ForumSinsi - 2006 Yılından Beri

ForumSinsi - 2006 Yılından Beri (http://forumsinsi.com/index.php)
-   Psikoloji / Sosyoloji / Felsefe (http://forumsinsi.com/forumdisplay.php?f=595)
-   -   Felsefik Hikayeler (http://forumsinsi.com/showthread.php?t=548640)

Prof. Dr. Sinsi 08-23-2012 01:42 AM

Felsefik Hikayeler
 

BABANIN NASİHATI
Evvel zamanda, aklı başında, yüce, zengin bir adam varmış. Bu adamın bir de oğlu varmış.
Bu oğlan yetişme çağındayken babası aniden hastalanmış. Oğlu, babasının yanına gittiğinde, adam:
“Ey oğlum, artık dünyadan ayrılma vaktim gelmiştir. Benim sana söyleyecek çok önemli sözlerim,
nasihatlerim olacak.” demiş. Oğlu da: “Tamam babacığım, nasihatlerin başım üstüne, sen nasıl
istersen ben öyle yaparım.” demiş.Babası: “Ey oğlum, benim ölümümden sonra sen, haftada bir evlen,
attan başka bir şeye binme ve baldan başka bir şey de yeme.” demiş.
Kısa bir zaman sonra babası vefat etmiş. Oğlan da babasının dediği gibi her hafta bir kızla evlenip,
attan başka hiçbir bineğe binmemiş ve baldan başka hiçbir şey yememiş.
Böylece biraz zaman geçtikten sonra oğlan babasından kalan mirası tüketmiş,
sonra da yemeğe ekmek bulamayacak hale gelmiş.
Oğlanın bu durumunu gören hanımları da onu terk etmiş,
kendisi ise onun bunun kapısında gezerek ekmek dilenmeye başlamış.
Oğlan, dilendiği bir gün, yaşlı bir adama rastlamış. Yaşlı adam, bu oğlanın babasını hatırlamış
ve oğlanın nasıl oldu da bu hale düştüğünü oğlandan sormuş. Bunun üzerine oğlan başından
geçenleri tek tek anlatmış yaşlı adama.Oğlanın söylediklerini dinleyen yaşlı adam,
kafasını sallayarak: “Oğlum sen babanın ne demek istediğini tam olarak anlamamışsın.
Onun ‘Her hafta bir kızla evlen.’ dediği, ‘Git çalış, zahmet çek,
haftada bir gün karının yanında olsan karın sana bir kız gibi görünür.’
dediğidir. ‘Attan başka bir şeye binme.’ dediği ise,
‘Çalışarak yorulduktan sonra eşeğe binsen de, ata binmiş gibi olursun’ dediğidir.
‘Baldan başka bir şey yeme’ dediği ise, ‘Zahmet çekerek onun meyvesini yesen,
baldan daha tatlıdır.’ dediğidir. Sen bunları anlamamışsın ay oğul!” demiş yaşlı adam.
Oğlan: “Ah, böyle mi olacaktı?” diyerek hayıflanmış.
Oğlan, babasının vasiyetini tam olarak anladıktan
sonra tekrar çalışmaya başlamış ve zengin olup muradına ermiş.

Prof. Dr. Sinsi 08-23-2012 01:42 AM

Felsefik Hikayeler
 

Son insanlar Bizden sonra bir iki nesil daha ya var ya yok
Son zamanlar yaşanıyor
dünya dönmekten bıkmış usanmış çatırdıyor
İnsanlar hâlâ akıllanmamış uslanmamış.
Yaşamak daha da zor olmuş
insanlar insanlıktan çıkmış
farkında değiliz ama galiba sonumuz gelmiş.

Katliamlar
Dünya kan gölüne dönmüş binlerce çocuk daha yaşamadan ölmüş
Irklar bir birine kanlı bıçaklı olmuş dinler arasında savaşlar çıkmış
Ölüm toplu halde olur hale gelmiş tarlalar çiçek yerine ceset dolmuş
Analar doğmamış çocuklarına kıymış
evlatlar Babalarına kıymış
zulüm artmış zalim çoğalmış
Katliam toplu halde apaçık yapılır hale gelmiş
İnsanlar ölüm kokusunu duymaz
kanın allığını görmez olmuş.

İlim ve Tarih
Artik Tarihi unutmak mümkün değil tarih kayıt edilmiş
Geleceğin farkı kalmamış geçmişten
İİnsan ders almamış tarihten
Zaman yok artık burada olup biteni oradaki biliyor
İlim almış başını uçsuz bucaksız bir yola gitmiş
Vereme çare bulunmuş mahsuller 10 katini verir olmuş

Kurbağa testi
Kurbağa kaynar suya atılmış
yandığını anında fark etmiş ve fırlayıp kaçmış.
Kurbağa soğuk suda yavaş, yavaş kaynatılmış
hiçbir şeyin farkına varmadan haşlanmış.
Dünya kaynıyor ama biz farkına varmıyoruz.
Kurbağa misali halimizden memnun yaşıyoruz.

