ama daha zor işlenen metalin ( MADEN SANATI) kullanılmaya başlanmasıyla birlikte aile dışı bir örgütlemeye gidildiği varsayılabilir. Eski MISIR' da ya da MEZOPOTAMYA' da önemli yapıları inşasında da yapı ustalarıyla işçilerin belli bir hiyerarşi içinde çalıştıkları düşünülmektedir. Atölyelere ilişkin ilk arkeolojik bulgular Tel-el Amarna' nın ( Mısır) MÖ ykl. 1375' te kuruluşu sırasında kent dolaylarında ustalar için kurulan yaşama ve çalışma alanlarının varlığıdır. Aynı dönemde günlük kullanım eşyası genellikle evlerde ve aile reisinin denetimi altında üretilirken, özel yapım teknikleri gerektiren metal eşya çoğu kez gezgin ustalar tarafından ve geçici kurulan atölyelerde yapılmıştır. Yunanistan' da Antik Çağ' da üretilen SERAMİK' lerin üstün niteliği bu kapların geçici değil, yerleşik atölyelerde üretildiğini kanıtlamaktadır. Bu dönemde babadan oğula geçen aile ilişkileri giderek ortadan kalkmış, yerine, özellikle ünlü ressamların açtığı özel atölyeler yaygınlaşmaya başlamıştır. Büyük yapı projeleriyse genellikle yapı alanında toplanan ustalarla sürdürülmüştür. ROMA döneminde de ilk atölyeler aile işletmeleriydi. Daha sonra geç Cumhuriyet Dönemi' nde bu işlikler aile egemenliğinden çıkarak aynı atadan gelen soy gruplarının (gens) eline geçmiş ve bu gruplar uzun yıllar saray ayrıcalıklarından yararlanmışlardır. Kuşaklar boyu zanaatçı yetiştiren Roma dönemi atölyeleri bir süre sonra bir anlamda seri üretime geçmiş, dönemin beğenisini yansıtan farklı üsluplara bağlı olarak çalışmışlardır. İlk heykel atülyeleri de yine Roma döneminde açılmıştır. Roma' nın sanat atölyeleri genellikle babadan oğula geçerdi ama, aile bireylerinden çok, yöreden toplanan usta ve çıraklarla döndürülürdü. GEÇ ANTİK VE ERKEN HRİSTİYAN dönemiyle BİZANS döneminde sanatsal değerde üretim yapan atölyeler saray çevresinde toplanmaya başlamış ve giderek daha bürokratik bir örgüt niteliğine bürünmüştür. DUVAR HALISI, DOKUMA ve mücevherlerin yapıldığı bu tür büyük atölyeler desteklenirken özel atölyeler yok olmuştur. Büyük Constantinos ( I. Constantinus) döneminde (306-337), ustaların aileleri ve atölyeleriyle birlikte imparatorluğun her yanından Konstantinopolis' e ( İSTANBUL) gelmeleri özendirilmiş, aynı işle uğraşan atölyeler kentin aynı bölgesinde yerleşmiştir. Ortaçağ boyunca atölyeler, LONCA' larla birlikte hem üretim hem de eğitim merkezleri olmuş, saray manastır ya da kentler tarafından desteklenmiş ve korunmuşlardır. Bu tür büyük atölyelerde ya az sayıda müşteri için üstün nitelikli küçük eşya üretilmiş ya da yapımı uzun yıllar süren KATEDRAL' ler gibi büyük yapı projeleri yürütülmüştür. Ismarlayanlarla projeyi yürütenler arasında kurulan yakın ilişki sonucunda yeni yapım sistemleri denenebilmiş, ROMANESK ve GOTİK gibi birçok ÜSLUP bu atölyelerdeki denemelerin de etkisiyle biçim bulmuştur. Ayrıca, birer merkezi planlama ünitesi olarak da işlev gören ve mimari bezemelerle ilgili daha küçük atölyeleri bünyesinde barındıran bu tür atölyeler önceleri Fransız keşiş Suger gibi aydın din adamlarının denetimi altında çalışmış, daha sonra bu görevi kilise meclisi ya da İtalya' da olduğu gibi sivil yönetim üstlenmiştir. 13. yy' ın sonlarında atölyeler bir yandan projeler üretirken, bir yandan da bunları gerçekleştirmek için gerekli ustaları da bulmaya başlamıştır.Çoğu gezgin olan ustalar atölyenin başıyla birlikte kent kent dolaşırlardı. Üslupların bir bölgeden öbür bölgeye yayılmasında bu gezici atölyelerin önemli katkısı olmuştur. 14. yy' da sanatçı yaşam öykülerinin yazımına geçilmesiyle birlikte (VASARI) atölyelere ilişkin bilgiler de kesinlik kazanmaya başlamıştır. Atölyelerdeki usta, yardımcı ve çırak düzeni de yasalarla belirlenmişti. Usta hem atölyenin başıydı hem de yanında çalışanların eğitiminden sorumluydu. Çıraklık 13-14 yaşında başlar, beş- altı yıllık bir eğitimle sona ererdi. Bu süreyi izleyen üç- dört yıllık ikinci çalışma döneminden sonra zanaatçı artık usta sayılır ve dilerse kendi atölyesini açabilirdi. Eğitim işlevini 15. yy boyunca ve 16.yy' ın başlarında sürdüren atölyeler, 16. yy içinde akademilerin ortaya çıkmaya başlamasıyla yalnız üretime yönelmiştir. 18. yy ortalarında Endüstri Devrimi' yle birlikte KÜÇÜK EL SANATLARI makinelerde üretilmeye başlamış, sanatsal değerdekilerse tek tek sanatçılar tarafından üretilmiştir. Ortadoğu' da da atölyeler çoğu kez saraya bağlı çalışırdı. Özellikle MİNYATÜR, CİLT ve TEZHİP' in yanısıra HALI dokumacılığı gibi sanatlar bu saray atölyelerinde geliştirilmiş ve üsluplaşmıştır. Öte yandan Osmanlılar' da ilk saray atölyesi Fatih Sultan Mehmet (hd. 1451-81) döneminde Topkapı Sarayı' nda açılmıştır. " Nakkaşhane" (OSMANLI, Klasik Dönem) adıyla anılan bu atölyede küçük el sanatları üretiminin yanısıra İstanbul dışındaki bazı atölyeler için de desenler üretilmiştir. İznik ÇİNİ ve seramiklerinin doruk noktasını yaşadığı dönemlerde desenler Nakkaşhane' de geliştirilip üretim için İznik' e yollanıyordu. Osmanlı' nın HASSA MİMARLAR OCAĞI da benzer bir örgütlenme şeması içinde imparatorluğun hemen tüm mimarlık etkinliklerini yürütmüştür. B BAKIŞ AÇISI ( Viewpoint, Vantage Point) : Sanatçının bir konuyu resmetmek için baktığı varsayılan nokta. BİÇİM (Shape) : Bir nesnenin görme ya da dokunma duyuları ile algılanmasını sağlayan kendine özgü gerçekliği. BİÇİM BOZMA (Distortion) : Özellikle GÜZEL SANATLAR'da, fotoğrafta (FOTOĞRAFÇILIK) ve dansta verilerini doğadan alan ve belirli normların ya da normal (olağan) biçimlerin bulunduğu kabul edilen görüntülerde biçimi abartarak sunma, " normal" in göstergelerini tümüyle yok etmeden değiştirme. Biçimbozmada amaç, daha güçlü bir etki yaratmak ya da güçlü bir anlatım sağlamaktır. DIŞAVURUMCULUK ya da GOTİK sanat gibi duygu ve anlatımın vurgulandığı, izleyiciyle iletişimin etkili olmasının amaçlandığı sanat türlerinde biçimbozma yoğun olarak kullanılmıştır. Öte yandan özellikle 20. yy' ın serbest yaklaşımı içinde PICASSO ya da H. MOORE gibi bir çok sanatçı biçim olanaklarını artırmak için, kaynakları doğa olsa bile biçimbozmayı bir araç olarak kullanmışlardır. GERÇEKÜSTÜCÜLÜK' teyse biçimbozma, duygu ve düşlerdeki gerçekleri anlatabilmenin aracı olmuştur. Öte yandan YENİ- DIŞAVURUMCULUK gibi, "normal" kavramlara bağlı olmayan ve doğanın tüm görüntü kullanımlarından bağımsız biçim yaratan sanat üsluplarında biçimbozmadan söz edilemez; çünkü bu üsluplarda normalin ne olduğu hakkında belli ilkeler yoktur. Fotoğrafta biçimbozma çekim sırasında aynalar ya da merceklerle ya da çekimden sonra baskı sırasında mekanik ve kimyevi yöntemlerle görüntüyü değiştirerek elde edilir. BİYOMORFİK BİÇİM (Biomorphic Form) : SOYUT SANAT'ta geometrik biçimlerden çok bitki ya da hayvan biçimlerini anımsatan eğrisel dış çizgilerle oluşturulmuş biçimler. En tipik örnekleri ARP'ın resimlerinde görülür. BİRLİK (Unity) : Resimde tüm öğelerin koordinasyonu ile asıl temanın, amacın vurgulanacağı bir birlik yaratılması. BOYUT (Dimension) : 1. Bir nesnenin uzunluk ölçüsüyle ifade edilebilen büyüklüğü. 