![]() |
Cevap : İstanbul'daki Tarihi Eserlerimiz
1 Eklenti(ler)
http://frmsinsi.net/attachment.php?a...1&d=1254604662 Türk ve İslam dünyasının en ünlü anıtlarından birisi olan Sultan Ahmet Camii İstanbul’a gelen herkes tarafından hayranlıkla ziyaret edilir. Klasik Türk Sanatının bir diğer örneği olan bu Sultan Camii orijinal olarak 6 minare ile inşa edilen tek camidir. Bulunduğu yer tarihi İstanbul şehrinin daha erken yapılmış diğer önemli eserleri ile çevrilidir. İstanbul şehrinin en güzel manzarası denizden görülür. Bu şahane manzarada caminin silueti yer alır. Şöhreti “Mavi Camii” olarak bilinen eserin asıl adı I. Sultan Ahmet Camiidir. Esas mesleğine yakışır şekilde, Mimar Mehmet Ağa Cami içerisini kuyumcu titizliği ile dekore etmiştir. 1609-1616 yılları arasında inşa edilen cami büyük bir kompleksin içerisinde bulunurdu. Bunlar bir kısmı zamanımıza gelemeyen sosyal ve kültürel içerikli yapılardı. Kapalı Çarşı, Türk Hamamı, aşevi, hastane, okullar, kervansaray ve Sultan Ahmet’in türbesi belli başlı kısımlardı. Caminin mimarı klasik Türk sanatının ulu mimarı olan Koca Sinan’ın öğrencisiydi ve caminin yapımında hocasının daha önce denediği bir planı, daha büyük ölçüde uygulamıştı. Sultan Ahmet Camiinin esas girişi Roma devrinden kalan hipodrom tarafındadır. Bir dış avlunun çevrelediği iç avlu ve esas mekân yüksek bir podyum üzerindedir. İç avluya açılan kapıdan ortadaki sembolik şadırvan ve etrafı çevreleyen galerilerin üzerinden, fevkalade bir harmoni ile biri, biri üzerine yükselen kubbeler görülür. İçeriye açılan 3 kapıdan herhangi birinden girildiğinde dış görünüşü tamamlayan boyama, çini ve vitray camlarının zengin ve renkli süslemeleri ile karşılaşılır. İç mekân büyük bir bütündür; ana ve yan kubbeler geniş sivri kemerlerin dayandığı 4 iri sütun üzerinde yükselir. Caminin içini 3 taraftan çevreleyen balkonların duvarları, sayıları 20.000’i aşan şahane İznik çinileri ile süslüdür. Bunların yukarısı ve bütün kubbe içleri ise boya işidir. Boya süslemelere hakim olan renk mavi değildi. Camiye isim olan mavi renk sonraki tamirlerde boyanmıştı. 1990 yılında tamamlanan son tamirde iç dekorun koyu rengi orijinal açık renklerine döndürülmüştür. Her camide olduğu gibi, yerler halılarla kaplıdır. Ana giriş karşısında yer alan mihrap yanında, şahane oyma işçiliği olan mermer minber yer alır. Diğer tarafta ise Sultanların locası balkon şeklinde görülür. 260 pencerenin aydınlattığı iç mekânı örten kubbe 23,5 m. çapında ve 43 metre yüksekliğindedir. Yakın yıllarda tamir edilerek yeniden inşa edilen camii çarşısı, eserin doğusunda yer alır. Sultan Ahmet’in tek kubbeli türbesi ve medrese binası kuzeyde, Ayasofya tarafındadır. Yaz aylarında buradaki parkta geceleri ses ve ışık gösterileri yapılır. Sultan Ahmet Camii, civardaki bir çok eski abidevi yapı ve müzelerle birlikte şehir turlarının merkezinde yer alır. Minareler klasik Türk üslubunun bir diğer örneğidir. Spiral merdivenlerle şerefelere ulaşılır. Günde 5 defa, namaz vakti buralardan okunarak duyurulur. Günümüzde ezan hoparlörlerle okunmaktadır. Kubbeler ve minarelerin üstleri kurşunla kaplıdır, bunların uçlarındaki alemler ise altın kaplamalı bakırdan yapılmışlardır. Bu üst örtülerin tamiri icabında eskiden olduğu gibi ustalıkla yapılmaktadır. İslam dini her Müslüman’ın günde beş kez namaz kılmasını şart koşar. Minarelerden okunan Ezanı işiten inananlar, abdestlerini almış olarak namazlarını kılarlar. Cuma günleri öğlen namazı ve bazı diğer önemli dini günlerin namazları camilerde toplulukla beraber kılınır. Bunların dışındaki namazlar, vakitlerinde herhangi bir yerde kılınabilir. Camilerde toplu namazları hocalar, Kuran’dan bölümler okuyarak kıldırırlar. İbadet sırasında erkeklerle kadınların yerleri ayrıdır. Camilerde orta mekânda yalnız erkekler, arkalarında veya balkonlarda kadınlar ibadet ederler. Klasik Türk Camilerinin özelliği, en kalabalık günlerde bile namaz kılan topluluğun çoğunluğunun mihrabı rahatça görmesine elverişli olmasıdır. Sultanahmet Cami |
Cevap : İstanbul'daki Tarihi Eserlerimiz
1 Eklenti(ler)
Kara surları ile Haliç surlarının birleştiği yerin dışında yer alan Eyüp Camii ve Türbesi İslam dünyasının kutsal yerlerinden kabul edilir. Eyüp-el Ensari Hz. Muhammet'in bayraktarlığını yapmış bir şahıstı, 7 yy. Arap kuşatması esnasında burada ölmüş, İstanbul'un Türk kuşatması sırasında mezarı keşfedilmiş, sonradan türbe ve şehrin ilk camii buraya yapılmıştı. İlk camii zelzeleden ötürü yıkılınca 1800 de bu günkü inşa edilmişti. İslam'ın kutsal Cuma günleri inançlı kalabalıklar türbeyi ziyaret ederler. Yaşlı ağaçlar, uçuşan güvercinler, namaz kılanlar, dua ve ziyaret edenler, türbe ve camii civarını mistik, renkli bir atmosfere büründürür. Avludaki türbenin duvarları değişik çağların çinileriyle kaplıdır. Tarihi kaynaklar bu semtin Bizans devrinde de kutsal bir mahal olduğunu; aziz bir kimsenin yatırının ziyaret edilerek yağmur duaları yapıldığını kaydeder. Fatih?ten sonra tahta geçip silah kuşanan sultanlar Eyüp Sultan türbesini ziyaret ederek merasimi tamamlarlardı. Camii etrafı ve civar yamaçlar mezarlıklarla çevrili olup, meşhur Pier Loti kahvesi de buradadır. İstanbul aşığı şair ve yazar Loti sık, sık buraya gelerek Haliç?in o zamanki güzel ve doyumsuz manzarasını seydermiş.Dolunay gecelerinde bu küçük kafeden ve terastan görünen seyredenlere unutulmaz anılar yaşatır.
