ForumSinsi - 2006 Yılından Beri

ForumSinsi - 2006 Yılından Beri (http://forumsinsi.com/index.php)
-   İslami Genel Konular (http://forumsinsi.com/forumdisplay.php?f=324)
-   -   Tefsir Dersleri... (http://forumsinsi.com/showthread.php?t=393707)

Prof. Dr. Sinsi 08-04-2012 03:33 AM

Tefsir Dersleri...
 

55. DERS DAVETE İCABETİN ADABI



53 — Ey iman edenler (bundan sonra) peygamberin evlerine —ye*meğe davet olunmaksızın, vaktine (de) bakmaksızın— girmeyin. Fakat da*vet olunduğunuz zaman girin. Yemeği yediğiniz zaman dağılın. Söz din*lemek veya sohbet etmek için de (izinsiz) girmeyin. Çünkü bu, peygam*bere eza vermekte, o sizden utanmaktadır. Allah ise hakfkı açıklamak) t an çekinmez. Birde onun zevcelerinden lüzumlu birşey istediğiniz vakit per*de ardından isteyin onlardan. Bu hem sizin kalbleriniz, hem onların kalb-ieri İçin daha temizdir. Sizin Allanın peygamberine eza vermeniz (doğru) olmadı(ğı gibi) kendinden sonra zevcelerini nikahla almanız da ebedî caiz değildir. Bu, Allah nezdinde çok büyük (bir günah) t ir.




Âyetin Lafzi Tahlili



(Yü'zene leküm): Yemeğe çağrılırsanız, davet Solunursanız girin.


(Nâzirine inahü): Onun (yemeğin) pişmesini beklemeyin. veya sohbet etmek için de izinsiz girmeyin.


(Fenteşirû): Çıkın ve dağılırı. '


(Müste'nisiyne Lihadisin): Söz dinlemek


(Inne zaliküm): İzinsiz girmeniz eza verir.


(Fe/estahyi minküm): Peygambersizden utanır. Allah (cc) ise hakkı söylemekten utanmaz.


(Metâen): Metodan maksat ihtiyaç, maddi ve manevi faydalanılan şeydir.


(Hicâbin): Örtmek için çekilen perde.


(Etherü): Sizin için daha temizdir.




Âyetin İcmali Manası



Allahu teala, mümin kullarına, isiâmî adab ve terbiye ile terbiyeleri-melerini ve onlara meşru kıldığı din ve dünya salahetine vesile olacak tevcihatlara yapışmalarını emretmiştir. Bilhassa da Resulullah (sav) ile anlaşmayı ve onun edebi ile edeblenmeyi emretmiştir. Çünkü hiçbir ma*kam nübüvvet makamı İle mukayese edilemez. Resulullah (sav)'a söz ve*ya fiille eziyet vermek İse Allah (cc) katında en büyük günahtır. Allahu taala İslamın davet ettiği faziletli toplumun meydana gelebilmesi için bize en faziletli adabı göstermekte ve ona uymamızı emretmektedir.


Bu âyet iki büyük emri ihtiva etmektedir:


1.) Peygamberin evine girmek ve yemek yeme için izin isteme adabı me adabı).


2.) Kadınlarla karışmamak ve onlarla konuşma adabı (şer'î hicab). Allahu taala müminlere icmalen şöyle buyurmaktadır; Ey müminler, izin verilmedikçe peygamberin evine girmeyin. Yemek vakitlerini gözete*rek o vakitlerde girme izni İstemeyin. Girdikten sonra da yemek vaktini beklemeyin. Ancak sizi hazırlamış olduğu bir düğün yemeğine çağırırsa girin. Yemeği yedikten sonra da çıkarak dağıtın. Ye mektep sonra oturarak peygambere rahatsızlık vermeyin. Zira onun hayası, size çıkın demesine mani olmaktadır. Evinde oturmanıza karşı duyduğu rahatsızlığı ihsas et*tirmemektedir. Çünkü o yüksek bir ahlak sahibidir. Şerefli bir kalbi vardır. Ondan ancak sizi sevindirecek söz ve fii! meydana gelir, öyleyse ona ağırlık ve eziyet vermeniz doğru değildir.


Eğer peygamber zevcelerinden birşey istemek mechuriyetinde katır*sanız, perde arkasından isteyin. Çünkü bu hem sizin, hem de onlar için daha temizdir. Peygamber evine en yaraşanı bu olduğu gibi, şüphe ve töhmetten en uzak olan da budur.


Ey müminler, Allah (cc)'ın sizi kendisiyle hidayete davet, ettiği ve sizi cehaletin karanlıklarından" İslâmın aydınlığına çıkardığı Resul (sav)'üne eziyet vermeyin. O sizin babanız gibidir. Onun zevceleri de sizin annele*riniz gibidir. Bir müminin annesi İle evlenmesi doğru olur mu? Öyleyse ne hayatında, ne de vefatından sonra Resulullah (sav)'ın zevceleriyle ev*lenerek ona eziyet vermeyin. Resulultah (sav)'ın zevceleri ile evlenerek ona eziyet vermek Ailah (cc)'ın ebediyyen affetmeyeceği büyük günah*lardan biridir.




Âyetin Nüzul Sebebi



Bu âyet iki büyük emri ihtiva etmektedir. Birisi davet adabı, diğeri İse örtünmenin meşruiyetidir. Her ikisinin de ayrı ayrı nüzul sebebi vardır.


1- Buharı ve Müslim sahihlerinde Enes bin Malik (ra)'tan şöyle ri*vayet ederler: «Resulullah (sav) evlenmiş ve zifaf yapmıştı. Annem Ümmü Süleym bu münasebetle hays (yağda kızartılmış hurma) yemeği yaparak bana, «Ey Enes (ra}. bunu Resulullah (sav)'a götür ve «Bunu annem gön*derdi. Size selamı var. Ancak az birşey yapabildi de.» dedi, Yemeği Re-sulutlah (sav)'a götürdüm ve annemin söylediklerini söyledim. Resulullah (sav), «Onu şuraya koy ve şunları, şunları ve rastladıkları çağır, gelsinler.» buyurdu. Ben de onun adlandırdıklarını ve karşılaştıklarımı çağırdım. (E-nes'e gelenlerin kaç kişi olduğu soruldu. «Üçyüz kişi kadardı. Çünkü Re-sulutlah (sav)'ın odası ile sofası dolmuştu» dedi.) Resululiah (sav), «O çömleği getir.» dedi. Eve girdiler. Sofa ile oda doldu. Resulullah (sav), «Onar onar oturun ve herkes kendi önünden yesin.» buyurdu, içeriye gurup gurup girerek yemek yediler. Hepsi de doydu. Yemekten sonra Re*sulullah (sav), «Enes, şu çömleği kaldır.» dedi. Çömleği aldım. İçinde ha*la yemek vardı ve getirdiğimde mt daha çoktu, yoksa şimdi mi bilmiyorum. Gelenlerden bir gurup Resulullah (sav)'ın evinde kaldı. Sohbet ediyorlar*dı. Resulullah (sav) da oturuyordu. Zevcesi de yüzünü duvara çevirmiş oturuyordu. Bunların beklemesi Resulullah (sav)'a ağırlık verdi. Bunun üzerine çıktı, diğer ailelerine selam verip geri döndü. Oturanlar Resufulldh (sav)'a ağırlık verdiklerini anlayarak çıkıp gittiler. Resullah (sav) odaya girdi ve ara yerdeki perdeleri çekti. Ben hücremde oturuyordum. Odadan çok geçmeden çıktı. Sonra, «Ey İman edenler, peygamberin evlerine.:.» âyeti nazil oldu.» [38]


2- Buharı, Ömer bin Hattab (ra)'tan şöyle rivayet eder: «Resulul*lah (sav)'a, «Ya Resutilah, evinize İyi adamlar da, kötü adamlar da geliyor. Müminlerin annelerine emretseniz de örtünseler. Bu daha hayırlı olur.» dedim. Bunun üzerine, «Birde onun zevcelerinden lüzumlu birşey İstediği*niz vakft perde ardından isteyin onlardan...» âyeti nazil oldu.»


Bu âyet, Hz. Ömer'in görüşlerine muvafık olarak nazit olan ÜC mu*vafakat âyetinden biridir. Bu hususta Hz. Ömer'den "şöyle rivayet edilmiş*tir: «Üc şeyde Allah (cc) bana muvafakat etti. Ben, «Ya Resulullah, İbra*him makamını namaz kılınacak yer yap.» dedim, «Siz de İbrahimin maka*mından bir namazgah edinin.» (Bakara: 125) âyeti nazil oldu. Ben kadın*ların örtünmesini istedim, «...Onun zevcelerinden lüzumlu birşey istediği*niz vakit perde ardından isteyin...» âyeti nazil oldu. Resulullah (sav)'ın eşleri birbirlerini kıskanıyorlardı. Onlara «Eğer Resulullah (sav) sizi bo-şarsa Allah (cc) ona daha hayırlı eşler verir.» dedim. Bunun üzerine, «Eğer


0 sizi boşarsa yerinize —Al lana itaatle teslim olan, Allanın birliğini tas*dik eden, namaz kılan, günahlardan tövbe ile vazgeçen, İbadet eyleyen, oruç tutan kadınlar, dullar ve kızoğlan kızlar olmak üzere— Rabbİnizin ona sizden daha hayırlılarını vermesi mamuldür.» (Tahrim: 5) âyeti nazil oldu.» [39]


Bu âyetin nüzul sebebi olarak daha birçok rivayet vardır. Fakat bun*lar, İbnü'l-Arabî'nin de dediği gibi zayıf rivayetlerdir. Bu yüzden almıyoruz.




Âyetin Tefsirindeki İncelikler



Birinci incelik: Âyetteki «...peygamberin evleri...» ifadesinde «evler»-in «peygambeme izafe edilmesi hem teşrif, hem de Resuiullah (sav)'ın evlerine gösterilecek saygının diğer evlerde olmadığını göstermek içindir. Bu âyette zikredilen hükümler de bilhassa Resuiullah (sav)'a ikram için onun evlerine mahsustur.


ikinci İncelik: «...Davet olunmaksızın... girmeyin.» âyeti, herhangi bir yemeğe davet olunmaksızın gitmenin uygun olmadığına işaret etmek*tedir. Ancak sarih bir izin olursa gidilmelidir. Bunu, bu âyetten sonraki. «Davet olunduğunuz zaman girin.» âyeti de göstermektedir.


Üçüncü İncelik: «Fakat davet olunduğunuz zaman girin. Yemeği ye*diğiniz zaman dağılın.» âyeti şöyle bir incelik taşımaktadır: Fahreddin Razi'nin de dediği gibi, evlere izinsiz girmeyi adet edinen bir kimseye izin alıp öyle girmesi söylendiği zaman küser ve bir daha çağrılsa bile girmez, Fakat, «Siz müstenkiflerden olmayın. Dinleyen ve itaat edenlerden olun. Girmeyin denildiği zaman girmeyin, davet olunduğunuz vakit girin» de-nltlrse durum değişir. Kimse kırılmadığı gibi maksada da ulaşılır. [40]


Dördüncü İncelik: «Söz dinlemek veya sohbet etmek için de (izinsiz) girmeyin.» âyeti, düğün yemeği için gidilen evde daha fazla oturmanın doğru olmadığına İşaret etmektedir. Zira oraya yemek için gidilmiştir. Ye*mek yenildiğine göre dağılarak ev sahiplerini kendi başlarına bırakmak lazımdır. Yemekten sonra daha fazla beklemek istenmeyen ve İnsanlara ağırlık yeren bir davranıştır.


Bazı alimlere göre bu âyet, uzun süre oturarak usanç veren kimseler (sukalâ) hakkında nazil olmuştur. Allahu taala bu asalak kimseleri terbiye İçin bu âyetin ifade ettiği hükmü göndermiştir.


Hz. Ayşe ve İbni Abbas (ra)'tan şöyle rivayet edilmiştir: «Şeriatin ağır*lık veren kimselere ruhsat vermemesi, asalaklığın ne kadar kötü olduğu*nu göstermeye kafidir.»


Beşinci incelik: «O sizden utanmaktadır. Allah İse hak(kı açıkla*maktan çekinmez.» âyeti, utanmanın şahıslardan değil, fiillerden olabile*ceğine İşaret etmektedir. Buna göre âyetin manası şöyle olur: «O sizi evin*den çıkarmaktan veya geri çevirmekten utanıyorsa da Allahu taala hakkı açıklamaktan utanmaz.»


Altıncı incelik: «Bu hem sizin kalbleriniz, hem onların kalbleri İçin daha temizdir.» âyeti göz ite <kalb arasında bir bağlantı olduğunu göster*mektedir. Göz arzuların yolu, bakış da şehvetin elclsidir. Göz görmedikçe kafb istemez, öyleyse göz görmediği zaman kalb daha temiz olur, fitne ortaya çıkmaz.


Yedinci inceJik: «Bu, Allah nezdinde çok büyük (bir günahjtır.» âye-tindeki «busdan maksat, Resuiullah (sav)'a eziyet vermek ve ondan sonra zevcelerini nikahlamaktır.


Ebussuud Efendi şöyle der: «Bu» (zaliküm) kelimesindeki uzaklık manası, Resuiullah (sav)'ın Allah (cc) katında şer ve kötülükten uzak ol*duğunu göstermektedir. Ayrıca bu âyet Resuiullah (sav)'ıri şanının yüce*liğini göstermekte, ona hem hayatında, hem de hayatından sonra hürmet gösterme mecburiyetine İşaret etmektedir.» [41]




Âyetteki Şer'î Hükümler


Birinci Hüküm: Bir Evde Davetsiz Yemek Yeme Caiz Midir?



Fakihler evlere izinsiz girmenin caiz olmadığında ittifak etmişlerdir. Sarih veya işarı bir İzin olmadan birisinin yemeğini yemek de caiz değil*dir. Çünkü Reş.ulullah (sav), «Müslümanın malı ancak gönül hoşnutluğu ile helal olur.» buyurmuştur. İzin, gönül hoşnutluğunu, İzin vermemek de gönül hoşnutluğu olmadığını gösterir.


Bu âyet Resuluitah (sav)'in evlerine izinsiz girmenin haram olduğuna, davet edilmeden düğün yemeği yemenin de haram olduğuna delalet eder. öyleyse izinsiz olarak başkasının evine girmek veya rızası olmadan biri*sinin yemeğini yemek de caiz değildir.


İbni Abbas (ra): «Halktan bazıları Resuiullah (sav)'ın evinde yemek yapılmasını gözetler, yemekten önce girerek yemeğin hazırlanmasını bek*lerlerdi. Yemeği yemeden de çıkmazlardı. Resuiullah (sav) bu halden ezi*yet .duyardı, fşte bu âyet bunun için nazil oldu.» [42]


İbni Kesir de şöyle der: «Allahu taala, müminlerin Resuiullah (sav)'ın evlerine İzinsiz olarak girmelerini yasakladı. Çünkü onlar cahiliyet dev*rinde birbirlerinin evlerine, İslâmın başlangıcında da Resuiullah (sav)'ın evlerine izinsiz oforgk. girerlerdi. Allahu taala bir ikram olarak bu nizamı gönderdi. Buna pöre âyetin manası, «Başkalarının evinde yemeğin pişme*sini beklemeyin. Pişince de içeri girmeyin. Başkasının evine İzinsiz olarak girmek ve onun yemeğini yemek Allah (cc)'ın sevmediği ve zemmettiği bir haldir.» olur.» [43]




İkinci Hüküm: Düğün Yemeği Yenildikten Sonra Oturmak Haram Mı*dır?



«Yemeği yediğiniz zaman doğılın.» âyeti, yemekten sonra ayrılmanın zarurî olduğuna delalet eder. Bu, İslâmın müminlere getirdiği en yüksek terbiye kurallarından biridir. Ancok yemekten sonra beklemek, oturmak haram değildir. Yalnız islâml terbiyeye aykırıdır. Zira bu, ev sahiplerine eziyettir. Fakat bu oturuş az veya ev sahibinin İzni ile olursa islâml ter*biyeye aykırı değildir. Bununla birlikte çıkmak, beklememek daha efdal-dir. Zira Ailahu taala, «Yemeği yediğiniz zaman dağılırı.» buyurmuştur.




Üçüncü Hüküm: »Hicab Emri Yalnız Resulullahın Zevcelerin» Mi, Yok*sa Bütün Kadınlara Mıdır?



Âyeti kerime herne kadar Resulullah (sav)'ın zevceleri hakkında nazil olmuşsa da hükmü bütün mümin kadınları içine atmaktadır. Zira o hüküm-!i ler İçtimaî ahlak kuralları ve İlahî irşad yollarıdır ki, bunlarda bütün halk ^ eşittirler. Yabancı kadın ve erkeklerin birarada bulunmaması, yabancı bir kadından birşey isteneceği zaman perde arkasından İstenmesi yalnız Re-[t sulullah (sav)'ın zevcelerine mahsus değil, bütün mümin kadınlara alt umumi bir hükümdür. Resulullah (savj'ın zevceleri müminlerin anneleri ol*duğu halde yabancı erkeklerle birarada bulunmamaları, onlardan blrşey isteneceği zaman perde arkasından istenmesi, diğer rrtümin kadınların da !' yabancı erkeklerle birarada bulunmalarının, onlarla konuşmalarmın caiz olmadığına delalet eder. Çünkü her zaman ve yerde ahlakî fitne kadın-„ larla erkeklerin Islâmî kurallar dışında birarada bulunmalarından, konuş-malarından doğmaktadır.


Kadınların örtünmesi emri de yalnız Resulullah (sav)'ın zevcelerine has bir hüküm değil, bütün mümin kadınlara umumi bir emirdir. Zira Allahu taala bu surenin sonunda, «Ey peygamber zevcelerin», kızlarına v& mu’mirilerin kadınlarına elbiselerini dıştan Örten bir örtü giymelerini söyle. Bu onların tanınıp eza edilmemelerine daha uygundur. Allah çok yariığayıcıdır, çok esirgeyicidir.» (Ahzab: 59) buyurmaktadır. Hangi mümin kadın bu hitabın dışında kalmıştır? Bu örtünme emri yalnız Resulullah (sav)'ın zev*celerine mahsus mudur? Bazı sapıklar nasıl olur da örtünme emrinin yal*nız Resuiullah (sav)'m zevcelerine ait olduğunu iddia edebilirler? İnşaaüah bu husustaki tafsilatı 57. Derste vereceğiz.

Prof. Dr. Sinsi 08-04-2012 03:33 AM

Tefsir Dersleri...
 

Dördüncü Hüküm: Resulullahın Vefatı İle Zevcelerinden Nikah Kalk*mış Mıdır?



Bu hususta Kurtubî şöyle der: «Alimler, Resulullah (sav)'ın vefatın*dan sonra zevcelerinin nikahlarının zail olup olmadığı, eğer zail olmuş ise iddet bekleyip beklemeyecekleri hususunda İhtilaf etmişlerdir.


«Bazı alimlere göre onların da Iddeti vardır. Çünkü onların da koca*ları vefat etmiştir ve iddet bir ibadettir.


aBazı alimlere göre ise, onlar için İddet yoktur. Çünkü iddet, evlen*meyi mubah kılan bir bekleme müddetidir.»


Kurtubî, sözlerine şöyle devam eder: »İkinci görüş daha sahihtir. Çünkü Resulullah (sav), «Ben vefatımdan sonraya ehlimin nafakasını bı*rakmadım.» buyurmuştur. «Ehil» kelimesi zevcelere mahsus bir terimdir. Resulullah (sav)'tan sonra onların nafakalarının beytülmal tarafından ve*rilmesi gerekir. Çünkü onların başkaları İle evlenmeleri haramdır. Nafaka*larının beytülmaldan verilmesi ve Resulullah (sav)'tan sonra evlenmeleri*nin haram oluşu, onların nikahlarının bekasına delalet etmektedir. Madem ki nikahları bakidir, onlar İçin iddet de yoktur. Çünkü onların ahlrette de Resulullah (sav)'ın zevceleri olduğu kafidir. Fakat diğer kadınlar öyle değildir. Çünkü kimse ehliyle birlikte cennette mi, yoksa cehennemde mi olacağını bilemez. Bazı kan-kocalar cennete ve cehenneme ayrı ayrı gi*derek birbirinden ayrılacaktır. Bu sebeble diğer insanlar için vefatla birlik*te evlilik bağı koptuğu halde, Resulullah (sav) İçin devam etmektedir. Ni*tekim Resuiullah (sav), «Bütün sebeb (nikah) ve nesebler birbirinden ko*par, benim sebeb ve nesebim kıyamete kadar devam eder.» buyurmuştur.»




Ayetten Alınacak Dersler



1- Resulullah (sav)'ın evlerine İzinsiz ve davetsiz olarak girmek yasaktır.


2- Nikah yemeği hazırlanmadan önce evlere girmek doğru olmadığı gibi, yemek yenildikten sonra orada beklemek de uygun değildir.


3- Resulullah (sav)'a hürmet ve tazimde bulunmak, onun emirlerini aynen yerine getirmek vaciptir.


4- Resulullah (sav)'a söz veya fiille eziyet vermek harqm, her durumda ona karşı terbiyeli davranmak farzdır.


5- Resulullah (sav)'tn vefatından sonra müminlerin anneleri olan zevcelerinin evlenmeleri haramdır. Çünkü onlar yine Resulullah (sav)'ın zevceleridir.


6- Resulullah (sav)'ın yüksek ahlakt, halka evimden çıkın demesi*ne mani olduğu için Resulullah (sav)'ın evinde ona ağırlık vermek haram*dır.


7- Mümin kadınların en güzel örnekleri olan Resulullah (sav) in zevceleri ile perde arkasından konuşmak lazımdır.


8- Kadınlarla karışmamak insanın nefsini temiz, kalbini salim, sırrı-'° nı saf ve töhmetten uzak kılar.


9- Kur'an-ı kerimin irşadıyla gösterilen edeb numunelerini harfiy--n yen uygulamak her müsiümonvn görevidir.




Âyetteki Teşriî Hikmetler



Allahu taala müminlere, şeref ve tazim için Resulullah (sav)'ın evleri*ne İzinsiz olarak girmeyi yasaklamış, halkı Resulullah (sav)'a eziyet ver*mekten men etmiştir. Bu eziyet, ister İzinsiz ve davetsiz evine girmek şek*linde olsun, ister yemekten sonra oturmak, beklemek şeklinde olsun, ha*ramdır. Ev sahibine ağırlık vermek, izin almadan onun yemeğini yemek, müminlerin vasıfları değildir.


Resulullah (sav), son derece haya sahibiydi. Hatta Hz. Ayşe Resulullah (sav)'ın hayosı hakkında, «O, evinden dışarıya hiç çıkmayan bakire bir kız gibi hayalı idi.» demişti. Resululiah (sav), bu hayasından ve yüksek ahlakından dolayı kendisine ne kadar eziyet verilirse verilsin katlanırdı.


Gelen bir ziyaretçi ne kadar uzun kalırsa kalsın ona gitmesini söylemezdi. Çünkü bunlar bir davetcinin baş vasıflarıdır. Dünyanın en büyük davet-f cisi de Resuluüah (sav)'tır. Bu hususta Allahu taala, «Sen Allahtan bir


esirgeme sayesindedir ki onlara yumşak davran din. Eğer kaba, katı yü*rekli olsaydın onlar etrafından her halde dağılıp gitmişlerdi bile.» (Al-i im-ran: 159) buyurmuştur.


İnsanlardan temiz ahlaka ulaşmamış bazı kimseler Resuiullah (sav)'m yemek vakitlerini takip eder, yemek hazırlanacağı zaman evine girerek beklerlerdi. Yemeği yedikten sonra do evden çıkıp gitmezlerdi. İşte bu halkın yüksek bir ahlaka ihtiyacı vardı. Onların insana noksanlık getirecek şeylerin yapılmasına mani olacak içtimai bir şuura da ihtiyaçları vardı.'


Allahu taala bundan dolayı ümmeti en doğru, en sağlam ve yüksek ahlak yoluna sevketmek için bu âyeti inzal buyurdu. Hatta İsmail bin Ebi Hakim, «Bu âyet, Allah (cc) tarafından asalakların terbiye edilmesidir.» demiştir.


Bazı münafıklar vardılar ki, Resulullah (sav)'a sürekli söz ve fiilleriy*le eziyet etmek isterlerdi. Bunlardan bir tanesi, Resulullah (sav) Ümmü Seleme annemizle evlenince, «Muhammed'e ne oluyor da bizim kadınları*mızı alıyor. Allaha andolsun ki, eğer Muhammed ölürse onun kadınlarını aramızda kur'a ile taksim ederiz.» demişti. İşte bunun, üzerine mevzumuz âyet nazil olarak Resulullah (sav)'ın zevcelerinin başkaları ile nlkahlan-masını haram kıldı. Resulullah (sav)'ın zevceleri, Resulullah (sav)'ın gö*nülleri hoşnut olsun diye müminlere anne kılındı. Bu da Resulullah (savj'ın hususiyetlerinden biridir. Bu âyet Resulullah (savj'ın mertebesini yükselt*tiği gibi, Resulullahın Attan (cc) katındaki şerefini de göstermiş olmak*tadır.


Şu halde hiçbir müminin Resulullah (söv)'m ne nefsine, ne de ehline eziyet vermesi caiz değildir. .Zira Resufullah (sav), müminlerin babasıdır. Hangi insan babasının hanımı ile evlenir? Çünkü Kur'an nassı İle babanın hanımı insanin annesidir. Resulullah (sav)'ın zevceleri de yine Kur'an nos-siyla müminlerin anneleridir. Zira Aüahu taala, «Sizin Allanın peygambe*rine eza vermeniz (doğru) ofmadı(âi gibi) kendinden sonra zevcelerini ni*kahla almanız da ebedi caiz değildir. Bu Allah nezdinde çok büyük (bir günahjtır.» buyurmuştur.

Prof. Dr. Sinsi 08-04-2012 03:34 AM

Tefsir Dersleri...
 

56 DERS RESULULLAH (SAV)'A SALATU SELAM GETİRMENİN ADABI VE HÜKMÜ



56- Şüphesiz ki Allah ve melekleri o peygambere çok salat (ve tek-rim) ederler. Ey İman edenler, siz de ona salct edin, tam bir teslimiyette de selam verin.


57- Hakikat Allah ve Resulüne eza edenler (yok mu?) Allah onları dünyada da ahirette de rahmetinden koğmuş, onlara horlayıcı bir azab da hazırlamıştır.


58- Erkek müminlerle kadın müminlere İşlemedikleri (bir günah) yü*zünden eza edenler de muhakkak bir yalan ve apaçık bir günah yüklen-miş(ler)dir. .




Âyetlerin Lafzî Tahlili



(Yüsellûne); Salat kökünden gelen bir fiildir. Salat, lügatta dua, istiğfar ve rahmet manalarındadır.


(En-nebiyyi): Cevheri, Sahhâh'ında nebi kelime*sini şöyle tarif eder: «Nebi, muhbir, haber veren anlamındadır. Yani Allah (cc)'ın emirlerini bildiren demektir.»


(Yü'zûnellahe): Allah (cc)'a eziyet vermek demektir. Buradaki manası O'nu layık olmayan şeylerle vasıflandırmaktır.


(Leonehümullahü): Lean, lanet kökündün gelir. Lanet Allah (cc)'ın rahmetinden koğulmak, uzaklaştırılmak demektir.


(Bühtonen): İftira ve yalan demektir. (Mubînen): Beyyine kökünden gelir, açık demektir.




Ayetlerin İcmali Manaları



Allahu taala Resul (sav)'ünün büyük mevkisini, katındaki yüksek ma*kamını haber vermiş, onun kainatın efendisi ve makam-ı mahmudun sa*hibi olduğu bildirmiştir. Allahu taala bu hususiyetleri Hz. Muhammed'den başka kimseye vermemiştir. Allahu taala nebisine merhamet ederek onun şanını büyütmüş, mevkisini yüceltmiştir.


Allahu taalanın melekleri Peygamber aleyhlsselotü vesselama dua eder, istiğfar ederler. Allah (cc)'tan onun en yüksek mertebelere erme*sini, dininin bütün dinlerden açık ve üstün olmasını, en iyi mükafatın ona verilmesini ve onun hürmete şayan bir kul ve peygamber olmasını taleb e-derler. Çünkü o, ümmetine en büyük hayrı ve en cesim fazileti getirmiştir.


Ey müminler, siz de ona salat ve selam getirin. Onun emirlerini yü*celtin, şeriatine uyun. Zira onun üzerinizdeki hakkı büyüktür. Ne yapar*sanız onun hakkım ödeyemezsiniz. O sizi sapıklıktan hidayete, cohiliyetin karanlığından İsiâmın nuruna çıkardı. O öyle bir nurdur ki, sizin karan*lıktan kurtulmanız için Allah (cc) onu kuluna açık âyetler halinde inzal etmiştir. Muhakkak Allah (cc) çok bağışlayıcıdır, çok esirgeyicidir. Öyley*se size de onun mübarek ismi anıldığı 2aman salat ve selam getirin. Al-İah (cc)'tan ona büyük mükafatlar vermesini dileyin.


Allahu taala daha sonra Allah ıccj'a ve Resulüne (sav), eziyet ve*renlerin Allanın gozab ve lanetine müstahak olduklarını haber vermiştir. Allahu taala onlara ohirette tahmin edilemeyecek şiddette bir azab hazır*lamıştır. Mümin kullarına eza verenleri de aynı azabla azablandıracağını bildirmektedir. Çünkü onlar, müminlere, yapmadıklarını isnad ve İftira İle İtham ederek yalan söylemişlerdir. İşte bunlara dünyada kazandıkları bu kötü amellerden dolayt dünya ve ahirette elem verici bir azab vardır.


Bu âyetlerle. Önceki âyetler arasındaki münasebet


önceki âyetlerde Resulullah (sav)'ın evlerine izinsiz, girme ile kendi*sinden sonra zevceleri ile evlenmenin haram olduğu beyan edilmiştir. Aynı âyetlerde müminlere Resuiultah (sav)'a eziyet vermemeleri de emredilmiş*ti. Çünkü Resulullah (sav)'ın ümmeti üzerinde çok büyük bir hakkı var*dır. Böylece Resulullah (sav)'ın, Allah (cc) katındaki yüksek mevkisl gös*teriliyordu.


Bu âyetlerde ise Allahu taala peygamberine ikramda bulunduğunu ve onun hallerini yücelttiğini beyan ediyor. Melekler de Allahu taolanın gös*termiş olduğu yoldan giderek peygamberin Allah (cc) katında faziletinin yücelmesini ve şerefinin artmasını dilemektedirler. Allahu taala ve melek*leri ona salat ve tekrim ederler de müminler nasıl etmezler. Çünkü o, bü*tün tekrlm ve temcide layıktır. Allahu taala müminlere hitabında sanki, sizin ona eziyet vermeniz doğru değildir. Çünkü Allah (cc) ve melekleri ona çok salat ve tekrimde bulunurlar demek İstemektedir.




Ayetlerin Tefsirindeki İncelikler



Birinci incelik: «Allah ve melekleri o peygambere çok salat (ve tek*rlm) ederler.» âyeti Resulullah (sav)'a yapılan salat ve tekrim İn süreklili-Uğine işaret etmektedir..


İkinci incelik: Madem ki Aİlah (cc) ve melekler) Resulullah (sav)'a


salat ve tekrlm ediyorlar, bizim salat ve selamımıza ne ihtiyaç var denile*bilir. Resulullah (sav)'a salat ve selam getirilmesi onun İhtiyacından dolayı değildir. Ona kalırsa, Allah (cc) Resulüne salat ve tekrim getirdikten son ra meleklerin salat ve selamına da ihtiyaç kalmamaktadır. Bizim ona sa*lat ve selam getirmemiz, ona karşı olan hürmet ve tazimimizi izhar etmek ye buna karşılık Allahu taaladan sevap almak içindir. Yoksa Resulullah (say)'tn ihtiyacından dolayı değildir. Nitekim Resulullah (sav), bu hususu, «Kim bana bir kere salat ve selam ederse Aliahu taala ona on kere salat ve selam eder. Onun on günahını siler, derecesini on kat artırır.» şerefli sözleriyle beyan etmiştir.


Üçüncü incelik: İmam Fahreddin Razi: «Salat dua anlamına gelin*ce Allah (cc)'ın peygamberine dua etmesi düşünülemez. Zira Allah (cc), hiçkimseyedua etmez. Bu şekildeki dua, üçüncü şahıstan bir menfaat taleb etmektir, Allahu taala için böyle bir taleb mümkün değildir. Salat kelime*si dua anlamına geldiği gibi istiğfar anlamına da gelmektedir. İmam Şa*fii'nin görüşüne göre Allah (cc)'ın peygamberine saiat ve selamı ona rah*met indirmesi manasını taşır. Meleklerin salat ve selamı da aynı rahmetin tahakkuku İçin Allah (cc)'tan talebîe bulunma demektir.» [44] der.


Dördüncü incelik; Allahu tabla bize, seçkin peygamberine salat ve selam okumamızı emretmektedir. Bunun için, «Ona salat ve selam ederim» veya «Ona saiat ve selam olsun» demek kafidir. Salat okurken, «Ey Alla-hım, Muhammed'e salat ver.» dememizin sebebi nedir? Allahu taala, ona salat ve selam getirmemizi emretmiş, ancak üzerimize vacib olan miktarı bildirmemiştir. İşte bu hususu Allahu taalaya havale ederek. «Yarabbt, Muhammed'e sen salat getir. Çünkü ona layık olanı en iyi bilen sensin. Biz onun hakktnı vermekten aciziz. Ona layık olduğu meth v& senayı yap*maktan da aciziz. Ona yapılacak meth ve senayı sana bırakıyoruz. Ona layık olanı sen yap.» demek istiyoruz.


Beşinci incelik: Bazı alimlere göre «Allahümme salli ala Muhamme-din...» dememizin manası, «Yarabbi, onu dünyada isminin yüksekliği, da*vetinin izharı ve şeriatinin ibkası ile yücelt. Ahirette de onu ümmetine şefaatçi, verilecek ecir ve sevabın kat kat verilmesine vesile kıl. Ona ma*ka m-1 mahmudu ver.» demektir.




Peygambere Salat Ve Selam Getirmenin Fazileti



1- Ebu Talha (ra)'dan: «Resulullah (sav) bir gün yüzünde müjde alametleri olduğu halde yanımıza geldi. «Ya Resulullah, yüzünüzde bir müjde alâmeti görüyoruz, bu nedir?» dedik. Resulullah (savt, «Bana bir melek geldi ve «Ey Muhammed, Rabbin diyor ki, sana kim bir kere salqt getirirse ben ona on salat getiririm. Kim sana bir kere selam verirse ben ona on kere selam veririm. İster misin?» dedi.» [45]


2- Resulullah (sav), «Kıyamet günü halkın yanımda en evlası, dün*yada iken bana encok salat getirendir.» buyurdu. [46]


3- Resulullah (sav), «Cimri'o kimsedir ki, onun yanında benim adım anılır da bana salat getirmez.» buyurdu. [47]


AHahım, salatını, rahmetini, bereketini elcilerin efendisi, muttakilerin imamı, efendimiz Hz. Muhammed'e, onun aline ve ashabına kıl. Muhakkak ki sen Işitici ve dualara İcabet edicisin. [48]




Âyetlerdeki Şer'i Hükümler



Birinci Hüküm: Rasulullah’a Salat Ve Selamın Okunuş Tarzı Nosıt Ol*malıdır?



Peygamber aieyhisseîatü vesselama selat okumanın slgası hakkında yine onun sünnetinde birçok şekiller varid olmuştur. Müminler de ona salat ve selam okumanın çeşitli suretlerini zikretmişlerdir. Salat ve selam şekillerindeki bu ihtilaf, salat ve selamın özel bir şekilde yapılmayaca*ğını göstermektedir. Resululloh (sav)'a tazim ve sena edilsin de nasıl olursa olsun.


Biz, Resululiah (sav)'a salat ve selam hususundaki rivayetlerden sa*hih olanlarını kısaca aktarıyoruz. Bunların tamamını almak uzun sürer. Allah (cc)'tan yardım dileyerek bu hususa başlıyorum :


1- Buharı ve Müslim Ka'b bin Ucre'den şöyle rivayet etmişlerdir: «Resulullah (sav)'a, «Ya Resulullah, sana selam vermeyi biliyoruz. Fakat nasıl salat edeceğiz?! diye soruldu. Resulullah (sav) şöyle buyurdu: «Şöy*le deyin: AHahümme satli ala Muhammedin ve alâ ali Muhammed. Kema sallayte alâ İbrahİme, Inneke hamîdün mecîd. AHahümme bank alâ Mu*hammedin ve alâ ali Muhammed. Kema barekte alâ ali İbrahime inneke hamîdün mecîd. (Allahim, İbrahim'e ve onun aline salat ve selam ettiğin gibi Muhammed'e ve aline de salat ve selam eyle. Muhakkak sen hamîd ve mecîdsin. AHahım, ibrahim'i ve alini mübarek eylediğin gibi Muham-


'med'i ve alini de mübarek eyle. Sen hamîd ve mecîdsin.)»


2- İmam Malik (ra). İmam Hanbel (ra). Buharı ve Müslim Ebu Hâ-mid es-Samldî'den şöyle rivayet etmişlerdir: «Ashabı kiram, «Ya Resulul*lah, sana nasıl salat getirelim?» dediler. Resulullah (sav), «Allahümme salü alâ Muhammedin ve ezvacihi ve zürriyetihi. Kema salleyte alâ İbra*hime inneke hamîdün mecîd deyin.» buyurdu.»


3- Ebu Said el-Hudrî (ra)'den şöyle rivayet edilmiştir: «Resulullah (sav)'a. «Sana selam vermeyi biliyoruz. Fakat nasıl salat getireceğiz?» dedik. Resulullah (sav), «Şöyle deyin: Aiiahümme salü alâ Muhammedin abdike ve resulüke. Kema salleyte alâ İbrahime ve barik alâ Muhamme*din ve alâ ali Muhammedin. Kema barekte alâ İbrahime fil alemine İnne*ke hamîdün mecîd.» buyurdu.»


4- Müslim, Tirmîzî ve Nesaî, Ebu Mes'ud el-Bedri (ra)'den şöyle rivayet etmişlerdir; «Biz Sa'd bin Ubâde (ra)'nin meclisinde otururken Re*sulullah (sav) geldiler. Beşir bin Sa'd (ra) Resulullah (sav)'o, «Allah (cc) bize sana salat getirmemizi emretti. Sana nasıl salat getirelim?» diye sordu. Resulullah (sav), sanki hiçbir şey sorulmamış gibi bir süre sustuk*tan sonra, «AHahümme saili alâ Muhammedin kema saKeyte alâ İbrahime ve barik alâ İbrahime ve barik alâ Muhammedin ve alâ ali Muhammedin, Kema barekte alâ İbrahime inneke hamîdün mecîd deyin» buyur.»


Diğer bir rivayette de «Allahümmü saill alâ Muhammedin nebiyyl üm-rnlyyi.» şeklinde tarif edilmiştir.


Bunlardan başka daha birçok rivayet vardır. Fakat bunların sıhhati naklettiklerimiz ölçüsünde değildir. Bazı eksiklik ve fazlalıkları da bunlara muhaliftir.


Selamın şekli ise, «Esselamü aleyke ya Resulullatutır. Yalnız namaz kılarken tahiyyetin İçinde, «Esselamü aleyke eyyühen nebiyyü ve rahme-tullahi ve berekatihü» şeklinde okunur.


Selamın manası İse, Resulullah (sav)'ın bütün afetlerden, belalardan ve hastalıklardan kurtulması için duadır.


İbni Saib, «Selam (teslim)in manası, peygambere boyun eğmek, mu. halefet etmemek, her halükarda onun bütün emirlerini aynen yerine getir*mektir.» der.




İkinci Hüküm: Allah (Cc)'In Ve Meleklerin Resululloh (Sav)'a Salat Okumalarının Manası Nedir?



Yukarıda da geçtiği gibi salat lügatta dua, meth ve sena manalarına gelmektedir. «Onlar, (o teslimiyet ve istlrcoı gösterenler yok mu?) Rabbİn-den mağfiretler ve rahmet hep onların üzerindedir ve onlar doğru yola er-dirîlenlerln ta kendileridir.» (Bakara: 157) âyetinde de «salat», temcld ve sena manasına gelmektedir.


Bazı alimlere göre Allahu taalanın peygamberine solat getirmesinin manası, onu temcid ve Sena etmesidir. Buharı de bu görüştedir. En açık olan görüş de budur.


Diğer bazı alimlere göre ise, Allah {ccj'ın peygamberine salat getir*mesinden maksat, ona rahmet ve mağfirettir. Hasan-ı Basrî (ra) ve Safa bin Cübeyr (ra) de bu görüştedir. [49]


Peygambere (sav), meleklerin safat getirmesinden maksat ise, ona dua ve ümmetine mağfiret, taleb etmektir. Bütün bu görüşlerden anlaşılı*yor ki peygambere Allah (cc)'ın salatı ile meleklerin salatı ayrı ayrı şey*lerdir. «Şüphesiz ki Allah ve melekleri o peygambere çok salat (ve tekrim) ederler.» âyetinde salatı ifade eden «yüsellûne» fitlinin çoğul gelmesi de peygambere Allah (cc)'ın salatı ile meleklerin salatımn ayrı şeyler oldu*ğuna delalet etmektedir.


Fakat müfessirler bu âyetin tefsirinde ihtilaf ederek ayrı görüşler be*yan etmektedirler:


1- Bazı müfessirlere göre âyetin akışı bir kelimenin hazfedildiğine delalet etmektedir. Buna göre âyetin manası, «Muhakkak Allah peygam*bere salat (ve tekrim) eder. Melekler de dua eder.» şeklinde olur. O zaman «yüsellûne» kelimesinin çoğul olması yalnız «melekler»den dolayıdır. Al*lah (cc)'ı ifade etmez. Bu görüşü bazı kurranın âyetteki «melaiketehu» kelimesini «melaiketühü» şeklinde okumaları da teyid eder.


2- Bazı müfessfrlere göre ise, bu âyet hakikat ile meoazı bir ara*da ifade etmektedir. Çünkü «salat» keiimesl hakiki manada «dua», mecazî manada da «rahmet» demektir. Fahreddin Razi bu görüşü tercih etmiştir. [50] İmam Şafii (ra) de bu görüştedir, imam Şafii (ra)'ye göre iki manayı da ifade eden bir kelimeyi her iki manada kullanmak caizdir. Buna göre «yüsellûne» kelimesi hem «Allah»a, hem de «melekler»e racidir. Çünkü âyetin manası, «Allahu taaia peygambere rahmet eder, melekler de dua ederler.» dir.


3- Alimlerin bir kısımtna göre de âyetteki «yüseliûne» kelimesi ke*sin bir mecaz ifade etmektedir. Yoksa mecazla hakikati birlikte ifade et*memektedir. Bunlara göre mecazî manadan maksat. Resulııllah (sav)'ın şanına, haline itina etmektir. Bu itina ise Allah (cc)'tan başka, meleklerden başkadır. Ebussuud, Ebu Hayyan, Zemahşeri ve diğer bazı meşhur müfessirler de bu görüştedir.


Ebussuud şöyle der: «Şüphesiz ki Allah ve melekleri o peygambere çok salat (ve tekrim) ederler.» âyetindeki «Allahın sakıtı»ndan maksat rahmet, «meleklerin salatandan maksat ise istiğfardır. İbnl Abbas (ra), «Allahu taala peygamberine rahmet, melekleri de dua ederler.» demiştir. (öyleyse bu manaların her. İkist de «safat» kelimesinin hakiki manasıdır.


Yani onlar Resulullah (sav)'a hayır olanı ve işine uygun olanı yaptıkları gibi onun şerefini izhar ve halini tazime de İhtimam etmektedirler. Buna göre Allah (cc)'ın «sakıt»!, rahmet, meleklerin «salat»ı dua ve istiğfgrdır.» [51]


Ebu Hayyan da şöyle der: «Allah (cc)'ın peygamberine salatı, meleklerin sakıtından başkadır. Madem ki başkadırlar öyleyse nasıl olur da


İkisini bir kelime ifade eder. Bunun cevabı şudur: Aralarında müşterek bir nokta vardır ki bu, hayrın ulaşmasıdır. Mesela; Allahu taala tarafından rahmet olan Salatın ulaşmasıdır. Melekler ise istiğfar ederek hayrın yine


Resulullaha ulaşmasını taleb etmektedirler.» [52]

Prof. Dr. Sinsi 08-04-2012 03:34 AM

Tefsir Dersleri...
 

Üçüncü Hüküm: Resuiullaha Salat Ve Selam Getirmek Farz Mıdır, Sünnet Mi?



Allahu taala müminlere, şerefli pebis) üzerine saiat ve salam okumayı emretmiştir. Emir ise farzı gerektirir. Ulema da ömürde bir defa salat ve selam getirtmesinin farz olduğunu söylemişlerdir. Bunda icmaya yakın bir ittifak vardır. Hatta Kurtubî, bu hususta icma olduğunu nakletmiştir. Çünkü âyetteki «Siz de ona salat edin.» emri farz kılmak içindir. O zaman Resulullah (sav)'a salat getirmek, kelime-i şehadet gibi Ömürde bir


defa için farzdır.


Alimler, her mecliste ve peygamberin mübarek isimlerinin her zik*redilmesinde salat ve selam getirmenin farz olup olmadığı hususunda ih*tilaf etmişlerdir.


1- Alimlerin bazısına göre. Resulullah (sav)'ın isminin her geçişin*de salat ve selam getirmek farzdır.


2- Bazılarına göre, bir mecliste Resulullah (sav)'ın ismi kaç kere geçerse geçsin, bir defa salat ve selam getirmek farzdır.


3- Diğer bazı alimlere göre de Resulullah (sav)'o çok selam ve salat getirmek —meclisi ve sayısı ne olursa olsun— vacibtir. ömürde bir defa salat ve selam getirmek kafi değildir.


Mecliste veya Resulullah (sav)'ın isminin her geçişinde'salat ve se*lam getirmenin (arz olduğunu söyleyenlerin delilleri, «Ey iman edenler, siz de ona salat edin.» âyetidir. Birşey hakkındaki' emir, o fiilin devamlı tekrarını ifade eder. Resulullah (sav) da kendisine salat ve selamda bu*lunmayanlar hakkında şiddetli vaidlerde bulunmuştur. Resulullah (sav), şöyle buyurmuştur: «Cimri o kimsedir ki, onun yanında benim adım anılır da bana salat getirmez.a [53] «Bir kavim bir mecliste oturur ve Allah (cc)'ı zikretmeden, peygambere salat ve selam getirmeden kalkarlarsa, kıyamet günü üzerlerine bir hasret çöker.» Cebrail aleyhisselam da şöyle buyur*muştun «Yanında senin ismin anıldığı halde sana salat ve selam getir*meyen uzaklaştırılmıştır.» Cebrail alsyhisselamın bu sözüne Resulullah (sav), «Amin.» demiştir.


Âyetteki açı>k emir ile Resulullah (sav)'ın hadisleri salat ve selamın her mecliste veya isminin her anılışında vacib olduğuna delalet ederler.


Ulemanın cumhuruna göre İse, Resulullah (sav)'a salat ve selam ge*tirmek bir ibadet ve Allah (cc)'a yaklaşma vesilesidir. Zikir ve teşbih gibi. Ancak ömürde bir defası farzdır. Her mecliste veya isminin her antlısında salat ve selam getirmek sünnettir. Resufullah (sav)'a çok çok salat ve selam getirmek uygundur. Zira Resulullah (sav), «Her kim bana bir kere salat getirirse AHahu taala ona on defa salat gstirir.» [54] buyurmuştur. ; Bu ve benzeri hadisler peygambere salatın fazjfetini bildirmektedir. Bu hususta daha birçok meşhur hadis vardır. Şu var ki bunların hiçbirisi salat ve selam getirmenin farz olduğuna delalet etmez. Ancak sünnet olduğu*nu gösterir.


Ebussuud: «Resululiah (sav)'ın şanının yüceliği, mübarek İsimlerinin her anılışında ihtiyaten salat ve selam getirilmesini icabettirir.» der.


Cumhurun görüşü daha sahih ve daha tercihlidir.




Dördüncü Hüküm: Namazda Resulullaha Salat Getirmek Vacib Midir?



Fokihler, namazda Resulullah (sav)'a salat ve selam getirmenin hük*mü hususunda ihtilaf ederek İki görüşe ayrılmışlardır:


1- Şafii ve Hanbelilere göre, namazda salat ve selam okumak va*ciptir. Salat ve selamsız namaz sahih değildir.


2- Maliki ve Hanefilere göre de namazda salat ve selam okumak sünnet-t müekkededir. Satat ve selam okunmadan kılınan namaz kerahetle sahihtir.


Şafii ve Hanbelilerin delilleri:


Şafii ve Hanbeliler, aşağıda özetle nakledeceğimiz delillere dayana*rak namazda Resulullah (sav)'a salat ve selam okumanın farz olduğunu söylemişlerdir.


1- «Ey iman edenler, siz de ona salat edin.» âyeti. Bu âyetteki e-mir, salatın namazda vacib olduğunu gösterir. Bu vücub da ancak teşeh-hüdde olur. Öyleyse namazda salat ve selam getirmek vacibtir.


2- Ka'b bin Ucre'den rivayet edilen, «Resulullah (sav)'a, «Ya Resu*lullah, sana selam vermeyi biliyoruz. Fokat nasıl salat edeceğiz?ı diye so*ruldu. Resuluilah (sav) şöyle buyurdu: «Şöyle deyin: Allahümme safil ala Muhammedin ve alâ ali Muhammed. Kema salleyte ala ali İbrahime, Inne-ke hamîdün mecid. Allahümme barik ala Muhammedin ve ala ali Muham*med. Kema barekte ala İbrahime İnneke hamidün mecîd.» hadisidir.


İbni Kesir: «imam Şafii (ra)'ye göre namaz kılan birisinin son teşeh-iiüdde Resuiullah (sav}'a salat ve selam okuması vaciptir. Şayet salatı terkederse namazı sahih olmaz. Âyetin zahiri de buna delalet eder. Saha-bilerden bir cemaatten de âyetin böyle tefsir edildiği nakledilmiştir. İmam Ahmed bin Hanbel (ra), Cabir (ra) ve İbni Mes'ud (ra) da bu görüştedir.» [55] demektedir.


Maliki ve Hanefilerin delilleri:


Maliki ve Hanefiler aşağıya özetle aktaracığımız delillere istinad et*mektedirler :


1- «Ey iman edenler, siz de ona salat edin.» âyeti. Bu âyetin zahiri Resulutlah (sav)'a salat getirmeyi emretmektedir. Bu emirden maksat da vücubtur. Ancak insan günde bir defa salat getirirse bu farzı eda etmiş olur. Bu emir vücübu gerektirmekle birlikte tekrarı gerektirmez.


2- İbni Mes'ud (ra)'dan rivayet edilen, iResulullah vsav) ona teşeh*hüdü öğretirken, «Sen şunu söyledin ve şunu yaptın mı namazın tamamdır. Dilersen kalkabilirsin. Sonra dilediğin en temiz -kelamı seç.» buyuc-o du.» hadisidir. [56] Görülüyor ki Resulullah (sav) teşehhüdü öğretirken' sq$u latı emretmem iştir.


3- Muaviyetü's-Selemî'den rivayet edilen, hadistir. Bu hadiste Re*sulullah (sav), «Bizim namazımızda dünya halkının konuştuğundan bir söz konuşulmaz. Ancak namazda teşbih, tehlil ve Kur'an kıraati vardır.m buyur*muştur. Görülüyor ki, Resulullah (sav), salatı zikretmemiştlr. Eğer salat va-cib olsaydı zikretmesi gerekirdi.


4- Birçok sahabiden yapılan rivayete göre onlar teşehhüdde yal*nız, «Esselamü afeyke eyyühennebiyyi ve rahmetullahi ve berekatihU İle iktifa ederlerdi. İbrahim aleyhisselama teşbih edilen salat ve selamı oku*mazlardı.


Cessas da «İmam Şafii (ra)'nin namazda peygambere salat ve selam okumanın farz olduğu yolundaki iddiası delilsiz bir iddiadır. Bizim bildiği*miz kadarıyla hiçbir alim bunu iddia etmemiştir. Üstelk bu İddia Peygam*ber (sav)'den varid olan hadislere de aykırıdır.» der.




Beşinci Hüküm: Peygamberden Başkasına Salat Ve Selam Okunması Caiz Midir?



Bazı alimlere göre peygamberlerden başkasına da salat ve selam oku*nur. Çünkü salat duadır. Dua ise herkese yapılır. Nitekim Resulullah (sav)'-tan da, «Atlahümme sallı ala ali Ebi Evfas (Allahım, sen Ebİ Evfa'nın aline salat ve selam ver.) hadisi varid olmuştur.


Alimlerin ekserisini göre salat, peygamberlere ait bir hususiyettir. Öy*leyse peygamberlerden başkasına salat ve selam getirmek caiz değildir. Peygamberlerin dışındaki insanların ismi anıldığında onlara rahmet oku*nur. Sahabi ve tabiinin ismi geçtiğinde, «Allah onlardan razı olsun.» de*nir. Bunlara salat ve selam getirmek caiz değildir. Salat peygamberlik şiarıdır.


Ebussuud: «Peygamberlerin haricindeki kimselere_..peyg/âmberle bir*likte salat ve selam okumak caizdir. Fakat müstaldlen okumak mekruh*tur. Çünkü salat örfte peygamberlerin şiarıdır. Allah (cc)'a mahsus olan «azze ve celle» kelimeleri peygamber için nasıl kulianılamozsa, salat da 'başkaları İçin kullanılamaz. Halbuki haddizatında peygamber aziz ve ce-lildir.» [57] demektedir.




Ayetlerden Alınacak Dersler



1- Peygamberin yeri ve mevkii Allah (cc) katında çok büyüktür.


2- Allahu taalanın ve meleklerin şerefli elçisine salat ve selam o-kumaları onun şerefinin yüksekliğine delalet etmektedir.


3- Resulullah (sav)'a hürmet, emirlerine tazim etmek her mümine vacibtir. Zira ona tazim, Allah (cc)'a tazimdir.


4- Resulullah (sav)'a salat ve selamda uygun olan siga şer'İ siga-dır. Yani, «Allahümme salli ala Muhammedin...» demektir.


5- Resulullah (sav)'a eziyet vermek, Allah {cc)'a eziyet vermektir.


6- Resulullah (sav)'ın ismi anıldığı zamari* salat ve selam getirmek sünnettir.


7- Müminlerde olmayan blrşeyle onları itham etmek onlara eziyet vermektir ve bu büyük günahtır.




Ayetlerdeki Teşrii Hikmetler



Allahu taala Resulullah (sav)'ı temcfd ve sena ederek mevkiini diğer peygamberlerden daha yükseğe çıkarmıştır. Müminlere de o şerefli Re*sul (sav)'üne karşı edebli olmalarını, emirlerine saygılı olmalarını emret*miştir.


Allahu taala ona mele-İ alada melekleriyle birlikte salat ve tekrimde bulunmuştur. Bu salat ve selamın Kur'anla bildirilmesi, o büyük peygam*berin yerinin yüceliğini bildirmek içindir. Ki, müminler ona karşı hürmette bulunarak emrine itaat etsinler. Çünkü o, müminlerin dünya ve ahirette saadet ve kurtuluş vesilesidir. Zira Allahu taaia, «Ki (hepiniz ey İnsanlar) Allaha ve peygamberine İman edesiniz, ona yardım edesiniz, onu büyük tamyasımz, sabah ve akşam O'nu (Allahı) teşbih (ve tenzih) edesiniz.» (Feth: 9) buyurmuştur.


Allahu taala müminlere şerefli elçisine salat ve selam okumalarını emretmiştir. Kelime-i şehadette de onun isminin anılmasını farz kılmıştır ki, onsuz İman tamam olmaz. Ona sözle veya fiille eziyet vermeyi veya onun yüksek mevkiine saygısızlık olabilecek herşeyi haram kılmıştır. Alla*hu taala, Resulullah (sav)'a yapılan eziyeti kendine yapılmış kabul etmek*tedir. Onu tekzib etmek, Allah (cc)'ı tekzib etmektir. Onunla Istih2a etmek, Allahu taala ile istihza etmektir. Çünkü o, alemlerin Rabbinln elçisidir. Öy*leyse herşeyde onun emrine itaat etmek ve onun sözüne saygı göstermek lazımdır. Çünkü o. Aİlahu taatanm emirlerini bize tebliğ etmektedir. Allahu taala da, «Kfm peygambere İtaat ederse muhakkak Aîlofta İtaat etmiştir. Kim de yüz çevirirse...» (Nisa: 80) buyurmuştur.


Allahu taala. Resul (sav)'üne eziyet vereni lanetleyeceğini, ona gazab edeciğini bildirmiştir. Çünkü ona eziyet vermek, nimetleri inkar etmek, Al*lah (cc)'tn ona verdiği mevkii ve fazileti inkar etmektir. Mümin birkimse onu nasıl layık görür de eziyet eder? Çünkü bizim cehalet ve sapıklıktan kurtuluşumuzun sebebi ve küfrün karanlıklarından bizi Islâmın aydınlığına çıkarandır. Resulullah (sav) tlah'i rahmetin kapısı, ilahî ihsan ve faziletin zuhur yeridir. Allahu taala, «Andolsun, size kendinizden öyle bir peygam*ber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır ve güç gelir. Üs*tünüze çok düşkündür. Müminleri cidden esirgeyicidir, bağışlayıcıdır o.» (Tövbe: 128) buyurmuştur.

Prof. Dr. Sinsi 08-04-2012 03:34 AM

Tefsir Dersleri...
 

57. DERS İSLÂM'DA KADININ ÖRTÜNMESİ



59- Ey peygamber, zevcelerine, kızlarına ve müminlerin kadınlarına dış elbiselerinden üstlerine giymelerini söyle. Bu, onların tanınıp eza edil*memelerine daha uygundur. Allah çok yarfıgayıcıdır, çok esirgeyicidir.




Âyetin Lafzî Tahlili



(Ezvâcike): Ezvac, zevc'in çoğuludur. Zevç, evli çiftten her birisine verilen isimdir. Âyetteki zevceler, Resulullah (sav)'ın hanımlarıdır.


(Yüdnîne): Atarlar, örterler.


(Celâbibihînne): Çelabib, cilbab'ın çoğuludur. Çilbab, bütün vücudu Örten elbiseye denir.


(Ednâ): En yakın dernektir.




Âyetin İcmali Manası



Allahu taala. sevgili peygamberine, bütün İslâm ümmetini, İslâm ada*bına, İslâmın gelirmiş olduğu faziletli ahlaka ve hikmetli tanzimata, ferdin salahı ve cemiyetin saadetini temin için, çağırmasını emretmiştir. Bunlar* dan biri de müslüman aileye taalluk eden İçtimaî nizamdır ki, kadının ör-tünmesldir. Bu örtünme müslüman kadına farzdır. Çünkü onunla şerefini, namus ve İffetini yaralayıcı gözlerden, hasta kişilerden korumuş olur.


Bu hususta Allahu taala sevgili Peygamberine şöyle hitap etmekte*dir: Ey peygamber, Allah (cc)'ın emirlerini mümin kullarına ilet ve evvela bu emirleri kendinde uygula. Müminlerin anneleri olan temiz zevcelerine, faziletli kızlarına, İslâmın getirmiş olduğu örtünme şekliyle örtünmelerini, erkeklerin bakışlarından korunmalarını emret. Evvela bunlar Örtünsünler ki diğer kadınlara iffet ve örtünmede örnek olsunlar. Hiçbir fasık ve facir de onları görmesin.


Örtünmeyi bütün mümin 'kadınlara da emret. Onlar do güzelliklerini, ziynetlerini örtecek bir dış elbise giysinler. Bu elbise ile bütün İnsanların dillerinden, gözlerinden uzaklaşsınlar, kendilerini korusunlar. Bu örtüle-rlyle yüzlerini ve diğer vücud azalarının tamamını kapatsınlar. Böylece cariyelerden ve ahlaksız kadınlardan seçilsinler, Garazkar kimselere he*def olmasınlar, facir kadınlardan da uzak olsunlar. Hioklmse onlara kö*tülük ve fenalık düşünemesln.


Mümin kadınların örtüleri, iffet ve namuslarını korumaya en büyük sebebtlr. Arttk onlardan kalbi bozuk kimseler de birşey umamozlar. Allahu taala emirlerini yerine getirene mağfiret eder, O, bütün kullarına da ençok merhamet edendir. Onlara ancak dünyada selamete, ahirette saadete ve*sile olarak şeyleri emreder.




Âyetin Tefsirindeki İncelikler



Birinci İncelik: Allahu taala örtünme emrine evvela Resulullah (sav)1-ın zevceleri ve kızları ile başlamıştır. Bu, onların diğer kadınların Önderi ve İmtisal numunesi olduklarını göstermektedir. Diğer kadınlar onlara uya*cakları İçin uygun olan da şer'î emirlere, hükümlere Önce onların sarılma*ları, aynen yerine getirmeleridir. Zira bir davetin etkili olabilmesi İçin da-vetci, tezlerin) Önce kendinde ve aile efradında tatbik etmelidir. İşte bu hususta da etbettekl Resulullah (sav)'tn zevceleri ve kızlarının önder ve öncü olmaları gerekir. Bunun için Allahu taala peygamberine -kadınların Örtünmesini vahyederken âyetin başında evvela kendi zevce ve kızlarını zikretmiştir.


İkinci incelik: Hicab âyeti, kadınların avret mahallerini örtmeleri İs*tikrar kazandıktan sonra nazil olmuştur, öyleyse bu âyette emrolunan tesettür, daha önce farz kılman setr-i avretten başka ve fazla bir örtün*medir. Bunun İçindir ki, bütün müfessirfer, tabirleri değişik de olsa mef*humda birleşerek âyetteki «cilbabnton maksadın kadının elbiseleri üzerine giyilen ve bütün vücudu örten bir örtü, elbise olduğunda ittifak etmişlerdir. Bu sebeble zamanımızda kadınların çarşaf denilen bir örtü veya onun benzeri bir örtü ile örtünmeleri gerekmektedir. Âyetteki «cllbab»tan mak*sat, bazı cahillerin sandıkları gibi setr-l avret değildir.


Üçüncü İncelik: Âyetteki «Zevcelerine, kızlarına ve müminlerin ka*dınlarına...» ifadesindekl tafsilat, hicabın yalnız Resulullah (sav)'ın zev*celerine farz olduğunu iddia edenlerin iddialarını açıkça reddetmektedir. Çünkü âyetteki «müminlerin kadınlarına» İfadesi, örtünmenin bütün mü*min kadınlara emredildiğine, onların da bu umumi hitaba dahil olduklarına kesfn bir şekilde delalet etmektedir. Bu sarih emir karşısında nasıl olur da müslüman kadınların örtünmesinin farz olmadığı İddia edilebilir?


Dördüncü incelik: «Bu onlann tanınıp e2a edilmemelerine daha uy*gundur.» âyetinde hicabın farziyetinin hikmeti beyan edilmektedir. Şer'î hükümlerin hepsinde meşru hikmetler vardır. İşte kadınların örtünmelerln-deki hikmet de hem onların namuslarının, hem de cemiyetin korunmasıdır.


Müfessirlerin cumhuruna göre, âyetteki «tanınıp» 'kelimesinden mak*sat, hür kadın olduklarının anlaşılması, köle ve cariyelerden temyiz edil*meleridir.


Ebu Havyan, bu hususta cumhurun göri'jünden başka bir görüşü ter*cih etmiştir. Ona göre âyetteki örtünme emri ister hür, ister cariye olsun bütün müslüman kadınlaradır. «Bu, onların tanınıp eza edilmemelerine da*ha uygundur.» âyetini de, «Namus ve iffetle tanınsınlar kî, fasit kimseler onlardan birşey beklemesinler.» şeklinde tefsir etmektedir. Ebu Hoyyan'ın görüşünü Bohr-I Muhid'deki ifadeleriyle aynen aktarıyoruz:


«Ayetteki «müminlerin kadınları» ifadesinin zahiri, hür kadınları da cariyeleri de içine almaktadır. Cariyeler için fitne tehlikesi daha çoktur. Çünkü onlar hür kadınlara nisbetle dışarıda daha çok bulunurlar. Cariyeler «müminlerin kadınları» ifadesinin kapsamından çıkarabilmek için cok açık bir delil lazımdır. Böyle bir delil olmadığına göre onların da örtünmeleri lazımdır. «Bu, onlann tanınıp eza edilmemelerine daha uygundur.» âyetin*den maksat, «Onlar Örtüleri sebebiyle iffetli olarak tanınırlar. Bu sebeble hiçkimse onlara dokunamaz.» demektir. Çünkü htçklmse mütesettir bir kadına bakamaz, kendisinde böyle bir cesaret bulamaz. Ama kadın açık olursa, ona herkes bakar, çıtlatma yoluyla da olsa arzularını duyurmaya çalışır. Çünkü o, açıklığı ile kendisini teşhir etmektedir.* [58]


Bu görüşü Ebu Hayyan"ın çok keskin ve isabetli bir görüşe sahip ol*duğunu göstermektedir. Biz de Ebu Hayyan'ın görüşünü tercih ediyoruz. Zira tesettürden maksat budur. Ayrım yapılmadan hür ve cariye mümin kadınların kapanmasıdır.




Âyetteki Şer’i Hükümler


Birinci Hüküm: Örtünmek Bütün Kadınlara Farz Mıdır?



Âyeti kerimenin zahiri, hicabın mükellef olan müslüman, hür ve baliğ bütün kadınlara farz olduğuna delalet eder. Çünkü Allahu taala, «Ey pey*gamber, zevcelerine, kızlarına ve müminlerin kadınlarına dış elbiselerin*den üstlerine giymelerini söyle.» buyurmuştur, öyleyse kafir kadınlara hicab farz değildir. Çünkü onlar Islâmın fer'i hükümleriyle mükellef değil*dirler. Üstelik bize onları kendi başlarına bırakmamız emredilmiştir. Hicab (örtünme) bir İbadettir. Çünkü bunda Allah (cc)'ın emrine İmtisal vardır.


örtünmek müslüman bir kadına namaz ve oruç gibi farzdır. Bu yüzden müslüman bir kadın örtüyü inkaren terk ederse mürted olur, İslâmdan çıkar. Fakat inkar etmeden sırf bozuk bir cemiyete uyarak terkederse mür*ted değil, asi olur. Bu hareketiyle Kur'anın âyetlerine muhalefet etmiş olur. Zira Allohu taala, «Evvelki cahllryet (devri kadınlarının kınla döküte, süslerini göstere göstere) yürüyüşü gibi yürümeyin.» (Ahzab: 33) buyur*muştur.


Şu var ki, her nekadar Örtünmekle mükellef olmasa da gayri müsllm bir kadının cemiyeti bozacak bir şekilde ortalıkta dolaşmasına İzin verile*mez. Şimdi gördüğümüz gibi öyle İçtimaî edebler vardır ki, onlara uymak herkes için farzdır. Cemiyeti fenalıklardan korumak bakımından bu İçti*maî edeblerde müslümanlar ile gayri müslimler eşittirler. Bu içtimaî edeb*ler İslâmın şer'i siyasetidir ki bunları uygulamak müslüman hakimin vazi*fesidir.


Cariyelere gelince, bu husustaki hükmü alimlerin ağızlarından nak*lettik. Burada tercih olunan allame Ebu Hayyan'ın görüşüdür. Ona göre âyetteki örtünme emri hem müslüman cariyeleri, hem de hür müslüman kadınları İçine alan umumi bir emirdir. Ebu Hayyan'ın bu .görüşü, namus*ların korunmasını hedef alan şeriatin ruhuna en uygun olan görüştür.


Müslümanların vazifesi, daha sonra örtünmede zorluk çekmemeleri için on yaşına giren kız çocuklarını Örtünmeye alıştırmak olmalıdır. Bu örtünme teklif emri değil, fakat terbiye bakımından gereklidir. Namazda da durum böyledir. Nitekim Resululiah (sav), «Çocuklarınız yedi yaşına girdikleri zaman onlara namazı emredin. On yaşına girdiklerinde namaz kılmazlarsa onları dövün.» [59] buyurmuştur.




İkinci Hüküm: Örtünmenin Şekil Nedir?



Aliahu taala mümin kadınlara, iffet ve haysiyetlerinin korunması için yabancı erkekler karşısında uzun bir ö.rtü İle elbiselerinin üzerinden Ör*tünmelerini emretmiştir. Alimler bu tesettürün nasıl olacağı hususunda İhtilaf ederek birkaç görüşe ayrılmışlardı:


1- Taberî İbni Sirin'den şöyle rivayet eder: «Abide es-Selmant (ra)'ye «...dış elbiselerinden üstlerine giymelerini söyle.» âyetinin mana*sını sordum. Büyük bir çarşaf alarak onunla bütün vücudunu örttü. Başını ta kaşlarına kadar kapattı. Yüzünü de tamamen kapattı. Yalnız sol gözü*nü açık bıraktı. Böylece âyeti fiilî olarak tefsir etti.»[60]


2- Taberî ve Ebu Hayyan ibni Abbas (ra)'tan şöyle rivayet etmişler*dir: «Kadın cilbabınt alnının üzerine İndirir ve oradan sıkar. Alttan da bur*nunun üzerine kadar kapatır. Yalnız gözleri dışarda kalmalıdır. Yüzünün kalan kısmı ile göğsünü tamamen 'kapatmalıdır.» [61]


3- Yüzü örtmenin keyfiyeti hakkında Süddî'den şöyle rivayet edil*miştir: «Örtü, kadının sol gözü hariç bütün yüzünü kapatmalıdır.» Ebu Hayyan şöyle der: «Endülüs'teki adet de Süddinln tarif ettiği gibi idi. Ka*dın bütün vücudunu Örter, yalnız tek gözü açıkta kalırdı.» [62]


4- Abdürrezzak ve bir cemaatin rivayetine göre müminlerin annesi Ümmü Seleme (ra) şöyle demiştir: «Bu âyetin nüzulünden sonra ensarî kadınları siyah çarşaflara büründüler. Sanki hepsinin başına birer karga konmuştu.» [63]




Üçüncü Hüküm: Kadına Yüzünü Örtmesi Farz Mıdır?



