ForumSinsi - 2006 Yılından Beri

ForumSinsi - 2006 Yılından Beri (http://forumsinsi.com/index.php)
-   ForumSinsi Sözlük Ağı (http://forumsinsi.com/forumdisplay.php?f=515)
-   -   Osmanlıca Sözlük (M Harfi)-Osmanlıca Sözlük (M Harfi)İle İlgili Kelimeler... (http://forumsinsi.com/showthread.php?t=803727)

Prof. Dr. Sinsi 09-10-2012 03:03 AM

Osmanlıca Sözlük (M Harfi)-Osmanlıca Sözlük (M Harfi)İle İlgili Kelimeler...
 
RE: Osmanlıca Sözlük (M Harfi) MESAB Rücu edecek, geri dönecek yer. Kuyu ağzında su çeken kimsenin durduğu yer. * Havuz ortası. * Suyun biriktiği yer.
MESABE Derece. Menzile. Rütbe. * Sevab yeri. * Merci, melce'.
MESABİH (Misbah. C.) Lâmbalar. Fenerler. Siraclar.
MESACİD Mescidler. Namazgâhlar. Küçük namaz yerleri.
MES'AD Merdiven. İp merdiven.
MES'ADET Bahtiyarlık. Saadete sebeb olacak haslet. İyilik.
MESAET Fena ve kötü bir iş yapma. Fenalık etme.
MESAFAT (Mesâfe. C.) Mesafeler. Uzaklıklar.
MESÂFÂT-I BAİDE Uzak mesafeler.
MESAFE Uzaklık. Uzunluk. * Ara. * Bir nevi uzaklık ölçme usulü.
MESAFF (Saff. dan) (C.: Mesâff) Sıra sıra dizilme yeri.
MESAFİR (Mesfer. C.) Bir şeyin görülen tarafları.
MESAG Açlık. * Geçmesi kolay olan. * İtibar, değer. * İzin. Müsaade. Ruhsat, cevaz.
MESAG-İ KANUNÎ Kanunen izin ve ruhsat verilmiş.
MESAG-İ ŞER'Î Şeriatın verdiği izin.
MESAH (MÜSUHA) Yemeğin tatsız ve tuzsuz olması.
MESAHA Genişlik. * Genişlik ölçme.
MESAHİF Sahifeler. Kitap sahifeleri. * Kur'anlar. Mushaflar.
MESAİ Çalışma. Çalışmalar. * İş zamanı.
MESAİ-İ CEMİLE Güzel çalışmalar.
MESAİB Musibetler. * Güçlükler.
MESAİB-İ DÜNYEVİYE Dünya musibetleri ve güçlükleri.
MESAİB Felâketler. Uğursuzluklar. Suubetler. Güçlükler.
MESAİD (Mas'ad. C.) Yukarı çıkacak yerler.
MESAİD (Mas'ad. C.) (Sayd. dan) Av yerleri.
MESAİD (Mesâdet. C.) Saâdet ve mutluluğa sebep olan hâl ve ahlâklar.
MESAİL Mes'eleler.
MESAİL-İ AMÎKA Derin mevzular. Derin mes'eleler.
MESAİL-İ DİNİYE Dinî mes'eleler.
MESAİL-İ HİLAFİYE İhtilaf mevzuu olan mes'eleler.
MESAİL-İ HUKUKİYE Hukuk meseleleri.
MESAİL-İ İMANİYE İmanî mes'eleler.
MESAİL-İ ŞETTA Dağınık mes'eleler, maddeler.
MESAİR (Mis'ar. C.) Ateşi karıştırmağa yarıyan demirler.
MESAJ Fr. Sözle veya yazı ile gönderilen haber. * Bir devlet adamının veya makam sahibi şahsiyetin, diğer bir şahsiyete veya cemaate gönderdiği yazılı haber.
MESAK Bir şey ileri sürmek. * Sevk edilecek yer.
MESAK-I KELÂM Kelâmın sevk edildiği yer, maksad.
MESAKIB (Miskab C.) Delme âletleri, matkablar.
MESAKIL (Mıskal. C.) Cilâlayan veya parlatan âletler.
MESAKIT (Maskat ve Maskıt. C.) Bir şeyin düştüğü yerler. * İnsanın doğduğu yerler.
MESAKÎL (Miskal. C.) Miskaller, 1,43 dirhemlik ağırlık ölçüleri.
MESAKİN Meskenler. Oturacak yerler.
MESAKÎN (Miskin. C.) Ziyadesiyle fakir olanlar. Miskinler. Uyuşuklar. Zavallı, fakir kimseler. * Oturanlar.
MES'AL Boğazda öksürecek yer.
MESA'LEBE Tilkisi çok olan yer.
MESALİB Eksiklikler. Ayıplar. Kusurlar.
MESALİH (Maslahat. C.) Maslahatlar. İşler.
MESALİH-İ MÜRSELE (Bak: Maslahat-ı mürsele)
MESALİK (Meslek. C.) Meslekler. Tutulan yollar. Süluk edilen yollar.
MESALL Kabından çıkmış nesne.
MESAM (Mesâmet) Duracak yer.
MESAMAT (Bak: Mesammât)
MESAMİ' (Misma'. C.) Kulaklar. * İşitme âletleri.
MESAMİR (Mismar. C.) Mıhlar, çiviler.
MESAMM (Mesemm. C.) İnsan veya hayvan cildi üzerindeki teneffüse yarayan küçük delikler, gözenekler.
MESAMM-ÜL CİLD Tıb: Cilt üzerindeki küçük delikler.
MESAMMÂT (Mesâmm. C.) Mesammlar. Delikler, gözenekler.
MESANE Sidik torbası. Sidik kavuğu.
MESANÎ (Mesnâ. C.) Bir şeyin tekrarı. İki. Çift. Mükerrer.
MESANİD (Mesned. C.) Mesnedler. Dereceler. Rütbe ve mevkiler.
MESANİD-İ ÂLİYE Yüksek rütbeler, âli mevkiler.
ME'SAR (C.: Meâsır) Hapsetmek. * Hapsedecek yer.
MESARİB (Mesrebe. C.) Otlaklar, çayırlar, mer'alar. * Karından göğüse kadar olan yerde biten kıllar.
MESARİH (Mesrah. C.) Çayırlar, otlaklar, mer'alar.
MESARR (Meserret. C.) Sevinçler, meserretler. Sürurlar. Zevkler.
MESAS Esas, asıl, kök.
MESATIR (Mistar. C.) Cetveller, mistarlar. Çizgi çizme için kullanılan âletler.
MESAVİ (Mesvâ. C.) Meskenler. Haneler. Evler.
MESAVİ (Su'. C.) Kötü haller. Fenalıklar. Seyyieler. (Mehâsinin zıddı.)
MESAVİ-İ MEDENİYYET Medeniyyetin fenalıkları, kötülükleri. (İsraf ve sefahet gibi)
MESAVİK Misvaklar.
MESBAA Yırtıcı ve vahşi hayvanların çok olduğu yer.
MESBAH Doğacak yer ve zaman. Tulu' edecek yer. Tulu' edecek vakit.
MESBE' Şarabı satın almak. * Dağ içinde olan yol.
MESBERE Kadının veled getirdiği yer. * Devenin yavruladığı yer.
MESBUK Geçmiş. * Sebkedilmiş. Arkada bırakılmış. Başkasından geri kalmış. * İlmihalde: Evvelce imamla namaza durmamış olup, sonradan imama uyan.
MESBUK-UL EMSÂL Benzerleri ve emsali önceleri de görülmüş ve geçmiş.
MESBUK-ÜL HİDME Hizmet ve emeği geçmiş.
MESBUK-ÜZ ZİKR Adı ve zikri geçmiş, bahsedilmiş.
MESBUK (Sebk. den) Kalıba dökülmüş.
MESBUT Meyyit, ölü. * Deli, aklı gitmiş.
MESCEN Cezaevi, zindan, hapishâne.
MESCİD Secde edilen yer. Namazgâh. Cami yerine kullanılan namaz yeri.
MESCİD-İ AKSÂ Kudüs'te çok eskiden gelen peygamberlerin (A.S.) yaptırdıkları mâbed.
MESCİD-İ HARAM Mekke-i Mükerreme'de ve içinde Kâbe'nin bulunduğu en büyük, mukaddes ibadet yeri. (Bak: Kâbe)
MESCUD Secde edilmiş. Kendisine secde edilmiş olan. Allah (C.C.)
MESCUM Saçılmış, dökülmüş.
MESCUN Hapsedilmiş.
MESCUR Sulu süt. * Dizilmiş salkım olmuş inci. * Yanmış. * Kızdırılmış. * Doldurulmuş. Taşkın su. * Alevli ateş, kızgın fırın. * Deniz. * Boş. * Muhtelit. * Mc: Firavun'un battığı deniz.
MESD İp bükmek.
MESDUD Seddedilmiş. Kapatılmış. Hududlanmış.
MESDUL Salıverilmiş, serbest bırakılmış.
MESED Hurma lifi. * Liften yapılan ip. * Deve kılından ve yününden yapılan urgan. * Yemen diyarında biten bir ağacın adı. * Bağ.
ME'SEDE Arslanlı yer.
MESEKE (C: Misek) Fil kemiğinden veya deniz boğası kemiğinden yapılan bilezik.
MESEL Bir umumi kaideye delâlet eden meşhur söz. Ata sözü. İbretli ve küçük hikâye. * Dokunaklı ve mânalı söz. * Benzer. Misil. * Delil. Hüccet.
MESEL-UL A'LÂ En kıymetli, en güzel misal. En güzel ta'rif ve söz.
MESEL Suyun aktığı yer.
MESELA Misal olarak, söz gelişi, şunun gibi, örnek tarzında.
MES'ELE Düşünülecek iş ve husus. Halledilmesi lâzım iş. Ehemmiyetli iş. * Savaş, muharebe, ceng, harp.
MES'ELE-İ HİLÂFİYE Hakkında ihtilaf bulunan mes'ele. (Bak: Hilâf)
MESELE Gölgelik.
MESELEN Misâl ve örnek olarak. Söz gelişi. Meselâ.
ME'SEM (Me'seme) Günah. Kabahat, suç.
MESEMM (C.: Mesâmm) Tıb: Cild üzerindeki küçük delik. Gözenek.
MESEMME (C.: Mesâmm-Mesâmmât) Ciltteki ufak delik. Gözenek.
MESEN Kişinin bevlini tutmaya âciz olması. Bir kimsenin, idrarını tutamaması.
MESER f. Soğuk, berd. * Buz.
ME'SERE (Meâsir) Eskiden kalma güzel eser. * Cömertlik. * Güzel hareket ve fiil.
MESERRAT (Meserret. C.) Meserretler, sevinçler, sürurlar.
MESERRET Sevinç. şenlik. Sürur.
MESERRETÂVER f. Sevinç ve meserret getiren. Sürurlandıran. Sevindiren. Sevindirici.
MESERRETEFZÂ f. Meserret. Sevinç ve süruru arttıran.
MESERRETENGİZ f. Sevindiren. Meserret meydana getiren.

Prof. Dr. Sinsi 09-10-2012 03:03 AM

Osmanlıca Sözlük (M Harfi)-Osmanlıca Sözlük (M Harfi)İle İlgili Kelimeler...
 
RE: Osmanlıca Sözlük (M Harfi) MESFİYY Üç kez karısı ölmüş adam. (Üç kez kocası ölmüş kadına "mesfiye" derler.)
MESFU' Nazar değmiş.
MESFUH Dökülüp akıtılmış olan. * Dağ eteği.
MESFUK (Sefk. den) Sefkedilmiş. Dökülüp akıtılmış olan.
MESFUR Yazılmış, adı geçmiş. (Bu tabir, eskiden daha ziyade hakaret görmesi icabeden aşağılık kimseler hakkında kullanılırdı.)
MESGABE Açlık. Meşakkat ve yorgunluk içinde açlık.
MESGUR Dişi düşmüş kimse.
MESH El sürme. * Silme. * Abdest alırken başı ıslâk temiz el ile sığamak. * Taramak.
MESH Bir şeyin suretini çirkin ve kötü hale çevirmek. * Hayvanı kovarak koşturup onu sıkıştırmakla yormak, bitâb hale getirmek.
MESHA' İnişi ve yokuşu olmayan düz yer. Düzlük. * Ufak taşlı, otsuz düz yer. * Yürüdüğünde iki uyluğu birbirine sürüşen zayıf kadın. * Uylukları ince ve zayıf olan kadın.
MESHARA (C.: Mesâhir) Maskara.
MESHEK Yel gidecek yer.
MESHELE Yumuşak yer. * Alçak yer.
MESHUF Susamış. Suya kanamamış.
MESHUK (Sahk. dan) Döğülerek toz haline getirilmiş.
MESHUN Isıtılmış.
MESHUR Büyülenmiş, kendine sihir yapılmış. * Büyülü gibi tutkun.
MESHUT Beğenilmeyen iş.
MESİH Bir şey üzerined eli yürütmek, bir şeyden ondaki eseri gidermek demektir. * İsa Aleyhisselâm'ın bir ismidir. Elini sürdüğü, meshettiği hastaların iyileşmesinden kinâye olarak "İsa Mesih" denmiştir.(Rivayetlerde Hazret-i İsa Aleyhisselâm'a Mesih nâmı verildiği gibi her iki deccala dahi Mesih nâmı verilmiş ve bütün rivâyetlerde Min-fitneti mesihid-deccal, min-fitneti-mesihid-deccal denilmiş. Bunun hikmeti ve te'vili nedir?Elcevab: Allahu a'lem bunun hikmeti şudur ki: Nasıl ki emr-i İlâhî ile İsa Aleyhisselâm, Şeriat-ı Museviye'de bir kısım ağır tekâlifi kaldırıp şarap gibi bazı müştehiyatı helâl etmiş. Aynen öyle de; büyük deccal şeytanın iğvası ve hükmü ile şeriat-ı İseviyenin ahkâmını kaldırıp hristiyanların hayat-ı içtimaiyelerini idare eden rabıtaları bozarak, anarşistliğe ve "Ye'cüc ve Me'cüc"e zemin hazır eder. Ve İslâm deccalı olan Süfyan dahi, Şeriat-ı Muhammediye Aleyhissalâtü Vesselâm'ın ebedî bir kısım ahkâmını nefis ve şeytanın desiseleri ile kaldırmağa çalışarak hayat-ı beşeriyenin maddi ve mânevi râbıtalarını bozarak serkeş ve sarhoş ve sersem nefisleri başıboş bırakarak hürmet ve merhamet gibi nurani zincirleri çözer; hevesât-ı müteaffine bataklığında, birbirine saldırmak için cebri bir serbestiyet ve ayn-i istibdad bir hürriyet vermek ile dehşetli bir anarşistliğe meydan açar ki, o vakit o insanlar gayet şiddetli bir istibdaddan başka zabt altına alınamaz. Ş.)
MESİH-ÜD DECCAL Deccal'a da bu isim verilmesinin bir sırrı şudur ki: Bir gözü silik, yani kör ve ayıplı olmasındandır. Sadece bu dünyayı görüp, âhireti görecek gözünün kör olmasındandır. * Mesih, uğursuzluğundan nâşi Deccal'ın lâkabıdır. Nakşı silinmiş para, çok gezen adam, çok cima' eden kimse, yalancı, kezzab ve bir tarafında gözü silik olan adama denir. (L.R.)Hak Dini Kur'an Dili, Cilt: 5, sh: 4172'de şu tafsilât vardır: (Yalancı bir Mesih demektir. Vârid olan hadis-i şeriflerde; Deccal; bir yalancı ve halkı aldatmakta meharetli bir sahtekârdır ki, kâfirliği sahtekârlığı yüzünden belli olduğu hâlde bir takım harikalar göstererek uluhiyyet da'vâ eder. Deccalın bu suretle yalancı bir Mesih olması, onun hıristiyanlık taklidi altında zuhur edeceğini anlatır.) (Bak: Deccal)
MESİH Yağ sürülmüş.
MESİH Mesh olunmuş. Başka bir şekle, hayvan kılığına girmiş. * Şuurunu kaybedecek hale gelen. Sarhoş ve şuursuz. * Acibe. Garibe. * Güzelliği olmayan. * Tuzsuz ve tatsız yemek.
MESİHA (C: Mesâyih) Gümüş parçası. * İyi ve yeni yay.
MESİHÎ (Mesihiyye) Hristiyan. Hristiyanlığa âit. Hz. İsâ Aleyhisselâma âit ve ona müteallik.
MESİHİYYUN Hristiyanlar.
MESİK Pinti, hasis, cimri.
MESİL Benzer. Misil. Gibi. Şibih. Eş. Nazir.
MESİL Su yatağı. Suyun akacak olduğu yer, boru.
MESİR Seyretmek. * Yol yol alacalı elbise.
MESİRE Seyredilecek, gezilecek yer. Tenezzüh ve gezme yeri. * Seyir.
MESİREGÂH f. Seyir yeri. Seyrangâh.
MESİS Cimâ etmek. * Yapışmak.
MESİT Küçük sel.
MESK (C: Müsuk) Deri.
MESKAB Yakın olacak yer.
MESKAT Doğum yeri. * Düşecek yer.
MESKAT-I RE'S Bir kimsenin doğduğu yer.
MESKAT (C: Mesâk-Mesâki) Su maslağı.
MESKEN Ev. Sâkin olunacak yer. Hâne.
MESKENE Tevazu etmek, alçakgönüllülük göstermek.
MESKENET Miskinlik. Tembellik. Uyuşukluk. Bitkinlik. Beceriksizlik. Fakirlik. Yoksulluk.
MESKENET-FİKEN f. Miskinliği gideren.
MESKENİYET Mesken oluş. Sâkin olup durulacak yer olmak.
MESKIT Düşecek yer.
MESKUB Delikli. Delinmiş.
MESKUB Kalıba dökülmüş. Akıtılmış.
MESKUK (Meskuke) Sikkeli. Damgası vurulmuş. * Para hâline konulmuş.
MESKUKAT (Meskuk. C.) Sikke hâline getirilmiş mâdeni paralar. Akçeler.
MESKUM Hasta ve yoksul kimse.
MESKUN İçinde oturanları olan yer. İnsan bulunan şenlenmiş yer.
MESKUR Sarhoş olan.
MESKUT Söylenmemiş. Sükut edilmiş. Hakkında bir şey söylenmemiş.
MESL (C: Mislân) Yer yarığı.
MESLAH Mezbaha. Davar kesilen yer.
MESLAH (C.: Mesâlih) Tulu decek yer, doğacak yer. * Bir şey gözetecek yüksek yer.
MESLAHA Sınır kalesi. Derbent.
MESLEB Zorla birşey alınan yer. Zorla alma yeri.
MESLEBE (C.: Mesâlib) Eksik, kusur, noksanlık, ayıp.
MESLEC Karlık.
MESLEK Yol. Usul. Gidiş. * San'at. Geçim için tutulan yol. * Sistem. * Mezheb. Mâneviyatta tutulan yol.(Sen, mesleğini ve efkârını hak bildiğin vakit, "mesleğim haktır veya daha güzeldir" demeye hakkın var. Fakat "yalnız hak benim mesleğimdir" demeye hakkın yoktur. $ sırrınca insafsız nazarın ve düşkün fikrin hakem olamaz. Başkasının mesleğini butlan ile mahkûm edemez. M.)
MESLEK-İ MÜTEASSİFE Sapık meslek.
MESLEKÎ (Meslekiyye) Meslekle alâkalı. Mesleğe ait.
MESLES (C: Mesâlis) Üçer üçer olmak. * Üç kıllı tanbur.
MESLU' Vücudunda ur bulunan kimse.
MESLUB Selbedilmiş. Soyulmuş. Alınmış. Giderilmiş.
MESLUB-ÜL AKL Aklı alınmış. Deli.
MESLUB-ÜŞ ŞUUR Anlayışsız, idraksiz, şuursuz.
MESLUC Yutulmuş, bel'olunmuş.
MESLUFE Düzelmiş yer. * Kabuksuz arpa ve buğday.
MESLUH Derisi yüzülmüş. Teslih edilmiş.
MESLUK Kaynamış.
MESLUL Çekilmiş. Kınından çıkmış kılınç. * Din uğruna kendini fedâ eden kahraman. * Tıb: Verem.
MESLUS Deli, divane.
MESLUS Üç kat olan nesne. * Üçte biri alınmış.
MESLUT Mağlub. Yenilmiş. * Zayıf, cılız, arık.
MESLUT Kemiği üzerinden eti sıyrılmış. * Tıraş edilmiş. Yontulmuş.
MESMEL Sığınacak yer.
MESMESE Karıştırmak.
MESMESE (MİSMÂS) Karışık ve mültebis olmak.
MESMU' Dinlenilen. İşitilen. * Duyulmuş. İşitilmiş.
MESMUA Duyulmuş. Kulakla dinlenmiş olan.
MESMUÂT İşitilenler. Duyulanlar.
MESMUD Fukarânın çok istemesinden vere vere hiç birşeyi kalmayan kimse.
MESMUM Zehirlenmiş. Ağu katılmış. Zehirli.
MESMUMEN Zehirli olarak. Zehirlenmiş olarak.
MESMUR Cismen ufak olmakla beraber, sinirleri kuvvetli olan adam.
MESMUS Zehirli.
MESNA İkişer ikişer. * Derenin büklüm ve boğaz yeri. * Çalgının ikinci teli.
MESNA Bevlini tutmaya kadir olmayan kadın. (Müz: Emsen)
MESNED Dayanacak yer, nokta. * Mertebe. Makam. * Destek.
MESNED-İ MEŞİHAT Şeyhül-islâmlık mertebe ve mevkii.
MESNEDNİŞİN f. Bir mesned veya makamda bulunan.
MESNEVÎ İkilik manzume. Her beyti ayrı kafiyeli olan manzume.
MESNEVÎ-İ NURİYE Aslı Arapça olup, sonradan tercemesi de yapılmış olan Risale-i Nur Külliyatı'ndan bir eserdir.
MESNEVÎ-İ ŞERİF Mevlâna Celaleddin-i Rumî'nin meşhur farsça olan eserinin ismi. (Bak: Mevlâna Celaleddin-i Rumî)
MESNEVİYYAT (Mesnevî. C.) Mesnevi tarzında yazılmış olan eserler.
MESNUN Sünnet olan. Sünnet olmuş olan. * Âdet edilen şey. * Bilenmiş bıçak. * Üzerinden ömürler geçmiş olan. * Şekillendirilmiş. * Kalıba dökülmüş. * Kokusu değişmiş.
MESRA Gece vakti yola çıkma.
MESRA(T) Çok olmak. Çok olacak yer.
MESRAH (C.: Mesârih) Çayırlık, otlak, mer'a.
MESRAT Adet çokluğu.

