ForumSinsi - 2006 Yılından Beri

ForumSinsi - 2006 Yılından Beri (http://forumsinsi.com/index.php)
-   ForumSinsi Sözlük Ağı (http://forumsinsi.com/forumdisplay.php?f=515)
-   -   Osmanlıca Sözlük (M Harfi)-Osmanlıca Sözlük (M Harfi)İle İlgili Kelimeler... (http://forumsinsi.com/showthread.php?t=803727)

Prof. Dr. Sinsi 09-10-2012 03:06 AM

Osmanlıca Sözlük (M Harfi)-Osmanlıca Sözlük (M Harfi)İle İlgili Kelimeler...
 
RE: Osmanlıca Sözlük (M Harfi) MİŞ'AL (C: Meşâıl) Köylülerin deriden yaptıkları ayaklı küp.
Mİ'ŞAR Mat: Onda bir. (1/10) * Bâzılarınca da binde bire denir.
MİŞ'AR Şan, şeref, haysiyet ve vakar.
MİŞAR Testere.
Mİ'ŞAR (MİŞÂR) (C: Meâşir) Dülger testeresi.
MİŞAT (Meşt. C.) Taraklar, baş taramağa mahsus taraklar.
MİŞATİYE Tarak kılıfı.
MİŞ'AT (C: Meşâi) Kuyunun toprağını çıkardıkları zenbil.
MİŞCEB (C: Meşâcib) Üzerinde çamaşır kuruttukları kafes. * Yüksek yere erişmek için yapılan sandalye.
MİŞCER (C: Meşâcir) Çamaşır asacak yer. * Mahfe ağacı. * Ağaçlık.
MİŞEZAR f. Küçük koruluk, ağaçlık, meşelik.
MİŞHAZ Bileği taşı.
MİŞİN f. Meşin.
MİŞK Aşı dedikleri kızıl toprak.
MİŞKA Tarak.
MİŞKAS (C: Meşâkıs) Ensiz uzun demir.
MİŞKAT İçine lâmba konan küçük hücre. Duvarda içine ışık konulan yer. * Kandil.
MİŞMAA Şamdan.
MİŞMAK Kağnının iki kolu. * Bir nevi araba.
MİŞMEL Kaftan altında götürüldüğü hâlde görünmeyen küçük kılıç.
MİŞMİŞ Zerdali yemişi.
MİŞRAK Her zaman güneşli olan yer.
MİŞRAT (C.: Meşârit) Keskin bıçak.
MİŞTAT Kış günlerinde oturulacak yer.
MİŞVAR Tarz, tavır, gidiş, gidişât. * Gümeçten bal peteği sağılan âlet. * Davar satılacak yer.
MİŞVARE Testi, çömlek.
MİŞVARGÂH f. Gösteri yeri. * Pehlivanların güreştikleri saha. * At pazarı. Satılık atların koşturulduğu meydan.
MİŞVAZ Sarık.
MİŞVEL Orak.
MİŞVERE Minder.
MİŞVEZ (C: Meşâviz) Tülbend.
MİŞYA' Boşboğaz. Çok konuşan.
MİŞYE Bir yürüme çeşidi.
MİŞZEB Dişli orak. * Bağcıların asma çubuğu kesecek âletleri.
MİTA' Bir şeyin son bulduğu yerin sonu. * Geniş yol. * Yolların birleştiği yer.
MİTADE Matkap başı.
MİT'AM (C.: Matâim) Çok yemek yiyen. Yemeği bol olan.
MİTAM Her zaman ikiz doğuran kadın.
MİTAN (C: Meyâtın) At yarıştırdıkları yer.
MİTAT (Bak: Midhat)
MİTE Bir nevi ölmek.
MİT'EM Bir defalık ikiz doğuran kadın.
MİTHARA (Tahâret. den) Matara.
MİTİN f.. Taşları kayaları paçalamada kullanılan büyük çekiç.
MİTİNG İng. İçtimaî ve siyasî bir mes'ele için yapılan büyük toplantı.
MİTOLOJİ Fr. Efsane bilgisi.
MİTRALYÖZ Fr. Makinalı tüfek.
MİTRES Kapı ardınca koydukları ağaç.
MİV f. Kıl.
Mİ'VAN Ahâliye yardım eden, halka yardımı çok olan kimse.
MİVE Meyve kelimesinin aslıdır.
Mİ'VEL (C.: Meâvil) Büyük taşları ve kayaları parçalamaya yarıyan sivri kazma.
Mİ'VEZ(E) (C: Meâviz) Çocuk sardıkları bez, kundak. * Eski kaftan.
MİYAH (Mâ. C.) Sular.
MİYAH-I CÂRİYE Akar sular.
MİYAH-I HÂRRE Kaplıca suları gibi olan sıcak sular.
MİYAH-I MALİHE Tuzlu sular.
MİYAH-I MERRE Acı sular.
MİYAN f. Orta, ara, vasat, meyan.
MİYANBEND f. Kemer, kuşak.
MİYANBESTE f. Bel bağlamış. * Mc: Hemen işe hazır.
MİYANE f. Ara. * Orta, vasat. * Helva gibi bazı yemeklerin pişme kıvamı. * Ortaya serilen halı. * Gerdanlığın ortasındaki büyük inci.
MİYANÎ (Minâ. C.) Limanlar.
MİYANSER f. Yarısı kıymetli taşlarla süslü bir cins taç.
MİYANSERA (Miyânserây) Avlu. Ev meydanı.
Mİ'YAR Ölçü. Bir şeyin kıymet ve vasfını gösterir olan.
MİYERE Taam, yemek.
MİYSERE (C: Mevâsir) Eyer yastığı. * Eyer altına koydukları keçe. * Çul içine koyulan keçe. * Yatacak döşek, yatak.
MİZ Misâfir. * Sofra, mâide. * Temiz, pak.
MİZ'A Ayıracak alet. Kesecek alet.
Mİ'ZA Ufak taşlı sert yapılı sağlam yer.
Mİ'ZAB (C: Meâzib) Dam oluğu.
MİZAB (C.: Meâzib) Oluk, su yolu.
MİZAB-I BÂRÂN Yağmur oluğu.
MİZAC Huy, tabiat, fıtrat, bünye. * Bir şeyle karıştırılmış olan başka bir şey.
MİZAC-I NÂZİK İnce yaradılış. Nâzik tabiat.
MİZ'AC Bir yerde karar etmeyen kadın.
MİZAC-DAN f. Mizac bilen, mizaçtan anlıyan.
MİZACGİR f. Mizâc ve keyiflere göre hareket eden.
MİZAD Sürur, sevinç, neşe.
Mİ'ZAD Ağaç veya tahta budama bıçağı. * Pazvant, kolçak.
MİZAE Abdest alacak kap.
MİZAH Şaka, lâtife. * Edb: Bâzı düşünceleri nükte, şaka veya takılmalarla süsleyip anlatan bir yazı çeşidi. Hoş, nükteli söz. (Zıddı ciddiyettir)
MİZAHÎ Mizahlı, eğlenceli.
MİZAH-NÜVİS f. Eğlenceli mizahlı yazılar yazan.

Prof. Dr. Sinsi 09-10-2012 03:06 AM

Osmanlıca Sözlük (M Harfi)-Osmanlıca Sözlük (M Harfi)İle İlgili Kelimeler...
 
RE: Osmanlıca Sözlük (M Harfi) Mİ'ZAL (C: Meâzil) Zayıf ahmak adam. * Silâhsız kimse. * Davarını halktan ayırıp uzak yerlerde otlatan kimse.
MİZAN Terazi, ölçü, tartı. * Akıl, idrak, muhakeme. Mikyas. * Fık: Mahşerde herkesin amellerini tartmağa mahsus bir adâlet ölçüsü olup, hakiki mâhiyeti ancak âhirette bilinecektir. * Mat: Yapılan hesabın doğruluğunu anlamak için yapılan diğer bir hesap. Sağlama.
MİZAN-ÜL HARARE Sıcaklığı, soğukluğu ölçen âlet. Termometre. (Mikyas-ul hararet de denir.)
Mİ'ZAR (C.: Meâzir) Örtü, perde.
MİZBAH Bıçak.
MİZBAN (C.: Mizbanân) f. Ev sahibi. Misafir kabul eden kimse.
MİZBANÂN (Mizban. C.) Misafirleri ağırlayanlar, ev sahipleri.
MİZBED (C: Mezâbid) Hayvan ahırı.
MİZBER (C.: Mezâbir) Kamış kalem.
MİZCEL "Harbe" denilen küçük kılıç.
MİZDEA Yüz yastığı.
MİZEBBE Yelpaze.
MİZEC Küçük süngü.
Mİ'ZEF (Mi'zefe. Azf) Çalgı âleti, saz v.s.
MİZEFFE Gelin mahfesi.
MİZEK f. İdrar, sidik.
Mİ'ZENE (MİZENE) Ezan okunacak yer.
Mİ-ZENEND (f. Fiil) Söylüyorlar, vuruyorlar. " : Zeden" vurmak" masdarındandır.
Mİ'ZER (C.: Meâzir) Peştemal.
MİZKÂR Dâima erkek doğuran dişi.
MİZLAC (MİZLÂK) El ile açılan kilit.
MİZLAKA Uzun burunlu ışık fitili makası.
MİZMAN f. Misâfiri ağırlıyan, misâfire ikram eden ev sâhibi.
MİZMAR (C: Mezâmir) Meydan. At yarıştıracak ve at oynatacak yer. * İnce belli at.
MİZMAR Düdük, kaval. * Mukaddes Zebur Kitabının her bir suresi. * Hançere, nefes borusu. (Bak: Mezâmir)
MİZMAR-ZEN f. Düdük çalan.
MİZR Bir nevi meşrubat. * Ahmak kimse.
MİZRA (C: Mezâri) Yaba, kürek.
MİZRAK (C: Mezârık) Harbe, kısa kılınç.
MİZRAKA Küçük şırınga.
MİZVAC Çok koca değiştiren kadın. Çok kocalı kadın.
MİZVED Dil, lisan.
MİZVED (C: Mezâvid) Azık koyacak kab.
MİZZ Bir şeyin diğeri üzerine olan fazlı, üstünlüğü.
MODA Fr. Geçici yenilik. Elbise ve süslenmede geçici hevesler ve fantezi düşkünlüğü sebebiyle çıkartılan yeni tarz ve şekiller. Bunlar israfı artırır ve iktisada aykırıdır.
MODEL Fr. Biçim, örnek, şekil. * Resim yâhut heykel yapılırken bakarak benzetilmeğe çalışılan şey veyâ şahıs.
MODERN Fr. şimdiki zamana uygun, asri. (Bak: Medeniyet)
MOĞOL Turâni milletlerinin en büyüklerinden bir kabile olup Türkler ve Mançurlarla cinsi yakınlıkları vardır. Asyanın ortalarında bugün Çin Devletine tâbi olan ve Moğolistan ismiyle bilinen geniş bir çölde ve Sibirya ve Türkistan'ın da bazı taraflarında bulunurlar.Cengiz Hanla beraber Asyanın batı taraflarına akın ettikleri zaman, Asyanın büyük bir kısmıyla Avrupanın da bir kısmını yakıp yıkmışlardır.
MOLA İstirahat için işe ara vermek ve duraklamak. * Denizcilike: Gevşetme, koyverme manâsındadır.
MOLEKÜL Fr. Kim: Vasıflarını kaybetmemek şartıyla ayrılabilen herhangi bir maddenin en küçük cüz'ü, parçası.
MOLLA Eskiden büyük âlimlere verilen isim. * Büyük kadı. * Efendi, hoca, Medrese talebesi.
MOLLA CÂMİ (Bak: Câmi)
MOLLAYANE Mollaya yakışır şekilde. Mollaca.
MOLOZ Yapılardan artan veya viranelerden çıkartılan ufak taşlar. * Bir işe yaramaz insan.
MONARŞİ Fr. Hâkimiyetin kaynağı birtek şahısta (Kral, padişah, han v.s.) olduğu kabul edilen devlet şeklidir. Bu şahsın, yani devlet başkanının yanında bir meclis (parlamento) olursa; meşruti monarşi; olmazsa; mutlak monarşi ismini alır. Ayrıca devlet başkanının iş başına gelmesi şekline göre, irsi veya seçimli monarşi adlı çeşitleri de vardır.Monarşi, istibdat demek değildir. 1877 yılına kadar Osmanlı Devletinde bir parlamento yoktu. Fakat kanunlar âdil bir şekilde tatbik ediliyordu. Bu tarihte mutlak monarşi sona ermiş, meşruti monarşi devri başlamıştır. Asırlardır İngiltere de, meşruti monarşi devlet şekline sâhiptir. Monarşi, bir devlet şekli olduğu için, hükümet şeklinden ayrıdır. Yâni monarşik bir devlette, hükümetin kurulması ve vazife görmesi hukuk ve adâlete uygun olabilir. Eğer meşruti monarşi ise, hükümetin teşkili ve faaliyeti, parlamenter demokrasi esaslarına uygun olarak tanzim edilebilir ve yürütülebilir.
MUABBİR (İbâret. den) Rüyâ tabir eden. Görülen rüyalardan mânâ çıkaran.
MUABBİRÎN (Muabbir. C.) Görülen rüyalardan mânâ çıkaranlar. Rüya tabir eden kimseler.
MUACCEL Acele olunmuş, ta'cil edilmiş, mühletsiz. Peşin. Va'desiz.
MUACCELÂNE Acele olarak. Peşin olarak.
MUACCELAT (Muaccel. C.) Peşin ödemeler.
MUACCELE Beylik ve evkaf kiralarından peşin alınan kısım.
MUACCELEN Peşin olarak. * Çabuk ve acele olarak.
MUACCİZ Sıkıcı. Bıktırıcı. Usandırıcı. Taciz edici. Rahatsız eden. Yapışkan. Sırnaşık.
MUAD Geri çevrilmiş, iâde edilmiş, döndürülmüş.
MUADADAT Yardım etme, muvavenet etme.
MUADAT Karşılıklı düşmanlık, karşılıklı husumet.
MUADD Hazırlanmış. İdâd olunmuş.
MUADDEL Tadil edilmiş. Eski hâli değiştirilmiş.
MUADDIL (Muazzıl) Güçleştiren, güç duruma sokan, daraltan.
MUADDİL Tadil eden. * Düzelten. Müsâvi ve beraber kılan. Denkleştiren.
MUADELAT (Muâdele. C.) (Adl. den) Beraberlikler, musâvilikler.
MUADELE Müsâvilik, eşitlik. İki şey arasında mikdarca, vasıfca beraberlik. * Karşılıklı anlayış. * Adâlet. * Mc: Anlaşılmaz iş. Muammâ.
MUADELET Müsâvilik, denklik. Karşılıklı uygunluk. Eşitlik.
MUADİL Müsâvi, eşit, denk. * Fiz: Eş değer.
MUAF Afvolunmuş. İstisna edilmiş, ayrı tutulmuş. Bağışlanmış. Serbest.
MUAFAT Afvetmek. * Sıhhat vermek. * Sıhhat ve âfiyet bulmuş, iyileşmiş kimse. * Hastalık veya belâdan korunma. Musibetlerden muhafaza olunma.
MUAFESE Tedavi etmek.
MUAFÎ Afiyet verici. * Belâ ve musibeti def eden.
MUAFİR Yavaş yürüyen kişi.
MUAFİYYET Bir hastalığa $karşı aşı ile elde edilen hâl. * Afvolunmuş olma. Bağışlanmış olma.
MUAFNAME f. Afv kâğıdı. Bir şeyin muaf tutulup afvedildiğini gösteren kâğıt.
MUAHAT Kardeşlik edinme.
MUAHED Zimmi kâfir.
MUAHEDAT (Muâhede. C.) Muâhedeler, antlaşmalar.
MUAHEDE Karşılıklı yeminleşme, anlaşma. Devletler arasında andlaşma.
MUAHEDE-İ İTTİFAKİYYE Bir savaş çıktığında birbirlerini desteklemek üzere iki veya daha fazla devletler arasında yapılan andlaşma.
MUAHEDE-İ TİCARÎ Yalnız ticâret işleriyle alâkalı olmak üzere devletler arasında yapılan andlaşma.
MUAHEDE-NAME f. Ahdleşmenin yazıldığı ve imzalandığı kâğıt.
MUAHEZ Muâheze olunan. Tenkid edilen, çekiştirilen.
MUAHEZAT (Muâheze. C.) (Ahz. den) Tenkid ve itirazlar. * Azarlama ve paylamalar. Çıkışmalar.
MUAHEZE Azarlama. Çıkışma. Darılma. Alay eder tarzda karşısındakini küçümseme. Tenkid.
MUAHEZEKÂR f. Tenkid ve itiraz edici. * Azarlayıp çıkışan. Paylayan.
MUAHHAR Sonraya bırakılmış, te'hir edilmiş, geriye bırakılmış. Sonradan.
MUAHHAREN Sonradan, bilâhare. Muahhar olarak.
MUAHİD Andlaşma yapanlardan her biri. Yeminli ve anlaşmalı olanlardan her biri. * İslâm hükümetine vergi ödeyerek kendini himâye ettiren gayr-ı müslim. (Resul-i Ekrem'in (A.S.M.) Arab müşriklerinden muâhid ve halifleri vardı, beraber harbe giderlerdi.)
MUAHİZ (Ahz. den) Çekiştiren, muâheze eden. Tenkid edip itiraz eden.

Prof. Dr. Sinsi 09-10-2012 03:06 AM

Osmanlıca Sözlük (M Harfi)-Osmanlıca Sözlük (M Harfi)İle İlgili Kelimeler...
 
