![]() |
Osmanlıca Sözlük (İ Harfi)-Osmanlıca Sözlük (İ Harfi) İle İlgili Kelimeler...
RE: Osmanlıca Sözlük (İ Harfi) İNAYET-İ RABBANİYE Allah'ın inayeti.
İNAYET-İ ŞÂMİLE f. Herkese ait umumi inayet ve yardım. İNAYET DELİLİ (Bak: Delil-i inayet) İNAYETEN İnayet, yardım ve iyilik olarak. İNAYETHAH f. İnayet isteyen, meded bekleyen. İNAYETKÂR f. Yardım ve iyilik eden. Lütuf ve inayette bulunan. İNAYETKÂRÂNE f. İnayet edene yakışır surette. Yardım ve iyilikte bulunan kimseye yakışacak şekilde. İNBA Haber verme. İhbar eyleme. Tebliğ etme. İNBAC Münasebetsiz ve lüzumsuz konuşma. İNBAH Uyandırma, uyarma. * Kımıldatma, harekete getirme. İNBAT Nebâtı bitirme. Tohumu yere dikip yeşillendirme. Nebâtın bitmesini sağlama. İNBAT Su arama. İNBİAS Gönderilme, yollanma. * İleri gelme, meydana çıkma. İNBİGA Liyâkat, lâyıklık, beğenilme. İNBİHAR Yorgunluktan dolayı nefes kesilip soluk soluğa kalma. İNBİK Süzme âleti. Akıcı maddelerin süzgeçten geçirilmesine mahsus âlet. İNBİKA (Bükâ. dan) Ağlama, göz yaşı dökme. İNBİSAS Yayılıp dağılma. İNBİSAT Genişleme. Yayılma. * Açık yüzlü olma. Şâd, mesrur ve mahzuz olma. * Gönül açıklığı. Kalb ferahlığı. * Fiz: Sıcaklığın etkisiyle madenî cisimlerin enine, boyuna büyüyüp uzaması. Genleşme. İNCA' Kurtarma, necata erdirme, selâmete çıkarma. İNCAH İşi tamamlama, işi bitirme. * İsteğe erme, arzu edilen şeye ulaşılma. İNCAL Davarı çimene salma, yeşilliğe bırakma. İNCAM Meydana çıkarma. * (Yağmur) dinme. İNCAS (Necis. den) Pisleme, necisleme. İNCAZ (C.: İncâzât) Yerine getirme. Verilen sözü tutma. İNCAZ-İ VA'D Va'dini yerine getirme. Verdiği sözünü tutma. İNCE DONANMA Tar: Hafif gemilerden meydana gelen donanma. Bunun yerine "Hafif Donanma" da denilir. Bunların en meşhurları: Uçurma, varna, beş çifteleri, karamürsel, aktarma, üstüaçık, çiftekayığı, brolik, celiyye, çamlıca, kütük, at kayığı, kancabaş, âyaska, işkampaviya, şahtur, çekelve, kırlangıç, firkate, kalite, pergandi, mavna, grıp, kadırga, baştarde vb. dir.Buharın icadından ve zırhlı harp gemileri yapıldıktan sonra hafif kruvazör ve gambotlardan teşekkül eden deniz kuvvetine "İnce Donanma" denmeğe başlanmıştır. (O.T.D.S.) İNCİBAR Kırılmış olan kemiğin bağlanıp tekrar kaynaması. İNCİFAF (Ceff. den) Kurumak. İNCİL Dört büyük kitabdan birisi. Hristiyanların mukaddes kitabı olup, Hazret-i İsa'ya (A.S.) gelen kitab. * Beşaret, müjde. İNCİLA Cilâlanma. Parlama. * Görünme, belli olmak, açılma. İNCİLAB Celbedilme. Çekilme. Sürülüp götürülme. İNCİMAD Donma. Buzlanma. Sertleşme. İNCİRAD Mücerred olma, tecrid edilme, soyunma. İNCİRAR Çekilip uzanma. Çekilme. Bir neticeye doğru çekilerek sona erme. İNCİRAR-I KELÂM Söz gelişi. İNCİZA' (Değnek) Kırılma. * (İp) Kopma. İNCİZAB Cezbedilme, çekilme.