![]() |
Filozoflar ( Biyografi ) '' Filozof Biyografisi Paylaşım Alanı ''
Peregrinos Proteus
(M.S. 100 - 165) Yunan filozofu. Misya'da Parion kentinde doğan Pergrinos Proteus, olimpiyat oyunları ateşinde kendini yakmasıyla tanınan Kinik bir filozoftur. Babasını öldürdüğünden kuşkulanılması üzerine Filistin'e kaçtı. Hıristiyan cemaati içinde nüfuzlu bir konum kazanınca tutuklandı. Serbest bırakıldıktan sonra gittiği Mısır'da Kinik filozof Agathobulos'tan ders aldı ve oradan Roma'ya geçti. İmparator Antoninus Pius'a hakaret ettiği için kovulunca Yunanistan'a döndü. Önceleri iyi karşılandıysa da yönetici Herodes Atticus'u küçük düşürerek popülerliğini yitirdi. Bunun üzerine kendisini yakacağını ilan etti ve olimpiyat oyunları sırasında, aralarında Lukianos'un da bulunduğu bir seyirci kitlesi önünde, yanmakta olan bir odun yığınına atlayarak intihar etti. |
Filozoflar ( Biyografi ) '' Filozof Biyografisi Paylaşım Alanı ''
Philon
(Tahminen M. Ö. 25 - M.S. 50) Philon milât yıllarında yaşamış ve aslen yahudi olup önemli etkinliği olan bir düşünürdür. Bu filozofun, İskenderiye yahudilerine bazı kolaylıklar sağlaması için Roma İmparatoru Caligula'yı gönderilen heyette bulunduğunu biliyoruz. Philon; Yahudi dini ile Yunan felsefesini, özellikle de Eflâtun felsefesini uzlaştırmaya çaba göstermiştir. Bu çalışmasıyla o, dönemin tipik filozofu sayılmıştır. Kendisi Yunancayı eski İbraniceden daha iyi biliyordu. Bize kadar kalan eserlerinde Philon, Eflâtun'u Hz. Musa'nın bir öğrencisi gibi görür. Bunun için de Tevrat'ın görüşlerini Eflâtun'un görüşleriyle uzlaştırmaya çalışır. Philon'un eserleri, özü yönünden, Tevrat'ın yorumlarıdır. Yalnız bu yorumlar Eflâtun'un felsefesi açısından yapılır. Philon'un bu uzlaştırma çabasında en önemli nokta, Eflâtun'un ide varsayımına bakışı ve bu varsayımda yaptığı değişikliklerdir. Eflâtun'un, ideleri zamana bağımlı olmayan varlıklar olarak düşündüğünü biliyoruz. Oysa Philon, Eflâtun'un idelerini "Allah'ın ruhunda gizli olan" düşünceler şekline sokmuştur. İdeler, Allah'ın kendilerini düşünmesi halinde var olurlar. Böylece Philon, Eflâtun'un felsefesine "Yaratan"kavramını dahil etmiş oluyor. Eflâtun için de, Aristo için de Allah'ın evrenin yaratıcısı olmayıp yalnızca mimarı olduğunu, yani Allah'ın gerçekte var olan bir malzemeye ancak şekil kazandırdığını hatırlayabiliriz. Oysa Philon Allah'ı evrenin yaratıcısı yapıyor ve Eflâtun'un idelerini Allah'ın düşünceleri durumuna sokuyor. Yunan felsefesi, kendisini dinin etkilerinden kurtarmaya çalışan bir düşünce olarak başlamıştı. Zamanla dini görüşlerin yerini bilimsel görüşler aldı. Yunan felsefesi, dönüp dolaşıp başlangıçtaki amacının tam karşıtı olan bir sona ulaşmış, yani son dönemlerinde bu felsefeye yine dinsel görüşler hâkim olmuştur. İlkçağın son dönemlerinde "dinsel motifler" gittikçe daha çok güç ve de etkinlik kazanmıştır. Bu dönemde, öncelikle, insanın dinsel gereksinimlerini doyuma ulaştırmak için felsefeye başvurulmuştur. İlkçağda Yunanistan ve Roma'da dinler devlet dini şeklini alacak yol izlemiştir. İlkçağda Tanrılar, özel kişilerle ilgileri çok az olan "Devlet Tanrıları" idi. Bu gelişimin sonunda devletin kendisi de bir Tanrı şekline sokulmuş, söz gelişi Roma'da imparatorlara tapınılmış ve kurbanlar sunulmuştur. İmparator devletin temsilcisinden başka bir şey olmadığına göre, gerçekte tapınma konusu yine devlettir. Roma'da bu resmî din yanında bir de tamamen "bireye" ait bir din gereksiniminin ortaya çıktığına tanık oluyoruz. Bu kişisel dinin ağırlık merkezini de "ruhun ölümsüzlüğü" düşüncesi oluşturur. Ruhun ölümden sonraki durumu konusu, insanı daima ilgilendirmiştir. Resmi devlet dini bu gereksinime cevap veremiyordu. İşte bu gereksinim, Doğu'dan gelen dinlerin Roma'da yerleşip cemaatlerini oluşturmasına çok yardımcı olmuştur. Bunun sonucu olarak Roma'da, özellikle son dönemlerde, küçük büyük çeşitli Tanrılara inanıldığını biliyoruz. İlkçağın sonlarında din gereksiniminin felsefeyi de etkilediğini, felsefede de yer aldığını görüyoruz. Bu nedenle bu dönem felsefesi ruh göçüne inanıyor, Daimonlara evrende önemli bir yer ayırıyordu. Çünkü bu felsefe evrene yalnız maddesel güçlerin değil, aynı zamanda ruhsal güçlerin de hâkim olduğuna inanıyordu. Bu felsefede, bilginin yalnızca bir gözlemden, yalnızca mantıksal bir çıkarımdan oluşmadığı, bilgide mistik motiflerin de önemli rol oynadığı görüşü ağırlık kazanıyordu. Mistik bilgiler bir sezişin, bir gözlemin ürünüdür ve sezgi de ancak olağanüstü insanlara has bir yetenektir. İnsana son gerçekleri tanıtan bu seziş yeteneği, Allah'ın bir hediyesi olup, herkeste değil, yalnızca bu bağışa kavuşmuş olanlarda bulunur. Bu tür düşünceler yanında bir de çeşitli dinlerin mitolojileri işe karıştırılmış ve bunların felsefî yönden yorumuna kalkışılmıştır. Bu türden görüşlere sahip olan bir felsefe, bugün bizim değerlendirmemizde uydurma inançlar (hurafeler)la dolu olan bir felsefeden başka bir şey değildir. Din ile iç içe girmiş bu felsefeden büyük bir sonuç, önemli bir başarı ortaya çıkmıştır: İlkçağın son dönemi, öteki büyük felsefe sistemleriyle haklı olarak aynı ayarda sayılabilecek olan bir felsefe akımını, yani "Yeni Eflâtunculuk"u yaratmıştır. |
Filozoflar ( Biyografi ) '' Filozof Biyografisi Paylaşım Alanı ''
Pisagor
(M.Ö. 570 - 496) Bizi Orphik dininin Tanrılar ve ruh konusundaki görüşlerinden çok, zamanındaki felsefe akımları üzerinde yaptığı etkiler ilgilendirir. Bu etkileme gerçekten derin olmuştur. Bu etkiyi, en belirgin biçimde, özellikle Pisagor (Pythagoras)'da buluruz. Pisagor'un yaşamı ve kişiliği konusunda pek az şey biliyoruz. Bilgilerimiz yarı efsane biçimindedir. Gerçi bugün elimizde Pisagor'un adını taşıyan bazı yapıtlar bulunmaktadır. Fakat bunlar, Pisagor'un yapıtları olmayıp, özellikle M.S. aynı görüşü izleyenlerce yazılmış yapıtlardır. Pisagor ile ilgili kesin birşey bilemeyişimiz, kişiliğinin gerek kendi sağlığında ve gerekse öldükten sonra bir efsane biçimine dönüşmüş olmasındandır. Nitekim onun ölümünden uzun zaman sonra, Milattan sonraki yüzyıllarda Pisagor'un kişiliği ve düşünceleri yeniden güncelleştirilerek dinî bir akımın temeli yapılmıştır. Pisagor'un yaşamıyla ilgili kesin bilgilerimiz şunlardır: Pisagor Sisam adasında doğmuştur. Genç yaşında güney İtalya'ya göç etmiştir. O sıralarda güney İtalya'da bakımlı ve zengin Yunan kolonileri bulunuyordu. Pisagor güney İtalya kentlerinden bir koloni olan Kroton'da yerleşmiş ve burada tarikatını kurmuştur. Onun okulu Milet okuluna benzetilemez, onun kurmuş olduğu okul daha çok bir tarikattır, bir din cemaatidir. Bu cemaat taraftarları belli bir yaşam biçimini garanti ederler. Bunlar et yemez, keten elbise giyer ve kurban kanı sunmazlar, yani hayvan öldürmekten kaçınırlar. Bu yasak, ruh göçü kuralı ile ilgilidir. Nedeni ise, kesilen hayvanın bu kılığa girmiş bir akraba ruhu olasılığı taşımasıdır. Böylece bilmeyerek bir akrabanın kanına girilmemiş olunur. Bununla birlikte cemaat üyelerinin kesinlikle dikkat etmeleri gereken birtakım ahlâk kuralları vardır. Sözgelişi somut nazlardan olabildiğince kaçınmak, temiz ve namuslu bir yaşam sürmek, somut gereksinimlerden sakınarak ruhun bedene olan bağımlılığını önlemek gibi... |
Filozoflar ( Biyografi ) '' Filozof Biyografisi Paylaşım Alanı ''
Platon