|
Cevap : İstanbul'daki Tarihi Eserlerimiz
1 Eklenti(ler)
http://frmsinsi.net/attachment.php?a...1&d=1254604796 Chora? adının orijinal anlamı şehir dışı, kırsal alandır. 5. yy.da yapılan Roma şehir surlarından evvele ait olan, belki küçük bir kiliseye verilen isim, aynı yerde yapılan sonraki kiliselerin de adı olmuştur. Günümüzdeki küçük yapı 11 ile 14. yy.la tarihlendirilir. Hareketli dış mimarisinin yanında iç mozaik ve fresko dekorasyonları Bizans sanatının Rönesans'ı sayılan şaheserlerdir. Bunlar, 14. yy da yapılan eklentilerle birlikte Theodor Metohides tarafından yaptırılmıştı. Girişteki iki koridorda, kronolojik olarak, Bakire Meryem ve İsa?nın hayatları, İncil?de olduğu gibi, mozaiklerle anlatılmıştır. Yan ek şapelde ise dini konular fresk olarak işlenmiştir. Konular arasında kilise ve saray ileri gelenleri figürleri de yer alır. İstanbul'un fethinden sonra bir süre daha kilise olarak kullanılan binayı 1511'de Vezir Hadım Ali Paşa camiye dönüştürmüştür. Daha sonra yanına bir okul ve aşevi eklenmiştir. 16. yy. başlarında camiye çevrildikten sonra bazen tahta kepenklerle bazende badana ile yer yer kapatılan mozaik ve freskolar 1950?den itibaren Amerikan ? Bizans Enstitüsü tarafından ortaya çıkarılmıştır. Kariye manastır ve kilisesi zaman içerisinde civarında imparatorluk sarayları ile komşu olmuş ve önem kazanmıştı. Usta sanatçıların binayı böylesine zengin ve itina ile süslemeleri 14. yy. zor şartlarının içerisinde gerçekleşmişti. Zamanının önemli bir devlet adamı ve alimi olan Theodor Metohides 1320 yıllarda, yan şapel, dış narteks ve süslemeleri yaptırtan kimseydi. Duvar resimleri bir artistler grubunun eserleridir. Orta mekânın üst kısımlarındaki mozaikler zamanımıza gelememişlerdir. Bizans resim sanatının bir özelliği de figürlerin yanına monogram ve yazıt ilave edilmesidir. Kariye civarı ahşap yapılarla çevrili otel ve kafelerin bulunduğu şirin bir semttir.Kariye Müzesi |
Cevap : İstanbul'daki Tarihi Eserlerimiz
1 Eklenti(ler)
Dünyanın en eski ve büyük kapalı çarşısı İstanbul şehrinin merkezinde yer alır. Dev ölçülü bir labirent gibi, 60 kadar sokağı, üç binden fazla dükkânı ile Kapalı çarşı, İstanbul?un görülmesi gereken, benzersiz bir merkezidir. Adeta bir şehri andıran, bütünü ile örtülü bu site zaman içerisinde gelişip büyümüştür. 15 yy. dan kalan kalın duvarlı, bir seri kubbe ile örtülü eski iki yapının etrafı sonraki yüzyıllarda, gelişen sokakların üzerleri örtülerek, ekler yapılarak bir alış veriş merkezi haline gelmiştir. Geçmişte burası her sokağında belirli mesleklerin yer aldığı ve bunların da, el işi imalatının sıkı denetim altında bulundurulduğu, ticari ahlak ve törelere çok saygı gösterilen bir çarşı idi. Her türlü değerli kumaş, mücevherat, silah, antika eşyalar, konusunda nesillerce uzmanlaşmış aileler tarafından, tam bir güven içinde satışa sunulurdu. Geçen yüzyılın sonlarında deprem ve birkaç büyük yangın geçiren Kapalı Çarşı eskisi gibi onarılmışsa da, geçmişteki özellikleri, yozlaşarak değişikliğe uğramıştır. Eskiden esnafa olan güven duygusu halkın birikmiş parasını, bir banka gibi onlara verilmesine ve işletilmesine neden olurdu. Günümüzde birçok sokaktaki dükkânlar fonksiyon değişikliğine uğramıştır. Yorgancılar, terlikçiler, fesçiler gibi meslek grupları sadece sokak ismi olarak kalmıştır. Çarşının ana caddesi sayılan sokakta çoğunlukla mücevher dükkânları, buraya açılan yan bir sokakta altıncılar bulunur. Oldukça küçük olan bu dükkânlar değişik fiyat ve pazarlıkla satış yaparlar. Kapalı Çarşı renk ve atraksiyon olarak her ne kadar eski canlılığını koruyor ise de, 1970?li yıllardan itibaren İstanbul?u ziyarete gelen turist gurupları için alışveriş olanakları, çarşının ana girişindeki modern ve büyük kuruluşlar tarafından sağlanmaktadır. Haliç kıyısındaki Mısır Çarşısı da daha küçük ölçüde bir kapalı çarşıdır. Galata semtindeki diğer bir 15. yy. küçük kapalı çarşısı da halen kullanılmaktadır. Kapalı Çarşı günün her saatinde hareketli ve kalabalıktır. Esnaf, ziyaretçileri ısrarlı olarak kendi mağazasına çağırır.Çarşı girişinde gelişen konforlu, büyük mağazalar Türkiye?de elde imal edilen ve ihracatı yapılan hemen bütün eşyayı satışa sunmaktadır. El halıları ve mücevherat geleneksel Türk sanatının en güzel örnekleridir. Bunlar kalite ve orijin belgeleri ile satılır ve dünyanın her tarafına garantili gönderme yapılır. Halı ve mücevheratın yanında meşhur Türk işi gümüşten yapılmış eserler, bakır, bronz hediyelik ve dekoratif eşyalar, seramik, oniks ve deriden mamul, üstün kaliteli, Türkiye hatıraları zengin bir koleksiyon oluştururlar. |
Cevap : İstanbul'daki Tarihi Eserlerimiz
1 Eklenti(ler)
http://frmsinsi.net/attachment.php?a...1&d=1254604949 stanbul?un siluetini minareler ve kubbeler süsler. Şehrin en büyük ve görkemli camii Süleymaniye Camiidir. Dış ve iç estetiği, fevkalade muntazam, göz okşayıcı proporsiyonları seyredeni büyüler. Süleymaniye Camii bir mimari şaheserdir. 16. yy., Türk Osmanlı İmparatorluğunun her bakımdan gelişmiş ve ilerlemiş olduğu bir devirdir. 36 Osmanlı Sultanı arasında 47 yıl ile en uzun hüküm süreni Kanuni Sultan Süleyman?dır. Bu büyük şöhretli Sultan, kendi adına yaptırtacağı camii Koca Mimar Sinan?a havale etmişti. Mimarlık dünyasının bir dehası olan Mimar Sinan, camii ve etrafını saran büyük kompleksi 1550-1557 yılları arasında tamamlamıştır. Türk sanatının klasik döneminin kurucusu ve geliştireni Mimar Sinan, sanatının üstünlüğünü burada da ispat etmişti. Caminin avlusunun etrafını çevreleyen büyük komplekste okullar, kütüphane, hamam, aşevi, kervansaray, hastane ve dükkânlar bulunur. Süleymaniye?nin dış güzelliğini seyredebilmek için yapıdan uzakta olmak gerekir. Galata Kulesi?nden veya Halic?in Galata kesiminden, bu imparatorluk eseri bütün haşmeti ile görülebilir. Dört minaresi olan caminin esas mekânını büyük bir kubbe örter. Caminin ana girişi etrafı revaklarla çevrili, ortasında şadırvanı olan iç avludandır. İç mimarideki açıklık, bütünlük, ölçülü bir süsleme buranın haşmetli etkisini güçlendirir. 53 metre yüksekliğinde 26.50 m. çapındaki merkezi kubbeyi fil ayağı denilen dört büyük paye taşır. Mekânın bütün elemanları uyumlu bir armoni içerisindedir. Statik bakımından da yapının dengesi kusursuzdur. Zaman içinde İstanbul şehrini sarsan depremler burada tek bir çatlağa bile sebep olamamıştır. Kubbenin içi geçen yüzyılda yapılmış barok tesirli dekorasyondur. Yerdeki el yapısı tek örnek, mihraplı halı 1950?li yıllarda yerleştirilmişti. İçerideki en göz alıcı yer mihrap duvarındaki 16. yy. orijinal, fevkalade renkli, Türk motifleri ile süslü vitraylardır. Gayet sade mevlithanlar balkonu ve minber yanında, yine mermerden yapılmış mihrap nişinin etrafı çinilerle süslüdür. Sultan locası mihrabın solunda bulunur. Duvarlar Kuran?dan alınan ayetlerle süslüdür. Bunlar Türk kaligrafi sanatının çok güzel örnekleridir. Giriş ve yan cephelerde kadınlara ayrılmış balkonlar yer alır. Girişin sağında bronz kafesli bölme 18. yy. Türk maden işçiliğinin güzel bir örneğidir. Caminin arka avlusunda Sultan Süleyman?