![]() |
Osmanlıca Sözlük (İ Harfi)-Osmanlıca Sözlük (İ Harfi) İle İlgili Kelimeler...
RE: Osmanlıca Sözlük (İ Harfi) İNSAN-I KÂMİL Güzel huy, ahlâk ve yüksek fazilet sahibi olan kimse.
İNSAN-ÜL AYN Gözbebeği. İNSANÎ İnsana ait, insanla alâkalı. İNSANİYE İnsanlar, insan cinsi, beşeriyet. İNSANİYET İnsanlık, vicdanlılık. İnsana yakışır hâl ve durum. İNSANİYET-İ KÜBRA Büyük ve en makbul olan insânlık, yâni, İslâmiyet.(Ey Nefis! Hayr-ı mahz olan vücudu sana giydiren Hâlik-ı Zülcelâl, sana iştihalı bir mide verdiğinden Rezzak ismi ile bütün mat'umatı bir sofra-i nimet içinde senin önüne koymuştur. Sonra sana hassasiyetli bir hayat verdiğinden, o hayat dahi bir mide gibi rızık ister. Göz, kulak gibi bütün duyguların, eller gibidir ki, ruy-u zemin kadar geniş bir sofra-i ni'meti o ellerin önüne koymuştur. Sonra mânevi çok rızık ve ni'metler isteyen insâniyeti sana verdiğinden âlem-i mülk ve melekut gibi geniş bir sofra-i ni'met, o mide-i insâniyetin önüne ve aklın eli yetişecek nisbette sana açmıştır. Sonra nihâyetsiz ni'metleri isteyen ve hadsiz rahmetin meyveleri ile tegaddi eden ve insâniyet-i kübrâ olan İslâmiyeti ve imânı sana verdiğinden dâire-i mümkinat ile beraber Esmâ-i Hüsnâ ve sıfât-ı mukaddesenin dâiresine şâmil bir sofra-i ni'met ve saadet ve lezzet sana fethetmiş. Sonra imanın bir nuru olan muhabbeti sana vermekle gayr-ı mütenâhi bir sofra-i nimet ve saadet ve lezzet sana ihsan etmiştir. S.) İNSANİYETKÂR f. Vicdanlı ve iyi adam, insaniyetli. İNSANİYETKÂRÎ Vicdanlılık, insaniyetlilik. İNSANİYETPERVER İnsanlığı seven, iyi insan. İNSAN SURESİ Kur'an-ı Kerim'in 76. Suresi olup "Dehr, Ebrar, Emşac, Hel-etâ Suresi" de denir. İNSAT (İnsiyat) Susup dinleme, susma. * Gizlenerek gitme. * İnfial vezninde, nidâ eden kimseye icabet etme. * Beli bükülenin beli doğrulması. * Meşhur olma. İNSIBAB (Bak: İnsibab) İNSIBAĞ (Sıbg. dan) Boya tutma, boyanma. * Temizlenme. İNSIDAM (Sadme. den) Patlama. Tazyik ile bir şey atma. İNSIRAF Çekilip gitme, çekilme, geri dönme. * Gr: İsimlerin kaide ve kurallara göre çekilebilmesi. İNSIRAFÎ Çekilip gitme ile ilgili. İNSIRAH (Sarahat. den) Açığa çıkma, zâhir olma, sarahat bulma. İNSIRAM Kesilme, kesilip ayrılma. İNSÎ İnsana âit ve müteallik. İnsan cinsinden. İNSİBAB Dökülme. Akıtılma. * Cereyan etme. * Başka suya karışma. * Tıb: Ahlat-ı erbaadan birisinin vücudun bir tarafında nesicler (dokular) arasında toplanması. İNSİBAG Boyalanma. Maddi veya mânevi rengi ile renklenme. Boya tutma. * Temizlenme.(Sohbet-i Nebeviye öyle bir iksirdir ki, bir dakikada ona mazhar bir zat, senelerle seyr-i süluka mukabil, hakikatın envarına mazhar olur. Çünkü, sohbette insibag ve in'ikâs vardır. Malumdur ki, in'ikâs ve tebâiyetle, o nur-u a'zam-ı nübüvvetle beraber en azim bir mertebeye çıkabilir. Nasıl ki; bir sultanın hizmetkârı ve onun tebaiyeti ile, öyle bir mevkiye çıkar ki, bir şah çıkamaz. S.) İNSİCAL Çekilme. * Dökülme. İNSİCAM Suyun dökülüp devamlı akışı. Düzgünlük. Sağlam ve ıttırad ile ârızasız tertib üzere olmak. * Devamlı yağmur yağmak. * Edb: Düzgün, tertibli, pürüzsüz söz. Kitabın ifadesi güzelce ve düzgün tertib üzere olmak. İNSİDAD (Sedd. den) Tıkanma, kapanma. İNSİDAD-I EM'Â Tıb: Bağırsakların birbirine dolanması neticesinde tıkanması. İNSİDAD-I HALİME Tıb: Meme başlarının tıkanması. İNSİDAL Düşük olma, sarkma, pörsüme. İNSİFA' (Nısıf. dan) Bir şeyin ortası. * Bir şeyin yarısını alma. * Gündüzün ortası. * Hakka hizmet. * Adaletle mukabele etmek. Mazluma yardım edip zâlimden hakkını almak. İNSİFAR İnkişaf etme, açılma. İNSİHAK Döğülüp ezilme. Ezilip yumuşamak. İNSİHAL Düzgün söz söyleme. * Kabuğu soyulma. İNSİKAB Delinme. İNSİKAB-I LÜ'LÜ' İncinin delinmesi. İNSİLAB (Selb. den) Kaldırılma, selb olunma, giderilme. Kalmama. Mahvedilme. Soyulma, soyulmuş olma. İNSİLAH Silâhlanma. Silâh ile techiz olma. İNSİLAH Soyulma. Derisi yüzülme. Sıyrılıp çıkma. * Ayın sonu gelme. İNSİLAK (Silk. den) Yola girme, süluk etme, yol tutma. İNSİLAL Bir yere toplanma, üşüşme, hücum etme. İNSİLAL Gizlice savuma, sıvışma, sıyrılma. İNSİMAG Yere düşüp ezilme, yaralanıp berelenme. İNSİNA Bükülme, burkulma, burulma. İNSİNA-YI KADEM Ayağın burkulması. |
Osmanlıca Sözlük (İ Harfi)-Osmanlıca Sözlük (İ Harfi) İle İlgili Kelimeler...
RE: Osmanlıca Sözlük (İ Harfi) İNSİRAM Dişin kırılması.
İNSİTAH Yayılıp arka üstü yatma. * Satıhlı olma. İNSİYAB Süzülüp akma. Çabuk akıp gitme. İNSİYAG Kalıba dökülüp düzelme. İNSİYAK Mânen sevk olunma. İlâhi ve mânevi sevk. Gönderilmek, bir kuvvetin te'siriyle çekilip gitmek. Ardı sıra gitmek. İNSİYAKÎ İnsiyak ile alâkalı. İnsiyak, İlâhî sevk ve his ile alâkadar. İNS Ü CANN İnsan ve cin taifesi. İNS Ü CİNN İnsan ve cin. İNŞA Yapma. Vücuda getirme. Terkib etme. Bir şey peyda etmek. * Yaratma. * Edb: Yazı dersi. Nesir yazmak. * Güzel nesir halinde yazı yazmak veya güzel yazılmış nesir halindeki yazı.Çeşitli mektuplaşma ve güzel yazma için mektup, tezkere, istida (dilekçe), tebrik, tâziyenâme, sened v.s. örneklerini içinde toplayan kitaba da inşâ veya inşâ rehberi denir.("İnşâ ve terkib" tabir edilen mevcud olan anasır ve eşyadan toplamak suretiyle ona vücud vermektir. Eğer cilve-i ferdiyete ve Sırr-ı ehadiyete göre olsa, hadsiz derece bir sühulet belki vücub derecesinde bir kolaylık olur. Eğer ferdiyete verilmezse, hadsiz derece müşkül ve gayr-ı mâkul, belki imtinâ derecesinde bir suubet olacak. Halbuki; kâinattaki mevcudat nihâyet derecede külfetsiz olarak ve suhuletle ve kolaylıkla gayet mükemmel bir surette vücuda gelmeleri cilve-i ferdiyyeti bilbedahe gösteriyor ve her şey doğrudan doğruya Zât-ı Ferd-i Zülcelâlin sanatı olduğunu isbat ediyor. L.) (Bak: Halk) İNŞAALLAH Allah izin verirse. Allah nasibederse (meâlindedir). (Bak: Tabii) İNŞAAT Yapmak, inşa etmek. * Yapı. Bina ve gemi yapımıyla alâkalı işler. İNŞAB Tırnak batırma, tırnak bastırma. İNŞAD Edb: Şiir okuma. Şiiri kaidesine uygun ahenk ile okuma. Sesini yükseltme. * Arayıp soruşturma. * Birisini hicvetme. * Kayıp olan bir şeyi haber verme. İN-ŞAE Eğer isterse, istediği gibi... İNŞAÎ İnşaya, yapıya dâir ve müteallik. * Güzel yazmağa dâir. İNŞAİYYAT (İnşâi. C.) İşitilmemiş ve duyulmamış sözlerden yapılan cümleler. İNŞAİYYE İnşâât işleriyle uğraşanlar. Bina ve gemi yapma işleriyle meşgul olanlar. İNŞAK Koklatma. Buruna kokulu bir şey çektirme. * Tuzağa veya ağa iliştirme. İNŞAR Ölüyü diriltme. (Bu fiil, Allah'a mahsus olmak kaydiyle: İnşar-ı emvat denir.) İNŞAT Ferahlandırma. Neş'elendirme. Sürurlandırma. İNŞAZ Yükseltme. İNŞİAB Şubelendirme. Ayırma. Şubelere ayrılma. * Bölük bölük olma. * Dalbudak verme. İNŞİAL Alevlenme, şulelenme. İNŞİBAB Gençleşme, delikanlı olma. İNŞİBAK Şebeke şeklinde olma. * Balık ağı gibi birbirine geçme. İNŞİHAB Fışkırma. İNŞİHAB-I DEM Kanın fışkırması. İNŞİKAK İkiye ayrılma. Çatlama. Yarılma. İNŞİKAK-I ASÂ Değneğin kırılması. * Mc: İhtilaf, karışıklık, ikilik. Birliğin bozulması. İNŞİKAK-I KAMER Ay'ın parçalanması. Peygamberimiz Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü vesselâmın mu'cizesi eseri olarak gökte ay'ın en parlak olduğu bir zamanda ikiye ayrılması. (...Hem Resul-i Ekrem'in (A.S.M.) mütevatir ve kat'i bir mu'cize-i kübrası "Şakk-ı Kamer" dir. Evet, şu "İnşikak-ı Kamer" çok tariklerle mütevatir bir surette, İbn-i Mes'ud, İbn-i Abbas, İbn-i Ömer, İmâm-ı Ali, Enes, Huzeyfe gibi pek çok eâzım-ı sahâbeden müteaddid tariklerle haber verilmekle beraber, Nass-ı Kur'an ile $ âyeti, o mu'cize-i kübrâyı âleme ilân etmiştir. O zamanın inatçı Kureyş müşrikleri, şu âyetin verdiği habere karşı inkâr ile mukabele etmemişler, belki yalnız "sihirdir" demişler. Demek kâfirlerce dahi Kamerin inşikakı kat'idir. M.) İNŞİKAK SURESİ Kur'an-ı Kerim'in 84. Suresi olup İnşakkat suresi de denir. Mekkî'dir. İNŞİLAL Şiddetle dökülerek akma. * (Su) uçurumdan dökülerek şelâle meydana getirme. İNŞİMAR Sallana sallana yürüme. İNŞİNAC Buruşma. Derinin buruşması. İNŞİNAC-I VECH Yüz buruşması. İNŞİRAH Ferahlanmak, mesrur olmak. İNŞİRAH-I DERUN İç açılması, ferahlama. İNŞİRAH SURESİ Kur'an-ı Kerimin 94. Suresidir. İNŞİRAK Çatlama, yarılma, ayrılma. Yarık olma. Parlama. İNŞİRAM Yarık yarık olma. İNŞİRAS (Soğuktan dolayı) el çatlama. |
Osmanlıca Sözlük (İ Harfi)-Osmanlıca Sözlük (İ Harfi) İle İlgili Kelimeler...