Takıntılar avutuyor bizi.
Uyanamamışız bizi ufak tefek takıntılar uyutmuş
Kimimiz paraya takmış kazandıkça kazanmış yine doymamış.
Kimimiz fakirliğe takmış açlıkla mücadele ede, ede kendini kaybetmiş.
Kimimiz politika ideoloji yolunda ezmiş ezilmiş kendini unutmuş.
Kimimiz eğlenceye dalmış bir gece orada bir gece burada kimliğini kaybetmiş.

Ben uyandım keşke uyanmaz olsaydım su çoktan kaynamış geç kalınmış…

Prof. Dr. Sinsi 08-23-2012 01:43 AM

Felsefik Hikayeler
 

Ön Yargı


Birbirlerini çok seven, fakir oldukları kadar kimsesiz bir çift.
Sadece küçük bir tarlaları ve tarlanın yanında tek odalı derme çatma bir evleri var
Ama günlerden bir gün adamın ölümü daha kötü günlerin başlamasına sebep
çünkü kadın hamile...

Tüm acısına rağmen geçirdiği hamilelik döneminde,
karnında taşıdığı bebeği ile sürekli konuşarak avunur kadın.
Ve günlerden bir gün doğum gerçekleşir. nur topu gibi bir bebektir bu..
her gün onunla tarlaya gider, sırtında taşır akşama kadar çalışır ve birlikte eve dönerler ..
bebek büyürken yine günlerden bir gün bir kunduz bulurlar .
her gün onlarla birlikte ve onları takip ederek eve gider kunduz.
Sabah yine onları bekler ve onlarla tarlaya gider.
Kadın kunduzla bebeği hiç yalnız bırakmaz tabiî ki..
Bir süre sonra evde birlikte yaşamaya başlarlar.
Bebek evde uyurken kadın da evin önünü süpürmek ister
kısa bir süre de olsa..geri geldiğinde kunduzun ağzı kan içindedir..
hemen elindeki süpürgenin sopasıyla kunduza vura vura öldürür.
hemen bebeğin yanına gelir..

BEBEK MIŞIL MIŞIL UYURKEN
AYAKUCUNDA KAFASI KOPARTILMIŞ BİR YILAN BULUR ANNE.....

belki bu bir önyargı belki değil...size bırakıyorum.

Prof. Dr. Sinsi 08-23-2012 01:43 AM

Felsefik Hikayeler
 

Yalnız Adam ve kırlangı



Karli bir kis günüymüs...Yagan kardan üsümüs kücük kirlangic,yalniz
adamin penceresinin disina gelip gagasiyla cami tikirdatmis,adeta adamin
onun iceri girmesine müsaade etmesini istemis.
Yalniz adam bu istegi görmüs,"olmaz alamam,git basimdan" der gibi kusu
kovalamis,sonra da kendi kendine söylenmis; " Hih,cami tikirdatmakla
kendisini iceri alacagimi mi saniyor acaba..?"
Gecenin ilerleyen saatlerinde cani sikilmis,rüzgar ve soguk arttikca
yalniz adami daha baska düsünceler sarmis,kirlangicin arkadasligini geri
tepmekten biraz pismanlik duymus...
"Keske kusu iceri alsaydim.Ona biraz yiyecek verirdim.Minik kus oradan
oraya ucar,neseli sesler cikarir,civildar,yalnizligimi
paylasirdi."demis.Ertesi sabah ilk is pencereyi acip,etrafina bakinmis adam.Belki
kirlangic oralarda biryerlerde olabilir diye düsünmüs.Ama görememis zavalli
kirlangici...Uzun kis gecmis,yine yaz gelmis...Etrafta kirlangiclar
civildayarak ucmaya baslayinca yalniz adam heyecanla cami sonuna kadar
acip,kusu beklemis.Ama hic gelen olmamis.Onun hevesle havada ucan kuslara
baktigini gören komsusu hikayeyi ögrenince hafif buruk bir sesle
:"Sevgili komsum,anlasilan sen kirlangiclarin sadece 6 aylik bir ömürleri
oldugunu bilmiyordun."demis.Bunu isiten yalniz adam cok daha üzülmüs ama
üzülmek icin de artik cok gec kaldigini anlamis...

-DIKKATLI OLUN...FARKINDA OLUN...KENDINIZE BIR SORUN...ACABA SIZ KAC
KIRLANGIC KOVALADINIZ?
-HAYATTA BAZI FIRSATLAR VARDIR KI SADECE BIR KEZ KARSIMIZA
CIKARLAR.DEGERINI BILEMEZSEK KACIP GIDERLER.VE ASLA GERI GELMEZLER...
------

