ForumSinsi - 2006 Yılından Beri

ForumSinsi - 2006 Yılından Beri (http://forumsinsi.com/index.php)
-   ForumSinsi Sözlük Ağı (http://forumsinsi.com/forumdisplay.php?f=515)
-   -   Osmanlıca Sözlük (İ Harfi)-Osmanlıca Sözlük (İ Harfi) İle İlgili Kelimeler... (http://forumsinsi.com/showthread.php?t=803722)

Prof. Dr. Sinsi 09-10-2012 03:02 AM

Osmanlıca Sözlük (İ Harfi)-Osmanlıca Sözlük (İ Harfi) İle İlgili Kelimeler...
 
RE: Osmanlıca Sözlük (İ Harfi) İLAH Arabçadaki "ilâ âhir" kelimesinin kısaltılmışı. "Sonuna kadar, böylece devam eder" demektir.
İLAHE Müşriklerin kadın heykeli şeklindeki putları. Bâtıl mâbud.
İLAHÎ Cenâb-ı Hak ile alâkalı, Allah'a dâir. Cenab-ı Hakk'a aid ve müteallik. * Ey Allahım, ey İlâhım! (meâlinde duâ içinde söylenir). * Edb: Tasavvufî şairler tarafından dinî ve İlâhî fikirleri havi olmak üzere yazılmış olan ve makamla okunan şiirler.
İLAHİYAT Hikmet ilminin dinden ve sadece Cenab-ı Hak'tan bahseden kısmı. Filozoflarca fikir olarak ileri sürülen dine dâir nazariyeler, düşünceler.
İLAHİYYUN İlâhiyatçılar. * Fls: Sadece Allah'ın varlığından bahseden filozoflar. Sadece akıllarına güvenerek Cenab-ı Hak'tan bahseden bir kısım filozoflar. (Bak: Feylesof)
İ'LAK (Alak. dan) Sülük yapıştırmak.
İ'LAL Harf-i illetlerin kolaylık için başka harfe değiştirilmesine denir. ( ) nin ( ) olduğu gibi.
İLALLAH-İL MÜŞTEKA Şikâyet Allah'adır. Allaha şikâyet edilir.
İ'LAM Bildirmek. Belli etmek. Anlatmak. * Mahkeme hükmünü bildiren resmi karar yazısı.
İLAM Elem vermek. Rencide etmek. * Düğün yemeği.
İ'LAMAT (İ'lam. C.) Bir dâvânın mahkemece nasıl bir hükme bağlandığını gösteren resmî vesikalar.
İ'LAMAT-I NİZAMİYE Huk: Nizamiye mahkemelerinden çıkan ilâmlar.
İ'LAMAT-I ŞER'İYE Huk: Şer'iye mahkemelerinden nafaka, nikâh vs. ye dâir verilen i'lâmlar.
İ'LAMAT-I ŞER'İYE MÜMEYYİZİ Şeyh-ül İslâm kapısındaki fetvahanenin üç kaleminden biri olan "İlâmat Odası"nın başındaki memurun ünvanı idi. Kadılar tarafından verilen ilâmları tetkik vazifesiyle mükellef olduğu için, bu memuriyete, ulemadan tanınmış olanlar tâyin edilirdi. (O.T.D.S.)
İ'LAN (İLÂN) Belli etmek. Yaymak. Herkese duyurmak. * Gazetelerde veya sokaklarda duvarlara kâğıt yapıştırarak ticari bir iş, bir adres veya başka bir şeyi herkese bildirme. * Açığa vurma, yayma, meydana çıkarma.
İLÂN-I HARB Savaş açma. Harb ilân etme.
İLÂN-I İFLÂS Tüccarın işinde güçsüzlüğünü yani iflâs ettiğini resmî olarak söyleyip açığa vurması.
İLÂN-I TEKVİNÎ Umumi âfetler ve gök taşları düşmesi gibi Cenab-ı Hakk'ın tekvinî âyetleri ve ibretli hâdiseleri ile hakaik ve hikmet-i İlâhiyesini ilân edip bildirmesi.
İ'LANAT İlânlar.
İLANE Yumuşatmak.
İ'LANEN İlân ederek, ilân yoluyla.
İLA-NİHAYE Sona kadar, nihayete kadar. Böylece devam eder.
İ'LANNAME f. İçinde ilân yazılı olan kâğıt. * Bir hususun herkese ilân edilmesi için hükümetçe hazırlanıp bastırılan resmi kâğıt.
İLAS Kinâyeli ve iğneleyici sözler söyleme.
İLAVAT (İlâve. C.) İlâveler, ekler, katmalar.
İLAVE (C.: İlâvât) Katma, ek yapma, arttırma, zam. * Bir kitabın sonuna gerek yazarı ve gerek başkası tarafından sonradan eklenen kısım. Zeyil. * Bir gazetenin çıkardığı sayıdan başka ona ek olarak ve ayrıca çıkardığı sayı. * İmzadan sonra mektubun altına yazılan şey.
İLÂVETEN İlâve olarak, ekliyerek, katarak, arttırarak.
İLA-YEVM-İL KIYAME Kıyamete kadar.
İLBAD Yamama, yırtıkları kapatma. * Yapıştırma veya yapıştırılma.
İLBAS (Lebs. den) Giydirme veya giydirilme. * Örtme yahut örtülme.
İLBAS-I HIRKA Bir tarikata intisab ile mutad olan menzilleri geçerek irşad mertebesine yükselenlere, şeyhlerinden gördükleri yolda başkalarını irşad ile izin verme salâhiyetini ihtiva eden "İcazetname: hilâfetname" verme.
İLBAS-I HİL'AT Hil'at giydirmek. (Üst elbisesi demek olan hil'at; padişahlar ile sadrazam ve vezirler tarafından memurlarla, âyân ve eşrâfa, taltif makamında giydirilirdi. Sonradan bunun yerine rütbe ve nişan verilmeğe başlanmıştır.) (O.T.D.S.)
İLBAS Durdurma, mâni olma, alıkoyma.
İLCA' Mecbur etme. Zorlama. Muztar kılma. * Tefviz eyleme.
İLCAAT Zorlamalar. * Lüzumlu şeyler.
İLCAAT-I ZAMAN Zamanın zorlamaları ve mecburiyetleri. Yaşanılan zaman içinde meydana gelmiş bazı sebeplerin neticesi olarak karşılanan mecburiyetler.
İLCAC Feryad etme, bağırma.
İLCAM Gemleme, gem takma. Gemlenme.
İLÇE t. İdarî bakımdan vilâyetten sonra gelen yer. Kaza. Kaymakamlık.
İLEL (İllet. C.) İlletler. Esaslar. Temeller. Sebebler. * Sakatlıklar. Hastalıklar.
İLEL-İ MUHTELİFE Türlü illetler ve sebepler, çeşitli hastalıklar.
İLEL-İ MÜSTEVLİYE Tıb: Salgın hastalıklar.
İLEL-İ MÜTESELSİLE Zincir gibi birbirine bağlı olup devam eden sebepler, illetler.
İLEL-İ SÂRİYE Tıb: Bulaşıcı hastalıklar. Sâri illetler.
İLE-L-AN Şimdiye kadar, bu âna kadar.
İLE-L-EBED Ebede kadar. Nihayetsiz.
İLEL Ü EMRAZ Hastalıklar ve sakatlıklar.
İ'LEM ( $ masdarından emirdir.) "Bil!" mânasına gelir.
İLEYH Ona. (Erkek olan tek kimse için)

Prof. Dr. Sinsi 09-10-2012 03:02 AM

Osmanlıca Sözlük (İ Harfi)-Osmanlıca Sözlük (İ Harfi) İle İlgili Kelimeler...
 
RE: Osmanlıca Sözlük (İ Harfi) İLEYHA Ona. (Kadın olan tek kimse için)
İLEYHİM Onlara. (Erkek olan çok kişi için söylenir.)
İLEYHİMA Onlara. (Erkek olan iki kişi için söylenir)
İLEYHİNNE Onlara. (Kadın olan çok kişi için söylenir.)
İLGA Kaldırmak. Hükümsüz bırakmak. Lağvetmek. Bâtıl eylemek.
İLGAZ (Lugaz. dan) Sözde maksadı gizleme.
İLH "İlâ âhir" sözünün kısaltılmışı.
İLHA' Boş şeylerle meşgul etmek. Gaflet.
İLHAB Tutuşturma, alevlendirme. * İltihaplandırma, şişirip kızartma.
İLHAD Dinden çıkmak. Dinsizlik. Dinden dönmek. Allahın varlığına, birliğine inanmamak. İmânsızlık.
İLHAD Zulüm yapma, eziyet etme.
İLHAF İstemekle ısrar etme, zorlama.
İLHAH Zorlamak. Israr etmek. Bir şeyin kabulü için son derece üstüne düşmek.
İLHAHAT (İlhah. C.) Direnmeler, zorlamalar.
İLHAK İlâve etmek, eklemek. Katmak.
İLHAM Allah tarafından kalbe gelen mâna.(İlhamın ekserisi vasıtasız olarak kalbe gelir. İlhamın en cüz'îsi ve basiti hayvanat ilhamıdır. Sonra avâm-ı nâsın ilhamatıdır. Sonra melâikenin ilhamatıdır, sonra evliya ilhamatıdır, sonra melâike-i izam ilhamatıdır... S.) (Bak: Vahiy)(İlham, aslında bir şeyi bir defada yutmak mânasına "lehm" den if'al olup, lahzada yutturmak mânasınadır. E.T.)
İLHAM Söverek ve hakaret ederek onur kırma.
İLHAMAT İlhamlar. Allah tarafından kalbe gelen mânalar.
İLHAMÎ İlham ile elde edilen ve nâil olunan. İlham ile alâkalı. * Erkek adı.
İLHAN Tar: Cengizlilerin İran kolunun Hülâgu hanedanının hükümdarlarına verilen ünvan.
İLHANÎ İlhanlık. İlhanla alâkalı. İlhanın idare ettiği devlet şekli, imparatorluk. Bu idareye bağlı memleketler. İlhan olma hâli.
İLHANLILAR İlhanlılar hanedanı ve bu hanedanın idare ettiği XIII. asrın sonu ve XIV. asrın ilk yarısında yaşayan bir yakındoğu imparatorluğu.
İLHAZ Yan bakışla bakma.
İLİK t. Elbisenin düğme geçmeye mahsus deliği. * Kemiğin içinde bulunan madde.
İLİM (Bak: İlm)
İLKA' Koymak, bırakmak. Terk etmek. Öne atmak.
İLKAAT Zararlı sözlerle şaşırtmak. * Bırakmalar, terk etmeler.
İLKAH Döllenmek. Döllemek. Gebe bırakmak. Aşılamak. * Tıb: İki ayrı cins hücrenin birleşmesi.
İLKAHAT (İlkah. C.) İlkahlar, döllemeler, gebe bırakmalar.
İLKAM Yutturma, boğazından geçirtme.
İLKAN Çabuk ezberleme.
İLKBAHAR t. Mart, nisan ve mayıs aylarını içine alan mevsim.
İLKE (Bak: Unsur - Umde - Mebde')
İLKEL (Bak: İbtidâi)
İLKTEŞRİN Ekim ayı. Teşrin-i evvel.
İLL Keskinlik veya parlaklık mânasından alınmış olup; feryat, yemin, ahid ve karâbet mânalarına gelir. İbrânice "il", ilâh demek olduğu da söylenmiştir. (E.T.)
İLLÂ (İstisnâ edatıdır) Maadâ, olmadığı suretle, alel-husus, mutlaka, illâ, meğer, aksi hâlde, ne olursa olsun, bâhusus, ancak (gibi mânalara gelir).
İLLÂHU Ancak O. Allah (C.C.)
İLLE (İllet) Esas sebeb. Vesile. * Hastalık, maraz, dert, sakatlık. Mûcib, maksad, gaye.(...Göz ile görünmeyen bir mikrob, bir hayvancık, küçüklüğüyle beraber pek ince ve garib bir makine-i İlâhiyeyi hâvidir. O makina mümkinattan olduğundan vücud ve ademi mütesavidir. İlletsiz vücuda gelmesi muhaldir. O makinenin bir illetten vücuda geldiği zaruridir. İ.İ.)

Prof. Dr. Sinsi 09-10-2012 03:03 AM

Osmanlıca Sözlük (İ Harfi)-Osmanlıca Sözlük (İ Harfi) İle İlgili Kelimeler...
 