ın, bunun yanında da çok sevdiği karısı Roksana?nın büyük türbeleri bulunur. Etrafta değişik asırlarda yapılmış önemli kişilerin mezarları vardır. Süleymaniye kompleksinin bir ucunda küçük ve gayet mütevazı bir mezar bulunur. Burası 99 yıl şan ve şöhret ile yaşamış 50 yıl süre ile İmparatorluk baş mimarlığı yapmış, büyük usta Mimar Sinan?ın mezarıdır. Koca Sinan çalışkan ve verimli bir mimardı; uzun yaşamı boyunca 400?den fazla eser tamamlamıştı. Kurucusu olduğu klasik Türk mimarisinin en önemli temsilcisi de oydu. Eğittiği öğrencileri diğer İslam ülkelerinde de eserler üretmişlerdi.Süleymaniye Cami |
Cevap : İstanbul'daki Tarihi Eserlerimiz
1 Eklenti(ler)
http://frmsinsi.net/attachment.php?a...1&d=1254605018 İmparator Teodosyus devrinde M.S. 393 yılında şehrin en büyük meydanı olarak inşa edilmişti. Ortasındaki dev boyutlu zafer takının üzerinde yer alan bronz boğa başlarında dolayı buraya “Form Tauri” meydanı denilmişti. Üzerinde İmparatorunda heykeli yükselen zafer takından birkaç mermer blok ve sütun kalıntıları bulunmuşken, kuzeydeki abidevi çeşmeden eser kalmamıştır. Şehrin bu en büyük çeşmesini Valens su kemeri beslerdi. Kuzeyde, Fatih’in yaptırdığı ilk sarayın yerinde İstanbul Üniversitesi bulunmaktadır. Üniversite girişi abidevi kapı ve bahçedeki yangın kulesi 19 yy. yapılarıdır. Meydanı süsleyen ve adını veren 15 yy. Beyazıt camii kalabalık ve hareketli kapalı çarşının komşusu olup, buraya ait külliyeden günümüze medrese, hamam ve dükkanlar kalmıştır.Beyazıt Meydanı |
Cevap : İstanbul'daki Tarihi Eserlerimiz
1 Eklenti(ler)
http://frmsinsi.net/attachment.php?a...1&d=1254605083 Haydarpaşa Garı, 1908'de İstanbul - Bağdat Demiryolu hattının başlangıç istasyonu olarak inşa edilen tren garıdır. Gar, TCDD'nin ana istasyonudur. İstanbul'un Anadolu Yakasında Kadıköy'de bulunur. Osmanlı İmparatorluğunun son dönemlerinde Bağdat Demiryolu yanında İstanbul-Şam-Medine (Hicaz Demiryolu) seferleri de yapılmaya başlanmıştır. Haydarpaşa Garı Devrin Osmanlı Padişahı II. Abdülhamit döneminde 30 Mayıs 1906 tarihinde yapımına başlanmıştır.1908 yılında ise hizmete girmiştir. Binanın bulunduğu sahaya III. Selim'in paşalarından Haydar Paşa'nın adı verilmiştir. Binanı inşaatı, Anadolu Bağdat adı altında bir Alman şirketi gerçekleştirmiştir. Ayrıca bir Alman'ın teşebbüsüyle garın önünde mendirek inşa edilerek Anadolu'dan gelecek veya Anadolu'ya gidecek vagonların ticari eşyasını yükleme ve boşaltma işlevi için tesisler yapılmıştr. İki Alman mimar Otto Ritter ve Helmuth Conu tarafından hazırlanan proje yürürlüğe girmiş, garın yapımında Alman ustalarla İtalyan taş ustaları birlikte çalışmıştır. Birinci Dünya Savaşı sırasında gar deposunda bulunan cephanelere 1917'de yapılan bir sabotajla çıkan yangın sonucu binanın büyük bir bölümü hasar görmüştür. Yeniden onarılan bina bugünkü şeklini almıştır. 1979'da Haydarpaşa'nın açıklarında Independente adlı tankerin bir gemiyle çarpışması sonu meydana gelen patlamadan ve sıcaktan dolayı binanın O Linneman adlı ustanın yaptığı kurşun vitrayları hasara uğramıştır. Aslına uygun olarak yeniden onarılan bina, 1976'da geniş çapta onarılmış ve 1983'ün sonunda dört dış cepheyle iki kulenin restorasyonu tamamlanmıştır. |
Cevap : İstanbul'daki Tarihi Eserlerimiz
1 Eklenti(ler)
Dünyanın 8.harikalarından birisi sayılan Ayasofya, Sanat Tarihi ve mimarlık dünyasının 1 numaralı yapısı hüviyetindedir. Bu yaşta ve bu ebatta zamanımıza gelebilmiş ender eserlerdendir. Orijinal adı Hagia Sofia olan, Türklerin Ayasofya dedikleri yapı yanlış bir şekilde, Saint Sofia olarak bilinir. Bazilika, Sofia isimli bir azizeye değil, Kutsal Hikmet’e ithaf edilmişti. Önceki bir pagan mabedinin yerinde yapılmış 3 ayrı bazilika aynı isimle anlatılmıştı. İmparator Büyük Konstantin devrinde kilise yapılmadığı halde, bazı kaynaklar, ilk Ayasofya Bazilikasının onun tarafından yaptırıldığını iddia ede gelmiştir. Küçük ölçülerdeki ahşap çatılı ilk yapı 4. yy. ikinci yarısında Büyük Konstantin’in oğlu Konstantinus zamanında yapılmıştı. 404 yılında, bir isyan sırasında yanan ilk yapının yerine, daha büyük ölçülerde inşa edilen 2. kilise 415 yılında törenle açılmıştı. 532 yılında Hipodromda yapılan bir araba yarışı sonucu çıkan kanlı isyan on binlerce şehirlinin ölümüne ve pek çok binanın yakılmasına sebep olmuştu. “Nika” isyanı diye bilinen ve İmparator Justinyen aleyhine gelişen bu isyanda Ayasofya Kilisesi de yakılmıştı. İsyanı zorlukla bastıran İmparator Justinyen “Adem’den beri hiçbir devirde görülmemiş ve görülmeyecek” bir ibadethane yapmak için harekete geçti. Önceki bazilikanın kalıntılarının üzerine 532 yılında yapılmaya başlanan, Hıristiyanlık âleminin bu en büyük kilisesi beş yılda tamamlanarak, 537’de merasimlerle açıldı. İmparator hiçbir masraftan kaçınmayarak devlet hazinesini mimarların önüne saçtı. (Tralles’li Anthemius ile matematikçi, Miletoslu İsidorus) Kubbe inşaatı Roma mimarisi tarafından geliştirilmiştir, Bazilika planı da eski devirlerden beri tatbik edilmekte idi. Yuvarlak yapıların üzerleri çok büyük ölçüde kubbe ile örtülebilmişti. Ancak Justinyen Ayasofya’sındaki gibi dikdörtgen bir mekan ortasında, dev ölçüde bir merkezi kubbe yapımı, mimarlık tarihinde ilk kez deneniyordu. Rahiplerin koruyucu duaları okumaları devam ederken, İmparatorluğun hemen her yerinde mevcut olan erken devir kalıntılarından getirtilen çok sayıda ve değişik mermer parçaları, sütunlar yapıda kullanıldı. Sonraları da bu devşirme malzeme ve bilhassa sütunlar için, neye yarayacağı anlaşılmaz, bir sürü orijin hikayesi uyduruldu. Justinyen devrinde Ayasofya bir zevk ve gösteriş ürünü olarak ortaya çıkmıştı. Sonraki devirlerde ise bir efsane ve sembol olarak kabul edilmiştir. Bin yıl süre ile aşılamayan ölçüleri yanında finans zorlukları ve teknik yetersizliklerden ötürü efsanevi görülmüş, böyle bir yapının ancak kutsal kuvvetlerin yardımı ile yapılabileceği zannedile gelmişti. Ayasofya bir 6yy. Bizans devri eseri olmakla beraber, ön misali olmayan, sonraki devirlerde de taklit edilmeyen Roma mimari geleneğine bağlı bir “Deneme” dir. Dış ve iç görünüşteki tezat ve iri kubbe Roma’nın mirasıdır. Dış görünüş zarif değildir, proporsiyonlara dikkat