Yunan filozofudur. Sokrates'in öğrencilerindendir. Sokrates ölüm cezasına çarpılınca (M.Ö. 399) Atina'dan ayrılan Platon (M.Ö. 429-347), Mısır ve Güney İtalya'ya yolculuklar yaptıktan sonra Dionysos I'in kayınbiraderi Dion tarafından Syrakusai'e çağrıldı. Bir süre sonra Atina'da kendi felsefe okulunu (Akademia) kurup Dionysos I'in ölümünden (M.Ö. 367) sonra yeniden Syrakusai'e giderek, Dionysos II'yi bir "düşünür-kral" olarak yetiştirmeye çalıştı. M.Ö. 361'de üçüncü kez Syrakusai'e gidip genç kralla antlaşmazlığa düştüğü için kısa bir süre cezaevine kapatıldıktan sonra Atina'ya döndü. Ölürken akademisini yeğenine bıraktı. Platon'un yapıtları 35 söyleşiden (diyaloglar) oluşur. Platon, matematik prensiplere hayrandı. O, diğer konuların da matematik prensiplere dayandırılmasını istiyor, matematiğin bir kesinlik ölçüsü olduğuna inanıyordu. Matematik, felsefe için bir giriş idi. O bakımdan Platon, Akademia'nın kapısına "Geometri bilmeyen buradan içeri girmesin" diye yazdırmıştır. Platon felsefesi, akılcılık ve spiritüalizmin temalarından esinlenerek bu iki felsefe akımının bir tür bileşimini oluşturmuştur. Gerçeği araştırmak için Sokrates'in soru yanıt yöntemini felsefenin bütün alanlarına yayan Platon'a göre, anlaşılabilir bir dünyada idealar, gerçek varlığı oluşturur; sezgilenen her şey, bu ideaların birer eksik ve değişken yansımasıdır. Platon, gerçekliği iki bölüme ayırmıştır. Birinci bölüm, duyular dünyasıdır. Bu dünya hakkındaki yaklaşık ve mükemmel olmayan bilgilerimizi, beş duyumuzu kullanarak edinebiliriz. Duyular dünyasındaki her şey için "her şeyin değiştiği" ve hiç bir şeyin sonsuza dek var olmadığı gerçeği geçerlidir. Duyular dünyasında hiç bir şey var değildir; burada bir şeyler ortaya çıkar ve sonra ortadan kaybolur. İkinci bölüm idealar dünyasıdır. Aklımızı kullanarak bu dünya hakkında kesin bilgilere ulaşabiliriz. İdealar dünyası, duyularla algılanamaz. Buna karşılık idealar (ya da biçimler) mutlak ve değişmezdir. Platon, insanların ikiye ayrılmış yaratıklar olduğunu düşünür. "Değişen" bir vücudumuz vardır. Vücudumuz, duyular dünyasına bağımlıdır ve bu dünyadaki diğer şeylerin kaderini paylaşır. Tüm duyularımız vücudumuza bağlıdır ve dolayısıyla güvenilmezdir. Ancak bizim bir de ölümsüz bir ruhumuz vardır ki bu ruh, aklın yuvasıdır. Ruh, maddesel olmadığı için idealar dünyasına girebilir. Platon daha da ileriye giderek, ruhun bir vücuda yerleşmeden önce de var olduğunu ve ruhun önce idealar dünyasında var olduğunu söylüyordu. Platon'a göre anlaşılabilir dünyayı topluca kavramayı sağlayan yüce bilgi, diyalektiktir. İdealar, birbirinden ayrı gerçeklikler değil, aynı ile başkanın, bir ile çokun, son ile sonsuzun karışmasından oluşan karışımlardır. Dolayısıyla, idea ve anlaşılabilir gerçek de birer karışımdır. Platon'a göre insan vücudu üçe ayrılır: baş, göğüs ve karın. Bu bölümlerin her biri ruhsal bir erdeme karşılık gelir. Baş akla, göğüs isteme, karın da haz ya da arzuya karşılık gelir. Bu üç ruhsal yeti, bir ideale ya da bir değere bağlanabilir. Akıl, bilgeliğe ulaşmaya çalışır; istek cesaret gösterir; arzu da insanın ölçülü olması için denetlenir. İnsanın bu üç bölümü bir bütün içerisinde hareket etmeye başladığı zaman uyumlu ya da "bütünlüklü" bir insan ortaya çıkar. Platon, "Devlet" adlı diyaloğunda "ideal devlet"i anlatır. Burada anlatılan örnek bir devlet ya da "ütopik" bir devlettir. Platon, bu devletin filozoflar tarafından yönetilmesi gerektiğini söyler. Platon, tıpkı bir insan vücudu gibi yaratılmış bir devlet düşünür. Bu devlet aynı şekilde üçe bölünmüştür. Vücudun "başı", "göğsü" ve "karnı" olduğu gibi devletin de yöneticileri, bekçileri (veya askerleri) ve ticaretle uğraşanları (bunlara zanaatkârlar ve köylülerde dahildir) vardır. Ona göre sağlıklı ve uyumlu bir insan nasıl dengeli ve ılımlı ise, "adil" bir devlet de herkesin bütün içindeki yerini bilmesiyle ortaya çıkar. Platon'un felsefesinde genel olarak geçerli olduğu gibi, onun devlet felsefesi de rasyonalizmden etkilenir. İyi bir devlet yaratmanın yolu, bu devletin mantıkla yönetilmesinden geçer. Başın vücudu yönetmesi gibi toplumu yönetenler de filozoflar olmalıdır. Platon, kadınların da erkekler gibi yönetici olabileceklerini söylüyordu. Bunun da nedeni, yöneticilerin siteyi yönetmesinin tam da akılla mümkün olmasıydı. Kadınlar da erkekler gibi aynı mantığa sahipti. Kadınları yetiştirmeyen bir devletin yalnızca sağ kolunu çalıştırıp güçlendiren bir insana benzediğini söyler. Platon, aile ve özel mülkiyeti de reddediyor, bunların devleti yönetenler ve koruyanlar tarafından idare edilmesini savunuyordu. Görüşleriyle Plotinus'u ve Hıristiyan din bilimcileri etkilemiş olan Platon'un başlıca söyleşileri arasında Devlet, Şölen, Phaidon, Gorgias, Protagoras sayılabilir. |
Filozoflar ( Biyografi ) '' Filozof Biyografisi Paylaşım Alanı ''
Plotinos
(204 - 270) Plotin, kendisiyle ilgili çok az şey bildiğimiz, bir okulu ve pek çok öğrencisi olan, hoca olarak da büyük etkiye sahip "Ammonios Sakkas"tan ders almıştır. Plotin, zamanın modasına uyarak, Doğuda bir geziye çıkar. Önce İran'a, oradan da o dönemdeki mistik bilgilerin kaynağı sayılan Hindistan'a gitmeyi tasarlar. Bu amacına ulaşmak için İmparator Gordianus'un, İran'a karşı yaptığı sefere katılır. Fakat sefer başarılı olmaz, Gordianus mağlup olur ve öldürülür. Roma ordusunun geri kalanları ile, Hindistan'a gideceğine Roma'ya gelir. Roma'ya yerleşen Plotin, önce yazar olarak çalışır, sonra da bir felsefe okulu açar. Plotin M.S. 270 yılında ölünce, kendisine bağlı sevgili öğrencisi Porphyrios, hocasının eserlerini toplayarak yayınlamıştır. Birtakım kısa incelemelerden ve (51) parçadan oluşan eserlerini, Porphyrios her biri altı konudan oluşan (9) kitap halinde birleştirmiştir. Bunun içindir ki bu diziye "ennead"'lar -Yunanca dokuz demektir- adı verilir. Bu eser günümüze kadar geldiği için Plotin'in felsefesini doğrudan doğruya inceleme olanağına sahibiz. Plotin felsefesinin hareket noktasını, her türlü maddi olana karşı duyulan bir karşı çıkış oluşturur. Aristo'dan sonraki felsefenin, gerek Stoa'nın ve gerekse Epikürcü felsefenin, temelde maddeci olduğunu biliyoruz. Her iki okul, Sokrat'tan önceki felsefede olduğu gibi, realiteyi "maddesel olan" da buluyordu. Yalnız Stoacılar panteist materyalizme (doğacı maddeciliğe) taraftılar. Yani evreni içi ruh ile dolu olan maddî bir şey olarak alılıyorlardı. Oysa Epikürcüler tam anlamıyla materyalisttirler. Stoa ile Epikürcü okul, maddi olmayan "ideler"i benimseyen Eflâtun ile tam bir karşıtlık içindedirler. Eflâtun'un idealizmine yeniden dönen Plotin'in hareket noktası olarak materyalizmle savaşmayı seçmesi çok doğaldır. |
Filozoflar ( Biyografi ) '' Filozof Biyografisi Paylaşım Alanı ''
Poseidonios