RE: Osmanlıca Sözlük (M Harfi) MUAKAB Cezalandırılmış.
MUAKABE Bir kimseyi cezalandırma. Cezaya çarpma.
MUAKADE (Akd. den) Mukavele yapma. Akid yapma. Anlaşma.
MUAKARA Nefret etmek.
MUAKIB Cezalandıran. * Takibeden.
MUAKİD Birbiriyle akid yapan, sözleşen.
MUAKKAB (Akab. dan) Ardına düşülmüş, tâkib olunmuş, peşinden gidilmiş.
MUAKKAD İnce ve müşkil olan. Zor anlaşılan söz. * Ukdeli, düğümlü.
MUAKKID Düğümleyen, sihir yapan, cadı.
MUAKKİB Ardına düşen, takib eden, ardından koşan. * Tağyir ve ibtal eden.
MUAKKİBÂT Gece ve gündüz melâikesi. * Namazı müteakib otuz üçer defa tekrar edilen tesbih. (Bak: Tesbih)
MUAKKİBÎN Tâkipçiler, arkasından koşanlar, ardından gelenler.
MUALEBE Erkeğin, karısı ile oynaması.
MUALECAT Tedâviler, ilâç kullanmalar. * Bir hususta çalışmalar.
MUALECE Bir hususa çalışıp devam etmek. * Hastaya bakmak. İlâç kullanmak, ilâç vermek. * Bir işe teşebbüs, bir işe girişmek.
MUALLA Yüksek, yüce, âli. Makamı ve rütbesi yüksek.
MUALLAK Askıda. Hakkında karar verilmemiş, hallolunmamış. * Havada boşta duran. * Sürüncemede kalmış iş. * Edb: Açık hece, bir vokalle okunan hece. (Bak: Müsned)
MUALLEKA (C.: Muallekat) Askılar. Henüz karar verilmemiş olanlar. * Kocası kaybolan kadın. * İslâmiyet'ten evvel Arabların meşhur edib ve şâirlerinin Kâbe duvarına astıkları yazılar ve şiirler.
MUALLEKAT-I SEB'A (Yedi askı) Kur'ân henüz nâzil olmadan, câhiliyet devrinde meşhur Arap şâirlerinin en beğenilmiş şiirlerinden, Kâbe'nin duvarına astıkları yedi meşhur kaside.(Ceziret-ül Arab ahalisi o asırda ekseriyet-i mutlaka itibariyle ümmi idi. Ümmilikleri için mefâhirlerini ve vukuat-ı tarihiyelerini ve mehâsin-i ahlâka yardım edecek durub-u emsâllerini kitabet yerine şiir ve belâğat kaydiyle muhafaza ediyorlardı. Mânidar bir kelâm, şiir ve belâgat cazibesiyle eslâftan ahlâfa hafızalarda kalıp gidiyordu. İşte şu ihtiyac-ı fıtri neticesi olarak o kavmin mânevi çarşı-yı ticaretlerinde en ziyade revac bulan, fesâhat ve belâgat metâı idi. Hattâ bir kabilenin beliğ bir edibi, en büyük bir kahraman-ı millisi gibi idi. En ziyâde onunla iftihar ediyorlardı. İşte İslâmiyetten sonra âlemi zekâlariyle idare eden o zeki kavim, şu en revaçlı ve medar-ı iftiharları ve ona şiddet-i ihtiyaçla muhtaç olan belâgatta akvâm-ı âlemden en ileride ve en yüksek mertebede idiler. Belâgat, o kadar kıymetdar idi ki, bir edibin bir sözü için iki kavim büyük muharebe ederdi ve bir sözüyle musâlaha ediyorlardı. Hattâ onların içinde "Muallekat-ı Seb'a" nâmiyle yedi edibin yedi kasidesini altınla Kâbe'nin duvarına yazmışlar, onunla iftihar ediyorlardı. İşte böyle bir zamanda, belâgat en revaçlı olduğu bir anda Kur'an-ı Mu'ciz-ül-Beyan nüzul etti. Nasılki, zamân-ı Musâ Aleyhisselâm'da sihir ve zaman-ı İsâ Aleyhisselâm'da tıb revaçta idi. Mu'cizelerinin mühimmi o cinsten geldi. İşte o vakit bülegâ-yı Arabı, en kısa bir suresine mukabeleye dâvet etti: $ fermaniyle onlara meydan okuyor. Hem der ki: "İman getirmezseniz mel'unsunuz. Cehennem'e gireceksiniz." Damarlarına şiddetle vuruyor. Gururlarını dehşetli surette kırıyor. O kibirli akıllarını istihfaf ediyor. Onları bidâyeten idam-ı ebedî ile ve sonra da Cehennem'de idâm-ı ebedî ile beraber dünyevî idam ile de mahkûm ediyor. Der: "Ya muâraza ediniz, yahut can ve malınız helâkettedir."İşte eğer muâraza mümkün olsaydı acaba hiç mümkün mü idi ki, bir iki satırla muâraza edip dâvâsını ibtal etmek gibi rahat bir çare varken, en tehlikeli, en müşkilâtlı muharebe tariki ihtiyar edilsin! Evet o zeki kavim, o siyasi millet ki, bir zaman âlemi, siyasetle idare ettiği halde, en kısa ve rahat ve hafif bir yolu terketsin! En tehlikeli ve bütün mal ve canını belâya atacak uzun bir yolu ihtiyar etsin, hiç kabil midir? Çünki: Edipleri, birkaç hurufatla muâraza edebilseydi; Kur'an, dâvasından vazgeçerdi. Onlar da maddi ve mânevi helâketten kurtulurlardı. Halbuki, muharebe gibi dehşetli, uzun bir yolu ihtiyar ettiler. Demek, muâraza-i bilhuruf mümkün değildi, muhaldi. Onun için muharebe-i bissüyufa mecbur oldular. Hem, Kur'anı tanzir etmek, taklidini yapmak için gayet şiddetli iki sebep var. Birisi, düşmanın hırs-ı muârazası; diğeri, dostlarının şevk-i taklididir ki, şu iki sâik-ı şedid altında milyonlar Arabi kitablar yazılmış ki hiçbirisi ona benzemez. Âlim olsun, âmi olsun her kim O'na ve onlara baksa kat'iyyen diyecek ki: "Kur'an, bunlara benzemez. Hiçbirisi onu tanzir edemez." Şu hâlde, ya Kur'an, bütününün altındadır. Bu ise bütün dost ve düşmanın ittifakıyla battaldır, muhaldir. Veya Kur'an, o yazılan umum kitabların fevkindedir. S.)
MUALLEKİYYET Muallak olma, askıda oluş, boşta durma.
MUALLEL Sakat, eksik, noksan. * Hasta, illetli.
MUALLEM Ta'lim görmüş, ta'limli.
MUALLEM ASKER Tâlim görmüş asker.
MUALLÎ Yücelten, yükselten. * Sağılır davarın sağ tarafından sağmaya varan kişi.
MUALLİL Ta'lil eden. Sonradan bir sebeb ve bahane ileri süren. * Eyyam-ı acuzdan bir gün.
MUALLİM Ta'lim eden, öğreten, ilim öğreten.
MUALLİMÂT Öğretici kadınlar, kadın hocalar.
MUALLİME Hanım hoca. Öğreten ve tâlim eden kadın veya kız.
MUALLİMÎN Muallimler. Hocalar, ta'lim edenler, öğretenler.
MUAMELAT (Muâmele. C.) Muameleler.
MUAMELE (C.: Muâmelât) Hatt-ı hareket. Davranma, davranış. Birbiri ile iş görme, amel etme. Alış veriş. * Resmi dairelerde yapılan herhangi bir iş.
MUAMERE İmaret etmek.
MUAMİL (Amel. den) İş yapan. Muamele yapan. Muameleci.
MUAMMA (Amâ. dan) Anlaşılmaz iş. Karışık şey. Bilinmeyen hâl.
MUAMMEM Başı sarıklanmış. İmamelenmiş. Sarıklı olan.
MUAMMER Ömür süren. Çok yaşamış. Uzun ömürlü, bahtlı.
MUAMMERÎN (Muammer. C.) (Ömr. den) Muammerler. Uzun ömürlü kimseler.
MUANAKA Birbirinin boynuna sarılma. Kucaklaşma.
MUAN'AN An'aneli. Senedli. Kimden kime haber verildiği şâhid ve râvilerin isimleri ile bildirilmiş olarak.
MUANAT Bir şeyin zahmetini çekme. * Bir nesneyi dikkatle göz altında bulundurma. Ona göz kulak olma.
MUANBER (Anber. den) Güzel kokan. Güzel kokulu.
MUANEDE (Anud. dan) İnad etme, ayak direme.
MUANIK Birbirinin boynuna sarılan. Kucaklaşan.
MUANİD İnadcı. Kimseye uymayan. Dediğini yapmak isteyen.
MUANİK (Unk. dan) Birbirinin boynuna sarılan, kucaklaşan.
MUANNE Muhâlefet etmek, karşı gelmek.
MUANNİD İnadcı. Muânid.
MUANNİF Ta'nif eden. Şiddetle azarlayan.
MUANVEN İsim sahibi. Ünvanlı. Ünvan verilen. Meşhur. Tantanalı.
MUAR Ödünç alınmış olan mal.
MUARAZA Bir şeyden yan verip sapmak. * Biri ile yarışmak. * Birbirine karşı gelmek. Sözle karşılıklı mücadele. Söz mücadelesi.
MUARAZA-İ BİL-HURUF Söz, yazı veya fikir ile birisine karşı gelmek. Sözlü mücâdele. (Bak: Muallekat-ı seb'a)
MUARAZA-İ BİS-SÜYUF Kılınçla, kuvvetle, silâhla mücadele etmek. Silâhla karşı koymak.
MUARE Zarar etmek.
MUAREFE Karşılıklı görüşme ve tanışma. * Gr: Nekre olmayan kelime. Muayyen ve harf-i târifli olmak. (Bak: Lâm)
MUAREKAT (Muâreke. C.) (Ark. dan) Vuruşmalar, savaşlar, kavgalar.
MUAREKE (C.: Muârekât) Kavga. Vuruşma. Muharebe. Döğüşme.
MUARIZ Bir şeyden yan çizen. Muâraza eden. Karşı gelen. (Bak: Münâkaşa)
MUARIZ-ÜL KELÂM (Bak: Maarîz-ül kelâm)
MUARIZÎN (Muârız. C.) Muârızlar, muhalifler. Karşı gelenler.
MUARRA Fenalıktan uzak. Boş. Beri. Yüksek. Temiz. Çıplak.
MUARREB Arablaştırılmış. Arablaşmış.
MUARREF Târif edilmiş, anlatılıp bildirilmiş. Bildik. Belli. Bilinen. * Gr: Harf-i târifli kelime. * Mat: Sınırlı. Hududlu.
MUARRES Çömlek koyacak yer. Gecenin geç vakitlerinde inilecek yer.
MUARRIK (Arak. dan) Tıb: Terletici ilâç.
MUARRIZ Dokunaklı söz söyliyen.
MUARRİF Târif edici. Anlatıcı. İzah edip bildirici. Tanıtan. Tercüman.
MUARRİFÂN (Tesniye şeklindedir) İki tarif edici. * f. Tarif ediciler. Muarrifler.
MUARRİYE Hekim bıçağı.
MUASAME Hıfzetmek, korumak.
MUASARA (Muâsarat) (Asr. dan) Muâsır olma. Aynı asır ve zamanda yaşama.
MUASAT İtâatsizlik etme. Baş kaldırma. İsyân etme.
MUASERE Fakirlik. * Zorluk, güçlük.
MUASFER Usfur ile boyanmış nesne.

Prof. Dr. Sinsi 09-10-2012 03:06 AM

Osmanlıca Sözlük (M Harfi)-Osmanlıca Sözlük (M Harfi)İle İlgili Kelimeler...
 
RE: Osmanlıca Sözlük (M Harfi) MUASIR Bir asırda yaşayanlardan herbiri. Hem asır olan. Aynı devirde yaşayan.
MUASIRÎN (Muasır. C.) (Asr. dan) Aynı asırda yaşayanlar. Bir asırda yaşamış olanlar.
MUASÎ İtaatsiz, isyan eden, baş kaldıran.
MUASKER (Asker. den) Ordu yeri, asker karargâhı. Ordunun muharebe zamanında toplandığı yer.
MUASSEL İçine bal katılmış. Ballı.
MUAŞAKA Sevişme. Ziyadesiyle arz-ı muhabbet etme. Birbirini sevme. Karşılıklı aşk ve muhabbet.
MUAŞERE Karışmak.
MUAŞERET Birlikte yaşanılanlar. * Sünnet dâiresinde insanlarla iyi münâsebet.
MUAŞIK (Işk. dan) Seven, âşık olan. Muhabbet eden.
MUAŞİR Muâşeret eden ve birbiriyle iyi geçinir olan.
MUAŞİRÂN (Muaşir. C.) Muaşirler. Birbirleriyle iyi geçinen kimseler.
MUAŞŞER (Aşr. dan) Onlu, onluk. On kısma bölünmüş. * Edb: Onar mısralık bendlerden teşekkül eden manzumeler.
MUAŞŞEŞ Ağaçlarında kuş yuvası çok olan yer.
MUAŞŞİR (Aşr. dan) Ondalıkçı. Öşürcü. Aşar memuru.
MUATAT Birbirine atâ etmek, karşılıklı hediyeleşmek. * Vermek.
MUATEB(E) Azarlanılan. Tekdir olunan. Azarlanmış. * Paylamak, çıkışmak.
MUATİB (İtâb. dan) Tekdir eden, paylıyan, azarlıyan.
MUATTAL Tatil edilmiş. Kullanılmaz olmuş. Battal edilmiş. Terkedilmiş. * İşsiz. Tenbel.
MUATTAR Itırlı, kokulu. * Güzel kokulu bir lâle çiçeğinin adı.
MUATTIL Atıl bırakan. İşsiz eden. İşe yaramaz hâle getiren.
MUATTILA Boş bırakılmış. Atâlete atılmış. * Hâlık'a itikat etmeyen. (Bak: Ta'til)
MUATTIŞ (Atş. dan) Susatan, susatıcı.
MUATTİS (Ats. dan) Aksırtan, aksırtıcı.
MUÂVAZA İki tarafın da ivaz vererek, anlaşarak yaptığı akit. Sayışma. Bir şeyi diğer bir şeye bedel, ivaz olarak vermek. Aslı olmadığı halde menfaat celbi için hususi bir surette müzakere ile yapılan hileli iş. Yapmacık.
MUÂVAZATEN Değiş yapma ile. İki tarafın da rızası dâhilinde değiştirme ile. * Hileli, dalavereli.
MUAVEDE(T) (Avdet. den) Dönüş, geri dönme, avdet etme. * Adet edinme.
MUAVEME (Ağaç) bir sene meyve verip, bir sene vermeme. * Bir seneliğine tutma.
MUAVENAT (Muâvenet. C.) Muâvenetler, yardım etmeler.
MUAVENET Yardımcılık. Yardım. Teâvün.
MUAVENET-İ NAKDİYE Para yardımı.
MUAVİD Geri dönen, avdet eden.
MUAVİN Yardımcı. Yardım eden. Vekil. * Mekteblerde ve resmi dairelerde müdürden sonra gelen idare memuru.
MUAVİYE (Mi: 603 - 682) Sahabe-i Kiramdan olup Şam'da yirmi seneden ziyade valilik yaptı, sonra hilâfetini ilân etti. Yirmi sene de halifelik yaptı. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtu Vesselâmın kayın biraderi ve vahiy kâtibi idi. Beni Ümeyye sülalesinden olan bu zattan itibaren İslâm Devletine, Emevi Devleti denmiştir. (Bak: Emevi Devleti)(Eğer denilse: Neden hilâfet-i İslâmiye Al-i Beyt-i Nebevide takarrur etmedi? Halbuki en ziyade lâyık ve müstehak onlardı?El-Cevab: Saltanat-ı dünyeviye aldatıcıdır. Al-i Beyt ise hakaik-ı İslâmiyeyi ve ahkâm-ı Kur'aniyeyi muhafazaya memur idiler. Hilâfet ve saltanata geçen, ya Nebi gibi mâsum olmalı veyahud Hulefâ-i Râşidin ve Ömer ibn-i Abdulaziz-i Emevi ve Mehdi-i Abbasi gibi harikulâde bir zühd-i kalbi olmalı ki; aldanmasın. Halbuki, Mısır'da Al-i Beyt nâmına teşekkül eden Devlet-i Fatımiyye hilâfeti ve Afrikada Muvahhidin hükümeti ve İranda Safeviler devleti gösteriyor ki; saltanat-ı dünyeviye Al-i Beyte yaramaz, vazife-i asliyesi olan hıfz-ı dini ve hizmet-i İslâmiyeti onlara unutturur. Halbuki saltanatı terk ettikleri zaman, parlak ve yüksek bir surette İslâmiyete ve Kur'ana hizmet etmişler. M.)
MUAVİYE Tilki eniği.
MUAVVAK (Avk. dan) Ta'vik edilip geriye bırakılmış iş.
MUAVVEC (İvec. den) Eğik, eğri, eğilmiş.
MUAVVEZ Gerdanlık. Nazarlık. Nüsha geçirilecek yer. * Evin etrafındaki mer'a.
MUAVVEZETÂN (Muavvezeteyn) Kur'ân-ı Kerim'in son iki suresi. (Dâima okunacak gâyet lüzumlu dersleri verdiği ve her çeşit şerli işlerden Allah'a sığınmayı tavsiye ve emrettiği için bu isim verilmiştir.)
MUAVVIK Ta'vik eden. Geriye bırakan. Oyalanan.
MUAVVİZAT (Bak: Felak)
MUAYEDE (Îd. den) Bayramlaşmak.
MUAYENE Zâhir ve âşikâre olmak, görünmek, belli olmak. * Gözden geçirme, yoklama, kontrol etmek.
MUAYENEHANE f. Hekimlerin, hastaları muayene ettikleri yer.
MUAYERE Ayarlama.
MUAYEŞE Beraberce hoşça geçinme.
MUAYİN (Ayn. dan) Kat'i ve kesin olarak belli olan. Görülmüş olan.
MUAYYEB (C.: Muayyebât) (Ayb. dan) Ayıplanmış.
MUAYYEBAT (Muayyeb. C.) Ayıp ve iğrenç şeyler.
MUAYYEN Görülmüş olan, kat'i olarak belli olan, belli, ölçülü, tayin ve tesbit olunmuş, karalaştırılmış.
MUAYYİN (Ayn. dan) Tâyin eden, belirten, belirtici.
MUAZADE Yardım etme.
MUAZALE Bir sözün mânasını başka sözle bağlayıp kelâmı arka arkaya getirme. * Kafiyeyi ayrılmıyacak şekilde mâkabliyle bağlama. * Sözde kelimeleri tekrarla kullanma.
MUAZERE Ma'zeret, özür dileme.
MUAZERE İnadlaşmak. * Yardımlaşmak. * Birbirinden kaçmak. * Ekin kuvvetlenmek.
MUAZID Yardım eden.
MUAZ İBN-İ CEBEL (Ebu Abdurrahman el Ensarî) Ashâb-ı Kirâm arasında hürmetle yâd olunan büyük fakihlerdendir. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın sağlığında Kur'an-ı Kerim'i cem'edip ezberleyen bahtiyarlardandır. Peygamberimiz, "Kur'ânı, Muaz İbn-i Cebel'den alınız" buyurmuştur. 157 hadis rivâyet etmiştir. Ürdün nâhiyesinde otuz yaşında olduğu hâlde ebediyete intikal etti. (R.A.)
MUAZZAM Büyük, iri, cesim, mükerrem, mübeccel, koskoca.
MUAZZAMÂT Büyük ve ağır işler. Muazzam şeyler.
MUAZZEB Eziyet çeken, azap içinde bulunan. Sıkıntıda kalan.
MUAZZEF Nefsin arzularını terkeden, zühd sâhibi.
MUAZZEL Ayıplanmış, ta'zil edilmiş. Azarlanmış, paylanmış.
MUAZZEZ Çok aziz. Muhterem. Çok sevgili, kıymettâr, izzetlendirilmiş.
MUAZZEZEN İzzet ve ikram ile, ikram olunarak, ağırlanarak.
MUAZZİ Sabredici.
MUAZZİB Ta'zib edin, azapla eziyet veren.
MUAZZİR (Özür. den) Ta'zir eden, sahte özür süren.
MUBADİL (Bak: Mübâdil)
MUBAH (İbâhe. den) İşlenmesinde sevab ve günah olmayan şey. * Fık: Yapılması ve yapılmaması şer'an câiz bulunan şey. (Yemek, içmek, uyumak gibi.)
MUBAHASE (Bak: Mübâhese)
MUBAHAT (Mubah. C.) Mübahlar. Günahı, sevabı olmayan, işlemesi ne haram, ne de helâl olan şeyler.
MUBAHHAL Cimri, tamahkâr, pinti.
MUBAHHAR Tütsülenmiş. * Buhar hâline gelmiş, buharlanmış.
MUBAREK (Bak: Mübârek)
MUBAREZE (Bak: Mübâreze)
MUBASARA Görme yarışına çıkma. İki kişinin, "hangimiz evvel görüyor" diye bir yere bakması.
MUBASSIR Gözetici, bekleyici, bakıcı. * Eskiden gümrüklerde muhafaza memuru ve mektebte talebenin inzibatına bakan memur.
MUBAŞERET (Bak: Mübâşeret)
MUBATAŞA İki kişi elleriyle birbirlerini kucaklamağa çalışma.
MUBATTIN Kin tutan, hased eden. * Karnı zayıf ve içine çökük olan.
MUBEMU f. Tel tel, kıl kıl. Birer birer. İnceden inceye, çok dikkatle.
MUBEND f. Saç bağı.
MUBİD Zerdüşt. Mecusi din adamı. * Tedbirli, akıllı adam.
MUBİK (C.: Mubikat) Helâk edici. * İsyan. * Büyük günah.
MUBİKAT (Vebk. den) Helâk edici şeyler. Mühlik.
MUBİKAT-I SEB'A İnsanı felâkete götüren yedi kebâir, yedi büyük günah: Katil, zinâ, şarab içmek, ukuk-ı vâlideyn (yâni; sılâ-yı rahmi terk), kumar oynamak, yalan şâhidliği, dine zarar verecek bid'alara tarafdarlık. (Bak: Kebâir)
MU'BİLE (C.: Meâbil) Yassı, uzun ok temreni.
MU'BİR Terkolunmuş, bırakılmış, terkedilmiş.
MUBSIR Görücü, gösterici, görünen, bilici, bildirici, vazıh ve âşikâr. * Mantık. Kelâm ve seyrin mutediline denir.
MUBSIRÂT (Mubsır. C.) Görünenler, görünen âlem.
MUBTAL İptal edilmiş.
MUBTIL İptal eden.

Prof. Dr. Sinsi 09-10-2012 03:06 AM

Osmanlıca Sözlük (M Harfi)-Osmanlıca Sözlük (M Harfi)İle İlgili Kelimeler...
 
RE: Osmanlıca Sözlük (M Harfi) MUCEB İcâb etmiş, lâzım gelmiş. Bir söz veya emrin icâb ettiği şey, netice. * Büyük bir memurun, kendisine sunulan evrakı tasdik için ettiği işaret.
MU'CEM İ'câm edilmiş, noktalanmış, noktalı. * Hadis şeyhlerinin herbirisi. * Harf-ı heca sırasına konularak, her birisinin tarikından müellife kadar gelen rivayetleri toplayan kitaba denir.
MUCER (Ecr. den) Kiraya verilmiş olan şey.
MUCEZ (İcaz. dan) İcaz yoluyla. Muhtasar ve mücmel bir tarzda. Kısaca.
MUCÎ (Vecâ. dan) Acıtan, ağrıtan.
MUCİ' (Vecâ'. dan) Elem ve acı veren.
MU'CİB (Aceb. den) Taaccübe, hayrete düşüren. Şaşkınlık veren.
MUCİB (Mucibe) İcâb eden, lâzım gelen. * Bir şeyin peydâ olmasına vesile ve sebep olan. Gereken. Gerektiren, lâzım gelen.
MUCİB-İ BİZZAT İster istemez kendisi işi yapmaya mecbur olan. Serbest ve istediği gibi hareket edemeyen. (Meselâ: Güneş ışığının, güneşin kendi zâtının zaruri neticesi olması gibi.)
MUCİB-İ İSTİKRAH Nefrete, sevmemeye sebeb olan.
MUCİB-İ TEYAKKUZ Teyakkuzu, yâni uyanıklığı icâb ettiren.
MUCİBE-İ KÜLLİYE Man: Müsbet ve umumi (şumüllü) olan kaziye.
MUCÎB (Cevab. dan) İcabet eden, uyan. Kendisinden istenilen iş ve suali cevaplandıran.
MUCİBAT (Mucib. C.) Sebepler.
MU'CİBE Taaccüb edilecek, şaşılacak şey.
MUCİD Yeni bir şey icad eden, meydana getiren, bulan. * Yaratan. Yoktan var eden.(Ve keza, bu fâni dünyadan da çıkacaksın. Öyle ise, aziz olarak çıkmaya çalış. Vücudunu Mucidine fedâ et. Mukabilinde büyük bir fiat alacaksın!.. M.N.)
MUCİD-İ HAKİKÎ İcad etme iktidarının yegâne sahibi mânasında olarak (Allah) hakkında kullanılır.
MUCİR (Ecir. den) İcar eden, kiraya veren. (Bak: Mücir)
MU'CİR Bir çeşit kadın başörtüsü. Eşarp.
MUCİZ Kısa. Muhtasar. Özlü. Az sözün çok mânâ ifâde edeni.
MUCÎZ İcâzet veren, izin veren.
MU'CİZ İnsanı âciz bırakan iş. Aynısını yapmakta başkalarını acze düşüren, kudretsiz kılan, kimsenin yapamıyacağı yolda olan.
MU'CİZ-ÜL BEYAN Beyanı herkesi âciz bırakan.
MU'CİZAT Mu'cizeler. Allah tarafından verilip, yalnız peygamberlerin gösterebilecekleri büyük harika işler.
MU'CİZAT-I AHMEDİYE (A.S.M.) Hz. Muhammed'in (A.S.M.) mu'cizeleri. (Bak: Mu'cize)
MU'CİZAT-I SEB'A Yedi meşhur mu'cize, yedi külli i'caz esasları.
MU'CİZBEYAN f. Anlatış tavrı herkese benzemeyen. Tarz-ı beyanı mu'cize olan. Kur'an-ı Kerim.
MU'CİZE İnsanların, yapmasında âciz kaldıkları ve ancak Allah tarafından peygamberlere nasib olan hârika. Kerametten yüksek, fevkalâde hâdise. * Mu'cize, Halik-ı Kâinat tarafından peygamberlerin hakkaniyetine ait bir tasdiktir. Sahih hadislerle mu'cizeler haber verilmiş ve tesbit edilmiştir.(... Mu'cize davâ-yı nübüvvetin isbatı için münkirleri ikna etmek içindir. İcbâr için değildir. Öyle ise davâ-yı Nübüvveti işitenler için ikna edecek bir derecede mu'cize göstermek lâzımdır... S.)
MU'CİZ-EDA f. Mu'cize gösteren. Başkalarının yapamıyacağı kadar mu'cize derecesinde iş ortaya koyan. Edası mu'ciz olan.
MU'CİZEGU(Y) f. Mu'cize gibi söz söyleyen.
MU'CİZEKÂR f. Mu'cizeli, mu'cize hâlinde, başkalarını âciz bırakan.
MU'CİZNÜMA f. Mu'cize gösteren.
MUÇİNE f. Cımbız.
MUDA' Fık: Emâneten kendine bir şey bırakılan kimse. * Serkeş ve oynak olmayıp, mazlum ve sâkin olan at.
MU'DAL (Mu'dıl) Güç, içinden çıkılmaz, girift.
MUDAREBAT (Mudarabe. C.) Mudarebeler, döğüşmeler, vuruşmalar.
MUDAREBE (Darb. dan) Döğüşme, vuruşma. * Bir taraftan sermaye diğer taraftan emek ile kurulan ticaret şirketi. (O.L.)
MUDARİB (Darb. dan) Döğüşen. Birbirlerine vuran.
MUDCER (Ducret. den) Sıkıntılı olan. Sıkılmış.
MUDCİR (Ducret. den) Sıkıntı veren, sıkan, gamlandıran.
MU'DEM Bir şeyi yitiren, kaybeden.
MUDGA Et parçası, bir çiğnem et.
MUDHAK Kendisine gülünen. Soytarı. Gülünç hâle düşen.
MUDHİK Güldürücü, güldüren, maskaralık ederek halkı güldüren.
MUDHİKÂT (Mudhike. C.) (Dıhk. den) Gülünecek şeyler. Mudhikeler.
MUDHİKE Gülünç şey, gülünecek hâl. Komedya.
MUDİ' Fık: Malının muhâfazasını başkasına emânet ve havâle eden.
MUDÎ Işık verici, parlak ve ruşen olan.
MU'DÎ Sirâyet edici, bulaşıcı, sâri.
MUDÎK (Bak: Muzîk)
MU'DİL(E) (C.: Mu'dilât) Zor, güç ve çetin.
MU'DİLAT (Mu'dal. C.) Büyük, ağır, çetin ve zor işler.
MUDİLL İdlâl edici, yoldan çıkaran, eğri yola teşvik edici.
MUDİLLE (Dalâlet. den) Baştan çıkaran, azdıran, doğru yoldan saptıran.
MU'DİM Öldüren, idam eden.
MUDİYYEN Giderek, geçerek.
MUFAD (Bak: Müfad)
MUFADALA (Bak: Mufâzala)
MUFADDEL Faziletlendirilmiş, diğerlerinden ayrıca fazilet itibarıyla temayüz etmiş, yükselmiş.
MUFADDIL Faziletlendiren, iyilik eden ve nimet veren.
MUFADDILÎN Faziletliler. Yüksek ve büyük zatlar.
MUFAHHAM Büyüklük kazanmış, kerem sahibi, itibarlı, azim, büyük.
MUFAHHAM (Fahm. dan) Kömürleşmiş, kömür halini almış.
MUFARAKAT Ayrılık, ayrılmak.
MUFARRİT (Fart. dan) Kusur yapan, eksik işleyen. Aşırı giden.
MUFASALA Ayrılma.
MUFASSAL Tafsilli, tafsilâtlı, izahlı. Geniş mâlumatlı, kısımlara ayrılıp anlatılmış.
MUFASSALAN Geniş, izahlı olarak. Tafsilâtlıca. Kısımlara ayrılıp anlatılmış olan.
MUFASSIL Kısımlara ayrılan, fasıl fasıl ayıran, adalet eden.
MUFAVVAZ Yapılması ısmarlanmış.
MUFAVVİZ Bir kimseye bir vazifeyi veren. Yapmasını ısmarlıyan.
MUFAZ Çok, bol. Bereketli, feyizli.
MUFAZALA Fazilet ve meziyetle birbiri ile yarışma.
MUFAZZAL (Fazl. dan) Başkalarına üstün tutulmuş. Tafdil edilmiş.
MUFAZZAZ Gümüş kaplamalı, gümüşlü.
MUFAZZİH Rezil eden.
MUFÎ İfa eden, ödeyen, yerine getiren.
MUFSİH Fesâhetle ve düzgün olarak konuşan.
MUFTIR (Fıtr. dan) Oruç açan, iftar eden.
MUG (C.: Mugan) Mecusi. Ateşperest. Ateşe tapan. Zerdüşt dininde olan.
MUGABBER Tozlu nesne.
MUGABENE (Gabn. dan) İki taraf birbirini aldatma.
MUGABESE Karıştırmak.
MUGADDÎ (Mugazzi) Gıdalı, besleyici, gıdası çok, faydalı.
MUGADERE (Mugaderet) Bırakmak, salıvermek.
MUGAFAZA Ansızdan tutmak.
MUGALAKA Diğerleri karışmayarak iki kişinin atlarıyla yarışması.
MUGALATA (Galat. dan) Karşısındakini yanıltmak için söz söylemek. Doğruya benzer yanlış sözler. Safsata. Hatalı ve yanlış söz. Demagoji. * Man: Vehimlerden terekküb eden kıyastır.
MUGALATAT (Mugalata. C.) Safsatalar. Demagojiler. Mugalâtalar.
MUGALAZA Düşmanlık, husumet, adâvet.
MUGALEBE Üstün olmağa, galib gelmeyeğe çalışmak. Birisine galib gelmek.
MUGALGAL Haber.
MUGALLAT(A) (Galat. dan) Yanlış telâffuz edilmiş.
MUGALLEB Defâlarca mağlup olan kişi.
MUGALLÎ (Galeyân. dan) İyice kaynatılmış. * Ihlamur, papatya gibi çiçeklerin kaynatılmış suyu.