Nur Suresinin tefsirinde geçtiği gibi, kadının ziynetlerini mahremle*rinden başkasına göstermesi haramdır. Zira Ailahu taala, «Ziynet (mahal)-lerini kendi kocalarından, yahut kendi babalarından, yahut kocalarının ba*balarından, yahut kendi oğullarından, yahut kocalarının oğullarından, ya*hut kendi biraderlerinden, yahut kendi biraderlerinin oğullarından, yahut kızkardeşlerinîn oğullarından, yahut kendi kadınlarından, yahut kendi ef-lerindekl memlukelerden, yahut erkeklerden yana İhtiyacı olmayan (yont erkeklikten kalmış bulunan) hizmetçilerden, yahut henüz kadınların giril yerlerine muttali olmayan çocuklardan başkasına göstermestnler. Gizleye*cekleri ziynetleri bilinsin diye ayaklarım da vurmasınlar.» (Nur: 31) buyur*muştur. Yüz, ziynetin ve güzelliğin aslı, fitnenin kaynağı olduğu için onun da yabancılara karşı örtülmesi zaruridir.


Yüzün avret olmadığını söyleyenler ise[64], bunu iki şarta bağlamış*lardır. Bu şartlardan birisi, yüzün tabii durumunda bulunması (yani mak*yajsız olması), ikincisi, fitneden emin olunmasıdır. Şayet yüzün acıtması fitneye sebeb oluyorsa açılması haramdır. Şüphesiz asrımızda fitneden emin olunamaz. Bunun için müslüman bir kadının şerefini korumak için yüzünü örtmesi farzdır. Bu husustaki şer'i delilleri Nur Suresinin tefsirin*de beyan ettik. Ancak buraya bozt müfessirierin yüzün Örtülmesinin farz olduğu hususundaki görüşlerini ilave edeceğiz.


Müfessirierden bir zümre yüzün örtülmesinin farz olduğuna kaildirler:


1- İbni Cevzî, «...Dış elbiselerinden üstlerine giymelerini söyle.» âyetinin tefsirinde İbni Kuteybe'den naklen şöyle der: «Başlarını ve yüz*lerini Örtünmelerini söyle ki onların hür oldukları bilinsin. Âyetteki «cela-bib» kelimesinden maksat da, normal elbiselerin üzerini kapatacak ve vü-cud hatlarını göstermeyecek bir örtüdür.» [65]


2- Ebussuud Efendi: «Cübabntan maksat, çok geniş ve uzun bir örtüdür. Kadın bununla başını örttüğü gibi yüzünü ve göğsünü de örterek ayaklarına kadar salar. Buna göre âyetin manası, «Kadınlar dışarıya veya yabancı bir erkeğin karşısına çıkacakları zaman bu örtüyle yüzlerini ve bütün vücudlarını Örtsünler.» olur. Süddî de âyetin tefsirinde, «Kadın al*nını ve yüzünü örter. Yalnız birtek gözü açtk ıkalır.» demiştir.» [66]


3- Ebu Hayvan: «...Dış elbiselerinden üstlerine giymelerini söyle.» âyeti tepeden tırnağa kadar bütün vücudun örtülmesini emreder. Veya âyetteki «üstleri» kelimesinden maksat yalnız yüzlerdir. Yani âyet yüz*lerin örtülmesini emretmektedir. Çünkü cohillyet devrinde hür kadınlar zaten yüzleri hariç bütün vücudlarını (saçları dahil) Örtmekteydiler.»


4- Cessas: «...Dış elbiselerinden üstlerine giymelerini söyle.» âye*ti, genç kadınları yabancı erkeklere karşı yüzlerini örtmeleri gerektiğine delalet ediyor. Kadınlar dış örtülerine bürünmelidirler ki kötü niyetli kim*seler onlardan birşey umarak eziyet etmesinler.» [67]


5- Celaleyn: «Celabib», cilbab'ın çoğuludur. Cilbab İse, »kadının bütün vücudunu kapatan örtüdür. İbni Abbas (ra), «Hür olduklarının bilin*mesi ve iffetlerinin korunması için mümin kadınlara bir gözleri hariç bü*tün baş ve yüzlerini örtmeleri emredilmiştir.» demiştir.» [68]


6- Taberî, İbni Sirln'den şöyle nakleder: «Abide es-Seimanî (ra)'-den, «...Dış elbiselerinden üstlerine giymelerini söyle.» âyetinin manasını sordum. Büyük bir çarşaf alarak onunla bütün vücudunu Örttü. Başını ta kaşlarına kadar kapattı. Yüzünü de tamamen kapattı. Yalnız sol gözünü açık bıraktı. Böylece âyeti fiili olarak tefsir etti. Bunun benzeri İbni Ab-bas (ra)'tan da nakledilmiştir» [69]


Bu ve bunların emsali nakiller İle meşhur müfessirlerfn kavilleri, kadın*ların yabancı erkekler karşısında ve dışarıda yüzlerini örtmelerinin farz olduğuna açıkça delalet etmektedir. Ancok birkaç istisnaî durumda yüz açılabilir. Bunlardan birisi, sünnet vechl ile evlenm&k isteyen bir erkek taüb olduğu kadının yüzüne bakabilir. Bir de kadın, hac ihramına girdiği zaman yüzünü örtmez. Çünkü bu İbadet zamanıdır ve fitne sözkonusu olamaz. Kadının hacda yüzünü açması başka hallerle kıyas edilemez. Gü*nümüzde bazı cahiller, «Madem ki kadın ihramlı iken yüzünü kapatmıyor, öyleyse diğer zamanlarda da yüzünü açabilir. Çünkü yüz avret değildir.» diyorlar. Bu İddia İslâm fıkhını bilmeyenlerin sözüdür. Selef-İ salihlnln hayatım, sahabl ve tabiinin kadınlarının yaşayışlarını ve İslâmın altın dev*rindeki kadınların örtünmelerini, korunmalarını inceleyen, araştıran herkes, yüzün avret olmadığını .açılmasının mubah olduğunu söyleyenlerin hata ettiklerini kesin olarak anlar.


Bu İddiacılar, yüzün avret olmadığını söyleyerek müslümon kadına yüzünü açmasını tavsiye ederler. Kendi zanlanna göre böylece ilmi kstmetmenln günahından da kurtulmuş olmaktadırlar. Halbuki yüzün avret olmadığını İlk defa ortaya atanlar din düşmanları olmuştur. Bu din düş*manları tedrici olarak müslüman kadınları şer'î hicabından çrkararak İs-lâmın içine fitne salmaya ve dini yıkmaya çalışmışlardır. «İnna lllloh v» Inna lleyhl ractun.»




Dördüncü Hüküm: Şer’i Örtünmenin Şartları?



Şer'î örtünmenin zaruri şartları vardır. Bunları şöyle sıralayabiliriz:


1- Örtü, bütün vücudu örtmelidir. Zira Allahu taala, t...Dış elbise*lerinden üstlerine giymelerini söyle.» buyurmuştur. Cllbab, bütün vücudu örten bir elbise, bir Örtüdür. «YÜdnlne», klna kökünden gelen bir fiildir. İdna elbiseyi, örtüyü aşağıya doğru salıvermektir. Buna göre şer'î Örtün*me, vücudun tamamını örtmektir.


2- Örtü, alttaki elbiseyi gösterecek kadar İnce olmamalıdır. Zira hlcobtan maksat gizlemektir, ince örtü. alttaki elbisenin görünmesini ön*leyemez. Bakışlara da mani olamaz. Nitekim Hz. Ayşe, «Ebubekir Sıddık'ın kızı Esma üzerinde İnce bir elbise İle Resulullah (sav)'ın yanına gelince Resulutlah (sav} ondan yüzünü çevirdi.» [70]


3- Örtünün kendisi bir ziynet olmamalı ve cazlb renkli kumaşlar kullanılmamalıdır. Zira Allahu taala, «Ziynetlerini açmasınlar. Bunlardan görünen kısım müstesna.» buyurmuştur. Ayetteki «görünen kıtıımdan maksat, kasıtsız olarak görünen kısımdır. Eğer üstten örtülecek örtünün kendisi ziynet sayılabilecek renk ve görünüşte olursa ona hicab denile*mez. Böyle bir örtüyle Örtünme de caiz değildir. Zira Örtünmekten maksat, ziynetlerin yabancılar tarafından görülmesini önlemektir.


4- Örtü, vücud hatlarını belli edecek ve fitneye sebeb olocak kadar dar olmamalıdır. Zira Resululloh (sav), «İki sınıf insan vardır ki oniar ce*hennem ehlidirler. Sığırların kuyruğuna benzer sopalarla halkı döğenler ve vücud hatlarını tamamiyle belil edecek elbise giyen kadınlar. Ki bun*lar bu elbiselerle erkeklerin kalblerlni çelmek İçin gezerken kırıtarak yü*rürler. Saçlarını da deve hörgüçlerine benzetirler. Onlar cennete gireme*yecekleri gibi çok uzaklardan duyulabllen cennet kokusunu bile duyamaz*lar.» buyurmuştur. Hadisin diğer bir rivayetinde de, «Cennetin kokusu beş-yüz yıllık yoldan geldiği halde onlar kokloyamazlar. [71] buyurulmuştur.


Hadisteki «koslyatün ariyamın manası, «sureta giyinik fakat haktkatta çıplaktırlar» demektir. Çünkü onlar öyle ince ve dar giyiniyorlar ki, elbise ne avretlerini, ne de vücudlarını örtmektedir. Bu hadis de Resultullah (sav)'ın mucizelerinden birisidir. Çünkü kendisinden blndörtyüz sene son*ra geleceği tasvir etmiştir.


5- Örtüden güzel koku gelmemelidir. Çünkü güzel koku, erkekleri İğ*fal eder. Zira Resulullah (sav), «Harama bakan göz zanidlr. Güzel koku sürünerek erkeklerin arasına çıkan kadın da.» buyurmuştur. Diğer bir riva*yette de, «Bir kadın güzel .koku sürünerek erkeklerin arasından geçer ve erkekler o kokuyu alırlarsa o kadın zanidir.» buyurulmuştur.


Musa bin Yesar'dcn şöyle rivayet edilmiştir: «Güzel koku sürünmüş bir kadın geçiyordu. Ebu Hüreyre (ra) ona, «Ey cebbarın annesi nereye g'dlyorsun?» dedi. Kadın, «Mescide» cevabını verdi. Ebu Hüreyre (ra), «Sen koku süründün mü?» diye sordu. Kadın, «Evet» dedi. O zaman Ebu Hü*reyre (ra), «Evine dön. Koku gidinceye kadar yıkan. Zira ben Resulullah (sav)'tan, «Alkıhu taala süründüğü kokuyu etrafa saçan bir kadının nama*zını, dönüp yıkanıncaya kadar kabul etmez.» dediğini işittim.» dedi.» [72]


6- Kadın ne erkek elbisesi giymeli, ne de giydiği elbise erkek el*bisesine benzemelidir. Zira Ebu Hüreyre (ra), «Resulullah kadın elbisesi giyen erkekte erkek elbisesi giyen kadını lanetlemiştir.» demiştir. [73] Di*ğer bir hadiste de Resulullah (sav), «Allahu taala kendilerini kadınlara benzeten erkeklerle erkeklere benzeten kadınları lanetler.» buyurmuştur.


Ayetten alınacak dersler


1- Örtünmek bütün mümin kadınlara kesin bir (arzdır.


2- Resulullah (sav)'m zevce ve kızları bütün mümin kadınlara Ör*nek ve önderdir.


3- Örtünün vücudun ziynetlerini ve elbisesini kapatması farzdır.


4- Örtünme müslüman kadına zorluk değil bilakis onun şeref ve haysiyetini korumaktır.


5- Hicab kadınların iffetini koruduğu gibi toplumu da fitne ve fuh*şun yapılmasından korur.


6- Müslüman kadın Allah (cc)'ın emirlerine sımsFkı sarıldığı gibi, Islâmın farz ettiği içtimaî edeblerle de edeblenmelidlr.


7- Aftahu taala kullarını çok esirgediği için onlara dünya ve ahiret-te ook hayırlı olan hükümleri emretmiştir.




Ayetteki Teşriî Hikmetler



Bazı cahiller, İslâmın müslüman kadına örtünmeyi farz kılmadığını, örtünmenin Abbasiler devrinde ortaya çıkan adetlerden biri olduğunu zannetmektedirler. Bu zannın doğrulukla hiçbir İlgisi yoktur. Bu zan ve iddiaları yalnızca şu İki şeye delalet eder. Onlar ya İslâm ve Allah (cc)'ın herşeyi acıkca bildiren Kitabından habersiz ve cahildirler veya bu zanları kalblerindekl gizli İslâm düşmanlığından doğmaktadır.


Ben hakla batılın birbirinden ayrılması İçin perdeyi açmak İstiyorum. Herşey ortaya çıksın ki temiz ile pis birbirine karışmasın. Müslümanların gözü sabah uykusundan açılır gibi acıtsın ve hakikati görsünler. Kendile*rini medeniyetin ve İlericiliğin öncüleri sayan bu sapıklar bugün alabil*diğine çoğalmıştır. Ne yazık ki bunların bu zanları kabul görerek ahlakı tahmin edilemeyecek kadar etkilemiş ve bozmuştur. Bunlar ıslah adına bozuyor, yapmak adına da yıkıyorlar. Bunlar kendilerini rslohcı olarak em*poze ederek, İlim ve kültür adına konuşarak halkı iğfal ediyorlar.


Ben şimdi kadınların örtünmesi hususundaki âyetleri aşağıya alıyo*rum :


1- «(Vekar İle) evlerinizde oturun. Evvelki cahillyet (devri kadınla*rının kınla doküle, süslerini göstere göstere) yürüyüşü gibi yürümeyin.» {Ahzab: 33).


2- «Birde onun zevcelerinden lüzumlu birşey istediğiniz vakit par* de ordindon İsteyin onlardan. Bu, hem sizin kalblerlnlz, hem d* onların kalblerl İçin daha temizdir.» (Ahzab: 53).


3- «Ey peygamber, zevcelerine, kızlarına ve müminlerin kadınlarına dış elbiselerinden üstlerine giymelerini söyle. Bu, onların tantnrp «a edH-memelerine daha uygundur. Allah çok yarlığavıcıdır, çok esirgeyicidir.»


{Ahzab: 59).


4- «Mümin kadınlara da söyle: Gözlerini (harama bakmaktan) ta*kınsınlar, ırzlarını korusunlar. Ziynetlerini açmasınlar. Bunlardan görünen kısmı müstesna Başörtülerini yakalarının üstünü (kapayacak surette) koy*sunlar. Ziynet (mahal)lerinl kendi kocalarından, yahut kendi babalarından, yahut kocalarının babalarından, yahut kendi oğullarından, yahut kocaları*nın oğullarından, yahut kendi biraderlerinden, yahut kendi biraderlerinin oğullarından, yahut kızkardeşlerinln oğullarından, yahut kendi kadınların*dan, yahut kendt ellerindeki memlukeferden, yahut erkeklerden yana İhti*yacı olmayan (yani erkeklikten kalmış bulunan) hizmetçilerden, yahut he*nüz kadınların gizil yerlerine muttali olmayan çocuklardan başkasına, göstermesinler. Gizleyecekleri ziynetleri bilinsin diye ayaklarını da vurmasın*lar. Hepiniz Allaha tövbe edin ey müminler. Takt korktuğunuzdan emin, umduğunuza nail olasınız.» (Nur: 31)


Bu âyetler kesin biçimde müslüman kadınların örtünmesinin farz oldu*ğunu ve tesettürün Abbasiler devrinde ortaya çıktığı iddiasının asılsızlığını ortaya koymaktadır. Zira yalanın ipi çok kısadır. Bu âyetlerin ışığında an*lıyoruz ki kadınların örtünmesinden maksat, bütün şüpheli yolları kesmek, erkek ve kadınların kalblerinde dolaşan vesveseyi bertaraf etmektir. Al-lahu. taala bu hususta, «Bu hem sizin kalblerlnlz, hem onların katbteri İçin daha temizdir.» buyurmuştur.


İslâmın birinci hedefi kadının şerefini, iffetini korumaktır. Şunu unut*mamak gerekir ki, imanları zayıf, kalblerl hasta olan kimseler kadınlar hak*kında kötü düşünürler. Bunlar kadınların haysiyet ve şereflerini ortadan kaldırdıktan sonra gizil emellerine ulaşmayı tasarlarlar.


Hiç şüphe götürmeyecek şekilde açıktır ki, kadınlar tesettürden uzak*laştıkça evlenmeler azalmış, genç çiftler arasında geçimsizlik ve boşan*malar çoğalmıştır. Birçok genç erkek ve kadın evlenmekten imtina et*mektedir. Çünkü beşeri arzularını hiç yorulmadan, çalışmadan, fazla bir para harcamadan istedikleri an tatmin yollarını buluyorlar. Şüphesiz bun*ların artık evlenmeye ihtiyaçları kalmıyor. Bu 6a toplumları çöküş tehlikesi İle karşı karşıya bırakmaktadır. Ziro açıktır ki ailelerin yıkılması, çiftlerin birbirine hıyaneti, kadınların süslenip püslenerek sokaklarda açık saçık gezmelerinden kaynaklanmaktadır,


Seyyid Sabık, Ftkhü's-Sünne isimli kitabında şöyle der: «İnsanı hay*vandan ayıran en önemli şey İnsanların glyinmesidir. Çünkü Atlahu taala, «Ey Ademoğulları, size (şeytanın açmak İstediği) çirkin yerlerinizi örtecek bir libas, bir de giyip süsleneceğiniz bir libas İndirdik. Takva libası ise, o, daha hayırlıdır. Bu (libasların indirilmesi) Al ta hin (fazi ve rahmetine dela*let eden) âyetlerindendir. Taki (insanlar) iyice düşünsünler.» (Araf: 26) buyurmuştur. Elbise ve ziynetler medeniyetin sembolleridir. Açık saçikM ise insanları ibtidat hayata döndürerek insanlıktan çıkarır. Zira kadının malik olduğu en değerli şey iffet, haya ve takvadır. Bunları korumak İse kadının insan oluşunun en yüksek işaretidir. İsiâm toplumunda bir kadının serbestçe açılıp saçılması doğru değildir. Zira kadının böyle dolaşması, biryerde erkeklerin zevk ve eğlence vasıtası haline gelmelerine sebeb otu-yor. Artık kadınlık hüviyetini kaybediyor.» [74]

Prof. Dr. Sinsi 08-04-2012 03:34 AM

Tefsir Dersleri...
 

Kadın Hürriyetine Dair



Amerikalı kadın yazar Elisyan Stanbori, Mısır'da bir ay kaldıktan son*ra Kahlre'de yayınlanan E!-Cumhuriye gazetesinde şunları yazmıştır:


«Arap toplumu kamil ve salim bir toplumdur. Bu toplumun gençlerini makul ölçüler içerisinde geleneklerine bağlı tutması lazımdır. Çünkü bu toplum Avrupa ve Amerika toplumuna benzememektedir. Zira rrtüslüman-larda atalardan devralınan birtakım gelenekler kadının hayatını sınırla*makta, anne babaya karşı saygı icabettlrmektedir. Bundan daha önemlisi dö Avrupa ve Amerika'da aile ve toplum hayatını tehdit eden kadın-erkek İlişkilerini yasaklamaktadır.


«Arap toplumunun bilhassa gene kızlar için vazettiği kayıt ve nizam*lar son derece faydalıdır. Bunun İçin ben size ahlak ve geleneklerinize sımsıkı sarılmanızı öğütlerim. Kadınlarla erkeklerin karışmalarına mani o-lun. Bilhassa genç kızlarınızı tarihten devraldığınız terbiye kuralları İte yetiştirin. Bu, Avrupa ve Amerika'da olduğu gibi kadınların heryere ser*bestçe girip çıkmasından daha hayırlıdır. Hem sizin için, hem İnsanlık için daha hayırlıdır.


«Amerika'nın son derece büyük bir toplum olması, birbirine yabancı kadın ve erkeklerin hiçbir evlilik bağt olmadan münasebet kurmalarına sebeb olmuştur. Bu başıboşluk, bir yandan hapishanelerin ve akıl hasta*nelerinin dolmasına, bir yandan da yirmi yaşın altındaki kızların barlarda, pavyonlarda, randevu evlerinde erkeklere satılmalarına yol açmıştır, işte bu bizim gençlere verdiğimiz hürriyetten doğmaktadır. Avrupa ve Amerika toplumlarında kadınlarla erkeklerin iç içe yaşaması, kadınlara verilen aşırı hürriyet aile düzenini tehdit ettiği gibi ahlak ve fazileti de sarsmaktadır. Çünkü daha yirmisine basmamış bir genç kız hürriyet, medeniyet ve her-şeyin serbestliği adına içki içiyor, uyuşturucu maddeler kullanıyor, hatta annesinin bilgisi altında istediği erkekle flört ediyor. Öyle ki, birkaç daki*kada evleniyor, birkaç saat sonra da ayrılıyor.» [75]


İşte Amerikalı bir kadın yazarın görüşü bu. Bu yazı açıkça gösteri*yor ki, islâmın düşmanları dahi tarafsız bir gözle baktıkları zaman Islâ-mın üstünlüğünü görüyor ve kabul ediyorlar.






--------------------------------------------------------------------------------


[1] Vahidi, Esbab-ı Nüzul. Süyûti. age. C. S, S. 180. Ibni Cevzi, age. C. 6, S. 349. 242


[2] Süyûti, age, C. 5, S. 180. İbni Cevzi. age. C. 0. S. 3-19.


[3] Süyütİ. age, C. 5, S. 180. İbni Cevzi, age.


[4] Buhari.


[5] Fahreddin Razi. age. C. 6, S. 768.


[6] Zemahşerî, age. C. 3.


[7] Fahreddin Razi, ago, C. 8. S.'771.


[8] Burada açıklanan evlad edinme cahili manadaki evlad edinmedir tslamdrt gerek akrabalardan ve gerekse herhangi bir çocuğun evlad edinilmesi mu*bahtır. Ancak çocuğa kendilerinin öz baba ve annesi oldukları söylenerek kendilerine nisbet etmeleri caiz değildir. Aralarında ncsoljtcn veya sütten gelen bir mahremiyet yoksa erkek evladlık anneye, kız cvladlık da babaya bir yabancı gibi haramdır. (Çev.)


[9] Buharı ve Müslim- Alusi, age. C 21. S. 149.


[10] Buharı ve Müslim.


[11] Alusi, age, C. 21, S. 149.


[12] ibni Kesir, ago, C. 3.


[13] Cessas, age, C. 3, S. 354. 248


[14] Ebu Hayyan, age. C. 7. S. 212


[15] Ali Nasıf. Camiu'I-Usul.


[16] Buhari, Müslim ve Nesaİ.


[17] Alusl. age, C. 21, S. 151.


[18] Buhari


[19] Kurtubl, age, C. J4, S. 122


[20] Ibnü'l-Arabi. age, C. 3.


[21] Kurtubi, age, C. 14. S. 123.


[22] îbnii'1-Arabf, age. C. 3. Kurtubi. age. C. 14, S. 167.


[23] Kurtubi. age. C. 14. S. 202.


[24] Tirmizi, Amr bin Şuayb'tan.


[25] Müslim. Cemül-Fevaid. C.,2. S. 253.


[26] İbni Ebi Şcybe. RezinVlen rivayet etmiştir. Ibni Cevzİ. age, C 6. S. 407. 274


[27] Cessas, age, C. 3. S. 366.


[28] İbni Cevzi. age, C. 4, S. 404. Ebu Hayyan. age. C. 7. S. 241.


[29] Ebu Hayyan, age, C. 7, S. 241/


[30] İbnü'l Arabi, age, Taberi, age. C. 22. S. 23.


[31] İbni Kesir, age. C. 3.


[32] Cessas, age, C-3, S. 368.


[33] İbni Kesir, age, C. 3.


[34] Tirmizi. Cemü'l-Fevaid, C. 3. 286


[35] Kurtubi, age. C. 14. S. 181.


[36] Kurtubi. age, C. 14, S. 161.


[37] İbnül-Arebi, bge, C. 3.


[38] Buhari ve Müslim.


[39] Buhari ve Müslim.


[40] Fahreddin-Razî. age, C. 6, S. 794. '-r>


[41] Ebussuud Efendi. Tefsir, C. 6. S. 798. IF. Razi tefsiri kenarında)


[42] Ebu Hayyan. Bahr-ı Muhid, C. 7, S. 246: İbni Cevzi. Zadü'l-Mesir. C. 6, S. 413.


[43] Ibni Kesir, age, C. 3.


[44] Fahreddin Razi. Tefsir. C. 6, S. 796


[45] Neaâi. Ahmed bin Hunbel. lbni Ebi Şeybe.


[46] Tirmizi.


[47] Tirmiii. Nesâl. Ibni Hibban.


[48] Kadı îyaz. Şifa.


[49] İbni Cevzi, tıgu. C ıi. S. :if>u.


[50] Fahruddin Razi. age. C. (i. S. 7U7.


[51] Ebussuud, Tefsir, C. (i. S. 790 (Hazİ tefsirinin kenarında).


[52] Ebu Hayyan. age. C. 7. S. A7


[53] Timizi.


[54] Ahmed bin Hanbel ve Hakim.


[55] İbni Kesir. Tefsir, C. 3. İbni Cevzi. Abdurrahraan Cezerl.


[56] Tirmizi. Ebu Davud.


[57] Ebussuud. Tefsir. C. 6. S. 800 (Razi tefsirinin kenarında).


[58] Ebu Hayyan. age, C. 7. S. 250. 326


[59] Sünen kitapları.


[60] Taberi, Hazin, el-Cemel, Celaleyn Haşiyesi.


[61] Ebu Hayyan, age. C. 7, S. 250.


[62] Ebu Hayyan, age, C. 7, S. 250.


[63] Cessas.age. C. 3. S. 372.


[64] Bu husustaki tafsilat 46- Derstedir.


[65] İbni Cevzi, age. C. 6. S. 422.


[66] Ebussuud. C. 6. S. BOl (RazI kenarında).


[67] Cessas, age. C. 3, S. 372.


[68] Celaleyn. C. 2.


[69] Taberi. Tefsir. C. 22.


[70] Ebu Davud.


[71] Müslim.


[72] Tergib ve Terhib. C. 3. S. 65.


[73] Ebu Davud, Nesai. Tahricüs-Sünen, C. 6. S. 57.


[74] Seyyid Sabık. Fıkhü's-Sünne. C. 2, S. 209.....


[75] El-Cumhuriye. 8 Ocak 1962. 334

Prof. Dr. Sinsi 08-04-2012 03:34 AM

Tefsir Dersleri...
 

58. DERS HEYKEL, RESİM VE FOTOĞRAFLA İLGİLİ HÜKÜMLER.. 2


Ayetlerin Lafzı Tahlili 2


Ayetlerin İcmali Manaları: 2


Bu Ayetferin, Önceki Ayetlerle Münasebeti 2


Ayetlerin Tefsirindeki İncelikler 3


Ayetlerdeki Şer'ı Hükümler 4


Birinci Hüküm: Süleyman Aleyhlssetamın Şeriatında Heykel Yapmak Mubah Mıydt?. 4


İkinci Hüküm: İslâm Şeriatında Heykel Ve Suretlerin Hükmü Nedir?. 4


Resim Ve Heykelin Haramlık İlleti 5


Suretlerin Çeşitleri 6


Resim Ve Heykellerden Hangileri Haramdır?. 6


Mubah Olan Resim Ve Heykeller 7


Alimlerin Resim Hakkındaki Görüşleri 7


Fotoğrafın Hükmü Nedir?. 8


Suretlerin Haramlığı Hakkında Varid Olan Şüpheler 8


Âyetlerden Alınacak Dersler 10


Âyetlerdeki Teşri'î Hikmetler 10



58. DERS HEYKEL, RESİM VE FOTOĞRAFLA İLGİLİ HÜKÜMLER



10 — Andolsım ki biz Davuda bizden bir İmtiyaz verdik. «Ey dağlar, onunla birlikte teşbih edin» (dedik), kuşlara da (bunu emrettik). Ona de*miri de (mum gibi) yumuşattık.


11 — «(Bütün bedeni örtecek) uzun zırhlar yap, (onları) dokumada İntizamı gözet» diye (buyurduk). «(Ey Davud hanedanı) îyi amel (ve hare-ketferjde bulunun. Çünkü hakikat ben, ne yaparsanız tastamam görenim.»


12 — Süleymana da rüzgarı (musohhor kıldık) ki sabahı bir ay(lık yol), akşamı bir oy(lık yol)du. Erimiş bakır madenini ona sel gibi akıttık, ö-nünde, Robbinln izniyle iş gören bazı cinler de vardı. İçlerinden kim bizim emrimizden ayrılıp saparsa ona çılgın azobtan tattınrdık.


13 — O kol'alardan, heykellerden, büyük havuzlar gibi çanaklardan, sabit sabit kazanlardan ne dilerse kendisine yaparlardı. Ey Davud hane*danı, siz (Allaha) şükür İçin çalışın. Kullarımdan (hakkıyla) şükreden ar*dır.


14 — Sonra biz ona ölüm hükmünü infaz edince (dayandığı) asasını yemekte olan ağaç kurdundan başka blrşey bunun ölümünü onlara gös*termedi. Bu suretle yere kapanıp yıkıldığı zaman besbelli oldu ki eğer cinler gaybı bilmiş olsalardı öyle horlayıcı bir ozab İçinde kalıp durmazlar*dı.




Ayetlerin Lafzı Tahlili



(Fadlen): PadI, büyük bir İmtiyaz demektir. Bundan maksat peygamberlik ve Zebur'dur.


(Evvibîmeahü): Onunla teşbih ©din.


(Sabigâtin): Sabig, çok geniş, herhangi birşeyl Örtükten sonra artan anlamına gelfr. Buradaki anlamı geniş zırhtır.


(Ve kaddir flsserdi): Serd, zırhı dokumak, kaddlr, takdir etmek.


(Ayn el kıtr): Kıtr'dan maksat bakırdır. Yani bakın su gibi eritmek demektir.


(Yezig): Dönmek demektir.


(Mehâribe): Büyük köşkler, yüksek kaleler.


(Ve temasîle): Temasil, timsal'in çoğuludur. Timsal, suret, yani bir canlının taş. bakır, alçı vb.den aynısının yapılması. Heykel, kabartma.


(Ve cffanin): Clfan, cifn'in çoğuludur. Büyük çanaklar demektir.


(Kelcevabl): Cevob, cabiye'nin çoğuludur. Cabiye, büyük havuz demektir.


(Râslyât): Sabit şeyler.


(Dâbbetül ard): Ağaç kurdu.


(Minsatehu): Burada asa demektir. (Harre): Yere yüzüstü düşmek.




Ayetlerin İcmali Manaları:



Allahu taala kulu ve elçisi olan Davud aleyhisseiama vermiş olduğu büyük imtiyaz ve mevkiiden haber vermektedir. Allahu toalo ona peygam*berlikle birlikte hükümdarlık, sayı ve teçhizat bakımından büyük ordular vermiştir. Ona öyle kuvvetli bir ses vermişti ki, o teşbih ettiği zoman büyük dağlar da onunla birlikte teşbih ederlerdi. Zebur'u okuduğu zaman da uçan kuşlar durur, onunla teşbih ederlerdi. Allahu toafa ona demiri öyle yumuşatmış 11 ki, onu sanki bir hamurmuş gibi istediği şekle sokar ve bü*yük zırhlar örerdi. Savaşlarda kendilerini bu zırhlarla korurlardı. Nitekim Allahu taala, «Bte ono sizin İçin, sizin muharebenizin şiddetinden korunmak için giyecek (zırh) sanatını öğrettik. Şimdi siz (bundan dolayı) şükredenler misiniz?» (Enbiya: 80) buyurmuştur.


Allahu taala, Davud aleyhisseiama nasıl eşsiz nimetler vermişse o-nun oğlu Süleyman aleyhisseiama da rüzgarı ve cinleri musahhar kıldı, kuşların dilini öğretti, ona bakın öyle sıvılaştırdı -ki, bokır Allah (cc)'ın kudretiyle sel gibi akıyordu. Rüzgar vasıtasıyla gfdiş dönüşü iki ay süren şehirlere bir günde gidip geliyordu. Ona cinleri öyle ram etmişti ki, onun emir ve iradesiyle insanların yapamayacağı yüksek saraylar, acalb hey*keller ve havuz büyüklüğünde sabit çanaklar yapıyorlardı. Allahu taala bu nimetler karşısında ona kendisine şükretmesini emretmiştir.


Allahu taala Süleyman aleyhisselamın Ölüm keyfiyetinden haber ve*rerek cinlerin gaibten haberdar olmadıklarını bildirmektedir. Çünkü cinler kör edilerek onun ölümünü görmeleri engellendi. Cinler de çalıştıkları çe*tin İşe devam ettiler. Süleyman aleyhlsseiam, asasına dayalı olarak bir sene ayakta kaldt. Bir ağaç kurdu dayandığı asayı içten kemirerek oyduğu, asa kırılıp yere düştüğü zaman cinler onun öldüğünü anladılar. Şayet cin*ler gaybı buseydiler Süleyman aleyhfâselamın koşmuş olduğu çetin İşler*de bir sene çalışmazlardı.




Bu Ayetferin, Önceki Ayetlerle Münasebeti



Davud aleyhisselam ile oğlu Süleyman aleyhisselamın kıssaları İle ön*ceki âyetler arasındaki bağlantı şudur: Kafirler ölümden sonra dirilmeyi, hesap vermeyi muhal görüyorlardı. Allahu taala İnkârı mümkün olmayan, adet dışı harikaların vukuunu haber vererek bunun mümkün olduğunu gös*termektedir. Bu harikalar, dağların ve kuşların Davud aleyhisselam He be*raber teşbih etmesi, çok sert bir maden olan demirin hamur gibi yumuşa*tılması, Süleyman aleyhisselama rüzgarın ram edilerek bir binek haline getirilmesi, bakırın su gibi akıtılması, beşerin gücünü aşan şeylerin cin*lere yaptırılmasıdır. Sayılan şeylerin hepsi Allah (cc)'ın kudretinin eser*leridir. O zaman hiç şüphe yoktur ıkf, Aİlah (cc) herşeye kadirdir. Hiçbir beşerin yapamayacağı bu harikaların adıgeçen peygamberler Vasıtasıy*la gözler Önüne serilmesi, Allah (cc)'ın kudretinin sonsuzluğunu göster*mektedir. Bu sonsuz kudretin sahibi el betteki ölümden sonra insanları di*riltmeye, hesaba çekmeye de kadirdir.




Ayetlerin Tefsirindeki İncelikler



Birinci incelik: Allahu taala, peygamberi Davud aleyh Issela ma diğer peygamberlerine vermediği bazı hususiyetler vermiştir. Mesela; dağlan ve kuşları ona musahhar kılarak onunla beraber teşbih ettirmiştir Demiri hamur gibi yumuşatmış, ona nübüvvet ve hükümdarlığı îjjrttkte vermiştir. Ondan sonra da oğlu olan Süleyman aleyhisselama ylrie peygamberlik ve hükümdarlık vermiştir. İşte bunlar Allahu taalanın al-i Davud'a verdiği im*tiyazlardır*.


İbni Abbas (ra)'tan şöyle nakledilir: «Davud aleyhisselam teşbih edin*ce kuşlar da onunla birlikte teşbih ediyorlardı. O Zebur'u okuyunca da bütün canlılar onun okuyuşunu dinliyordu. O ağlayınca da bütün canlılar onunla birlikte ağlıyorlardı.»


Vehb bin Münebbih de şöyle den «Davud aleyhisselam, dağlara, «teş*bih edin», kuşlara da «bana icabet edin» derdi. Sonra da o güzel ve kuv*vetli sesiyle Zebur'u okumaya başlardı. Halk, bundan daha güzel bir man*zara görmemiş ve işitmemlşti.i


İkinci incelik: Âyetteki «fadlen» kelimesinin neklre olarak zikredil*mesi, onun diğer peygamberler arasında sayılan hususiyetlerle İmtiyazlı kılındığını göstermektedir. Âyetteki «minna» (bizden) ifadesi de bu imti*yazların peygamberi Davud aleyhisselamı şereflendirmek için bizzat Allah (cc) tarafından verildiğini göstermektedir. Nitekim Allahu taala, ismi sa*rih olarak zikredilmeyen salîh bir kulu hakkında da «Derken kullarımızdan (öyle) Ur kut buldular ki biz ona tarafımızdan bir rahmet vermiş, kendfsi-n« nezdlmizdert (has) bir İlim öğretmiştik.» (Kehf: 65) buyurmuştur.


Üçüncü İncelik: Kur'an-ı kerimde Süleyman aleyhisselamın ismi on-altı yerde zikredilmiştir. Bu kadar çok zikredilmesi onun 'kıssasını tamam*lamak için değil, Allah (cc)'ın ona vermiş olduğu nimetleri saymak İçin*dir. Bu nimetler içinde zeka ve hüküm verme hususundaki basiret de var*dır. Bunu Allahu taala, «Dovud ve Süleymanı do (hatırla). Hani onlar ekin (yahut bağ meselesi) hakkında hüküm veriyorlardı. Hani kavmin davan fgecsleytn çobansiz olarak ekinin yahut bağın) İçinde yayılmış (zarar yap-mis)tı. Onlann (verdikleri) hükmün biz şahidlerl İdik. Bb onu(n fetvatınt) hemen Süleymana anlatmıştık. (Zaten) biz, her birine hüküm [1] ire İlim vermiştik.» (Enbiya: 78-79) âyetlerinde İfade buyurmaktadır. Bu nimetler*den biri de, Allahu taalanın Süleyman aleyhisselama kuş dilini öğretme-sidir. Bu husus da «Süleyman Davud'a mirasçı oldu. Dedi kh «Ey insanlar, bize kuşların dil) öğretildi. Size herseyden (bshre) verildi. Şüphftsiî ki bu, apaçık bir üstünlüğün ta kendisidir.» (Nemi: 16) âyetinde beyan buyurulmuştur. Süleyman aleyhisselama verilen nimetlerden biri de mevzumuz âyetin mealinde verildiği gibi rüzgarın ona musahhar kılınarak İki aylık yola bir günde askeriyle birlikte gidip gelmesidir. Bir başka nimet de, o-nun zamanında bakırın erimiş su halinde akmastdır.


Demirin Davud aleyhisselama yumuşatılması, bakırın Süleyman aleyhissetama su gibi akıtılması ve bu hadiselerin Kur'an-ı kerimde geçişi en sert madenlerin bile eritebileceğine işaret eder. Süleyman aleyhissefama verilen bir başka nimet de fâhu taalomn cinleri ona musahhar kılarak onlara beşerin yapamayacağı işleri yaptırmasıdır. Bu husus mevzumuz âyetten başka, «Şeytanları (onlardan) her bina ustasını, her dalgıcı, (yine onlardan) bukağılarla bağlanmış olan diğerlerini de (emrine ram ettik).» (Sad: 37-38) âyetlerinde de ifade edilmiştir. Allahu taala ona verdiği nimeti ve mevkiyi ondan sonra kimseye vermemiştir. Bu yü2den Süleyman aley-hisselam «Dedi ki: «Ey Rabblm bent yarlığa. Bana öyle bir mülk (ve sal*tanat) ver ki o, benden başka hiçbir kimseye layık olmasın.» duasında bu*lunmuştur. işte yukarıda sayılanların hepsi, Allahu taalanın al-l Davuda hasseten vermiş olduğu İmtiyazlardır.


Dördüncü İncelik: Allame Ebussuud, «Ey dağlar, onunla birlikte tes-blh edin (dedik), kuşlara do (bunu emrettik).» âyetinin tefsirinde şöyle der: «Allahu taala dağlan ve kuşları akıllı, Allah (cc)'ın emrine muti ve hükmü*nü kabul eden muhatablar yerine koymuştur. Bu, canlı ve cansız bütün varlıkların Atlah (cc)'t zikrettiğini, Allah (cc)'ın emir ve iradelerini aynen yerine getirdiğini göstermektedir.» [2]


Beşinci incelik: «Önünde Rabbİntn İzniyle iş gören bazı cinler d» vardı.» âyetindedir. Cinlerle karışmakta insanlar için zararlar gardır. Zira Altahu taala, «Ve de ki: «Rabblm şeytanların dürtüştürmelerinden (ves*veselerinden) sana sığınırım. Rabbim onların huzurumda bulunmalarından


sona sığınırım.» (Mümİnun: 97-98) buyurmuştur. Bu âyet açıkça gösteri*yor kf, cinlerle birarada bulunmakta insanlar İçin zarar vardır. Öyleyse nasıl olurda bunlar Süleyman aleyhisselama musahhar kılınabillr, denile*bilir. Bu karışma ve musahhar kılınma Allah (cc)'ın emri ve izni iledir. Âyetteki «Rabbinln İzniyle» ifadesi bunu bildirmektedir. Böyle olunca on*lardan bir kötülük gelmez. Ayrıca onlarla biraraya gelmekte Süleyman aleyhisselam için maslahat vardır. Âyetteki «Rab» kelimesi cinlerin Allah (cc) tarafından terbiye edildiğini bildirmektedir. Süleyman aleyhisselam ve kavmi de Allah (cc) tarafından korunmaktadır. Bu yüzden cinlerin Hz. Süleyman'a ve kavmine bir zarar vermesi mümkün değildir.


Altıncı İncelik: «İçlerinden kim bizim emrimizden ayrılıp saparsa ona çılgın azabtan tattinrdik.it âyetinde Süleyman aleyhisselama musahhar kılınan cinlerin müslüman olmadıklarına işaret edilmektedir. Onlar kafir olan cinlerdendir. Zira Süleyman aleyhisselam müminlere ne bir azab ve*rir, ne de azab tattırırdt. Çünkü her resul kendisine uyanlar için son derece şefkatli ve merhametlidir. Bu âyette de işaret edildiği gibi, «öyle norlayıcı bîr azab içinde katıp durmazlardı.» âyeti de bu manaya delalet etmektedir. Müminler peygamberlerin 'kendi zamanlarında horlayıcı bir azab içinde olmazlar. [3]


Yedinci incelik: «Kullarımdan (hakkıyla) şükreden azdır.» âyetinde*dir. Kamil bir şükür kalb, dil ve diğer azalarla yapılır. Bu da mümkün de*ğildir. Çünkü şükre muvaffak olmak yine Allah (cc)'ın bir nimetidir. Bu da '.aşka bir şükrü gerektirir. Bu, böyle sonsuza kadar sürüp gider. Bunun İçindir ki Allah (cc)'a hakkıyla şükreden kimse, Allah (cc)'a hakkıyla şük-redemeyeceğini bilen kimsedir. Allah (cc)'ın nimetlerine karşı layık olan şükrü yerine getirmek mümkün değildir. Buna hiçkimse güc yetlremez. Bu*nunla birlikte nimetlere karşı gücü yettiğince şükredenler de azdır. Bu*na karşılık Allah {cc)'ın nimetlerine karşı küfran-t nimet olanlar sayılama*yacak kadar çoktur.




Ayetlerdeki Şer'ı Hükümler



Birinci Hüküm: Süleyman Aleyhlssetamın Şeriatında Heykel Yapmak Mubah Mıydt?



«O karalardan, heykellerden, büyük havuzlar gibi çanaklardan, soblt sabit kazanlardan ne dilerse kendisine yaparlardı.» âyetinin zahiri, Süley*man aleyhisselamın şeriatında helkelln mubah olduğuna ve heykel yap*manın helal olduğuna delalet eder. Allahu taalanın Kur'anda saydığı Sü*leyman aleyhisselama verilen imtiyazlar —ki cinleri ona musahhar kıl*ması, cinlerin ona karalardan, heykellerden, büyük çanaklardan, sabit ka*zanlardan ne dilerse yapması— heykellerin yapılmasına sarahaten dela*let eder, bunların yapılması hususunda Allahu taalanm İzni olduğunu gös*terir. Bu âyeti kerimenin ihtiva ettiği hükümler hususunda alimlerin görüş*lerini aşağıya alıyoruz:


1- Kur'an-t Kerimin İşaret ettiği heykeller Süleyman aleyhisselamm şeriatında mubah İse de bu hüküm İsf6m şeriatmda neshedilmiştir. Bilinen bir hakikattir ki bizden evvelki şeriatların şeriatımız tarafından neshedil-meyen hükümleri bizim için de geçerlidir. Fakat heykellerin yapılması hu*susunda neshedicl ve haram kılıcı âyetler mevcuttur.


2- Süleyman aleyhisselom zamanındaki heykeller hayvan, kuş ve insan gibi canlıların* heykelleri değildir. Tabiat manzaralarının, bir orma*nın, bir ağacın kabartma siydi. Şöyle olunca da Süleyman ateyhlsselamm şeriatı bizim şeriatımıza muvafrk olmaktadır. Allah İzin verirse bu hususu İleride açıklayacağız.




İkinci Hüküm: İslâm Şeriatında Heykel Ve Suretlerin Hükmü Nedir?



Kur'an-ı kerim, heykel ve suretleri ölüm işareti sayarak onlara ibadet edenleri, «O zaman o, babasına ve kavmine: «Sizin tapmakta olduğunuz bu heykeller nedir?» demişti. Onlar: «Bfa atalarımızı bunların tapıcılan ö-tarak bulduk.» dediler. (İbrahim) dedi: «Andolsun siz de atalarınız da apa*çık bir sapıklık temdesiniz.» (Enbiya: 52-54) âyetlerlyle takbih etmiştir. On*ları tanrı edinenleri tenflr etm&k için de, «(İbrahim) dedi ki: Kendi (elinizle) yontmakta olduğunuz şeylere mi tapıyorsunuz? Halbuki sizi de (elinizle) yapageldiğiniz şeyleri de Allah yaratmıştır.» (Saffat: 95-96) buyurmuştur.


İbrahim aleyhisselamm putları kırdığı, devirdiği herkesçe bilinen bir gerçektir. Resufullah (sav) da Mekke'nin fethinde Kabe'nin içindeki, çev*resindeki ve Safa ile Merve tepeleri üzerindeki putları, heykelleri bizzat devirip kırmıştır. Bu da bilinen tarihî bir gerçektir. İslâm tevhid dinidir ve şirkin düşmanıdır. İslâmda şirkten daha büyük günah da yoktur. Bunun için en şiddetli hamleleri putperestliğe yapmıştır. Heykelciliği de putpe*restliğe yolaçtığı İçin yasaklanmıştır. Sünnet de resim ve heykel yapmayı yasak etmiştir. Buna göre İslâm kesin surette heykel ve resmi yasakla*mış bulunmaktadır. Resim ve heykelin haram olduğuna dair tevatür de*recesine ulaşacak kadar çok hadis vardır. Aşağıya tou hadislerden ba*zılarını alıyoruz:


1- Buharı ve Müslim Hz. Ayşe'den, o da Resulullah (sav).tan şöyle rivayet etmişlerdir: «Kıyamet günü en şiddetli azaba uğrayacaklar dün*yada Allanın yarattıklarına benzer şeyler yapanlardır.»


2- Buharı, Müslim ve diğer sünen kitaplarında Resulullah (sav)'ın şöyle dediği rivayet edilmiştir: «Kıyamet günü bu suretleri yapanlara azab edilecek ve yarattıklarınıza can veriniz denecektir.»


3- Buharı, Müslim ve Ahmed bin Hanbe! (ra) Ebu Hüreyre'den Re-rusullah (sav)'ın şöyle dediğini rivayet ederler: «Allahu taafa şöyle buyur*du: Yarattıklarım gibi yaratmaya kalkışanlardan daha zalim kim vardır? Eğer onlar yaratıcı İseler bir zerre, bir dane (veya bir arpa tanesi) yarat*sınlar.»


4- Buharı, Müslim ve Nesaî İbni Abbas (ra)'tan şöyle rivayet ederler: «Birisi ibni Abbas (ro)"a, «Ben şu suretleri yapıyorum. Bana bu hususta fetva ver.» dedi, İbni Abbas (ra) 'adama, «Yanıma gel.» dedi. Adam yanına gelince elini başının üzerine koyarak, «Ben sana Resulullah (sav)'tan duy*duğumu haber vereceğim. Resulullah (sav) «Her suret yapan ateştedir. Yaptığı her suret ve heykelin karşılığında kıyamet günü Allahu taala ona bir suret ekleyerek cehenneme atar.» buyurdu.» İbni Abbas (ra) adama. «Eğer mutlaka suret yapacaksan ağaçların ve canlı olmayan şeylerin su*retini yap.» demiştir.»


Diğer bir rivayete göre ise İbni Abbas (ra), «Resulullah (sav)'tan, «Her kim bir suret yaparsa Allahu taala kıyamet günü onun yapmış olduğu su*ret ve heykeli karşısına getirecek ve o ona can verene kadar azab ve*recektir. Onun ona can vermesi de ebediyyen mümkün değildir.» dediğini duydum. Eğer sen file suret yapacoksan ağaçların ve canlı olmayan şey*lerin suretini yap.» demiştir.


5- Buharı ve Müslim ve diğer sünen kitapları Hz. Ayşe'den şöyle rivayet etmişlerdir: «Üzerine suret yapılmış küçük bir yastık almıştım. Re*sulullah (sav) o yastığı görünce içeri girmeyerek kapıda durdu. Resulul*lah (sav)'m yüzünden ikrah edici birşeyle karşılaştığını anladım. «Benim günahım nedir, tövbe edeyim.» dedim. «Şu yastığın hali nedir?» dedi. «Üzerinde oturmanız ve yatarken başını koymanız İçjn satın aldım.» dedim. •Şu suretlerin sahipleri kıyamet günü en şiddetli azabla azablanacaklar-dır. Onlara o azab içindeyken yaptıklarınıza can verin denilecektir. İçinde suret ve heykel bulunan eve melekler girmez,» buyurdu.»


6- Müslim, Ebu Heyyac et-Esedi'den şöyle rivayet etmiştir: «Hz. Ali bana, «Ben seni Resulullah (sav)'ın beni gönderdiği gibi gönderiyorum. N<»rde bir suret görürsen yok et. Nerde tapınak haline gelmiş bir kabir görürsen onu da düzelt.» dedi.»


7- Kütüb-i sitte Hz. Ayşe'den şöyle rivayet eder: «Resulullah (sav) bir savaşa gittiğinde bir döşek yüzü alarafc kapıma astım. Döşek yüzünde suret vardı. Resulullah (sav) savaştan dönünce döşek yüzünü gördü. Yü*zünde ikrah belirtileri görüldü. Kapıdaki perdeyi alarak yere attı ve «Allahu taala bize taşı ve toprağı örtmemizi emretmemiştlr.i buyurdu. O ör* tüyü parçalayıp İçine hurma lifi doldurarak (ki yastık yaptım. Resulullah (sav) buna ses çıkarmadı.»


8- Buharı, Müslim ve Mesaî Hz. Ayşe'den şöyle rivayet etmişlerdir: «Resulullah (sav)'tn hastalığında zevcelerinden bazıları Marlyete isminde bir kiliseden söz ettiler. Zevcelerinden Ümmü Seleme (r.anha) ve Ümmö Habibe (r.anha) hicret dolayısıyla Bobeşlstan'a gitmişler ve kiliseyi orada görmüşlerdi. Kilisenin güzelliğini, İçindeki suretleri anlattılar. Bunun üze*rine Resulullah (sav) başını kaldırarak «Onlardan salih bir kişi öldüğü zaman onun yanıbaşında bir tapmak yaparlar ve İçine de ölen kişinin su*ret ve heykellerini koyarlar. Kıyamet günü onlar Allah (cc)'ın yarattıkları*nın en şerlisldirler.» buyurdu.»


Naklettiğfmiz hadisler ve emsali suretin kat'î olarak haram olduğuna delalet eder. İslâmı okuyan herkes Resululloh (sav)'ın suret ve heykel yapmayı, satmayı ve saklamayı haram kıldığını ilmel yokln olarak bilir. Resulullah (sav), her gördüğü yerde onları yok ederdi. Suret yapanlar hakkında da şedid vaidlerl vardır.


Mezhep imamları resim ve heykelin horamlığı hususunda ittifak et*mişlerdir. Bu hususte kimse de onlara muhalefet etmemiştir. Ancak ule*madan bazıları suretlerden bazılarını istisna kabul etmişlerdir. Bunların görüşlerini ileride açıklayacağız.


Şimdi resim ve heykelin haramlrk illetini açıklamaya çalışalım. Daha sonra da alimlerin fotoğraf hakkındaki görüşlerini nakledeceğiz

Prof. Dr. Sinsi 08-04-2012 03:34 AM

Tefsir Dersleri...
 

Resim Ve Heykelin Haramlık İlleti



Gecen hadis naslarındon anlaşıldığına göre resim ve heykelin haram olmasındaki İllet, Allah (cc)'ın yarattığı canlı varlıklara benzetmektir.


1- «Kıyamet günü en şiddetli azaba uğrayacaklar dünyada Allah ^cc)'ın yarattıklarına benzer şeyler yapanlardır.»


2- «Kıyamet günü bu suretleri yapanlara azob edilecek ve yarat*tıklarınıza can veriniz denilecektir.»


3- «Allahu taala şöyle buyurdu: Yarattıklarım gibi yaratmaya kal*kışanlardan daha zalim kim vardır? Eğer onlar yaratıcı İseler bir zerre, bir dane (veya bîr arpa danesl) yaratsınlar.»■w6y. ü^.mhöo tmdi


Bu hadislere göre resim ve heykelin horam kilınmosındaki İllet Allah (cc)'ın yarattıklarına benzetmektir. Resim ve heykelin haram kılınmasında-kl hikmet İse insanları putperestlikten uzaklaştırmak, Itlkadt şirkten ve putatapıcılıktan korumaktır. Zira bütün putperest milletlere putperestlik resim ve heykel yoluyla girmiştir. Buna Ümmü Seleme (r.anha) ve Ümmö Habibe (r.anha) hadisi -delalet eder ki o hadiste Resulullah (sav), «Kıya*met günü onlar Allah (cc)'ın yarattıklarının en şerlisldirler.» buyurmuştur.


Nuh 'kavminin ibadet ettiği Ved, Suvâ, Yeğûs, Ye'uk ve Nesr İsmindeki putlar —bunlar Kur'ando zikredilmektedir— Nuh kavminden salih kişile*rin İsimleriydi, öldükleri zaman kavimleri onları ve yaptıklarım hatırlamak ,tçin birer heykellerini diktiler. Aradan zaman geçince de onlara tapınmaya başladılar.


So'lebl, «Sakın taptıklarınızı bırakmayın. Hele t Ved» den, ıSuvâ»dan, fYeğû8»tan ve «Nesndsn zinhar vazgeçmeyin» dediler.» (Nuh: 23) âyeti*nin tefsirinde Ibnl Abbas (ra)'tan şöyle nakleder: «Bunlar Nuh kavminin solih kişilerinin isimleriydi, öldükten sonra şeytan onların kavmine, dünya*da İken onların oturdukları yerlere birer heykellerinin yapılmasını ve o hey*kellere isimlerinin verilmesini tavsiye ederek, «Siz onların yaptıklarını bu heykeller vasıtasıyla hatırlayarak yaparsınız.» dedi. Onları yapan insanlar hayatta İken kimse onlara ibadet etmedi. Fakat onları yapanlar öldüğü ve ilim ortadan kalktığı zaman onlara ibadet edilmeye başlandı.» [4]


İbnü'l-Arabi de şöyle der: «Bizim şeriatımızda heykelin yasaklanma*sına —Allah (cc) doğrusunu bilir ama— Arapların puta ve taşa tapma*ları sebeb olmuştur. Cürvkü onlar putlar yapar ve onlara taparlardı. Al*lahu taala da heykel yapmayı yasaklayarak putperestlik kapısını tamamen kapattı.»


İbnü'l-Arabî sözlerine şöyle devam eder: «Ben İskenderiye civarında müşahede ettim. Birisi öldüğü zaman ağaçtan güzel bir heykelini yapıp evine koyuyorlar. Eğer ölen erkekse, en güzel erkek elbiseleri, kadın ise en güzel kadın elbiseleri giydiriyorlar. Kapısını da kapatıyorlar. Daha sonra üzücü bir hadise İle karşılaştıkları veya (kinci bir cenazeleri olduğu zaman heykelin bulunduğu evin kapısını açıp yanına oturarak ağlamaya ve onun adını onmaya başlıyorlar. Ağlaya ağlaya kederlerinden kurtulup ferahlanıncoya kadar bunu sürdürüyorlar. Sonra odadan çıkarak kapısını yeniden kapatıyorlar. Aradan zaman geçtikçe diğer putlar gibi ona da tap*maya başlıyorlar.» [5]




Suretlerin Çeşitleri



1- Gölgeli suret. Alçı, bakır, taş, ağaç vb. den yapılan heykeller.


2- Gölgesiz suret. Duvar üzerine yapılan kabartma, kağıt, halr, ki*lim veya benzeri bir eşya üzerine çizilen resimler. Buna göre gölgeli surete ' heykeı, gölgesiz surete resim denilmektedir.


Llsan'ül Arap suret ile timsalin aynı olduğunu yazmaktadır; [6]


Kurtubîde şöyle der. «Âyetteki «temaslı» (heykeller) kelimesi «timsali^ kelimesinin çoğuludur. Timsal, cam, alçı, taş vb.den bir canlı veya can-' sızın benzerinin yapılmışıdır.» [7]




Resim Ve Heykellerden Hangileri Haramdır?



Resim ve heykellerin haram olan şekillerini aşağıya alıyoruz:


1- Ağaç, bakır, alçı ve benzeri şeylerden yapılan insan ve hayvan heykelleri ümmetin icmaı ile haramdır. Zira Resulullah (sov), «Köpek, re*sim, heykel ve cünüp kimse bulunan yere melekler girmez.» buyurmuş*tur.[8]


2- Elle çizilen veya dokunan canlı resimleri ittifakla haramdır. Zira Resulullah (sav), «Kıyamet günü bu suretleri yapanlara azab edilecek ve yarattıklarınıza can veriniz denilecektir.» buyurmuştur.


3- Yapılan resmin bütün azaları tamam İse bütün alimlerin ittifakı ile haramdır. Zira Resulullah (sav), «Her kim bir suret yaparsa Allahu taala kıyamet günü onun yapmış olduğu sureti karşısına getirecek ve o ona can verene kadar ozab verecektir. Onun ona can vermesi de ebediyyen mümkün değildir.» buyurmuştur.


Hz. Ayşe'den de şöyle rivayet edilmiştir: «Üzerimde, üstünde suret bulunan bir örtü vardı. Resulullah (sav) yanıma geldi, örtüyü görünce rengi değişti, örtüyü alarak parçaladı. Sonra da «Kıyamet günü en şiddet*li azaba uğrayacaklar dünyada Allah (cc)'ın yarattıklarına benzer şeyler yapanlardır.» buyurdu, örtünür* parçalarından İki yastık yptım. Resulul*lah (sav) bu yastıkları dirseğinin altına alırlardı.» Bu hadisi Müslim rivayet etmiştir.[9]


Resulullah (sav)'m o örtüyü yırtması suretin haram olduğuna delalet eder. Hz. Ayşe'nin örtünün parçalarından yastık yapması, azaları parça*lanan suretin kamil bir suret sayılmadığı ve kullanılmasının mubah oldu*ğuna delalet eder. Alimler bu hadise dayanarak, parçalanmış suretlerin kullanılmasının haram olmadığı sonucuna varmışlardır.


4- Tazim edilen ve herkesin görebileceği yüksek bir yere asılan suretin haram olduğu üzerinde ittifak edilmiştir. Çünkü Hz. Ayşe, «Odam*da üzerinde kuş resmi olan bir örtü vardı. İçeriye girenin hemen karşısına gelecek şekilde asılıydı. Resuiullah (sav) odaya girince, «Onu benden çe*vir. Onu her görüşte dünyayı hatırlıyorum.» buyurdu.» demiştir.[10]


Ebu Tolha'nın Hz. Ayşe'den rivayet ettiği. «Resululloh, (sav) bir savaşa gittiğinde bir döşek yüzü alarak kapıma astım. Döşek yüzünde suret var*dı. Resulullah (sav) savaştan dönünce döşek yüzünü gördü. Yüzünde İk*rah belirtileri görüldü. Kapıdaki perdeyi alarak yere attı ve «Allahu taala bize taşı ve toprağı örtmemizi emıetmemlştlr.» buyurdu. O örtüyü parça*layıp İçine hurma lifi doldurarak iki yastfk yaptım. Resulullah (sav) buna ses çıkarmadı.» hadisi de buna delalet etmektedir, [11]




Mubah Olan Resim Ve Heykeller



1- Ağaç, çiçek ve tabii manzaraların* resmini yapmak rraram de*ğildir. Yukarıda İbni Abbas'ton nakledilen, hadiste îbni: Abbas {raj'ın res*sama, «Eğer mutlaka resim yapacoksan ağaçların ve canlı olmayan şey*lerin suretini yap» demesi, bunun mubah ofduğuna delalet eder.


2- Parçalanmış uzuvların tek tek resmini yapmak —eL göz. ayafc gibi— harom değildir. Zira Hz. Ayşe, yukarıda geçen hadiste «Ben o örtüyü parçalayıp İçine hurma lifi doldurarak İki yasttk yaptım. Resulullah (sov) buna ses çıkarmadı.» demiştir. [12]


3- Kız çocukların oynaması için yapılan oyuncak bebekler de ha*ram değildir. Hz. Ayşe Resululloh (sav) İle evlendiğinde yedi. Resulullah (sav)'m evine geldiğinde de dokuz yaşında idi. Beraberinde oyuncak be*beklerini de getirmişti. Resulullah (sav) beko yurduna göçtüğü zaman İse yaşı onsekizdi.


Hz. Ayşe'den şöyle rivayet edilmiştir: «Resulullah (sav)'m yanında İken oyuncak bebeklerimle oynardım. Benimle birlikte oyun oynayan birçok arkadaşım vardı. Resulullah eve gelince arkadaşlarım utanarak saklanır*dı. Resulullah (sav) benimle oynamaları İçin onları tekrar bana gönderir*di.» [13]


Alimler, çocukların oynamaları İçin yapılan bebekleri, zaruretten dola*yı mubah kabul etmişlerdir. Çünkü kız çocukları gelecekteki çocuk bakım ve terbiyesini bebeklerle oynayarak öğrenmektedirler. Ayrıca bu oyuncak*lar kısa sürede bozulurlar. Bunun gibi hamurdan ve tatlıdan yapılan hey*keller de haram değildir. Çünkü bunlar yenilmek İçin yapılmaktadır.




Alimlerin Resim Hakkındaki Görüşleri



İbnü'l-Arabi: «Hadisler resmin yasak olduğuna delalet etmektedir. Ancak elbiselik kumaşlar üzerine nakış şeklinde çizilen resimler yasak olan resimlerden sayılmamıştır. Ancak Resulullah (sav) üzerinde resim bulunan bir örtü hakkında Hz. Ayşe'ye, «Onu benden çevir. Çünkü onu her görüşte dünyayı hatırlıyorum.» buyurmuştur. Bu hadis bunların da mek*ruh olduğunu İfade etmektedir.


«Resulullah (sav)'ın parçaladığı bir örtüyü Hz. Ayşe'nin İki yastık yapması ve Resulullah (sav)'ın buna ses çıkarmaması suretlerin parça*lanmasından dolayıdır. Bu sebeble parçalanmış suretlerin kullanılması mubahtır. Çünkü onlar resim hüviyetini kaybetmiştir. Eğer parçolanmış kumaş, suretin azaları bir araya gelecek şekilde birleş t İril İrse yine onu kullanmak haram olur. Zira yukarıda Hz. Ayşe'den rivayet edilen hadiste, Resulullah (sav)'ın yastık üzerindeki suretleri kerih görmesi ve bu suretler hakkındaki sözleri bunun yasak olduğuna delalet etmektedir. Bu yasak*lamanın da en azından kerahet İfade ettiği bilinmektedir.» [14]


Ebu Hayyan : «Bizim şeriatımızda resim yapmak haramdır. Çünkü re*sim yapanlar hakkında çok şiddetli valdler varkJ olmuştur. Sehl bin Ha-nlf'ten rivayet edilen, «Allahu taala resim yapanları lanetler.» hadisi de bunlardan birisidir. Herne kadar bazı alimlerden kumaşlar üzerine nakış gibi çizilen resimler hususunda cevaz nakledilmişse de İbnl Atlyye bu nakil hususunda, «Ben buna cevaz veren bir alim. hatırlamıyorum.» de*miştir.» [15]


Alusi: «Süleyman aleyhisselamın şeriatında hayvanların resmini yapmak haram değildir. Bizim şeriatta İse kesinlikle haramdır. Bize göre heykel ve kabartma ile kağıt veya duvar gibi bir zemin üzerine çizilen re*simler arasında bir fark yoktur. Çünkü şeriatımızda resim ve heykel yapan*lar hakkında çok şiddetli valdler mevcuttur. Bu sebeble başka bir şeriata itibar edilemez. Şu halde Süleyman aleyhisselamın İmtiyazlarını bildiren âyetin akışında cinlerin ona heykel yaptıklarının bildirilmesini onun mubah-lığına delil almak sahih değildir. Çünkü ö bizim şeriatımız değildir.» [16]


Kurtubî: «Buharı, Müslim ve diğer sünen kitaplarında rivayet edilen hadiste Resulullah (sav), «Kıyamet günü bu suretleri yapanlara azob edi*lecek ve yarattıklarınıza can veriniz denilecektir.» buyurmuştur. Resulul*lah (sav), resim ve heykel yapanları lanetlerken de bunlardan hiçbirisini İstisna etmemiştir. Tirmtzî, Ebu Hüreyre (ra)'den, o da Resulullah (sav)'tan şöyle rivayet eder: «Kıyamet günü ateşten bir baş yükselecek. Onun gö*ren gözleri, işiten kulakları ve konuşan ağzı olacak. Şöyle diyecek: Ben üç sınıf insana azab vermek için vekil tayin edildim. Zulümde İnad eden*lere, Allah (cc)'tan başka bir tanrıya davet edenlere, resim ve heykel ya*panlara.» [17] Buhari'nin rivayet ettiği, «Kıyamet günü en şiddetli azaba uğrayacak olanlar dünyada Allah (cc)'ın yarattıklarına benzer şeyler ya*panlardır.» hadisi de resim ve heykelin haram olduğuna delalet eder.» [18]


İmam Nevevî: «Resim ancok yerde çiğnenen Veya kullanılfâta İhti*mam gösterilmeyen bir eşya üzerinde olursa caizdir.»


İbni Hocer el-Askalani, Buharî şerhinde, «Heykel İcmaen haramdır. Elbise ve kumaşlar üzerine yapılmış resimler hakkında İse dört görüş var*dır :


1- «Üzerinde resim olan kumaşla İlgili hadise dayanarak caiz ol*duğunu kabul eden görüş.


2- «Hadislerin umumi manalarına dayanarak resmin kesin olarak haram olduğu görüşü.


3- «Resim eğer elbise ve eşya üzerinde tam olarak görülüyorsa ha*ramdır. Şayet parçalar halinde veya baş kesilmiş halde bulunuyorsa caiz*dir diyen görüş. En sahih olan görüş budur.


4- «Kullanışta ehemmiyet verilmeyen sergi gibi .şeyler üzerine çizi *ten resimler mubahtır. Eğer resme karşı bir saygı gösteriliyorsa haramdır diyen görüş.» [19]


Kız çocukların oyuncak bebekleri resim ve heykele ait hükümlerden /istisna edilmiştir.




Fotoğrafın Hükmü Nedir?



r Son dönem fakihlerine göre fotoğraf, haram oian resimlerin hükmü irçine girmemektedir. Zira fotoğraf, resim konusunda Resuiullah (sav)'tan varid olan naslann kapsamına girmemektedir. Çünkü fotoğrafta Allah î.itccj'.tn yarattığı canlılara toenzetme düşüncesi yoktur. Bu sebeble fotoğ*rafın hü-kmü, hadisin nassıyla istisna edilen 'kumaş üzerine nakşedilen re*simlerin hükmü grbidir. [20]


Şeyh Saİs : «Fotoğrafın hükmü, kumaşlar üzerine nakşedilen resimle*rin hükmü gibidir. Bu resimlerin istisna olduğuna hadis delalet etmektedir. Kaidi ki fotoğrafa suret değildir de denilebilir. Çünkü o aynada görülen in*san .suretine benzer. Aynada görülen suretin yapılmış bir resim olduğunu kimse İddia edemez. Yalnız şu do var ki, fotoğraf aynadaki haytfle hiç de benzemez. Çünkü fotoğrafın gölgesi vardır, aynadaki suretin ise gölgesi yoktur. Aynca fotoğrafı çoğaltmak imkanı da vardır. Halbuki fotoğraf ger*çekte bir suret değildir. Belki, mevcut suretleri tesbit ederek kaybolmak*tan korumaktır. Fotoğrafın helalliğine hükmeden fa-kihler. «Şüphesiz her-şeyin bir sureti vardır. Bu suret güneş veya ışık vasıtasıyla da başka bir yere alınabilmektedir. Madem ki hadiste kumaş üzerine nakşedilen resim*ler istisna edilmiştir, fotoğrafın caiz olması da gerekir. Çünkü bu zaman*da halkın fotoğrafa ihtiyacı vardır.» demektedirler.» [21]


Bana göre fotoğraf resmin bir çeşididir. Çünkü aletle yapılan resme de suret denilmektedir. Bu işi kendisine meslek edinen kimseye de gerek örfen, gerek lügaten «suret yapıcı» denilmektedir. Herne kadar hadisler elle çizilen resimler hakkında varid olmuşsa da görünüm itibariyle resimle fotoğraf arasında hiçbir fark yoktur, öyleyse fotoğrafa ancak zaruret hal*lerinde helal denilebilir.