RE: Osmanlıca Sözlük (İ Harfi) İLLE-İ GAİYE Elde edilmesi için çalışılan gaye, maksad ve netice. Vazifeye terettüb eden maslahat, fayda, semere, iş.
İLLE-İ IZTIRARÎ Kabul edilmesi mecburi görülen sebeb.
İLLET-İ TÂMME Herhangi bir şeyin var olması için lâzım gelen sebeblerin tamamı. Bu sebebler var olunca neticesinin vücuda gelmesi bizzarure ve bilvücub iktiza eder.
İLLÎ Sebebe ait. Neden ve sebeple alâkalı.
İLLİYET Sebeb ile alâkalı. Esas sebeble alâkadarlık. Sebeb arayış.
İLLİYYE (Ulliyye) En şerefli, yüksek.
İLLİYYUN (İlliyyîn) (Aliyyu. C.) Cennetin en yüksek tabakası. Ahirete giden tam kâmil mü'minlerin yeri. Hafaza meleklerinin divanları ismidir ki, salihlerin amelleri oraya yükseltilir. Ahirette yüksek dereceye, dergâh-ı rızâya en yakın olan derecedir.
İLLİZYON Lât. Cisimleri yanlış idrak etme. Meselâ su borusunu yılan gibi görme.
İLM (İlim) Okumakla veya görmek ve dinlemekle veya ihsan-ı Hak'la elde edilen malumat. Bilmek. İdrak etmek.(İlim, hakikatı bilmekten ibarettir. İlim, marifetten daha umumidir. Marifet, tefekkürle bilmek mânasına olmakla beraber, Cenab-ı Hakk'a nisbeti câiz olmaz. Gerek huzurî olsun (ilm-i İlâhî gibi) ve gerek husulî olsun (ilm-i ibad gibi) ve vech-i dikkat üzere bilmeye de denir. Şuur, fıtnat gibi. İlmin zıddı "cehil"dir. Marifetin zıddı ise "inkâr"dır.) * İlm-i Kelâm'da: İlim; bilmek, idrak etmek sıfatıdır. Cenab-ı Hak ilim sıfatı ile de muttasıftır. O'nun ilmi, mahlukatın ilmi gibi basit ve mahdut olmayıp, bütün kâinatı muhittir. Hiç bir şey onun ilminden gizlenemez ve haricinde kalamaz. Allah'ın ilmi mutlaktır. Allah, Alîm-i Mutlak'tır.İlim mâluma tâbidir. Yani: İlim sıfatı varlıkları icad etmez ve hâdiseleri meydana getirmez. Belki, varlıkları ve hâdiseleri bilmekle ilim olur.Cenab-ı Hak ilmi ile, olmuş ve olacak herşeyi ezelî ve ebedî olarak bilir. Böylece o eşya, ilm-i İlâhîde bilinmesiyle vücud-u ilmîye mazhardır. Fakat maddî vücutlarının icadı, kudret-i İlâhiyeye istinad eder. Yani mahlukatın maddî vücudunu ilim icad etmez, kudret icad eder. Bu itibarla malumun yani mahlukun icadı, ilme değil, kudrete tâbidir. (Bak: İrfan, Ulum)
İLM-İ ÂDÂB Yemek, içmek, yatıp kalkmak, giyinmek, sefer gibi hâllere dair hadisler için, ilm-i hadis istılâhında kullanılan tâbirdir.
İLM-İ AHBÂR (Bak: İlm-i hadis)
İLM-İ AHLÂK Ahlâk bilgisi.
İLM-İ AHVÂL-İ CEVV Meteoroloji.
İLM-İ ARZ (İlm-ül arz) Yer bilimi. Jeoloji.
İLM-İ ÂSÂR (Bak: İlm-i hadis)
İLM-İ BEDEN (İlm-ül ebdân) Hekimlik bilgisi, tabâbet.
İLM-İ BEDİ' İlm-i beyânın üç bölümünden üçüncü bölümüdür ki, bediiyat da denir. Muktezâ-yı hâle uygun bir kelâmın lâfız ve mânâ bakımından daha da güzelleştirilmesinin kaidelerinden bahseder. Bu kaidelere Edebî San'atlar da denir.Her şeyin güzellik cihetlerinden bilhassa Arabi terkiblerden bahseder, kelâmın güzelliğini ve muktezâ-yı hâle mutabakatını ve vuzuh-u delâletini işitmeğe ve ruha mülâyim ve hoş gelecek surette intisak, insicam, tertib ve intizamını bildiren usul ve kaidelerin ilmidir. Cemi olarak hepsine ulum-u bedi'a dendiği gibi, İlm-i bedi' diye de söylenir. İki kısma ayrılır.1- Muhassınât-ı mâneviye : Kelâmın mânâsına ait san'atlar. Tevriye, hüsn-ü ta'lil, üslub-u hakim..gibi.2- Muhassınât-ı lâfziyye : Kelâmın lâfzına ait san'atlar. Seci', cinas gibi. (Bak: Bedi')
İLM-İ BELÂGAT Edb: Güzel söz söyleme veya yazmayı öğreten ilim. Edebiyatın bir şubesi.
İLM-İ BEYAN Belâgat ilminin, yâni edebiyatın, hakikat, teşbih, istiâre, mecaz, kinaye kısımlarından bahseden ilim dalıdır.
İLM-İ CİFİR Harflerin sayı değerlerinden mânâ çıkararak elde edilen ilim. (Bak: Ebced)
İLM-İ FİTEN Asr-ı saadetten sonra zuhur eden hâdiselere, fitnelere dâir olan hadis-i şeriflere, ehl-i hadis ıstılahında İlm-i Fiten denilmektedir.
İLM-İ HADİS (İlm-i Rivayet - İlm-i Ahbâr - İlm-i Âsâr) Resulüllah'ın (A.S.M.) akvâli (sözleri), ef'ali ve hallerine dâir ilimdir. Ehl-i hadis ıstılahında; tarihe ve siyere dâir hadis-i şeriflere bazan İlm-i Hadis-ül Halk, bazan da Sîre (Sîret) tabir edilir. (Bak: Hadis)
İLM-İ HÂL İbadet usullerini, din kaidelerini bildiren kitap.
İLM-İ HESAB Hesap bilgisi, aritmetik, matematik.
İLM-İ HEY'ET Gökler ve yıldızlar ilmi. Astronomi.
İLM-İ HURUF Gr: Harflerden mâna çıkarıp tefsir etmek ilmi. (Ebced hesabında olduğu gibi)
İLM-İ İCTİMAÎ İçtimaî hayat ilmi. Toplu yaşayış ve cemiyet bilgisi. Sosyoloji.
İLM-İ KELÂM Cenab-ı Hakk'ın zât ve sıfatlarından ve nübüvvet ve itikada ait mes'elelerinden İslâmî esaslar dairesinde bahseden ilim. Usul-üd din de denir. Bu hususlara çalışan İslâm allâmelerine "Mütekellimîn" denir.
İLM-İ KIRAAT Usul ve kaidesine uygun olarak Kur'an-ı Kerimin okunması ilmi. Bak: (Kıraat) ve (Kıraat-ı seb'a) ve (Fenn-i kıraat)
İLM-İ LEDÜN (Bak: Ledün)
İLM-İ MEVALİD Tabiat, eşya ilmi. Hayvanat, nebatât ve maddelerine ait ilim.
İLM-İ NÜCUM (İLM-İ TENCİM) İlm-i Ahkâm-ı Nücum da denir. Yıldızların ahvalinden, hareketlerinden mâna çıkarmağa çalışmak ve araştırmak ilmidir.
İLM-İ RİVAYET (Bak: İlm-i Hadis)
İLM-İ RUH Ruh ilmi. Psikoloji.

Prof. Dr. Sinsi 09-10-2012 03:03 AM

Osmanlıca Sözlük (İ Harfi)-Osmanlıca Sözlük (İ Harfi) İle İlgili Kelimeler...
 
RE: Osmanlıca Sözlük (İ Harfi) İLM-İ TABAKAT-ÜL ARZ Arzın tabakalarından bahseden ilim. Jeoloji.
İLM-İ TEVHİD Allah'ın varlığı ve birliğini isbat ve izah etme ilmi. * Akaide müteallik hadis-i şeriflere ehl-i hadis ıstılahında İlm-i Tevhid tabir edilir.
İLM-İ USUL Delillerden hüküm nasıl çıkarıldığını öğreten ilim. (Usul-ü fıkıh, Usul-ü şeri'at veya hikmet-i teşriiye de denir.)
İLM-İ USUL-ÜD DİN (Bak: İlm-i Kelâm)
İLMA Çalma, hırsızlama, sirkat.
İLMA' Parlatma. * İşaret etme.
İLMAH Hemen gösterip çabucak yok etme. * Bir şeyi parlatma. * Güzel simalı bir kadın veya kız, yüzünü gösterip hemen çekilme.
İLMAM İki şey birbirine yaklaşma. * Küçük günah işleme.
İLMÎ İlimle, bilgi ile alâkalı. İlme ait ve müteallik. Câhilce ve tetkiksizce olmayan.
İLMİYE Fıkıh ve şeriat ilimleri, iman ve Kur'an hakikatları ve tahkiki iman dersleri ile iştigal eden zatların mensub oldukları yol. Alimlerin mesleği.
İLMİYE KIYAFETİ İlmiye mensublarının giyiniş tarzları. İlmiye kıyafeti; şalvar, cübbe ve sarıktı. Bununla birlikte ilmiye mensublarının kıyafetlerinde bazı değişiklikler de vardı. Orta derecedekiler cübbe ile sokağa çıktıkları halde üst tabakayı teşkil eden ricâl kısmı, lata yahut biniş giyerlerdi. Ayrıca ilmiyenin, "İlmiye" maddesinde yazılı, resmi günlere mahsus kıyafetleri de vardı. (O.T.D.S.)
İLMİYE RİCALİ İlmiye tarikinin yüksek tabakasına verilen addır. Bunun yerine "ricâl-i ilmiye" tabiri de kullanılırdı. İlmiye mensubları cübbe ile sokağa çıktıkları halde ilmiye ricali lata yahut biniş giyerlerdi.
İLMİYE RÜTBELERİ İlmiye denilen ulema sınıfına mahsus rütbeler. Rütbeler, aşağıdan üste doğru şöyle idi: Müderrislik, kibar-ı müderrisîn, mahreç mevleviyeti, bilâd-ı hamse mevleviyeti, Haremeyn-iş şerifeyn mevleviyeti, İstanbul kadılığı, Anadolu ve Rumeli kazaskerliği.
İLMÜHABER (İlm-i haber) Resmi bir daireye verilmek üzere hazırlanan ve bir adamın ahvâli hakkında bilgileri ihtiva eden kâğıt. Resmi vesika. * Para, evrak vs. teslim olunduğunu gösteren ve bunları getiren adamın eline verilen pusula.
İLSAK Yapışmak. Bitişmek. Ulaşmak. Yapıştırılma. Kavuşturulmak.
İLTİAB Oynama. Oyun oynama.
İLTİAK Rengi bozulma, rengi değişme.
İLTİAN (Bak: Lian)
İLTİBAS Birbirine benzeyen şeyleri şaşırıp birbirine karıştırmak. Yanlışlık. Karışıklık. * Tereddüt. Şüphe.
İLTİCA Sığınmak. Melce' ve penaha varmak. Birinden himâye istemek.
İLTİCAC Karışık olma, karışma. * Sığınma. İltica etme.
İLTİCAGÂH f. Sığınılacak yer. Sığınacak şey. Sığınak.
İLTİDA' Yalvarma.
İLTİFAF Örtünme, sarınma. * Çiçeklerin katmerleşmesi.
İLTİFAT Güzel sözle samimi olarak okşamak. Yüz göstermek. Teveccüh etmek. İyilik etmek. Lütfetmek. * Dikkat, itina. * Edb: Bir mevzu anlatılırken, o anda kalbe doğan bir ilham coşkunluğu ile -mevzu dışına çıkmadan- sözün ve hitabın yönünü değiştirme san'atıdır. Meselâ: (Asım'ın nesli... Diyordum ya... Nesilmiş gerçek: İşte çiğnetmedi namusunu, çiğnetmeyecekŞüheda gövdesi, bir baksana, dağlar taşlar.O, rüku olmasa, dünyada eğilmez başlar.Vurulup tertemiz alnından uzanmış yatıyor,Bir hilâl uğruna ya Rab ne güneşler batıyor! Ey bu topraklar için toprağa düşmüş asker,Gökten ecdad inerek öpse o pâk alnı değer.Mehmed Akif Ersoy)
İLTİFATAT İltifatlar.
İLTİFATKÂR İltifat eden, mültefit. Hal hatır sorup gönül alan.
İLTİFATKÂRANE f. İltifat edene yakışır şekilde.
İLTİFATPERVER f. İltifat eden, iltifatkâr, mültefit.
İLTİHA' Oynama, eğlenme.
İLTİHA' (Lihye. den) Sakal bırakma. * Kabuk soyma.
İLTİHAB Caddede gitmek. Geniş yolda yürümek.
İLTİHAB Alevlenmek. Yanmak. * Tıb: Bir uzuvda olan hararet, yanma. Cerahat toplanıp yaranın hararetlenmesi.
İLTİHAB-I A'VER Tıb: Körbağırsağın iltihabı.
İLTİHAB-I EDEME Tıb: Cildin iltihablanarak katılaşması.
İLTİHAB-I KEBED Tıb: Karaciğer iltihabı.
İLTİHABAT (İltihab. C.) İltihablar, alevlenmeler.
İLTİHABÎ İltihabla alâkalı.
İLTİHAF (Lihaf. dan) Sarılıp bürünme. Örtünme.
İLTİHAF Parlama, yanma.
İLTİHAK Karışmak. Katılmak. Yetişmek. Bitişmek.
İLTİHAM Yaranın iyi olup ağzının kapanması, etlenerek iyileşmesi. * Muharebenin kızışması.
İLTİHAP (Bak: İltihab)
İLTİHAS Açlık veya susuzluktan dolayı soluma.
İLTİHAT Öfkelenme, kızma, gazaba gelme, hiddet etme.
İLTİKA Rast gelmek. Buluşmak. Kavuşmak. * Kavuşturulmak.
İLTİKA' İnsanın rengi değişmek. Benzi sararmak.
İLTİKAM (Lokma. dan) Lokma etme, yutma.
İLTİKAT Yere düşen şeyi almak. * Toplamak. Çeşitli kitaplardan bilgi toplamak. (Bak: Lükata)
İLTİMA Sararıp solmak. Renk değiştirmek.
İLTİMA' Parıldamak. Işıldamak. * Kapıp almak.
İLTİMA-İ KEVAKİB Yıldızların parıldaması.
İLTİMAH (Lemh. den) Bir şeye şaşkın şaşkın bakınma.
İLTİMAM Bir kimseyi ziyaret etme. * Konma, konup durma.
İLTİMAS Tavsiye. Rica. İstirham. * Kayırmak, tutmak, haksız olarak yardımda bulunmak. * Yapılmasını isteme.
İLTİMASAT (İltimas. C.) İltimaslar, tavsiyeler, ricalar. * Kayırmalar, tutmalar.
İLTİMASGERDE f. İltimas edilen, kayırılan.
İLTİMASNAME f. İltimas mektubu. Kayırma yapılması için yazılan mektub.