Prof. Dr. Sinsi 09-10-2012 03:07 AM

Osmanlıca Sözlük (M Harfi)-Osmanlıca Sözlük (M Harfi)İle İlgili Kelimeler...
 
RE: Osmanlıca Sözlük (M Harfi) MUGAMERE (Ga, uzun okunur) Nefsini zorluğa ve şiddete zorlama.
MUGAMESE Suya daldırışmak, birbirini suya daldırmak.
MUGAMEZE Birini göz işaretiyle zemmetme.
MUGAMİR Nefsini tehlikeye koyan kişi.
MUGAMMED (Gamd. dan) Örtülü, kılıflı. Kınına konmuş.
MUGAMMER İşten anlamıyan bön kimse.
MUGAN (Mug. C.) f. Mecusiler, ateşe tapanlar. Zerdüştler.
MUGANE Ateşe tapan mecusilerin âyini.
MUGANNÎ Nağmeli ve çeşitli sesle okuyan, ahenkle okuyucu. * Hoş sesle öten.
MUGANNİYE Şarkıcı kadın.
MUGAR Düşman üzerine hücum etmek.
MUGARRAK (Gark. dan) Suya daldırılmış. * Gümüşle süslü.
MUGARRİD Pek güzel öten kuş. * Yüksek sesle nefse hoş gelen şarkılar söyliyen.
MUGAS Yaban narının kökü.
MUGASMER Kaba dokunmuş kötü bez.
MUGASSAS Kalıba dökülmüş.
MUGAŞŞÎ (Gaşy. den) Bayıltıcı, bayıltan.
MUGATTÎ Perdelenmiş, örtülmüş. Üstü örtülü.
MUGAVELE Bir kimseyi azdırıp yoldan çıkarmak. * Helâk etmek.
MUGAVERE Yağma, çapul.
MUGAYEBE Kaybolma. * Bir kimseyi arkasından zemmetme. Gıybet etme.
MUGAYERET (Gayr. den) Aykırılık. Uymazlık. Başka türlü olma.
MUGAYİR Aykırı. Uymaz. Zıd. Başka türlü.
MUGAYLAN Çölde yetişen bir nevi dikenli çalı. Deve dikeni.
MUGAYLANGÂH f. Dünya.
MUGAYLANZAR f. Dünya. * Deve dikeni biten yer, dikenlik.
MUGAYYEB (C.: Mugayyebât) (Gayb. dan) Kayıp. Kaybedilmiş.
MUGAYYEBAT (Magibât) Zâhir duygularla bilinmeyen, bizce gaip olan, bilinmeyen şeyler.
MUGAYYEBÂT-I HAMSE Beş bilinmeyen. Bizce gaib olan beş şey:1- Kıyamet vakti, 2- Yağmurun ne zaman yağacağı, 3- Ana rahmindeki çocuğun mahiyeti ve ceninin isti'dadı ve mânevi simasının ne olduğu, 4- Yarın insan hayr ve şer olarak ne kazanacağını, 5- İnsanın nerede öleceğini Allah bildirmedikçe kimse bilemez. Bunlara mefâtih-ül gayb da denir.("Mugayyebât-ı Hamse"ye dair Sure-i Lokman'ın âhirindeki âyetin hakkında mühim sualinize gayet mühim bir cevap isterken, maatteessüf şimdiki hâlet-i ruhiyem ve ahvâl-i maddiyem o cevaba müsaid değildir. Yalnız sualinizin temas ettiği bir iki noktaya gayet mücmel işaret edeceğiz. Şu sualinizin meâli gösteriyor ki, ehl-i ilhad tarafından tenkid suretinde mugayyebât-ı hamseden yağmurun gelmek vaktine ve rahm-i mâderdeki ceninin keyfiyetine itiraz edilmiş. Demişler ki: "Rasathânelerde bir âletle yağmurun vakt-i nüzulü keşfediliyor. Onu da Allah'dan başkası da biliyor. Hem röntgen şuâiyle rahm-i maderdeki ceninin müzekker, müennes olduğu anlaşılıyor. Demek mugayyebat-ı hamseye ıttıla' kabildir"?Elcevap: Yağmurun vakt-i nüzulü bir kaideye merbut olmadığı için, doğrudan doğruya meşiet-i hâssa-i İlâhiyye ile bağlı ve hazine-i rahmetten hususi iradeye tâbi olduğunun, bir sırr-ı hikmeti şudur ki: Kâinatta en mühim hakikat ve en kıymetdar mahiyet, nur, vücud ve hayat ve rahmettir ki, bu dört şey; perdesiz, vasıtasız, doğrudan doğruya Kudret-i İlâhiyye ve meşiet-i hassa-i İlâhiyyeye bakar. Sair masnuatta zahiri esbab; kudretin tasarrufuna perde oluyorlar. Ve muttarid kanunlar ve kaideler, bir derece irade ve meşiete hicab oluyor. Fakat vücud, hayat ve nur ve rahmette o perdeler konulmamış. Çünki; perdelerin sırr-ı hikmeti o işte cereyan etmiyor. Madem vücudda en mühim hakikat rahmet ve hayattır; yağmur, hayata menşe ve medâr-ı rahmet, belki ayn-ı rahmettir. Elbette vesait perde olmıyacak. Kaide ve yeknesaklık dahi, meşiet-i hassa-i İlâhiyyeyi setretmiyecek; tâ ki, her vakit herkes herşeyde şükür ve ubudiyete ve sual ve duaya mecbur olsun. Eğer bir kaide dahilinde olsaydı, o kaideye güvenip şükür ve rica kapısı kapanırdı. Güneşin tuluunda ne kadar menfaatler olduğu mâlumdur. Halbuki muttarid bir kaideye tabi olduğundan, Güneşin çıkması için dua edilmiyor ve çıkmasına dair şükür yapılmıyor. Ve ilm-i beşerî, o kaidenin yoluyla yarın Güneşin çıkacağını bildiği için, gaibden sayılmıyor. Fakat yağmurun cüz'iyatı bir kaideye tâbi olmadığı için, her vakit insanlar rica ve dua ile dergâh-ı İlâhiyyeye ilticaya mecbur oluyorlar. Ve ilm-i beşerî, vakt-i nüzulünü tayin edemediği için, sırf hazine-i rahmetten bir nimet-i hassa telâkki edip hakiki şükrediyorlar.İşte bu âyet, bu nokta-i nazardan yağmurun vakt-i nüzulünü, Mugayyebat-ı Hamse'ye idhal ediyor. Rasadhanelerdeki âletle, bir yağmurun mukaddematını hissedip vaktini tayin etmek, gaibi bilmek değil, belki gaibden çıkıp âlem-i şehadete takarrubu vaktinde bazı mukaddematına ıttıla' suretinde bilmektir. Nasıl, en hafi umur-u gaybiye vukua geldikte veyahud vukua yakın olduktan sonra hiss-i kabl-el-vukuun bir nev'iyle bilinir. O, gaybı bilmek değil; belki o, mevcudu veya mukarreb-ül-vücudu bilmektir. Hatta ben kendi âsâbımda bir hassasiyet cihetiyle yirmi dört saat evvel, gelecek yağmuru bazen hissediyorum. Demek yağmurun mukaddematı, mebâdileri var. O mebâdiler, rutubet nev'inden kendini gösteriyor, arkasından yağmurun geldiğini bildiriyor. Bu hal, aynen kaide gibi, ilm-i beşerin gaibden çıkıp daha şehadete girmiyen umura vüsule bir vesile olur. Fakat daha âlem-i şehadete ayak basmayan ve meşiet-i hassa ile rahmet-i hassadan çıkmıyan yağmurun vakt-i nüzulünü bilmek, ilm-i Allâm-ül-Guyub'a mahsustur.Kaldı İkinci Mes'ele: Röntgen şuâiyle rahm-ı mâderdeki çocuğun erkek ve dişisini bilmek ile $ âyetinin meâl-i gaybîsine münafi olamaz. Çünki: Âyet yalnız zükuret ve ünuset keyfiyetine değil, belki o çocuğun acib istidad-ı hususisi ve istikbalde kesbedeceği vaziyetine medar olan mukadderat-ı hayatiyesinin mebâdileri, hatta simasındaki gayet acib olan sikke-i Samediyet muraddır ki, çocuğun o tarzda bilinmesi, ilm-i Allâm-ül-Guyub'a mahsustur. Yüzbin röntgen-misal fikr-i beşerî birleşse, yine o çocuğun umum efrâd-ı beşeriyeye karşı birer alâmet-i fârikası bulunan yalnız hakiki sima-yı vechiyesini keşfedemez. Nerede kaldı ki sima-yı veçhisinden yüz defa daha harika olan istidadındaki sima-yı mâneviyi keşfedebilsin. Başta dedik ki: Vücud ve hayat ve rahmet, bu kâinatta en mühim hakikatlardır ve en mühim makam onlarındır. İşte onun için o câmi hakikat-ı hayatiye, bütün incelikleriyle ve dekaikiyle irade-i hassaya ve rahmet-i hassaya ve meşiet-i hassaya bakmalarının bir sırrı şudur ki; hayat, bütün cihazatiyle ve cihâtiyle şükür ve ubudiyet ve tesbihin menşe' ve medârı olduğundandır ki, irade-i hassaya hicab olan yeknesaklık ve kaidelik ve rahmet-i hassaya perde olan vesâit-i zahiriye konulmamıştır. Cenab-ı Hakkın rahm-ı mâderdeki çocukların sima-yı maddî ve mânevîlerinde iki cilvesi var:Birisi : Vahdetini ve Ehadiyetini ve Samediyetini gösterir ki, o çocuk âzâ-yı esasîde ve cihazat-ı insaniyenin envâında sair insanlarla muvafık ve mutabık olduğu cihetle, Hâlık ve Sâniinin vahdetine şehadet ediyor. O cenin bu lisan ile bağırıyor ki: "Bana bu sima ve âzâyı veren kim ise, bütün esasat-ı âzâda bana benzeyen bütün insanların sânii dahi O'dur. Ve hem bütün zihayatın sânii O'dur."İşte rahm-i mâderdeki ceninin bu lisanı, gaybî değil, kaideye ve ıttırada ve nev'ine tâbi olduğu için mâlumdur, bilinebilir. Âlem-i şehadetten âlem-i gayba girmiş bir daldır ve bir dildir.İkinci Cihet : Sima-yı istidadiye-i hususiyesi ve sima-yı veçhiye-i şahsiyesi lisaniyle Sâniinin ihtiyarını, iradesini ve meşietini ve rahmet-i hassasını ve hiçbir kayd altında olmadığını, bağırıp gösteriyor. Fakat bu lisan, gayb-ül-gaybdan geliyor. İlm-i ezeliden başkası, kabl-el-vücud bunu göremiyor ve ihata edemiyor. Rahm-i mâderde iken bu simanın binde bir cihazatı görünmekle, bilinmiyor!Elhasıl: Ceninin sima-yı istidadîsinde ve sima-yı veçhiyesinde hem delil-i vahdaniyet var, hem ihtiyar ve irade-i İlâhiyyenin hücceti vardır. L.)
MUGAYYEBE Gizli şey. Görünmeyen ve saklı olan nesne.
MUGAYYER (Gayr. dan) Değiştirilmiş, başkalaştırılmış. Tağyir edilmiş.
MUGAYYİR Tağyir eden, değiştiren.
MUGAZANE Gözün yanlarında olan büklüm.
MUGAZEBE Karşılıklı olarak birbirini kızdırıp gazaba getirme.
MUGAZELE (Ga, uzun okunur) Aşıkane şakalaşma, lâtifeleşme.
MUGAZIB Gadap etmek, kızmak, hiddetlenmek.
MUGBEÇE (C.: Mugbeçegân) f. Meyhaneci çırağı. * Mecusi çocuğu.
MUG-BEÇEGÂN (Mugbeçe. C.) f. Mecusi çocukları. * Meyhâne çırakları.
MUGBER (Gubar. dan) Gücenmiş, darılmış, küskün. * Tozlanmış, tozlu.
MUGBERR-ÜL HÂTIR Hatırı kalmış, gücenmiş.
MUGBİR Gücenmiş. İğbirar sahibi. * Toz koparan.
MUGF Uyuyan.
MUGFEL (Guful. den) Aldatılmış, iğfâl olunmuş. Kandırılmış.
MUGFİL Aldatan, iğfal eden.
MUGİDD Gadap edici, kızgın, hiddetlenici.
MUGÎS Yardım eden, yardıma koşan. Medet edici. Muin.
MUGİŞŞ Birisini fenalığa bırakan, aldatan.
MUG-KEDE f. Meyhane. * Ateşe tapanların ibadethanesi.
MUGLAK (Galak. den) Kapalı, kilitli. * Anlaşılmaz, çapraşık söz.
MUĞLAKAT (Muğlak. C.) Kapalı ve anlaşılması zor olan şeyler.
MUĞLAKİYYET Muğlak olma hali. Anlaşılmazlık.
MUGLİYY Kaynamış çiçek, papatya veya ıhlamur suyu.
MUGNAT İhtiyaç.
MUGNÎ Def'edici, kovan. * Zengin eden, müstağni kılan. * Doyuran gönlünü tok eden.
MUGRAK (Gark. dan) Batmış veya batırılmış (suya). Gark edilmiş.
MUGRE Bulanıklık.
MUGREM Âşık, tutkun.
MUGREMUN Ağır borca uğratılmış olanlar.
MUGRİB Anka kuşu.
MUGRÎL şişmiş maktul.
MUGŞA (Gaşy. den) Bürünmüş, örtülmüş.
MUGTAB Gıybet söyleyici, gıybet eden.
MUGTANEM Ganimet olarak alınmış olan, alınan.
MUGTASIB Gasb eden, zorla alan.
MUGTEBIT Gıbta olunmuş, hâli iyi olan kimse.
MUGTEDÎ (Gıda. dan) Gıda alan, gıdalanan. Beslenen.
MUGTELİM Hırs ve şehveti çok olan.

Prof. Dr. Sinsi 09-10-2012 03:07 AM

Osmanlıca Sözlük (M Harfi)-Osmanlıca Sözlük (M Harfi)İle İlgili Kelimeler...
 