(Fıtrat-ı zîşuur olan vicdandaki incizab ve cezbe, bir hakikat-ı câzibedarın cezbesiyledir. M.) İNCİZAM Kesilme. * Cüzzam hastalığına tutulmuş kimsenin bir organının (âzâsının) kopması. İNCİZAM (Kemik) Kırılma. * Gr: Meczum olma. Kelimenin son harfi harekesiz olarak telâffuz olunma. İNCİZAZ Kesilme. İNCU f. İnci, lü'lü', dürr. İND Arapçada zaman veya mekân ismi yerine kullanılır. Hissî ve manevî mekân. Maddî ve manevî huzura delâlet eder. Nezd, huzur, yan, vakt, taraf gibi mânâlara gelir. Gayr-ı mütemekkindir. Yani harekeleri değişmez. İzafete göre zamanı ifade eder (Min) harf-i cerriyle birleşebilir. Bazan da zarf olmaz. Bazan kalb ve ma'kul irade olunur. Yani, bazan huzur-u kalbîye delâlet eder ki, itikad mânasına kullanılır. Bazan mâkuledeki hissi huzura zarf olduğu gibi, huzur-u manevîye de zarf olur. Bâzan onunla fiil emir olur. Hüküm, fazıl, ihsan, teşvik ve tergib etmek mânalarına gelir. İND-İ İLÂHÎ Allah'ın indinde. Allah'ın nazarında. İNDA' Cömertlik etme. İNDAB (Nedeb. den) Yara iyileşip kabuk bağlama. İNDALLAH Allah yanında. Allah indinde. İNDEKE Senin yanında. Sana göre. İNDELBA'Z (İnd-el ba'z) Bazılarına göre. İNDELHACE İhtiyaca göre. İhtiyaç vaktinde. |
Osmanlıca Sözlük (İ Harfi)-Osmanlıca Sözlük (İ Harfi) İle İlgili Kelimeler...
RE: Osmanlıca Sözlük (İ Harfi) İNDELİCAB (İnd-el icab) İcab ettiği zaman, gerekince, iktiza ettiğinde.
İNDETTAHKİK (İnd-et tahkik) Tahkik sonunda, araştırma neticesinde. İNDÎ Şahsi. Keyfi. Zati. Kendine göre. * Bana göre. Bence. İNDİBAG Deri tabaklama. İNDİFA Def olma. * Meydana çıkma. Yerden fışkırma. * Söze girişme. * Geri çekilme. * Başlama. * Teveccüh eyleme. * Yer yer baş gösterme. İNDİFA-İ BÜRKANÎ Volkan püskürüğü, yanardağdan çıkan lâvlar. İNDİFAÎ Püskürme ile alâkalı. * Püskürük. İNDİFAK (Su) birdenbire ve şiddetle dökülme. İNDİFAK-I NEHR Nehrin şiddetle dökülmesi. İNDİHAŞ Çok korkma, dehşete düşme. İNDİMAC Kenetlenme. Dürülüp birbirine geçme. İNDİMAL Yara iyi olma, kapanma. İNDİMAM Pişman olma. İNDİMİZDE t. Bize göre, bizce, yanımızda. İNDİRA' (Su) dağılıp yayılma. İNDİRA-İI MÂ' Suyun dağılıp yayılması. İNDİRA' Bir işe girişme, bir şeye teşebbüs etme. * Öne geçme. * Buluttan kurtulma. İNDİRAC Dahil olma. İçeri girme, katılma. * Nesil tamamen tükenip halefi kalmama. İNDİRAS Zail olma, eseri kalmama, mahvolma. Bozulma. İNDİSAS Toprak altına gömme. İNDİYAL Çok ishâl olma. İçi sürme. İNDİYYAT (İndî. C.) Birinin kendince uydurduğu şeyler. Bir kimsenin kendi görüş ve inanışına göre söylediği sözleri. İNEB Üzüm. İNEBE Üzüm tanesi. * Tıb: Göz kenarında çıkan sivilce, arpacık. İNEBÎ Üzüm biçiminde, üzümsü. İNFAD Bitirme, tüketme. * Kuyunun suyu tükenme. İNFAK Nafaka verme. Besleme. Geçindirme. * Harcayıp tüketme. * Fakir olma. İNFAK-I MUHTACÎN Muhtaçları, yoksulları besleme. İNFAL Ganimetten mal ayırıp verme. İNFAR Ürkütme, ürkütülme. İNFAZ Sözünü geçirme. Bir hükmü yerine getirme. * Aldığı emre göre birisini öldürme. * Öte tarafa geçirme. İNFAZ-I FERMAN Hükmünü geçirme, emrini dinletme. İNFİAL