Bununla birlikte fotoğrafın çok büyük zararları bulunmaktadır. Çün*kü zamanımızda gazete ve mecmualarda renk renk, boy boy elbiseli veya çıplak fotoğraflar sergilenmektedir. Bunlar ise gençliği zehirlemektedirler. Bu resimler insanları tahrik etmekte, din ve ahlak üzerinde bozucu bir tesir yapmaktadır. Fitne uyandıracak çıplak bir resim veya şekil hakkında hiçbir akıllı insan helaldir diyemez, haramlığından şüphe edemez. Bu fo*toğrafların zararı, elle çizilen resimlerin zararından daha çok olmaktadır çünkü.


Suretlerin haramlık illetleri yalnız Allah (cc)'ın yarattıklarına benzet*mek değildir. Resim ve heykelin yasak edilmesinde bilinmesi gereken ana nokta, milletlere putperestliğin resim ve heykel yoluyla girmiş olmasıdır. O milletler büyük bir adam öldüğü zaman onun resim ve heykelini yapar-Jardı. Bundan maksatları da onu hatırlamak ve sonra gelen insanların on*ların yolundan gitmesini sağlamaktı. Fakat zamanla onlara tapmaya baş*larlardı.


Bugün halkın duvarlara astığı boy boy resimlere, sırf hatırlamak İçin de olsa. elle çizilmemiş de olsa, şeriat müsade etmez. Çünkü ona gelecek*te tazim ve ibadet edilebilir. Fotoğrafa, elle yapılmış bir suret değildir, o kağıt üzerindeki bir gölgedir demek aklı selimin kabul edemeyeceği bir id*diadır. Yalnız zaruri hallerde kimlik Isbatı için çekilen fotoğraflar mubah*tır. Bunun dışında hatıra içinde çekilse haramdır.




Suretlerin Haramlığı Hakkında Varid Olan Şüpheler



BatıküMürü ve ilmi almış bazı kimseler, resmin yüksek ve zevkli bir sanat dalı olduğunu ve Batı medeniyetine yaklaşmak İçin resmin önem*li bir vasıta olduğunu İddia etmektedirler. Bazı kimseler de birtakım mev*kilere ulaşmak ve Batı kültürü içinde yaşayan İnsanlara hoş görünmek için bu iddiada bulunmaktadırlar. Bu vesile İle de resim ve heykelin ha-ramlığı hususunda bazı şüpheler ileri sürmektedirler. Bu şüpheleri özetle*yerek reddetmeye çalışacağız.


1. Şüphe: Bu Iddiocılor, resim ve heykel hakkındaki varkl olan nas-ların, İslam davetine mani olmamast ve putperesetliğln ortadan kaldırıl*ması İçin geçici bir yasaklama getirdiğini zannetmektedirler! Buna göre artık putlara tapma korkusu kalmadığına göre resim ve heykel yapmanın haramltk hükmü de ortadan kalkmıştır. Bu şüphenin reddi için Şeyh Ahmed Şaklr'İn İmam Hanbel (ra)'in Müsnedindekİ 7166 nolu hadise yazdığı, tahlili nakletmekle iktifa ediyoruz:


cSuretlertn (resim, heykel, fotoğraf) horam olmadığını iddia edenlerin delilleri, yalnızca, nasları şeriatta anılmayan illetlerle tevil etmektir. Kaldı ki bu İlletlerde de suretlerin haram olmadığına delalet eden blrşey yoktur. Bunlara göre İslâmın başlangıcında suretlerin haram edilmesinin sebebi putperestlik korkusudur. Halk putperestliğe çok yakın olduğu ve yalnız Allah (cc)'a İbadet etmelerini temin etmek İçin İslâm suretleri yasakla*mıştır. Günümüzde böyle bir korku, puta tapma İhtimali olmadığına göre, -suret yapmanın haramlığı da ortadan kalkmıştır. Çünkü halkın tekrar put*perestliğe dönme ihtimali yoktur.


«Bunlar şu anda gerçek bir putperestliğin mevcut olduğunu unutmak*tadırlar. Mesela; günümüzde kabirlere ve kabirlerde yatanlara öyle bir hürmet vardır ki, putperestlikten pek de farklı değildir. Kabirlere tapar*casına bir saygı gösterilmekte, bir sıkıntısı olan bir kabirde yatandan sıkıntısının giderilmesi hususunda yardım İstemektedir. 8u şekilde put*perestlik, insanlar farkına bile varmadan kalbferlne yerleşmektedir. İşte bu cahilane fetvanın bir sonucu olarak memleketimiz putperestlik eser*leriyle dolmuştur. Resim ve heykel öylesine yaygınlaşmış klr her taraf bunlarla tıklım tıklım doludur. Bunların niçin yapıldığı sorulunca onların unutulmaması ve saygı gösterilmesi İçin cevabı veriliyor. Üstelik bunun İslâmî -bir tavır olduğunu zannetmektedirler. Yapılan resim ve heykellerin teşhiri için galeriler açılmaktadır. Buralara gidenler, uzanmış, oturmuş ve*ya ayakta durur vaziyette çıplak ve sanki canliymış hissini veren heykel*lerle karşılaşmaktadır. Bunlar güzel sanat eseri diye iftiharla sergilenmek*tedir.»


2. Şüphe: Suretin helal olduğunu İddia edenler, suretlerin haram of-duğuna delalet eden hadislerin ahodî hadis olduğunu, bunların da kesin horamlık İfade edemeyeceğini söylemektedirler. Kesin bir nas olmadıkça herhangi bir sanat dalını haram kabul etmek mümkün değildir demekte*dirler.


Bu şüphenin reddi hususunda şöyle deriz: Bu iddia İslâm şerlatini bil*meyen bazı kimselerin açık cehaletlerini ortaya koymaktadır. Çünkü bütün İsiâm alimleri, İster mütevatir. ister ohadî olsun Resulullah (sav)'tan riva*yet edilen bütün kavli, fiilî ve ameli hadislerle amel etmemizin vacip ol*duğunda ittifak etmişlerdir, Şu bilinmektedir ki fıkhın birçok hükümleri ahadî hadislerle tesbit edilmiştir. Eğer onların zannettikleri gibi ahadî ha*disler kafiyet ifade etmeseydi birçok şer'î hüküm olmazdı. Bu İddia faklh bir alimden sadır olamaz. Ancak şer'î hükümlerin istinbat yollarını ve şe*riatın usulünü bilmeyenler böyle bir İddiada bulunabilirler. İşin hayret e-dilecek yanı şudur ki, bu gibi iddialarda bulunanlar, kendi görüşlerini is-bat için senetleri çok zayıf, hatta hiçbir muhaddis tarafından hadis kabul edilmeyen hadis ve sözleri delil getirmektedirler. Onların arzu ve görüş*lerine uyduğu takdirde hadisin sıhhati hiçbir önem taşımamaktadır.


Başta İmam Şafii (ra) olmak üzere fıkıh usulü alimleri bu şüpheyi do*yurucu bir şekilde reddetmektedirler. Şöyle ki, ahadî bir hadis tesbit edil*diği zaman onunla amel edileceğini açık şekilde ortaya koymuşlardır. İs*lâm alimleri günümüze gelene kadar ahadî hadislerle amel ederek onun kesin bir delil olduğunu kabul etmişlerdir. Zin senetleri tesbit edilen aha*dî bir hadisi reddetmek, şeriatın birçok hükmünü reddetmektir.


Bu şüphenin reddi hususunda şöyle de denilebilir: Suretlerin haram olduğuna delalet eden naslar tevatür derecesine ulaşmıştır, islam alimleri de onları kuşaktan kuşağa aktarmıştır. Bu hususta şüpheye düşenler için açık bir kapı da yoktur. Ayrıca şunu da kesin olarak biliyoruz ki, İslâm ül*kelerinde resim, kabartma ve heykel yapılmamıştır. İslâm sanatkarları con-lılıların resim ve heykellerini yapmaktan vazgeçerek sanatlarını hendesî şekiller çizerek, bitki ve manzara resimleri çizerek icra etmişlerdir. Sanat*karların bu yolu tutmaları da canlı varakların resim ve heykellerini yap*manın haram olduğunu bilmelerindendlr. Eğer resim ve heykel yapmak haram olmasaydı sanatkarlar bunları terketmezlerdi.


3. Şüphe: Resim ve heykelin haram olmadığını iddia edenler, ahkam âyeti olmayan birtakım âyetlerle iddialarını İsbat etmeye çalışmaktadırlar. Bunların İstidlal ettikleri âyetlerdeki heykellerin yapımı ise bizim şeriatı*mızdan değildir. O, İslâm şeriatı ife hükümleri neshedilen geçmiş şeriat^ ların hükümleridir. Bunların delil kabul ettiği âyetlerden biri de tefsir et*tiğimiz âyettir ki Allahu taala bu âyette şöyle buyurmaktadır: «O kafalar*dan, heykellerden, büyük havuzlar gibi çanaklardan, sabit sabit kazanlar*dan ne dilerse kendisine yaparlardı. Ey Davud hanedanı, siz (Allaha) şü*kür için çalışın.» Bu âyette resim ve heykelin helal olduğuna delalet ede*cek hiçbir şey yoktur. Çünkü bu âyet cinlerin Süleyman aleyhlsselama yaptıkları hizmetleri haber vermektedir. Âyette yapılan heykellerin canlı varlıkların heykelleri olduğuna dair de hiçbir işaret yoktur. Bununla bera*ber bu âyet geçmiş bir şeriattan söz etmektedir. Herkesin bildiği bir haki*kattir ki, dizden evvelki peygamberlerin şeriat ve hükümleri bizim için de geçerlidir. Ancak eğer anları neshedecek bir nas yoksa. Halbuki İslâm şeriatında resim ve heykeli haram kılan naslar mevcuttur. Bu, İstâm alim*leri arasında ittifak edilen bir kuraldır. Mesela; Yusuf aleyhisselamın şe*riatında saygı kasdiyla bir adama secde etmek caizdi. İslâm ise Allah (cc)'-tan başka bir varlığa secde etmeyi haram kılmıştır. Kur'an-ı kerimde Yusuf aleyhisselama kardeşlerinin secde etmesinin zikredilmesi Ailah (cc)'tan başkasına secde etmenin mubah olduğuna delalet etmez. Dolayısıyla bu âyeti böyle delil almak sahih değildir. Günkü bizim şeriqtımız önceki şe*riatları neshetmiştlr.




Âyetlerden Alınacak Dersler



1- Allahu taala hasseten Davud aieyhisselama büyük imtiyazlar vermiştir.


2- Dağların ve kuşların Davud aieyhisseiam ile birlikte teşbih etmesi, Davud aleyhisselamın mucizelerinden biridir.


3- Herhangi bir sanatı bilmek ve icra etmek peygamberlerin dereceslni düsürmez. Davud aleyhlsselama Allahu taala zırh yapmayı öğret*ti mistir.


4- Allahu taala Süleyman aleyhlsselama rüzgarı ram etmişti. Rüzgar onun emriyle eserdi.


5- Allah (cc)'ın emri ile cinler Süleyman aleyhisselama insanların yapamayacağı şeyler yapıyorlardı.


6- Süleyman aleyhisselamın şeriatında heykel yapmak mubahtı. Fa*kat bu hüküm bizim şeriatımız tarafından neshedilmiştlr.


7- Peygamberlik mevkii, hükümdarlık mevkiinden daha yüksektir. Allahu teala bu iki yüksek mevkiyi Süleyman aleyhisselama bir arada vermişti.


8- Allah (cc)'ın kullarına fazlı çoktur. Bilhassa da peygamberle*rine. Kullarına ve peygamberlerine düşen vazife İse, verdiği nimetlere kar*şılık Allahu taaiaya şükretmektir.


9- Cinler gaybı bilmezler. Eğer bilmiş olsalardı, Süleyman aleyhis*selamın vefatım bilerek zorla çalıştırıldıkları işe devam etmezlerdi.

Prof. Dr. Sinsi 08-04-2012 03:35 AM

Tefsir Dersleri...
 

Âyetlerdeki Teşri'î Hikmetler



İslâm şeriatı halkın putperestlik içinde boğulduğu bir zamanda gel*miştir. Halk, bütün ahlakî ve insanî meziyetlerinden uzaklaşmış, puta tap*ma derekesine düşmüştü, öyie ki, Kobe-i muazzamanın İçine ve çevre*sine senenin günleri sayısınca put dikilmişti. Bunların her biri tanrı kabul edilerek tapılıyordu. Resulullah (sav) Mekke'yi fethedince o putlprı bizzat kendi eliyle devirmiş, onlardan hiçbir eser bırakmamıştı. Putları devirirken de, «De ki: Hak geldi batıl zeval buldu. Şüphesiz ki batıt daim zeval bulu*cudur.» (İsra: 81) âyetini okumuştu.


Putperestlik Araplara Hıristiyanlık, Yahudilik, heykel ve suretler vası*tasıyla girmiştir. Kısa zamanda da ateşin kuru bir orman içinde yayılması gibi hızla yayılmıştı. Arap yarımadası putperestliğin beşiği ve merkezi du*rumuna gelmişti. İslâm gelişiyle beraber, uzaktan ve yakından putperest*liğe götürücü herşeyi, resim veheykeli yasak etti ve putperestliği kökün*den kazıdı.


İslâm, putperestliği, islâm itikadını ve ümmeti putperestlik ve şirkten korumak için kökünden kazıdı. Arap yarımadasını putperestlik ve şirkten tamamen temizledi. Bugün insanlığın fikren tekamül ettiği ve putperestli*ğin çok gerilerde kaldığı, puta tapacak kimsenin kalmadığı, dolayısıyla heykel ve resmin haram kılınması da manasını yitirdiği söylenebilir. Fa*kat insan aklı her zaman gerilemeye maruz kalmaktadır. Bu yüzden cad*delere dikilen heykellerin, evleri dolduran resimlerin gelecekte puta tap*maya vesile olmayacağını kim söyjeyebillr? Çünkü bizden evvelki ümmet*lerde de putperestlik böyle başlamıştı. Onlardan salih bir adam öldüğü zaman onu hatırlamak ve yaptıklarını unutmamak ipin heykellerini diker*ler, aradan zaman geçince de onlara tapmaya başlarlardı. Günümüzde insanın aklını uçuracak kadar büyük değişmeler olmuştur. Rezlletler fa*ziletleri yok etmiştir. Ahlâk anlayışı Ve değerler değişmiştir. Açılıp saçıl*mak medeniyetin gereği gibi kabul edilmeye başlanmıştır. Ahlaktan bu ka*dar uzaklaşan, yoksullaşan bir millet elbette gelecekte puta da tapabilir. Elektronik çağ olarak adlandırılan günümüzde bile sığıra tapan, onun dış*kısını mübarek kabul eden topluluklar olduğunu unutmamalıyız. Dolayısıy*la insanın yeniden puta tapmayacağından nasıl emin olabiliriz? Zira sığıra tapanlar, puta da tapabilirler. İşte bunun İçin İslâm resim ve heykeli ha*ram kılmıştır. Allah (cc)'tan bu teşrii sistemin insan aklının üzerinde yer ederek İnsanlığın kurtulmasına vesile olmasını niyaz ederiz.






--------------------------------------------------------------------------------


[1] Beyzavî'nin nakline göre Davud aleynisselam. davarın değeri verilen zarara eşit olduğu İçin sürünün tazminat olarak tarla fveya bağ) sahibine verilme*sine hükmetmişti. Henüz onbir yaşında bulunan Süleyman aleyhisselam ise .$% tarlanın (veya bağın) davar sahibine verilip eskf haline gelinceye kadar ,■ > ona bakmasını, buna karşılık davarın da tarla sahibine teslim edilip tarlası eski haline gelinceye kadar davarın sütünden, yavrularından, yününden fay*dalanmasını daha uygun bulmuştu. Babası onun bu içtihadını çok beğen*mişti- (Çev.)


[2] Ebussuud, Tefsir, C. 7. S. 8. (Razi tefsirinin kenarında). 340


[3] Razı. age. C. 7. S. 12.


[4] Kurtubl. age. C. 4. S. 308.


[5] İbnü'l-Arabi. age. C. 3.


[6] İbni Munztr. Lisanü'l-Arab..


[7] Kurtubi, sge, C. 14, S. 272. 8


[8] Kurtubt, age, C. 14, S. »fc


[9] Bttbart


[10] Kurtubt. ibnül-Arabi, Müslim.


[11] Kûtûb-i Sitte


[12] Müslim.


[13] Müslim.


[14] İbnül-Arabl. aga, C. 3.


[15] Ebu Hayyan. Bahr-i Muhld. C. 7. S. 285.


[16] Alusl, Ruhu'l-Meani, C. 22, S. 119.


[17] Tirmizl,


[18] Kurtubt. age, C. 14, S. 274.


[19] Ibni Hacer el-Askalani, Buharl Şerhi.


[20] Müellifin nakletmediği bu hadis, Buharl'nin rivayetine göre özetle şöyledir:


Zeyd ibni Halid (ra) Ebu Talha'dan, «Resulullah (sav), -içinde suret bulunan bir eve melekler girmez.* buyurdu • hadisini nakleder. Bir süre sonra Zeyd (ra) hastalanır. Büsr bin Said (ra). Zeyd Ira)'in ziyaretine gider. Orada üzerinde suret bulunan bir perde görür. Orada bulunan Ubeyd 'ra)e. Suretin menhi hakkındaki hadisi bize Zeyd nakletmişti. Şimdi evinde su*ret görüyoruz., der. Ubeyd (ra), -Zeyd bin Halid (ra) bu hadisi Ebu Talha (raî'dan rivayet ederken sonunda. -Elbisedeki nakış ve resim müstesnadır.» dediğini duymadın mı?- cevabını verir. Bkz. Kastalanî, Buhari Şerhi, C. 5, S. 274. IÇev.)


[21] Şeyh Sais. Ayatü'l-Ahkam, C. t, S. sı.

Prof. Dr. Sinsi 08-04-2012 03:35 AM

Tefsir Dersleri...
 

59. DERS ŞERİATTA HİLENİN YERİ 2


Ayetlerin Lâfzı Tahlili 2


Ayetlerin İcmali Manaları 2


İsmrs Eyyub Aleyhisselamın Kıssasından Maksat Nedir?. 2


Âyetlerin Tefsirindeki İncelikler 2


Âyetlerdeki Şer'i Hükümler 3


Birinci Hüküm: Eyyub Aleyhtssetamtn Hanımım Dövmek İçin Yemin Etmesinin Sebebi Nedir?. 3


İkinci Hüküm: Terbiye İçin Karının Dövülmesi Mubah Mıdır?. 4


Üçüncü Hüküm: Bir Demet Sapla Vurmak Eyyub Atoyhteselâma Hat Bir Hüküm Müdür, Yoksa Umumi Midir?. 5


Dördüncü Hüktim: Terblye İçin Kadına Vurulacak Darbın Ayrı Ayrı Vurulması Şart Mıdır?. 5


Beşinci Hüküm: İslâm Şeriatında Hile Yapmak Caiz Midir?. 6


Altıncı Hüküm: Allah’ın Fiilleri Maslahata Tabii Midir?. 6


Yedinci Hüküm: Yemini Yerine Getirmek Mi, Bozup Kefaret Vermek Mi Daha Efdaldlr?. 6


Âyetlerden Alinacak Dersler 7


Âyetlerdeki Teşri'î Hikmetler 7



59. DERS ŞERİATTA HİLENİN YERİ



41- Kulumuz Evyubu da an. Honl o, Rabblne şöyle nida etmljtfc «Hakikat, şeytan beni yorgunluğa (meşakkalo) ve azaba (hastalığa) uğ-j rattı.


42- Ayağınla vur (yere dedik). İşte hem yıkanacak, hem İçecek so*ğuk (bir su),


43- Ona hem ehlini, hem onlarla beraber bir mislini, bizden bir rah*met ve temiz akıl sahipleri için de bir ibret almak üzere, bağışladık.


44- «Eline bir demet sop al da onunla vur. Yemininde durmazlık et*me.» (dedik). Biz onu hakikaten sabırlı bulduk. O, ne güzel kuldu. Hakikat o, dalma {Allaha) dönen (bir zat) İd).




Ayetlerin Lâfzı Tahlili



(Binusbin): Nun'un ötre ile ve sad'ın harekesiz okunmasıyla azab ve hastalık manasına gelir


(Ürkud): Rekd kökünden gelen bir fiildir. Rekd, ayakla vurmaktır.


(Muğteselün): Gusledilecek ve İçilecek su de*mektir.


(Diğsen): Sözlükte karışık şeylere denir. Burada ise yaş ve kuru karışık bir deste sep demektir.


(Tahnes): Hıns kökünden gelen bir ffildir. Hıns. Yemini bozmaktır.


(Evvabün): Evb'ln çoğuludur. Evb, dönmek demektir.




Ayetlerin İcmali Manaları



Allahu taala Hz. Peygambere hitaben şöyle buyurmaktadır: Milletine kulum Eyyûb'un kıssasını hatırlat. Zira o, duçar olduğu hastalıktan dolayı Allah (cc)'tn şifa vereceğini umarak Allah (cc)'a niyazda bulundu. Şöyle dedi: Yarabbi, hakikaten ben zengin iken fakir oldum. Sıhhatli iken has*ta oldum. 'Muhakkak sen zayıf düşenlerin Rabbl, merhamet edenlerin en merhametllsisln. Allahu taala onun duasm' kabul ederek sıkıntıdan kur*tardı. Hastalığına şifa verdi. Ona ayağını yere vurmasını emretti. Ayağını yere vurunca yerden bir su kaynadı. O su İle yıkanarak vücudundaki, içe*rek de içindeki hastalıklardan şifa buldu. Allah (cc)'ın İzniyle tam tabii hayatına kavuştu.


Allahu taala ona şifa verdikten sonra yitirdiklerine ve ailesine yeniden kavuşturdu. Sabrına" karşılık çok sayıda çocuk ve ikram olarak fazlından servet verdi. Allahu taala bü kıssayı hatırlatarak kullarına fazi ve keremini haber vermektedir. Uğradığı sıkıntı ve hastalığa Eyyub aleyhisselam nasıl dayandı nasıl sabretti ise insanlar onu örnek alarak sıkıntı ve hastalıkla*rına öyle sabretmelidirler. Herşeyin Allah (cc)'tan olduğunu bilerek Allah (cc)'a yönelmeli ve isteyeceklerini ondan İstemelidirler.


Hakim olan Allah (cc), Eyyub aleyhisselama şifa verdikten sonra onun. hastalığı sırasında kendisine hizmet eden zevcesini terketmesinl İrade et*medi. Eyyub aleyhisselam yaptığı bir hatadan dolayı zevcesine yüz sopa, vurmaya yemin etmişti. Allahu taala kadına gösterdiği sabırdan ötürü bir mükafat olmak üzere Eyyub aleyhisselama şöyle bir fetva verdi: Yüz adet sapı birleştirerek bir demet haline getirip onunla bir defa vurmasını, bunun yüz sopa yerine geçeceğini ve böylece yemininin yerine geleceğini bildir*di.


Allahu taala, Eyyub aleyhisseiamın sabrına şehadet ederek şiddet ve darlığın isyana vesile olmaması gerektiğine işaret etmektedir. Eyyub aley-hisselam kullarının en hayırlısı idi. Her zaman O'nun taatinde ve O'nun rı*zasını taleb ederdi.


Eyyub aleyhisselamın bu şekilde dua etmesi, duçar olduğu sıkıntı ve hastalıktan şikayet manasına gelmez. Çünkü o herşey emrinde olan Allahu taalaya sığınmaktadır.




İsmrs Eyyub Aleyhisselamın Kıssasından Maksat Nedir?



Eyyub aleyhisseiam ve diğer peygamberlerin kıssalarının beyan edil*mesinin maksadı, hayatta karşılaşılan şeylerden ibret almaktır. Sanki Al*lahu taala Hz. Peygambere kavminin sana sefihçe hareket etmelerine, sa*na karşı gösterdikleri şiddete, yaptığın davete mani olmalarına karşı sab*ret. Dünyada encok nimet, mal ve mevki verilen Davud aleyhisseiam ile oğiu Süleyman aleyhisselam, encok bela ve mihnete uğrayan da Eyyub aleyhisselamdır. öyleyse bunların hallerini göz önüne getirerek dünya hal*lerinin hiçkimse için gereği gibi uygun olmadığını anla. Akıllı kişilerin ya*pacakları şey, hastalık ve sıkıntılara karşı sabretmektir,




Âyetlerin Tefsirindeki İncelikler



Birinci İncelik: Eyyub aleyhisselama iki çeşit meşakkat verilmişti. Birisi mal ve servetinin elinden gitmesi, fakirliğe düşmesi, ikincisi ise şid*detli bir hastalıktır. Allahu taala bu âyeti kerimede biri maddi, diğeri be*denî olan iki musibete karşılık iki keilme zikretmiştir. Bunlardan birisi vü*cuduna İsabet eden hastalığa karşılık «nüsb» (bela) kelimesi, diğeri ise mai ve evladına gelen felakete karşılık da «azabı kelimesidir.


İkinci incelik; Allahu taala, Eyyub aleyhisselamı sabırla vasıflandır*dıktan sonra onu, «Biz onu hakikaten sabırlı bulduk.» öyetiyle sena etmiş*tir. Bununla birlikte Eyyub aleyhisselam Allahu taalaya halinden şikayet-tenerek, «Hakikat bana (bu) derd (gelip) canı. Sen esirgeyicilerin esirgeyi-cisisin.» (Enbiya: 83) demişti. Bu âyette de, «Hakikat şeytan beni yorgun*luğa (mesakkata) ve azaba (hastalığa) uğrattı.» demiştir. Bu âyetler in*sanın düştüğü sıkıntıdan Allah (cc)'a şikayette bulunmasının sabır ile bir tezad teşkil etmediğine delalet etmektedir. Nitekim.Yakub aleyhisselam do, «Ben (taşan) kederimi, mahzunluğumu yalnız Allaha şikayet ediyorum.» (Yusuf: 86) demiştir. Bundan ötürü Allahu taala Eyyub aleyhisselamı «O, ne güzel kuldu! Hakikat o, daima (Allaha) dönen (bir zat) tdi.» âyetiyle methetmiştlr. Eğer Allah (cc)'a şikayette bulunmak sabra zıt olsa İdi Alla*hu taala Eyyub aleyhisselamı böyle methetmezdi.


Üçüncü İncelik: «Hakikat şeytan beni yorgunluğa (meşakkata) ve a-zaba (hastalığa) uğrattı.» âyetinde. Çünkü bu âyette Eyyub aleyhisselam malına, canına ve ehline gelen zaran Allah (cc)'ton utandığından dolayı şeytana isnad etmiştir. Herşeyin hakiki faili alemlerin Rabbl olan Allah (cc)'tır. Hayır, şer, menfaat ve zarar, hepsi Allah (cc)'ın kudretiyledir. Şu var ki şer Allah (cc)'a isnad edilemez. Ancak şeytana isnad edilebilir. Bundan ötürü Eyyub aleyhisselam, bu halinde dahi edebini koruyarak ken*disine gelen zararı şeytana atfetmiştir. Nitekim İbrahim aleyhisselam da, «(O Rab) ki beni yaratan ve bana doğru yolu gösterendir. Bana yediren, bana İçiren O'dur. Hastalandığım zaman bana şifa veren O'dur.» (Şuara: 78-80) âyetinde görüldüğü gibi yedirmeyi ve icirmeyi Allah (cc)'a, hastalığı da kendisine nisbet etmiştir.


Zemahşerî: «Şeytan ona vesvese verdiğinde o şeytana kulak verince Allahu taala ona bela ve azab verdi. Bunun için de bela ve azabı Allah (cc)'a değil; şeytana isnad etmiştir. Fakat gerçekte o musibeti Allah (cc) vermişti. Bunları bildiği holde bela ve ozabı şeytana isnad etmiştir.» [1]


Dördüncü İncelik: Süfyan-ı Sevri (ra)'ye belalara müptela olduğu hol*de sabreden (Eyyub aleyhisselam gibi) kulla, dünyanın bütün nimetleri verildiği halde şükreden (Süleyman aleyhisselam gibi) kuldan soruldu. «İkisi de eşittirler.» dedi. «Zira Allahu toala sabreden ve şükreden her İki kulu da sena etmiştir. Eyyub aleyhisselam hakkında, tO, ne güzel kuldu.» Süleyman aleyhisselam hakkında «(Süleyman) ne güzel kuldu.» (Sâd: 30) buyurmuştur.» [2]


Beşinci İncelik: Eyyub aleyhisselamın sabrı örnek gösterilir. Zira o, malına, canına ve ehline gelen musibetlere, en tercih edilen kavle göre onsekiz yıl sabretmiştir. Rivayete göre hanımı, şifa bulması için dua et*mesini İster. Hanımına, «Biz fcac sene rahat yaşadık?» diye sorar. Hanımı, «Yetmiş sene.» der. Bunun üzerine, «Hayret edenim sana. Yetmiş sene ni*mette yaşadık. Sabret de bir o kadar da meşakkat İçinde yaşayalım.» der.


Bazı tarihçilere göre de hanımına, «Allahtan şifa istemeye utanıyo*rum. Çünkü sıhhatli ve nimetli geçirdiğim gün kadar hastalık ve yoksul*luk geçlrmedim.» demiştir. Bundan ötürü Eyyub aleyhlsselamın sabrı ör*nek gösterilir.




Âyetlerdeki Şer'i Hükümler


Birinci Hüküm: Eyyub Aleyhtssetamtn Hanımım Dövmek İçin Yemin Et*mesinin Sebebi Nedir?



«Eline bir demet sap at da onunla vur. Yemininde durmazlık etme.» âyetinin zahiri, Eyyub aleyhisselamdan hanımını dövmek İçin yemin sadır olduğuna delalet eder.


Müfessirler, Eyyub aleyhisselamın şayet şifa bulursa hanımına yüz so*pa vurmak için yemin ettiğini söylerler. Allahu taala da yeminini yerine getirmek için zevcesine bir demet sapta vurmasını emretmiştir. Fakat âyet*te yemininin sebebi zikredilmemiştlr.


Bazı müfessirler yemin için uzun uzun birtakım sebeblerden söz et*mişlerdir. Fakat bunlar yazmaya değer nitelikte doğru bir haber değildir*ler.


Bazı tarihçiler şöyle demektedirler: Eyyub aleyhİsSelamm zevcesi has*talığında ona çok iyi bakmıştır. Hastalık uzadıkça bıkmaya başlamıştır. Şeytan bir doktor kılığına girerek onun yoluna çıkar. Kadın onu görünce, «Şurada bir hasta var. Onu tedavi edebilir misin?» der. Şeytan, Dilerse onu tedavi ederim. Fakat bir şartım var. Şifa bulduğunda bana, «Beni sen iyileştirdin.» desin.» cevabını verir. Zevcesi bunu Eyyub ateyhisseiama haber verir. Eyyub aleyhisseiam, «O senin gördüğün şeytandır. Allah (cc) İçin üzerime borç olsun ki, eğer iyileşirsem sana yüz sopa vuracağım.» der. Rivayete göre Eyyub ateyhisselamın yemininin sebebi budur. [3]


Bazıları da şöyle bir hikaye anlatırlar: İblis, Eyyub aleyhisselamın zev*cesine, «Eyyub'u hasta eden benim: Ben yerin tanrısıyım. Eğer bana bir defa secde edersen onu İyileştirir v© zenginliğine yeniden kavuştururu m. ı der. O da bunu Eyyub aleyhisselama haber verir. Eyyub aleyhisseiam, «O şeytandır. Allah (cc) adı İle yemin ederim ki, İyileşirsem sana yüz sopa vuracağım» der.


Allah (cc)';n kitabı olan Kur'anda Eyyub aleyhisselamın kıssası hak*kından herhangi bir tafsilat yoktur. Bundan ötürü onun hastalığı ve zevcesini döğmek için yaptığı yemin hakkında çeşitli hayalî rivayetler, yo*rumlar yapılmıştır. Bunların bir kısmı zaten batıldır. İnanmak sahih değil*dir. Bir kısmı da zayıftır.


İbnü'l-Arabî: «Bazı müfesslrlerln zikrettikleri, «İblisin göğün yedinci katında bir yeri vardır. Allah (cc)'tan Eyyub aleyhisselama musallat edil*mesini İster. Allahu taala da, «Seni onun malına ve ehline musallat et*tim.» der.s> rivayeti batıl ve son derece çirkindir. Çünkü şeytan Allah (cc)'-tn lanet ve gazabıyta cennet ve göklerden koğulmuştur. Koğulmuş şey*tan nasıl olur da rıza makamı olan yedinci kata çrkor, peygamberlerin makamında dolaşır? Bu, İslama aykırı olduğu gibi son derecede zararlıdır da.


«Eyyub aleyhisseiam hakkındaki kıssalardan birisi de şöyledir: «Şey*tan Eyyub aleyhisselama musallat edilmesi hususunda Allah (cc)'tan te*mennide bulunur. Allahu taala iblise, «Kulum Eyyuba birşey yapabildin mi?» diye sorar.» Bu kıssa da kesin surette asılsız ve batıldır. Çünkü Al*lahu taala İblisin askerleri olan kafirlerle konuşmaz. Nasıl olur da onları saptıran İblisle konuşur?


«Müfessirlerin bazı nakillerinde de şöyle denilmiştir: Atlahu taala şey*tana, «Seni Eyyub'un malına ve ehline musallat ettim. Onlara dilediğini yapabilirsin.» buyurmuştur. Bu herne kadar mümkünse de hakikatten u-zaktır.


«Bir başka nakilde de, Allah (cc) şeytanı Eyyub aleyhisselama musal*lat edince şeytan Eyyub aleyhisselamtn cesedine üfürmüş, onu hasta et*miş. Bu nakil de hakikatten uzaktır, Allahu taala Eyyub aieyhisseiamın düşmüş olduğu hastalık ve sıkıntıları şeytanın hiçbir İlgisi olmadan yap*maya kadirdir. Allahu taalanm lanetlediği şeytana böyle bir fırsat verib de mümtaz peygamberlerinin canlarına, mallarına, ehl ve eyaline musal*lat etmesi mümkün değildir. Çünkü şeytana böyle bir fırsat verilmesi onu sevindirir. Allahu taala ise peygamberleri her yönüyle şeytanın iğva ve za*rarlarından korumuştur, [4]


«Bazı müfessirlerin, «Şeytan Eyyub (sav)'un zevcesine, «Ben yerin tannsıyım. Eğer bana secde edersen kocanı İyileştiririm.» der.» sözlerin© gelince, kesin olarak bilinmelidir ki, herhangi bir insan hasta olduğu za*man kendisine nakildeki gibi, «Ben yerin tannsıyım.ıt denilse, değil bir peygamber karısı, hiçkimse bunu kabul edemez. Bir peygamber karısı na*sıl olur da ona inanır ve böyle bir şüpheye düşer. Böyle birşeyi, bedevi bir hayat yaşayan cahil bir çobanın karısı bile kabul etmez.»


İbnü'l-Arobî sözlerine şöyle devam eder: «Eyyub aleyhisselamın has*talığı ve sıkıntısı Kur'anda iki âyette zikredilmiştir. Birincisi mevzumuz, «Hakikat şeytan bent yorgunluğa (meşakkata) ve azaba (hastalığa) uğrat*tı.» âyeti, ikincisi, «Hakikat bana (bu) dert (gelip) çattı. Sen esirgeylcilerin eslrgeyiçişisin.» (Enbiya: 83) âyetidir. Eyyub aleyhisseiam hususunda Re-sulullah (sav)'ın buyurduklarına gelince: Buharî ve Nesaî'nin Ebu Hüreyre (raj'den rivayet ettikleri, «Eyyub aleyhisseiam çıplak olarak guslediyordu. Üzerine altından çekirgeler döküldü. Eyyub aleyhisseiam da onları top*ladı. O zaman Allahu taala, «Ben seni gördüklerinden daha zengin etme*dim mi?» buyurdu. Eyyub aieyhisselam, «Evet ya Rabbi, beni daha zen*gin ettin. Şu var ki, senin bereketinden vereceğine karşı zengin değilim.» dedi.» hadîsinden başka toirşey yoktur, öyleyse bu haberler kimden ve hangi lisanla gelmiştir? Âyet ve hadis dışındaki haber ve kıssaların hepsi İsraillyattır. Alimler Israiliyattan kesin olarak kaçınmalıdır. İsrailiyatla İl*gili satırlar görüldüğü zaman yüz çevlrilmelidir. İşitiidlğinde kulaklar ti-konmalıdır. Çünkü Israiliyat akla birçok havailer getirir, kalbte fitne ve meşakkatlere sebeb olur.» [5]


Eyyub aleyhisselamın sabrının sübutu, hakkında Israililer kanalıyla gelen haberlere İnanmak lazım gelmez. Bazı müfessirler inceleyip araştır*madan kitaplarına bu haberleri almışlardır. İsraiiilerden gelen rivayetlerin hiçbirisinin senedi yoktur. Bununla birlikte bu gibi olayların peygamberle*re isnad edilmesi hiç doğru değildir. Çünkü bu haberler onların ismetine aykırı ve yüksek mevkilerine layık değildirler. Bu hususta müminlerin yap*ması gereken, Kur'an-ı kerimde zikredildiği kadarıyla yetinmek ve hura*felerden de yüz çevirmektir.


Bu hurafelerden bir örnek verelim: İsralli haberlere göre Eyyub aley-hlsselam o kadar ağır hasta idi ki, hastalığından ötürü etleri dökülmüş, vücudunda kurtlar meydana gelmişti. Bu hastalığından ötürü dost ve ya*kınları bile İğrenerek kendisini terketmişti. Bu durumuna zevcesinden başka kimse sabredememlşti. Son zamanlarda evinden de çıkarılarak bir mez*beleliğe atılmıştı, işte bunların hepsi yalan, asılsız 'kıssalardır. Çünkü pey*gamberin İsmetine aykırı şeylerdir.


Eyyu,b aleyhisselamın yakalandığı hastalık, etle deri arasında çok şiddetli ağrılar veren bir hastalıktı. Bu dayanılmaz bir ağrıydı. Zaman geçtikçe hastalık öyle şiddetlenmişti ki, buna bir peygamberden başka kimse dayanamazdı. Halkın nefret edeceği, tiksinip kaçacağı bir hastalık değildi. Bizce bilinmeyen herhangi bir sebebten dolayı Eyyub ateyhisselam zevcesine kızarak yüz sopa vuracağına yemin etmişti. Allahu taala da onun bu yemininden ötürü günah İşlememesi için bir demet sap alarak onunla bir defa vurmasını ve böylece yeminini yerine getirmesini emret*miştir. Allahu taala onun sabrına karşı da şifa vererek eskisinden daha sıhhatli ve daha zengin hale getirmiştir. [6]

Prof. Dr. Sinsi 08-04-2012 03:35 AM

Tefsir Dersleri...
 

İkinci Hüküm: Terbiye İçin Karının Dövülmesi Mubah Mıdır?



Bazı alimler, bu âyetlere dayanarak, kadının terbiye için dövülmesi*nin caiz olduğuna hükmetmişlerdir. Zira Eyyub aleyhisseiam, bir hata*sından ötürü karısına yüz sopa Vuracağına yemin etmiştir. Allahu taala da onun yeminini yerine getirmeyerek günahkâr olmaması İçin zevcesine vurmasına emretmiştir. Eğer terbiye için kadın dövmek caiz olmasaydı Allahu taala ona vurmasını emretmez ve şefkatli bir yol göstermezdi.


Bu âyetlerde aynt zamanda terbiye hududlan dışında kadının dövül*mesinin caiz olmadığına da işaret vardır. Bundan ötürü Resulullah (sav) Veda Hacct'nda verdiği hutbede, «Kadınlar size karşı İsyan ettikleri zaman onları hafifçe dövün.» buyurmuştur. Bu hadis herne kadar kadının dö*vülmesine cevaz verse de •kadının dövülmesinde yine de kerahet vardır. Çünkü Resulullah (sav), «Allah (cc)'tn kullarını dövmeyiniz.» buyurmuş*tur. Hz. Ömer Resulullah (sav)'a gelerek, «Ya Resuluilah, kadınlar koca*larına karşı isyan ettiler.» deyince, Resulullah (sav) da onların terbiye*leri İçin dövülmelerine ruhsat vermiştir.


Bu arada kadınlar da ResuluDoh (sav)'ın zevcelerine gelerek koca*larından şikayette bulunmuşlardır. Bunun üzerine Resulullah (sav), «Muhammedln ehline kadınlar gelerek kocalarından şikayette bulunmuşlardır. Onlar sizden daha hayırlı değillerdir.» buyurmuştur.[7]


Cessas şöyle der: «Allahu taalanın terbiye hususunda dövülmeyi zik*rettiği kadınlar kocalarına karşı geçimsiz ve asi .kadınlardır. Çünkü Allahu taala, «Şerlerinden, serkeşliklerinden yıldtğınız kadınlara gelince, onlara (evvela) öğüt verin (vazgeçmezlerse) kendilerini yctoklarfınjda yalnız bı*rakın. (Yine kar etmezse) dövün.» (Nisa: 34) buyurmuştur.»


Eyyub aleyhisselamın kıssasında geçen âyet îse, Eyyub aleytrissela-mın karısını serkeşliğinden dolayı değil, terbiye İçin dövdüğünü İfade et*mektedir. «Erkekler kadınlar üzerinde hakimdirler.» (Nisa: 34) ayetine ge*lince; bu âyetin delalet ettiği hüküm de aynen Eyyub oleyhisselam kıssa-sındaki gtbt, kadının serkeşliği için değil, terbiye İçin dövülmesine dela*let eder. Çünkü rivayete göre Resulullah (sav) zamanında bir sahabl karı*sının yüzüne bir tokat vurunca kadının yakınları bunun kısasını İstediler.


Bunun üzerine, «Erkekler kadınlar üzerine hakimdirler.» âyeti nazil oldu.




Üçüncü Hüküm: Bir Demet Sapla Vurmak Eyyub Atoyhteselâma Hat Bir Hüküm Müdür, Yoksa Umumi Midir?



"Alimler, Allahu taalanın Eyyub aleyhisselama yeminini yerine getirme hususunda emrettiği yüz sopa yerine bir demet sapla vurmanın yalnız ona mı, yoksa bütün ümmete mi olduğu hususunda İhtilaf etmişlerdir.


Mücahid (ra)'e göre bu hüküm yalnız Eyyub aleyhisselama hastır. Bu görüş İbni Abbas (ra)'tan da nakledilmiştir. İmam Malik (ra) İle Ahmed bin Hanbel (ra)'in görüşleri de böyledir.


- Ata ile Ibnl Ebi Leyla ise, bu hüküm yalnız Eyyub aleyhisselamo has değil, bütün müslümanlara umumidir demişlerdir. Hakikaten bu ruhsat Allah (cc)'ın bir fazi ve keremi olarak bütün ümmet için bir ruhsattır. İmam Şafii (ra) ve Ebu Hanife (ra)'nin görüşleri de budur. [8]




Dördüncü Hüktim: Terblye İçin Kadına Vurulacak Darbın Ayrı Ayrı Vu*rulması Şart Mıdır?



Alimler bu hususta ihtilaf etmişlerdir. Mesela, birisi, cariye ve kölesine on sopa vuracağına dair yemin etse^ on sopayı bir araya getirerek vur*ması kafi midir, yoksa darbları tek tek mi viîrmalıdır?


İmam Malik (ra) ve İmam Ahmed (ra)'e göre tek tok vurmadığı tak*dirde yeminini yerine getirmiş olmaz.


imam Ebu Hanife (ra) ve İmam Şafii (ra)'ye göre İse, öyle bir kişi on sopayı bir araya getirerek bir defa vurması, yeminini yerine getirmek için kafidir. On sopa ile bir defa vurduğunda yalnız bir sopa isabet etse bile sonuç aynıdır. Tek tek vurmasına lüzum yoktur. [9]


Birinci görüşün delilleri:


1- Sopaları birleştirerek bir kere vurmak, Eyyub ateyhisselama mahsus biz hükümdür. Çünkü Altahu taala, «(Ey Musanın, Isanın, Muham-medln ümmetleri) sizden her biriniz için bir şeriat, bir yol tayin ettik.»


(MakJe: 48) buyurmuştur. Eyyub aleyhisselamın zevcesi ise yüz sopayı hakedecek birşey yapmamıştır. Allahu taala, Eyyub aleyhisselamin yemi*nini yerine getirmesi İçin kolay bir hüküm getirmiştir.


2- Misaldeki yemin eden kişi, vurmaya yemin etmişti. Bu yeminden maksat da ona acı vermektir. On sopayt bir defada vurmakta tek tek vur*mak gibi acı yoktur.


3- Yeminler niyetlere gördedir. Niyet olmadığı takdirde yeminde sar-fedilen sözün kelime anlamına ve halkın örfüne bakılır. Kelime anlamı ba*kımından on sopayı birleştirerek bir defa vurmak, on sopa vurmak demek değildir. Şu halde böyle yemin eden kişinin lügat ve örf bakımından da tek tek vurması lazımdır.


İkinci görüşün delilleri:


1- Eyyub aleyhisselomın kıssasında varld olan hüküm umumidir. Bizim şeriatımızda neshedici bir hüküm bulunmadıkça, evvelki peygam*berlerin şeriatları bizim için de geçerlidir.


2- Ensarilerden ve bazı sahabilerden yapılan rivayete birisi ağır bir hcstalığa yakalanmıştı. Yalnız bir deri, bir kemik kalmıştı. Bu halinde iken yanına gelen bir cariye ile münasebette bulundu. Daha sonra ziyaretine gelen yakınlarına başından geçenleri anlattı. Onlar da giderek hadiseyi Resuluilah (sav)'a haber verdiler. Resulullah (sav)'o, «Biz şimdiye kadar böyle bir hastalık görmedik. Eğer onu buraya getirseydi kemikleri dağı*lırdı. Çünkü o yalnız deri ile kemik kalmış» dediler. Resulullah (sav), «Yüz ince hurma dalını birleştirerek ona bir defa vurun.» buyurdu. [10]


Âyet de bu kavlin zahiren sıhhatine delalet eder. Çünkü yüz sopayı birleştirerek vuran adama, vurmuş denilir. Bu vuruşla yeminden de kurtul*muş olur.


3- Hanefi ve Şafii ulemasına göre, Eyyub aleyhisselam Kur'anın hükmü uyarınca bir demet sapla vurarak yeminini yerine getirmiş ve ye*mininden dolayı bir günah kazanmamıştır. Çünkü Allahu taala, «Eline bir demet sap al da onunla vur. Yemininde durmazlık etme.» buyurmuştur. Yalnız şu var ki. bu hüküm bütün hallerde uygulanamaz. Ancak hadfsle varid olan olayın benzerlerinde uygulanabilir.




Beşinci Hüküm: İslâm Şeriatında Hile Yapmak Caiz Midir?



Cessas şöyle der: «Âyette yapılması caiz olan şeylerde kendi nefsin*den veya gayrından bir 'kötülüğün defi İçin hile yapmanın caiz olduğuna delalet vardır. Çünkü Allahu taala Eyyub aleyhlsselama, yeminini yerine getirmek için karısına bir demet sapla vurmayı emretmiştir. Bu vuruşla zevcesine acı da vermemiştir.» [11]


İşte, yapılması caiz olan birşeyde kendisinden veya gayrından her*hangi bir mekruh şeyi gidermek için hile yapılabilir. Bu, şeriatta kabul edilen hilenin ölçüsüdür. Allah (cc)'ın farz ettiklerinden kaçmak için yapı*lan hile İle Allah (cc)'ın İnsanlara farz kıldığı zekat gibi şeylerden kaçın*mak için hile yapmak caiz değildir. Hiçbir selim akıl sahibi de böyle bir hileye başvurmaz. Çünkü Allahu taalanın farzları yerine getirilmek için farz kılınmıştır. Vazedilen hadler de yeryüzünde uygulanmak İçin meşru kılınmıştır. Yoksa Allah (cc)'ın ahkamını oyuncak etmek İçin değil.


Bazı alimler ise mevzumuz âyet ve «Vaktaki (Yusuf) onfann (zahire) yüklerini hazırladı. Su kabını öz kardeşinin yükü içine koydu. Sonra bir münadî {arkalarından) şöyle bağırdı: «Ey kaille (durun), siz şüphesiz hır*sızlarsınız.» (Yusuf: 70} âyetine dayanarak hilenin kayıtsız şartsız caiz ol*duğuna hükmetmişlerdir. Halbuki hadise hiç de bu alimlerin zannettiği gibi değildir. Çünkü Yusuf aleyhisselamın kardeşlerine yaptığı o hile, kar*deşlerinden daha üstün olduğunu İzhar için Allah (cc)'ın izni ile yapılmış*tır. Zira Allahu taala, «Yoksa o padişahın dinine göre kardeşini (esir ola-rak) tutabilecek değildi. Meğer ki, Atlanın İradesi ola.» (Yusuf: 76) buyur*maktadır.


Alusî şöyle der: «Bana göre, herhangi bir şer'i hükmü ibtal edecek, bozacak hile kabul edilemez. Mesela, hile Ne zekattan kurtulma gibi.» [12]




Altıncı Hüküm: Allah’ın Fiilleri Maslahata Tabii Midir?



Fahreddin Razi şöyle der: «Eyyub aleyhisselamın kıssası, Allah (cc)'ın fiillerinin maslahat ve mefsedetlerle Hletlenmekten uzak olduğuna dela*let eder. «O yapacağından mesul olmaz, fakat onlar mesul olurlar.» (En*biya; 23) âyeti de açıkça buna delalet etmektedir. Çünkü Eyyub aleyhisse*lam Allah (cc)'a karşı hiçbir günah İşlememiştir ki bu günahın karşılığı olarak bela ve hastalığa maruz kalsın. Onun hastalığa yakalanması herne kadar fazla sevaba nail olmasına vesile olmuşsa da Allahu taala vasıtasız olarak insana her hayır ve menfan vermeye kadirdir. Öyleyse Allahu taala*nın fiillerinin maslahatla illetli olduğunu İddia etmek, delilsiz bir iddiadır. Sarih olan, «O yapacağından mesul olmaz, fakat onlar mesuf oluriar.» âyetinin İfadesidir.» [13]




Yedinci Hüküm: Yemini Yerine Getirmek Mi, Bozup Kefaret Vermek Mi Daha Efdaldlr?



Âyeti kerime, eğer yemini yerine getirmekte bir günah yoksa, yerine getirmenin kefaret vermekten daha efdal olduğuna delalet eder,


İbnl Teymiye şöyle der: «Eyyub aleyhisselamın şeriatında zaten ye*min kefareti yoktu. Eğer olsaydı Allahu toala kefaret vermesini emreder*di.»


İbnü'l-Arabî de Teymlye'den önce aynı görüşü İleri sürmüştür.


Kurtubî: «İbnü'l-Arabî ve benzerlerinin «Eyyub aleyhisselamın şeria*tında kefaret yoktur.» demeleri sahih değildir. Zira Eyyub aleyhlsselom, İbni Şihab'ın rivayet ettiği hadiste görüldüğü gibi onsekiz sene gibi bir zaman süren hastalığı sırasında İki arkadaşı ona, «Sen öyle bir günah İş*lemişsin ki, biz öyle bir günahı kimsenin İşlediğini zannetmiyoruz», der*ler. Eyyub aleyhisselam, «Sizin ne demek istediğinizi anlamıyorum. Yalnız Rabblm bilir ki, birgün yoldan geçerken iki kişinin ayrı ayrı Allah (cc)'ın adı İle yemin ettiklerine şohid oldum. Eve dönünce onların yeminlerinin kefaretini vereyim de yeminlerini bozdukları takdirde günahkâr olmasın*lar diye azmettim.» dedi. Eve dönünce hastalığa yakalandı. Allah (cc)'a nida ederek, «Hakikat bana (bu) dert (gelip) çattı. Sen esirgeyicilerin eslr-geyicislsln.» (Enbiya: 83} dedi. Bu hadis, Eyyub aleyhlsselamın şeriatında da kefaretin olduğunu göstermektedir. Ayrıca başkasının yerine ondan izin almadan kefaret vermenin caiz olduğuna ve o adamın üzerinden ke*faretin düşeceğine de açık işaret vardır.» [14]




Âyetlerden Alinacak Dersler



1- Allahu taala, Eyyub aleyhisselama imtihan ve derecesini yük*seltmek için hastalık ve darlık vermiştir.


2- İnsanlar bu dünyada imanları ölçüsünde belaya uğrar. Bu yüz*den en büyük belallarta peygamberler karşılaşır.


3- Bir darlık ve hastalıktan ötürü Allahu taalaya şikayette bulun*mak sabra aykırı değildir.


4- Allahu taala insanları hem fakirlikle, hem de zenginlikte imtihan eder. Gerçek mümin hem fakirliğinde, hem zenginliğinde, hem hastalığında, hem de sağlığında şükrederidir.


5- Allah (cc)'a karşı takva olunduğu zaman Allahu taala Eyyub aleyhisselama yaptığı gibi, karşılaşılan sıkıntılardan bir çıkış yolu verir.


6- Ailahu taala, Eyyub ateyhlsselamın zevcesini, hastalığında gös*terdiği sabra karşılık, ona yüz sopa yerine bir demet sapla vurmasını em*rederek mükafatlandırdı.


7- Herhangi birisinin hakkını İptal etmek veya şer'î bir hükmü bozmak için olmayan hileler caizdir.


8- İnsan, yapmış olduğunu yemini yerine getirmelidir. Eğer şer'î bir maslahat varsa ve yenini yerine getirmekte bir günah varsa kefaret vermek daha efdaldir.




Âyetlerdeki Teşri'î Hikmetler



İslâm, her husus ve ahvalde insan toplumuna hükmetmek İçin teşriat ve talimlerle nazil olmuştur. Bundan ötürü de her İş için ayrı ayrı hüküm getirmiştir. Bu hükümlerde insanların birbirine aykırı fıtratlarına riayet edil*diği gibi, şer'İ hüküm ve teşriatın masahatlarına da riayet edilmiştir. Me*sela, şeriat kadının dövülmesine cevaz vermiş fakat buna bir smır koymuştur. Herşeyden önce kadına vurulacak darpların kırıcı ve yaralayıcı olmaması ve terbiye hududlarını aşmaması lazımdır. Fakat buna rağmen karısını döven kocanın İyi birşey yapmadığını kabul etmiştir. Kadınları dövmek hususunda verilen ruhsat, serkeş kadınlar içindir.


İslâm Şehidi Seyyid Kutub, Fizilal adlı eserinde şöyle der; «Eyyub aleyhisselamın hastalıkla müptela olması ve buna karşılık sabretmesi her*kes tarafından bilinen meşhur bir hadisedir. Bu yüzden herhangi bir sıkın*tı ve hastalığa duçar olan kimseye Eyyub aieyhisselam Örnek gösterilerek sabır tavsiye edilir. Şurası muhakkaktır ki, bu hadiseye o kadar israillyat karıştırılmıştır ki, adeta uydurma hikayeler onun hakikatini kaybettirmek*tedir. Bu hususta en emin yol Kur'anda bildirilenle iktifa etmektir. Eyyub aieyhisselam salih, tövbekar bir kuldur. Allahu taala ona ağır bir hastalık verdiği halde o yine de sabretmtştir. Hastalığı yüzünden sağlığı gittiği gibi malı ve ehli de elinden gitmiştir. Yalnız zevcesi kalmıştır yanında. Buna rağmen onun Allah (cc)'a olan güvenci sarsılmadı. Allah {cc)'tan gelene razı oldu ve kulluğuna devam etti.


«Şeytan aleyhillane ona yakınlığını sürdüren dostlarına vesvese ve iğva verdi. Eğer Allahu taala Eyyub aleyhisselamı sevse idi ona bu has*talığı vermezdi diye düşündüler. Gelip Eyyub aleyhisselama düşündükleri*ni de söylediler. Bu sözler Eyyub aleyhisselamı hastalığından daha çok üzdü. Bu vesveselerden bazısını ailesi naklettiği için kızarak «İyileşirsem sana yüz sopa vuracağım.» diye yemin etti. İşte o zaman Allah {cc)'a şekva ve niyazla teveccüh ederek şeytanın diğerlerinin aracılığı ile ken*dine eziyet verdiğini ifade ederek, «Hakikat şeytan beni yorgunluğa (me-şokkata) ve azaba (hastalığa) uğrattı.» dedi. O zaman Allahu taala, ezel*de bildiği gibi, onun doğruluk ve sabrını, şeytanın eziyet ve teşebbüslerin*den nefret ettiğini görerek rahmetiyle hastalığına son verdi, sıhhatini iade etti. Ona ayağını yere vurmasını emretti. Yerden fışkıran sudan içmesini ve onunla yıkanmasını buyurdu. Eyyub aieyhisselam böylece şifa buldu. Bu meseleyi, Allahu taala Kur'an-ı kerimde , «Ayağınla vur (yere dedik). İşte hem yıkanacak, hem İçecek soğuk {bir su). Ona hem ehlini, hem on*larla beraber bir mislin), bizden bir rahmet ye temiz akıl sahipleri için de bir ibret olmak üzere, bağışladık.» âyetleriyle beyan etmiştir.


«Bazı rivayetlere göre Allahu taala Eyyub aleyhisselamın ölen oğul*larını diriltmiş ve ona dirilttiği evladları kadar da fazladan evlad vermiştir. Halbuki Kur'an-ı kerimin nassında Eyyub ateyhisselam için ölüleri dirilt*mesine değil sarahaten, işareten bile delalet edecek birşey yoktur. Belki, «Ona hem ehlini, hem onlarla beraber bir mislini...» âyetinin manası, Allahu taala ona sıhhat ve afiyet verdikten sonra, ona göre gaib gibi olan ehlini ve çocuklar.nı iade etti ve akıl ve İdrak sahihlerine uyan olacak şekilde fazi ve ihsanından onların sayısı kadar mal ve evlad verd. demek*tir Bu kıssada mühim olan Allahu taalan.n verdiği bela ve musibetler kor-şısmda sabrederek Allah (cO'ın nimet ve fazlına nail olmasını görmektir. Çünkü onlar Allah (cc)'ın haklarında hükmettiklerine razı olmuşlardır.


«Zevcesini dövmek için yemin etmesine gelince. Allahu taalanın onfl eline bir demet sap alarak vurmasını emretmesi, hem ona, hem de onur hizmetinde bulunan ve bu hizmetinde sabır gösteren zevcesine *>lr rah*metidir Bu emirle onun yemininden dolay, günahkar olması önlenmiştir «Eline bir demet sop ol da onunla vur. Yemininde durmazlık etme.» Yemi ni yerine getirmekte gösterilen bu kolaylık ve iyileştikten sonra verilen bı nimetler Eyyub aleyhisselamm bela ve musibetlere sabrının, taatının güzel liginin ve Allah (cc)'a sığınmasının karşılığıdır. «Biz onu hakikaten sabırl bulduk O, ne güzel kuldu. Hakikat o, dalma (Allaho) dönen {bir zat) Idl.[15]






--------------------------------------------------------------------------------


[1] Zemahşeri. Keşşaf. Ebu Hayyan, agö, C. 7. S. 400.


[2] Kurtubl, age, C. 13. S. 215.


[3] Süyûtî. Bge, C. 5. S. 316.


[4] Kuranda şöyle buyurulmuştur: .(İblis) Ey Rabbira, dedi, beni azdırdığın şeye (rahmetinden tard etmene) mukabil ben de andolsun yerfyüzönlde onlar (in msslyetlerini) herhalde süsleyeceğim. Onların hepsini, toptan, mu*hakkak ki azdıracağım. Ancak onlardan Ihlasa erdirilmiş kutların müstes*na.* Buyurdu ki: *fşte bu bana göre (hak ve layık) olan doğru bir yoldur. Benim kullarımın üzerinde senin hiçbir tahakkümün yoktur. Meğer ki azıp sapanlardan sana tabi olanlar olsun.* (Hicr: 30-41). Bu ayetler açıkça gös*teriyor ki, İblis ancak kendisine tabi olanlara tahakküm edebilir. Nebtlnr İse şeytana uymaktan uzaktırlar. (Çev.)


[5] İbnü'l-Arabi, Ahkamü'l-Kur'an'datı özetle. Kurtubi. age, C. 15. S. 209.


[6] Bu hususta tafsilat arayanlar ibni Kesir, Ebu Hayyan ve Alusl tefsirlerine baksınlar.


[7] Ebu Davud, Nesai. Buharl tarihinde.


[8] Alusl, Kurtybl. Cessas, İbnü'l-Arabi. 364


[9] Cessas. age, C. 3. S. 382.


[10] Ebu Davud.


[11] Cessas, age, C. 3. S. 384.


[12] Alusi, age. C. 23. S. 209.


[13] Fahreddin Razi, age. C. 7. S. zos'den özetle.


[14] Kurtubl, age. C. 15, S. 215.


[15] Seyyid Kutub. FtaitaM Kui-an. C. 23. S. 101 - 103'ien özette.

Prof. Dr. Sinsi 08-04-2012 03:35 AM

Tefsir Dersleri...
 

60. DERS İSLAM'DA SAVAŞ. 2


Ayetlerin Lafzı Tahlili 2


Ayetlerin İcmali Manaları 2


Âyetlerin Tefsirindeki İncelikler 2


Âyetlerdeki Şer’i Hükümler 3


Birinci Hüküm: Ayetteki «Küfredenler» Kimlerdir?. 3


İkinci Hüküm: Âyetteki «Boyunlarını Vurun»dan Maksat Nedir?. 3


Üçüncü Hüküm: «Yeterkl Harb (Erbabı) Ağırlıklarını Bıraksın» Âyetinden Maksat Nedir?. 3


Dördüncü Hüküm: Esirleri Öldürmek Caiz Midir?. 4


Beşinci Hüküm: Esirden Fidye Olmak Caiz Midir?. 4


Ayetlerden Alınacak Dersler 6


Ayetlerdeki Teşriî Hikmetler 6


61. DERS BAŞLANILAN AMELİ TERKETMENİN HÜKMÜ.. 7


Ayetlerin lafzî tahlili 7


Âyetlerin İcmali Manaları 7


Faydalı Bir Uyarı: 7


Ayetlerin Tefsırindeki İncelikler 7


Başlanılan Ameli Terketmenin Hükmü. 8


Ayetlerdeki Şer'ı Hükümler 8


Birinci Hüküm: Başlanılan İbadetin Tamamlanmadan Terkedilmeslnin Caiz Değildir 8


İkinci Hüküm: Düşmanlarla Sulh Yapmak. 9



60. DERS İSLAM'DA SAVAŞ



4 — Onun İçin küfredenlerle (muharebede) karşılaştığınız vakit bo*yunlarını vurun. Nihayet anfan mecalsiz bir hale getirdiğiniz zaman artık bağı sıkt tutun. (Ondan) sonra İse ya İyilik (yapın) yahut fktye (alın). Ye*ter ki harb (erbabı) ağırlıklarını bıraksın. (Emtr) böyledir. Eğer Alfah dJ-leseydi onlardan (muharebeslz olarak da) elbet İntikam alırdı. Fakat (mu*harebeyi emretmesi) sizi birblrintzle İmtihan etmesi içindir. Allah yolunda öldürülenlerin amel (ve hizmet) terini asla boşa çıkarmaz O.


5 — Onlara muvaffakiyet verir, hallerini iyileştirir.


6 — Onları kendilerine tanıttığı cennete sokar.




Ayetlerin Lafzı Tahlili



(Eshentümûhüm); Eshentümû, ishan kökünden gelen bir fiildir. İshan herşeyin şiddet ve kuvvetine denir. Âyetteki mana*sı, «ontart mecalsiz hale getirdiğiniz zaman» demektir.


(Elvesâge): Bağ demektir.


(Mennen); Alınan esiri karşılıksız olarak salıvermektir.


(Fidâen): Esiri fidye karşılığı serbest bırakmak.


(Evzâreha); Evzâr, vizr'in cpğuludur. Vizr, günah -ve ağır yük demektir. Ayette vizr'den maksat, silah ağırlığıdır.


(Lentasara mtnhüm): Onlardan yardım kabul etmek. Buradaki manası, «Eğer Allah dlleseydi onlardan (muharebesiz ola*rak da) elbet intikam alırdı.»




Ayetlerin İcmali Manaları



Allahu taala müminlere savaşta kafirlerle karşılaştıklarında onlara şgfkatü olmamalarını emretmiştir. Kılıcı boyunlarına vurduklarında şiddet*le vurup adeta bir ekini hasat edercesine onları biçmeyi emretmiştir. On*lar yenildikleri, güçleri kındığı ve esir edildikleri zaman da bağların sıkı tutulması lazımdır. Savaş bittikten sonra alınan esirler, dilenirse karşılık*sız olarak serbest bırakılır veya yakınlarından müslümanların güçlenmesi ve müşriklerin ekonomik sakıntıya düşürülmesi İçin fidye alınmalıdır


Altahu taala düşmanlarından müminler ile kafirler arasında hiç savaş yapılmadan rta İntikam almaya kadirdir. Öyleyse savaşı niçin meşru kıl*mıştır. Savaştan maksat, müslümaniarı imtihandır. Allah (cc) yolunda kar*şılaşacakları eza ve cefaya karşı sabretmeleri içindir. Çünkü Allahu taala, «Yokso siz —Allah İçinizden savaşanlarda sat/aşmayanlar)ı belli etmeden— sebat edenler(le etmeyenler)) belli etmeden cennete girivereceğinizi mi sandınız.» (Al-i İmran: 142) buyurmaktadır.


Allahu taala şehid olanların amellerini boşa çıkarmayacaktır. Onlar cennet bahçelerinde sevineceklerdir. Allahu taala âyetin sonunda cihad İçin teşvik etmektedir, Müminler cihad vasıtasıyla iki güzel şeyden birine kavuşacaklardır. Birisi dünyada zafer, diğeri Allah yolunda şehadet ve cennettir.




Âyetlerin Tefsirindeki İncelikler



Birinci İncelik: Kur'an, «kati» kelimesi yerine «boyunlarını vurum tabirini kullanmıştır. Zira «boyunlarını vurun» tabiri, «onları Öldürün» tabirinden daha şiddetlidir. Boynu vurularak öldürülmek, ölümlerin en çirkin şeklidir. Gövde sağlam olduğu halde bütün duyguların merkezi olan başın kesilmesi, başsız gövdenin yere atılması öldüren kişinin gücünü göster*mektedir. «Boyunlarını vurun» tabiri müminlerin kafirlerden daha yiğit, da*ha kuvvetli olduklarını gösterdiği gibi, müminlerin savaştan korkmama*ları gerektiğine de işaret etmektedir.


İkinci incelik: Âyetteki, «...Artık bağı sıkı tutun» ifadesi, müşrikler*den öldürmediklerinlzi esir alın ve onlar hakkında ortak bir karara varana kadar da eliniz altında tutun demektir. Bunun yanında âyet, alınan esirle*rin öldürülmemesine de işaret etmektedir. Çünkü İslâm savaşta yara alan düşmanların öldürülmesini yasaklamıştır. Bu da İslâmın insana ne kadar değer verdiğini ortaya koymaktadır.


Üçüncü incelik: Allahu taala, «...Ya iyilik (yapın) yahut fidye (alın)» âyetinde «iyilik» ve «fidye» kelimelerini zikrettiği halde öldürmeyi veya köle etmeyi zikretmemlştir. Çünkü savaştan maksat düşmanın gücünü kırmaktır. Yoksa kan dökmek, öldürmek değildir. Müşrikler zayıf düşürül*dükten sonra onları artık öldürmeye lüzum yoktur. Âyette tciyHik» kelime*sinin «fidye»den önce zikredilmesinde insanlığın, mal talebine tercih edil*mesine işaret vardır. Zaten mücahid maddi bir çıkar için değil, ilayı keli-metullah için savaşır.


Dördüncü incelik: «Yeter ki harb (erbabı) ağırlıklarını bıraksın.» âye*ti de İslâmın savaşı istemediğine işaret etmektedir. Çünkü savaş yıkıcı ve harabedici bir hadisedir. Âyetteki «ağırlıkları» ifadesi de işaret ediyor ki, savaşta kazanılan günahlar kafirlere aittir. Hira onların küfür ve fesadı ı|-masaydı savaş da olmazdı.


Razi şöyle der: «Âyetteki «...Harb (erbabı) ağırlıklarını bıraksın.» ifadesinden maksat, savaşın tamamen ortadan kalkmasıdır. Öyle ki. yer*yüzünde hiçbir kafir toplum müslüman bir toplumla savaşmasın.» [1]


Beşinci incelik: Cenabı Allah'ın kudreti olduğu halde neden kendisi kafirleri helak etmiyor da müminlere onlarla savaşmayı emrediyor diye düşünülebilir. Bunun cevabı şudur: Allahu taala müminlere savaşı emre*derek onları imtihan ediyor, sıkıntılara karşı sabırlarını deniyor. Kafirleri, de müminlerle İmtihan ederek yeryüzünü onların pisliğinden temizlemek ve müminlerin Allah (cc) yolunda şehadet derecesine ulaşmasını sağla*mak için savaşı emretmektedir. Buna, «Fakat (muharebeyi emretmesi) sizi birbirinizle imtihan etmek İçindir.» âyeti işaret etmektedir.