RE: Osmanlıca Sözlük (M Harfi) MUGTEMİZ Gammazlıyan.
MUGTENEM (Ganimet. den) Ganimet olarak alınmış.
MUGTENİM Ganimet olarak alan. Bedava alan. Ganimet bilen.
MUGTERİB (Gurub. dan) Batan, gurub eden. * Gurub. * (Gurbet. den) Gurbete giden. Gurbete çıkan.
MUGTERİF Elini daldırarak avucuyla su alan.
MUGTERİK Batan, suda boğulan, garkolan.
MUGTESİL (Gusl. den) Yıkanan, gusleden.
MUGVE (C: Mugveyât) Canavarı düşürüp yakalamak için kazıp ağzını örttükleri kuyu.
MUGZİB (Gazab. dan) Gazaba getiren, kızdıran.
MUHAB Kendisinden ürkülüp korkulan.
MUHABA Korku, perva, havf, çekingenlik.
MUHABBET Sevgi, sevme. * Sohbet. Ruhun, kendisinden lezzet duyduğu şeye meyletmesi. (Zıddı: Buğzetme ve adavettir.)(Eğer denilse: Al-i Beyt'e muhabbeti, Kur'an emrediyor. Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm çok teşvik etmiş. O muhabbet, Şialar için belki bir özür teşkil eder. Çünki ehl-i muhabbet, bir derece ehl-i sekirdir. Ne için Şialar hususan Râfızîler, o muhabbetten istifade etmiyorlar; belki, işâret-i Nebeviye ile o fart-ı muhabbetten mahkûmdurlar.Elcevab: Muhabbet iki kısımdır:Biri : Mâna-yı harfiyle, yâni; Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm hesabına, Cenab-ı Hak nâmına, Hazret-i Ali ile Hasan ve Hüseyin ve Âl-i Beyt'i sevmektir. Şu muhabbet Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın muhabbetini ziyadeleştirir. Cenab-ı Hakk'ın muhabbetine vesile olur. Şu muhabbet meşrudur, ifratı zarar vermez, tecavüz etmez, başkalarının zemmini ve adavetini iktiza etmez.İkincisi : Mâna-yı ismiyle muhabbettir. Yâni: Bizzat onları sever. Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm'ı düşünmeden Hazret-i Ali'nin kahramanlıklarını ve kemâlini ve Hazret-i Hasan ve Hüseyin'in yüksek faziletlerini düşünüp sever. Hattâ Allah'ı bilmese de, Peygamber'i tanımasa da yine onları sever. Bu sevmek, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın muhabbetine ve Cenab-ı Hakk'ın muhabbetine sebebiyet vermez; hem ifrat olsa, başkaların zemmini ve adavetini iktiza eder.İşte işaret-i Nebeviye ile, Hazret-i Ali hakkında ziyade muhabbetlerinde, Hazret-i Ebu Bekir-is Sıddık ile Hazret-i Ömer'den teberri ettiklerinden hasârete düşmüşler. Ve o menfi muhabbet, sebeb-i hasârettir. M.)
MUHABBETDARANE Muhabbete yakışır şekilde.
MUHABBETKÂR Muhabbetli, sevgi gösteren.
MUHABBETNAME f. Sevgisini bildiren yazılı kâğıt. Aşkını bildiren yazı.
MUHABBETULLAH Cenab-ı Hakk'a karşı beslenen ihlâslı sevgi.(...Sende, senin nefsine olan şedid muhabbetin O'nun zâtına karşı muhabbet-i zâtiyedir ki, sen su-i istimal edip kendi zâtına sarfediyorsun. Öyle ise, nefsindeki eneyi yırt, hüveyi göster. Ve kâinata dağınık bütün muhabbetlerin, O'nun esmâ ve sıfâtına karşı verilmiş bir muhabbettir. Sen su-i istimal etmişsin, cezasını da çekiyorsun. Çünkü yerinde sarfolunmayan bir muhabbet-i gayr-i meşruanın cezası, merhametsiz bir musibettir. Rahman-ür-Rahim ismiyle hurilerle müzeyyen Cennet gibi senin bütün arzularına câmi' bir meskeni, senin cismani hevesatına ihzar eden ve sair esmâsiyle senin ruhun, kalbin, sırrın, aklın ve sair letâifin arzularını tatmin edecek ebedi ihsanatını, o cennette sana müheyya eden ve her bir isminde mânevi çok hazine-i ihsan ve kerem bulunan bir Mahbub-u Ezelinin, elbette bir zerre muhabbeti, kâinata bedel olabilir. Kâinat O'nun bir cüz'i tecelli-i muhabbetine bedel olamaz. S.)(Velâyet yollarının ve tarikat şubelerinin en mühim esası ihlâsdır. Çünkü, ihlâs ile hafi şirklerden halâs olur. İhlâsı kazanmıyan, o yollarda gezemez ve o yolların en keskin kuvveti, muhabbettir. Evet muhabbet; mahbubunda bahaneler aramaz ve kusurlarını görmek istemez. Ve kemâline delâlet eden zayıf emâreleri, kavi hüccetler hükmünde görür. Dâima mahbubuna tarafdardır.İşte bu sırra binaendir ki, muhabbet ayağı ile marifetullaha teveccüh eden zâtlar şübehata ve itirâzata kulak vermezler, ucuz kurtulurlar. Binler şeytan toplansa, onların mahbub-u hakikisinin kemâline işaret eden bir emareyi, onların nazarında ibtal edemez. Eğer muhabbet olmazsa, o vakit kendi nefsi ve şeytanı ve harici şeytanların ettikleri itirazât içinde çok çırpınacak. Kahramancasına bir metanet ve kuvvet-i imân ve dikkat-ı nazar lâzımdır ki, kendisini kurtarsın.İşte bu sırra binaendir ki, umum meratib-i velâyette, mârifetullahtan gelen muhabbet, en mühim mâye ve iksirdir. Fakat muhabbetin bir vartası var ki, ubudiyyetin sırrı olan niyazdan, mahviyetten, naza ve dâvaya atlar, mizansız hareket eder. Mâsiva-yı İlâhiyeye teveccühü hengâmında, mâna-yı harfîden mâna-yı ismîye geçmesi ile, tiryak iken zehir olur. Yâni gayrullahı sevdiği vakit Cenab-ı Hak hesabına ve onun nâmına, onun bir âyine-i esmâsı olmak ciheti ile rabt-ı kalb etmek lâzım iken; bazan o zâtı o zât hesabına kendi kemâlât-ı şahsiyesi ve cemâl-i zâtîsi nâmına düşünüp, mâna-yı ismîyle sever. Allah'ı ve Peygamber'i düşünmeden yine onları sevebilir. Bu muhabbet, muhabbetullaha vesile değil, perde oluyor. Mâna-yı harfî ile olsa, muhabbetullaha vesile olur, belki cilvesidir denilebilir. M.)( $ âyetinde i'cazlı bir îcaz vardır. Çünki çok cümleler, bu üç cümlenin içinde dercedilmiştir. Şöyleki: Şu âyet diyor ki: "Allah'a (Celle Celâluhu) imanınız varsa elbette Allah'ı seveceksiniz. Mâdem Allah'ı seversiniz, Allah'ın sevdiği tarzı yapacaksınız. Ve o sevdiği tarz ise, Allah'ın sevdiği zâta benzemelisiniz. Ona benzemek ise, ona ittiba etmektir. Ne vakit ona ittiba etseniz. Allah da sizi sevecek. Zâten siz Allah'ı seversiniz, tâ ki, Allah da sizi sevsin". L.)
MUHABERAT Muhabereler. Haberleşmeler. Haberleşme yapan dâireler.
MUHABERE Haberleşme. Karşılıklı birbirine haber verme.
MUHABERE MEMURU Telgrafçı.
MUHABİR Haber veren, haberci. * Gazeteye havadis gönderen kimse.
MUHACAT (Hecv. den) Birbirini hicvetme. Karşılıklı olarak birbirlerini yerme.
MUHACAT Bilmece hususunda birbiriyle zekâ yarışına çıkma.
MUHACCE (Hüccet. den) İddiâ edip münakaşa ederek deliller ve hüccetler gösterme. İsbatlar gösterme.
MUHACCEB Perdelenmiş, tecrid edilmiş. Perde ile ayrılmış.
MUHACCEL Ayağı sekili, beyazlı at. * Gerdeğe konulmuş.
MUHACERE Birbirini men'etmek, birbirine engel olmak.
MUHACCİL (Haclet. den) Utandıran, tahcil eden.
MUHACEMAT Hücumlar, üşüşmeler. Her taraftan ve birden hücum etmeler.
MUHACEME Hücum etme, saldırma.
MUHACERAT Göç etmeler, hicretler. Muhacirlik.
MUHACERET (Hicret. den) Hicret etme, göç etme, göçme.
MUHACET (Hecv. den) Karşılıklı olarak birbirini hicvetme, yerme.
MUHACEZE Fısıldamak.
MUHACİM Hücum eden, saldıran.
MUHACİMÎN (Muhâcim. C.) Hücum edip saldıranlar, üşüşenler.
MUHACİR Göç eden, bir memleketten kalkıp, başka bir yere yerleşen. * Mc: Allah'ın yasak ettiğinden uzaklaşan.
MUHACİRÎN Göç edenler, hicret edenler. İslâmiyetin ilk zuhurunda İslâm olanlardan Mekke'den Medine'ye hicret eden sahâbeler. (Bak: Ensar)
MUHADAA(T) (Had'. dan) Aldatma, hile yapma, oyun etme.
MUHADAT Hediyeleşmek. Karşılıklı olarak hediyeler vermek.
MUHADDA' Aldana aldana bilgi ve tecrübe sâhibi olan.
MUHADDAB Boyanmış.
MUHADDAR Yeşil renkle boyanmış. Rengi yeşil yapılmış.
MUHADDE (Hadde. den) Bilenmiş. * Sınırlanmış, belirlenmiş, hudutlandırılmış.
MUHADDE Muhâlefet, uyuşmazlık.
MUHADDEB Kamburlu, tümsekli, üstü yumru olan. Dürbin camı gibi yumru olan.
MUHADDED Sınırı belirtilmiş olan. Sınırlanmış, tahdid edilmiş.
MUHADDED Eti buruşmuş olan.
MUHADDER (Muhaddere) Kapalı, örtülü. * Nâmuslu müslüman kadını.
MUHADDES Haber verilmiş. Tahdis olunmuş, şükranla bildirlimiş. Sadık-ül hads olan kimse. * Her zan, tahmine feraseti isabetli olan. * Nakil ve rivayet edilmiş olan.
MUHADDİD Keskinleştirici, bileyici. * Sınırlıyan, sınırını tâyin eden. Tahdid eden. Hududlandıran.
MUHADDİR Şişiren, kabartan.
MUHADDİR(E) Uyuşturucu ilâç.
MUHADDİRAT (Muhaddire. C.) Uyuşturucu ilâçlar.
MUHADDİS Hadis ilminin bir çok usul ve füruunu bilen zât. Peygamber Efendimizin (A.S.M.) hâl ve sözlerini bize nakleden ve hadis ilminin mütehassısı.
MUHADDİSÎN Hadis ilmiyle uğraşan eskiden gelmiş büyük ve kâmil zâtlar. Peygamberimizin (A.S.M.) sözünü işiterek bildirenler. (Bak: Hâfız)

Prof. Dr. Sinsi 09-10-2012 03:07 AM

Osmanlıca Sözlük (M Harfi)-Osmanlıca Sözlük (M Harfi)İle İlgili Kelimeler...
 
RE: Osmanlıca Sözlük (M Harfi) MUHADDİSÎN-İ MUHADDESÛN Allah tarafından kendilerine ilham olunan muhaddisler.
MUHADDİŞ Kulağı tırmalıyan. Tahdiş eden.
MUHADEA Aldatmak, hilecilik, oyun etmek.
MUHADEME Hizmet etmek.
MUHADENET Yakın ahbablık, samimiyet. Dostluk.
MUHADENET Barışma. * Veda etme.
MUHADERE Sür'at etmek.
MUHADESE (Hadis. den) Konuşma. Birbirine hikâye söyleme.
MUHADEŞE Tırmalama. Sıkıntı ve zahmet verme.
MUHADİ' (Had'. dan) Aldatan, kandıran. Hile eden, oyun yapan.
MUHADİANE f. Aldatarak, hile yaparak.
MUHADİŞ Zahmet, ıztırab ve sıkıntı verici. Tırmalayıcı.
MUHAFAZA Zarar ve ziyandan sakınıp korumak. * Himâye ve hıfzetmek. Gözetlemek. * Bir şeye devamlı olmak.
MUHAFAZAKÂR f. Koruyucu. * Dinî amel ve işlere muhabbet eden. Dinî inanışında sağlam olan ve değiştirmeden muhafaza eden yüksek ve sâdık insan.
MUHAFAZAT Muhafızlık, koruyuculuk.
MUHAFETE Söyleme, yavaş okuma.
MUHAFFEF Hafiflendirilmiş, hafif edilmiş olan.
MUHAFFİF (Hıffet. den) Hafifleten, hafifletici.
MUHAFIZ Muhafaza eden. Değiştirmeyen. Saklayan. Koruyan. Bekçi.
MUHAFIZÎN (Muhafız. C.) Muhafızlar, bekçiler. Bir yeri koruyup bekleyen kimseler.
MUHAHA Kemikten çıkan nesne.
MUHAK (Mahâk - Mihâk) Her arabi ayın son üç gecesi.
MUHAKAT Bir kimseyi ahmak yerine koyma.
MUHAKAT Müşabehet eylemek. Bir kimseyi taklid etmek. * Birbirine hikâye söylemek.
MUHAKEMAT (Muhakeme. C.) Muhakemeler.
MUHAKEME (C.: Muhakemât) (Hüküm. den) Dava için iki tarafın mahkemeye baş vurması. * İki tarafın mahkemeye baş vurması. * İki tarafı dinleyip hüküm vermek. * Düşünmek. * Zihinde inceleme yapmak. * Karar vermek için iyice düşünmek.
MUHAKEME-İ GIYABİYE Dâvâcılardan biri veya her ikisi de bulunmadıkları hâlde mahkemece verilen karar.
MUHAKÎ Benzeyen, benzer olan.
MUHAKKA Çekişme. * Hak iddia etme.
MUHAKKAK(A) (Hakk. dan) Hakikatı ve gerçeği belli olmuş. Tahkik edilmiş. Doğru. * Mutlaka ne olursa olsun.
MUHAKKAR Hakir görülen. Hakarete uğramış.
MUHAKKİK Hakikatı araştırıp bulan. İç yüzüne inceliyerek vakıf olan. * Hakikat âlimi. Hakikatlara hakkı ile vakıf ve ehl-i tahkik olan büyük İslâm âlimi.
MUHAKKİKANE f. Gerçeği ve hakikatı araştıran bir kimseye yakışır surette. Muhakkik olan bir insana yakışacak şekilde.
MUHAKKİKÎN Hakikatı bulup meydana çıkaranlar. * İç yüzünü araştırıp bulan büyük İslâm âlimleri ve velileri. Hakikat araştıran, hak âlimleri.
MUHAKKİR Hakir gören, zelil ve hor gören.
MUHAKKİRÂNE f. Tahkir edercesine. Hakarette bulunurcasına.
MUHAL İmkânsız, vukuu mümkün olmayan. Bâtıl, boş söz. * Hurâfe olan nazariye.
MUHAL-İ ÂDİ Herkesin anlayabileceği imkânsızlık ve muhal. Az düşünenlerin de bilebileceği, mümkün olmayan iş.
MUHALAA (Muhâlaat) Birbirlerinden resmen ayrılma (karı-koca.)
MUHALAT (Muhal. C.) Mümkün olmayanlar. Muhaller. Muhal ve bâtıl olan şeyler.
MUHALATA (Halt. dan) Karışma, güzel uyuşma, anlaşma.
MUHALATÂT Güzel anlaşmalar, karışmalar, uyuşmalar.
MUHALE Dostluk, sadâkat.
MUHALEBE Beraberce süt sağmak.
MUHALEFET Kabulsüzlük. Karşı durma. Uyuşmazlık. Zıt gitmek. Zıddiyet. Muvafık olmamak.
MUHALEFET-ÜN Lİ-L HAVADİS Cenab-ı Hakk'ın ne zâtında ne sıfâtında (mevcud olsun, mevhum olsun, muhayyel olsun), hiç bir şeye hiç bir cihette benzememesi.
MUHALESE Bir şeyi alıp kaçmak.
MUHALESET (Hulus. dan) Birbirlerine iyi muamele etme. Birbirleriyle dostça geçinme.
MUHALHİL Havayı hafifleten.
MUHALİB Süt sağan. * Devrin hayır ve şerli işlerini tecrübe eden.
MUHALİF Uymayan. Birbirine benzemiyen. Birbirine zıt olan. * Başka şekilde düşünen. * Karşı duran.
MUHALİFÎN Muhalif olanlar. Muhalifler.
MUHALİF Yardımcı.
MUHALLA Tahliye olunmuş. Boşaltılmış. * Serbest bırakılmış.
MUHALLA Süslenmiş. Süs yapılmış.
MUHALLAK Tıraş olmuş. * Hacıların Mina'da tıraş oldukları yer.
MUHALLASA Mevruz otu denilen bir nevi ot.
MUHALLEB Nakışı ve güzelliği çok olan elbise. * Cam. * Aldanmış.
MUHALLED (Huld. dan) Ebedî. Dâimî. Bâki. Sürekli olarak kalan.
MUHALLEDAT (Muhalled. C.) Dâimî olarak kalacak şeyler. * şâheserler.
MUHALLEDÎN (Muhalled. C.) Sürekli ve dâimî olarak kalan şeyler.
MUHALLEDÛN Bâki ve dâimî olanlar. * Dâimî surette Cennet'te kalacak olanlar.
MUHALLEF Bir ölünün bıraktığı mal. * Geride kalan.
MUHALLEFAT (Muhallefe. C.) Ölen bir kimsenin bıraktığı şeyler. Metrukât.
MUHALLEFE Ölen bir adamın dul kalan karısı.
MUHALLES Kurtarılmış. Tahlis olunmuş.
MUHALLIK Tıraş eden. * Tıraş olan.
MUHALLÎ Süslendiren, yaldızlayan.
MUHALLÎ Boşaltan. Tahliye eden.
MUHALLİD (Huld. den) Ebedîleştiren. Devamlı, sürekli ve ebedî kılan.
MUHALLİL (Hall. den) Eriten. Analiz yapan, tahlil eden. * Fık: Üç talakla boşanan ve iddetini bitiren bir kadınla evlenen erkek. (Karıyı boşayan birinci kocaya: Muhallelün leh denir.) * Tıb: Şişlere, iltihablara yarıyan ilaç.
MUHALLİM Halim selim eden. Yavaş kılan. (Öfkeli birisini) yumuşatan.
MUHALLİS (Halâs. dan) Kurtaran, halâs kılan, tahlis eden.
MUHALLİT (Halt. dan) Karıştıran, tahlit eden.
MUHALÜN ALEYH Fık: Havaleyi ödeyecek kimse. Üzerine havale yapılan şahıs.
MUHALÜN BİH Fık: Birine havale olunan mal.
MUHALÜN LEH "Lehine gönderilen" Alacaklı olan kişi.
MUHAMAT Korumak. * Avukatlık etmek. * Birinden birşeyi def etmek.
MUHAMERE Karışmak. * Gizlemek.
MUHAMESE Fısıldaşma.
MUHAMÎ Avukat. * Himaye eden.
MUHAMMAT Kızdırılmış nesne.
MUHAMMED Pek çok tekrar tekrar övülmüş, medhedilmiş meâlinde bir isim olup ilk olarak Peygamberimize (A.S.M.) verilmiştir. (Allahımızın bütün insanlara son peygamberi olan Hz. Muhammed (A.S.M) Efendimiz, Arabistan'da Mekke-i Mükerreme şehrinde milâdi 571 tarihinde dünyaya teşrif etmişlerdir.Fahr-i Âlem Efendimiz, Kureyş kabilesinden ve Haşim âilesindendir. Muhterem pederinin adı Abdullah, dedesinin adı Abdülmuttalib, vâlidesinin adı ise Amine'dir.Peygamberimizin (A.S.M.) baba cihetinden mübarek nesebleri şöyledir. Hz. Muhammed İbn-i Abdullah, ibn-i Abdulmuttalib, Haşim, Abdi Menaf, Kusey, Hakim, Mürre, Keab, Lüey, Galib, Fihr, Mâlik, Nazr, Kinane, Huzeyme, Müdrike, İlyas, Mudar, Mirar, Mead, Adnan. Adnan da İsmâil Aleyhisselâm'ın oğlu Kıyzar'ın neslindendir. Adlarını yazdığımız bu zatlardan her birinin evlâdı birçok kabilelere ayrılmış, Mâlik'in oğlu Fihr'in evlâdından da Kureyş kabilesi teşekkül etmiştir.Resul-i Ekrem Efendimizin (A.S.M.) vâlidesi cihetinde yüksek nesebleri de şöyledir: Hz. Muhammed ibn-i Amine Bint-i Vehb, ibn-i Abdi Menaf, ibn-i Zühre, ibn-i Hâkim.Peygamber Efendimizin (A.S.M.) babası tarafından mübârek nesebiyle anası tarafından nesebi, Mürre oğlu Hâkim'de birleşirler.Peygamber Efendimizin dedesi ve zamanında Kureyş kabilesinin reisi bulunan Abdülmuttalib, Kâbe-i Muazzama'nın mütevellisiydi. Ebu Tâlib, Ebu Leheb, Hâris, Zübeyr, Hamza, Abbas, Abdullah v.s. adında onüç oğlu vardı. Fakat bunların içinde en fazla Abdullah'ı severdi. Çünki onda başka bir güzellik, başka bir nuraniyet vardı. Abdülmuttalib, bu sevgili oğluna Benî Zühre reisi Vehb'in kızı Amine'yi nikâhla aldı. Abdullah Hazretleri, Peygamber Efendimiz doğmadan iki ay evvel bir ticaret kafilesiyle Medine-i Münevvere'ye gidip orada vefat etti ki, daha yirmibeş yaşında bulunuyordu. Bu cihetle Fahr-i Âlem Efendimiz (A.S.M.) yetim kaldı.Peygamber Efendimizin çocukluk devresi pek kudsi bir halde geçmiştir. Daha doğar doğmaz bir takım hârikalar meydana gelmiştir. (Bak: Delâil-i Nübüvvet) Süt anası, Beni Sa'd kabilesinden Haris'in refikası Halime idi. Dört sene onun yanında kaldı. Annesi Hz. Amine ile birlikte Medine-i Münevvere'ye dayı-zâdeleri bulunan Neccar oğullarını ziyarete gittiler. Sonra Mekke-i Mükerreme'ye dönerlerken Hz. Amine, Ebva denilen yerde daha yirmi yaşında olduğu halde vefat etti. Altı yaşında öksüz kalan Peygamberimizi, Ümmieymen adındaki dadısı alıp, Mekke-i Mükerreme'ye getirip dedesi Hz. Abdülmuttalib'e teslim etti. İki sene sonra da dedesi vefat edince amcası Ebu Tâlib'in yanında kaldı.Peygamber Efendimiz gençliğinde Kureyş kabilesi arasında büyük bir şeref ve şânı haiz bulunuyordu. Kendisine "Muhammed-ül Emin" deniliyordu. Yirmibeş yaşında iken, pek yüksek bir ruha sahib, pek şerefli bir hânedana mensub olan ve daha genç iken dul kalmış olup çok zengin olan Huveylid kızı Hatice ile evlendi. Peygamber Efendimiz, tam kırk yaşlarına girince Peygamberlik şerefine nâil oldu. Kendisine peygamberlik verilince ilk evvel çevresinde bulunan kişileri hususi surette İslâm dinine dâvet etmişti. Bu dâveti ilk önce Hz. Hatice vâlidemiz kabul etti. Sonra Kureyşin büyüklerinden olan Hz. Ebubekir-is sıddık ile Peygamberimizin âzatlısı olan Zeyd ibn-i Harise ve peygamberimizin amcası Ebu Tâlib'in oğlu olup, henüz dokuz-on yaşlarında olan Hz. Ali kabul ettiler. Bir müddet sonra da Hz. Ebubekir'in vasıtasıyla Osman bin Affan, Abdurrahman ibn-i Avf, Sa'd ibn-i Ebu Vakkas, Zübeyr ibn-ül Avvam, Talha-t-übnü Ubeydullah Hazretleri İslâmiyetle müşerref oldular.Bi'setin ondördüncü senesinde Mekke'deki müslümanlar, Medine-i Münevvere'ye hicret ettiler. Peşinden de Peygamberimiz Hz. Ebubekir ile birlikte hicret etti. (Bak: Hicret)Peygamberimiz (A.S.M.) hicretin onbirinci senesinin Rebiülevvel ayının onikisinde pazartesi günü Medine-i Münevvere'de hücre-i saadetinde vefat etti.) (B.İ.İ.)(Şu kâinatın Sâhib ve Mutasarrıfı, elbette bilerek yapıyor ve hikmetle tasarruf ediyor. Ve her tarafı görerek tedvir ediyor. Ve her şeyi bilerek, görerek terbiye ediyor ve her şeyde görünen hikmetleri, gayeleri, faydaları irade ederek tedvir ediyor. Mâdem yapan bilir; elbette bilen konuşur. Mâdem konuşacak, elbette zişuur ve zifikir ve konuşmasını bilenlere konuşacak. Mâdem zifikirle konuşacak; elbette zişuurun içinde en cem'iyetli ve şuuru külli olan insan nev'i ile konuşacaktır. Mâdem insan nev'i ile konuşacak, elbette insanlar içinde kabil-i hitab ve mükemmel insan olanlarla konuşacak. Mâdem en mükemmel ve istidâdı en yüksek ve ahlâkı ulvi ve nev'-i beşere muktedâ olacak olanlarla konuşacaktır. Elbette, dost ve düşmanın ittifakı ile, en yüksek isti'datta ve en âli ahlâkta ve nev-i beşerin humsu ona iktida etmiş ve nısf-ı arz onun hükm-ü mânevîsi altına girmiş ve istikbal onun getirdiği nurun ziyası ile bin üçyüz sene ışıklanmış; ve beşerin nuranî kısmı ve ehl-i imanı mütemadiyen günde beş defa onunla tecdid-i biat edip, ona dua-i rahmet ve saadet edip, ona medh ve muhabbet etmiş olan Muhammed (A.S.M.) ile konuşacak.. ve konuşmuş ve Resul yapacak ve yapmış; ve sair nev-i beşere rehber yapacak ve yapmıştır. M.) (Bak: Fahr-i Kâinat ve Resulullah ve Mefhar-ı mevcudat)(Zât-ı Zülcelâl (C.C.) demiş: $ Bütün ümmet, hattâ düşmanları da dahil olduğu halde icma etmişler ki, bütün ahlâk-ı haseneye câmi'dir.Nübüvvetten evvel ondaki ahlâk-ı hamidenin kemâline tercüman olan Muhammed'ül Emin ünvaniyle iştihar etmişler.Hazret-i Aişe (R.A.) her vakit derdi: $ Demek Kur'an tazammun ettiği bütün ahlâk-ı haseneye câmi idi. İşte o Zât-ı Kerimde icma-ı ümmetle tevatür-ü mânevî-i kat'îyle sabittir ki; insanların sîreten, sureten en cemili ve en halimi ve en sâbiri ve en şâkiri ve en zâhidi ve en mütevazii ve en afifi ve en cevâdı ve en kerimi ve en rahimi ve en âdili, herkesten ziyade mürüvvet, vakar, afv, sıhhat-ı fehim, şefkat gibi ne kadar secâya-yı âliyye varsa en mükemmel bir fihriste-i nuranîsidir. Bunların içindeki nokta-i i'caz şudur ki: Ahlâk-ı hasene çendan birbirine mübayin değil, fakat derece-i kemâlde birbirine müzaheme eder. Biri galebe çalsa öteki zayıflaşır. Meselâ: Kemâl-i hilm ile kemâl-i şecaat, hem kemal-i tevazu ile kemal-i şehamet, hem kemal-i merhamet ve mürüvvet, hem tam iktisat ve itidal ile tamam-ı kerem ve sehavet, hem gayet vakar ile nihayet haya, hem gâyet şefkat ile nihayet Elbuğzu fillah, hem gayet afv ile nihayet izzet-i nefs, hem gayet tevekkül ile nihayet içtihad gibi mecâmi-i ahlâk-ı mütezahime birden derece-i âliyyede bir zâtta içtimâı müzayakasız inkişafları mu'cizelerin mu'cizesidir. Bediüzzaman)

Prof. Dr. Sinsi 09-10-2012 03:07 AM

Osmanlıca Sözlük (M Harfi)-Osmanlıca Sözlük (M Harfi)İle İlgili Kelimeler...
 