2. Sanat yapıtında boyut kavramı, onun algılayıcıyla olan ilişkisini anlatmaktadır. Örneğin, resim sanatı iki boyutludur. Resmin betimlediği obje yüzeysel olmasa bile, sanat ürünü onu iki boyutlu bir yüzey üzerinde sunmakta ve izleyicide onu iki boyutlu algılamaktadır. Buna karşılık, heykel üç boyutlu bir sanat yapıtıdır. Mimari ürün ise dört boyutlu sayılmaktadır. Çünkü, mimari ürünü kullanan kişi onu yalnızca eni, boyu ve derinliği bulunan bir obje olarak değil, içinde eylemde bulunulan bir yapıt olarak algılamaktadır. Kişinin yapıt içindeki ya da dışındaki sürekli devingenliği onu tek bir noktadan algılanan diğer sanat ürünlerinden ayırmaktadır. Mimari mekan zaman içinde değişen konuma göre, farklı sanatsal yaşantılar edinilmesini sağlar. O halde, en, boy ve derinlik boyutlarına ek olarak mimari yapıtta bir de zaman boyutu söz konusudur. C CHIAROSCURO (Chiaroscuro) : Yağlıboya resminde keskin karşıtlıklar yaratacak biçimde düzenlenmiş ışık-gölge dağılımı. İlk kez İtalyan ressamı Correggio tarafından 16. yüzyılın başında kullanıldı. Caravaggio ve izleyicileri bu tekniği geliştirdiler. Georges de la Tour bu alanda ilginç örnekler verdi. Rembrandt ise, en büyük chiaroscuro ustası sayılır. ÇEŞİTLİLİK (Variety) : Resimdeki ana temanın birliğinin çerçevesi içerisinde canlı ve zengin bir çeşitliliğin de elde edilebilmesi resmin albenisini arttıran önemli bir unsurdur. ÇİZGİ (Line) : Nokta olarak başlarlar ve her yönde "düz, kıvrımlı, kırık, kalın/ince, koyu/açık" olabilirler. ÇİZGİSEL (Linear) : 1. Bir yüzey üzerinde bir çizgi doğrultusunda yapılmış ya da düzenlenmiş betileri ve ya öğeleri niteler. 2. ince kontur çizgileriyle oluşturulmuş betileri ve bu tür betileri içeren resimsel yapıtları niteler. ÇİZGİSEL KOMPOZİSYON (Linear Composition) : Hareket eden bir noktanın yüzeyde bıraktığı iz olarak tanımlanabilecek olan çizginin, kompozisyonda üstlendiği, formu ortaya çıkaran, hareketi ifade etme, dokuyu verme, dengeyi sağlama gibi rollerin başat olduğu türdeki kompozisyonlar "çizgisel kompozisyonlar" olarak tanımlanır. Sanatın ilk adımlarının, Lascaux mağarasında olduğu gibi, çizgiyle atıldığı ve çizginin özellikle perspektif kurallarının henüz yeterince bilinmediği Rönesans öncesinde önemli olduğu bilinir. Barok dönemde ışık-gölge kullanımının devreye girişiyle çizgisellik ışığın imkan verdiği ölçüde kullanılır. Bu dönemde konturlar, çizgisel kompozisyonlarda olduğu gibi belirgin olmaz. 19. yy'da Neo-klasik dönemde yeniden önem kazanan çizgi ve çizgisel kompozisyon Romantizm ile birlikte nerdeyse kaybolmuştur. Empresyonistler tarafından da tamamen kaldırılmıştır. Sanatçıların bireysel çıkışlar yaptığı 20. yy'da ise Henri Rosseau, Paul Klee gibi sanatçılar tarafından kendi belirledikleri amaçlar doğrultusunda kullanılmıştır. D DEĞER (Value) : Bir nesnenin maddi ya da parasal karşılığı, değişim ortamı ya da benzeri bir standarda göre tahmin edilebilen miktar; ayrıca, nesnenin gerçek ya da olması gereken kıymetine, YARARLIK'ına ya da önemine göre göreceli statüsü. Felsefe, hukuk, işletme, matematik, dilbilim, psikolinguistik, resim, müzik, sibernetik, televizyon gibi alanlarda "değer" sözcüğü değişik anlamlar taşımakta ve farklı tanımlanmaktadır. Felsefenin bir dalı olan "aksiyoloji", değerlerin estetikte, dinde, ahlakta ve metafiziksel alandaki tip ve nitelikleriyle ilgilenmektedir. Değer kuramıysa kıymetleri önem sırasına göre ayırıp sınıflandıran bir görüştür. Değerlerin nicel olarak ölçülebilme durumuna göre nesnel ve öznel değerlerden söz edilmektedir. Sanat ve mimarlık alanında mimari bir yapıya, bir sanat nesnesine ya da endüstri ürününe ilişkin iki tür değer tanımlanmaktadır. : Kullanıcının gereksinimini karşılamaya yönelik ürünün faydasıyla tanımlanan "kullanım değeri" ve mimarlık ya da sanat ürününün özellikle pazarlama ürünü olarak ortaya çıkmasıyla belirlenen "değişim değeri". Kullanım değerine ilişkin değer yargıları kişiden kişiye, gruptan gruba değişebilmektedir. Örneğin bir sanat nesnesinin ESTETİK değerinden söz edildiğinde, o ürünü oluşturan bileşenlerin KOMPOZİSYON'u, BOYUT'ları, ölçeği, RENK'i, DOKU'su, UYUM'u vb. Sanat ve estetik kavramıyla ifade edilen, öznel nitelikli göreceli kıymeti anlaşılmalıdır. Bir mimarlık ürününün ön kullanım değeriyse o ürünün PERFORMANS' ı yani kullanım sırasında ortaya çıkan fiziksel, psikolojik, örgütsel, estetik vb gereksinmelere yanıt verebilme durumuyla tanımlanabilmektedir. Ayrıca herhangi bir ürünün bir olarak ekonomik değerinden (değişim değeri) söz edilebilir. DEKALKOMANİ : 1930' larda Oscar Dominguez' in (1906-5Cool GERÇEKÜSTÜCÜLÜK akımının OTOMATİZM kavramından yola çıkarak oluşturduğu teknik. Bu teknikte boya kalın bir fırçayla ince bir kağıdın üstüne sıçratılır ve kurumadan ikinci bir kağıtla yavaşça sürtülerek gelişigüzel dağılması sağlanır. Daha sonraları ERNST tarafından YAĞLIBOYA' ya uygulanan bu tekniğin en önemli özelliği, yapıtın ön tasarımsız oluşturulmasıdır. DEKOLAJ : Duvarlara üst üste yapıştırılmış afiş ya da benzerlerinden koparılan parçalarla yapılmış bir tür KOLAJ. İlk kez 1950' lerde Alman sanatçı Wolf Vostell (d. 1932) bu türde çalışmalar yapmış, ayrıca Fransa'da AFİŞÇİLER de bu tekniği uygulamıştır. DENGE (Balance) : Dengenin sanatta nasıl kullanıldığı "tahtaravalli"yi modeli ile kolayca anlayabilirsiniz. Aynı kilodaki iki kişi "simetrik" olarak oturduklarında oluşan denge, farklı kilolardaki kişilerle de "asimetrik" oturmalarla sağlanabilir; bu ikinci hal "dinamik denge" olarak da nitelendirilebilir. DERECELENDİRME (Gradation) : Tonlarla, taramalarla vb. ile dereceli etkilerin yaratılması. DERİNLİK (Depth) : Resimde oluşturulan planlar ile elde edilen derinlik duygusu veya yanılsaması. DETRAMP : Kuru sıva üzerine zamklı boya ile yapılan duvar resmi. DEVİNİM (Movement) : Resim sanatında resim düzlemi üzerinde yer alan betilerin yoğunlaşıp seyrelmesinden ve pozlarından kaynaklanan durağan dengenin bilinçli biçimde bozulması etkisi. DIŞ SINIR (Contour) : Bir biçim (shape)in veya hacim (form)in dış çizgisi veya en dış kenarı ('siluet'i). DİMETRİ (Dimetry) : Aksonometrik perspektifin bir türü. Üzerinde çizimi yapılacak nesnenin en, boy ve yükseklik ölçülerinin alındığı