Gücenme. Darılma. * Can sıkılma. Teessür. * Hareketlenme. Harici bir sebeb ve te'sirle hâsıl olan hâl, te'sir ve hareket. * Harici te'sire kabil olmak. * Ruhun kabul ettiği tahavvülât. (Bir eser, müessirine nisbetle fiildir. Zuhur ettiği yere nisbetle infialdir.) İNFİALAT (İnfial. C.) İnfialler. Gücenmeler. Aksi te'sirler. Teessürler. * Hareketlenmeler. Teessür ve hareketler. İNFİCAR Tan yeri ağarma. Fecir sökme. * Tohumun yerde çatlaması. * Suyun, yerden kaynayıp çıkması. İNFİDAD (İnfadda) Bir şeyin kırılıp dağılması. Parça parça olma. İNFİHAM (Fehm. den) Anlaşılma, fehmedilme. İNFİHANÎ Şişman adam. İNFİKAK Yerini terk etme. Yerinden ayrılma. * Ayrı düşme. * Çözülme. İNFİLAK Açılma. Yarılma. Patlama. İnşikak etme. İNFİLAL Delinme, delik açılma. * Keskinliği kaybolma, körlenme, körleşme. İNFİLAL-İ SEYF Kılıcın keskinliğinin gitmesi, körlenmesi. İNFİRAC Gam ve gussadan kurtulma, açılma. İNFİRAD Tek başına kalma. Yalnızlık hâli. İNFİRAG Boşalma. İNFİRAG-I CÜZ'Î Bir sıvının kısmen boşaltılması. İNFİRAH Ferahlanma. Ferahlık duyma. İNFİRAK (Fark. dan) Ayrılma. İNFİRAK-I TURUK Yolların ayrılması. İNFİRAZ Bulunmama, kalmama, münferiz olma. İNFİSAD (Fesad. dan) Bozulma, fesada uğrama. İNFİSAH Bollaşma. Genişleme. İNFİSAH Hükümsüz kalma, fesholma. Bozulma. |
Osmanlıca Sözlük (İ Harfi)-Osmanlıca Sözlük (İ Harfi) İle İlgili Kelimeler...
RE: Osmanlıca Sözlük (İ Harfi) İNFİSAL Olduğu yerden ayrılma. Yeni bir fasıla geçme. * Yerini bırakıp gitme. * Azledilme.
İNFİSALAT (İnfisal. C.) Yerinden ayrılmalar. * Azledilmeler. İNFİSAM Kırılma. * Kesilme. * Yırtılma. * Üzülme. * Kopma. İNFİTAH Açılma. Boşalma. Tıkanan bir şeyin açılışı. * Tecvidde: Harf okunduğu zaman dil ile üst çene birbirinden ayrılıp, aralarından nefes çıkması. İnfitah harfleri ise şunlardır: (Min, Nun, Elif, Hı, Zel, Vav, Cim, Dal, Sin, Ayın, Te, Fe, Ze, Kef, Lem, Ha, Se, Kaf, He, Şın, Ra, Be, Gayın, Ya.) İNFİTAH-I EBVAB Kapıların açılması. İNFİTAH-I EZHAR Çiçeklerin açılması. İNFİTAHİYYET Kapalılığın açılıp inkişaf etmesi. (Tohumların açılarak nebât hâline gelmesi gibi olan hâl.) İNFİTAK Yarılma, sökülme. İNFİTAM Kesilme. * Sütten kesilme. * Menedilen bir şeyden uzaklaşma. İNFİTAR Yarılma, açılma. SURET-ÜL İNFİTAR Kur'an-ı Kerim'de seksenikinci Sure olup Mekkidir. İNFİTAT Paralanma, kırılma. İNFİZAC Sıcaklık verme, ısı verme. * Buharlaşma. * Terleme. İNFİZAZ (Bak: İnfidad) İNGAS (Tengis) Keder verme. Rahatını bozma. İNGIMAM Kaygılanma, gamlanma, tasalanma. İNGIMAS Suya dalma. İNGIMAZ Göz yumulma. İNGISAS Suya dalma. İNGITAT Suya dalma. İNGIVA Dalâlete düşme, sapıtma, yoldan çıkma. İNHA Bir hususu resmen bildirme, tebliğ. * Bir memurun daha üst makamdaki bir memura bir maddeyi hâvi olmak üzere yazdığı kağıt. * Ulaştırma, yetiştirme. İNHA' Vazgeçme. * Yöneltme, tevcih etme. İNHA f. Bu şeyler. (İşaret zamiridir.) İNHAC Meydanda, zâhir, açık. Belli