Prof. Dr. Sinsi 09-10-2012 03:03 AM

Osmanlıca Sözlük (İ Harfi)-Osmanlıca Sözlük (İ Harfi) İle İlgili Kelimeler...
 
RE: Osmanlıca Sözlük (İ Harfi) İLTİSAK Rutubetlenmek, ıslanmak.
İLTİSAK İki uzvun birbirine yapışık olması. * Bitişmek. Yapışmak. Kavuşmak. Yapışık olmak.
İLTİSAK-I ECFAN Tıb : Ağrı ve sızıdan dolayı gözkapaklarının birbirine bitişmesi.
İLTİSAKÎ İltisakla alâkalı. * Yapışan, birleşen. Kavuşan, bitişen.
İLTİSAM Örtünmek, yaşmaklanmak, ağzını örtmek. * Öpmek, takbil eylemek, öpülmek.
İLTİSAM-I NİSVAN Kadınların örtünmeleri.
İLTİTAM Dalgalanma, temevvüc.
İLTİVA Burulmak. * Kıvrılmak, bükülmek. * Sarılıp birbirine dolaşmak. * Dalgalanma. * Eğri durma. * Nehrin dolaşıklı bir yatağı olma.
İLTİVA-Yİ EM'Â Tıb: Bağırsağın kendi üzerine helezoni biçimde kıvrılması.
İLTİYA' Heyecanlanmak, iç alevlenmesi. * İç sıkıntısı çekme, dertlenme.
İLTİYAH Vücudun güneşten yanması. * Susama. * Şimşek çakma. * Yıldızın parıltısı.
İLTİYAH Mayalanmak. * Karışmak.
İLTİYAK Sıkı fıkı dost olma, candan arkadaş olma.
İLTİYAM Yaranın kapanıp iyi olması. * Cem' olmak. * Zemmolunmak.(Hayatın yarası iltiyam bulur. İzzet-i İslâmiyenin ve namusun ve izzet-i milliyenin yaraları pek derindir. M.)
İLTİYAM-PEZİR f. İyi olabilir, kapanabilir yara.
İLTİYAM-NÂPEZİR f. İyi olmaz, kapanmaz yara.
İLTİZAK Yapışma, birleşme.
İLTİZAK-I ESABİ' Parmakların yapışması.
İLTİZAM Kendine lâzım kılma. İcrasına cehdettiği şeyi kendi üzerine vâcib kılma. Mülâzemet etme. Gerekli bulma. * Tarafgirlik etme, birinin tarafını tutma. * Onyedinci y.y. dan itibâren devlete gelir getiren kaynaklar, yavaş yavaş belirli bedel karşılığında şahıslara verilmeğe başlandı. Bu usulün adı iltizamdı. İltizamı üzerine alan kimseler, yani mültezimler; geliri devlete peşin olarak öderler, sonra bunu halktan tahsil ederlerdi. (Bak: Mültezim)(Dimağda merâtib var, birbiriyle mültebis, ahkâmları muhtelif. Evvel tahayyül olur, sonra tasavvur gelir.Sonra gelir taakkul, sonra tasdik ediyor sonra iz'an oluyor.Sonra gelir iltizam, sonra i'tikad gelir.i'tikadın başkadır, iltizamın başkadır. Her birinden çıkar bir hâlet: Salâbet i'tikaddan.Taassub iltizamdan, imtisal iz'andan, tasdikten iltizam, taakkulde bitaraf, bibehre tasavvurda. Tahayyülde safsata hasıl olur, mezcine eğer olmaz muktedir.Bâtıl şeyleri güzel tasvir etmek her demde.Sâfi olan zihinleri cerhdir, hem idlâli. S.)
İLTİZAMEN İltizam yoluyla, iltizam suretiyle.
İLTİZAMİYE Bilerek yapılmış olan ve iltizama müteallik.
İLTİZAZ (Lezzet. den) Lezzet duyma, hoş ve lâtif bulma.
İLTİZAZAT (İltizaz. C.) İltizazlar, lezzet duymalar.
İLVA Çevirmek. Baş eğmek. Başı eğilmek. * Başkasının sözünü maksadı olmayan başka tarafa çevirmek. * Birinin hakkını inkâr eylemek. * Bayrağı kaldırmak. Sancak dikmek.
İLVİNAN Renklenme, televvün.
İLYAS (ALEYHİSSELÂM) Benî İsrail peygamberlerinden olup, Kur'an-ı Kerim'de ismi geçen ve Tevrat'ta "Ella" diye mezkûr olan bir Peygamberin ism-i mübarekidir. M.Ö. 9. asırda yaşamış olup ondan sonra Elyesa (A.S.) Peygamber olmuştur. İlyâs (A.S.), zamanının hükümdarıyla çok mücadele etmiş, çok zaman mağaralarda yaşamış, çok mu'cizeler göstermiştir. (Bak: Merâtib-i hayat)
İLYASÎN İlyas demektir. Bazı kıraetlerde "âl yasin" okunduğundan, her iki kıraete de mutabık olmak için imlâsı, "el yasin" suretinde yazılır.Yasin, İlyas Aleyhisselâm'ın babası olmakla Âl-i Yasin, yine İlyas demek olur. Yasin bir de Resul-i Ekrem'in isimlerinden olduğuna göre, bazıları Âl-i Yasin'den murad; ümmet-i Muhammed (A.S.M.) olduğunu söylemişlerdir. (E.T.)
İLYE Sağrı, but. Kalçanın üst kısmı.
İLYETEYN Kaba etler. Sağ ve sol butlar.
İLZAK (Lazk. dan) Yapıştırma.
İLZAM Muaraza veya muhakemede delil göstererek muhalifini susturmak, iskât etmek. Söz ve fikirde galibiyet. İltizam ettirmek. İsnad ve isbat etmek.
İLZAMİYAT Bir kimseyi ilzam edip susturmak için söylenen sözler.
İMA İşaret etmek. İşaretle anlatmak. İşaret.
İ'MA Kör etme, âmâ yapma.
İMA' (Emen. C.) Câriyeler, kadın esirler.

Prof. Dr. Sinsi 09-10-2012 03:03 AM

Osmanlıca Sözlük (İ Harfi)-Osmanlıca Sözlük (İ Harfi) İle İlgili Kelimeler...
 
RE: Osmanlıca Sözlük (İ Harfi) İMAAT (İmâ. C.) İşaretler. İmâlar.
İMAD Direk, kolon. * Temel, esas. * Kuvvet. * Bir kavmin reisi ve başta geleni. * Yüksek bina.
İMAD-ÜD DİN Dinin direği.
İ'MAD Direk dikme.
İMAEN İşaret vererek. İşaret ederek.
İ'MAK Derinleştirme. Bir şeyin derinliğine varma.
İ'MAK-I Bİ'R Kuyunun derinleştirilmesi.
İ'MAL Yapmak. İşlemek. İhdas eylemek. * Kullanmak. * Zabt, idare ve hâkimlik etmek. * Fık: Sözü mühmel bırakmayıp bir mâna ile mukayyed ve yüklü eylemek.
İ'MALAT Bir memlekette veya bir fabrikada yapılan işler ve eserler.
İMALAT (İmale. C.) İmaleler. Meylettirmeler. Eğmeler.
İMALE Bir tarafa meylettirmek. Bir tarafa eğmek. * Benzetmek. * Mal vermek. * Edb: Bir heceyi vezne uydurmak için uzatarak okumak.
İ'MALGÂH f. Fabrika, atölye.
İMAM Öne geçmek. * Önde ve ileride olan. Delil ve rehber. * Cemaate namaz kıldıran. * İçtihad sahibi zat. Mezheb sahibi olan. * Bir mahallenin lüzumlu işlerine ve içtimaî vazifelerine nezaret eden. * Müslümanların imamı olan halife ve askerlerin başı. Sultan. Hâkim. Reis. * Ümmetin reisi. İslâm hükümetlerinde Devlet Reisi. * Hz. Ali (R.A.) neslinden gelen zât. * Dershanede günlük talim ve dersler için talebelerin önlerine konan tahtalar. * Kıble tarafı.
İMAM-I ALİ (R.A.) (Bak: Ali-ül Murtaza)
İMAM-I ALİ NAKİ (Hi: 212-254) Eimme-i İsnâ Aşer'den onuncu zât olup, manevi büyük nüfuz ve takva sahibi, ehl-i kemal bir zâttır. Ali İbn-i Muhammed Hâdi diye de bilinir. (R.A.)
İMAM-I ALİ RIZA (Hi: 153 de Medine-i Münevvere'de doğmuştur.) Eimme-i İsnâ Aşer'in yedincisidir. İmam-ı Musa Kâzım'ın oğludur. Tus; yani Meşhed'de medfun olup kabri ziyaretgâhtır. (R.A.)
İMAM-I A'ZAM (Hi: 80-150) Hanefi Mezhebinin imamı. Asıl ismi: Ebu Hanife Nu'man bin Sâbit'tir. Bağdatlı olup Abbasiler devrinde yaşamıştır. Fıkıh ilminin en ileri geleni olup, bu ilmin tedvin ve tervicinde çok büyük hizmet etmiştir. Böyle zâtların vicdan-ı umumiye nezdinde idareyi, hak ve adalette selâmet için, mânevi mürakabeleri çok ehemmiyetli bir husus olduğundan, teklif edilen Kadılık Makamını, hapse ve işkencelere mâruz kaldığı halde kabul etmemiştir. Kudsi vazifesi, siyasetçe muhtelif düşünen müslümanların hepsine şâmil olması sebebi ile bilfiil siyasete girmemiştir. (K.S.)
İMAM-I BEYHAKÎ (Bak: Beyhaki)
İMAM-I BUHARÎ (Bak: Buhari.)
İMAM-I BUSİRÎ (Mi: 1213-1295) İmam-ı Muhammed bin Said "Busayrî" diye bilinir. Kaside-i Bür'e ve Hemziyesi ile meşhur üstün bir İslâm şâiridir.
İMAM-I CA'FER-İ SÂDIK (Hi: 83-148) Hazret-i Ali'nin (R.A.) torununun torunudur. Medine-i Münevvere'de yaşamıştır. Annesi, Hazret-i Ebu Bekir'in soyundandır. Mânevi nüfuzu çok ileri idi, dine büyük hizmetleri görüldü. Demiştir ki: "Kim nefsi için nefsi ile mücâhede ederse, keramete kavuşur, kim de Allah için nefsi ile mücâhede ederse, Allah'a kavuşur." Eimme-i İsnâ Aşerin altıncısıdır. (K.S.)
İMAM-I EBU YUSUF (Hi: 113-182) İmam-ı A'zam'ın fıkha dair eserlerini te'lif etmiştir. Fıkıh sahasının büyük imamlarındandır. Dedesi Sahabe-i Kiramdan Sa'd'dır. (R.A.) İmam-ı Muhammed'le ikisine Fıkıh kitablarında "İmameyn" denir. (K.S.)
İMAM-I GAZALÎ Ahirete irtihâli Hi: 505 dir. "Hüccet-ül İslâm İmam-ı Muhammed Gazalî" diye anılır. O zamanın felsefesinin bâtıl akidelerini red ve cerh ederek Kur'anın eşsizliğini ve hakkaniyet ve mu'cizeliğini isbat etmiş pek çok eserler vermiştir. (K.S.)
İMAM-I HANBELÎ (Hi: 164-241) (Ahmed İbn-i Muhammed İbn-i Hanbelî) Hanbelî Mezhebinin imamı olup ezberinde bir milyon hadis vardı. Müsned adlı kitabında otuzbin hadis mevcuttur. Zühd ve takvası çok ileri idi. (K.S.)
İMAM-I MÂLİK (Hi: 93-179) Medine-i Münevvere'de doğdu. İmâm Mâlik bin Enes diye anılır. Mâlikî Mezhebinin imamı. El-Muvatta isimli eseri, "Kütüb-ü Sitte"ye dahil olacak kıymettedir. Mezhebinin mensubları, Afrika ve Endülüs'te çok yayılmıştır. Bu mezhepte olana "Malikî" denir.
İMAM-I MATÜRİDÎ (Bak: Matüridî)
İMAM-I MUHAMMED (Hi: 135-189) Kufe'de yetişti. 99 kitab te'lif etmiştir. İmâm-ı Mâlik'ten hadis okudu. En meşhur Hanefî fakihlerindendir. (K.S.)
İMAM-I MUHAMMED BÂKIR (Hi: 75-117) Hz. İmam Zeynelâbidin'in oğlu, Hz. İmam-ı Hüseyin'in torundur. Hz. İmam-ı Ca'fer-i Sadık'ın babasıdır. On iki imamın beşincisidir. Büyük bir âlim ve en meşhur velilerdendir (K.S)
İMAM-I MÜBİN İlim ve emr-i İlâhînin bir nev'ine bir ünvandır ki, âlem-i şehadetten ziyade âlem-i gayba bakıyor. Yani, zaman-ı halden ziyade mazi ve müstakbele nazar eder. Yani, her şeyin vücud-u zahirîsinden ziyade aslına, nesline ve köklerine ve tohumlarına bakar.(...Evet, şu İmam-ı Mübin, bir nevi ilim ve emr-i İlâhînin bir ünvanıdır. Yani, eşyanın mebadileri ve kökleri ve asılları kemal-i intizam ile eşyanın vücudlarını gayet san'atkârane intac etmesi cihetiyle elbette desatir-i ilm-i İlâhînin bir defteri ile tanzim edildiğini gösteriyorlar. Ve eşyanın neticeleri, nesilleri, tohumları; ileride gelecek mevcudatın programlarını, fihristelerini tazammun ettiklerinden elbette evamir-i İlâhiyenin bir küçük mecmuası olduğunu bildiriyorlar. Meselâ; bir çekirdek bütün ağacın teşkilatını tanzim edecek olan programları ve fihristeleri ve o fihriste ve programları tâyin eden o evamir-i tekviniyyenin küçücük bir mücessemi hükmünde denilebilir...Şu mânadaki İmam-ı Mübin, kader-i İlâhînin bir defteri, bir mecmua-i desâtiridir. O desâtirin imlâsı ile ve hükmü ile, zerrat, vücud-u eşyadaki hidemâtına ve harekâtına sevkedilir. Amma Kitab-ı Mübin ise; âlem-i gaybdan ziyade âlem-i şehadete bakar. Yani, mazi ve müstakbelden ziyade zaman-ı hâzıra nazar eder. Ve ilim ve emirden ziyade kudret ve irâde-i İlâhiyenin bir ünvanı, bir defteri, bir kitabıdır. İmam-ı Mübin kader defteri ise, Kitab-ı Mübin kudret defteridir. Yani, her şey vücudunda, mahiyetinde ve sıfat ve şuunâtında kemal-i san'at ve intizamları gösteriyor ki; bir kudret-i kâmilenin desatiri ile ve bir irade-i nâfizenin kavanini ile vücud giydiriliyor. Suretleri tayin, teşhis edilip, birer mikdar-ı muayyen, birer şekl-i mahsus veriliyor. Demek o kudret ve iradenin küllî ve umumî bir mecmua-i kavanini, bir defter-i ekberi vardır ki; her bir şeyin hususî vücudları ve mahsus suretleri ona göre biçilir, dikilir, giydirilir. S.)