edilmemiş, bir kabuk gibi yapılmıştır. Bunun tersine iç görünüm saray gibi görkemlidir, göz alıcıdır; yapı, dev bir “İmparatorluk” eseridir. Açılış merasiminde heyecanına hakim olamayan İmparator atların çektiği arabası ile içeriye dalmış, Tanrıya şükür ederek, Süleyman Peygambere üstün çıktığını haykırmıştı. Bazilika etrafını çevreleyen yüksek binaları ile büyük bir dini merkez olarak gelişmişti. Bizans İmparatorları ile Doğu Hıristiyan kilisesinin yüzyıllar sürecek çekişmeleri için sahne artık hazırdı. Eşsiz ve üstünlüğüne rağmen yapının hayati önemde hataları vardı. En önemli mesele kubbenin iriliği ve yan duvarlara yaptığı basınç idi. Böylesine bir kubbenin ağırlığının temellere aktarılması için lazım olan mimari unsurlar o devirde henüz tam gelişmemişti. Yanlardan dışa doğru eğilen duvarlar orijinal, basık kubbenin 558 yılında yıkılmasına şahit oldular. Yapılan ikinci kubbe daha yüksek ve daha küçük çaplı tutulmuştu. Bu kubbenin de yarıya yakın kısmı 10 ve 14 yy'’arda 2 defa daha çökmüştür. Ayasofya her devirde hazineler dolusu sarflar yapılarak ayakta tutulabilmiştir. Türk’lerin şehri 1453 yılında fethetmeleri, harap durumdaki Ayasofya’nın derhal camiye çevrilerek kurtarılmasına sebep olmuştur. Türk mimarı Koca Sinan’ın 16.yy.da eklediği payanda duvarları, 19. yy. ortasında Mimar Fossati kardeşlerin ve 1930’dan itibaren yapılan diğer restorasyonlar ve kubbenin demir kuşak ile çevrilmesi önemli tamirlerdi. 2000 li yılların restorasyonları, mevcut madeni portatif iskele ile daha seri yapılabilecektir. Ayasofya 916 yıl baş kilise ve 477 yıl cami olarak, aynı tanrıya inanan 2 değişik dinin hizmetinde olduktan sonra Atatürk’ün emri ile müze yapılmıştır. 1930-1935 yılları arasında ortaya çıkartılıp temizlenen bir kısım mozaikler Bizans'ın önemli sanat eserleri arasında yer alırlar.Bizans ve Osmanlı döneminin izlerini taşıyan muhteşem mimarisi ile ülkemizin en çok ziyaret edilen ilk üç müzesinden biridir. ZİYARET Avlunun içerisindeki müze girişi, asırlar sonra yeniden kullanılmaya başlanan, batı yönündeki orijinal kapıdır. Girişin yanında önceki, ikinci binanın kalıntıları görülür. Vaftiz olamayanların girebildikleri dış koridor 5 kapı ile iç koridora, burası da 9 kapı ile kilisenin esas kısmına açılır. Ortadaki yüksek kapı İmparatorluk kapısı idi. Bunun üzerindeki mozaik pano 9. yy. sonunda yapılmıştır. Ortada taht üzerinde oturan pantokrator İsa’dan bir imparator şefaat istemektedir. Yanlardaki madalyonlarda Meryem Ana ve Baş Melek Gabriel’in portreleri vardır. İç koridor ve yan neflerin tavanındaki diğer figürsüz mozaikler Justinyen devri orijinalleridir.Yapının ana kısmında ziyaretçiyi görkemli ve muazzam bir mekân karşılar. İlk adımdan itibaren kubbenin tesiri derhal hissedilir. Sanki havaya asılı gibi durmakta ve bütün binayı kaplamaktadır. Duvarlar ve tavanlar mermer ve mozaiklerle kaplı, rengarenk bir görünüştedir. Kubbe mozaiklerinin 3 değişik renk tonu, yapılan 3 değişik tamirat devrini gösterir. Yüksekliği ve çapı ile dünyanın en büyük kubbesi iken günümüzde de sayılı büyük kubbelerindedir. Yapılan tamiratlardan dolayı kubbe tam bir çember değildir. Kuzey – Güney çapı 31,87 m.dir. Doğu – Batı çapı 30,87 m. olup yüksekliği 55,60 m.dir. Kubbenin dayandığı 4 pandantifte, 4 kanatlı melek figürü, yüzleri kapatılmış olarak yer alır. Dikdörtgen, geniş orta mekanın sütunlarla ayrılmış 2 yanında, karanlık neftler uzanır. Orta mekan 74.67 x 69.80 m.dir. Alt katta ve galerilerde toplam 107 sütun vardır. Ayasofya sütun başlıkları tüm yapının en karakteristik ve belirgin, klasik, 6. yy. Bizans süsleme örnekleridir. O çağa ait bir özellik olan derin oyulmuş mermerler güzel bir ışık, gölge oyunu ortaya serer. Ortalarında İmparator monogamları bulunur. Köşelerde yer alan antik porfir sütunlar, yeşil Selanik mermerinden yapılma orta sütunlar ve tümünün beyaz mermerden yapılma, zengin işlemelerle süslü başlıkları insanı eski günlere götürür. Ayasofya’yı boş bir müze görünümünden sıyırıp bazilika veya cami olarak kullanıldığı, gösterişli, mistik, değişik, eski orijinal görünümünde hayal etmek lazımdır. Büyük bir İmparatorluğun baş kilisesi olduğu devirlerde apsis önünde yer alan bölme, altar, ambon ve diğer merasim gereçleri altın ve gümüş levhalarla kaplı, fildişi ve mücevherlerle süslü idiler. Bazı kapılar bile böylesine kıymetli madenlerle kaplı idi. Latin istilası bütün bunları ve diğer bazı mimari parçaları sökerek Avrupa’ya taşımıştı.Apsis yarı kubbesinde kucağında çocuk İsa ile Meryem Ana, sağ yanda da Baş Melek mozaikleri bulunmaktadır. Karşı duvardaki bir başka melek figürü tahrip olmuştur. Galeriler seviyesinde duvarlara asılı, deri üzerine yapılmış 7.5 m. çapındaki büyük diskler ve kubbedeki yazıt, eserin cami olarak kullanıldığını hatırlatırlar. 19. yy. ortalarında dönemin büyük ustaları tarafından yazılan bu kaligrafiler birer şaheserdir. Yuvarlak tablolarda Allah, Hz. Muhammed, 4 Halife ve Hasan-Hüseyin isimleri yazılıdır. Döneminin güzel örnekleri mihrap üstü vitraylar, apsis içine yerleştirilmiş cami mihrabı, yanındaki minber ve mevlithanlar balkonu Türk dönemi ekleridir. Zeminde yer alan, renkli mermer parçalarından yapılmış kare kısım, belki 12. yy.da ilave edilmiş, İmparatorların taç giydiği mahaldir. Üstün kaliteli mermerden yapılmış iki küresel iri kap orta mekânın giriş yanlarında yer alır. Antik orijinli bu kaplar geç 16. yy’da Bergama’dan getirtilmiştir. Binanın kuzey köşesinde “terleyen sütun” bulunur. Alt kısmı bronz bir kuşak ile çevrilmiş, parmak sokulabilen bir dilek deliği olan sütun hakkında bolca masal ve efsane vardır. Binayı dışardan destekleyen payandaların kuzeydeki ilkinin içerisi rampadır. Üst galerilere bu rampa ile çıkılır. Binayı üç yönden kuşatan galerilerden muhteşem iç mekan bambaşka görülür. İmparatorluk kadınları ve kilise toplantıları için ayrılmış kısımları vardır. Kuzey kanatta bir, güney kanatta da 3’lü figürler halinde 3 mozaik pano bulunur. Güney galeride, yanındaki pencereden giren gün ışığı altında, Bizans mozaik sanatının şaheser panosu yer alır. Buradaki konu, çok geniş son mahkeme sahnesinin tam ortasında bulunan; “Diesis” diye bilinen, üçlü figürdür. Ortada İsa onun sağında Meryem, solunda ise Hz. Yahya yer alır. Değişik dizili arka fon mozaikleri, figürlerin güzelliğini daha da artırır, yüz ifadeleri fevkâlede realisttir. Güney galeri dibindeki 12. yy. mozaik panoda, Meryem Ana ve çocuk İsa, İmparator II. Komnenus, İmparatoriçe İrene, yan duvarında hasta Prens Aleksios yer alır. Takdim edilen rulo kiliseye bağışları, deri kese ise altın yardımını belirtmektedir. Macar asıllı imparatoriçenin ırk özellikleri; açık ten ve açık saç rengi belirgindir. Buradaki ikinci pano, tahta oturmuş İsa, yanında İmparatoriçe Zoe ve üçüncü kocası Konstantin Monomakhos'dur, Konstantin’nin kafası ve üstündeki yazıt kazınıp, tekrar yapılmıştır. Orijinal mozaik Zoe’nin ilk kocasına aitti. Bu panoda İmparatorluk ailesinin kiliseye şükran ve bağışları sembolize edilmektedir.İç koridordan müzeyi terk ederken görülen büyük bir mozaik pano 10. yy’dan kalmadır. Bozuk perspektifli figürler: Ortada Meryem Ana ve çocuk İsa, yanlarda ise şehir maketini sunan Büyük Konstantin ile Ayasofya maketini sunan Justinyen'dir. Çıkışta kısmen zemine gömülü M.Ö. 2. yy’dan kalma muazzam bronz kapılar Tarsustan, belki de bir pagan mabetinden getirtilerek, burada tekrar kullanılmıştır. Müze bahçesinde değişik devirlerde inşa edilmiş Türk Sanat eserleri bulunur. Bunlar bazı sultanların türbeleri, okul, saat ayar evi ve şadırvandır. Doğu cephesi minareleri 15, batıdakiler de 16. yy’da eklenmişlerdir. |