(M.Ö. 135 - 51) Yunan filozofu. Döneminin ve bir olasılıkla tüm Stoacı okulun en bilgili üyesi olarak kabul edilir. "Atlet" lakabıyla anılan Poseidonios Suriye'de Apameia kentinde doğdu. Yunanlı Stoacı filozof Panaitios'un öğrencisi oldu ve bir çok yere gittikten sonra Rodos'a yerleşip ders vermeye başladı. Onun ünü pek çok bilgini buraya çekmeye başladı. Yazıları ve kişisel ilişkileriyle Stoacılığın Roma dünyasında yaygınlaşmasında Panaitios'dan sonra en etkili kişi oldu. Hiç biri günümüze ulaşmayan 20'yi aşkın yapıtının yalnızca başlıkları ve konuları bilinmektedir. Orta dönemin öteki Stoacıları gibi Poseidonios da daha eski Stoacılar'ın görüşleriyle Platon ve Aristoteles'in görüşlerini birleştiren eklektik bir düşünürdür. Ama insan tutkularının yalnız yanlış yargılar değil, içsel nitelikler olduğunu savunan etik öğretisiyle çağdaşı Stoacılar'dan ayrılır. Doğa bilimi, coğrafya, astronomi ve matematikle de ilgilenen Poseidonios, Yer'in çapını, Ay'ın gel-git üzerindeki etkisini, Güneş'in uzaklığını ve büyüklüğünü hesaplamaya çalışmıştır. M.Ö. 146-88 arasını kapsayan 52 ciltlik tarih çalışması ilkçağ yazarları için güvenilir bir bilgi kaynağı olmuştur. |
Filozoflar ( Biyografi ) '' Filozof Biyografisi Paylaşım Alanı ''
Proklos
(410 - 485) Soyut düşünceye olan yetenek ve eğilimini matematik alanındaki başarılarıyla kanıtlamış olan Proklos, bu katıksız matematikçi, Tanrılar konusunda hayal ürünü olan düşüncelere de sahiptir. Geniş bilgi sahibi bir bilgin olan Proklos, çeşitli ulusların çok iyi bildiği efsanelerini bir sistem halinde toplamaya ve sistemini, nedenleri ile birlikte açıklayacak biçimde kurmaya çalışmıştır. Bu sistemin karakteristik olan noktası, hep üçlü gruplar oluşturmaya ve bunlar arasında ilişkiler kurmaya çalışılmasıdır. Böylece Proklos, sonradan Hegel'de de Taslayacağımız, dinle k tik bir sema, (çizelge) kurmuş olur. Proklos'un eksik yanı, ekzakt gözlemler yapmamasıdır. Aristo ve okulunun temelde benimsediği kesin gözlemler, artık Yeni Eflâtunculukta önemini tümden yitirmiştir. Gerçek, doğanın kendisinde değil de, "kitaplar"da aranmaya başlanmıştır. Yeni Eflâtunculuğun son dönemlerinde ilgi odağı olan konulardan biri, Eflâtun ve Aristo'yu "yorumlamak"tır. Bu, gerçeği, yalnız kitaplarda aramaya kalkışma akımına, tüm İlkçağın sonlarında, bir bakıma tüm Ortaçağda rastlarız. Gerçeği kitaplarda değil de gözlemi yapılan olaylarda aramak düşüncesi ancak Rönesans'ta yeniden ortaya çıkacaktır. Proklos Atina'da yaşamış ve Akademi'de müdürlük yapmıştır. Proklos'un zamanında Atina'da eski felsefe okullarının devam ettiğini görüyoruz. M.S. 529 yılında Atina'daki felsefe okulları Bizans İmparatoru "Justinianus" tarafından kapatılmıştır. Bu olayı "Antik Felsefe "nin sona ermesinin dış imajı olarak düşünebiliriz. Yeni Eflâtunculuğun, zamandaşı olan Hıristiyanlık üzerindeki etkilerine geçmeden önce, Antik evrenin sonunda rastladığımız düşünce akımlarını bir daha gözden geçireceğiz: Bu dönemde pozitif bilimler, felsefeden tam bağımsız olarak, kendi yollarında ilerlemiştir. Bu dönemin önem verdiği bilimler arasında aritmetik, geometri ve astronomiyi sayabiliriz. Yalnız astronomi, astroloji ile karışık olduğu için, dinsel bir niteliğe bürünmüştür. Gramer alanında da, bilimsel filolojinin bir çeşit başlangıcı sayılabilecek olan, çalışmalar yapılmıştır. Oldukça gelişmiş ileri bir coğrafya bilimi bulunan bu dönemde, temeli Aristo'ya dayanan bitkiler (botanik) ve hayvanlar (zooloji) da ilgi alanı içindedir. Felsefeye gelince: İlkçağın bu son döneminde Sextus Empirikus'un kişiliğinde rastladığımız şüphecilikten başka, Stoa okulunun da varlığını sürdürdüğüne tanık oluyoruz. Ancak dinsel eğilimli Yeni Eflâtunculuğu, dönemin felsefe akımı olarak algılamamız gerekir. |
Filozoflar ( Biyografi ) '' Filozof Biyografisi Paylaşım Alanı ''
Protagoras
(M.Ö. 485 - 410) Yunanlı filozof ve sofist. Abdera'da doğan Protagoras yaşamının büyük bir bölümünü Atina'da geçirdi. Düşünceleriyle döneminin ahlak ve siyaset anlayışını önemli ölçüde etkiledi. Sofizmin sözcülüğünü yaptığı 40 yılı aşkın süre boyunca insanlara günlük yaşamlarında "erdem"li olmayı öğrettiğini söyledi. Ünlü, "insan her şeyin ölçüsüdür" (anthropos metron panton) önermesiyle algıların (hatta bazılarına göre yargıların da) göreliliğini dile getirdi. Protogoras bu yargı ile, herkes için geçerli bir bilginin olamayacağını belirtmek ister. Hakikatin ve değer yargılarının toplumlara, hatta tek tek insanlara göre değiştiğini dile getirir. Herkes için geçerli bir bilgi olmadığına göre hakikati değil, "kişiye yararlı olanı" aramalıdır der. Protagoras'a göre tüm bilgilerimiz duyumdan gelir ve duyum insandan insana değişir. "Her bir şey bana nasıl görünürse benim için böyledir, sana nasıl görünürse yine senin için de öyle.. Üşüyen insan için rüzgar soğuk, üşümeyen insan için soğuk değildir" diyerek insanı tüm şeylerin ölçüsü yapar. Bu tarz düşünceleriyle Protagoras relativizmin, dolaylı olarak septisizmin ve pragmatizmin öncüsü sayılır. Sofist olarak büyük bir ün ve servet kazanan Protagoras, İtalya'daki Atina kolonisi Thurii'nin yaslarını hazırlamakla görevlendirildi. Geleneksel ahlak ilkelerini benimsemesine karşın, Peri Theon (Tanrılar Üzerine) adlı yapıtında tanrılara inanma konusunda agnostik tutumunu ortaya koydu. Bu yüzden dinsizlikle (asebeia) suçlandı; kitapları halkın önünde yakıldı. Yaklaşık M.Ö. 415'de sürgün edildiği Atina'ya bir daha dönmedi. Platon erdem konusunu ele aldığı diyaloguna onun adını vermiştir. |
Filozoflar ( Biyografi ) '' Filozof Biyografisi Paylaşım Alanı ''
Pyrrhon
(M.Ö. 360 - 272) Yunan filozofu. Pyrrhonculuk akımının kurucusu olan Pyrrhon genellikle şüpheciliğin babası sayılır. Abderalı Anaksarkhos'un öğrencisi olan Pyrrhon Elis'de öğretmenlik yaptı. Bir önermenin lehinde ve aleyhinde aynı geçerlilikte görüşler belirtilebileceği inancıyla hakikati aramanın boş bir çaba olduğunu öne sürdü. Büyük İskender'in Hindistan seferine katıldı ve orada fakirlerin koşutlara kayıtsız kalmaktan kaynaklanan bir mutluluk duyduklarını gözlemledi. İnsanların duyu algılarının güvenilirliği konusunda yargıda bulunmasının (yani epokhe'yi uygulamasını) ve görünen biçimiyle gerçekliğe uygun olarak yaşamasını savundu. Pyrrhon ne varlığı araştırdı, ne "bu iyidir bu kötüdür" diyerek bir seçim yaptı, ne de bir hüküm verdi. Ne bir şey bekledi, ne bir şey ümit etti, ne de bir şeye inandı. Septik filozoflarda görülen bu tutumlar tam anlamıyla dogmatik özellikler olarak nitelendirilebilir. Pyrrhonculuk Atina'da Orta ve Yeni Akademia'da etkili oldu. Ayrıca M.S. III. yüzyıl'da Yunan şüpheciliğini sistemleştiren Sekstos Empeirikos'un yapıtlarının yeniden yayınlanmasıyla 17. yüzyıl Avrupa'sında felsefi düşünceyi önemli ölçüde etkiledi. Ayrıca, Pyrrhon'un görüşlerine öğrencisi olan Phleiuslu Timon'un şiirlerinde de rastlanır. |
Filozoflar ( Biyografi ) '' Filozof Biyografisi Paylaşım Alanı ''
Rene Descartes
Fransız filozof ve matematikçisi (1596-1650). Descartes, 1628'den itibaren, on beş yıl süren geziler, savaşlar ve serüvenlerden sonra yerleştiği Hollanda'da, batı düşüncesini altüst eden bir felsefe sistemi kurdu. Öğrendiğinin, gördüğünün, duyduğunun, inandığının hepsini birden büsbütün silerek, her şeyden kuşkulanmağa başladı. Yalnız tek bir şeyden emindi: düşüncenin varlığı («düşünüyorum, o halde varım!»). Buradan hareketle, evrenin açıklamasını yaptı. Metot Üzerine Konuşma'da (1637) hep karmaşıktan basite inerek, gerçeği kuşatmaya yarayacak kuralları bir bir saydı. Felsefeyi, bütün inceleme kitaplarının Latince yazıldığı bir çağda, Fransızca yazarak ve «sağduyu dünyada en iyi bölüştürülmüş şeydir» diyerek, herkesin, uzman olmayanların bile anlayabileceği bir duruma indirgedi. Descartes her tür araştırmanın pratik niteliği üzerinde ısrarla durur. Ona göre en önemli bilimlerden mekanik, insanlara yardım edecek makineleri yapma sanatı; tıp, vücudu ve ruhu tedavi etme sanatı; ahlâk, mutlu yaşama sanatıdır. Descartes, zamanının bilginleriyle, hükümdarlarıyla ve soylularıyla ilişki kurmuştur. Ona hayran olan İsveç kraliçesi Kristina, Descartes'ı sarayına davet etti. Descartes, elli dört yaşında Stockholm'de öldü. ESERLERİ Aklın idaresi için Kurallar, Metafizik Düşünceler, Felsefenin ilkeleri, Ruhun Tutkuları. |