Prof. Dr. Sinsi 09-10-2012 03:03 AM

Osmanlıca Sözlük (İ Harfi)-Osmanlıca Sözlük (İ Harfi) İle İlgili Kelimeler...
 
RE: Osmanlıca Sözlük (İ Harfi) İMAM-I RABBANÎ (Bak: Ahmed-i Farukî)(Silsile-i Nakşi'nin kahramanı ve bir güneşi olan İmam-ı Rabbanî (R.A.) Mektubat'ında demiş ki: "Hakaik-ı imaniyeden bir mes'elenin inkişafını, binler ezvak ve mevâcid ve keramata tercih ederim."Hem demiş ki: "Bütün tariklerin nokta-i müntehası, hakaik-ı imaniyenin vuzuh ve inkişafıdır."Hem demiş ki: "Velâyet üç kısımdır: Biri velâyet-i suğra ki, meşhur velâyettir, biri velâyet-i vusta, biri velâyet-i kübradır. Velâyet-i kübrâ ise; verâset-i nübüvvet yoluyla, tasavvuf berzahına girmeden doğrudan doğruya hakikata yol açmaktır."Hem demiş ki: "Tarik-ı Nakşide iki kanad ile sülûk edilir." Yâni: "Hakaik-ı imaniyeye sağlam bir surette itikad etmek ve feraiz-i diniyeyi imtisal etmekle olur. Bu iki cenahta kusur varsa, o yolda gidilmez." Öyle ise tarik-ı Nakşinin üç perdesi var: Birisi ve en birincisi ve en büyüğü: Doğrudan doğruya hakaik-ı imaniyeye hizmettir ki, İmam-ı Rabbanî de (R.A.) âhir zamanında ona sülûk etmiştir. İkincisi : Feraiz-i diniyeye ve Sünnet-i Seniyyeye tarikat perdesi altında hizmettir.Üçüncüsü : Tasavvuf yoliyle emrâz-ı kalbiyenin izalesine çalışmak, kalb ayağıyle sülûk etmektir. Birincisi Farz, ikinci Vâcib, bu üçüncüsü ise Sünnet hükmündedir.Madem hakikat böyledir, ben tahmin ediyorum ki: Eğer Şeyh Abdülkadir-i Geylanî (R.A.) ve Şâh-ı Nakşibend (R.A.) ve İmam-ı Rabbanî (R.A.) gibi zatlar bu zamanda olsaydılar, bütün himmetlerini, hakaik-ı imaniyenin ve akaid-i İslâmiyenin takviyesine sarfedeceklerdi. Çünkü saadet-i ebediyenin medarı onlardır. Onlarda kusur edilse, şekavet-i ebediyeye sebebiyet verir. İmansız Cennet'e gidemez, fakat tasavvufsuz Cennet'e giden pek çoktur. Ekmeksiz insan yaşayamaz, fakat meyvesiz yaşayabilir. Tasavvuf meyvedir, hakaik-ı İslâmiye gıdadır. M.)
İMAM-I REMLÎ (Bak: Remlî)
İMAM-I ŞÂFİÎ (Hi: 150-204) İmam-ı Abdullah bin Muhammed diye de anılır. Üçüncü ceddi olan Şâfiî, hayatında Resulüllâh'ı (A.S.M.) gördüğü için o isimle anılır. Nesebi, Abd-i Menaf'da Peygamberimiz (A.S.M.) ile birleşir. Gençliğinde çok fakir bir hayat yaşadı. Çok ileri muhaddis ve müfessir-i Kur'andır. Usul-ü Hadis ve Fıkha dair te'lifatı vardır. Şâfiî Mezhebinin imamıdır. Tıb, şiir ve edebiyatta da çok ileridir. (K.S.)
İMAM-I TABERANÎ (Süleyman bin Ahmed Taberanî) Hadis âlimidir. Şam'da Taberiyye'de doğmuş ve orada vefat etmiştir. (260-360) Kebir, Evsat ve Sagir hadis kitablarını yazmak için 33 sene Irak, Hicaz, Yemen, Mısır ve başka yerleri dolaşmıştır.
İMAME İslâma mahsus baş kisvesi olan sarık. Zırhlı külâh. * Çubuk ve sigaralığın başına takılan ağızlık. * Tesbihin başındaki ve ipin iki ucu içinden geçen uzunca tane.
İMAMET İmamlık. Namazda cemaati idare eden zâtın hal ve sıfatı. * Halifelik.İmamet iki kısma ayrılır:1- İmamet-i suğra: Namazda cemaate yapılan imamlık.2- İmamet-i kübra : Emir-ül mü'minîn olmak. Yani müslümanlar arasında riyaset-i âmmeyi hâiz bulunmaktır.
İMAMEVİ t. Eskiden kadınlara mahsus hapishane.
İMAMEYN İki İmam. * Fık: Ekseriyetle Hanefî kitaplarında "İmameyn" dendiği zaman "İmam-ı Ebu Yusuf ile İmam-ı Muhammed" anlaşılır. Bazan da İmam-ı A'zam ile İmam-ı Şâfiî Hz.lerine söylenir.
İMAMZADE İmam oğlu. Babası imam veya imam ünvanını hâiz olan adam.
İM'AN Fazla dikkat ve ihtimam. Bir şeyde çok ileri gitmek. * Bir adamın hakkını ikrar eylemek. * Pek uzağa koşmak ve bir hususta hakkı mütecaviz olmak üzere, mübalâğa ve içtihad etmek.
İM'AN-I NAZAR Bir işi dikkatle düşünmek; inceden inceye bakmak ve tedkik etmek.
İMAN İnanmak. İtikad. Hakkı kabul, tasdik ve iz'ân etmek. İslâmiyeti kabul edip amel etmek. Dini bütün hakikatleri kabul edip gereğini yerine getirmek. "Resul-i Ekrem'in (A.S.M.) tebliğ ettiği zaruriyat-ı diniyeyi tafsilen ve zaruriyatın gayrısını icmâlen tasdik etmekten hasıl olan bir nurdur."(Öyle ise iman, Şems-i Ezelîden vicdan-ı beşere ihsan edilen bir nur ve bir şuadır ki; vicdanın iç yüzünü tamamiyle ışıklandırır ve bu sâyede, bütün kâinat ile bir ünsiyet, bir emniyet peyda olur. Ve her şeyle kesb-i muarafe eder. Ve insanın kalbinde öyle bir kuvvet-i maneviye husule gelir ki; insan o kuvvet ile her musibete, her hâdiseye karşı mukavemet edebilir ve öyle bir vüs'at ve genişlik verir ki; insan o vüs'atle geçmiş ve gelecek zamanları yutabilir. İ.İ.)(Ey arkadaş! Bütün lezzetler imanda olduğu gibi, bütün elemler de dalâlettedir. Bunun izahı ise; bir şahıs, kudret-i ezeliye tarafından, adem zulümatından şu korkunç dünya sahrasına atılırken gözünü açar, bakar. Bir lütuf beklediği zaman, birdenbire düşmanlar, hastalıklar, elemler, belâlar hücum etmeğe başlarlar. Bir meded, bir yardım için müsterhimane tabiata ve anasıra baktığı vakit, kasavet-i kalble, merhametsizlikle karşılaşır. Ecram-ı semâviyeden istimdat etmek üzere başını havaya kaldırır. O ecram, atom bombaları gibi dehşetli ve heybetli hâlleriyle gözüne görünür. Hemen gözünü yumar, başını eğer, düşünmeğe başlar. Bakar ki, hayati hâcetleri bağırıp çağırmaya başlarlar. Bütün bütün tevahhuş ederek hemen kulaklarını tıkar, vicdanına iltica eder; bakar ki; vicdanı, binler âmâl (emeller) ve emânî ile dolu gürültülerinden cinnet getirecek bir hâle gelir. Acaba, hiçbir cihetten hiçbir teselli çaresini bulamayan o zavallı şahıs, mebde ile meâdi, Sâni' ile haşri itikad etmezse, onun o vaziyetinden Cehennem daha serin olmaz mı? İ.İ.)
İMAN-I BİL-ÂHİRET Âhirete, öldükten sonra dirileceğine, haşir ve neşre, Cennet ve Cehennem'e inanmak.(Evet, subutî bir emri ihbar etmenin kolaylığı ve inkâr ve nefyetmenin gayet müşkül olduğu bu temsilden görülür. Şöyle ki:Biri dese: Süt konserveleri olan gayet hârika bir bahçe, küre-i arz üzerinde vardır. Diğeri dese: Yoktur. İsbat eden, yalnız onun yerini veyahut bazı meyvelerini göstermekle kolayca dâvasını isbat eder. İnkâr eden adam, nefyini isbat etmek için küre-i arzı bütün görmek ve göstermekle dâvasını isbat edebilir. Aynen öyle de: Cennet'i ihbar edenler yüzbinler tereşşuhâtını, meyvelerini, asârını gösterdiklerinden kat'-ı nazar, iki şâhid-i sâdıkın sübutuna şehadetleri kâfi gelirken; onu inkâr eden, hadsiz bir kâinatı ve hadsiz ebedî zamanı temaşa etmek ve görmek ve eledikten sonra inkârını isbat edebilir; ademini gösterebilir. S.)
İMAN-I BİLLÂH Allah'a ve O'nun sıfatlarına inanmak.
İMAN-I İCMALÎ İcmalî iman, yani; taraf-ı Nebevîden tebliğ buyurulan şeylerin hey'et-i mecmualarına inanmak, yâni; "Her ne tebliğ buyruldu ise; cümlesi haktır" diye tasdik etmektir.
İMAN-I MAKBUL Mü'minlerin imanı.
İMAN-I MERDUD Münafık olan kimselerin imanı.
İMAN-I TAHKİKÎ İmana aid bütün mes'eleleri yakînî surette tedkik ile bilmek ve yaşamak ve tahkikî iman derslerini veren ve taklidî imanı tahkike tebdil eden eserleri sadakatla okumak neticesinde hâsıl olan sağlam, sarsılmaz iman. (Mü'minin kalbi tasdik nuru ile o derece münevver olmasıdır ki, o nur bütün letaif-i insaniyyeye nüfuz eder.)
İMAN-I TAKLİDÎ Az şüphelere mağlup olabilen, başkalarını takliden olan iman. Tahkik ehline ait olmayan, câhillere mahsus iman.
İMAN-I YE'S Çaresiz kalan, hayatından ümidsiz olan bir kimsenin imanı.
İ'MAR Yapmak. Tâmir etmek. Şenlendirmek. Mâmur kılmak. Harabilik ve ıssızlıktan kurtarmak.