RE: Osmanlıca Sözlük (İ Harfi) İNTA' Çok fazla terlemek. Kusma, istifra etme.
İNTAC Neticelenme. Husule getirme. Sona erdirme. Doğurma, meydana getirme. İNTAF Kabahat yükleme. İNTAK Edb: Söylemeğe kabiliyeti olmayanı söyletmek. Onun nâmına konuşmak. Nutka getirmek, söyletilmek. Dile getirmek. İNTAK-I Bİ-L HAK Hakk'ın söyletmesi. Cenab-ı Hakk'ın konuşturması. İnayet-i Hak ile hakikatı olduğu gibi dile getirmek. İNTAN Pis kokma. Fenâ kokma. * Mikrobun sebebiyet verdiği şey, hastalık. İNTANÎ Mikroplu, mikroptan meydana gelen. İNTANİYE Fena koku ve mikropluluğa dâir, mikroplu hastalıkla alâkalı. İNTAŞ (Tohum) toprakta çimlenme. İNTIBA' Görüş ve anlayış. Kalb ve ruhta hâsıl olan te'sir. * Matbu' olmak, tab' olmak, basılmak. İNTIBAAT (İntiba'. C.) Edinilen intibalar. İNTIBAH Pişmek, pişirilmek. İNTIBAH-I TAAM Yemeğin pişmesi. İNTIBAK (Tıbk. dan) Uygun olmak, muvâfakat. Mutabık, mümâsil ve muvâfık olmak. İNTIBAKAT (İntıbak. C.) Uygun ve münasib gelmeler. Mutabık gelmeler. INTIFA Sönme. Yanarken sönme. Ortadan kalkma. INTIFA-YI HARİK Yangının sönmesi. İNTILAK Koyverip gitme. Salıverme, yollama. * Sevinme. İNTIMAS Kaybolma, belirsiz olma. İNTIRAK Gürleme. Patlama. İNTIVA Dürülmek ve cem' olmak. Bükülmek ve katlanıp sarılmak. İNTIYA' İtaat etme, muti olma, söz dinleme. İNTİAŞ Yorgunluktan sonra canlılık hissetme. Canlılık. * Hastalıktan sonra iyileşip kalkma. * Geçinme. * (Yıkılan adam) doğrulup kalkma. İNTİAZ Kuvvetlenme, kıvama gelme. * Kalkma. İNTİBAC Hastalıktan dolayı vücutta hâsıl olan şişkinlik. İNTİBAH Uyanıklık, göz açıklığı. Hassasiyet. Agâh ve münebbih olmak. Hakikatı ve hakkı anlayıp yanlıştan, fenadan dönmek. * Sinirlerin uyanması. Uzuvların harekete gelmesi. İNTİBAK Bir mekânın yükselmesi. * Bir kavmin şerre yönelmesi. İNTİBAK (Bak: İntıbak) İNTİBAR Kabarma, şişme. İNTİCAM Sona erme, nihayet bulma. Tamamlanma, tamam olma. İNTİCAS Bulaşma, murdar olma. İNTİDAM Kolayca ele geçme. Kolay bir şekilde elde etme. İNTİFA' Fayda te'min etmek. Menfaatlanmak. İNTİFA' Bir şey ortadan yok olma. Aradan çıkma. İNTİFAD Huk: Bir şeyi tamamen alma. Tükenme, bitme. İNTİFAH Şişkinlik. Şişmek. Kabarmak. * Vücud organlarından birinin büyümesi. İNTİFAH-I BATNÎ Karnın, gazların birikmesinden dolayı şişmesi. İNTİFAÂH-I RİE Akciğerin şişmesi. İNTİFAL Nafile namaz kılma. İNTİHA Son, nihayet, uç.İNTİHA' : Eğilme. Dayanma, yaslanma. İNTİHAB Seçmek. Ayırıp beğenmek. İhtiyar ve âmâde eylemek. * Bir şey yerinden çıkmak. İNTİHAB Kapışmak. Yağma suretiyle mal almak. İNTİHABAT (İntihab. C.) Yağmalar, talan etmeler, kapışmalar. İNTİHABAT (İntihab. C.) Seçilmeler, seçmeler. * Seçimler. İNTİHABÎ İntihabla alâkalı, seçim ve seçme işlerine ait. İNTİHAC Yol bulma, varma, ulaşma. İNTİHAÎ (İntihaiyye) Sona ve nihayete ait. Bitme ile alâkalı. İNTİHAK Zayıflatma, gücünü azaltma, kuvvetsizlendirme. * İşe yaramaz bir hale sokma. İNTİHAL Çalma. Başkasının malını kendisinin gibi iddia etme. * Edb: Başkasının yazısını kendisinin gibi göstermek. Onu benimsemek. Böyle şiire, sirkatî şiir de denir. İNTİHA-PEZİR f. Sona eren, nihâyet bulan. İNTİHAR Kendi kendisini öldürmek. İdâm-ı nefs. İNTİHAZ Fırsat bilip kaçırmamak. Fırsat gözlemek. İNTİHAZ Ayaklanmak. Depreniş. Kalkmak. * Yola veya sefere çıkmak. Şüru eylemek. İNTİKA Bir şeyi seçme, ayırdetme. İNTİKAD İyi bilineni kötülemek. * Seçip ayırdetmek. * Kalp parayı gerçeğinden ayırmak. * Tenkid. * Fenni veya edebi eserlerin tarafsız bir nazarla incelenmesi sonunda fikir ileri sürülmesi. İNTİKAH Kemikten ilik çıkarma. İNTİKAH İyi bir haber veya söz işitip sevinme. * Zayıflama, kuvvetsizleşme. İNTİKAL Bir yerden bir yere nakletmek. Tebdil-i mekân etmek. * Göçmek, geçmek. * Sirâyet. Bulaşmak. * Bir şeyin miras olarak kalması. * Bir mes'eleden diğer bir hususu veya neticeyi anlamak. İNTİKALEN İntikal suretiyle. İNTİKALÎ İntikal ile ilgili. İNTİKAM Öç almak. Hınç ve acı çıkarmak. İNTİKAMAT (İntikam. C.) İntikamlar, öç almalar. |
Osmanlıca Sözlük (İ Harfi)-Osmanlıca Sözlük (İ Harfi) İle İlgili Kelimeler...
RE: Osmanlıca Sözlük (İ Harfi) İNTİKAMCÛ İntikam almağa çalışan, öç almak isteyen. İntikam arıyan.
İNTİKÂS (Nüks. den) Başaşağı dönme veya düşme. İNTİKAS Eksilme. * İstibrâ için erkeklik organına su serpme. İNTİKAŞ Nakışlanmak. Menkuş olmak. İNTİKAZ Bozulma. * Çözülme, battal edilme.İNTİMA'Â : Birine mensub olma, intisâb etme. Bir kimseye bağlanma. * (Kuş) bir yerden uçup, başka bir yere konma. İNTİSAB (Nisbet. ten) Bir yere, bir kimseye mensub olmak. Mâiyyetine girmek. Bağlanmak. İNTİSAB (Nasb. dan) Dikilip durmak. * Yükseğe kaldırmak. * Bir mansaba tayin olunmak. * Gr: Kelimenin mansub olması (Bak: Mansub) İNTİSAC (Nesc. den) Doku peyda eylemek. Doku, nesic hâsıl olmak. * Mensucat gibi iki taraftan çizgili ve dokumalı olma. İNTİSAF Hakkını tam olarak alma, haklaşma. * Zaman, yarı olma. Vakit, yarıyı bulma. İNTİSAF-I RAMAZAN Ramazan ayının ortası. İNTİSAH (Nesh. den) Kopyasını çıkarma. İNTİSAH Verilen öğütü dinleme, edilen nasihatı tutma. İNTİSAK Sıra ile düzgün olma, intizamlı oluş. İNTİSAR Saçılmak. Dağılmak. * Püskürmek. * Toz kabarması. Kabarmak. * Buruna su çekmek. * Aksırıp tıksırmak. İNTİSAR Yardım etmek. * Hakkını tamamen almak. * Öc ve intikam almak. İNTİŞA' Neş'et etme, gelişme, yetişme, neşv ü nemâ bulma. İNTİŞAB Odun veya mal biriktirme. * Tutulup kalma. İNTİŞAK Burna bir şey çekmek. İNTİŞAR Dağılmak. Yayılmak. Üremek. * Tıb: Yorgunluktan damar şişip kabarmak. Umumileşmek. İNTİŞAR-I ARZANÎ Hedefin sağ veya sol taraflarına düşen mermilerle, hedef arasında kalan mesafe. İNTİTAK Kemer veya kuşak bağlama. İNTİYAH Ağlama, göz yaşı dökme. İNTİYAT Kendi reyi ile davranma, kendi istek ve iradesi ile hareket etme. * Asılı kalma. İNTİZA' Koparıp alma, çekip koparma. İNTİZAC Çok ağlama, fazlaca göz yaşı dökme. * Tıb: Çıbanın olgun hâle gelmesi. İNTİZAH Suç ve kabahattan sıyrılma. Temize çıkma. * Def-i hâcet yaptıktan sonra temizlenme. Tahâretlenme. İNTİZAM Tertib, düzen, düzgünlak ve nizam üzere olmak. İNTİZAMIN İLCAI İntizamın zorlaması, mecbur etmesi, muztar kılması. İNTİZAMPERVER f. Her şeyi tertib ve düzenli yapan. İntizâmı çok seven. İNTİZAR Adamak, nezretmek. İNTİZAR (Nazar. dan) Gözlemek. Ümidederek beklemek. İNZA' Çekip çıkarmak. * Soyunmak. * Zorla çekip çıkarmak. * Feragat. İNZAC İyice pişirip kıvamını buldurma. İNZAL (Nüzul. dan) İndirme. İndirilme. Nüzul ettirme. * Tenasül âletinden meninin çıkması. İNZAL-İ KÜTÜB Cenab-ı Hakk'ın vahiy ile peygamberlere kitab göndermesi. İNZAR (Nazar. dan) Te'hir etme, geciktirme. İmhal. İNZAR (C.: İnzârât) (Nezr. den) Neticenin kötü olacağını bildirerek fenalıktan sakındırmak. Azab ve ceza va'detmek. İNZARAT (İnzar. C.) İhtarlar, tenbihler. İNZILAM Zâlimin zulmüne boyun eğme. İNZIMAM (Zamm. dan) Bir birine ilâve olunmak, katılmak. Yapışmak. Birbiri ile alâkalı oluş. İNZİAC Yerinden koparma, sökülme. * Tas: Allah'a tam teveccüh ederek dünyevî emelleri bırakmak. İNZİBAT Asayiş, düzen ve rahatlık. Umumi emniyetin iyi ve yolunda olması. * Sağlamlaşmak. * Polis vazifesini gören asker, ordu mensubu. İNZİBATÎ Emniyet ve asâyişe dair. İnzibata müteallik. İnzibatla alâkalı. İNZİCAR Çekilmek, vazgeçmek. İNZİMAM Bağlanma. * Yular ile bağlanma. İNZİMAM (Bak: İnzımam) İNZİVA Feragat edip bir tarafa çekilmek. Bir işe karışmamak. Dünya işlerini bırakmak. Süfli ve hevesi işleri bırakıp ilm-i Kur'an ve imanla, ibadet ve taatla, Kur'ân ve imana hizmetle vakit geçirmek. İNZİVA-GERDE f. İnzivaya çekilen. İPLİKHANE Eskiden suç işlemiş kimselerin hapsedilip çalıştırıldıkları yere verilen addır. * Gemilere lüzumlu halatlarla yelken bezini yapan eski bir deniz müessesenin adı idi. İPNOTİZMA (Fr: Hypnotisme) Telkin ile kabiliyetli bir kimsenin üzerinde, söz ve bakış ile elde edilen bir çeşit uyku hâli. * Uyuşukluk. İradesizlik hâli ve bu hâle ait vaziyetler. İPOTEK Fr. Bir borcun ödeneceği zamana kadar borçlunun alacaklıya vermiş olduğu değerli şey. Rehin. İP PARASI Mc: Belâyı savmak için verilen şey. |
Osmanlıca Sözlük (İ Harfi)-Osmanlıca Sözlük (İ Harfi) İle İlgili Kelimeler...