Prof. Dr. Sinsi 09-10-2012 03:04 AM

Osmanlıca Sözlük (M Harfi)-Osmanlıca Sözlük (M Harfi)İle İlgili Kelimeler...
 
RE: Osmanlıca Sözlük (M Harfi) MESREBE (C.: Mesârib) Deve ve koyun sürülerinin çayırlık, mer'a, otlakları. * Vücudda karından göğüse kadar olan kıllı yer.
MESRECE Gece kandili konulan şişe.
MESRUBE Uzun saç. * Saç kesecek âlet.
MESRUD f. Sihir, efsun, büyü.
MESRUD (Serd. den) Söylenmiş, bilidirilmiş, mezkur. Serdolunmuş.
MESRUDAT (Mesrud. C.) Söylenenler. Bildirilmiş olan şeyler.
MESRUDE Ulaştırmak. * Zırh halkalarının birbirine girmesi.
MESRUE Çekirgenin yumurtasını döktüğü yer.
MESRUK Çalınmış, sirkat edilmiş olan.
MESRUR Sevinçli. Sürurlu. Meserretli. Merâmına ermiş.
MESRURİYET Sevinçlik. Sürur içinde oluş. Dileğine ermiş olanın hâli.
MESS Yapışmak, değmek, dokunmak. * Meydana gelmek.
MESS-İ HÂCET Lüzum görülme, iktiza etme, gerekme.
MESSAH Ölçü âletleriyle arazi ölçen. Mühendis. * (Mesh. den) Uğuşturan, mesheden. Masaj yapan. Dellâk.
MEST Adamın elini deve karnında yavrunun yattığı yere sokması. * Bağırsak içinde iken sıvayıp çıkarmak.
MEST Ayakkabı. * Sarhoş. Aklı başında olmayan. Kendinden geçercesine haz duymak mânasında "mest olmak" şeklinde kullanılır.
MEST-İ ELEST Elest meclisinde hitab-ı İlahî ile mest olan.
MEST-İ HARAB Çok sarhoş olmuş kimse.
MEST-İ MÜDAM Her zaman, devamlı sarhoş.
MEST-İ SERŞAR Haddinden fazla sarhoş, çok sarhoş.
MEST-İ TEMAŞA Seyretme sarhoşu. Bakıp seyretmekten sarhoş gibi olan.
MESTAN (Mest. C.) f. Sarhoşlar.
MESTANE Sarhoşcasına. Sarhoş bir kimseye yakışır surette.
MESTÎ f. Sarhoşluk.
MESTÎ-ÂVER f. Bayıltıcı, sarhoş edici.
MESTÎ-BAHŞ f. Sarhoşluk veren, sarhoş edici. Bayıltıcı.
MESTUR Örtülmüş. Setredilmiş. Gizlenmiş. (Bak: Tesettür)
MESTUR Satırlanmış. Çizilmiş. Yazılmış.
MESTURE Örtülü kadın. İslâmiyetin emrettiği şekilde örtülmesi farz olan yerlerini örtmüş olan kadın. (Bak: Tesettür) * Gizli tutulan resmi işlerde harcanmak için hükümetin emrine verilen para. (Buna tahsisat-ı mesture de denir.)
MESUBAT (Mesube. C.) İyiliğe karşı Allah (C.C.) tarafından verilen mükâfatlar.
MESUBE (C.: Mesubât) İyiliğe karşı Cenab-ı Hakk'ın vereceği mükâfat.
MESUBE (MUSİBE) (C: Mesâyib) Belâ, zahmet. * Mekruh emir.
MES'UD Saadetli, iman ehli olan, bahtiyar. Mutlu.
MES'UDANE f. İman ehline, bahtiyar olana yakışır halde. Saadetlice. Cenab-ı Hakk'ın emrine, rızasına uygun şekilde. Sevinçli ve ferahlıkla.
MES'UDİYET Mes'udluk, kutluluk, bahtiyarlık.
MESUK (Sevk. den) Sevkolunan. İleri sürülen, yollanan. Gönderilen.
MESUK-U LEHU-L-KELÂM Kelâmın söyleniş gayesi, garazı ve maksadı.
MESUK-UN LEH Bir mânaya sevk olan, mânaya göre söylenen söz. Asıl mevzu (siyaka doğru) ve maksad için söylenen söz.
MES'UL Yaptığı iş ve hareketlerden hesap vermeğe mecbur olan. Mes'uliyetli. Bir işin idâresi kendisine âit olan. * Ceza verilmiş olan.
MESULAT Azab, ukubet. Cezâ çekme.
MESULE (C: Mesulât) Azap vermek, eziyet etmek. * Hayvanı oka nişan edip atmak yahut diri iken bir tarafını kesmek.
MES'ULİYET Mes'ul olma hâli. Yaptığı iş ve hareketten hesap vermeğe mecbur oluş.
ME'SUM Günahlı, suçlu, maznun.
ME'SUR Esir edilmiş. * Hürriyeti alınmış olan.
ME'SUR(E) Ecdaddan rivayet edilen. * Meşhur. * İtibarlı. Beğenilmiş olan. * Rivayet yolu ile öğretilmiş meşhur ve mühim haberler. * Bir kılınç ismi.
MESUS Yavan su. * Panzehir taşı.
MESÜNN (Mesünniyyet) Yaşlı olmak. (Bak: Müsinn)
MESV Mürr dedikleri acı yemen zamkı.
MESVA (Mesâvi. den) Mesken, hane, ev, me'va. Yurt.
MESVERE (C: Mesâvir) Minder.
MEŞ' Kesbetmek, kazanmak. * Toplamak, cem'etmek. Davar sağmak.
MEŞA Havuç.
MEŞA' Duyulan, intişar eden, açıklanan, yayılan. Etrafa yayılmış olan. * Bölünmeyip ortaklaşa kalmış olan. Müşterek olan.
MEŞA' Evlad çokluğu.
MEŞ'AB Yol, tarik.
MEŞACİR (Meşcer ve Meşcere ve Meşcire. C.) Koruluklar, ağaçlık yerler.
MEŞAD Mukavemet ve galebe yeri.
MEŞAET Taleb etme, isteme, dileme, arzulama.
MEŞAGİL Meşguliyetler. İşler. Meşgaleler.
MEŞAGİL-İ DÜNYEVİYE Dünyâ meşgaleleri.
MEŞAGİL-İ KESÎRE Aşırı meşguliyetler.
MEŞAGİL-İ UHREVİYE Ahirete ait çalışmalar. Din için yapılan çalışmalar.
MEŞAHAT (Bak: Müşahha)
MEŞAHİD Meşhedler. Şehidlikler. * İnsanların toplanacağı yerler.
MEŞAHİR Meşherler. Teşhir olunan yerler.
MEŞAHÎR Meşhurlar. Çok kimselerce tanınanlar.
MEŞAHİR-İ ÜDEBÂ Meşhur edibler.
MEŞAÎ Meşşaiyyundan olan kimse. (Bak: Meşşaiyyun)
MEŞAİL (Meş'al ve Meş'ale. C.) Meşaleler.
MEŞAİM (Meşime. C.) Dölyatakları, ana rahimleri.
MEŞAÎM (Meş'um. C.) Uğursuz olan şeyler. Meş'um şeyler.
MEŞAİN (Şeyn. C.) Kabahatler, ayıp ve lekeler.
MEŞAİR (Meş'ar. C.) Beş duygu, his. Hasseler. * Akıl ve vahiy. * Hacı olmadan evvel durulması lâzım gelen mühim makamlar.
MEŞAİYYUN (Bak: Meşşâiyyun)
MEŞAKİ (Mişkât. C.) İçerisine lâmba, kandil gibi şeyler koymak üzere duvarda yapılan küçük hücreler, oyuklar.
MEŞÂKK Eziyetler. Sıkıntılar. Meşakkatler. Mihnetler.
MEŞÂKK-I HAYAT Hayatın meşakkat, zahmet ve sıkıntıları.
MEŞÂKKA Muhalefet ve adâvet etmek. Karşı gelip düşmanlık yapmak.
MEŞAKKAT Zahmet. Sıkıntı. Güçlük. Zorluk. (Bak: Himmet)
MEŞ'ALE Aydınlatıcı âlet. Lâmba, kandil. Ucunda ateş yanan değnek.
MEŞ'ALE-İ DİL Gönül meş'alesi.
MEŞ'ALKEŞ f. Meş'aleci.
MEŞAMM (şemm. den) Koku alacak yer. Burun. Geniz.
MEŞ'AR (C: Meşâır) Bilecek yer.Hasse. Duygu. * Hacıların ziyaret ettikleri yerler.
MEŞ'AR-ÜL HARAM Hac zamanında ziyaret edilecek muayyen yer. Cebel-i Kuzah, Müzdelife'de bir yerin ismi.
MEŞARE Bostan. Tarla. * Çiftçiler arasında meşhur olan tahta yer.
MEŞARIK Güneşin doğduğu taraflar. Şark tarafları.
MEŞARİ' Caddeler. Doğru ve açık yollar. * Su akan oluklar.
MEŞARİB Meşrebler. Mizaclar. Tabiatlar. Huylar. * Fehimler. Anlayışlar. Ahlâklar. * Su içecek şeyler. Maşrabalar. * Köşkler.
MEŞARİT (Mişrat. C.) Keskin bıçaklar. Ameliyatta kullanılan keskin hekim bıçakları.
MEŞAŞ Beyaz servi.
MEŞATÎ (Meştâ. C.) Kışlıklar. Kış mevsiminde barınılacak yerler.
MEŞAVÎZ (Mişvâz. C.) Sarıklar.
MEŞAYİH Şeyhler. Pirler. İhtiyarlar.
MEŞBU' Tok. Doymuş. Kanmış.
MEŞBUB (C.: Meşâbib) İki ayağı beyaz olan at. * Güzel nesne.
MEŞC Karıştırmak. Haltetmek.
MEŞCER (Meşcere) Ağaçlık yer, koru, şeceristan.
MEŞCUC Yüzü gözü yaralanmış olan.
MEŞCUN Yarılmış.
MEŞDEN (C: Meşâdin) Buzağısı büyük olup anasından müstağni olan dişi geyik.
MEŞDUD (Meşdude) Kuvvetlice bağlanmış olan. Sıkıca bağlı. Sıkı.
MEŞDUH Şaşkın, şaşırmış. Ürküp korkmuş.

Prof. Dr. Sinsi 09-10-2012 03:04 AM

Osmanlıca Sözlük (M Harfi)-Osmanlıca Sözlük (M Harfi)İle İlgili Kelimeler...
 
RE: Osmanlıca Sözlük (M Harfi) MEŞE Bir cins ağaç. Odunu sert, sağlam ve parlak olur.
MEŞEGÂH f. Meşelik. Meşe ağaçlarının bulunduğu yer.
MEŞ'EME Sol taraf. Sol. * Kötü. Uğursuz.
MEŞERE Dış kısım.
MEŞERRE Eyerin içine konulan yastık.
MEŞFER (C: Meşâfir) Sarkık hayvan dudağı.
MEŞFU' Müşterek sınırlı gayrimenkul.
MEŞGALE İş. Meşguliyyet. Boş durmayış.
MEŞGEL f. Yol kesen, haydut, şaki, eşkiyâ.
MEŞGUF(E) (Şagaf. dan) Âşık, tutkun. Sevgi ve aşk yüzünden deli olmuş.
MEŞGUL (Şugl. den) Bir işle uğraşan. * Dalgın. * Doldurulmuş, tutulmuş, işgal olunmuş.
MEŞGULİYET Meşgul olma, bir iş yapma. * Uğraşılan ve meşgul olunan şey.
MEŞHED Bir kimsenin şehid düştüğü yer. Şehidlerin mezarlığı olan yer. * İnsanların cemaat olarak hazır olacakları yer. * Şehâdet yeri. Hz. Hüseyinin (R.A.) Kerbelâdaki şehid düştüğü yer. * İranda bir şehir adı.
MEŞHER Teşhir yeri. Gösterme yeri. Sergi.
MEŞHER-İ A'ZAM Büyük teşhir yeri. Ahiret meydanı. Haşir meydanı.
MEŞHERGÂH f. San'at-ı İlâhiyyenin gösterildiği yer, yeryüzü. * Teşhir yeri. Sergi.
MEŞHUD Görünen. Şehadet edilen. * Resul-u Ekrem'in (A.S.M.) dünyaya teşrifinden ve risaletinden önce meleklerce ve enbiya hazerâtının dilinde nübüvvet ve risaletlerine şehâdet edilmiş olduğundan kendilerine verilen bir isim. * Suç üstü yakalanan. * Göz ile görülmüş. * Cuma günü. * Kıyâmet günü.
MEŞHUDÂT Görünenler. Seyredilenler. Hislerimizle ve gözlerimizle görüp bildiğimiz ve bazı evliyanın keşfen gördükleri.("Fütuhât-ı Mekkiye" sâhibi Muhyiddin-i Arab (K.S.) ve "İnsan-ı Kâmil" denilen meşhur bir kitabın sâhibi Seyyid Abdülkerim (K.S.) gibi evliyâ-i meşhure, küre-i arzın tabakat-ı seb'asından ve Kaf Dağı arkasındaki Arz-ı Beyzâdan ve Fütuhatta Meşmeşiye dedikleri acâibden bahsediyorlar. "Gördük" diyorlar. Acaba bunların dedikleri doğru mudur? Doğru ise; halbuki, bu yerlerin yerde yerleri yoktur. Hem coğrafya ve fen onların bu dediklerini kabul edemiyor. Eğer doğru olmazsa, bunlar nasıl veli olabilirler? Böyle hilâf-ı vâki ve hilâf-ı hak söyleyen nasıl ehl-i hakikat olabilir?Elcevap: Onlar ehl-i hak ve hakikattırlar; hem ehl-i velâyet ve şuhuddurlar. Gördüklerini doğru görmüşler, fakat ihâtasız olan hâlet-i şuhudda ve rü'ya gibi rü'yetlerini tâbirde verdikleri hükümlerinde hakları olmadığı için, kısmen yanlıştır. Rüyadaki adam kendi rü'yasını tâbir edemediği gibi, o kısım ehl-i keşf ve şuhud dahi rü'yetlerini o halde iken kendileri tâbir edemezler. Onları tâbir edecek, "Asfiyâ" denilen verâset-i nübüvvet muhakkikleridir. Elbette o kısım ehl-i şuhud dahi, Asfiya makamına çıktıkları zaman, Kitab ve Sünnet'in irşadiyle yanlışlarını anlarlar, tashih ederler; hem etmişler.Şu hakikatı izah edecek şu hikâye-i temsiliyeyi dinle. Şöyle ki:Bir zaman ehl-i kalb iki çoban varmış. Kendileri ağaç kâsesine süt sağıp yanlarına bıraktılar. Kaval tâbir ettikleri düdüklerini, o süt kâsesi üzerine uzatmışlardı. Birisi "uykum geldi" deyip yatar. Uykuda bir zaman kalır. Ötekisi yatana dikkat eder, bakar ki; sinek gibi bir şey, yatanın burnundan çıkıp, süt kâsesine bakıyor ve sonra kaval içine girer, öbür ucundan çıkar gider, bir geven altındaki deliğe girip kaybolur. Bir zaman sonra yine o şey döner, yine kavaldan geçer, yatanın burnuna girer; o da uyanır. Der ki: "Ey arkadaş! Acib bir rü'ya gördüm." O da der: "Allah hayır etsin, nedir?" Der ki: "Sütten bir deniz gördüm. Üstünde acib bir köprü uzanmış. O köprünün üstü kapalı, pencereli idi. Ben o köprüden geçtim. Bir meşelik gördüm ki, başları hep sivri. Onun altında bir mağara gördüm, içine girdim, altun dolu bir hazine gördüm. Acaba tâbiri nedir?"Uyanık arkadaşı dedi: "Gördüğün süt denizi, şu ağaç çanaktır. O köprü de, şu kavalımızdır. O başı sivri meşelik de şu gevendir. O mağara da, şu küçük deliktir. İşte kazmayı getir, sana hazineyi de göstereceğim." Kazmayı getirir. O gevenin altını kazdılar. İkisini de dünyada mes'ud edecek altunları buldular.İşte, yatan adamın gördüğü doğrudur, doğru görmüş, fakat rü'yâda iken ihâtasız olduğu için tâbirde hakkı olmadığından, âlem-i maddi ile âlem-i mâneviyi birbirinden farketmediğinden, hükmü kısmen yanlıştır ki, "Ben hakiki maddi bir deniz gördüm." der. Fakat uyanık adam, âlem-i misâl ile âlem-i maddiyi farkettiği için tâbirde hakkı vardır ki, dedi: "Gördüğün doğrudur, fakat hakiki deniz değil; belki şu süt kâsemiz senin hayâline deniz gibi olmuş; kaval da köprü gibi olmuş ve hâkezâ..." Demek oluyor ki: Alem-i maddi ile âlem-i ruhâniyi birbirinden farketmek lâzım gelir. Birbirine mezcedilse, hükümleri yanlış görünür. Meselâ: Senin dar bir odan var; fakat dört duvarını kapayacak dört büyük âyine konulmuş. Sen içine girdiğin vakit, o dar odayı bir meydan kadar geniş görürsün. Eğer desen: "Odamı geniş bir meydan kadar görüyorum." doğru dersin. Eğer "Odam bir meydan kadar geniştir." diye hükmetsen, yanlış edersin. Çünki, âlem-i misâli, âlem-i hakikiye karıştırırsın.İşte Küre-i Arz'ın tabakat-ı seb'asına dâir, bâzı ehl-i keşfin, Kitab ve Sünnet'in mizaniyle tartmadan beyan ettiği tasvirat, yalnız coğrafya nokta-i nazarındaki maddi vaziyetten ibâret değildir. Meselâ, demişler: "Bir tabaka-i Arz, cin ve ifritlerindir. Binler sene genişliği var." Halbuki bir-iki senede devredilen küremizde, o acib tabakalar yerleşemez. Fakat âlem-i mâna ve âlem-i misâlde ve âlem-i berzah ve ervâhda küremizi bir çamın çekirdeği hükmünde farzetsek, ondan temessül ve teşekkül eden misâli şeceresi, o çekirdeğe nisbeten koca bir çam ağacı kadar olduğundan, bir kısım ehl-i şuhud, seyr-i ruhânilerinde, Arz'ın tabakalarından bâzılarını âlem-i misalde pek çok geniş görüyorlar; binler sene bir mesafe tuttuklarını görüyorlar. Gördükleri doğrudur; fakat âlem-i misâl sureten âlem-i maddiye benzediği için, iki âlemi memzuç görüyorlar; öyle tâbir ediyorlar. Alem-i sahveye döndükleri vakit, mizansız olduğu için, meşhudatlarını aynen yazdıklarından hilâf-ı hakikat telâkki ediliyor. Nasıl küçük bir âyinede büyük bir saray ile büyük bir bahçenin vücud-u misaliyeleri onda yerleşir. Öyle de: Alem-i maddinin bir senelik mesafesinde, binler sene vüs'atında vücud-u misâli ve hakaik-ı mâneviye yerleşir.HATİME : Şu mes'eleden anlaşılıyor ki: Derece-i şuhud, derece-i imân-ı bilgaybdan çok aşağıdır. Yâni: Yalnız şuhuduna istinad eden bir kısım ehl-i velâyetin ihâtasız keşfiyatı, verâset-i nübüvvet ehli olan Asfiya ve Muhakkikinin şuhuda değil, Kur'ana ve vahye, gaybi fakat sâfi, ihâtalı doğru hakaik-ı imâniyelerine dâir ahkâmlarına yetişmez. Demek bütün ahval ve keşfiyatın ve ezvak ve müşâhedatın mizânı: Kitab ve Sünnettir. Ve mehenkleri, Kitab ve Sünnetin desâtir-i kudsiyeleri ve Asfiya-i Muhakkikînin kavanin-i hadsiyeleridir. M.)
MEŞHUDİYYET Gözle görüş. şâhid oluş. şâhidlik.
MEŞHUM Cesaretli. Sözü geçer kimse. Zeyrek. Zeki. Akıllı. * Korkmuş. Korkutulmuş. * Çok güzel hareketli at.
MEŞHUN Doldurulmuş. Dolu. Dopdolu.
MEŞHUN-U MESÂRR Sevinçler ve zevklerle dolu.
MEŞHUR Tanınmış, herkesin bildiği. Çoklarının bildiği.
MEŞHURAT (Meşhur. C.) Şöhret kazanmış ve meşhur olmuş kimseler. Şöhretliler.
MEŞHUR HADİS VEYA HADİS-İ MEŞHUR Asr-ı evvelde, Ahâdi hadis kabilinden iken ikinci asırda iştihar edip, kizb üzerine ittifakları aklen tecviz olunmayan bir cemaat tarafından rivâyet olunan hadis. İlm-i yakin derecesinde karib bir surette kalbe itmi'nan verir.
MEŞÎ Yürüyüş. Gidiş. Doğru yola gitmek.
MEŞÎB İhtiyarlık. Yaşlılık. Saç ağarması.
MEŞÎD Harçla yapılmış sağlam bina. Sıvanmış bina.
MEŞİET Meşiyyet. Dilemek. İrade. Arzu. Matlub. Murad. İstek.
MEŞİET-İ HÂSSA-İ İLÂHİYYE Allah'a ait, O'na mahsus meşiet, dilek, arzu ve işler.
MEŞİH Göğsü çukur, kanbur.
MEŞİHAT Mürşidlik, şeyhlik. * Eskiden İstanbul'da din işlerini tedvir eden Osmanlı Devletinin Diyanet İşleri Dairesi.
MEŞİHAT-I İSLÂMİYYE İslâmî işlerin ilmî mes'eleleri ile uğraşan devlet dairesi.(Zaman gösterdi ki, hilâfeti temsil eden şu Meşihat-ı İslâmiyye, yalnız İstanbul ve Osmanlılara mahsus değildir. Umum İslâma şâmil bir müessese-i celiledir. Bu sönük vaziyetle, değil koca âlem-i İslâmın, belki yalnız İstanbul'un irşadına da kâfi gelmiyor. Öyle ise, bu mevki öyle bir vaziyete getirilmelidir ki, âlem-i İslâm ona itimad edebilsin. Hem menba', hem ma'kes vaziyetini alsın. Âlem-i İslâma karşı vazife-i diniyesini hakkiyle ifa edebilsin.Eski zamanda değiliz. Eskiden hâkim bir şahs-ı vâhid idi. O hâkimin müftüsü de, onun gibi münferid bir şahıs olabilirdi. Onun fikrini tashih ve tadil ederdi. Şimdi ise, zaman cemaat zamanıdır. Hâkim, ruh-u cemaatden çıkmış, az mütehassis, sağırca, metin bir şahs-ı mânevidir ki, şûralar o ruhu temsil eder.şöyle bir hâkimin müftüsü de ona mücanis olup, bir şura-yı âliye-i ilmiyeden tevellüd eden bir şahs-ı mânevi olmak gerektir. Tâ ki, sözünü ona işittirebilsin. Dine taalluk eden noktalardan, sırat-ı müstakime sevkedebilsin. Yoksa ferd dâhi de olsa, cemaatin ferd-i mânevisine karşı sivri sinek kadar kalır. Şu mühim mevki, böyle sönük kalmakla, İslâmın ukde-i hayatiyesini tehlikeye maruz bırakıyor.Hatta diyebiliriz, şimdiki za'f-ı diyânet ve şeair-i İslâmiyetteki lâkaydlık ve içtihadâtdaki fevza, Meşihatın za'fından ve sönük olmasından meydan almıştır. Çünkü, haricde bir adam re'yini, ferdiyete istinad eden meşihate karşı muhafaza edebilir. Fakat böyle bir şûraya istinad eden bir şeyhülislâmın sözü, en büyük bir dâhiyi de, ya içtihadından vazgeçirir, ya o içtihadı ona münhasır bırakır.Her müstaid çendan içtihad edebilir. Lâkin içtihadı o vakit düstur-ul-amel olur ki, bir nevi icma' veya cumhurun tasdikine iktiran eder. Böyle bir Şeyh-ül-islâm mânen bu sırra mazhar olur. Şeriat-ı garrada dâima icma' ve rey-i cumhur, medar-ı fetva olduğu gibi, şimdi de fevza-i âra' için, böyle bir faysala lüzum-u kat'i vardır. R.N.)
MEŞİK İnce uzun nesne. * Giyilmiş kaftan.
MEŞİM Benli kimse.
MEŞİME (C.: Meşâim) Dölyatağı, ana rahmi.
MEŞİYYET (Bak: Meşiet)
MEŞK Yazı örneği. Öğretici yazı. * Bir şeyi uzatmak. * Uzun uzun yazmak. * Bilmeyene bir şeyi öğretmek. * Sür'at, hız.
MEŞK f. Kırba. Tulumdan yapılmış su kabı.
MEŞKA Fark edip ayıracak yer.
MEŞKÂ şikâyet etmek.
MEŞKÛ Şikâyet etmek.
MEŞKUK Yarılmış. Yarık.
MEŞKUK şekli, şüpheli. Kendinden şüphe edilen.
MEŞKUKİYET Şüphelilik. Şüpheli oluş.
MEŞKUL Ön ayaklarıyla arka ayağının birisi bileklerine varana kadar beyaz olan at.
MEŞKUR Şükre lâyık olan. Teşekküre ve kendine şükredilmeğe lâyık olan. Kendine şükür arzolunan. Az şükredene çok ihsan eden.
MEŞKÜVV Kendinden şikâyet olunan.
MEŞLAH Meşlehe. Maşlah. Altı üstü bir olan ve kol yerine yarıkları bulunan bir çeşit elbise.
MEŞMEŞİYE Tas: Âlem-i gaybdan veya âlem-i misalden bir âlem. Bazı evliyanın keşfen müşahede ettikleri bir yer. (Bak: Meşhudât)
MEŞMUL (Şümul. den) Kaplanmış, şümullenmiş, etrafı çevrilmiş. * Bir şeyin içinde bulunan.
MEŞMULE şarap.
MEŞMUM Koklanmış. * Itır ve misk gibi güzel kokulu olan şey.
MEŞN Kamçı ile vurmak. * Deri yüzmek.
MEŞNU' Çirkin kimse. * Buğzolunmuş.
MEŞNUF Uzun başlı at.
MEŞRA' Yol. Rah. Tarik. * Su oluğu.
MEŞREB Huy. Yaradılış. Adet. Ahlâk. * Gidiş. * İçmek. İçilecek yer. * Fehmetmek. * Mânevi haz ve feyz alınan yer ve yol.
MEŞREBE (C: Meşârib) Maşrapa.
MEŞREF İyi kılıçlar işlenir bir köyün adıdır.
MEŞREKA Güneşte oturacak yer.
MEŞRIK Güneş doğacak cihet. Gündoğusu. Doğu. Şark ciheti. * Şems-âbâd, güneşi bol yer. Kış vakti ısınmak için güneşe karşı oturacak yer. * Tövbe kapısının adı.
MEŞRIK-I NUR Nurun kaynağı. Nurun geldiği cihet.
MEŞRIK-I TULU' Işığın, nurun geldiği şark ciheti.
MEŞRU' Doğru. Hak. Şeriatın kabul ettiği. Haram ve yanlış olmayan.
MEŞRUA Şeriatın kabul ettiği hâl. Yapılması serbest olup, haram olmayan. Allah'ın (C.C.) kanununda müsaade edilen. Şeriatça yapılması günah olmayan.
MEŞRUAT (Meşru. C.) Hak ve meşru olan şeyler. Haram ve yasak olmayan şeyler. * Şeriatla alâkalı şeyler.
MEŞRUB (Şürb. den) İçilecek şey. * İçilmiş, şürbedilmiş.
MEŞRUBAT İçilen şeyler. Herhangi bir içilecek şey. Şarap. ("Hamr" denen içkiye de şarap denir.)
MEŞRUBE İçine yiyecek veya elbise koyup sakladıkları yer.
MEŞRUH Şerh olunmuş. Anlatılmış. Açıklanmış. İzah olunmuş.
MEŞRUHÂT Açıklama ve izahlar.
MEŞRUİYYET Meşruluk. Meşru' olma. Kanuna, şeriata uygun bulunma. Yasak olmayış.
MEŞRUM Yarılmış.
MEŞRUT Şartlı. Şart ile bağlı.
MEŞRUTA Bir kimseye veya bir zümreye bırakılmış, bazı şartlara bağlı oluş. * Sahibi tarafından veresesine satılmamak şartiyle bırakılmış ev vesaire.
MEŞRUTÎ Bir şahıs veya millet meclisi ile idare edilen devlet sistemi.
MEŞRUTİYYET Bir hükümdarın başkanlığı altında millet meclisi ile idare edilen devlet sistemi.
MEŞŞ Elini bez ile silmek. * Bir şeyi aldıktan sonra yine almak. * Davarın sütünü sağıp bazısını koymak.
MEŞŞAİYYUN Meşşâiler. Derslerini gezerek veren, peygamberlere uymayarak yalnız akıl ve fikir ile hakikatı bulmaya çalışan ehl-i dalâlet. Dinsizlik yolunu açanlar, sadece akla itimad eden ve vahye tâbi olmayan imânsızlar. (Bak: İşrakiyyun)
MEŞŞAT(A) Tarak yapan, tarakçı. * Süsleyen, tarayan.
MEŞT Baş tarama. * Tarak.
MEŞTA (C.: Meşâti) (Şitâ. dan) Kış mevsiminde barınılacak yer. Kışlık otlak, kışla.
MEŞTAT (C: Meşâti) Kışlak.
MEŞTUM Şetm olunmuş. Sövülüp sayılmış.
MEŞUB Karışmış.
MEŞUK Âşık, tutkun.
MEŞUM Vücudu benekli adam.
MEŞ'UM Kötü. Uğursuz. Bedbaht.
MEŞ'UMÂNE f. Kötü bir şekilde. Bedbahtcasına.
MEŞ'UN Dağınık saç.
MEŞ'UR Bir şeyi iyice idrak eylemek. * Şuurlu. Kendini bilen. * Tanımak.
MEŞ'URAT (Meş'ur. C.) şuur hâlinde geçmiş şeyler.
MEŞUŞ Mendil.
MEŞÜVV Müshil.
MEŞVERET Danışma. Konuşup anlaşma. Fikir edinmek için konuşup görüşme. Görüşme meclisi. (Bak: istişâre)
MEŞY Yürüme.
MEŞY-İ ASKERÎ Asker yürüyüşü. Askerî yürüyüş.
MEŞYEN Yayan olarak, yürüyerek.