Allahu taala mümin ile kafiri, günahsi2 İle günahkarı, muti ile asiyi biliyor. Öyleyse bu İmtihandan maksat nedir diye sorulabilir. Allah (cc)'ın İmtihanı O'nun bilmesi için değildir. Müminlerin savaşla sevaba kavuş*maları, kafirlerin de azablanması içindir. Veya bu imtihandan maksat, in*sanlar açısından müminin münafıktan ayırdedilmesi veya meleklerin an*laması içindir. Yoksa Allahu taala herşeyi bilendir.


Altıncı İncelik: Allahu taala esirlere İyilik yapmayı veya fidye almayı emretmiştir. Ki bu, İslâm'ın en güzel huylarından biridir. Bazı tarihçilere göre Haccac, Abdurrahman bin Eş'as ve arkadaşlarını esir aldı. Esirlerin sayısı takriben beşbin civarında idi. Haccac bunlardan, üçbin kişiyi kat*letti. Arapların Kinde kabilesinden birisi Haccac'a, «Allah (cc) yaptıkları*nın karşılığında seni hiç mükafatlandırmasın.» dedi. Haccac, niçin diye sorunca, «Allahu taala, «Onun İçin küfredenlerle (muharebede) karşılaş*tığınız vakit boyunlarını vurun. Nihayet onları mesalsîz bir hale getirdiğiniz zaman artık bağı sıkı tutun. (Ondan) sonra İse ya iyilik (yapın) yahut fidye (alm).n buyurmuştur. Allah (cc)'a yemin ederini ki sen ne İyilik ettin, ne de fidye aldın. Halbuki sizin şairiniz kavminin güzel ahlakından bahsederken, «Biz esirleri öldürmez, serbest bırakırız.» demiştir.» cevabını verdi. Hac-cac, «Şu cifelere bakınız, Bunların içinde de böyle güzel konuşanlar var*dı. Geri kalanları serbest bırakın.» dedi. Adamın konuşması üzerine o gün Ikibin kadar kişi serbest bırakıldı. [2]




Âyetlerdeki Şer’i Hükümler



Birinci Hüküm: Ayetteki «Küfredenler» Kimlerdir?


Müfessirler bu hususta iki görüşe ayrılmışlardır:


1. Görüş: «Küfredenleruden maksat, puta tapan müşrik kafirlerdir. Bu görüş İbni Abbas (ra)'tan da rivayet edilmiştir.


2. Görüş: «Küfredenler», müslümanlarla zimmeti ve anlaşması ol*mayan, İslama muhalefet eden bütün müşrik ve ehil kitaptır. Buna göre âyetin mefhumuna istisnasız bütün kafirler girmektedir. Müfessirlerin cumhuru da bu görüştedir. İbnü'l-Arobi'ye göre de sahih olan görüş bu*dur. Âyeti putperestlere tahsis etmeye de herhangi bir delil yoktur.




İkinci Hüküm: Âyetteki «Boyunlarını Vurun»dan Maksat Nedir?



Süddl ve müfesslrlerin cumhuruna göre, «boyunlarını vurunsdan mak*sat, öldürmektir. Diğer bazı müfessirlere göre İse, fidye ödenmediği tak*dirde esirlerin Öldürülmesidir. Tercih edilen görüş Süddî ve müfessirlerin cumhurunun görüşüdür. Çünkü «...Boyunlarım vurun. Nihayet onları me*calsiz bir hale getirdiğiniz zaman artık bağı sıkı tutun.» buyurulmuştur. Buna göre «boyunlarını vurun» emrinin sebebi, «Onları mecalsiz bir hale-» getirmektir. Yoksa esiri kefaleten öldürmek değildir. Çünkü kefeleten öl*dürmek, ancak onların «mecalsiz bir hale» gelmelerinden sonra mümkün olabilir. Buna göre müfessirlerin cumhurunun görüşü daha sahihtir.




Üçüncü Hüküm: «Yeterkl Harb (Erbabı) Ağırlıklarını Bıraksın» Âyetin*den Maksat Nedir?



Müfessirler bu âyetin tefsirinde ihtilaf ederek birkaç görüşe ayrıl*mışlardır :


1- İbnl Abbas (ra}'a göre, yeryüzünde savaşacak müşrik kalmayın-caya kadar savaşmaktır.


2- Mücahid (ra)'e göre, yeryüzünde İslâm'dan başka din kalmaym-caya kadar savaşmaktır.


3- Said bin Cübeyr (ra)'e göre, İsa aleyhisselam yeryüzüne İnince*ye kadar savaşmaktır. Zaten İsa aleyhisselamın nüzulünden sonra savaş bitmektedir.


Bu üçüncü görüş zayıftır. Çünkü İsa aleyhisselamın nüzulüne dair âyetlerde bir işaret yoktur. Bu mesele ancak hadislerden bilinmektedir. Onun inişi ile yeryüzünde tek bir kafir kalmayacak herkes müslüman ola*caktır.


Âyeti kerimeden maksat, iman yayılana, küfür yok edilene kadar, kelimetullah yükseltilip küfür kelimesi alçaltılanan kadar savaşmaktır. Bu manaya «(Yeryüzünde) bir fitne kalmayıncaya ve din tamatnfyle Allanın oluncaya kadar onlarla muharebe edin.» (Enfal: 39) âyeti de delalet et*mektedir.




Dördüncü Hüküm: Esirleri Öldürmek Caiz Midir?



Fakihler, esirlerin katlinin cevazı hakkında ittifak etmişlerdir. Hatta Cessos, «Kafir esirlerin katledilmesinin cevazı hakkında muhalefet eden bir fakih bilmiyorum.» demektedir. Bazı esirlerin Resulullah (sav) tarafından öldürtüldüğü hususunda mütevatir hadisler vardır. 8u hadislerin bazı*ları şunlardır:


1- Resulullah (sav), Uhud Savaşında esir edilen müşrik şair Ebu İzzet'i öldürtmüştür.


2- Bedir Savaşında esir edilen Ukbe bin Ebi Muâyid ve Nadr bin Haris öldürülmüştür.


3- Beni Kurayza, Sa'd bin Muaz'ın hükmü altına girince Sa'd bin Muaz'ın onları öldürmesi ve çocuklarını esir etmesi.


4- Resulullah (sav), Hayber'in bir kısmını sulhen bir kısmını da zorla fethetmiştir. Hayber Savaşında esir alman İbni Ebi Hukayk'a hiçbir şeyi ketmemeslni şart koşmuştu. Onun ifadelerinde bazı şeyleri ketmet-tiğl ve hıyanet ettiği anlaşılınca Resulullah (sav) onu katlettirdi.


5- Resulultah (sav), Mekke'nin fethinde Hilal bin Hatem, Abdullah bin Ebi Şerh ve Mukis bin Hebabe'nln öldürülmesini emretmiş ve «Onları Kabenin örtüsüne asılmış görseniz dahi Öldürün.s buyurmuştur.[3]


Nakledilen hadislerin hepsi esirin katledilmesinin caiz olduğuna dela*let eder. Çünkü bunların öldürülmesi ile yeryüzünde fesat maddesi yok edilmektedir.


Alusî şöyle der: «Mücahidlerden hiç birisi Kendi başına bir esiri öl-düremez. Şayet Öldürürse İmamın ona tazlren had vurdurması lazım gelir. Fakat o mücahid hiçbir tazminat ödemez. Esirler, esir olduktan sonra müslüman olurlarsa hiçbir şekilde öldürülemezler. Çünkü müslüman ol*maları ile zararlı olmaktan çıkmışlardır. Şu kadarı var ki, müslüman ol*duktan sonra köle edilmeleri caizdir. Asılda kafir olduklarından müslü-manlıkları onların köle olmalarını engelleyemez. Eğer esir omadan önce müslüman olurlarsa öldürülemedikleri gibi köle de edilemezler. Çünkü on*lar kölelik hükmünü almadan önce müslüman olmuşardır.» [4]


Kurtubî: «İmam esiri ödüremez. Çünkü, rivayete göre Abdullah bin Ömer (ra) Haccac'ın kendisine öldürmesi için verdiği esiri öldürmemiş, «Allahu taala bize esirleri öldürmemizi emretmem iştir.» diyerek, «Nihayet onlan mecalsiz bir hale getirdiğiniz zaman artık bağı sıkı tutun. (Ondan) sonra ya iyilik (yapın) yahut fidye (alın).» âyetini okumuştur», denilebilir. Bunun cevabı şudur: Resulullah (sav) esirlerin öldürülmelerini emretmiş ve bilfiil kendisi de İcra etmiştir. Ayetteki «iyilik» ve «fidye» kelimelerinin tefsirinde de Resulullah (sav), esirlerin öldürülmeyeceği şeklinde bir tefsir yapmamıştır. İbni Ömer (ra)'in Haccac'ın verdiği esiri öldürrheyişlne gelin*ce, onu Haccac'ın eliyle olduğu için öldürmemiştir. Haccac'a karşı özür bakımından da öyle konuşmuştur.» [5]

Prof. Dr. Sinsi 08-04-2012 03:35 AM

Tefsir Dersleri...
 

Beşinci Hüküm: Esirden Fidye Olmak Caiz Midir?



Fakihter esirden fidye almak hususunda birkaç görüşe ayrılmışlardır:


1- Hanefİlere göre esir mal İle fidye veremez. Düşman taraflara da satılamaz. Çünkü böyle bir durumda yine müslümanlara karşı savaşacak*tır. Fakat düşman elindeki müslüman esirle değiştirilmesi İmam Muham-med (ra) ve Ebu Yufus (ra)'a göre caizdir. Ebu Hanife (ra) ise esirin müs*lüman bir esirle de değiştirilemeyeceği görüşündedir.


2- Cumhura (Şafiiler, Malikiler ve Hanbeliler) göre, esirleri fidye karşılığı serbest bırakmak caizdir.


HcnefiİETİn delilleri:


1- «(Ondan) sonra İse ya İyilik (yapın) yahut fidye (alın)» âyeti, «Haram olan o ayfar çıktığı zaman artık o müşrikler), onları nerede bu*lursanız öldürün.» (Tövbe: 5) âyeti ve «Kendilerine kitap verilenlerden ne Allaha, ne ahiret gününe- inanmayan, Allah ve peygamberinin haram etti*ği şeyleri haram tanımayan, hak dinini din olarak kabul ötmeyen kimselerle zelil ve hakir kendi el(ler)iyle cizye verecekleri zamana kadar muharebe edin.» (Tövbe: 29} âyetîyle neshedilmiştir. Bu nesih hususu Mücahid (ra)'-den nakledilmiştir.


Katade: «Bu âyet Enfal Süresindeki «Onun İçin eğer bunları harbde muhakkak yakalarsan onlar(a yapacağın ceza) ile arkalarında (ahdi boza*cak) kimseleri de ürküt.» (Enfal: 57) âyetiyle neshedilmiştir.»


Tevbe Suresi en son nazil olan surelerdendir. Son nazil olanlar önce nazil olanları fıkıh usulünden bilindiği gfbl neshederler. O zaman müşrik*lerin öldürülmesi yacibtir Ancak kadınlar, çocuklar ve birde cizye vermeyi kabul edenler Öldürülmezler.


2- Esirlerin ne karşılıksız, ne de fidye karşılığı serbest bırakılma*ları caizdir. Çünkü esirlerin serbest bırakılmaları İslama karşı müşrikleri kuvvetlendirir. Halbuki bize, yeryüzünü küfür ve şirk pisliğinden temiz*lememiz emredilmiştir.


3- Bedir Savaşında alınan esirlerle İlgili hükümler neshedilmlştir. Aynı zamanda Bedir esirleri hususunda Resulullah (sav)'ı ikaz edici «Hiç*bir peygamberin ağır basıp (harb edip) zaferler kazanıncaya kadar (mu-harlb düşmandan) esirler alması (vaki) olmamıştır. Siz geçici dünya malı*nı arzu ediyorsunuz. Halbuki Allah ahireti (daha çok ahtret sevabını ka*zanmanızı, ahlreti düşünmenizi) teter. Allah azizdir, hakimdir.» (Enfal: 67) âyeti na2il olmuştur. Bedii oC.ierİ hakkındaki hükmü, fidye almanın ce*vazı hususunda deliî almak caiz değildir.


4- Resulullah (sav)'ın Hudeybİye Anlaşmasındaki, «Onlardan (müş*riklerden) bize kim gelirse...» hadisi de delil alınamaz. Çünkü bu İslâmın başlangıcında idi. Bu hadisin hükmü de neshedilmiştir.


Resulullah (sav), müşrikler arasında yaşamayı yasaklamıştır. Çünkü. «Her kim müşriklerin arasında yaşarsa o, İslâm nimetinden çıkar.» [6] buyurmuştur.


Cumhurun delilleri:


Cumhur, esirden fidye alınmasının caiz olduğuna aşağıya Özetle aldı*ğımız delillere dayanarak hükmetmişlerdir:


1- NIhayet onları mecalsiz bir hale getirdiğiniz zaman artık bağı sıkı tutun. (Ondan) sonra İse ya h/İHk (y°pın), yahut fidye (alın).» âyeti. Bu âyeti kerime esirlerin karşılıksız veya karşılıklı olarak serbest bırakıl*malarına kayıtsız şartsız cevaz vermektedir. Buna göre imam, esirleri is*terse karşılıksız olarak, isterse fidye olarak salıverir, İsterse de köle eder.


2- Mevzumuz âyet muhkem âyetlerdendir ve onda nesih yoktur. Eğer tki âyet İle ayrı ayrı amel etmek mümkünse nesihten söz edilemez. Bu mevzudakl âyetlerin hepsinin hükümlerini toplayarak ayrı ayrı amel etmek mümkündür. Çünkü, «Haram olan aylar çıktığı zaman artık o müş*rikleri, onları nerede bulursanız öldürün.» {Tövbe: 5) âyeti müşriklerle karşılaştığımızda onları öldürmemizi emretmektedir. Eğer esir olarak eli*mize düşerlerse, «(Ondan) sonra ise ya h/lllk (yapın), yahut fidye (alın).» âyetinin hükmü ile amel ederek ya onları iyilik olarak karşılıksız veya fidye karşılığı serbest bırakabiliriz.


3- Resulullah (sav)'tn bedir esirlerini mal karşılığı serbest bırakmış, malı olmayanlara da, hürriyetleri karşılığı on müslüman çocuğa okuma yazma öğretmelerini emretmiştir. Bu hüküm Resufullah (sav)'ın bu fiili ha*disi ile de sabittir.


4- İbnl Mübarek'in Imran bin Hüseyin'den rivayet ettiği, «Sakif ka*bilesi ashabı kiramdan İki kişiyi esir almışlardı. Resulullah (sav)'m as*habı da Sakif kabilesinin bir parçası olan Beni Amr bin Sa'sa'dan bir kişiyi esir almışlardı. Resulullah (sav) esirler arasında dolaşırken o esir Resulul-lar (sav)'a, «Ben niçin hapsedildim?» dedi. Resulullah (sav), «Sen arkadaş*larının cürrnü İle hapsedildin.» buyurdu. O, «Ben müslümanım.» dedi. Re-sututlah (sav), «Eğer sen kendine malik olduğun zaman müslüman olduğu*nu söyleseydin kurtulurdun.» buyurdu. Resululfah (sav) giderken o esir arkasından, «Ben acım. Bana yemek verin.» diye çağırdı. Resulullah (sav). «Bu senin ihtiyacındır. Elbetteki karşılayacağım.» buyurdu. Resulullah (sav) daha sonra bu esiri Saklflerin esir aldığı .İki sahabi İle takas etti.» hadisi. [7] Bu hadis, esirlerin değiştirilmesinin caiz olduğuna delalet eder.


5- Müslim'in İmran bin Hüseyin'den rivayet ettiği aynı hadis.


6- Müslim, İyas bin Seleme'den, o da babasından rivayet etmiştir:


«Biz Ebubekir (ro) ile bir savaşa gittik. Ebubekir (ra) başımızda amir*di. Savaştan döndüğümüzün sabahı Resulullah (sav) İle karşılaştık. Bana. «Ebubekir (ra)'ln sana ganimetten fazlalık olarak verdiği kadını bana hibe et.» buyurdu. «Ya Resuluiloh, ben onu çok beğendim. Henüz el de sür*müş değilim.» dedim. İkinci gün Resulullah (sav) yine, «Ya Selem», o ka* dini bana hibe et.» buyurdu. Ben de, «Sana hibe olsun ya Resulültah.» dedim. Allah (cc)'a yemin ederim ki ben onun elbisesini bile açmış değil*dim. Resulullah (sav) bu kadını alarak Mekke'de esir düşen müslümanlar karşılığında fidye olarak gönderdi ve onları esaretten kurtardı.» [8]


7- Cumhur şu akli delille de görüşünü Isbat etmektedir: Bir müs-lümanı kurtarmak, bir kafiri öldürmekten daha hayırlıdır. Çünkü müslü-mana hürmet etmek gerekir. Ondan faydalanmak da. mümkündür. Esirin ladesi ile ondan gelecek zarar ise müşriklerin azob ve fitnesinden kurta*rılan bir müslümanın menfaati karşılığıdır. Bu zarar İle menfaat karşılaştı-rıldığında menfaat dona .galip gelecektir. Çünkü bir müslümanı müşrikler-den kurtararok onu Allaho ibadet etme imkanına kavuşturmak hiçbir şey*le değiştirilmeyecek bir fazilettir.


Saydığımız bu deliller, ister mal, ister esir olarak olsun müşriklerden fidye almanın cevazını ortaya çıkarmaktadır. . .!_


Esirlerin sırf İyilik için karşılıksız serbest bırakılması ise İmam Ebu Hanife (ra), imam Malik (ra) ve İmam Han bel (ra)'e göre caiz değildir.


Esirlerin İyilik olarak serbest bırakılması İmam Şafii (Fa)'ye göre caiz*dir. Çünkü Resulü İlah (sav), Yemane halkının ulusu Sümame bin Üsal'l karşılıksız olarak serbest bırakmıştır. Bu zat sonradon çok iyi bir müsiü-man olmuştur. Bir başka hadiste de Resulultah (sav), «Eğer Mut'am bin Adiyy hayatta olsaydı ve Bedir esirleri hakkında şefaatta bulunsaydı hep*sini serbest bırakacağını» söylemiştir. Bu hadis de esirlerin karşılıksız olarak serbest bırakılabileceğine delalet etmektedir.


Her iki görüşü ve delillerini değerlendirdiğimiz zaman, bu husustaki en doğru yolun, işi savaş ve esirler hakkında ihtisas sahibi olanlara bı*rakmak olduğunu görürüz. Onlar maslahatın İcabına göre hareket etmeli*dirler. Şayet esirin öldürülmesi uygun ise öldürülür. Uygun görülürse kar*şılıksız, veya mal yahut esir karşılığında serbest bırakılır. Maslahatı tak*dir etmek onlara aittir. Bu sebebi e müslüman bir kumandanda hikmetli bir siyaset ve basiret bulunmalıdır. Görüldüğü üzere Resulullah (sav) esir*leri bazan öldürmüş, bozan takas etmiş, bazan da fidye alarak veya kar*şılıksız olarak serbest bırakmıştır. Enfal Süresindeki, «Hiçbir peygamberin yeryüzünde ağır basıp (harb edip) zaferler kazanmcaya kadar (muharib düşmandan) esirler olması (vaki) olmamıştır» âyetinde herne kadar Re*sulullah (sav)'a ikaz varsa da bu o zamanın maslahatı icabıdır. Çünkü bu âyet Bedir Savaşından sonra nozll olmuştur. Bedir Savaşı ise müslüman-ların ilk savaşıdır. O zamanki maslahat öldürmek, mecalsiz bırakmak ve kan dökmek gibi şiddet tarafını rahmet tarafına tercih ettiriyordu. Ki, müş*rikler İkinci defa müslümanlarla savaşmayı göze atamasın. Müslümanlar yiğitliklerini ortaya koyabilsin. Çünkü müşrikler, müslümanların kalblerin-de kendilerine karşı bir merhamet olmadığını görürlerse korkarak bir da*ha savaşmaya kalkışmazlardı. İşte Hz. Ömer de buna binaen görüş beyan etmiş ve âyet de onun görüşünü teyid eder mahiyette nazil olmuştur.


Müslümanların adedi çoğalıp kuvvetlenerek bir devlet halini aldıktan sonra mevzumuz âyet nazil olmuştur. Buna göre esirleri salıvermek İslâ-mın zilletine değil, izzetine vesile olur. Umumi maslahat savaş hallerinde . gösterilir. Çünkü «savaş hiledir.»




Ayetlerden Alınacak Dersler



1- Mümin İlayı kelimetullah İçin savaşır, Bu sebeble mümin yiğit ve atılgan olmalıdır.


2- Düşmanları güçsüz bırakmak için onları öldürmek ve yaralamak lazımdır.


3- Islâmda savaş mukaddestir. Çünkü savaşın amacı yeryüzünü küfür ve şirk pisliğinden temizlemektir.


4- Düşmanı güçsüz bıraktıktan sonra esirlerini öldürmemek, İslö-mın düşmanına karşı da merhametini göstermektedir.


5- Esiri karşılıksız veya fidye alarak serbest bırakmak hususların*da esas olan müslümanların maslahatıdır.


6- Allah (cc) yolunda cihad, yeryüzünde tek müşrik kalmayıncaya kadar farzdır.


7- Allahu taala kafirlerden intikam almaya kadirdir. Savaşı mümin*lerin sevaba ve şehadete kavuşmaları için meşru kılmıştır.




Ayetlerdeki Teşriî Hikmetler



Allahu taala memleketleri yıkacağım, kadınları dul ve çocukları yetim bırakacağını bildiği halde savaşı emretmiştir. Çünkü savaş, azgınlık, zulüm ve düşmanlığı ortadan kaldırmak, zayıfların hakkını korumak İçin zaruri*dir. Yeryüzünden gaddar müşriklerin pisliği de ancak savaşla temizlene*bilir.


İslâm cihadı, öldürmeyi teşvik ettiği halde esirlere karşı muamelede rahmet ve şefkati emretmiştir. Savaşırken düşmanın burun ve kulağını kesmek nasıl haramsa, esirlere eziyet ve cefa etmek, yaralıları kendi baş*larına terketmek, kadın ve çocukları Öldürmek de öyle ^haramdır. Zira cl-haddan maksat kan dökmek, şehir ve mamure yerleri harab etmek ve ganimet elde etmek değildir. Cihadın hedefi insanidir. Cihad, zayıfları korumak, zalimlerin zulmünü bertaraf etmek, İslâm davetini temin etmek, böbürlenen ve sapan Kimselere karşı koymak için farz kılınmıştır. Nitekim Allahu taala bu hususta, «Onlar (o müminlerdir ki) haksız yere ve ancak «Rabblmlz Allahtır.» diyorlar diye yurtlarından çıkarılmışlardır. Allah bazı lnsan!an(n şerrini diğer) bazın İle d&fetmeseydl İçlerinde Ailohın adı çok anılan manastırlar, kiliseler, havralar ve mesctdler muhakkak yıkılıp gtderdi. (Dinine) yordrm edenlere elbet Allah da yardım eder. Şüphesiz ki Ahoh kavidir, yegane galiptir.» (Hac: 40) buyurmuştur.


Resulullah (sav) Allah (cc) yolunda savaşanlara tavsiyede bulunur*ken onlara İlkin Allah (cc)'a İtaat etmelerini, düşmanları ile de olsa ahit*lerine sadık Katmalarını emrederdi. Müslim Sahih'inde, «Resuluilah (sav) birisini bir ordu veya seriyenin başına komutan tayin ettiği zaman ona muttaki olmasını tavsiye ederdi. Askerlerine hitaben de şöyle nasihat eder*di: «Allah (cc)'ın yolunda. Allah (cc)'ın İsmi ile savaşınız. Allah (cc)'a İman ederek savaşınız. Savaşınız fakat taşkınlık etmeyiniz. Sözünüzden dön*meyiniz. Öldürdüklerinizin burun ve kulaklarını kesip gözünü çıkarmayı*nız. Çocuk ve kadınları öldürmeyiniz.»


Resulullah (sav)'tan sonra da raşkj halifeler aynı şekilde tavsiyelerde bulunmuşlardır. Nitekim Hz. Ebubekir Şah'a gönderilen ordunun başında bulunan Üsame bin Zeyd (ra)'e şöyle nasihat etmiştir; «Hıyanet ve taş*kınlık yapmayın. Sözünüzden dönmeyin. Küçük çocukları, İhtiyarları ve kadınları öldürmeyin. Kimsenin kulağını ve burnunu kesmeyin. Bağ vs bahçeleri yakıp yıkmayın. Meyve veren ağaçlan kesmeyin. Yiyeceğinizden .fazla koyun, sığır ve deve kesmeyin. Kilise ve havralarda yalnız İbadetle meşgul olan ruhbana dokunmayın. Onları kendi hallerine bırakın.»


İşte İslâm savaşta bile böyle merhametlidir. İslâm savaşı mubah kıl*dığı halde ona bir ölçü tayin etmiş, bir sınır çizmiştir. Cephede savaşma-yanlar öldürülemezler. Savaştan uzak olanları Öldürmek veya onlara teca*vüz etmek haramdır. «Hürmetler karşılıklıdır. Onun için kim sizin üzerinize saldırırsa sfz de tıpkı onların üstünüze saldırdıkları gibi, ona saldırın. (Fa*kat daima) Allohtan korkun ve bilin ki, şüphesiz Allah takva sahipleriyle beraberdir.» (Bakara: 194) ve «Sîre harb açanlarla, Allah yolunda siz de doğuşun (müdafa harbi yapın. Ancak) aşırı gitmeyin. Şüphesiz ki Atlan aşın gidenleri sevmez.» (Bakara: 190).


İslâmda savaş cerrahi bir ameliyat gibidir. Ameliyatta yaranın dışına taşılamayacağı gibi savaşta da savaşın dışına taşılamaz, savaş dışında kalanlara saldınlamaz. Bu yüzden bunlara benzer şefkat ve merhamet Ör*neklerini görmek kimseyi hayrete düşürmemelidir.

Prof. Dr. Sinsi 08-04-2012 03:35 AM

Tefsir Dersleri...
 

61. DERS BAŞLANILAN AMELİ TERKETMENİN HÜKMÜ



33- Ey iman edenler, Allaha İtaat edin. Peygambere itaat edin, A-mellerlnizi boşa çıkarmayın.


34- Küfredip de Allah yolundan sapan, sonra kafirler olarak ölenler (yok mu?) Allah onları katiyen yarlığamaz.


35- Onun İçin (düşmana karşı) gevşek davranmayın. Siz daha galip (ve kahir durumda) iken (düşmanları, zillet göstererek) sulha davet etme*yin. Allah sizinle beraberdir. Amel (ve hizmetleriniz (İn mükafatmjı asla eksiltmez O.




Ayetlerin lafzî tahlili



(Tübtilû): Birşeyi zayi etmek. Âyette, amellerin zayi olması manasındadır.


(Seddû): Yüz çevirme ve çevirtme.


(Felatehinû); Düşmana karşı gevşek davran*mayın, zay' görünmeyin.


(Leyyetlreküm): Amellerinizden hiçbir şey eksil*mez.




Âyetlerin İcmali Manaları



Allahu taalanın müminlere iman vasıflarıyla hitap etmesi, İman vasfı*nın Allah (cc)'ın emirlerine itaat etmeyi icabettirdiğini göstermektedir Bu icab hatırlatıldıktan sonra müminlere Allah (cc)'ın emir ve yasaklarına itaat emredilmiştir. Allah (cc)'a itaat etmek insanı dünya ve ahirette kur*tuluşa götürecek yoldur. Altahu taata kendisiyle beraber Resulüne itaati da emretmiştir Çünkü Resulullah (sav)'a itaat, Allah (cc)'a İtaat etmektir. Şu halde müminler Resulullah (sav)'ın sünnetine uymak zorundadırlar.


Aliahu taala amellerin iptal edilmesini yasaklamıştır. Çünkü insanlar birçok amellerini günah, isyan, riya ve ucûb ile zayetmektedirler. O halde müminlerin yapmış oldukları taatı korumaları lazımdır


Allahu taala, dilediği müminlerin, şirkin dışındaki bütün günahlarını affedeceğini beyan etmektedir. Ki, bir mümin amelini günahla Ibtal edince helak olduğu zannına kapılmasın. Çünkü Allah {cc)'ın fazlı bakidir. Kulla*rını amelleri ile yarlığamasa bile kendi fazlı İle affeder.


Kafirler küfür ve şirklerinden dolayı affedilmediğinden onlar dünyada da sizlere karşı zelil ve hakirdirler. O halde ey müminler, onlarla karşılaş*tığınız zaman çekinmeyin, onlarla savaşmaktan korkmayın. Zafer er veya geç sizindir. O halde kafirlere zayıflık ve acz göstererek sulh İstemeyin. Onları bu şekilde sulha çağırmakla kendinizi alcaltmış olursunuz. Halbuki siz izzet ve kuvvet bakımından onlardan üstünsünüz. Çünkü Allahu taala sizinledir ve yardımıyla sizi kuvvetlendirecektir. Onun size yaptığı yardım amellerinizin karşılığı değildir Bu, amellerinizi eksiltmez. Yardımına rağ*men sevabınızı tam olarak verir.




Faydalı Bir Uyarı:



Abd bin Hamid ve Muhammed bin Nesrü'l-Müruzi, ibni Hatem'den o da Ebi Atlye'den şöyle rivayet etmişlerdir: «Resulullah (sav)'ın ashabı şirk yüzünden hiçbir amel nasıl fayda sağlamazsa, «la İlahe illallah» olan kelime-İ tevhldle de hiçbir günahın zarar vermeyeceğini sanıyorlardı. «Ey iman edenler, Allaha İtaat edin. Peygambere İtaat edin. Amellerinizi boşa çıkarmayın.! âyeti nazil olunca günahlarının bütün amellerini yok etme*sinden korktular.» Abd bin Hamld'in rivayetinde İse şöyle denmektedir: «Onlar büyük günahlarının amellerini yok etmesinden korktular.»


Ibni Nesrü't-Müruzî, İbni Cerir ve İbni Merdevî ibnl Ömer'den şöyle rivayet etmişlerdir: «Resulullah (sav)'ın sahabileri bütün iyiliklerinin mut*laka kabul olunacağını sanırlardı. «Ey iman edenler, Allaha İtaat edin. Pey*gambere İtaat edin. Amellerinizi boşa çıkarmayın.» âyeti nazil olunca, aca*ba amellerimizi ibtal eden günahlar nedir dedik. Kendi kendimize bunun büyük günahlar olduğunu düşündük. Bir adamın büyük bir günah işledi*ğini görünce, «Eyvah helak (cehennemlik) oldu.» derdik. «Şüphesiz ki Al*lah kendisine eş tanınmasını yarlığamaz. Ondan başkasını, dileyeceği kim*seler için yadigar» (Nisa: 48) âyeti nazil olduktan sonra kimse hakkında birşey konuşmaz olduk. Ancak bizden birisi günah İşlediği zaman ondan korkar ve affedilmesini dilerdik.» [9]




Ayetlerin Tefsırindeki İncelikler



Birinci incelik: Fahreddin Razi, «Amellerinizi boşa çıkarmayın.! âye*tinin tefsirinde şöyle der: «Bu âyet birkaç mana ile tefsir edilebilir. Birin*cisi, tevhkJ üzere yaptığınız ibadetlere devam edin ve hiçbir şeyi foadeti-nlzde Allah (cc)'a ortak etmeyin ki, ibadetleriniz boşa çıkmasın. Çünkü Allahu taala, «Andolsun ki (habibim) sana da, senden evvelki (peygamber*lere de (şu) vahyolunmuştur: Eğer (bilfarz) Alfaha ortak tanırsan, celalim . hakkı için (bütün) amel (ve hareketlerin boşa gider ve muhakkak hüsra*na düşenlerden olursun.» (Zümer: 65) buyurmuştur.


«İkincisi, kitap ehli nasıl Resulullerine itaati terkederek, isyan ve tek-zib ederek amellerini boşa çıkardılarsa, siz de Resulün taatını terkederek amellerinizi boşa çıkarmayın. Bu manayı Allahu taalanın, «Ey İman-eden*ler, seslerinizi peygamberin sesinden yüksek çıkarmayın. Ona sözle bir-birinize bağırdığınız gibi bağırmayın ki siz farkına varmadan amelleriniz boşa gidi verir.» (Hucurat: 2) âyeti de teyid eder.


«Üçüncüsü, amellerinizi minnet ve eziyet İle boşa çıkarmayın. Nite*kim Allahu taala, «Onlar İslama girdiklerini senin boftnû kakıyorlar. (On*lara) deki: «Müslümanlığınızı benim başıma kakmayın. Bilakis ski İmana muvaffak ettiği için size Allah minnet eder, eğer siz («İnandık» d&mentz-„ de) sadık (Insan)lorsanız.» (Hucurat: 17) buyurmuştur. Resulullah (sav)'a taatları İle sitem etmeleri, yani Resulullah (sav)'a, «Biz Allah (cc)'a senin İçin taat ettik, sen olmasaydın ta a t etmezdik.* demeleri ihlasa aykırıdır. Aİlahu taala yalnız kendisi İpin yapılan ibadeti kabul eder.» [10]


Amelin İptali hususunda çeşitli görüşler vardır.


Hasan-ı Basrî (ra)'ye göre, amelleri Ibtal eden İsyan ve büyük günah*lardır.


Ata'ya göre, ameli ibtal eden şüphe [11] ve nifaktır. Bu görüş İbni Ab-bas (ra)'tan da rivayet edilmiştir.


İbni Abbas (ra), «Amefl ibtal eden riya ve ibadeti halka duyurmaktır.» der.


Mukatil'e göre İse, ameli ibtal eden başa kakmadır.


Diğer bir görüşe göre İse yapılan ibadetin beğenilmesi ameli boşa çıkarır. Ateş odunu nasıl ya kat tüketirse, yapılan ibadeti beğenmek de amelleri öyle yakar, yok eder


Başka görüşe göre de. âyetteki «ameUden maksat, sadakalardır. Sa*daka, verilen kişinin başına kakılırsa o, yok edilmiş olur.


Kurtubî: «Bu husustaki görüşlerin hepsi birbirine yakındır. Hasan-ı Basrî'nin görüşü İse hepsini toplamaktadır.»[12]


İkinci incelik: «Siz daha galip (ve kahir durumda) İken (düşmanları, zillet göstererek) sulha davet etmeyin.» âyetindedir. Müminler müşrik ve kafirlerden daha azizdirler. Çünkü Allah (cc)'a iman etmişlerdir. Nitekim Aİlahu taala, «Halbuki şeref, kuvvet ve galibiyet Allahındır, peygamberin*dir, müminlerindir.» buyurmuştur.


Bu âyeti şöyle de tefsir etmişlerdir: Siz Allah (cc)'ı müşrik ve kafir*lerden daha İyi tanıyan ve bilenlersiniz.


Cessas da şöyle demiştir: «Siz müminler, Allah (cc) katında onlar*dan daha üstün ve evlasınız.»


Bütün tefsirler birbirine yakındır. Şu halde iman müminleri yücelt*mektedir.




Başlanılan Ameli Terketmenin Hükmü



Üçüncü incelik: Fahraddin Razi şöyle der: «Amellerinizi asla eksilt*mez O.» âyeti Allah (cc)'ın müminlere bir vadidir. Zira Aİlahu taala, «Allah sizinle beraberdir.» âyetinde zaferin kendisine ait olduğuna işaret etmek*tedir. Buna göre akla şu gelebilir: Madem ki zafer Allah (cc)'ındir, benim itibar edilecek ne amelim vardır ki bana tazim edilsin? Buna Aİlahu taala sanki bu âyetiyle cevap vermektedir: Aİlahu taala size her hususta yar*dım eder. Size yardım ettiği için de amellerinizin sevabını eksiltmez. Size yardımsız olarak ferden yaptığınız bir İbadet gibi de sevabınızı verir.» [13]


Dördüncü incelik: «Allah sizinle beraberdir:» âyeti, insanları İzzet ve şerefe davet ettiği gibi müminleri de maneviyatlarını yükselterek düş*man karşısında zaaf göstermeden durmaya teşvik ediyor. Çünkü gerçek mümin zayıf ve zelil yaşamaya razı olmaz.




Ayetlerdeki Şer'ı Hükümler


Birinci Hüküm: Başlanılan İba*detin Tamamlanmadan Terkedilmeslnin Caiz Değildir



«Amellerinizi boşa çıkarmayın.» âyeti başlanılan İba*detin tamamlanmadan terkedllmeslnin caiz olmadığına delalet eder.


Alimler bu hususta iki görüşe ayrılmışlardır:


İmam Şafii (ra) ve İmam Hanbel (ra)'e göre, başlanılan nafile İbadet*ler tamamlanmadan terkedilebilir. Yalnız bu nafile ibadet Hac ise terki caiz değildir, bunun tamamlanması farzdır. Başlanılan İbadet namaz ve oruç İse tamamlanması farz değil müstahabtır


İmam Ebu Hanlfe (ra) ve İmam Malik (ra)'e göre, başlanılan nafile İbadet yarıda bırakılamaz. Şayet yarıda bırakılırsa bu nafile İbadetin kaza edilmesi vactbtir.


Şafii ve HanbelHedn delilleri;


Bunlara göçe başlanılan nafile ibadet, şahsın kendiliğinden yaptığı tatavvu denilen farz İbadetler türünden bir ibadettir. Nafile ibadete başla*yan şahıs bunu kendi isteği ile yapmaktadır. Yani bu hususta kişi kendi*sinin amiridir. Kendi isteği İle başladığı bir ameli tamamlamadan bozduğu takdirde bilahare kaza etmesi vaclb olsaydı, bu ibadetin vasfının değişik olması i cab ederdi. Yani tatavvu değil farz olurdu. Halbuki Allahu taala, «İyilik edenlere karşı (da muahezeye) bir yol yoktur. Allah'çok yarlıg ayı*cıdır, çok esirgeyicidir.» (Tövbe: 91) buyurmaktadır.


Mevzumuz âyete dayanarak, başlanılan nafile İbadetin tamamlanma*sının farz olduğunu söyleyenlere karşı da şunları söylerler: Âyetteki «A-meHerlnlzl boşa çıkarmayın.)) İfadesinden maksat, farz olan ibadetlerin sevabını zayetmeyindir. Bu âyet, amellerin sevaplarının yok edilmesini ya*saklamaktadır. O halde nafile bir İbadete başlayan kişi bunu yarıda bıra*kırsa, onun üzerine bir vebal yoktur. Çünkü yanda bırakılan İbadet farz değildir. Ayetin lafzı herne kadar umumi ise de. bunu farz ibadetlere tah*sis etmek caizdir. Çünkü nafile İbadet tatavvudur. Kendiliğinden yapmak da muhayyerliği Icabettirlr. Dilerse yapar, dilemezse yapmaz.


Hanefi ve Mallkllerln delilleri:


«Amelleriniz) boşa çıkarmayın.» âyeti, başlanılan nafile ibadeti ter-ketmenin caiz olmadığına delalet etmektedir. Çünkü onu yarıda bırakmak, sevabını İptal etmektir. Halbuki Allahu taala amellerin boşa çıkarılmasını yasaklamıştır.


- Hz. Ayşe'den şöyle rivayet edilmiştir: «Hafsa İle beraber nafile oru*ca niyet etmiştik. Bize beğendiğimiz bir yemek hediye edildi. Biz de ye*meği yedik. Resulullah (sav) yammıza gelince, tam da babasının kızı olan Hafsa benden önce, «Ben ve Ayşe nafile oruç tutuyorduk, bir yemek he*diye edilince orucumuzu bozduk.» dedi. Resulullah {sav), «Bu orucun ye*rine bir gün tutun.» buyurdu.» [14]


Şafii ve Hanbelilerin, «Kişi kendinin amiridir.» sözüne karşılık da şöyle derler: İbadete başlamadan önce elbetteki bir günah yoktur. Fakat İbadete azmettikten sonra onu kendisine vacip hale getirmiştir. O halde kendi üzerine kendisinin vacfb kıldığı ibadeti tamamlaması da vacibtir. Çünkü Allahu taala. «Ey İman edenler, bağlandığınız ahldtert yerine geti*rin.» (Maide: 1) buyurmuştur.


Ayet umumi bir mana ifade etmektedir. Yani hem farz, hem de nafile ibadeti içine almaktadır.




İkinci Hüküm: Düşmanlarla Sulh Yapmak.

.


«Onun için (düşmana karşı) gevşek davranmayın. Siz daha gatlb (vs kahir durumla) iken (düşmanları, zillet göstererek) sulha davet etmeyin.» âyeti, müşrik ve kafirlerden sulh talep etmenin caiz olmadığına delalet eder. Ama kafirler cok kuvvetli ve sayı bakımından müslümanlara oranla cok fazla olur ve İmam onlara karşı sükut ederek sulh yapmakta mas*lahat görürse anlaşma yapabilir. Nitekim Resulullah (sav), Kureyş kafir*lerinin, müslümanlarin Mekke'ye girmelerine mani olarak sulh talef> et*meleri üzerine aralarında on sene geçerli olmak üzere Hudeybiye anlaş*masını yapmıştır. [15]


«Onun tein (düşmana karsı) gevşek davranmayın. Siz daha flaflp (v* kahir durumda) İken (düşmanları, zillet göstererek) sulha davet etmeyin.» âyeti Resulullah (sav)'ın Mekke'ye sulhan değil zaferle gireceğine İşaret etmektedir. Çünkü Allahu taala bu âyetle müşriklerle sulh yapmayı ona yasaklamıştır.






--------------------------------------------------------------------------------


[1] Razi. Tefsiri Kebir. C. 7. S. 52B.


[2] Kurtubi, age. C. 16, S. 228. 374


[3] Cessas. age, C. 3, S. 391.


[4] Alusi, age, C. 26, 3. 40'tan özetle.


[5] Kurtubl, age, C. 16, S. 229.


[6] Cessas. Kurtubi. Alusi.


[7] Şeyh Sais. a«e. C. 4. S. 75. Ceuu. &«e, C. 3, S. 392.


[8] AİusL age. C. 28. S. 40.


[9] Ebu Hayyan. age, C. 8, S. 85.


[10] Razi. age, C. 7. S. 552.


[11] Buradaki şüphe, Allah'a yapılan ibadetin sadıkane ve salihane olmaması, yani Allah'a İbadet edip etmemek hususunda düşülen şüphedir. (Çev.)


[12] Kurtubi, age, C. 18. S. 255.


[13] Razi, age, C. 7, S. 552.


[14] Malik, Tlrmizi. Ebu Davud.


[15] Kurtubl. ar». C. W. S. 255. Ibnl Cevzl, Hge, C. 7, S. 413. Cessas, a«e, C. 3, S. 303.

Prof. Dr. Sinsi 08-04-2012 03:36 AM

Tefsir Dersleri...
 

62. DERS HABERLERİ TAHKİK ETMEK.. 2


Ayetlerin Laf2i Tahlili 2


Âyetlerin İcmali Manaları 2


Âyetlerin Nüzul Sebebleri 3


Âyetlerin Tefsirindeki İncelikler 4


Faydalı Btr Uyarı: 5


Ayetlerdeki Şer'ı Hükümler 5


Birinci Hüküm: Adil Bir Adamın Haberi Kabul Edilir Mi?. 5


İkinci Hüküm: Şehadet Ve Rivayette Sahabllerin Adaletini Araştırmak Vaclb Midir?. 5


Üçüncü Hüküm: Fasık Ve Bid'ad Ehlinin Şehadeti Kabul Edilir Mi?. 6


Dördüncü Hüküm; Fasıkın Velayeti Sahih Midir?. 7


Beşinci Hüküm: İmama Karşı İsyan Edenlerin Öldürülmesi Farz Mıdır?. 7


Ayetlerden Alınacak Dersler 9


Ayetlerdeki Teşriî Hikmetler 9



62. DERS HABERLERİ TAHKİK ETMEK



6- Ey iman ed&nler, eğer bir fasjk size bir haber getirirse onu tah*kik «din.'i.Yoksa) bilmeyerek bir kavme sataşırsınız da yaptığınıza pişmen kimseler olursunuz.


7- Hem bilin ki içinizde Allanın peygamberi vardır. Eğer o bir çok lş(ler)de size uysaydı muhakkak ki sıkıntıya uğrardınız. Fakat Alları size İmanı sevdirdi. Onu kalbinizde süsledi. Küfrü, fasıklığı, isyanı size çirkin gösterdi. İşte rüşdünü bulanlar da onların ta kendileridir.


8- (Size küfrü, fasıklığı, fsyanı çirkin göstermesi sırf) AHahtan bir fazi (ve kerem) ve nimet olmak içindir. Allah hakkıyla bilendir, yegane hü*küm ve hikmet sahibidir.


9- Eğer müminlerden iki zümre birbiriyle döğüşürlerse arafannı (bulup) barıştırın. Eğer onlardan biri diğerine karşı hala tecavüz ediyorsa siz, o tecavüz edente Allanın emrine dönünceye kadar savaşın. Bİnnettce eğer (Allanın emrine) dönerse artık adaletfle hareket) edin. Allah şüphe*siz ki adil olanı sever.


10- Müminler ancak kardeştirler. O halde İki kardeşinizin arasını (bulup) barıştırın. Allohtan korkun. Takl eslrgenesiniz.




Ayetlerin Laf2i Tahlili



(Fasıkun): Şeriat hududlarından çıkan. Fısk, Llsanü'İ-Arabta şöyle tarif edilmiştir: Fısk, isyan ederek Allah (cc)'ın emrini terketmektir. Ragıp İsfahanî'ye göre fasık, iman ettikten sonra şeriatın ba*zı hükümlerini ihlal eden demektir.


(Bİnebein): Nebe, tügatta haber manasınadır.


Bazı lügatcılara göre ise, haber büyük ve önemli ise nebe denir, önemli olmayan habere nebe denilmez.


(Fetebeyyenû); Tebeyyün kökünden gelir. Tebeyyün, beyanı toleb etmek demektir.


(Blcehalettn); Cehalet, bilgisizlik.


(Nadimîn): Nedm kökünden gelen bir sıfattır.


Nedm ise bir olaydan dolayı kederlenmek ve ona düşmemeyi arzu etmektir. Pişmanlık.


(Laanittüm): Annet kökünden gelir. Annet. meşakkata düşmek demektir.


(Erroşldûn): Raşid'in çoğuludur. Raşid, İnsanı güzel şeye götüren demektir.


(Begat): Bağy kökünden geten bir fiildir. Bağy, fesat çıkarmak, zulüm ve azgınlıkta haddi tecavüz etmektir. Adil imamın j taatından çıkanlara bağy fırka denir. «Yazık Ammar'a ki onu bağy fırka j katledeoektir.» hadislndeki kullanımı da bunu gösterir.


(Tefîe): Fey kökünden gelen bir fiildir. Fey, dönmek demektir. Buradaki anlamı taata dönmektir.


(Muksttin): Aksate kökünden gelir, adiller demektir.




Âyetlerin İcmali Manaları



Allahu taala müminlere hitabederek şöyle buyurmaktadır: Ey iman İle vasıflananlar, Ailah (cc)'ın kitabını tasdik ettiniz, peygamberine inandınız ve yakinen bildiniz ki, Allah (cc)'ın peygamberinin getirdiği haktır. Çünkü getirdiğini Atlah (cc)'ton getirmiştir. Her duyduğunuz haberi dinlemeyin. Her haber getireni tasdik etmeyin. Gelen haberi İyice tahkik edin. Çünkü mümin kardeşlerinize bir zarar verebilirsiniz. Doğruluğunu tahkik etme*diğiniz haberden ötürü kardeşlerinize yapacağınız şeylerden Ötürü pişman olursunuz. Fakat bu pişmanlık bir kıymet ifade etmez.


Ey müminler biliniz ki, aranızda tazim ve hürmete şayan olan Allah (cc)'ın elçisi vardır. O masumdur. Kendi heva ve arzusundan konuşmaz. Onu Allahu taata birçok gizli şeye muttali eder. Onu kendi görüşlerinize getirmeye çatışmayın. Eğer o. sizin işaret ettiğiniz şeylere icabet etse ve size uysa helak olursunuz. Şu var ki, Allahu taala kendi fazlıyla onu da sizi de korumuştur. Ona uyan müminlerin basiretlerini aydınlatmış, İmanı onlara sevdirmiş ve küfrü, fışkı ve isyanı çirkin göstermiş, onları hayır ve saadet yoluna iletmiştir.


haberler! tahkik etmek *


Allahu taala yalan haberden doğacak düşmanlığı ve mukateleyi bil*direrek, müminlere hitaben şöyle buyurmuştur: Ey müminler, mümin kar*deşlerinizden iki zümreyi düşman ve döğüşüyor gördüğünüz zaman onların aralarını bulun. Onları Allanın hükümlerine davet edin. Eğer o fırkalardan birisi diğerine zulüm ve tecavüze devam eder, yeryüzünde fesat çıkarmayı arzu ederse o zaman siz, Allah (ccj'm hükmüne razı olana ve doğru yola gelene kadar o azgın fırka Ife savaşın. Düşmanlık ve azgınlığı kökünden kaldırın. O azgın fırka savaştan vazgeçtiği zaman o İki fırkanın arastnı adaletle bulun. Zira onlar sizin din kordeşlerinizdir. Müslümanlara vacib olan din kardeşlerinin arasını bulmaktır. Yoksa insanlar arasındaki düş-manlığı olduğu gibi bırakmak değil. Zira müminler İmanlarından ötürü an*cak kardeştirler. Müminlerin kurtuluş ve saadet yolları da ancak iki düş*manın arasını düzeltmektir. Allah (cc)'tan sakınınız, emirlerine sımsıkı sa*rılınız ki Allah (cc)'ın rahmetine nail olasınız.




Âyetlerin Nüzul Sebebleri



1- İmam Ahmed (ra}, Haris bin Dırar el-Huzai'den şöyle rivayet eder: «Resulutloh (sav)'a gittim. Beni İslama davet etti. Davetini kabul ederek İslama girdim. Beni zekat vermeye davet etti. Onu da kabul ettim. Resulullah (sav)'tan kavmime gidip onları Islama davet etmek için izin istedim. «Kavmimden İslâmı kabul edenlerin zekatlarını da toplarım. Siz bana bir elçt gönderirsiniz, topladığım zekatı ona teslim ederim.» Aralarında gönderilecek elçinin vaktini tayin ettiler. Haris, kavminden müslüman olanların zekatını topladı. Tayin edilen vakitte elçiyi beklemeye başladı. Resulullah (sav) ona birisini gönderdi.


Fakat gönderdiği adam gitmedi. Haris, Resulullah (sav)'ın hoşuna gitmeyen birşeyden dolayı elçiyi göndermediğini sandı. Bunun üzerine kavminin ulularını çağırarak onlara, Resulullah (sav) bana, topladığım zekatı almak üzere tayin edilmiş vakitte bir adam gönderecekti. Resulullah (sav) verdiği sözden dönmez. Ancak benden ona karşı bir fenalık sadır olmuş olmalı ki, elçiyi göndermedi. Benimle beraber Resulullaha gelir misiniz?» dedi.


Halbuki Resulullah (sav) Velid bin Ukbe'yi Haris'e göndermişti. Velid bir miktar gittikten sonra korkarak geri dönmüş ve Resulullah (sav)'a gelerek, «Haris zekatı vermediği gibi beni de öldürmeye -kalkıştı.» demişti.


Bunun üzerine Resulullah (sav) Haris'in üzerine bir birlik göndermişti.


Haris ve arkadaşları Medine yakınlarında kendilerine gönderilen birlikle karşılaştılar. Haris onlara nereye gittiklerini sorunca, «Senin için geliyoruz.» dediler. Niçin geldiklerini sorunca da, «Resululloh (sav) sana Velid bin Ukbe'yİ gönderdi. Zekatı vermediğin gibi onu da öldürmeye kal*kışmışsın.» cevabını verdiler. Haris, cMuhommedl hak peygamber olarak gönderen Alla ha yemin ederim ki, kimseyi görmedim, bana zekat İçin de kimse gelmedi.» dedt.


Beraberce Resulü ilah (sav)'ın huzuruna vardılar. Resululloh (sav), «Sen zekat vermediğin gibi elcimi, de öldürmeye kalkışmışsın.» dedi. Haris, «Hayır ya Resulullah, seni hak peygamber olarak gönderen Allah (cc)'a andolsun ki ne elçin geldi, ne de ben onu gördüm. Ben elçiniz gelmeyince Allah (cc) ve Resulü bana gazab ettiler diyerek korkumdan buraya geldim.» dedi. Bunun üzerine, «Ey İman edenler, eğer bir fastk size bir haber getirirse onu tahkik edin. (Yoksa) bitmeyerek...» âyeti nazil oldu.[1]


Fahreddin Razi: «Müfessirlere göre bu âyet, Resulullah (sav)'in Velid bin Ukbe'yİ Beni Mustattk'ın zekatını atması için göndermesi hadisesi üzerine nazil olmuştur. Müfessirler bu görüşleriyle, bu âyet umumi olarak gelmiştir fakat nazil oluşu Velid bin Ukbe hadisesine raslamışttr demek istiyorlarsa doğrudur. Fakat bu âyet sırf Velid bin Ukbe hadisesiyle ilgili olarak nazil olmuştur diyorlarsa bu, zayıftır. Zira Velid. Beni Mustalık'a bir kötülük yapmayı kasdetmemiştir. İmam Ahmed (ra)'in rivayetine göre, Velid kendisini bekleyen Haris ve cemaatinden korkarak geri dönmüştür. Onların kendisine bir fenalık yapacaklarından korkmuştur. İşte bunun İçin dönerek geri dönerek Resuiullaha, «Onlar zekatı vermediler, beni de öl*düreceklerdi.» demiştir.»


imam Razi sözlerine şöyle devam eder: «Bu âyetin Velid bin Ukbe ha*disesi üzerine nazil olduğunu söyleyenlerin görüşlerinin zayıflığının bir de*lili de Allahu taalanın «Ben bu âyeti şu hadise İçin İnzal ettim.» dememe* sidir. Bu hususta Resulullah (sav)'tan da bir rivayet varid olmamıştır. Ger*çek olar] şudur ki, bu âyet o hadisede nazil olmuştur. Fakat, bu, nüzul sebebi o hadisedir demek değildir. Bizim görüşümüzü doğrulayan sebeb-lerden birisi de Velid bin Ukbe'ye fası klik ya kıştın I ması d ir. Çünkü o, fasık-tıktan uzaktır. Ancak, zannetmiştir ve zannında yanılmıştır. Zannında ha*ta yapana da fasık denilemez. Nasıl fasık denilebilir ki, ekseri dinden çı*kanlara fasık denilebilir. Zira Allahu taala, «Allah fasıklar güruhunu mu-valf ofe etmez» (Maido: 108), «Hani biz meleklere, «Adem İçin secde edin.» demiştik da İblisten başkası hemen secde etmişlerdi, O Iso efenden olduğu için Rabbtnin emrinden dışarı çıkmıştı.» 'Kehf: 50) ve «Fasık olanların borinacağı yer İse ateştir.» (Secde: 20} buyurmuştur. Bu âyetler de göste*riyor ki, fasık diye tamamen dinden çıkmış olana denmektedir. Velid bin Ukbe ise dinden çıkmış değildir. Çünkü yalnızca yapmış olduğu 2anda hata etmiştir.» [2]


2- «Eğer müminlerden iki zümre birbiriyle doğ üşürlerse aralarını (bulup) barıştırın.» âyetinin nüzul sebebinde aşağıdaki rivayetler vardır:


a) Buharı, Müslim. İbni Cerir ve diğerleri Enes (ra)'ten şöyle rivayet etmişlerdir: «Sahabe-i kiram Resulullah (sav)'a, «Sen Abdullah bin Ubey'e gitmez misin?» dediler. Resulullah (sav) eşeğine binerek sahabilerle bir*likte gitti. Resulullah (sav) onun yanına varınca Abdullah bin Übey, «Ben*den uzaklaş, Allah (cc)'a andolsun ki eşeğinin kokusu beni rahatsız etti.» dedi. Ensarîlerden birisi, «Andolsun ki Resulullah (sav)'ın eşeğinin koku*su senden daha tatlıdır.» cevabını verdi. Abdullah bin Übey'in kavminden birisi ensarinin bu sözüne kızdı. Ensariler de kendi adamlarını destekledi. Aralarında kavga çıktı. Birbirlerine elle, papuçla ve hurma dallarıyla vur*maya başladılar. Bunun üzerine bu âyet nazil oldu.» [3]


b) Buharı ve Müslim Üsame bin Zeyd (ra)'den şöyle rivayet etmişler*dir: «Resulullah (sav) eşeğine binerek hastalanan Sa'd bin Ubade (ra)'nin ziyaretine gitti. Yol güzargahında aralarında Abdullah bin Übey ile Abdul*lah bin Revaha (ra)'nın da bulunduğu bir cemaat oturuyordu. Abdullah bin Übey yüzünü abasıyla Örterek, «Toz çıkarmayın.» dedi. Bunun üzerine Abdullah bin Revaha Ira). «Resulullah (sav)'ın eşeğinin kokusu senden daha güzeldir.» dedi. Her ikisinin akrabaları arasında kavga çıktı. Birbir*lerine elle, papuç ve sopayla vurmaya başladılar. Bunun üzerine âyet na*zil oldu.»




Âyetlerin Tefsirindeki İncelikler



Birinci İncelik: Bu sureye «Hucurat» denildiği gibi «Ahlak» ve «Adabı suresi de denilir. Çünkü sure birçok güzel ahlakı beyan etmektedir. Bu surenin beş yerinde Allahu taala, «Ey İman edenler» hitabında bulunmak*tadır. Her defasında da güzel ahlaktan birine işaret etmektedir. Bu yük-sak adabı aşağıdaki fıkralarda arz edeceğiz:


1- Resulullah (sav)'ın emirlerine itaat etmek vacibtir. O konuşup bir görüş beyan etmeden önce konuşmak, görüş beyan etmek yasaklan*mıştır. Çünkü Allahu taala, «Ey iman edenler, Allah ve Resulünün huzurunda (söz ve İste) öne geçmeyin. Allahtan korkun. Çünkü Allah hakkıyla işiten, (herşeyl) bitendir. (Hucurat: 1) buyurmuştur.


2- Resulullah (sav)'a karşı hürmet ve saygıda bulunmak farzdır. O-nurt huzurunda yüksek seste konuşmamalıdır.[4] Zira Allahu taala, «Ey iman edenler, seslerinizi peygamberin sesinden yüksek çıkarmayın. Ona sözle birbirinize bağırdığınız gibi bağırmayın ki âb farkına varmadan amel*leriniz boşa gldhrerir.» [Hucurat: 2) buyurmuştur.


3- Haberlerin sıhhati hususunda tahkikat yapmak lazımdır. Boz-« guncu ve fasık kimselerin sözlerine İtlmad edilmemelidir. Zira Allahu taala, '> «Ey (man edenler, eğer bir fasık size bir haber getirirse onu tahkik edin.» (Hucurat: 6) buyurmuştur.


4- Halkı maskaraya almak ve İnsanlara küçük düşürücü isim ve lakaplar takmak yasaktır. Çünkü Allahu taala, «Ey İman edenler, bir kavim diğer btr kavim İte alay etmesin. Olur ki (alay edilenler Allah indinde) kendilerinden daha hayırlıdır. Kadınlar da kadınları (eğlenceye almasın) Olur kl onlar (eğlenceye alınanlar) kendilerinden daha hayırlıdır. (Kendi) ken*dinizi ayıplamayın. Birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın. İmandan sonra fasıklık ne kötü addır.» {Hucurat: 11) buyurmuştur.


5- Gıybet, suizan, tecessüs ve benzeri kötü huylar yasaktır. Zira ; Allahu taala, «Ey İman edenler, zannın bin çoğundan kaçının. Çünkü bazı zan (vardır ki) günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Kiminiz de '. kiminizi arkasından çekiştirmesin. Sizden her hangi biriniz ölü kardeşinin ' etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz. Alfahtan korkun. Çün*kü Allah tövbeleri kabul edendir, çok esirgeyicidir.» (Hucurat: 12) buyumuştur.


Yalnızca onsekiz âyetten meydana gelen bu sure birçok ohlok ve adabı biraroya toplamıştır. Bundan ötürü bu sureye Ahlak ve Adab suresi de denmektedir. Bu sure Allah (cc)'a. Peygamber (sav)'e, nefsine, mü*minlere ve umuma karşı gösterilecek edebi ihtiva etmektedir. Bunları da saydığımız sıra ile beyan etmiştir.


îkinci İncelik: «Ey İman edenler» hitabı muhatabları, gelecek olan j.'emlr ve hükümlerin ehemmiyeti hususunda uyarmaktadır Muhatabları -iman ile vasıflandırmak, gelen emirlerin aynen yerine getirilmesini, ihlal fötmekten kaçınılmasını bildirmek anlamına gelmektedir.[5]


Üçüncü İncelik: Ayetteki, «...Eğer bir fasık size bir haber getirirse»


ifadesi, müminlerin her zaman uyanık olmalarını ve duydukları her haberi, kaynağını araştırmadan kabul etmemelerini bildirmektedir. Âyette «fasık» kelimesinin nekire olarak kullanıl ması ve âyetin «eğer» kelimesi ile baş*laması, böyle haberlerin nadir görüleceğine İşaret etmektedir. Buna göre âyetin manası, «Müminlerin asıl vasıfları doğru sözlülüktür. Eğer mümin*ler arasından bir fasık çıkarsa onun haberini tahkik edin.» olur. Resulul*lah (sav) ve ashabı ahlaken öylesine yücelmişlerdt 'ki, kimse onlara böyle yalan haber vermeye cesaret edemezdi.[6]


Dördüncü incelik: «Hem bilin ki İçinizde Allanın peygamberi vardır,»


âyetinin tefsirinde Fahreddln Razi şöyle der: «Benim tercihime göre, Alla*hu taala «Ey iman edenler, eğer bir fasık size bir haber getirirse onu tah*kik edin. (Yoksa) bilmeyerek bir kavme sataşırsanız da yaptığınıza, piş*man kimseler olursunuz.» âyetinin peşine «Hem bilin ki İçinizde AlFahm peygamberi vardır.» âyetini inzal buyurarak kullarına sanki şöyle demek*tedir: «Ey kullarım, sizin için herhangi bir müşkilln hallinde Resulullah (sav) aranızdadır. Ondan sorunuz. Çünkü o bilir. Hicklmsenin sözüne de uymaz. Onda zulüm olmadığı gibi, yalana da İnanmaz. Çünkü o, sizin gö*rüşlerinize İtimad etmez. O ancak Altahtan gelen vahye itimad eder.» [7]


Beşinci incelik: «Eğer o birçok İş(ler)de size uysaydı...» İfadesi, sa-habilerin Resulullah (sav)'ın kendilerine uymalarını istediklerine işaret et*mektedir. Âyetteki 6u farazi tabir, Resulullah (sav)'m onlara değil, onların Resulullah (sav)'a uymaları gerektiğini ifade eder. «Sıkıntıya uğrardınız» ifadesi de Resulullahı kendi görüşlerine getirmelerinde büyük mahzurlar olduğuna delalet etmektedir. Öyleyse sanki Allahu taala onlara, «Ey İman edenler, eğer bir fasık bir haber getirirse o haberi tahkik edin. Siz o habe*rin doğruluğunu araştırmadan Resulullah (sav)'ı da kendi görüşlerine ge*tirmek İsteyenler —ki onlar hem kendilerini, hem diğerlerini sıkıntı*ya düşürürler— gibi olmayın. Resulullah (sav)'ın kıymetini bilin ve böylesi hatalardan kaçının.» buyurmaktadır. [8]


Altıncı İncelik: «İşte rüşdünü bulanlar da onların ta kendileridir.»


âyeti önceki âyetlerde olduğu gibi «siz» hitabıyla gelmeyerek haber ifadeslyle gelmiştir. Bu, Allah (sav)'ın imanı sevdirdiği ve kalbierinde süsle*diği, küfrü, fasıklığı. İsyanı çirkin gösterdiği kişilerin manevi bakımdan en üstün dereceye erenler olduğunu bildirmektedir. Bu dereceye ermeleri de yalnız Allah (cc)'ın fazi ve keremi iledir.


Yedinci İncelik: Fahreddin Razİ: «Eğer müminlerden Ski zümre bir*biriyle dönüşürlerse...» âyetinde «sizden» değil de «müminlerden» denil-mesindeki hikmet, böyle bir fitnenin müminler arasında çok çirkin oldu*ğunu göstermektedir. Birkaç kölesi olan bir efendinin içlerinden en azgın olanına, «Şu işi yapanlara mani ol.» demesi onu en güzel şekilde o çirkin şeyden alıkoymak demektir. Bu âyette de Allahu taala, «Siz yapmazsınız, eğer müminler yaparsa mani olun.» şeklinde dolaylı bir İfade kullanmıştır.


Sekizinci incelik: «Müminler ancak kardeştirler.» âyeti müminlerin birbirine karşı öz kardeş gibi şefkat göstermelerinin ve yardım etmelerinin vacib olduğuna delalet eder. Çünkü müminler İslâmt noktadan kardeştir*ler. İman ve İslâm kardeşliği, ana-baba kardeşliğinden daha kuvvetlidir. Bir müslüman Arap şairi bu hususu şöyle dile getirmiştir: «Araplar Kays ve Temimle iftihar ettikleri zaman ben «Babam İslâmdır» derim, İslâmdan başka baba tanımam.»




Faydalı Btr Uyarı:



Alimlerin birisinden sahabiier arasındaki savaş ve ihtilaflar sorulunca, «O bir kan idi ki Allahu taala bizim elimizi o kana bulaştırmadı. Biz dilimi*zi de onunla kirletmeyelim. Sahabiier in arasında cereyan eden olaylar Yusuf aleyhisselam iie kardeşleri arasında cereyan eden hadiseler gibidir.» cevabını vermiştir.


Haşan-ı Basrî (ra) de şöyle demiştir: «O, bizim olmadığımız, Resulul-lah (savj'ın ashabının bulunduğu bir kıtaldir. Onlar dini bizden daha iyi biliyorlardı. Biz bilemeyiz. Onlar birleştiler biz de onlara uyduk.)


Haris Muhasibî de aynı soruya şu cevabı vermiştir: «Ben de Hasan-ı Basrî (ra)'nin dediği gibi derim. Biz bir görüş ortaya atamayız. Kesinlikle biliriz ki, onların ihtilafları ictihadlanndan doğmuştur ve bu ictlhadlanndan maksat da yalnız Allah (cc) rızası idi.»




Ayetlerdeki Şer'ı Hükümler


Birinci Hüküm: Adil Bir Adamın Haberi Kabul Edilir Mi?



Alimler, adil bir adamın getirdiği haberin kabul edileceğini, «...Eğer bir fasık size bir haber getirirse onu tahkik edin.» âyetine dayanarak İki vecihle isbat etmişlerdir.


Birincisi, Allahu taala fasıktn getirdiği haber hususunda tahkiki emret-. mistir. Eğer adil kimsenin haberi kabul edilmeyecek olsaydı, âyetteki tah*kik emri tahsis edilmezdi. Zira o zaman hem adilin, hem de fosıkın ha*berinin reddedilmesi gerekirdi. Fasıkın getirdiği haberin tahkikini emreden âyet, adil kimsenin getireceği haberin kabul edileceğine delalet etmekte*dir.


İkincisi, fasıkın haberinin reddindeki illet fışktır. Çünkü haber insanda n bir emanettir. Fısk ise emaneti ibtal eder. İllet olan fısk olmadığına göre, rt adil kimsenin haberi reddedilemez.


Adaiet veya fışkını bilmediğimiz kimsenin haberine gelince, Hanefi fu-1 kanası, onun getirdiği haberin kabul edileceği görüşündedirler. Çünkü âyetteki tahkik emri yalnız fasıkiar içindir. Fasık olmayınca tahkike de lüzum f kalmaz, haberi kabul edilir. Çünkü müminlerde asıl olan adalettir.


Hanefllerln delilleri, müminlerdeki temel vasfın adalet olduğu kabulü-, dür.


Bazı fokihlere göre İse, durumu meçhul olan kişinin haberi ancak tahkik edildikten sonra kabul edilebilir.

Prof. Dr. Sinsi 08-04-2012 03:36 AM

Tefsir Dersleri...
 

İkinci Hüküm: Şehadet Ve Rivayette Sahabllerin Adaletini Araştırmak Vaclb Midir?



Bazı alimler bu âyete dayanarak sahabllerin İçinde de adil olmayan*ların bulunduğuna hükmetmişlerdir. Zira Allahu teala Velid bin Ukbe'ye «fasık» vasfını vermiştir. Çünkü âyet onun hakkında nazil olmuştur. Âye*tin nüzul sebebi âyetin umumi İfadesinden istisna edilemez. Halbuki onun sahabl olduğunda İttifak edilmiştir. Allahu taaia onun haberinin tahkik edilmesini emretmiştir. O zaman şehadet ve rivayetlerinde sahabllerin de adaletini araştırmak lazımdır.


Bu meselede alimlerin çok değişik görüşleri vardır. Bunları özetle aşağıya alıyoruz.


1- Sahabilerin hepsi adlidir. Şehadet ve rivayetlerinde onların ada*letleri araştırılamaz. Selef ve halef ulemanın cumhuru bu görüştedir.


2- Şehadet ve rivayetlerinde sahablierin de diğer İnsanlar gibi ada*letlerini araştırmak lazımdır. Ancak Hz. Ebubekir ve Ömer (ra) gibi ada*letleri kesin olan sahabllerin adaletleri araştırılmaz.