Prof. Dr. Sinsi 08-23-2012 01:43 AM

Felsefik Hikayeler
 

Ağacın aşkı

Bir yeşil tepenin yamacında yaşlı bir ağaç yaşarmış
Bir tarafı uçurum bir tarafı yeşillik çimenmiş.
Çok yıllar yaşamış, çok günler, çok insanlar görmüş.
Ama bu güne kadar onun gibisini hiç görmemiş.
Onun gibi güzeline ömrünce rastlamamış.
Güzel bir kızmış bu, yaşlı ağacın yamacında dolaşırmış.
Güzel olduğu kadarda soğukmuş.
Ağaca sırtını yaslar onunla derdini paylaşırmış.
Kızın derdi yalnızlıkmış.
Eh buna da biraz kendi sebep olmuş.
Hiç bir şeyi beğenmez kendinden başkasını da sevmezmiş.
Ağaç yüreğine söz geçirememiş ve kıza âşık oluvermiş.
Gel gelelim o güzel kız onu hiç görmezmiş.
Sadece gölgesinden faydalanır ve orada eğlenirmiş.
Yaşlı ağaç ateşsiz yanmış, yanıp tutuşmuş.
Kıza yalvarmış yakarmış, bir kere bana bak,
belki sende beni seversin demiş.
Ama güzel kız ona hiç bakmamış.
Sadece gölgesinde dinlenmiş.
Her gün ağacın yanına gelir yeşil tarafında eğlenirmiş.
Aradan zaman geçmiş, ağaç kızdan umudu kesmiş.
Yüreğindeki aşkı söküp atmış,
yerini de umursamazlığa vermiş yanına da birazcık nefret katmış.
Nede olsa bir zaman o kız onun yüreğini yakmış.
Kız geldiğinde gözlerini yummuş kızı duymamış.
İşte o günden sonra ağaç duygularını bedeninden atmış.
Yine o güzel günlerden biriymiş kız her zamanki gibi gelmiş.
Ama bu gün o olağan günlerden değilmiş.
Ne olduysa kız ağacın yeşil tarafından uçurum tarafına geçivermiş.
Kızın ayağı uçuruma kaymış tam yuvarlanmaya başlamış.
Anında ağaca sarılmış ağacın dallarını yakalamış.
Sımsıkı tutmuş bırakmamış, kızın ağırlığı ağacı yerinden sarsmış.
Ağaç bir kıza bakmış birde uçuruma.
Sonrada kızın gözlerine bakmış kız ona gene bakmamış.
Kız sadece tutunacak dal aramış.
Ağaç, bırak beni aşağıda daha sağlam dallar var onları yakalarsın demiş.
Kız ağacı dinlememiş, inadından vazgeçmemiş.
Hem ağacı bırakmamış, hem de ağaca bakmamış.
Toprak ağaçla kızı fazla çekmemiş.
Yeter artık sizinle uğraşamam demiş.
Onları uçuruma bırakıvermiş.
Kız hem kendine, hem ağaca yazık etmiş, inadına kurban gitmiş.
Giderken ağacıda yerinden yurdundan etmiş.

Prof. Dr. Sinsi 08-23-2012 01:43 AM

Felsefik Hikayeler
 

KIRILMAZ CAM TESADUFEN BULUNMUŞ
1904 yılında Benedictus adli bir Fransız bilgini labaratuvarinda calisyordu.
Rafların birinde içi bos bir şişeyi almak isterken elinden düşürdü.
Tas zemin üzerine düsen sise belki bin parça olmuş, fakat
parçalar birbirinden ayrılmamıştı, sise gene eski biçimini muhafaza ediyordu.
Bu olay Benedictus' u çok şaşırttı.
Düşündü, düşündü sonunda şişeye bir kolodyon bileşiği koymuş olduğunu
hatırladı. Bileşikteki eritici madde zamanla uçmuş , geriye kalan selüloz nitrat ,
şişenin duvarlarına sıvanmıştı. İlk bakışta şişeyi
bos sanması bileşiğin saydamlığından ötürü idi.
Birkaç gün sonra gazetelerde bir otomobil kazası okudu.
Otomobilde bulunanlardan biri ,kırılıp dağılan cam parçalarından ciddi bir
bicimde yaralanmıştı. Benedictus kararını vermişti.
Bu konuda ilk adımları atacaktı ve artik oto camları kırıldığı zaman
dağılmayacaktı.