RE: Osmanlıca Sözlük (İ Harfi) İPTİDA (Bak: İbtida)
İPUCU Mc: Emare, işaret, alâmet, delil, vesika. İRA Bağış yapma, iyilikte bulunma. * Çakmaktan ateş çıkarma. Parlama. İ'RA Çıplak bırakma, soyma. İR'Â Otlatma. İR'Â-Yİ AGNAM Koyunları otlatma. İ'RAB Düzgün konuşmak ve hakikatı açıklamak. * Gr: Kelime ve fiillerin sonunda bulunan harf veya harekelerin değişmesi ve bu değişikliği ve sebeblerini öğreten ilim. İRABE Şüphelendirme, şüpheye düşürme. İRABET Akıl, anlayış, kavrayış. İRAD Varid kılmak. Getirmek. Söylemek. * Gelir. Kazanç. Bir mal veya mülkün getirdiği kazanç. İRAD-I KELÂM Söz irad etme, söz söyleme. İRAD-I MESEL Edb: Bir fikri isbat için misal getirme. Buna İrsal-i mesel de denir. İRAD-I NUTK Nutuk iradetme. Nutuk söyleme. İRAD Ü MASRAF Gelir ve gider. İR'AD Tehdid etmek, korkutmak. Muztarib etmek. * Kılıç parlatmak. * Kadın yüzünü kendisi açmak. İRADAT (İrade. C.) İstemeler, buyruklar, iradeler, emirler, fermanlar. İRADE İstek, arzu. Dilemek. Emir. Ferman. * Bir şeyi yapmak veya yapmamak için olan iktidar, güç.(İrade, ihtiyardan daha geniştir, umumidir. İhtiyar, taraflardan birini diğerine tafdil ile beraber tercihtir. İrade; yalnız tercihtir. Mütekellimler bazan iradeyi ihtiyar mânasında kullanmışlardır. İradenin zıddı kerâhet; ihtiyarın zıddı icâb ve ıztırardır. İrade, hakikatte dâima ma'duma taalluk eder. Çünkü, bir emrin husûl ve vücudu için o, tahsis ve takdir eder.) * Fık: Cenab-ı Hak irade sıfatı ile muttasıftır ve iradesi ezelîdir. Yaratacağı şeyleri bu irade sıfatı ile kendi hikmeti ile birer veche tahsis buyurur ve onun irade buyurduğu mutlak olur.(Âdetullah üzerine irade-i külliye-i İlâhiye, abdin irade-i cüz'iyesine bakar. Yani, bunun bir fiile taallukundan sonra o taalluk eder. Öyle ise cebir yoktur. İ.İ.) (Bak: Vicdan) İRADE-İ ALİYE Tar: Sadrazam tarafından verilen emir. Bu emir yazılı olduğu gibi, şifâhi de olurdu. Yazılı olana "iş'arat-ı âliye" de denilirdi. İRADE-İ CÜZ'İYYE Allah tarafından insanın kendi salâhiyetinde bıraktığı istek, arzu. İnsanın herhangi bir tarafa meyletme kuvveti ve isteği. Az ve zayıf irade. İRADE-İ İLÂHİYE Külli irade. Allah'ın emri ve isteği. İRADE-İ KÜLLİYE Külli irade. Allah'ın her şeye şâmil olan emri ve iradesi. İRADE-İ SENİYYE Padişahın, bir işin yapılması veya yapılmaması hakkında verdiği emir. İrade eskiden şifahî, yani ağızdan emir vermek, yahut kendi el yazısı ile yazmak suretiyle verilirdi. Sonradan iradeler mabeyn baş kâtibinin imzasını taşıyan yazılı kâğıtla bildirilmeğe başlamıştır. * Çok yüksek ve mühim yerden gelen emir. İRADE-İ ŞÂHANE Padişahın emri, fermanı, buyruğu. İRADE-İ ZÂTİYE Bir adamın kendi arzu ve isteği. İRADET İrade, istek, dileme. * Gönül isteği. İRADÎ İrade ile alâkalı, iradeye dâir. İRAE Göstermek, göstererek öğretmek. * Göz önüne koymak. * Gösteriş. İRAE-İ TARİK Yol gösterme. Kılavuzluk etme. İRAGA İsteme, irade etme. İRAHE (Rahat. dan) Rahatlandırma, rahat ettirme. İRAKA Dökmek, akıtmak. İRAKA-İ DEM Kan akıtmak. İnsan öldürmek. İRAN Tabut. * Neşeli ve mesrur olma. İRAN Fars memleketi. İRAS Sebeb olmak, vermek. Vâris kılmak, miras bırakmak, miras yemek. * Gerekmek. İRAS-I FÜTUR Bıkkınlık verme. İR'AS Çekerek sarsma. İR'AS Titretme. İRAS (Ağaç) yapraklanma. * Yosun olma. İRAT Tehlikeye, vartaya düşürmek. İ'RAZ Yüz çevirmek. Başka tarafa dönmek. İctinab, çekinmek. İRAZA Kandırmak, kandırılmak. Râzı etmek. İRB (İreb) Akıl. Zihin, zekâ. * Akıllılık. İRBA' (Ribâ. dan) Çoğaltma, artırma, fazlalaştırma. * Faize verip artırma. (Haramdır) İRBAB Bir yerde mukim olma. Bir mevkide devamlı olarak kalma. İRBAH (Ribh. den) Fayda ve kazanç elde etme. * Fâize para verme. İRBAŞ Ağacın yeşillenip yapraklanması. İRBE Akıllılık, zekâ. * Hile, oyun. İRBİYAN Teke, istakoz gibi deniz hayvanları. İRCA' Geri çevirmek, geri döndürmek. * Alışverişi faydalı kılmak. * Musibet vaktinde Allah'a sığındığını âyet okuyarak ifade etmek. İRCA-İ İNAN Atın dizginini çevirme, başka tarafa yöneltme. İRCA-İ KELÂM Sözü yine maksada çevirme ve getirme. İRCA-İ NAZAR Bakışı gerilere çevirme, mâziye bakma. İRCA Sonraya bırakmak. * Kuyuya kenar yapmak. İRCAF (Bak: Recefe) İRCAL Birini yayan olarak yürütme. İRDA' Meme vermek, süt emzirmek. (Bak: İrza') İRDA' Helâk etme, aşağı düşürme. İRDAF Ardısıra yürütme, yürütülme. İRDAFEN Ardısıra yürüterek. İREB (Bak: İrb) İREM (Bak: Irem, Şeddâd) İREM Kurşun veya ok atılan nişan tahtası. |
Osmanlıca Sözlük (İ Harfi)-Osmanlıca Sözlük (İ Harfi) İle İlgili Kelimeler...
RE: Osmanlıca Sözlük (İ Harfi) İREN Alt dudak.
İRFAD Yardım etme, bağışta bulunma. Hediye verme. İRFAH Refaha ulaştırma, rahata kavuşturma. İRFAK Fayda vermek, işe yaramak. Kolaylık ve mülâyemetle tutmak. İRFAL Elleri sallıgirsin bir tarafına ..!!! yürüme. * Eteği sarkıtma. İRFAN Bilmek, anlayış, tecrübe ve zekâdan ileri gelen zihnî kemal. * İkrar. * Mücazat. * Fık: Esrar-ı İlâhiyeye, iman ve Kur'an hakikatlarına vukufiyet. (İlim ile irfan ve ma'rifet arasında fark vardır: İlim, vech-i küllî ile, yani her vechesiyle bilmektir. İrfan ve marifet ise; vech-i cüz'î ile bilmektir. Bu cihetle Cenab-ı Hakk'a irfan ve marifet isnad olunmaz. Fıtrî istidat eseri olarak inceleyerek tefekkür edip bilmektir. Buna "İlm-i Ledün" ve İlm-i Rabbanî" de denir.) (Bak: Ârif) İRFAŞ Yeme içme ile uğraşma. * Bir yerde daimi oturma. İRFİTAT Ufak ufak yapma, ufalama. İRGAB Rağbet ettirme. İRGAF Hırsla bakma. * Hızlı yürüme. İRGAM Aşağılatma. Hor, hakir kılma. * Burunu kırma. * Yere sürtme. * Galip olma. * Kahretme. İRGAN Bir işi kolaylaştırma. İRGANDİ Yerinde oynama, sallanma, kımıldama. İRHA Tatlılıkla ve kibarca hareket etme, yumuşak davranma, tatlı muâmele etme. İRHA' Gevşetme, aşağı salıverme ve sarkıtma. Koyverme, salıverme. * Dilmek, dilim dilim etmek. İRHA-İ İMAME "Sarığı gevşetme" Kaygısız, endişesiz olma. İRHA-İ İNAN Dizginleri salıverme. * İşine devam etme. İRHA-İ LİSAN Ağzına geleni söyleme. İRHAB Bollanma, bol olma. Genişleme. İRHAB Korkutma veya korkutulma. * Kaçırma. İRHAF Bileme. Keskinleştirme. İRHAF Hamuru gevşek ve sulu tutma. İRHAK Sıkıntı ve eziyet etme. * Zorlama, sıkma. İRHAN Rehin koyma veya konulma. İRHAS Fiat indirmek, ucuzlatmak. İRHAS Hayırlı işler yapmak. * Israr etmek. * Duvar yapmak. * Sağlam şey. İRHASAT Hayırlı işlerle uğraşmak. * Sağlam şey. * Ist: Peygamberimiz Hz. Muhammed'in (A.S.M.) nübüvvetinden evvel zuhur eden hârikulâde haller ki, bunlar peygamberliğine delil teşkil eden hâdiselerdendir. İRHEM YAREB Tıb: Bağırsak tıkanması veya dolanması. İRİN (Bak: Cerahat) İRİS yun. Gözümüzün saydam tabakasının arkasında olup, deliği, ışığın az veya çok miktarda olmasına göre genişleyip büzülen tabaka. Kuzahiye.İRKÂ' : Geciktirme. * İftira etme. İRKA' Akan kan veya göz yaşını silme, dindirme. İRKAB Huk: Öldükten sonra kanunî mirasçılarından başka bir kimseye de miras bırakma. İRKÂB (Rükûb. dan) Bindirme. * Binilecek hayvan verme. * Araba veya gemi gibi bir vasıtaya bindirme. İRKÂBEN Bindirerek, irkâb suretiyle. İRKAD Uyutma veya uyutulma. İRKÂH İnanma, itimad etme, güvenme. * Sığındırma, dayandırma. İRKAK Köle edinme. Cariye veya köle satın alma. * İnciltme. İRKAL Hızlı yürüme. İRKAN Kına yakma, kına sürme. * Safran ağacı, kızılağaç. * Tıb: Sarılık hastalığı. İRKAS Oynatma, raksettirmek. İRMA' Atma, fırlatma. İRMAD Fakir düşme. Sefil olma. * Göz ağartma. İRMAN f. Arzu, taleb, istek. * Dalkavuk. * Nedâmet, pişmanlık. * Dâvet edilmeden bir yere giden kimse. İRMEGAN f. Saadet. İkbal, mutluluk, uğurluluk. * Terbiye eden, mürebbi. İRMİK Buğday gibi hububatdan elde edilen ve helva, çorba yapımında kullanılan iri taneli un. İRS Karı ile kocadan her biri. (Bak: Irs) İRS Vefat eden kimsenin vâsi olup malını almak. * Ölen yakın akrabadan kalan mal, miras, mülk. * Bir şeyin artığı. Fâsıla nişanları. İRSA' Mızrak gibi sivri bir şeyle dürtme. İRSA' Sağlamlaştırma, sâbit kılma. * Geminin demir atması. * Pâyidar olmak. İRSA' Yerinden ayrılmama. Mukim olma. İRSAD Gözetlemek. * Hâzır ve âmâde eylemek. * Mükâfat vermek. * Edb: Secili ve kâfiyeli bir cümlede ses uyumundaki ana sesi önce tanıtıp, ondan sonra gelecek kelimeyi tanıtma sanatıdır. Meselâ:Elemin Kays'a kıyas etme din-i mahzunun, Yok idi aklı ne derdi var idi Mecnunun.(Baki)Birinci mısrada "Kays" isminin geçmesi, ikinci mısrada ise "Yok idi aklı, ne derdi var idi." denmesi sözün sonunun "Mecnun" olacağını hemen akla getirmektedir. İRSAH Yerinde tutma, durdurma. Bir şeyi sağlamlaştırma. İRSAL (Resul. den) Göndermek, gönderilmek, yollamak. * Havale kılma. * Salıvermek. Kendi haline koymak. * Sürü sahibi olmak. * Elçi gönderme. İRSAL-İ LİHYE Salak bırakma. |
Osmanlıca Sözlük (İ Harfi)-Osmanlıca Sözlük (İ Harfi) İle İlgili Kelimeler...