eksenler, dimetride birbirleriyle izometridekinin aksine eşit açılar yapmazlar. Dolayısıyla, nesnenin iki boyutunun ölçüleri aynı oranda küçültülerek çizilirken, üçüncü boyutu bunlardan farklı oranda küçültülür. DOKU (Texture) : Bir sanat yapıtının yüzeyinin görünümü ve/veya hissedilmesi, ki düz ve/veya parlaktan kaba ve/veya mata kadar çeşitlenebilir. DÜZLEM (Plane) : MEKAN'ın iki boyutlu, düşey ya da yatay bir uzantısı. Mimari kompozisyonlarda somut değeri olsa da, RESİM'de mekan ve hareket yanılsamasının ön koşuludur. HEYKEL'de ise çok yalın geometrik biçimler dışında düzlem çokça ilgilenilen bir öğe değildir. Resimde tuvalin yüzeyi resimdeki mekanın en yakın boyutu olarak hissedilmekle birlikte, bu yüzeyin alt bölümü izleyiciye en yakın, en üstüyse en uzak mekanı içeren bir yer düzlemi olarak da yanılsanır. DERİNLİK yanılsamasını amaçlayam KOMPOZİSYON'larda ön plan, orta plan, arka plan anlatımları bunları algılatan farklı derinlik düzlemlerinin vurgulanmasıyla oluşturulur. E EKLEKTİSİZM (Eclecticism) : Farklı sanatsal dizgelerden alınan öğelerin yeni bir dizge içinde yeniden kullanılması eylemi. Sanatta farklı çağ ve üsluplardan seçilip devşirilen öğelerin yeni bir tasarım ya da ürün oluşturmak için ele alınması olgusunu ifade eder. Bu durum 19. yüzyılda çok yaygın biçimde görülür. Bununla birlikte, eklektisizm bir üslup değil, bir davranış biçimi olarak değerlendirilmelidir. Ancak, farklı eklektisist üsluplardan söz edilebilir. Bu üslupların hepsinde davranış biçimi ortak olduğu halde, biçim malzemesinin devşirildiği çağ ya da üslup ve bunların yeniden düzgeleştirilişi farklıdır. EKORŞE (Ekorche) : İnsan ya da hayvan figürünü, kas yapısını göstermek amacıyla derisi yüzülmüş olarak betimleyen anatomik çizim. 15.yy'da Batılı sanatçıların anatomiye ilgilerinin artmasıyla atölyelerde, bu türden yapma modeller kullanma geleneği yerleşmişti. Özellikle LEONARDO DA VINCI gibi birçok sanatçı böyle modellerden çizim yapmıştır. Ekorşe figür çalışmalarının en önemli örneği, George Stubbs'ın (1724-1806) Anatomy of the Horse (1766; Atın Anatomisi) adlı ASİDE YEDİRME BASKI dizisidir. Stubbs bu çalışması için yaklaşık 10 yıl boyunca hayvan kadavralarını incelemiş ve 18 ay da çizim yapmıştır. Özgün çizimleri bugün Londra Kraliyet Akademisinde bulunan bu dizi, özellikle veterinerler ve hayvan ressamları arasında gerçeğe uygunluğuyla ün yapmıştır. 20.yy'da PARIS OKULU'ndan SOUTINE, Derisi Yüzülmüş Öküz (1920, Grenoble Müzesi) adlı resminde olduğu gibi bazı yapıtlarında ekorşe figürler kullanmıştır. EKSENSEL (Aksial) : Bir eksen doğrultusunda ya da bir eksene göre oluşturulmuş kompozisyonları nitelemek için kullanılır. Örneğin, Rönesans resimleri eksensel bir düzen gösterir. ETNOGRAFYA (Ethnography) : Toplumların kültürlerini inceleyen bilim dalı. Çoğunlukla ilkel toplulukları ve halk kültürünü ele alır. EX LIBRIS (Ex libris) : Bir kitabın başlık sayfasında yer alan ve sahibinin kim olduğunu gösteren özel simge ya da damga. F FİGÜRATİF SANAT (Figürative Art) : Resim ve heykel sanatlarında, yalnızca gerçek varlık ve nesnelere gönderme yapan betileri kullanan sanat anlayışı. Soyut yada nonfigüratif sanata karşıt bir yönelimdir. FROTAJ : OTOMATİZM doğrultusunda çalışan Gerçeküstücü sanatçıların uyguladığı "sürtme" tekniği. ERNST tarafından geliştirilen bu teknikte ahşap, taş ya da dokuma gibi dokulu bir yüzey üstüne yerleştirilen kağıda siyah ya da renkli bir malzeme sürtülerek dokunun kağıda geçmesi sağlanır. Böyle elde edilen rastlantısal desenler resimsel tasarımın temelini oluşturur. Türkçe'de "sürtme" ya da "ovalama" terimleriyle de karşılanır. |
Cevap : Sanat Ansiklopedisi - Sanat Sözlüğü
G
GEÇİŞ : Yan yana gelen BİÇİM'lerin farklı nitelikleri arasında uyum ve algı sürekliliğini sağlayan geçiş ya da uyarlama için kullanılan terim; özellikle klasik KOMPOZİSYON'larda bütünlüğü bozmamak için önemlidir. GÖLGE-IŞIK IŞIK DÜZENİ ya da DAĞILIMI (Light and Shade Effect) : Yalnızca batı resim sanatına özgü bir kavram olan "gölge-ışık düzeni", sanatsal gerçekliğin yeniden üretilmesi için gerekli olan bir yanılsama tekniğidir. Resimsel yapıtın içerdiği tüm betiler, bu teknik sayesinde bir kısmı gölgeli, diğer kesimleri ise aydınlıkmış izlenimi verecek biçimde betimlenirler. Böylelikle, bir yüzey sanatı olan resmin üç boyutlu nesneleri ifade etmekteki yetersizliği bir ölçüde giderilmek istenmiştir. Gölge-ışık düzeni Batı sanatının çeşitli dönemlerinde farklı bir tutumla gerçekleştirilmiştir. Örneğin, Rönesans resimlerinde betiler tek ve noktasal bir ışık kaynağından aydınlatılmış nitelikte betimledikleri halde, Barok'ta hemen hemen her beti ayrı ışık kaynaklarından aydınlanmış gibi resmedilmiştir. İzlenimci resmin ortaya çıkışı sonrasında gölge-ışık düzeni bütünüyle kullanım alanından çekilir ve Modern Sanat'ta hiç görülmez. Son yıllar Yeni Gerçekçilik gibibazı figüratif akımlar bu tekniği yeniden gündeme getirmeyi denemektedirler. H HACİM (FORM) : Heykel gibi, mekanda yer işgal eden bir kütleye veya hacime dairdir. Bu yanılsamayı sağlayabilmek için sanatçılar modle etme (modelling) veya tarama(hatching) gibi teknikler kullanırlar. HAREKET (MOVEMENT, DYNAMISM) : Enerjisi veya gücü var gibi görünen , resimlerin devinim halinde olduğu izlenimi veren yanları. Bu devinim aslında gerçekte yoktur; ancak öznelerin akla getirdiği gayretkeş eylemlerin yarattığı yanılsamadır. HAVA PERSPEKTİFİ : "Atmosferik Perspektif" olarak da bilinir. Resim sanatında fon farklılıklarıyla yaratılan derinlik YANILSAMA'sı. Uzaktaki nesnelerin havanın etkisiyle daha açık tonla algılanması temeli üzerine kurulmuştur. Atmosferdeki nem, toz parçacıkları ve benzeri maddeler, ışığın saçılmasına neden olur. Bu saçılmanın derecesiyse renge, yani ışığın dalga boyuna bağlıdır. Kısa dalga boyuna sahip olan mavi en fazla saçılım yarattığından, renklerin uzaklaştıkça maviye çaldığı görülür. Uzun dalga boyuna sahip olan kırmızıysa en az saçılıma olanak tanıdığından, uzaktaki parlak nesnelerde mavinin azalmasına ve renklerin kırmızıya çalmasına neden olur. Bir terim olarak ilk kez LEONARDO da VİNCİ tarafından kullanılmakla birlikte hava perspektifi Antik Çağ'dan beri bilinmektedir. ROMA döneminde Pompei'deki duvar resimlerinde kullanılmış, 8.yy'daysa ÇİN resimlerinde görülmüş ve en yetkin düzeyine Song dönemi manzara resimleriyle ulaşmıştır. Bütün Ortaçağ boyunca unutulan bu teknik, 15. yy'da Flaman ressamlarınca yağlıboya resimle birlikte yeniden kullanılmaya başlanmıştır. 