Cevap : İstanbul'daki Tarihi Eserlerimiz
1 Eklenti(ler)
Kanuni Sultan Süleyman’ın genç yaşta ölen oğlu Şehzade Mehmet adına Mimar Sinan tarafından yapılmıştır. Kanuni Sultan Süleyman’ın ve Osmanlı İmparatorluğu’nun en parlak devrinin büyük mimarı Mimar Sinan, Şehzade Camii ve külliyesini 1544-48 tarihleri arasında dört yılda tamamlamıştır. Koca Sinan daha sonraları yaptığı bir değerlendirmede “Şehzade çıraklık, Süleymaniye kalfalık, Edirne Selimiye de ustalık eserimdir” diyecektir. İşte Şehzade Camii Sinan’ın mimari dehasındaki ana devirler olan bu üç abide eserin ilk basamağıdır. Yarım kubbe problemini ilk defa ele aldığı bu camide Mimar Sinan dört yarım kubbeli ideal bir merkezi yapı meydana getirip, Rönesans mimarlarının rüyasını gerçekleştirmiştir.Cami kare planlı olup, üstü yarım küre şeklinde bir büyük kubbe ve bunun etrafında dört yarım kubbeyle örtülmüştür. Dört köşede yarım küre, dört de küçük kubbe vardır. Bütün kubbeler dört büyük fil ayağı üzerine oturur. Mimar Sinan’ın eserlerinde görülen sadelik ve tezyinat bu camide de görülür. Şehzade Camii’nin büyük dış avlusu altı kapılıdır. Caminin cümle kapısı duvarının iki yanındaki ikişer şerefeli çift minaresi yapının en dikkat çeken bölümlerindendir. Diğer cami ve minarelerdeki sadelik burada yoktur. Koca Sinan’ın bu minarelerdeki tezyinatı emsalsizdir. Dört yarım kubbe ile desteklenen bir merkezi kubbe ile örtülüdür. “Kare içine oturan haçvari plan tipolojisinin Osmanlı mimari geleneği çerçevesindeki gelişiminin son noktasıdır. Bu gelişimin bir önceki adımları Edirne’deki Üç Şerefeli Cami, eski Fatih Camisi ve Üsküdar’daki Mihrimah Sultan camilerinde görülür.¹” Mimar Sinan daha sonra inşa ettiği Süleymaniye ve Selimiye camilerinde Şehzade Camisi’nden daha ileri mimari çözümlemelere ulaşmışsa da, Şehzade Camisi plan şeması Sultanahmet Camisi, Yeni Cami gibi 17. yüzyıl camilerinde beğenilerek kullanılmıştır. Şehzade Camisi’nde şadırvan avlusu ve cami kitlesi iki eş karedir. “Kubbe çapı 19 m, kubbenin zeminden yüksekliği 37 m dir. Merkezi kubbe pandantifli kare bir baldaken oluşturur.¹” Kubbeyi taşıyan dört ayakların çok fazla yer kaplamamasıyla mekan bütünlüğü sağlanmaya çalışılmıştır. Örtü, yarım kubbeler ve eksedralarla yapı kanatlarına ulaşır. Dışarıda, büyük orta kubbenin oturduğu kare kısmın dört köşesine ve yarım kubbelerin yanlarına dört ağırlık kubbesi konularak kemerlerin açılması önlenmiştir. Bunlar camiye aynı zamanda kademe kademe yükselme vermiştir. Yan galeriler yoktur ve böylece mekân daha fazla bir bütünlük kazanmıştır. Sadece hünkar ve müezzin için küçük birer mahfil bulunur. “Örtünün eğrileri ile planın doğruları küresel geçit öğeleri ve mukarnaslarla birbirleriyle buluşurlar. Masif duvarların yerine Osmanlı mimarlığında ilk kez dış mimaride revak kullanılmıştı. Yan revaklar iki kareden oluşan harem ve avlu planına bir ek olarak akıtılmıştır ve avlu yönünde minareler sonlanır.” 2’şer şerefeli bu minareler oldukça zarif bezemeye sahiptir. Şehzade Cami’sinin simetrik modülasyonu avluda da kendini gösterir. “Şadırvan avlusu da cami gibi 5x5 modüle bölünmüştür. Kubbe açıklığına eşit olan açık bölüm 3x3 modül olarak açık bırakılmıştır. Kubbe büyüklükleri ve yükseklikleri aynıdır. Osmanlı mimarlığının en dengeli avlularından biridir.¹” Merkezde bulunan sekizgen şadırvan yaklaşık bir modül büyüklüğündedir. Revak kubbelerinin büyüklükleri birbirine eşit, yükseklikleri birbirne eştir ve hemen cami planındaki köşe kubbelerle aynı büyüklüktedir. “Bu yüzden Şehzade Cami avlusu Beyazıd Cami avlusu ile birlikte Osmanlı Mimarisinde bulunan en dengeli ve güzel avlularından biri sayılır.¹” Mermer ve somaki kaidelere oturan revak sütünları 12 adettir. Revakları örten kubbelerin sayısı da 16’dır. “Bezeme özellikleri açısından özgün bir yapıdır. 15. yüzyıldan itibaren başlayan yalınlaşma eğiliminin dışına çıkmıştır. Çokrenkliliğin vurgulanışı, yapının dış profillerine getirilen bezemesel öğeler, minarelerin yüzey bezemeleriyle benzersiz yapıdır. Mihrap, minber ve müezzin mahfili mermerdendir.” |
Cevap : İstanbul'daki Tarihi Eserlerimiz
1 Eklenti(ler)
Her devirde şehrin en önemli ve dinamik yeri, yarım ada yedi tepesinin ilki olmuştur. Şehrin ilk kurulduğu akropol surlarla çevrili, tipik bir Akdeniz ticari yerleşimiydi. Roma devrinde bu merkez genişletilerek, yenilenmiştir. Günümüze çok az kalıntıları kalan Roma devri önemli yapıları ve abideleri Hipodrom çevresinde inşa edilmişti. “Büyük Saray” diye bilinen İmparatorluk Sarayı Hipodromun yanından başlar, aşağılara, deniz kenarına kadar uzanırdı. Bu Saraydan günümüze bir büyük salonun yer mozaik panosu gelebilmiştir. Şehrin en önemli meydanı Agusteion ve burası ile cadde arasında Milerium zafer takı bulunurdu. Cadde Roma’ya kadar uzanan yolun başlangıcı idi ve ilk km taşıda buradaydı. Hamamlar, mabetler, dini, kültürel, idare ve sosyal merkezler bu civara yerleşmişlerdi. Semt Bizans ve Türk devirlerinde de merkezi önemini devam ettirmiştir. İstanbul’un en önemli abideleri Ayasofya, Sultan Ahmet Camii, Türk ve İslam Eserleri Müzesi, Yere Batan Sarnıcı burada, Hipodromun çevresindedirler. Şehrin ana caddeleri (aşağı limana inen ve batıya şehir surlarına doğru gidenler) Hipodromdan başlar ve yamaçları takip ederdi. Yol kenarları ticari kuruluşlar ve ikametgahlarla çevrili idi. Yan yollar dar ve bazıları basamaklarla yokuş aşağı uzanırlardı. Anayol kaldırımları bazen iki katlı, galerili inşaa edilmişlerdi. Yol boyu geniş meydanlardan ayrılan sapaklarla sur kapılarına ulaşılırdı. Ana cadde “Mese” diye anılırdı. Surlarda Altın Kapı yolu “Via Egnetia” Roma’ya, giden yoldu. “Hipodrom” At binenlerin, atların meydanı anlamına gelir. Roma İmparatoru Septimius Severus”un 2.yy. sonlarına inşa ettirdiği hipodrom Büyük Konstantin tarafından devasa ölçülerde genişletilmişti. Bazı tarihçiler 30, bazıları da 60 bin seyirci kapasitesinde olduğunu bildirirler. 