RE: Osmanlıca Sözlük (M Harfi)
MUHAMMED SURESİ Kur'an-ı Kerim'in 47. Suresi olup Kıtal Suresi de denir. Medine-i Münevvere'de nâzil olmuştur.
MUHAMMEDÎ Hz. Muhammed'e (A.S.M.) mensub olan. Müslüman. (Ecnebi dillerinde geçen bu mânadaki tabirlere göre Muhammedî, Muhammedîlik: Müslüman ve Müslümanlık mânasına gelmektedir.)
MUHAMMEDİYYUN Müslümanlar. Hz. Muhammed'in (A.S.M.) ümmetinden olanlar.
MUHAMMEN (Hamn. den) Tahmin edilen. Ortalama olarak bir değer kabul edilen. Sanılan.
MUHAMMER (Hamr. dan) Mayalanmmış, ekşiyip kabarmış. * Yoğurulmuş.
MUHAMMER (Himâr. dan) Kendine eşek denilmiş. Eşeğe benzetilmiş. Tahmir olunmuş.
MUHAMMERE Başı beyaz, cesedi siyah olan koyun. * Örtülmüş nesne.
MUHAMMES Ateş üzerinde kızdırılıp kurutulmuş. (Kavrulmuş kahve gibi)
MUHAMMES Beşli. Beş katlı. Tahmis edilmiş. * Edb: Her bendi beş mısrâlı olan manzume. * Birbiri ardından gelen ve kapalı olarak uç uca eklenmiş beş kenarın meydana getirebileceği çeşitli şekillerden her biri. Beşgen.
MUHAMMES-İ MUNTAZAM Geo: Düzgün beşgen.
MUHAMMEZ (Hamz. dan) Oksitlenmiş, paslanmış.
MUHAMMIS Mısır, kahve gibi şeyleri kavuran veya kavurarak satan kimse. * Tava.
MUHAMMİN Tahmin eden, sanan, karar veren, değer biçen kimse. Eksper.
MUHAMMİR (Hamr. dan) Tahmir eden. Mayalayan. Ekşitip kabartan. Yoğuran.
MUHAMMİR Kızdırıcı ilâç.
MUHAN Kendine ihanet olunmuş. * Alçak kimse.
MUHANNA Çarpık, bükük, eğri. * Kınalanmış.
MUHANNES Kadınlaşmış erkek. Alçak tabiatlı. * Korkak. Nâmerd. Kalleş.
MUHANNET Mumyalanmış, tahnit edilmiş.
MUHANNİT Mumyalayan, tahnit eden.
MUHAREBAT (Muhârebe. C.) (Harb. den) Harpler, muhârebeler. Harbetmeler, savaşmalar.
MUHAREBE (C.: Muharebât) Harbetmek. Karşılıklı cenk. Cidal.
MUHARECE Parmaklarıyla hesap edip taksim etmek.
MUHAREDE Men'etmek, engel olmak.
MUHAREF Fakir.
MUHARESE(T) (Hirâset. den) Muhâfaza, koruma.
MUHAREŞE Kışkırtma, halkı birbirine düşürme.
MUHAREZE Saklamak.
MUHARİB Harbeden. Cenkci. Cengâver. * Cesur. Atılgan. Kahraman. * İyi harbeden. Harb usullerini iyi bilen.
MUHARİBEYN İki savaşçı, iki cengâver, iki muhârib.
MUHARRAK (Harik. den) Yakışmış, yanmış. Tahrik olunmuş.
MUHARRECE Boynunda tasması olan köpek.
MUHARREF (Harf. den) Tahrif edilmiş. Değiştirilmiş. kalem karıştırılmış. Bozuk. İfsâd ederek tahrib edilmiş.
MUHARREFAT (Muharref. C.) Tahrif edilmiş ve değiştirilmiş şeyler.
MUHARREM Arabi ayların başı, birincisi. * Haram edilmiş olan. * Bu muharrem ayında Müslümanlıktan evvel Arablar arasında muharebe yasaktı. Bundan dolayı bu isim verilmiştir. * Haram kılınmış, tahrim olunmuş. (Bak: Eşhür-ü hurum)
MUHARREMÂT Haramlar. Haram edilen şeyler. Dinimizce helâl olmayan şeyler.
MUHARRER Tahrir olunmuş. * Yazılmış. Yazılı.(Muharrer : İyice azadlanmış, tam hürriyetine kavuşturulmuş demektir ki; ibadette muhlis veya mâbed hâdimi yahut da dünyadan azade mânalarıyla da tefsir edilmiştir. E.T.)
MUHARRERÂT Yazılı şeyler. Yazılmış kâğıtlar. Mektuplar.
MUHARRERÂT-I RESMİYE Resmi mektublar veya yazılar.
MUHARRİB Tahrib eden. Harâb eden. Yıkan. Bozan. Perişan eden.
MUHARRİBÎN (Muharrib. C.) Yıkıp yok edenler. Harab edenler.
MUHARRİC (Bak: Tahric)
MUHARRİF Tahrif eden. Bozan. Silen. Hilecilik yapan.
MUHARRİK (Hark. dan) Tahrik eden, çok yakan. * Çok susatan, çok harâret veren. * Yakıp yıkan.
MUHARRİK Harekete getiren. Hareket veren. Tahrik eden. Teşvik eden. Ayaklandıran.
MUHARRİKE Hareket veren duygu.
MUHARRİR Yazan. Tahrir eden. Kâtib. Kitab te'lif eden. Gazetede yazı yazan.
MUHARRİRÎN (Muharrir. C.) Muharirler, yazarlar. Eser sâhipleri, müellifler.
MUHARRİS Hırslandıran. Tamah ve hırsı artıran.
MUHARRİSÂNE f. Hırslandırırcasına.
MUHARRİŞ Tırmalayan, azdıran, tahriş eden.
MUHARRİT İshâl verici bir ilâç.
MUHARRİZ Kışkırtan. Teşvik ve tahriz eden.
MUHASAMA (Muhasamet) (C.: Muhâsamât) Muhalefet. İki taraf arasındaki düşmanlık. Birbiri ile çekişmek. Birbirine husumet etmek.
MUHASAMAT (Muhasama. C.) Düşmanlık. İki taraf arasındaki husumet.
MUHASAMET (Bak: Muhasama)
MUHASARA Etraftan çevirmek. Kuşatmak. Düşmanı etraftan sarmak. Abluka etmek.
MUHASARA Bir kişinin, diğer kimsenin elini tutup yürümesi veya ellerini birbirinin kuşağına sokup yürümeleri.
MUHASEBAT (Muhasebe. C.) Hesap işleri, hesap görme işleri. Hesap dâireleri.
MUHASEBE Hesablaşmak. Hesab görmek. Hesab işi ile uğraşmak. Hesab işini gören resmi makam.
MUHASEDE (Hased. den) Birbirini çekememe, hased etme, kıskanma.
MUHASIM Düşmanlık eden. Düşman olan taraflardan biri. Hasım olan. Birbirini dâva edenlerden her biri. Karşı tarafı tutan.
MUHASIMEYN Bir dâvâ veya çekişmede birbirine karşı olan iki kimse.
MUHASIMÎN (Muhasım. C.) Düşmanlar, muhasımlar.
MUHASIR (C.: Muhasırîn- Muhasırûn) (Hasr. dan) Etrafının kuşatıp saran. Muhasara eden.
MUHASIRÎN (Muhâsır. C.) Muhasara edenler, etrafını kuşatanlar.
MUHASIRÛN (Muhasırîn) Düşmanı etraftan kuşatanlar. Muhasara edenler.
MUHASİB Hesab eden. Hesap işi ile uğraşan. Muhasib.
MUHASSAL Netice. Husule gelen. Tahsil olunan. Hâsıl olmuş bulunan. Toplanılmış, cem'olunmuş. Hülâsa. Sözün kısası.
MUHASSAL-İ KELÂM Sözün kısası.
MUHASSALA (Husul. den) Elde edilen netice, hâsıl olan sonuç. * Fiz: Bileşke.
MUHASSAN (Hısn. dan) Kuvvetlendirilmiş, istihkâmlandırılmış.
MUHASSAS Birine âid kılınmış. Tahsis edilmiş. Has kılınmış. Ayrılmış. Tâyin edilmiş.
MUHASSASAT (Muhassas. C.) Devlet bütçesinden, devlet dâireleri için ayrılan para. * Bir kimseye verilmiş olan maaş veya tayın.
MUHASSENAT (Muhassene. C.) Üstünlük sebepleri. * Güzel, hayırlı ve faydalı işler.
MUHASSER Hasret kalmış, tahsir olunmuş.
MUHASSIL Husule getiren. Hâsıl eden. Meydana getiren.
MUHASSIN Kale gibi mahfuz ve sağlam kalan ve kendini haramdan koruyan. (Bak: Muhsın)
MUHASSIR Hasrette bırakan. * Mina ile Arafat arasında Muhassir vadisi. Ebrehe'yi mağlub eden Ebabil kuşlarının taş yağdırdıkları mevki.
MUHASSİL Sütü çok emdiğinden hasta olan çocuk.
MUHASSİN (Hasen. den) Güzelleştiren, güzellik veren.
MUHASSİR (C.: Muhassirîn) (Hasar. dan) Zarara uğratan. Hasar ve ziyan verdiren.
MUHASSİRÎN (Muhassir. C.) Zarar ve ziyan verdirenler. Hasara uğratanlar.
MUHASSİS Tahsis eden. Has kılan. Hususileştiren.
MUHAŞ Yanmış nesne.
MUHAŞŞA Hâşiye yazılmış. Tahşiye olunmuş.
MUHAŞŞEM Sarhoş, mest.
MUHAŞŞİ Hâşiye yazan. Hâşiyeliyen.
MUHAŞŞİ' Kibirli bir kimsenin kibir ve gururunu kıran.
MUHAŞŞÎ (Haşyet. den) Korkutan, ürküten.
MUHAŞŞİD Tahşideden. Bir yere toplayan.
MUHAŞŞİM Keskinliği dolayısıyla sarhoş edici şey.
MUHAŞŞİN Öfkelendiren, kızdıran. Gücendiren.
MUHAT İhâta olunmuş. Etrafı çevrilmiş. Etrafı kuşatılan. Bir şey içinde bulunan.
MUHAT Burundan akan sümük. * Sümük gibi ve yapışkan cisim.
MUHATAB Söyleyeni dinleyen. Kendisine hitab edilen. * Gr: İkinci şahıs.
MUHATABA Birbirine söz söyleme, hitabetme. * Mc: Çekişme.
MUHATABAT (Muhâtaba. C.) Konuşmalar.
MUHATAB İTTİHAZ ETMEK Karşısındakilerini dinleyen. * Dinleyici kabul edip, sözünü dinliyor bilmek. * Konuşmaya lâyık görmek.
MUHATARA Tehlike. Korkulacak hâle tutulmak. * Zarar. Ziyan. Korku. * Tehlike ve zarar ihtimali olan.
MUHATARA-İ İZMİHLÂL Dağılma tehlikesi.
MUHATARAT (Muhatara. C.) Zararlar, ziyanlar, hasarlar. * Korkular. Tehlikeler.
MUHATIB (Hutbe. den) Birine söz söyliyen. Hitâbeden.
MUHATTAT (Hatt. dan) Çizilmiş, resmi yapılmış.
MUHATTATA İstasyon.
MUHATTIT (Hatt. dan) Çizen, resmini yapan.
MUHAVELE İsteme, taleb etme. Bir şeyi yapmaya girişme.
MUHAVERAT (Muhavere. C.) Konuşmalar. Muhâvereler. Karşılıklı görüşüp konuşmalar.
MUHAVERE (C.: Muhaverat) Konuşma. Görüşerek konuşma.
MUHAVEZE Muhalefet, uyuşmazlık.
MUHAVVEF Korkulu. Korkutulmuş.
MUHAVVEL Hâvâle edilmiş. Ismarlanmış. Tebdil ve tağyir edilmiş. Değiştirilmiş. Bırakılmış.
MUHAVVEN Hâinleşen. Tahvin edilen.
MUHAVVET Etrafına sur ve duvar çekilmiş yer.
MUHAVVIT Duvar çeken, tahvit eden.
MUHAVVİC Muhtaç edici.
MUHAVVİF Korkutan. Korkutucu.
MUHAVVİFÂNE f. Dehşetlice. Korkutucu bir vaziyette. Korkutmak suretiyle.
MUHAVVİL Başka hâle koyan. Değiştiren. Tahvil eden.
MUHAVVİL-ÜL HAVLİ VE-L AHVÂL Havli, kuvveti ve hâlleri değiştiren, başka şekle sokan Cenâb-ı Hak (C.C.)
MUHAVVİLE (Havl. den) Fiz: Elektrik cereyanını, akımını başka hâle koyan. Transformatör.
MUHAYA Bölünemiyen bir şeyi nöbetleşe ve sıra ile kullanma.
MUHAYEE Pay edilmesi ve bölünmesi mümkün olmayan bir şeyi sıra ile nöbetleşe kullanma.
MUHAYENE Belirli bir zaman için kiralama.
MUHAYYA Yüz, vech.

Prof. Dr. Sinsi 09-10-2012 03:07 AM

Osmanlıca Sözlük (M Harfi)-Osmanlıca Sözlük (M Harfi)İle İlgili Kelimeler...
 