Prof. Dr. Sinsi 08-23-2012 01:43 AM

Felsefik Hikayeler
 

Politikanin gercekleri

Çocuk babasina sorar " Baba, politika gerçekten nedir ?"
Baba söyle der .Bak ogluml, ben eve para getiriyorum, öyleyse ben bir Kapitalistim.
Annen parayi yönetir, öyleyse o da Hükümettir.
Deden, paranin dogru idare edilip edilmedigine dikkat eder, öyleyse o da Sendikadir.
Hizmetçi kiz ise isci sinifidir.
Bizlerin ise tek hedefi vardir, senin rahatligin. Dolayisi ile sende Halksin.
Ve sargi bezi içinde yatan küçük kardesin ise Gelecektir.
Oglum anlayabildin mi ?
Çocuk düsünür ve babasina bu gece anlattiklarinin üzerinde düsünecegini söyler.
Gece yarisi çocuk uyanir.
Çünkü küçük kardesi sargisina pislemistir ve bagirmaktadir.
Ne yapacagini bilemeyen çocuk, anne ve babasinin yatak odasina gider.
Annesi yalniz ve derin bir sekilde yatmaktadir, öyle ki onu uyandiramaz.
Böylece hizmetçi kizin odasina gider. Bakar ki babasi hizmetçi kizla yataktadir.
Dedesi de pencereden gizlice onlari seyretmektedir !!!
Hepsi öyle mesguldürler ki, çocugun orada oldugunun farkina bile varmazlar.
Çocuk hiçbir sey yapamadan yatagina geri döner.
Ertesi sabah, baba çocuguna kendince politikanin ne oldugunu anlatmasini ister.
" EVET" diye cevaplar çocuk
.Kapitalizm isci sinifini kötüye kullaniyor.
.Sendika bunu seyrediyor.
.Bu arada hükümet uyuyor.
.Halk ise dikkate alinmiyor.
.Ve gelecek bokun içinde yatiyor.
Politika budur

Prof. Dr. Sinsi 08-23-2012 01:43 AM

Felsefik Hikayeler
 

Ask = Ses ve Koku
Ask dedigin bundan ibaret.Koku ve Ses
Hayatimiz boyunca duydugunuz bütün sesler arasinda en
az tanidigimiz,daha dogrusu hiç tanimadigimiz tek ses,
kendi sesimizdir. Baska sesler bize birçok seyi hatirlattigi
halde kendi sesimiz bize hiçbir sey hatirlatmaz. Sesimiz,
hafizamizda tek bir isik bile yakmaz.Kendi sesimiz bize yabancidir
Kendi kokumuzu da alamayiz.Kokumuz da yabancidir bize.
Bu kadar yakin olup da sesine ve kokusuna yabanci
oldugumuz tek insan kendimiziz. Belki de bu yüzden
kendimizi tanimayiz. Belki de bu yüzden bir baska insanin
sesine ve kokusuna bu kadar çok ihtiyaç duyuyoruz. Belki
de bu yüzden asik oluyoruz. Belki de, bir baskasinin sesini
ve kokusunu kendi sesimizin ve kokumuzun yerine
koymaya, bir baskasinin sesini ve kokusunu bir parçamiz
gibi hissetmeye ask diyoruz. Belki de, sevdigimiz insanin
sesine dogru akip gitmemiz, aslinda kendimize dogruyaptigimiz bir
yolculuk.
Kendi sesimize ve kokumuza hafizamizda yer yok.Biz kendimize
yabanciyiz.
O yüzden baskalarinin sesiyle sevinip, baskalarinin sesiyleaci
duyuyoruz.
Aski aramak, hep kendi sesimizi, kendi kokumuzu aramak belki.
Hafizamizda bizi dolastiracak bir kilavuzu bulmayaçalismak.
Terkedildigimizde duydugumuz aci, bir parçamizikaybetmekten.
Terkettigimizde ardimizda biraktigimiz keder, terkettigimiz
insanin sesini ve kokusunu kendimizle birlikte götürerek
geride biraktigmiz bosluktan.Aski yasarken bunu hiç bitmeyecegini
sanmamiz,
bize
bagislanan büyük yanilgi sonucu, asik oldugumuz insanin
sesini ve kokusunu kendi parçamiz sanmamizdan.
Sesler ve kokular olmasa geçmisimiz olmazdi.
Sesler ve kokular olmasa asklar olmazdi.
Sesler ve kokular olmasa acilar ve sevinçler olmazdi.
Seslerini kokularini istediklerimizin, vücutlarini da
isteyecegiz. Seni seviyorum dedigimizde, sen benim sesim
ve kokumsun demek isteyecegiz. Kendi hafizamizda
baskalarinin sesleri ve kokularini kilavuz yapip
dolasabilecegiz ancak. Kendi geçmisimize ancakbaskalariyla
ulasabilecegiz.
Ask tanrisi, dünyayi yanilin emriyle yaratacak.Hep yanilacagiz.
Hep yanilip yanildigimiz için hep aci çekecegiz.
Ama sevinçlerimizi de bu yanilgiya borçlu olacagiz.
yanildigimiz sürece sevecegiz.Sonra yanildigimizi anlayacagiz.
Ve gidip yeniden yanilacagiz

Prof. Dr. Sinsi 08-23-2012 01:44 AM

Felsefik Hikayeler
 

Karisik ama Dogru Yetismis bir kizi olan bir dulla evlendim.Babam uvey kizima asik
oldu,evlendi.Bu sekilde babam benim damadim oldu,
üvey kizim da babamin karisi olmasi dolayisiyla benim annem oldu.
Benim karim bir oglan cocuk dogurdu.
Bu cocuk tabiatiyla babamin kayinbiraderi ve
benim uvey annemin biraderi olmasi nedeniyle de benim dayim oldu.
Babamin karisi da bir oglan Çocuk dogurdu.
Tabii dogan bu cocuk benim kardesim oldu
fakat ayni zamanda kizimin oglu olmasi dolayisiyla da torunum oldu.
Boylece, karim da annemin annesi olmasi nedeniyle benim büyük annem oldu.
Diger taraftan ben de karimin kocasi,ayni zamanda onun torunu oldugumdan,
bir kimsenin buyuk annesinin kocasi da buyuk babasi olacagindan dolayi,
kendi kendimin buyuk babasi oldum.