RE: Osmanlıca Sözlük (İ Harfi) İRSAL-İ MESEL Konuşurken meşhur hikmetli sözleri kullanmak."Hakir olduysa millet, şanına noksan gelir sanmaYere düşmekle cevher sâkıt olmaz kadr ü kıymetten.""Muini zâlimin dünyada erbab-ı denâettir.Köpektir zevk alan sayyad-ı bi-insâfa hizmetten."(Namık Kemal)
İRSAL-İ RÜSÜL Cenab-ı Hakk'ın insanlara her hususta ve hususen Allah'a itaatte rehber olacak peygamberler göndermesi. İRSALAT (İrsal. C.) Göndermeler. Gönderilen şeyler. İRSALİYE Makbuz. * Her hangi bir yere gönderilen eşya veya malların listesi. İRSAN Muhkem ve sağlam kılma, rasanet verme. İRSAS Eskitme, yıpratma. Eskitilme, yıpratılma. İRSAS-I LİBAS Elbisenin yıpranması, eskitilmesi. İRSEN Miras olarak, anadan, babadan geçmek yolu ile. İRSÎ Miras ile alâkalı, irse âit ve müteallik. İRSİYET Verâset. Aile ve soydan geçen benzerlik. İRŞA' Rüşvet verme. İRŞAD Doğru yolu göstermek. Akli ve kalbi, mukni ve te'sirli eserler veya sözlerle gafletten uyandırıp hidâyet yolunu göstermek. Cadde-i kürba-yı Kur'aniye yolunda selâmetle devam ettirmek. Allah'a ibadet ve itaata kavuşturmak. Veli bir zâtın, bir kimsenin hidâyete ermesine vesile olması. * Ist: Hak ve hakikatı arayan kimselere bir mürşid-i ekmelin Kur'ânî ve İslâmî eserleriyle veya sözüyle Sırat-ı Müstakim olan İslâmiyet yolunu tanıtması ve tarif etmesi. İmanı kuvvetlendiren ve inkişaf ettiren tahkikî ve yakînî delillerle hak ve hakikatı talim ve tedris etmesi. (Bak: Mürşid) İRŞADAT (İrşad. C.) İrşadlar. Hak ve hakikatı ve doğru yolu bildirmeler. İkazlar. (Bak: İrşad) İRŞAF Suyu yavaş yavaş ve yudum yudum içme. İRŞAK Bir şeye dik bakma. Dosdoğru etme. İRTA' Zoraki ve istemeyerek gülme. İRTA' Otlatma veya otlatılma. İRTAB Dikme veya dikilme. İRTAC Bir kimsenin sözünü kesme, konuşturmama. * Devamlı yağmur ve kar yağma. * Kapıyı örtme, kapama. * Kıtlık her tarafa yayılma. İRTAM Hatırlamak için parmağa iplik bağlama. İRTAT Tenbellik etme. Yerinden kımıldamama. İRTECEK f. Şimşek, berk. İRTİA' (Ra'y. den) Otlatma. İRTİA' Düşünmek, istikbali düşünme. İRTİAB (Ru'b. dan) Ürkme, korkma. İRTİAD (Ra'd ve Ri'd. den) Iztırablı ve sıkıntılı olmak. * Deprenme. Titreme. İRTİAF İleri geçme, ilerleme. İRTİAS Küpe takma. İRTİAS Silkinme, sıçrama, deprenme. İRTİAŞ Ra'şeye tutulma, titreme, sarsılma. İRTİAŞ-I MEST Sarhoş ve baygın titreyiş. İRTİBA' Bahar mevsiminde güzel bir yerde oturma. İRTİBAB Kokulu şeyler yapma. * Bir çocuğu büluğ çağına varıncaya kadar besleme. İRTİBAH Yükselme, yükseğe çıkma. İRTİBAK Karışık ve çapraşık bir işe girişme. * Karaca, geyik gibi hayvanların tuzağa düşmeleri. * Bir kazâya uğrama. İRTİBAK Çamura batma. * Dolanbaçlı konuşma. * Karışma. * Bir işi aksi veya ters gitme. İRTİBAL Bir malı çoğaltma. Bereketlendirme. İRTİBAS Dağılma. İRTİBAS Perişan ve zor durumda kalma. * Pek karışık ve sıkışık olma. İRTİBAT Bağlanmak, raptedilmek. Muhabbet, dostluk ve alâkadarlık. * Düşmana karşı cenk için hudutta at sahibi olmak. İRTİCA Ummak, ümidetmek, rica etmek. İRTİCA Geri dönmek. Ric'at etmek. Eski hayat tarzına dönmek.(İşte Kur'an'ın bu gibi kudsi kanun-u esasisine irtica namını veren bedbahtlar, vahşet ve bedeviliğin dehşetli bir kanun-u esasisi olarak kabul ettikleri şimdiki öylelerinin siyasetinin bir nokta-i istinadı şudur ki: "Cemaatin selâmeti için fert feda edilir. Vatanın selâmeti için eşhasın hukuku nazara alınmaz. Devletin siyasetinin selâmeti için cüz'i zulümler nazara alınmaz" diye bir tek câni yüzünden bir köyü mahvetmekle bin mâsumun hakkını nazara almaz. Bir tek câninin yüzünden bin adamın kılınçdan geçmesini caiz görür. Bir adamın yaralanması ile binler mâsumu sıkıntıya verdirir. Ve ikiyüz adamı kurşuna dizilmesini o bahane ile nazara almaz. Birinci Harb-i Umumî'de üç bin adamın câniyane siyaset hatalariyle otuz milyon biçâre nev'-i beşer aynı harpde mahvedildiği gibi, binler misaller var. İşte bu vahşiyâne irticaın bu dehşetli zulümlerine karşı gelen Kur'an şakirdlerinin Kur'anın yüzer kanun-u esasîsinden $ âyetinin ders verdiği kanun-u esasisi ile adâlet-i hakikiyeyi ve ittihadı ve uhuvveti te'min etmeğe çalışan ehl-i iman fedakârlarına "mürteci" namını verip onları müttehem etmek, mel'un Yezid'in zulmünü, adalet-i Ömeriyeye tercih etmek misillü en vahşi ve zâlimane bir engizisyon kanununu, beşerin en yüksek terakkiyatına ve adaletine medar olan Kur'an'ın mezkûr kanun-u esasisine tercih etmek hükmündedir. Emirdağ L.) (Bak: Medeniyet, Mürteci') İRTİCAC Çalkanmak. Heyecana gelme. * Sarsıntı. Muztaribane hareket etmek. İRTİCAC-I DERYÂ Denizin kabarması, dalgalanması. İRTİCAF (Recfe. den) Sarsma, sarsıntı, çalkalama. Tahrik. İRTİCAÎ (İrticaiye) İrtica ile alâkalı. İRTİCAL(EN) Hazır cevaplılık. Düşünmeden ve birdenbire açıkça güzel söz veya şiir söylemek. İRTİCALİYYAT Düşünmeden, içinden doğarak söylenen sözler. İRTİCAM Birşey üstüste katlanma. İRTİCAN Adamın işi gücü bozulma. İRTİCAS Gök gürleme. * Top bürünme. |
Osmanlıca Sözlük (İ Harfi)-Osmanlıca Sözlük (İ Harfi) İle İlgili Kelimeler...
RE: Osmanlıca Sözlük (İ Harfi) İRTİCAZ Kısaltma, ihtisâr.