Filozoflar ( Biyografi ) '' Filozof Biyografisi Paylaşım Alanı ''
Robert Boyle
İngiliz fizik ve kimya bilgini olmasına rağmen felsefeye oldukça gerekli bir ekti yaratmıştır. 25 Ocak 1626'da İrlanda'da doğmuş olup, 30 Aralık 1691'de Londra'da ölmüştür. Boyle, ilk olarak kiliseye girmeyi planlıyordu fakat sağlık durumunun zayıflığı nedeniyle, Fransa, İtalya ve İsviçre'de yaptığı bir kaç seyahatten sonra Stalbridge'deki çiftliğine çekilerek servetini bilimsel incelemelere tahsis etti. İngiltere'deki iç savaşları ve kargaşalıklar arasında 1645'ten itibaren felsefi kolej üyelerinin arasında Kral cemiyeti kurulmadan önce, mevcut olan bilginler toplantısında eserlerini hazırladı. Boyle, II. Charles tarafından Londra'da açılmasına izin verilen Kral Cemiyeti'nin kurucularından biri oldu. Servetini, bilim işleriyle, hayır işlerine ve Hindistan'daki misyoner kurullarına harcadı. Ünü bütün Avrupa'ya yayılmıştı. Öldüğü zaman Westminster kilisesi mezarlığına gömüldü. Yeni kimyanın kurucusu olan Boyle, simyacılara şiddetle hücum etmiş, havanın özelliklerini açıklayan gözlem ve deneylemelerle hem fizik hem de kimyaya hizmet etmiştir. Ona göre kimya, cisimlerin maddesel bileşiklerini inceleyen bir bilimdir. De Ispa Natura'sında doğayı canlı bir kişiymiş gibi anlayan görüşlere hücum ederek, doğada gizli bir esas güç yada ruhsal gücün bulunmadığını hatta onun bir 'şey' bile olmadığını ileri sürerek dedr ki; "Doğa eşyanın büyük yaratan tarafından eylemsiz olarak güçlerle cisimlerin etkilemesi ve etkilenmesi için belirttiği bir düzgü sistemidir. "Evreni ve atomların hareketlerini Tanrı yaratmıştır ve tanrı, doğanın akışına karışabilir; fakat âlemi biz düzenli bir surette işleyen saat, "kozmik bir mekanizm" gibi anlamaya mecburuz. Bu nedenle Boyle, mistisizmin gizli güçleriyle Paracelsus'un doğa felsefesinin, Aristo ve skolastiklerin 'tözel' biçimlerine son vermiş olur. Boyle, Descartes metafiziğini de reddeder ve atom felsefesine yeni bir anlayışla katılır. Boyle'a göre, cisimlerde müşterek, uzamlı içine girilemeyen, fakat bölünebilen bir öz'ün niteliklerini taşıyan bir madde vardır. Tanrı, maddeyi hareketle birlikte, biçim ve durumlarda birçok küçük 'zerreler'in meydana gelmesine neden olur, bunlar birleşmek ve karışmak suretiyle bileşik olan 'moleküller'i oluştururlar. Boyle'in atomculuğu, Epikür'ün ve daha çok Gassendi'nin atomculuğuna benzer. Bunun eskilerin atom anlayışından farkı, Boyle'nin Descartes'la birlikte, atomların hareketleri yüzünden maddenin parçalanmasını kabul etmesivle bu hareketleri bilinmez bir nedenin ya da doğrudan doğruya Tanrı'nın oluşturduğunu iddia etmesidir. Bu görüş, Newton'un çekim teorisini yıkmıştır. |
Filozoflar ( Biyografi ) '' Filozof Biyografisi Paylaşım Alanı ''
Roscelinus
(Tahminen 1050 -1123) Kendisiyle ilgili pek az şey bildiğimiz Roscelinus''a göre: Tümel kavramlar yalnızca birer kelimeden ibarettir. Aralarında az ya da çok ilişki olan objelere bu kelimeleri bizim yüklediğimizi savunur. Bu dönemde isimciliğin etkisi sınırlı ve önemsizdir. İsimcilik fazla yayılamamıştır. Çünkü Kilisenin direnmesi ve "düşmanlığı" hız karşılaşmıştır. Nitekim 1092 yılında Soisson Sinod, Roscelinus'un isimciliğini (nominalizmi) açıkça suçlamıştır. |
Filozoflar ( Biyografi ) '' Filozof Biyografisi Paylaşım Alanı ''
Sekstus Empirikus
(M.S. 180 - 250 ?) Sextus Empricus'un doğum ve ölüm tarihleri konusunda farklı görüşler olmasına rağmen M.S. II-III. yüzyıllarında yaşamış olduğu doğrudur. Kendisi bir tıp okuluna bağlıdır. Bilindiği kadarıyla İlkçağda tıp dikkat çekici bir gelişme göstermiştir. Bu dönemde tıp alanında üzerinde tartışılan nokta; hekimin, hastalığın "sebebi"ni mi, yoksa "belirtileri"ni mi bilmesi gerektiği konusudur. Bazı tıp okulları önce insan bedeninin yapısının bilinmesi gerektiğini, daha sonra da hastalıkların bedende nasıl oluştuğunun belirlenmesi gerektiğini öne sürüyordu. Hastalığa neden olan son sebebi bulduktan sonra, bu hastalığı iyi edecek ilacın aranması, bulunması isteniyordu. Bu görüşe deneyci hekimler, bunların içinde Sextus Empiricus da vardır, karşı çıkmıştır. Onlara göre herhangi bir varsayımdan hareket etmemeli, aksine hastalığın belirtileri hareket noktası olmalıdır. Önce hastalığın belirtileri dikkatle gözlenmeli, sonra da hastalığa şifa verecek ilaçlar üzerinde denemeler yapılmalıdır. Sextus bir septik değildir. Onun ikinci isminin, Empiricus'un, anlamı gibi, o bir "deneyci"dır. Ona göre her tür bilgimizin zorunlu olarak deneye dayanması ve deney sınırları dışına hiçbir şekilde çıkmaması gerekir. Ancak gözlem ve deneye dayanan açıklama ya da öngörüş, ileride doğru çıkma yeteneği taşır. Deney dışında kalan tüm varsayımlar, Özellikle metafizik varsayımlar, güven vermeyen bilgileri içerirler. Şu halde yapılacak şey, deney ile elde ettiklerimizi açıklamak ve buna dayanarak da gelecek ile ilgili ölçülü öngörüşlerde bulunmaktır. Bunun dışına çıkan her davranış, yalnızca bir inanç olur. İnanç ile bilgi uyumlu olamaz. Sextus Empiricus'un bağlı olduğu okulun belli başlı görüşlerini böylece gösterebiliriz. Dikkat edilirse bu okulun Stoacılardan bir çok yönden ayrıldığı görülür; çünkü Stoa'ya göre her tür bilgi sonuçta bir inanca dayanır. Bu dönemdeki okulların, evren ve yaşam konusunda birbiriyle çatışan, üzerlerinde tartışılan görüşleri vardır. Bu felsefe okulları, aynı dünya görüşünü taşıyanların "birliktelik"idir. Bu okullar bir Yunanlı için, dinin yerini tutacak görüş ve tutumların da bir yansımasıdır. Bu da anlamsız sayılmaz, çünkü sözünü ettiğimiz felsefe okullarının ortaya çıktığı dönem, Yunan ulusal dininin güç ve etkisini artık yitirdiği bir dönemdir. Son olarak ele aldığımız felsefe okulları arasındaki rekabet, M.Ö. I. yüzyılda sona ermiş gibidir. Bu yüzyıla kadar felsefe okullarının evren ve yaşam konusunda aynı görüşü taşıyan kişilerin oluşturduğu bir topluluk olmasına karşın, M.Ö. 150 yıllarına doğru felsefe okulları artık birer "Üniversite" durumuna gelmeyi başarmışlardır. Yani felsefe okulları, aynı görüşlerde birleşen insanların oluşturduğu bir düşünce toplumu olmaktan çıkmış, genç insanların belli şeyleri öğrenmek için gittikleri birer eğitim kurumu olmuştur. Özellikle "Roma"lı gençler bu okullara ilgi duymuştur. Varlıklı aile çocukları o dönemde felsefe öğrenmek için Atina'ya gidiyordu. Bu değişim, çeşitli okullar arasındaki karşıtlığın şiddetini yitirmesine neden oldu. Bu değişim sonrasında felsefe alanında "eklektizm" (iktitafçılık-seçmecilik) başladı. Eklektizm denince, tek ve belli bir yönü olmayan, çeşitli felsefe akımlarından gerekli gördüğü şeyleri alarak bir araya toplayan bir felsefe anlaşılır. Söz konusu dönemin asıl amacı, "felsefî miras"ı korumaktır. Gerçi çeşitli felsefe okulları arasındaki karşıtlık (zıtlık) tümüyle ortadan kalkmadı, yalnızca ikinci plâna itilmiş oldu. Buna karşılık, kaynağı ne olursa olsun -ister Eflâtun'dan, ister Aristo'dan, ister Stoa'dan, isterse Epikürcülük'ten gelsin- felsefî mirasın korunması esas alınmıştı. Bu gelişmeyle ilgili olarak Atina'daki aşırı felsefe akımlarının, özellikle de septisizmin, önemini ve gücünü yitirdiğine tanık oluyoruz. Bu dönemde, Peripatos okulu çerçevesinde yazılmış olup sonraları haksız olarak Aristo'ya ait olduğu söylenen "Evren üzerine" isimli bir eser karakteristik özellik taşır. Çünkü bu eserde Aristo'nun ve Stoa okulunun düşüncelerini birleştirip uzlaştırmak için özel çaba harcandığına tanık oluruz. |