etme. * Hayvanı yorarak solutma. * Esvabı eskitme. İNHAF İnceltme, zayıflatma. İNHAK Çok eziyet etme. Çok fazla sıkıntı verme. İNHİBAS Vakıf namına malı hapsetme. * Nefes tutulma. İNHİBAT Yukarıdan aşağı inme. İNHİCAF Yalvarıp yakarma. İNHİCAM (Bina) çöküp yıkılma. İNHİDA' (Hud'a. dan) Aldanmak, hileye düşme. İNHİDAB (Hadeb. den) Kamburlaşma, yumrulaşma. * Kamburluk, yumruluk. İNHİDAD (Hadde. den) Keskinleşme, incelme, sivri olma. * Basılıp ezilme, haddeden geçme. İNHİDAM Çökme, yıkılma. Viran olma. İNHİDAR İnişe inme. * Vurmakla derinin şişmesi. İNHİDAR Perdelenme. İNHİDAR-I NİSVAN Kadınların örtünmesi. İNHİDAŞ Dalaşma, hırlaşma (köpek). İNHİFA Gizlenip saklanma. İNHİFAZ Aşağılanma, alçaklanma. * Çökkünlük. İHHİKAK Kördüğüm olma. * Mc: Sıkışıp kalma. Halledilmeyip çözülmez hale gelme. İNHİKAK Kaşınma. İNHİLA' Def'olunma, çıkarılma, kovulma. İNHİLAK Kendini tehlikeye atma. İNHİLAL Çözülüp ayrılma. Dağılma. * Erime. * Münhal olma. İNHİLAL-PEZİR f. İnhilali mümkün olan. Dağılabilen. Çözülebilen. Eriyebilen. İNHİMA Mahv olma. İNHİMAD Ateşi sönmeyip alevi geçme. İNHİMAK Ahmak olma. Ahmaklaşma. *Akılsız görünme. İNHİMAK Bir şeye fazla düşkün olma. İNHİMAL İhmal etme, önem vermeme. * Mühlet alma. * Göz yaşı dökme. * Ciddi bir şekilde çalışma, uğraşma. İNHİMAM İhtiyarlama, yaşlanma. İNHİMAZ Ekşilenme. İNHİNA Eğilme, münhani olma, yay biçimine girme, kavislenme. |
Osmanlıca Sözlük (İ Harfi)-Osmanlıca Sözlük (İ Harfi) İle İlgili Kelimeler...
RE: Osmanlıca Sözlük (İ Harfi) İNHİNAK Boğulma. * Bunalma, nefesi kesilme.
İNHİRAF Doğru yoldan sapma. * Dönme. * Bozulma. Değişme. * Kırıklık. * Tecvidde: Harf okunduğu zaman o harfde, dil ucuna veya dil arkasına doğru bir meyli bulunmasına denir. İnhirâf sıfatının harfleri Lâm ve Ra harfleridir. Bunlara Münharif denir. İNHİRAK Yırtılma. İNHİRAT Bilmediği bir işe danışmadan girişme. * Zarar verme, ziyana sokma. * İpliğe boncuk dizme. * Beden çelimsizlenip zayıflama. * Bir yola süluk etme, girme. İNHİSAF Ay tutulması. Husufa uğramak. Ay'ın, dünyanın gölgesi altına girmesi veya o şekildeki gölgelenmek. İNHİSAF-I AYN Kör olma. İNHİSAM (Hasm. dan) Kesip bitirme, halletme. İNHİSAM-I DA'VA Dâvânın halledilmesi. İNHİSAR Hasr olunma. * Tecavüz etmeme. * Bir iş veya malın idâresinin bir kişiye, bir ele bırakılması. Bir elden idâre. Bir şeye mahsus olup, başka şeye şümulü olmama. Yalnız bir şeye veya bir şahsa hasrolunma.(Zihniyet-i inhisâr, hubb-u nefisten geliyor, sonra maraz oluyor, nizâ ondan çıkıyor. S.) İNHİŞAŞ (C.: İnhişâşât) Birbirine dokunup hışırdama, hışırtı. Şakırtı, şakırdama. İNHİŞAŞ-I ESLİHA Silâhların şakırtısı. İNHİŞAŞ-I EVRAK Yaprakların hışırtısı. İNHİTAK Bozulma, yırtılma. * Bekârlığın bozulması. Kızlığı bozulma. İNHİTAM Kırılma, ezilme, ufalanma. İNHİTAT Aşağılanma, aşağı inme. * İhtiyarlama, yaşlıyığa yüz tutma. * Kuvvetten düşme. * Bir şişin