Prof. Dr. Sinsi 09-10-2012 03:04 AM

Osmanlıca Sözlük (M Harfi)-Osmanlıca Sözlük (M Harfi)İle İlgili Kelimeler...
 
RE: Osmanlıca Sözlük (M Harfi) MEŞYUHA Yavşan otunun yetiştiği yer.
MEŞYUM Bedeninde beni olan, benli adam.
MET' Uzun ve yüce olmak.
MET' Vurmak. * Çekmek.
Ne vakit? Ne zaman? mânasında olup, mutlak ve mübhem vakit edatıdır. Bazan "Min" harfi-i cerri yerinde ve suâl için de kullanılır.
' Fayda. Menfaat. * Kıymetli eşya. Tüccar malı.
-UL GURUR Gurur metaı. İnsanı aldatıp Allah yolundan alan dünya zevki veya menfaatı, insanlara riyakârlık için kullanılan dünya malı.
METAB Tevbe etmek. * Rücu etmek, geri dönmek, caymak, vazgeçmek.
MET'ABE (C.: Metâib) Meşakkat, zahmet. Yorgunluk.
METABİ' (Matbaa. C.) Matbaalar, basımevleri.
METABİH (Matbah. C.) Mutfaklar.
METAF Tavaf edecek yer.
METAFİZİK (Bak: Mâba'det tabia)
METAİB Yorgunluklar. Meşakkatler. Eziyet verecek şeyler.
METAİB-İ SEFER Muhârebe veya yol yorgunlukları.
METAİB Seçilmiş ve güzel şeyler.
METAL Lât: Mâden. * Matbaacılıkta harfleri teşkil için eritilen kurşun, karışık madde.
METALİ' Matla'lar. Tulu' edecek yerler veya zamanlar. Güneş veya benzerinin doğduğu yerler. * Ast: Herhangi bir yıldızın i'tidal-i rebii (Arz'ın güneş etrafındaki gezmesinde, 20 Mart'ta bulunduğu) noktasından geçmek üzere başlangıç kabul edilen daire ile bu yıldızın semavî istiva dairesi üzerindeki ara kesitleri arasında kalan kavis. * Edb: Kaside veya gazelin ilk beyitleri.
METALİB İstekler. Arzular. Taleb edilen şeyler.
METALİB-İ İSTİKBAL İstikbale aid istekler. Gelecek için olan arzu ve talebler.
METANET Sağlamlık. Kavilik. Sözünden ve kararından dönmemeklik. İnsanın, fikrinde sabır, azminde kavi ve akidesinde rüsuh sahibi olması. (Mukabili zaaf'dır) (Hak, iman ve İslâmiyet uğrunda metanet göstermek, çok kıymetli bir seciyyedir.)
METANET-İ KALBİYE Kalb sağlamlığı.
METARIK (Mıtrak ve Mıtraka. C.) Mızraklar. Tokmaklar. Çekiçler. Değnekler, sopalar.
METAVİ' (Mıtvâ. C.) İtâat edenler. Mutiler.
METBENE Samanlık.
METBU' Kendine uyulan. Tâbi olunan. Halkın, kendine tâbi olduğu zat. * Hükümdar.
METBU-U MÜFAHHAM Hükümdar. Padişah.
METBUİYYET Kendine uyulmaklık. Başkasının kendisine tâbi olması. Birisine tâbi oluş.
ME'TEM (C: Meâtim) Kadınlar cemiyeti.
METERS f. Harpte, korunmak gayesiyle yapılan toprak tümsek, siper. * Kapının açılmaması için arkasına konulan ağaç.
METH Yerinden koparmak ve çıkarmak. * Cima. Tohum bırakmak için çekirgenin kuyruğunu yere sokması. * Vurmak ve uzaklaştırmak.
METH Kuyudan su çekmek ve sulamak.
METHAF Müze.
ME'TÎ Gelecek yer.
METİN Sağlam. Metanet sahibi. Kendine güvenilir olan. (Bak: Metânet)
METİNÂNE f. Metanetle, sağlamlıkla.
METİT Çulha tarağı.
METK İğne ucu. Zeker ucu.
METL Tahrik etmek, kımıldatmak, harekete getirmek.
METN Sağlam ve sert yer. * Yüksek yer. * Her nesnenin yüzü, üstü, arka ve ortası. * "Vurmak ve seyr" mânâsına mastar. * Bir yazının tamamı. Yazının aslı veya sureti.
METOD Fr. Bir neticeye ulaşmak için takib edilen fikir yolu. Usul. Kaide. Yol. Sistem.
METR Kesmek. * Çekmek. * Atmak. (Bazan fercten kinâye olur.)
METREBE Fakirlik, miskinlik.
METRUD (Bak: Matrud)
METRUK Terk olunmuş. Bırakılmış. * Boşanmış olmak. * Ölen bir kimsenin bıraktığı eşya.
METRUKAT (Metruk. C.) Bırakılan şeyler, metruklar, miraslar.
METRUKE (Terk. den) (Erkekten) boşanmış. * Kocası tarafından bırakılmış kadın.
METRUKİYYET (Terk. den) Terk edilme, boşanmış olma. * Bırakılmışlık, kullanılmazlık. * Bir işten çekilip uğraşmama.
METS Necisle atmak.
METT Çekmek. * Ulaşmak. * Kuyudan su çıkarmak.
METTA Hz. Yunus'un (A.S.) annesinin adı.
METTE f. Burgu.
METTİHA (METYİHA) Hafif sopa. * Yaş çubuk.
MET'UB (Ta'b. dan) Bitkin, yorgun.
METUH Devamlı suyu çekilen işlek kuyu. * Suyu ağzına yakın olan kuyu.
METVÎ (Bak: Matvî)
METY Çekmek.
MEUNET Birisinin ölmeyecek kadar yiyip içeceği. * Külfet. * Masraf. Bir şeyin toplamak, devşirmek, nakil ve boşaltmak ve saymak gibi levazımının teslim yerine kadar olan masraflarına denir.
ME'V Çekmek.
ME'VA Mekân. Varılacak yer. Mesken. * Sığınacak yer.
MEV'A Her nesnenin evveli.
MEVACİB (C.: Mevacibât) Maaşlar, aylıklar. * Tar: Yeniçerilerin üç ayda bir defa verilen ulûfeleri.
MEVACİB-İ LEŞKER Asker aylıkları.
MEVACİBAT (Mevâcib. C.) Mevâcibler. Maaşlar, aylıklar.
MEVACİD Vecd hâlleri. Kalbî zevk veren istiğrak halleri. (Bak: Vecd)
MEVADD (Madde. C.) Fezâda, boşlukta yer kaplayan varlıklar. Maddeler. Cisimler. * Kısımlar. * Kanunlar. Kaideler. İşler. Hususlar. * Söz ve beyana sebeb olan mevcudat. Her şeyin aslı, mayası.
MEVADD-I HAYATİYYE Hayata lüzumu bulunan maddeler.
MEVADD-I İBTİDÂİYE İlkel maddeler, ham maddeler.
MEVADD-I MUZIRRA Zararlı maddeler. Zarar veren şeyler.
MEVADD-I MÜNCEZİBE Cezbolunan, çekilen maddeler.
MEVADD-I NÂFİA Faydalı maddeler.
MEVADD-I ZÜLÂLİYE Azotlu maddeler.
MEVAHIF Zayıf deve.
MEVAHİB Hibe olunan şeyler. Karşılıksız verilenler. (Bak: Mevhube)
MEVAHİB Mevhibeler. İhsanlar, bahşişler.
MEVAHİB-İ KUDRET Cenab-ı Hakkın verdiği nimetler.
MEVAHİR Yararak akıp gidenler. (Denizdeki gemi gibi)
MEVAIZ (Mev'ıza. C.) Öğütler, nasihatlar.
MEVAİD (Mev'ud ve Miad. C.) Söz verilmiş vakitler. Vaad edilen muayyen, belli zamanlar.
MEVAİD-İ KÂZİBE Yerine getirilmeyen va'dlar. Yapılmayan va'dlar.
MEVAİD (Mâide. C.) Sofralar, mâideler.
MEVAKA Hamâkat, ahmaklık.
MEVAKIF Durulacak yerler. Vakıflar. Durak yerleri.
MEVAKIT (Mevkıt. C.) Evvelden belirtilmiş olan vakitler.
MEVAKİ' Mevkiler. Duracak yerler.
MEVAKİ-İ BAÎDE Uzak mevkiler.
MEVAKİ-İ HARBİYE Muhârebe mevkileri. Savaş yerleri.
MEVAKİ-İ MÜHİMME Önemli mevkiler. Ehemmiyetli yerler.
MEVAKİB (Mevkib. C.) Cemaatler, kalabalıklar, güruhlar, topluluklar.
MEVAKİN (Mevkin. C.) Kuş yuvaları.
MEVAKİT (Mikat. C.) Hacıların ihrâma girdikleri yerler. * Bir iş için tâyin edilen vakitler.
MEVALÎ Efendiler. * Azad edilmiş köleler. * Azad edenler. * Mevleviyyet pâyesine ulaşmış sarıklı âlimler. * Dost ve komşular. * Yardımcılar.
MEVALİD (Mevlid. C.) Doğulan yerler. Mevlidler. Doğma vakitleri. Milâdlar.
MEVALİD Mevcudlar. Doğmuşlar. Vücud bulmuşlar. Mevludlar.
MEVALİD-İ SELÂSE Nebat, hayvan ve maden.
MEVALİD-İ TÜRABİYE Topraktaki mevâlid. Mâdenler, nebatlar.
MEVAMİT Resul-i Ekrem'in (A.S.M.) İncil'deki bir ismi.
MEVANİ' Mâni'ler. Engeller. Mâni olanlar. Mâniâlar.
MEVARİD Gelecek yerler. Varacak yerler. Caddeler, yollar. Bir yere vasıl olacak yollar.
MEVARÎS Miraslar. Verasetle nâil olunan mülk ve mallar.
MEVASİK Mevsuk şeyler. Misaklar. Ahd ü peymanlar. Yeminler. Sözleşmeler.
MEVASİM Mevsimler. * Pazar yerleri.
MEVASİM-İ ERBAA Dört mevsim. Rebi' (İlkbahar), Sayf (Yaz), Harif (Sonbahar), Şitâ (Kış).
MEVAŞİ Davar, koyun, keçi, inek ve öküz gibi hayvanlar.
MEVAT (Mevt. den) Cansız şeyler. Sürülmemiş topraklar. * Sahibsiz yerler.
MEVATIN (Mevtın. C.) Yurtlar. Şenlendirilmiş ve bayındır yerler.
MEVATİ (Mevti. C.) Ayak basılan yerler.
MEVATÎ Mevâta yani cansız şeye ait, bununla alâkalı. * İşlenmemiş toprağa ait.
MEVAZI' (Mevzi. C.) Mevziler, yerler.
MEVAZİN (Mizan. C.) Mizânlar. ölçüler. Terâziler.
MEVBED Mecusiler reisinin ulusu.
MEVBİK (C.: Mevbikat) Korkulu yer.
MEVBİKAT (Mevbik. C.) Korkulu yerler.

Prof. Dr. Sinsi 09-10-2012 03:04 AM

Osmanlıca Sözlük (M Harfi)-Osmanlıca Sözlük (M Harfi)İle İlgili Kelimeler...
 