Prof. Dr. Sinsi 09-10-2012 03:03 AM

Osmanlıca Sözlük (İ Harfi)-Osmanlıca Sözlük (İ Harfi) İle İlgili Kelimeler...
 
RE: Osmanlıca Sözlük (İ Harfi) İMARAT (İmaret. C.) İmaretler, genel aşevleri.
İMARET Emirlik. Beylik.
İMARET Mâmur etmek, şenlendirmek. Mâmurluk. * Hayrat için fakirlere yemek verilen yer. (Bak: Amâir)
İMARET KEMERİ Eskiden medresenin en güçlü, kuvvetli, kıdemli ve sözü dinlenen talebesi hakkında kullanılır bir tabirdi. Ayrıca bu tabir, medrese talebelerinden iaşe işlerine bakmak üzere bir sene müddetle seçilenler hakkında da kullanılırdı. Bunlar, bellerine kemer taktıkları için bu isim verilmişti.
İMATA Uzaklaştırma yahut uzaklaştırılma.
İMATE Ölü hale getirmek. Öldürmek. Fena etmek.
İMATE-İ VAKT Vakit öldürme. Boşu boşuna zaman harcama.
İMBİK (Bak: İnbik)
İMDAD Yardım. Yardıma yetişmek. "Yetişin, kurtarın" mânasında da kullanılır. * Yardıma gönderilen kuvvet. * Vâdeyi uzatmak. Mühlet vermek.
İMDADİYE Savaş zamanlarında harp masrafını karşılamak, sulh vaktinde de bütçe açığını kapatmak için halktan alınan örfi vergi. Harp için alınana "imdadiye-i seferiye", açığı kapatmak gayesiyle alınana da "imdadiye-i hazariye" denilirdi.
İMECE Köyün umumi işlerinde veya köylünün kendi işlerinde köy halkının müştereken çalışması. Beraberce birçok kimsenin toplanıp elbirliğiyle bir kişinin işini halletmesi ve herkesin işinin sıra ile bitirilmesi.
İMHA Bozmak, yok etmek, mahvetmek. Yıkmak. Zâil etmek.
İMHA Keskinletme, bileme.
İMHAK Kararma. * Bereketsiz.
İMHAL Mühlet verme. Sonraya kalmasına müsaade etme.
İMHAR Hâtun için mehr tayin etmek. Evleneceği kız veya kadın için mehr tayin etmek.
İMHAZ Doğrulukla yapma.
İMKÂN Mümkün olmak. Olacak hâlde bulunmak. (Bak: Hudus)
İMKÂN-I ÂDÎ Zâtında dâima mümkün olan. Her zaman olabilen. Olmasında bir mânia bulunmayan.
İMKÂN-I AKLÎ Man: Aklen mümkün bilinen. * Aklen mümkün olma.
İMKÂN-I ÖRFÎ Emsaline pek az rastlanan hârika bir âdet veya keramet gibi.
İMKÂN-I VEHMÎ Vehimle bir şeyi mümkün görmek, zannetmek.
İMKÂN-I ZÂTÎ Vukuu mümkün olan iş. Bir şeyin, aslında mümkün olması.
İMKÂN-I ZİHNÎ Bir şeyin mümkün olabileceğini zihinle düşünmek.(Vesveseli adam imkân-ı zâtî ile imkân-ı zihnîyi birbiriyle iltibas eder. Yani, bir şeyi zâtında mümkün görse, o şeyi zihnen dahi mümkün ve aklen meşkuk tevehhüm eder. Halbuki, İlm-i Kelâm'ın kaidelerindendir ki; imkân-ı zâtî ise, yakîn-i ilmîye münâfi değil ve zaruret-i zihniyyeye zıddiyyeti yoktur. Meselâ: Şu dakikada Karadeniz'in yere batması zâtında mümkündür ve o imkân-ı zâtî ile muhtemeldir. Halbuki yakînen o denizin yerinde olduğunu hükmediyoruz. Şüphesiz biliyoruz ve o ihtimâl-i imkânî ve o imkân-ı zâtî bize şek vermez, bir şüphe getirmez, yakînimizi bozmaz. Meselâ: Şu güneş zatında mümkündür ki, bugün gurub etmesin veya yarın tulu' etmesin. Halbuki bu imkân, yakînimize zarar vermez, şüphe getirmez. İşte bunun gibi, meselâ: Hakaik-ı imâniyeden olan hayat-ı dünyeviyenin gurubuna ve hayat-ı uhreviyyenin tuluuna, imkân-ı zâtî cihetinde gelen vehimler, yakîn-i imanîye zarar vermez. Hem "lâ ibrete li-l-ihtimali-l-gayri-n-nâşi an delilin" yani: "Bir delilden neş'et etmeyen bir ihtimalin hiç ehemmiyeti yoktur" olan kaide-i meşhure, hem usul-üd din, hem usul-ü fıkhın kaide-i mukarreresindendir. S.)
İMKÂNAT Varlığı da yokluğu da mümkün olanlar. Ademle vücudu müsavi olanlar. Var olmasında başkasına muhtaç bulunan şeyler.
İMLA Doldurma, doldurulma. * Yazı yazma. (Dikte) * Bir dildeki kelime ve sözleri doğru yazma bilgisi. * Müddeti mühlet vererek uzatma.
İMLAK Çok fakir düşmek.
İMLAK Mülk sahibi olmak. * Bey etmek. * Evlendirmek.
İMLAL (Melâl. den) Usandırma veya usandırılma.
İMLAS Karanlık. * Karışma. * Koyunun tüyü dökülme.
İMLİSE Çöl, sahra.
İMLİSÎ Hırsız, sârık.
İMMA (Terdid edatıdır) "Ya, veya" diye tercüme edilir.. Şek, şüphe, ibahe, bağışlamak, hayret vermek mânâlarını da ifade eder.
İMMİSAR (İmtisar ile aynı mânâdadır) Süt sağmak. * Bir şeyi incelemek. * Az olmak. * Dağılmak. * Hâil, perde.
İMPARATOR Lât. Büyük kral. Birkaç devlete hükmünü geçiren büyük hükümdar. Tahta çıkan kadın olursa ona imparatoriçe denir.
İMRAC Ahde vefa etmeme, sözden cayma. * Hayvanı çayıra salıverme.
İMRAN Hz. Meryemin babası. (Bak: Âl-i İmran)
İMRAR Geçirmek. Mürur ettirmek. * İpi sağlam bükmek. * Acıtmak. Acı olmak.
İMRAR-I EVKAT Vakitleri geçirmek.
İMRAZ İllet sahibi olmak. Hasta etmek. Bir kimseyi hasta bulmak.
İMREE(T) Kadın. Hâtun. Avrat.
İMRUZ f. Bugün.
İMSA Akşama kalma. * Bozma.
İMSAK Kendini tutmak. Bir şeyden el çekme. * Oruca başlama zamanı. * Hapsetmek. * Şer'an müftirat denen şeylerden (orucu bozan şeylerden) nefsi hakikaten veya hükmen men' etmek. * Yemez içmez adamın hâli. Cimrilik, hasislik, pintilik.

Prof. Dr. Sinsi 09-10-2012 03:04 AM

Osmanlıca Sözlük (İ Harfi)-Osmanlıca Sözlük (İ Harfi) İle İlgili Kelimeler...
 
RE: Osmanlıca Sözlük (İ Harfi) İMSAKİYE Ramazanda imsak vakitlerini gösteren cetvel.
İMSAL Boşuboşuna sarfetme, lüzumsuz yere harcama. Har vurup harman savurma.
İMSAS (Mass. dan) Emdirme, emdirilme. * Tıb: Suda erimiş ilâcı şırınga etmek.
İMSAS Değdirmek. Elle tutmak. Meshetmek.
İMŞEB f. Bu gece.
İMTAR Yağdırma veya yağdırılma.
İMTAR-I AHCÂR Taş yağdırma.
İMTAR-I MATAR Yağmur yağdırma.
İMTİDAD Uzanmak. Uzayıp gitmek. Gerilip ve çekilip uzanmak. * Boy. Tul. Uzunluk. * Feza, uzay.
İMTİDAH (Medh. den) Medhetme, övme.
İMTİDAH Aşma, taşma.
İMTİHA' (Mahv. dan) Mahvolma, perişan olma, yok olma.
İMTİHA' Bileme veya bilenilme, yahut da bilenme.
İMTİHA-Yİ SEYF Kılıcın bilenmesi, keskinleştirilmesi.
İMTİHAK Bozulma.
İMTİHAN Deneme, Tecrübe etmek. * Bir şeyin hakikatına ıttılâ peyda etmek için çok dikkatle düşünmek. * Salâhiyet veya salâhiyetsizliğini anlamak için yapılan teftiş ve tecrübe.(Hakîm-i Ezeli, inâyet-i sermediye ve hikmet-i ezeliyenin iktizası ile, şu dünyayı, tecrübeye mahal ve imtihana meydan ve esmâ-i hüsnâsına âyine ve kalem-i kader ve kudretine sahife olmak için yaratmış ve tecrübe ve imtihan ise neşv ü nemâya sebeptir. O neşv ü nemâ ise, istidatların inkişafına sebeptir. O inkişaf ise, kabiliyetlerin tezahürüne sebeptir. O kabiliyetlerin tezahürü ise, hakaik-ı nisbiyenin zuhuruna sebebtir. Hakaik-ı nisbiyenin zuhuru ise, Sâni-i Zülcelâlin esmâ-i hüsnâsının nukuş-u tecelliyatını göstermesine ve kâinatı mektubat-ı Samedaniyye suretine çevirmesine sebeptir. İşte bu sırr-ı imtihan ve sırr-ı teklif iledir ki; ervâh-ı âliyenin elmas gibi cevherleri ervâh-ı sâfilenin kömür gibi maddelerinden tasaffi eder, ayrılır.İşte, bu mezkur sırlar gibi daha bilmediğimiz çok ince, âli hikmetler için, âlemi bu surette irade ettiğinden şu âlemin tegayyür ve tahavvülünü dahi o hikmetler için irade etti. Tahavvül ve tegayyür için zıtları birbirine hikmetle karıştırdı ve karşı karşıya getirdi. Zararları menfaatlara mezcederek, şerleri hayırlara idhal ederek, çirkinlikleri güzelliklere cem'ederek, hamur gibi yoğurarak şu kâinatı tebeddül ve tagayyür kanununa ve tahavvül ve tekâmül düsturuna tâbi kıldı. Vaktaki meclis-i imtihan kapandı. Tecrübe vakti bitti. Esmâ-i Hüsnâ hükmünü icra etti. Kalem-i kader, mektubatını tamamiyle yazdı. Kudret, nukuş-u san'atını tekmil etti. Mevcudat, vezaifini ifa etti. Mahlukat, hizmetlerini bitirdi. Herşey, mânasını ifade etti. Dünya, âhiret fidanlarını yetiştirdi. Zemin, Sâni-i Kadir'in bütün mu'cizat-ı kudretini, umum havârık-ı san'atını teşhir edip gösterdi. Şu âlem-i fena, sermedi manzaraları teşkil eden levhaları zaman şeridine taktı. O Sâni-i Zülcelâl'in hikmet-i sermediyyesi ve inayet-i ezeliyyesi; o imtihan neticelerini, o tecrübenin neticelerini, o Esmâ-i Hüsna'nın tecellilerinin hakikatlarını, o kalem-i kader mektubatının hakaikını, o nümune-misal nukuş-u san'atının asıllarını, o vezaif-i mevcudatın faidelerini, gayelerini, o hidemat-ı mahlukatın ücretlerini ve o kelimat-ı kitab-ı kâinatın ifade ettikleri mânaların hakikatlarını ve istidat çekirdeklerinin sünbüllenmesini ve bir mahkeme-i kübra açmasını ve dünyadan alınmış misalî manzaraların göstermesini ve esbab-ı zâhiriyyenin perdesinin yırtmasını ve herşey doğrudan doğruya Hâlik-ı Zülcelâline teslim etmesi gibi hakikatları iktiza etti ve o mezkur hakikatları iktiza ettiği için, kâinatı dağdağa-i tagayyür ve fenadan, tahavvül ve zevalden kurtarmak ve ebedileştirmek için o zıtların tasfiyesini istedi ve tagayyürün esbabını ve ihtilâfatın maddelerini tefrik etmek istedi. Elbette kıyameti koparacak ve o neticeler için tasfiye edecek. İşte şu tasfiyenin neticesinde cehennem, ebedî ve dehşetli bir suret alıp, taifeleri $ tehdidine mazhar olacak. Cennet; ebedî, haşmetli bir suret giyerek ehli ve ashabı $ hitabına mazhar olacak. S.)
İMTİHAN Hor ve zelil kılmak.
İMTİHAZ Hâlis, katıksız ve saf olma. Durulanma.
İMTİKÂR (Mekr. den) Oyuna kanma, aldanma.
İMTİLA' Dolma. Dolgunluk. * Tıb: Kan durma, kan toplanma.
İMTİLA-İ MİDE Mide dolgunluğu.
İMTİLAL Bir millete karışma.
İMTİNA' Feragat edip geri durma. * Muvafakat etmeme. Çekinme. İstememe. Yapmama. * İmkânsızlık, mümkün olmayış.
İMTİNA-İ ÂDİ Bir şeyin olması âdeta mümkün olmamak.
İMTİNA-İ HAKİKİ Bir şeyin mümkün olmamasının aklen zaruri olması. (Meselâ: Bir kimse kendinden yaş bakımından büyük olan başka bir kimse hakkında: "Bu benim oğlumdur" diye iddia etse, dâvâsı dinlenmez. Çünkü, kendinden yaşça büyük bir adamın, kendisinin neslen oğlu olması aklen muhaldir.)
İMTİNAN Minnet. Kendine minnet etmek. Birisine yaptığı ihsan ve iyiliği başına kakmak. * Memnun olmak. * Birisinin çok iftiharla sevdiği ve mâlik olduğu şeye nâil olmak.
İMTİRA' Çıkarma, ihrac etme, dışarı atma. * Şüphelenme, kuşkulanma. * Tereddüt, mütereddidlik, kararsızlık.