2 veya 4 atın çektiği arabaların yarışları esas gösterilerdi. Roma İmparatorluğu ve sonradan Bizans İmparatorluğu devrinde hipodrom şehrin toplantı, eğlence, heyecan ve spor merkezi olarak 10 yy’a kadar önemini sürdürmüştü. 1204 Latin istilası ile beraber, şehrin bir çok diğer abideleri gibi burası da önemini yitirmişti. Araba yarışları yanında, müzisyen toplulukları, dansözler, akrobatlar, vahşi hayvanlarla kavga gösterileri, toplantılar yapılırdı. Bütün bu faaliyetler için ise Roma devrinde bol tatil günleri mevcuttu. Dev ölçüde bir U harfi şeklinde olan hipodromun doğu uzun tarafında, damında 4 bronz at bulunan, balkon şeklinde, imparator locası yer alırdı. Ortada, hipodromun kum kaplı sahasını ikiye bölen, arabaların etrafında yarıştığı alçak bir duvar, bu duvarın üstünde de İmparatorluğun çeşitli yerlerinden getirilen abideler ve meşhur at yarışçıları ile atlarının heykelleri bulunurdu. Şöhretli bir araba yarışçısı akla gelebilecek her türlü maddi olanak içinde yüzerdi. Yarışçılar yeşil-mavi-sarı-kırmızı gibi politik güçleri de olan takımlara ayrılmışlardı. Zaman, zaman yarışlara politika karışır, karşılıklı güçlerin mücadeleleri korkunç katliamlara dönüşebilirdi. Hipodrom günümüze zemini 4-5 metre yükselmiş ve kalabilmiş 3 abide ile gelmiştir. Bunlar Mısır’dan getirilen Obelisk, Yılanlı Sütun ve Örme Obelisktir. Türk devrinde, bu meydanda bazen, eski günlerindeki zengin gösteriler gibi, çeşitli festival ve gösteriler tertiplenmişti. Hipodrom’un batısında, Sultan Ahmet Camii’nin karşısında yer alan İbrahim Paşa Sarayı 16. yy. zengin ve tipik özel sarayların günümüze gelen tek örneğidir. Bu güzel yapı Türk ve İslam Eserleri müzesi olarak ziyarete açıktır. Muazzam Hipodromdan günümüze yuvarlak güney ucu gelmiştir. Büyük kemerlerle donatılmış tuğla bir yapıdır. Sonraki devirlerde Hipodromun taş blokları ve sütunlarının tamamı başka yapılarda kullanılmıştır. Hipodrom girişi sağındaki parkta 4-5 yy. ait özel saray kalıntıları, az ilerisinde de Aya Öfemiya Bizans Kilisesinin kalıntıları bulunmaktadır. |
Cevap : İstanbul'daki Tarihi Eserlerimiz
1 Eklenti(ler)
http://frmsinsi.net/attachment.php?a...1&d=1254605411 Sultanahmet Meydanı’nda, Sultan I. Ahmed Türbesi’nin karşısındadır. Alman İmparatoru II. Wilhelm’in 1898 yılında İstanbul’a gelişinin ikinci yıldönümü hatırasına ithaf edilen bu çeşme Almanya’da inşa edilmiş ve 1900 yılında parçalar halinde İstanbul’a getirilerek bugünkü yerine kurulmuştur.Alman Çeşmesi Çeşme, sekiz yeşil mermer sütun üzerine oturtulmuş, sekiz kenarlı bir kubbeye sahiptir. Kubbenin içi ise mozaikle kaplıdır. Klasik Osmanlı çeşme mimarisinden oldukça farklı bir stile sahip olan Alman. Çeşmesi Sultanahmet Meydanı’nın görülmeye değer anıtsal yapılanndan biridir |
Cevap : İstanbul'daki Tarihi Eserlerimiz
1 Eklenti(ler)
http://frmsinsi.net/attachment.php?a...1&d=1254605523 İstanbul Zeytinburnu ilçesi, Merkez Efendi Caddesi Yenikapı Mevlevihane’sinin bir bölümünü oluşturan Abdurrahman Nafiz Paşa Türbesi yanındaki kütüphane ile birlikte 1850 yılında yaptırılmıştır. Abdurrahman Nafiz Paşa Türbesi (Zeytinburnu) XIX. yüzyılda Maliye Nazırı olan Abdurrahman Nafiz Paşa’nın türbesi 5.00x5.00 m. ölçüsünde ampir üslubunda açık bir türbe görünümündedir. Kesme köfeki taşından olan türbenin çevresi on iki tane kare kesitli toskana başlıklı mermer sütunlarla çevrelenmiştir. Bu sütunlar kuzey, batı ve güney cephelerinde dörder tane olup, üzerlerindeki mermer bir lentoyu taşımaktadır. Bu sütunların arasındaki açıklıklar ise üzerleri stilize yapraklarla bezenmiş madeni tunç şebekelerle kapatılmıştır. Türbenin üzeri de yine madeni iskeletli tekne-tonoz biçiminde tel örgü ile örtülmüştür. Türbenin içerisinde Abdurrahman Nafiz Paşa’nın mermer lahdi bulunmaktadır |
Cevap : İstanbul'daki Tarihi Eserlerimiz
1 Eklenti(ler)
http://frmsinsi.net/attachment.php?a...1&d=1254605584 İstanbul ili Zeytinburnu ilçesi, Merkez Efendi Mahallesi’nde Merkez Efendi Camisi içerisinde bulunan bu türbe, Merkez Efendi’nin 1551 yılında ölümünden sonra yaptırılmıştır. Merkez Efendi Türbesi (Zeytinburnu) Merkez Efendi’nin asıl ismi Musluhiddin olup, unvanı da Merkez’dir. Denizli’nin Sarhanlı Köyü’nde 1463’te dünyaya gelmiştir. İlköğretimini orada tamamladıktan sonra Bursa ve İstanbul medreselerinde ders görmüş, Uzır Bağdadi Velüyiddin Efendi ve Mevlâna Ahmed Paşa’dan ders almıştır. Tıp, Tefsir, Hadis ve Fıkıh öğrenimi gördükten sonra bir süre müderrislik yapmıştır. Bursa, Karaman ve Amasya’daki dergâhlardan tarikat icazeti almış ve sonra İstanbul’da Etyemez Dergâhı’nın şeyhi Mirza Baba’nın halifesi olmuştur. Daha sonra Kocamustafapaşa Dergâhı şeyhi Sümbül Efendi’ye intisap etmiştir. Aksaray’daki Kovacı Dede Zaviyesi şeyhi olmuştur. Kanuni Sultan Süleyman’ın (1520–1566) annesi Hafsa Hatun’un Manisa’da 1494–1495 yılında yaptırdığı külliyenin yanındaki bu zaviyeye Sümbül Efendi tarafından şeyh olarak gönderilmiştir. Burada birçok öğrenci yetiştirmiş, hekimlik yapmıştır. Hafsa Sultan’ın hastalanması üzerine 41 baharattan oluşan mesir macununu yapmış ve sultana göndermiştir. Bu macunu yiyen sultan iyileşmiş ve macunun herkese dağıtılmasını istemiştir. Bunun üzerine 22 Mart günü zaviyenin yanındaki Sultan Camisi’nin minare ve kubbesinden halkın üzerine mesir macunu atmıştır. Bu gelenek günümüzde de sürmektedir. Sümbül Efendi’nin 1529’da ölümü üzerine İstanbul’a gelerek Onun yerine şeyh olmuştur. Günümüzde türbe ve dergâhının olduğu yerdeki arsada bir kuyu açtırmış, ardından buraya bir tekke ve hamam yaptırmıştır. Dergâhın yanındaki cami Yavuz Sultan Selim’in kızı Şah Sultan tarafından 1572 yılında yaptırılmıştır. Merkez Efendi’nin halk arasında yaygın olan Sümbül Efendi’ye bağlanması, Sümbül Efendi’nin talebelerinden çiçek istenmesi, Merkez Efendi’nin Sümbül Efendi’nin kızını istemesi, Sümbül Efendi’nin dergâhına şeyh olması, Ayasofya’da verdiği ilk vaaz, Hızır Aleyhisselâm ile bağlantısı, Şah Sultan’ın Merkez Efendi’ye bağlanması, Yerin altından gelen ses gibi menkıbeleri bulunmaktadır. Merkez Efendi Türbesi, kendisinin yaptırmış olduğu cami-tevhidhane, çilehane, kuyu, şadırvan, mutfak, taamhane, derviş hücreleri, hünkâr köşkü ve hamamdan meydana gelen külliyenin bir bölümünü oluşturmaktadır. Türbenin ilk yapıldığı durumu hakkında yeterli bilgi bulunmamaktadır. Bugünkü türbe Sultan II. Mahmud (1808–1839) döneminde yeniden