RE: Osmanlıca Sözlük (M Harfi) MEVBİL Kaba büyük sopa. * Bir kucak odun.
MEVC Dalga. Denizin dalgası. * Titreşim. * Mc: Devir, devre.
MEVCÂ-MEVC Çok dalgalı. Dalga dalga.
MEVCE Bir dalga. * Ses, elektrik ve hararetin yayılma dalgalarından herbiri.
MEVCET-ÜŞ ŞEBÂB Gençlik çağı.
MEVCEDAR f. Dalgalı.
MEVCENÜMUD f. Dalga gibi.
MEVC-HÎZ f. Dalga kaldıran.
MEVCUB Kendisine bir şey vâcib kılınmış.
MEVCUD Var olan. Bulunan. Hazır olan. Topluluğun hepsi. * Kâinat. Mükevvenat.
MEVCUD-U HARİCÎ Maddî vücudu bulunan eşya.
MEVCUD-U MANEVÎ Mânevi varlık.
MEVCUDAT Var olan her şey. Kâinat. Yaratılmış şeyler.
MEVCUDAT-I BAHARİYE Bahar mevsimindeki renk renk, çeşit çeşit varlıklar.
MEVCUDEN Kendisi berâber olarak. Mevcud olarak.
MEVCUDÎN (Mevcud. C.) Mevcudlar, var olan ve bulunan şeyler. Mevcudât.
MEVCUDİYET Mevcudluk, varlık, mevcud ve var olma.
MEVC-ZEN f. Dalgalanan, dalgalı deniz. Dalga vuran.
MEVDU (Mevdua) Emanet bırakılmış, tevdi olunmuş.
MEVDUAT (Mevdu. C.) Emanet bırakılmış şeyler. * Bankaya konan para ki, faizle olduğundan haramdır. (Bak: Riba)
MEVDUD(E) Sevilmiş, kendisine muhabbet edilmiş. Sevgi gösterilmiş.
MEVDUNE (Mevzune) Altın, inci veya elmasla işlemeli şey. Murassa.
MEVECAT (Mevce. C.) Dalgalar.
MEVEDDET Dostluk. Sevgi. Muhabbet. Muhabbet etmek. Sevmek.
MEVETAN Canı olmayan nesneler. * İhya olunmayan, ekilip biçilmeyen arazi.
MEVFUR (Vefir. den) Tam olan şey. Çoğaltılmış. Çok. Kesir. Bisyâr. Evfer. * Edb: Aruz kalıblarından biri.
MEVH Avucuyla su içmek.
MEVH Kuyunun suyu çok olmak.
MEVHİBE İhsan. Sevgi. Hediye.
MEVHİBE-İ İLÂHİYE Cenab-ı Hakk'ın ihsan ve hediyesi.
MEVHİL (Vahl. den) Çamurlu yer.
MEVHİN Gece yarısına yakın vakit.
MEVHUB (C.: Mevâhib) (Vehb. den) İhsan edilmiş, verilmiş, hibe olunmuş, bağışlanmış. * Fık: Karşılıksız olarak birine verilmiş.
MEVHUBAT (Mevhub. C.) Bağışlar, ihsanlar, bahşişler.
MEVHUBE Verilmiş. İhsan edilmiş. Karşılıksız olarak birisine verilmiş mal.
MEVHUM Aslı olmayıp evham mahsulü olan. Vehim.
MEVHUMÂT Mevhumlar. Asılsız olduğu hâlde zihinde meydana gelen şeyler.
MEVHUME Vehim, kuruntu ve hayâl nev'inden bir şey.
MEVHUN Zayıf ve arık adam. Zayıflamış kimse.
MEV'İD Va'din yerine getirildiği yer. * Vaad etmek. Vaad. Söz vermek.
MEV'İD-İ MÜLÂKAT Buluşma yeri.
MEV'İL Sığınacak yer. * Sel suyunun karar kıldığı yer.
MEV'İZA Mev'ize. Öğüt. Nasihat. * Bir cemaate veya kimseye kalbini yumuşatacak ve iyiliğe sevkedecek surette hakikatları ders vermek.
MEV'İZA-İ DİNİYE Dinî nasihat.
MEV'İZAKÂR f. Nasihat veren, öğüt eden. Nâsih.
MEVK Bir şeyin ucuz olması.
MEVK Örümcek, ankebut.
MEVKIF Durak. Durulacak yer. Ayakta duracak yer. İstasyon.
MEVKİ' Yer. * Sınıflandırılmış yerlerden her biri. * Vapur, tren gibi yerlerde sınıflandırılmış, değeri yüksek olan yer. * Bir şeyin bulunduğu veya vukua geldiği yer.
MEVKİB Kafile. Alay. Atlı veya yaya giden kafile. Cemaat.
MEVKİB-İ İKBAL Talihli kafile.
MEVKİD Ateş ocağı.
MEVKİN (C.: Mevâkin) Kuş yuvası.
MEVKİT (C.: Mevâkit) Tâyin ve tesbit edilip kararlaştırılan yer veya zaman.
MEVKUD (İkad. dan) Yakılmış. Yandırılmış olan.
MEVKUF Durdurulan. Vakfedilen. Dâimi bir halde bırakılan. * Tevkif edilen. Tutulup hapsedilen. * Ait, bağlı.
MEVKUFAT (Mevkufe. C.) Bir zaman için tutulup alıkonulmuş mal veya para. * Vakfedilmiş mal, emlâk. * Gelirden artıp hazineye mâl edilen para.
MEVKUFEN Mevkuf olarak.
MEVKUFÎN (Mevkuf. C.) Tevkif edilmiş kimseler. Tutuklular. Mevkuflar.
MEVKUFİYYET Maznunun hüküm giyinceye kadar hapsedilmesi. Hapsedilme hâli. * Bağlı olma.
MEVKÛL (Vekâlet. den) Bir vekile emanet edilen.
MEVKÛLÜN İLEYH Kendisine bir iş bırakılan adam. Vekil.
MEVKUM Hüznü şiddetli olan.
MEVKUT Vakitli. Vakti belli olan. Mahdud ve muayyen olmuş vakit.
MEVKUTE Zamanı muayyen, belirli olarak çıkan matbuât. Gazete, mecmua gibi şeyler.
MEVKUZE Ağaçla vurulmuş.
MEVLA Sahib. Rabb. * Efendi. Köleyi âzad eden. * Şanlı. Şerefli. Mâlik. * Mün'im-i Mutlak olan Cenab-ı Hak (C.C.). * Terbiye eden, mürebbi. * Yardımcı, muavenet eden. * Dost ve komşu. * Azâd olan.
MEVLÂ-YI KERİM İkram sahibi olan Cenab-ı Hak (C.C.)
MEVLANA "Efendimiz, mevlâmız" mânâsında olan bu kelime, hürmeten büyük kimselere söylenmiştir. Hazret mânâsında da kullanılır.
MEVLANA CAMİ (Bak: Câmi)
MEVLANA HALİD (Hi: 1192-1242) Yüzyıl evvelinin müceddidi olduğu milyonlarca irşad ettiği kimselerin şehadetiyle sabit olmuştur. Şam'da vefat etmiştir. Hz. Osman bin Affan (R.A.) soyundandır. İlim ve takvada ve her çeşit makbul vasıflarda, devrindeki en ileri âlimlerin ve velilerin fevkinde idi. Bütün ömrünü zühd ve verâ ile geçirdi. Çok âlim ve veli yetiştirdi. Nahivde, kelâmda, fıkıhda, tasavvufda kıymetli eserler verdi. O zamanda Hindistanda bulunan Kutub Abdullah Dehleviden ders almıştı.
MEVLANA CELALEDDİN-İ RUMİ Hi: 672 de Belh'de doğdu. Konya'ya geldi ve yerleşti. Mühim eseri Farsça ve manzum yazdığı Mesnevi'sidir. İkişer mısralı kafiyeli şekilde olduğundan bu isim verilmiştir. Mevlevi Tarikatının piri ve serefrâzıdır.
MEVLEVÎ Mevlana Celaleddin-i Rumi Hazretlerinin tarikatından olan müslüman.
MEVLEVİYYET Mevlevilik. Mevlevi tarikından olmak. * Mollalık. * Müderrislikten sonra gelen ilmiye sınıfından oluş. * Eyâlet kadılığı; yani, bir eyâletin bütün hukuki ve kazai işlerine bilfiil bakan kadı. "Mevâli" de denir.
MEVLİD Doğma. Dünyaya gelme. * Doğulan yer veya zaman. * Peygamberimiz Hz. Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm'ın doğumunu anlatan manzum eser, dini manzume. (Bak: Süleyman Çelebi)
MEVLİD-HÂN Mevlid okuyan.
MEVLİM İncitip acıtan. Elem veren.
MEVLUD Çocuk. Yeni doğmuş çocuk. * Birisinin doğması. * Mevâlid-i selâseden herbiri.
MEVLUDAT (Mevlud. C.) Belirli bir zaman içinde doğanlar.
MEVLUDÜN LEH Çocuk kendisinin olduğu tebeyyün eden, bilinen baba.
MEVMAT (C: Mevâmi) Sahrâ. Çöl. * Yazı.
MEVN Bir kimsenin zahmetini çekmek. * Nafakalarını vermek.
MEVR Başka te'sirle bir şeyin dalga gibi gidip gelmesi. Çalkanmak. * Suyun yeryüzüne yayılması. * Hayvanlardan yün almak. * Yol, tarik. * Toz, gubar. * Rücu etmek, döndürmek.
MEVRİD Varılan yer. Vasıl yeri. * Cadde. Yol. Tarik.
MEVRİD-İ NASS Nass ile gelen mes'ele. Nass olan yer. Kat'i delil olan husus.
MEVRUD (C.: Mevrudât) Gelmiş. Vürud etmiş. Gelen.
MEVRUDÂT (Mevrude. C.) Gelen şeyler.
MEVRUDE (C.: Mevrudât) Ulaşmış, gelmiş.
MEVRUS(E) Vereseye âit olan. Miras edilmiş. Miras edilen eşya.
MEVRUSAT Mirastan gelenler.
MEVS Yolmak. Traş etmek.
MEVS Ekmeği suyla ıslatmak.
MEVS Yıkamak.
MEVSIK İtimad etmek. Emniyet etmek. İnanmak. * Yemin. Sözleşme.
MEVSİL (Vusul. den) Kavşak. Kavuşacak yer. * Ek yeri.
MEVSİM (C: Mevâsim) Pazar yeri. * Arap pazargâhları. * Yılın dört kısmından biri. * Zaman. Vakit. Alâmet.
MEVSİM-İ HARİF Sonbahar, güz devresi.
MEVSİM-İ SAYF Yaz mevsimi, yaz devresi.
MEVSİM-İ ŞİTÂ Kış mevsimi.
MEVSİM BE MEVSİM Zaman zaman. Mevsimden mevsime, zamanı geldikçe.
MEVSUF Vasıflanan. Bir sıfatla tavsif edilen. * Kendisinde bir sıfat mevcud olan, kendisine bir sıfat isnad edilmiş olan.
MEVSUK Kendisine inanılır olan. Şâyân-ı itimad olan. * Sağlam. * Vesikalı. Delile dayanan hakikat.
MEVSUK-UL KELİM Sözlerine inanılır. Söylediği şeylere itimad edip güvenilir.
MEVSUKAN Sağlam, delile dayanır, itimad edilir şekilde.
MEVSUKİYET Sağlamlık, gerçeklik. İnanılır hâl.
MEVSUL Erişen. Vasıl olan. * Birleşmiş. Kendine başka şey vasıl olmuş olan. Bitirmiş. Vasledilmiş.
MEVSULE Bitiştirilmiş.
MEVSUM (Vesm. den) İşaretlenmiş, damgalanmış, nişanlanmış. * Ad verilmiş, isimlendirilmiş.
MEVSUME Tamamen baştan aşağı süslü zırh. * Bahar yağmuru ile ıslanmış toprak.
MEVSUT Ortada. Vasat olan.

Prof. Dr. Sinsi 09-10-2012 03:04 AM

Osmanlıca Sözlük (M Harfi)-Osmanlıca Sözlük (M Harfi)İle İlgili Kelimeler...
 
RE: Osmanlıca Sözlük (M Harfi) MEVT Ölüm. Âhirete göç. Dünyadan gitmek. * Mevt, mü'minler için dünya vazifelerinden ve imtihanından bir paydostur.(Sual: Furkan-ı Hakîm'de $ gibi âyetlerde: "Mevt dahi, hayat gibi mahluktur, hem bir ni'mettir." diye ifham ediliyor. Halbuki zâhiren mevt, inhilâldir, ademdir, tefessühtür, hayatın sönmesidir, hâdim-ül-lezzattır... Nasıl mahluk ve ni'met olabilir?Elcevab: "Birinci Suâl"in cevabının âhirinde denildiği gibi, mevt, vazife-i hayattan bir terhistir, bir paydostur, bir tebdil-i mekândır, bir tahvil-i vücuddur, hayat-ı bâkıyeye bir dâvettir, bir mebde'dir, bir hayat-ı bâkıyenin mukaddimesidir. Nasılki hayatın dünyaya gelmesi bir halk ve takdir iledir; öyle de, dünyadan gitmesi de bir halk ve takdir ile, bir hikmet ve tedbir iledir. Çünki, en basit tabaka-i hayat olan hayat-ı nebâtiyenin mevti, hayattan daha muntazam bir eser-i san'at olduğunu gösteriyor. Zira meyvelerin, çekirdeklerin, tohumların mevti tefessüh ile, çürümek ve dağılmakla göründüğü halde, gayet muntazam bir muamele-i kimyeviye ve mizanlı bir imtizâcat-ı unsuriye ve hikmetli bir teşekkülât-ı zerreviyeden ibaret olan bir yoğurmaktır ki, bu görünmeyen intizamlı ve hikmetli ölümü, sünbülün hayatiyle tezahür ediyor. Demek çekirdeğin mevti, sünbülün mebde-i hayatıdır; belki ayn-ı hayatı hükmünde olduğu için, şu ölüm dahi hayat kadar mahluk ve muntazamdır.Hem zihayat meyvelerin yahut hayvanların mide-i insaniyede ölümleri, hayat-ı insaniyeye çıkmalarına menşe' olduğundan; "o mevt, onların hayatından daha muntazam ve mahluk" denilir.İşte en edna tabaka-i hayat olan hayat-ı nebatiyenin mevti; böyle mahluk, hikmetli ve intizamlı olsa, tabaka-i hayatın en ulvisi olan hayat-ı insaniyenin başına gelen mevt, elbette yer altına girmiş bir çekirdeğin hava âleminde bir ağaç olması gibi, yer altına giren bir insan da, âlem-i berzahta elbette bir hayat-ı bâkıye sünbülü verecektir. M.)(Sizlere müjde! Mevt: İdam değil, hiçlik değil, fena değil, inkıraz değil, sönmek değil, firâk-ı ebedî değil, adem değil, tesâdüf değil, fâilsiz bir in'idam değil; belki, bir Fâil-i Hakîm-i Rahim tarafından bir terhistir, bir tebdil-i mekândır. Saadet-i ebediyye tarafına, vatan-ı aslîlerine bir sevkiyattır. Yüzde doksandokuz ahbabın mecmaı olan âlem-i berzaha bir visal kapısıdır. M.)
MEVT-İ AHMER Kızıl ölüm. Kanlı ölüm. Öldürülmek. * Tas: Nefse karşı koymak.
MEVT-İ EBYAZ Ani ölüm. * Açlık.
MEVT-İ ESVED Boğazı sıkılmak veya suya atılmak suretiyle husule gelen ölüm.
MEVT-İ HÂİL Korkunç ölüm.
MEVTA Ölüler. Ölmüşler. Cenâzeler.
MEVTA' Ayağın bastığı yer.
MEVTAÎ Ölü gibi, ölüye benzer.
MEVT-ALUD f. Ölüm gibi. Ölümlü. Korkunç. Ölü gibi.
MEVTAN (Mevetan) Cansız. * Baygın.
MEVTIN (C.: Mevatın) Yerleşip oturulan, yurt edinilen yer.
MEVTÎ Ölümle ilgili, mevte ait.
MEV'UD Söz verilmiş. Vaadedilmiş. Vâdeli. Vadesi muayyen ve mukadder olan. * Evvelden takdir olunmuş.
MEV'UDE Küçükken diri diri gömülüp öldürülen kızcağız.
ME'VUM Koca başlı ve gövdeli kimse.
MEV'ÜF Afete uğramış nesne.
MEVVAC Çok dalgalanan. Çok dalgalı. Fırtınalı. * Radyo.
MEVVAR Seri, çabuk, hızlı, sür'atli.
MEVZ Muz ağacı.
MEVZİ' Bir şey konulacak yer.
MEVZU' Bahis. Üzerinde durulan mes'ele. * Aşağılanmış olan. * Konulmuş. Vaz olunmuş. * Uydurma. Doğru ve hakikat olmayan. * Geçer olan, muteber, işlemekte olan, câri.
MEVZU-U BAHS Kendisinden bahsedilen. Bahis konusu.
MEVZUA Kabul edilmiş esas. İlk önce ele alınan fikir. Müsellem ve âşikâr olan kaziyye, hüküm.
MEVZUAT Bahsedilen hususlar. Bir şeyin esasını teşkil eden hususat. Tatbikat halinde olan hükümler ve kaideler.
MEVZUAT-I BEŞER İnsanların koyup kabul ettikleri hükümler ve kanunlar.
MEVZUN Vezinli. Ölçülü. Tartılı. Düzgün. * Yakışıklı. * Her bir vasfı ölçülü ve i'tidal üzere bulunup, sırf iyi ve güzel şeylere nâil olan.
MEVZUNAT (Mevzun ve Mevzune. C.) Vezinli ve tartılı şeyler.
MEVZUNEN Vezinli olarak. Ölçülü olarak.
MEVZUNİYET Düzgün, hesaplı ve düzenli. * Mevzun olma hâli.
MEY f. şarap, içki. (Bak: şarab)
MEY' Eriyip akma.
MEY'A (Mey'at) Yiğitlik başlangıcı. * Atı koşuya alıştırmak. * Erimiş sıvı madde. * Yere dökülen bir sıvının akıp gitmesi. * Bir şeyin ilk zamanı. Tâzelik vakti.
MEYADİN (Meydan. C.) Meydanlar. Geniş yerler. Arsalar.
MEYADİN-İ HARB Savaş meydanları. Muhârebe alanları.
MEYAMİN (Meymenet. C.) Bereketler, mutluluklar, uğurlar.
MEYAMİN (Meymun. C.) Bereketliler, uğurlular. * Maymunlar.
MEYAN (Bak: Miyân)
MEYASİR (Meysere. C.) Ordunun sol kanatları. Sol cenahlar. * Zenginlikler, servetler.
MEYASİR (Meysur. C.) Kolaylaştırılmış şeyler.
MEYASİR Acem merkepleri. (Atlas ve ipek ile süslenen eşeklerdir.)
MEY-AŞAM f. İçki içen. Şarap içen.
MEYAZİB Oluklar. Su yolları.
MEYD Deprenmek. Sallanmak. * Ziyaret etmek. * Hareket etmek. * Kırağı çalmak. * Meyletmek. * Neşv ü nemâ bulmak. * Başı dönüp midesi bulanmak.
MEYDAN Arsa. * Geniş yer. * Etrafı çevrilmiş, üstü açık geniş yer.
MEYDAN-I HARB Savaş meydanı, muhârebe alanı, harp meydanı.
MEYDAN-I HAŞİR Haşir meydanı. Haşrin yeri.(Sual: Meydan-ı Haşir nerededir?Elcevab: $ Hâlik-ı Hakîm'in herşeyde gösterdiği hikmet-i âliye, hatta tek küçük bir şey'e, çok büyük hikmetleri takmasiyle tasrih derecesinde işaret ediyor ki: Küre-i Arz; serseriyane, bâd-ı heva azim bir dâireyi çizmiyor.. belki mühim bir şey etrafında dönüyor ve meydan-ı ekberin daire-i muhitasını çiziyor, gösteriyor. Ve bir meşher-i azimin etrafında gezip, mahsulât-ı mâneviyesini ona devrediyor ki, ileride o meşherde, enzar-ı nâs önünde gösterilecektir. Demek, yirmibeş bin seneye karib bir daire-i muhitanın içinde, rivayete binaen Şâm-ı Şerif kıt'ası bir çekirdek hükmünde olarak o daireyi dolduracak, bir meydan-ı haşir bastedilecektir. Küre-i Arzın bütün mânevi mahsulâtı, şimdilik perde-i gayb altında olan o meydanın defterlerine ve elvahlarına gönderiliyor ve ileride meydan açıldığı vakit, sekenesini de yine o meydana dökecek; o mânevi mahsulâtları da, gaibden şehadete geçecektir. Evet Küre-i Arz; bir tarla, bir çeşme, bir ölçek hükmünde olarak o meydan-ı ekberi dolduracak kadar mahsulât vermiş ve onu istiab edecek mahlukat ondan akmış ve onu imlâ edecek masnuat ondan çıkmış. Demek Küre-i Arz bir çekirdek ve meydan-ı haşir, içindekilerle beraber bir ağaçtır, bir sünbüldür ve bir mahzendir. Evet, nasılki nurani bir nokta, sür'at-i hareketiyle nurani bir hat olur veya bir daire olur. Öyle de: Küre-i Arz; sür'atli, hikmetli hareketiyle bir daire-i vücudun temessülüne ve o daire-i vücud mahsulâtiyle beraber, bir meydan-ı haşr-i ekberin teşekkülüne medardır. $ M.)
MEYDAN-I İMTİHAN-I İNS Ü CÂN İnsan ve cinlerin imtihan meydanı, yani dünya.
MEYDAN-I MAHŞER Mahşer meydanı.
MEYDAN DAYAĞI Eskiden askeri mekteblerle kışlalarda tatbik edilen cezalardan biridir. Meydanda tatbik edildiği için bu adı almıştır. Arkadaşını yaralamak, hoca ve zâbitine hakarette bulunmak gibi büyük kabahatlerden dolayı verilen bu dayak cezası, saf saf dizilen bütün talebelerin; asker ise kışladaki askerlerin huzurunda atılırdı. Cezaya çarpılacak talebe yahut asker, meydana getirilerek cezayı icab ettiren kabahatle meydan dayağının tatbiki için verilen karar okunduktan sonra serilen bir battaniye üzerine yüzükoyun yatırılır, başının ucuna ve ayaklarının üstüne kuvvetli birer hademe yahut asker oturtulur, okulun inzibât subayı, asker ise bölüğün subaylarından biri ince kızılcık sopasıyla kaba etlerine vururdu.Bu gibi cezalar, herkes ibret alıp bu suçlar işlenmemesi için herkesin gözü önünde icra edilirdi.
MEYEH Su, mâ.
MEYELAN Bir tarafa eğilmiş olma. Ziyâde meyil gösterme. İltizam.(Fıtrat yalan söylemez. Bir çekirdekteki meyelân-ı nümuvv der: "Ben sünbülleneceğim, meyve vereceğim." Doğru söyler. Yumurtada bir meyelân-ı hayat var. Der: "Piliç olacağım." Biiznillâh olur. Doğru söyler. Bir avuç su, meyelân-ı incimad ile der: "Fazla yer tutacağım." Metin demir onu yalan çıkaramaz; sözünün doğruluğu demiri parçalar. Şu meyelânlar, iradeden gelen evâmir-i tekviniyenin tecellileridir, cilveleridir. M.)
MEYEZD f. Düğün veya işret meclisi.
MEY-FÜRUŞ f. Şarap satan, meyhâneci, şarapçı.
MEY-GUN f. Şarap renginde olan, kırmızıya yakın olan.
MEY-GÜSAR f. İçki arkadaşı. Birlikte içki içen.
MEYH şefâat etmek. * Vermek. * Avuçta su tutmak. * Sallanarak yürümek.
MEYH Kuyunun suyunun çok olması.
MEY-HANE f. İçki satılan ve içilen yer.
MEY-HAR (Mey-hâre) f. İçki içen, içkici, ayyaş.
MEYHEM "Hâlin nedir, nasılsın?" mânasına kullanılır.
MEY-HOŞ f. Ekşimtrak, mayhoş.
MEY-KEŞ f. İçki içen, şarap içen.
MEYL Ortadan bir tarafa eğik olmak. * İstek. Yönelme. Arzu. * Sevme, tutulma, âşık olma. * Gönül akışı.
MEYL-İ TAHADDÎ Meydan okuma meyli. Üstünlüğünü göstermek fikri.
MEYL-ÜT TAHRİB Bozma ve yıkma isteği, meyli.
MEYL-ÜT TEFEVVUK Üstünlük elde etmek meyil ve arzusu. (Bak: Himmet)
MEYL-ÜT TEVESSÜ' Genişleme isteği. Genişleme meyli.
MEYL-ÜT TEZEYYÜD Tekellüfle sözü uzatma, artırma arzusu.
MEYLA' Otsuz sahra, çöl. * Acele, hızlı, seri.
MEYLA Çok budaklı ağaç.
MEYLAB Za'ferân.
MEYLAK Seri ve aceleci kimse.
MEYLEN Eğilerek, meylederek. O taraftan olarak.
MEYLETMEK Bir tarafa doğru eğilmek. Bir tarafa yönelmek. * Sevgisini vermek, eğilmek. Gönül vermek.
MEYLİYAT Bir tarafa meyleden istekler.
MEYMENE Sağ kol, sağ taraf. * Meymenet, yümn-ü bereket. Bereket. Kuvvetlilik. Uğurluluk. Kutluluk.
MEYMUM Denize atılmış olan.
MEYMUN Bereketli, uğurlu. Kuvvetli. Kutlu.
MEYN (C.: Müyun) Yalan. Yalan söyleme.
MEY-PEREST (C: Meyperestân) f. Devamlı şarap içen.
MEYS Ceviz ağacı. * Sallana sallana yürümek.
MEYSA (C: Miyes) Yumuşak yer.
MEYSAN Sallana sallana yürümek.
MEYSEME (Vesm. den) Damga, damgalanmış.
MEYSERE (C.: Meyâsir) Ordunun sol cenâhı. Sol cenâh. * Zenginlik, servet.