3- Sahabiier Hz. Osman devrine kadar adildiler. Ancak onun şeha-detlnden sonra onların da adaletlerinin araştırılması lazımdır.


4- Sahabilerin hepsi adildir. Yalnız Hz. Ali'ye karşı huruç ederek savaşanlar hariç. Çünkü onlar hak imama karşı çıktıkları İçin fasık olmuşlardtr. Bu Mutezilenin görüşüdür.


Tercih edilen ve sahih olan görüş, selef ve halef ulemanın cumhurunun görüşüdür. Çünkü sahobller Resulullah (sav) İle sohbette bulun*duklarından hepsi adildirler. Aflahu taala Kur'an-ı kerimde onlan sena d etmiştir. Onlar hakkında «Böylece sizi vasat (orta) bfr ümmet yapmışızdır, insanlara karşı (hakikatin) şahHlert) olasınız, bu peygamber de sizin üzerinize tam bir şahit otsun diye.» (Bakara: 143) ve «Siz Insanfar İçin , (İnsanlığın faydası içki gaybdan, yahut levhl mahfuzdan secBlp) çıkarttmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten vazgeçirmeye çalısırsınız. (Çünkü) Aİlarta İnanıyorsunuz.» (Al-i İmran: 110) ve «Muhammed 1 Allah’ın resulüdür. Onun maiyetinde bulunanlar da kafirlere karşı çetin, ' kendi aralarında merhometlkflrfer. Onlan rüku edlctter, secde ediciler olarak görürsün. Onlar Allahtan fazi ve rıza İsterler. Secde izinden nişanlan yüzlerlndedir.» (Fetih: 29) ve «Allah dedi (diyecek) ki: «Bu (gün) doğru . söyleyenlerin soda katları kendilerine falde vereceği bir gündür. Altından ırmaklar akan cennetler —ki orada ebedi ve daimî kalıcıdırlar— onların*dır. Allah kendilerinden razı olmuştur, kendileri de O'ndart razı olmuslar-, dır ve işte bu en büyük kurtuluş ve saadettir.» (Maide: 119) ve «...Onlar Allahtan fazi ve hoşnutluk ararlar ve Allaha ve peygamberine (mallarıyla, canlarıyla) yardım ederlerken yurtlarından ve mallarından (mahrum edtlerek) çıkarılmışlardır. İşte bunlar sadıkların ta kendileridir.» (Haşr: 8) bu-i vurulmuştur. Sahabiler hakkında nazil olan daha birçok âyet vardır. Bu âyetlerin hepsinde de sahabiler methedilmektedir.


Sahabilerin peygamberden sonra halkın efdall olduğunu bildiren ha-'. dişler de vardır. Kısa olarak sahobllerin faziletlerini beyan eden bazı ha*disleri aşağıya aktarıyoruz:


1- «En hayırlı nesil benim neslimdir. Sonra, ondan sonra gelenler, sonra da onlardan sonra gelenlerdir.» [9]


2- «Ashabıma sövmeyin. Nefsimi kudret elinde tutan Allah (cc)'a yemin ederim ki sizden biriniz Uhud Dağı kadar altın Infak etse yine de sahabilerden birinin İnfak ettiği bir avuçun sevabına nail olamaz.» [10]


3- «Ashabım hakkında Allah (ccj'tan sakınınız. Benden sonra on*lan hedef almayınız. Her kim onları severse ben de onu severim. Her kim onlara buğz ederse ben de onlara buğzederim. Her kim onlara eza ederse bana eza eder. Bana eza eden de Allah (cc)'a eza etmiştir.» [11]


Sahabilerin diğer insanlardan efdaliyeti ve adaleti hususunda Kur'an ve sünnetten benzeri daha birçok nas varid olmuştur. Sahabilerin bazı*larından bazı muhalefetler vaki olmuşsa da biz bunlardan dolayı onların fasık olduklarına hükmedemeyiz. Çünkü onlar bir günah işleseler bile onu devam ettirmezlerdi. Tövbe eden insandan fısk gider, adalet gelir. Mese*la, Matz el-Eslemî zina işlemiş fakat arkasından Resulullah (sav)'a gelerek suçunu itiraf ederek recmedilmiştir. Moız'ın defninden sonra Resulullah (sav), «Allah (cc)'a andolsun ki Maız öyle bir tevbe etti ki, yapmış ol*duğu tövbe ümmet arasında taksim edilse hepsine yeter,» buyurmuştur.


Sahabiler hakkındaki, «Onlar masum değillerdir, bu sebeble günah işlemişlerdir ve adil değillerdir.» görüşüne gelince, bu zayıf bir görüştür. Zira şehadeti ve rivayeti reddolunan fasık, işlemiş olduğu günahı devam ettirendir. Sahabiier içinde İse günahta ısrar eden yoktur.


Âyetin nüzul sebebinde Fahreddin Razi'den yapılan nakilden de an*laşılacağı üzere bu âyet hasseten Velid bin Ukbe için nazil olmamıştır. Bu âyet umumi olarak fasıkiar için nazil olmuş ancak nüzulü Velid bin Ukbe hadisesine raslamıştır. [12]




Üçüncü Hüküm: Fasık Ve Bid'ad Ehlinin Şehadeti Kabul Edilir Mi?



Alimler, «...Eğer bir fasık size bir haber getirirse onu tahkik edin.» âyetine dayanarak fasıkın şehadetinin kabul edilmeyeceğinde ittifak et*mişlerdir. Fasıkın şehadeti kabut edilmediği gibi rivayeti de kabul edile*mez. Çünkü rivayet ResuluÜah (sav)'tan emanet ve dinin temelidir. Fısk iso emaneti bozar. Fasıkın Resulullah (sav)'a yalan İsnad etmesi de kuv*vetle muhtemeldir.


Kurtubî şöyle der: «Fışkı tesbit edilen kimsenin haberlerdekl sözleri geçersiz olur. Çünkü haber emanettir. Fısk ise onun ibtalinin karinesidir.» [13]


Cessas: «Âyetteki, «tahkik edin» ifadesi, fasıkın şehadetinin kabul edilmesinin yasaklandığını gösterir. Çünkü şehadet bildiğini haber ver*mektir. Fasıkın şehadeti kabul edilmediği gibi diğer hususlardaki haberleri de kabul edilemez. Onun Resulullah (sav)'tan rivayet ettiği hadisler de makbul değildir. Fosıkın şer'î bir hükmün isbatı için getirdiği haber de' kabul edilemez. Hülasa, din ile ilgili herhangi bir mevzuda onun getireceği haber muteber değildir.» [14]


Alimler, fastkın muemalat ve herhangi bir kişinin aleyhindeki şeha-deti haricindeki haberleri âyetin hükmünden istisna ederek kabul edile*ceğine hükmetmişlerdir. Fasıkın kabul edilebilecek haberleri şunlardır:


1- Kendi nefsi aleyhinde İkrar ettiği haberler. Mesela, «Falan kişi*nin bende şu kadar parası vardır.» demesi gibi. Çünkü burada başkası için kendisi üzerinde bir hak isnad etmiş olmaktadır. Bunda da adalet şart değildir. Böyle bir haber kafirlerden de kabul edilir.


2- Hediye ve vekalet mevzuundaki sözleri. Mesela, birisine birşey getirerek, a Bunu sana filan hediye etti.» demesi gibi. Bu husustaki sözü kabul edildiği gibi hediyesi de kabul edilir. Ayrıca bir başkası fasıkı bir-şeyln satışına vekil ettiği zaman sözleri kabul edilir. O malın ondan alın*ması caizdir.


3- İçeri girme İzni istenmesi halinde söylediği sözler. Mesela, birisi evine girmek için fa sıktan izin İstese, fasık da ona izin verse bu sözü kabul edilir. Çünkü burada adalet şart değildir. Buna benzer muemalatta, bir diğerinin aleyhindeki şehadeti haricindeki haberleri de kabul edilir.


Alimler fasıkın nikahtaki velayeti hususunda görüş ayrılığına düşmüş*lerdir. İmam Şafii'ye göre fasık bir kişi nikah velisi olamaz. Çünkü fasık olduğundan velayet yaptığı kişiye nikahta zarar vermesi muhtemeldir.


İmam Ebu Hanife (ra) İle İmam Malik {ra)'e göre ise, kendi malına velayet yaptığı için adil kişiler gibi evlenecek erkek veya kıza veli de ola*bilir. Çünkü onun namusuna karşı gayreti tamdır. Ehlinin namusunu korur. Malını sarfederken kıymetini biliyorsa kendi ehlinden birisini evlendirmek*te de onun velisi olur.


Btd'ad ehline gelince, bunlar —cebriye ve kaderiye gibi nasları kendi görüşlerine göre tevi] ettikleri için— itlkadlarından ötürü (asıktırlar. Bu sebeble İmam Şafii gibi bazı usul alimleri onların hem şehadetlerini, hem de rivayetlerini reddederler.


Diğer bazı alimlere göre ise btd'ad ehlinin hem şehadeti, hem de ri*vayeti makbuldür.


Hanefiler ise, şehadet ile rivayeti birbirinden ayırarak, bid'ad ehlinin şehadetinin kabul edileceğine. Peygamberden yaptığı rivayetin ise kabul edilemeyeceğine hükmetmişlerdir. Çünkü dinde bid'ad çıkaranın kendi nevası uyması ve halkı da kendi hevası istikametinde dine davet etmesi muhtemeldir. Bu yüzden onun dini mevzularda yapmış olduğu rivayetler reddedilir. Herhangi birisi hakkındaki lehte veya aleyhte şehadeti ise ka*bul edilir. Çünkü onun kendi görüşüne daveti nakille olabilir. Bu yüzden nakledeceği rivayete itibar edilemez. Fakih ve muhaddislerin cumhurunun görüşü de budur.




Dördüncü Hüküm; Fasıkın Velayeti Sahih Midir?



İbnü'i-Arabt: «Şafiilere göre fasıkın imameti sahihtir. Fasıkın bir par*ça mal hakkındaki şehadeti kabul edilmezken nasıl olur da ona koca bir mülk teslim edilir? Şafiilerin görüşünün dayandığı temel şudur: Halka namaz kıldıran bid'ad ehli fasık vali veya imamların yerinden uzaklaştırıl*ması ve namazın terkedilmesi mümkün olmadığına göre, dini bozuk oldu*ğu halde zaruri olarak onun arkasında namaz kılınır. Hz. Osman'ın dediği gibi, halkın yapacağı en güzel şey namazdır. Öyleyse onlar namaz kılı*yorlarsa arkasında namaz kıl. Eğer namazları usulüne uygun kılmıyorlar*sa onlardan kaçın.


«Bir kısım insan takiyye yaparak onların arkasında namaz kılar, fa*kat sonra namazlarını iade ederler. Bir kısım insan da namazlarını iade etmezler. Bana göre namazın İade edilmesi farzdır. İnsanın razı olmadığı bir imamın arkasında namaz kılmayı terketmesi uygun değildir. Ancak kı*lman namazın gizlice iade edilmesi lazımdır. Fasık valilerin infaz ettiklerin*den hakka uygun olanlar kabul edilir, hakka uygun olmayanlar reddedi*lir. Başkalarının sözlerine aldanmayın. Bu hususta çok laf ediiir, fakat hak açıktır» [15]




Beşinci Hüküm: İmama Karşı İsyan Edenlerin Öldürülmesi Farz Mıdır?



Alimlerin cumhuru, İmama karşı isyan edenlerle (bağy fırkası ile) sa*vaşmanın farz olduğuna hükmetmiştir. Yalnız şu var ki, onlar önce sulha davet edilir. Ara bulunmaya çalışılır. Şayet sulha yanaşmaz, isyana devam ederlerse, «Eğer müminlerden iki 2umre' birbiriyle doğüşürlerse aralarını (bulup) barıştırın. Eğer onlardan biri diğerine karşı hala tecavüz ediyorsa siz, o tecavüz edenle Allahın emrine dönünceye kadar savaşın.» âyetine İstinaden onlarla savaşmak farzdır.


İlim iddiasındaki bazı kişilere göre ise müminlerden İmama karşı is*yan edenlerle savaşmak caiz değildir. Bunlar Resulullah (sav)'ın, «Mümi*ne sövmek fısk, müminle savaşmak küfürdür.» [16] hadisine istinad et*mektedirler. Halbuki bu hadis onların İddialarına asla bir detil olamaz. Çünkü Kur'an müminlerden İmama karşı isyan eden bağy fırka ile savaş*mayı, onları öldürmeyi emreder. Bu hadise dayanılarak Ailahın hüküm*lerinden biri nasıl ibtal edilebilir?


Kurtubi: «Eğer onlardan biri diğerine karşı hala tecavüz ediyorsa siz, o tecavüz edenle Allahın emrine dönünceye kadar savaşın.» âyeti mümin-lerle savaşılmayacağım iddia edenlerin görüşlerinin yanlış ve fasit ol*duğuna delalet eder. Eğer asi bir müminle savaşmak küfür olsaydı Allah (cc) âyette küfrü emretmiş olurdu. Halbuki Allahu taala küfrü emretmek*ten münezzehtir. Hz. Ebubekir İslâmın herşeyinl kabul ettiği halde yalnız zekatını vermeyenlerle savaşmış ve İslâmdan yüz çevirenlere uyulmama*sını emretmiştir. Fakat bunun yanında onların mallarının kafirlerin mal*ları gibi hela! olduğuna da hükmetmemiştir.» [17]


Taberî: «Eğer müslümanlar arasında çıkan ihtilafa karışmamak, evin*de oturmak vacib olsaydı, hiçbir had uygulanamaz ve hiçbir batıl ortadan kaldırılamazdı. Bu tavır, nifak ehlinin ve fasıkların Allah (cc)'ın horam kıl*dığı müslüman mallarına ve kadınlarına tecavüz etmelerine yolaçar. Çünkü böyle bir halde müstümanlar parça parça olur, (asıklara karşı direnme güçlerini kaybederler. Bu da Resulullah (sav)'ın, «Sefihlerinizi terbiye için cezalandırın.» hadisine muhalif hareket etmektir.» [18]


Cumhurun delilleri -.


Cumhur, bağy fırka ile savaşmanın farz olduğuna birkaç delille isbat ederler. Bunları özetle aşağıya alıyoruz.


1- «Eğer onlardan biri diğerine karşı hala tecavüz ediyorsa siz, o tecavüz edenle Allanın emrine dönünceye kadar savaşın.» âyeti.


2- «Ahir zamanda Öyle bir kavim çıkar ki genç ve sefihtirler. On*lar hadisleri okurlar, Kur'an-ı da güzel okurlar. Fakat İmanları gırtlaklarından aşağıya geçmez. Onlar okun yaydan çıktığı gibi dinden, çıkarlar. Onları nerede rastlarsanız Öldürün. Onları öldürmekte Allah (ccjj, katında w kıyamete kadar sevap vardır.» hadisi. [19]


3- «Ümmetim arasında gelecek çok ihtilaflar ve fırkalar çıkacaktır. Bunlardan bir kavmin sözleri çok güzel, amelleri çok kötü olacak. Onlar , okun yaydan çıktığı gibi dinden çıkacaklar. Onlar ok tekrar yaya dönene kadar bir daha da dine dönmeyeceklerdir. Onlar yaratılmışın en şerlileri*dir. Onların öldürdüğüne de, onları öldürene de müjdeler olsun.» Onların alametleri sorulunca da, «Başlarını tıraş etmeleridir.» buyurdu. [20]


4- Resulullah (sav) Ammar bin Yaser (ra) hakkında. «Onu bağy fırkası öldürecektir.» buyurmuştur.


Bu âyet ve hadisler bağy fırka ve benzerleriyle Allahın emrine dönünceye kadar savaşmanın farz olduğuna delalet etmektedir.


Cessas: «Eğer kılıçtan başka hiçbir şey onları yola getiremiyorsa, * bağy fırka ile savaşma hususunda Resulullah (sav)'ın ashabından hiçbirisi f muhalefet etmemiştir. Biliniyor ki sahabe-i kiram Haricilerle savaştılar. > Eğer savaşı vacib görmeselerdi evlerinde otururlardı. O zaman da harici*ler onları öldürür, çocuk ve kadınlarını esir alırlardı. ,


«Sahabilerin bir kısmının Hz. Ali ile birlikte savaşmadıkları öne sü-' rülebllir. Sa'd bin Ebİ Vakkos {ra), Usame bin Zeyd (ra) ve Abdullah bin • Ömer (ra) de bunlardandır. Bunlar oturmamışlar, fakat Hz. Ali'ye karşı is- s yan eden fırkayı bağy kabul etmemişler veya Hz. Ali'nin ordusunun onlara yeteceğini bildikleri için savaşa katılmamışlardır. Çünkü onlar Haricilerin savaşına da katılmamışlardır. Halbuki Haricilerle savaşmanın farz oldu-' ğunu biliyorlardı. Ancak Haricilerle savaşanların kafi sayıda olduklarını gördükleri için bilfiil savaşa katılmamışlardır. Eğer Haricilerle savaşanlar kafi miktarda olmasalardı, bunlar da elbette savaşa katılırlardı.» [21]


Altıncı hüküm 1 Bağy fırkanın malları ganimet mldîr, yoksa sulhtan' sonra onlara iade mi edilir?


1- İmam Muhammed (ra)'e göre bağy fırkanın malı ganimet ola-* maz. Ancak onlardan geri kalan at ve silah gibi savaş malzemesi onlara* karşı kullanılabilir. Fakat savaş bittikten sonra onların silah ve malları' iade edilir.


2- İmam Ebu Yusuf (ra)'a göre. bağy fırkanın elinde bulunan silah ve malın tamamı ganimettir. Müslümanlar arasında humus hesabına göre taksim edilir.


3- İmam Malik (ra)'e göre, bağy fırkanın malları ganimet, çocuk ve kadınları esir edilemez. İmam Şafii de bu görüştedir.


İmam Ebu Yusuf'un delili:


Bağy fırka asi oldukları İçin şer'î hududları tecavüz etmişlerdir. Onla*rın malları müslümonlar arasında ganimet olarak dağıtılır,


Cumhurun delilleri:


Bağy fırkanın İmama karşı isyanı onlarla savaşı helal kılar. Onların çocuklarını helal kılmaz. Çünkü onlar kafir değillerdir. Onlar yalnızca İma*ma karşı asi olan mümin veya İmamın taatından çıkmış fasık müminlerdir. Onlarla savaşma emri de onları tekrar müminlerin safına döndürmek için*dir. Yoksa kafir oldukları için değildir.


Cumhurun delillerinden biri de Ibni Abbas (ra)'tan rivayet edilen şu hadistir: «Hariciler Hz. Ali'ye isyan ettikleri zaman, Hz. Ali onlara, «Siz anneniz olan Ayşe'ye mi sövüyorsunuz? Siz başka kadınlardan size helal olan şeylerin ondan da mı helal olmasını istiyorsunuz. Şayet böyle bir-şey yaparsanız kafir olursunuz.» dedi.» [22]


Abdullah bin Ömer (ra) de Resulullah (sav)'tan şöyle rivayet etmiştir: «Resulullah (sav) Abdullah bin Ömer (ra)'e, «Bu ümmetten isyan edip İmama karşı çıkanların hükmünü biliyor musun?» diye sordu. Abdullah bin Ömer (ra), «Allah ve Resulü daha İyi bilir.» cevabını verdi. Bunun üzerine Resulullah (sav), «Onların yaralılarına dokunulmaz, esirleri öldürülmez, kaçanının peşinden gidilmez, mallan da ganimet olarak taksim edilmez.» buyurdu.» [23]


Kurtubî: «Bize göre it İma d edilecek olan sahobe-i kiramın bağıl ere karşı tavır ve hareketleridir. Onlar bağîlerle savaşlarında koçanların pe*şinden gitmemiş, yaralılara saldırmamış, esirlerini öldürmemiş, kadın ve çocuklarını köle edip satmamış, mallarını da ganimet olarak taksim etme*mişlerdir. Bizim önderlerimiz de ancak ve ancak sahabe-! kıranıdır.» [24]


Sahih olan cumhurun görüşüdür. Çünkü bağîier kafir değildir. Bu yüz*den kadın ve çocukları esir edilemez, malları taksim edilemez. Eğer malla*rı ganimet sayılır, kadın ve çoculkarı köle edilip satılırsa, onlar İsyana teşvik edilmiş olunur. Onları tekrar müslümanların safına döndürmek de mümkün değildir.


En doğrusunu Allah (cc) bilir.


Ashab-ı kiram arasında vaki olan İhtilaflar etraftnda faydalı ve mühim bir uyan:


Kurtubî: «Sahabilerden herhangi birine kafi bir hata isnad etmek caiz değildir. Çünkü onlar yaptıklarının hepsinde Ictihad etmişler ve yal*nız Allah (cc)'tn rızasını taleb etmişlerdir. Onlar bizim imamlarımızdır. On*lar arasında cereyan eden hadiseler hakkında dilimizi tutmalı ve onları zikrettiğimizde en güzel şekilde anmalıyız. Zira onlar Resuiuilah (sav)'ın sohbetinde bulunmuşlardır ve Resulullah (sav) onlara sövmeyi yasakla*mıştır


«Ailahu taala da onlara mağfiret etmiş ve «Allah dedi (diyecek) ki: «Bu (gün) doğru söyleyenlerin sadakatları kendilerine falde vereceği bir gündür. Altından ırmaklar akan cennetler —ki orada ebedî ve daimi kalı*cıdırlar— onlarındır. Allah kendilerinden razı olmuştur, kendileri; de ondan razı olmuşlardır ve İşte bu en büyük kurtuluş ve saadettir.» (Maide; 119) âyetiyle onlardan razı olduğunu haber vermiştir.


«Resulullah (sav)'tan çeşitli Isnadlarla varid olan hadise göre, «TaIha, yeryüzünde yürüyen bir şehiddir.» Eğer Talha'nın katıldığı savaş İsyan olsaydı, o savaşta ölen Talha şehid olmazdı. Çünkü şehadet ancak hak yolunda Hakk için ölmektir.


«Resulullah (sav)'ın, «Zübeyir'in katili .ateştedir.» ve «Safiye'nln oğlu*nun katilini ateşle müjdeleyin.» hadisleri de buna delalet eder. 5u hadisler, Talha (ra) ve Zübeyir (ra)'in katıldıkları savaşta asi olmadıklarını göster*mektedir. Dolayısıyla bu savaştan ötürü de günahkar olmamışlardır.


«Bir alimden sahabiler tarafından akıtılan kan hususunda sorutunca, «Onlar birer ümmetti (gelip) geçti. (O ümmetlerin) kazandığı kendilerinin, sizin kazandığınız da sizin ve siz onların işlemiş olduklarından mesul ola*cak değilsiniz.» (Bakara: 134) âyetini okuyarak cevap vermiştir.» [25]



Ayetlerden Alınacak Dersler



1- Gelen haberleri, bilhassa fasıkiann haberlerini tahkik etmek va-clbtir.


2- Duyulan haberlere göre hüküm verilemez. Bir hüküm vermek için hükme dair haberlerin araştırılması zarurettir.


3- Müminler İçin müracaat mercii Resulullah {sav}'tır. Bir ehl-i iman için Resulullah (sav)'ın haberinin dışında kat'î bir hüküm vermemelidir.


4- Müminler arasını düzeltmek farzdır. Müminler arasında çıkacak nizaların Önlenmesi için arayı bulmak farzdır.


5- Müminlerden bir fırka diğer bir fırkaya tecavüz ettiği ve bu teca*vüz sulh yoluyla önlenemediği takdirde fitneyi kılıçla önlemek farzdır.


6- Müminler kardeştirler. Müminleri toplayan akide ve iman bağı*dır. Bu bağ nesebi bağdan daha kuvvetlidir.


7- Islâmın vahdetini korumak ve zayii kimselerden zulmü defetmek için mütecaviz kimselere karşı koymak farzdır.




Ayetlerdeki Teşriî Hikmetler



Islûm, haberlerde tahkiki ve her işte ihtiyatlı davranmayı emretmiştir. Bu emir müminleri düşmanların hazırladıkları tuzaklardan korumak içindir. Bu emre uyan müminler her işlerinde sağlam bir yol üzere bulunurlar.


Çoğu kez bir fası kın getirdiği yolan bir haber fitneler çıkarmıştır. Bu fitne yüzünden de çok kanlar dökülmüştür. Fitnenin ateşini hilekar İnsan*lar yakmışlardır. Çünkü onlar İslâm Ümmetini bozmayı, parçalamayı, fit*neye düşürmeyi düşünmüşlerdir. Bu sebeble İslâm tahkiki, araştırmayı em*retmiştir. Bilhassa da fasıkların haberleri araştırılmalıdır. Çünkü fasıkiar dine karşı hürmet ve saygısı olmayan kimselerdir. Bunların haberleri tah*kik edilirse tunların yalan haberleri yüzünden toplumun vahim neticelere düşmesi Önlenmiş olunur. Çünkü yalan ve iftiralar bazan herşeyden uzak olan insanların hayatına, feci akibetlere düşmelerine malolur. Nitekim Altahu taala vahiyle Resufullah (sav)'ı muttali klımasaydı, Veltd bin Ukbe hadisesinde [26] çok kötü şeyler olacaktı. Haberin tahkik edilmesiyle bir*çok günahsız insanın kanı korunmuş ve müsiümanlartn birliği -bozulma*mıştır.


İslâm nasıl kaynağı ve sebebi ne olursa olsun zulüm ve azgınlığa karşı mukavemet etmeyi emretmişse, birbirleriyle niza eden fırkalar ara*sını bulup düzeltmeyi de emretmiştir. Eğer aralarında niza ve düşmanlık anlaşma yoluyla giderilemezse, o zaman bağy ve saldırgan fırkaya karşı en iyi hakim kılıçtır. Onlarla Allanın emrine dönünceye kadar savaşmak lazımdır. İslâm bu hikmetli yolu müslüman toplumu düşmanlık ve parça*lanmaktan korumak için genel bir kural olarak vazetmiştir.






--------------------------------------------------------------------------------


[1] İbni Hanbel, Taberani. Ayuca Mecraaü'z-Zevaid, C. 7. S. 109.


[2] Razi, ag«j, C. 7, S. 589.


[3] Süyûti, age, C. 6. S. 90.


[4] Şimdi de ziyaretine gidilince ziyaret adabından olan selam ve dua çok alçak bir sesle yapılmalıdır. Çünkü peygamberlerin hayatları İle mematları ara*sında bir fark yoktur. Hayatlarında gösterilen saygı daha sonra da aynen gösterilmelidir. (Çev.)


[5] Ebussuud age. C.7. s.581 (Razi Tefsiri kenarında).


[6] Alusi. age. C. 26, S. HS'ten özetle.


[7] F. Razi. age, C. 7. S. 592.


[8] Ahisi, age, C. 26. S, 148'den özetle. v


[9] Buhari. Müslim. Tirmizl, Nesai.


[10] Buhari. Müslim. TlrmizJ, Ebu Davud.


[11] Tirmizi.


[12] Kurtubi. age. C. 18, S. 312.


[13] Kurtubi, age. C. lö, S. 316


[14] Cessas, age, C. 3, S. 398. 402


[15] Ibnü'l-Arabi. age, C. 4. Kurtub!, age, C. ıfl. S. 312.


[16] Buhari. Müslim, Tinnizi ve Nesai.


[17] Kurtubi, age. C. 16. S- 317.


[18] Kurtubi, age. C. 16. S. 317 (Taberiden naklen)


[19] Buhari, Müslim. Ebu Davud, Nesai.


[20] Kütüb-i Sitte (Tinnizi hariç). Cessas, age. C. 3. S. 400.


[21] Cessas. age, C. 3, S. 401.


[22] Cessas, age. C. 3, S. 402.


[23] Kurtubl, age, C. 16. S. 320.


[24] Kurtubi, age, C. lfl, S. 320.


[25] Kurtubî. age, C. 16. S. 322.


[26] Bu hadise âyetlerin nüzul sebeblerinde geçmiştir

Prof. Dr. Sinsi 08-04-2012 03:36 AM

Tefsir Dersleri...
 

63. DERS KUR'ANIN ABDESTSİZ OLARAK TUTULMASININ HARAM OLUŞU.. 2


Ayetlerin Lafzı Tahlili 2


Bu Âyetlerle Önceki Âyetler Arasındaki Münasebet: 2


Âyetlerin İcmali Manaları 2


Âyetlerin Tefsirindeki İncelikler 2


Âyetlerdeki Şer'ı Hükümler 3


Birinci Hüküm: «Siyanet Edilmiş Kitap» Tan Maksat Nedir?. 3


İkinci Hüküm: «Ona Tam Bir Surette Temizlenmiş Olanlardan Başkası El Süremez.» Âyetinden Maksat Nedir?. 3


Üçüncü Hüküm: Kur'anın Elle Tutulmasının Hükmü Nedir?. 4


Mühim Bir Uyan: 4


Dördüncü Hüküm: Allahu Taalanın Kur'andaki Yeminlerinin Hikmeti 4nedir?. 4


Beşinci Hüküm: Kur'anda Yapılan Yeminlerin Türleri Nelerdir?. 4


Altıncı Hüküm: Allah (cc)'tan Başkası İle Yemin Edilir mi?. 5


Âyetlerden Alınacak Dersler 5



63. DERS KUR'ANIN ABDESTSİZ OLARAK TUTULMASININ HARAM OLUŞU



75 — Hayır (hakikatler kafirlerin dediği gibi değildir.) İşte yıldızlan!» düştüğü yerlere andediyorum.


76 - ki hakikatte bu, eğer bilirseniz, büyük bir anddır


77 — Muhakkak o elbette çok şerefli bir Kur'an'dır.


78 — Kİ siyan et edilmiş bir kitapta (yazılı)dır.


79 — Ona tam bir surette temizlenmiş olanlardan başka» el süre-m«z.


80 — (O) alemlerin Rabtolnden indirilmiştir.


81 — Şimdi siz bu kelamı mı hor görücülersinb?


82 — Rızkınıza (şükür edeceğinize) siz behemehal tekzibe mi kal*kışırsınız?


83 — Hele (can) boğaza gelince,


84 — O vakit siz görürsünüz!


85 — Biz ona sizden yakınız. Fakat görmezsiniz.


86 — Onu (ta boğazınıza gelince cesedinize) geri çevirsenizyot Eğer (İddianızda) sadıktarsanız...




Ayetlerin Lafzı Tahlili



(Mevögirnnücumî): Mevakl', mevkinin çoğuludur ve birşeyin düştüğü yere denir. Nücum, necm'in çoğuludur. Necm, yıldız demektir.


(Meknûni): Saklanan, gizlenen şey.


(El mutahharün); Cenabetlik ve idrar gibi na*maza mani olacak şeylerden temizlenmiş olanlar.


(Mudhinûn): Hor görmek, yalanlamak.


(Belegatilhülgûm): Belagat, ulaşmak anlamr-na gelen bir fiildir. Hulküm, boğaz demektir.


(Medînîne); Mükafat istemektir.


(Terciûneha); Terci', rücudan gelen bir fiildir. Dönmek demektir. Yani, ruhu vücuda döndürebilecek misiniz demektir.




Bu Âyetlerle Önceki Âyetler Arasındaki Münasebet:



Allahu taala önceki âyetlerde Alfah (cc)'ın vahdaniyetini, ölümden sonra dirilmeyi ve hesap vermeyi isbat edecek delilleri zikretmiştir, Sonra da peygamberliği isbat edecek deliller takib etmiştir. Sonra do Resullerin sonuncusu olan Muhammed bin Abdullah'a nazil olan Kur'anın doğrulu*ğunu bildirmiştir. Kur'an asırlar boyu onun peygamberliğinin isbatı için ebedi bir mucizedir. Kur'an, müşriklerin za'mettikleri gibi Muhammed (sav)'in telifi değildir. O, hakim ve alîm olan Allah (cc) tarafından indiril*miştir. İşte bu işaret ettiklerimiz bu âyetlerle önceki âyetler arasındaki bağlantının ne kadar ahenkli olduğunu göstermektedir.




Âyetlerin İcmali Manaları



Allah (cc), yıldızların yörüngeleri üzerine yemin etmektedir. Şayet bi*lirseniz bu, çok büyük bir şeydir. Çünkü yıldızlar yörüngeleri ile birlikte onları yaratan Allah (cc)'ın kudretine en açık delildirler. Allahu taala an-dederek Kur'anın sihir, kehanet, iftira değil büyük ve korunmuş bir kftap olduğunu isbat ediyor. O, Allah (cc) tarafından korunmuş, her batıldan, değişmeden ve değiştirilmeden korunacak olan ve herşeyi hakkıyla bilen hüküm ve hikmet sahibi Allah (cc)'ın indirdiği kitaptır. Bu kitabı şeytan*lar getirmedi. Şeytanlar zaten Allah (ccj'tn ilminde saklı olan ve korunan bu kitaba el süremezler. Onu ancak Allah (cc) katından temiz melekler indirmiştir. Yeryüzünde de onu melekler gibi temiz olanlar tutabilir. Çünkü o, aziz ve ceül otan Allah (cc)'in kelamıdır. Allah (cc)'ın kelamına karşı saygı İse ancak temizlikle olabilir.


Ey İnsanlar, siz bu kitabı, Kur'anı mı yalanlıyorsunuz? Siz Allah (cc)'ın nimetlerine karşı şükrü böyle mi yapıyorsunuz? Hakikat siz bütün nimetleri veren Allah (cc)'ın fazlını İnkar ediyorsunuz. Ruhunuz gırtlağınıza gelip dayandığında, meçhul bir yol ayrımında durduğunuzda ne yapacaksınız? Tekrar dünyaya dönebilir misiniz? Ölümü sizden defetmeye gücünüz yete*bilir mi? Cesetten ayrılan ruhunuzu tekrar cesede döndürmeye kadir mi*siniz? Eğer hesap vermeyecekseniz veya dediğiniz gibi Ölümden sonra ne hesap, ne mükafat, ne de yeniden dirilme varsa, o zaman serbestsiniz. O zaman, ruhu gırtlağına yaklaşan kimsenin ruhunu geri çevirin. Hesap ver*meye giden insanları geri çevirin. Halbuki siz ölen bir kişiye yalnız bakı*yorsunuz, hiçbir şey yapamıyorsunuz. Bizim meleklerimiz sizden o ruhlara daha yakındır. Siz o ruhun büyük bir hesaba gittiğini görmüyorsunuz. Cün-. kü siz acizzisiniz. Allah (cc)'ın huzuruna temiz gidenler İse mükafatlarını göreceklerdir. Siz de cezanızı




Âyetlerin Tefsirindeki İncelikler



Birinci incelik: Yıldızların yörüngeleri üzerine yemin edilmesi, Allah (cc)'ın kudretinin büyük, hikmetinin kamil ve sanatının bedl' oluşuna İşa*ret etmektedir, öyle ki bunu açıklamak ne düle, ne de kalemle mümkün*dür. Yapılan birşeyin büyüklüğü onu yapanın azametine delalet eder. Gök ve göğün İhata ettiği-güneş, ay ve yıldızlar Allah (cc)'ın kudretinin bir eseridirler. Bunlar arasındaki düzen mucid, hüküm ve hikmet sahibi olan A'lah (cc)'ın varlığına ve birliğine delalet eder.


İkinci incelik: Fahreddin Razi: «Âyetteki «şerefli bir Kur'andtr» ifade*sinde derin bir İncelik vardır. Çok okunan bir kitap hem okuyana, hem dinleyene usanç verir. Hatta bir mecliste bir adam bir mevzuyu ikinci defa anlatsa ona tekrar ettiği için kızılır. Halbuki Kur'an böyle değildir. Oku*dukça, dinledikçe zevk alınır. Ne kadar tekrar edilirse edilsin usanç ver*mez.» [1]


Üçüncü İncelik: Kur'ana, «Şimdi siz bu kelamı mı hor görücülersi*niz?» âyetinde görüldüğü gibi «hadis» (kelam) ismi verilmesi çok görül*mektedir. «Hadis» ise yeni olan şeye denir. Yeni konuşulan, duyulan şey insana tad verir. Kur'an ise «kadim» olmasına rağmen onda yeni söylenilen bir kelamın tadı. vardır. Her okunuşta sanki hiç okunmamış gibi zevk alı-mr. işte bu İtibarla Kur'ana «hadis» denilmesi doğrudur.


Dördüncü incelik: Yıldızlar üzerine yemin etmekle Kur'an arasında ne münasebet vardır. Ki, Kur'anın doğruluğunu isbat için yıldızlar üzerine yemin edilmiştir. Cenabı Allah yıldızları yerin ve denizlerin karanlığında insanların yolunu ve yönünü tayin etmesi için yaratmışsa, Kur'an âyetle*rini de sapıklığın ve cehaletin karanlıklarında insanların yolunu tayin et*mek için göndermiştir. Yıldızlar maddi karanlığı aydınlattığı gibi Kur'an da manevi karanlıkları aydınlatmaktadır. Buradaki yeminde maddi ve ma*nevi yol göstericiler arasında bir birleşme olmuştur.


Beşinci incelik; «Ona tam bir surette temizlenmiş olanlardan baş*kası el süremez.» âyeti haber şeklinde gelmişse de mana itibariyle birşe-yi yasaklamaktadır, ibni Kesir bu âyetin tefsirinde şöyle der: «Bazı alim*lere göre temiz olmaktan maksat, cünüp ve abdestsiz olmamaktır. Müs*lim'in Sahihinde İbni Ömer (ra)'den rivayet ettiği hadise göre Resulul-lah (sav), müşrik memleketlere giden kimsenin yanında Kur'an götürme*sini yasaklamıştır. Bu yasaklama müşriklerin ona el sürmemesi için yapılmtştır. İmam Malik (raj'in Muvatta'dakl rivayetine göre de Resuiuilah (sav) Amr bin Hazm'a yazdığı mektupta, «Kur'anı ancak temiz kimseler eline alsın.» buyurmuştur.»[2]


Altıncı incelik: «Rızkınıza (şükür edeceğinize) siz behemahat tekzibe


mi kalkışırsınız?» âyetinin manası, «Siz rızkınızın şükrünü Kur'anı yalanla*yarak mı yapıyorsunuz?» demektir. Yani siz, küfrü şükrün yerine koyuyor*sunuz denilmiştir. Salebi de âyetin tefsirinde, «Siz Kur'andan pay alacak •yerde onu tekzıb ediyorsunuz.» demiştir. [3]




Âyetlerdeki Şer'ı Hükümler


Birinci Hüküm: «Siyanet Edilmiş Kitap» Tan Maksat Nedir?



Müfessİrler âyetteki «siyanet edilmiş kitap»tan maksadın ne olduğu hususunda görüş ayrılığına düşmüşlerdir.


Bazı alimlere göre bundan maksat, «levh-i mahfuzudur. «Siyanet edil-miş»ten maksat da gözlerden saklanmış demektir. ;Ki ona ancak Cebrail ve Mikail gibi melekler muttali olabilir.


Diğer bazı alimlere göre «slyanet edilmiş kitapalan maksat, levh-i < mahfuz değil Kur'andır. Kur'an-ı kerim nasıl hafızlar tarafından ezberlene*rek hafızalarda saklanırsa, satırlara yazılarak da sayfalarda korunur. Nite*kim Ailahu taola, «O, <Allah indinde» çok şerefli, kadri yüce, tertemiz sa-hifededir.» (Abese: 13-14) buyurmuştur. Buna göre âyetteki «siyanet edil*mişsin manası, «değişme ve bozulmadan korunmuş»tur. Ailahu taala öa, «Kur'anı biz indirdik, biz. Onun koruyucuları da şüphesiz biziz.» (Hicr: 9) buyurmuştur.




İkinci Hüküm: «Ona Tam Bir Surette Temizlenmiş Olanlardan Başkası El Süremez.» Âyetinden Maksat Nedir?



Müfessirler, âyetteki el sürülmeyecek kitaptan maksadın Kur'an mı -yoksa levh-i mahfuz mu olduğu hususunda görüş ayrılığına düşmüşlerdir.


Bazı alimlere göre buradaki el' sürülemeyecek kitaptan maksat Kur'*andır. Buna göre âyetin manası şöyle olur: Bu Kur'ana abdestll olmayan kişiler e! süremez.


Diğer bazı alimlere göre İse buradaki kitaptan maksat levh-i mahfuz*dur. Buna göre de âyetin manası, «Levh-I mahfuza temiz olanlardan başkası el süremez.» olur. Buradaki temiz olanlar ise meleklerdir.


Âyetteki kitabın tevfo-i mahfuz olduğunu söyleyenler görüşlerini Isbat İpin «O (Allah indinde) çok şerefli, kadri yüce, tertemiz sahifelerdedir. Kı-metii, sevgili, takva sahibi katiblerin elleriyle (yazılmıştır).» (Abese: 13-16) âyetlerini delil almışlardır. Buna göre temiz olanlar meleklerdir.[4]




Üçüncü Hüküm: Kur'anın Elle Tutulmasının Hükmü Nedir?



Kur'an-ı kerim, Allah (cc)'ın mukaddes kitabıdır. Ona tazim ve ihtiram etmek farzdır. Ona tazim etmenin bir işareti de onu abdestsiz eie almamak*tır. Fukaha, Kur'anın abdestsiz eie alınamayacağında icma etmiştir. Ab*destsiz olarak tutulmasını yalnız öğretmek ve öğrenmek kasdıyla eie alan*lar için caiz görenler de vardır. Bu da zarurettir. Öyleyse abdestsiz, cünüp kimselerle ay hali gören ve lohusa kadınların Kur'anı ellerine alması ha*ramdır.




Mühim Bir Uyan:



Kur'an-ı Kerimi abdestsik. olaraK ele almak haramdır. Bu hükme kimse karşı çıkmamıştır. Ancak fukaha arasındaki görüş ayrılığı bu hükmün mevzumuz âyetlerden mi yoksa başka âyetlerden mi çıktığı hususundadır.


Fukahadan bazılarına göre Kur'anı abdestsiz ele almanın haram olu*şu mevzumuz âyetlerin işaretiyle sabittir. Çünkü Ailahu taala, Kur'anı semada ancak temiz meleklerin tutabildiğini haber vermektedir. Bizim eli*mizdeki Kltab da levh-i mahfuzda yazılmış kitabın aynısı oiduğuna göre onu tutanların da mutlaka abdestll olmaları farzdır.


Diğer bazı alimlere göre ise, Kur'anın abdestsiz olarak ele alınama*yacağı hükmü mevzumuz âyetlerle değil, Resulullah (sav)'ın sünnetiyle sabittir. Bu görüşteki fakihier, kendi görüşlerini isbat için de birçok akli ve naklî delil getirmektedirler.


1- «Ona tam bir surette temizlenmiş olanlardan başkası el süre*mez.» âyeti Mekke'de nazil olmuştur. İlim ehli bilir ki, Mekke'de nazil olan âyetler fıkhı meselelerle ilgili değil, iman ve itikadla ilgilidir.


2- Bu âyet birşeyt haber vermektedir. Haberi emir şeklinde tevil ' etmek âyeti haber şeklinden çıkarır. Âyetin haber şeklinden çıkmasıyla


ortaya bir mecaz çıkar. Kelamda ise asıl olan hakikattir, mecaz değil.


3- «Mutahharûn» (temiz yaratılanlar) kelimesi bizim görüşümüze, yani «temiz yaratılmış meleklerse işaret eder. Eğer burada abdest alan*lar kasdedilseydi, «kendisini temizleyenler» manasındaki «mutotahharun» kelimesinin kullanılması gerekirdi. Nitekim bunu, «...Allah hem çok tövbe edenleri sever, hem çok temizlenenleri (mutatahharun) sever.» (Bakara: 222) âyeti de teyid etmektedir.[5]


Özet olarak, Resulullahın sünneti Kur'anı ele almak İçin abdestli ol-. manın farz olduğuna delalet etmektediı.


İbni Habban ve ashab-ı sünenin tesbit ve rivayet ettiklerine göre, Re-sulullah (sav). Yemen halkına yazdığı mektupta, «Kur'anı ancak abdestli kimseler eline alabilir.» buyurmuştur. Fukahanın cumhuru (Ebu Hanife, Malik ve Şafii) da böyle hükmetmişlerdir. Sahabilerin çoğu da çocukları*na Kur'anı ellerine alacakları zaman abdest almalarını emrederlerdi.




Dördüncü Hüküm: Allahu Taalanın Kur'andaki Yeminlerinin Hikmeti 4nedir?



Araplar sözlerini tekid etmek için yemin ederlerdi. Kur'an ise Arapça ile nazil olmuştur. Kur'anın birçok âyetlerinde kelamın tekidi için çeşitli yeminler yapılmıştır. Yoksa bu yeminler davanın isbatı için yapılmamış*tır. Zira davanın isbatı kat'İ delillerle yapılır.


Kur'anın iki tür muhatabı vardır. Kur'ana iman etmiş mümin veya onu teR'zİb eden kafir. Mümin Allah (cc}'ın haber verdiğini yeminsiz olarak tas*dik edip inanan kimsedir. Kafirler ise delillerle inanmadıkça yapılan ka*semler yüzünden inanacak değillerdir, öyleyse Kur'andaki yeminler, sözü tekid etmek ve mevzunun ehemmiyetine dikkat çekmek içindir. Atlahu taa-la, âyetlerinde herhangi birşey üzerine yemin ettiği zaman, muhatabının zekası kendi kendine araştırmaya başlar. Acaba Allahu taala bu varlık üzerine niçin yemin etmiştir? Bundan maksat nedir? Niçin başka bir varlık üzerine değil de özellikle onun üzerine yemin edilmiştir? İşte bu soruların cevabını bulmak için muhatap düşünmeye ve araştırmaya başlayacaktır.




Beşinci Hüküm: Kur'anda Yapılan Yeminlerin Türleri Nelerdir?



Kur'onda çeşitli şekillerde yeminler varid olmuştur. Bunları üzerleri*ne yapıldıkları şeylere ve yapılış sebeblerine göre Ikl grupta inceleyebi*liriz.


1- Üzerlerine yapıldıkları şeylere göre yeminler:


a) Allah (cc)'ın zatı üzerine yapılan yeminler. Mesela, «İşte o göğün ve yerin Rabblne ondolsun ki (vaadolunduğunuz) o (şeyler) tıpkı sizin ko*nuştuğunuz gibi şüphesiz ve kat't bir gerçektir.» (Zarİyat: 231 ve «İşte Rabbine andolsun ki onlara, topuna yapmakta oldukları şeyleri elbette so*racağız.» (Hicr: 92-93) âyetlerinde görüldüğü gfbi.


b) Çeşitli yaratıklar üzerine yapılmış yeminler. Mesela, «Andolsun incire, zeytine, Sina dağına ve şu emin şehre ki biz hakikat İnsanı en gü*zel bir biçimde yarattık.» (Tin: 1-4} ve «Andolsun güneşe ve onun aydın*lığına, ona tabi olduğu zaman aya, ona parlaklık verdiği zaman gündüze, onu örtüp büründüğü zaman geceye, göğe ve onu bina edene, yere ve onu yayıp döşeyene, herbir nefse ve onu düzenleyene, sonra tSa ona hem kötülüğü, hem (ondan) sakınmayı İlham edene ki onu tertemiz yapan kisl muhakkak umduğuna ermiş, onu alabildiğine örten kişi İse elbette ziyana uğramıştır.» (Şems:11-10) ve «Andolsun fecre, on geceye, hem çifte, hem teke, gelip geçeceği dem geceye, (ki) bunlarda akıl sahipleri için birer ye*min (değeri) vardır.» (Fecr: 1-5} âyetinde görüldüğü gibi.


c) Bizzat Kur'an üzerine yapılan yeminler. «Sad. O şanlı, şerefli Kur'*ana yemin ederim ki (hal) küfredenlerin iddia ettikleri gibi değildir). Bila*kis (onların dışı boş) bir onur, (İçi İse tam) bir tefrika içindedir.» (Sâd: 1-2} ve «(Hidayet yolunu) apaşikar gösteren (şu) kitaba andederlm ki haki-. kat biz onu (onun manalarını) anlayosınız diye Arapça bir Kur'an yaptık.» (Zuhruf: 2-3) ve «Kaf, o çok şerefli Kur'ana yemin ederim ki (Mekke kaflr-ferl peygambere İman etmediler).» (Kaf: 1) âyetlerinde görüldüğü gibi.


d) Mevzumuz âyette olduğu gibi bizzat «and» (kasem) üzerine yapılan yeminler. «(Demek ki hakikat ey kafirler sizin dediğiniz gibi değildir). An-de derim o (geceleri) geri dön(üp aydınlık neşreden)...» (Tekvin 15) ve «Kıycmet gününe andederlm. Kendisini alabildiğine krnayan nefse yemin ederim (ki siz öldükten sonra mutlaka dirileceksiniz),» (Kıyamet: 1-2) ve «Şu beldeye yemin ederim. Sen bu beldeye helal İken.» (Beled: 1-2) âyet*lerinde görüldüğü gibi.


2- Sebebîerine göre yapılan yeminler.


a) Allah (cc)'tn vahdaniyetinin İsbatı İçin yapılan yeminler. «Saflar bağlayıp duranlara, sevk ve zecredenlere, zikir okuyanlara yemin ederim ki gerçek sizin Tanrınız hakikaten birdlr.ı (Saffat: 1-4) âyetlerinde görül*düğü gibi.


b) Kur'anın hak olduğunu isbat için yapılan yeminler. «Hayır (hakikat*ler kafirlerin dedikleri gibi değildir). İşte ytfcftzlann düştüğü yerlere ande-dlyorum —kt hakikaten bu, eğer bilirseniz, büyük bir anddır— muhakkak o ebette çok şerefi! bir Kur*andsr.ı (Vakıa: 75-77) âyetlerinde görüldüğü gibi.


c) Resulullah (sav)'ın peygamberliğini İsbat İçin yapılan yeminler. «Ya*sin. O hikmet dolu Kur'ana yemin «derim ki sen (bab&im) hfç şüphesiz (Hak canibinden) gönderilen fpeygamberJterdensJn.» (Yasin: 1-3) âyetle*rinde olduğu gibi.


d) Resulullah (sav)'tan müşriklerin İsnad ettikleri kötü sıfatların olma*dığını göstermek İçin yapılan yeminler, «Hokka He kaleme ve (kalem erba-bmm) yarmakta olduktan şeflere andoteun W, (hdbftıtm) sen, Rabbmfn ni*meti sayesinde, felr mecnun değfisin,» (Kalem: 1-2) âyetlerindekl gibi.




Altıncı Hüküm: Allah (cc)'tan Başkası İle Yemin Edilir mi?



Alimler, Alitfh .(ccpn isminden veya sıfatlarından başto birssyte ye*min etmenin Jraram olduğunda Icma etmîsîerdir. ftesöHflfah (sav), «Yemin «îmek İsteyen içişi ya Mlan $cc) İle yenün etsin veya hiç etmesin.» buyur*muştur.


Allah .(cç)"tan başka şeylerle yemin edilmesinin haram oluşu fasonlar ipindir. Allahu taala yarattığı şeylerden dilediği ile yemin etmektedir. Çün*kü feirşeyfe şerrim etmek onun ehemmiyet ve azametini gösterir. Allahu taala Kur'anın birçok âyetlerinde görüldüğü gibi yarattığı birçok şeyle ye*min etmiştir. Aüah (ccpn bu yeminleri o şeyin sağlamlık ve ehemmiyetini gösterir. Cenabı Allahın yemin ettiği şey, onu yaratanın kudretine delalet eder. Resuiulloh (sav), «Hakikat Allahu taala size babalarınız İle yemin öt*meyi yasaklamıştrr. Yemin etmek İsteyen kişi ya Allah İle yemin etsin ve*ya hiç etmesin.» buyurmuştur.




Âyetlerden Alınacak Dersler



1- Allah (ccpn yıldızların yörüngeleri üzerine yemin etmesi, yoktan varettiği nizamın yaratıcısının büyüklüğünü göstermek içindir.


2- Kur'an sihir, şiir ve kehanet değil, ancak hakîm ve alîm olan Allanın kelamıdır.


3- Aziz kitabımız Kur'anı levh-i mahfuzdan dünyamıza şeytanlar değil, temiz yaratılmış melekler getirmiştir. O halde Kur'anı eline alanların da temiz, abdestll olması şarttır.


4- Kur'an tebdil ve tağyirden, batıldan korunmuştur. Çünkü Allahu taala onun korunmasını tekeffül etmiştir.


5- Nimetlere karşı tekzib ve inkar değil, şükredilmelidir.


6- İnsanlar eğer amellerinin mükafat ve cezasını görmeyecekse o zaman kendi nefsinden belayı defetmesi lazımdır.


7- Yaşadığımız dünya dışında bir yer olması lazımdır ki insanlar orada yaptıklarının karşılığını alabilsinler.


Ayetlerdeki teşrii hikmetler


Kur'an mecid olan Allah (cc)'ın kitabı, kullarına düsturu, resullerin sonuncusu olan Hz. Muhammed'e indirdiği vahyidir. Semavi kitapların en son nazil olanı ve en şereflisidir. O, beşeriyeti doğru yola ileten, insanları mutluluğa ulaştıran ve cehaletten kurtarıp ilim ışığına çıkaran kitabtır. Öy*leyse ona saygı göstermek bu şerefli kitabın hakkıdır. Onu tatbik etmek, en yüksek mevkide tutmak, devamlı okumak bütün müslümanlara farz*dır.


Kur'an-ı. kerime saygının bir alameti de onu eline alan kimsenin te*mizlenmesidir. Çünkü o, Allah (cc)'ın kelamıdır. Öyleyse müminin Kur'an hakkında saygısızlık yapması veya onu abdestsiz olarak eline alması doğ-râ değildir.


Resulullah (satf), Amr bin Hozm'a yazdığı mektupta. «Kur'anı ancak abdestli ve temiz kimseler eline alabilir.» buyurmuştur. Resulullah (sav)'ın Kur'ana azami derecede saygı göstermesi, bizim de ona saygı gösterme*mizi icobettirmektedir. Allahu taala Kur'anın şanını yüceltmiştir. Çünkü onu ayların en efdali olan Ramazan ayında, gecelerin en efdali olan Ka*dir gecesinde inzal buyurmuştur. Kur'an-ı kerimin Resulullaha gelmesinde de Ruhul emin olan Cebrail aleyhlsselam vasıta olmuş, o seçilmiştir. Kur'*an-ı kerimin nerede ve nasıl yazıldığı, «O (Allah İndinde) çok şerefli, kadri yüce, tertemiz sahlfelerdir. Kıymetli, sevgili, takva sahibi katiplerin elleriyle yarılmıştır)». (Abese: 13-16) âyetleriyle bildirilmiştir. O zaman müminlere bu kitab-ı mübine saygı göstermeleri farz olmaz mı?


Kur'anı temiz ve pak melekler getirmişlerdir. Müminlerin de o melek*lere benzemeleri için Kur'anı ellerine almadan önce temizlenmeleri, ab-dest almaları lazımdır.


«{Âyetlerimiz hakkında sapıklığa düşenler) o zikre (Kur'ana) —o ken dilerine gelince— küfredenlerdir ki İşte bunlar şüphesiz bize gizli kal mazlar). Halbuki o, cidden sarp bir kitaptır ki, ne Önünden, ne ardından onq hiçbir batıl (yonaşıb) gelemez. (O), bütün kainatın hamdettlğt, o yegane. hüküm ve hikmet sahibi (Allah)tan İndirilmedir.» (Fussılet: 41-42).






--------------------------------------------------------------------------------


[1] Razi. age, C. 8. S. B9


[2] Ibni Kesir, age, C. 4, Kurtubl, age.


[3] Ibni Cevzi. age, C. 8. S. 154.


[4] Alusi, Kurtubl, Razi.


[5] Razi, Alusi, Kurtubî. Ibni Cevzl. 416

Prof. Dr. Sinsi 08-04-2012 03:36 AM

Tefsir Dersleri...
 

64. DERS ZİHAR VE KEFARETİ 2


Âyetlerin Lafzi Tahlili 2


Ayetlerin İcmali Manaları 2


Âyetlerin Nü2ül Sebebleri 2


Âyetlerin Tefsirindeki İncelikler 3


Âyetlerdeki Şer’i Hükümler 4


Birinci Hüküm: Zıhar Talak Gibi Meşru Mudur? Haram Mıdır?. 4


İkinci Hüküm: Ziharda Hangi Hükümler Vardır?. 4


Üçüncü Hüküm: Ayetteki «Dediklerini Geri Almok»tan Maksat Nedir?. 5


Dördüncü Hüküm: Gayri Müsllm Zımmî Ve Kftabînîn Zihaf Yapması Sahih Midir?. 5


Beşinci Hüküm: Cariyeye De Zlhar Yapılabilir Mi?. 5


Altıncı Hüküm: Kadın Da Zfhar Yapabilir Mi?. 6


Yedinci hüküm: Zihar anne He teşbihe mi mahsustur?. 6


Sekizinci Büküm: Zîhann Kefareti Nedir?. 6


Dokuzuncu Hüküm: Zihar Yapan Kimse Kefaret Vermeden Zevcesiyle Temasta Bulunursa Kefareti Ağırlaşır Mı? 7


Ayetlerden Alınacak Dersler 7


Ayetlerdeki Teşrii Hikmetler 7


65. DERS RESULULLAH (SAV) İLE MAHREM KONUŞMANIN ADABI 7


Ayetlerin Lafzı Tahlili 8


Ayetlerin İcmali Manaları 8


Ayetlerin Nüzul Sebebleri 8


Ayetlerin Tefsirindeki İncelikler 8


Ayetlerdeki Şer'i Hükümler 9


Birinci Hüküm: Ayetteki “Meclisler”den Maksat Nedir?. 9


İkinci Hüküm: Bir Şahsın Yerlnds İzinsiz Olarak Oturmak Mubah Mıdır?. 9


Üçüncü Hüküm: Dışarıdan Gelen Alim, Fazıl Ve Salih Kişiye Ayağa Kalkmak Caiz Midir?. 10


Dördüncü Hüküm; Resulullah İle Mahrem Konuşmadan Önce Sadaka Vermek Vacîb Midir?. 11


Resulullah (sav) İle Mahrem Konuşmanın Adabı 11


Âyetlerden Alınacak Dersler 11



64. DERS ZİHAR VE KEFARETİ



1- (Habibim) zevci hakkında seninle direşip duran, (nihayet halin*den) Allaha da şikayet etmekte olan (kadın)tn sözünü (umulduğu vecih ile) Allah dinlemiştir. Allah s İz in konuşmanızı (zaten) İşitiyordu. Çünkü Al*lah hakkıyla işitici, kemaliyle görücüdür.


2- İçinizden 2İhar yapagelenlerin karılan onların anaları değildir. Anaları kendilerini doğuranlardan başkası değildir. Şüphe yokkl onlar her halde cfrkln ve yalan bir taf söylüyorlar. Muhakkak ki Allah bağışlayıcı, çok yarhgayıcıdirti'


3- Kadınlardan zihar ile ayrılmak isteyip de sonra dediklerini geri alacaklar (için) birbiriyle temas etmezden evvel, bir köle azad etmek (la*zımdır). İşte size bununla öğüt veriliyor. Allah ne yaparsanız hakkıyla ha*berdardır.


4- Fakat kim (bunu) bulamazsa, (yine) birbiriyle temas etmezden evvel, fasılasız İki ay oruç (tutsun). Buna da güç yetiremezse ottmtş yoksul (doyursun). (Kefaretteki) bu (hafifletme) Allaha ve peygamberine İman (da sebat) etmekte olduğunuz İçindir. Bu (hükümler) Allanın (tayin ettiği) had-lerdir. (Bunları kabul etmeyen) kafirler için ise elem verici azab vardır.




Âyetlerin Lafzi Tahlili



(Semlallâhu): Semi' ve basar, itim, İrade, kudret ve hayat gibi Allah (cc)'ın sıfatlandır. Semi'nin anlamı, bir kulağa sahlb olmadan sesleri duyan demektir.


(Tücâdîlüke): Kocası hakkında defaetle müracaat eden, direşen.


(Veteştekl): Şekva kökünden gelen bir fiildir. Şekva, sıkıntısını açığa vurmak, şikayet etmektir.


(Tahavürekümâ): Karşılıklı muhavere, konuşma.


(Yüzahirûne): Zihar. zehr kökünden gelir, sırt demektir. Istılahı manası İse, bir kimsenin karısına, «Sen bana anamın sırtı gibisin.» diyerek onu kendisine haram kılmaktır.


(Münkeren): İnkar kökünden gelir. Şeriatın haram kıldığı şeye denir.


(Zûren): Zur. yalan, açık batıl olan şey demektir.


(Fetahrîrüragabetin): Tahrir, bir köleyi Allah için azad etmektir. Rakabe, boyun demektir. Buradaki manası, şahıs demektir.


(Yetemâssâ): Mes kökünden gelir, mes, birşeyl elle tutmaya denir, buradaki anlamı ise elmadır.


(Miskinen): Miskin, kendisini ve ailesini geçin*direcek mala sahip olmayan, çok yoksul.


(Hudud): Had'din çoğuludur. Had, İki şeyi birbirinden ayıran, tecavüz etmemesi için araya konulan şeye denir. Istılahtaki manası ise, Allah (cc)'ın günahla sevab arasına çizmiş olduğu sınırdır.




Ayetlerin İcmali Manaları



Allahu taala insanlara çok yakın ve herşeyi şüphesiz İşitendir. Dua va istekte bulunanlara İcabet eder.


Bir kadın Resulullah (sav)'a kocasını şikayete geldi. Kocası, cahiliyet dönemindeki gibi zihar yaparak kadtnı kendisine haram kılmıştı. Kadın sık sık Resulullah (sav)'a geliyor, şikayetlerde bulunuyor ve ziharın İs-lamdaki yerini öğrenmek istiyordu. Yerde ve gökte olan herşeyi bilen Allahu taalaya da şikayette bulunarak kimsesizliğini, bakımsızlığım arzettl. Kadı*nın yaşı ilerlemişti. Çocukları çok küçüktü. Onları kocasının yanına bırok-sa bakımsızlıktan, yanına alsa açlıktan ölürlerdi.


Resulullah (Sav) kendi başına bir hüküm vermez, Allahu taaladan ge*len vahye uyardı. Zihar hususunda da o zamana kadar herhangi bir vahiy gelmemişti. Bu sebeble kadına kesin bir cevap vermiyor, oyalıyordu. İşte Allahu taala bu zayıf ve kimsesiz kadının duasını kabul ederek vahyi İn*zal buyurdu. Resulullaha kadının kocasına şöyle demesi buyuruluyordu: Zihar yaptığın zevcen senin annen değildir. Senin annen ancak seni do*ğurandır. Seni doğurduğu için annen sana haramdır. Fakat Allah (cc)'ın sana helal kıldığı birşeyi sen kendine haram kılamazsın. Sen şeriatın sevmediği, yalan ve iftira olan bir söz söylemişsin. Bununla birlikte Cena*bı Allah hata edip dönenleri affeder, şer'î sınırları aşmayanlara mağfiret eder. Öyleyse sen Allah (cc)'ın peygamberine İnzal buyurduğu vahye uy.


Azad edecek bir kölesi olmayan, onu alacak zenginliğe de sahip ol*mayan kimse, yine zevcesi ile temas etmezden önce aralıksız İki ay oruç tutmalıdır. Eğer hastalık, yaşlılık gibi sebeblerle İki ay oruç tutmaya güç yetiremezse o zaman altmış yoksulu doyurmak zorundadır. İşte bu Allah (cc)'ın zihar için gönderdiği hükmüdür. Allahtn size meşru kıldığı sınır*larda durun, onu tecavüz etmeyin.




Âyetlerin Nü2ül Sebebleri



1- Hz. Ayşe'den şöyle rivoyet edilmiştir: «Allahu taala bütün sesleri işitir. Bir kadın Resuluflah (sav)'a gelerek kocası hakkında şikayette bu*lundu. Ben evin bir tarafında onları dinliyor, fakat sözlerinin bir kısmını duyamıyordum. Kadın Resulullah (sav)'a, «Benim yaşım İlerledi, çocukla*rım ayrıldı, kocam zihar yaptı. Kocamı sana şikayet ediyorum.» diyordu. Kadın şikayetlerine Cebrail aleyhisselam bu âyetleri getirene kadar de*vam etti.» [1]


2 — Ibni Abbas (ra)'tan şöyle rivayet edilmiştir: «Cahiliyet dönemin*de erkekler zevcelerine, «Sen bana anamın sırtı gib'sin.» diyerek onu ken*disine haram kılarlardı. İslâmdan sonra ilk defa Evs isminde bir sahabr zihar yapmış, fakat sonra pişman olmuştu. Karısına, «Git, Resulullaha sor.» demişti. Kadın Resulullah (sav)'a sorduktan sonra bu âyetler nazil oldu. [2]


3 — Havlete bintl Malik bin Sa'lebe'den şöyle rivayet edilmiştir: «Ko*cam Evs bin Samid bana zihar yaptı. Ben de Resulullah (sav)'a giderek şikayet ettim. Resulullah. (sav) bana ısrarla, «Allah (cc)'tan kork, çünkü


,o senin amcaoğlundur.» diyordu. Fakat ben, «Zevci hakkında seninle dire*şip duran...» âyeti nazil olana kadar şikayete devam ettim. Âyet nazil ol*duktan sonra Resululloh (sav), «Kocan seninle temas etmezden evvel bir köle azad etsin.» Ben de. «Köle bulamaz.» dedim. Resulullah (sav). «Öy*leyse aralıksız iki ay oruç tulsün.» dedi. «Ya Resulullah. o yaşlıdır, o ka*dar oruç tutamaz.» dedim. Resulullah (sav), «öyleyse altmış miskin doyur*sun.» buyurdu. Resulullah (sav)'a, «Onun sadaka verecek birşeyl yoktur.» dedim. O zaman Resulullah (sav), «Ben ona altmış sa' hurma vereyim.» buyurdu. «Bir aitmiş sa' da ben veririm.» dedim. Resululloh (sav), «Güzel yaparsın. Sen onun yerine altmış yoksulu doyur ve amcaoğlunun yanına git.» buyurdu.» [3]




Âyetlerin Tefsirindeki İncelikler



Birinci incelik: Fahreddin Razh «Bu vaka. halktan umudu kesilen. kendisinin mühim İşi hususunda Allahtan başka yardımcısı olmayan kim*senin işini ancak Allahu taalamn yapacağına delalet eder. Çünkü Allah-(cc) herşeye kadirdir, herşeyi yapabilendir. Âyetteki, «Allah sizin konıışmanızı (zaten) işitiyordu.» İfadesi, Allahu taalamn her zaman her şeyi işittiğine delalet eder. O kadının hitapta Resulullah (sav)'Ia birlikte mu*hatap olması onu da bu hitap şerefine erdirmiştir. Bu cümlede «Allah» isminin iki kere tekrar edilmesi, müminlerin kalbine Atlanın heybetinin ilka edilmesi İçindir.» [4]


İkinci İncelik: İbni Munzır: «Cahiliyet döneminde erkekler kantarını, «Sen bana anamın sırtı gibisin.» sözüyle boşarlardı. Cahil İye Arapları ne*den «sırt» demişlerdir de başka bir uzvu zikretmemişlerdir. Halbuki diğer uzuvları anarak haram kılma daha uygundu. Çünkü sırt binek yeridir. Ka*dın da bir yerde erkeğin bineğidir, öyleyse, «Sen bana anamın sırtı gibi*sin?» ifadesiyle sanki, «Benim sana nikahla binmem, anama nikahla bin*mem gibi haramdır.» denilmek istenmiştir. Bundan ötürü «binek» yerine İstiare yoluyla «sırt» denilmiştir.» [5]


Fahreddin Razİ: «Zihar kelimesi sırt anlamına olan zehr kelimesinden alınmamıştır. Çünkü sırt, kadının zevk alınan uzvu değildir. Belki zihar ke*limesi yükseklik manasına olan zühr kelimesinden alınmıştır. Bu kelime Kur'andaki, «Artık onu aşmaya (en-yezherü) da güç yetiremedfler...» (Kehf; 97) âyetinde de yükseklik manasında kullanılmıştır. Bunun için de binilen herşeye zühr denilir. Çünkü ona binen yükseğe çıkmış olur. Bu mananın sıhhatine Arapların talakta kullandıkları «Ben ailemden İndim» İfadesi de delalet etmektedir. Bu İfade bir yükseklikten inmeyi dile geti*rir.» [6]


Üçüncü incelik; Zihar yapan kişi zevcesini annesine benzetiyor, «Be*nim annemdir» demiyor. O halde Kur'an bu sözü nasıl oluyor da «yakm» ve «çirkin» olarak vasıflandırıyor. Çünkü «Sen bana anamın sırtı gibisin», sözü ya karısının da annesi gibi haram olmasını haber vermektedir veya şu anda zevcem bana annem gibi haramdır anlamına gelmektedir. Eğer bu ifade geçmişteki bir hail haber veriyorsa yalan olmaktadır. Çünkü zev*cesi ona helal ve annesi ona ebediyyen haramdır. Helal olan blrşeyi ha*ram olan başka birşeye benzetmek yalandır. Bu yüzden âyet bu sözü «yalan» olarak zikretmiştir. Eğer-şimdiki zamanda kendisine haram etti*ğini söylemek istiyorsa yine yalandır. Çünkü bu durumda zihar sözü şeria*tın haram kıldığını İfade etmiş olmoktadır. Şeriat da böyle bir teşbihin harama sebeb olacağını söylemediğine göre, bu sözle haram hükmünü Isbat etmek'«yalan» ve iftira olmaktadır.»[7]


Dördüncü İncelik: Rivaye göre Hz. Ömer hilafeti zamanında eşeğe binil! olarak dolaşırken yaşlı bir kadına rastlar. Kadın Hz. Ömer'i durdu*rarak uzun uzun nasihat eder. «Ben seni çok eskiden beri tanınm. Hatta sen küçükken sana Ömercik denilirdi. Sonra büyüdün sana Ömer dediler. Şimdi de müminlerin emirl diyorlar. Halkın hususunda Allah (cc)'tan kork. Bil ki ölümü yokinen bilen kimse vaktini boşa harcamaktan korkar. Hesap vereceğini yakinen bilen kimse de azabtan korkar.» dedi., Hz. Ömer kadının sözlerini sonuna kadar dinledi. «Şu kadar zamandır bu kadın İcİn mi du*ruyorsun?» dediler. Hz. Ömer, «Allah (cc) ismi ile yemin ederim ki bu kadın beni sabahtan akşama kadar durdursa, farz namazlarının vakti hariç, dururum.» Bu kadının kim olduğunu biliyor musunuz? Bu kadın yedi kat göğün üstünde Allah (cc)'ın sözünü dinlediği kadındır. Alemlerin Rabbl olan Allah (cc) dinliyor da Ömer hiç dinlemez olur mu?» cevabını verdi. [8]


Beşinci incelik: İmam Tirmizİ, Seleme bir Satır el-Ensarî'den şöyle rivayet etmiştir: «Kadınlarla münasebet konusunda bana başka hiçbir er*keğe verilmeyen bir güç verilmişti. Ramazan oyı girlncl aileme yaklaşarak orucumu zayedirlm korkusuyla zevceme Ramazan sonuna kadar zihor yaptım. Bir gece ailem bana hizmet ederken dayanamayıp münasebette bulundum. Sabah olunca yakınlarıma giderek, «Benimle beraber Resulul-loh (sav)'a geliniz. Ona durumu arzedeyim.» dedim. «Hayır, sonra hakkı*mızda Kur'an inmesinden korkarız.» dediler. Bunun üzerine yantarmdon çıkarak Resululloh (sav)'a gittim. Durumu anlattım. «Bunu sen mi yaptın?» dedi. «Evet, bunu ben yaptım.» dedim. Resulullah (sav) tekrar, «Bunu sen mi?» buyurdu. «Bunu ben İşledim. İşte huzurunuzdayım. Hakkımda Allah (cc)'m hükmünü icra et. Buna muhakkak katlanacağım?» dedim. Resul-I ekrem (sav), «Bir köle azad et.» buyurdu. İki elimle gerdanıma vurarak «Sizi hak olarak gönderen Zat'a yemin ederim ki, bu gerdandan başkasına sahib olmayarak sabahladım.» dedim. Resulullah (sav), «p halde iki 07 oruç tut.» buyurdu. «Ya Resulullah, başıma gelen zaten oruç yüzünden gelmedi mi?» dedim. Resulullah (sav}, «O holde altmış yoksulu doyur.» buyurdu. «Seni hak ile gönderen Zat'a yemin ederim ki geceyi aç olarak geçirdik, akşam yemeğimiz yoktu.» dedim. Resul-I ekrem (sav), «Zürayk-oğuNarımn zekat memuruna gitve ono zekatı sana vermesini söyle. Bu zekattan kendi namına altmış yoksula bir vesak (altmış sa') hurma yedir. Gerisiyle de kendin ve iyalin için faydalan.» buyurdu. Bunun üzerine ce*maatimin yanına döndüm ve. «Sizin yanınızda darlık ve kötü görüş, Resulullah (sav)'ın yanında İse genişlik ve bereket buldum. Sizin zekatınızın bana verilmesini emretti. Haydi zekatı bana verfn.» dedim. Onlar da zekatı bana verdiler.» [9]




Âyetlerdeki Şer’i Hükümler



Birinci Hüküm: Zıhar Talak Gibi Meşru Mudur? Haram Mıdır?