16. yy'da Vinci'nin dışında bu teknikten yararlanan en önemli RÖNESANS ressamları CORREGGİO ve TIZIANO'ydu. 17. yy'da RUBENS, CLAUDE LORRAIN, Albert Cuyp ve HOBBEMA özellikle MANZARA resimlerinde hava perspektifini ustaca kullanmışlardır. Bu tekniği bütün olanaklarıyla doruk noktasına çıkaran sanatçıysa J.M.W.TURNER olmuştur. Turner' in resimlerinde sonsuza uzanan MEKAN duygusu ve buğulu atmosfer, daha sonra MONET ve İZLENİMCİLİK'in öbür temsilcileri tarafından da kullanılmıştır. I İDEALİZM (Idealism) : İdealizm en basit deyişle standartlaşmış biçim anlamına gelir. Sanat alanında maddesel bir nesneyi değil de, onun zihinsel kavramının tasarımını karşılayan sanat yapıtı, aslında bir idea' nın tasarımıdır. Platon' a göre idealar tek gerçekliklerdir ve sanatın gerçek işlevi de tek gerçeklikler olan bu ideal biçmlerin yansıtılmasıdır. Böylece mimesis ( öykünme, taklit) kuramı oluşur. Mimesis kuramının oranlara, klasik armoni kurallarına ve geometriye dayalı ilgisinin yüzyıllardır insan zihninde yer alması sanatçıları seçme yapmaya zorlamış ve mutlak güzellik anlayışına ulaşmak için ideal biçimler yaratılmıştır. İdeal sanatın kurucuları Yunanlı sanatçılardır. Yunan tanrı ve tanrıçalarında, Roma' da imparatorluk tasvirlerinde, Rönesans' ta genel figür anlayışı içerisinde kullanım bulan bu anlayıştan, modern dönemde de lider tasvirleri söz konusu olduğunda yararlanılmıştır. İKONOGRAFİ (Iconography) : (1) Dinsel içerikli sanat yapıtlarında dinsel olay ya da kişi ile ilgili tipleşmiş hatta bir ölçüde standartlaşmış biçim düzenlerini veya kalıplarını inceleyen bilimsel disiplin. (2) Simgesel dil. IŞIK - GÖLGE (Chiarascuro) : Tek renkli resimlerde ton farklılıklarıyla elde edilen aydınlık ve karanlık alanları tanımlar. Resimden önce ağaç baskıda uygulanan ışık- gölge karşıtlığı figüre heykelsi bir görünüm kazandırır. Resim alanında önce Leonardo da Vinci' nin yapıtlarında uygulanmakla birlikte, Barok dönemde yaygınlık kazanır ve Romantik dönemde de yoğun duygusal etki yaratmak amacıyla kullanılır. Çizgisel bir kompozisyonda ışık genel anlamda kullanılırken, Leonardo sonrasında ve özellikle de Barok dönemde genellikle kompozisyonun bir köşesinden geldiği düşünülen diagonal ışık kullanımı söz konusudur ve kompozisyonun ışıklı kısmı belirginlik kazanır. Böylelikle Barok resim bir tiyatro sahnesi kullanılan ışık da takip ışığı gibi algılanır. Işığın verdiği imkanlar çerçevesinde sınırlanan kontur çizgisinin eriyip arka fondaki gölgeli kısma geçmesi ışık- gölge kullanımına dayalı kompozisyonların tipik özelliğidir. İZOKEFALİ : Bir KOMPOZİSYON'da tüm figürlerin boy ve önem farkı gözetilmeksizin başları aynı hizzaya gelecek biçimde yerleştirilmesi. Özellikle YUNAN sanatının Klasik Dönem kabartmaları için kullanılan bu terim, RESİM ve GRAFİK SANATI'nda da geçerlidir. J JANR-TÜR RESMİ (Genre): 17. yy itibariyle burjuva kesiminin gündelik yaşamını gerçekçi bir biçimde betimleyen küçük boyutlu resimler için kullanılmaktadır. Tür resminin konusunu orta sınıfın ve de özellikle de köylülerin yaşamı oluşturur. 17. yy Hollanda' sının Protestan kesiminde öne çıkan bu tür resimler, boyutları itibariyle burjuva kesiminin evlerine de girebilmiştir. Karşıt görüşler bulunmakla birlikte bu resimlerde Protestan ahlakının yüceltildiği ve resimlerin herbirinin ahlaki çıkarımlar sağladığı bilinir. K KADRAJ : Her türlü resimsel düzenin çerçeve sınırlarının belirlenmesi işlemi. Özellikle fotoğraf sanatı ürünleri için kullanılır. KAPALI KOMPOZİSYON (Closed Composition) : Resim sanatında bir yüzey üzerinde betimlenen tüm "gerçeklik"in kompozisyonun sınırları içinde bulunması durumu. Böyle bir kompozisyonda betinin tümü resim düzlemi içinde bulunmak zorundadır; sadece bir kesiminin resmedilmesi söz konusu olamaz. Doğal gerçeklik düzleminde betimlenmesi amaçlanan tüm nesneler düzenli bir "istif" içinde bakış açısı içinde yer almazlar. Kapalı kompozisyon bunları sanatsal gerçeklik düzleminde yeniden ürettiği zaman, hepsi bakış açımız içinde bulunuyormuşçasına betimler. Kapalı kompozisyonun en belirgin örnekleriyle Rönesans sanatında karşılaşılır. Bu tür örnekler, resim düzlemi üzerinde betimlenenin dışında dışın da kalan dünyayla ilgili hiçbir ipucu vermezler. Buna karşılık, karşıt uç olan açık kompozisyonda ve onun en yoğun kullanıldığı Barok'ta, betiler doğadan alınmış bir kesitmişçesine kompoze edilir. Doğal gerçeklik kompozisyonu sınırlarının ötesinde de varlığını sürdürmektedir; resim bu izlenimi vermeyi amaçlar. KARŞITLIK (Contrast) : Resmin diğer tüm unsurları arasındaki karşıtlıklar resmin anlatım olanaklarının en önemli unsurlarından birisidir. KARŞI SANAT : Dadacılar'ca öne sürülen bir terim. Her tür akademikleşmiş sanata karşı olan dada akımı yandaşlarınca günün geçerli tutucu eğilimlerini eleştiri amacıyla üretilen tüm yapıtları niteler. Bu eleştirel tutum bir pisuarın sanat yapıtı olarak sergilenmesine dek varmıştır. İster eklektisist ister modern doğrultuda olsun, sanatta yaratma sorunuyla ilgilenen tüm anlayışları yadsımıştır. Karşı-sanat yandaşları için bir biçim bulma ya da oluşturma kaygısı söz konusu değildir. Onlar biçimleri veya sanatsal öğeleri, ancak, çevrelerindeki nesneler arasından seçerler; ama, kendileri bir üretime kalkışmazlar. KISALTIM (Rakursi) : Resim sanatında tek bir figürün ya da nesnenin, derinlik duygusu verecek şekilde betimlenmesi anlamına gelen terim, derinlik dugusunu yanılsama yoluyla yaratması açısından bir perspektif türü olarak kabul edilir. Kısaltımda, betimlenen nesneye ya da figüre belli bir uzaklıktan ya da alışılmadık bir açıdan bakıldığında ortaya çıkan biçimbozmalar yumuşatılarak tuvale aktarılır. Örneğin; yatan bir figürün ayak ucundan bakıldığında, ayaklar olduğundan büyük, baş da küçük görünür. Kısaltımı kullanan sanatçı, ayakları göründüğünden küçük, başı da o oranda büyük vererek biçimbozmaları yumuşatır. Sanat tarihinde kısaltımın en iyi bilinen örneği Mantegna'nın Ölü İsa adlı kompozisyonudur. KITSCH : Özellikle 20. yy içinde üretilmiş çeşitli nesnelerde rastlanan zevksiz, kökeni belirsiz ve estetik değer taşımayan bir tasarım anlayışını nitelemek için kullanılan bir terim. Türkçe'de yakın anlamlı olarak "rüküş" sözcüğüyle karşılanabilir. Kitsch, grafikten endüstri tasarımına ve mimarlığa kadar uzanan geniş bir alanda estetik düzey düşüklüğünü nitelemek için kullanılır. Stuttgart'ta bu tür ürünleri sergilemek için bir de müze açılmıştır. KOLAJ (Collage) : Dadacılarca yaratılmış bir resim tekniği. Elde mevcut her türlü basılı, çizili ya da fotografik malzemenin bir yüzey üzerine yeni bir kompozisyon oluşturacak düzende yapıştırılmasıyla elde edilir. Böylelikle, kendileri sanatsal nitelikte olmayan çeşitli malzemeler, yalnızca yeni bir kompozisyon