Prof. Dr. Sinsi 08-23-2012 01:44 AM

Felsefik Hikayeler
 

"Kapıyı hızlı çarpıp çıkma. Geri dönmek zorunda kalabilirsin" demiş büyüklerimiz...

"Kapıdan kapıya değişir" diye düşünebilirsiniz. Değişmez aslında.
Öfke, hırs ya da intikam, kalbinizi kapının çarpma hızından daha hızlı çarpar.

Sevgilinizi, işinizi ya da en iyi arkadaşınızı terk ederken çarptığınız kapılar aynıdır.
Hepsinde geride bıraktığınız insanlar vardır. Onları“sizsizliğe” mahkum edip mutlu olurken, farkında olmadan kendinizi de onlardan “eksiltmiş” olursunuz.

Bazen çarpma öncesinde “neden” sorusu gelir. Gelmezse bilin ki çarptığınız kapı bir daha size hiç açılmayacaktır.
Hayat politika gibi değildir. Pişkinlik ve yüzsüzlük kaldırmaz.
Pişmanlığa bile esnekliği çok azdır.
Terazisi, “ çıkarlardan” çok,“duygularla” tartar.
Kefe'nin birine kırık bir kalp koyduğunuzda, diğerine ne koyarsanız koyun dengelemez.
Kalp cam gibidir. Kırıkları yapıştırsanız da izleri yok edemezsiniz.


Sevgilinizi, “sevgisizlikten” değil,“bencillikten” terk ediyorsanız, bundan sonra çarpacağınız daha çok kapı var demektir.
Her “çarpıntı” hayatınıza attığınız bir çarpıdır. Bu çarpı, matematikteki görevini üstlenip “artırıcı” etki yapmaz. Görevini, “eksi”ye devreder.

İşyerinizi, yeni bir iş bulduğunuz için terk ediyorsanız, kapıdan girerken verdiğiniz sözleri hatırlamanız gerekir.
Kimse hayatını aynı işyerinde geçirmek zorunda değilse de, sözlerini tutmak zorundadır.
Tabi bu sözleri tutmak kendi elinde olduğu sürece...

Yasal zorunlulukları bir kenara atın. Patronun sizi Pazartesi çağırıp, Salı günü atma lüksünü de...
Patron sizi gönderirken, geride kalanların durumundan çok kurumun devamlılığını düşünür.
Kurum yoksa iş de yoktur.
Hedeflenen satışa, kâra ve verimliliğe ulaşmadıkça Pazartesi-Salı döngüsünden sıyrılmak da mümkün olmaz.

Siz giderken durum biraz daha farklıdır.
Sevgilinizi terk etme nedeniniz işiniz için de ortaya çıkarsa“çarpı” işaretinin “eksiltici”etkisi bir kez daha devreye girer.
Elinizdeki işleri devretmeden, geride kalanları zor durumda bırakarak “çarparsanız” bu kez birden çok kişiyi hayatınızdan eksiltirsiniz.



En iyi arkadaşınızı terk ediyorsanız vay halinize.

Kaç kişinin “en iyi” arkadaşı vardır?

“En iyi” arkadaşı edinmek kaç yıllık emek ister?

“Kaç yılda” edinilen “en iyi” arkadaş, “kaç saniyede” harcanır?

“En iyi”nin boşalttığı yeri doldurmak için kaç tane“iyi” gerekir?



Kapıları çarptıktan sonra kafayı çarpmamak için düşünmekte fayda var.

Prof. Dr. Sinsi 08-23-2012 01:44 AM

Felsefik Hikayeler
 

“ …. Babam ve ben, yumurtalardan ve kasvetli kompartmandan biraz olsun uzaklaşmak için sahanlığa gittik.
Sahanlıkta yan yana çömelmiş iki yaşlı adam vardı. Yüzleri yıpranmış ve sertti, çok yaşlı ve çok sevimliydiler. Ortalarında süslü bir pipo vardı……………………………, arada sırada derin ve keyifli bir nefes çekiyorlardı, gözlerinde hiçbir ifade yoktu…..

…….

Babam nereye gittiklerini sordu, adamlardan biri ağır bir aksanla yanıtladı.

“Varanasi”

Niçin ?

“ Sanyas” diye söze girdi diğer adam, bir ciğer dolusu limon aromalı dumanı dışarı üflerken. Sanyas sessizlik anlamına gelen bir terimdir, yaşlı insanlar kendilerini emekliye ayırıp Varanasi şehrine gittiklerinde yaptıkları şey.

…………..