inmesi. * Düşme, inme. İNHİVA Yukardan aşağı düşme. İNHİYAŞ Ezilip büzülme, sıkılma, çekinme. İNHİZAL Beli kırılmış gibi ağır yürüme. * Soruya karşılık verme. İNHİZAM Basılıp ezilme. * Bozulma. Askerin bozulup dağılması. İNHİZAM Yemek hazmolunma. Yemeklerin midede erimesi. İN'İDAL (Udul. den) Doğru yoldan çıkma, sapma, dalâlete düşme. İN'İDAM İdama gitme. Mahvolma. Yok olma. İN'İKAD Akdetme. Bağlanma. * Fık: İcab ve kabulün taraflarca eseri zâhir olup, meşru bağlılık ve alâkadarlık. * Kurulma. Toplanma. İN'İKAS Aksetme, tersine çevrilme. * Işık veya sesin bir şeye çarpıp geri gelmesi. * Aynada parlak şeyde eşyanın temessülü. İN'İRA Dişin (etleri çekilip) kökü çıkma. İN'İSAB Zorlaşma. İN'İSAM Muhafaza etme, koruma. İN'İSAN Emin ve muhafazalı bulunma. İN'İSAR Ezip sıkma, sıkıştırma, suyunu çıkarma. İN'İTAF İki kat olma, bükülme, katlanma. * Bir tarafa dönme, temâyül. Meyletme. İN'İZAL Bir tarafa çekilme, tek başına kalma. İNKA' Pâk ve temiz olma. İNKA-YI KALB Kalb temizliği, gönül temizliği. İNKA' Suda ıslatma. İNKÂH (Nikâh. dan) Nikâh etme veya edilme. İNKÂR Bilmeme, tanımama. Yaptığını ve söylediğini gizleme. * Yapmadım deme ve ayak direme. * Reddetme. (Bak: Nefy) İNKÂRÎ İnkârla alâkalı. İNKAS Eksilme, eksiltme. İNKAZ Kurtarma. Kurtarılma. Halâs etme. İNKAZ Kırma ve bozma. * Tuhaf sesler çıkarma. Küçük bir hayvanın veya böceğin kendine mahsus ses çıkarması. * Vücuttaki oynak yerlerden çıkan ses. İNKIBAZ Büzülme. Çekilip toplanma. * Sıkıntı. Gamlı olmak. * Kabızlık. Tutukluk. İNKIBAZÎ İnkıbazla ilgili. İNKIDAD Yıkılma. * Perakende olup dağılma. * Kuş havadan süzülüp inme. İNKIHAL Büsbütün zayıf ve güçsüz düşme. İNKIHAM Düşünmeden bir işe girişme. İNKILA' (Kal'. den) (Ağaç) kökünden koparılma. İNKILÂB Başka tarza değişme. Bir hâlden diğer hâle geçme. Başka türlü olma. * Altüst olma. İNKILÂB-I HAKAİK Hakikatlerin tam zıddına dönmesi (ki, böyle bir şey mümkün değildir.) (Bak: İçtima-ı zıdden) (İnkılâb-ı hakaik ittifâken muhaldir. Ve inkılâb-ı hakaik içinde muhal ender muhal, bir zıd, kendi zıddına inkılâbıdır. Ve bu inkılâb-ı ezdâd içinde bilbedahe bin derece muhâl şudur ki: Zıd kendi mâhiyetinde kalmakla beraber, kendi zıddının aynı olsun. S.) İNKILÂB-I SAYFÎ İlkbaharın bitip, yaz mevsiminin balayışı. Gün dönümü. (21 hazirana rastlar.) İNKILÂB-I ŞİTEVÎ Sonbaharın bitip, kış mevsiminin başlayışı. (Aralık ayının 21'ine rastlar.) İNKILÂB ALE-L A'KIB Ökçeler üzerine dönmek demektir ki, asker yürüyüşünde olduğu gibi, tam sağdan veya soldan geri dönmektir. İki ökçeyi birden yerinde çevirmek suretiyle inkılâb ale-l a'kıb, ayakları çaprazlaştırdığından yürümeyi imkânsız bırakır. Kur'an'da bu tâbir ya harbde firardan kinaye veya dinde irtidaddan mecaz olmak üzere iki mânâya muhtemildir. (E.T.) İNKILÂBÂT İnkılâblar, değişmeler. |
Osmanlıca Sözlük (İ Harfi)-Osmanlıca Sözlük (İ Harfi) İle İlgili Kelimeler...