oluşturmak için kullanılmaları sayesinde bir sanat yapıtı meydana getirirler. Bu durumda sanatsal üretim süreci, sadece bir kompoze etme etkinliğine indirgenmiş olur. KOMPOZİSYON (Composition) : Bir sanat yapıtında öğelerin düzenlenmesi - bir ölçüde iskelete benzetilebilir - vazgeçilemez ancak görünmez olan alt yapı... KONSTRÜKSİYON (Costruction) : (1) Bir yapıda taşıyıcı nitelikte olan ya da olmayan bütün imalatlar. Bir inşa etme eylemi sonucunda ortaya çıkan ve bir araya gelerek yapıyı oluşturan öğeler bütünü. (2) İnşa etme etkinliği. Yapım. KONTRAPOSTO ya da KONTRAPOST (Contrapposto) : Resim ve heykelde insan betisi resmedilir ya da heykeli yapılırken kullanılan klasik duruş (poz) biçimlerinden biri. Bu pozda ayakta duran kişi, kalçası ve bacaklarıyla gövdesinin üst kesimi hafifçe farklı yönlere dönük olarak betimlenir. Sözcüğün kökeni İtalyanca "contrapposto"dur. KONTUR (Contour): Dış çizgi. Bir nesnenin dış hatları, sınırları anlamına gelen terim, nesnelerin silüetlerinin ya da kütle içindeki biçimlerinin çizgisel olarak belirlenmesine yarar. KROKİ (Sketch) : Resim sanatında yalnızca çizgi ile yapılan ve ana hatları gösteren, ayrıntılara inmeyen taslak. Kroki bir yapıtın ön çalışması niteliğinde olabileceği gibi, böyle bir amaç gözetilmeden de yapılabilir. "Eskiz" sözcüğü ile yakın anlamlıdır. Mimarlıktaysa, daha çok, bir yapıyı çevresiyle birlikte gösteren ayrıntısız ve şematik bir plan anlamına gelir. KROMATİK (Cromatic) : Sanat yapıtında "renkli" anlamında niteleyici olarak kullanılır. M MEKAN (Space, Espas) : Uzayın sınırlanmış parçası. Mimarlık mesleğinin konusunu oluşturur. Aynı zamanda, mekan bir mimari ürünün vazgeçilmez tek niteliği, bir mimari ürünü var eden temel koşuldur. Bir mekan oluşturmak için onun mutlaka her yönden kesin engellerle sınırlanması gerekmez. Mekanı oluşturan sınırlama fiziksel olabileceği gibi, yalnızca görsel de olabilir. Örneğin, ışık herhangi bir somut engel niteliği taşımadığı halde, bir mekanı belirleyebilir. Mekan yalnızca bir yapının "içi" olarak düşünülmemelidir; yapıların tek başlarına ve diğer yapılarla birlikte oluşturduğu bir "dış mekan"da söz edilebilir. Ayrıca, mekan bir mimari ürünün dördüncü boyutudur. Bir yapıyı üç boyutlu bir kitle olmaktan çıkaran özellik bir mekana sahip olmasıdır. Yapı onun sayesinde, en, boy ve yüksekliğin ötesinde bireyin devingenliğinden kaynaklanan anlık yaşantılarla edinilen bir mekan boyutu kazanır. Mekan boyutunun kişinin devingenliğinden ötürü, sayısız yaşantılar yaratabilme niteliği mimarlıkta birinci boyuttan bahsedebilmeyi olanaklı kılmaktadır. MODELAJ - MODELASYON : Kil ya da balmumu gibi yoğrulabilen malzemelerle üç boyutlu plastik biçim oluşturma anlamına gelir. Bu biçim heykel yapımında döküm ya da model için kullanılabileceği gibi, sanatsal bir ürün olarak da değerlendirilebilir. Terim; resim, çizim ve fotoğrafçılıkta ışık, ton karşıtlığı, renk ve perspektif denetimiyle iki boyutlu biçimlere gerçekteki üç boyutluluk yanılsamasını kazandırmak için yapılan uygulamayı karşılar. MODLE ETME (Modelling) : Resimde gölgeleri, gölgelemeyi ve ışıklı noktaları kullanarak biçimlerin gerçek oldukları ve hacme sahip oldukları yanılsamasını sağlama tekniği. MONOKROMİ (Monochromy) : Bütün görsel sanatlar ve mimarlıkta tek renklilik. Yalnızca siyah ve çeşitli gri tonları kullanılarak yapılabileceği gibi, aynı rengin tonlarıyla da gerçekleştirilebilir. Polikromi (çok renklilik) sözcüğünün karşıt anlamlısıdır. MOTİF (Pattern) : Bir yapıtta yinelenen çizgi ve renklerin her birine verilen ad. MULAJ (Moulage, Impression) : (1) Heykel yapımı için alçı ya da metal eriyiğini kalıba dökme işlemi. (2) Herhangi bir nesnenin alçı ya da bal mumu ile kalıbının alınması işlemi. (3) Yukarıdaki işlerin sonucunda elde edilen kalıp. MSURHMK (kıs.) : Mimar Sinan Üniversitesi Resim Heykel Müzesi Koleksiyonu N NAİF RESİM (Naive Painting) : Herhangi bir mesleki eğitim görmemiş ressamlarca üretilen ve çocuksu bir betimleme anlayışını yansıtan resim sanatı ürünleri. Naif resim perspektifin kuralların yadsıyışı ve çocuksu anlatımı dışında genel üslup özellikleri göstermez. Naif ressamlarca geliştirilen teknik ve üsluplar, hemen daima kişisel niteliktedir. Bunlarda çoğu kez büyük bir ayrıntı zenginliği gözlemlenir. Dış gerçekliği akademikleşmiş yanılsama teknikleriyle değil de, adeta "masum bir gözle" algılayıp betimlemeleri açısından sanatsal değer taşırlar. 19. yüzyılın ikinci yarısında beliren Naif Resim' in en tanınmış ustaları H. Rousseau ve G. Moses'dir. NONFİGÜRATİF SANAT (Non-Figuritive Art) : Resim ve heykelde, gerçek varlık ve nesnelere gönderme yapan betileri kullanmayan sanat anlayışı. Non figüratif sanatta betiler gerçek birer nesne ya da varlık olarak tanınamazlar. Onlar yalnızca sanatsal gerçeklik düzleminde varolurlar. "Non-figüratif sanat" sözcükleri günümüzde artık sanat yazını alanında pek kullanılmamaktadır. Sözcük anlamının "betisel olmayan sanat" oluşu nedeniyle, "nonfigüratif" nitelemesi gerçekte bu sanat anlayışını tam olarak anlatamamaktadır. Hangi anlayışta üretilirlerse üretilsinler, tüm resim ve heykel yapıtları betisel niteliktedir. Dolayısıyla, ayırıcı ölçüt bu değil, betilerin gerçek varlıklara mı, yoksa sanatçının imgelem dünyasına mı gönderme yaptığıdır. Bundan ötürü, nonfigüratif sanat yerine günümüzde Soyut Sanat terimi yeğlenmektedir. NÜ (Nude) : Resim ve heykel sanatında çıplak kadın betisi. İlk olarak Antik Yunan ve Roma sanatlarında görülen nü, Ortaçağ'da hemen hemen ortadan silinir. Bu dönemde çıplak kadın betisi sadece Havva'yı ve cehennemde cezalandırılma sahnelerini resmetmek için kullanılmıştır. Rönesans nü'yü yeniden keşfederek geniş ölçüde uygulamıştır. Bu dönemden başlayarak kullanımı Avrupa sanatında hiç azalmadan sürer. İslam ve genel olarak Doğu sanatlarında ya hiç, ya da pek seyrek görülür. O OEUVRE (Oeuvre) : Fransızca kökenli bu sözcük, bir sanatçının yaşamı boyunca ürettiği tüm yapıtları ifade eder. Türkçe'de çok seyrek kullanılır. ORAN (Proportion) : Resimde oranlar ile çok farklı yanılsamalar sağlanabilir. ÖNE ÇIKARMA (Emphasis) : Resmin içindeki bir veya bir kaç öğenin vurgulanması. ÖZGÜN BASKI (Print) : Çeşitli basım teknikleriyle çoğaltılmış resimsel sanat yapıtı. Bir yapıtın özgün baskı sayılabilmesi için çoğaltılmak amacıyla yaratılması gerekir. Örneğin, ünlü tabloların basım yoluyla çoğaltılması (reprodüksiyon) tekniği bir özgün baskı türü değildir. Özgün baskı yapımında her türlü kazı resim tekniği yanında, serigrafi, taşbaskı vs. gibi teknikler de kullanılır. P PANORAMA (Panorama) : (1) Bir doğal ya da kentsel manzarayı ufka