“ Sonunda çok ilginç bir yolculuk olacak bu” dedi babam, gözlerini dışarıdaki tozlu arazi üzerinde asılı duran sarı pus tabakasına dikmiş halde.

“Nasıl Varanasi mi ? “

“ Hepsi bu evlat,” dedi sevecen bir tavırla, “hepsi bu”……

Tanıdık Yabancılar
Gotham Chopra
Sayfalar : 239-241

Prof. Dr. Sinsi 08-23-2012 01:44 AM

Felsefik Hikayeler
 

Övgü’nün sözlük anlamını bulmak kolay…. Sözlük anlamı bir beğeniyi açığa vurmak diye özetlenebilir….Oysa yaşam içinde bulduğu anlam bu kadar yalın değil….. Yaşam içerisinde bu alanda ciddi bir kafa karışıklığı yaşadığımızı düşünmeden edemiyorum….İltifat etmekten yalakalığa uzanan geniş bir yelpazeyi övgü olarak tanımlıyoruz ! ( Her alanda kafamız karışık ya gerçi…. Aslında karışık kafa iyidir diye düşünenlerdenim…. Ancak sözünü ettiğim bu tür bir kafa karışıklığı değil ve sanırım bu ayrı bir tartışma konusu)

Hayatın pratiğinden bakmayı seviyorum, yine öyle devam edeyim…

Birisine bir övgüde bulundunuz, yani bir beğeninizi ifade ettiniz…Örneğin “Türkçeyi güzel kullanıyorsun” dediniz…. Diyelim ki, bu kişi de bu övgüyü reddeden bir tavır sergiledi… Bir sonraki karşılaşmanızda övgünüzü kabul etmediğini belirten bir davranış yaptı.. Neden ? Şimdi iç dinamiklere bakalım, yani kafa karışıklığına :

* “yüzünüze karşı sizi övenin yüzüne toprak atın “ ( Hadis-i şerif )
* “övgü yağdıranlar övülmeyi bekleyenlerdir “ ( La Rochefoucauld )

Peki övülen ne idi ? Toplumda yaygınlaşması doğru bir davranış… İnsanın kendi dilini öğrenmesinin ve güzel kullanmasının , bu konuda eğitimli olmasının ve örnek teşkil etmesinin topluma, insanlığa zararlı bir yanı var mı ?

Peki övgüyü kabul etmek istemediği için, ikinci karşılaşmada güzel Türkçe’den vazgeçme davranışı göstermiş olan ne yapmış oldu ? Hadis-i Şerif ya da entellektüel açıdan onaylanabilir bir davranış sergilemiş gibi görünse de…..Geri adım attı, sanırım…… Bu davranış, neye övgü oldu peki…. ?

Lafın özü : Ego’yu (nefs’i) şişirmekle övgüyü kabul etmek karıştırılmasın, derim….İyi yaptığımız, insanlığın, yaşadığımız toplumun hayrına, faydasına olan davranışlar gösterdiğimizde aldığımız övgüleri kabul etmek, o davranışları pekiştirmemize ve daha da geliştirerek sürdürmemize yardım edebilir….Sanırım ince ayrım, bu övgüleri kabul etmekte değildir, övgüleri kabul ettikten sonra ne yaptığımız, nasıl davrandığımızdadır….. İçinizde artık sizden daha iyi, daha güzel Türkçe kullanabilen birileri olamayacağına dair bir duygu oluştu ise, uğraşmanız gereken şey bu duygudur. Ama güzel Türkçe’den vazgeçmek değildir…… !!!!

Prof. Dr. Sinsi 08-23-2012 01:44 AM

Felsefik Hikayeler
 

Bir zamanlar, birbirine bitişik iki çiftlikte yaşayan iki erkek kardeş vardı. Günlerden birgün bu iki kardeş arasında bir anlaşmazlık başgösterdi. İki kardeş arasında o zamana değin ilk kez görülen bu anlaşmazlık,giderek büyüdü ve kardeşler arasında ayrılığa neden oldu.

İki kardeş, birbirlerine yalnızca küsmekle kalmadılar, yıllardır ortaklaşa kullandıkları tarım makinelerine değin sahip oldukları tüm araç gereçlerini ve mal varlıklarını da ayırdılar.

Küçük bir yanlış anlama sonucu başlayan anlaşmazlığı izleyen ayrılık , giderek büyüyen bir uçuruma dönüştü ve en sonunda yerini, karşılıklı
kullanılan hoş olmayan sözlere bıraktı. Bunun arkasından da beklenenler
oldu ve kardeşler arasında önce şiddetli bir kavga, sonra da ürkütücü bir
sessizlik yaşanmaya başladı.

Bir sabah, bu iki kardeşten büyüğünün kapısına bir usta geldi. Elinde büyük bir marangoz çantası vardı. Evsahibinden geçici bir iş
istedi: "Yapılacak ufak tefek bir işiniz varsa, size yardımcı olmak isterim" dedi. "Elimden hemen her iş gelir. Birkaç gün çalışırım, işi bitiririm."