Filozoflar ( Biyografi ) '' Filozof Biyografisi Paylaşım Alanı ''
Seneca
(M.Ö. 4 - M.S. 65) Romalı filozof, devlet adamı, hatip ve tragedya yazarı. M.S. I. yüzyılın ortalarında Roma'nın en önde gelen düşünce adamı ve Neron'un saltanatının ilk döneminde imparatorluk politikasına yol veren kişilerden biriydi. İspanya'nın Cordoba kentinde doğan Seneca varlıklı bir ailenin oğluydu. Babası Lucius Annaeus Seneca (Yaşlı) Roma'nın ünlü retorik öğretmenlerinden biriydi. Lucius çocukken Roma'ya gönderilerek orada hitabet eğitimi aldı ve Stoacılık ile çileci Yeni Pythagorasçılığı kaynaştıran Sextii okulunda felsefe okudu. M.S. 41 yılında imparator Cladius Seneca'yı Korsika'ya sürgüne yolladı. Seneca orada, doğa bilimleri ve felsefe üzerine çalıştı ve Consalationes (Avutmalar) başlıklı üç inceleme yazdı. 49 yılında imparatorun karısı Agrippa'nın etkisiyle Roma'ya geri çağrıldı. Burada varlıklı bir kadınla evlenerek güçlü bir çevre edindi. Ayrıca, geleceğin imparatoru Nero'nun özel öğretmeni oldu. 54 yılında Claudius'un öldürülmesi Seneca ve Burrus'u güçlendirdi. Nero'nun Seneca tarafından hazırlanan halk önündeki ilk konuşması, Senato'ya bağımsız karar verme yetkisi tanıyor ve azatlı kölelerin etkisine son vermeyi vaat ediyordu. Seneca ve Burrus taşralı olmalarına karşın Roma'nın karşı karşıya olduğu sorunları iyi kavramışlardı. Bu sorunları çözmek amacıyla bir dizi mali ve adli reformlar başlattılar, kölelere karşı da daha insani bir politika geliştirdiler. Burus'un 62 yılında ölmesinden sonra Seneca da görevden çekildi. 65 yılında düşmanları Seneca'yı Gaius Calpurnius Piso'nun Nero'ya karşı düzenlediği komploya katılmakla suçladılar. Bunun üzerine Seneca Nero'nun buyruğuna uyarak kendini öldürdü. Seneca'nın günümüze ulaşan yapıtları arasında Apocolocyntosis divi Claudi'nin (Seçme Epigramlar ve İmparator Claudius'un Kabaklaşması) ayrı bir yeri vardır. Zekice yazılmış yapıt, imparator Claudius'un tanrılaştırılması üzerine acımasız bir siyasl yergidir. Seneca'nın felsefi yapıtları ise, M.Ö. II. yüzyılda Rodoslu Panaitios tarafından Roma'ya uyarlanan ve M.Ö. I. yüzyılda Poseidonios'un geliştirdiği. Orta Stoacılığın eklektik yorumlarını içerir. Doğa bilimlerini konu alan Naturales Quaestiones de (Doğa İncelemleri) Poseidonios'un düşüncelerine dayanır. Seneca'nın yapıtları arasında en iyi yazılmış ve ikna gücü en yüksek olanı, şair Lucilius'a hitaben yazılan Epistulae morales ad Lucilium'dur (Lucilius'a Ahlaki Mektuplar; 63-65). Seneca'nın monarşi ve görevleri üzerine görüşlerinin Antonius Pius (138-161), Marcus Aurelius (161-180) ve Commodus (177-192) dönemlerinin insancıl ve liberal havasına katkıda bulunduğu söylenebilir. Bu arada, Stoacılığın yayılması ve Seneca'nın görüşleriyla Hıristiyanlık arasında yakınlılar bulunması da Seneca'nın felsefesinin sonraki yıllarda canlı kalmasında etkili olmuş ve Seneca'nın yapıtları çeşitli antolojilere alınarak ortaçağ Latin kültürünün bir parçası haline gelmiştir. Seneca'nın günümüze ulaşan 40 kitabı özgün olmayan, ama çok yönlü zihnin ürünleridir. Bireysel, keskin, kısa ve özlü bir üslup taşıyan ve büyük bir dil ustalığının ürünleri olan bu yapıtlar 16.-18. yüzyıllarda hem içerik, hem de üslup olarak yerel dillerde gelişen edebiyatlara, özellikle de denemelere, vaaz ve ahlak yazılarına örnek olmuş, Calvin, Montaigne ve Rousseae gibi yazarları etkilemiştir. |
Filozoflar ( Biyografi ) '' Filozof Biyografisi Paylaşım Alanı ''
Sinopeli Diogenes
(M.Ö. 413 - 327) Yunan filozofu. Kinik felsefe okulunun kurucusu olan Sinope'li Diogenes (Diyojen de denir) Antisthenes'in en ünlü öğrencisi idi. Diogenes'e göre en üstün iyi, erdemdir, fazilettir. Bilim, şan ve şeref, servet hor görülmesi gereken uydurma "iyi"lerdir. Felsefenin özü, her yerde özentiyi kötülemek ve onun karşısına tabiatı koymaktır. Bilge, kendini, istek ve duygularından uzak tutmalı, ihtiyaçlarını en aza indirmelidir. Platon'un "Çılgın Sokrates" dediği Diogenes, her mevsimde yalınayak dolaşır, harmanisine sarınıp tapınak kapılarında yatar ve bir fıçıda otururdu. Büyük İskender'e, Korinthos'da kendisine "Bir dileğin var mı?" diye sorunca "Var, gölge etme, başka ihsan istemem" demişti. Bir gün çeşmeden avucu ile su içen bir çocuk görünce "bu çocuk bana fazladan eşyam olduğunu öğretti" diye haykırıp su çanağını kırdı. Hareketi inkar eden Elealı Zenon'un bir dersinde, ona cevap olarak kalkıp yürümüştü. Sıradan insanları o kadar küçümserdi ki, bir gün öğle vakti, elinde fener, "Bir adam arıyorum" diye söylenerek Atina sokaklarında dolaşmaya çıkmıştı. Gerçi Atinalılar onunla alay ederlerdi ama, çekinilen ve sayılan bir insan olduğu da bir gerçekti. |
Filozoflar ( Biyografi ) '' Filozof Biyografisi Paylaşım Alanı ''
Sokrates
(M.Ö. 469 - 399) Yunan filozofu. Sokrates, Atina'da doğmuş olan ilk Yunan filozofudur. Tek bir kelime yazmamış olmasına rağmen, Avrupa düşünce tarihine çok büyük etkisi olmuş kişilerden biridir. Heykelci Sophroniskos'un oğlu olan, babası gibi heykelcilik öğrenip çok geçmeden kendini felsefeye adayan Sokrates, bir çok savaşta başarıyla savaştı. Siyasette de hızla yükselip meclis başkanlığı yaparken Argireuses adalarındaki savaşı yasaya aykırı olarak yargılatmak isteyen bir önergeye karşı çıktı. Peloponnesos savaşları döneminde ve Atina'nın M.Ö. 404 yılında uğradığı bozgunu izleyen kargaşa yıllarında demokratlarda düşmanlık uyandıran genç soyluların arasına katılması üzerine, Meletos, Anytos ve Lykon'un açtıkları davada, yeni tanrılar getirerek gençleri baştan çıkarmakla suçlanıp ölüm cezasına çarpıldı. Dostu Kriton'un kaçma önerisini geri çevirip dostlarının arasında, ruhun ölümsüzlüğü üzerine bir konuşma yaptıktan sonra baldıran zehri içerek intihar etti. Derslerini sözlü olarak verip hiç bir şey yazmadığı için felsefesi özellikle Platon'un, Ksenephon'un ve Aristoteles'in anlattıklarından tanınan Sokrates, "kendi kendini tanı" özdeyişinin felsefesinin temel kuralı olduğuna inanmış, "hiç bir şey bilmediğinden başka şey bilmediğini" söyleyip kişiyi bir tümevarım yöntemiyle peş peşe sorular sorarak ahlak kavramalarını tanımayı sağlayan tanımlar bulmaya yöneltmeyi amaç almış, her kişinin yaratılırken iyi yaratıldığını, kimsenin bile bile kötü olmadığını, her kötülüğün bilgi sanılan bir bilgisizlikten ileri geldiğini savunmuştur. Sokrates "doğruyu bilen doğru davranır" diyor, doğru bilginin doğru eylemi gerçekleştireceğine inanıyordu. Sokrates'in uğraşındaki temel öğe, onun kimseye bir şey öğretme peşinde olmayışıdır. O, tersine, konuştuğu insandan bir şeyler öğrenmek istediğini dile getirmiştir. Zamanının çoğunu sokaklarda ve meydanlarda karşılaştığı insanlarla konuşarak geçirdiğini biliyoruz. Kırlardaki ağaçlar bana bir şey öğretemez, demişti. O genellikle konuşmanın başında soru sorardı. Böylece