İRTİDA' Süt emmek. İRTİDA (Ridâ. dan) Örtünme, bürünme. İRTİDA' Dinin yasak ettiği şeyleri yapmama, geri durma. İRTİDAD Din değiştirmekle mürted olmak. İslâmiyetten çıkarak dinsiz olmak. * Geri dönmek. (Bak: Mürted) İRTİDAF (Redif. den) Ardından gitme, ardına düşme, peşinden koşma. İRTİFA' Yükseklik. * Yukarı kalkmak. Kaldırmak. Terakki. İRTİFA ALMAK Öğle vakti, güneşin yüksekliğini ölçerek zamanı belirlemek. * Yükselmek. İRTİFAD Kazanma, kesbetme, kazanıp kâr etme. İRTİFAEN Yükseklikçe, yükseklik bakımından. İRTİFAK Bir yere dayanma. * (Kap) dolma. * İhtiyaç duyma. * Arkadaşlık etme. * Tıb: İki kemiğin hareketsiz kalmak üzere mafsallanması. İRTİFAS Fiatların yükselmesi, pahalılık. İRTİGAB (Rağbet. den) Heveslendirme, isteklendirme, rağbet ettirme. İRTİHA' Katılma, karışma. İRTİHAL Bir yerden başka yere göçmek, gitmek. Nakl-i mekân etmek. * Ölmek. İRTİHAL-İ DÂR-I BEKÂ Dâr-ı bekaya göçme. Ölme. İRTİHAN (Rehn. den) Bir şeyi rehin olarak alma veya alınma. İRTİHAS Ucuz saymak veya sayılmak. İRTİHAŞ Rahatsız olma, huzuru kaçma. Sıkıntı ve ıztırâb içinde bulunma. İRTİHAZ Rezil rüsvay olma. Kepaze olma.İRTİKA' : Yükselme, yukarı çıkma. * Daha yüksek yerlere ve mevkilere erişme. Yüksek derecelere ulaşma. İRTİKÂ' Güvenme, dayanma. İRTİKÂB Bir işe girişmek. * Kötü bir iş işlemek. Rüşvet almak gibi çirkin bir şey yapmak. * Bir makamı âlet ederek, hakkı olmayan para veya malı hile ile almak. İRTİKAB Bekleme, gözleme. * Ümit etme, umma. İRTİKAK Söz gücü olan kimsenin, söz söylemekten âciz kalması. İRTİKAM Yığılma, üst üste birikme. İRTİKAS Baş aşağı olmak. * Bir hâdiseye yakalanmak. İRTİKAŞ Harpte askerlerin birbirine karışması. İRTİKAZ Çocuğun, ana karnında kımıldaması. * Çalkanıp durma. * Acı çekme, ıztırâb duyma. İRTİKAZ (Rekz. den) Dikilme. * Bağlanma. * Tıb: Nabız atma. İRTİMA' Birbirine atışma. İRTİMAS Suya dalma, dalıp gitme. Dalgıçlık. İRTİMAZ Iztırab ve acı içinde kıvranma. * Remzetme. İRTİMAZ Yerinden kaldırıp sıçratma. * Birini koruma, himâye etme. İRTİSA' Dişler sık olma. * İki şey, birbirine bitişik olma. * Taneleri, iki taş arasında döğüp parçalama. İRTİSAD İstif etme. Birbiri üstüne düzgün bir şekilde yerleştirme. İRTİSAM Resmedilmek, resmi çıkmak, resimli ve nişanlı olmak. * Emrolunan şeye imtisâl etmek. * Cenâb-ı Hakkı tekbir ve O'na ilticâ etmek. İRTİSAS Yayılma, meşhur olma, şüyu bulma, şâyi olma. İRTİŞA' Rüşvetçilik. Rüşvet almak. İRTİŞAF Emerek ve azar azar içme. * Tıb: Vücudun her hangi bir yerinde toplanan suyun, dışarı atılması. İRTİŞAH (Reşha. dan) Sızma, terleme. İRTİTAC Konuşurken kekelemeye başlama, dili tutulma. İRTİVA' Suya içerek kanma. * Tıb: Vücuttaki organ ve eklemlerin kuvvetlenip kalınlaşması. İRTİVAH Nöbetle çalışma. |
Osmanlıca Sözlük (İ Harfi)-Osmanlıca Sözlük (İ Harfi) İle İlgili Kelimeler...
RE: Osmanlıca Sözlük (İ Harfi) İRTİYA' Ürkme, korkma.
İRTİYAB Duraklama, şüphelenme, tereddüt. İRTİYAD Bir kimseden bir şey isteme. İRTİYAH (Rîh. den) Genişleme, ferahlama, feraha erme. * Rüzgârlanıp rahatlama. İRTİYAZ Riyâzet yapma, nefsine eziyet etme. İRTİZA' Bir şey eksilme, ziyân görme. İRTİZA' (Rızâ. dan) Memeden süt emme. İRTİZA-İ SABİ Çocuğun süt emmesi. İRTİZA' (Rıza. dan) Razı olma, rıza gösterme, uygun ve münasib bulma. Kabul etme. * Beğenme, seçme. İRTİZAH Biraz bahşiş alma. * Özür dileme. İRTİZAK (Rızk. dan) Rızık alma, rızıklanma. İRVA Bolca sulamak. Suya kandırmak. * Birisine hadis veya şiir rivayet ettirmek. İRVA VE İSKA Sulama, suya kandırma. İRZA Bir kimseyi râzı etmek, gönlünü yapmak, kandırmak. İRZA-Yİ TARAFEYN İki tarafı anlaştırma, râzı etme. İRZA' Meme vermek, süt emzirmek veya emzirilmek. İRZA Çayırlık. Otluk yer. İRZAK Rızıklandırmak, maddi veya mânevi ihtiyacını vermek. İRZİZ Dik ses. * Titreme. * Dolu tânesi. İS Dumandan hasıl olan siyah madde. Kurum. İSA (A.S.) Dört büyük peygamberden birisidir. Hakiki Hristiyanlık dininin peygamberidir. Kur'an-ı Kerim'de meziyet ve senası geçmektedir. İncil, mukaddes kitabıdır. Vahiy ile kendine gönderilmiştir. Ancak kendisinden sonra Havarileri tarafından yazılmıştır.(İncil'in bir yerinde İsa (A.S.) demiş: "Ben gideceğim; tâ dünyanın reisi gelsin." Acaba Hz. İsa (A.S.)'dan sonra dünyanın reisi olacak ve hak ve bâtılı fark ve temyiz edip Hz. İsa'nın (A.S.) yerinde insanları irşad edecek, Resul-i Ekrem'den (A.S.M.) başka kim gelmiştir? Demek Hz. İsa (A.S.), ümmetine dâima müjde ediyor ve haber veriyor ki: Birisi gelecek; bana ihtiyaç kalmayacak, ben onun bir mukaddemesiyim ve müjdecisiyim. M.) İSA' Zenginleştirme veya zenginleştirilme. * Genişletme. İSA' Teselli verip sabra irşad etmek. İSABET Ecir, mükâfât, karşılık vermek. * Doldurmak. İSABET Rastlamak. Doğruca varıp erişmek. Doğru düşünmek, matluba uygun iş işlemek. İSABET-İ AYN Göz değmesi, nazar değmesi. İSABET-İ RE'Y Fikir doğruluğu. İsabetli ve yerinde bir düşünce. İSABETKÂR f. Doğru rastlayan. İsabetli. İS'AD Yükseltmek, yukarı çıkarmak. * Mekke-i Mükerremeye gitmek. İS'AD Mes'ud etmek. Mübarek eylemek. İâne, yardım etmek. İSAET Bir işte ihmal ile zarar verme. İSAET (Sû'. dan) Kötü iş işlemek. Kötülükte bulunmak. Yaramazlık. İS'AF Birisinin arzusunu, istediğini kabul etmek ve yerine getirmek. İSAF Asr-ı saadetten evvelki câhiliyet devrinde Mekke putlarından birinin adı. İSAF Eseflendirmek. Esef vermek. * Hışım ve gadab etmek. Öfkelenmek. İSAGA Kalıba dökme veya dökülme. İSAGA Kolaylıkla ve rahatlıkla yutulma. İSAGA-İ TAAM Yemeğin kolaylıkla yutulması. İSAH (Vesah. dan) Kirletme veya kirletilme. İSAKA Akıtma. * Arkadan sürme. Sevk etme. İSAL Ulaştırmak, vâsıl etmek. Yetiştirmek. İSALE Akıtmak, dökmek. * Seyyal kılmak. Cereyan ettirmek. İSALE-İ DÜMU' Gözyaşları dökme, ağlama. İSAM Günaha sokmak, günaha sokulmak. İSAM (İsm. den) Ceza. Bir kabahat veya suçun gerektirdiği netice, karşılık. İSAR Kendisi muhtaç olduğu halde başkasına nimet vermek, cömertlik, ikrâm. * İhtiyar etmek. * Yumuşatmak. * Dökmek, serpmek. Saçmak.(...Sahabelerin, sena-i Kur'aniyeye mazhar olan "İsar hasletini" kendine rehber etmek, yâni hediye ve sadakanın kabulünde başkasını kendine tercih etmek; ve hizmet-i diniyenin mukabilinde gelen menfaat-ı maddiyeyi istemeden ve kalben taleb etmeden, sırf bir ihsan-ı İlâhî bilerek, nâsdan minnet almıgirsin bir tarafına ..!!! ve hizmet-i diniyenin mukabilinde de almamaktır.(Çünki hizmet-i diniyenin mukabilinde dünyada bir şey istenilmemeli ki ihlâs kaçmasın. Çendan hakları var ki, ümmet onların maişetlerini temin etsin. Hem zekâta da müstehaktırlar. Fakat bu istenilmez; belki verilir. Verildiği vakitte, hizmetimin ücretidir denilmez. Mümkün olduğu kadar kanaatkârane başka ehil ve daha müstehak olanların nefsini kendi nefsine tercih etmek $ sırrına mazhariyetle, bu müdhiş tehlikeden kurtulup ihlâsı kazanabilir... L.) |
Osmanlıca Sözlük (İ Harfi)-Osmanlıca Sözlük (İ Harfi) İle İlgili Kelimeler...
RE: Osmanlıca Sözlük (İ Harfi) İ'SAR Sürçtürmek, ayak kaydırmak. * Zemmetmek, kötülemek.
İ'SAR Fakirlik. * Borçluya karşı takaza etmek, sıkıştırarak alacağını istemek, güçleştirmek. İ'SAR İkindi zamanında bulunmak. * Kızın gelinlik çağına gelmesi. * Kasırga. İSAR Sargı, bağ. * Esirlik, kölelik. İSAR Keçinin memesine takılan torba, kese. İSAR Zengin, maldâr olmak; gani olmak. İS'AR Narh koyma, fiat veya pahâ biçme. İS'AR Çocuğun diş çıkarması. İSARE Esir etmek ve gezdirmek. * Bağ, bend. İSARE Koparmak, kaldırmak. * Tozu havaya kaldırmak. İSAS Çok sık ve uzun saç veya bitki. İSASE Zenginlik, servet. * Göz ucuyla bakma. * Cemiyet, topluluk. İSAVE Gammazlık, ağız karalığı. İSB Kasık tüyü. İSBAH (Sebh. den) Yüzdürme, suda yüzdürülme. İSBAL (Sebl. den) Yollama, gönderme veya gönderilme. İSBAT Doğruyu delil göstererek meydana koymak. Delil ve şâhitle bir fikrin sıhhatını göstermek. İtiraf, ikrar ve tasdik etmek. * Sabit ve muhkem kılmak. * Bâki ve pâyidar eylemek. * Delil. Bürhan. Şâhit. (Bak: İman-ı bil-âhiret) İSBAT-I HÜNER Maharet ve hüner gösterme. İSBAT-I VÜCUD Hazır bulunma. Varlığını gösterme. İSBAT Bir hastalığın devamlı olması, müzmin oluşu, ayak kaydırma. İSBATİYECİLİK (Fr: Pozitivizm) Fls: Bu felsefe nazariyesine göre, isbat yolu ile yakîn, şüphesiz bilginin elde edilebilmesi, tecrübelerle müşahadelerle ve vakıalara istinaden mümkün olacağı iddia edilir. İsbat şeklini ve sahasını daraltıp sadece maddiyata münhasır kılan bu anlayış yalnız maddiyata ait mes'eleler için doğrudur.(Bir şeyden uzak olan bir kimse yakın olan adam kadar o şeyi göremez. Ne kadar zeki olursa olsun, o şeyin ahvali hakkında ihtilâfları olduğu zaman yakın olanın sözü muteberdir. Binaenaleyh Avrupa feylesofları maddiyatta şiddet-i tevaggulden dolayı imân, İslâm ve Kur'ân'ın hakaikından pek uzak mesafelerde kalmışlardır. Onların en büyüğü yakından hakaik-ı İslâmiyeye vukufu olan âmi bir adam gibi de değildir. Ben böyle gördüm, nefs-ül emir de benim gördüğümü tasdik eder. Binaenaleyh şimşek, buhar gibi fenni meseleleri keşfeden feylesoflar Hakk'ın esrarını Kur'ân nurlarını da keşfedebilir diyemezsin. Zira, onun aklı gözündedir. Göz, kalb ve ruhun gördüklerini göremez. Çünkü kalblerinde can kalmamıştır. Gaflet o kalbleri tabiat bataklığında çürütmüştür. M.N.) (Bak: Rasyonalizm) İSBİ' (C.: Esâbi) Parmak. * Ölçü parmağı, arşının yirmidörtte biri. (Türkçede: $ telaffuz edilir.) İSEVÎ Hz. İsa'nın (A.S.) dininden olan. Nasrani. Hristiyan. İSEVİYYET Hristiyanlık. İSFAR Sabah namazının ortalık aydınlanırken kılınışı. İSFENC Sünger. İSFENCE (İsfencî) Süngere benzer, sünger biçiminde, süngerimsi. İSFENCİYE Süngerler. İSFEND Şarap. İSFENDAN f. Beyaz biber tohumu. * Akçaağaç. İSFİD f. Beyaz, ak. İSFİRAR (Bak: Isfirar) İSGA (Bak: Sagat) İSHAB Çok söylemek. * Türlü şeylerden renk değiştirmek. * Bir şeye fazla tama' etmek. * Kuyu kazıp suyu bulamamak. * Zehirlenme veya hastalıktan dolayı renk değişmesi. * Kuzu, anasını emmek. * Duvarı başı boş salıvermek. İSHAK (A.S.) Kur'ân-ı Kerim'de adı geçen peygamberlerdendir. İbrahim (A.S.)ın oğludur. Yakub (A.S.)ın babasıdır. İSHAKİYYE KÖŞKÜ Sadrazam İshak Paşa tarafından Sultan İkinci Bayezid için, Topkapı surları dahilinde yaptırılmış olan köşkün adıdır. Bânisinin ismine nisbetle bu adı almıştır. (O.T.D.S.) İSHAL Mülâyim ve düz bir yere varmak. * Tıb: Barsakların iltihabından soğuk algınlığından hâsıl olan sürgün, iç sürme. İSHAN Aslında kalınlık demek olan sihan ve sehânetten kalınlaştırmak demektir. Siklet de sehanetin lâzımı olmak itibariyle: "Falan kimseyi, hastalığı veya yarası ağırlaştırdı, yerinden kımıldatmaz etti." mânâsına "İshanehül maraz evilcerh" denilir. Harbde düşmanın esaslı kuvvetlerini iyiden iyiye vurarak, ordusunu derin ve geniş bir suretde yaralayıp, kımıldanamıyacak bir hâle koyacak derecede kat'iyyen mağlub etmeğe de ishan tâbir edilir. |
Osmanlıca Sözlük (İ Harfi)-Osmanlıca Sözlük (İ Harfi) İle İlgili Kelimeler...