Prof. Dr. Sinsi 09-10-2012 03:04 AM

Osmanlıca Sözlük (M Harfi)-Osmanlıca Sözlük (M Harfi)İle İlgili Kelimeler...
 
RE: Osmanlıca Sözlük (M Harfi) MEYSİR Meyser. Kolaylık yeri. Kolaylık. * Kumar. Arablar arasında ok ile oynanan kumar. * Kumar için kesilen hayvan.
MEYSUR Kolay. Kolay olmuş. Asan. Kolay kılınmış şey.
MEYSURAT (Meysur ve Meysure. C.) Kolaylatılmış şeyler. Asan edilmiş şeyler.
MEYŞ Halt etmek, karıştırmak. * Koyun sütünü keçi sütüne karıştırmak. * Yünü kıla karıştırmak. * Sözün birazını söyleyip, bir kısmını söylememe.
MEYT (Meyyit) Ölü. Cansız. Ölmüş. Hareketsiz.
MEYT (MİYÂT) Irak olmak, ırak etmek. Uzak olmak, uzaklaştırmak. Karışmak.
MEYTE Hayvan leşi.
MEYTEHÂR Hayvan leşi yiyen.
ME'YUS Ümidsiz. Kederli. Ye'se düşmüş. Ümidi kesik.
ME'YUSÂNE Ümidsizlikle. (Bak: Ye's)
MEYVE (C: Meyvecât) f. Meyva, yemiş.
MEYVE-İ DİL "Gönül meyvesi": Evlât, çocuk.
MEYVE-İ HUŞK Kuru yemiş.
MEYVEBAR f. Yemiş veren, meyveli.
MEYVECAT (Meyve. C.) f. Yemişler, meyveler.
MEYVEDAR f. Yemişli, meyveli, meyve veren.
MEYVEFÜRUŞ f. Meyve satan, yemiş satan. Manav.
MEYVEHA (Meyve. C.) f. Meyveler, yemişler.
MEYYAL Çok meyleden, eğilen. Çok istekli, düşkün.
MEYYAL-İ İNHİDÂM Yıkılmak üzere bulunan. Neredeyse göçecek durumda olan.
MEYYAL-İ İ'TİLÂ Yükselmeğe çok meyilli ve istekli.
MEYYAN Yalancı.
MEYYİT (Mevt. den) Ölü. Cansız. Ölmüş.
MEYYİT-İ MÜTEHARRİK Hareket halindeki ölü. * Mc: Sağ olup, gayret sahibi olmayanlara söylenir.
MEYYİT-İ SÂMİTE f. Susan ölü. Sessiz ölü. * Hareketsiz.
MEYYİTÂNE f. Ölü gibicesine. Ölmüşçesine.
MEYYİTE Hayvan leşi. * Kadın cenazesi.
MEYZ Ayırmak, birşeyi denklerinden üstün tutmak. * Bir yerden bir yere geçmek.
MEYZER (C: Meyâzir) Peştemal.
MEZ' Evmek, acele, sür'at. * Kesmek.
MEZ' Haberin bazısını söyleyip bazısını gizlemek.
MEZA "Geçti" mânâsına mâzi fiilidir.
MEZABBE Keleri çok olan yer.
MEZABIT (Mazbata. C.) Mazbatalar, tutanaklar.
MEZABÎ Yer yarmak, kazmak.
MEZABİH Mezbahalar. Hayvan kesilen yerler.
MEZABİL (Mezbele. C.) Mezbelelikler, süprüntülükler, çöplükler.
MEZABİR (Mizber. C.) Kalemler, kamışlar.
MEZAD Artırma ile yapılan satış. * Tuluk, dağarcık.
MEZADE (C.: Mezaid) Tuluk, dağarcık.
MEZAHİB Mezhebler. İslâm itikadı ve amel hususunda esas ittihaz olunan yollar. (Bak: Müctehid)
MEZAHİB-İ ERBAA Dört mezheb. (Bak: Mezheb)
MEZAHİM Zahmetler. Sıkıntılar. Belâlar.
MEZAHİM-İ HÂZIRA Bu zamandaki belâlar, zorluklar, anarşik hadiseler. İçtimâi zorluklar.
MEZAHİR Şereflenmeler. Mazharlar. Eşyanın göründüğü yerler. Eşyanın görünen tarafları. Zâhir ve meşhud olanlar. (Bak: Müzâhir)
MEZAHİR Çiçekli yerler.
MEZAK Tatmak. * Zevk tadacak yer. Damak. * Zevk. Tat duyma.
ME'ZAK (Me'zel) : Dar yer.
MEZAK Sür'atli yürüyen deve.
MEZALİK (Mezlaka. C.) Kaygan yerler. Ayak kayacak yerler.
MEZALİM Zulümler. Haksızlıklar. Eziyet ve işkenceler.
MEZA MA MEZA Geçen geçti. Giden gitti.
MEZAMİR (Mızmar. C.) Koşu meydanları.
MEZAMİR Zebur kitabının sureleri. * Düdükler.
MEZAMM Zemmetmek. Ayıplamak.
MEZAN Zannolunan yerler veya şeyler. Zan ve şübhe verecek şeyler.
MEZAN-ÜL ÎCAZ İcaz zannedilen yerler.
MEZAR Ziyaret yeri. Ziyaretgâh. * Mezar. Kabir. Ölünün gömüldüğü yer. Makber.
MEZAR-I ZÂR f. Ağlayan mezar.
MEZARAT (Mezar. C.) Kabirler. Mezarlar.
MEZARE Kalb katılığı. * Büyüklük, azamet.
MEZARET Kalbin şiddeti.
MEZARİ' (Mezraa. C.) Tarlalar, bostanlar. Zirâat olunacak yerler.
MEZARİ-İ MÜNBİTE Münbit ve verimli tarlalar.
MEZARİ' (Mezru. C.) Sürülüp tohum atılmış ve zirâat olunmuş yerler, tarlalar.
MEZARİB (Mızrâb. C.) Mızraplar. Kanun, ud gibi çalgı âletleri.
MEZARİK (Mızrâk. C.) Mızraklar, kargılar.
MEZARİSTAN f. Mezarlık.
MEZARRE Isırmak.
MEZAYA Meziyyetler. İyilikler. Hasletler.
MEZAYA-YI GALİYE Çok kıymetli, yüksek meziyetler.
MEZAYIK Dar ve sıkıntılı yerler.
MEZBAHA Hayvanları kesecek yer.
MEZBELE Çöplük. Pis şeylerin bulunduğu süprüntü yeri.
MEZBELE (C: Mezâbil) Otun sıcaktan solacak olduğu yer.
MEZBUB Sinekli.
MEZBUBE Sineği çok olan yer.
MEZBUH Kesilen. Zebhedilen. Boğazlanmış. * Kurban edilmiş.
MEZBUHÂNE f. Boğazlanır gibi. Boynundan kesilircesine. * Çırpınarak, son ümid ve son kuvvetle.
MEZBUL Solmuş çiçek. * Zayıf, arık ve zebun olmuş olan.
MEZBUR(E) Adı geçen. İsmi yukarıda geçen. (Bak: Merkum) * Taş ile örülmüş kuyu.
MEZC Katma. Karıştırma.
MEZC-İ İTTİHAD İttihadın verdiği imtizac. Kuvvetli birlik ve beraberlik.
MEZCEN Karıştırmakla. Katma suretiyle.
MEZCETMEK Katmak. Karıştırmak.
MEZCÎ Katıp karıştırmakla alâkalı. Mezce dair.
MEZCUC Süngülenmiş. Süngü ile dürtülmüş.
MEZD Misvak ağacının yemişi.
MEZE Tad. Çeşni. Zevk. * Eğlence, alay, lâtife.
MEZEBBE Sinekli yer. * Dizin aşağısındaki kaba etlerin etrafı.
MEZELLET Alçaklık. Zelillik.
ME'ZEM (C: Meâzim) Dağ içinde olan dar yol. Cenk yeri, dövüş meydanı.
MEZEMMET Ayıplama. Kınama. Yerme. * Kınanacak, yerilecek iş.
MEZEN Usul, kaide. Yol. Âdet. Örf.
ME'ZENE (C.: Meâzin) (Ezan. dan) Ezan okunacak yer.

Prof. Dr. Sinsi 09-10-2012 03:05 AM

Osmanlıca Sözlük (M Harfi)-Osmanlıca Sözlük (M Harfi)İle İlgili Kelimeler...
 
RE: Osmanlıca Sözlük (M Harfi) ME'ZER (C: Meâzir) Sığınacak yer, melce.
MEZFUFE Gönderilmiş.
MEZG Yemeği ağızda çiğnemek.
MEZH (Müzâh-Müzâha-Mizâh) : Lâtife, şaka. * Mezc, katma, karıştırma.
MEZHAR (C: Mezâhır-Mezâhir) Karın içi. * Damar.
MEZHEB Yol. Gidilen yol. Tutulan çığır. * Dinin esaslarında ve esas temel mes'elelerde bir olmakla beraber, teferruatta bazı muhtelif mes'eleler olması sebebiyle birbirinden az farklı müctehidlerin yolları. Müctehidlerden, kendilerine tâbi olunanların seçtikleri meslekleri. Füruatta Hanefi ve Şâfii; ve Akaidde Mâturidi ve Eş'ari gibi... Bu "Mezheb" kelimesi asıl ve esas mânasına da kullanılır. Beyn-el ulemâ ve mukakkiklerce ince tedkik neticesinde Kur'ân-ı Kerim'in esaslarından, Peygamber'in (A.S.M.) emir ve sünnetlerinden ayrılmamış "Dört Mezheb" Hak olarak seçilmiştir: 1- Hanefî Mezhebi, 2- Şâfiî Mezhebi, 3- Hanbelî Mezhebi. 4- Mâlikî Mezhebi. (Bak: İmam)(Eğer desen: Hak bir olur; nasıl böyle dört ve oniki mezhebin muhtelif ahkâmları hak olabilir?Elcevab: Bir su, beş muhtelif mizaçlı hastalara göre nasıl beş hüküm alır; şöyle ki: Birisine, hastalığının mizacına göre su, ilâçtır, tıbben vacibdir. Diğer birisine, hastalığı için zehir gibi muzırdır; tıbben ona haramdır. Diğer birisine az zarar verir; tıbben ona mekruhtur. Diğer birisine, zararsız menfaat verir; tıbben ona sünnettir. Diğer birisine, ne zarardır, ne menfaattir; âfiyetle içsin, tıbben ona mübahtır. İşte hak burada taaddüd etti. Beşi de haktır. Sen diyebilir misin ki: "Su, yalnız ilâçtır; yalnız vacibdir, başka hükmü yoktur."İşte bunun gibi, ahkâm-ı İlâhiyye; mezheplere, hikmet-i İlâhiyyenin sevkiyle ittiba edenlere göre değişir, hem hak olarak değişir ve herbirisi de hak olur, maslahat olur. Meselâ, hikmet-i İlâhiyyenin tensibiyle İmam-ı Şâfiî'ye ittiba eden, ekseriyet itibariyle Hanefîlere nisbeten köylülüğe ve bedeviliğe daha yakın olup, cemaatı birtek vücud hükmüne getiren hayat-ı içtimaiye de nâkıs olduğundan, herbiri bizzat dergâh-ı Kadıy-ül-Hâcat'ta kendi derdini söylemek ve hususi matlubunu istemek için, imam arkasında, Fâtiha'yı birer birer okuyorlar. Hem ayn-ı hak ve mahz-ı hikmettir. İmam-ı A'zama ittiba edenler, ekseriyet-i mutlaka itibariyle, İslâmî hükümetlerin ekserisi, o mezhebi iltizam etmesiyle, medeniyete, şehirliliğe daha yakın ve hayat-ı içtimaiyeye müstaid olduğundan; bir cemaat, bir şahıs hükmüne girip, birtek adam umum namına söyler; umum, kalben onu tasdik ve rabt-ı kalb edip, onun sözü, umumun sözü hükmüne geçtiğinden, Hanefî mezhebine göre imam arkasında Fâtiha okunmaz. Okunmaması ayn-ı hak ve mahz-ı hikmettir.Hem meselâ, mâdem, şeriat, tabiatın tecavüzatına sed çekmekle onu tâdil edip nefs-i emmareyi terbiye eder. Elbette ekser etbâı, köylü ve nim-bedevi ve amelelikle meşgul olan Şâfiî Mezhebine göre: "Kadına temas ile abdest bozulur; az bir necaset zarar verir." Ekseriyet itibariyle hayat-ı içtimaiyeye giren, nim-medeni şeklini alan insanlar, ittiba ettikleri mezheb-i Hanefîye göre: "Mess-i nisvan abdesti bozmaz, bir dirhem kadar necasete fetva var."İşte, bir amele ile bir efendiyi nazara alacağız. Amele, tarz-ı maişet itibariyle; ecnebi kadınlarla ihtilâta, temasa ve bir ocak yanında oturmaya ve mülevves şeylerin içine karışmaya mübtelâ olduğundan; san'at ve maişet itibariyle, tabiat ve nefs-i emmaresi meydanı boş bulup tecavüz edebilir. Onun için, şeriat onların hakkında, o tecavüzata sed çekmek için, "Abdest bozulur, temas etme; namazını ibtâl eder, bulaşma" mânevi kulağında bir sada-yı semâvi çınlattırır. Amma o efendi, namuslu olmak şartiyle, âdât-ı içtimaiyesi itibariyle, ahlâk-ı umumiye namına, ecnebi kadınlara temasa mübtelâ değil, mülevves şeylerle nezafet-i medeniye namına kendini o kadar bulaştırmaz. Onun için şeriat, mezheb-i Hanefî namiyle ona şiddet ve azimet göstermemiş; ruhsat tarafını gösterip, hafifleştirmiştir. "Elin dokunmuş ise, abdestin bozulmaz; hicab edip, kalabalık içinde su ile istinca etmemenin zararı yoktur. Bir dirhem kadar fetva vardır" der, onu vesveseden kurtarır. İşte, denizden iki katre sana misal... S.)
MEZHER Çiçeklik. Bir çiçeği içine alan şeylerin hepsi.
MEZHERE Çiçek yeri. Çiçek bahçesi.
MEZHÜVV Kibirli, gururlu.
MEZİ İlm-i Halde: Kadınla oynamak veya şehvetle yanına gelmek gibi hâllerde erkeğin tenasül cihazında zuhur eden yapışkan renksiz akıcı cisim. (Bu hâl abdesti bozar, gusül icab ettirmez)
MEZÎD Çoğalma. Ziyade etme.
MEZÎK Su ile karışık süt.
MEZİL Daralıp gönlündeki sırrı ifşâ eden, sıkıntıdan içindeki sırrı açıklayan. * Ayağı uyuşmuş. * Malını ve sırrını herkese gösterip açıklayan. * Küçük cüsseli, zayıf, hafif kimse.
MEZİLLET Yanlışlığa sebeb olacak şey. * Ayak kayacak yer.
MEZİR Zarif kimse. * Katı kalbli ve cesur. * İşlerinde nüfuzlu olan.
MEZİR Fâsid olmak, fesatçılık yapmak.
MEZİYYAT (Meziyyet. C.) Meziyyetler. Üstünlük vasıfları.
MEZİYYET İyilik. İyi ve salih hareket ve faaliyet.(Dünyaca havas tanınan insanlardaki meziyet, sebeb-i tevazu' ve mahviyet iken, tahakküm ve tekebbüre sebep olmuştur. Fukaranın aczi, avâmın fakrı, sebeb-i merhamet ve ihsan iken; esaret ve mahkûmiyetlerine müncer olmuştur. M.)
MEZİYYET-İ İFÂDE İfâde meziyeti.
MEZK Yarma, yırtma. Kesme.
MEZK (Mezâk-Mezka) : Tatmak, tadına bakmak. * Tadacak yer.
MEZKUM Zükâm hastalığına tutulmuş. Nezle olmuş, nezleli.
MEZKÛR Zikri geçen. Zikredilmiş. Evvelce bahsi geçmiş olan. (Bak: Mezbur-Merkum)
MEZL Muztarib olmak, acı ve ıztırab çekmek.
MEZLAKA Ayak kayacak yer. Kaypak yer. * Mc: Yanlışlığa düşmeye sebeb olan hal.
MEZMERE Çok şiddetli hareket ettirmek.
MEZMUM Zemmolunmuş. Makbul olmıgirsin bir tarafına ..!!! ayıplanmış. Kötü.
MEZMUN (Bak: Mazmun)
MEZMUR Terennümle okunan kaside, ilâhi ve münâcat. * Hz. Dâvuda (A.S.) inen "Zebur"un Surelerinden herbiri.
MEZNEB (C: Mezânib) Kepçe. * Suyun akacak olduğu yer.
MEZR (Mezra) Zarif adam. * Bir kimseye düşmanlık etmek. * Parmakla çimdiklemek. * Su kırbasını tamamen doldurmak. * Tadını anlamak için biraz ağzına almak, içmek.
MEZR Fâsit olma. Bozuk olma. * Pis. * Ayrılık.
MEZRAA Tarla. Ekilip mahsul alınan mülk, yer.
MEZREVAN Dizin aşağısındaki kaba etlerin etrafı.
MEZRU' Ekilmiş. Tohum ekilmiş yer.
MEZRU' (C.: Mezruât) (Zirâ. dan) Arşınlanmış, ölçülmüş. Arşınla ölçülmüş.
MEZRUAT Ekili olan şeyler. Ekili yerler.
MEZRUAT (Mezru. C.) Arşınlanmış şeyler. Ölçülmüş nesneler.
MEZ'UB Koyununa kurt gelen.
MEZ'UK Mesrur, neşeli, sürurlu. * Tuzlu.
ME'ZUN İzinli, izin almış. Salâhiyetli. * Diplomalı. İcâzetli.
ME'ZUNEN İzinli olarak.
ME'ZUNÎN (Me'zun. C.) Mezunlar. İzin almış kimseler. Salâhiyetliler. İcâzet sahibleri. Diplomalılar.
ME'ZUNİYET Me'zun olma. İzinli ve salâhiyetli olma. Diplomalı olma.
ME'ZUNİYET-İ KAT'İYE Kat'i mezuniyet, kesin izin.
ME'ZUNİYET-İ RESMİYE Resmi izin ve selâhiyet.
MEZ'UR (Mez'ure) Korkmuş, çekinmiş.
MEZZ(E) Emmek, mass.
MEZZA' (C.: Mezâyi) Koğucu. * Yalan. * Sırrını gizlemeyen kişi.
MEZZAH Lâtifeci, şakacı.
MEZZER Halep vilâyetinden getirilen siyah taş.
MI'CAZ Mak'adı büyük olan.
MIGREFE (C: Megârif) Kepçe.
MIGŞA Bahadır, kahraman.
MIGTAS Burun, göz çanağı.
MIHBASA (C: Mehâbıs) Helva küreği.
MIHBAT Davar için ağaçtan yaprak dökmekte kullanılan sopa.
MIHBAZ (C: Mehâbız) Hallaç tokmağı.
MIHCEN (C: Mehâcin) Çomak. * Başı eğri ağaç.
MIHDAME Hizmeti çok olan kişi.
MIHFAK Enli yassı kılıç.
MIHKAN (Mıhkana) Şırınga. Tenkıye âleti.
MIHLAC Yufka oklavası. * Yün ve pamuk atacak âlet, hallaç tokmağı.
MIHSAL Kilit. * Zenbil.
MIHTAB Balta gibi odun kesmekte kullanılan âlet.
MIHTAT Cetvel tahtası.
MIHZAK Makat.
MIKASS (C: Makâs) Kesecek âlet, mikrâz.
MIKATTA Üzerinde kamış kalemlerin uçları kesilen sedef, kemik, ağaç, fil dişi veya mâdenden yapılan âlet.
MIKBES (MIKBÂS) (C: Mekâbis) Ateş parçası.
MIKDEHA (C: Mekâdih) Kepçe. * Çakmak.
MIKLA' Sapan.
MIKLA' (Mıklât) (C: Mekâli) Çelik çeldikleri ağaç. * Kebap tavası.
MIKLAD (C.: Mekâlid) Anahtar, miftah. Kilit dili. * Hazine.
MIKLAT Evlâdı yaşamayan kadın. * Bir kez doğuran ve daha hâmile olmayan deve.
MIKLEB Eski kitap ciltlerinin sol kenarındaki kapak. Ekseriya okunan yer belli olsun için araya konurdu.* Saban demiri.
MIKLEM (MIKLEME) (C: Mekâlim) Kalem koyacak kap, kalemlik.
MIKMA' (C: Mekami') Fil başına vurdukları demir çomak.
MIKMAA (C.: Mekami') Gürz ve topuz gibi parçalayıcı ve yarıcı silâh.
MIKNA' (Mıknaa) (C.: Mekani') Başörtüsü.
MIKNATIS yun. Demir ve benzeri mâdenleri kendine çekici hususiyeti bulunan câzibe. * Başka te'sir altında kalmadan kuzey ve güney kutuplarına doğru yönünü değiştiren demir çubuk. (İki kutbu bulunan bu mıknatıslı çubuğun şimale bakan kısmına şimal (kuzey) ucu, cenuba çekilen ucuna da cenub (güney) ucu diyoruz. * Mağnetik oluş.
MIKNATISİYYET Mıknatıs kuvveti ve hassası.
MIKNEB (C: Mekanib) Otuz kırk kadar olan at sürüsü. * Avcılar torbası.
MIKNEVA Hizmet eden, hizmetçi.
MIKRA' Balta gibi bir âlet olup, onunla taş parçalanır.
MIKRA' Hekimlerin, hastanın vücudunu dinledikleri âlet.
MIKRAME Nakışlı eşarp. Mendil. Havlu. Peştemal.
MIKRAZ (C.: Mekariz) Makas. Kesecek âlet.
MIKTAL (C.: Mekâtıl) Bıçkı.
MIKTARE Kuş ayağına yapılan köstek. * Kelepçe.
MIKVEM (C: Mekâvim) Saban ağacının tutulacak yeri.
MIKVES Yay kabı.
MIKZAF Kayık küreği.
MIKZEF Tanbur.
MI'LA Çulhaların çukur içinde ayak ile basıp oynadıkları nesne.
MI'LAK (MA'LUK) (C: Meâlik) Üzengi kayışı. * Üzüm hevneği. * Et ve üzüm asılan çengel.
MINKARÎ Gaga biçiminde. Gagaya benzer olan. * Gaga ile alâkalı.
MINTAKA (Mıntıka) Muayyen bir yer. Havali. Taraf. Kısım. Kuşak. Kenar. Yeryüzünde bir kısım. Bölge.
MINTAKA-İ MEMNUA Yasak bölge.
MINTIKAT-ÜL BÜRUC Burçlar mıntıkası. Coğ: Oniki burcun bulunduğu tutulma dairesi. (Bak: Büruc)
MINTIKA-İ HARRE Sıcak mıntıka. Ekvator iklimi olan yerler. Hatt-ı istiva mıntıkası.
MINTÎK Çok düzgün konuşan.
MINZAR Röntgen. * Bakma âleti.
MIS'AD Merdiven. Yükseğe çıkmakta kullanılan âlet. Asansör.
MI'SAM (C: Meâsım) Kolun bilezik takacak yeri.
MI'SAR (C: Meâsır) Yeni hayız görmüş ve büluğuna yetişmiş olan kız.
MISBAH Kandil. Çıra. Meş'ale. Lâmba. (Aya, güneşe, yıldızlara ve mecâzen de Resul-i Ekrem'e (A.S.M.) bu isim verilmiştir.)Sabah ve sabahat maddesinden ism-i âlettir ki; sabah gibi lâtif ve kuvvetli aydınlık veren lâmba demektir. (E.T.)
MISBAH-ÜL MESHUR Sabahlayan, sabahlamış.
MISDAGA Yüz yastığı.
MISDAK (Sıdk. dan) Bir şeyin doğru olduğunu isbata yarayan şey. Tasdik âleti. * Alâmet. Tavır. Tarz. Düstur. * Değer ölçüsü.
MISDAKIYYÂT Mısdak ilmi.
MISFAT Süzgeç. Tasfiye âleti.