Büyük kardeşin aklına o an bir "iş" geldi. "Evet, sana göre bir işim var" dedi ve küçük kardeşinin çiftliğini işaret etti: "Şu derenin karşısındaki çiftlik, komşumundur. Daha doğrusu, benim küçük kardeşime aittir o çiftlik. Geçen haftaya dek benim çiftliğimle onun çiftliği arasında bir otlak vardı. Sonra o, buldozeriyle oraya ırmak bendi yaptı ve şimdi aramızda,
otlak yerine, çiftliklerimizi birbirinden ayıran bir dere var." Büyük kardeşin söylediklerini dikkatle dinledikten sonra marangoz
sordu:"Benden ne yapmamı istiyorsunuz?" dedi.

Büyük kardeş once kuşkusunu,sonra da kararını açıkladı:"Kardeşim bunu, bana acı vermek için yapmış olabilir" dedi. "Fakat şimdi ben, onun yaptığından daha büyük bir şey yapacağım." Bunları söyledikten sonra adamı aldı, ahırların olduğu yere götürdü ve duvarın dibinde yığılı duran kütükleri gösterdi: "Senden, bu kütükleri kullanarak, iki çiftlik arasında üç metre yükseklikte bir çit yapmanı istiyorum" dedi. "Kaç gün çalışırsan çalış, nasıl yaparsan yap ama bana öyle bir çit yap ki, gözlerim kardeşimin çiftliğini artık görmek zorunda kalmasın." İş arayan usta, başını salladı: "Sanırım durumu anladım, efendim" dedi. "Şimdi bana çivilerin, kazma küreğin yerini gösterin ki hemen işime
başlayayım."

Büyük kardeş ustaya kazma, küreğin ve çivilerin olduğu yeri
gösterdikten sonra, alışveriş yapmak için kasabaya gitti. Usta ise,
tüm gün boyunca ölçerek, keserek, çivileyerek sıkı bir biçimde çalışmaya
koyuldu. Akşam güneş batarken o işini bitirmiş, çiftlik sahibi büyük
kardeş ise alışverişini tamamlamış, kasabadan dönüyordu.

Çiftliğe gelir gelmez ustanın yaptıklarına baktı ve şaşkınlıktan gözleri,
yuvalarından fırlayacakmış gibi açıldı. Karşısında, yapılmasını
istediği, çit yoktu ama, derenin bir yakasından öteki yakasına uzanan
görkemli bir köprü vardı. Biri kendi çiftliğinin toprağına, öteki küçük
kardesinin çiftliğinin toprağına oturtulmuş sağlam iki ayak üzerinde,
yanlarındaki korkuluklarına varıncaya dek tüm ayrıntılarıyla yapılmış
ve tam anlamıyla "usta işi" denilecek kusursuzlukta bir köprü
uzanıyordu.

Büyük kardeş, hâlâ geçmeyen- şaşkınlığıyla bu köprüyü seyrederken, karşıdan birinin geldiğini gördü. Dikkatle baktığında gelen kişinin, komşusu, yani küçük kardeşi olduğunu anladı. Kardeşi, kollarını iki yana açmış olarak köprünün karşı ucundan kendisine doğru yürüyordu.
"Benim sana karşı yaptığım bunca haksızlığa ve söylediğim bunca kötü sözlere karşın sen, bu köprüyü yaptırarak ne denli iyi ve ne denli büyük bir insan olduğunu gösterdin" dedi ağabeyine. "Şimdi bir büyüklük daha yap ve sen de kollarını açarak bana gel..."

Köprünün iki ucundan ortaya doğru yürüyen kardeşler, köprünün ortasında bir araya geldiler ve özlemle kucaklaştılar. Büyük kardeş bir ara arkasına baktığında, çantasını toplayıp, oradan ayrılmakta olan ustayı gördü. "Gitme, dur, bekle" diye seslendi ona. "Sana yaptıracağım
birkaç iş daha var, çiftliğimde..."

Usta gülümsedi: "Ben buradaki işimi tamamladım, gitmem gerek" dedi ve ekledi: "Yapmam gereken daha birçok köprü var."

Prof. Dr. Sinsi 08-23-2012 01:44 AM

Felsefik Hikayeler
 

Körü güneşin ısıttığı bir yaz gününde bir terasa çıkarırsın

Önüne renklere boyalı plakalar koyarsın

• ve dersin ki, hayat bu hava kadar sıcak!

• hayatta aşk vardır, ve rengi kırmızıdır dersin

• huzur vardır yeşil

• umarsızlık vardır mavi

• karamsarlık vardır siyah...

Biraz bekledikten sonra plakalar güneşin ışığında ısınır......

köre dersin elini şu plakaya koy!

Körün elini kırmızıya koyarsın, eli havadan daha sıcak plakadan belli belirsiz yanar, kırmızı renk güneşte biraz ısınır. Kırmızı ve aşk insanı ısıtır dersin

Elini yeşile koyarsın: yeşil güneşte ısınmaz, havadan daha serindir. Huzur ve yeşil budur dersin.