Zihar cahiliyet döneminde talakın en ağır şekliydi. Çünkü ziharla zev*ce ebedi haram olan anne gibi ebedi haram kılınıyordu. Bu sebeble zihar yapan birisinin zevcesini tekrar alması hiçbir şekilde caiz değildir, islâm bu hükmü Ibtal etti. Ancak ziharın, kefalet verinceye kadar geçici bir ha-ramlığa sebeb olduğunu kabul etti. Cahiliyet dönemindeki gibi onu kesin bir talak kabul etmedi, öyleyse kişi zihar yapsa ve bundan maksadı talak bile olsa yaptığı talak değil yine zlhar olur. Eğer zevcesine talak yapsa ve bu talaktan maksadı zihar olsa, bu da zihar değil talaktır. Çünkü muteber olan niyet değil, sözdür.


Zihar, cahiliyet döneminde talaktı. Fakat hükmü İslâm tarafından neshedildi. Onun neshediien hükmüne dönülmesi caiz değildir. Hatta Evs bin Somid'in zlhar yaparken niyeti talaktı. Âyetin nüzulünden sonra Re*sulullah (sav) ona talakın değil, zlharın hükmünü icra etti. Çünkü zihar kendi hükmünde sarih bîr ifadedir. Onu kinaye yoluyla şer'î talaka hamlet*mek caiz değildir. Zira ziharın talak olma hükmü Allah (cc) tarafından neshedilmiştir. Uyulmaya değer olan da Allah (cc)'ın hükmüdür.


«Şüphe yok ki onlar herhalde çirkin ve yalan bir laf söylüyorlar.t


âyeti de zlhann haram olduğuna delalet eder. Hatta Şafii fukahasi ziharın kebairden olduğuna hükmetmişlerdir. Zira zlhar yapon kimse şeriata mu*halefet etmiş olur.


Ulema, ziharm haram olduğunda ittifak etmişlerdir. Bu sebeble zihar yapmak caiz değildir. O bir yalan ve iftiradır. Üstelik zihar talaktan da farklıdır. Çünkü talak meşru, zihar ise yasaktır. Zlhar yapan kimse bü*yük bir günah işlemiş olur. Dolayısıyla onun kefaret vermesi farzdır.




İkinci Hüküm: Ziharda Hangi Hükümler Vardır?



Karısına zihar yapan kimse üzerine iki şey voctbtlr. Birincisi, kefaret verene kadar zevcesine yaklaşması haramdır. Çünkü Allahu taala, «Kadınlardan zfhar yoluyla ayrılmak İsteyip de sonra dediklerini geri olacak*lar (fçin) bfrtlrtyte temas etmezden evvel bir köle azad etmek (lazımdır).» buyurmuştur.


İkincisi, zlhor yapan kimse, pişman olarak zevcesini ger) almak İster*se kefaret vermesi farzdır. Zira Allahu taala, «Kadınlardan zihar yoluyla ayrılmak isteyip de sonra dediklerini geri alacaklar (için) birbiriyle temas etmezden evvel bir köle azat etmek (lazımdır).» buyurmuştur.


Zihardan geri dönenler'için tafsilatlı bilgiyi üçüncü hükümde vereceğiz.


Kefaret vermeden evvel temasta bulunmak nasıl haramsa, ondan baş*ka şekillerde de faydalanmak (öpmek, sarılmak gibi) öyle haramdır. Fu-kahanın cumhurunun (Hanefi, Maliki ve Hanbeliler) görüşü budur.


İmam Sevri (ra) ve İmam Şafii (ra)'nin de ilk kavline göre ise, zihar ya*pan kimsenin yalnız karısıyla temasta bulunması haramdır. Ondan başka şekillerde faydalanması haram değildir. Çünkü âyetteki «temo»»tan mak*sat çımadır.


Cumhurun delilleri:


1- Âyetteki «birbiriyle temas etmezden evvel» İfadesi umumidir. Kadından zevk.almanın bütün yollarını İçine alır.


2- Zihardakl teşbih, anneden faydalanmak nasıl haramsa, zevce*den faydalanmayı da öyle haram kılmaktadır.


3- Zihar yapan adama Resulullah (sav), kefaret verene kadar zev*cesinden uzak kalmasını emretmiştir. [10]


İmam Sevil ve İmam Şafii'nin delilleri:


1- Âyette yalnız «temas» zikredilmiştir. Bu da cima demektir, öyley*se haram olan yalnız «temas»ttr.


2- Ziharla ortaya çıkan haramlık nfcaho bir zarar vermemektedir, öyleyse aybaşı haline benzemektedir. Kadın aybaşı halinde İken haram olan nasıl yalnız münasebetse ziharda da haram olan yalnız münasebettir.


Fahreddin Razi, bu hususta İmam Şafii (ra)'nln son görüşünü şöyle nakletmektedir: «İmam Şafii (ra)'ye göre de zihar yapan adamın karısın*dan her yönüyle faydalanması haramdır.»[11]




Üçüncü Hüküm: Ayetteki «Dediklerini Geri Almok»tan Maksat Nedir?



Fukaha, «dediklerini geri almak»tan maksadın ne olduğu hususunda göl üş ayrılığına düşmüşlerdir.


İmam-ı Azam (ra)'a göre «dediklerini geri afmak»tan maksat, zlhar-dan sonra talaka kudreti olduğu halde tutmak, tobşomamoktır.


İmam Malik (ra) ve imam Hanbel (ra)'e göre İse, «dediklerini geri al-mak»tan maksat, ya yalnız münasebet veya yanında tutmak istemektir.


Zahirilere göre ise, «dediklerini geri almak»tan maksat zihar kelime*sini ikinci defa tekrarlamaktır. Tekrar edilmediği takdirde zihar vaki ol*maz.


Ehli sünnet mezheplerinin görüşleri mana itibariyle birbirine çok ya*kındır. Çünkü bu görüşlerin hepsi, adamın söylediğine pişman olduğuna ve zevcesiyle tekrar bir araya gelmek istemesine delalet eder. Buna göre âyetin manası, «Onlar kendi nefislerine haram kıldıkları zevcelerinin tek*rar helal olmasını isterlerse» olur.


Ferra'ya göre dediklerini geri almaktan maksat da sözünden dön*mektir.


Zahirîlerin delilleri:


Âyetteki «dediklerini geri almak (dönmek)tten maksat zihar kelimesi*nin tekrarlonmasıdır. Bunlara göre zihar kelimesi ancak iki defa tekrar edilirse kefaret verilmesi lazım gelir Zihar kelimesi bir defa söylenirse kadın haram olmaz.


Zeccac: «Zahirilerin sözleri ancak Arapça bilmeyenlerin söyleyebtl-ceği bir sözdür.» demiştir.


İbnü'l-Arabî: «Zahirilerin bu İddiası, zannediyorum ki, Davud-u Zahi*rî ve benzerlerinin cehaletinden ileri gelmektedir. Bu İddia batıldır. Çünkü zlhar yapanların vakaları nakledilirken zihar yapan hiçbir kimsenin zlharı-nı tekrarladığı rivayet edilmemiştir. Allahu taalanın zihorı çirkin ve yalan olarak vasıflandırması da bunların kavillerini çürütmektedir.» [12]


Fukahonın cumhurunun görüşü, aklen de şer'an da sahih olan görüş*tür. Çünkü zihar yapan kişi kendisine helal olan karısına yaklaşmayı haram kılıyor, sonra da pişman olarak ailesini yanına almak İstiyor. İşte bu ailesine dönmek azmi karşısında kefaret vermesi farz olmaktadır.


Zahirilerin sözlerine gelince, batıl ve asılsızdır. Onların görüşlerini isbat edecek hiçbir delil yoktur. Onların görüşlerinin batıl olduğunu gös*termek İçin Evs bin Samid'in hadisi ile Seleme bin Sahr'm hadisleri kafi*dir. Çünkü bunların her ikisi de zihar kelimesini tekrar etmedikleri halde Resulullah onlara kefareti emretmiştir. Kat'ı delil olarak da bu iki hadis kafidir. Resulullahın acık emri karşısında hlçklmse görüş beyan edemez.




Dördüncü Hüküm: Gayri Müsllm Zımmî Ve Kftabînîn Zihaf Yapması Sa*hih Midir?



Cumhur (Hanefi, Maliki ve Hanbelilerje göre zımmilerin yaptığı zlhar sahih olmaz. Çünkü Allahu taala, «İçinizden zlhar yapağelenler...» buyur*muştur. Âyetteki «İçinizden» kelimesi, zihar hükmünün gayri müslimlerl İçine almayacağına delalet eder.


Cumhura göre zihar yapan zımmî kefaret veremez. Çünkü kefaret ya bir köleyi azad etmek veya iki ay oruç tutmaktır. Oruç İse İbadettir. Gayr) müstlmlerin bu ibadeti yapması sahih değildir. Kefaret veremeyeceğine göre ztmmînîn zihan da sahih olamaz.


Cumhura göre zlharı ancak âkil, baliğ ve müslüman olanlar yapa*bilir.


İmam Şafii (ra)'ye göre ise zimmînln talakı sahih olduğuna göre zi*nan da sahihtir. Zihar yapan zımmî, sözünden dönmek isterse ya bir köle azad eder veya altmış yoksulu doyurur. Zımmiler oruç tutamazlar. Çünkü, oruç ibadettir ve müslümanlara mahsustur.




Beşinci Hüküm: Cariyeye De Zlhar Yapılabilir Mi?



Hanefi, Şafii ve Hanbelilere göre cariyeye zihar yapılması sahih de*ğildir veya kefaret vermesi lazım gelmez. Çünkü Allahu taala, «İçinizden zihar yapagelenlerln karıları...» buyurmuştur. Kur'an ıstılahında «kadın» demek olan «nisa» kelimesi ancak hür kadın karşılığında kullanılmaktadır. Çünkü Allahu taola, «...Ne kendi kadınları, ne de sağ ellerinin malik olduk*ları (cariyeler) hakkında hiçbir vebal yoktur.» âyetinde hür kadınlarla ca*riyeleri ayrı ayrı kelimelerle İfade etmiştir. Şu halde mevzumuz âyetteki «kadınlamdan maksat hür kadınlardır.


İmam Malik (ra)'e göre ise cariyeye de zihar yapmak sahihtir. Çünkü cariye de şahsın karısı gibidir.


İmam Ahmed (ra)'den yapılan rivayete göre, bir şahıs cariyesine zi*har yapsa, ondan uzaklaşması lazım gelmez. Ancak kefaret vermesi farz*dır. [13]




Altıncı Hüküm: Kadın Da Zfhar Yapabilir Mi?



Fakihler kadının zihar yapamayacağında İttifak etmişlerdir. Bir ka*dın kocasına zihar yapsa ve «Sen bana anamın sırtı gibisin.» dese, o ka*dına kefaret vermesi lazım gelmez. Bu sözü batıldır. İbnü'l Arabi'nin de dpdiği gibi nikah akdi ite talak kadınların değil, erkeklerin hakkıdır.


İmam Ahmed (ra)'den bir rivayete göre, zthar yapan kadına kocası yaklaştığı takdirde kefaret vermesi şarttır.




Yedinci hüküm: Zihar anne He teşbihe mi mahsustur?



Ulemanın cumhuruna göre, Kur'on-ı kerimde ve hadislerde vaki ol*duğu gibi, zlhar ancak anneye teşbihle yapılır. Eğer kişi, «Sen bana ana*mın sırtı gibisin.» derse zihar yapmış olur. Eğer kişi zevcesine, «Sen bana kardeşimin veya kızımın sırtı gibisin.» derse, zihar yapmış olmaz.


İmam Ebu Hanlfe (ra), Şafii (ra) ve İmam Hanbel (ra)'e göre. mah*rem olan bütün kadınlar anneye kıyas edilir. Çünkü bunlara göre, zihar ki*şinin zevcesini haramlık bakımından herhangi bir mahremine benzetme-sidir Zihorda illet ebedî haramlıktır. Kişinin mahremleri de ebedî haram*dır. Sahih görüş de müctehîdlerin görüşüdür. Fakat bir şahsın zevcesine, sırf sevgisini göstermek için. «annem veya kardeşim» demesi zihar de*mek değildir. Şurası muhakkaktır ki, böyle söylenmesi mekruhtur. Zira Ebu Davud'un Ebi Temime el-Hecîmî'den rivayet ettiği hadise göre Re-sututiah (sav} bir kişinin zevcesine «bacım* dediğini duyunca, bunu çirkin görerek yasakladı.

Prof. Dr. Sinsi 08-04-2012 03:36 AM

Tefsir Dersleri...
 

Altıncı Hüküm: Kadın Da Zfhar Yapabilir Mi?



Fakihler kadının zihar yapamayacağında İttifak etmişlerdir. Bir ka*dın kocasına zihar yapsa ve «Sen bana anamın sırtı gibisin.» dese, o ka*dına kefaret vermesi lazım gelmez. Bu sözü batıldır. İbnü'l Arabi'nin de dpdiği gibi nikah akdi ite talak kadınların değil, erkeklerin hakkıdır.


İmam Ahmed (ra)'den bir rivayete göre, zthar yapan kadına kocası yaklaştığı takdirde kefaret vermesi şarttır.




Yedinci hüküm: Zihar anne He teşbihe mi mahsustur?



Ulemanın cumhuruna göre, Kur'on-ı kerimde ve hadislerde vaki ol*duğu gibi, zlhar ancak anneye teşbihle yapılır. Eğer kişi, «Sen bana ana*mın sırtı gibisin.» derse zihar yapmış olur. Eğer kişi zevcesine, «Sen bana kardeşimin veya kızımın sırtı gibisin.» derse, zihar yapmış olmaz.


İmam Ebu Hanlfe (ra), Şafii (ra) ve İmam Hanbel (ra)'e göre. mah*rem olan bütün kadınlar anneye kıyas edilir. Çünkü bunlara göre, zihar ki*şinin zevcesini haramlık bakımından herhangi bir mahremine benzetme-sidir Zihorda illet ebedî haramlıktır. Kişinin mahremleri de ebedî haram*dır. Sahih görüş de müctehîdlerin görüşüdür. Fakat bir şahsın zevcesine, sırf sevgisini göstermek için. «annem veya kardeşim» demesi zihar de*mek değildir. Şurası muhakkaktır ki, böyle söylenmesi mekruhtur. Zira Ebu Davud'un Ebi Temime el-Hecîmî'den rivayet ettiği hadise göre Re-sututiah (sav} bir kişinin zevcesine «bacım* dediğini duyunca, bunu çirkin görerek yasakladı.




Sekizinci Büküm: Zîhann Kefareti Nedir?



Zîhar kefareti, bir köle azad etmektir. Eğer kölesi yoksa, bir köle olma gücüne sahip de değilse, aralıksız iki ay oruç tutması lazımdır. Eğer yoş-Wık veya hastalıktan dolayı oruç da tutamıyorsa, âyeti kerimenin de dela*let ettiği gibi, altmış yoksulu doyurması icabeder.


Köle azad etme, âyette mutlak bîr ifade İle zikredilmiştir. Buna göre, bir fcöteyi azad etmek kefarete kafi gelir


Hanetilere göre, zihar kefaretinde bir kölenin azad edilmesi lazımdır. Bu kdle mümin, kafir, büyük, küçük, erkek, dişi hatta emzikteki bir ço*cuk olabilir. Çünkü âyetteki «rakabe» kelimesi bunları ayrı ayrı kapsamak*tadır.


Şafii ve Malİkilere göre İse, zihar kefaretinde azad edilecek kölenin mümin olması şarttır, öyleyse mümin olmayan bir köleyi azad etmek, ke*faret olarak sahih değildir. Çünkü âyette herne kadar azad edilecek köle*nin mümin olması zikredllmemişse de zihar kefareti, katil kefaretine kıyas edilir. «Kim bir mümini yanlışlıkla öldürürse, mümin bir köleyi azad etme*si ve (ötenin) ailesine teslim edilecek bir diyet vermesi lazımdır...» (Nisa: 92) âyeti, katil kefaretinde azad edilecek kölenin mümin olmasını beyan etmektedir. Her İki kefarete de sebeb olan hadiseler de şeriatın yasak et*tiği hadiselerdir. Bir yasağa tecavüz edildiği İçin kefaret vermek Icabettl-ğtnden her Ikisindeki kefaretin de eşit olması gerekir.


Hanefilere göre İse. Şafii ve Malfkilerin kıyası sahih değildir. Çünkü böyle bir kıyasın yapılabilmesi için, hadise ve hükmün aynı olması lazım*dır. Ancak bu halde mutlak olan mukayyed ile birleştirilebilir. Yapılan bu kıyasta ise hadise ve hüküm birbirinden farklıdır. Bu sebeble mevzumuz âyetteki mutlak İfade, katil hadisesi ile ilgili âyetteki mukayyed ifade İle birleştirilemez. Hadiseler ayrı olduğu İçin. hükümleri ayrı ayrı tatbik edilir.


Bu iki görüş artışındaki münakaşa fıkıh ve fıkıh usulü kitaplarında bulunmaktadır.


İki oy aralıksız oruç tutmaya gelince, bu, köleye sahip olmayan ve al*ma gücü de bulunmayan kimse İçindir. Oruç tutulan ayın otuz veya yir-midokuz olması farketmez. Kamere göre iki ay tamamlanır. Şayet hilale göre başlanmayarak ay ortasında başlanırsa Hanefilere göre altmış gün tutulması lazımdır.


Şafii ve Malikilere göre ise, kameri ayın başında başlanmamışso, baş*ladığı ayı sonuna kadar tamamlar. İkinci ayı kamere göre tuttuktan sonra ilk aydan kalan ktsmı otuza tamamlar. [14]


Hiç oruç tutamayan veya yaşlılık ve hastalıktan dolayı aralıksız oruç tutamayan kimseler ise altmış fakiri doyurmalıdır.


Fakihler. her fakire ne kadar yiyecek verileceği hususunda görüş ay*rılığına düşmüşlerdir.


Ebu Hayvan şöyle der: «Açık olan şudur ki, bir adamı doyuracak ka-. dar yedirmek gerekmektedir. Yoksa şu ölçüde veya bu ölçüde yemek ver*mek diye birşey yoktur.» [15]


Şafii ve MaUkilere göre yedirilecek kefaret yemeğinin ayrı ayrı altmış kişiye verilmesi lazımdır.


Hanefilere göre İse, bir fakire altmış gün ve her gün için yarım sa' verilmesi kafi gelir. [16]




Dokuzuncu Hüküm: Zihar Yapan Kimse Kefaret Vermeden Zevcesiyle Temasta Bulunursa Kefareti Ağırlaşır Mı?



İmam-ı Azam [ra)'a göre, zihar yapan kişi kefaret vermeden zevcesiy*le münasebette bulunursa Allah (cc)'d isyan etmiş ve günah kazanmış olur. Vakti geçtiğinden dolayı kefaret de ondan düşer.


Fukahanın cumhuruna göre ise, zihar yapan kişi kefaret vermeden ön*ce zevcesiyle münasebette bulunursa Allah (cc)'a isyan etmiş ve günah kazanmış olur. Bu günahından tövbe ederek kefareti verinceye kadar ailesiyle yeniden temasta bulunmaz. Fakat verilecek kefarette bir artma olmaz.


Cessas: «Zihar kefareti icabettlrmez, ancak zevcesi ile teması ha*ram kılar. Bu haramlık ise kefaretle ortadan kalkar. Zihar yaptıktan sonra ailesine yaklaşmayı arzu etmeyen kişiye kefaret lazım gelmez. Şayet zihar yapılan kadın, kocası ile temastan önce ölürse kocasına kefaret lazım gel*mez. Çünkü ziharın hükmü kefaret verinceye kadar münasebetin haram olmasını icobettirir. Z|har yapan kişinin kefaret vermeden karısına yaklaş*ması günahtır. Şayet kefaret vermeden yaklaşırsa hem ziharın hükmü, hem de kefaret sakıt olmuş olur. Çünkü âyette kefaret münasebetten ön*ceki zamanla kayıtlanmıştır. Temas olduğu zaman onun şartı olan vakit geçtiği için kefaret icabetmez. Ancak rivayetlerle tesbit edildiğine göre, Resuluilah (sav), kefaret vermeden zevcesine yaklaşan adama, «Tevbe ve İstiğfar et. Kefaret verinceye kadar da ailene yaklaşma», buyurmuş*tur. Şu halde zfhar hükmünde münasebetten sonra kefaret verme âyetle değil, sünnetle tesbit edilmektedir.» [17]




Ayetlerden Alınacak Dersler



1- Doğru ve ihlaslı olarak Allahu taolaya niyazda bulunanların dua*ları kabul edilir.


2- Zevcesini ebediyyen haram olan kadınlardan birisine benzetmek caiz değildir.


3- Zihar kefareti verilmeden zevce ile temasta bulunmak haram*dır.


4- Kefaret âyetteki sıraya göre verilir. Köleye gücü yetenin oruç tutması veya oruç tutmaya gücü yetenin altmış yoksulu doyurması caiz değildir.


5- Allah (cc)'ın çizdiği sınırları aşmak haramdır.




Ayetlerdeki Teşrii Hikmetler



İslâm evliliği geçici değil, ebedî bir bağ olarak kabul etmiştir. Evlilik bağını koparmak ancak ve ancak Allah (cc)'ın en sevmediği helal olan talak veya Ölümle olur. Evlilikle bir kadın erkeğe Allah (cc)'ın çizdiği sınır*lar İçinde helal kılınmıştır. İnsanlar Allah (cc)'ın kendilerine mubah kıldığı*nı tağyir eder, yani helal olan blrşeyl haram ederse şüphesiz hem büyük günah İşlemiştir, hem de Allah (cc)'ın çizmiş olduğu mubah sınırlarını aş*mıştır. Böyle büyük bir günah işleyenin cezası da büyük olacaktır.


Zihar yapan bir şahsın Ödeyeceği cezaya kefaret denir. Kefaret bir*kaç şekilde ödenebilir. Ancak bunlardan en efdali, cemiyete bir fayda ge*tirenidir. Bu İse bir köle azad etmektir. Bu hüküm, köleleri hürriyete ka*vuşturma yollarından bir yoldur. Zihar yapan kişi köle azad etme gücüne sahip değilse, o zaman aralıksız iki ay oruç tutması lazımdır. Oruç ahlakı güzelleştiren bir terbiye yoludur. Terbiyeye en çok muhtaç olan da nefis*tir. Nefsin en iyi terbiye yolu da oruçtur. Şüphesiz oruç kefareti, sıhhatti olan kimselere hastır. Çünkü Allahu taala insanlara gücü yetmediği şeyi yükiemez.


Oruca güç yetiremeyen kimse hakkında farz olan do yine cemiyete faydalı olan bir yoldur. Bu da altmış fakirin doyurulmasıdır. Böylelikle ke*faretler cemiyetin menfaatiyle ferdin menfaati arasında bir denge sağlar. İşte nefsine helal olan birşeyi haram edenin cezası budur. Müminler böy*le önleyici bir ceza hususunda âyetin beyan ettiği hüküm ve hikmetler*den ibret almalıdırlar.

Prof. Dr. Sinsi 08-04-2012 03:36 AM

Tefsir Dersleri...
 

65. DERS RESULULLAH (SAV) İLE MAHREM KONUŞMANIN ADABI



10- Ey iman edenler meclislerde «yer açın» denildiği zaman aıı küıflenIş"k vwsin- «Kolkın» denilince de kalkıverln


11- Allah finizden İman etmiş olanlarla kendüerine ilim verilmiş bulunanların derecelerini artırır. Allah ne yaparsanız hakkıyla haberdordır U'Un°nIann


12-- dUlnh Z£*J?T 8İenter' ^ P0"01"11*» mahr6m b'rşey arzetmek İste. aıgıniz vakit (bu) mahrem konuşmamzdon evvel sadaka verin Bu sbi ICİn dahaihav.rH daha temizdir. Eğer bulamazsanız şüphe yok ki' Allah çok yarlıöayıcı, çok eslraeylcldlr.


13- Mahrem konuşmanızdan evvel sadakalar vereceğinizden kork*tunuz mu? Çünkü İşte yapmadınız. (Bununla beraber) Allah sizin tövbe*lerinizi kabul etti. O halde dosdoğru namazı kılın. Zekatı verin. Allaha ye peygamberine (diğer emirlerinde de) İtaat edin. Alfah ne yaparsanız hak*kıyla haberdardır.


(mücadele suresi)




Ayetlerin Lafzı Tahlili



(Tefessehû): Fesh kökünden gelir. Oturma yerinde)¥öracma anlamına gelir.


(Ünsüzü): Neşz kökünden gelir bir fiildir. Neşz, düz bir yerdeki yüksekliğe denir. Buradaki anlamı «kalkın» demektir.


(Derecâtin): Yüksek mevkilere denir.


(Necvâküm): Necva, iki kişi arasındaki mahrem


(Etharu): Daha temiz demektir.


(Eşfaktüm): İşfak kökünden gelir. Işfak çirkin şeylerden korunmaktır.




Ayetlerin İcmali Manaları



Allahu taala ş.; 3 buyurmaktadır: Ey müminler, size, dışardan yeni gelen kardeşleriniz er açın denildiği zaman, onun da oturabilmesi için yer açın. Gelene ye. vermek insanlar arasında sevgiye sebeb olur, insan*ları birbirine bağlc- Onlara yer açtığınız takdirde Allahu taala da size rahmetini çoğaltır, ^alblerinizi nurlandırır. Size dünya ve ohirette sıkıntı vermşz.


Ey müminler, size namaza, cihada veya diğer bir hayra kalkın denil*diği zaman hemen kalkın. Yerinizden kalkarak başkalarına yer vermeniz istendiğinde de emre uyarak hemen yer verin. Allahu taala itaat eden kul-' lan sever. Müminlerin derecelerini yükseltir. Bilhassa ilimleriyle yalnız Allah (cc) rızasını taleb eden ve İlimleriyle amil olan alimleri yüceltir. Çünkü alimler peygamberlerin varisleridirler. Allah (cc) kime hayır dilerse onu dinde fakiri kılar. Allah (cc) katında yücelik, yükseklik, meclislerde en yüksek yerde oturma ile değil, ilim ve İmanla olur.


Allahu taala mümin kullarına Resulullah (sav) ile herhangi bir İşte mahrem konuşmak istedikleri zaman, konuşmadan önce Resulullah (savc*ın şanına tazim, fakirlere yardım, halis müminler ile hilekar münafıkların arasını temyiz İçin sadaka vermeyi emretmiştir. Çünkü sadaka kalbi te*mizlediği gibi Allah (cc) katında da en makbul şeydir. Böyle bir mahrem konuşma yapmak İsteyen mümin sadaka verme İmkanına sahip değilse, üzerine bir vebal yoktur. Zira Allahu taala müminlere güçlerinin yetme*diği şeyleri emretmemiştir.


Allahu taala sadaka ve benzeri hayırlı İşlerin yapılmasından korkulma-ması Icabettiğinl haber vermektedir. Çünkü Allahu taala gücü yetmeyen*lerin tövbelerini kabul eder ve onlara emredilen şeyin terki hususunda ruhsat vermiştir. O takdirde namazınızı dosdoğru kılın, zekatınızı verin, ibadetlerde ve bilhassa namaz İle zekatta kısaltma yapmayın. Zira Allahu taala yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.




Ayetlerin Nüzul Sebebleri



1- Resulullah (sav), bir cuma günü caminin suffesinde İdi. Yer dar*dı, içlerinde Sabit bin Kays bin Şemmas'ın da bulunduğu Bedire katılan muhacir ve ensardan bir cemaat geldi. Resuluilah (sav). Bedir Savaşına katılan ensar ve muhacirlere çok ikram ederdi. Bunlar suffeye gelince dur*dular ve Önce Resulullaha selam verdiler. Resulullah (sav) selamlarını al*dı. Sonra da oturan cemaata selam verdiler. Oturanlar da onların sela*mını aldılar. Gelen cemaat ayak üzeri bekliyor, kendilerine yer açılma*sını bekliyorlardı. Fakat hiç kimse yer vermiyordu. Bu Resulullah (sav)'a ağır geldi. Çevresindekilerden birkaç kişiye kalkmasını söyledi. Gelenle*rin sayısı kadar adam kaldırarak onları oturttu. Bu hal, Resulullah (sav)'ın kaldırdıklarının ağırına gitti. Bu, onların yüzlerinden belli oluyordu. Müna*fıklar da, «Bu nasıl adalet, yerini alanları kaldırıyor, sonra gelenleri oturtu*yor.» diye konuşmaya başladılar, işte bunun üzerine «Ey iman edenler, size meclislerde «yer acına denildiği zaman genişletin ki...» âyeti nazil ol*du. [18]


2- Ibni Abbas (ra) ve Katade (ra)'den şöyle rivayet edilmiştir: «Ba*zı rüslümanlar İhtiyaçları olmadığı halde, sırf Resulullahın yanında yer*lerinin büyük olduğunu göstermek için Resulullah (sav) ile mahrem ko*nuşurlardı. Resululloh da cömertliğinden kimseyi reddetmezdi. Bunun ü-zerine, «Ey İman edenler, siz peygambere mahrem birsey orzetmek tete-dtğiniz vakit...» âyeti nazil oldu.» [19]


3- Mukatil'den şöyle rivayet edilmiştir: «Zenginler Resulullah (sav)'a gelerek çokça mahrem konuşurlardı. Mecliste de fakirlere fırsat vermez*lerdi. Hatta Resulullah (sav) onların bu mahrem konuşmalarından, yanın*da uzun uzun oturmalarından rahatsız ofdu. Bunun üzerine, «Ey iman e-denler, siz peygambere mahrem birşey orzetmek istediğiniz vakit...» âyeti nazil oldu.»[20]




Ayetlerin Tefsirindeki İncelikler



Birinci incelik: Allahu taala mümin kullarına aralarında düşmanlığa sebebiyet veren şeyleri yasakladığı gibi, bu âyetlerde de sevgi ve saygıyı artırmaya vesile olacak şeyleri emretmektedir. Sahabe-i kiram Resulullah {sav)'ın sohbetlerine çok haris oldukları İçin onu yakından dinlemek kas-dıyla yakınına oturmayı çok İsterlerdi. Bu âyetlerle, müslüman kardeşleri*nin kalblerini hoşnut etmeleri İçin meclise sonradan gelenlere yer verme*leri emredilmiştir. Bu âyetlerin «Fısırtı (ile konuşmak) t an menedlltp de sonra menedildiklerl (o hale) dönmekte ve günahı, düşmanlığı ve peygam*bere İsyanı fısıldanmakta olanları görmedin mi» âyetlerinden sonra geli*şindeki sır da budur. Daha önceki âyetlerde Allahu taala günah ve düş*manlığa vesile olacak şeyleri, mahrem konuşmayı yasaklamaktaydı.


İkinci İncelik; Allahu taala âyete, «Ey müminler» hitabıyla başlaya*rak müminlere vermiş olduğu yeri ve değeri göstermektedir. Bu hitabın hemen arkasından da ulemayı zikrederek ulemanın yer ve ehemmiyetini göstermektedir. Zira «Ey İman edenler» hitabı zatan ulemayı da İçine al*maktadır. Ulemanın tekrar zikredilmesiyle ilmiyle amil olan ilim ehlinin yeri*nin yüceliğine işaret edilmektedir.


Üçüncü incelik: Müminlere Resulullah (sav) ile mahrem konuşma*dan Önce sadaka vermelerinin emredilmesl birkaç yönden ehemmiyeti haiz*dir:


1- Resulullah (sav)'a ve Resulullah (sav) İle mahrem Konuşmaya tazim etmek.


2- Fakirlerin verilecek sadakadan faydalanması.


3- Resuiullah (sav)'a çok soru sorulmasının önlenmesi.


4 - Muhlis ile münafıktn, dünyayı seven İle ahreti sevenin birbirinden ayrılması.


Dördüncü incelik; Kur'an-ı kerim, alimlerin Allah (cc) katında yüce bir yerleri olduğunu beyan etmiştir. Alimlere şeref ve iftihar bakımından ' Kur'anda varid olan âyetler kafidir.


Alimler hakkında Resulullah (sav) da, «İslâmı canlandırmak İçin İlim arayan, okuyan ve okutanlarla peygamberler arasında tek bir derece vardır.» [21] buyurmuştur.




Ayetlerdeki Şer'i Hükümler



Birinci Hüküm: Ayetteki “Meclisler”den Maksat Nedir?



Müfessirler bu hususta üç görüşe ayrılmışlardır:


1- Mücohid (ra)'e göre, «meclislersden maksat, hassaten Resulul*lahın mescididir.


2- İbni Abbas (ra) ve Hasan (ra)'a göre, «meclisler»den maksat, harb meclisi ve savaş meydanıdır. Zira sahabller şehadetl çok arzu ettik*leri için savaş saflarındaki yerlerini kimseye vermezlerdi.


3- Katade (ra)'ye göre, âyetteki «meclistersden maksat, zikir ve ayin meclisleridir. Bu mana daha geniştir. Çünkü zikir meclisi denilince Resulullahın meclisi de, savaş meclisi de İfade edilmiş olmaktadır.


Taberı şöyle diyor: «Bu hususta söylenecek en doğru söz, Resulullah (sov)'ın meclislerde müminlere «yer açın» demesi zikredildiğlne göre, bu*radaki meclisin Resulullah (sav)'ın meclisine veya savaş meclisine tahsis edilmesi gerekmektedir. Âyetteki «meclislerden maksat bütün meclisler*dir.» [22]


Kurtubî de şöyle der: «En sahih görüş, âyetteki «meclislerin» müslü-manların toplandığı bütün hayır ve ecir meclisleri olduğudur. Bu meclisler İster harb meclisi, İster zikir meclisi, ister cuma günü toplanılan cuma meclisi olsun. Bütün bu meclisler, zamanına göre en kıymetli meclisler*dir.» [23]




İkinci Hüküm: Bir Şahsın Yerlnds İzinsiz Olarak Oturmak Mubah Mı*dır?



Âyeti kerime, dışarıdan yeni gelen için yer verilmesinin vacib oldu*ğuna delalet etmektedir. Bu da İslâmın getirmiş olduğu en güzel huylar*dan biridir. Şurası muhakkaktır ki, birisini kaldırıp onun yerine oturmak mubah değildir. Çünkü Resuiullah (sav), «Birisi diğerini yerine oturmak İCİn kaldırmasın. Yalnız sonradan gelene yer açınız.» [24] buyurmuştur.


En güzel şey mubaha koşmaktır. Meclis de bu mubahlardan bir yer*dir. Müslümanlar oturduğu zaman, yeni gelen kimse, yer gözetmeden bul*duğu yere oturmalıdır. Ancak şurası muhakkaktır ki, içtimai terbiye kural*ları, faziletli ve ilim ehli kişilerin meclisin önünde oturmasını gerekil kılar. Günümüze kadar da ilim adamları ile İslama hizmet eden faziletli kimse*lerin İslâm dairesinde yerleri mukaddem tutulmuştur. Bu yüksek edeb Resuiullah (sav)'ın meclisindeki sahabilerin edeb ve terbiyesi İdi. Onlar önce hicret edenleri tercih ederlerdi. Hicret edenler arasında da ilk hicret edenleri sonra hicret edenlere tercih ederlerdi. Ayrıca ilim ve fazileti de göz önünde tutarlardı.


Resuiullah (sav)'ın Bedire iştirak eden müslümanlarm gelişinde diğer*lerini kaldırarak onları oturtması âyete muhalif değildir. Bu halka fiili ola*rak güzel ahiakı ve ensar ve muhacirlerden faziletli insanlara saygıyı öğ*retmektir.


İbnü'l-Arabî'nln senetleriyle Enes bin Malik (ra)'ten tesbit ettiği ha*dise göre, Resulullah (sav) mescidde oturuyordu. Sahabiler de çevresin*de havalanmışlardı. Ali bin Ebi Talib (ra) icerl girerek selam verdi. Sonra oturacak bir yer araştırdı. Bu sırada Resulullah (sav) sahabilerden hangi*sinin ona bir yer vereceğine bakıyordu. Resulullahıri sağ tarafından oturan Hz. Ebubekir toparlanarak yer açtı ve Hz. Ali Resulullah (sav) ile onun ara*sına oturdu. Resulullah (sav), «Ey Ebubekir, fazilet ehlini ancak faziletli kişiler bilir.» buyurdu.[25]


Sıhhatli olarak tesbit edilmiştir ki, Hz. Ömer, Abdullah bin Ab bas (rafı diğer saha bile re tercih ederdi. Sahabiler bu hususta dedikodu ettiler. Hz. Ömer dedikodu edenlerle Abdullah bin Ömer (ra)'i çağırdı. Onlara, «Aİlah*ın nusreti ve fetih gelince, sen de insanların fevc fevc Allanın dinine gire*ceklerini görünce, hemen Rabbinl hamd İle teşbih et. Onun yarfığamasını İste. Şüphesiz ki O, tövbeleri çok kabul edendir.» (Nasr: 1-3) suresinin tefsirini sordu. Hepsi sükut ettiler. İbnl Abbos (ra), «Bu sure Resulullaha hitab ediyor.» dedi. Bunun üzerine Hz. Ömer, «Bu surenin tefsirinde ben de bundan başkasını bilmiyorum.» dedikten sonra diğerlerine, «İşte ben bu ilminden ötürü bunu başkalarına tercih ediyorum.» dedi. [26]


Oturma meclisinde herhangi bir ihtiyacı için dışarı çıkan kişi tekrar döndüğünde evvelce oturduğu yerde oturması daha uygundur. Çünkü Re*sulullah (sav), «Kim yerinden kalkar ve sonra yerine dönerse, o yerde otur*maya diğerlerinden daha layıktır.» [27] buyurmuştur.




Üçüncü Hüküm: Dışarıdan Gelen Alim, Fazıl Ve Salih Kişiye Ayağa Kalk*mak Caiz Midir?



Fukahanın cumhuru, dışarıdan gelen alim ve fazıl kişiye ihtiram kas*tıyla ayağa kalkmanın caiz olduğuna hükmetmişlerdir. Çünkü müslümana hürmet etmek vactbttr. Zira ona yapılan saygı onun dininden ve salahından ötürüdür. Bu da İslama karşı olan saygıyı göstermektedir. Çünkü Resulul*lah (sav), «İslâmtn emir ve tavsiye ettiği hiçbir şeyi hakir görmeyin. Bir müslüman kardeşinizle konuştuğunuz zaman ona güleryüzle konuşun.» [28] buyurmuştur.


Dışarıdan gelen bir insana, eğer fasık değilse ve kibre yolaçmıyorsa ayağa kalkılması caizdir. Yalnız şu var ki, meclise giren insan her giriş ve çıkışında cemaatın ayağa kalkmasını İstiyorsa o zaman kalkmak mek*ruhtur.


Allame İbni Kesir şöyle der: «Fakihler, dışarıdan gelen bir adama say*gı için ayağa kalkılıp kalkamayacağı hususunda ihtilaf etmişlerdir. Bazı fakihler «(Efendinize ayağa kalkınız.» hadisine istinaden kalkmanın caiz olduğuna hükmetmişlerdir. Diğer bazı fakihler ise Resulullah (sav)'in «Halkın kendisini ayakta karşılamasını isteyen kimse ateşte yerini hazır*lasın.» [29] hadisine dayanarak dışarıdan gelene cemaatın ayağa kalk*masının yasak olduğuna hükmetmiştirler. Diğer bozı fakihler ise, şöyle demişlerdir: Dışarıdan gelen kir se uzaktan gelen bir misafir ise veya o bölgenin hakimi ise ayağa kalkılmast caizdir. Sa'd bin Muaz (ra)'ın kıssa*sı da buna delalet eder. Resulullah (sav). Sa'd bin Muaz (ra)'ı Beni Kurayza'ya hakim tayin etti. Sa'd bin Muaz oraya gelince Resuluilah (sav). «Efendinize ayağa kalkınız.» [30] buyurdu. Hükmettiği bölgede hakime kalkmak, onun hüküm ve emirlerinin daha geçerli olması içindir. [31]


Ulemanın cumhuru, dışarıdan gelen bir adam için ayağa kalkmanın caiz olduğuna hükmetmişlerdir. Ancak fasık, kibriyle meşhur veya saygı ve hürmeti seven bir kimse için ayağa kalkılmaz.


Bazı fakihlerin ayağa kalkmanın caiz olmadığı yolundaki görüşlerini isbat için delil aldıkları «Halkın kendisini ayakta karşılamasını isteyen kim*se ateşte yerini hazırlasın.» hadisi, bu hususta bir delil olamaz. Çünkü Resulullah (sav) bu hadiste mütekebbir ve halkın kendisine ayağa kalkmasını İsteyen kimseye ayağa kalkılmamasını bildirmiştir. Yoksa her gelen için ayağa kalkılmasını yasaklamamıştır.


Bazı kimselerin, «Ayağa kalkmak namazın rükünlerinden bir rükündür. Bundan ötürü gelen bir kimseye ayağa kalkmak haramdır. Çünkü bu, ibadete benzer.» demelerine gelince, bu söz tam bir cehaletin ifadesidir. Şer'î hükümleri âyet ve hadislerden çıkaran kimseler böyle bir söz söylemezler. Bu nasıl söylenebilir? Oturmak, Kur'an okumak, şehadet getir*mek ve Şafii mezhebine göre salat ve selam getirmek de namazın rükün-lerindendir. Öyleyse kim, «Alimin huzurunda oturmak, birisinin karşısında Kur'an okumak, kelime-i şehadet getirmek, Resulullah (sav)'a salat ve selam okumak haramdır, çünkü bunlar namazın rükünleridir.» diyebilir. Kalkmayı namazdaki rüku ve secde ile kıyas etmek, İslâmdaki kıyas kuralla*rına uymadığı gibi batıl bir kıyastır. Çünkü Allah (cc)'tan başkasına rüku ve sücud caiz değildir. Nitekim Resulullah (sav), «Eğer insanların insanlara secde etmesini emretseydim, kadının kocasına secde etmesini emre*derdim.» buyurmuştur. Görülüyor ki, secdenin Allah (cc)'tan başkasına yapılmaması hususunda kesin nas varid olmuştur. Ayakta durma, oturma ı veya uzanma ise haram olan şeylerden değildir. Allah (cc) bizi cahillerin şerrinden ve ilim iddiasındaki ahmakların şerrinden korusun.




Dördüncü Hüküm; Resulullah İle Mahrem Konuşmadan Önce Sadaka Vermek Vacîb Midir?



Alimler, «...Peygambere mahrem birşey arz et m ek istediğiniz vokit (bu) mahrem konuşmanızdan evvel sadaka verin.» âyetindekl «verin» emrinin vücubu mu, yoksa sünneti mi gerektirdiği hususunda görüş ayrılığına düş*müşlerdir.




Resulullah (sav) İle Mahrem Konuşmanın Adabı



Bazı alimlere göre, âyetteki emir vücub İçindir. Buna kail olanlar, «Eğer bulamazsanız şüphe yok ki Allah çok yarfığayıcı, çok esirgeyicidir.! âyetine istinad etmişlerdir. Çünkü bunlara göre, bu ve benzeri âyetler ter*ki sahih olmayan farzı veya vacibi emreden âyetlerden sonra gelir.


Diğer bazı alimlere göre ise, âyetteki emir, sünneti ifade eder. Zira Atlahu taala, «Bu, sizin için daha hayırlı, daha temizdir.» buyurmuştur. Bu ifadenin emrin hemen akablnden gelişi, âyetteki emrin farz değil, sünnet olduğuna delalet etmektedir. Çünkü bu ifade, farzların akabinde değil, sün*neti ifade eden emirlerin akabinde varid olmuştur.


Diğer bir yönden de hakikaten Allahu taala bu âyetten sonra, «Mah*rem konuşmanızdan evvel sadakalar vereceğinizden korktunuz mu? Çün*kü İşte yapmadınız. (Bununla beraber) Allah tövbelerinizi kabul etti.»


buyurmuştur. İşte bu son âyet öncekinden farz ihtimalini tamamen orta*dan kaldırmıştır. Farziyet kalkınca da, âyetin icabının sünnet olduğu or*taya çıkar.


Zaten alimler bu âyetin neshedlldiğinde ittifak etmişlerdir. Bu âyet bundan sonraki «Mahrem konuşmanızdan evvel sadakalar vereceğiniz-dtm korktunuz mu? Çünkü işte yapmadınız.» âyeti ile neshedilmiştir, An*cak bu nasih âyetin neshedilen âyetten nekadar sonra geldiği hususunda ihtilaf edilmiştir.


Bazı alimlere göre, bu emir on gün kadar kaldıktan sonra neshedil*miştir.


Diğer bazı alimlere göre ise de. yarım gün kadar sonra neshedümiş-tir.


Hz. Aliden şöyle bir nakil yapılmıştır: «Allah (cc))n kitabında bir âyet vardır ki, benden evvel ve benim dışımda hiçkimse onunla omel etmemiş*tir. Benden sonra da kimse o âyetle amel etmeyecektir. Bu âyet geldiği zaman, benim bir dinarım vardı. Bozdurarak on dirhem aldım. Resuiullah (sav) ile mahrem konuşmak istediğimde bir dirhem sadaka verir sonra konuşurdum. Sonra bu âyetin hükmü neshedildl. Hiçkimse de bununla da amel etmemişti.»


Kurtubi: «Ey iman edenler, siz peygambere' mahrem birşey arzetmefc İstediğiniz vakit... sadaka verin.» âyetinin hemen akabinde «Mahrem ko*nuşmanızdan evvel sadaka vereceğinizden korktunuz mu?» âyetinin naztl olması, bir âyetin (cabatına göre amel edilmeden önce onun neshedilebile-ceğine delalet eder. Hz. Ali'den nakledilen rivayete gelince, bu zayıftır.


Çünkü Al la hu taala, «Çünkü siz yapmadınız.» Duyurmuştur. Ayetteki bu ifade, hickimsenln sadaka vermediğine delalet eder.» [32]




Âyetlerden Alınacak Dersler



1- Meclise dışarıdan gelen adama yer vermek vacibtlr. Bu İslâmın güzel huylanndadır.


2- Mümine mecliste yer vermek, Allah (cc)'ın rahmet ve rızasına sebeb olur.


3- Allah (cc) katında yücelik, azizlik ve şeref ancak iman ve ilimle olur.


4- Resulullah (sav)'a tazim etmek farzdır. Onunla mahrem konu*şulduğunda da sıkıntı verilmemelidir.


5- Resulü Hah (sav) ile mahrem konuşulmadan önce sadaka veril*mesi, Resulullah (sav)'a karşı saygının bir ifadesidir.


6- Beşerin maslahatı için şer'i hükümlerin neshedilmesi Allah (cc) tarafından kullarına bağışlanan bir kolaylıktır.


7- Namaz ve zekat İslâmın en büyük rükünleridir. Bunun İçin de Kur'anda namaz ve zekat birlikte zikredilmiştir.








--------------------------------------------------------------------------------


[1] Buhari ve Nesai.


[2] Beyhaki. Süyuti


[3] R;ıvı Ebu Dnvud - tmnm Ahmed mealen


[4] Razi age, C. S, S. 154.


[5] İbni Munzır, age, Zehr maddesi.


[6] Razl, age, C. 8. S. 149.


[7] Razl, age. C. 8, S. 153. Kurtubl, age, C. 17, S. 273.


[8] Kurtubl, age. C. 17, S. 269. M. AH Tantavi, Ahbarül-ömer. 426


[9] Tirmizi, Ebu Davud. lbni Mace. Hakim. Cemü'l-Fevafd, C, 1, S. 620.


[10] Sünen sahipleri rivayet etmiştir.


[11] Razi. age, C. 8. S. 156.


[12] İbnü'lArabl, Kurtubl, age, C. 17. S. 281. İbni Cevzl, age, C. 8, S. 104.


[13] Gessas. Bge. C 3. S. 821. îbni Cevzi. age. C. 8, S. 169


[14] Ahiri, age, C. 28. S. 14. Raz!. age. C. 8, S


[15] Ebu Hayyan. age. C. 8, S. 234.


[16] Kurtubi, age, C. 17, S. 287. Razl. age. C. 8, S. 158,


[17] Cesaas. age, C. 3, S. 420. İbni Mace, Nesai, Tirmizi.


[18] İbni Ebi Hatem, Mukatil bin Hayyan'dan Kurtubl. age, C. 17, S. 2ö7. Razi, age. C. 8. S. 164.


[19] Ebu Hayyan, age, C. 8, S. 237. Alusi, age. C. 28. S. 30


[20] Alusi, age, C. 28, S. 30. Ibni Cevzl, age. G.8, S. 105.


[21] Darimi. Ömer bin Kesir Anil-Hasan'dan rivayet etmiştir.


[22] Taberi. Ibni Cevzi, Zadü'l-Mesir. C. 8. S. 192.


[23] Kurtubi. age, C. 17. S. 287.


[24] Buhari va Müslim. Abdullah bin Ömer'den.


[25] İbnü'l-Arabi, Ahkamü'l-Kur'an C. 4.


[26] Buhari, Abdullah bin Abbas'tan.


[27] Müslim.


[28] Tirmizi. Ebu Davud.


[29] Ebu Davud.


[30] İbni Kesir, age, C. 4.


[31] Hakim, yönetici manasındadır. (Çev.)


[32] Kurtubi, age. C. 17, S. 302. Alusi, age. C. 28, S. 31. Cessas, age, C. 3, S. 428. 444

Prof. Dr. Sinsi 08-04-2012 03:37 AM

Tefsir Dersleri...
 

66. DERS MÜSLÜMANLARLA MÜŞRİKLER ARASINDA EVLENMENİN HÜKÜMLERİ 2


Ayetlerin Lafzî Tahlili 2


Âyetlerin İcmali Manaları 2


Ayetlerin Tefsirindeki İncelikler 3


Âyetlerdeki Şer'i Hükümler 4


Birinci Hüküm: Anlaşmalarda Yapılan Akit, Erkekleri İçine Aldığı Gibi Kadınları Da İçine Alır Mı?. 4


İkinci Hüküm: Müşrik Bir Kadın Müslüman Olarak İslâm Ülkesine Gelirse Onun Hükmü Nedir?. 4


Üçüncü Hüküm: Putperest Bir Kadınla Evlenmek Caiz Midir?. 6


Dördüncü Hüküm: Resululfah Kadınlarla Nasıl Beyatfeşlrdi?. 6


Kadınlarla Tokalaşmanın Haram Olduğuna Delalet Eden Naslar 6


Beşinci Hüküm: Ayetteki, «...(Emredeceğin) Herhangi Bir İyilik Hususunda Sona Asi Olmamaları...» İfadesinden Maksat Nedir? 7


Âyetlerden Alınacak Dersler 7


Âyetlerdeki Teşriî Hikmetler 7






66. DERS MÜSLÜMANLARLA MÜŞRİKLER ARASINDA EVLENMENİN HÜKÜMLERİ



10- Ey İman edenler, (kendi ifadeletince) mümin kadınlar muhacir olarak geldikleri zaman, onları imtihan edin. Allah onların İmanlarını daha İyi bilendir ya. Fakat siz de mümin kadınlar olduklarına bilgi edinirseniz onları kafirlere döndürmeyin. Bunlar onlara helal değildir. Onlar da bunlara helal olmazlar. (Kafir zevcelerinin bu kadınlara) sarfettikleri (mehri) onlara (Kafirlere) verin. Skin onları nikahla almanızda, men iri erini verdi*ğiniz takdirde, üzerinize bîr günah yoktur. Kafir zevcelerinizi (nikahınız al*tında) tutmayın. Saıfettiğiniz (mehrjî isteyin. (Kafirler de size hicret eden mümin kadınlara} harcadıktan (mehri) İstesinler. Bu Allanın hükmüdür. Aranızda o hükmeder. Allah hakkıyla bilendir, tam hüküm ve hikmet sahi*bidir.


11- Eğer zevcelerinizden birşey sizden kafirlere kaparda siz de muharebede ganimete kavuşursanız zevceleri gitmiş olan (müslüman)faro harcadıkları (mettir) kadar verin. O Allah'tan Korkun ki, siz (hepiniz) O'na inananlarsınız.


12- Ey peygamber, mümin kadınlar —Allah'a hiçbir şeyi eş tutma*maları, hırsızlık yapmamaları, zina etmemeleri, evlatlarını öldürmemeleri, elleriyle ayakları arasında bir iftira düzüp getirmemeleri, (emredeceğin) herhangi bir iyilik hususunda sana asi olmamaları şartıyla— sana beyat-leşmeye geldikleri zaman beyatlerini kabul et. Onlar İçin Allahtan mağ*firet isteyiver. Çünkü Allah çok yarfığayıcı, çok esirgeyicidir.


13- Ey iman edenler, üzerlerine Allah in gazcb ettiği o kavim İle dost olmayın ki, mezarların yoranından olan kefirler nasıl ü m idlerini kes-dilerse onlar da öylece ahtretten ümldierini kesmişlerdir.




Ayetlerin Lafzî Tahlili



(Mühâcirâtin): Muhâcerat, hicret kökünden gelir. Hicret, lügatta, bir yerden diğer bir yere göçmektir. Şer'i ıstılahta İse kafir memleketten İslâm memleketine göçmektir.


(Famtehinuhünne); İmtihan kökünden gelen bir fiildir. İmtihan, lügatta, tecrübe etmek, sınamaktır.


(Ücurehünne): Burada ücretten maksat mahirdir.


(Busemil kevafir): isem, ismetin çoğuludur, ismsı İse lügatta, ipe ve iki şeyi birbirine bağlayan herşeye denir. Bu âyetteki manası ise nikahtır. Buna göre âyetin manası, «Kafir olan kanlarınıza iddet beklemeyin. İslâm oluşunuzla aranızdaki bağ kopmuştur.» otur.


(Ves'elû ma enfaktüm): Yani sizden birinizin zevcesi mürted olup kafirlere dönerse ona ödediğiniz mehri kafirlerden İsteyin.


(Vel yeselüma enfegû); Müşriklerin zevceleri


müstüman olup size İltihak ettiklerinde evlenmek istediğinizde onların ka*fir kocalarına mahirlerini İade ediniz.


(Fateküm): Elinizden çıksa.


(Feâkabtüm): Yani, savaşta onlardan aldıklarınız.


(Bibühtanin): Bühtan, yalan ve batıl şeydir.


(Ma'rufln): Maruf, şeriatın güzel gördüğü şeydir.


(Latetevellev gavmen): Müminleri bırakarak kafirleri dost edinmeyin.


(Yetsûmlnelahire): Yeisû, ye's kökünden gelen bir fiildir. Ye's. birşey d en umut kesmektir.




Âyetlerin İcmali Manaları



Allahu taala şöyle buyurmaktadır: Ey müminler, küfür ülkesinden iman ülkesine dinlerinden ötürü ve Resulullahı sevdikleri İçin hicret edip gelen mümin kadınları, imanlarının hakiki olup olmadığı hususunda imtihun edin. Acaba onlar Isla mı hak olarak bilip sevdikleri için mi gelmiş* terdir, yoksa müslüman olan bir erkeği sevdikleri İçin mi gelmişlerdir? Yoksa kocaları fakirdir de dünya malına tamaen mi gelmişlerdir?


Ey müminler, bu imtihandan sonra delil ve emarelerle onların haki*katen mümin olduklarını anladığınız zaman, onları kafirlere iade etmeniz helal değildir. Çünkü Allahu taala mümin bir kadını müşrik bir erkeğe mu*bah kılmamıştır. Sizin de o hicret eden kadınların eski kafir kocalarına, evliliklerinde Ödemiş oldukları mehri ödemeniz lazımdır. O hicret eden kadınların eski mehirlerint kocalarına verdikten sonra veni bir mehir ve*rerek onlarla evlenmenizde bir vebal yoktur.


Herhangidir müminin kendisiyle hicret etmeyen kafir bir karısı varsa, küfür sebebiyle aralarındaki nikah bağı kopmuştur. O kadın için iddet say*mak da lazım değildir. Zira İslâm, mümin erkeklere müşrik bir kadınla evlenmeyi mubah kılmamıştır.


Herhangi bir kadın Islâmdan sonra mürted olarak kafir ülkeye iltihak ederse onlarla muamele yaptığınız zaman, müşrike bir kadın muamelesi yapın. Zira kadının mürted olmasıyla aradaki nikah ve evlilik bağı kop*muştur. Böyle bir kadının müslüman bir erkeğin harim-i İsmetinde bulun*ması caiz., değ İldir.


Mürted kadınlarınız kafirlere iltihak ederlerse, nasıl müslüman olarak size katılan kadınların mehirierlni kocalarına veriyorsanız, evliliğinizde o kadınlara vermiş olduğunuz mehri kafirlerden isteyin.


Bu hüküm Allah (cc)'ın size meşru kıldığı bir hükümdür. Ondan dön*meyiniz, bir başka hükümie değiştirmeyiniz. Zira Allahu taala hakkıyla bilen hüküm ve hikmet sahibidir. O ancak tam bir hikmetin İcabını meşru kılar.


Ey müminler, sizden İslâm olmanız hasebiyle ayrılan veya İslâm ol*duktan sonra İrtidat ederek ayrılan kadınlarınızın (nehirlerini müşrikler ödemedikleri takdirde, kafirlerle savaştığınızda onlardan aldığınız ganl- metleri taksim etmeden önce, küfür hasebiyle kocalarından ayrılan ka- dınların mehirlerint kocalarına verin. Tasdik ettiğiniz Allah (cc)'tan kor- kun ve onun adil şeriatına inanın.


Ayetin devamında Ailahu taala Peygambere şöyle hitab etmektedir: Ey Muhammed, sana beyat İçin gelen mümin kadınlarla, sana uymaları ve itaat etmeleri şartıyla beyatlaş. Orilara, hiçbir şeyi Allah (cc)'a ortak koş- mamalarını, cahlliyet devrinde yaptıkları gibi çocuklarını diri diri gömmemelerini şart kıl. Sokakta buldukları çocukları da kocalarına ilhak et*mesinler. O kadınlara bu şartlar ve diğer Islanıl hükümler üzerine beyat ver. Yapmış oldukları boyatın Icablarınt yaptıkları takdirde onlar İçin Al*lah (co)'tan rahmet ve mağfiret talebinden bulun. Allahu taala tövbe edip yolunu doğrultana çok mağfiret edici, çok esirgeyicidir.




Ayetlerin Tefsirindeki İncelikler



Birinci incelik: Muhacir kadınlar, mümin oldukları takdirde neden imtihan edilirler? Hicretin sebebinin bilinmesi için. Acaba bu kadın Allah (cc) ve Resul (sav)'ünü sevdiği için mi, yoksa dünya için mi hicret et*miştir?


İbni Zeyd şöyle der: «Bize neden o kadınları imtihan etmemiz emre*dildi? Çünkü Mekke'de kocasına kızan bir kadın, «Andolsun ki Muham-mede iltihak ederim.» derdi.»


İbni Atobas (ra)'tan şöyle rivayet edilir: «Mekke'den hicret eden bir kadın, «Ö'ndan başka mabud olmayan Allah (cc)'a andederlm ki kocama kızdığım için, Mekke'yi sevmediğim İçin, dünyayı taleb ettiğim için değil, Allah (cc) ve Resul (sav)'ünü sevdiğim için hicret ettim.» diye yemin eder*se Resulullah (sav) kadının kocasına mehrini ve bütün harcadığını öder, kadını iade etmezdi.» [1]


İkinci incelik: Âyetin akışındaki «Allah (cc) onların İmanlarını daha iyi bilendir ya.» cümlesinin araya girmesinin sırrı şudur: Bizim onların za*hiren imanlı olduklarını bilmemiz kafidir. Gerçekten kalbten İman edip et*mediklerini ancak Allahu taala bilir. Biz zahire göre hükmederiz. Allahu taala sırrı ve gizliyi bildiğinden sırların bilinmesi ona dittir.


Üçüncü incelik: Hicret eden kadınların geri çevrilmemelerinin hik*meti şudur: Kadınlar daha ince duygulu, daha çabuk dönen, fitne ve be*laya karşı daha dayanıksız oldukları İçin Allahu taala onları müşrik ko*calarına teslim etmeyi yasaklamıştır,


Dördüncü incelik: Allahu taala, müslüman olan bir kadının mehrini. kocasına İade etmeyi emretmiştir. Bu emir, İslâmın riayet ettiği ahde ve*fanın şartlarındandır.


Kurtubî: «Müslüman olan bir kadın ilâ kocası arasındaki nikah bağı kendiliğinden çözülmüştür. Allahu taala eski kocasının iki yönlü bir zarara uğramaması için ödedikleri mehrin kendilerine iade edilmesini emretmiş*tir. Çünkü karısı kendisinden ayrıldığı için bir zarara uğramıştır, ödediği mehir kendisine İade edilmezse bundan dolayı da ikinci bir zarara uğ*rayacaktır. Allahu taala ahde vefanın numunesini göstererek onların ko*calarına mehirlerinln iade edilmesini emretmiştir.» [2]


Beşinci incelik; (Bunlar onlara helal değHdir. Onlar da bunlara he*lal olmazlar.» âyeti, İmanla küfür arasında bir bağ olmadığına İşaret eder, Kocası kafir olan bir kadın İslâmı kabul ettiği zaman kocasına haram olur. Çünkü aralarında bir benzerlik kalmamıştır. Kadın müslüman, erkek ka*firdir. Kadının müslüman olmasıyla aralarındaki bağ kopmuştur.


Bu âyet, imanla küfür arasında bir bağ olmadığını gösterdiği gibt imanın sağladığı bağın nesebi bağdan daha kuvvetli olmadığına delalet eder.


Altıncı İncelik; Rivayete göre, Mekke'nin fethinde Resulullah (sav) kadınlardan beyat altrken Ebu Süfyan'ın karısı Hİnd blnti Utbe de kadın*ların arasındaydı. Ancak HInd, Uhud'da Hz. Hamza'ya yaptığı fenalıktan ötürü Resulullah (sav)'tan korktuğu için yüzünü örtmüştü. Resulullah (sav) bu beyat sırasında Allahu taalanın ilgili âyetteki «hırsızlık yapmamaları» emrini okuyunca Hind, «Ebu Süfyan cimri bir erkektir. Biz yememiz için onun malından gizlice alırız.» dedi. Bunun üzerine orada hazır bulunan Ebu Süfyan, «Gizlice aldıkların helal olsun.» dedi.


Resulullah (sav) gülümseyerek, «Sen HInd misin?» dedi. HInd, «Alla*hu taala geçmişi affeder. Ey Allah (cc)'ın peygamberi, sen affet ki Allah (cc) da seni affetsin.» dedi. Resulullah (sav) âyetteki, «zina etmemeleri» jBmrinl söyleyince Hind, «Hür kadın zina yapar mı?» dedi. Resulullah (sav), fevladlarını öldürmemeleri» emrini okuyunca HInd, «Evladlanmız küçüktü büyüttük, fakat büyüdükleri zaman onları siz öldürdünüz.» dedi. Bunun Üzerine Hz. Ömer katılırcasına güldü. Hind'in oğlu Hanzele Bedir Savaşın*da Öldürülmüştü. Resulullah (sav), «elleriyle ayakları arasında bir iftira düzüp getirmemeleri» âyetini okuyunca, Hind, «Allaha andolsun ki iftira çok çirkin blrşeydir.» dedi. Resulullah (sav), «(emredeceğin) herhangi bir İyilik hususunda sana asi olmamaları» âyetini okuyunca Hind, «Ya Resu*lullah, Allah (cc)'a andofsun ki biz burada sana herhangi birşeyde isyan etmek İçin oturmadık.» dedi.» [3]


Yedinci incelik: Ferra: «Cahtliyet döneminde kadınlar buldukları her*hangi bir çocuğu alarak kocalarına «Bu senin çocuğundur.» derlerdi. İşte bu sözleri, onların «Elleriyle ayaklan orasında düzdükleri» bir' iftira idi.»


Zemahşerî: «Elleriyle ayaklan arasında bir iftira...» âyeti, kadınlar buldukları çocukları yalandan, kocalarına Isnad etmelerini iftira olarak vasıflandırmaktadır. Çünkü kadının toatnı elleriyle ayakları arasındadır. Çocuk ayaklarının arasından doğar. Bazı alimlere göre de, «Elleriyle ayak*ları arasında b4r İftira düzüp...» âyetinden maksat, elleriyle ayaklan ara*sında doğurmadığı çocuğu kendisine isnad etmektir. İşte islâm bunu ya*saklamıştır. Çünkü bu, cahlliyet adetidir.» [4]




Âyetlerdeki Şer'i Hükümler



Birinci Hüküm: Anlaşmalarda Yapılan Akit, Erkekleri İçine Aldığı Gibi Kadınları Da İçine Alır Mı?



Resululiah (sav)'ın Kureyş müşrikleri ile yaptığı Hudeybiye Anlaşma*sındaki bir maddeye göre, Mekke'den Medine'ye kaçan birisi iade edilecek, Medine'den Mekke'ye kaçan birisi İse İade edilmeyecekti. Hudeybiye An*laşmasından sonra İslâmı kabul eden Ümmü Gülsüm bintl Uhbe isimli bir kadın Mekke'den Medine'ye hicret etmişti. Kocası arkasından gelerek onu almak İstedi. Kadın Resulullah (sav)'a, «Ya Resuluilah, ben kadınım. Kadınların ne kadar zayıf olduklarını bilirsin. Eğer beni kafirlere iade edersen bana İşkence ederler. Ben de dayanamam.» dedi. Bunun üzerine Resulullah (sav) kadının kocası ile akrabalarına, «Hudeybiye Anlaşmasın*daki «Muhammed'e gelenler İade edilir.» şartı, yalnız erkeklere aittir.» dedi. Bunun üzerine âyet nazil oldu. Resulullah (sav) kadını imtihan et*tikten sonra alıkoydu.