Prof. Dr. Sinsi 09-10-2012 03:05 AM

Osmanlıca Sözlük (M Harfi)-Osmanlıca Sözlük (M Harfi)İle İlgili Kelimeler...
 
RE: Osmanlıca Sözlük (M Harfi) MISKAB Delme âleti.
MISKAL Cilâlayan, parlatan âlet. * İnce. Zarif.
MISKAT Su kovası.
MISGAR Sarı yüzlü.
MISKA' (C: Mesâki) Fasih dilli, güzel sesli kişi.
MISR (C.: Emsâr) İki şey arasındaki perde, hâil. * Memleket. Şehir. * Afrika'nın şimalinde bir memleket ismi. * Bir hububat adı.
MISRA' Kapı kanadı. * Edb: Bir manzum yazının her bir satırı. Tam bir vezin ölçüsüne göre tanzim edilmiş söz.
MISRÂ-İ ÂZÂDE Edb: Başlıbaşına mânası bulunan mısra.
MISRÂ-İ BERCESTE Edb: En güzel ve en kuvvetli olan mısra.
MISRAM (C: Mesârim) Orak.
MISRAN Basra ile Kufe şehirleri.
MISRÎ (Mısriyye) Mısırlı. * Mısır ülkesiyle alâkalı.
MISTABA (C.: Mesâtıb) Peyke, sedir.
MISTABANİŞİN f. Sedirde oturan.
MISTAR Yazının güzelliğine, düzgünlüğüne yarayan âlet. Yazı yazarken satırları doğru gösterebilmek için lâzım olan çizgileri yapmağa yarayan âlet. * Sıvacıların bir âleti.
MISTAR-I HİKMET Hikmetin mıstarı.
MISVA Uylukları zayıf ve etsiz olan kadın.
MISVAT Çok haykıran, çok bağıran. * Ses kuvveti.
MISVELE (C: Mesâvil) Harman süpürgesi.
MISYAF Yaz günlerinde çok yağmur yağan yer. * Sakalı ağarmayınca evlenmeyen erkek.
MISYED(E) Av avlamağa mahsus âlet. Tuzak, kapan.
MIŞAT (Mışt. C.) Taraklar.
MIŞMIŞ Zerdali, erik veya kayısı.
MIŞRAK Güneşi bol olan yer.
MI'TA (C: Mıât-Mıâtâ) Bahşişi ve hediyesi çok olan kişi.
MIT'AM Çok yemek yediren.
MIT'AM Çok yeyici, fazla yiyen.
MIT'AN (C.: Metâin) At sürücüsü.
MI'TAR (C: Meâtır) Devamlı güzel kokular sürünen.
MITFEHA Kevgir.
MITHAN Değirmen.
MITHAR Uzağa giden ok.
MITHERE Su kabı. Matara.
MI'TÎR Güzel kokular sürünen.
MITLA (C: Metâli) Dikenli otlar biten yumuşak yer.
MITLAK Sık sık kadın boşayan erkek.
MITMER Yapı ipi.
MITRAB Neşeli adam. Neşesi bol kimse.
MITRAK(A) (C.: Metârık) Sopa, değnek. * Tokmak. * Mızrak. * Çekiç.
MITRED (C: Metârıd) Avın ardından atılan kısa süngü.
MITREDE Yünden veya haz denilen kumaştan yapılan elbise.
MITRÎ Cendereci.
MITV (C: Mitâ) Hurma salkımı.
MITVA' Çok muti', çok itaatli.
MI'VEL (C: Meâvi) Sivri külünk ve balta.
MIZFAR Zafer kazanan. Galib. olan. Asma çubuğuna sarmaşık gibi sarılan filiz.
MIZMAR (C.: Mezâmir) Koşu meydanı. Yarışma sahası.
MIZRAB (MIZRÂB) (C.: Medârib) Saz zahmesi. (Onunla saz çalarlar).
MIZRAK Ucu sivri uzun saplı harp âleti. Kargı.
MIZREB Büyük çadır, oba.
MIZYA' Malını çok harcayan kimse. Malını fazlaca zâyi eden adam.
MIZZ Yemeğin lezzetinden ağzını şapırdatmak.
MİA Günlük adı verilen zamk.
MİÂ' (C.: Em'â) Bağırsak.
MİÂ-İ A'VER Körbağırsak.
MİÂ-İ GALİZ Kalınbağırsak.
MİÂ-İ İSNÂ-AŞER Oniki parmak bağırsağı.
MİÂ-İ RAKİK İncebağırsak.
MİAD Vaad edilen gelecek zaman veya yer. * Müsaade edilen zaman. * Kıyâmet. Mahşer. * Vaad. Müddet.
MİÂÎ (Miâiyye) Bağırsakla alâkalı.
MİAT (Mie. C.) Yüzler. Yüz sayıları.
Mİ'BER Suyu geçmeğe yarıyan kayık, sal gibi vâsıtalar. * Köprü. Su geçme geçidi.
Mİ'BER (Mi'bere) İğne kutusu, iğne kabı.
MİBLA' (Bel'. den) Obur.
MİBNAH Heybe.
MİBRED Eğe. * Eğe cinsinden bir yazı âleti.
MİBREE Kalemtraş. Kalem açmağa yarıyan âlet.
MİBTAN Çok yemekten karnı şişen etli ve yağlı kişi.
MİBVEL (Mibvele) Sidik kabı. Küçük abdest edilecek delikli taş veya oluk.
MİBZA' Kan almakta kullanılan âlet. Neşter.
MİBZAG Nişter, kan alacak âlet.
MİBZEL (C: Mebâzil) Süzgeç.
MİBZELE (C: Mebazil) Her gün giyilen kaftan, günlük elbise.
MİBZER Tohum ekmekte kullanılan bir âlet.
MİCDAF (C: Mecâdif) Sandal, kayık küreği.
MİCDAH (C: Mecâdih) Kavut karıştırdıkları ağaç. * Menazil-i Kamerden bir yıldız.
MİCDAR Bostan korkuluğu. Korkuluk.
MİCDEL (C.: Mecâdil) Köşk, kasır, kâşâne.
MİCENE (C.: Mevâcin-Meyâcin) Kassar tokmağı.
MİCENN Kalkan, siper.
Mİ'CER Bir cins kadın başörtüsü. Eşarp.
MİCERR Gem çenberi. * Matkap kayışı.
MİCERRE (C: Mecirr) Yer düzeltilen sürgü. * Demir kürek. ("Bel" denir)
MİCESSE Ağaç budamada kullanılan keskin demir.
MİCEŞŞ El değirmeni.
MİCHAR Yüksek sesle konuşan.
MİCLAT Ağaç budamada ve bağ filizini kesmekte kullanılan demir.
MİCMER İçinde tütsü yakılan bakır yahut bronzdan küçük şamdan şeklindeki aletin adıdır. "Buhurdan" da denilir.
MİCR Çenber.
MİCREFE (C: Micref-Mecarif) Ateş küreği.
MİCSED Cesede yapışık olan elbise.
MİCVAD Güzel şiirler söyliyen şâir.
MİCVEB Bir şey kesmeye yarıyan demir.
MİCVEL Gömlek. * Küçük esvap. * Kalkan.
MİCZAF (C: Mecâzif) Gemi küreği.
MİCZAM Pek keskin kılıç.
MİCZEM Çok keskin kılıç.
MİDA' Bir şeyin son bulduğu yerin sonu. * Yolun sıklaştığı yeri.
MİDA' (MİDEA) (C.: Mevadi') Eski kaftan, eski elbise.
MİD'A(T) Şehrin burcu.
MİDAD Yazı mürekkebi. Mürekkeb.
MİDADİYE Mürekkep konan şey. Mürekkep hokkası.
MİDAE Kırba. Deriden su kabı. İbrik. Matara. * Çeşme lülesi. * Abdest alınan yer.
MİDAKA (MİDAKKA) Kendisiyle bir şey dövülüp ezilen şey. Havan.
MİDANEM f. Biliyorum.
MİDARE Çuvaldız gibi bir demir. (Kadınlar onunla saç düzeltirler.)
MİD'AS Çok işlek olduğundan yumuşamış olan yol.
MİDAS Pabuç.
MİDDE Cerahat, irin.
Mİ'DE (C.: Miad) İnsan ve hayvanlarda, yenen şeyleri hazmetmek vazifesi olan bir iç uzvu.
MİDE-NÜVAZ Mide okşayan (maydanoz).
MİDEVÎ Mide ile alâkalı mideye ait. * Mideye yarar.
MİDFA' (C.: Medâfi') Ask: Top.
MİDHANE Buhurdan.
MİDHAT Medhetme, övme.
MİDHATGER f. Övücü, medhedici.
MİDİLLİ At cinsinin küçük çaptaki nev'ine verilen addır. Bu türlü atlar Midilli adasında yetiştirildiği için bu adı almıştır.
MİDKAS İpek.
MİDLES (C: Medâlis) Def'edecek yer.
MİDMAK Binanın iskeleti.
MİDMEK (C: Medâmik) Ziynet verecek âlet. * Haberi şâyi eden, duyuran nesne.
MİDRA Boynuzdan veya demirden çuvaldız gibi bir nesne. (Kadınlar onunla saçlarını düzeltip islâh ederler ve tarakla da tararlar.)
MİDRAR Yağmur yağdıran bulut. * Çok su döken.
MİDRAS Okuma yeri. * İçinde Tevrat dersi verilen ev.
MİDRE Bahadır, kahraman.
MİDREBE Demir yerine ucuna boynuz takılan süngü.
MİDVEK Bir şey ezmekte kullanılan taş.
MİDYAN (C.: Medâyin) Daima borç eden kimse.

Prof. Dr. Sinsi 09-10-2012 03:05 AM

Osmanlıca Sözlük (M Harfi)-Osmanlıca Sözlük (M Harfi)İle İlgili Kelimeler...
 
RE: Osmanlıca Sözlük (M Harfi) MİE Yüz. Yüz sayısı.
MİETEYN İki yüz. (200)
MİFAD Kebap demiri.
MİFER Hizmetkâr, hizmetçi.
MİFEZZA Tokmak.
MİFRAK (C: Mefârik) Başın ortası (saçın bölük olduğu yerdir.)
MİFRAS (MİFRÂS) (C: Mefâris) Gümüş kesecek âlet. * Demir.
MİFSAD Kan almakta kullanılan âlet. Neşter.
MİFSAL Dil, lisan.
MİFTAH Açan âlet. Anahtar. Kilidleri açan anahtar.
MİFTELE Yün eğirmekte kullanılan çatal değnek.
MİFZAL Fazilet ve şeref sahibi.
MİFZAL Gündelik iş elbisesi.
MİG f. Duman, sis, duhân. * Kara bulut.
MİGDAD Çok gadaplı, çok kızgın.
MİGFER Ateşli silâhların icadından evvel, muharebede kılıç, mızrak ve ok gibi harp âletlerinden korunmak için başa giyilen bir nevi başlık idi. Miğfer, zırh ile beraber bir bütün teşkil ederdi. Osmanlı miğferleri çeşitli şekillerde olmakla beraber genel olarak iki kısma ayrılırdı. Bir kısmı ince bakırdan, diğer kısmı ise çelikten yapılırdı. Miğfer; tepesi sivri fes biçiminde idi. Asıl tepeye gelecek yer temrenle süslenir, temrenin ucu kâh sivri olur, bazan da lâfza-i Celâl ve bazı kere de hilâl ile son bulurdu.
MİGFERÎ Miğfer şeklinde olan, miğfer biçiminde olan. * Miğferle ilgili.
MİGLAK (C.: Megalik) Kilit, mandal.
MİGNAK f. Dumanlı, sisli. Bulutlu.
MİGSEL Tas, ibrik. Yıkanmada kullanılan kab.
MİGVEL (C.: Megavil) İnce kılıç. Hançer.
MİGZEL (C.: Megazil) İplik eğirmekte kullanılan âlet. iğ.
MÎH f. Çivi, mıh. Kazık.
MİH (C.: Mihâ) f. Ulu, büyük. Azim, kebir.
MİHA Yaş değnek.
MİHAD Yer. Arz. * Beşik. * Döşeme. Döşek.
MİHADDE Baş ve yüz altına koydukları yastık. * Kazma. * Balta.
MİHAFFE Mahfe. Katır veya develerin sırtına konulan ve iki kişinin oturabileceği büyüklükte olan sepet.
MİHAH (Muhh. C.) Beyinler. * İlikler.
MİHAİL Resul-i Ekremin (A.S.M.) geleceğini haber veren ve bir ismi de Mişâil olan eski zaman Peygamberlerinden bir Zâttır. Kitabının 4. bab'ında: "Ahir zamanda bir ümmet-i merhume kaim olup, orda hakka ibadet etmek üzere, mübarek dağı ihtiyar ederler. Ve her iklimden oraya birçok halk toplanıp Rabb-ı Vâhide ibadet ederler. O'na şirk etmezler." diye bahsetmiştir.(İşte şu âyet, zâhir bir surette dünyanın en mübarek dağı olan Cebel-i Arafat ve orada her iklimden gelen hacıların tekbir ve ibadetlerini ve ümmet-i Merhume nâmıyla şöhret-şiar olan ümmet-i Muhammediyeyi (A.S.M.) tarif ediyor. M.)
MİHAK (Mahâk-Muhâk) Her arabi ayın son üç gecesi.
MİHAL Kuvvet. Azab. Ukubet.
MİHAMME Küçük bakır ibrik.
MİHAMME Yer süpürgesi.
MİHAN (Mihnet. C.) Mihnetler, sıkıntılar.
MİHAN (Mih. C.) Ulular, büyükler.
MİHANİKÎ KIRAET Kelimeleri, terkibleri doğru telâffuz etmekle beraber ezber dersi dinletiyormuş gibi çabuk çabuk okumaktır. Böyle okuyuş dinleyene bir şey anlatmaz. Ancak okuyanın mevzuu kavramış olduğunu anlatır. Öyle kıraet bir makinanın duygusuz işlemesine benzetilir.
MİHANİKİYYET yun. (Mihanik. den) Makine sanayiini ihate eden fen ve ilimler. Makine gibi cansız şeyler. * Cansız ve duygusuz fakat ahenkli hareket ve hareket kabiliyeti.
MİHAR (Mühür. C.) At yavruları. Taylar.
MİHAŞŞ(E) Ot biçtikleri âlet. Orak ve tırpan. * Ot koydukları kap.
MİHATT Deriden kıl ve yün yolacak demir.
MİHAZ Çizme mahmuzu.
MİHBAZ (C.: Mehâbiz) Hallaç tokmağı.
MİHBEB Tâne tâne kesecek âlet.
MİHBERE (C.: Mehâbir) Mürekkep koydukları kap.
MİHCEM(E) (C.: Mehâcim) Hacamat şişesi. * Çekip emmeğe mahsus âlet.
MİHDA İçine hediye konulan kap.
MİHEK f. Küçük çivi. * Karanfil.
MİHEN (Bak: Mihan)
MİHENK (Mihek) Altının ayarını anlamaya mahsus bir taş. Ölçü. İyiyi kötüyü ayıran, ayar âleti. * Mc: Bir insanın kıymetini, ahlâkını anlamaya yarayan vasıta.
MİHFAR Toprak kazan âlet. Kazma.
MİHFEN Değirmen sepeti.
MİHFER(E) (C.: Mahâfir) Kazma. Bel.
MÎHÎ f. Çivi şeklinde. Çiviye âit.
MİHÎN (Mihine) Daha büyük, daha ulu.
MÎHKADEM f. Ayağı kırık.
MİHLA(T) İçine yulaf koyup davara vermekte kullanılan torba.
MİHLAF Vaadinde çok hilâf eden, sözünde durmayan kimse.
MİHLAK Ustura.
MİHLEB (C.: Mehâlib) Yırtıcı kuşların tırnağı, pençesi. * Orak, bıçak.
MİHLEB İçine süt sağılan kap.
MİHMAN f. Misafir.
MİHMANDAR f. Misafire hizmet ve yardım eden. Misafiri ağırlayan.
MİHMANDAR-I KERİM Dünya misafirhanesinde kullarına yardım ve in'am eden Rabbimiz, Allah (C.C.). * Müslümanlara dünya misafirhanesinde rehberlik eden, Hazret-i Peygamber (A.S.M.)
MİHMANDARÎ f. Mihmandarlık. Misafir ağırlayıcılık.
MİHMANHANE f. Misafirhane. Misafir edilecek yer. Otel. * Mc: Dünya.
MİHMANÎ f. Mihmanlık, misafirlik.
MİHMANNEVAZ f. Misafire iyi muamele ederek ikram eden. Misafir ağırlayan.
MİHMANPERVER f. Misafir ağırlayan, misafire ikram eden, misafir seven.
MİHMANPERVERÎ f. Misafirperverlik, misafir ağırlayıcılık.
MİHMANSERAY f. Misafirhane. Otel. * Mc: Dünya.
MİHMEL (C.: Mehâmil) Kılıç bağı. * Büyük mahfe.
MİHMER (C.: Mehâmir) Semer atı.
MİHMEZ (MİHMÂZ) Çizme mahmuzu.
MİHNEKA (C.: Mehânık) Maktul. * Gerdanlık. * Boğacak âlet.
MİHNET Zahmet. Eziyet. Dert. Belâ. * Mc: Tecrübe, sınamak.
MİHNET-ÂBÂD f. Keder, mihnet ve gam dolu olan yer. * Mc: Dünya.
MİHNETDİDE f. Musibete uğramış. Keder ve mihnet görmüş.
MİHNETGÂH f. Keder, gam ve mihnet çekilen yer. * Mc: Dünya.
MİHNETKEDE f. Gam ve keder çekilen yer. Nihnet yeri. * Mc: Dünya.
MİHNETKEŞ f. Keder, eziyet ve mihnet çeken.
MİHNETZEDE f. Afet ve belâya uğramış. Keder, mihnet ve musibete giriftar olmuş.
MİHR (Bak: Mehr)
MİHRAB Camide imamın namaz kılarken cemaatin önünde durduğu yer. * Şiddetli harbeden cengâver. Bahadır. * Evin şerefli yüksek yeri, çardak. * Meclisin sadrı ve ekrem mevzii. * Mc: Harb âleti. * Orman. * Melikin hususi makamı. * Mc: Şeytan ve hevâ ile muharebe edecek yer. * Ümit bağlanan yer.
MİHRAB-I CEMŞİD Güneş, Şems.
MİHRACE (Hind'ce: Mahraca) Hindistan'da Hindu dininden olan hükümdarların büyüklerine verilen ünvandır. Hindu kral.
MİHRAF Hekimin yarayı muâyene ettiği âlet.
MİHRAK Çok hareket eden. * Hareket âleti. Karıştıracak nesne.
MİHRAK Fiz: Küre içi biçiminde (içbükey) bir aynaya müvâzi (paralel) gelen ışıkların, aksettikten sonra toplandıkları nokta. Yakıcı nokta. * Hareket merkezi.
MİHRAKÎ Mihrak noktasına âit.
MİHRAK (C.: Mehârik) Ağaç kılıç. * Yırtıp parçalayacak âlet.
MİHRAS (C.: Mehâris) Dibek taşı.
MİHRAT Tennur odunu karıştırdıkları âlet. * Çiftçi sabanı.
MİHRAT (C.: Mehârit) Her yıl derisi kavlayıp soyulmak âdeti olan yılan.
MİHRBAN f. Merhamet ve şefkat sahibi. Muhabbetli, sevimli, yumuşak huylu ve güleryüzlü.
MİHRBANÎ f. Dostluk, muhabbet, sevgi.
MİHRE f. Acemi ördekleri avlamak için su kenarlarına bağlanan ördek.
MİHREF (C.: Meharif) İçine yemiş koydukları kap.
MİHREZ İğne, ibre.
MİHRGAN f. Sonbahar. Güz mevsimi. * Eski İranlıların iki büyük bayramlarından birinin adı.
MİHRNAZ f. Naz güneşi. Çok nazlı.
MİHSAD Ekin orağı.
MİHSAF (C.: Mehâsıf) Biz dedikleri ince uzun demir.
MİHSAL Ok yapılan demir.
MİHSAL Keskin kılıç.
MİHSARRE Bir kimsenin elinde tuttuğu sopa veya değnek.
MİHSERE Süpürge.
MİHŞAH (C.: Mehâşi) Kaba kilim.
MİHTAB Balta. Odun kesmekte kullanılan âlet.
MİHTAT Cetvel tahtası.
MİHTER (C.: Mihterân) Daha büyük. Daha ulu.
MİHTERÂN (Mihter. C.) f. Daha büyükler.
MİHTERÎ f. Büyüklük, ululuk, azimlik.
MİHVAL Çok hilekâr. Hileci. Dolandırıcı.
MİHVEKA Süpürge.
MİHVER Dünyanın kuzey ve güneş kutbu arasından geçtiği farz olunan hat, dönen bir şeyin ortasından geçen mil. Düzgün geometrik şekilleri iki eşit kısma ayıran doğru çizgi. Çark ve tekerlek gibi dönen şeylerin ortasından geçen mil. Merkez. * Mat: Üzerinde bir müsbet ciheti var farzedilen sonsuz hat. * Kağnı arabasının dingili.
MİHVER-İ ÂLEM Arzın merkezinden geçerek semâ küresini her iki tarafta kesen mevhum hat.
MİHVER-İ HAREKÂT Askeri harekâtın yapıldığı yer.
MİHVER-İ ARZ Arzın kuzey ve güney kutupları arasında uzanıp, merkezden geçtiği farz olunan hat.
MİHVER-İ NEBAT Kök, gövde ve yaprakların tamamı.
MİHYAC Şiddetli. * Çok, ziyâde, fazla.
MİHYAF Tez susayan davar.
MİHYAL Bir yıl ekilip, bir yıl ekilmeyen arazi.
MİHYAT İğne.
MİHZA (MİHZAB) Ateş karıştırmakta kullanılan ağaç.
MİHZAB Boyacıların elbise boyadıkları küp.
MİHZAC Çamaşır tokacı.
MİHZAK Çok gülen kadın.
MİHZAR Mânâsız ve saçma sapan sözler konuşan.
MÎK f. Çekirge.
MÎK Çabuk ağlayan, yufka yürekli olan.
MİKA Muhabbet, sevgi.
MİKAA Kassarların üzerinde bez döğdükleri ağaç. * Kassarlar tokmağı. * Yaşlı ve uzun boylu kimse.
MİK'AB Geo: Küb. * Mat: İki defa kendisi ile çarpılan sayı.
Mİ'KAB Kızdan sonra oğlan doğuran kadın. Bir oğlan sonra bir kız doğuran.
MİK'AB (C.: Mekâıb) Topuk mesti.
MİKÂİL Rezzakıyyet arşının hamelesi olan büyük Melek. Dört Büyük Melekten birisi. (Bak: Melâike)
MİKAMME Süpürge.
MİKAT Bağırdak ipi, (oğlancıkları beşikte onunla bağlarlar.) * Kesilme ânında koyunun ayağını bağladıkları ip.