yapılmıştır. Sultan II. Mahmud’un yaptırdığı türbe iki dikdörtgen bölüm halindedir. Bunlardan birinde Sultan II. Mahmud’un sandukası, diğerinde de dergâh şeyhlerinin ve ailelerinin sandukaları bulunmaktadır. Sonraki yıllarda asıl türbe kısmının kuzeydeki duvarı yıkılmış ve her iki bölüm birleştirilmiştir. Türbeleri birleştiren duvar yıkıldıktan sonra buraya iki sütunun taşıdığı üç kemerli bir ara bölüm eklenmiştir. Türbe moloz taş ve tuğladan yapılmış olup, ampir özellikler göstermektedir. Kare planlı 7.50x7.50 m. ölçüsündedir. Türbenin batı cephesi mermer kaplıdır. Asıl türbenin üzeri ise içten bağdadi sıvalı, dıştan da kurşunlu bir kubbe ile örtülüdür. Sultan II. Mahmud döneminde, 1836 yılında ilave edilen ek bölüm ise kırma çatılıdır. Türbenin batı cephesinde çıkıntılı kilit taşları olan yuvarlak üç pencere bulunmaktadır. Merkez Efendi’ye ait olan türbenin duvarları kubbe eteğine kadar XIX. yüzyıl Avrupa çinileri ile kaplanmıştır. Kubbe içerisinde ise yıldızlı bir bezeme görülmektedir. Kubbe içerisindeki yazı Hattat M.Şevket Vahteti’nin eseridir. Merkez Efendi’nin sandukası ahşap parmaklıklar içerisine alınmış olup XVIII. yüzyıl üslubunda sedef ve bağa kakmalıdır. Sandukanın önünde de Hattat Aziz Efendi’nin yazdığı Osmanlıca bir levha bulunmaktadır: Merhaba Ey Merkez-i Devran-ı Can Merhaba Ey Kutb-u Kevneyn-i mekân Zahir-ü batında nurun olmada Aftab ve sen cümleye su’le feşan Kıymetin bilinmekte acizdir ukûl Ayni nûr-u Mustafasın bi güman Doğsa şems garbden dedi Molla-yi Rum Aynı hurşittir ki meşrikten doğan Zarf değişse hak hakikat payidar Gafil olma aç gözün bir gör ayan Daire meydanda biz içindeyiz Nur-u zahir körlere Merkez nihan Lütfü ulviyetini tarif mahal Çünkü bu tariften acizdir lisan Aşık-ı hayranının şahım senin Melceim sensin Habib-i müs’tean Bendelikten etme azad bizleri Daima kurban sana ken’an cenan Türbe içerisinde Merkez Efendi, eşi Hatice Hanım, Şeyh Seyyid Muslihiddin Efendi, torunu Fatma Hatun, Şeyh Nureddin Efendi, Mustafa Efendi, Şeyh Ahmed Mesud Efendi, Şeyh Hüseyin Efendi, Sıdıka Hanım, Şeyh Ahmed Efendi ve Şeyh Nureddin Efendi gömülü bulunmaktadır. Türbe günümüzde İstanbul Türbeler Müdürlüğü’nün yönetiminde olup, ziyarete açıktır. |
Cevap : İstanbul'daki Tarihi Eserlerimiz
1 Eklenti(ler)
http://frmsinsi.net/attachment.php?a...1&d=1254605669 İstanbul ili Üsküdar ilçesi Eşref Saat Sokağı (Medrese Sokağı) ile Çeşme-i Cedid Sokağı’nın birleştiği yerde bulunan türbenin hacet penceresi üzerindeki kitabeden 1591–1592 yılında yapıldığı anlaşılmaktadır. Şair Şem’i Şem’ullah Efendi Türbesi (Üsküdar) Şair Şem’i Şem’ullah Efendi, XVI. yüzyıl mutasavvıflarından olup Prizren’de doğmuş, buradaki mekteplerde ilahiyat dersleri vermiş, sonra Konya’ya giderek Mevlâna Celaleddin Rumi Dergâhı’nda feyz almıştır. Daha sonra İstanbul’a gelerek Şeyh Vefa Hankâhı’nda inzivaya çekilmiştir. Şeyh Vefa’nın halifesi Ali Dede’nin tarikatına intisap etmiştir. Türbenin ilk hali hakkında yeterli bilgi bulunmamaktadır. Yakın tarihlerde yenilenmiştir. Kare planlı bir yapıdır. Buradaki hacet penceresi üzerinde iki mısra halinde kitabesi bulunmaktadır. Kitabe: Rûşen etsin hane-i kalbin Hudâ Şem’i’nin rûhuna kim kıla du’â. Türbe içerisinde Şair Şem’i Şem’ullah Efendi’nin sandukası bulunmaktadır. |
Cevap : İstanbul'daki Tarihi Eserlerimiz
1 Eklenti(ler)
http://frmsinsi.net/attachment.php?a...1&d=1254605752 İstanbul Üsküdar ilçesi, Çavuşbaşı’ında, Boybeyi Sokağı’ndaki Fenayi Tekkesi Mescidi’nin avlusunda bulunan bu türbe, 1745 yılında ölen Şeyh Fenayi Ali Efendi’ye aittir. Türbe Sadrazam Yusuf Kâmil Paşa’nın eşi Mısırlı Zeynep Hanım tarafından 1864 yılında ölen annesinin anısına yanındaki cami ile birlikte yenilemiştir. Söylentiye göre de Zeynep Hanımın annesi türbe ile birlikte caminin onarımına başlamış, ölümü üzerine de Zeynep Hanım tarafından tamamlanmıştır. Türbe 1990 yılında restore edilmiştir. Fenayi Ali Efendi Türbesi (Üsküdar) Şeyh Fenayi Efendi Sadrazam Baltacı Mehmet Paşa ile birlikte 1711’de Osmanlı-Rus Savaşı’na, Prut Seferine katılmıştır. Türbe kesme taştan dikdörtgen planlı olup, üzeri içten kubbeli, dıştan da çatı ile örtülüdür. Türbenin içerisinde Şeyh Fenayi Efendi’nin ahşap sandukası bulunmaktadır. Osmanlı-Rus Savaşı’nda kendisinin ve müritlerinin taşıdığı dergâh bayraklarından birisi sandukasının üzerine serilmiştir. Bu sandukanın önüne de on altı mısralık bir manzume yazılmıştır. Türbenin duvarlarından biri üzerinde 1652 tarihli Kâbe’nin çini üzerine yapılmış kitabeli bir resmi bulunmaktadır. Türbe üzerindeki on kollu avizenin Zeynep Hanım tarafından buraya hediye edilmiştir. Ayrıca Fenayi Ahmet Efendi’nin kullanmış olduğu el değirmeni de bir sepet içerisinde türbede korunmaktadır. |
Cevap : İstanbul'daki Tarihi Eserlerimiz
1 Eklenti(ler)
http://frmsinsi.net/attachment.php?a...1&d=1254605825 İstanbul Üsküdar ilçesi, Sultantepe’de Münir Ertegün Sokağı’nda, Özbekler Tekkesi’nin yanındaki mezarlığın önünde bulunan bu türbenin yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır. Günümüze gelen türbe yenilenmiş olmasına rağmen XIX. yüzyılın sonlarına ait olduğu sanılmaktadır. Ali Rıza Efendi Türbesi (Üsküdar) Ali Rıza Efendi’nin kim olduğu konusunda yeterli bilgi bulunmamaktadır. Türbe üzerinde sonradan yerleştirilmiş kitabede Ali Rıza Efendi’nin 15 yaşında öldüğü yazılıdır. Türbe yığma taştan ahşap çatılı olup, arka ve sağ cephesinde bir hacet penceresi vardır. Halk arasında Hacı-Hoca Türbesi olarak bilinen türbenin içerisinde bir ahşap sanduka bulunmaktadır. Hacı-Hoca ismi ile tanınan Semerkantlı Şeyh Abdullah Efendi’nin bu türbe ile bir bağlantısı yoktur. |
Cevap : İstanbul'daki Tarihi Eserlerimiz
1 Eklenti(ler)