kadar uzanan ve çok geniş bir bakış açısıyla betimleyen resim. (2) Büyük boyutlu panoramaları sergilemek amacıyla inşa edilmiş yapı türü. Silindir biçiminde olan ve ışığı üstten alan bu yapılarda, resim tüm düşey yüzeyleri kesiksiz olarak kaplar ve silindirin tabanında bulunan yükseltilmiş bir platformdan seyredilirdi. Bu türden ilk gösteri 1799'da Paris'te R. Fulton tarafından yapılmış, sonraları, 19. yüzyıl boyunca tüm Avrupa kentlerinde yaygınlaşmıştı. Panorama yapılarında genellikle doğal görüntüler ve savaş sahneleri sergilenirdi. PENTÜR (Painting) : Yağlıboya tablo anlamında kullanılır. Kökeni Fransızcadır. PERSPEKTİF (Perspective) : Üç boyutlu gerçeklikleri iki boyutlu resim düzlemi üzerinde betimleyerek, üçüncü boyut yanılsaması yaratma işine yarayan bir resim ve çizim tekniği. Antikite de bugünkü anlamıyla perspektif tekniği kullanıldığı söylenemezse de, örneğin, Pompei duvar resimlerinde üçüncü boyut verme çabası önemli bir yer tutar. Fakat, gerçek perspektifin ancak 15. yüzyılda Rönesans'la birlikte ortaya çıktığı kesindir. PİGMENT : Her türlü boyanın renk verici ana maddesi. PİTORESK (Picturesque) : Estetik etkiyi matematiksel düzen bağıntılarıyla değil de, doğadaki gibi bir rastlantısallıkla elde etmeye çalışan her tür sanatsal tutumu niteler. 18.yy İngiliz bahçe tasarımı Yakınçağ'da pitoresk tutumun ilk örneklerini vermiştir. Bu dönemde doğanın Barok'taki gibi geometrik biçimde düzenlenmesi yadsınıp doğal öğeler kullanılarak "düzenlenmemiş", "el değmemiş" doğa izlenimi yaratacak bahçeler oluşturulmaya çalışılmıştır. Aynı tutum hemen hemen zamandaş olarak resim sanatında da görülür. Bu anlayıştaki resimler doğayı bir yandan "olduğu gibi" yansıtmaya çabalarken, öte yandan da, onu "yabani" olmaktan uzaklaştırmışlardır. Dolayısıyla, pitoreski romantizmden bağımsız düşünmek olanaksızdır. PLAN (Plan) : Bir nesnenin ya da yapıtın yatay bir düzlem üzerindeki izdüşümü. Milattan 1500 yıl öncesine ait Mezopotamya tabletleri üzerinde bile planlara rastlandığına göre, kullanımının çok eski olduğu anlaşılmaktadır. Eski Mısır'da da bilinirdi. Antikite'de özellikle de Roma'da plan yapımı mimari etkinliğin önemli bir parçasıydı. Ortaçağ başlarında işe, 11. ve 12. yy.'a dek, mimari planlar yapımı tek çizgili basit krokiler çizmekten öteye gidemezdi. Bu durumun Gotik üslubun başlangıcıyla birlikte değiştiği ve plan yapımının yeniden ortaya çıktığı görülür. Rönesans'ta ise, plan vazgeçilmez bir mimari projelendirme tekniği olarak yerini iyice sağlamlaştırmıştır. Türkiye ve İslam ülkelerinde mimari planların kullanımı konusunda elimizde pek çok bilgi olmasına karşın, Türkistan'dan 16.yy'a, Türkiye'den ise 18. yy'a ait bazı örnekler dışında, elde çizili belge yoktur. Bu örneklerde modüler bir ızgara kullanılmıştır. POLİKROMİ (Polychromy) : Görsel sanatlar ve mimarlıkta çok renklilik. Özellikle mimarlık alanında rastlanılan bir sözcüktür. Diğer sanatlarda çok büyük ölçüde kullanıldığından, bunların ürünlerini polikromiyle nitelemek pek gerekli olmaz. Buna karşılık mimarlık alanında polikromi ancak bazı çağlar ve üsluplarda görülür. Örneğin Antik Yunan mimarlığı polikromiktir. Bugün yüzyılların aşındırması sonucunda doğal renklerine bürünen tapınaklar gibi önemli kamu yapıları, özgün durumlarında renkli bir dış dekorasyona sahiptirler. POLİPTİK (Polyptich) : (1) Avrupa sanatında üçten fazla sayıda birbirine bitişik resim levhasını içeren dinsel içerikli sanat yapıtlarına verilen genel ad. Bu tür yapıtlar genellikle kiliselerin sunak bölümlerine yerleştirildi. Rönesans'tan sonra poliptik yapılmamıştır. (2) Antik Roma'da üzerine yazı yazmak için kullanılan, birbirine bağlı, katlanabilir ikiden fazla levhayı içeren ahşap tablet. (3) Erken Ortaçağ'da Batı Avrupa manastırlarının emlak ve gelirlerinin kaydedildiği defter. POŞAT (Pochade) : Türkçe'de çok seyrek kullanılan sözcük Fransızca "Pochade" den kaynaklanır. Doğrudan doğruya doğa içinde yapılan renkli yağlıboya küçük resim eskizi anlamındadır. PRİMİTİF (Primitive) : 1. M.S. 1500 yılından önce yaşamış ressamların çoğunlukla arkaik tarzda yapılmış resimlerine verilen ad. 2. Sanatta, kendini eğitmiş ve/ya resimlerinde sade bir üslup kullanan sanatçıların çalışmaları. 3. Afrika Zencileri, Okyanusya ve Amerikan Kızılderilileri'nin sanatı. Terim, bu anlamıyla üçüncü dünya ülkeleri sanatını aşağılayıcı bir niteliğe sahiptir. PRİMİTİVİZM (Primitivism) : 1. İçinde primitif öğeler taşıyan sanat. 2. Rusya'da 1905 ile 1920 arasında gelişen, kübizm ve fütürizm düşüncesi ile Rus halk sanatının etkisinde gelişen sanat hareketi. Larinov, Goncharova ve Malevich'in ilk dönem çalışmaları örnek gösterilebilir. |
Cevap : Sanat Ansiklopedisi - Sanat Sözlüğü
Q QUADRATURA (Quadratura) : Bir yapıda tavan ya da duvar üzerine resmedilerek, içinde yeraldığı mekanın devam ettiği yanılsamasını yaratan resim. Özellikle Barok iç mekan düzenlemelerinde çok sık biçimde uygulanmıştır. Örneğin bir duvar boyunca uzanan gerçek boyutlarda bir mimari iç mekan perspektifi quadratura sayılır. R READY-MADE (İngilizce) : Bir sanat yapıtı olarak benzerleri arasından seçilip değerlendirilmiş, üzerinde bir değişiklik yapılmaksızın kullanılmış ya da üzerindeki değişiklik sadece üretimi sırasındaki rastlantılara bağlı olarak ortaya çıkmış endüstri ürünü obje. İlk kez Dada Akımı'nın ünlü beyni M. Duchamp tarafından öne sürülmüştür. Gerçekte, bir sanat yapıtı olmaktan çok, sanat alanındaki geleneksel yaratma yöntemlerine bir eleştiri olarak yorumlanabilir. RENK (Color) : Üç temel renk vardır : kırmızı, mavi ve sarı. Siyah renk değildir; çünkü üzerinde ışığın yansıyabileceği boya yoktur. Beyaz ise gökkuşağındaki tüm renklerin yutulmasından kaynaklanır. RENK (Hue) : Renk tonu, renk. Bir renge daha teknik ve spesifik olarak deyinilirken kullanılır. RESİM DÜZLEMİ (Picture Plane) : Resim sanatında üç boyutlu nesne ve varlıkların iki boyutlu olarak üzerinde betimlendiği düzlem. Kullanımı tüm uygarlık ve üsluplarda farklıdır. Örneğin Rönesans ve sonrasında Modernizm'in başlangıcına dek, Avrupa resim sanatını nesnelerden sanatçının gözüne gelen ışınların kestiği saydam bir düzlem olarak değerlendirmiştir. Bu anlamıyla resim düzlemi sanatçının gördüğünü, "gördüğü biçimde" resmetmesini sağlayan bir araçtır. Oysa, diğer toplumların resim sanatlarında resim düzlemi ancak varsayımsal bir gerçeklik taşır. Batı sanatında "resmetmenin aracı" olan resim düzlemi, diğer toplumlar için "resmin amacı" dır. Gerçekler izdüşümüyle onun üzerine saptanmaz; tam tersine, gerçekleştirilmek istenen şey, betileri onun üzerinde amaçlanan etkiyi verecek biçimde kompoze