Kurtubî: «Alimler, Hudeybiye Anlaşması maddelerinde veya umumi ifadesinde kadınların olup olmadığı hususunda İhtilaf etmişlerdir. Bazı alimlere göre anlaşmanın metninde sarahaten kadınlarla ilgili hükümler de vardı. Ancak hiçkimsenln haberi olmadan Allahu taala, Medine'ye hic*ret eden kadınların İadesi hakkındaki cümleyi kaldırmıştır. Böylece yalnız erkeklerle ilgili cümle kalmıştır. Bunun için Resulullah (sav), Medine'ye hicret eden kadını geri göndermemiştir. Bazı alimlere göre isa, anlaşmanın metninde kadınlarla İlgili bir hüküm yoktur. Anlaşmada yalnızca müslü*man olarak Medine'ye hicret eden erkeklerle İlgili bir madde vardır. Buna göre metnin zahiri erkeklere şamil geldiği gibi kadınlara da şamil gelmektedir. Ancak AİIahu taala kadınların anlaşma metninden çıkarılmasını mevzumuz âyetle beyan ederek iki şeyden dolayı kadınları erkeklerden ,. ayırmıştır. Birincisi, kadınlar erkeklerin beşeri arzularını tatmin ettiklerinden AİIahu taala mümin kadınları müşrik erkeklere haram kılmıştır, ikin*cisi, kadınlar erkeklerden daha yumuşak kalblidir ve işkenceye dayana-madıkları İçin dinden daha kolay dönebilirler. Fakat müşrik bir kadın Medine'ye hicret ederse o korun mayarak İade edilir.» [5]


Kurtubî sözlerine şöyle devam eder: «Bu âyet, Resulullah (sav)'ın müşriklerle yaptığı anlaşmadaki kadınlarla ilgili maddeyi neshederek ka*dınları bu maddeden çıkarmıştır. Bu görüş, hadislerin Kur'an ile neshedile-, ceğinl kabul eden görüştür.»


Fahreddin Razi; Dahhak'tan naklederek şöyle der: «Anlaşma metnin*de kadınlarla İlgili bir madde vardı. Buna göre müşrik bir kadın Mekke'den Medine'ye hicret ederse hemen iade edilecekti. Fakat Mekke'den evli bir kadın müslüman olarak Medine'ye hicret ederse kadın iade edilemeyecek ancak kocasına kadının mehri He harcadıkları ödenecekti. Buna karşılık Medine'den kaçan mümin bir kadın iade edilecekti. İrtidat ederek Mekke'ye kaçan evli bir kadın İse İade edilmeyecek ancak kadının mehri ile kendisine harcananlar iade edilecekti.»


Bu görüşe göre âyet anlaşmaya uygundur. Bu görüş insanı tatmin etmektedir. Bu görüşün dışındakilerin hepsi araştırılmaya muhtaçtır. Çünkü hepsi İslâmın ruhuna zıttır. İslâmda ahde vefa müslümanlara vacibtir. [6] Şu halde taraflardan herhangi birislftln anlaşma metnini karşı tarafın mu-ü vafakatını almadan feshetmesi veya tahsis etmesi uygun değildir. O halde f uygun olan Dahhak'ın görüşüdür.


Bu hususta Seyyid Kutub da şöyle der: «Anlaşılan şudur ki, Hudeybiye anlaşmasının metninde kadınlar hususunda kesin bir hüküm yoktu. İşte nazil olan bu iki âyet, İslâm ülkesine hicret eden kadınların iade edil*melerine mani oldu. Kadınlar gerek bünye, gerek haleti ruhiye bakımından zayıf oldukları İçin yapılan işkencelere katlan a mayarak dinlerinden çıka*bilirlerdi. Kadınların iadesine mani olan âyetlerle bu mevzuda ki devlet nizamı en adil teamül İle tanzim edilmiştir.» [7]




İkinci Hüküm: Müşrik Bir Kadın Müslüman Olarak İslâm Ülkesine Ge*lirse Onun Hükmü Nedir?



«Bunlar onlara helal değildir. Onlar do bunlara helal olmazlar.» âye*ti, müslüman olan bir kadın ile müşrik kocası arasındaki bağların koptuğu*na delalet eder.


Fakihler, mümin kadın ile kafir kocası arasında vaki olan ayrılığın ka*dının müslüman oluşundan dolayı mı, yoksa İslâm ülkesine gelişinden do*layı mı olduğu hususunda ihtilaf etmişlerdir.


İmam Ebu Hanlfe (ra)'nin görüşüne göre, kadınla kocasının ayrılma*sının sebebi, kadının müslüman oluşu değil, kocasının memleketinden ay*rılıp İslâm ülkesine gelmesidir.


Cumhura (Şafii, Maliki ve Hanbeliler) göre İse, kadının Kocasından ayrılmasının sebebi müslüman oluşudur. Bu ayrılık kadının İddetinin bit*mesiyle tahakkuk eder. Müslüman olan bir kadının kocası, karısının id-deti dolmadan önce müslüman olursa kadın yine onun zevcesidir. [8]


Hanefilerin delilleri:


1- «Fakat siz de mümin kadınlar olduklarına bilgi edinirseniz on-farı kafirlere döndürmeyin.» âyeti. Bu âyet, mümin kadınla kocasının ayrı*lığının sebebinin İslâm ülkesine hicret etmesi olduğuna delalet eder. Eğer aralarındaki evlilik devam etseydi onun kocası İte beraber olması lazımdı.


2- «(Kafir zevcelerinin bu kadıniaru) sarfettikleri (mertr!) onlara (kafirlere) verin.» âyeti. Eğer aralarındaki evlilik devam etseydi, müşrik olan kocası mehrîni geri almaya hak kazanamazdı. Zira bir erkeğin hem kadına, hem de kadına verdiği mehire sahip olması caiz değildir.


3- «Sizin onları nikahla almanızda, mahirlerini verdiğiniz tokdlrd« üzerinize bir günah yoktur.» âyeti. Eğer evlilik devam etseydi o kadınla herhangi üir erkeğin evlenmesi caiz olmazdı.


4- «Kafir zevcelerinizi (nikahınız altında) tutmayın.» âyeti.


5- Hanefi fukahasına göre. darui harbte kocası olsa bile esir dü*şen bir kadınla istibradan sonra münasebette bulunmak, müslüman ol-masa bile, caizdir. Bu münasebeti mubah kılan ise, ülkelerin ayrı olma*sıdır.


Resulullah (sav) esir düşen müşrik kadınlar hakkında, «Gebe olan bir kadınla doğumuna kadar, gebe oimayan kadınla da aybaşı hali İle Istibra olana kadar münasebette bulunulmaz.» buyurmuştur. [9]


Cumhurun delilleri:


1- Müslüman olan kadınla müşrik kocası arasındaki ayrılığın yega*ne sebebi İslâmdır. Çünkü müslüman olan bir kadının tekrar bir kafire verilmesi caiz değildir. Eğer aralarındaki ayrılığın sebebi kadının islâm ülkesine hicret etmesi olsaydı, İslâm ülkesine izinli olarak gelen müşrik bir kadının da kocasından ayrılması gerekirdi. Hiçbir fakiri böyle blrşeye hükmetmemiştlr.


2- Mücahid (ra)'den şöyle rivayet edilir: «Resulullah (sav), «Müslü*man olan kadın henüz iddette İken müşrik kocası da müslüman olursa ka*dın onun zevcesidir.» buyurmuştur.» [10]


3- İbni Abbas (ra)'tan şöyte rivayet edilmiştir: «Resulullah (sav), kızı Zeyneb (r.anha)'i kocası Ebul As bin Rebia'ya eski nikahı ile geri ver*miştir. Zeynep Medine'ye hicret etmiş, kocası ise Mekke'de müşrik olarak kalmıştı. Zeynep'in Iddeti dolmadan Ebul As bin Rebla da müslüman oldu. Resulullah (sav) da Zeynep'i ona yeni bir nikah yapmadan geri verdi,» [11]


Kurtubî: «Fakat siz de mümin kadınlar olduklarına bilgi edinirseniz onları kafirlere döndürmeyin. Bunlar onlara helal değildir. Onlar da bun*lara helal olmazlar.» âyeti kesin şekilde ortaya koyuyor ki, mümin bir ka*dının kafir bir erkekle evlenmesi, mümin bir erkeğin müşrik bir kadınla evlenmesi helal değildir. Bu âyete göre müslüman bir kadının kocasından ayrılmasının yegane sebebi, kadının müslüman oluşudur.» [12]


Özet olarak Hanefİlere göre, evli çiftten birisi müslüman olarak İslâm ülkesine hicret ederse aralarında ayrılık vaki ofur. Darul İslama hicret e-den kadın Iddet beklemez. Darul Harbten hicret ederek İslâm ülkesine gelen kadınla hamile olmadığı takdirde İddet beklemeden evlenmek mu*bahtır. Çünkü Allahu taala «Sizin onları nikahla almanızda mehlrlerlni ver*diğiniz takdirde, üzerinize bir günah yoktur.» buyurmuştur. Âyette, koca*sından hicretle ayrıldığı için kadının İddet beklemesini emretmemfştir.


Cumhura göre ayrılığın yegane sebebi Darul İslama hicret değil, müs*lüman olmaktır. Eğer kadın kocasıyla temas etmeden önce müslüman olursa ayrılık hemen vaki olur, iddet beklemesi farz değildir.


Eğer kocası ile münasebette bulunduktan sonra müslüman olursa ayrılık iddetinin bitimiyle vaki olur. Eğer kadının İddetl dolmadan kocası da müslüman olursa o yine onun karışıdır. Eğer kocası Iddet bitene kadar müslüman olmazsa kadın ondan tamamen ayrılır.


Cumhurun bir başka delilleri de Ebu Süfyan ila karısı Hind'in müs- lüman oluşlarıdır. Hind, kocasından birkaç gün sonra müslüman olmuş*tur. Bu süre İçinde Iddeti dolmamış olduğundan Ebu Süfyan ile eski nl- kanları ile yeniden birleştiler.


Her iki görüşün delillerini özetle sergiledik. 8u hususta daha geniş bilgi için fıkıh kitaplarına bakılabilir.

Prof. Dr. Sinsi 08-04-2012 03:37 AM

Tefsir Dersleri...
 

Üçüncü Hüküm: Putperest Bir Kadınla Evlenmek Caiz Midir?



«Kafir zevcelerinizi (nikahınız altında) tutmayın.» âyeti, müşrik bir ka- dınla evlenmenin haram olduğuna delalet eder. Nitekim «{Ey müminler) Allaha eş tanıyan kadınlarla (müşriklerle) onlar İmana gelinceye kadar evlenmeyin.» (Bakara: 221) âyeti de müşrik bir kadınla evlenmenin haram olduğuna delalet etmektedir.


Alimler, bu âyetlerin hiçbir semavî kitap tanımayan putperest müşrik kadınlar hakkında olduğunda ittifak etmişlerdir. Çünkü kitabî kadınlarla evlenmek caizdir. Zira Allahu taala, «Namuskar, zinaya sapmamış ve gizil dostlar edinmemiş (insanlar) halinde (yaşamanız şartıyla)... kendilerine sizden evvel kitap verilenlerden yine hür ve İffetli kadınlar dahi, siz onların mehirlerini ver(İb nikah «d)ince (size helaldir).» (Maide: 5) buyurmuştur.


İbnl Munzır: «Önceki alimlerin hiçbirisi kitap ehil kadınlarla evlenme*nin haram olduğunu söylememiştir.»


Fukaha, hiçbir semavi dine inanmayan-müşrik bir kadınla evlenmenin


haram olduğunda icma etmiştir. Kitap ehil yahudl ve hıristiyan kadınlarla evlenmenin mubah olduğunda da İcma edilmiştir.


Yalnız Abdullah bin Ömer (ra)'e, hıristiyan veya yahudl bir kadınla evlenme hususu sorulunca, «Allahu taala müşrikleri müminlere haram kıl- mıştır. Ben bir kadının İsa (şov) veya Allah (cc)'ın kullarından bir kula Rab demesinden daha büyük bir şirk tanımıyorum.» demiştir.


Abdullah btn Ömer (ra)'in bu sözü, kitabî kadınlarla evlenmenin ha*ram olduğu değil, mekruh olduğunu gösterir. Çünkü âyet kitabi bir kadınla evlenmenin mubah olduğunu sarahatle bildirmektedir. Abdullah bin Ömer (ra)'in maksadı, böyle bir evlilikteki mahzurlara dikkat çekmektir. Çünkü çocukların annelerine uyarak yahudi veya hıristiyan olması, onların adet*lerini adet edinmesi tehlikesi vardır.


En doğrusunu Allah (cc) bilir.




Dördüncü Hüküm: Resululfah Kadınlarla Nasıl Beyatfeşlrdi?



Resulullah (sav), kadınlardan beyat almaya Mekke'nin fethinden son*ra başladı. Resululfah kadınlardan, «Ey peygamber, mümin kadınlar... so*na beyatleşmeye geldikleri zaman beyatlerini kabul et.» âyetinin ifade et*tiği şartlar dahilinde beyat almıştır. Resulullah kadınların beyatinl musa-faha ile değil sözle almıştır. Bu hususta birçok sahih hadis mevcuttur.


Resulullah (sav)'ın kadınlarla musafaha yapmaması, kadınlarla to*kalaşmanın haram olduğuna delalet eder.


Resulullah (sav) erkeklerden beyat alırken onların ellerini tutar ve İslama, Allah (cc) yolunda cihada, Resulullah (sav)'ın emirerini kabul ve İtaat edeceklerine dair beyat alırdı. Kadınlarla yapılan beyatleşmede İse Resulullah (sav)'ın bir kadınla musafaha ettiği tesbit edilmemiştir. Resu*lullah (savj'ın elini hiçbir kadının elinin üzerine koyduğu da vaki değildir. Kadınların beyattnin yalnız sözle olduğuna aşağıdaki naslar defalet et*mektedir.




Kadınlarla Tokalaşmanın Haram Olduğuna Delalet Eden Naslar



1- Buharî Hz. Ayşe'den şöyie rivayet etmiştir: «Resulullah (sav), kocalarını terkederek hicret eden mümin kadınları önce imtihan eder ve sonra «Ey peygamber, mümin kadınlar... geldikleri zaman bey at ferin I ka*bul et.» âyetinin İhtiva ettiği şart ve hükümleri bildirirdi. Bunları kabul e-den kadınlara, «Senden sözle beyat aldım.» buyururdu. Alfah (cc)'a ye*min ederim ki Resulutiah (sav)'m eli beyatta hiçbir kadının eline değme*miştir.» [13]


2- İmam Ahmed bin Hanbel (ra). Emine bintl Rakfka'dan şöyle ri*vayet etmiştir; «Birkaç kadınla beraber beyat İçin Resuiullah (sav)'a gittik. Ayette bildirilen şartlarla bizden Deyat aldı. Bize, «Ayette sayılanlar sizin güç yetirebileceğiniz şeylerdir.» dedi. Biz de Resulullah (sav)'a, «Al*lah ve Resulü bize bizim nefsimizden daha merhametlidirler.» dedik. Son*ra, «Ya Resulullah, bizimle tokalaşmayacak mısın» dedik. Resulullah (sav), «Ben kadınlarla tokalaşmam. Yüz kadının beyatmı sözle nasıl alırsam, bir kadının beyatını da sözle alırım.» buyurdu.»[14]


3- Müslim Hz. Ayşe'den (ra) şöyle rivayet eder: «Hz. Ayşe beyatı anlattıktan sonra sözlerinin devamında, «Kadınlar Resulullah (sav), telkin? ettiklerini kabul ettikten sonra kadınlara, «Ben sizden beyat aldım, gidin.» derdi. Allah (cc)'ın ismi İle yemin ederim ki Resulullah (sav)'ın eli hiçbir zaman hiçbir kadının eline değmedi. Resulullah (sav) kadınlardan yalnız sözle beyat alırdı.» demiştir.» [15]


Hafız ibni Hacer: «Resufullah (sav)'m, «Ben sizden sözle beyat aidim.» sözünün manası, «Tokalaşma İle değil, sözle beyatleştim.» demektir. Çün*kü erkeklerin beyatında adet olan tokalaşmak idi.» [16]


Rivayet edilen hadislerin hepsi, Resulullah (sav)'ın kadınlardan sözle beyat aldığına delalet eder. Resulullah (sav)'ın ne beyatta, ne de başka bir zaman bir kadınla tokalaştığı vaki değildir. Masum olduğu halde Resu*lullah (sav)'ın kadınlarla tokalaşmaktan kaçınması, doğru yolu ümmetine açıklamak ve öğretmek İçindir. Resulullah (sav)'ın nezahetinden ve kalb temizliğinden hiçkimse şüphe edemeyeceği halde onun beyat sırasında kadınlarla tokalaşmaz sözle beyat alırdı. Halbuki beyat çok önemli bir İş*tir, öyleyse diğer erkeklerin kadınlarla tokalaşması nasıl mubah olur. Di*ğer erkeklerde şehvet galiptir. Fitneden emin olunamaz. Şeytan onların damarlarında dolaşmaktadır.


Bütün bu delillerden sonra, bazılarının kadınlarla tokalaşmanın haram olmadığını İddia etmeleri, İslâm şeriatına büyük bir İftiradır.




Beşinci Hüküm: Ayetteki, «...(Emredeceğin) Herhangi Bir İyilik Husu*sunda Sona Asi Olmamaları...» İfadesinden Maksat Nedir?



Alimler bu âyetin muhtevası hususunda görüş ayrılığına düşmüşler*dir.


1- Bu âyetten maksat, cenaze üzerine yüksek sesle ağiamamaktır. Bu, İbni Abbas'tan rivayet edilmiştir.


2- Bu âyetten maksat, cenaze üzerinde ağlarken bağırıp çağırma*mak, yüzü tırmalamamak, saçı yolup elbiseyi parça la ma m aktır. Cahiliye döne ti İnde kadınlar bunları yaparlardı. Bu görüş de Zeyd bin Eslem'den rivayet edilmiştir.


3- Resuiullah (sav)'ın bildirdiği İslâm şeriatının bütün hüküm ve adablarım aynen kabul etmek, bütün yasaklarından kaçınmaktır. Tercih edilen görüş budur.


Kurtubî: «Bu âyetin tefsirinde sahih olan görüş şudur: Bu âyet Resu*iullah (sav)'ın emrettiği herşeyi yapmayı, yasak ettiği herşeyden de kaçın*mayı emretmektedir. Bu umumi yasağın içine cenaze başında sesli ağla*mak, üst baş yırtmak, saç yolmak, yabancı bir erkekle konuşmak ve to*kalaşmak ve benzerleri de girer. Çünkü bunların hepsi büyük günahlar*dandır. Nitekim Müslim'in rivayetine göre Resuiullah (sav), «Ümmetimde dört şey cahiliye adetidir. Bunlardan birisi de cenaze başında yüksek ses*le ağlamaktır.» buyurmuştur. [17]




Âyetlerden Alınacak Dersler



1- Hicret sebeblerinln öğrenilmesi için hicret eden mümin kadın*ların imtihan edilmeleri lazımdır.


2- Biz zahirle hükmederiz. Sırtarı ancak Allah (cc) bilir.


3- Allah (cc)'a İman etmeyen putperest müşrik kadınlarla evlen*mek haramdır.


4- Müslüman olan kadın İle müşrik Kocasının arasındaki nikah bağı kopar, kadın kocasına haram olur.


5- Kadınlardan âyetin ortaya koyduğu şartlar üzerine beyat alınır.


6- Utülemre İslâmın sınırları içinde itaat edilir.


7- Allah (cc) tarafından inzal edilen herhangi bir kitaba inanan bir kadınla evlenmek caizdir.




Âyetlerdeki Teşriî Hikmetler

.


İslâm şeriatı, putperest bir müşrik kadınla evlenmey) haram ettiği gibi, mü si uman bir erkeğin Allah (cc)'a İman etmeyen. Kitap ve Resule, ölümden sonra dirilmeye inanmayan bir kadını nikahında tutmasını da yasakla*mıştır. Çünkü böyle bir kadınla evlenmenin veya İslâm oiduktan sonra böyle bir kadını nikahında tutmanın aileye, içtimaî hayata çok büyük za*rarları vardır. Çünkü müşrik bir kadın kocasını, çocuklarını ve İslâm top*lumunun çekirdeği mesabesinde olan aileyj tehdit eder. Çünkü Allah (cc)'-ın kanunu, aile hayatının devamı İçin ruhların birbiriyle imtizaç etmesini, kadınla erkeğin birbiriyle anlaşmasını icabettirir. Bu, çiftlerin emin ve mesut bir hayat yaşamaları için zaruridir. Çünkü karı ile koca arasındaki sevgi ve dayanışma ancak bu mesut hayat i)zerine kurulabilir.


Bu imtizaç ve'anlaşma birbirine zıt iki kalb arasında tahakkuk ede*mez, Çünkü birisi mümin, diğeri müşriktir. Aralarındaki iman farkı, dalma birbirlerine düşman olmaya, çekişmeye ve nefrete vesile olur. İşte bun*dan ötürü İslam, putperest bir müşrik kadınla evlenmeyi hararrf kılmış ve o evliliği evlilik kabul etmemiştir. Çünkü müşrik kadının dini, hayrı emre*den serden uzaklaştıran, hıyaneti haram kılan, emanete riayeti emreden bir din değildir. Müslüman bir erkeğin böyle bir kadınla mesut olması mümkün değildir. Böyle bir kadın Allah (cc)'a ve ahirete inanan bir erkeğe hayat arkadaşı olamaz, olması uygun değildir. Çünkü aralarında büyük bir ayrılık vardır. Evlilik İse İmtizacı ve anlaşmayı İcabettirir. imtizaçta bir evlilik hayatının ayakta durması mümkün değildir.


İman, mesut hayatı ayakta tutan ve yerine hiçbir şeyin kaim olama*yacağı bir duygudur. İmandan yoksun olan kalb, kafbi imanla dolu olan bir İnsanın yanında bulunabilmesi, tatmin olabilmesi mümkün değildir, işte bundan dolayı putpereset bir müşrfrkle evlenmek haramdır.






--------------------------------------------------------------------------------


[1] Kurtubî, age. C. 18, S. 62. Ebussuud, age, C. a, S. ıöO (Razi kenartnda). İbni Cevzi, age, C. 8. S. 240. Ebu Hayyan, age, C. 8, S. 256.


[2] Kurtubl. ege, C. İS, S. 64. Ebu Hayyan, age. C. 8, S. 2S7.


[3] Kurtubi, age, C. 18, S. 71. Ebu Hayyan, age, C. 8. S. 2S8. Razi, age, C. 8, S. 1S2.


[4] Alusi, Ruhu'l-Meani. C. 28, S. BO'den özetle.


[5] Kurtubî, age, C. 18. S. 02.


[6] Razi, age. C. 8, S. 181.


[7] Seyyid Kutub, Fizilal, C. 28, S. 67, 6. Baskı.


[8] Kurtubî. age. C. 18, S. 83. Cessas, age, C. 3, S. 438.


[9] Cessas, age. C. 3, S. 430.


[10] Kurtubi, age, C. 14, S. 66.


[11] Kurtubi, age. C. 14, S. 66.


[12] Kurtubi. age. C. w, S. 63


[13] Buhari. Kurtubi, age, C, 18, S. 71. Süyûti, age, C. a. S. 209. 456


[14] İmam Hanbel, Nesai, İbni Mace ve Ttnnizi, Alusi, age, C. 28, S. 01.


[15] Müslim. Kurtubi, age, C. 18, S. 71.


[16] İbni Hacer el-Askalanl, Fethü'r-Rabbanl, C. 8. S. 488.


[17] Kurtubî. age, C 16, S. 74.

Prof. Dr. Sinsi 08-04-2012 03:37 AM

Tefsir Dersleri...
 

67. DERS CUMA NAMAZİ VE HÜKÜMLERİ 2


Ayetlerin Lafzı Tahlili 2


Ayetlerin İcmali Manaları 2


Ayetlerin Nüzul Sebebleri 2


Ayetlerin Tefsirindeki İncelikler 3


Cumanın Fazileti Hakkında Varid Olan Hadisler 3


Âyetlerdeki Şer'i Hükümler 4


Birinci Hüküm: Duyduğumuz Zaman Hemen Koşacağımız Ezan Hangisidir?. 4


İkinci Hüküm; Ezan Okunurken Veya Ezan Okunduktan Sonra Yapılan Alış Veriş Sahih Midir?. 5


Üçüncü Hüküm: Cumanın Sıhhati İçin Hutbe Şart Mıdır?. 5


Dördüncü Hüküm: Cuma Namazı Kaç Kişi İle Kılınır?. 6


Âyetlerden Alınacak Dersler 6


Âyetlerdeki Teşriî Hikmetler 6



67. DERS CUMA NAMAZİ VE HÜKÜMLERİ



9- Ey İman edenler, cuma günü namaz için çağrıldığınız) zaman hemen Allahı zikretmeye gidin. Alış verişi bırakın. Bu, bilirseniz sizin İçin cok hayırlıdır.


10- Artık namazı kılınca yer(yüzün)e dağılırı, Allanın fazlından (na-sib) arayın. Kurtulmayı umuyorsaniz Atlahı cok zikredin.


11- Onlar bir ticaret, yahut bir oyun, bir eğlence gördükleri zaman ona yönelip dağıldılar. Seni ayakta bıraktılar. De ki: «Allah nezdindeki (se-vab müminler tein) eğlenceden de ticaretten de hayırlıdır. Allah Tizık veren*lerin en hayırlısıdır.




Ayetlerin Lafzı Tahlili



(Nûrfiye): Nida'dan gelen bir filidir. Nida, yüksek sesle çağırmaya denir. Âyetteki manası İse ezandır.


(El-Cum'ati): Müslümantarca bayram kabul edilen haftanın belirli-belirli bir gününün ismidir. Bugüne bu ismi ilk veren Kurey-şilerden Ka'b bin Lüvey'dlr.


(Fevas): Fes'av, sa'y'dan gelen bir fiildir. Say', hızlı yürümek koşmak demektir. Ayetteki manası ise hızlı değil, normal bir yürüyüştür.


(Zikriliahi): Ayetteki zikirden maksat, sahih olan kavle göre, cuma ile hutbedir. Çünkü ikisinde de zikrullah vardır.


(Vezarul bey'a): Alış verişi terkedin.


(Kudiyetissatâtü): Yani, namazı bitirdiğiniz, kıl*dığınız zaman.


(Fenteşirû): İntişar kökünden gelen bir fiildir.


Yayılmak, dağılmak demektir.


(Vebtegû): İbtiga'dan türeyen bir fiildir. İbtlga, birşeyi taleb etmektir.


(Fazlillahi): Burada Allah (cc)'ın fazlından maksat, rızık, ticaret ve helal kazançtır.


(İnfeddû ileyha): İnfidad kökünden gelen fiildir. İnfidad bir yerden dönmek ve dağılmak demektir.


(Veterekûke kaimen): Seni ayakta bıraktılar.


(Hayrü'l râzıkîn): Allah (cc) rızık verenlerin en hayırlısıdır. İster mümin ister kafir olsun, her isteyene rızık




Ayetlerin İcmali Manaları



Allahu taala müminlere hitaben şöyle buyurur: Ey Aliah (cc)'ı ve Resul (sav)'ünü tasdik eden müminler! Cuma namazı için okunan ezanı işittiğiniz zaman meşguliyetlerinizi, alış verişinizi terkedin. Hızta, kardeşlerinizle bir*likte Cuma namazının edasına, zikir ve ibadete gidin. Zikir ve İbadete git*meniz sizin için daha hayırlı, hayır ve bereket bakımından daha iyidir, Al*lah (cc) katında da kabule daha yakındır.


Eğer bilgi ve salim bir anlayışa sahipseniz Cuma namazını eda ettik*ten sonra ihtiyaçlarınızı gidermek İçin yeryüzüne dağılın, rızkınızı Allah (ccj'tan taieb edin. Hakikaten rızık O'nun gücüyledir. İnsanlara (azt vs ni*met veren ancak O'dur. Allahu taala hiçkimsenin amelini zayetmez, hiçbir isteyenin de talebini geri çevirmez. Hiçkimsey! de İhsan ve fazlından mah*rum etmez. Kurtulmayı umuyorsanız Allahu taalayı çok zikredin.


Allahu taaia, fani dünyayı ahirete tercih eden bir kısım halktan haber vererek şöyle buyuruyor: Onlar bir ticaret, 'bir malın satışını veya bir dün*ya eğlencesini duydukları zaman dünya metaına yönetip Resulullah (sav)'ı hutbe okurken terkedip gittiler. Eğer düşünselerdi bilirlerdi ki. Allah (cc) katında olan sevab, ticaret ve eğlenceden daha hayırlı ve daha bakidir. Allahu taala rızık verenlerin en hayırlısıdır. Dilediğine hesapsız rıztk verir. Allanın yanındaki sevab, hayır işleyenler İçin daha hayırlıdır. Zira Allahu taala, «Sizin nezdinizcfeki tükenir, Alla hm Indindekİ ise bakkfir.» (Nahl: 96) buyurmuştur.




Ayetlerin Nüzul Sebebleri



1- İmam Ahmed (ra). Buharı, Müslim ve Tlrmizî, Cabir bin Abdul*lah (ra)'tan şöyle rivayet etmişlerdir: «Cuma günü Resulullah (sav) ayakta hutbe okurken Medine'ye bir ticaret kervanı geldi. Ashab koşarak oraya gitti. Yalnız ben, Ebubekir (ra) ve Ömer (ra)'in de içinde bulunduğumuz onlki kişi kaldı. Bunun üzerine, «Onlar bir ticaret, yahut bir oyun, bir eğ*lence gördükleri zaman...» âyeti nazil oldu.» [1]


2- Ibni Kesir, Ebu Ya'la'dan, o da senetleriyle Cablr bin Abdullah'*tan şöyle rivayet eder: «Resulullah (sav) cuma günü hutbe okurken Medi*ne'ye bir erzak kervanı geldi. Sahabiler hep oraya koştular. Resulullah (sav)'in yanında yalnız oniki kişi kaldı. Bunun üzerine Resuluîlah (sav), «Nefsim kudret elinde olan Allah (cc)'a yemin ederim ki, eğer hepiniz git-şeydiniz bu vadiden üzerinize ateş akardı.» buyurdu. Bunun üzerine,. «On*lar bir ticaret, yahut bir oyun, bir edence gördükleri zaman...ı âyeti nazil oldu.» [2]


3- Ebu Hayyan, hutbeyi bırakıp gidenler hakkında şöyle rivayet eder: «Medine'de kıtlık ve pahalılık vardı. Resulullah (sav) hutbede iken D'hyetü'l-Kelbî erzak dolu bir kervanla Medine'ye geldi. O zaman halka kervanın gelişini duyurmak için davul ve def çalarlardı. Bu sesi duyan sahabiler kervanı görmek İçin mescidi ve hutbe okuyan Resulullah (sav)'ı terkettiler. Yalnız onlki kişi kaldı. Bunun üzerine âyet nazil oldu.» [3]




Ayetlerin Tefsirindeki İncelikler



Birinci incelik: Cahlliyet döneminde Cuma gününün İsmi «Arubet» İdi. O güne İlk olarak «Cuman İsmini veren Ka'b bin Lüvey'dir Bu güne Cuma İsminin verilişi hususunda şöyle bir rivayet daha vardır:


Resulullah (sav)'ın hicretinden önce Medine halkı birgün bir toplantı yaptı. Ensariler, «Yahudilerin toplandıkları bir günleri vardır, Hıristiyan*ların da toplandıkları bir günleri vardır. Biz de bir gün tayin edelim ve o gün Allah (cc)'a şükür ve zikir edelim.» dediler. Aralarında, «Cumartesi Yahudilerin, pazar Hıristiyanlarındır. Biz de kendimize «Arubet» (Cuma) gününü seçelim.» diye konuştular. Cuma günü gelince Es'ad bin Zürare (ra)'nin etrafında toplandılar. O da onlara İki rekat namaz kıldırdı ve vaaz etti. işte o gün toplandıkları için adı «Cuma» oldu. Es'ad bin Zürare (ra) bir koyun keserek onlara öğle ve akşam yemeği verdi. İşte bu, islamda kılınan İlk Cuma namazıdır. [4]


İkinci İncelik: «...Hemen Allah'ı zikretmeye gidin.» âyeti müminlerin Cuma namazına canlı, zinde ve azimli bir şekilde gitmelerine İşaret eder. Qünkü âyetteki «so'y» (hemen gidin) tabiri kasdetmeyi, ciddiyeti ve azmi İfade eder. Yoksa koşarak gitmeyi değil. Nitekim Resulullah (sav) da, «Namaz vakti geldiği zaman namaza koşaradım değil, vakur adımlarla gi*din. Yetişirseniz İmamla beraber kılarsınız. Başında yetlşemezseniz ulaş*tığınız yerden imama uyar, imam selam verdikten sonra namazınızı ta*mamlarsınız.» [5] buyurmuştur.


Hasan: «Sa'y'dan maksat, koşaradım gitmek değil, kalbi, niyeti ve talebiyle koşmaktır. Çünkü Peygamber (sav) namaza koşarak gitmeyi ya*saklamıştır. Müslümanların namaza sükunet ve vekarta gitmeleri icabe-der.» [6]


Üçüncü incelik: Ayette her ne kadar ya İniz «bey» (satış) zlkredll-.;- misse de, bundan maksat her türlü muamelattır.


Ebu Hayyan: «Cuma vaktinde birçok şey haram olduğu halde ne*den âyette yalnız «alış veriş» zikredilmiştir? Çünkü halkı en çok meşgul eden alış veriştir. O saatlerde köylerden şehirlere halk alış veriş için ge*lir, alış veriş eder. işte bunun için Al la hu taala İbadeti emretmiş, Cuma namazının bitimine kadar da dünya ticaretini yasaklamıştır.» [7]


Dördüncü incelik: Selef-i salihîn, sırrına ermeseler bile herşeyde Re-sulullah (sav)'a uyarlardı. Resulullah (sav)'a uymalarının sebebi de onu çok sevmeleriydi.


Selef-i salihinden biri hakkında şöyle rivayet edilir: Cuma namazı kılındıktan sonra camiden çıkar ve bir müddet çarşıda dolaştıktan sonra yeniden mescide dönerek uzun zaman namaz kılardı. Niçin böyle yaptığı sorulunca, «Resulullah (sav) böyle yaptığı için ben de yapıyorum.» der, sonra da, «Artık o namazı kılınca yer(yüzün)e dağdın. Allah'ın fazlından nasib arayın.» âyetini okurdu. [8]


İrak bin Malik (ra), Cuma namazını kılınca mescidden çıkar, bir müd*det kapıda durur ve şu duayı okurdu : «Ey Allahım, senin davetine icabet ettim, senin farz kıldığın namazı eda ettim. Senin emrettiğin şekilde yer*yüzüne çıkıyorum. Fazlından bana rızkımı ver. Şüphesiz sen rızık veren*lerin en hayırlısısın.» [9]


Beşinci İncelik: «Kurtulmayı umuyorsanız Allah'ı çok zikredin.» âye*tinde şöyle bir İncelik vardır: Allahu taala rızık aramaya koşmayı ve ti*caretle uğraşmayı emretmiştir. Rızık arama çoğu kez insanları gaflete sevkeder. Hatta dünya malını biriktirmek için yalana, hileye ve aldatma*ya sevkeder. Bunun İçin Allahu taala çok zikretmeyi emretmiştir. Dünya metaı fanidir. Ahiret yurdu ise bakidir. Allah (cc) için yapılan daha ha*yırlı ve daha devamlıdır. Bu âyet dünya ticaretinin ahiret ticaretinden alı*koymamasını beyan etmektedir. Nitekim Allahu taala gerçek müminlerin vasıflarını, «(Öyle) adamlar (vardır ki) onları ne bir ticaret, ne bir alış ve*riş Allah'ı zikretmekten, dosdoğru namaz kılmaktan zekat vermekten alı*koymaz.» âyetiyie beyan etmiştir.


işte mevzumuz âyette Allah (cc)'ın çok zikredilmesinin emredilmesi-nin sır ve hikmeti budur.




Cumanın Fazileti Hakkında Varid Olan Hadisler



1- Müslim, Ebu Hüreyre (ra)'den, o da Resulullah (sav)'ton şöyle rivayet etmiştir: «Üzerine güneşin doğduğu en hayırlı gün Cuma günü*dür. Adem o gün yaratıldı, o gün cennete sokuldu, oradan da o gün çı*karıldı. Kıyamet de ancak o gün kopacaktır.» [10]


2- İmam Malik (ra) Muvatta'smda Resulullah (sav)'tan şöyle riva*yet eder: «Üzerine güneşin doğduğu günlerin en hayırlısı Cuma günü*dür. Adem (sav) o gün yaratıldı, cennetten o gün çıkarıldı, tevbesi o gün kabul edildi ve o gün öldü. Kıyamet de o gün kopacaktır. Yeryüzünde in*san ve cinlerin dışında bütün canlılar Cuma günü, fecirden güneş doğa*na kadar, kıyametin kopacağı korkusuyla kıyametin gürültüsünü bekler*ler. Cuma gününde öyle bir vakit vardır ki, namaz kılan bir müslüman o vakit Allah (cc)'tan ne dilerse Allah (cc) onu ona mutlaka verir.» [11]


3- Ebu Davud, süneninde şöyle rivayet eder: «Hakikat, günlerini*zin en efdali Cuma günüdür. Adem (sav) o gün yaratılmıştır, o gün vefat etmiştir, kıyamet de o gün kopacaktır. Cuma günü bana.çok salat ve se*lam okuyun. Çünkü okuyacağınız salat ve selam bana kavuşur.s Ashab-ı kiram, «Ya Resulullah, sen çürüdüğün halde bizim salat ve selamımız sa*na nasıl ulaşacak?» diye sordular. Resulullah (sav), «Allahu taola pey*gamberlerin cesedini yemeyi toprağa haram kılmıştır.» buyurdu.» [12]




Âyetlerdeki Şer'i Hükümler



Birinci Hüküm: Duyduğumuz Zaman Hemen Koşacağımız Ezan Hangi*sidir?



«Ey iman edenler, cuma günü namaz İçin cağrıldığı(mz) zaman he*men Allah'ı zikretmeye gidin. Alış verişi bırakın.» âyeti. Cuma günü alış verişi terkederek camiye gitmeyi farz kılar.


Ulema, hangi ezan okunduğunda alış verişi terketmek gerektiği hu*susunda görüş ayrılığına düşmüşlerdir.


Bazı alimlere göre âyetteki «nida»dan maksat, minarede okunan ezandır.


Diğer bazı alimlere göre ise âyetteki «nidandan murad, imam min*bere çıktıktan sonra karşısında okunan ezandır.


Birinci görüşün delilleri:


Âyetteki «nldcudan maksat «ilamıdır. Koşmak da ancak ham İte farz olur. Bu İlam da Hz. Osman'ın İlave ettiği, minarede okunan birinci ezan*dır. Hz. Osman, halk çoğalıp evler camiden uzaklara yayılınca kendi evi*nin üzerinde bu ezanın okunmasını emretti. O tarihten günümüze kadar da bu sakilde uygulana geldi.


Bu hususta Buharı Salb bin Yezid'den şöyle rivayet eder: «Resululiah (sav)'ın, Bbubekir (ra)'ln ve Ömer (ra)'in devirlerinde Cuma günü birinci ezan İmam minbere çıktıktan sonra okunurdu. Hz. Osman, halkın çoğal*dığını görünce üçüncü i)İr ezan ekledi. Bu ezan Hz. Osman'ın Zevra isimli evinin üzerinde okunurdu.»


Allahu taala Cuma namazını hutbeden ötürü iki rekata indirmiştir. İmam minbere çıktıktan sonra okunan ezanla camiye gidilecek olursa halk hutbeye yetişemez. Resululiah (sav) döneminde halkın ilave ezana İhtiyacı .yoktu. Çünkü sayıları az ve evleri mescide yakındı. Resululiah (sav)'tan şer'î hükümleri öğrenmek maksadıyla da camiye vakitten çok erken gelirlerdi. Bu sebeble imam minbere çıkınca ezanı rahatlıkla du*yar, hemen hazırlanarak hutbeye yetişirlerdi. Bu görüş Hanefilerin zahir ve itimad edilen görüşüdür.


Bu görüşü Hanefi fukahasından Kenz sahibi şöyle İfade etmiştir:


«Birinci ezanla alış verişi terk ederek camiye koşmak farzdır. Çünkü Allahu taala, «Ey İman edenler, cuma günü namaz için çağrıldığınız} za*man hemen Altah'ı zikretmeye koşun. Alış verişi bırakın.» buyurmuştur. Resulullah (sav)'ın devrinde olmadığı hakkında neden bugün bu ezana itibar ediliyor? Çünkü ezandan maksat ilamdır. İlam da bu ezanla mey*dana gelmektedir. Mezhebimizde bu görüş sahih olan görüştür.


«Bazı alimlere göre de muteber olan hatibin minbere çıktığında oku*nan ezandır. Çünkü Resulullah (sav) zamanında bu ezandan başka ezan yoktu.


«Bu görüş zayıftır. Çünkü ikinci ezana itibar edilirse cumanın İlk sün*netlerinin kılınması ve hutbenin dinlenmesi mümkün olamayacağı gibi cu*manın kaçırılma tehlikesi de vardır.» [13]


İkinci görücün delilleri:


1- Alış verişin terki İle camiye koşmayı icabettiren ezan, imam minbere çıktıktan sonra okunan ezandır. Çünkü Resulullah (sav)'m dev*rinde yalnız bu ezan vardı. Resulullah (sav) da müminlerin farzlarını vak*tinde eda etmelerini herkesten çok isterlerdi. Eğer hatibin hutbeye çık*masından önce camiye gelmek farz olsaydı Resulullah (sav) bunu beyan eder ve hutbe İle ezan arasında bir fasıla verirdi, halkın hutbeye ulaşması için-


2- «Ey İman edenler, cuma günü namaz İçin çagrıldığı(nız) zaman hemen Allah'ı zikretmeye gidin.» âyetinin tefsirinde İbni Ömer (ra) ve Hasan-ı Basrî (ra)'den şöyle rivayet edilir: «İmam minbere çıktığı ve karşı*sında ezan okunduğu zaman halk cuma için çağırılmış olur.» [14] Âyetin tefsiri budur ve bunun dışındaki tefsirlere itibar edilemez.


3- Cuma namazı kılan adamın, hadislerin de delalet ettiği gibi, bir*çok faydalardan dolayı camiye erken gitmesi mendubtur. Şurası muhak*kaktır ki, alış verişin haram edilmesi ve herhangi birşeyin yapılmasının günah olduğuna hükmedilmesi başka birşeydlr —ki bu, hatibin minbere çıkmasından sonra okunan ezanla olur— bir mendubu idrak etmek baş*ka birşeydir.


Bu ikinci görüş alimlerin cumhurunun görüşüdür. Hanefi fukahasm-dan bazıları da bu görüşü kabul etmişlerdir.




İkinci Hüküm; Ezan Okunurken Veya Ezan Okunduktan Sonra Yapılan Alış Veriş Sahih Midir?



Âyetteki, aAlış verişi bırakın.» cümlesi, ezan okunduktan sonra alış veriş ve diğer muamelatın haram olduğuna delalet eder.


Alimler, ezanla Cuma namazı bitimi arasında yapılan akitlerin sahih veya fasit olduğu hususunda İhtilaf etmişlerdir.


Bazı alimlere göre âyetteki, «Alış verişi bırakın.» cümlesi varid oldu*ğu için yapılan akitler fasit ve geçersizdir.


Alimlerin ekserisine göre ise, yapılan alış veriş ve muamelattan di*ğer akitler.haramdır fakat fasit değildir. Bu akit, gasbedilen yerde kılı*nan bir namaz gibidir. Gasbedilen yerde kılman namaz sahihtk fakat ke*rahet vardır.


Kurtubî, tefsirinde şöyle der: «Hangi vaktin yapılan alışverişi haram kıldığı hususunda iki görüş vardır. Birinci görüşe göre Cuma günü alış*verişin haram olduğu vakit zeval vaktinden Cuma namazının bitimine ka*dar olan vakittir.Dahhak, Ata ve Hasan bu görüştedirler. İkincisi ise, hut*be ezanından namazın bitimine kadar olan vakittir. İmam Şafii (ra) de bu görüştedir.


«İmam Malik (ra)'in görüşüne göre namaz için ezan okunduğu za*man alış veriş terkedilmelfdlr. Ezan okunduktan namazın bitimine kadar olan zaman içinde yapılan akitlerin hepsi geçersizdir, talnız köle azad etmek, talak ve nikah gibi muameleler geçerlidir. Çünkü halk umumiyet*le alış verişle uğraştığı gibi bu muamelelerle uğraşmaz. Yine bu vakitte yapılan ortaklık, hibe ve sadaka gibi nadir olan muameleler de geçerlidir.»


Kurtubî, sözlerinin devamında İbnü'l-Arabî'den naklen şöyle der: «Ib-nü'l-Arobî'ye göre ezan okunduktan sonra yapılün şey ister alış veriş gibi çok yapılan muamelelerden olsun, ister nadir olarak yapılan muameleler*den olsun bütün muameleler geçersizdir. Zira alış verişin yasak edilme*sinin sebebi insanı Cuma namazından alıkoymasıdır. Öyleyse Cuma na*mazından alıkoyan bütün akitler şer'an haram ve geçersizdir.


«Bazı alimlere göre ise, haram olan vakitte alış veriş yapmak caizdir. Bunu caiz gören alimler âyetteki, «Alış verişi bırakın.» cümlesinin alış ve*rişin terkinin farz olduğuna değil, «Bu, bilirseniz sizin için çok hayırlıdır.» cümlesinin de işaret ettiği gibi sünnet olduğuna delalet eder. İmam Şafii (ra)'nln görüşü de budur. Çünkü İmam Şafii (raj'ye göre ezan okunduk*tan sonra yapılan akit geçersiz değildir.»


Kurtubî sözlerini şöyle tamamlar: «Sahih olan, ezan okunduktan son*ra yapılan bütün akitler fasit ve geçersizdir. Çünkü Resulullah (sav), «Bi*zim emrettiğimiz herşey reddotunur.» buyurmuştur.» [15]




Üçüncü Hüküm: Cumanın Sıhhati İçin Hutbe Şart Mıdır?



Ayetteki, «Allah'ı zikretmeye gidin.» İfadesi, hutbenin Cumanın sıh*hat şartı olduğuna delalet eder. Buradaki Allah'ın zikrinden kasıt, ister vaaz, İster vaaz ile birlikte namaz olduğu kabul edilsin, her iki durumda da hutbe zikrin içine girer. Buna göre hutbe Cumanın sıhhat şartların-dondır.


Cuma namazının iki rekat kılınmasından maksat da hutbe ve vaazı dinlemektir. Buna göre Cuma hutbesi farzdır. Fukahanın cumhurunun gö*rüşü de budur.


Yalnız Hanefi fakihlerine göre, cuma günü okunacak hutbenin örfen hutbe olması şart değildir. Çünkü Allahu taala âyette herhangi bir tafsilat vermeden yalnız «zikir» demiştir. Öyleyse şart olan zikirdir. Zikir sayılan herhangi birşeyin namazdan önce okunması kafidir. Resulullah (sav)'tan nakledilen hutbe de bir zikirdi. Resulullah (sav)'ın buna devam etmesi ise farz olduğuna değil, vacib veya sünnet olduğuna delalet eder.


Şafii ve Hanbelilerin görüşlerine göre ise, hatibin hutbenin bütün şartlarını haiz iki hutbe okuması şarttır. Hutbelerin şartları ise, Allah (cc)'a hamdetmek, Resulullah (sav)'a salat ve selam getirmek, Kur'andan bir âyet okumak ve halka takvayı tavsiye etmektir.


Şafiilere göre hutbede müminlere dua etmek de hutbenin şartlarındandır.


Maliki fakihlerine göre, hutbede tek bir şart vardır. O da halkın ör*füne göre hutbe veya vaaz sayılabilecek kadar halka Allah (cc)'ın azabını bildirmek veya cennetle müjdelemektir.[16]


Ravzatü'n-Nedİyye sahibi hutbe hakkında şöyle der: «Kesulullah (sav)'ın okuduğu hutbenin mahiyeti, halkı ibadete teşvik ve Allah (cc)'ın azabından korkutmak idi. Zaten hutbenin meşruiyeti de bu gibi mevzu*ların dile getirilmesi içindir. Allah (cc)'a hamd etmek, Resulullah (sav)'a salat ve selam okumak, Kur'andan bir âyet okumak, —âyet eğer teşvik ve korkutmayı İhtiva etmiyorsa — meşru kılınan hutbenin maksadının ha*ricindedir.


«Resulullah (sav)'ın.hutbesinde hamd ve sena gibi şeylerin bulunması, onların farz olduğuna delalet etmez. Hiçbir insaflı kimse, hutbeden mak*sadın Allah (cc)'a hamd ve sena etmek değil halka vaaz etmek olduğun*da şüphe etmez. Şurası muhakkaktır ki Arapların adeti, bir yere çıkıp blr-şey söyleyecekleri vakit önce Allahu taaiaya hamd ve sena ve Resulullaha satat ve selam okumaktı. Fakat hatibin asıl maksadı hamd ve sena, salat ve selam değil, bunlardan sonra söyleyecekleridir. Bundan anlaşılıyor ki. Cuma hutbesinde şart olan yalnızca vaaz etmektir. Ancak bu vaaza baş*lamadan hamd ve sena etmek, salat ve selam getirmek ve mevzu ile ilgili âyetler okumak daha güzeldir. Nitekim Resululiah (sav)'tan bugüne kadar hutbeler hep böyte okunmuştur.»




Dördüncü Hüküm: Cuma Namazı Kaç Kişi İle Kılınır?



Fakihler, cemaatın Cumanın sıhhat şortlarından olduğunda İttifak et*mişlerdir. Çünkü Resulullah (sav), «Cumayı cemaatla kılmak her müslü-manın üzerine farz olan bir haktır. Ancak köle, kadın, çocuk ve hasta müstesna.» [17] buyurmuştur. Zaten bu namaza Cuma namazı denilmesi de cemaatla kılınması icabettiği içindir. Tek başına namaz kılan birisine Cuma kıldı denilemez.


İbni Hacer el-Askalanî'nin de Fethü'l-Barî'de dediği gibi fakihler, Cu*manın kaç kişi ile kılınabileceği hususunda İhtilaf ederek birçok görüşe ayrılmışlardır. Âyeti kertmede Cumanın kac kişi İle kılınabileceği hususun*da bir nas mevcut değildir. Resulullah (sav)'ın sünnetinde de sarih bir ölçü bulunmamaktadır. Bundan ötürü fakihler bu hususta birçok görüşe ayrılmışlardır.


Hanefilere göre Cuma namazının kılınabilmesi için imamla birlikte en az dört kişi olması lazımdır.


Şafii ve Hanbelilere göre. Cuma namazının kılınabilmesi için en az kırk kişi bulunması lazımdır. Bundan daha az sayıdaki bir cemaatla Cu*ma namazı kılınamaz.


Malikiler ise Cuma namazını kılacakların belirli bir sayıda olmasın! şart koşmamışlardır. Bunlara göre, bir köy meydana getirebilecek veya aralarında çeşitli atış verişte bulunabilecek bir sayı lazımdır. Buna göre üç-dört kişi ile Cuma namazı kılınamaz.


İbnl Hacer, Fethü'i-Barî'de şöyle der: «Bu görüşler içinde delili en kuvvetli olan görüş Malikilerin görüşüdür.»


Cuma namazı hususunda başka hükümler de vardır. Bunlar fıkıh ki*taplarında aranmalıdır. .




Âyetlerden Alınacak Dersler



1- Belli şartlarla mükellef olan her müslümana Cuma namazı farz*dır.


2- Hutbeyi dinlemek ve Cuma namazına gitmek farzdır.


3- Ezan okunduktan sonra alış veriş ve diğer muamela aramdır.


4- Ezandan önce ve namazdan sonra ticaret ve diğer işlerle uğ*raşmak caizdir.


5- Rızık Allah (cc)'ın kudretindedir. Bununla birlikte insanların ka*zanç yollarını araması lazımdır.


6- Müminlerin dünya ticâretleri, ahiret ticaretlerine engel olma*malıdır.




Âyetlerdeki Teşriî Hikmetler



Namaz kulu Rabbine ileten bir bağdır. Kalbi kuvvetlendiren, imanı takviye eden bir ibadettir. Bununla birlikte cemiyetin fertleri arasındaki bitlik ve dayanışmayı kuvvetlendirir. Hayır ve takvada yardımlaşmalarına vasıta olur.


Günde beş vakit namaz farzdır. Bazan insanlar dünya işleriyle meş*gul oldukları, camiye uzak oldukları veya İhmalkarlıkları yüzünden cami*ye gitmezler. Bundan ötürü Al la hu taala haftada bir defa Cuma namazını farz kılmıştır ki, Allah (cc)'ın kelamını, Resulullah (sav)'ın hadisini ve ha*tibin vaazını dinleyerek imanı pekişsin, müslüman kardeşleriyle bir araya gelsin.


İnsan Cuma vesilesi ile görmediklerini görür, ihtiyaçtı kimselere yar*dım edilir, hastalar ziyaret edilir, birbiriyle düşman olanlar barıştırılır, ce*maatten uzak kalanlara nasihat edilir. İstamın İçtimaî terbiyesinden olan selam, hürmet ve saygı öğrenilir, cemiyeti selamete kavuşturulacak hü*kümler öğrenilir. Bundan ötürü Al la hu taala Cuma namazını her müslüma*na farz kılarak Cuma namazına koşmayı emretmiştir.








--------------------------------------------------------------------------------


[1] Buhari, C. 8, S. 493. Müslirit, C. 2, S. 590. Alusl, age, C. 28. S! 104.


[2] Süyûti, age. C. 4, S. 121. Ibnİ Cevzi, age. C. 8, S. 269. Alusi. ago, C. 28. S. 105.


[3] Ebu Hayyan. Bahri Muhid. C. a. S. 268.


[4] Alusi, age.C. 28. S. 100. Ebussuud. age. C. 8. S. 20ö (Razi kenarında).


[5] Kütüb-i Sitte. Ebu Seteme'den rivayet edilmiştir.


[6] Kurtubi. age. C. 18. S. 103. Bazl. age, C. B. S. 207


[7] Ebu Hayyan. ago, C. 8, S. 268.


[8] Alusi, age, C. 28, S- 104.


[9] Kurtubi age, C. 18, S. 109.


[10] Müslim, C. 2. S. 585.


[11] İmam Malik, imam Hanbel. Tirmİ2i. Nesai. Ebu Davud.


[12] Ebu Davud. İbni Mace ve Nesai.


[13] Tafsilat için Dört Mezhebin Fıkıh Kitabı'na ve Cessas'a bakınız,


[14] Cessas, age, C. 3, S. 444.


[15] Kurtubl, age, C. 18. S. 108. Alusi. age. C. 28, S. 103. 468


[16] Tafsilat için Dört Mezhebin Fıkıh Kitabına bakınız.


[17] Ebu Davud.

Prof. Dr. Sinsi 08-04-2012 03:37 AM

Tefsir Dersleri...
 

68. DERS TALAK’IN HÜKÜMLERİ 2


Ayetlerin Lafzı Tahlili 2


Ayetlerin İcmali Manaları 2


Âyetlerin Nüzul Sebebleri 2


Ayetlerin Tefsirindeki İncelikler 3


Âyetlerdeki Şer’i Hükümler 4


Birinci Hüküm: Talak Mubah Mıdır, Mahzurlu Mudur?. 4


İkinci Hüküm: Talak-ı Sünni Hangisidir Ve Şartları Nelerdir?. 4


Üçüncü Hüküm: İddet Bekleyen Bir Kadın Evinden Çıkabilir Mi?. 5


Dördüncü Hüküm : İddet Bekleyen Kadının Evden Çıkarılmasına Sebeb Olan «Kötülük»ten Maksat Nedir?. 6


Ayetlerden Alınacak Dersler 7


Ayetlerdeki Teşrii Hikmetler 7


69. DERS İDDETIN HÜKÜMLERİ 7


Âyetlerin Lafzî Tahlili 8


Ayetlerin İcmâlî Manaları 8


Ayetlerin Nüzul Sebebleri 8


Ayetlerin Tefsırindeki İncelikler 8


Âyetlerdeki Şer'ı Hükümler 9


Birinci Hüküm: Ayhali Görmeyen Kadının İddeti Nedir?. 9


İkinci Hüküm: «Kadınlarınız İçkiden Artık Adetten Kesilmiş Olanlarla Henüz Adetini Görmemfs Bulunanfar(İn (Ddetterfn)De Şüphe Ederseniz, Onların İddeti Üç Aydır.» Âyetinden Maksat Nedir?. 9


Üçüncü Hüküm: Hamile Kadının İddeti Ne Kadardır?. 10


Dördüncü Hüküm: Boşanan Her Kadına Ev Ve Nafaka Verilecek Midir?. 10


Beşinci Hüküm: Boşanan Kadının Doğurduğu Çocuğu Emzirmesi Farz Mıdır?. 11


Ayetlerden Alınacak Dersler 11


Âyetlerdeki Teşri' Hikmetler 11



68. DERS TALAK’IN HÜKÜMLERİ



1 — Ey peygamber, kadınları boşayacağınız vakit Iddetlerln» doğru boşayın. O iddeti de sayın. Rcfcbiniz olan Allah'tan korkun. Onları evle*rinden çıkarmayın. Kendileri de tıkmasınlar. Meğer ki apaçık bir kötülük (meydana) getirmiş olsunlar. Bunlar Allanın hudududur. Kim Allanın hu* dudunu (çiğneyip) ararsa muhakkak ki, kendisine yazık etmiş olur. Bil*mezsin, olur ki Allah bunun arkasından bir iş peyda ediverir.


2 — Sonra (o kadınlar) müddetleri doldurtmaya yaklaştıkları zaman ya güzellikle tutun, yahut güzellikle kendilerinden ayrılın ve içinizden ada*let sahibi İki kişiyi de şah» yapın. (Ey şah idi er siz de) şahitliği Allah için eda edin. işte bu (yok mu?) Altaha ve ahiret gününe İman etmekte olan*lara onunla öğüt verilir. Kim Rabbinden korkarsa (Allah) ona bir (kurtu*luş) çıkış yeri ihsan eder.


3 — Onu hatır ve hayatine gelmeyecek bir cihetten de rızıklandınr. Kim Allaha güvenip dayanırsa O, kendisine yetişir. Şüphesiz ki Allah em*rini yerine getirendir. Allah herşey için bir ölçü tayin etmiştir.




Ayetlerin Lafzı Tahlili



(Li iddetihinne): İddetierinln başlangıcında.


(Ahsû). İddet.erinin gününü sayın ve ulutmayın.


(İttekullahe): Allah (cc)'tân sakının. Emirlerini yerine getirin, yasaklarından kaçının.


(Fahişetin): Fahişe, fuhş ve fahşa. çirkin söz ve işe denir. Bunun için zinaya fuhuş denilmektedir


(Hududullahi): Allah (ccj'ın hududlan. Yani, yasakların aşılmaması için konulan engeller.


(Zaleme nefsehu): Zulüm, birşeyi yerinden başka biryere koymaktır.


(Ecelehünne): Ecel, vaktin sonu demektir.


(Bi ma'ruf): Herşeyin güreline ma'ruf denir.


(Zevev adlin): Adaleti açık olan İki kişi.


(Yetevekkel): Allah (cc) a teslim olmak. Ve işlerinde Allah (cc)'a güvenmek.


(Hasbühü): Kafi gelmek.


(Baliğü): Emri geçerli olmak.


(Kadren): Ölçü.




Ayetlerin İcmali Manaları



Allahu taaia, ümmetini hayra götüren, doğru yola İleten seçkin pey*gamberine tazim ve ümmetini uyandırmak ve öğretmek için hitap ederek şöyle buyurmaktadır: Bir müslüman karısından ayrılmayı arzu ederse ay*rılabilir. Yalnız ayrılacağı vakti seçmesi lazımdır. Kadın aybaşı adetinden temizlendikten sonra; onunla hiç münasebette bulunmadan boşanmalıdır. Evlilik iddet müddetinin bitimiyle sona erer. Bu sebeble iddet müddeti sa*yılmalıdır. Müminlerin her işte takva sahibi olmaları, yapacakları her işte Allahu taaladan korkmaları lazımdır. Takİ amelleri sahih ve selim olabilsin.


Kocasından ayrılan bir kadın İddetinl kocasının evinde beklemelidir. Kocanın onu evden çıkarması caiz olmadığı gibi, kadının da — kocası İzin vermiş olsa bile— kendi başına evden çıkması caiz değildir. Ancak kötü bir fiilde bulunursa o zaman kocasının evinde bulunması zor olduğundan çıkarılması caizdir. İşte bu Allah (cc)'ın emri ve hükmüdür. Allah (cc)'ın kendi taatı İçin çizmiş olduğu bir sınırdır. Her kim bu sının aşarsa haki*katen Ailahu taalanın yasakladığı bir işi irtikab etmiş ve kendisine şerri çekmiş olur. O, bu yüzden ateşe düşecektir. Zira o, sayılacak iddet İçin*de Aliahu taala onun kalbinden zevcesine karşı olan nefreti çıkarabile*ceğini, tekrar zevcesi İle beraber yaşamayı arzu edebiicceğini bilemez.


Eğer o kimse, Allahu taalanın mukaddes kitabında irşad ettiği yola uyarak zevcesine böyle bir mühlet tanırsa, Allahu taala onun arzu ettiğini irade eder. Eğer Allah (cc)'ın dediğini yapmazsa pişman olur.


Sayılan iddetin sonunda ihtiyar kocanındır. Üç talakla boşamadığı takdirde dilerse onu yanına qlır ve ona İyilikle muamele yapaı. Dilerse de, ondan iyilikle ayrılır, bütün haklarını ona teslim eder.


Karısını boşayan kişi, ister onunla tekrar birleşmeyi arzu etsin, ister ayrılmayı, her iki durumda da yapacağına din. ahlak ve yollarında adil olan iki kişiyi şahit tutsun. Şahitlere düşen de hiçbir şeyi ketmetmeyerek, sırf Allah rızası için şehadet etmektir, işte bunlar Allah (cc)'ın emridir Her müminin bu emirlere boyun eğmesi lazımdır. Mümin bilmelidir ki, ge*lecekte -bir gün vardır ki, o gün, yaptığı ve yapacağı herşeyden sorumlu olacaktır. Allahu taola muttaki kullarına mgddl ve manevi bütün sıkıntı*lardan bir çıkış yolu gösterir ve ummadığı, beklemediği yerden rızkını verir. Her kim işlerinde Allah (cc)'a döner, Allah (cc)'a tevekkül ederse Allahu taala ona kafidir. Allah (cc)'ın emir ve yasakları şüphesiz hatket-tikleri üzerinde geçerlidir. Şüphesiz Allah (cc) dilediğini ve seçtiğini yap*maya kadirdir. Herşeyin bir sonu, tayin edilmiş bir ölçüsü vardır.




Âyetlerin Nüzul Sebebleri



1- İbni Mace, Sünen'inde Said bin Cübeyr (ra)'den, o da Abdullah bin Abbas (ra)'tan, o da Ömer bin Hattab (ra)'tan şöyle rivayet eder: «Re-sululiah (sav), zevcesi Hafsa {r. anhaj'yı boşomış. sonra da ricat ederek geri almıştır.»


2- Katade, Enes bin Malik (ra)'ten şöyle rivayet eder: iResutullah (sav) Hafsa (r. anhaj'yı boşadı. O da babasının evine gitti. Bunun üzerine. fEy peygamber, kadınları boşayacağınız vakit...» âyeti nazil oldu, Resu*lullah (sav)'a da şöyle denildi: «Hafsa'yı geri al. Çünkü o, çok namaz kı*lar ve çok oruç tutar. O, senin cennetteki zevcelerindendlr.»


3- Kelbî. bu âyetin nüzul sebebinde şöyle der: «Resululloh (sav) Hafsa (r. an ha)'ya kızmışlardı. Zira ona bir sır vermiş o da bu sırrı Ayşe (r. anha)'ya açıklamıştı. Resulullah (sav) bunun üzerine Hafsa {r. an ha)'yi bir talakla boşadı ve âyet nazil oldu.»


4- Süddi de şöyle rivayet eder: «Abdullah bin Ömer (ra), zevce*sini aybaşı halinde iken bir talakla boşadı. Ömer bin Hattab {ra} bunun hükmünü sorunca, Resuiullah (sav) ona, talaktan ricat etmesini ve karı*sını aybaşı halinden temizlenip sonra tekrar adet görerek temizleninceye kadar yanında tutmasını, İkinci adetinden temizlendikten sonra diterse âlle hayatını devam ettirmesini, dilerse onunla münasebette bulunmadan ay*rılmasını emretti, işte bu Allahu taalanın kadınları boşamak İsteyenler İçin emrettiği iddettir.»[1]




Ayetlerin Tefsirindeki İncelikler



Birinci İncelik: Âyetteki «Ey peygamber» hitabı, Resulullah (sav)'ın şerefini göstermek ve ümmetini uyarmak içindir. Ayette hitabın peygam*bere yapılmasında birçok yön .vardır:


Birincisi, ümmeti biliyordu ki, Resulullah (sav)'a yapılan hitap kendl-lerinedir. Çünkü ümmete peygambere uymalon emredilmiştir. Yi İn iz pey-gamber'e has olan hükümler istisnadır.


İkincisi, «Ey peygamber» hitabından sonra, ede ki» tabiri mukadder*dir. Bu, görünüşte yoksa da kelamın akışında düşünülmek İcabeder.


Üçüncüsü, buradaki hitap, bir kavmin veya milletin reisine yapılan hitap adeti üzere yapılmıştır. Reise yapılan hitap, onun halkına da yapıl*mış demektir. Peygamber de ümmetinin imamı ve reisidir. Herşeyde ol*duğu gibi hitapta da Resulullah (sav)'ın şahsî- reisliği nazar-ı itibara alın*mıştır ki, onun Allah (cc) katındaki mevkiinin yüksekliği ve büyüklüğü gösterilsin. Bunun için de buradaki hitap İsmiyle değil, peygamberlik vas*fıyla vaki olmuştur.


Dördüncüsü. Allahu taala âyetin başında peygambere h'tap ettiği halde, âyetin ifade ettiği hükümde ümmetini muhatat) almaktadır. Talak çirkin bir iş olduğu için burada muhatap olarak peygamberin şahsı değil,


ümmeti alınmıştır.


Kurtubî şöyle der: «Allahu taala müminlere hitap etmek İstediği za*man, «Ey peygamber» diyerek Resulullah (sav)'ı taltif ve ümmete hitap et*mektedir.» [2]


İkinci incelik: Kur'on-ı Kerîm'de yalnız «talak»ton söz edildiği haHe, daha sonra neden «talak-ı bld'î» ve «talak-ı sünni» diye iki ayrı isimlen*dirme yapılmıştır? İmam Razî'nin de dediği gibi bu sorunun cevabı şu*dur : Talaka «tolak-ı bid'İ» denilmesi, talakın kadının adette İken vuku bulmasındandır. Çünkü kadının ayhali günleri onun idde t İnden sayılmaz. Ancak temizlendiği gün iddet sayılmaya başlanır. Bu bakımdan iddeti adet gördüğü gün kadar uzar. Aybaşı adetinde İken boşanan kadına ne evli denilebilinlr, ne de iddet bekleyen kadın denilebilinlr. Kadının böyle askı*da kalmash çirkin bir haldir. Her çirkin şeye de bld'ad denilir. Ayrıca er*keğin karısını ayhalinde iken ayırması kodma yapılmış bir haksızlık olur. Kadın, ayhalinden temizlendikten sonra münasebette bulunulur ve sonra boşanırsa bu defa da kadının hamile olması ihtimalinden dolayı kocaya haksızlık olur. Çünkü doğacak çocuk annesiz olarak büyümek zorunda kalacaktır. Bu sebeble bu şekildeki boşamalara bid'ad denir.


Şayet kadın, aybaşı halinden temizlendikten ve münasebette bulu*nulmadan boşanırsa yukarıdaki ikt zarardan da emin olunur. Ne erkeğe. ne de kadına bir zarar gelmez. Çünkü o kadın, talakın hemen arkasından İddet İn I saymaya başlar. Koca da karısının hamile olmadığından emindir Bundan Ötürü bu talaka da talak-ı sünni denilmiştir. [3]


Üçüncü İncelik: Rebl' bin Haysem: «Allahu taala, kendisine tevek*kül edene kafi geleceğine, iman edeni hidayete getireceğine, yolunda har-ctyanı mükafatlandıracağına, kendisine güvenenin kurtulacağına, İsteyene istediğini vereceğine hükmetmiştir. Bunları Allahu taala âyetleriyle şöyle tasdik etmiştir: «Kim Alla ha İman ederse (Allah) onun kalbini doğruya götürür» (Teğabün: 11), «Kim AJlaha güvenip dayanırsa O, kendisin» ye*tişir.» (Talak: 3), «Eğer Allaha gönül hoşluğuyla ödünç verirseniz onu sizin İçin kat kat artırır.» (Teğabün: 17), «Kim Allaha sımsıkı tutunursa muhakkak ki, doğru yola iletilmiştir o.» (Al-i İmran : 101), «Bana dua «din*ce ben o dua edenin davetine İcabet ederim.» (Bakara: 186))» [4]


Dördüncü İncelik: Allahu taala âyette, «Kim Allah'tan korkarsa» de*ğil, «Kim Rabbinden korkarsa» buyurmuştur. Fahreddin Razî bu hususta şöyle der: «Bu tabirde bir uyarı vordır ki bu, «Allah» kelimesi ile yapıla*mazdı. Şöyle ki: «Rab» denilince çeşitli yönleriyle Allahu taalanın nimet ve İkramları hatırlatılmış olmaktadır. Bu nimetlerden başlıca sı da İnsanın yaratılmasıdır. İşte, «Kim Rabbinden korkarsa» ifadesiyle insanların o ni*metleri kaçırmamak için daha muttaki olmaları hatırlatılmaktadır.» [5]


Beşinci incelik: Fahreddin Razî: «Kim Rabbinden korkarsa» âyetin*de şöyle bir İncelik vardır: Kadınların hallerine riayet etmek için mala İhtiyaç vardır. İşte bunun için Allahu taala âyetin hemen devamında, «(Al*lah) ona bir (kurtuluş) çıkış yeri İhsan eder.» buyurmuştur. Yine kadınla*rın halleri hususunda, «Eğer fakir İseler Allah onları (evlenmeleri saye*sinde) faz) (ve kerem)tyle zengin yapar.» (Nur: 32) buyurmuştur. İşte bu âyetler kadınlar hakkında takva olmanın mala bağlı olduğunu bildirmek*tedir. Malı İse Allahu taafa, âyetlerde belirtildiği gibi muttaki olanlara mut*laka ihsan eder.» [6] der.