RE: Osmanlıca Sözlük (İ Harfi) İNKIMA' Kökü kesilme. Köksüzleşme.
İNKIRAZ Sönme. Zeval bulma. İNKISAM Kısımlara ayrılma. Bölünme. Taksim olunma. İNKISAM Kırılıp ayrılma. Parçalanma. İNKISAR Kısalma, kısa olma. İNKIŞA' Mânilerin gidip havanın açılması. Ayazlama. İNKIŞAR Bir şeyin derisinin veya kabuğunun soyulması. İNKITA' Tükenme. Kesilme. Arkası gelmeme. İNKITÂ-İ TAMS (Kadın) âdetten kesilme. İNKIYAD Boyun eğme. Muti olma. Teslim olma. İtaat etme. İmtisal. İNKIYADEN İnkıyad suretiyle. Teslim olarak. İtaat ederek, boyun eğerek. İNKIZA' (Kazâ. dan) Sonu gelip bitme. Tamam olma. Mühleti sona erme. İNKIZA-Yİ MÜDDET Müddetin bitmesi, zamanın sona ermesi. İNKIZAF Kovulma, def olunma, atılma, uzaklaştırılma. İNKIZAZ Çatlama. * (Kuş) havadan yere doğru süzülerek inme. İNKİBAB Yüzüstü düşme, yere kapanma. İNKİDAM Vücudun bir tarafı berelenme veya kızarma. İNKİDAR Hızlı yürüme. * Düşme ve saçılma. İNKİLAL Yavaşça gülme, tebessüm etme. * Körlenme, kesmez hâle gelme. İNKİLİS Yılan balığı. İNKİMAŞ Acele etme. Çabuk iş görme. İNKİSAF (Küsuf. tan) Parlaklığı sönme. Güneş tutulması. İNKİSAR Kırılma. Gücenme. * Beddua ve lânet okuma. * Şikeste olma. İNKİŞAF Açılma. Meydana çıkma. * Yetişme. * Terakki etme, ilerleme. * Gizli sırların bilinmesi. İNKİTAM Gizli tutulma, saklı tutulma. İNMA' (Nemâ. dan) Arttırma, nemâlandırma. İNME t. Nüzul, tenezzül. * Nüzul, felç, sekte. İNNÂ (İnne ile Na zamirinin birleşmesi ile meydana gelmiştir) şüphesiz biz (meâlindedir.) İNNE Gr : Tahkik edatıdır. Kat'iyyet ifade eder. $ gibi bazı harf ve fiiller vardır ki, başına geldikleri isim cümlesinin kimi mübtedasına, kimi haberine te'sir ederek onların adını ve i'rabını değiştirirler. Bunun için bunlara "neshedenler, başka hâle getirip değiştirenler" mânâsına "nevâsih" denir. Şu altı edat (harf), başına geldikleri isim cümlesinin mübtedasını merfu' iken mensub kılarlar. Sıra ile bu harflere "inne ve ehavâtihâ" (inne ve kardeşleri) ismi verilir ve şunlardır: $ İNNE-MÂ Ancak edatı ile, beyan olunan şey hakkındaki hükmü, maadâsından nefy etmek için kullanılır. İNNÎ Şüphesizlik ve kat'iyyet ifade eden "inne" ile mütekellim zamirinin birleşmesidir. Türkçede karşılığını "muhakkak ben" diye söyleyebiliriz. İNNÎ Tecrübe ile edinilen, olaylardan çıkarılan netice. İNNİN Cinsi münâsebete muktedir olamıyan, cinsi iktidarı olmayan. Kısır. İNORGANİK Fr. Mâden cinsinden olan, cansız maddelerden bulunan. Organik olmayan. Hayvan ve insan gibi vücud yapısına ait olmayan. İNS İnsan. İNSA Unutma. Unutturma. * Te'hir eylemek. * Veresiye verme. İNSA-YI MAZİ Geçmişi unutturma. İNSAF Yaprak yaprak olma, lime lime olup dağılma. İNSAF Merhamet ve adâlet dâiresinde hareket. Hakikatı kabul ve itiraf. (Eğer bir mes'elenin münâzarasında kendi sözünün haklı çıktığına tarafdar olup ve kendi haklı çıktığına sevinse ve hasmının haksız ve yanlış olduğuna