http://frmsinsi.net/attachment.php?a...1&d=1254605887 İstanbul Üsküdar ilçesi, Gülfem Hatun Mahallesi’nde Aziz Mahmut Efendi Sokağı ile Açık Türbe Sokağı’nın birleştiği yerde bulunan bu türbe XVII. yüzyılın başlarında yapılmıştır. Halil Paşazade Mahmud Türbesi (Üsküdar) Halil Paşazade Sadrazam Halil Paşa’nın oğlu olup, 1609–1629 yıllarında dört defa Kaptan-ı Deryalık, iki defa da Sadrazamlık yapmıştır. Türbe, sebil ve çeşmeden oluşan yapı topluluğu meyilli bir arazi üzerindedir. Arazinin meyilli oluşundan ötürü türbenin altına sebil ve çeşme yerleştirilmiş, böylece Osmanlı sanatında görülmeyen bir uygulama meydana getirilmiştir. Kesme köfeki taşından yapılan türbe kare planlı olup, önünde üç bölümlü bir revak bulunmaktadır. Bu revaktaki mermer sütunlar mukarnas başlıklı olup, sivri kemerlerle birbirlerine bağlanmıştır. Revakın ortası kubbe, iki yanı da ayna tonozludur. Revakın sol yanı örülerek kapatılmış, buradaki sivri boşaltma kemeri altına mermer alınlıklı, dikdörtgen söveli, alt ve üst iki pencere açılmıştır. Revakın ortasındaki basık kemerli kapının üzerinde 1799 tarihli Mütevelli’nin yazmış olduğu Arapça dualı bir kitabe bulunmaktadır. Kare planlı türbenin üzeri dıştan sekizgen kasnaklı, içten de mukarnas dolgulu tromplu bir kubbe ile örtülmüştür. Türbe iki sıra halindeki pencerelerle aydınlatılmıştır. Alt sıra pencereler dikdörtgen söveli, üst sıra pencereler ise sivri kemerlidir. Türbenin içerisinin ilk yapılışında renkli sır altı tekniğinde geç devir çinileri ile kaplı olduğu biliniyorsa da günümüze bunlardan yalnızca izleri gelebilmiştir. Türbe içerisinde üç mezar bulunmaktadır. Bunların Halil Paşa’nın dışındakilerin kime ait olduğu bilinmemektedir. Bununla beraber bazı kaynaklarda Halil Paşa’nın Aziz Mahmud Hüdai Tekkesine gömüldüğü de yazılıdır. Bu konu yeterince açıklık kazanamamıştır. Türbenin sağ tarafına ve türbeye bitişik olarak ikinci bir türbe daha eklenmiştir. Bu türbe Halil Paşa’nın oğlu Mahmud Bey’e aittir. Her iki türbe arasında bir pencere ve bu pencerenin yanında da birer dolap nişi vardır. |
Cevap : İstanbul'daki Tarihi Eserlerimiz
1 Eklenti(ler)
http://frmsinsi.net/attachment.php?a...1&d=1254605954 İstanbul ili Üsküdar ilçesi Gülfem Hatun Mahallesi’nde bulunan Gülfem Hatun Camisi’nin yanında bulunan bu türbe XVI. yüzyılın ikinci yarısında yapılmıştır. Gülfem Hatun Türbesi (Üsküdar) Gülfem Hatun Kanuni Sultan Süleyman’ın (1520–1566) cariyelerinden olup, Üsküdar’da kendi adına bir cami yaptırmıştır. Caminin doğusunda küçük bir hazire vardır. Gülfem Hatun Camisi’nin yanında medrese, türbe ve sıbyan mektebi bulunuyordu. Bu yapı topluluğu 1850 yılındaki yangın sırasında bütün mahalle ile birlikte yanmıştır. Bu yangından on dokuz yıl sonra 1868–1869 tarihinde cami ile sıbyan mektebi halk tarafından onarılmıştır. Ancak medrese ile türbe onarılamamıştır. Bu nedenle de Gülfem Hatun’un türbesi yıkılmış ve günümüze yalnızca mezarı gelebilmiştir. |
Cevap : İstanbul'daki Tarihi Eserlerimiz
1 Eklenti(ler)
http://frmsinsi.net/attachment.php?a...1&d=1254606027 Üsküdar, İmrahor semtinde Ayazma Mahallesi’nde, Doğancılar Caddesi üzerinde yer alan Üsküdar Mevlevihanesi, İstanbul’dan Anadolu’ya giden dervişlerin konaklamaları için kurulmuştur. Galata Mevlevihanesi Postnişini Yeğen Ali Paşa’nın oğlu Numan Bey kendi evini semahaneye dönüştürmüş, bahçesine de diğer yapıları ekleyerek Mevlevihane’yi kurmuştur (1794). Sultan II. Mahmut (1808–1839) Mevlevihane’yi yeni baştan yaparcasına onarmış (1834–1835), Sultan Abdülmecit de (1839–1861) yapı topluluğunun eksiklerini tamamlamıştır. Mevlevihane iki katlı bir yapı olup, zemin katı türbeye, üst katıda semahaneye ayrılmıştır. Bu özelliği ile de Mevlevi yapılarında günümüze gelebilen tek örnektir. Üsküdar Mevlevihane Türbesi (Üsküdar) Türbe, Mevlevihane girişine yapının güneybatı köşesine yerleştirilmiştir. Buradaki küçük türbedar odası günümüze gelememiştir. Türbenin yanındaki bir merdivenle de semahanenin üst katına çıkılmaktadır. Türbenin biri kuzey duvarında, beşi de cadde üzerinde olmak üzere altı pencere ile aydınlatılmıştır. Türbe içerisinde Numan Halil Dede (1798), Ali Şeyda Dede (1799), Mehmet Hüsameddin çelebi (1801), Şeyh Hacı Ali Dede (1802), İsmail Hulusi Dede (1808), Abdullah Necip Dede (1836), Abdulkadir Kadri Dede (1850) ve Ahmet Vesim Paşa’nın (1910) mezarları bulunmaktadır. Üsküdar Mevlevihanesi ve türbesi 1975, 1980 yıllarında onarılmıştır. |
Cevap : İstanbul'daki Tarihi Eserlerimiz
1 Eklenti(ler)
http://frmsinsi.net/attachment.php?a...1&d=1254606091 İstanbul Üsküdar ilçesi, Nuh Kuyusu Caddesi, Salı Sokağı’nda Zeynep Kâmil Hastanesi’nin bahçesinde bulunan bu türbe, Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın kızı ve Sadrazam Yusuf Kâmil Paşa’nın (1808–1876) eşi olan Zeynep Hanım’a (1825–1882) aittir. Zeynep Kâmil Türbesi (Üsküdar) Zeynep Hanım, eşi Yusuf Kâmil Paşa’nın da yardımı ile buradaki Zeynep Kâmil Hastanesi’nin yapımını 1860 yılında başlatmış ve 1862 yılında da tamamlanmıştır. Zeynep Hanım ve Kâmil Paşa hastanenin yönetimi için bir vakfiye bırakmadıklarından daha sonra hastane masrafları Sait Halim Paşa ile Abbas Halim Paşa tarafından karşılanmıştır. Zeynep Kâmil Türbesi sekiz cepheli bir yapı olup üzeri duvarlar üzerine oturan kasnaklı bir kubbe ile örtülmüştür. Kubbe kasnağının altındaki mermer bir silme türbeyi çepeçevre dolaşmaktadır. Türbenin köşeleri, pencere, kapı ve söve başlıkları mermerdendir. İçerisi üç barok üsluptaki yuvarlak kemerli pencere ile aydınlatılmıştır. Türbe içerisinde Zeynep Hanım ile eşi Yusuf Kâmil Paşa’nın mezarları bulunmaktadır. Bu türbe Türk ve İslâm Eserleri Müzesi’nin yönetiminde iken, hastane yönetiminin üzerine Zeynep Kâmil Hastanesine devredilmiştir |
Cevap : İstanbul'daki Tarihi Eserlerimiz
1 Eklenti(ler)
http://frmsinsi.net/attachment.php?a...1&d=1254606154 İstanbul ili Üsküdar ilçesi Gülfem Hatun Mahallesi, Mektep Sokak, Aziz Mahmut Hüdai Camisi’nin avlusunda bulunan bu türbenin yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır. Ancak türbenin bulunduğu yerdeki kütüphane ve türbedar odasının 1915 tarihinde yapılmış olması, yapı üslubu da XIX. yüzyılın sonu ile XX. yüzyılın başlarında yapıldığına işaret etmektedir. Lütfi Bey Türbesi (Üsküdar) Hüseyin Ayvansarayi’nin Hadikat’ül Cevami’de belirttiğine göre türbenin olduğu yerde şadırvan ve çevresinde de dergâha ait hücreler olduğu anlaşılmaktadır. Buna göre türbenin buradaki bir dergâhın haziresinin olduğu yere yapıldığı açıklık kazanmıştır. Bunun da nedeni türbe duvarlarına dayalı olan birtakım mezar taşlarıdır. Türbe kesme taştan ampir üslubunda, dikdörtgen planlı bir yapı olup, üzeri tonoz çatı ile örtülüdür. Arazi konumundan ötürü birkaç basamakla çıkılan türbenin girişinin sol tarafında, bahçede yedi mezarın bulunduğu küçük bir hazire vardır. Cephe görünümü itibarı ile ampir üslubunu tümü ile yansıtan yuvarlak kemerli ince uzun pencereler ve duvarlara gömülü plasterler ile görkemli bir şekildedir. Ön cephenin ortasında giriş kapısı ve iki yanında da birer pencere yer almaktadır. Türbenin diğer yan cephelerinde de aynı şekilde iki pencere bulunmaktadır. Giriş cephesinde, Kapının iki yanında ve köşelerde İon başlıklı duvara gömülü sütunlara yer verilmiştir. Giriş kapısından küçük bir antreye girilmektedir. Sol tarafta türbe, sağ tarafta da daha önce kütüphane olarak kullanılmış türbedar odası vardır. Türbe içerisinde Lütfi Bey ile eşi ve çocuğunun ahşap sandukaları bulunmaktadır. Türbenin içerisi kalem işleri ile bezenmiştir |
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.