RE: Osmanlıca Sözlük (İ Harfi) İSHAN Isıtma, ısıtılma. * Kızdırma veya kızdırılma.
İSHAN-I AYN Ağlatma. Göz kızartma. İSHAR Uyundırma. * Gece uyutmayıp, uyanık durdurma. İSHAT Darıltma, gücendirme. İSİK Çukurluk, engebelik. Çukurlu. İSİMLİK Tar: Saraylılar tarafından gönderilen hediyelik şeylerin kimin tarafından gönderildiğini belirten adres pusulası. İSKA Su vermek, sulamak. İSKAB Ateş yakma. İSKAL Ağır bir şey yüklemek. İSKALARYA ing. Çarmıkların halat basamakları. İSKÂN Yerleştirmek. Bir yeri mesken yapıp oturmak. * Sâkin. İSKÂN-I MUHACİRÎN Göçmenleri yerleştirme. İSKANDİL ing. Denizin derinliğini ölçmeğe yarayan ve gemilerde kullanılan bir âlet. * Bir şeyin hakikatını anlamağa çalışma. Yoklama, deneme, tecrübe etme. İSKAR (Sekir. den) Sekir verme, sarhoş etme. İSKARLAT İtl. Eski devirlerde Venedik mensucatından, boyası has ve kumaşı dayanıklı bir nevi çuhanın adı idi ve şarkta pek makbuldü. Yeniçeri Ocağı ileri gelen ağalarına, sekbanbaşıya ve yeniçeri kâtibine her sene bu çuhadan verilir veya bedeli para olarak tahsis olunurdu. Bu paraya da "İskarlat bedeli" denirdi. (Ta. L.) İSKARMOZ Gemilerin kaburgalarını teşkil eden eğri ağaçlar. * Kayıklarda kürek takılıp çekilen ağaç çiviye de bu ad verilir. İSKARPİN Fr. Konçsuz veya yarım konçlu zarif ayakkabı. Alafranga hafif kundura. İSKÂT Sükût ettirmek. Cevap veremiyecek hâle getirmek. Susturmak. * Kandırmak, râzı etmek. İSKAT (Bak: Iskat) İSKELE Binada yüksek yerleri yapabilmek için kurulan geçici sal. * Deniz nakil vasıtalarının yanaşabilmeleri için deniz kıyısında yapılan yer. * Deniz kenarında ve deniz vasıtalarının yanaşmasına elverişli kasaba. * Bir memleketin deniz yolu ile yapılan ticaretine vasıta olan liman. * Geminin sol yanı. İSKELET Fr. Vücudun kemik çatısı. İSKENDAN f. Kilit. İSKENDER (M. Ö. 356-323) Aristo'dan ders almış bir imparatordu. İskender-i Rumi de denir. Bundan başka ismi geçen bir de İskender-i Zülkarneyn vardır. (Bak: Zülkarneyn) İSKEREK f. Hıçkırık. İSKETE Güzel ve çok öten sarı kanatlı bir cins küçük kuş. İSKİZ (İskize) f. Hayvanın sıçrayıp kıç atması. * Hayvanın ürkerek attığı çifte. İSKOLASTİK (Bak: Skolastik) İSKONA İtl. Buharlı gemilerin icadından evvel kullanılan iki direkli yelkenli harp gemilerine verilen addı. İSKONTO (Bak: Tenzilât) İSLA' Teselli verme, avutma. İSLAB Giderme, selbetme. Kapıp götürme. İSLAC Kara tutulma. Karlı olma. İSLAF Para peşin, mal veresiye olan bir alışveriş. * Tarlayı aktarmak. İSLAH (Bak: Islah) İSLAK (Silk. den) Düzenleme, sıraya koyma. * Yola getirme. * Diziye geçirme. * Mesleğe sokma, sokulma. İSLAL (Sell. den) Kılıcı sıyırıp çıkarma. * Verem etme, verem uğratma. İSLÂM (Selâm. dan) İtaat, inkıyad, bir şeye teslimiyet. Din. * Ist: Hz. Muhammed'in (A.S.M.), Allah'ın emriyle insanlara bildirdiği din. (İslâmlıkta, Allah'a itaat etmek, Peygambere tâbi' olmak ve din namına ne bildirilmişse, kalb ile dil ile tasdik ve onunla amel etmek şarttır. İslâm'ın beş şartı vardır: Kelime-i şehadet getirmek, namaz kılmak, zekât vermek, hacca gitmek ve Ramazan-ı şerif orucunu tutmaktır.)(Ulema-i İslâm ortasında, "İslâm" ve "İman"ın farkları çok medâr-ı bahsolmuş. Bir kısmı, "İkisi birdir", diğer kısmı, "İkisi bir değil, fakat biri birisiz olmaz" demişler ve bunun gibi çok muhtelif fikirler beyan etmişler. Ben şöyle bir fark anladım ki:İslâmiyet, iltizamdır. İman, iz'andır. Tabir-i diğerle: İslâmiyet, hakka tarafgirlik ve teslim ve inkıyaddır; iman ise, hakkı kabul ve tasdiktir. Eskide bazı dinsizleri gördüm ki: Ahkâm-ı Kur'aniyeye şiddetli tarafgirlik gösteriyorlardı. Demek o dinsiz, bir cihette hakkın iltizamiyle İslâmiyete mazhardı; "dinsiz bir müslüman" denilirdi. Sonra bazı mü'minleri gördüm ki; ahkâm-ı Kur'aniyeye tarafgirlik göstermiyorlar, iltizam etmiyorlar, "gayr-ı müslim bir mü'min" tabirine mazhar oluyorlar.Acaba İslâmiyetsiz iman, medar-ı necat olabilir mi?Elcevab: İmansız İslâmiyet, sebeb-i necat olmadığı gibi; İslâmiyetsiz iman da medar-ı necat olamaz. M.) |
Osmanlıca Sözlük (İ Harfi)-Osmanlıca Sözlük (İ Harfi) İle İlgili Kelimeler...
RE: Osmanlıca Sözlük (İ Harfi) İSLAMBOL Eskiden İstanbul yerine kullanılan bir tabir idi. Ulema takımı yakın zamana kadar zarfların üzerine İstanbul yerine İslâmbol yazarlardı.
İSLAMÎ İslâm dinine mensub, İslâm ile alâkalı. İSLAMİYAN f. İslâmlar. İSLAMİYET İslâmlık. * İslâm oluş. Teslimiyet, inkıyad, bağlılık, hakka tarafgirlik ve iltizamdır.(İslâmiyet güneş gibidir, üflemekle sönmez; gündüz gibidir, göz yummakla gece olmaz. Gözünü kapayan yalnız kendine gece yapar. Münazarat) İSLAS Üçe bölme. Üç aded yapma. İSLAV Fr. Rus, Ukran, Beyaz Rus, Çek, Slovak, Leh, Sloven, Sırp, Hırvat ve Bulgar gibi milletlere, lisanlarındaki yakınlık dolayısıyla verilen ortak isim. İSLİM (Bak: İstim) İSM (İsim) Ad, nâm. * Ist: Bilinen veya bilinmeyen, hissedilen veya hissedilmeyen herhangi bir şeyi birbirinden ayırmak, tanımak veyahut zihne getirmek için kullanılan söz veya lâfız. * Man: Tam mânalı ve hem mevzu, hem mahmul olabilen lâfızdır. İSM-İ A'ZAM Allah'ın (C.C.) Kur'ân ve Hadis-i Şeriflerde zikredilen yüz isminin mânâca en câmi' olanıdır. İsm-i A'zam, diğer isimlerin de mânâlarını içinde toplar. Her ism-i İlâhiyenin de, her mahlukun da bir a'zamlık mertebesi vardır.(İsm-i A'zam herkes için bir olmaz, belki ayrı ayrı oluyor. Meselâ: İmâm-ı Ali (R.A.) hakkında: "Ferd, Hayy, Kayyum, Hakem, Adl, Kuddus" altı isimdir. Ve İmâm-ı A'zamın İsm-i a'zamı, "Hakem, Adil" iki isimdir. Ve Gavs-ı A'zamın İsm-i a'zamı, "Yâ Hayy'dır." Ve İmâm-ı Rabbâninin İsm-i a'zamı. " Kayyum" ve hâkeza.. pek çok zatlar daha başka isimleri ism-i A'zam görmüşlerdir. L.) (Bak: Esma-i Hüsna) İSM-İ CİNS Gr: Cins isim. Bir cinsten, bir nev'den olan şeylerin hepsine verilen bir ad. Vilâyet, karpuz, kedi gibi. İSM-İ FÂİL Gr: Kendisinden fiil, iş çıkan kimsenin sıfatı. Fâil, hâdim, kâtib gibi. İSM-İ HÂSS Gr: Yalnız bir kimse, bir hayvan veya bir şeye hâs olan isim. Hz. Muhammed (A.S.M.), Medine-i Münevvere gibi. İSM-İ İŞARET Gr: Kendisiyle muayyen bir şeye işaret olunan kelime. "Bu, şu o" gibi. İSM-İ MEF'UL Gr: Fâilin fiili kendi üzerine geçen kelime. Mektub, mazlum, mağdur gibi. İSM-İ MENSUB Gr: Kelimenin sonuna Türkçede "Li", Arabça ve Farsçada kelime sessiz harfle bitiyorsa, bir "î", sesli harfle bitiyorsa; yerine göre sesli harf atılarak veya atılmayarak "î" veya "vî" harfi getirilerek yapılan, nereli ve nereye mensub olduğunu ifade eden isimdir. İstanbullu, İstanbulî; Mekkeli, Mekkî; Konyalı, Konevî; Bağdatlı, Bağdadî... gibi.) İSM-İ MERRE Def'a, kerre gibi bir hareketin bir defa olduğunu bildiren fiil'den yapılan isim. (Darbe: Bir defa vuruş. Lem'a: Bir parlayış gibi.) İSM-İ MEVSULE O şey ki, o kimse ki, mânâlarının yerine kullanılan, "Mâ, Men, Ellezi" gibi kelimelerdir. İki kelimeyi veya mânâyı birbirine birleştiren, mânâsı kendinden sonra gelen bir cümle ile tamamlanın bir kelimedir. İSM-İ TAFDİL Renge, şekil ve vasfa dâir (ef'al) vezninde olan mutlak ve uzuv noksanlığına delâlet etmemek üzere mukâyeseli üstünlük ifâde eden sıfatlardır. Daha büyük, en büyük, daha küçük, en küçük, en güzel, daha güzel gibi mânâlara gelir. (Kebir kelimesinin ism-i tafdili: Ekber; sağir kelimesinin ism-i tafdili: Asgar; sa'b kelimesinin de Es'ab'dır.) İSM-İ TASGİR Küçültme ismi. Küçüklük veya azlığa delâlet eden isimdir. Arapçada ekseri (Fueyl) veya (Fuayil) vezninde, Türkçede kelime sonuna cik, cık, cağız, ceğiz gibi ekler getirerek yapılır. Abd: Kul, Ubeyd: Kulcağız, kulcuk gibi. İSM Günah, suç, cürüm. İSMA' İşittirmek, sesini duyurmak, bir sözü istenilen yere ulaştırmak. İSMA Yükseltmek. * İsim koymak. İSMAH Cömert ve eli açık olma. * İtâatli ve bağlı etme. İSMAİL (A.S.) Peygamberlerdendir. İbrahim'in (A.S.) oğludur. Küçükken İbrahim'e (A.S.), oğlunu Allah için kurban etmesi emredildi. Halilullah olan İbrahim, İsmail'i (A.S.) kurban etmek isterken Cenab-ı Hak koç gönderdi. Mu'cize zâhir oldu. Bıçak İsmail'i kesmedi, yerine koç kurban edildi. Resul-i Ekrem'in (A.S.M.) de ceddi olan İbrahim ve İsmail (A.S.)lar Kâbe'yi yeniden inşâ ettiler. (Bak: Kâbe, İbrahim (A.S.) ) İSMAM Sona erdirme, bitirme, tamamlama. İSMAR Mıhlama, çivileme. İSMAR (Semere. den) Meyve ve semere vermek, fayda vermek. İSMAT Susturma, sükut ettirme. * Men'etmek. * Tecvidde : Harfi söylerken lisana ağır geldiğinden, kendilerinden yalnız aslı rübâî olanlar ile, hümasi olanların terkibi men' edilmişti. İsmât sıfatının harfleri; izlâk sıfatının harfleri olan on altı harf ile harf-i meddin maadası olan on dokuz harfdir. (Bak: Musmit) İSMEN Sadece isimle, gerçekten olmayan. İSMET Günahsızlık, mâsumluk. Günahlardan kaçınmak melekesine sâhib olmak. Suçsuzluk. * Peygamberlik vasıflarından birisidir. Peygamberler (A.S.), hiç bir zaman gizli, âşikâr herhangi bir ma'siyete yaklaşmazlar; bütün kusur ve hatâlardan ve şâibelerden müberrâdırlar. İSMETLÜ Tar: Derece bakımından yüksek kimselere, sultan ve şehzâdelerin hanımlarıyla kızlarına verilen bir ünvan idi. İSMETMEÂB İsmetlü. Günahsız. Haramdan ve nâmusa dokunur hâllerden çekinen. İSMETPENAH İsmetlü, ismetmeâb. İSMÎ (İsmiyye) İsme mensub, isimle alâkalı. İsmen olup aslen olmayan, varlığı isimden ibâret olan. İsim cinsinden. * Arabçadan iki isimden, yani; müsned ile müsned-i ileyhten mürekkep cümle. İSMÎ VE SIFATÎ İsme ve sıfata ait. İSMİD Sürme taşı. * Cenab-ı Peygamber'in kullandığı ve tavsiye ettiği bir cins kırmızı sürme. İSMİRAR (Semrâ. dan) Esmerleşme, kara olma, kararma. İSMİYYET İsim olma hâli, isimlilik. İSNA Yukarı kaldırmak, yükseltmek. * Değerini yükseltme. * Ateş alevinin yükselmesi. * Bir sene bir yerde kalmak. İSNA Medih ve senâ etmek, sitâyişte bulunmak. * Şükretmek. İSNA AŞER Oniki. İSNAD Bir söz veya haberi birisine nisbet etmek. * Peygamberimiz'in (A.S.M.) sözlerini sırası ile kimlerden nakledildiğini bildirmek. * Bir nesneye, bir şeye dayanmak. * Birisi için, bir şeyi yaptı demek. İftira etmek. İSNAD-I EFİKE Yalan isnad etme. İftira atma. |
Osmanlıca Sözlük (İ Harfi)-Osmanlıca Sözlük (İ Harfi) İle İlgili Kelimeler...
RE: Osmanlıca Sözlük (İ Harfi) İSNADAT (İsnad. C.) İsnadlar. Bir kimseye yükletilenler, nisbet edilenler.
İSNADÎ İsnad etmekle alâkalı. İSNADİYYAT İsnad ile ilgili düşünceler. * Aslı esası olmadığı halde birisine isnad edilen sözler. İSNAF Yel ve toz savurma. İSNAK Mal, mülk, servet ve makamın, insanı azdırması. İSNAM Ateşin alevi büyüme. * Duman ve toz havaya çıkma. İSNAN İki. * Pazartesi. İSNAN (Sinn) Yaşlanmak. İhtiyarlamak. * Diş çıkarmak. İSNEVÎ İki ile alâkalı. * Pazartesi günü ile alâkalı. * Her pazartesi günleri oruç tutan kimse. İSNEYN İki. (2) * Pazartesi günü. İSNEYNİYYET İkilik, ikiden ibaret olma. İSPAH (İspeh) f. Asker, nefer, er. İSPANYOL İspanyalı. İSPANYOL HASTALIĞI Grip, nezle. Paçavra hastalığı. (İlk önce İspanya'da farkına varıldığı için bu isimle meşhur olmuştur.) İSPARÇENE İtl. Halatın üzerine sarılan kendir ve ip. * Halatı meydana getiren üç boy bükmenin beheri. İSPEHBED f. Başbuğ, hükümdar, hâkan, kağan. İSPENAH f. Ispanak. İSPER f. Savaş âletlerinden kalkan. İSPERGAM f. Fesleğen çiçeği. * Gül. * Yeşillik. İSPERHEM f. Fesleğen. İSPERLOS f. Saray, konak, kâşâne. İSPİD f. Ak, beyaz. İSPİDKÂR f. Kalaycı. İSPİR Arabacı. Arabacının yanında bulunan at uşağı. * Zabıta memuru. * Beyaz doğan kuşu. İSPİRALYA İtl. Gemi güvertelerinde kamaraları aydınlatmak için açılan küçük kaporta. İSPİRTİZMA Fr. Ölülerin ruhlarıyla bazı şartlar altında haberleşmenin mümkün bulunduğuna inanan görüş ve bu maksatla yapılan tecrübeler.(İşte eski zaman kâhinleri gibi şimde de medyumlar suretinde yine bir nevi kâhinlik Avrupa'da ispirtizmacıların içlerinde baş göstermiş. M.) İSR Alâmet. Nişane. * Ayak izi. * Yol. Meslek. * Başlamak ve azimet etmek. İSRÂ Yürütmek, göndermek. * Gece seferi yapmak. * İrsâl etmek. İSRÂ SURESİ Kur'an-ı Kerim'de 17. Suredir. Mekkidir. İSRA' Hızlandırmak. Sür'atlendirmek. * Geri döndürmek. Göndermek. İSRAC (Sirac. dan) Yakma, yandırma. İSRAF Lüzumsuz yere harcamak. Malı ve parayı lüzumsuz yere sarf etmek. İhtiyacından fazla istihlâk etmek ve harcamak. * En lüzumlu aslî vazifeleri bırakıp en lüzumsuz veya zararlı şeylerle meşgul olarak ömrünü veya gençliğini boş yere harcamak.(Hâlik-ı Rahim, nev-i beşere verdiği nimetlerin mukabilinde şükür istiyor. İsraf ise; şükre zıttır, nimete karşı hasâretli bir istihfaftır. İktisad ise: nimete karşı ticaretli bir ihtiramdır. L.)(Bir lokma kırk paraya, diğer bir lokma on kuruşa... Ağıza girmeden ve boğazdan geçtikten sonra birdirler. Yalnız, birkaç saniye ağızda bir fark var. Müfettiş ve kapıcı olan kuvve-i zâikayı taltif ve memnun etmek için birden ona gitmek, israfın en sefihidir. M.) İSRAFAT (İsrâf. C.) İsrâflar, lüzumsuz yere harcamalar. İSRAFİL Dört büyük melekten biri olup Kıyamet günü cesedlere nefh-i ruh etmeğe ve Sur'u üfürmeğe vazifelidir. (Bak: Melâike) İSRAİL Hz. Yakub'un (A.S.) lâkabı olup sonradan bütün o soydan gelenlere Benî İsrail denmiştir. İsrail oğulları, Yahudiler. İSRAİLİYAT Zamanla hurafeye inkılâb etmiş, Yahudilikten kalma haberler, hikâyeler. İsrail oğullarına mahsus hikâyeler, hâdiseler.(İsrailiyyatın bir tâifesi ve hikmet-i Yunaniyyenin bir kısmı, daire-i İslâmiyete duhul etmeleriyle, din süsüyle görünerek, efkârı ihtilâle verdiler. Şöyle ki: O necib kavm-i Arab, zaman-ı cahiliyette bir ümmet-i ümmiyye idi. Vakta ki içlerinden hak tecelli edip istidad-ı hissiyatları uyandı da meydanda yol açan din-i mübini gördüklerinden umum rağabat ve meyilleri, yalnız dinin mârifetine inhisar eylediler. Fakat kâinata olan nazarları teşrihat-ı hikemiyye nazarıyla değil, belki istitraden yalnız istidlâl için idi. Onların o hassas zevk-i tabiilerine ilham eden yalnız onların fıtratlarına münasib olan geniş ve ulvi muhitleri; ve safi ve müstaid olan fıtrat-ı asliyeleri tâlim ve terbiye eden yalnız Kur'an idi. Bundan sonra kavm-i Arab, sair akvamı bel' ettiği gibi milel-i sairenin mâlumatları dahi Müslüman olmaya başladığından, muharrefe olan İsrailiyat ise: Vehb, Ka'b gibi ulema-i ehl-i kitabın İslâmiyetlerinin cihetiyle Arapların hazain-i hayalâtına bir mecra ve menfez bularak o efkâr-ı safiyeye karıştılar. Hem sonra da ihtiram dahi gördüler. Zira ulema-i ehl-i kitaptan İslâmiyete gelenler, İslâmiyet şerefiyle gayet celâlet ve tekemmül ettiklerinden, mâlumat-ı müzahrefe-i sâbıkaları makbule ve müselleme gibi oldular.. reddedilmedi. Çünki İslâmiyetin usulüne musadim olmadığından hikâyat gibi rivayet olunur iken ehemmiyetsizliği için tenkitsiz dinlenirler idi. Fakat hayfâ! Sonra hak olarak kabul edildiler. Çok şübeh ve şükukâta sebebiyet verdiler.Hem de vaktaki şu İsrailiyat, kitap ve sünnetin bazı imaatlarına merci ve bazı mefahimlerine bir münasebetle me'haz olabilirler idi. Fakat âyât ve hadisin mânâları değil. Belki faraza doğru olsalar idi, mâsadak ve efradından olmaları mümkün olduğundan; su'-i ihtiyarlarıyla başka bir me'hazı bulmayan veya atf-ı nazar etmeyen zahirperestler, bazı âyât ve ehâdisi o hikâyat-ı İsrailiyyeye tatbik ederek tefsir eylediler. Halbuki Kur'anı tefsir edecek yine Kur'an ve hadis-i sahihtir. Yoksa; ahkâmı, mensuh olduğu gibi kısası dahi muharrefe olan İncil ve Tevrat değildir. Evet, mâsadak ile mânâ ayrıdırlar. Halbuki: Mâsadak olmaya mümkün olan şey, mânâ yerine ikame olundu. Çok da imkânât vukuata karıştırıldı... R.N.) |
Osmanlıca Sözlük (İ Harfi)-Osmanlıca Sözlük (İ Harfi) İle İlgili Kelimeler...