Prof. Dr. Sinsi 09-10-2012 03:04 AM

Osmanlıca Sözlük (İ Harfi)-Osmanlıca Sözlük (İ Harfi) İle İlgili Kelimeler...
 
RE: Osmanlıca Sözlük (İ Harfi) İMTİRAS Sürtünme, kaşınma.
İMTİRAS-I HİMAR Eşeğin sürtünüp kaşınması.
İMTİSAL Nümune kabul etme. * Uymak. Ayrılmamak üzere inkıyad etme. * Mesel ve kıssa söyleme. * Bir şeyin suretine girme. * Muvafakat ve mutabakat etme. * Katili kısas etme. (Bak: Dimağ)
İMTİSALEN Bağlı olarak, imtisal ederek, uyarak, tâbi olarak.
İMTİSAR (Bak: İmmisar)
İMTİSAS Emerek çekilmek, emmek, emilmek. Hazmolunmuş olan maddelerin, damarlar tarafından emilmesi.
İMTİŞAT Tarama. Saç veya sakal tarama.
İMTİYAZ Diğerlerinden ayrılmak. Farklı olmak, benzerlerinden ayrılmak. * Resmi veya hususi izin. * Masraflı veya mes'uliyetli bir işin başkaları yapmamak üzere bir şahıs veya şirket yahut da bir hey'ete tahsis edilmesi.
İMTİYAZAT (İmtiyâz. C.) İmtiyâzlar, izinler, müsâadeler.
İMTİYAZ MADALYASI 2. Abdülhamid'in 11/10/1885 tarihli emriyle devlet ve memleket yararına hizmet edenlere, vazifeyle gönderildikleri yerde başarı gösterenlere verilmek üzere çıkarılan madalya. Altun ve gümüşten olmak üzere iki çeşit olan bu madalyaların ön yüzünde II. Abdülhamid'in "Elgazi" tuğrası, bunun altında saltanat arması yer alır. Arka yüzünde: "Devlet-i Osmaniye uğrunda fevkalâde ibraz-ı sadakat ve şecaat edenlere mahsus madalyadır" yazısı altında madalyayı alacak olanın adının yazılacağı boş bir bölüm vardır. En altta 1300 rakamı okunmaktadır.
İMTİZAC Muvafık ve mutabık olmak. Mezcolmak, uyuşmak. İyi geçinmek. Karışmak.
İMTİZAC-I ELVAN Renklerin uygunluğu.
İMTİZACAT (İmtizac. C.) İmtizaclar.
İMTİZACKÂR f. Uyuşarak, anlaşarak, karışarak. Kaynaşmağa müsait surette.
İMZA Kendi ismini veya kendine ait bir işareti, kendisinin kabullenerek yazması. * İcra ve tamam eylemek.
İMZA-İ KAZA Huk: Verilen hükmü infaz edip yerine getirme.
İMZA-Yİ PADİŞAHÎ Padişahın imzası. Osmanlı Padişahları tarafından vaktiyle hükümdarlara yazılan name-i hümayunların kenarlarına altun yaldızla imza konurdu. Bunlara imza-yı padişahî denilirdi.
ÎN İri ve güzel gözlüler.İN : Yabani hayvanların barınağı, yuvası. Mağara.
İNA' Kap-kacak, tencere gibi lüzumlu ev eşyası. * Bir şeyin vakti gelip çatmak.
İNA Uzaklaştırma.
İ'NA Zahmete uğramak.
İNA' Yemiş toplama zamanı gelme.
İNA Geciktirme, alıkoyma, zayıf düşürme.
İNABE Günahları terk ile Hakka dönüş. Hakka tâbi bir mürşide bağlanmak. (Hakk'a ikbal ü teveccüh ve âyât-ı hakkı teemmül ile tevbedir ki, asl-ı hakikatı hayır nöbetine girmek demektir.) (E.T.)
İ'NAC Hayvanı kıç üstü çökertmek. (Omurga kemiği) ağrıma.
İ'NAD Dinmeden akma. * Çekişme.
İNAD Israr, muannidlik, ayak direme, dediğinden vazgeçmeme.
İNADEN İnad olsun diye. Tersine olarak.
İNADİYE Eşyanın hakikatlarını, varlığını inkâr eden bir zümre. (Bak: Sofizm)
İNAF Bir kimseyi, bir şeyden vazgeçirmeğe çalışmak.
İ'NAF Sertlik etme.
İNAHA (Deve) Çökerme.
İNAK Birbirinin boynuna sarılma, kucaklaşma.
İNAK Sözüne inanılır, itimat edilebilir, mutemed.* Müsteşar, müşavir. * İstişare, re'y.
İNAKA Aşırı güzelliği ve câzibedarlığı ile hayret verme.
İN'AL Nallama veya nallama.
İNALE Kavuşturma, vâsıl etme, nâil etme, ulaştırma. * Yemin, kasem, and. * İhsanda bulunma, bağışta bulunma.
İN'AM Nimet vermek. İhsan etmek. * Doğruya sevketmek, hidâyete ulaştırmak. * İyilik etmek, bahşiş vermek. * Tar: Osmanlı İmparatorluğu zamanında yeniçerilerin aylıklarına yapılan zam. (Bak: Nimet)
İN'AMAT (İn'am. C.) Yardım ve inayetler, meded vermeler. Nimetlendirmeler.
İN'AMAT-I KÜLLİYE Bütün in'amlar. Cenab-ı Hakk'ın mahlukata, hususan insanlara hadsiz nimetler ihsan etmesi.
İNAME Uyutma. * Kıtlık.
İNAME-İ ETFAL Çocukların uyutulması.
İN'AMPERVER f. Nimetlerle bezeyen, çok nimet veren. Tehlikelerden sâlim kılan.
İNAN Dizgin. * İdare etme, yürütme.
İ'NAN Büyü ile bağlanma.
İNAN f. Bu kimseler, bunlar. (İşaret zamiridir).
İNANGERDAN f. Dizgin çevirme, geri dönme.
İNANGİR f. Dizgin yakalama. Dizgin tutma.
İNANKEŞ f. Dizgin çeken, hasaplı giden.
İNANRİZ f. Dizgin bırakmış, koşturan.
İNANTAB f. Dizgin çevirip dönen.
İNARE (Nur. dan) Nurlandırma, aydınlatma, ışıklandırma.
İNAS (Ünsâ. C.) Kadınlar, kızlar.
İNAS (Üns. den) Alıştırma, ünsiyet ettirme. * Görme, bilme.
İN'AŞ Harekete getirme, canlılık kazandırma. Yukarı kaldırma.
İ'NAT Zahmete uğratma, meşakkate maruz bırakma. * Edb: Mukayyed kafiye ve mukayyed seci' san'atı.
İNAYAT (İnayet. C.) İnayetler, iyilikler, lütuflar, ihsanlar.
İNAYET Yardım, lütuf meded etmek. * Mühim bir işle karşılaşıp onunla meşgul olmak.

Prof. Dr. Sinsi 09-10-2012 03:04 AM

Osmanlıca Sözlük (İ Harfi)-Osmanlıca Sözlük (İ Harfi) İle İlgili Kelimeler...
 
RE: Osmanlıca Sözlük (İ Harfi) İNAYET-İ RABBANİYE Allah'ın inayeti.
İNAYET-İ ŞÂMİLE f. Herkese ait umumi inayet ve yardım.
İNAYET DELİLİ (Bak: Delil-i inayet)
İNAYETEN İnayet, yardım ve iyilik olarak.
İNAYETHAH f. İnayet isteyen, meded bekleyen.
İNAYETKÂR f. Yardım ve iyilik eden. Lütuf ve inayette bulunan.
İNAYETKÂRÂNE f. İnayet edene yakışır surette. Yardım ve iyilikte bulunan kimseye yakışacak şekilde.
İNBA Haber verme. İhbar eyleme. Tebliğ etme.
İNBAC Münasebetsiz ve lüzumsuz konuşma.
İNBAH Uyandırma, uyarma. * Kımıldatma, harekete getirme.
İNBAT Nebâtı bitirme. Tohumu yere dikip yeşillendirme. Nebâtın bitmesini sağlama.
İNBAT Su arama.
İNBİAS Gönderilme, yollanma. * İleri gelme, meydana çıkma.
İNBİGA Liyâkat, lâyıklık, beğenilme.
İNBİHAR Yorgunluktan dolayı nefes kesilip soluk soluğa kalma.
İNBİK Süzme âleti. Akıcı maddelerin süzgeçten geçirilmesine mahsus âlet.
İNBİKA (Bükâ. dan) Ağlama, göz yaşı dökme.
İNBİSAS Yayılıp dağılma.
İNBİSAT Genişleme. Yayılma. * Açık yüzlü olma. Şâd, mesrur ve mahzuz olma. * Gönül açıklığı. Kalb ferahlığı. * Fiz: Sıcaklığın etkisiyle madenî cisimlerin enine, boyuna büyüyüp uzaması. Genleşme.
İNCA' Kurtarma, necata erdirme, selâmete çıkarma.
İNCAH İşi tamamlama, işi bitirme. * İsteğe erme, arzu edilen şeye ulaşılma.
İNCAL Davarı çimene salma, yeşilliğe bırakma.
İNCAM Meydana çıkarma. * (Yağmur) dinme.
İNCAS (Necis. den) Pisleme, necisleme.
İNCAZ (C.: İncâzât) Yerine getirme. Verilen sözü tutma.
İNCAZ-İ VA'D Va'dini yerine getirme. Verdiği sözünü tutma.
İNCE DONANMA Tar: Hafif gemilerden meydana gelen donanma. Bunun yerine "Hafif Donanma" da denilir. Bunların en meşhurları: Uçurma, varna, beş çifteleri, karamürsel, aktarma, üstüaçık, çiftekayığı, brolik, celiyye, çamlıca, kütük, at kayığı, kancabaş, âyaska, işkampaviya, şahtur, çekelve, kırlangıç, firkate, kalite, pergandi, mavna, grıp, kadırga, baştarde vb. dir.Buharın icadından ve zırhlı harp gemileri yapıldıktan sonra hafif kruvazör ve gambotlardan teşekkül eden deniz kuvvetine "İnce Donanma" denmeğe başlanmıştır. (O.T.D.S.)
İNCİBAR Kırılmış olan kemiğin bağlanıp tekrar kaynaması.
İNCİFAF (Ceff. den) Kurumak.
İNCİL Dört büyük kitabdan birisi. Hristiyanların mukaddes kitabı olup, Hazret-i İsa'ya (A.S.) gelen kitab. * Beşaret, müjde.
İNCİLA Cilâlanma. Parlama. * Görünme, belli olmak, açılma.
İNCİLAB Celbedilme. Çekilme. Sürülüp götürülme.
İNCİMAD Donma. Buzlanma. Sertleşme.
İNCİRAD Mücerred olma, tecrid edilme, soyunma.
İNCİRAR Çekilip uzanma. Çekilme. Bir neticeye doğru çekilerek sona erme.
İNCİRAR-I KELÂM Söz gelişi.
İNCİZA' (Değnek) Kırılma. * (İp) Kopma.
İNCİZAB Cezbedilme, çekilme.(Fıtrat-ı zîşuur olan vicdandaki incizab ve cezbe, bir hakikat-ı câzibedarın cezbesiyledir. M.)
İNCİZAM Kesilme. * Cüzzam hastalığına tutulmuş kimsenin bir organının (âzâsının) kopması.
İNCİZAM (Kemik) Kırılma. * Gr: Meczum olma. Kelimenin son harfi harekesiz olarak telâffuz olunma.
İNCİZAZ Kesilme.
İNCU f. İnci, lü'lü', dürr.
İND Arapçada zaman veya mekân ismi yerine kullanılır. Hissî ve manevî mekân. Maddî ve manevî huzura delâlet eder. Nezd, huzur, yan, vakt, taraf gibi mânâlara gelir. Gayr-ı mütemekkindir. Yani harekeleri değişmez. İzafete göre zamanı ifade eder (Min) harf-i cerriyle birleşebilir. Bazan da zarf olmaz. Bazan kalb ve ma'kul irade olunur. Yani, bazan huzur-u kalbîye delâlet eder ki, itikad mânasına kullanılır. Bazan mâkuledeki hissi huzura zarf olduğu gibi, huzur-u manevîye de zarf olur. Bâzan onunla fiil emir olur. Hüküm, fazıl, ihsan, teşvik ve tergib etmek mânalarına gelir.
İND-İ İLÂHÎ Allah'ın indinde. Allah'ın nazarında.
İNDA' Cömertlik etme.
İNDAB (Nedeb. den) Yara iyileşip kabuk bağlama.
İNDALLAH Allah yanında. Allah indinde.
İNDEKE Senin yanında. Sana göre.
İNDELBA'Z (İnd-el ba'z) Bazılarına göre.
İNDELHACE İhtiyaca göre. İhtiyaç vaktinde.