RE: Osmanlıca Sözlük (M Harfi) MUHAYYEB Yoksun bırakılmış, mahrum kılınmış.
MUHAYYEBEN Mahrum ederek. Yoksun bırakarak.
MUHAYYEL Tahayyül edilmiş. Hayâl olarak düşünülmüş. Zihinde tasarlanmış.
MUHAYYELAT (Muhayyele. C.) Hayâl edilmiş olan şeyler. Muhayyel olan şeyler.
MUHAYYEM (Hayme. den) Çadırı kurulmuş ordugâh. * Kurulmuş çadır. * Çadırda yatan insan. Kamp yeri.
MUHAYYEMGÂH f. Ordu çadırlarının kurulduğu yer. Ordugâh.
MUHAYYER (Hayr. dan) Seçilmesi serbest olan. Seçmece. Beğenmece.
MUHAYYİB Yoksun bırakan, mahrum kılan.
MUHAYYİBÂNE f. Mahrum ve yoksun bırakırcasına.
MUHAYYİL Tahayyül eden. Hayal kuran. Zihinde olmayacak şeyleri düşünen.
MUHAYYİLE Kuvve-i hayâliye. Hayâl kurma merkezi. Zihinde bulunan hayal kuvveti.
MUHAYYİR Hayret veren. Hayrette bırakan. Şaşkınlık veren.
MUHAYYİR-ÜL UKUL Akıllara hayret veren. Akılları şaşırtan, akılları durduran.
MUHAYYİR İlmî şeyler arasında seçim yaparak beğenmeyi serbest eden. Muhayyer kılan.
MUHAZAH Mukabele olmak, karşılık olmak.
MUHAZANE Çocuklara şaşırtıp sevindirecek şeyler söylemek.
MUHAZARA Yemiş olmadan henüz ham iken satmak.
MUHAZARA (C.: Muhazarât) (Huzur. dan) Hatırda tutulan şeyler. * Tarihi ve edebi fıkra ve hikâyeler anlatma. * Konferans verme.
MUHAZARÂT (Muhazara. C.) Akılda tutulan faydalı bilgiler veya hikâyeler.
MUHAZAT Aynı hizâda bulunmak, karşı durmak, karşı olmak.
MUHAZAT-I NİSA Fık: Kadınlarla erkeklerin namazda aynı hizada aynı safta beraber durmaları (ki, bazı şartlar müvacehesinde namazı ifsad eden bir haldir.)
MUHAZAT Yüz yüze gelme, karşılaşma.
MUHAZELE Hakirlik, aşağılık, rezillik.
MUHAZERE Birbirini korkutmak. * İhtiraz etmek. * Uyanık olmak.
MUHAZÎ (Hiza. dan) Birbirinin karşısında ve bir hizada bulunan. Paralel.
MUHAZREB Katı bükülmüş ip.
MUHAZZA Birbirini tahrik edip bir işe kandırmak.
MUHAZZAB Boyanmış, tahzib olunmuş.
MUHAZZAR Yeşile boyanmış. Yeşil renk ile renklendirilmiş.
MUHAZZİ' Saman ve ot kesmekte kullanılan bir çeşit ziraat makinesi.
MUHAZZİL Alçaklık ve bayağılık içinde bırakan. Tahzil eden.
MUHAZZİLÂNE f. Alçaklık ve bayağılıkla.
MUHAZZİL Korkutucu.
MUHAZZİR Tahzir eden. Sakındıran. Çekindiren.
MUHBİR Haber veren. Haberci. Haber toplayan. * Birisinin fenâlığını alâkadar makama haber veren. Jurnalcı.
MUHBİR-İ SÂDIK Peygamberimiz Hz. Muhammed'in (A.S.M.) bir ismi. Diğer Peygamberlere de denebilir. Çünkü hepsi sâdık, sağlam, doğru haberleri insanlara ulaştırmışlar, kendilerine bildirilenleri aynen bildirmişler, insanları doğruluğa, felâha, hakka, hakikata, imana dâvet etmişlerdir.
MUHBİT Alçak gönüllü, mütevazi. Mütezellil.
MUHCEN Kısa boylu ve suyu az olan bir bitki çeşidi.
MUHDA' (MIHDA') Kiler.
MUHDAR (Muhzar) Hazırlanmış. * Amellerinin sâhifelerini müşâhede etmiş olarak.
MUHDEC İçine esvap koydukları küçük ev, kiler. * Azâsı noksan olan.
MUHDES İhdas edilmiş. Sonradan meydana gelmiş, eskiden olmayan. * İlm-i Hâlde: Şer'î temizliği gitmiş, abdest veya guslü lâzım gelmiş olan.
MUHDÎ (Bak: Mühdi)
MUHDİS Hâdiseye sebeb olan. İhdas eden. Yeni bir şey ortaya çıkaran.
MUHEYH Beyincik.
MUHFES Seri, hızlı.
MUHH (C.: Mihâh) İlik. * Beyin. * Cevher, madde.
MUHH Yumurtanın sarısı. * Eskiyip köhne olmak.
MUHIKK (Muhik) Haklı. Hakkı yerine getiren. Haklı olan.
MUHIKKANE f. Haklı olarak. Haklı olmak suretiyle. İhkak-ı hak etmek suretiyle.
MUHİBB Seven. Muhabbet eden. Dost. Hayrı isteyen.
MUHİBBAN f. (Muhibbin) Dostlar. Muhabbet edenler. Sevilenler. Sevgi besleyenler. Bir kimsenin taraflıları.
MUHİBBANE f. Severek. Dostça. Dosta yakışır surette.
MUHİBBE Kadın sevgili. Kadın dost.
MUHİBBÎ Muhibb ile alâkalı. * Kanuni'nin nazımda kullandığı mahlâs.
MUHÎF (Muhife) Korkunç. Korkutucu.
MUHÎL İhâle eden. Havâle eden. * Fık: Borcunu başkası ödemesi için havâle eden kimse. Başkasının borcuna nakleden.
MUHÎLÎ Hilekârlık. Sahtekârlık. Hile.
MUHİLL (Halel. den) İhlâl eden. Bozan. Sakatlayan. Karıştıran.
MUHİLL-İ ÂSÂYİŞ Asâyişi ihlâl eden. Güvenliği bozan.
MUHİLL-İ NÂMUS Nâmusa zarar veren, nâmusa dokunan.
MUHİN Zayıflatan, hor ve hakir eden. İhanet eden.
MUHÎS Zindan.
MUHİSS (Hiss. den) Hissettiren, duyuran.
MUHİŞ Korkutan, korku veren.
MUHİT İhata eden. Etrafını kuşatan, çeviren. * Etraf. Çevre. * Büyük deniz. Okyanus. * Mc: Büyük âlim.
MUHİT-İ ARZ Dünyanın çevresi.
MUHİT-İ DÂİRE Mat: Daire çevresi. Çember.
MUHİT-İ NİGÂH Göz çevresi.
MUHİTAT (Muhit. C.) Çevreler, muhitler.
MUHKEM Sağlam. Metin. Sıkı sıkıya. Kuvvetli. Tahkim edilmiş. Sağlamlaştırılmış. * Fık: Tefsir edilenlerden daha kuvvetli olan söz. İhtimalli olmayan söz.
MUHKEMAT Muhkem olanlar. Sağlam ve kuvvetli olanlar. * İçinde hüküm bulunan ve mânası açık olanlar.
MUHKEMAT-I KUR'ANİYYE Mânası açık ve te'vile ihtiyacı olmayan âyetler. Başka bir mânaya ihtimali olmayıp sarih emir ve nehiyleri müştemil olan âyetler. Bu âyetler mensuh veya anlaşılmayan şekilde müteşabih ve muhtemel olmayıp muhkem ve mübeyyin olmakla aslâ te'vile muhtaç olmazlar. Bâzı şeylerin haram olması veya enbiya kıssaları (Ekasis-i enbiya) gibi.
MUHKEM KAZİYE Huk: Kat'i ve sağlam bozulmaz hüküm. Mahkemenin en sonunda vermiş olduğu kararlar. Temyiz mahkemesince tetkik ve tasdik edildikten sonra veyahut temyiz müddeti geçen bir mahkeme kararının, mevzuunu teşkil eden hâdise hakkında, kat'i bir karine ve delil ve kanunen değişmez bir hüküm olarak kabul edilmesi. (Bak: Kaziye-i muhkeme)
MUHKİM Kuvvetleştiren, sağlam kılan, ihkâm eden.
MUHLA Ot biçecek âlet, orak. * Nalbantların tırnak yonacak âleti.
MUHLED Saçı ve sakalı geç ağaran kişi.
MUHLES İhlâsı dâimi olan. Devâmlı hâlis olan.
MUHLES Orta yaşlı kimse.
MUHLEVLAK Düz kaypak nesne.
MUHLİK (Bak: Mühlik)
MUHLİS Saç ve sakalına kır düşmüş olan kimse.
MUHLİS Hâlis olan. İhlâsı kazanmak için gayret gösteren, samimi ve itikadı doğru olan. Her hâli içten ve riyâsız olan. Katıksız.
MUHLİSÂNE f. Hâlisâne. Samimi olarak. Dostlukla. Riyâsızlıkla.
MUHLİSEN Hâlis olarak. Muhlis olarak.
MUHMEL Tüylü ve saçaklı nesne.
MUHMİD Ateşin alevini bastıran.
MUHNAK (C: Mehânik) Zayıflamış davar.
MUHNİK (Hank. dan) Boğucu, boğan.
MUHNİS Birine verdiği sözü geri alan.
MUHNİS Yumuşak kimse; yâni şiddeti ve katılığı olmayan. Mülâyim.
MUHRAZA (C: Mehârız) Çöğen koyacak kap.
MUHREC (Huruc. dan) Dışarı çıkarılmış, ihrâc olunmuş. * Bir şeyin sureti çıkarılmış.
MUHRENBIK Başını eğip tınmayan, sükut eden, susan ve fırsat bulduğu gibi fevri söyleyen kimse.
MUHRENŞİM Azametli, kibirli kimse. * Zayıf ve rengi değişmiş kişi.
MUHRENZİM Gadaplı, hışımlı, kızgın.
MUHREZ Kazanılmış, elde edilmiş. * Sudaki balık, av hayvanları v.s. gibi, kimsenin malı olmayıp herkesçe faydalanılan bir şeyin ele geçirilmesi.
MUHRİB Harp gemisi. Torpidoları avlayan ve hızla giden bir nevi harp gemisi.
MUHRİB Tahribeden. Yıkan. Muharrib. Harâb eden.
MUHRİBÎN (Muhrib. C.) Muhribler. Yıkıp yok edenler. Harâb edenler.
MUHRİCE Çıkrıkçı.
MUHRİK Yakan. Yakıcı. * Çok acıtan. İhrak eden.
MUHRİK-DEM f. Nefesi yakıcı olan. Âşık.
MUHRİZ (İhraz. dan) Elde eden, kendi payına alan, kazanan.
MUHSAN Fık: Akıl. Büluğ. İslâmiyet. Hürriyet. Nikâh-ı sahih ile teehhül vasıflarını câmi olan kimse.
MUHSANAT (Muhsana. C.) Muhsan olan kadınlar.
MUHSANE Muhsan olan kadın. Temiz ve namuslu kadın.
MUHSAR (Bak: İhsar)
MUHSIN Kale gibi mahfuz ve sağlam olan. Kendini haramdan saklayan.
MUHSÎ Sayı sayan.
MUHSİN İhsan eden, iyilik eden. Kerim. Cömert. * Allah'ı görür gibi O'na ibadet eden.
MUHSİNÎN (Muhsin. C.) Muhsinler.
MUHTAC İhtiyacı olan. Akşam evinde yiyeceğini bulamayacak derecede fakir olan. Bir şey kendine lâzım olan kimse. Bir eksiğini tamamlamak isteyen. Fakir.
MUHTAC-I TA'RİF Tarif edip anlatmağa muhtaç.
MUHTACÎN (Muhtac. C.) Muhtaç kimseler. İhtiyaç sâhibleri. Fakirler, yoksullar.
MUHTACİYET İhtiyaç sahibi olmak. Muhtaçlık, fakirlik, sefalet, yoksulluk.
MUHTAL (Hile. den) Hilekâr, dalavereci, hileci.
MUHTAL Mütekebbir. Kibirli.
MUHTALE Hileci ve dalavereci kadın.
MUHTAN Kendisine hıyanet edilen kimse. * Hâin. Hıyanet eden.
MUHTAR İhtiyar eden. Seçilmiş olan. * Hareketinde serbest olan. İstediğini yapmakta serbest olan. Hür. * Köyde veya şehrin mahallesinde seçimle o semtin idâre ve hükümet işlerini üzerine alan kimse. * Peygamberimiz Hz. Muhammed'in (A.S.M.) bir ism-i şerifi.
MUHTARİYET Muhtarlık. Kendi kendine hareket edebilme. İhtiyar ve iradesi kendi elinde olma.
MUHTASAR Az. Kısa. Uzun olmayan. * Tekellüfsüz. * İhtisar edilmiş. Kısaltılmış.
MUHTASARAN Kısa olarak. Muhtasar olarak. Kısaltılmış tarzda.
MUHTASID (Hasad. dan) Ekinci, çiftçi. İhtisâd eden, ekin biçen.
MUHTASIM Düşmanlık yapan. Adavet eden. Husumet eden.
MUHTASIRA Kısaltma. Hülâsa.
MUHTASS (C: Muhtassin) (Husus. dan) Bir şeye veya bir kimseye ait olan.
MUHTASSAN Ençok, bilhassa. Daha ziyâde.
MUHTASSÎN (Muhtass. C.) (Husus. dan) Bir şeye mahsus olanlar, bir kimseye ait olan şeyler.
MUHTATİB Nikâhla isteyen.
MUHTATİF Göz kamaştıran. * Kapıp götüren.
MUHTAZAR Hazırlanmış. * Ölüme hazır.
MUHTAZI' Boyun eğen. Tevâzu yapan. Alçak gönüllülük gösteren.
MUHTAZIÂNE f. Alçak gönüllülükle. Tevâzu ve mahviyetle. Boyun eğerek.
MUHTAZIB Renklenen, boyanan.
MUHTAZIR Can çekişen.
MUHTAZIRANE Can çekişiyormuşcasına.
MUHTEBA Dizlerini yere dikip ellerini dizlerine kavuşturup oturan; dizlerini iple bağlayıp oturan kimse.
MUHTEBER Tecrübe ve imtihan eden, deneyen.
MUHTEBES (Habs.den) Hapsedilmiş.
MUHTEBIT Gece vakti dilenen.
MUHTEBİL Delirmiş olan.
MUHTEBİR Yoklayan, deneyen, tecrübe eden. * Sağlam haberi olan. İyice bilen.
MUHTEBİRÂNE f. Yoklar ve denercesine. Tecrübe eder tarzda.
MUHTEBİS Zorla alan.
MUHTECİB Hicablanmış. Perdeli. Örtülü. Örtülmüş. Saklanan. Gizlenen.
MUHTED (Hadd. dan) Hiddetlenmiş, kızmış. * Keskin. Keskinleşmiş.
MUHTEDİ' Hilekâr. Dolandırıcı.
MUHTEDİÂNE f. Hile ve dalaverecilikle.
MUHTEFÎ Gizlenen. Saklı, gizli. * İftira eden.
MUHTEFİD Seri kesici olan.
MUHTEKİR Hakir ve hor gören. Aşağı ve adi kabul eden. İhtikar eden.
MUHTEKİR İhtikâr yapan. Vurguncu, ihtiyaç mallarını kıymeti artsın da satayım diye saklayan. Halkın zararına çalışarak malı saklayan. (Bak: İhtikâr)
MUHTEKİRÂNE f. Vurgunculukla, ihtikârcılıkla.
MUHTEKİR Yardımcı.
MUHTEKİRÎN (Muhtekir. C.) İhtikâr edenler. Vurguncular.
MUHTELEF Uyuşmamış. Birbirine uymamış. İhtilâf olunmuş.

Prof. Dr. Sinsi 09-10-2012 03:07 AM

Osmanlıca Sözlük (M Harfi)-Osmanlıca Sözlük (M Harfi)İle İlgili Kelimeler...
 
RE: Osmanlıca Sözlük (M Harfi) MUHTELEF-ÜN FİH Hakkında ihtilâf olunan mes'ele.
MUHTELİ' Kocasından boşanan kadın. İhtilâ eden kadın.
MUHTELİB Hilekâr, aldatıcı, hile yapan, dalavereci.
MUHTELİC (Halecân. dan) (Kendi elinde olmıgirsin bir tarafına ..!!!) titreyen.
MUHTELİF(E) Çeşitli. Bir türlü olmayan. Birbirine uymayan.
MUHTELİF-ÜL CİNS Çeşit çeşit cinste. Muhtelif cinste.
MUHTELİK Tıraş eden.
MUHTELİK Yalancı. Yalan uyduran.
MUHTELİM İhtilâm olmuş.
MUHTELİS Beylik maldan çalan. Çalıp çırpan.
MUHTELİSÂNE f. Çalarcasına. Çalıp çırparcasına.
MUHTELİT Karışmış. Karışık. Karma.
MUHTELL Bozuk. Berbâd. Karışmış. İşgal ve ihlâl edilmiş. * İntizamsız. Nizamsız olmuş. * Fakir kimse. * Çok susuz kalmış olan.
MUHTELL-ÜS SIHHA Sıhhati bozulmuş.
MUHTEMEL (Haml. den) Olabilir. Mümkün. Ümid edilir. Kabil. Me'mul.
MUHTEMEL-ÜZ ZIDDEYN Edb: Birbirine zıt ve iki mânâya da gelebilen ifadelere denir.
MUHTEMELAT (Muhtemel. C.) Olabilir ve umulur şeyler. İhtimâl dahilindeki şeyler.
MUHTEMER Mayalandıran. Ekşiyip kabartan.
MUHTEMÎ Perhiz yapan. İhtima eden.
MUHTEMİR (Hamr. dan) Mayalanan. Mayalanarak ekşiyip kabaran. * Örtü ile örtünen. Yaşmaklanan.
MUHTENİK (Hank. dan) Nefes alamayıp boğulan. Boğuk. Boğulmuş.
MUHTER Yol, tarik.
MUHTERA' İcad edilmiş. İhtira' olunmuş. Uydurulmuş.
MUHTERAAT Yeni icad edilmişler. Yeniden meydana çıkarılmış olanlar. İhtira' olunmuşlar.
MUHTEREM Hürmet görmüş. İhtiram olunmuş. Kıymetli ve şerefli kimse.
MUHTERİ' Misli görülmedik bir şey icâd eden. İcâd eden. Yeni bir şey bulan. Yeni bir şey meydana getiren. * Uydurma şeyler ortaya atan. Müfteri.
MUHTERİÂNE f. Yeni bir şeyler icad ederek. Yenilikler ortaya koyarak. * İftirada bulunarak.
MUHTERİB (C.: Muhteribin) (Harb. den) Savaşan, harbeden, muhârib.
MUHTERİBÎN (Muhterib. C.) Harbedenler, savaşanlar, muhâribler.
MUHTERİF(E) (Hiref. den) Sanatkârlar. İş sâhibleri.
MUHTERİK Ateşle yanmış olan. Yanan.
MUHTERİS İhtiras sahibi. Çok fazla hırslı istiyen.
MUHTERİS (Muhteriz) Sakınan. Çekinen. Çekingen.
MUHTERİZ Sakınan. Çekinen. Çekingen.
MUHTERİZÂNE f. Sakınarak, çekinerek. Çekine çekine.
MUHTESİB (Hisab. dan) Belediye işlerine bakan memur. * Kanundan ziyâde idâri ve örfi işler için karar veren. İhtisâb ağası. (Bak: İhtisab)
MUHTEŞEM Büyük, debdebeli, tantanalı. * Etraflı ve taraftarlarının çokluğu ile büyük.
MUHTEŞİ' Kendini aşağı gören.
MUHTEŞİD Biriken, toplanan.
MUHTETIB (Hatab. dan) Koruluk, orman, meşelik. * Odun toplıyan.
MUHTETİM Sona erdiren. Hitâma vardıran.
MUHTETİN Sünnet olmuş.
MUHTEVA Bir şeyin içindekiler. Kaplanan, içine alınan. İçindeki şey.
MUHTEVÎ İhtivâ eden. Bir yere toplayan. İçine alan. Kaplayan.
MUHTEVİYYÂT İçindekiler. Kapladığı şeyler.
MUHTEZEN Biriktirilip ambar veya hazineye konmuş.
MUHTEZİN Kederli, hüzünlü, mahzun, mükedder.
MUHTEZİR Sakınan, çekinen. (Bak: Muhteriz)
MUHTIR (Hatır. dan) Hatıra getiren, hatırlatan.
MUHTIRA Hatırlatmak veya hatırlamak için yazılan tezkere.
MUHTÎ Hatâ işleyen. Günahkâr. Hatâlı. * Hatâya düşürten. Yanıltan.
MUHVİL Bir yaş tamamlamış.
MUHYÎ Maddî mânevî hayat veren, dirilten, canlandıran, can ve ruh veren mânalarında olup, Cenab-ı Hakk'ın bir ismidir.(Ehl-i dünya küfür ve dalâlet karanlığında mânen ölü gibi iken Resul-i Ekremin (A.S.M.) mübarek irşadları ve iman nurları ile dirilmelerine ve o mânevî ölümden kurtulmalarına binaen Peygamberimize de (A.S.M.) Muhyî denilmiştir)
MUHYİDDİN-İ ARABÎ (Hi: 560 - 638) İspanya'da doğmuş, Anadolu ve Arabistan'ı gezmiştir. Mutasavvıf ve büyük âlim idi. Birçok ilmi eserler yazmıştır. Kendisine Şeyh-i Ekber de denir. Fütuhat-ı Mekkiye, Füsus-ül Hikem adlı eserleri meşhurdur. Şam'da vefat etmiştir. (K.S.)
MUHYEM (C: Mehâyim) İkâmet yeri, oturma yeri.
MUHZAR İnce belli. Beli ince olan.
MUHZIR (Huzur. dan) Eskiden şeriat mahkemelerinde mübâşir hizmetini gören kimse. Alâkalı kimseleri mahkemeye çağırmaya memur kişi.
MUHZİN (Hüzn. den) Hüzün verici. Acıklandırıcı. Kederlendirici.
MUÎD Yardımcı. Mubassır. * Dersi iade eden, tekrar ettiren. Muallim yardımcısı. * Geri çevirtici. * Bir şeyi âdet edinmiş olan. * Tecrübeli. Hâzık. * Güçlü. Kuvvetli. * Arslan. * Gazâ ve cihad eden kimse.
MUİDD Hazırlayıcı. Amâde edici. * İâde eden. * Sayan.
MUÎL Evlâd ü iyâli, yâni çoluk çocuğu çok olan kimse.
MUİLL Hasta eden.
MUÎN Yardımcı. Muâvin. İane eden.
MUÎR Ödünç olarak veren. Borç veren. Karz-ı hasen tarzında veren.
MUİZZ İzzet ve ikram eden. Ağırlayan. Aziz ve şerif eyleyen.
MUJE f. Musibet, belâ. * Keder, gam, tasa, hüzün.
MUJİK (Rusça) Rus köylüsüne verilen isim.
MUK Göz pınarı. * Akılsızlık. * Kanatlı karınca. * Mest üzerine giyilen çizme.
MUK f. Diken.
MUKA Islık çalmak.
MUKA'AR (Ka'r. dan) Oyuk, çukur, çökük.
MUKA'ARİYET Çukurluk, oyukluk.
MUKABBEB (Kubbe. den) Kubbeli.
MUKABBEL (Kabl. dan) Öpülmüş, takbil edilmiş.
MUKABBIZ (Kabz. dan) Sıkan, daraltan.
MUKABBİL (C.: Mukabbilîn) Öpen, takbil eden.
MUKABBİLÎN (Mukabbil. C.) Öpenler, takbil edenler.
MUK'ABE Kadeh gibi çukur göbek.
MUKABEDE şiddet ve zahmet vermek.
MUKABELE Karşılık, karşılamak. * Mücadele. * Karşılaştırmak. Karşılıklı yapılan iş, karşılıklı yapılan okuma. * Camide Kur'ân-ı Kerimi okuyup halka dinletmek.* Yüz yüze olmak. * Düşmanın şerrinden kurtulmak ve onun şiddetini kaldırmak için onu yıldıracak tedbirde bulunmak.
MUKABELE-İ BİLHURUF Söz ile konuşmak ve hakikatı müdafaa etmek suretiyle karşı çıkıp mukabele etmek. (Bak: Muaraza-i bilhuruf)
MUKABELE-İ BİLMİSİL Karşılaştığı aynı muameleyi sahibine iade etmek, o kimseye aynı muameleyi yapmak. Mukabil hareketi karşısındakine icra etmek.
MUKABELE-İ BİSSÜYUF Silâha, kılınca sarılmak suretiyle karşı koymak.
MUKÂBELE Hapsetmek. * Sonraya bırakmak, tehir etmek. * Meşveret etmek, danışmak. * Bir kimsenin evi yanında bir ev satıldığında; "başka kimse satın alsın, ben ondan şüf'a yolu ile alayım" diye şirâsına muhtaç iken tehir etmek.
MUKABİL Karşılık olan. Karşı taraf. İvaz, bedel, karşılığı.
MUK'AD Kötürüm.
MUKAD Ağır yüklü.
MUKADDED Parçalanmış.
MUKADDEM Zaman ve mekân cihetiyle daha evvel olan. * Askerin ön tarafına sevkedilen karakol. * Değerli, üstün. * Küçükten büyüğe sunulan, takdim edilen.
MUKADDEM-ÜL AYN Gözün kenarı. Gözün pınarı.
MUKADDEMA Önce. Evvelce. Eskiden. Bundan evvel.
MUKADDEMAT (Mukaddeme. C..) Başlangıçlar. Mebde'ler. İleride bulunanlar.
MUKADDEMÂT-I İHZARİYE Bir şeyi hazırlamak için önceden yapılan işler.
MUKADDEME İlk söz. Başlangıç. * Önde gelen. Medhal. Giriş. * Man: İki kaziyeden ibaret olan sözün evvelki kaziyesi.
MUKADDEME-İ İSTİSNAİYE Man: İçinde istisnâ edatı olan evvelki kaziye. "Eğer güneş doğarsa gündüz olacak. Güneş doğmuştur." kaziyelerinde: "Eğer güneş doğarsa" kaziyesi Mukaddeme-i istisnâiyedir.
MUKADDER Tâyin olunmuş. * Kısmet. Kader. Miktarı tâyin ve takdir olunmuş olan. * Kazâ. * Kıymeti biçilmiş. * Beğenilmiş. * Yazılmış olan. * Edb: Yazılı olmayıp da sözün gelişinden anlaşılan. Lafzan zikredilmeyip, mânen murad edildiği anlaşılan. Meselâ: Kur'an-ı Kerim'de, her sureden evvel "Bismillâh" yazılı olması, bize her işimizde veya her okumaya başlarken Bismillâh diye emir olduğu "mukadder" dir. Meselâ: Kur'an-ı Kerim'de ( De ki mânasındaki Cenab-ı Hakk'ın hitabında: "Ya Muhammed (A.S.M.), Sen kullarıma de ki!" mânası, mukadder olarak vardır. Aynı zamanda Peygamber'in (A.S.M.) yolunda olanlara ve bütün vâris-i nebi olabilen büyük hakikatlı ve veli kullara aynı emir mukadderdir. Çünkü, emir olarak hitabdır. Hitab ise muhakkak bir muhataba söylenir. Vahiy hitabında birinci muhatab ise, Hz. Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm'dır. (Bak: Kader)
MUKADDERAT (Mukadder. C.) Kader. Ölçü ve miktarı tâyin olunan şeyler. Alın yazısı. (Bak: Kader)(Hayat, "İman-ı Bil'kader" rüknüne bakıyor; remzen isbat eder. Çünki, madem hayat, âlem-i şehadetin ziyasıdır ve istilâ ediyor; ve vücudun neticesi ve gayesidir; ve Hâlik-ı Kâinat'ın en câmi âyinesidir; ve faaliyet-i Rabbaniyenin en mükemmel enmuzeci ve fihristesidir, temsilde hata olmasın, bir nevi programı hükmündedir. Elbette âlem-i gayb yani mâzi, müstakbel yani geçmiş ve gelecek mahlukatın hayat-ı mâneviyeleri hükmünde olan intizam ve nizam ve mâlumiyet ve meşhudiyet ve taayyün ve evâmir-i tekviniyeyi imtisâle müheyyâ bir vaziyette bulunmalarını sırr-ı hayat iktiza ediyor. Nasılki bir ağacın çekirdek-i aslîsi ve kökü ve müntehasında ve meyvelerindeki çekirdekleri dahi aynen ağaç gibi bir nevi hayata mazhardırlar. Belki, ağacın kavânin-i hayatiyesinden daha ince kavânin-i hayatı taşıyorlar. Hem nasılki bu hazır bahardan evvel geçmiş güzün bıraktığı tohumlar ve kökler, bu bahar gittikten sonra, gelecek baharlara bırakacağı çekirdekler, kökler, bu bahar gibi cilve-i hayatı taşıyorlar ve kavânin-i hayatiyeye tâbidirler... Aynen öyle de; şecere-i kâinatın bütün dal ve budaklariyle herbirinin bir mâzisi ve müstakbeli var. Geçmiş ve gelecek tavırlarından ve vaziyetlerinden müteşekkil bir silsilesi bulunur. Her nevi ve her cüz'ünün ilm-i İlâhiyyede muhtelif tavırlar ile müteaddit vücudları bir silsile-i vücud-u ilmî teşkil eder. Ve vücud-u hârici gibi o vücud-u ilmî dahi, hayat-ı umumiyenin mânevi bir cilvesine mazhardır ki, mukadderat-ı hayatiye, o mânidar ve canlı elvâh-ı kaderiyeden alınır. Evet âlem-i gaybın bir nevi olan âlem-i ervah, ayn-ı hayat ve madde-i hayat ve hayatın cevherleri ve zâtları olan ervah ile dolu olması, elbette mâzi ve müstakbel denilen âlem-i gaybın bir diğer nev'i de ve ikinci kısmı dahi, cilve-i hayatîye mazhariyetini ister ve istilzam eder. Hem herbir şeyin vücud-u ilmîsindeki intizam-ı ekmeli ve mânidar vaziyetleri ve canlı meyveleri, tavırları; bir nevi hayat-ı mâneviyeye mazhariyetini gösterir. Evet, Hayat-ı Ezeliye Güneşinin ziyası olan bu gibi cilve-i hayat, elbette yalnız bu âlem-i şehadete ve bu zaman-ı hâzıra ve bu vücud-u hâriciyeye münhasır olamaz; belki, herbir âlem, kabiliyetine göre o ziyanın cilvesine mazhardır; ve kâinat, bütün âlemleriyle o cilve ile hayattar ve ziyadardır. Yoksa nazar-ı dalâletin gördüğü gibi muvakkat ve zâhirî bir hayat altında herbir âlem, büyük ve müdhiş birer cenaze ve karanlıklı birer virane âlem olacaktı. S.)(Eşyanın mürur-u zamanla giydikleri suretler ve ettikleri harekât ile hâsıl olan vaziyetler dahi, bir intizam-ı kadere tâbidir. Evet, bir çekirdekte, hem bedihî olarak, irade ve evâmir-i tekviniyenin ünvanı olan "Kitab-ı Mübin"den haber veren ve işaret eden, ham nazarî olarak emir ve ilm-i İlâhinin bir ünvanı olan "İmam-ı Mübin" den haber veren ve remzeden iki kader tecellisi var. Bedihî kader ise, o çekirdeğin tazammun ettiği ağacın, maddi keyfiyat ve vaziyetleri ve hey'etleridir ki, sonra göz ile görünecek. Nazarî ise, o çekirdekte, ondan halkolunacak ağacın müddet-i hayatındaki geçireceği tavırlar, vaziyetler, şekiller, hareketler, tesbihatlardır ki, tarihçe-i hayat namiyle tâbir edilen vakit-bevakit değişen tavırlar, vaziyetler, şekiller, fiiller; o ağacın dalları, yaprakları gibi intizamlı birer kaderî miktarı vardır. Mâdem en âdi ve basit eşyada böyle kaderin tecellisi var. Elbette umum eşyanın vücudundan evvel yazılı olduğunu ifade eder ve az bir dikkatle anlaşılır. Şimdi; vücudundan sonra herşey'in sergüzeşt-i hayatı yazıldığına delil ise âlemde "Kitab-ı Mübin" ve "İmam-ı Mübin"den haber veren bütün meyveler ve "Levh-i Mahfuz"dan haber veren ve işaret eden insandaki bütün kuvve-i hâfızalar birer şahittir, birer emâredir. Evet herbir meyve, bütün ağacın mukadderat-ı hayatı onun kalbi hükmünde olan çekirdeğinde yazılıyor. İnsanın sergüzeşt-i hayatiyle beraber kısmen âlemin hâdisat-ı mâziyesi kuvve-i hâfızasında öyle bir surette yazılıyor ki, güya hardal küçüklüğünde bu kuvvecikte dest-i kudret, kalem-i kaderiyle insanın sahife-i a'mâlinden küçük bir senet istinsah ederek, insanın eline verip, dimağının cebine koymuş. Tâ, muhasebe vaktinde onunla hatırlatsın. Hem, tâ mutmain olsun ki; bu fena ve zeval herc ü mercinde beka için pek çok âyineler var ki, Kadir-i Hakîm, zâillerin hüviyetlerini onlarda tersim edip ibka ediyor. Hem, beka için pek çok levhalar var ki, Hafîz-i Alîm, fânilerin mânalarını onlarda yazıyor... S.) (Bak: İmam-ı mübin)