RE: Osmanlıca Sözlük (İ Harfi) İSRAR (Sırr. dan) Sır saklamak, gizlemek. Gizlenmesi lâzım bir şeyi gizlemek.
İSRAR-I ESRAR Sırların gizlenmesi. İSRAR (Bak: Israr) İSTADE f. Ayakta durmuş. İSTAH f. Budak, taze filiz. İSTANBUL Türkiye'nin en büyük şehri ve Osmanlı İmparatorluğu'nun taht şehri (1453-1922). İslâm halifeliğinin son merkezi (1516-1924). Türklerden önce Bizans "Doğu Roma" İmparatorluğu'nun taht şehri idi (395-1453). * İstanbul ismi, Rumca şehre veya şehirde demek olan (İstin polin) tabirinden galat olup, bu ismin Osmanlılar tarafından fetih esnasında verilmiş olduğu rivayet ediliyorsa da, Osmanlılardan evvel şehrin bu isimle yâd olunmakta bulunmuş olduğu muhakkak olup, hattâ yedinci hicri yüzyılın ortalarında yani fetihten iki asır önce yazılmış olan "Yakut-u Hamevî'nin Mu'cem-ül Büldan'ında bu isim yazılmıştır. Bununla beraber Osmanlılar yanında dahi Edebiyat lisanında ekseriya "Kostantiniyye" ismi kullanılmıştır; hattâ bazan "İslâmbol" şeklinde yazılmıştır. İSTANBUL EFENDİSİ İstanbul kadıları (hâkimleri). Bu tabir hicri 1000 tarihinden sonra kullanılmağa başlanmış ve daha sonraları terkolunmuştur. İSTAR Yüzletme, astar çekme. * (C.: Esâtir) Altıbuçuk dirhem ağırlığında (19.5 gr.) bir ölçü. * Dört tane. * Dört veya dört buçuk miskal. İSTAR (Satr. dan) Yazı yazma. İSTARE Perde, zar. İSTARE f. Yıldız. İSTASYON Fr. Demiryolu durağı. İSTATİSTİK Fr. Bir neticeye varmak veya bir hüküm çıkarmak için metodlu olarak mevcud lüzumlu şeyleri toplayıp sayı hâlinde göstermek işi ve bu işle meşgul olan ilim. İSTEBRAK İpekten mâmul ve sırma ile işlenmiş bir çeşit kumaş. Kalın ipek kumaş. İSTEL f. Göl. İSTEM Zulüm ve sitem. İSTENBE f. Cesur, yiğit, bahadır, kahraman. * Çirkin. * Kâbus. İSTIKSAR (Kasr. dan) Kısma. Bir şeyin kısaltılmasını isteme. İSTIKSAS (Kısas. dan) Kısas isteme. Bir katilin şeriatça öldürülmesini isteme. İSTIKTAB (Kutb. dan) Kutuplaşma, bir kutubun etrafında toplanma, bir kutuba bağlanma. İSTIKTAR Damla damla akıtma, damlatma. İSTIRAB (Bak: Iztırab) İSTISLAH Bir şeyi iyi olarak görmek isteme. Bir şeyin iyi olmasını isteme. İSTISNA' San'atlı olarak yapmak. * Bir şey yapmak için san'atkârla anlaşma yapmak. İSTITLA' (C.: İstıtlâât) (Tulu'. dan) Anlamağa ve bilmeğe çalışma. Öğrenmeğe gayret etme. İSTITLAK İç sürgünü olma. Amel olma, ishal olma. * Boşanmayı isteme. İSTITRAB Neşe arama, eğlence isteme. İSTİAB İçine almak. * Kaplamak. Toplamak. Tamam etmek. * Tutulmak. Zapteylemek. İSTİADE Bir şeyin iade edilip geri gönderilmesini isteme. * Yeniden canlanma. * Âdet edinme. İSTİANAT (İstiane. C.) İstianeler, yalvarmalar. İSTİANE Duâ. Yardım istemek. İane istemek. İSTİARE Ariyet istemek. Ödünç almak. Birinden iğreti bir şey almak. * Edb: Bir kelimenin mânasını muvakkaten başka mânada kullanmak; veya herhangi bir varlığa, ya da mefhuma asıl adını değil de, benzediği başka bir varlığın adını verme san'atına istiare denir.Cesur ve kuvvetli bir insana "arslan, kurnaz bir kimseye "tilki" demekle istiare yapmış oluruz. İSTİARE-İ MEKNİYE (Kapalı istiare) Teşbihin temel unsurlarından yalnız benzetilenle yapılan istiare. Meselâ: Merhum Mehmed Akif'in:Şu karşımızda mahşer kudursa, çıldırsa,Denizler ordu, bulutlar donanma yağdırsa,Değil mi ortada bir sine çarpıyor, yılmaz.Cihan yıkılsa, emin ol bu cephe sarsılmaz...beyitlerinde düşman kalabalığı evvelâ mahşere benzetilerek açık istiâre yapmış, sonra o mahşer bir köpeğe teşbih edilerek, fakat müşebbehün bih'i (kendisine benzetileni) zikredilmeyerek onun levâzımatından olan "çıldırsa" ve "kudursa" kelimeleri irad olunarak bir kapalı istiare yapılmıştır. |
Osmanlıca Sözlük (İ Harfi)-Osmanlıca Sözlük (İ Harfi) İle İlgili Kelimeler...
RE: Osmanlıca Sözlük (İ Harfi) İSTİARE-İ MUSARRAHA (Açık istiare) Teşbihin iki temel unsurundan yalnız kendisine benzetilen ile yapılan istiare.Meselâ: Büyük âlimlere; ayaklı kütüphane veya yaşlı kimselere hayatının son baharında denilmesi gibi.
İSTİARE-İ MUTLAKA (Temlihiye veya tehekkümiye) Edb: Şaka, lâtife veya alayı içine alan bir istiaredir. Meselâ: Tilkinin eşeğe "gelsem olmaz mı huzura, a benim aslanım" demesi gibi... (Edb.S.) İSTİAZA Karşılık olarak, ivaz olarak bir şey istemek. İSTİAZE "Euzü besmele" okuyarak Allah'a sığınmak. İSTİBAA Bir şeyi kendine sattırmağa uğraşma. İSTİB'AD Uzaklaşma. Uzak görme, ihtimal vermeyiş, olmayacak sanma, akıldan uzak görme. * Yakıştırmayış. İSTİ'BAD Köle edinmek, esir almak. İSTİBAHA(T) Mübah ve helâl sayma. * Bir çok kimsenin kanını dökmeğe izin verme. İSTİBAK Yarış etme, yarışma. İSTİB'AL Kadını nikâh ile alma. İSTİBAL Havanın fenalığı ve sıkıcı olması. * (Kendine) idrar döktürme. İSTİBANE Açıklama, belli olma. Meydanda ve âşikâr olma. İSTİ'BAR İbret alma, ders alma. * Rüya tabir ettirme. İSTİBAR Yoklama, muayene etme. İSTİBDA (İstibra') Ayırmak. Uzak etmek. * Küçük abdest bozduktan sonra idrardan temizlenmek, sidik eserinin tamâmen kesilmesini beklemek. * Nikâhla alınan dul bir kadının gebe olmadığına kanaat getirmek için, kadın bir âdet görünceye kadar beklemek. İSTİBDA' Bedi' ve güzel bulma. İSTİBDAD Başlı başına olmak. Keyfî idare sistemi. * Zulüm ve tahakküm. İdaresi altındakilerin istemediği şeyleri yalnız kendi keyfine göre zorla ve zulümle yaptırmaya çalışmak. Kanun ve nizamlara bağlı olmayarak, çok defa da kanun namına kanunsuzluk yaparak, keyfi hükmünü icra ettirmek. Kimseyi tanımadan kendi dediğini ve keyfi emirlerini kuvvet ve cebir kullanmak suretiyle yaptırmaya çalışmak. Allah'ı ve adaletini unutarak dinsizdarane bir zulümle hüküm ve idare etmek. İSTİBDADKÂRANE f. İstibdad idaresi gibi. Kendi kendine, kanunları ve kimseyi tanımadan idare eder surette. İSTİBDAL (Bidl ve Bedel. den) Değiştirmek, değiştirilmek. * Bir vakfı mülk ile mübadele etmek. * Birşey verip yerine başka şey istemek. * Askerliği biten erlere tezkere verip yenilerini almak. İSTİBDAL-İ MÜSECCEL Lüzumuna hükmolunduğundan dolayı nakzı caiz olmayan istibdal. İSTİBGA' İş için yardım isteme. İSTİBHAC (Behcet. den) Yüzü gülme, sevinme, mesrur olma. İSTİBHAL Azad etme. Azad olma, serbest bırakılma. İSTİBHAM Karışık ve belirsiz olma. * Ses çıkarmama, susma. İSTİBHAR Çok geniş bilgiye sahib olma. * Deniz gibi büyük ve geniş olma. İSTİBHAS Bir şeyin doğruluk ve hakkâniyetini anlayabilmek için, iyice araştırıp tahkik etme. İSTİBKA Devâmını istemek. Bâki ve dâim kılmak. İSTİBKA-Yİ TEVECCÜHLERİ Teveccühlerinizin sürüp gitmesi ve devamı... (Eskiden mektubların sonlarında kullanılırdı.) İSTİBKÂ Ağlatmak. Ağlamayı istemek. İSTİBRA (Bak: İstibda) İSTİBRAZ Meydana çıkarmak, açığa vurmak. İSTİBSAR Basiretli olmak. Düşünceli, hesaplı ve dikkatli iş yapmak ve hareket etmek. İSTİBSAS Bir haberin doğru olup olmadığını anlamağa çalışma. İSTİBŞAR Müjde almak. Hayırlı, iyi haber iyi sevinmek.İSTİBTA' : Ağır ağır hareket etme. * Gecikme, geç kalma. İSTİBTAN Gizliliğe, bir kimsenin iç işlerine vakıf olmak. İSTİBVAR Hırslanma, hiddetlenme, kızma, öfkelenme. İSTİCAB Vâcib olmak. Hak etmek. İSTİ'CAB (Aceb. den) Şaşma, taaccüb etme, hayrette kalma. İSTİCABE (İsticâbet) Duânın Allah tarafından kabul olunması. İSTİCADE İhsan ve bahşiş isteme. İSTİCAL Sonraya bırakılmasını istemek. İSTİ'CAL Acele olmasını istemek. Acele etmek. İSTİCAR Kiralamak. Kiraya vermek. İSTİCARE (Cevr. den) Yardım ve korunma isteme. * Sığınak isteme. İSTİCAZE (Cevaz. dan) İzin ve cevâz isteme. * Sunulan bir manzume için câize, yani para isteme. İSTİCBAR (Cebr. den) Zorlama, cebretme. Baskı yapma. Zoraki yaptırma. |
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.