Prof. Dr. Sinsi 09-10-2012 03:04 AM

Osmanlıca Sözlük (İ Harfi)-Osmanlıca Sözlük (İ Harfi) İle İlgili Kelimeler...
 
RE: Osmanlıca Sözlük (İ Harfi) İNDELİCAB (İnd-el icab) İcab ettiği zaman, gerekince, iktiza ettiğinde.
İNDETTAHKİK (İnd-et tahkik) Tahkik sonunda, araştırma neticesinde.
İNDÎ Şahsi. Keyfi. Zati. Kendine göre. * Bana göre. Bence.
İNDİBAG Deri tabaklama.
İNDİFA Def olma. * Meydana çıkma. Yerden fışkırma. * Söze girişme. * Geri çekilme. * Başlama. * Teveccüh eyleme. * Yer yer baş gösterme.
İNDİFA-İ BÜRKANÎ Volkan püskürüğü, yanardağdan çıkan lâvlar.
İNDİFAÎ Püskürme ile alâkalı. * Püskürük.
İNDİFAK (Su) birdenbire ve şiddetle dökülme.
İNDİFAK-I NEHR Nehrin şiddetle dökülmesi.
İNDİHAŞ Çok korkma, dehşete düşme.
İNDİMAC Kenetlenme. Dürülüp birbirine geçme.
İNDİMAL Yara iyi olma, kapanma.
İNDİMAM Pişman olma.
İNDİMİZDE t. Bize göre, bizce, yanımızda.
İNDİRA' (Su) dağılıp yayılma.
İNDİRA-İI MÂ' Suyun dağılıp yayılması.
İNDİRA' Bir işe girişme, bir şeye teşebbüs etme. * Öne geçme. * Buluttan kurtulma.
İNDİRAC Dahil olma. İçeri girme, katılma. * Nesil tamamen tükenip halefi kalmama.
İNDİRAS Zail olma, eseri kalmama, mahvolma. Bozulma.
İNDİSAS Toprak altına gömme.
İNDİYAL Çok ishâl olma. İçi sürme.
İNDİYYAT (İndî. C.) Birinin kendince uydurduğu şeyler. Bir kimsenin kendi görüş ve inanışına göre söylediği sözleri.
İNEB Üzüm.
İNEBE Üzüm tanesi. * Tıb: Göz kenarında çıkan sivilce, arpacık.
İNEBÎ Üzüm biçiminde, üzümsü.
İNFAD Bitirme, tüketme. * Kuyunun suyu tükenme.
İNFAK Nafaka verme. Besleme. Geçindirme. * Harcayıp tüketme. * Fakir olma.
İNFAK-I MUHTACÎN Muhtaçları, yoksulları besleme.
İNFAL Ganimetten mal ayırıp verme.
İNFAR Ürkütme, ürkütülme.
İNFAZ Sözünü geçirme. Bir hükmü yerine getirme. * Aldığı emre göre birisini öldürme. * Öte tarafa geçirme.
İNFAZ-I FERMAN Hükmünü geçirme, emrini dinletme.
İNFİAL Gücenme. Darılma. * Can sıkılma. Teessür. * Hareketlenme. Harici bir sebeb ve te'sirle hâsıl olan hâl, te'sir ve hareket. * Harici te'sire kabil olmak. * Ruhun kabul ettiği tahavvülât. (Bir eser, müessirine nisbetle fiildir. Zuhur ettiği yere nisbetle infialdir.)
İNFİALAT (İnfial. C.) İnfialler. Gücenmeler. Aksi te'sirler. Teessürler. * Hareketlenmeler. Teessür ve hareketler.
İNFİCAR Tan yeri ağarma. Fecir sökme. * Tohumun yerde çatlaması. * Suyun, yerden kaynayıp çıkması.
İNFİDAD (İnfadda) Bir şeyin kırılıp dağılması. Parça parça olma.
İNFİHAM (Fehm. den) Anlaşılma, fehmedilme.
İNFİHANÎ Şişman adam.
İNFİKAK Yerini terk etme. Yerinden ayrılma. * Ayrı düşme. * Çözülme.
İNFİLAK Açılma. Yarılma. Patlama. İnşikak etme.
İNFİLAL Delinme, delik açılma. * Keskinliği kaybolma, körlenme, körleşme.
İNFİLAL-İ SEYF Kılıcın keskinliğinin gitmesi, körlenmesi.
İNFİRAC Gam ve gussadan kurtulma, açılma.
İNFİRAD Tek başına kalma. Yalnızlık hâli.
İNFİRAG Boşalma.
İNFİRAG-I CÜZ'Î Bir sıvının kısmen boşaltılması.
İNFİRAH Ferahlanma. Ferahlık duyma.
İNFİRAK (Fark. dan) Ayrılma.
İNFİRAK-I TURUK Yolların ayrılması.
İNFİRAZ Bulunmama, kalmama, münferiz olma.
İNFİSAD (Fesad. dan) Bozulma, fesada uğrama.
İNFİSAH Bollaşma. Genişleme.
İNFİSAH Hükümsüz kalma, fesholma. Bozulma.

Prof. Dr. Sinsi 09-10-2012 03:04 AM

Osmanlıca Sözlük (İ Harfi)-Osmanlıca Sözlük (İ Harfi) İle İlgili Kelimeler...
 
RE: Osmanlıca Sözlük (İ Harfi) İNFİSAL Olduğu yerden ayrılma. Yeni bir fasıla geçme. * Yerini bırakıp gitme. * Azledilme.
İNFİSALAT (İnfisal. C.) Yerinden ayrılmalar. * Azledilmeler.
İNFİSAM Kırılma. * Kesilme. * Yırtılma. * Üzülme. * Kopma.
İNFİTAH Açılma. Boşalma. Tıkanan bir şeyin açılışı. * Tecvidde: Harf okunduğu zaman dil ile üst çene birbirinden ayrılıp, aralarından nefes çıkması. İnfitah harfleri ise şunlardır: (Min, Nun, Elif, Hı, Zel, Vav, Cim, Dal, Sin, Ayın, Te, Fe, Ze, Kef, Lem, Ha, Se, Kaf, He, Şın, Ra, Be, Gayın, Ya.)
İNFİTAH-I EBVAB Kapıların açılması.
İNFİTAH-I EZHAR Çiçeklerin açılması.
İNFİTAHİYYET Kapalılığın açılıp inkişaf etmesi. (Tohumların açılarak nebât hâline gelmesi gibi olan hâl.)
İNFİTAK Yarılma, sökülme.
İNFİTAM Kesilme. * Sütten kesilme. * Menedilen bir şeyden uzaklaşma.
İNFİTAR Yarılma, açılma.
SURET-ÜL İNFİTAR Kur'an-ı Kerim'de seksenikinci Sure olup Mekkidir.
İNFİTAT Paralanma, kırılma.
İNFİZAC Sıcaklık verme, ısı verme. * Buharlaşma. * Terleme.
İNFİZAZ (Bak: İnfidad)
İNGAS (Tengis) Keder verme. Rahatını bozma.
İNGIMAM Kaygılanma, gamlanma, tasalanma.
İNGIMAS Suya dalma.
İNGIMAZ Göz yumulma.
İNGISAS Suya dalma.
İNGITAT Suya dalma.
İNGIVA Dalâlete düşme, sapıtma, yoldan çıkma.
İNHA Bir hususu resmen bildirme, tebliğ. * Bir memurun daha üst makamdaki bir memura bir maddeyi hâvi olmak üzere yazdığı kağıt. * Ulaştırma, yetiştirme.
İNHA' Vazgeçme. * Yöneltme, tevcih etme.
İNHA f. Bu şeyler. (İşaret zamiridir.)
İNHAC Meydanda, zâhir, açık. Belli etme. * Hayvanı yorarak solutma. * Esvabı eskitme.
İNHAF İnceltme, zayıflatma.
İNHAK Çok eziyet etme. Çok fazla sıkıntı verme.
İNHİBAS Vakıf namına malı hapsetme. * Nefes tutulma.
İNHİBAT Yukarıdan aşağı inme.
İNHİCAF Yalvarıp yakarma.
İNHİCAM (Bina) çöküp yıkılma.
İNHİDA' (Hud'a. dan) Aldanmak, hileye düşme.
İNHİDAB (Hadeb. den) Kamburlaşma, yumrulaşma. * Kamburluk, yumruluk.
İNHİDAD (Hadde. den) Keskinleşme, incelme, sivri olma. * Basılıp ezilme, haddeden geçme.
İNHİDAM Çökme, yıkılma. Viran olma.
İNHİDAR İnişe inme. * Vurmakla derinin şişmesi.
İNHİDAR Perdelenme.
İNHİDAR-I NİSVAN Kadınların örtünmesi.
İNHİDAŞ Dalaşma, hırlaşma (köpek).
İNHİFA Gizlenip saklanma.
İNHİFAZ Aşağılanma, alçaklanma. * Çökkünlük.
İHHİKAK Kördüğüm olma. * Mc: Sıkışıp kalma. Halledilmeyip çözülmez hale gelme.
İNHİKAK Kaşınma.
İNHİLA' Def'olunma, çıkarılma, kovulma.
İNHİLAK Kendini tehlikeye atma.
İNHİLAL Çözülüp ayrılma. Dağılma. * Erime. * Münhal olma.
İNHİLAL-PEZİR f. İnhilali mümkün olan. Dağılabilen. Çözülebilen. Eriyebilen.
İNHİMA Mahv olma.
İNHİMAD Ateşi sönmeyip alevi geçme.
İNHİMAK Ahmak olma. Ahmaklaşma. *Akılsız görünme.
İNHİMAK Bir şeye fazla düşkün olma.
İNHİMAL İhmal etme, önem vermeme. * Mühlet alma. * Göz yaşı dökme. * Ciddi bir şekilde çalışma, uğraşma.
İNHİMAM İhtiyarlama, yaşlanma.
İNHİMAZ Ekşilenme.
İNHİNA Eğilme, münhani olma, yay biçimine girme, kavislenme.

Prof. Dr. Sinsi 09-10-2012 03:04 AM

Osmanlıca Sözlük (İ Harfi)-Osmanlıca Sözlük (İ Harfi) İle İlgili Kelimeler...
 