Prof. Dr. Sinsi 09-10-2012 03:05 AM

Osmanlıca Sözlük (M Harfi)-Osmanlıca Sözlük (M Harfi)İle İlgili Kelimeler...
 
RE: Osmanlıca Sözlük (M Harfi) MİKAT Bir iş için tayin edilen zaman veya yer. * Mekke-i Mükerreme yolu üzerinde hacıların ihrama girdikleri yer.
MİKATÎ Hacc mevsimini beklemek üzere Mekke-i Mükerreme'de kalan kimse.
MİKAT SÜNNETİ Hacca niyet edenin ihrama girmesi.
MİKATT (C.: Mikât) Üzerinde kalem kesecek âlet.
MİKDAD Demir kesme âleti.
MİKDAM (C.: Makadim) Çok ayaklı. * Kıdemli. * Çok çabalayıp uğraşan. Fazlaca gayret sarfedip ikdâm eden.
MİKDAR Parça. Kısım. Bölük. * Kıymet. Değer. Derece.
MİKDAR-I KÂFİ Yeter derecede.
MİKDAR-I KAMET Namaza başlamak için okunan kamet zamanı kadar.
MİKELE Sofra takımı.
MİKHAL (C.: Mekâhil) Göze sürme çekmekte kullanılan âlet.
MİKLEB Eskiden ciltlenen kitapların sol tarafındaki fazlalık parçanın adı.
MİKLEME Kalemlik, kalem konacak âlet.
MİKNE (C: Mekenât) Süpürge.
MİKNESE Süpürge.
MİKNET Güç, kudret, kuvvet.
MİKRA' Balta gibi bir alettir ve onunla taş parçalarlar.
MİKRAA (C: Mekâri) Davul çomağı. * Çoban değneği.
MİKRAM Çok ikram ve kerem eden. Bağışlayan, ihsan eden.
MİKRAM (MİKRAME) (C: Mekârim) Kadınların başını ve yüzünü örttükleri nakışlı bez.
MİKRAT (C: Mekârâ) Su mecrâsı. (Her taraftan gelen yağmur suyu orada toplanır.) * Büyük havuz. * Büyük çanak.
MİKRAZ (C.: Mekariz) Makas.
MİKREB (C.: Mekârib) Çift sürmede kullanılan saban.
MİKRON Fr. Metrenin milyonda biri. Milimetrenin binde biri.
MİKROSKOP Fr. Gözle görülmeyecek kadar küçük cisimleri, çok defa büyük göstermeye yarayan âlet.
MİKSAHA (C.: Mekâsih) Süpürge.
MİKSAL Çok keskin kılıç.
MİKSAR Çok konuşan, sözü uzatan, geveze. * Çoğaltan, teksir eden.
MİKSEFE (Kesâfet. den) İçine elektrik enerjisi yığılan âlet. (Kondansatör)
MİKSEHA (C.: Mekâsih) Süpürge.
MİKSİR Çok söyleyici, çok konuşan.
MİKŞAT Hattatların, kamış kalemlerinin kabuğunu soymakta kullandıkları âlet.
MİKTA' Kesecek âlet.
MİKTEBE Tabak üstüne örttükleri nesne.
MİKTEL Onbeş sa' miktarı nesne alır ölçek.
MİKVAL Çok konuşan.
MİKVED (C.: Mekavid) Yular.
MİKVEL Lisan. Dil.
MİKYAL (C.: Mekâyil) (Keyl. den) Ölçek. Tahıl ölçeği.
MİKYAS Kıyas edecek, ölçecek âlet. Ölçü âleti. Uzunluk ölçüsü. Ölçek.
MİKYAS-I KUVVET Kuvvet ölçer. Dinamometre.
MİKYAS-I MÂ Hidrometre.
MİKYAS-I ZELAZİL Yer sarsıntısının şiddet ve yönünü gösteren âletler.
MİKYAS-ÜL HARARE Harâret derecesini ölçen âlet. Termometre.
MİKYAS-ÜL MÂYİAT Sıvıların yoğunluk derecesini ölçen âletin adı.
MİKYAS-ÜR RİYAH Rüzgâr hızını tâyin eden âlet.
MİL İğne gibi ince ve uzun bir âlet. * Göze sürme çekecek âlet. * Ucu sivri çelik kalem. * Sivri dağ tepesi. * Bir çarkın, üzerinde döndüğü mihver, eksen. * Elektromotordan iş tezgâhına kuvvet nakleden uzun çelik çubuk. * Selin bıraktığı en verimli münbit toprak. * Mesafeyi gösteren işaret çubukları. * Bir kilometreden fazla mesafe, uzaklık.
MİL-İ BAHRÎ İngiliz deniz mili. (1852 metre)
MİL-İ BERRÎ Kara mili. (1609 metre)
MİLA Bir kap dolusu nesne.
MİLAD (Velâdet. den) Doğum günü. * Hz. İsa'nın (A.S.) doğum günü kabul edilen yıl başı.
MİLADÎ Milada ait. Milada dayanan. Ekser Avrupalıların takvim başlangıcı yaptıkları Milad yılına ait. * İsa'nın (A.S.) doğumundan itibaren başlayan takvim ki, miladî tarih denir.
MİLAH (Milh. C.) Milhler, tuzlar.
MİLAHAT Gemicilik. Gemicilik bilgisi.
MİLAK Bir nesnenin kıyam ve sebâtına sebep olan nesne.
MİL'AKA (C.: Melâik) Tahta kaşık.
MİL'AKA-TIRAŞ f. Tahta kaşık yapan.
Mİ'LAT (C: Meâli) Yas tuttuğunda, kadınların gözyaşı sildikleri bez.
MİLAT Duvara yaptıkları çamur. Sıva balçığı.
MİLBEN Kerpiç kalıbı. * Süt sağacak kap.
MİLDEM (MİLDÂM) Çekirdek dövdükleri taş. * Ahmak ve iri vücutlu kimse.
MİLDES Hurma çekirdeğini dövdükleri büyük taş.
MİL'E Dolu, dolusu. * Cemaat. (Bak: Mele') * Havuz.
MİLEL (Millet. C.) Milletler. Bir millet sayılan topluluklar. * Bir din veya mezhebde olan topluluklar.
MİLEL-İ MÜTEMEDDİNE Medenileşmiş milletler.
MİLEL-İ SÂİRE Başka, diğer milletler.
MİLEZZ Katı, şiddetli, şedid.
MİLG Ahmak.
MİLH (C.: Emlâh-Milha-Milah) Tuz.
MİLHA (Milhât) (C.: Melâhi) Eğlence, oyun, cümbüş.
MİLHA (Milh. C.) Tuzlar.
MİLHA Kutu. Dağarcık.
MİLHAB (C.: Melâhib) Kesecek âlet. * Ber nesnenin kabuğunu soyacak âlet.
MİLHAFE Bürünecek şey. Yorgan.
MİLHE Güzel kelâm, lâtif söz.
MİLHEZ Mürekkep karıştırmakta kullanılan bir âlet.
MİLHÎ (Milhiye) Tuzla alâkalı. Tuzdan.
MİLİ f. Kedi.
MİLİS Fr. Orduya yardımcı halk kuvveti.
MİLK Mal cinsinden olan yer. Birisinin tasarrufu altında bulunan yer. Mülk.
MİLK-İ YEMİN Köle, cariye.
MİLKA Eskiden mürekkep hokkalarına konulan ham iplik.
MİLKAT Cerrah cımbızı.
MİLKAT (C: Melâkıt) Tandırdan ekmek çıkaracak âlet.
MİLKDAR f. Hükümdar, pâdişah. Mülk sâhibi.
MİLKED Nesne dövecek âlet.
MİLLET Bir dinden olanların topluluğu. Din, dil ve târih beraberliği bulunan insan cemaatı. Sınıf. Topluluk. * Bir sülâleden gelenlerin hepsi. * Maddi, mânevi bir unsurdan sayılıp beraber yaşayanların hepsi.
MİLLET-İ BEYZA Bütün Müslümanlar.
MİLLET-İ HÂKİME Hâkim millet.
MİLLET-İ MERHUME Müslümanlar, İslâm Milleti. (Allah'a ve onları ebedi saadete sevkeden emirlerine itaat ettiklerinden, kendileri rahmete mazhar olmuşlardır.)
MİLLÎ (Milliye) Din ve millete âit, milletle alâkalı, millete mensub.
MİLLİYET Ümmet. Aralarında din, dil ve tarih birliği olan topluluktaki hâl. Millet olma. Aralarında maddi mânevi birlik ve beraberlik râbıtaları bulunan topluluktaki vasıf. (Milliyetimiz bir vücuddur. Ruhu, İslâmiyyet; aklı, Kur'ân ve imândır.)(Kimin himmeti milleti ise, o tek başiyle küçük bir millettir. M.)(Fikr-i milliyet, şu asırda çok ileri gitmiş. Hususan dessas Avrupa zâlimleri, bunu İslâmlar içinde menfi bir surette uyandırıyorlar, tâ ki, parçalayıp, onları yutsunlar.Hem fikr-i milliyette bir zevk-i nefsâni var; gafletkârâne bir lezzet var; şeâmetli bir kuvvet var. Onun için şu zamanda hayat-ı içtimaiye ile meşgul olanlara, "Fikr-i milliyeti bırakınız!" denilmez. Fakat, fikr-i milliyet iki kısımdır. Bir kısmı menfîdir. Şeâmetlidir, zararlıdır; başkasını yutmakla beslenir, diğerlerine adâvetle devam eder, mütayakkız davranır. Şu ise, muhâsamet ve keşmekeşe sebebdir. Onun içindir ki, hadis-i şerifte ferman etmiş: $Ve Kur'an da ferman etmiş: $ İşte şu hadis-i şerif ve şu âyet-i kerime; kat'i bir surette menfî bir milliyeti ve fikr-i unsuriyeti kabul etmiyorlar. Çünki: Müsbet ve mukaddes İslâmiyet milliyeti, ona ihtiyaç bırakmıyor... M.) (Bak: Türk)(Menfî milliyette ve unsuriyet fikrinde ifrat edenlere deriz ki:Evvelâ: şu dünya yüzü, hususan şu memleketimiz, eski zamandan beri çok muhaceretlere ve tebeddülâta mâruz olmakla beraber; Merkez-i Hükümet-i İslâmiyye bu vatanda teşkil olduktan sonra, akvâm-ı sâireden pervane gibi çokları içine atılıp, tavattun etmişler. İşte bu halde Levh-i Mahfuz açılsa ancak hakiki unsurlar birbirinden tefrik edilebilir. Öyle ise, hakiki unsuriyet fikrine, hareketi ve hamiyeti bina etmek mânasız ve hem pek zararlıdır. Onun içindir ki: Menfî milliyetçilerin ve unsuriyet-perverlerin reislerinden ve dine karşı pek lâkayd birisi mecbur olmuş; demiş: "Dil, din bir ise; millet birdir." Mâdem öyledir. Hakiki unsuriyete değil; belki dil, din, vatan münâsebatına bakılacak. Eğer üçü bir ise, zaten kuvvetli bir millet; eğer biri noksan olursa, tekrar milliyet dairesine dâhildir. M.)
MİLLİYETPERVER f. Milliyetini seven.
MİLSAH (C.: Melâsıh) Keten tarağı.
MİLT Nesebi bilinmeyen.
MİLTAN Yağ değirmeni.
MİLTAT Dimağa ermiş olan baş yarası. * Deniz kenarı.
MİLVAH Tuzak yanında koydukları kuş. * Semiz olmayan hayvan.
MİLVAT Mala.
MİLZAB (C.: Melâzib) Aşırı derecede cimri, pek hasis.
MİM Kur'ân-ı Kerim alfabesindeki yirmidördüncü harf olup, ebced hesabında kırk sayısının karşılığıdır. * Tarih yazarken bazan Muharrem ayına bir işaret olabilir. * Bir kitap veya ibarenin sonuna veya altına temme (bitti) yerine ve "mâlum oldu, görüldü" makamında konulan bir harftir. (Bak: Ebced)
Mİ'MAR İmar eden. Hüner sâhibi. İnşaat plânlarını yapan ve bunların kurulmasına bakan san'atkâr. Binâ inşa eden mühendis.
Mİ'MARÂN f. Mimarlar.
Mİ'MARÎ (Mi'mariyye) Mimarlıkla alâkalı. Mimarlığa âit. * Bir yapı için mimara verilen para.
MİMHA Meni silmeye mahsus bez parçası.
MİMHAZA Yayık. (Onunla yoğurttan yağ çıkarırlar.)

Prof. Dr. Sinsi 09-10-2012 03:05 AM

Osmanlıca Sözlük (M Harfi)-Osmanlıca Sözlük (M Harfi)İle İlgili Kelimeler...
 
RE: Osmanlıca Sözlük (M Harfi) MİMÎ (Mimiyye) Mim harfi ile alâkalı. İçinde mim harfi bulunan kelime.
MİMLAKA Yer düzeltecek taş.
MİMLEHA Tuzlu yer.
MİMRAZ Hastalıklı, illetli.
MİMSAH Yalancı.
MİMSAHA Adi basacak nesne. * Yüz silecek mendil.
MİMSİZ MEDENİYET Vahşilik, denîlik. Alçaklık. * Medeni kelimesinin, Kur'ân alfabesine göre "mim" harfini kaldırırsak, denî kelimesi kalır. Buna binaen, "mimsiz medeniyyet" de denî, alçak ve zâlim yerinde kullanılmıştır.
MİMTAR Yağmurluk.
MİN Arabçada harf-i cerrdir. 1- Mekân ve bir şeye başlamayı ifâde eder.Meselâ: $ "Haftadan haftaya" da olduğu gibi.2- Teb'iz için olur. Meselâ: $"Kim bir kavme benzemeğe özenirse onlardan sayılır" cümlesinde olduğu gibi. Bazılarını, bir kısmını ifâde ediyor. 3- Cinsi beyan için olur. Meselâ: $ "İşlediğiniz hayrı Allah bilir" cümlesinde "min" tebyine (açıklamaya) vesile oluyor.4- Bedel-i ivâz (karşılık) için olur. Meselâ: $ "Ahirete bedel, dünya hayatına râzı mı oldunuz" cümlesinde olduğu gibi.5- Tâlil (sebeb bildirmek) için olur. Meselâ: $ "Allah'tan korktuğu için ağlıyor." cümlesinde olduğu gibi. Önündeki kelime mef'ulün leh olur.6- İstiğrak ifadesi için olur. Gâyet, hiç bir, hiç... gibi. "Bize hiç bir yorgunluk dokunmadı" cümlesinde olduğu gibi. $ Bâzı fiiller mef'ul-ü bihini, "min" ile alır. Bu takdirde... den, dan... manası ile tercüme edilmez.7- Tahsis-i alel umum (katiyyet ifadesi) için olur. Bu da zâidedir. Meselâ: $ "Hiç kimse bana gelmedi" cümlesinde olduğu gibi. Bunlardan başka "min" harf-i icerri;fasıl mânasına, birbirine zıd iki kelimeden ikincisine dahil olur. Bâ-i cerreye, an $, fi $, ind $, alâ $'ya müradif olur. $ Rubbemâ, mânasına ve sıla olur. Lâm-ı zâide ve $ müz ve ba-i kasem yerinde de kullanılır.
MİNA Şişe, cam, billur. * Parlak saray. * Sırça. Kuyumcuların kullandıkları lâcivert renkli sırça.
MİNA' (C.: Miyâni) Liman.
MİNAFAM f. Cam mavisi, sırça renkli.
MİN'AM Çok in'am ve ihsan eden.
MİNARAT (Minare. C.) Minareler.
MİNARE (C.: Minarat) (Aslı menare'dir) Nur mevzii. Ezan mevkii.
MİNA-RENK f. Gök mavisi.
Mİ'NAS Kız doğuran kadın.
MİN-BA'D Bundan sonra, bundan böyle.
MİNBAZ Hallaç tokmağı.
MİNBER Camide hatibin hutbe okumasına mahsus kürsü. (Rif'at mânasına olan nebr'den ism-i âlettir.) (Bak: Hutbe)(... Minber, Vahy-i İlâhinin tebliğ makamı olduğundan, o vesvese-i siyasiyenin hakkı yoktur ki o makâm-ı âliye çıkabilsin. S.)
MİNBEZE Yastık.
MİNCAB Zayıf kimse. * Yeleği ve temreni olmayan ok.
MİNCAR Havan. Havan eli.
MİNCEDE Küçük asâ, küçük sopa. * Yorgancı çubuğu.
MİNCEL (C.: Menâcil) Orak. Ekin orağı.
MİNCEM (C.: Menâcim) Terâzi kolu.
MİNCERE Soğuk suya harâret veren kızmış sıcak taş. (O suya "necire" derler.)
MİN-CİHETİN Bir cihetten, bir bakıma göre.
MİNCİLAB Murdar su, pis su.
MİNDAG Hücum edecek âlet.
MİNDAS Yeyni avret, hafif kadın.
MİNDEF (C.: Menâdif) Hallaç yayı.
MİNDEL Hırslı, doymaz ve açgözlü insan. Yırtıcı kimse. * Zorba, eşkiya.
MİNDİF Atılmış pamuk.
MİNDİL (C: Menâdil) Peşkir. Mendil. Bez parçası.
MİN-EL-ARŞ İLE-L-FERŞ Arştan yeryüzüne kadar.
MİN-EL EVVEL Evvelden beri.
MİN-EL EZEL Ezelden beri.
MİN-EL KADİM Çok evvelden. Eskiden beri.
MİN-EL MÜHLİKAT Helâk edenlerden. Mühlik olanlardan.
MİNEN (Minnet. C.) Minnetler.
MİNESSERA İLESSÜREYYA (Mines serâ il-es süreyyâ) Yerden göğe kadar.
MİN-EŞ ŞEMS Güneşten.
MİNFAH (C.: Menâfih) Körük.
MİNFAK Çok fazla nafaka veren.
MİNFEHA Peynir mayası.
MİN GAYR-I HADDİN Had harici, edeb dışı olarak. * Haddim olmayarak.
MİNH (MİNHÜ) (C.: Minhüm) Ondan. (Müzekker hâli.)
MİNHA (C.: Minhünn) Bundan, ondan. (Müennes hâli)
MİNHA (C: Minah-Menâyih) Atiyye, bahşiş.
MİNHAC Meslek. Yol. Açık ve belli yol. * f. Büyük ve işlek cadde.
MİNHAC-I HİDAYET Doğru yol. Hidayet yolu.
MİNHAC-ÜS SÜNNET Sünnet yolu. Sünnet caddesi. Hazret-i Peygamber'in (A.S.M.) gittiği, emrettiği şeriat yolu.
MİNHAR Misafirperver. Misafir kabul edip ağırlayan.
MİNHAS (C.: Menâhis) Uğursuz şey.
MİNHAT (C.: Menâhit) Dülger rendesi. Taş veya tahta yontmada kullanılan âlet.
MİN-HAYSÜ-LAYAHTESİB Hesab edilmedik ve umulmadık yerden veya kadar (mânasında).
MİNHÜM Onlardan.
MİN.. İLA den... ye kadar.
MİNKAA Küçük taş çömlek.
MİNKAB Delecek âlet. Ateş yakmak ve tutuşmak.
MİNKAL (C: Menâkıl) Çamur teknesi.
MİNKALE Geo: Yarım dâire şeklinde dereceli geometri âleti. İletki.
MİNKAR (C.: Menâkir) Yırtıcı kuşların gagası. * Taşçı kalemi. Taş yontmağa mahsus kalem.
MİNKAR-I MAHRUT Gagaları konik biçimde ve kuvvetli olan kuşlar. (Serçe, karga gibi)
MİNKAR-I MEŞKUK Kırlangıç ve çobanaldatan gibi gagaları kısa ve çok yarık olan kuşlar.
MİNKARÎ Gaga biçiminde. Gagayı andırır tarzda.
MİNKAŞ (Minkaşe) Cımbız, kıskaç. * Demir kalem.
MİNKAZ Uzunluğuna yarılmış, boylamasına bölünmüş.
MİN KÜLL-İL VÜCUH Her yönden. Her cihetle.
MİN-MA (Mimmâ okunur) Şey, nesne. O şeyden.
MİNMAS Kıl yolacak âlet.
MİNNET İyiliğe karşı duyulan şükür hissi. * Birisine iyilik etmek. * Yapılan iyilikleri sayarak başa kakmak.
MİNNETDAR f. Bir iyiliğe karşı minnet duyan. Yük altında kalır gibi birisinin iyiliğine karşı mahcubiyet.
MİNNETDARANE f. Minnetli olarak. Minnet eder surette.
MİNNETDARÎ f. Minnetdarlık.
MİNNETDİDE f. Minnet ve iyilik görmüş.
MİNNETKEŞ (C.: Minnetkeşân) f. Minnet altında bulunan. Minnet çeken.
MİNNETKEŞÂN (Minnetkeş. C.) Minnet altında bulunanlar, minnet çekenler.
MİNNETŞİNÂS (C.: Minnetşinâsân) İyilik tanıyan. Minnet bilir.
MİNNETŞİNÂSÎ f. İyilik tanıyıcılık, minnet bilirlik.
MİNSAF (C: Menâsıf) Hizmetkâr, hizmetçi.
MİNSAR (MİNSİR) Yardımı çok olan kimse. * Yardım edecek âlet.
MİNSEC (C: Menâsic) Çulhaların bez tarağı.
MİNSEE (MİNESSEE) Asâ, sopa.
MİNSEF (C: Menâsif) Elek. Kalbur. Külünk.
MİNSEGA (C: Menâsıg) Ekmekçilerin ekmek tozunu sildikleri nesne. * Yufka yuvarlağı.
MİNSER (C: Menâsir) Yırtıcı kuşların gagası. * Taşçı kalemi. * Yüz ile ikiyüz adet arasında olan asker. * Önlerinde ne bulunur yıkıp yakıp târumar eden asker. * Otuz ile kırk arasında olan at. * Kırktan elliye veya altmışa; ve yüzden ikiyüze kadar olan at.
MİNŞAA Çulha mekiği.
MİNŞAKKA Yarık, çukur, oyuk.
MİNŞAR (C.: Menâşir) Testere, biçki.
MİNŞEFE Sünger, bez gibi su silmeğe mahsus nesne.
MİNŞEGA Ot ve yem koydukları kap.
MİNŞEL (MİNŞÂL) (C: Menâşil) Yemek çatalı.
MİN-TARAFİLLAH Allah tarafından. Cenâb-ı Hakk'ın emriyle.
MİNTAŞ (C: Menâtiş) Kıl yolacak âlet. Cımbız.
MİNU Şişe, sırça, cam. * Zümrüt. * Cennet, firdevs.
MİNU-YU HÂK Mezar, kabir.
MİNVAL Hareket tarzı, davranış. Usul, yol. * Fayda. * Uslub, tarz. * Bez dokuyan cüllah.
MİN-VECHİN Bir bakımdan, bir cihetten.
MİNYATÜR Eski el yazısı kitapları süslemek için sulu boya ile yapılan ince resimler hakkında kullanılır bir tâbirdir. İtalyanca "minyatura" kelimesinden alınmadır. Buna vaktiyle küçük nakış demek olan "hurde nakış" denilirdi. (O.T.D.S.) * İnce bir san'atla yapılmış küçük resimler.