memnun olsa, insafsızdır. L.) İNSAFKÂR İnsaflı, insaf sahibi, haksızlık yapmayan. İNSAK (Nesak. dan) Düzenli yazı yazma. * Kâfiyeli, secili ve akıcı bir tarzda söz söyleme. İNSAK-I KELÂM Söz düzgünlüğü, kelâmın akıcılığı. İNSAL (Nesl. den) Nesil çoğaltma. Döl peyda etme, döllenme. İNSAN (Bu kelimenin aslı, lugat âlimlerince "ins" den geldiği söylenir. Kamusta da kûfiun'a göre "Nisyan" kelimesinden geldiği zikredilmektedir.)Akıl, şuur ve imân ile diğer canlılardan ayrı, Cenab-ı Hakk'ın en mükerrem yarattığı mahluku olup, Rabbanî ni'metleri unutkanlığı dolayısıyla insan denilmiş. * Huy ve ahlâkı yüksek. Terbiyeli.(İnsan binler çeşit elemler ile müteellim ve binler nev'i lezzetler ile mütelezziz olacak bir zihayat makine ve gayet derece acziyle beraber hadsiz maddi, mânevi düşmanları ve nihayetsiz fakriyle beraber hadsiz zâhirî ve bâtınî ihtiyaçları bulunan ve mütemadiyen zeval ve firak tokatlarını yiyen bir biçare mahluk iken, birden iman ve ubudiyetle böyle bir Padişah-ı Zülcelâle intisap edip bütün düşmanlarına karşı bir nokta-i istinad ve bütün hâcâtına medar bir nokta-i istimdad bularak, herkes mensup olduğu efendisinin şerefiyle, makamiyle iftihar ettiği gibi, o da böyle nihayetsiz Kadir ve Rahim bir Padişaha iman ile intisap etse ve ubudiyetle hizmetine girse ve ecelin idam ilânını kendi hakkında terhis tezkeresine çevirse ne kadar memnun ve minnettar ve ne kadar müteşekkirane iftihar edebilir, kıyas ediniz. S.)(İnsanın bu ehemmiyetli câmiiyetidir ki: Zât-ı Hayy-ı Kayyum, insana, bütün Esmâsını ihsas etmek ve bütün envâ-ı ihsanatını tattırmak için öyle iştihalı bir mide vermiş ki o midenin geniş sofrasını hadsiz envâ-i mat'umatiyle kerimane doldurmuş. Hem bu maddi mide gibi hayatı da bir mide yapmış. O hayat midesine duygular, eller hükmünde gayet geniş bir sofra-i nimet açmış. O hayat ise duyguları vasıtasiyle o sofra-i nimetten her çeşid istifadeler ile teşekküratın her nev'ini yapar. Ve bu hayat midesinden sonra bir insaniyet midesini vermiş ki, o mide, hayattan daha geniş bir dairede rızk ve nimet ister. Akıl ve fikir ve hayal, o midenin elleri hükmünde, semavat ve zemin genişliğinde, o sofra-i rahmetten istifade edip şükreder. Ve insaniyet midesinden sonra hadsiz geniş diğer bir sofra-i nimet açmak için, İslâmiyet ve iman akidelerini, çok rızk ister bir mânevi mide hükmüne getirip, onun rızk sofrasının dairesini mümkinat dairesinin hâricinde genişletip, Esmâ-i İlâhiyyeyi de içine alır kılmıştır ki, o mide ile İsm-i Rahmânı ve İsm-i Hakimi en büyük bir zevk-i rızkî ile hisseder. "Elhamdülillahi alâRahmaniyetihi ve alâ Hakîmiyetihi" der ve hâkeza.. Bu mânevi mide-i kübra ile hadsiz nimet-i İlâhiyyeden istifade edebilir; ve bilhassa o midedeki muhabbet-i İlâhiyye zevkinin daha başka bir dairesi var...L.)