Prof. Dr. Sinsi 09-10-2012 03:08 AM

Osmanlıca Sözlük (M Harfi)-Osmanlıca Sözlük (M Harfi)İle İlgili Kelimeler...
 
RE: Osmanlıca Sözlük (M Harfi) MUKADDERAT-I HAYATİYE Bütün canlıların hayatları müddetince geçirdikleri ve geçirecekleri tavır, hareket, şekil ve amelleri gibi hususiyetleri.
MUKADDES (Kuds. den) Takdis edilmiş olan. Temiz ve pâk. Noksan ve kusurdan müberra ve uzak olan. Her çeşit noksan, ayıp ve kusurlardan münezzeh ve uzak olan. Kudsi.
MUKADDESÂT (Mukaddes. C.) Kudsi olanlar. Mukaddes olanlar.
MUKADDİM (Kıdem. den) Takdim eden. Sunan. Öne, ileriye geçiren. Öne koyan. * Cür'etli çeri kimse. * Gözün pınarı, ("mukdim-ül ayn" da derler.)
MUKADDİMAT (Mukaddime. C.) Mukaddimeler. İlk gelenler. İlk sözler.
MUKADDİME Evvel gelen. Öne geçen. Her şeyin evveli. * Bir kitapta asıl maksada başlamadan evvel kitapda olan bahisler hakkında ve kitabın muhteviyatına dâir yazılan makale, önsöz. * Alın. Nâsiye. Alındaki perçem.
MUKADDİME-İ KÜBRÂ Büyük başlangıç.
MUKADDİR Takdir eden. Bütün mahlukatın ve her şeyin esaslarını tanzim ve takdir edip sıralayan. Allah (C.C.). Bir şeyin kıymetini biçen, takdir eden. Beğenen.
MUKADDİRÂNE f. Takdir edercesine, kıymetini bilircesine, kıymetine göre sıralarcasına. Mukaddire yakışır hâlde.
MUKADDİRÎN (Mukaddir. C.) Kıymet ve paha biçenler. Takdir edenler.
MUKAFFA Kafiyeli, kafiyelenmiş. Birbirini tâkib eden.
MUKAFFEL (Kufl. den) Kilitlenmiş, kilitli.
MUKAFFÎ Resul-i Ekremin (A.S.M.) bir ismidir. (Çünkü, O'nu dünyanın hiç bir şeyi Allah'a tâbi olmaktan ayıramamış ve bütün enbiyâ ve resullerin iyi yollarını da tâkib etmiştir.)
MUKAHHİR (Kahr. dan) Kahreden, tahkir eden, yok eden.
MUKALKAL Kararsız. * Şarap, hamr.
MUKALKALE şişe. Sürahi.
MUKALLED (Kald. dan) Boynuna gerdanlık takılmış. * Padişah tarafından nişan takılan kimse. * (Taklid. den) Taklid edilen. Örnek tutulan. Misal alınan.
MUKALLEF Kalafatlanmış, taklif edilmiş.
MUKALLİB (Kalb. den) Başka tavra geçiren. Başka hâle değiştiren. Bir başka tarafa döndüren.
MUKALLİD Benzemeye veya benzetmeğe çalışan. Taklid eden. * Bir şeyi boynuna takan, asan. * Kuşatan.
MUKALLİDÂNE f. Benzetmeğe, taklide özenircesine. Taklid edercesine. Benzemeğe çalışırcasına.
MUKALLİDÎN (Mukallid. C.) Taklidçiler. Örnek ve misâl alanlar. * Takınanlar. Boyuna takanlar.
MUKALLİS Ağaç oynatıcı.
MUKAM Durduracak mekân. İkamet mevzii. * Durmak, ikamet.
MUKAME İkamet, oturma. * İkamet yeri, vatan. * Ümmet.
MUKAMEHA Başını yukarı kaldırmak.
MUKAMERE Kumar oynama.
MUKAMİK Sözü boğazı içinden söyleyen.
MUKAMİR Kumarbaz. Kumar oynatan.
MUKANAT Karıştırmak.
MUKANFEZ Üzeri yumuşak dikenlerle örtülü olan hayvan. Kirpi.
MUKANNA' Peçeli.
MUKANNEN (Kanun. dan) Muntazam. Tertibli. * Kanun ile vâcib ve mukarrer olan. * Zaman ve miktarı hiç şaşmayan. Tertibe dahil olarak kararlaşmış olan.
MUKANNİBE Gelin süsleyen kadın.
MUKANNİN Kanun yapan. İntizama koyan. Kanun tertib ve ihdas edici olan.
MUKANNİT Yer altından kanalla su akıtan kişi. * Muti kimse, itaat eden, emre boyun eğen kişi.
MUKANTAR(A) (Kantara. dan) Kemer şeklinde olan köprü. * Birbiri üstüne yığılmış çok şey. * Muhkem.
MUKANTARAT (Mukantara. C.) Köprüler. Kemer şeklinde olan yapılar.
MUKARAA (Kur'a. dan) Ad çekişme. Karşılıklı kur'a çekme. * Kılınç kullanarak döğüşmek. Cenkte, muharebede kahramanların birbiriyle vuruşmaları. * Bir şeyin taksiminde atışmak.
MUKARAZA Kazanca ortak olup zararı sermâyeye ait olmak üzere bir kimseye belirli bir miktar sermaye verme.
MUKAREBET (Kurb. dan) Akrabalık, yakınlık.
MUKARENET (A, uzun okunur) Yakınlık. Ayrılmayıp musâhebe etmek. * Bitişmek. Birleşmek. * Uygunluk. * Bir yere gelmek.
MUKARİB Birbirine yakın ve karib olan. İyi ve kötü ortasında orta hâlli olan.
MUKARİB-ÜL VÜCUD Olması yakın, vücuda gelmesi yakın.
MUKARİN Yakın olan. Bitişen. Ulaşan. Ulaşmış olan.
MUKARNES Kubbe biçiminde olan. * İşlemeli, nakışlı ve rengarenk olan. * Merdiven şeklinde dereceleri olan kubbe.
MUKARR (Karâr. dan) İkrâr olunmuş. "Vardır, öyledir evet." denilmiş.
MUKARRE Göz yaşının durması.
MUKARREB (Kurb. dan) Yakınlaşmış. Yakınlaştırılmış. Yakın. * Büyük zât veya padişah gibi kimselere hizmette yaklaşmış olan.
MUKARREBUN (MUKARREBÎN) Büyük meleklerden bir zümre. * Takva ve ubudiyyet ile evliya derecesine gelmiş, Cenab-ı Hakk'ın indinde çok kıymetli ve mübarek büyük zâtlar. * Yakınlaşmış olanlar.
MUKARREN Bağlanmış nesne.
MUKARRER Kararlaşmış. Takrir edilmiş. Karar verilmiş. Kat'i. Şek ve şüpheden beri olan. Muhakkak ve müsellem olan. Anlatılmış. Bildirilmiş.
MUKARRERÂT Kararlaştırılan şeyler, kararlar.
MUKARRİ' Azarlıyan, paylıyan, başa kakan.
MUKARRİB Takrib eden. Yaklaştıran.
MUKARRİB-ÜL VÜCUD Vücudunu yakın eden, yaklaştıran.
MUKARRİH (C.: Mukarrihât) Yara açan ilâç.
MUKARRİHAT (Mukarrih. C.) Yara açmakta kullanılan etkili ilâçlar.
MUKARRİN Birlikte bulunduran.
MUKARRİR (Karar. dan) Yerleştiren. Takrir eden. Sabit kılan. * Tekrar eden. Dersi tekrar ederek anlatan müderris.
MUKARRİZ (C.: Mukarrizin) (Karz. dan) Medheden, öven. Bir eseri medheden.
MUKARRİZÎN (Mukarriz. C.) Medhedenler, övenler. Medih yollu yazı yazanlar. Bir eseri medhedenler.
MUKARRÜN-BİH Başka birisine âit olduğu, birisi tarafından haber verilen hak. İkrâr olunan hak.
MUKASAT Zahmet ve eziyet çekme.
MUKASEME (Kısm. dan) Paylaşma, bölüşme, taksim etme.
MUKASIM (Kısm. dan) Paylaşan, bölüşen, taksim eden.
MUKASMEL Asâsı çok şiddetli olan.
MUKASSA Kısas etmek. * Üzerlerinde olan borcu birbirine takas edişmek.
MUKASSAT (Kıst. dan) Taksitli.
MUKASSATAN Taksitli olarak, taksitle.
MUKASSEM (Kısm. dan) Ayrılmış, bölünmüş, taksim edilmiş. * Güzel yüzlü.
MUKASSIR Taksir eden, yapabilir iken yapmayıp çekinen. * Kusur işleyen. * Gücü yetmediği için yapmayan.
MUKASSÎ (Kasvet. den) Kasvet verici. Sıkıntılı, kasvetli. Sıkıcı, dar.
MUKASSİM (Kısm. dan) Ayıran, bölen, taksim eden.
MUKAŞŞER (Kışr. dan) Kabuğu soyulmuş.
MUKATAA (Kat'. dan) Kesişmek. * Ülfeti terk eylemek. * Birbirinden kesmek ve kesişmek. * Muayyen bir kira karşılığında arazinin kesime verilmesi. * Ekilen toprak için verilen muayyen vergi.
MUKATANE Mukim olmak, oturmak, ikamet etmek.
MUKATELAT (Mukatele. C.) (Katl. den) Muharebeler, savaşlar, kavgalar, dövüşler. * Vuruşmalar, düello yapmalar.
MUKATELE (A, uzun okunur) Birbirini vurmak, öldürmek. Vuruşmak, kavga, döğüş.
MUKATİL (Katl. den) Birbirini öldüren, birbiriyle vuruşan. Düello yapan.
MUKATİLUN (Mukatil. C.) Düşmanla muharebe eden mücâhidler.
MUKATTA' Kesilmiş. * Parçalanmış.
MUKATTAA (Kat'. dan) Bitişik olmayan. Kesik, ayrı.
MUKATTAAT (Mukattaa. C.) Kat' edilmiş, kesilmiş şeyler. * Kısaltmalar. * Çeşitli gazel ve kasidelerden seçilmiş beyitler. * Herbiri bir kelimeye delâlet eden harfler.
MUKATTAAT-I HURUF Edb: Matlâsız şiir parçaları. Muhtelif olarak alınmış şiir parçaları. * Kısaltmalar. Tamamlanmamış cümleler. (Bak: Huruf-u mukattaa)
MUKATTAR (Katr. den) İnbikten geçirilmiş saf su. Taktir edilmiş. Damıtılmış su.
MUKATTARAT (Mukattar. C.) Taktir edilmiş, damıtılmış sular.
MUKAVELAT (Mukavele. C.) Mukaveleler.
MUKAVELAT MUHARRİRİ Noter. Kâtib-i adl.
MUKAVELE Kavilleşmek. Karşılıklı anlaşmak. Sözleşmek. * Anlaşmada imzalanan ve karar altına alınanların yazıldığı kâğıt.
MUKAVELENAME Anlaşma yazılı olan kâğıt. Mukavele yapılan kâğıt.
MUKAVEMET Karşı durmak, dayanmak. Karşı koymak. Muhalefetle kıyam etmek.
MUKAVEMET-SUZ f. Dayanmayı te'sirsiz hâle koyan. Tahammülsüzlük veren. Mukavemeti kıran.
MUKAVEMET-ŞİKEN f. Mukavemeti kıran.
MUKAVERE Zayıflamak.

Prof. Dr. Sinsi 09-10-2012 03:08 AM

Osmanlıca Sözlük (M Harfi)-Osmanlıca Sözlük (M Harfi)İle İlgili Kelimeler...
 
RE: Osmanlıca Sözlük (M Harfi) MUKAVİM Sağlam. Dayanıklı. Mukavemet eden. Direnen. Karşı duran.
MUKAVİMÎN (Mukavim. C.) Karşı koyanlar, direnenler.
MUKAVVA (Kuvvet. den) Sağlamlaştırılmış, kavileştirilmiş.
MUKAVVER Ziftle karışık veya ziftle kaplı. * Yuvarlak kesilmiş.
MUKAVVES (Kavs. den) Yay gibi bükülmüş ve eğri olan. * Kavis teşkil etmiş, bükülü.
MUKAVVÎ Takviye eden. Kuvvetlendiren. Kuvvet veren. Takviye eden ilâç.
MUKAVVİM Kıvama getiren. Biçimine koyan. Tesviye ve tanzim edici. Eğriyi doğrultucu.
MUKAYAZA Trampa etme, değişme. Mübadele.
MUKAYEFE Firâset etmek. * Bir kimsenin ardınca gitmek.
MUKAYESAT (Mukayese. C.) Mukayeseler. Kıyas etmeler.
MUKAYESE (Kıyas. dan) Kıyas etme. Ölçme. Karşılaştırma.
MUKAYYED Kayıtlı. Serbest olmayan. Sınırlı. Bağlı. * Deftere geçmiş, kaydedilmiş olan. Bağlanmış. El veya ayağında zincir, kelepçe bulunan. Mevkuf olan. * Bir işe ehemmiyet veren. İşine önem verip bakan.
MUKAYYİ Kay ettiren, kusturan.
MUKAYYİAT (Mukayyi. C.) Kusturucu ilâçlar.
MUKAYYİD Kayd eden. Kayıt me'muru. Kayıt takan.
MUKAYYİDÎN (Mukayyid. C.) Kayıt memurları, mukayyidler.
MUKAZEFE Sövüşmek.
MUKAZZEZ Heyeti hafif olan kimse.
MUKBİL Mübârek. İkbali kutlu, mutlu. Mes'ud. Bahtiyar.
MUKBİLAN (Mukbil. C.) (Kabl. den) Mutlular, bahtiyarlar, mes'ud kimseler.
MUKBİLÎN (Mukbil. C.) (Kabl. den) Bahtiyarlar, mutlular, mes'udlar.
MUKDİM İşine düşkün, gayret ve fedakârlıkla çalışan. Cüretli ve cesaretli olan.
MUKDİMÂNE f. Gayret ve dikkatle.
MUKES'AL İyi yonulmamış ok.
MUKHEM Cümle arasındaki lüzumsuz ve fazla kelime.
MU'KIB Ökçeli ayakkabı.
MÛKID Ateş yakan.
MUKILL Malı az olan. Fakir.
MUKILLÎN Fakirler. Muhtaç olanlar.
MÛKIN Şüphesiz ve kat'i olarak bilen.
MÛKINÛN Yakîn sahibi olanlar. Şüphesiz ve tereddüdsüz olarak imanî ve Kur'anî hakikatlara vâkıf olanlar. (Bak: Yakin)
MÛKIR Yemişinin çokluğundan dolayı dalları sarkmış olan ağaç.
MU'KIR Malı mülkü çok olan kimse.
MUKIRR (Karâr. dan) Doğruyu ve gerçek olanı söyliyen. Kabahat veya ayıbını gizlemeden söyliyen. * Fık: Birinin, kendisinde hakkı olduğunu haber veren kimse.
MÛKIZ (Yakaza. dan) Uyandıran, ikaz eden. * Gaflet ve dalgınlıktan kurtaran.
MUKİBB Lüzumlu olan, icab eden.
MUKÎL Hataları, yanlışları afveden.
MUKÎM İkamet eden. Ayakta duran. * Okuyan. * Bir memlekette devamlı duran. * Fık: Vatanında veya vatanı sayılan bir yerde onbeş günden fazla kalan kimse. (18 saatlik uzağa gidene "Misâfir" denir.) * Esmâ-i İlâhiyyeden olup "Her şeyi ayakta tutan, devam ettiren ve kayyumiyet sırrıyla bir an bile hiç bir şeyden alâkasız olmayan" meâlindedir.
MUKÎM-ÜS SÜNNET Hz. Muhammed'in (A.S.M.) Tevrat ve Zebur'daki ismi, sünnet ikame eden.
MUKÎT Muhafaza eden. Hâfız. Amelleri zâyi' etmeyip koruyan. Gizliyi bilen. Gıda ve rızık veren.
MUKKA (C: Mükâyâ-Mükâki) Hicaz diyarında yaşıyan bir cins beyaz kuş.
MUKLE (C: Mukul) Gözün karası. Göz bebeği. * Göz. * Su taksimi için kullanılan taş.
MUKMAH Başını kaldırıp gözünü bir yere dikip duran kişi.
MUKMEHUN Elleri boyunlarına bağlı veya boyunlarından zincir takılı olarak azab çekenler. * Başı yukarı kalkmış, gözleri bir yere dikilmiş ve etrafa bakamayan somurtmuş kimseler.
MUKMİR(E) (Kamer. den) Mehtaplı. Ay ışığıyla aydınlanmış.
MUKNİ' İkna eden. Kanaat veren. Kâfi derecede izah ve isbât eden. * Başını kaldırıp gözünü önüne dikip duran.
MUKNİA Kurbağa yavrusunun, yumurtadan çıktığı ilk hâli.
MUKRAZ (Karz. dan) Ödünç verilmiş, borç verilmiş. İkrâz olunmuş.
MUKREM Bir kavmin ulusu, seyyidi.
MUKRİ' Kur'an-ı Kerimi kaidelerine uygun okuyan.
MUKRİB (MUKREB) Nöbete tutulmuş at.
MUKRİF Babası köle, anası hürre olan kimse. * Anası arabi, babası arabi olmayan deve.
MUKRİN Birlikte. Berâber.
MUKRİZ (Karz. dan) Ödünç veren. Borçla emânet para ve sâir şeyler veren.
MUKSA Uzaklaştırılmış. Uzak kalınmış.
MUKSEM (Kasem. den) Yemin edilmiş, kasem edilmiş.
MUKSİM (Kasem. den) Yemin edilecek yer. * Yemin eden, kasem eden.
MUKSİT Adaletle iş gören. Haklı hareket eden. * Nefsine lâyık görmediği zararlı şeyi başkasına da münasib görmeyen.
MUKSİTÎN (Muksit. C.) Haklı iş görenler. Hakkı edâ edenler.
MUKŞA Kabuğu çıkarılmış. * Derisi soyulmuş.
MUKŞAİRR Ürperen.
MUKTASIR Kısa kesen, uzatmıyan.
MUKTATAF (C.: Muktatafât) (İktitaf. dan) Toplanmış, devşirilmiş. * Derleme, toplama. Derlenmiş.
MUKTATAFAT (Muktataf. C.) (İktitaf. dan) Derlemeler, toplamalar. Derlenmiş şeyler.
MUKTATIF (İktitaf. dan) Derleyen, toplayan.
MUKTEB (C: Mekâtib) Yazı talim eden kimse.
MUKTEBES İktibas olunmuş olan. Bir yerden alınan, bir kitab ve sâir yerden istifade ederek alınan.
MUKTEBESAT (Muktebes. C.) (Kabs. dan) Muktebes olan şeyler. İktibas edilmiş ve faydalanmak üzere alınmış olan şeyler.
MUKTEBİS (C.: Muktebisîn) (Kabs. dan) İktibas eden. Faydalanmak üzere aktaran. Birinin bilgisinden faydalanan.
MUKTEBİSÎN (Muktebis. C.) (Kabs. dan) Aktaranlar, iktibas edenler. Faydalanmak için alanlar.
MUKTEDA Kendisine uyulan. Önde giden. * Müçtehid. Pişivâ. Peşivâ. * Namazda kendine uyulan imam.
MUKTEDÂ-BİH Kendisine tebaiyyet edilen. Kendisine uyulan.
MUKTEDÎ Tâbi olan, uyan. İmama uyan.
MUKTEDİR Güçlü, kuvvetli, becerikli. İşe gücü yeten. İktidarlı.
MUKTEDİRÎN (Muktedir. C.) İktidar sahibleri. Muktedirler, gücü yetenler.
MUKTEF "Kendine uyulmuş, kendisi tâkib edilmiş" meâlinde olup, Hz. Resul-i Ekreme (A.S.M.) verilen isimlerden biridir.
MUKTEFA (Kafâ. dan) İzinden gidilmiş. Ardına düşülmüş. Misâl alınmış, örnek tutulmuş.
MUKTEFÎ Ardından giden. İzinden giden. İktifâ eden. Misâl alan, örnek tutan.
MUKTEHİM Mülâhazasız bir işe hücum edip giren. * (Bak: İktiham)
MUKTELA' (Kal'. den) Kökünden koparılmış. Kökünden koparan.
MUKTELİ' (Kal'. den) Kökünden koparan.
MUKTERİH Bir şeye kasd eden, araştıran. * Yeniden meydana çıkaran. * Düşünmeden, aklına geldiği gibi söyleyen, iktirah eden.
MUKTERİN (İktiran. dan) Yaklaşan, yakın gelen, iktirân eden.
MUKTESEB (Bak: Mükteseb)
MUKTESİD İktisadlı, tutumlu. Malını, ömrünü, vaktini boşuna geçirmeyen, lüzumsuz masrafta bulunmayan. (Bak: İktisad)
MUKTESİDAN (Muktesid. C.) Muktesidler. Lüzumsuz masrafda bulunmayan ve vaktini boşa geçirmeyenler. İktisadlılar, tutumlular.
MUKTESİR Kısa kesen, iktisar eden.
MUKTEZA Lâzım getirilmiş. Lüzumuna binaen istenmiş. İcab eden. Lâzım gelen. (Bak: Dâll-i bi-l iktiza)

Prof. Dr. Sinsi 09-10-2012 03:08 AM

Osmanlıca Sözlük (M Harfi)-Osmanlıca Sözlük (M Harfi)İle İlgili Kelimeler...
 