hiç bir şey bilmiyormuş gibi yapardı. Konuşma sırasında genellikle karşısındaki kişinin kendi düşünce biçimindeki zayıflıkları görmesini sağlardı. Sonunda konuştuğu kişinin bir köşeye sıkıştığı ve neyin doğru neyin yanlış olduğunu kendine itiraf etmek zorunda kaldığı olurdu. Sokrates hiç bir şey bilmiyormuş gibi yaparak, insanları mantığını kullanmaya zorlardı. Cahili "oynardı"- ya da olduğundan daha aptalmış gibi görünürdü. Buna "Sokrates'ci İroni" denir. "Atina uyuşuk bir at. Ben de onu uyandırıp canlandırmaya çalışan bir at sineğiyim," diyordu. Sokrates hep içinde "tanrısal bir ses" olduğunu söylüyordu. Romalı filozof Cicero şöyle diyordu: "(O) felsefeyi gökyüzünden Dünya'ya indirip şehirlerde barındırdı. Felsefeyi evlere sokup insanları hayat ve töreler, iyilik ve kötülük üzerine düşünmeye zorladı." Sokrates, Sofistler ile aynı dönemde yaşamış olmasına rağmen onlardan önemli bir noktada ayrılıyordu. O kendini bir "Sofist", yani eğitimli ve bilge bir kişi olarak adlandırmıyordu. Sofistlerin aksine, öğrettikleri için para almıyordu. Hayır, Sokrates kendine kelimenin tam anlamı ile "filozof" diyordu. "Philosophos"un kelime anlamı "bilgeliğe ulaşmaya çalışan kişi"dir. Sokrates tek bir şey bildiğini söylüyordu, bu da hiç bir şey bilmediğiydi! Sokrates bilgimizin temelinin insan mantığı olduğuna inanıyordu ve İnsan mantığına bu denli güvenişi açısından kesin bir Akılcı idi. |
Filozoflar ( Biyografi ) '' Filozof Biyografisi Paylaşım Alanı ''
Sören Kierkegaard
Kierkegaard’a göre felsefe Aristoteles’ten bu yana hep özlerle, idealarla, her türden mantıksalkurgularla ilgilenmiştir. Bu yüzden bireyin gerçek yaşamı gözden kaçmıştır. Kierkegaard, ilk eleştirilerini bu tutuma ve bu tutumun büyük temsilcisi Hegel’e karşı yapar; ona göre soyut düşüncelere dalmak ile ya da doğa bilimlerinde yapıldığı gibiölçüp biçmekle bireyin varoluşu anlaşılamaz. Varoluş, "somut, öznel ve uyanıkinsanın yaşamıdır."Varoluşterimini modern anlamda kullanan ilk filozoftur Kierkegaard. Varoluş derken ne anlıyor? İlkin soyut düşünmeye karşı somut düşünüşe yönelir o. Soyut düşünme devaroluşla ilgili kaygılarıyla birlikte tek kişi unutulmuştur. İkinci olarak nesneldüşünceye karşı çıkar. Nesnel düşünce de kişisel tutkunun, sevgi ve nefretin,ilginin kısaca her içten olan şeyin öldüğüne inanır. Nesnel düşünmekarşısına, öznel düşünmeyi koyar. Öznel düşünen, kendi geçek varoluşunun içyönünü ortaya koyarak felsefe yapar en çok karşı çıktığı filozofta yukarıdabelirttiğimiz gibi "soyut düşünür" Hegel’dir. Hegel’de öznel varoluşuiçinde tek kişinin ortadan kalkmasına dahinin bile düşüncenin sürüklediği boşbir yaprak gibi olmasına karşılık, bu yeni felsefesi ile Kierkegaard tek kişiyi, kendi, asıl varoluşunu en uyanık bilinci içinde toplamak ister. Bu felsefe doğrudan doğruya şu çağrıyı duyurmak ister: "yaşamını boşuna harcama, günlerini öldürme, uyku içinde geçirme, uyan ve insan ol!" Kendisi "bütün yaşamını, doymuşluğu içinde uyuklayan insanları nasıl uyandırabileceğini düşünmekle geçirdiğini" söyler. Belki insanları biri cılızbiri kanatlı –eşit olmayan- iki atın çektiği bir arabaya oturup yürü diyebağırsa! Belki o zaman uyanacaktır. Kanatlı at sonsuzluk, cılız at zaman, arabacıda içimizden her biri. Zaman içinde sonsuzluğun kendisine parıldadığı kimse, kendi varoluşunda uyanmış olan kimsedir. En iyi uyandırma aracı da kaygılı korku ya da iç-daralmasıdır. Her insanın içinde bu korku yerleşiktir. Ona göre dünya da yapayalnız kalabileceği,tanrı tarafından unutulmuş olabileceği, milyonlarca iş güç arasında gözden kaçmış olabileceği korkusu. Ama korku, bu iç daralması korkak ruhlar içindeğildir. Ancak korkuyu ta yüreğinde bütün uyanıklığı ile tutan ve bundan kaçmayan kimse, bu korkuyla varoluşunun uyanıklığını sürdürebilir. Böylece varoluş sorusuna Kierkegaard’ın verdiği yanıt: varoluş, somut, öznel ve uyanıkinsanın yaşamıdır. Varoluş, uyanık insanın yaşamını en açık sorumluluğuiçinde sürdürdüğü bir bölümüdür, bir parçasıdır. Ancak varoluş, üzerindedüşünmeye elverişli değildir, onu düşündüğümüz anda onu ortadan kaldırmışoluruz. "Kendisini düşündürmeyen bir şey vardı" diyebiliriz ancak, o da şu: varolmuş olan. Kavranamayan, olağanüstü bir şey ona ancak sezerek ve inanarakyakınlaşabiliriz. Varoluş öyle ise irrasyonel yani us dışıdır. Onukavramlarımızla kavramaya çalışır çalışılmaz kaçıp gider elimizden. Öyle isevaroluş, paradoksal bir şeydir. Ancak düşünmeden önce veya sonra, ancak tutkular veeylemlerle bir an için onu yakalayabiliriz, bir anlık, birden bire olan bir parlama içinde onu görebiliriz. Büyük ruh hareketlerinde ve tutkulu eylemlerde mantıksal düşünme çözülür, kaybolur. Düşünmek ve varoluş-olmak birleşemez. |
Filozoflar ( Biyografi ) '' Filozof Biyografisi Paylaşım Alanı ''
Speusippos
(M.Ö. 339 - 338) Yunan filozofu. Platon'un yeğeni ve öğrencisi olan Speusippos, Platon'un ölümünden sonra (M.Ö. 347) Akademia'nın başkanı oldu. Speusippos'dan günümüze yalnızca Pythagorasçı Sayı Kuramı Üzerine adlı yapıtından uzun bir bölümle bir kaç metin ulaşmıştır. Çağdaşları ve ilk döneminde Akademia'ya başkanlık eden ardılları gibi idea'ların karşısında somut ilkeler olarak gördüğü sayıların ve sayısal guruplandırmaların önemini vurguladı. Bu bağlamda 10 sayısını "yetkinliğini" ya da taşıdığı özel önemi açıkladı. Çağdaşlarının "Bir" ve "İki"yi (diad) sırasıyla iyi ve kötünün ilkeleri olarak görmelerine karşın, bu ilkelerin etikle ilgili kavramlara yüklenemeyeceğini savundu. Ayrıca sayısal göstergeler yardımıyla sayısal gerçekliği yoğun tinsel içeriğe sahip, birbirini izleyen katmanlar biçiminde düzenledi. Aristoteles tarafından şiddetle eleştirilmesine karşın, bitki ve hayvan fizyolojisine ilişkin karşılaştırmalı bir çalışma olan Homoia'sı (Benzerlikler) Aristoteles'in Peri ta Zoa Historia Animalium (Canlılığın Tarihi) adlı yapıtıyla boy ölçüşebilecek niteliktedir. Yapıtın, sınıflama ile tanımın birbiriyle yakından ilintili olmaları nedeniyle, tek olan şeylerin bütün ele alınmadan tanımlanamayacağına ilişkin görüşünü yansıttığı sanılmaktadır. |
Filozoflar ( Biyografi ) '' Filozof Biyografisi Paylaşım Alanı ''
Tertullianus
(Tahminen 155 - 220) Hıristiyan kilisesi, Gnosis'in tam karşıtı olarak, dogmayı her zaman bilgiden üstün saymıştır. Ancak bu konuda da kilise çerçevesinde çeşitli eğilimler; felsefeye dost olan, felsefeye düşman olan akımlar vardır. Felsefeye karşı olumlu bir tutum alanlara düşman olanlardan birisi de Tertullian'dır. Ona göre dogmaları, içeriği ne olursa olsun, yalnızca "iman" ile benimsemek gerektir. Biz dogmayı yorumlamak, ona göre bir anlam vermek hakkına sahip değiliz. O kadar ki Tertullian daha da ileri giderek, dogmanın akıla tümüyle "aykırı" olabileceğini de savunur. Söz gelişi Hıristiyanlıktaki Allah'ın insan biçimine girdiği ve bir insan olarak acı çektiği dogması, akla tümüyle aykırı olan bir düşünce, bir paradokstur. Buna rağmen dogmalara inanmak gerekir, çünkü dogmalar aklı alçak gönüllü olmaya zorlar. Böylece Tertullian, dogmaların felsefî yorumunu tümüyle reddeder. Ona göre dinî inanç ile felsefî bilgi birbirinin karşıtıdır. "İmkânsız olduğu için inanıyorum", yani inandığım şeye, akıla karşı olduğu için inanırım sözü, doğrudan doğruya Tertullian tarafından söylenmemişse bile, onun anlayışını çok güzel açıklar. Ancak tüm bu anlayışlar Tertullian'ın, aynı zamanda, Antik felsefenin de etkisi altında kalmasına engel değildir. Nitekim Tertullian'ın Stoa'nın etkisiyle yazılmış olan ruh ile ilgili bir kitabı vardır. Tertullian, imanı bilgiden "üstün" tutan bir düşünce akımına önderlik etmiştir. |