Prof. Dr. Sinsi 09-10-2012 03:05 AM

Osmanlıca Sözlük (M Harfi)-Osmanlıca Sözlük (M Harfi)İle İlgili Kelimeler...
 
RE: Osmanlıca Sözlük (M Harfi) MİNZAR Ayna. Bakma âleti. Gözlük.
MİR Amir. Bey. Baş. Kumandan. Vâli.
MİR-İ KELÂM Güzel ve zarif konuşan.
MİRA' (Riya. dan) Riya etme, riyakârlık yapma. * Başkasının sözüne itiraz edip mücâdele etme. * İçindekinin aksini söyleme.
MİR-AB f. Bir kentin su işlerine bakan kişi.
Mİ'RAC Merdiven, süllem. * Yükselecek yer. * En yüksek makam. * Huzur-u İlâhî. Peygamberimiz Hz. Muhammed (A.S.M.) Efendimizin, Receb ayının 27. gecesinde Cenab-ı Hakk'ın huzuruna ruhen, cismen, hâlen çıkması mu'cizesi ki; en büyük mu'cizelerinden birisidir.(Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, nasılki Arz ahâlisine inşikak-ı Kamer mu'cizesini göstermiş; öyle de: Semâvat ahâlisine, Mi'rac mu'cize-i ekberini göstermiştir. İşte Mi'rac denilen şu mu'cize-i âzamı, Otuzbirinci Söz olan Mi'rac Risalesi'ne havale ederiz. Çünki o risale, o mu'cize-i kübrâyı, ne kadar nurani ve âli ve doğru olduğunu kat'i bürhanlarla, hattâ mülhidlere karşı da isbat etmiştir. Yalnız, mu'cize-i Mi'racın mukaddimesi olan Beyt-ül-Makdis seyahatı ve sabahleyin Kureyş kavmi, Ondan Beyt-ül Makdis'in târifatını istemesi üzerine hâsıl olan bir mu'cizeyi bahsedeceğiz. Şöyle ki:Mi'rac gecesinin sabahında, Mi'râcını Kureyş'e haber verdi. Kureyş tekzib etti. Dediler: "Eğer Beyt-ül Makdis'e gitmiş isen, Beyt-ül Makdis'in kapılarını ve duvarlarını ve ahvâlini bize târif et." Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ferman ediyor ki: $Yâni: "Onların tekziblerinden ve suâllerinden pek çok sıkıldım. Hattâ öyle bir sıkıntı hiç çekmemiştim. Birden Cenab-ı Hak, Beyt-ül-Makdis'i bana gösterdi; ben de Beyt-ül-Makdis'e bakıyorum, birer birer herşey'i târif ediyordum." İşte o vakit Kureyş baktılar ki: Beyt-ül-Makdis'ten doğru ve tam haber veriyor...Hem Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm Kureyş'e demiş ki: "Yolda giderken sizin bir kafilenizi gördüm kâfileniz yarın filân vakitte gelecek. Sonra o vakit kâfileye muntazır kaldılar. Kâfile bir saat teehhür etmiş. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın ihbarı doğru çıkmak için, ehl-i tahkikın tasdikıyla, Güneş bir saat tevakkuf etmiş. Yâni Arz, O'nun sözünü doğru çıkarmak için; vazifesini, seyahatını bir saat tâtil etmiştir ve o tâtili, Güneş'in sükunetiyle göstermiştir. İşte Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm'ın birtek sözünün tasdikı için, koca Arz vazifesini terkeder; koca Güneş şâhid olur. Böyle bir Zâtı tasdik etmeyen ve emrini tutmayanın, ne derece bedbaht olduğunu.. ve O'nu tasdik edip emrine $ diyenlerin ne kadar bahtiyar olduklarını anla. M.)
Mİ'RAC-UN NEBİ Hazret-i Peygamber'in (A.S.M.) huzur-u İlâhîde yükselmesi.(Mi'râc-un Nebi : Zât-ı Ahmediyye (A.S.M.) Efendimizin seyr-i sülukundan ibârettir. Zât-ı Muhammediye'nin bütün kâinatın fevkine çıkıp, bütün mevcudattan geçip, bütün mahlukatın Hâlikı ile umumî, küllî, ulvî bir sohbetidir.)(Mi'rac meselesi erkân-ı imaniyyenin usulünden sonra terettüb eden bir neticedir. Ve erkân-ı imaniyyenin nurlarından medet alan bir nurdur. Erkân-ı imaniyyeyi kabul etmeyen dinsiz mülhidlere karşı elbette bizzat isbat edilmez. Çünkü Allah'ı bilmeyen, peygamberi tanımayan ve melâikeyi kabul etmeyen veya semâvatın vücudunu inkâr eden adamlara Mi'rac'dan bahsedilmez. Evvelâ o erkânı isbat etmek lâzım geliyor. S.) (Bak: Bast-ı zaman)
Mİ'RAC GECESİ Leyle-i Mi'rac da denir. Arabî aylardan Receb-i şeri'fin yirmiyedinci gecesidir.
Mİ'RACİYYE Mi'raca âid. Mi'rac hakkında. Peygamberimiz Hz. Muhammed'in (A.S.M.) Mi'rac mu'cizesi hakkında yazılmış manzume veya bu hususta yazılan eser.
MİRADE Mancınık taşı.
MİRADES (C: Merâdis) Kuyu içinde su var mıdır diye bilmek için bıraktıkları taş. * El değirmeni.
MİRAH Sürur, neşat, sevinç.
MİR-AHUR f. Sarayda at işlerine bakan memurun ünvanıdır.
MİRALAY Alay kumandanı. Albay.
MİRAN (Mir. C.) Beyler.
MİRAN (C: Mârin) Vahşi canavar yatağı.
MİRAN AŞİRETİ Cizre havalisinde Bühti ismi ile de anılan bir aşiret adı.
MİRAR Kerreler. Def'alar.
MİRAREN Defalarca, birçok kere.
MİRAS Ölen kimseden akrabalarına ve yakınlarına kalmış olan mal, mülk.( $ olan hükm-ü Kur'anî, mahz-ı adâlet olduğu gibi, ayn-ı merhamettir. Evet adâlettir. Çünki; ekseriyet-i mutlaka itibariyle bir erkek, bir kadın alır, nafakasını taahhüt eder. Bir kadın ise, bir kocaya gider, nafakasını ona yükler; irsiyetteki noksanını telâfi eder. Hem merhamettir, çünki: O zaife kız, pederinden şefkate ve kardeşinden merhamete çok muhtaçtır. Hükm-ü Kur'ana göre o kız, pederinden endişesiz bir şefkat görür. Pederi ona, "Benim servetimin yarısını, ellerin ve yabanilerin ellerine geçmesine sebeb olacak zararlı bir çocuk" nazariyle endişe edip bakmaz. O şefkate, endişe ve hiddet karışmaz. Hem kardeşinden rekabetsiz, hasedsiz bir merhamet ve himayet görür. Kardeşi ona, "hânedanımızın yarısını bozacak ve malımızın mühim bir kısmını ellerin eline verecek bir rakib" nazariyle bakmaz; o merhamete ve himayete bir kin, bir iğbirar katmaz. Şu halde o fıtraten nazik, nâzenin ve hilkaten zaife ve nahife kız, sûreten, az bir şey kaybeder; fakat ona bedel akaribin şefkatinden, merhametinden, tükenmez bir servet kazanır. Yoksa rahmet-i Hak'tan ziyade ona merhamet edeceğiz diye hakkından fazla ona hak vermek, ona merhamet değil, şedit bir zulümdür. Belki zaman-ı câhiliyette gayret-i vahşiyaneye binaen kızlarını sağ olarak defnetmek gibi gaddarâne bir zulmü andıracak şu zamanın hırs-ı vahşiyanesi, merhametsiz bir şenâate yol açmak ihtimali vardır. M.)
MİRASHAR f. Mirasyedi. Kendine kalan mirası yiyen. Mirashor.
MİR'AŞ (MER'AŞ) Çok yüksekten uçan güvercin.
MİR'AT Ayine. Ayna. * Meşhur bir cins lâle.
MİR'AT-ÜL AYN Bir şeyin dış görünüşü.
Mİ'RAZ (C: Meâriz) Zıpkın adı verilen yeleksiz uzun ok. * Bir sözün gizli mânâsı. Ta'riz.
Mİ'RAZ Süs için giyilen güzel elbiseler.
MİRAZZA Harmanı sürecek döven.
MİRBA Ganimet malının dörtte biri.
MİRBA (MİRBÂE) Gözcülerin üstüne çıkıp baktıkları yüksek yer.
MİRBAA Asâ, değnek, sopa.
MİRBAT Davar bağlanacak bağ.
MİRBED (C: Merâbid) Ev içinde olan küçük hücre (içine esvap koyarlar). * Davar ahırı. * Davar duracak yer. * Hurma kuruttukları yer.
MİRCEL (C.: Merâcil) Kazan.
MİRDA Gemicilerin kullandıkları uzun ağaç.
MİRDİYAN (Mirdiyane) Mersin ağacı.
Mİ'RE (C: Miâr) Kin, adâvet, düşmanlık.
MİREMME Sığır ve deve gibi tırnaklı hayvanların dudağı.
MİRFA(T) İttifak etmek, bir olmak, birleşmek.
MİRFAK Dirsek. * Mutfak. Kiler. * Semânın şimal tarafında bir yıldız ismi.
MİRFAKA Dirsek yastığı.
MİRFED Büyük kâse.
MİRFEŞE Kürek.
MİRGAH Kaymak alacak âlet.
MİRHA İrhâ denilen yelmekle yelip seğirten at.
MİRHA(T) (C.: Merâhâ) Yürüyücü at.
MİRHA(T) Salıverilmiş, bırakılmış perde.
MİRHAZ (MİRHÂZA) Gasilhâne, abdesthâne, kenif. * Çamaşır tokmağı.
MİR'IZZA (MİR'IZÂ) Keçi kılının altında olan tiftik.
MİRÎ Devlete âid. Devlet hazinesine mensub.
MİRİLU Uzayan harblerde ve askerin kifayetsizliği zamanlarında aylıkla toplanan askerler. Bunlar talimsiz, intizamsız oldukları için "Nefer-i âm: Bütün halkın cenge sürülmesi" hükmünde kalıyor, bir istifade te'min olunamıyordu. Yeniçeri Ocağı'nın ilgasıyla muntazam askerî teşkilât yapılınca bu türlü asker istihdamından vaz geçilmiştir. * Hükümete ait gelir menbaları yerinde de mirilu tabiri kullanılırdı.
MİRKAK Oklava.
MİRKAM (C.: Merâkım) Kalem.
MİRKAT Merdiven. Basamak. Derece.
MİRKEN (C: Merâkin) Don yıkayacak kap. * Küçük leğen.
MİRLİVA Tugay kumandanı. Tuğgeneral.
MİRMA(T) (C: Merâmâ) Nişan oku.
MİRRE Kuvvet. * Öd. * Akıl. * Kat. * Sağlamlık.
MİRRİD Müfsid, kötü ve şerir kimse.
MİRRİH Şâd, neşeli ve mesrur kimse.
MİRRİH Uzun ok. ("Pertev oku" derler) * Yeleği olmayan ok. * Bir yıldız adı.
MİRSAD Gözetleme yeri. Rasad yeri. * Gözetleme âleti. * Suçluları gözleyip duran. * Pusu. * Suçlular için hazır bekleyen.
MİRSAD-I İBRET İbretle seyretme yeri.
MİRSAD-I TEFEKKÜR Tefekküre sebep olan.
MİRSAD (C: Merâsıd) Geniş yol.
MİRSAL (C: Merâsil) Tenbel yürüyüşlü davar. * Küçük ok.
MİRSAT Gemi demiri. Lenger.
MİRŞAH (Mirşaha) Süzgeç.
MİRŞAHA Eyer altına konulan keçeyi davardan almak.
MİRŞEKA (C: Merâşik) Terzi yüksüğü.
MİRŞEM Ekmek tozunu silecek tüy süpürge.
MİRT (C: Mürât) Yünden veya haz denilen kumaştan elbise. * Kadınların, esvapları üstüne giydikleri elbise.
MİRTAC Kapı kilidi. * Dar yol.
MİRTAC Yarış atlarının beşincisi.
MİRTAL (MİRTALE) Bulaşmak.
MİRTAZ Dinin yasaklarından sakınan kimse.
MİRVAHA (C.: Merâvih) (Rih. den) Yelpaze.
MİRVAHA CÜNBÂN f. Yelpaze sallıyan.
MİRVED (C.: Merâvid) Milve makara ortasındaki demir, mihver.
MİRYE Şek, şüphe. * Münazara. Cedel. (Bak: Temâri)
MİRZA Reis. Bey. * Büyük kimselerin çocuğu. Beyzâde. * Bazı İslâm topluluğunda iyi sülâleden olanlara, şehzâdelere, seyyidlere verilen ünvân olmakla beraber, bugün bir isim olarak çokca kullanılmaktadır.
MİRZAB (C: Merâzib) Ululuk. * Uzun ve büyük gemi.
MİRZAH (C: Merâzıh) Çekirdek ve ona benzer şeyleri dövüp ezdikleri taş.
MİRZAH Üzüm çubuğunu yerden kaldırıp bağlayıp sardıkları ağaç.
MİRZAZ Havan eli.

Prof. Dr. Sinsi 09-10-2012 03:06 AM

Osmanlıca Sözlük (M Harfi)-Osmanlıca Sözlük (M Harfi)İle İlgili Kelimeler...
 
RE: Osmanlıca Sözlük (M Harfi) MİRZEBE (C: Merâzib) Tokmak.
MİS f. Bakır.
MİS' Şimal yeli, kuzey rüzgârı.
MİS'AB (C: Mesâib) Değirmen oluğu. * Havuz oluğu.
MİSAFİR Seferde olan. (Bak: Müsafir-Mukim)
MİSAHA Ölçmek, miktarını bilmek.
MİSAK Anlaşma. Sözleşme. Yeminleşme. Verilen söz.
MİSAK Sürme, gütme, sevketme. * Havada uçarken kanadını birbirine vurup uçan güvercin.
MİSAL Bir şeyin benzer hali. Benzer. Örnek. * Düş. Rüya. * Ahlâk ve âdâbla ilgili kıssa ve hikâye. * Bir şeyin örneği ve sıfatı. Kısas. * Gr: İlk harfi harf-i illet olan (yani; elif, vav veyahut da yâ olan) fiil veya kelime.
MİSAL-İ VAVÎ İlk harfi "vav" olan kelime.
MİSAL-İ YAYÎ İlk harfi "ye" olan kelime.
MİSALİYYE Misale dair.
Mİ'SAM Nabız yeri. Bilek.
MİSANE Dizgin kayışı.
MİS'AR (MİS'ÂR) (C: Mesâir) Uzun. * Ateş küsküsü yapılan ağaç. Ateş karıştırmağa mahsus âlet.
Mİ'SAR (Mi'sara) Mengene.
MİSAS El sürme, değme, dokunma. * Cima etmek. * Almak.
MİSBAH Lâmba. (Bak: Mısbah)
MİSBAH Yüzgeç.
MİSBAH-I SADRÎ Göğüs yüzgeçi.
MİSBAH-I ZENEBÎ Balıkların kuyruğu.
MİSBAR (C.: Mesâbir) Yaraya konulan fitil.
MİSBEKE Mâden eritilip dökülecek kap.
MİSDAK (Bak: Mısdak)
MİS'EB Bal konulan tulum, bal tulumu.
Mİ'SELE (Asel. den) Arı kovanı.
MİSELLE (C: Misâl) Çuvaldız.
MİSELLÎ Çuvaldızcı kimse.
MİSEM Dağlama eseri. * Dağ yapılan âlet. * Güzelin çehresindeki cemâl eseri.
MİSENN Bileği taşı.
MİSFAT Süzgeç. Tasfiye âleti.
MİSFEN Törpü.
MİSFERE Süpürge.
MİSHA(T) (C: Mesâhi) Demir kürek, bel.
MİSHAB Bel âletinin sapı.
MİSHAB (C: Mesâhib) Sacayak.
MİSHAL Eğe, törpü gibi yontma aletleri.
MİSHANE Taş parçaladıkları nesne.
MİSHAT Şarap koyacak kap.
MİSHEB Siyah at.
MİSHEL Dil, lisan. * Eğe, törpü. * Ziynet verecek nesne. * Yabâni eşek. * Dizgin.
MİSHELÂN Geminin iki tarafındaki iki halka.
MİSİL (Misl) Benzer. Eş. Nâzır. Tıpkısı.
MİSİLLİ (Misillü) Benzeri. Gibi. Aynısı.
MİSK Bir cins güzel koku ismi. (Asya'nın büyük dağlarında yaşayan bir cins erkek ceylanın karınderisi altındaki bir bezden çıkarılır.)
MİSK İLE ANBER Tamamıyla isteğe uygun. (Misk ü anber de denir).
MİSKÂ' Sıklık vermek.
MİSKAB (C: Mesâkıb) Mâden, kemik veya tahta gibi şeyleri delmekte kullanılan âlet, matkap.
MİSKAL Yirmidört kıratlık (4,5 gr. kadar) bir ağırlık ölçüsü. (Bir kırat, beş normal arpa ağırlığında olup, bir dirhemin 1/14 üdür.)
MİSKAL Devamlı tenbel olmak.
MİSKAM Hastalıklı, illetli.
MİSKA(T) (C: Mesâki) Su bardağı. Su kovası.
MİSKATA Düşürtücü ilâç veya sebep.
MİSKET Fr. Alaybozan tüfeği. Patlayan bombadan etrafa sıçrayarak tahribe, yaralanmaya ve ölüme vesile olan sert parça. Eskiden kullanılmış geniş çaplı bir silâh. * Güzel kokulu meyve. (Elma, üzüm vs.)
MİSKİN Uyuşuk, tenbel, hareketsiz. Zavallı. * Cüzzam hastası. * Fık: Kendi kendini idâre edemiyen, iktisabtan âciz, mal ve mülkü hiç olmayan kimse.
MİSKİNÂNE f. Tenbelcesine, miskincesine.
MİSL (Bak: Misil)
MİSLAH Ham iken hurması dökülen hurma ağacı.
MİSLAK Fesih lisanlı, güzel konuşan. * Kırkbeş sene yaşayan adam.
MİSLAK Fesih, beliğ konuşan kimse.
MİSLAT (C: Mesâlit) Anahtarın bir dişi.
MİSLİYET Benzeri ve misli olmak. Benzerlik.
MİSMA' (C.: Mesâmi') (Sem'den) Kulak. * Hastanın iç organlarını dinlemeğe yarıyan âlet.
MİSMAK Çadırı yükseğe kaldıracak ağaç.
MİSMAR Ensiz çivi, mıh. Demir kazık.
MİSMAR-I ÂHENİN Demir kazık.
MİSMAS Karıştırmak.
MİSMAZ Deyyus kimse.
MİSRED Büyük taş, çanak.
MİSSİK Çok cimri. Hasis ve tamâhkâr.
MİSTAH Yatık bardak. * Çadır direği. * Hurma yayıp kuruttukları yer.
MİSTAR (Bak: Mıstar)
MİSTİK Fr. Mistisizm ile âlâkalı. * Fls: Bâtıni. Kalben çok dindar. Sofi.
MİSVAK Kullanılması pek çok faydalı olan ve Peygamberimiz Hz. Muhammed'in (A.S.M.) ehemmiyetle tavsiye ettiği, diş fırçası vazifesini de gören, hoş kokulu ve meyvesiz bir ağacın dallarından kesilip kullanılan parça.
MİSVAT Ekincilerin sürgüsü.
MİSVAT Kazan kepçesi.
MİSYON Fr. Bir vazife ile bir yere gönderilen hey'et. * Bir şahıs veyâ hey'ete verilen vazife.
MİSYONER Fr. Hıristiyanlığı neşre ve tanıtmağa çalışan kimse.
MİŞ f. Koyun, ganem.
MİŞ' Aşı dedikleri kızıl balçık.
MİŞA' Kumsuz yer.
Mİ'ŞAB Otu bol olan çayırlık yer.
MİŞAİL (Bak: Mihâil)


Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.