RE: Osmanlıca Sözlük (M Harfi) MUKTEZA-İ HÂL Duruma göre. İcabına göre. Hal ve vaziyetin gerektirdiğine göre.
MUKTEZA-İ HİLKAT Yaradılışın gerektirdiği şey. Yaradılış itibariyle olan hal ve netice.
MUKTEZÎ (Muktazî) Lüzumlu olduğu taayyün etmiş, anlaşılmış. * İktiza eden. Gerekli. Lâzım.
MUKTEZİYYAT İktiza eden şeyler. Gerekli olan ve icab eden şeyler.
MUKTİR Dar hâlli, durumu sıkıntılı. * Kocasını nafaka bakımından sıkıştıran kadın.
MUKVERE İnce, zayıf kadın.
MUKZA Tamamlanmış. * Lüzumlu görülmüş.
MUKZA' Seri, hafif nesne.
MUKZI' Fuhşiyat söyleyen, ahlâksızca şeyler konuşan.
MUKZÎ Gerekli görülmüş. * Hüküm ve kazâ olunmuş. * Tamamlanmış.
MU'LAT (C: Meâli) şeref kazanmak. * Yüksek derece.
MULEKKIN (Bak: Mülekkın)
MU'LEM (İlm. den) Belirtilmiş, işâretlenmiş.
MULİ' Tutkun, düşkün, ihtiraslı.
MULİF (Ülfet. den) Alışık, alışmış. Ülfet etmiş.
MULİM (Elem. den) Elem ve keder verici.
MU'LİN İlân eden. Herkese bildiren.
MUM f. Yumuşak. * Mum.
MUMAHELE Hile etmek. * Oyunla aldatmak. Hilekârlık.
MUMA-İLEYH (Mumâileyhâ) Kendisine işâret edilen. İsmi evvelce geçen.
MUMA-İLEYHİM İsmi evvelce geçenler. * İmâ edilenler, yukarıda anlatılmış olanlar.
MUMA-İLEYHİNN (Mumâ-ileyhâ. C.) Adı geçen kadınlar, yukarıda anılan kızlar, imâ edilenler.
MUMATELE (Bak: Mümatala)
MUMDAR f. Mum tutan. Işık veren. Işık tutan.
MUMÎL Bir tarafa doğru eğen. Meylettiren.
MUMİYAN f. Belleri ince olan güzeller. Kıl belliler.
MUMYA f. Uzun müddet çürümemesi için ilâçlanmış ölü. İnsan ve hayvan ölüsünün kurusu. * Çok zayıf (kimse).(Kur'anda çok tekrar edilen kıssa-ı Musa Aleyhisselâm'ın cümleleri ve cüz'leridir ki, herbir cümlesi, hattâ herbir cüz'ü, bir düstur-u küllînin ucu olarak gösterilmiş ve o düsturu ifade ediyor. Meselâ: $ Fir'avun, vezirine emreder ki: "Bana yüksek bir kule yap, semâvatın hâlini rasad edip bakacağım. Semanın gidişatından acaba Musa'nın (A.S.) dâva ettiği gibi semada tasarruf eden bir İlâh var mıdır?" İşte Î kelimesiyle ve şu cüz'î hâdise ile, dağsız bir çölde olduğundan dağları arzulayan ve Hâlik'ı tanımadığından tabiat-perest olup Rububiyyet dâva eden ve âsâr-ı ceberutlarını göstermekle ibka-yı nâm eden şöhret-perest olup dağ-misâl meşhur ehramları bina eden ve sihir ve tenâsuha kail olup cenazelerini mumya edip dağ misillu mezarlarda muhafaza eden Mısır fir'avunlarının an'anesinde hükümferma bir düstur-u acibi ifade eder.Meselâ: $ Gark olan Fir'avuna der: "Bugün senin gark olan cesedine necat vereceğim" unvaniyle umum Fir'avunların tenâsuh fikrine binaen cenazelerini mumyalamakla mâziden alıp müstakbeldeki ensal-i âtiyenin temâşâgâhına göndermek olan mevt-âlud, ibretnüma bir düstur-u hayatiyelerini ifade etmekle beraber, şu asr-ı âhirde o gark olan Fir'avunun aynı cesedi olarak keşfolunan bir beden, o mahali-i gark denizinden sahile atıldığı gibi, zamanın denizinden asırların mevceleri üstünde şu asır sahiline atılacağını, mu'cizâne bir işaret-i gaybiyye, bir lem'a-yı i'cazı ve bu tek kelime bir mu'cize olduğunu ifade eder. S.)
MUMZA (Mazâ. dan) İmza edilmiş olan.
MU'NAN Su arkı, su mecrâsı.
MUNASSAB (Nasb. dan) Birbirinin üzerine tertiplenmiş olan.
MUNAZZAF (Nazif. den) Temizlenmiş, arınmış, tanzif edilmiş.
MUNAZZAMA Tanzim olunmuş, yoluna konulmuş olan. İntizamlı teşkilât. Nizamlı. Adaletli.
MUNAZZIM Sıralayıp dizen, tanzim eden. * Nazm yazan. Vezinli, kâfiyeli, tertibli yazan.
MUNDAK Dövülüp ufalanmış.
MUNFASIL İnfisal etmiş. Birbirinden ayrılmış. Yerinden ayrılmış, fasl olmuş. İşinden ayrılmış.
MUNFASILAN Ayrı ayrı olarak. Ayrılmış olarak. Munfasıl tarzda.
MUNFASIL ZAMİR Gr: Başka kelimeye bitişik olmayan zamir. Ene, Ente: Ben, sen.. gibi.
MUNFASIM Kırılan, kırılmış olan, kırık. Eksilen.
MUNFASÎ Bir şeyden ayrılıp kurtarılmış olan.
MUNFATIR Yarılan, infitar eden.
MUNFAZİH Rezil ve kepaze olmuş.
MUNİKA Hoşa giden, beğenilen şey. Güzel.
MUNİS Alışılmış. Ehlileşmiş. Cana yakın. Sevimli. Ünsiyyet edilmiş.
MUNİSE Hayat yoldaşı. Can yoldaşı.
MUNKABIZ Sıkıntılı. Mânevi sıkıntı. * Çekilmiş. Büzülmüş. Daralmış. Toplanmış. * Barsakları sıkışmış. Kazâ-i hâcet edemeyen. Kabız.
MUNKALİB İnkılâb eden. Dönen. Dönmüş. Başka bir şekle ve kılığa girmiş olan. Değişmiş, değişen.
MUNKARIZ İnkıraz bulmuş. Batmış. Bitmiş. Son bulmuş. Mahvolmuş. Sönmüş.
MUNSABB (Bir denize veya nehire) dökülen, karışan.
MUNSABİG (Sıbg. dan) Boyanan, insibâg eden.
MUNSADI' Yarılmış, bölünmüş.
MUNSALİH Sulh üzere olan. Barış hâlinde olan.
MUNSAMÎ Dökülüp akıtılmış.
MUNSARIM Kesilen, kat edilen.
MUNSARİF (Sarf. dan) Geri dönen, çekilip giden. * Gr: Esre ve tenvin kabul eden isim.
MUNSARİH (Sarâhat. dan) Açık, meydanda, zâhir.
MUNSIF İnsaflı. Merhametli. Hakkı kabul eden. Hakka riayet eden.
MUNSIFÂNE İnsaflıca. İnsaflılıkla.
MUNTABI' (Tab. dan) Yaradılışdan olan, fıtraten. * Basılmış, tab' edilmiş, damgalanmış. * Hoş görülen, güzel.
MUNTABIH (Tabh. dan) Pişmiş, pişen.
MUNTABIK İntibak eden. Birbirine uyan. Uygun.
MUNTAFİ Sönmüş. Sönen. * Bastırılmış.
MUNTALİK (Talâk. dan) Salıverilmiş, bırakılmış. * Bağsız. * Kederi, hüznü ve gamı olmıyan. Sevinçli, mesrur, neşeli.
MUNTAMIS Belirsiz olan. İntımâs eden.
MUNTASIF (Nısf. dan) Orta, yarı. * Yarıya varılmış, yarılanmış.
MUNTASIF-I SENE Yılın ortası. Senenin yarısı.
MUNTASIH (Nush. dan) Nasihat dinliyen. Öğüt dinliyen.
MUNTASIHÂNE f. Nasihat dinliyerek.
MUNTASIR Öç alan. İntikam alan.
MUNTAVÎ (Tayy. dan) Dürülmüş, dürülüp bükülmüş, devşirilmiş.
MUNTAVİ' Söz dinler. Muti.
MUNTAZAM Düzenli. Tertibli. İntizamlı. Düzgün sıralanmış. Her şeyin yerli yerinde olması. Derli toplu olma.
MUNTAZAMAN İntizamlı ve düzgün olarak. Muntazam bir tarzda. * Devamlı ve sürekli olarak. Dâima.
MUNTAZAR Ümid ile gözlenen. Beklenen. Gözetilen.
MUNTAZIR Bekleyen. Gözleyen. Birisinin gelmesini bekleyen.
MUNTAZIRAN Bekliyerek, intizâr ederek.
MUNTAZIRÂNE f. Bekliyerek, muntazıran, intizâr ederek.
MUNTAZIRÎN (Muntazır. C.) Bekliyenler, gözliyenler. İntizar edenler.
MUNZACIR Yüreği sıkılmış.
MUNZALİM Kendi isteğiyle veya istemiyerek zâlimin zulmüne boyun eğen.

Prof. Dr. Sinsi 09-10-2012 03:08 AM

Osmanlıca Sözlük (M Harfi)-Osmanlıca Sözlük (M Harfi)İle İlgili Kelimeler...
 
RE: Osmanlıca Sözlük (M Harfi) MUNZAMM Zamm edilen. İlâve edilen. * Ek. Üste konan, katılan.
MUNZAR Geciktirilmiş, te'hir edilmiş. Sonraya bırakılmış.
MUNZİC Hazmettirici, sindirici. * Tıb: Yara veya çıbanı cerahatlendiren. * Kemâle eren, inzâc eden.
MUNZİCÂT Yaranın iltihabını yok edici, irinini akıtıcı (ilâçlar).
MUR f. Karınca. Neml.
MURA Kedi sesi. Kedi miyavlaması.
MURABAA Yazlığa çıkmak üzere mukavele yapma.
MURABAHA Bir malı kâr ile satmak. * Bir miktar ilâve ederek ödünç para alıp vermek. * Fâiz ile para alıp vermek.
MURABATA Düşmanla karşılaşılacak yerlerde gözetip sebatla nöbet beklemek. * Mülâzemet etmek. * Bağlamak.
MURABBA Terbiye görmüş. * Kaynatıp kıvama geldikten sonra dondurulmuş. * Meyve suyu tatlısı. Reçel. Ezme.
MURABBA' Dört köşeli şekil. * Dörde çıkarılmış. Dörtlü. Dört şeyden olmuş. * Geo: Kare.
MURABBA-İ TÂMM Geo: Tam kare.
MURABBANİŞİN f. Bağdaş kurup oturan.
MURABBAYAT (Murabbâ. C.) Kaynatılıp kıvamına getirildikten sonra dondurulmuş meyve suyu tatlıları.
MURABIT Kalbini Allah'a bağlayan. * Düşmanla karşılaşılacak yerlerde gözetip nöbet bekleyen.
MURABITÎN (Murâbıt. C.) Kalblerini Allah'a bağlayanlar. * Şeyhler, dervişler.
MURAD İstenerek, ümid ederek beklenen. Arzu edilen şey. * Gâye. Maksad. Emel.
MURAD-I HAK Allah'ın isteği ve muradı.
MURAFAA Karşılıklı hak iddia ederek konuşmak. * Bir dâvâ için birisini hâkim huzuruna celb ettirmek. Yüzleşerek muhakeme olunmak.
MURAFAKAT Beraberlik, arkadaşlık.
MURAFIK Refakat eden, beraber bulunan, yoldaş, arkadaş.
MURAFİ' (Ref'. den) Murâfaa eden.
MURAGABET Arzu etme, dileme.
MURAGIB Rağbet eden.
MURAHHAM Kısaltma. * Son harfleri veya heceleri düşürülmüş.
MURAHHAS Devlet veya herhangi bir teşekkül nâmına, salâhiyyetli olarak bir yere bir vazife ile gönderilen kimse. * Terhis edilen. İzin verilen. Tâlimat verilen kimse.
MURAHHASA Ermeni piskoposu.
MURAHHASİYET Murahhaslık, delegelik.
MURAHHİL (Rıhlet. den) Bir yerden diğer bir yere göçüren. Terhil eden.
MURAÎ Riayet eden. Bakıp gözeten.
MURAÎ (Bak: Mürâi)
MURAKABE Kontrol etmek. İnceleyip vaziyeti anlamak. Teftiş etmek. * Kendini kontrol etmek. İç âlemine bakmak. Gözetmek. * Hıfz etmek. * Beklemek. İntizar. * Dalarak kendinden geçmek. * Tas: Kendisini tamamen nâfile ibâdet ve itaate vermek için mâbede kapanmak.
MURAKASA (Raks. dan) Raksetme, dans.
MURAKIB Murakabe eden. Teftiş ve kontrol eden kimse. * Hıfzeden. * Allah'a (C.C.) bağlanmış olan.
MURAKKA' (Ruk'a. dan) Yamalı, yamanmış.
MURAKKAK (Rikkat. den) İnce. İncelmiş.
MURAKKAM (Rakam. dan) Yazılı, yazılmış. * Numaralanmış, numara konulmuş, sayı konulmuş.
MURAKKAN Bozulmuş, aradan çıkarılmış.
MURAKKIK Tecvidde bir harfi ince okumağa; terkik, ince okunan harflere ise; murakkık denir ki, şunlardır: Elif, nun, şın, ra, ha, dal, yâ, se, ayın, lam, mim, kef, sin, vav, fe, te, cim, he, ze, bâ, zel.
MURAKKIM (Rakam. dan) Pusulanın iğnesi.
MURAN (Mur. C.) Karıncalar.
MURANE f. Karıncavâri, karınca gibi.
MURASADE (Rasad. dan) Rasad etme, gözetleme. * Dikkatle bakma.
MURASSA' Süslü. Kıymetli taşlarla süslenmiş. Sırmalı. * Birbirine yanaştırılmış. Oturtulmuş. * Edb: İki mısra veya iki fıkrası birbiri ile aynı vezin ve kafiyede olan söz veya beyit. * Bir nevi yazı.
MURASSAAT (Murassa'. C.) Murassâlar. Cevher ve inciler gibi şeylerle. Süslenmiş olanlar. Takdir edilip yerleştirilmiş süslü ve kıymetli şeyler.
MURASSAS Lehimlenmiş. * Kurşun veya kalayla kaplanmış.
MURAVAGA Güreşme.
MURAVAZA Bir kimseyi kahır veya hile ile iknâ etme, aldatma, kandırma.
MURAZAA (Rızâ. dan) Emzirme.
MURÇE f. Küçük karınca.
MURD f. Mersin ağacı.
MURDAR f. Pis. Kirli. Mülevves. Temiz olmayan. * İslâmiyetin gösterdiği kaidelere uygun olmıgirsin bir tarafına ..!!! kesilmiş hayvan.
MURDİA Süt emziren. Süt anası.
MU'REB Gr: Sonu her çeşit harekeyi alabilir olan. Mebni olmayan. İrablanmış. Sonu harekelenmiş olan kelime.
MU'RİB İzhar edici, izhar eden, gösteren.
MURİS Getiren. Veren. Kazandıran. * Fık: Miras bırakan.
MU'RİZ İ'raz eden. Yüz çeviren. Başka tarafa dönen. Ta'riz eden. Dokunaklı konuşan.
MURTABİT Bağlı. İrtibatlı. Birbirine bitişik. Ekli.
MURTAD (Bak: Mürted)
MURTAZ Alıştırılmış, tâlimli hayvan.
MURTAZI' (Rızâ. dan) Süt emen, irtiza eden.
MURTEZA Beğenilmiş. Seçilmiş. Makbul. Rağbet gören. Beğenilen. * Hz. Ali'nin (R.A.) bir lâkabı.
MURZI' (Rızâ. dan) Çocuk emziren.
MURZİA (Rızâ. dan) Çocuğa süt emziren. Meme veren. Sütnine. Bebeğe süt vermek üzere para ile tutulmuş kadın.
MUS Bıçak.
MUSA Beni İsrâil peygamberlerinden Hz. Musa'nın (A.S.) ismi. Dört büyük kitaptan birisi olan Tevrat, vahiy yoluyla kendisine gelmiştir. Yahudilerin en büyük peygamberidir. Şeriatı, İsa'ya (A.S.) kadar devam etti. Yusuf'un (A.S.) soyundan Yuşa nâmındaki peygamberi yerine tâyin ederek vefat etmiştir. Mısır firavununa karşı mücadele etti. Harun (A.S.) kardeşi ve kendi veziri hükmünde idi.(Mısır Kıt'ası, kumistan olan Sahra-yı Kebir'in bir parçası olduğundan Nil-i Mübarek'in feyziyle gâyet mahsuldâr bir tarla hükmüne geçtiğinden, o cehennem-nümun sahra komşuluğunda şöyle cennet-misal bir mevki-i mübarekin bulunması, felâhat ve ziraatı, ahalisinde pek mergub bir surete getirmiş ve o sekenenin seciyesine öyle tesbit etmiş ki ziraatı, kudsiye; ve vasıta-ı ziraat olan "Bakar"ı ve "Sevr"i mukaddes, belki mâbud derecesine çıkarmış. Hattâ o zamandaki Mısır milleti, sevr'e, bakar'a ibadet etmek derecesinde bir kudsiyet vermişler. İşte o zamanda Benî-İsrail dahi, o kıt'ada neş'et ediyordu ve o terbiyeden bir hisse aldıkları, "İcl" mes'elesinden anlaşılıyor.İşte Kur'an-ı Hakîm, Hazret-i Musa Aleyhisselâm'ın risaletiyle, o milletin seciyelerine girmiş ve istidatlarına işlemiş olan o bakar-perestlik mefkuresini kesip öldürdüğünü, bir bakar'ın zebhi ile ifham ediyor. S.)
MUSA Vasiyet olunan mal. * Menfaat.
MUS'A (C: Musu) Böğürtlen otunun meyvesi. * Bir kuşun adı.
MU-SA(Y) f. Ustura.
MUSAARA Büyüklük taslayarak birisinin yüzüne bakmayıp başını çevirmek.
MUSAB Kendine bir şey isabet eden. Hasta. Musibetzede. Musibete uğrayan.
MUS'AB Aygır at. * Her nesnenin erkeği.
MUSAB Sevab kazanmış olan. Ameline karşılık ecir kazanmış olan.
MUSABBAG Boyalı, boyanmış.
MUSABE Musibet, belâ, âfet.
MUSABERET Karşılıklı sabır. Sabırlılık. Katlanmak.
MUSA BİH Vasiyyet olunan şey.
MUSABİYET Bir hastalığa tutulma. Bir musibete giriftar olma.
MUSADAKAT (Sıdk. dan) Karşılıklı dostluk.
MUSADDA' (Sad'. dan) Başı ağrıtılmış, rahatsız edilmiş.
MUSADDAK Doğruluğu tasdik edilmiş. Sadakati ve doğruluğu tanınmış, isbat edilmiş olan.(Hem zâtiyle, hem lisâniyle, hem delâlet-i hâliyle, hem kaliyle kâinatın Sâniine delâlet eden şu delil; hem hakikat-ı kâinatça musaddak, hem sâdıktır. Çünkü bütün mevcudatın vahdâniyete delâletleri, elbette vahdaniyeti söyleyen Zâtı tasdik hükmündedir. Demek söylediği da'vâ da umum kâinatça musaddaktır. M.)
MUSADDAR (Sudur. dan) Çıkmış, sudur etmiş.
MUSADDE Muhâlefet, uyuşmazlık, zıtlık.
MUSADDIK Tasdik eden. İmzalayan. * Doğruluğunu kabul eden.
MUSADDİ' Tasdi' eden. Baş ağrıtan. Rahatsız eden.
MU'SADE (İ'sad. dan) Sımsıkı kapatılmış, kilitlenmiş olan.
MUSADE Avlanan canavar.
MUSADEFE Bulmak. * Yetişmek.
MUSADEKA Dostluk.
MUSADEMAT Çarpışmalar. Vuruşmalar. Müsademeler.
MUSADEME İki şeyin birbiriyle çarpışması. Çarpışmak. Vuruşmak.
MUSADERE Zulüm ve cebir etmek. (Bak: Müsadere)
MUSAF Cenk, harp.


Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.