Filozoflar ( Biyografi ) '' Filozof Biyografisi Paylaşım Alanı ''
Theophrast
(M.Ö. 372 - 287) Yunan filozofu. Lesbos adasında Eresos'da doğan Theophrastos, Aristoteles'in en ünlü öğrencisi ve gezimci (peripatetik) okula bağlı bir filozofdu. Atina'da önce Platon'un daha sonra Aristoteles'in yanında öğrenim gördü. Aristoteles M.Ö. 323'de Khalkis'e gitmek zorunda kalınca onun kurduğu Lykeion'un başına geçti. Otuz beş yıllık yönetimi sırasında okulda iki binden fazla öğrenci yetişti. Theophrastos, metafizik, fizik, fizyoloji, zooloji, botanik, etik, siyaset ve kültür tarihi konularında Aristoteles'in görüşlerini tümüyle benimseyen birkaç gezimci filozoftan biriydi. Genel olarak bu konular arasında sistematik birliği sağlamaya ve Aristotelesçiliği Platoncu aşkın öğelerinden arındırmaya çalıştı. Günümüze ulaşmış en önemli yapıtları olan Peri Phyton Historia (Bitkilerin Tarihi Üzerine) dokuz, Peri Phyton Aition da (Bitkilerin Nedenleri Üzerine) altı kitaptan oluşur. Önemli yapıtlarından Kharakteres Ethikoi (Halkların Karakterleri) Aristoteles'in etik ve retorik amaçlı çalışmalarına dayanan 30 karakter betimlemesinden oluşur. Eski Yunan felsefesi konusunda önemli bir kaynak olan Physikon Doksai (Fizikçilerin Kanunları) adlı yapıtıysa 1789'da Herman Diels tarafından Doksographoi Hellenikon (Yunanlıların Kanıları) adıyla yeniden derlenmiştir. Theophrastos Stoacı filozofların saldırıları yüzünden ünlenen etik konusundaki öğretilerinde Aristoteles'in görüşlerinden yola çıkarak erdemlerle erdemsizlikleri birlikte ele aldı ve dışsal iyiliklerin de bir ölçüde önemli olduğunu belirtti. Stoacılar ise bunların insan yaşamı açısından lüksten öteye geçemediğini savunuyordu. |
Filozoflar ( Biyografi ) '' Filozof Biyografisi Paylaşım Alanı ''
Thomas More
İngiliz düşünür More, yeni bir toplum öneren Utopia adlı yapıtın sahibidir. Din ve hukuk öğrenimi gördü. 1504’te İngiliz Parlamentosu’na girdi. Kral VIII. Henry’nin ilgisini çekti. 1514’te kendisine soyluluk sanı verildikten sonra çeşitli dış temsilciliklere görevli olarak gitti. Bir süre sonra Kral’ın özel danışmanlığına atandı. VIII. Henry’nin eşini boşayıp bir başkasıyla evlenme isteği, Katolik kurallara aykırı olduğundan Papalık karşı çıktı. 1534’te Kral, İngiliz Kilisesi’ni Papalık’tan ayırarak kendisini onun başına geçiren bir yasayı Parlamento’dan geçirtti. Yasaya göre, bu yeni niteliğiyle Kral’a bağlılık andı içilmesi gerekiyordu. Ant içmeye karşı çıkan More’un ihanet suçlamasıyla başı kesildi. Thomas More, temel düşüncelerini sergilediği Utopia adlı yapıtında, güney yarıküredeki Utopia adasında, beş yıl kalan bir denizcinin ağzından bu ada insanlarının yaşam ve toplum biçimlerini anlatır. Utopialılarda başarının başlıca gizi, eşitliğin tam olarak sağlanmasındadır. Bu da özel mülkiyetin kaldırılması ile mümkündür. Utopia’da o çağ İngilteresi’nde görülen toplumsal sorunlardan hiçbiri kalmamıştır. Mülkiyette ortaklığa geçince, yoksulluk giderilmiş ve yaşam düzeylerindeki dengesizliklerin yarattığı ahlâk düşüklükleri de ortadan kalkmıştır. Utopia’da hırsızlık ve başka suçları işleyenler cezalandırılmak yerine toplumda kimsenin yapmak istemediği işlerde çalıştırılır. Utopia üzerinde, hepsi de eş düzene göre kurulmuş elli beş kent bulunur. Evlerin kapısında kilit yoktur. Her kent tarımsal açıdan kendine yeter bir biçimde örgütlenmiştir. Her yurttaş belirli bir süre çiftlik işlerinde çalışmaktadır. Günlük çalışma süresi altı saattir. Bunun dışında insanlar boş durmaz, okur ve halka açık derslere katılabilirler. Evlenme, belirli bir yaşta ve belirli kurallara göre gerçekleşir. Bunun dışına çıkmak yasaktır. Özel yetenek gösteren kimi kişiler, çiftliklerde çalıştırılmaz, onlara kendilerini öğrenime verme olanağı sağlanır. Yöneticiler bunlar arasından seçilir. More’un ‘Utopia’sı kendi türünde, ideal devlet yapıları betimleyen kitapların yazılmasına yol açmıştır. Bacon’un Yeni Atlantis, Campanella’nın Güneş Devleti, bu tür yapıtlardandır. Ütopya kavramı da More’un yapıtına verdiği addan kaynaklanmıştır. |
Filozoflar ( Biyografi ) '' Filozof Biyografisi Paylaşım Alanı ''
Thrasyllos
Miladın I. yılında yetişmiş olan Eflatunculardandır. Mısır'daki Myndes kasabasında doğmuştur. Matematik ve astrolojiyi felsefeye karıştırmış ve gelecek hakkında bilgi edinmek isteyen İmparator Tiberius, onun kahinliğinden yararlanmıştır.Thrasyllos, bu imparator üzerindeki nufuzunu, onu daima iyiliğe yöneltmekte kullandı; fakat bu nüfuz uzun süre sürmemiş ve kendisi imparator tarafından idam ettirilmiştir. Thrasyllos, Plotinos'un pek saygı gösterdiği bir çok eserler yazmışsa da, bunlar kaybolmuştur. Ondan kalan tek şey, Eflatun'un diyaloğlarını üçlüklü bölümlere ayırarak sınıflamış olmasıdır. Diogéne Laérce, Demokrit'ten söz ederken, Thrasyllos'un şu sözlerini nakleder: "Eğer Anterastlar, Eflatun'un olduğu doğru ise, demokrit kendisini tanıtmadan gelip, filozof atlete benzer, iddiasında olan Sokrat'la felsefeye dair tartımalara girişen Öopid ve Anaxagor'un öğrencisidir" ve Demokrit'in Fisagorculara da öğrencilik yapmış olduğunu, bu filozofa dair diğer bilgileri "Demokrit'in Kitaplarını Okumaya Giriş" adlı eserinden aldığını kaydeder. Diogéne Laérce, Eflatun'un diyaloglarırı hakkında yazdıklarını da Thrasyllos'tan nakleder. Vorlander de, bu filozof hakkında, Eflatun'dan söz ederken, "İmparator Tiberius'ün döneminde yaşamış olan Yeni Fisagorcu Thrasyllos tarafından dörder eseri kapsayan dokuz dergi halinde düzenlenmiştir" der. Thrasyllos Eflatun ve Demokrit hakkında esaslı bilgiler veren eski bir felsefe tarihçisidir. |
Filozoflar ( Biyografi ) '' Filozof Biyografisi Paylaşım Alanı ''
Thukydides
(M.Ö. 460 - 400) Heredot'tan sonra Yunanlıların ikinci büyük tarihçisi Thukydides'tir. O, Atina ile Isparta arasındaki 30 yıl süren ve M.Ö. 404 yılında sona eren ünlü Pelopponnes savaşları sırasında yaşamış ve bu savaşları tasvir etmiştir. Thukydides, tarihi her şeyden önce, siyasî açıdan inceler ve tarih ile bunun için ilgilenir. "Pelopponnes Savaşlarının Tarihi" adlı yapıtında, özellikle bu savaşların nedenlerini ve sonuçlarını ele alır. O bu yapıtını, vatandaşlarına siyasî bir eğitim kazandırmak, onları siyasî açıdan bilgilendirmek için yazmıştır. Görüleceği gibi Thukydides, Heredot'a göre, çok farklı bir tarihçidir. Heredot yalnızca bir öykücüdür, oysa Thukydides tarihi, siyasî açıdan ele alan bir tarihçidir. Aralarındaki farklılığa rağmen, her ikisi de tarihçidir ancak tarih filozofu değildir. Bir başka deyişle, her ikisi de tarihi olaylarla ilgilenmişler, tarihin anlamı ve amacını, insanın tarih içindeki rolünü dikkate almamışlardır. Oysa Demokrit tam bir tarih filozofudur. Onu öncelikle, insanı tarih çerçevesinin bütünü içine yerleştirmek konusu ilgilendirir. Demokrit'in bilmek istediği: İnsanlık nasıl bir başlangıçtan bugünkü duruma gelmiştir, yani insanlık tarihinin evrimi nasıl oluşmuştur? Doğa filozofları, doğa olaylarının başlangıcını, doğanın özünü, doğanın yapısını öğrenmek istemişlerdi. Demokrit ise, tarih filozofu