Mavi de yeşile benzer ama havayla aynı sıcaklıktadır. Umursamazlık ve mavidir bu, hayatın sıcağını hissettirmez sana dersin.

Ve en son siyaha koyarsın körün elini. Güneşin ışığında kavrulmuş plaka körün elini fena yakar. Dersin: Siyah ve karamsarlıktır bu!

Şükretmeyenlerin sonu kadar karanlık ve yangındır!

Prof. Dr. Sinsi 08-23-2012 01:45 AM

Felsefik Hikayeler
 

Bir üniversite profesörü öğrencilerine şu soruyu sorar :

" Var olan herşeyi Tanrı mı yarattı ? "

Cesur bir öğrenci ayağa kalkar ve yanıtlar :

" Evet herşeyi Tanrı yarattı ! "

Profesör sorusunu yineler ve öğrenci yine :

" Evet efendim ! " diye yanıtlar.

Profesör devam eder :

" Eğer herşeyi yaratan Tanrı ise ve şeytan var olduğuna göre şeytanı da Tanrı yaratmış olur ve çalışmalarımızda uyguladığımız ' Kesinleştirme ' ilkesine göre de Tanrı şeytandır."

Öğrenci böyle bir önerme karşısında şaşırır ve yerine oturur.
Profesör ise öğrencilerine bir kez daha Tanrı'nın içindeki kaderin bir efsâne olduğunu kanıtlamaktan ötürü oldukça mutludur. Bu arada başka bir öğrenci ayağa kalkar ve :

- Bir soru sorabilir miyim efendim ? der.

Profesör sorabileceğini söyler.

Öğrenci :

" Soğuk var mıdır ? " diye sorar.

Profesör :

" Nasıl bir soru bu böyle, tabii ki vardır ! " diye yanıtlar. " Sen hiç soğuktan üşümedin mi ? " der.

Öğrenci :

" Aslında, fizik yasalarına göre soğuk yoktur yaşamda. Gerçekte biz soğuğu sıcaklığın yokluğu olarak düşünürüz. Herkes veya nesneler o enerji oradaysa veya bir şekilde enerji iletiyorsa onu deneyimler. Örneğin, mutlak soğukluk ( sıfır derece ) (- 273 C. / - 460 F), sıcaklığın kesin yokluğudur (hiç olmadığı seviyedir). Tüm maddelerin bu seviyede tepkime verme özellikleri bozulur ve değişir. Soğuk yoktur, o yalnızca sıcaklığın yokluğunda duyumsadıklarımızı tarif etmek için yarattığımız bir sözcüktür ! " der ve devam eder :

- Hocam, karanlık var mıdır ?

- Profesör :

- " Tabii ki vardır ! " der.

Öğrenci yanıtlar :

- " Korkarım yine yanılıyorsunuz efendim ! " der. " Çünkü karanlık da yoktur yaşamda ! Gerçekte karanlık ışığın yokluğudur. Biz ışık üzerinde çalışabiliriz ama karanlığı çalışamayız / inceleyemeyiz. Gercekte, biz Newton'un prizmasını kullanarak beyaz ışığı kırar ve renklerin çeşitli dalga uzunlukları üzerinde çalışabiliriz. Ama karanlığı ölçemeyiz.
Bir basit ışık ışını karanlık bir mekânı aydınlatarak karanlığı kırmış olur, yani karanlığı geçersiz kılar. Siz belli bir mekânın / uzayın ne kadar karanlık olduğundan nasıl emin olursunuz ? Işığın miktarını ölçersiniz ! Bu doğrudur değil mi ? Karanlık insanlık tarafından , ışığın olmadığı yer / mekân için kullanılan bir sözcüktür.

Son olarak öğrenci profesöre yine sorar :

- Hocam şeytan var mıdır ?

Bu kez profesör pek emin olamamakla birlikte yanıtlar :

- Tabii ki, açıkladığım gibi, biz onu her gün, her yerde görürüz. Şeytan / kötülük, bir kişinin başka bir kişiye her gün sergilediği insanlık dışılığının örneğidir. O, dünyadaki işlenmiş tüm suçlarda, şiddette yer alır. Bunların tümü şeytanın kendisinden başka bir şeyde değildir ! " der.

Öğrenci devam eder :

- " Şeytan yoktur efendim. Yani o kendi başına yoktur."

" Şeytan basit olarak Tanrı'nın yokluğudur. O aynen karanlık ve soğuk ta olduğu gibi insanın tanrının yokluğunu tarif etmek üzere yarattığı bir kelimeden ibârettir. Tanrı şeytanı yaratmadı. Şeytan / kötülük insanın tanrısal sevgiyi yüreğinde duyumsamadığı zaman deneyimlediklerinin bir sonucudur. O aynen sıcaklığın olmadığı yere gelen soğuk ya da ışığın olmadığı yere gelen karanlık gibidir."

Profesöre dünyayı dar eden, yerden yere vuran, şaşırtan, afallatan bu öğrencinin adı Albert Einstein'dı.


Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.