RE: Osmanlıca Sözlük (İ Harfi) İNHİNAK Boğulma. * Bunalma, nefesi kesilme.
İNHİRAF Doğru yoldan sapma. * Dönme. * Bozulma. Değişme. * Kırıklık. * Tecvidde: Harf okunduğu zaman o harfde, dil ucuna veya dil arkasına doğru bir meyli bulunmasına denir. İnhirâf sıfatının harfleri Lâm ve Ra harfleridir. Bunlara Münharif denir.
İNHİRAK Yırtılma.
İNHİRAT Bilmediği bir işe danışmadan girişme. * Zarar verme, ziyana sokma. * İpliğe boncuk dizme. * Beden çelimsizlenip zayıflama. * Bir yola süluk etme, girme.
İNHİSAF Ay tutulması. Husufa uğramak. Ay'ın, dünyanın gölgesi altına girmesi veya o şekildeki gölgelenmek.
İNHİSAF-I AYN Kör olma.
İNHİSAM (Hasm. dan) Kesip bitirme, halletme.
İNHİSAM-I DA'VA Dâvânın halledilmesi.
İNHİSAR Hasr olunma. * Tecavüz etmeme. * Bir iş veya malın idâresinin bir kişiye, bir ele bırakılması. Bir elden idâre. Bir şeye mahsus olup, başka şeye şümulü olmama. Yalnız bir şeye veya bir şahsa hasrolunma.(Zihniyet-i inhisâr, hubb-u nefisten geliyor, sonra maraz oluyor, nizâ ondan çıkıyor. S.)
İNHİŞAŞ (C.: İnhişâşât) Birbirine dokunup hışırdama, hışırtı. Şakırtı, şakırdama.
İNHİŞAŞ-I ESLİHA Silâhların şakırtısı.
İNHİŞAŞ-I EVRAK Yaprakların hışırtısı.
İNHİTAK Bozulma, yırtılma. * Bekârlığın bozulması. Kızlığı bozulma.
İNHİTAM Kırılma, ezilme, ufalanma.
İNHİTAT Aşağılanma, aşağı inme. * İhtiyarlama, yaşlıyığa yüz tutma. * Kuvvetten düşme. * Bir şişin inmesi. * Düşme, inme.
İNHİVA Yukardan aşağı düşme.
İNHİYAŞ Ezilip büzülme, sıkılma, çekinme.
İNHİZAL Beli kırılmış gibi ağır yürüme. * Soruya karşılık verme.
İNHİZAM Basılıp ezilme. * Bozulma. Askerin bozulup dağılması.
İNHİZAM Yemek hazmolunma. Yemeklerin midede erimesi.
İN'İDAL (Udul. den) Doğru yoldan çıkma, sapma, dalâlete düşme.
İN'İDAM İdama gitme. Mahvolma. Yok olma.
İN'İKAD Akdetme. Bağlanma. * Fık: İcab ve kabulün taraflarca eseri zâhir olup, meşru bağlılık ve alâkadarlık. * Kurulma. Toplanma.
İN'İKAS Aksetme, tersine çevrilme. * Işık veya sesin bir şeye çarpıp geri gelmesi. * Aynada parlak şeyde eşyanın temessülü.
İN'İRA Dişin (etleri çekilip) kökü çıkma.
İN'İSAB Zorlaşma.
İN'İSAM Muhafaza etme, koruma.
İN'İSAN Emin ve muhafazalı bulunma.
İN'İSAR Ezip sıkma, sıkıştırma, suyunu çıkarma.
İN'İTAF İki kat olma, bükülme, katlanma. * Bir tarafa dönme, temâyül. Meyletme.
İN'İZAL Bir tarafa çekilme, tek başına kalma.
İNKA' Pâk ve temiz olma.
İNKA-YI KALB Kalb temizliği, gönül temizliği.
İNKA' Suda ıslatma.
İNKÂH (Nikâh. dan) Nikâh etme veya edilme.
İNKÂR Bilmeme, tanımama. Yaptığını ve söylediğini gizleme. * Yapmadım deme ve ayak direme. * Reddetme. (Bak: Nefy)
İNKÂRÎ İnkârla alâkalı.
İNKAS Eksilme, eksiltme.
İNKAZ Kurtarma. Kurtarılma. Halâs etme.
İNKAZ Kırma ve bozma. * Tuhaf sesler çıkarma. Küçük bir hayvanın veya böceğin kendine mahsus ses çıkarması. * Vücuttaki oynak yerlerden çıkan ses.
İNKIBAZ Büzülme. Çekilip toplanma. * Sıkıntı. Gamlı olmak. * Kabızlık. Tutukluk.
İNKIBAZÎ İnkıbazla ilgili.
İNKIDAD Yıkılma. * Perakende olup dağılma. * Kuş havadan süzülüp inme.
İNKIHAL Büsbütün zayıf ve güçsüz düşme.
İNKIHAM Düşünmeden bir işe girişme.
İNKILA' (Kal'. den) (Ağaç) kökünden koparılma.
İNKILÂB Başka tarza değişme. Bir hâlden diğer hâle geçme. Başka türlü olma. * Altüst olma.
İNKILÂB-I HAKAİK Hakikatlerin tam zıddına dönmesi (ki, böyle bir şey mümkün değildir.) (Bak: İçtima-ı zıdden) (İnkılâb-ı hakaik ittifâken muhaldir. Ve inkılâb-ı hakaik içinde muhal ender muhal, bir zıd, kendi zıddına inkılâbıdır. Ve bu inkılâb-ı ezdâd içinde bilbedahe bin derece muhâl şudur ki: Zıd kendi mâhiyetinde kalmakla beraber, kendi zıddının aynı olsun. S.)
İNKILÂB-I SAYFÎ İlkbaharın bitip, yaz mevsiminin balayışı. Gün dönümü. (21 hazirana rastlar.)
İNKILÂB-I ŞİTEVÎ Sonbaharın bitip, kış mevsiminin başlayışı. (Aralık ayının 21'ine rastlar.)
İNKILÂB ALE-L A'KIB Ökçeler üzerine dönmek demektir ki, asker yürüyüşünde olduğu gibi, tam sağdan veya soldan geri dönmektir. İki ökçeyi birden yerinde çevirmek suretiyle inkılâb ale-l a'kıb, ayakları çaprazlaştırdığından yürümeyi imkânsız bırakır. Kur'an'da bu tâbir ya harbde firardan kinaye veya dinde irtidaddan mecaz olmak üzere iki mânâya muhtemildir. (E.T.)
İNKILÂBÂT İnkılâblar, değişmeler.

Prof. Dr. Sinsi 09-10-2012 03:05 AM

Osmanlıca Sözlük (İ Harfi)-Osmanlıca Sözlük (İ Harfi) İle İlgili Kelimeler...
 
RE: Osmanlıca Sözlük (İ Harfi) İNKIMA' Kökü kesilme. Köksüzleşme.
İNKIRAZ Sönme. Zeval bulma.
İNKISAM Kısımlara ayrılma. Bölünme. Taksim olunma.
İNKISAM Kırılıp ayrılma. Parçalanma.
İNKISAR Kısalma, kısa olma.
İNKIŞA' Mânilerin gidip havanın açılması. Ayazlama.
İNKIŞAR Bir şeyin derisinin veya kabuğunun soyulması.
İNKITA' Tükenme. Kesilme. Arkası gelmeme.
İNKITÂ-İ TAMS (Kadın) âdetten kesilme.
İNKIYAD Boyun eğme. Muti olma. Teslim olma. İtaat etme. İmtisal.
İNKIYADEN İnkıyad suretiyle. Teslim olarak. İtaat ederek, boyun eğerek.
İNKIZA' (Kazâ. dan) Sonu gelip bitme. Tamam olma. Mühleti sona erme.
İNKIZA-Yİ MÜDDET Müddetin bitmesi, zamanın sona ermesi.
İNKIZAF Kovulma, def olunma, atılma, uzaklaştırılma.
İNKIZAZ Çatlama. * (Kuş) havadan yere doğru süzülerek inme.
İNKİBAB Yüzüstü düşme, yere kapanma.
İNKİDAM Vücudun bir tarafı berelenme veya kızarma.
İNKİDAR Hızlı yürüme. * Düşme ve saçılma.
İNKİLAL Yavaşça gülme, tebessüm etme. * Körlenme, kesmez hâle gelme.
İNKİLİS Yılan balığı.
İNKİMAŞ Acele etme. Çabuk iş görme.
İNKİSAF (Küsuf. tan) Parlaklığı sönme. Güneş tutulması.
İNKİSAR Kırılma. Gücenme. * Beddua ve lânet okuma. * Şikeste olma.
İNKİŞAF Açılma. Meydana çıkma. * Yetişme. * Terakki etme, ilerleme. * Gizli sırların bilinmesi.
İNKİTAM Gizli tutulma, saklı tutulma.
İNMA' (Nemâ. dan) Arttırma, nemâlandırma.
İNME t. Nüzul, tenezzül. * Nüzul, felç, sekte.
İNNÂ (İnne ile Na zamirinin birleşmesi ile meydana gelmiştir) şüphesiz biz (meâlindedir.)
İNNE Gr : Tahkik edatıdır. Kat'iyyet ifade eder. $ gibi bazı harf ve fiiller vardır ki, başına geldikleri isim cümlesinin kimi mübtedasına, kimi haberine te'sir ederek onların adını ve i'rabını değiştirirler. Bunun için bunlara "neshedenler, başka hâle getirip değiştirenler" mânâsına "nevâsih" denir. Şu altı edat (harf), başına geldikleri isim cümlesinin mübtedasını merfu' iken mensub kılarlar. Sıra ile bu harflere "inne ve ehavâtihâ" (inne ve kardeşleri) ismi verilir ve şunlardır: $
İNNE-MÂ Ancak edatı ile, beyan olunan şey hakkındaki hükmü, maadâsından nefy etmek için kullanılır.
İNNÎ Şüphesizlik ve kat'iyyet ifade eden "inne" ile mütekellim zamirinin birleşmesidir. Türkçede karşılığını "muhakkak ben" diye söyleyebiliriz.
İNNÎ Tecrübe ile edinilen, olaylardan çıkarılan netice.
İNNİN Cinsi münâsebete muktedir olamıyan, cinsi iktidarı olmayan. Kısır.
İNORGANİK Fr. Mâden cinsinden olan, cansız maddelerden bulunan. Organik olmayan. Hayvan ve insan gibi vücud yapısına ait olmayan.
İNS İnsan.
İNSA Unutma. Unutturma. * Te'hir eylemek. * Veresiye verme.
İNSA-YI MAZİ Geçmişi unutturma.
İNSAF Yaprak yaprak olma, lime lime olup dağılma.
İNSAF Merhamet ve adâlet dâiresinde hareket. Hakikatı kabul ve itiraf. (Eğer bir mes'elenin münâzarasında kendi sözünün haklı çıktığına tarafdar olup ve kendi haklı çıktığına sevinse ve hasmının haksız ve yanlış olduğuna memnun olsa, insafsızdır. L.)
İNSAFKÂR İnsaflı, insaf sahibi, haksızlık yapmayan.
İNSAK (Nesak. dan) Düzenli yazı yazma. * Kâfiyeli, secili ve akıcı bir tarzda söz söyleme.
İNSAK-I KELÂM Söz düzgünlüğü, kelâmın akıcılığı.
İNSAL (Nesl. den) Nesil çoğaltma. Döl peyda etme, döllenme.
İNSAN (Bu kelimenin aslı, lugat âlimlerince "ins" den geldiği söylenir. Kamusta da kûfiun'a göre "Nisyan" kelimesinden geldiği zikredilmektedir.)Akıl, şuur ve imân ile diğer canlılardan ayrı, Cenab-ı Hakk'ın en mükerrem yarattığı mahluku olup, Rabbanî ni'metleri unutkanlığı dolayısıyla insan denilmiş. * Huy ve ahlâkı yüksek. Terbiyeli.(İnsan binler çeşit elemler ile müteellim ve binler nev'i lezzetler ile mütelezziz olacak bir zihayat makine ve gayet derece acziyle beraber hadsiz maddi, mânevi düşmanları ve nihayetsiz fakriyle beraber hadsiz zâhirî ve bâtınî ihtiyaçları bulunan ve mütemadiyen zeval ve firak tokatlarını yiyen bir biçare mahluk iken, birden iman ve ubudiyetle böyle bir Padişah-ı Zülcelâle intisap edip bütün düşmanlarına karşı bir nokta-i istinad ve bütün hâcâtına medar bir nokta-i istimdad bularak, herkes mensup olduğu efendisinin şerefiyle, makamiyle iftihar ettiği gibi, o da böyle nihayetsiz Kadir ve Rahim bir Padişaha iman ile intisap etse ve ubudiyetle hizmetine girse ve ecelin idam ilânını kendi hakkında terhis tezkeresine çevirse ne kadar memnun ve minnettar ve ne kadar müteşekkirane iftihar edebilir, kıyas ediniz. S.)(İnsanın bu ehemmiyetli câmiiyetidir ki: Zât-ı Hayy-ı Kayyum, insana, bütün Esmâsını ihsas etmek ve bütün envâ-ı ihsanatını tattırmak için öyle iştihalı bir mide vermiş ki o midenin geniş sofrasını hadsiz envâ-i mat'umatiyle kerimane doldurmuş. Hem bu maddi mide gibi hayatı da bir mide yapmış. O hayat midesine duygular, eller hükmünde gayet geniş bir sofra-i nimet açmış. O hayat ise duyguları vasıtasiyle o sofra-i nimetten her çeşid istifadeler ile teşekküratın her nev'ini yapar. Ve bu hayat midesinden sonra bir insaniyet midesini vermiş ki, o mide, hayattan daha geniş bir dairede rızk ve nimet ister. Akıl ve fikir ve hayal, o midenin elleri hükmünde, semavat ve zemin genişliğinde, o sofra-i rahmetten istifade edip şükreder. Ve insaniyet midesinden sonra hadsiz geniş diğer bir sofra-i nimet açmak için, İslâmiyet ve iman akidelerini, çok rızk ister bir mânevi mide hükmüne getirip, onun rızk sofrasının dairesini mümkinat dairesinin hâricinde genişletip, Esmâ-i İlâhiyyeyi de içine alır kılmıştır ki, o mide ile İsm-i Rahmânı ve İsm-i Hakimi en büyük bir zevk-i rızkî ile hisseder. "Elhamdülillahi alâRahmaniyetihi ve alâ Hakîmiyetihi" der ve hâkeza.. Bu mânevi mide-i kübra ile hadsiz nimet-i İlâhiyyeden istifade edebilir; ve bilhassa o midedeki muhabbet-i İlâhiyye zevkinin daha başka bir dairesi var...L.)(S - İnsan, Arza nisbeten bir zerredir; Arz da, kâinata nazaran bir zerredir; ve keza insanın bir ferdi, nev'ine nisbeten bir zerredir; nev'i de, sâir ortakları bulunan enva' içinde bir zerre gibidir. Ve keza, aklın düşünebildiği gayeler, faideler hikmet-i ezeliye ve ilm-i İlâhideki faidelere nisbeten bir zerreden daha aşağıdır. Binaenaleyh, böyle bir âlemin insanın istifadesi için yaratılmış olduğu akla giremez?C - Evet, zâhire bakılırsa insan bir zerre hükmündedir. Fakat, insanın taşıdığı ruha, kafasına taktığı akla, kalbinde beslediği istidatlara nazaran bu âlem-i şehadet dardır, istiab edemez. Ancak o ruhun arzularını ve o aklın fikirlerini ve o istidatların meyillerini tatmin ve te'min edecek âlem-i âhirettir. Ve keza, istifade hususunda müzahame, mümanea ve tecezzi yoktur; bir küllînin cüz'iyatına nisbeti gibidir. Nasıl ki bir küllî bütün cüz'iyatında mevcud olduğu halde, ne o küllîde tecezzi ve inkısam olur ve ne de cüz'iyatında müzahame ve müdafaa olur. Küre-i Arzdan da binlerce müstefid olsa, ne aralarında bir müzahame olur ve ne Küre-i Arzda bir noksaniyet peyda olur. Yalnız insanın indallah kerameti olduğu için, âlem-i şehadetin yaratılışında insan, ille-i gaiye menzilesinde gösterilmiştir. Ve insanın hatırı için, bütün envâa bir umumi ziyafet verilmiştir. Bu ise, bütün âlemin fâideleri insana münhasır olup başkalara hiçbir faidesi yoktur demek değildir. İ.İ.)


Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.