olarak, ayrıca insanlık tarihinin başlangıcını ve bu tarihe temel olan gerçekleri de bilmek istemiştir. Demokrit'in bu konuyu gözlem ve deneylere dayanarak cevaplandırması, kabul edilemez. O, insan toplumunun ilk durumuyla ilgili olarak, yalnızca bir tasavvur öne sürer: İnsan, tarihin başlangıcında hayvanlara benzer bir yasam sürmüştür. Doğanın sunduğu meyveleri toplayarak beslenmiş, mağara ya da ağaç kovuklarında barınmıştır. Özetle: Başlangıçta insanların bir kültürü yoktu. Kültür, yani insanların aletler yapması ancak sonraki bir gelişimin ürünüdür. Hastalık ve ölüm konusunda da insanlar bu ilk dönemde aynı hayvanlara benzer bir yaşam sürmüştür. Hastalıklar karşısında çaresizdiler. Toplumun bu ilk ve ilkel şeklini yaşayan insan çaresizlikler, korkular içindeydi. Çaresizlikler içinde yaşamak, insana bu çaresizliği çözmeye, bunun için bir şeyler bulmaya yöneltti. Başka bir deyişle çaresizlikler insanı buluşlar yapmaya zorladı. Söz gelişi insan topladığı meyveleri, bu meyvelerin bulunmadığı zamana kadar koruyup, saklamak zorunda kaldı. Soğuktan ve sıcaktan korunmak için evler yapıldı. Demokrit'e göre bu buluşlar yapılırken, hayvanların yaşamlarından çok fazla şeyler öğrenilmiştir. Söz gelişi kuşlar da yuva yaparlar. Hayvanlara korunmaları için doğanın verdiği silahlar, insanda korunmak için silah yapma düşüncesini doğurmuştur. Bu türden çaresizlikler ve sıkıntıların neden olduğu buluşlar yardımıyla insan, hayvan yaşamını andıran ilkellikten kendini kurtarmış, kültür yaşamına geçmiştir. Bu gelişmede insanın en büyük başarısı sayılması gereken buluş kuşkusuz "dil" olmuştur. Dil aracılığı ile insan öteki insanlarla anlaşabilme olanağına kavuşmuştur. Demokrit'e göre tarih, insan kültürünün, insan buluşlarının tarihinden ibarettir. İcatlar tarihi sürekli olarak artan bir gelişmeyi belgeler. Demokrit, gelişmeyi, tarihin odak noktası yapan düşünürdür. O, tutumuyla, kendisine kadar olan Yunan düşüncesine ters düşmüştür. Pek çok ulusun efsanelerinde, tarihin başlangıcında bir mutlu dönem yaşandığı, toplumun bir cennet yaşamı sürdüğü görüşü yaygındır. Eski Yunanistan'da bu görüşü ilk kez Hesiod belirlemiştir. |
Filozoflar ( Biyografi ) '' Filozof Biyografisi Paylaşım Alanı ''
Timon
(M.Ö. 320 - 230) Bir başka septik de Pyrrhon'un öğrencisi olan Timon'dur. Timon Atina'ya gelmiş ve Eflâtun'un Akademisi'nde büyük bir saygınlık kazanmıştır. O kadar ki, Timon'un etkisiyle Akademi bir süre şüpheci bir yol izlemiştir. Bu ise garip bir görünümdür. Çünkü Eflâtun'un Akademisi, hiçbir zaman şüphecilik eğilimi göstermemiştir. Eflâtun'un kendisi de hiçbir şekilde şüpheci sayılamaz. Ayrıca Eflâtun'u izleyenler şüpheci değil, daha çok mistik bir yola sapmışlardır. Fakat Eski Akademinin "sayı mistisizmi"ne karşı, Orta. Akademi şüpheci (septik) bir yol izlemiştir. |
Filozoflar ( Biyografi ) '' Filozof Biyografisi Paylaşım Alanı ''
Valentinus
(M.S. II. yüzyıl) Gnostisizmin Roma ve İskenderiye okullarını kuran Mısırlı din felsefecisi. Müritlerinin kurduğu Valentinusçu cemaatler II. ve III. yüzyıllarda Hıristiyan ilahiyatının karşısındaki en ciddi tehdidi oluşturmuştur. İskenderiye'de felsefe eğitimi gördükten sonra 136-140 yıllarında Roma'ya gitti ve 25 yıl orada kendi öğretisini yayarak nüfuz kazandı. Roma piskoposu olmayı beklediği halde bu göreve getirilmemesi üzerine 140 yılında Hıristiyan cemaatini terk etti. Yaklaşık 160'da Kıbrıs'a ya da İskenderiye'ye gitmek üzere Roma'dan ayrıldıktan sonra Paulusçu ilahiyat ile gnostisizmin ilkelerini kaynaştıran Hakikatin İncili'ni kaleme aldı. |
Filozoflar ( Biyografi ) '' Filozof Biyografisi Paylaşım Alanı ''
Wihelm Dilthey
19 Kasım 1833'de Biebrich'te doğup, 1 Ekim 1911'de Bozen'de ölmüş olan Alman filozofu. 1882'de Berlin Üniversitesine profesör olmuştur. Bünye psikolojisi, felsefe tarihi, hayat ve kültür felsefesindeki çalışmalarıyla son yüzyılın önemli kişiliklerinden biri olmuştur. Kendisine bağlı olan birçok tanınmış filozoflarla ayrı bir okulun kurucusu sayılır. Dilthey, Almanya'da tinsel bilimlerle doğal bilimler akımını uzlaştırmaya çalıştı. Bu iki bilim zümresinin birbirine aykırı olan niteliklerini gösterdi. Ona göre doğal bilimler, açıklamaya ve geneli bulmaya çalışırlar. Bunlar, çözümcü ve öğeci özelliklere sahip oldukları halde, tinsel bilim, anlamaya, kavramaya önem veren, bireyselle uğraşan sentetik bir karaktere sahiptir. Bunun yöntemi, tarih'tir; bu nedenden dolayı da yaşanmış olaylar üzerinde çalışır. Bir devrin ruhu kavranılmadan, bireyseli kavramak imkansızdır. O, bir devrin ruhuna 'Nesnel Ruh' adını verir. Tarih felsefesi yöntemine yeni bir yön vermiş olan Dilthey, bir yandan pozitifçiliğe bağlı olduğu halde, diğer yandan da Hegel ve romantiklerden ilham alır. Ahlâkta bağıntıcıdır. Önemli başlıca eserleri şunlardır: Einleitung in die Geisteswissenschaften (1883) Ideen Über ein Beschreibende und Zergleidernede Psychologie (1894) Jugundgeschichte Hegels (1906) Der Aufbau der Geschichtlichen Welt in den Geisteswissenschaften (1910) Die Typpen der Weltanschauung (1911) Das Erlebeniss und die Dichtung, Lessing, Goethe, Novalis, Hölderlin (1906) |
Filozoflar ( Biyografi ) '' Filozof Biyografisi Paylaşım Alanı ''
William James Durant
Amerikan terbiyecisi ve felsefe tarihçisi. 5 Ekim 1885'te Nort Adams'ta doğdu. Gereken klasik öğrenimlerini bitirdikten sonra, yazarlık ve öğretmenlik hayatına atılmış olan Durant, 1914- 1927 tarihleri arasında Labor Temple School'da müdürlük yapmış ve 1927-1935 tarihleri arasında da Newyork'ta U.C.L.A'da felsefe profesörlüğü yapmıştır. Durant, felsefeyi ve filozofları, bu bilim ve kişileri uğraşmayanların anlayabileceği şekilde çekici ve zarif bir üslupla yazmakta büyük bir başarı kazanmıştır. Eserlerinde felsefe konuları, edebi ve merak verici bir özellik taşır. En çetin problemleri açıklarken, filozofların çevreleriyle hayatları ve felsefeleri arasındaki ilişkiden ustaca yararlanan Durant, derin olmaktan çok, doğru ve dikkati çeken eleştirilerinde okuyucuya telkinler yapan öğretsel bir tavır takınır. Bu nedenle, onun 'Filozofi Tarihi'nde, bu bilimin klasik yöntemlerinden çok, öğretmek ve felsefeyi sevdirmek ereğini taşıyan kendi kişisel zevk ve anlayışının öznel ışıkları hakimdir. Bunun içindir ki, kendisi de Alden Freeman'ın yöntemine uyarak, "terbiye ve seyahatlerle asil ve aydın bir hayatın ilhamları"na önem verdiğini itiraf eder. Durant, "bilgi teorisinin, çağımız felsefesini hemen hemen yıkacak" bir yol tuttuğuna inanır; ve bilgi probleminin incelenmesinde, yalnız psikolojiye ayrılacak bir dönemin geleceğini, felsefenin artık bu dönemde, yeniden her deneyin biçim ve yollarının betimsel bir çözümlemesi değil, belki sentetik bir girişi telakki edileceğini ümit eder ve bilime çözümlemenin girerek, bize bilgi vermesini, felsefenin ise bilgeliğin bireşimini yapmaya mecbur olmasını ister. William James DURANT'ın başlıca eserleri şunlardır; The Story Of Philosophy (Felsefe Tarihi, 1926) Adventures in Genius (Dehaların İlerlemesi, 1931) On the Meaning of Life (Hayatın Gerçek Anlamı, 1932) The Story of Civisilation (Uygarlık Tarihi, 1935) The Life of Greece (Yunan Hayatı, 1939) William James DURANT'ın Vies et Doctrines des Philosophes (Filozofların Hayat ve Doktrinleri, Paris 1932) |
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.