etmektir. Dolayısıyla, nesnelerin gerçekte nasıl göründükleri değil, resim düzlemi üzerinde nasıl düzenlendikleri sorunu ağırlık taşır. Örneğin, Türk resim sanatı bu anlayışla çalışmıştır. RESİMSİ (Painterly) : İlk kez ünlü İsviçreli sanat tarihçisi Wöfflin tarafından ortaya atılan ve resim sanatı tarihinde görülen iki karşıt anlayıştan birini anlatmak için kullanılan bir terim. Almanca olan özgün biçimi "malerisch"tir. Rönesans'ta rastlanan kesin konturla sınırlanmış resimsel betiler yapma anlayışına karşıt olarak, Barok'ta betilerin oluşturulmasında çizgi ağırlık taşımaz; renk nüansları ve tonlarla ışık - gölge düzeni betiyi vareden ana ögelerdir. Bu resmetme anlayışı "resimsi" olarak nitelenir. RETROSPEKTİF (Retrospective) : Retrospektif, "geriye bakış" anlamına gelir. "Retrospektif Sergiler" ise bir sanatçının sanat yaşamı boyunca gerçekleştirdiği yapıtlardan örneklerin irdelendiği ve değerlendirildiği toplu sergilemeler için kullanılan bir terimdir. RİTM (Rhythm) : Gözle görülebilir devamlı biçimlerin tekrarı ile elde edilen akıcılık veya devamlılık. Ölçülü vurguların kullanılması. Renkler, motifler veya fırça ve/veya spatul darbeleri ile yakalanan müzikaliteler... RÖPRODÜKSİYON (Reproduction) : Bir sanat ürününün, özellikle resmin çoğaltılması. Bu işlem genellikle basım yöntemleri kullanılarak yapılır. Bir sanat eserinin bu anlamda çoğaltılması ve röprodüksiyon sayılabilmesi için, özgün yapıtın gerçekte tek nüsha olarak yapılmış olması gerekir. Röprodüksiyonu kopyadan ayıran özellik, onun taklit olmayıp, yalnızca özgün yapıtın özgün tekniği dışında bir teknikle yaniden üretilmesidir. S SALON (Salon; Room) : Fransız Krallık Resim ve Heykel Akademisi üyelerinin sergilerine verilen ad. Sözcük bu sergilerin Louvre'daki Apollon Salonu'nda açılmasından kaynaklanmaktadır. Sergi 1737'den Fransız Devrimi'ne kadar iki yılda bir, daha sonra ise, yılda bir açıldı. Akademizmin katı kurallarına bağlılığından ötürü, ileri sanatsal çabaları reddetmesi yoğun tepkilere neden olunca, 1863'te salona alınmayan sanatçılar için III. Napoleon'un buyruğuyla ayrı bir Salon des Refusés açıldı. 1881'de yeniden örgütlenen salon, hala yeni ve ilerici eğilimlere karşıt tutumunu sürdürmektedir. SFUMATO TEKNİĞİ : Resim ya da çizimde, renk ve tonlar arasında yumuşak geçişleri sağlayan gölgeleme yöntemi. İlk kez Leonardo da Vinci tarafından uygulanan bu yöntem, çoğu kez aydınlık alanlardan karanlık alanlara geçişlerde kullanılır. Bu tekniğin geliştirilmesiyle 15. yüzyılın keskin dış çizgili biçimleri belli bir yumuşaklık kazanmıştır. SHADE (İngilizce) : Bir rengi daha koyu yapmak için siyah eklenir ise, ortaya çıkan renge "shade" denir. SICAK (Warm) : Bazı renkler bize sıcak şeyleri anımsatırlar, kırmızılar gibi. Kırmızılardan ve sarılardan elde edilen renkler- toprak tonlarında olduğu gibi güçlerini yitirseler de- sıcak renklerdirler. SİNKRETİZM (Syncrethism) : (1) Aynı sanat yapıtı üzerinde farklı anlayış, üslup ya da akımların sentezleşmemiş nitelikte bir bütün olarak yer almaları durumu. (2) Bir ülkede sanatsal yaratımın henüz sentezine ulaşamamış, dolayısıyla, farklı odakların etkilerini seçilebilir biçimde yansıtması durumu. SİMETRİ, ASİMETRİ (Symmetry, Asymmetry) : Simetri, parçaların orta eksenin iki yanında, biçimlerin, motiflerin ve renklerin eşdeş olacakları biçimde düzenlenmeleri sonucunda har iki yarımın birbirinin yansıması olmasıdır. Asimetri ise, orta çizgi ile bölünen karşıt yanların parçalarının eşdeş olmadığı bir düzenlemedir. SOĞUK (Cool) : Bazı renkler bize soğuk olan şeyleri anımsatırlar; buz grileri veya teskin edici maviler gibi. Her renk beyaz katılarak daha "cool" yapılabilir. ŞASİ : Tuvalin üzerine gerildiği ahşap çerçeve. ŞÖVALE RESMİ (Easel Painting) : Şövale üzerinde yapılan ve taşınabilir boyuttaki küçük yağlıboya resim. 17. yy'da burjuvazinin gelişimi sonucunda yaygınlaşmış ve resmin evlere girmesine olanak vermiştir. Önceki dönemin dinsel konulara ağırlık veren büyük boyutlu resim yapıtlarına karşıt bir din dışı sanat anlayışının doğuşuyla eş zamanlı olarak belirmiştir. T TEMPERA (İngilizce) : Boyar maddenin tutkallı suyla, genellikle de yumurta akıyla karıştırılmasıyla elde edilen bir boya türü ve bu boya kullanılarak yapılmış resim. Tempera Ortaçağ'da sık kullanılmış, 15. yy'dan sonra yağlıboya resmin gelişmiyle birlikte ortadan kalkmıştır. TERRACOTTA (İngilizce) : Her tür pişmiş topraktan yapılmış kullanım eşyasının genel adı. Tuğla, kiremit gibi kaba yapı malzemeleri pişmiş toprak ya da keramik sayıldıkları halde, terracotta değildirler. TERS PERSPEKTİF (False Perspective) : Resim sanatında kaçış noktasının, betilerin ardında ve ufuk çizgisi üzerinde değil, betilerle seyirci arasında yer aldığı perspektif türü. Böyle bir perspektifte betilerin seyirciye göre daha uzakta olan kesimleri küçük görüneceklerine, aksine daha irileşirler. Bu nedenle betimlenen nesneler gerçektekinin tam tersi bir görünümde resmedilmişlerdir. Ters perspektif Ortaçağ boyunca hem Batı, hem de Doğu sanatında egemen olmuştur. Batı'da Rönesans'la birlikte ortadan kalkar. TINT (İngilizce) : Bir renge onu daha açık yapmak için beyaz eklendiğinde ortaya çıkan renk bir "tint"tir. TİPOLOJİ (Typology) : Bir sanat dalında ya da onun belirli bir alanındaki tüm yapıtların ya da yapıtı oluşturan tek tek ögelerin incelenerek, tiplerin belirlenip gerçek örneklerin bunlara göre sınıflanması işlemi. Örneğin, resim sanatında tüm Rönesans Madonna'larının bir tipolojisi yapılacabileceği gibi, mimarklıkta da Mardin konutlarının pencere tipolojisi oluşturulabilir. TON (Tone) : Boyalı bir cismin planlarının aydınlık ve karanlık dereceleri. Nesnelerin çeşitli bölgeleri birbirleriyle karşılaştırıldıklarında, aralarındaki açıklık ve koyuluk farklarına ton denir. TOPLUMSAL ÇERÇEVE, KAPSAM, BAĞLAM (Context) : Bir yapıtın içinde gerçekleştirildiği sosyal veya tarihsel ortam. Tüm sanatçılar etkileşim içinde oldukları değerleri ve gelenekleri olan sosyal çevrelerde çalışırlar. Bir sanat yapıtının içinde gerçekleştirildiği koşullar üzerine düşünmek üç açıdan önemlidir. İlki , onu gerçekleştiren sanatçı veya içinde yaratıldığı kültür hakkında bilgi edinmemizi sağlamasıdır. İkinci olarak gözden kaçırmamız gereken bir nokta, bir yapıta baktığımızda veya ondan bir şeyler öğrendiğimizde, bunların içinde yaşadığımız zaman, deneyimlerimiz ve inançlarımız nedeniyle önyargılı olabileceğinin bilincine varmaktır. Bizim yorumumuz, resmin yaratıldığı devirdeki yorumdan oldukça farklı olabilir. Üçüncü olarak, bir yapıtın bir kitapta yer alan imgesinin, gerçekleştirildiği yapı içerisinde olduğundan da, halkın izlemesi için konduğu müzeden de farklı algılanacağıdır. Bir sanat eserinin içinde yer aldığı güncel kapsam da bizim onun hakkında ne düşündüğümüz üzerinde belirleyici olabilir. TOPOGRAFİK SANAT (Topgraphical Art) : Doğada büyük boyutlu topografik değişiklikler yaparak yapıtlar oluşturmaya yönelen sanat dalı. Topografik sanatçılar, genellikle inşaat makineleri kullanarak, yapay yeryüzü şekilleri yaratmaya çalışırlar. 