Altıncı incelik: «O iddeti da sayın.» âyetinde emredilen iddet birkaç şey için sayılır:


1- İddet ricat.için sayılır. Zevcesine dönmek İsteyen insan İddet bitmeden önce tekrar alabilir veya iddet bittikten sonra iyilikle ayrılır.


2- İddet, boşanan kadının yerine bir başkasının alınabilmesi İçin sayılır.


3- Karısını üç talakla boşamak isteyen adamın her adet temizliğin*de bir talakla boşaması için sayılır. [7]


Yedinci İncelik: «Silemezsin, olur ki Allah bunun arkasından bir iş peyda ediverir.» âyetindedir. Koca, bir talakla boşadıktan sonra pişman olarak geri dönebilir. Zaten bu âyetten maksat da boşanacak kadının tek talakla boşanmasıdır. Bu âyet, bir defada üç talakla boşamanın yasak olduğuna işaret eder. Çünkü karısını bir defada üç talak.j boşayan koca, pişman olarak dönmek isterse bu mümkün olmadığı için kendisine zarar vermiş olur. [8]




Âyetlerdeki Şer’i Hükümler


Birinci Hüküm: Talak Mubah Mıdır, Mahzurlu Mudur?



Allahu taala, «...Mümin kadınları boşayacağınız vakit iddetlerlns doğru boşayın.» âyetiyle talakı mubah kılmıştır. Resululfah (sav) da talak hususunda, «Allah {cc)'ın mubah kıldıklarından en kızdığı şey talaktır.» ve «Allah fcc)Jın helallerden en sevmediği şey talaktır.» buyurmuştur. [9]


Hanefi ve Hanbelilere göre talak mahzurludur. Çünkü talak ile bir ni*met olan nikaha nankörlük edilmiş olmaktadır. Nitekim Resulullah (sav) da, «Bir kadından zevkini aldıktan sonra boşayan kimseyi Allah (cc) la*netler.» buyurmuştur. Talak ancak zaruri olduğu zoman mubahtır. Bu zaruret birkaç halde kendini gösterir:


Talak hususundaki haller ve hükümleri hakkında İbni Hacer'den şöy*le rivayet edilmiştir:


1- Kadını boşamak vactbtir.


a) Zevcesine kızarak dört ay yaklaş*mayacağına yemin eden —kî buna ila denir— kimse, dört ayın bitimin*den sonra zevcesiyle anlaşamayacağına kanaat getirirse boşaması lazım*dır,


b) Karı - koca arasında geçimsizliği gidermek için birisi kadın, diğeri erkek tarafından iki hakem tayin edilir. Hakemler ı.jrı - kocanın arasını bulamazlarsa ayrılmaları vacib olur.


c) Kadın iffetli olmaz, kocasına iha*net ederse talak vactbtir.


2- Talak mendubtur. Koca karısının haklarını yerine getiremiyor veya sevmiyorsa boşaması mendubtur.


3- Talak haramdır. Buna da talak-ı bid'î denilir. (Bunun tafsilatını yukarıda vermiştik).


«Eğer bu saydığımız hallerin hiçbirisi yoksa o zaman kadını boşa*mak mekruhtur.» [10]




İkinci Hüküm: Talak-ı Sünni Hangisidir Ve Şartları Nelerdir?



Rivayete göre Abdullah bin Ömer (ra) zevcesini aybaşı halinde İken bir talakla boşadı. Babası Hz. Ömer bunun hükmünü sorunca Resulullah (sav) ona, talaktan ricat etmesini ve karısı aybaşı halinden temizlenip sonra adet görerek yeniden temizleninceye kadar yanında tutmasını, ikin*ci adetinden temizlendikten sonra dilerse aile hayatını devam ettirmesini, dilerse onunla münasebette bulunmadan ayrılmasını emretti. [11] İşte bu hadise istinad edilerek kadının aybaşı halinde iken boşanamayacağına ve adetten temizlendikten sonra münasebette bulunmadan talakın mubah ol*duğuna icma edilmiştir.


Cumhur, sünnetin hilafına olarak aybaşı halinde İken kadının boşan*masında talakın vaki olacağına hükmetmiştir. Ancak o adam günahkar olmuştur. Zira Resulullah (sav), «Üç şeyin ciddisi de ciddi, şakası da cid*didir: Nikah, talak ve ricat.» buyurmuştur. [12]


Fakihler hangi hallerde talakın sünnl olacağı hususunda ihtilaf et*mişlerdir.


Hanelilere göre talakın sünnİ olması İçin iki şartın tahakkuk etmesi lazımdır. Birincisi vakittir. Kocanın karısıyla münasebette bulunmadığı te*mizlik vaktinde veya kadının hamile olduğu ortaya çıktığı zaman talak yapılmalıdır, İkincisi sayı şartıdır. Bir temizlik halinde yalnız bir talak ya*pılmalıdır.


Malikilere göre ise talakın sünnİ olması için yedi şart lazımdır: Adet gören kadın bir talakla boşanmazdır. Talak yapıldığı zaman kadın temiz olmalı ve koca kadınla münasebette bulunmamış olmalıdır. Daha önce aybaşı halinde iken talak verilmemiş olmalıdır. Talak karşılıksız yapıl*malıdır.


Bu husustaki diğer tafsilat tein fıkıh kitaplarına bakılmalıdır.


Şafii ve Han bel ilere göre talakın Sünni olması İçin aybaşı halinden temizlenen kadını münasebette bulunmadan bir talakla boşamak lazımdır.


Talakın münasebette bulunulmayan temizlik hafinde yapılması gerek*tiği hususunda İttifak olduğu görülmektedir.


Hamileliğin ortaya çıkmasından sonra yapılan talakın sünnİ sayılması dq bir başka rivayette Resulullah (sav)'ın zevcesini boşayan İbni Ömer (rd) için Hz. Ömer'e, «Oğluna söyle ricat etsin. Adetten temizlendikten sonra veya gebeliği ortaya çıktıktan sonra dilerse boşasın.» [13] buyur*masına istinadendir.


Talakın saytsı hakkındaki ihtilaf da, «Talak İki defadır. (Ondan son*rası) ya iyilikle tutmak, ya güzellikte salmaktir.it (Bakara : 229) âyetinin tefsirinden çıkmaktadır.


Bazı alimler. «Talak iki defadır.» cümlesini kadının bir defada iki ta*lakla boşanabileceği" şeklinde anlamışlardır.


Diğer bazı alimlere göre «Talak iki defadır.» âyetinden maksat ayrı ayrı jki talaktır.


Fahreddin Razi şöyle der: «Sünni talak ancak münasebette bulunul*muş, adetten kesilmemiş baliğe kadın hakkında tasavvur edilebilir. Kü-Cük yaştaki, hiç münasebette bulunulmayan ve adetten kesilen kadınlar hakkında sünni veya bid'i talak diye birşey yoktur. Çünkü bu saydıkları*mız îddetferini üç aybaşı temizliği İle değil, ancak ay hesabı ile bekler*ler.» [14]


Cessas da şöyle der: «Sünni talakın şartı olan vakit, iddetini aybaşı temizliği ile değil, ay hesobıyla bekleyenler içindir. Mesela hic münase*bette bulunulmayan bir kadın aybaşı halinde de boşanabilir.» [15] ,


Diğer İhtilaflı şartlar için fıkıh kitaplarına bakılmalıdır.

Prof. Dr. Sinsi 08-04-2012 03:37 AM

Tefsir Dersleri...
 

.




Üçüncü Hüküm: İddet Bekleyen Bir Kadın Evinden Çıkabilir Mi?



«Onları evlerinden çıkarmayın. Kendileri de cıkmasınlar. Meğer ki apa*çık bir kötülük (meydana) getirmiş olsunlar.» âyeti, boşanan bir kadının Iddeti devam ettiği müddetçe kocası İle yaşadığı evden çıkmamasına de*lalet eder. Kocasının onu çıkarması caiz olmadığı gibi, kadının kendi ba*şına çıkması — zaruret olmadığı takdirde— caiz değildir. Şayet çıkarsa günah kazanmış olur. Evden çıkmaması hususunda talak-ı rlcî (bir veya iki talak) ile talak-ı bain (üç talak) arasında bir fark yoktur.


Fakihler İddetini bekleyen bir kadının ihtiyaçlarını karştiamak İçin ev*den çıkmasının caiz olup olmadığı hususunda birkaç görüşe ayrılmışlardır.


İmam Malik (ra) ve Hanbel [ra)'e göre iddetini bekleyeı. bir kadın ih-. tiyaçlarını karşılamak üzere yalnız gündüzleri evinden çıkabilir.


İmam Şafii (ra)'ye göre talak-ı rlcî ile boşanan bir kadın ne gündüz, ne de gece evinden dışarıya çıkabilir. Talak-ı bain İle boşanan kadın ise yalnız gündüzleri evinden çıkabilir.


İmam Ebu Hanife (ra)'ye göre boşanan kadın ne'gündüz, ne de gece evinden dışarı çıkabilir. Yalnız kocası ölen bir kadın —ki bu da İddet bekleyecektir— gece değil, gündüz evinden çıkabilir.


Maliki ve Honbelilerin delilleri:


Maliki ve Hanbeliler, Cabir 'bin Abdullah (ra)'tan rivayet edilen, «Tey*zem kocasından boşanmış ve İddet bekliyordu. Bu esnada hurma bahçe*sinde çalışmak istedi. Birisi onun evinden çıkmasına mani oldu. O da Re-suluflah (sav)'a giderek durumu anlattı. Resulullah (sav), «Git, bahçende çalış. Çünkü hurmaların çoğaldığı takdirde sadaka verebilir, iyilik yapa*bilirsin.» buyurdu.» hadisine Istinad ederek boşanan bir kadının gündüz*leri İhtiyacı için dışarı çıkabileceğine hükmetmişlerdir.


Şafillerin delilleri:


İmam Şafii (ra), «Onları evlerinden çıkarmayın.» âyeti İle İstidlal ede*rek ricî talakla boşanan bir kadının ne gündüz, ne de gece dışarıya çıka*mayacağına hükmetmiştir.


Talak-ı boinle boşanan kadına gelince, Fatıma binti Kays (r. anha) hakkında rivayet edilen hadise dayanarak bunun gündüzleri çıkabilece*ğine hükmetmiştir. Müslim'in rivayetine göre Fatıma binti Kays (r. anha) Resulullah (sav)'a gelerek, «Kocam beni üc talakla boşadı. Kocamın ya-nfma girmesinden korkuyorum.» dedi. Resulullah (sav) da onun gündüz-leıi çıkmasına müsaade etti.


Buharı de Hz. Ayşe'den şöyle rivayet eder; «Kocasından boşanan Fatıma bintl Kays (r. anha), iddetinl beklerken korkunç bir evde kalıyor*du. Bundan ötürü Resulullah (sav) onun gündüzleri evden çıkmasına mü*saade etti.»


Hanelilerin delilleri:


İmam-i Azam (ra), «Onları evlerinden çıkarmayın.» âyetinin umumi ifadesine istinad ederek boşanan kadın ister talak-ı rici ile, İster talak-ı bainle boşansın, ne gündüz, ne de gece evinden çıkamayacağına hükmet*miştir.


Ölen kocasının iddetini bekleyen kadına gelince, bu. gündüzleri İh*tiyacını karşılamak için çıkar, fakat geceleri çıkamaz. Çünkü bunun İçin bir zaruret yoktur.


Eğer koca boşadığı kadının evden çıkmasına izin verirse, imam-ı Azam (ra)'a göre, o kadın yine evden çıkamaz. Çünkü o evde durmak şer'an onun hakkıdır ve kocanın izni ile bu hak sakıt olmaz. Hatta kadın, hulu' yo*luyla kocasından talakını satın almış olsa ve sonra da kocasını boşasa, koca ona İddet müddetince ev vermek zorunda olmadığı halde, kadın ko*casının evini kiralayarak oradan çıkmaz. Oradan çıkması ona helal de*ğildir.


Şafiilere göre İse, iddet müddetinde kadın İle onu boşayan kocası, oturdukları evden başka bir eve taşınmak İçin anlaşırlarsa o zaman ka*dın o evden çıkabilir. Çünkü, «Kendileri de çıkmasmlar.» âyetinin mana*sı, «Onlar zorla çıkmasınlar.» demektir. [16]


Fahreddln Razı de şöyle der: «Kocası evden çıkmasına razı olsa ve*ya kadın kocasının kendisini çıkarmasına razı olsa bile zaruret olmadık*ça çıkamaz.» [17]




Dördüncü Hüküm : İddet Bekleyen Kadının Evden Çıkarılmasına Sebeb Olan «Kötülük»ten Maksat Nedir?



Selef, «Meğer ki apaçık bir kötülük (meydana) getirmiş olsunlar.» âyetindeki «kötülük»ten maksadın ne olduğu hususunda ihtilaf etmişler*dir. Fakİhler de yine onlar gibi görüş ayrılığına düşmüşlerdir.


İmam Ebu Hanlfe (ra), Abdullah bin Ömer (ra)'in sözü İle hükmede*rek âyetteki «kötülük»ten maksadın iddet bekleyen kadının iddetf dolma*dan evden çıkmasıdır demiştir. Bu görüşe göre âyetin manası, «Meğer ki evlerinden haksız olarak çıkmış olsunlar.» demektir. Yani onlara hiçbir surette dışarı çıkmalarına müsaade edilemez.


İbni Hümam'a göre âyetin manası, «Onlar evlerinden çıkmasınlar. Şayet çıkarlarsa kötülük işlemiş olurlar.» demektir. [18]


İbni Abbas (ra)'tan yapılan rivayete göre âyetteki «kotülük»ten mak*sat kadının kocasına dil uzatmasıdır. Eğer iddet beyleyen kadın kocasına karşı terbiyesizce konuşursa onu evden çıkarması helal olur.


İmam Ebu Yusuf (ra) İse Hasan ve Zeyd bin Eslem'İn tefsirlerine uya*rak âyetteki «kötülüksten maksadın zina olduğunu söylemiştir. Bu görüşe göre âyetin manası, «Kocaları onları evlerinden çıkarmasınlar. Meğer ki zina işlemiş olsunlar.» olur.


Yine İbnl Abbas (ra)'tan âyetteki «kötülük»ten maksadın zina, zina iftirası, hırsızlık gibi günahlar olduğu şeklinde bir rivayet vardır. Bu gü*nahlardan birini işleyen kadın evden çıkarılır. Taberî de bu görüşü ihtiyar etmiştir.


Dahhak'a göre âyetteki a kötülük» ten maksat, kadının kocasına karşı hırçınlaşması, huysuzlaşmasıdır.


Cessas : «Âyetteki «kötülük» kelimesi yukarıda sayılan manaların hep*sini içine alır. Bunlardan birini işleyen kadının evden çıkarılması caizdir. Mesela zina İşlerse, zaten had İçin dışarı çıkarılacaktır. Kocasına karşı dayanılmayacak şekilde dil uzatırsa, İsyan edip huysuzlaşırsa evden çı*karılması caizdir. Fakat bu sayılanlardan başka bir şekildeki isyanı evden çıkarılmasına sebeb olamaz,» demektedir.


İbnü'l-Arabt de şöyle der; «Kötülük»ten maksadın zina olduğunu söy*leyenlerin görüşlerinin hiçbir delili yoktur. Zira zina için çıkış, idam için çıkıştır. Bu sebebi e bu, haram olan çıkıştan istisna edilemez. «Kötülük» ten maksadın terbiyesizlik ve dil uzunluğu olduğunu söyleyen görüş ise Hz. Fatıma binti Kays (r. anhaj'ın hadisinde açıklanmıştır. [19] «Kötülük» ten maksadın bütün günahlar olduğunu söyleyen görüş ise hayali bir gö*rüştür. Mesela, gıybet de bir günahtır. Kadının gıybet etmesi ne çıkarılmayı, ne de çıkmayı mubah kılamaz. Fakat «kötüKikuten maksadın kadı*nın evden sebebslz yere ckması olduğu söylenirse bu doğrudur. O zaman âyetteki cümle şöyle anlaşılabilir: «Onları evlerinden çıkarmayın. Onlar da şer'an evlerinden çıkamazlar. Meğer ki zorla evden çıkmış olalar.» [20]


Beşine) hüküm: Karısını bir veya İki talakla boşoyan kişinin data sonra tamamen boşamasında veya geri atmasında şohîd bulundurmasının hükmü nedir?


Imam-ı Azam (ra)'a göre böyle bir durumdan sonra şahld bulundur*ma İster ayrılıkta, İster yeniden birleşmede olsun, mendubtur. Zira Allahu teala, «Alış veriş ettiğiniz vakit de sahtd tutun.» (Bakara: 282) buyurmuş*tur. Görülüyor ki alış verişte de şahkj tutmak do voclb değil mendubtur. Evlilik de alış veriş gibi bir akid olduğundan onda da şahld bulundurmak mendubtur. imam Malik (ra)'İn görüşü de budur. İmam Şafii (ra) ve İmam Hanbel {raj'in iki görüşlerinden birisi de budur.


İmam Şafii (ra) ve İmam Hanbel (ra)'in diğer görüşüne göre zevce*sini tekrar atmak isterse şahit tutmak vacip, tamamen boşarsa şahit bu*lundurmak da mendubtur. '


Birinci görüşün delilleri:


1- Allahu taala âyette erkeğe, bir veya iki talakla karısını boşodık-tan sonra, onu tekrar yanına alma veya tamamen ayrılma hakkı tanımış*tır. Bundan sonra da şahit bulundurmayı zikretmiştir. Bundan anlaşılıyor ki, evvela ricat edecek, sonra şahld tutacaktır. Bu da kesin olarak gös*teriyor ki ricatta şahid göstermek vaclb değildir. Vacib hükmü kalkınca elbetteki mendub hükmü kalacaktır.


2- Ayetteki, «Güzellikle kendilerinden aynim» ifadesinden maksat, erkeğin Iddeti bitene kadar terketmesi ile ayrılık meydana gelir. Bu hu*susta faklhler arasında herhangi bir görüş ayrılığı da yoktur, öyleyse ay*rılık şahid olmasa da sahih olmaktadır. Âyetteki «kendilerinden ayrılın» ifadesinden sonra, «iki kişiyi de şahld yapın.ı İfadesi gelmiştir. Ayetin bu akışı, ayrılığın sahih olması için şahidin şart olmadığına delalet etmek* tedir. Ayrılıkta şahld nasıl şort değilse, ricatın sıhhatinde de şart değildir. O zaman şahidsiz ricat da sahih olmaktadır.


3- Ayrılma kocanın hakkıdır ve bunun şahid tutulmadan da yapıl*ması caizdir. Koca ayrılmada kimsenin rızasını almak zorunda do değil-dir. Ayrılık nasıl kocanın hakkı İse ricat da kocanın hakkidir. Öyleyse ka*rısını yeniden yanma alması da gahldslz- olarak caizdir.


4- Allahu taala ayrılma veya ricat etme hususlarında onları hal*kın İthamlarından korumak için şahid tutmayı ihtiyaten emretmiştir. Çün*kü talak bilinir, fakat ricat bilinme?. Bu sebebte İhtiyaten şahld tutulması emredilmiştir. İhtiyaten emredilen şeyler de fıkıh usulünden de bilineceği gibi farz veya vacibi değil, mendubu ifade eder. [21]




Ayetlerden Alınacak Dersler



1- Sünni talak, ''admla münasebette bulunulmayan temizlik hclin-de yapılan talaktır.


2- Bld'i talak, oybaşı halinde veya münasebette bulunulmuş emlz-lik halinde yapılmış talaktır.


3- İddetini bekleyen kadına İddet sonuna kadar ev verme' koca*nın vazifesidir. O evden koca tarafından çıkarılmadı da ca>. değildir.


4- Kadın, kocasının verdiği evden iddetı dolmadan çıkarsa Allah (cc)'a isyan etmiş olur.


5- Allah (cc)'ın çizmiş olduğu hududları aşmamak müslümanlar üzerine vaclbtlr.


6- Allahu toalamn «şahkf yapın» emri, zulmü bertaraf etmek içindir.


7- Allah (cc)'o dayanmak, O'na güvenmek herşeyin başı ve nefsin rahatıdır.




Ayetlerdeki Teşrii Hikmetler



Aile, İslam toplumunun temel taşıdır. Cemiyet, aile İle ayakta durur. Çünkü fertlerin birbirlerine karşı sevgi, şefkat ve dayanışmaları ailede başlar. Çocuk ailede yetişir. Terbiyesini aileden alır.


Tabiatıyla bazan iki kişi arasında Öyle haller zuhur eder ki, o holler*de evlilik hayatını sürdürmek mümkün olmaz. Bundan ötürü Allahu taala bu gibi haller için talakı mubah kılmıştır. Çünkü böyle hallerde aile içindeki huzursuzluğu giderecek talaktan başka çare kalmamıştır. Bunun içi Aflahu taala en sevmediği helal olan talakı erkeğe mubah kılmıştır. Şu kadarı var ki, insanın her istediği vakit ailesinden ayrılması sünnet deği dir. Mesela bu vakitlerden birisi, kadının aybaşı hali vaktidir. İşte bunu için Allahu taala aybaşı halinde talakı yasak etmiş ve evlilik bağını kc parmak için acele edilmemesini emretmiştir. Buna karşılık kadını bir vey İki talakla boşamaya müsaade etmiştir. Umulur k1, ileride erkek karışır dan nefret ediyorsa o nefretinden vazgeçer ve tekrar ailesini yanına alıı


Talak ne zaman yapılırsa yapılsın vaki olur. Zira aile bağının kopuş cemiyetin direğinin yıkılmasıdır. Bu da çocuk oyuncağı değildir. Ciddiye ister. Ağzından talak çıkan adam bunun sonuçlarına katlanmak zorun dadır. Talak Allah (cc)'ın tayin etmediği vakitlerde yapılırsa Allah'a isya, edilmiş olur. Çünkü Allah (cc)'ın çizmiş olduğu sınırlarda durulmam^ Allah (cc)'ın talim buyurduğu emirlere uyulmamıştır.


Herşeyi hakkıyla bilen Allahu taala, dikkatsizlikten dolayı boşanaı kadına zarar verilmemesi için İddet beklemeyi emretmişştir. İddette kadı nın rahminin temiz olup olmadığı bilineceği İçin talaktan iki tarafın di zarar görmesi önlenmiş olmaktadır.

Prof. Dr. Sinsi 08-04-2012 03:37 AM

Tefsir Dersleri...
 

69. DERS İDDETIN HÜKÜMLERİ



4 — Kodınlannız İçinden artık adetten kesilmiş olanlarla henüz ade*tini görmemiş buluncn!ar(ın Mdetlerin)de şüphe ederseniz, onfann Iddetl üç aydır. Yüklü kadınların Iddetleri ise yüklerini vaz' etmeleri (He bfter). Kim Allahtan korkarsa O, kendisine(her)lşlnde bir kolaylık verir.


5 — İşte bu(nlar) Allahın size İndirdiği emridir. Kkn Allah’tan korkar*sa (Allah) onun kusurlarını Örter, onun mükafatını büyütür.


6 — (Boşanan) o kadınları, gücünüzün yettiği kadar, İkamet ettiğiniz -yerin bir kısmında oturtun. (Evleri) başlarına dar etmek (onları çıkmaya


meobur kılmak) için kendilerine zarar yapmayın. Eğer onlar yüklü İseler yüklerini koyuncaya kadar nafakalarım verin. Eğer (kendilerinden olan ev*latlarınızı) sizin faidenize emzirlrlerse onlara ücretlerini verin. Arantzda (bu hususta) güzelce müşavere edin. Eğer güçlüğe uğrarsanız o halde- (çocu*ğu) onun (hesabına) bir başka kadın) emzirecektlr.


7 — (Hali vakti) genfş olan nafakayı genişliğine göre versin. Rızkı kendisine daraltılmış bulunan (fakir) de nafakayı Allahın ona verdiğinden versin. Allah hiçbir nefse, ona verdiğinden başkasını yüklemez. Allah güç*lüğün arkasından kolaylık İhsan eder.




Âyetlerin Lafzî Tahlili



(Yetene): Ye's kökünden gelen bir fiildir. Ye's ümldsizlfk demektir!


(El mahizl): Hayz, adet görmek demektir. Yonl kadının rahminde biriken kanın akmasına hayız denir.


(İrtebtüm): Şüphe ederseniz demektir.


(Yükefflr): Setretmek, hatayı yok etmektir. Küfür kelimesinin asıl manası birşeyi örtmektir.


(Vücdiküm): Vücd, zenginlik demektir.


(Ve'temlrû): Karşılıklı konuşmak, müşavere etmek demektir.


(Teasertüm): Sıkıntıya, dara düşmek.


(Zu saatin): Genişlik, gücü yetmek.




Ayetlerin İcmâlî Manaları



Allahu taala boşanan bir kadının iddetlnl, «Boşanmış kadınlar kendi kendilerine üç hayız ve temizlenme müddeti beklerler.» (Bakara: 228) âye-tiyle beyan etmiştir.


Yaşlılıktan veya küçüklükten ötürü hayız görmeyen kadının Iddetl İse mevzumuz âyetlerle beyan edilmiştir. Allahu taala bu âyetlerde icmalen şöyle buyurmaktadır:


Haytzdan kesilmiş yaşlı kadınlarla henüz hayız görmeyen çocukların iddetlerl hususunda şüpheye düşerseniz onların İddetleri üç aydır.


Boşanan hamile kadına gelince, onun iddetl de doğumuna kadardır. Doğumu ile sona erer. Her kim yaptıklarında Allah (cc)'tan korkarsa Allahu taala onu hayırlı İşe muvaffak kılar ve İşlerini kolaylaştırır.


Bunlar talak ve iddet mevzularında Allah (cc)'ın kullarına farz kıldığı hükümlerdir. Her kim Allah (ccjı'ın emrettiğini takva ile yapar ve yasak*larından kaçarsa Allahu taala onun kötülüklerini yok eder ve ahirette ona büyük ecir ve sevap verir.


Eğer boşanan kadın hamile ise, hamilelik müddeti uzun sürse bile. talaktan doğumuna kadar nafakasının verilmesi farzdır. Kadın doğum yap*tıktan sonra çocuğu emzirmeye razı olursa çocuğun babası ona emzirme ücretini vermelidir.


Evvelce karı koca olan fakat sonra ayrılan ve ayrıldıktan hemen sonra İki yabancı gibi olan anne ve baba çocuğun emzirilmesi ve beslenmesi hususunda aüzellikle müşavere ederek anlaşmalıdır. Böyle bir anne İle ba*ba aralarını bulacak bir vasat bulamaz ve anlaşamazlarsa babanın çocuk için bir süt dadısı tutması lazımdır.


iddet bekleyen kadına verilecek nafaka kocanın gücüne göre ayar*lanır. Koca-eğer zengin ise zenginliğine uygun bir nafaka, fakir İse gücü*nün yetebileceği bir nafaka vermelidir. Zira hikmet sahibi yüce Allah (cc) hiçbir İnsana gücünün yetmediğini emretmemiştir, etmez de. Şüphesiz bi*linmelidir ki, insanların dünyadaki halleri hiçbir zaman bir olmaz. Şüphe*siz Allahu taala güçlüğün arkasından kolaylık İhsan eder.




Ayetlerin Nüzul Sebebleri



1- Hakim, Taberî ve Beyhakî şöyle rivayet etmişlerdir: «Boşanan kadınla Kocası ölen kadının Iddet hükmünü beyan eden Bakara Süresin*deki âyet nazil olduktan sonra Übey bin Kaab Resulullah (sav)'a, «Ya Resuluilah, Medine kadınları, kadınlarla ilgili bazı hükümler vardır ki henüz zikredilmedi, diyorlar.» dedi. Resulullah (sav) onların neler olduğunu sorun*ca, «Ya Resulullah, henüz buluğ çağına ermemiş kadınlar, hayızdan kesil*miş kadınlar ve gebe kadınlar?» dedi. Bunun üzerine, «Kadınlarınız içinden artık adetten kesilmiş olanlarla...» âyeti nazil oldu.


2- Vakidi, Begavî ve Hazin şöyle rivayet ederler: «Boşanmış kadın*lar kendi kendilerine üç hayız ve temizlenme müddeti beklerler.» (Bakara: 228) âyeti nazil olunca Halat bin Numan el-Ensarî Resulullah (sav)'a, aHe-nüz hayız görmeyen kadınlarla hayızdan kesilmiş yaşlı kadınların ve birde gebe kadınların iddetlerl nedir?» diye sordu. Bunun üzerine, «Kadınlarınız İçinden artık adetten kesilmiş olanlarla...» âyeti nazil oldu.




Ayetlerin Tefsırindeki İncelikler



Birinci incelik: «Âyetin akışı boşanan kadınların iddet vb. hükümle*rini beyan etmektedir. Bir erkek karısını ya sevmediği için veya geçine-mediği İçin boşar. Bazı kocalar, boşadığı kadınla evlenmek isteyecek er*kekleri nefret ettirmek için ona bazı çirkin şeyler İsnad eder. Kadında na*hoş ve çirkin şeyler gördüğünü İhsas ettirir. İşte bundan ötürü Allahu taa-la iddet hükmünden hemen sonra muttaki olmalarını emretmiştir. Bunun sebebi, evlilik hukukunun korunması, İddet bekleyen kadına zarar veril*memesi ve onun mesken ve nafakasının verilmesidir. Kadına verilen nafa*ka ve mesken kadının iffetli olduğunu, namus bakımından kocasına İhanet etmediğini ortaya koyar. Bu hususta her kim Allah (cc)'tan korkar boşa*dığı zevcesine gelecekte zarar verecek şeyler yapmazsa Aliahu taala da onun günahlarını setreder ve büyük ecir verir.» [22]


İkinci incelik; «O kadınları... İkamet ettiğiniz yerin bir kısmında otur*tun.» âyeti akla gelebilecek olan bir sorunun cevabıdır. Şöyle ki, «Kim Al*la ht an korkarsa» âyeti, İddet bekleyen kadınlar hususunda takvanın ne olduğu şeklinde bir soru getirir akla. İşte Allahu taala bu takvanın ne ol*duğunu öğretmek İçin, «O kadınları... İkamet ettiğiniz yerin bir kısmında oturtun.» âyetini İnzal buyurmuştur.


Üçüncü incelik: Boşanan her kadına iddet müddetincc nafaka ver*mek farzdır, öyleyse, «Eğer onlar yüklü İseler yüklerini koyuncuya kadar nafakalarını verin.» âyetine niçin gerek görülmüştür? Hamilelikten doloyı İddet müddeti uzayabilir. Bu sebeble, üç ay geçtikten sonra nafakanın dü*şeceği zannedilebillrdi. Böyle bir zannı ortadan kaldırmak için hamile ka*dınlara nafakalarının doğumlarına kadar verilmesi emredilmiştir. [23]


Dördüncü incelik: «Eğer güçlüğe uğrarsanız o halde (çocuğu) onun (hesabına) bir başka (kadın} emzirecektir.» âyeti anneye hitap etmektedir. Bir ihtiyacı karşılaması istenilen kimse buna yanaşmazsa ona kınayıcı bir tavırla, «Sen yapmazsan başkası yapar.» denilir. Âyet de bir bakıma böyle bir mana taşımaktadır.


İbnl Münir şöyle der: «Bu âyette neden bilhassa kadına hitabedilmlş-tir? Çünkü burada verilecek olan şey kadının sütüdür. Süt örfen İnsanın saklayacağı, ileride para edecek birşey değildir. Bilhassa annenin çocuğu*na vereceği süt. Çocuğun emzirilmesi için verilecek para ise maldır. Ba*banın da kazanmaya ihtiyacı vardır. Öyleyse annenin emzlrmediği için kı*nanması daha uygundur. Bu yüzden âyette anneyi kınayacak bir İfade kul*lanılmıştır.» [24]




Âyetlerdeki Şer'ı Hükümler



Birinci Hüküm: Ayhali Görmeyen Kadının İddeti Nedir?



Kadınlar iki sebebten dolayı ayhali görmezler: Birisi yaşlılık, ikincisi de yaşın küçüklüğüdür. Böyle adet görmeyen bir kadının Iddeti ise üç ay*dır.


Ulema kadının hangi yaşlarda adetten kesileceği hususunda ihtilcf et*mişlerdir.


1- Fukahadan bazıları hayızdan kesilme yaşının altmış olduğunu kabut etmiştir.


2- Bazı fakihler ise ou yaşın ellibeş olduğu görüşündedirler.


3- Bazı alimlere göre kadının soyunun hangi yaşta hayızdan kesil*diğine bakılarak o yaş kabul edilir.


4- Bazılarına göre adetten kesilme yaşı hususunda kadının yaşa*dığı bölgeye İtibar edilir. O bölgenin kadınfan umumiyetle hangi yaşta adetten kesiliyorsa, o yaş esas kabul edilir. Çünkü bu hususta ülkeler arasın*da farklar vardır. [25]


Adet gören bir kadın iddeti içerisinde adet görmez ve bunun sebebi bilinemezse Hanefi ve Şafillere göre onun akraba ve yakınlarının hangi yaşta adetten kesildiğine bakılır. Eğer kadının yaşı soyunun kadınlarının adetten kesilme yaşına ulaşma mı şsa, İddeti yine adetledir. Eğer İddeti baş*ladıktan sonra adetten kesilen kadının yaşı akrabalarının adetten kesilme yaşma ulaşmışsa üç ay iddet bekler. Çünkü adet görmeyen kadının iddeti üç aydır. Hz. Ali, Osman (ra), Zeyd bin Sabit (ra) ve ibnl Mes'ud (ra)'dan da böyle nakledilmiştir.


İmam Malik (ra) ve İmam Hanbel (ra)'e göre ise, böyle bir kadın do*kuz ay bekler. Çünkü hamileliğin müddeti dokuz aydır. Eğer bu müddet zarfında gebeliği meydana çıkmazsa adetten kesilmiş olduğu anlaşılır ve adetten kesilenlerin iddeti olan üc ay bekler. Hz. Ömer'in de böyle hük*mettiği nakledilmiştir.[26]




İkinci Hüküm: «Kadınlarınız İçkiden Artık Adetten Kesilmiş Olanlarla Henüz Adetini Görmemfs Bulunanfar(İn (Ddetterfn)De Şüphe Ederseniz, On*ların İddeti Üç Aydır.» Âyetinden Maksat Nedir?



Cessas: «Bu âyetteki «şüphemden maksadın iddetten kesilme yaşı denilmesi caiz değildir. Çünkü kadının fddetten kesilme yaşma ulaşıp ulaş*madığında şüpheye düşersek onun üç ay iddet beklemesine hükmedeme*yiz.»


ilim erbabı âyette zikredilen «şüphe» hususunda ihtilaf ederek birkaç


görüşe ayrılmıştır.


Ta beri, bu âyetin manası hakkında, «Adetten kesilen kadınm fddeti hususunda şüpheye düşerseniz, onların İddeti üç aydır.» demiştir. Ces-sas'ın görüşü de böyledir. Mücahid'den de böyle nakledilmiştir.


İkrime ve Katade'ye göre âyetteki «şüphenden maksat, aybaşı halleri muntazam olmayan kadınların durumudur. Çünkü böyle bir kadın bazan bir ayda birkaç kere adet görür, bazan da birkaç ayda bir defa adet görür.




Üçüncü Hüküm: Hamile Kadının İddeti Ne Kadardır?



«Yüklü kadınların Iddetlerl ise yüklerini vaz' etmeleri (ile biter).» âye*ti, hamile kadınların Iddetlerinin doğum yapmalarıyla biteceğine nassen delalet eder.


«İçinizden ölenlerin (geride) bıraktıktan zevceler kendf kendilerine dört ay on gün iddet beklerler.» (Bakara: 234) âyeti de kocası ölen kadının dört ay on gün İddet beklemesine delalet eder.


Şayet kocası Ölen kadın hamile ise iddeti ne olacaktır? Dört ay on gün mü, yoksa doğum yapana kadar mı iddet bekleyecektir?


Selef ve halef alimleri, âyet sarih olduğundan boşanan gebe kadın» İddetinln doğumla biteceği görüşündedirler. Ancak kocası ölen hamile ka*dının iddeti hususunda ihtilaf edilmiştir:


Cumhur, kocası ölen gebe kadının Iddetlnin de doğum yapınca sona ereceği görüşündedir.


Hz. Ali ile İbnl Abbas (ra) göre ise, «Yüklü kadınların tddetlerl ise yük*lerini vaz1 etmeleri (ile bher).» âyeti, boşanan kadınların İddeti hakkındadır. Kocası ölen hamile kadın ise en uzak İddeti bekler. Kocası Ölen hamile ka*dın, kocası ölen kadının kddetl olan dört ay on günden önce doğum yapar*sa, İddetini dört ay on güne tamamlar. Eğer doğmu dört ay on günden son*ra ise o zaman da İddeti doğumla tamamlanır.


Cumhurun delilleri:


Cumhur, Bedir Savaşına katılan, Veda Haccında vefat eden Saad bin Havlete'nin, vefatında hamile olan karısı Sübey'a el-Eslemî hakkında va-rld olan hadise dayanmaktadır. Rivayete göre Sübey'a, kocası öldükten az bir zaman sonra doğum yapar. Lohusalıktan temizlendikten sonra ev*lenme arzusunda olduğu İçin süslenir. Onu bu süslü haliyle gören Beni Abdtdar kabilesinden bir erkek, «Ne oluyor, seni çok süslenmiş görüyo*rum. Yoksa evlenmek mi İstiyorsun? Allah (cc)'ın İsmi ile andederlm ki, kocanın vefatından dört oy on gün geçmedikçe evlenmezsin.» dedi. Sü*bey'a şöyle der: «O adam böyle deyince elbiselerimi çıkardım. Resulullah (sav)'a gidip durumu sordum. Bana, «Doğum yaptığın İçin artık evlenebilir*sin.» diye fetva verdi.» [27] Bu hadis, kocası Ölen hamile kadınların İddetinln doğumları ile tamamlandığını göstermektedir.


İbni Mes'ud [raydan şöyle rivayet edilir: «Bana gelen haberlere göre Hz. Ali iddet müddeti ile ilgili son hükümle hükmederdi. Hz. Ali'ye göre «Yüklü kadınların Iddetl. .» âyeti, «Boşanmış kadınlar kendi kendilerine üç hayız ve temizlenme müddeti beklerler.» (Bakara: 228} âyetinden sonra na*zil olmuştur.» [28]


Cessas bu hususta şöyle der: «İbni Mes'ud (ra)'un sözü, âyetin hüküm bakımından umumîlik ifade ettiğini ve kendi başına kafi olduğunu ifade etmektedir. Diğer boşanan kadınların iddetleriyle ilgisi yoktur. Öyleyse, İster kocasından boşanan kadınlar, ister kocaları ölen kadınlar olsun, id-detleri hamilelikten kurtulmaları ile sona erer.» [29]




Dördüncü Hüküm: Boşanan Her Kadına Ev Ve Nafaka Verilecek Midir?



Alimler arasında bir veya iki talakla boşanan kadına ev verilmesi hu*susunda ihtilaf yoktur. Ancak üç talakla boşanan bir kadına iddet müd-detince ev ve nafaka verilip verilmeyeceği hususunda ihtilaf edilmiştir.


İmam Malik (ra) ve Şafii (ra)'ye, İmam Hanbel (ra)'den de bir rivayete göre, üç talakla boşanan kadına ev verilecek fakat nafaka verilmeyecek*tir.


Hanefilere göre ise iddet boyunca hem ev, hem de nafaka verilecektir.


İmam Hanbel (ra)'İn diğer bir kavline göre ise, üç talakla boşanan kadına ne ev, ne de nafaka vermek icabeder. Çünkü o kadın tamamen ayrılmıştır.


Birine) görüşün delilleri:


»Eğer antar yüklü iseler, yüklerini koyuncaya kadar nafaklarını verin.» âyetidir. «O kadınları gücünüzün yettiği kadar ikamet ettiğiniz yerin bir kısmında oturtun.» âyetf de boşanan kadına mutlaka ev verilmesine dela*let eder. Nafaka hususunda İse gebelik şartı konulmuştur. Âyet, nafaka*nın verilmesini hamilelik şartına bağladığına göre, üç talakla boşanan kadına nafaka yoktur.


İkinci görüşün delilleri;


1- «(Evleri) başlarına dar etmek (onları çıkmaya mecbur kılmak) İçin kendilerine zarar yapmayın.» âyeti. Nafaka vermemek onlara en bü*yük zararı vermektir.


2- Boşanan kadın" İddet beklemek mecburiyetindedir, iddet bekle*mek için de bir yer lazımdır. Verilen evden çıkamayacağı ve çıkarılama*yacağı için talak-ı ricî ile boşanan kadın gibi ona da nafaka vermek lazım*dır.


3- Kadın İddet müddetlnce evinde hapis gibidir. Evdeki nikahlı zev*ceye nasıl nafaka vermek lazımsa, ona da nafaka vermek lazimdır.


4- Mesken maldan verilir. Çünkü Allahu taaia mesken vermeyi farz kılmıştır ve âyette üç talakfa boşanan kadınla taiak-ı ricî ile boşanan ka-djn birbirinden ayrılmamıştır. Buna göre ona nafaka vermek de vacibtir. Çünkü mesken de nafakadandır. Mesken verildiğine göre nafakanın veril*mesi de lazımdır.


Üçüncü görüşün delilleri:


1- Fatıma binti Kays hakkındaki hadistir. Kocası onu Resuiullah (sav)'ın zamanında boşamış ve az bir nafaka veriyordu. Kadın bu nafaka*yı az görerek, «Allah {cc)'ın ismi ile yemin ederim ki, gidip Resululiah (sav)'a bildireceğim. Eğer bana nafaka yoksa hiçbir şey almam.» der. Şöyle anlatır; «Resuiullah (sav)'a gittim ve durumu anlattım. Resuiullah (sav), «Üç talakla boşandığın İçin ne ev. ne <Je nafaka hakkın var.o bu*yurdu.»


Diğer bir rivayette de «Nafaka İle ev ancak talak-ı rici ile boşanan kadına verilir.» buyurulmuştur. [30]


2- Nafaka ancak faydalanma ihtimaline karşılık verilir. Çünkü halen faydalanmasa bile tekrar birleşme imkanı mevcud olduğundan ona nafaka verilmektedir. Fakat böyle bir ihtimal yoksa, yani kadın üç talakla boşan-mışsa nafaka verilmez. Serkeşlik yapan kadına da serkeşliği boyunca nafaka verilmez. Çünkü ondan faydalanamamaktadır. [31]


Bu husustaki tafsilat için fıkıh kitaplarına bakılmalıdır.




Beşinci Hüküm: Boşanan Kadının Doğurduğu Çocuğu Emzirmesi Farz Mıdır?



Malikilere göre evlilik devam ettiği müddetçe çocuğu annesinin em*zirmesi farzdır. Fakat baba, karısını boşarsa o zaman kadının çocuğunu emzirmesi farz değildir. Ancak çocuk annesinden başkasının memesini tutmazsa annesinin emzirmesi vacib olur.


İmam-ı Azam (ra)'a göre boşanan bir kadının çocuğunu emzirmesi hiç*bir halde farz değildir. Çocuk başkasının memesini İster emsin, ister em*mesin.


Bazı alimlere göre İse annenin çocuğunu mutlaka emzirmesi lazım*dır. [32]




Ayetlerden Alınacak Dersler



1- Hayızdan kesilmiş yaşlı kadınlarla henüz adet görmeyen küçük yaştaki kadınların iddetleri üç aydır.


2- Boşanan kadın gebe ise iddeti doğumu İle sona erer.


3- Allah (cc)'a karşı muttaki olmak müminlerin dünyadaki işlerini kolaylaştırır ve günahlarına kefaret olur. Ahirette de ecri büyüktür.


4- İddet bekleyen kadın iddeti bitene kadar kocasının evinde otu*rur.


5- İddet bekleyen kadına boşayan kocası sıkmtı vererek evden çık*maya zorlayamaz.


6- Boşanan hamile kadının doğumu ne kadar uzarsa uzasın, doğu*ma kadar nafakası devam eder.


7- Boşandıktan sonra çocuğunu emziren kadın çocuğun babasın*dan emzirme ücretini tam olarak alır.


8- Nafaka, kişinin zenginlik, fakirlik durumuna göre değişir.


9- Allah (cc)'ın emirleri kulların gücünü aşmaz.




Âyetlerdeki Teşri' Hikmetler



Evlilik, İslâm toplum yapısının temelidir. Talak (boşamak) ise evlilik bağının kopanl: ^asıdır. Şu var ki boşandıktan sonra ileride birçok mese*leler zuhur edebilir. İşte bundan ötürü Allahu taala kadının iddet bekle*mesini ve iddeti boyunca nafakasının verilmesini emretmiştir. İddet süre*since kadın erkeğin nezaretinde olduğu için kadın gebe çıkarsa erkek o-nun kendi çocuğu olduğunu bilir. İddet müddetinde gebelik ortaya çık*mazsa velev ki talak-ı ricî ite boşamış olsun araiarında yeni bir evlilik bağı kurulamazsa birbirlerine iki yabancı haline gelirler.


İddeti dolan kadın eski kocasından hiçbir şekilde nafaka taleb ede*mez. İşte bu itibarla İsfâm, kadına zulmetmemiştir. Çünkü boşayan ko*caya iddeti boyunca kadına ev ve nafaka vermesini emretmiştir. İslâm, kadına zulmetmediği gibi erkeğe de boşadığı zevcesi açısından bir em*niyet sağlamıştır. Çünkü kadın boşandıktan sonra gebe olup olmadığı or*taya çıkacak kadar bir müddet kendi evinde kalmıştır.


Boşanan gebe kadınlara gelince, Allahu taala onların İddetİnin ister uzun İster kısa sürsün, doğumlarıyla sona ereceğini beyan etmiştir. Do*ğumdan sonra kadının rahmi tekidli olarak bilinmektedir. Bu yüzden artık beklemeye İhtiyaç yoktur.


Allahu taala erkeklere, boşadıklan kadınlara kendi evlerinin bir kısmı*nı ve nafakalarını vermelerini emretmiştir. Verilen ev veya oda kendi kal*dığı ev veya oda gibi olmalıdır.


Allahu taala kadınlarını boşayan erkeklere, İddet bekleyen kadınlara oturdukları evden veya nafaklanndan veya başka şeylerden dolayı baskı yaparak evden çıkarmalarını veya başka bir zarar vermelerini yasaklamış*tır.


tddet bekleyen her kadına nafaka verilmesi vacib olduğu halde, ha*mile kadınlara nafaka verilmesi hususunda hassaten emir verilmesinin ' hikmeti nedir? Bu hikmet şudur; Gebelik müddetinin uzaması iie akla, ge*belik müddetinin bir bölümünde nafaka verileceği, bir müddetinde İse ve*rilmeyeceği gelebilirdi. Veya gebelik çok kısa sürdüğünde, nafakanın bir müddet daha devam edeceği düşünülebilirdi. İşte bundan Ötürü Allahu ta*ala gebe kadınların nafakalarının doğuma kadar verilmesini vacib kılmış- . tır. Çünkü doğumla iddeti sona ermektedir.


Boşanan bir kadının çocuğunu emzirmesini Allahu taala vacib kılma*mışım Bu sebeble ortak çocuklarını emzirdiği müddet İçinde eski koca*sından ücret almak hakkına sahiptir, işte bu do İslâm hukukunda kadın*lara verilen ehemmiyeti göstermektedir.


Allahu taala, ayrılan karı kocanın çocuklarının emzirilmesi hususun*da iyilikle müşavere etmelerini emretmiştir. Çünkü o çocuk İkisinin ara*sında emanettir. Bunların ayrılışları herşeyden habersiz ve uzak olan ço- . cuğa zarar vermemelidir. Allah (ccj'tn sıkıntıdan sonra darlık, fakirlikten s sonra zenginlik vereceğini bilmeli ve her işlerinde olduğu gibi bu müşa*vere işlerinde de Allah (cc)'ın emirlerine dönmeli ve Allah {cc)'ın kendi- , lerini murakabe ettiğini bilmelidirler.


İşte karı koca Kur'an-ı kerimin göstermiş olduğu bu yolla ayrılmalıdır. Böyle ayrılmalıdırlar ki, kalblerlnde sevgi tohumları ölmesin.








--------------------------------------------------------------------------------


[1] Kurtubl, age, C. İB, S. 148. Razi, age, C. e. S. 222. Alusl, age. C. 28. S. 132.


[2] Kurtubİ. age. C. 18, S. 148. 476


[3] Razl. age, C. 8. S. 224.


[4] Kurtubi. age, C. 18, S. 162


[5] Razi age, C. 8, S. 225.


[6] Razi. age, C. a, S. 227.


[7] Cessas, age, C. 3, S. 453. Ebu Hayyan, age. C. 8. S


[8] Kurtubi, age. C, 18. S. 160.


[9] Ebu Davud ve İbni Mace.


[10] Alusi. age. C. 28, S. 132.


[11] Kütüb-i Sitte'. Malik ve Şafii.


[12] Tirmizî ve Ebu Davud.


[13] Müslim, Nesai. Ebu Davud ve İbni Mace.


[14] Razi, age, C. 8, S. 223.


[15] Cessas. age. C. 3. S. 53.


[16] Alusi, age, C. 28. S. İ33.


[17] Razi. age. C. 8. S. 225.


[18] Alust, age, C. 28, S. 133.


[19] Bu kadın kocasının evinden korkmuş veya ev halkına çirkin laflarda bulunmuştur. Buharı, Müslim. İmam Malik ve Ebu Davud.


[20] Kurtubl, «e. C. 8, S. 156.


[21] Cessas. age, C. 3, S. 455 - 56. F. Razt. age, C. 8, S. 226. Kurtubl, Ebu Hayyan. Aİusi.


[22] Ebu Hayyan. Bahr-i Muhit. C. 8. S. 2B4. 490


[23] Cessas, age, C. 3. S. 460. Razi. age, C. 8, S. 229.


[24] Alusi, age. C. 28. S. 140.


[25] Kurtubi, age, C. 18, S. 163. Ebu Hayyan age, C. 8. S. 284. Alust, age. C. 26. S. 136.


[26] Cessas. age. C. 3. S. 457. İbnl Cevzî, age. C. 8, S. 294. Kurtubl, age, C. 18. S. 164,


[27] Buharl. Müslim. Nesal, tbni Mace. Cemü'l-Fevaid. C. 1, S. 228.


[28] Ebu Davud. Nesai, İbni Mace.


[29] Cessas, age, C. 3. S. «a. Alusi, age, C. 28. S. 137.


[30] Müslim, Ebu Davud, Tirmizİ, Nesai, Malik.


[31] Kurtubî, age, C. 18, S. 166 - 1G7. İbni Cev2i, age. C. 8, S- 296. Cessas.


[32] Kurtubi. age, C. 18, S. 169. Dört Mezhebin Fıkıh Kitabı. 498

Prof. Dr. Sinsi 08-04-2012 03:38 AM

Tefsir Dersleri...
 

70. DERS KUR'AININ TİLAVETİ HAKKINDA.. 2


Âyetlerin Lafzı Tahlili 2


Âyetlerin İcmali Manaları 2


Ayetlerin Tefsirindeki İncelikler 2


Ayetlerdeki Şer'i Hükümler 3


Birinci Hüküm: Gece Namazı Resulullah (sav)'a Farz Mıydı?. 3


İkinci Hüküm: Kur'anı Okurken Sesi Güzelleştirmek Caiz Midir?. 3






70. DERS KUR'AININ TİLAVETİ HAKKINDA



1 — Ey (esvabına) bürünen (Hab'rbim),


2 — Gece(nin) birazından gayrı (saatlerde) kalk.


3 — (Gecenin) yarısı mtktarınca. Yahut ondan birazını eksilt.


4 — Yahut (o yarının) üzerine (ilave edip) artır. Kur'anı da çok açık, tane tane oku.


5 — Hakikat biz sana ağır bir söz vahyediyoruz.


6 — Gerçek, gece (yatağından ibadete) kalkan nefs (yok mu?) O, hem uygunluk itibariyle daha kuvvetlidir, hem kıraatçe daha sağlamdır.


7 — Çünkü gündüz senin için uzun bir meşguliyet var.


8 — Rabbinin adını an. (İbadetinde ondan başka herşeyden kesilerek) yalnız O'na yönel.


9 — (O), doğunun da batının da Rabbidir. O'ndan başka hiçbir Tanrı " yok. O halde (umurunda) güvenek ve dayanak olarak onu tut.


10 — Onlar ne derlerse katlan. Onlardan sızıltısızca ayrıl.




Âyetlerin Lafzı Tahlili



(El müzemmilü): Zemmele kökünden gelir. Elbiseye bürünen demektir,


(Verettilil Kur'an'e): Kur'anı tane tane oku.


(Naşietelleyli): Gece vakitleri.


(Eseddüvet'en): Gece namaz kılmak gündüz namaz kılmaktan daha ağırdır.


(Ve ekvamü kıylen): Gece kılınan namaz daha doğru ve daha sade olur.


(Sebhen): İş, meşguliyet.


(Vetebettel): Tebettül kökünden gelen bir fiildir. Tebeltül, ibadetle meşgul olmaktır.


(Hecren cemlla): Onlardan güzellikle ayrıl. Onla*ra yaptıkları gibi kötü bir karşılık verme.




Âyetlerin İcmali Manaları



Allahu taala kerim peygamberine hitaben şöyle buyurmaktadır: Ey el*biselerine bürünen, seni büyük bir iş bekliyor, kalk. Yoruluncoya kadar çalışmaya kalk. Senin için İstirahat vakti geçmiştir. Kalk ve hazırlan. Ge*cenin yarısını veya yansından biraz fazlasını namaz ile. huşu ile, tazarru ile canlandır. Ki, bizim güzel kokularımıza hazır olasın. Çünkü biz sana tartıda ağır, ücrette büyük, İfadede sabit o büyük Kur'anı vah ye d ece giz. Sana vahyedeceğimiz Kur'anı düşünerek oku ve gece kalkmak hususunda basiretli ol. Kur'anı tane tane ve huşu İle oku. Gecelerin namazla kaim ol*ması, gece saatlerinin namazla geçirilmesi şüphesi? r.efse cok ağır gelir. Fakat Allah (cc) katında cok daha makbuldür.


Ey Muhammed (sav), senin İçin gündüzleri uzun ve ağır işler vardır. Gece saatlerini ibadetle geçir. Allanın ismini zikret ki O'ndan kuvvet ala*sın. Allah (cc)'tn İbadetine dön. O'ndan başkasına yönelme. İzzet, celal ve ikram O'nundur. Yardımcı ancak O'dur. O öyle yardımcıdır ki. -kendi*sine sığınanı mahrum etmez. O'nu bütün işlerinde vekil et.


Ey Muhammed (sav), kavminin seni tekzib etmesine, davetine mani olmalarına ve davetinden yüz çevirmelerine karşı sabret. Onlara karşılık verme. Onların sana yaptıkları fenalıklar gibi fenalıklarla onlara taarruz etme. Allah (cc)'m sana davetinde bir çıkış yolu ve onlara karşı bir zafer vermesine kadar onları güzellikle terket. Allah (cc)'ın yardım ve zaferi yakındır. ,




Ayetlerin Tefsirindeki İncelikler



Birinci İncelik: Allahu taala Resulullah (sav)'a âyette, «Duriinen» sı*fatıyla hitap ederek ona iltifat etmiş ve vahşet duymasına mani olmuştur. Çünkü Araplar konuşmalarında muhotablorına o anki sıfatları İle hitap ederlerdi.


Hz. Ali bir gece Hz. Fatıma'ya kızarak mescide gidip orada uyudu. Bu sırada her tarafına toprak bulaştı. Resulullah (sav).yanına gelerek vahşet duymaması ve İltifat için, «Ebu Turab kalk, Ebu Turab kalk.» bu*yurdu.


İkinci incelik: Resulullah (sav)'ın bürünmesinln sebebi nedir? Bu hususta Resutuilah (sav)'tan şöyle rivayet edilmiştir: «Hıra dağında İbadet*le meşgul oluyordum. Birgün ibadetimi tamamlayarak geri dönerken adım çağrıldı. Sağıma baktım kimseyi göremedim. Soluma baktım kimseyi gö*remedim. Arkama baktım göremedim. O zaman başımı yukarıya kaldırdım. Baktım ki, Hıra dağında yanıma gelen melek, yerle gök arasında bir kürsü üzerine oturmuş. Cok korktum. Evime döndüm ve «Üzerimi örtünüz, üze*rimi Örtünüz.» dedim. Üzerimi örttüler. İşte bunun üzerine «Ey bürünen...» âyetleri nazil oldu.» [1]


Bu hadise göre Resulullah (sav)'m elbiseye bürünmesinln, sebebi, Cebrail aleyhlsselamı melek sıfatıyla görmesinden korkmosıdır.


Üçüncü İncelik: Allah u taala aziz kitabında üç şeyi «cetnll» vasfıyla vasiflandirmış ve Peygamberine de onları emretmiştir.


1- «(Habiblm) sen (şimdilik) güzel bir sabır İle katlan.» (Meartc: 5)


2- «Onlardan güzelce (sızıltısızca) ayni.» (Müzemmll: 10)


3- «Şimdilik sen aldırı? etme, (onlara karşı) güzel (ve tatlı muame*lede) bulun.» (Hlcr: 85)


Sabr-ı cem il (güzel sabır): Hiçbir şikayette bulunulmayan sabırdır.


Hicr-i cemil (güzel ayrılmak): Eziyet vermedenayrılmak. "Sefh-i cemll {güzel muamele): Onlara hiç karışmama.


Dördüncü İncelik: Sahih'te şöyle rivayet edilmiştir: Resulullah (sav) geceleri ayaklan şişinceye kadar namaz kılardı. Hz. Ayşe, Resulullah (sav)'a, «Allahu taala senin geçmiş ve gelecek herşeyinl affetmiştlr. Buna rağmen hala niçin kendine zahmet veriyorsun?» dedi. Resulullah (sav), «Ben Allah (cc)'a ençok şükreden olmayayım mı?» buyurdu.




Ayetlerdeki Şer'i Hükümler



Birinci Hüküm: Gece Namazı Resulullah (sav)'a Farz Mıydı?



«Gece(nîn) birazından gayrı (saatlerde) kalk.» âyetinin zahiri, Resu*lullah (sav)'a gece (teheccüd) namazının farz olduğuna ve bu farzlyetln yalnız ona mahsus olduğuna delalet eder. «Gecenin bir kısmında uyanıp sırf sana mahsus fazla (bir ibadet) olmak üzere onunla (Kur'an İle) gec* namazı kıl.» (İsra: 79) âyeti de gece namazının Resulullah (sav)'a farz ol*duğuna delalet eder. Çünkü âyette «gece namazı» emrinden sonra «sana» kelimesinin kullanılması da bu farzın saadece Resulullah (sav)'a mahsus olduğuna delalet eder.


Ayetteki «fazla» kelimesinden maksat da bildiğimiz gibi, yapılması veya terki caiz olan nafile demek değildir. Eğer bu manada olursa Resulut-tah (sav)'a has bir İbadet olmaktan çıkar. Buradaki manası, ümmetin© farz kılınmış namazlardan «fazla» olarak farz kılınan demektir.


Resululfah (sav) gece namazlarına devam edince müminler de Resu*lullah (sav) gibi ayakları şişinceye kadar namaz kılmaya başladılar. Bunun üzerine Allahu taala gece namazının farzlyetlni, «Şüphe yok ki Rabbln, senin gecenin üçte ikisinden biraz eksik, yarısı, üçte biri kadar ayakta durmakta olduğunu ve senin maiyetinde bulunanlardan bir zümrenin de (böyle yaptığını) biliyor. Geceyi, gündüzü Allah saymaktadır. O, bunu sizin sayamayacağınızı bildiği İçin size karşı (ruhsat canibine) döndü. Artık Kur'andan kolay geleni (ne fse onu) okuyun. Allah muhakkak bilmiştir ki, İçinizden hasta(!anan)lar olacak, diğer bir kısım Allahın fazlından (naslb) aramak üzere yer (yüzün) de yol tepecekler, başka bir takımı öa Allah yo*lunda çarpışacaklardır. O halde ondan {Kur'andan size) kolay geleni oku*yun. Namazı dosdoğru kılın. Zekatı verin.» (Müzemmil: 20) âyetivte nes-hetmlştlr.


İbni Abbas (ra) şöyle der: «Gece namazının Resulullc.ı (sav)'a (arz edilişi İle neshedülşi arasında bir sene vardır.» [2]


Müfessirlerden bir cemaat, «Bu sureden başka sonunun başını neshet-', tiği bir sure yoktur.» demişlerdir. [3]




İkinci Hüküm: Kur'anı Okurken Sesi Güzelleştirmek Caiz Midir?



Allahu taala, «Kur'anı da çok açık ve tane tane oku.» âyetiyle harfle*rin dahi anlaşılır şekilde okunmasını emretmiştir. Öyle ki, onu dinleyen bütün kelimelerini tek tek anladığı gibi manasını da düşünebilsin.


Alimler, Kur'anın tecvidle, meharic-i hurufla okunması hususunda İt*tifak halindedirler. Ancak Kur'anı sesi güzelleştirerek okumanın caiz olup olmadığı hususunda sahabe ve tabiin, buna bağlı olarak da fukoha İhtilaf etmişlerdir.


Faklhlerin görüşlerini delilleri ile birlikte tafsilatlı olarak aşağıya alı*yoruz :


1- Maliki ve Hanbelilerln görüşü: Kur'an-ı kerimi sesi güzelleşti*rerek okumak mekruhtur. Bu görüş, Said bin Müseyyib (ra), Said bin Cü-beyr (ra), Kasım bin Muhammed (ra), Hasan-ı Basrî (ra), İbrahim Nehai (ra) ve İbni Şirin (ra)'den de nakledilmiştir.


2- Hanefi ve Şafülerin görüşü : Kur'an-ı kerimi sesi güzelleştirerek okumak caizdir. Bu görüş, Ömer bin Hattab (ra), İbni Abbas (ra), ibni Mes'ud (ra), Abdurrahman bin Esved bin Zeyd (ra)'den de nakledilmiştir. Müfessirlerden Taberî ile İbnü'l-Arabî de bu görüşü zihab etmişlerdir.


Maliki ve Hanbefilerin delilleri:


1- Resuluilah (sav)'tan şöyle rivayet edilmiştir: «Kur'anı Arapların seslerini güzetleştlrdiği gibi güzelleştirerek okuyun. Seslerinizi kitap ehlinin ve fasıkların seslerini güzelleştlrdlklerl gibi güzelleştirmekten kaçının. Zira benden sonra bir kavim gelecek ki, onlar Kur'on okurken seslerini türkü ve şarkıda güzelleştlrdlklerl gibi güzelleştireceklerdir. Kur'an onla*rın gırtlaklarından aşağıya geçmeyecektir. Bunların ve bunların okuyuşla*rını beğenenlerin kalbleri bozulmuştur.» [4]


Görülüyor ki Resululiah (sav), Kur'an-ı kerimi türkü ve şarkı gibi oku*yanların ölüm haberini vermiştir. Bugün birtaktm hafız ve mevlüdhanların Kur'anı bu şekilde okudukları bilinmektedir.


2- «Onlar Kur'anı düdük yapacaklardır. Kendilerinden daha İyi oku*yan olmadığı halde, bir okuyucuyu öne geçirip ona Kur'anı türkü gibi oku*tacaklardır.» [5]


3- «Şüphesiz ezan kolaydır. Eğer ezanı zorlamadan okuyacaksan oku. Yok eğer ezanı zorlayarak, sesini güzelleştirerek, teganni ederek okuyacaksan okuma. [6]


Görülüyor ki Resululiah (sav) müezzinin ezonı dahi zorlayarak sesini güzelleştirorek okumasını mekruh kılmıştır. Resululiah (sav)'ın bu hükmü, Kur'anı sesi güzelleştlrerek okumanın mekruh olduğuna delalet etmekte*dir.


4- Kur'anı teganni İle okumak, Kur'anda olmayan bir harfi ilave et*mektir. Çünkü tegannide çekilmeyecek yerde çekilir, bazan bir harf birkaç harf yapılır. Bunlar İse caiz değildir. Ayrıca sesin güzelliği dinleyenleri meşgul ederse dinleyenleri onun manasını düşünmekten, ibret almaktan alıkoyar.


İmam Malik (ra)'e namazda Kur'an okurken sesin güzelleştirilmesi so*rulunca, «Ben onu beğenmem. Onlar Kur'an okurken karşılığında para almak İçin seslerini güzelleştlrirler.» cevabını vermiştir.


İmam Hanbel (ra}'den de şöyle rivayet edilmiştir: «Sesi güzelleştire*rek Kur'an okumayı beğenmem. Böyle okumak bid'adtır ve dinlenmez.» Kur'anı sesi güzelleştirerek okumak hususunda bir soru soran adamın İs*mini sordu. Adamın isminin Muhammed olduğunu öğrenince, «Sana Mu*hammed yerine. Mûhâmîd denilmesini İster misin?» dedi.


Hanefi ve Şaflitorln delilleri:


Kur'anı sesi güzelleştirerek okumanın caiz olduğunu söyleyen Hanefi ve Şofillerln delillerini özetle aşağıya alıyoruz:


1- «Kur'anı sesinizle süsleyin.» [7]


2- «Kur'anı güzel sesle okumayan bizden değildir.» [8]


3- Abdullah bin Mugaffel'den şöyle rivayet edilmiştir: tMekke'nln fethi senesinde Resulullah (sav) bir yolculuğu sırgsında Fetih suresini se*sini güzelleştirerek okudu.» [9]


4- Resulullah (sav) bir gece Ebu Musa el-Eş'arî (ra)'nln Kur'on okumasını dinledi. Sonra onunla karşılaştığında, «Sana al-l Davud'un mIzmadarından bir mizmar verilmiştir.» buyurdu- Ebu Musa (ra), «Eğer dinlediğinizi bilseydim, sesimi daha güzelleştirirdim.» dedi. [10]


5- «Allah (cc), peygamberinin güzel sesle okuduğu Kur'an kadar hiçbir şeyi dinlemez.» [11]


Kur'anı güzel sesle okumak daha iyi dinlenilmesini sağlar. Güzel ses*le okunan Kur'an insanların kalbine ve nefsine daha cok tesir eder.


Taberi: «Ömer bin Hattab (ra), Ebu Musa el-Eş'arî (ra)'ye, «Bize Rab-bimizi hatırlat.» derdi. Ebu Musa el-Eş'ari (ra) de sesini güzelleştİrerek Kur'an okurdu. Hz. Ömer, «Kur'an okurken seslerini güzelleştirenler Ebu Musa (ra) gibi güzelleştlrsinler.» derdi.»


İbni Mes'ud (ra), sesi cok güzel olan İlkime âl-Esved (ra)'in kıraatini cok beğenirdi. İlkime okuyuşunu bitirdikçe İbni Mes'ud (raj. «Anam babam sana feda olsun. Bana yine oku.» derdi.


İşte her iki görüşün delillerini de özet olarak aktardık. Bu delillere dikkatle bakıldığında, aralarındaki ihtilafın sadece şekli olduğu görülür.


Bütün fakfhler, Kur'an-ı kerimin tecvid ahkamına riayet edilmeden sesi güzelleştirerek (teganni) okunmasının haram olduğunda İttifak etmiş*lerdir. Mesela, çekilmemesi gereken yeri çekmek, kalın okunacak yerde kalın okumak gibi. Hülasa, Kur'an-ı kerimin okunma adabına saygı gös*terilmeden yalnız ses güzelliğini göstermek için okumak haramdır. ,


Kur'an-ı kerimi harfleri mahreçlerinden salim çıkararak, tecvid ahka*mına uyularak, durulacak yerde durularak, uzatılacak yerde uzatarak oku*mak şartıyla sesi güzelleştirmenin haram olduğuna hlckfmse hükmedemez. Zira güzel ses Kur'anın güzelliğine güzellik katar. İnsanlara.daha cok tesir eder. Nitekim Resulullah (sav) da sahabilerden bazılarının seslerini beğenir ve onların güzel sesle Kur'an okumalarını dinlerdi. Ebu Musa el-Eş'arî (ra)'yl dinledikten sonra, «Allah (cc) sana ol-i Davud'un mfzmar-Jarından bir mîzmor vermiştir.» buyurmuştur.


Doğru yola ileten ve muvaffak eden yalnız Allah (ccj'tır.






--------------------------------------------------------------------------------


[1] Buhari, imam Hanbel. Müslim. TİrtnizI. 500


[2] Razi, age. C. 8, S. 333.


[3] İbni Cevzi, age, C. 7. S. 389. Kurtubl, age. C. 20. S. 38.


[4] Tlrmia, Nevadirü'l-Usul'de Huzeyfetü'l-Yemani'don.


[5] Şeyh Sais, age, C. 4, S. 194.


[6] Daru Kutnl ve Ata. İbni Abbas'tan.


[7] Ebu Davud ve Nesai, Bera bin Azib'ten.


[8] Müslim.


[9] Müslim.


[10] Müslim ve Nesal.


[11] Müslim.


Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.