1960'larda beliren topografik sanat, özellikle ABD'de izleyiciler bulmuştur. TOPRAK BOYA (Earth Colour) : Renkli taş ya da toprağın öğütülmesiyle elde edilen doğal boya. Maden oksitlerini içerir. Günümüzde sentetik boyaların belirişi sonucunda artık pek kullanılmamaktadır. TORSO (İngilizce) : Kollar, bacaklar ve baş dışında kalan insan gövdesinin heykeli. TRİPTİK (Triptich) : Birbirine menteşeli üç ahşap levhadan oluşan Avupa resim sanatı ürünü. Genellikle, kilisede sunağın üzerinde yeralmış ve ikonografik sahnelerle bezenmiştir. TROMPE-L' OEIL : Bir düzlem üzerinde sanat içeriği olan resimsel bir etki amaçlamaksızın, gerçeklik izlenimi vermeye çalışan her tür çizim, boyama vs. En basit trompe-l' oeil örneği olarak, sağır bir duvar üzerine yapılmış gerçek boyutlarında bir kapı resmi verilebilir. Böyle bir durumda resim yapma etkinliği tümüyle bir yanılsama yaratma işine indirgenmiş olmaktadır. TUŞ (Touche) : Yağlıboya resimde fırça darbesiyle yüzey üzerinde oluşan boya lekesi. İzlenimci resme dek ressamlar tuşların görülebilir olmasından özellikle kaçınmış ve homojen yüzeyler elde etmeyi amaçlamışlardır. İzlenimci resim ise, aksine, büyük oranda tuşların farkedilebilir nitelikte bırakılması tekniğini yeğlemiştir. Tuş kullanımının daha ön plana çıktığı bir resim akımı ise Taşizm'dir. U URNA (İngilizce) : Antik Roma'da taş, pişmiş toprak ya da tunçtan yapılan vazoya benzer kapaklı veya kapaksız kap. Sıvıların konulması için kullanıldıkları gibi, ölülerin küllerinin korunması amacına da hizmet ederlerdi. Ölülerin küllerinin içine konduğu urnalar üzerinde bir yazıt yeri bulunur ve buraya ölünün adı yazılırdı. Urnaların bezemeli ya da sade olanları vardır. UYGULAMA SÜRECİ/ İCRA (Process) : Yapıtın gerçekleştirilmesinin özellikleri, ayrıntıları, verileri. UYUM (Harmony) : Bütünü meydana getiren ilgili öğelerin/parçaların kendi aralarındaki iletişimi. W.Kandinsky'e göre : "Armoni, kompozisyondur." Müzikten ödünç alınan bu terim, resim unsurlarının tatmin edici veya hoşa gidecek biçimde düzenlendiği duygusunu dile getirir. V VALÖR (Valeur, Değer) : Bir tonun göreceli şiddeti veya bir tona ait kuvvet. Bir tondaki ışık ve gölgelerin derecesinin getirdiği fark. Renklerin içlerindeki siyah ve beyaz ile ilgilerinden doğan koyu-açık farklarına, değerlerine renklerin valörleri denir. VEDUTA : İtalyanca'da "görünüm" anlamına gelen sözcük, büyük ölçüde gerçeğe dayanılarak yapılan ayrıntılı kent resimleri, çizimleri ve oymabaskıları için kullanılır. Gerçeğe dayanmayan düşsel örnekler, "veduta ideata" ya da "capriccio" olarak anılır. İlk vedutalar büyük olasılıkla, Flaman manzara ressamı Paul Brill gibi İtalya'da çalışan kuzeyli ressamlar tarafından yapılmıştı. Ancak bu türün en başarılı ustaları Venedikli sanatçılardır. Bunların içinde en ünlüsü olan CANALETTO, Venedik'in tarihsel yapılarını gerçeğe son derece uygun betimlemiştir. Guardi ailesinden Francesco GUARDİ, babası Domenico ve ağabeyi Gianantonio da çok sayıda Venedik görünümü yapmışlardır. Francesco özellikle Caneletto'dan etkilenmiş, ama ondan daha özgür bir anlatım geliştirmiştir. Özellikle yapı kalıntılarını betimleyen Giovanni Pannini de önemli bir veduta ustasıydı. Bu türü oymabaskıya uygulayan sanatçıların başında gene 1941'de bir dizi aside yedirme baskı yapan Canaletto gelir. Mimar, arkeolog ve oymabaskı ustası PİRANESİ ise Roma'yı betimlediği veduta baskılarıyla tanınır. Çoğu düşsel olan bu dizideki görünümler, belli ölçek farklılıkları ve eklemelere karşın epeyce gerçekçidir. Düşsel veduta örnekleri arasında Canaletto'nun "Düklük Sarayı"yla San Pietro Kilisesi kubbesini aynı kompozisyonda ele aldığı çizimi ile William Marlow'un Londra'daki St. Paul Katedrali, Venedik'teki "Büyük Kanal'la Birlikte" adlı yapıtı sayılabilir. Y YANILSAMA (Illusion) : Resim sanatına özgü bir terim olan yanılsama, resimsel yapıtta yeralan betilerin gerçek dünyadaki nesne ve gerçeklikler olarak tanınabilmesi anlamına gelir. Betiler gerçeklikle gönderme yapan sanatsal ögelerdir; onları gönderme yaptıkları gerçeklikler olarak kavramak ancak yanılsamanın varlığı halinde olanaklıdır. Dolayısıyla, yanılsama gerçekliğin sanat yapıtında "yeniden üretilmesi" demektir ve çoğunlukla üç boyutlu olan gerçek varlıkların iki boyutlu bir yüzey üzerinde betimlenebilmesini sağlar. Bu amaçla perspektif, ışık - gölge ve modle gibi yanılsama teknikleri kullanılır. Bu teknikleri hiç ya da pek az kullanan ve dolayısıyla, resim düzleminin iki boyutlu olduğu gerçeğini aşmaya çalışmayan toplum ve çağların sanatlarında yanılsamadan söz edilemez. Z ZEMİN : Resim sanatında genel olarak PANO, TUVAL ya da benzeri bir zemin anlamında kullanılsa da teknik açıdan zeminin BOYA'ya hazırlanmasıdır. Amaç, boya ile zemini ayırarak emiciliğini azaltmak ve boyaların parlaklığını sağlamaktır. ASTAR'la karıştırılmaması gereken zeminin hazırlanmasında farklı malzemeler kullanılır. Floransalı ressam ve sanat tarihçisi Cennino Cennini'ye göre, kimi zaman deri ya da tuvalle kaplanan panonun üstüne zemin olarak hayvansal kökenli tutkalla karıştırılmış alçı BAĞLAYICI olarak kullanılırdı. Ancak bu malzeme esnek olmadığından tuvale uygun değildi. 8. ya da 10. yy'da yaşadığı düşünülen Heraclius, teknikleri anlattığı "De coloribus et artibus romanorum" (Resimde Eski Uygulamalar: British Museum, Sloane 1754) adlı yapıtında, tuvalin önce şeker nişasta karışımı bir yapışkanla kaplandığını, üstüne de ince bir kat gesso sürüldüğünü belirtmiştir. İtalya'da kullanılan bir başka yöntemdeyse gesso'ya sabun ve bal eklendiği bilinir. 17.yy'da sanatçıların zemin olarak bitkisel zamk üstüne yağlı bir malzeme sürdükleri ve çabuk kuruması için içine doğal kurşun oksit kattıkları belirtilmektedir. Ancak bu yöntemin çok dayanıklı olmadığı görülünce alçı taşıyla tutkal karışımı bir zemin yeğlenmiştir. Pergamonlu hekim Galenos 2.yy'da beyaz alçı zeminin yansımasını azaltmak için hafif renkli sırların kullanıldığından söz eder. Benzer bir uygulama ortaçağ sonuyla RÖNESANS başında da kullanılmış; bir çok sanatçı zemin üstüne "imprimatura" olarak bilinen toprak rengi saydam bir sır (astar) çekmiştir |
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.