(S - İnsan, Arza nisbeten bir zerredir; Arz da, kâinata nazaran bir zerredir; ve keza insanın bir ferdi, nev'ine nisbeten bir zerredir; nev'i de, sâir ortakları bulunan enva' içinde bir zerre gibidir. Ve keza, aklın düşünebildiği gayeler, faideler hikmet-i ezeliye ve ilm-i İlâhideki faidelere nisbeten bir zerreden daha aşağıdır. Binaenaleyh, böyle bir âlemin insanın istifadesi için yaratılmış olduğu akla giremez?C - Evet, zâhire bakılırsa insan bir zerre hükmündedir. Fakat, insanın taşıdığı ruha, kafasına taktığı akla, kalbinde beslediği istidatlara nazaran bu âlem-i şehadet dardır, istiab edemez. Ancak o ruhun arzularını ve o aklın fikirlerini ve o istidatların meyillerini tatmin ve te'min edecek âlem-i âhirettir. Ve keza, istifade hususunda müzahame, mümanea ve tecezzi yoktur; bir küllînin cüz'iyatına nisbeti gibidir. Nasıl ki bir küllî bütün cüz'iyatında mevcud olduğu halde, ne o küllîde tecezzi ve inkısam olur ve ne de cüz'iyatında müzahame ve müdafaa olur. Küre-i Arzdan da binlerce müstefid olsa, ne aralarında bir müzahame olur ve ne Küre-i Arzda bir noksaniyet peyda olur. Yalnız insanın indallah kerameti olduğu için, âlem-i şehadetin yaratılışında insan, ille-i gaiye menzilesinde gösterilmiştir. Ve insanın hatırı için, bütün envâa bir umumi ziyafet verilmiştir. Bu ise, bütün âlemin fâideleri insana münhasır olup başkalara hiçbir faidesi yoktur demek değildir. İ.İ.) |
Osmanlıca Sözlük (İ Harfi)-Osmanlıca Sözlük (İ Harfi) İle İlgili Kelimeler...
RE: Osmanlıca Sözlük (İ Harfi) İNSAN-I KÂMİL Güzel huy, ahlâk ve yüksek fazilet sahibi olan kimse.
İNSAN-ÜL AYN Gözbebeği. İNSANÎ İnsana ait, insanla alâkalı. İNSANİYE İnsanlar, insan cinsi, beşeriyet. İNSANİYET İnsanlık, vicdanlılık. İnsana yakışır hâl ve durum. İNSANİYET-İ KÜBRA Büyük ve en makbul olan insânlık, yâni, İslâmiyet.(Ey Nefis! Hayr-ı mahz olan vücudu sana giydiren Hâlik-ı Zülcelâl, sana iştihalı bir mide verdiğinden Rezzak ismi ile bütün mat'umatı bir sofra-i nimet içinde senin önüne koymuştur. Sonra sana hassasiyetli bir hayat verdiğinden, o hayat dahi bir mide gibi rızık ister. Göz, kulak gibi bütün duyguların, eller gibidir ki, ruy-u zemin kadar geniş bir sofra-i ni'meti o ellerin önüne koymuştur. Sonra mânevi çok rızık ve ni'metler isteyen insâniyeti sana verdiğinden âlem-i mülk ve melekut gibi geniş bir sofra-i ni'met, o mide-i insâniyetin önüne ve aklın eli yetişecek nisbette sana açmıştır. Sonra nihâyetsiz ni'metleri isteyen ve hadsiz rahmetin meyveleri ile tegaddi eden ve insâniyet-i kübrâ olan İslâmiyeti ve imânı sana verdiğinden dâire-i mümkinat ile beraber Esmâ-i Hüsnâ ve sıfât-ı mukaddesenin dâiresine şâmil bir sofra-i ni'met ve saadet ve lezzet sana fethetmiş. Sonra imanın bir nuru olan muhabbeti sana vermekle gayr-ı mütenâhi bir sofra-i nimet ve saadet ve lezzet sana ihsan etmiştir. S.) İNSANİYETKÂR f. Vicdanlı ve iyi adam, insaniyetli. İNSANİYETKÂRÎ Vicdanlılık, insaniyetlilik. İNSANİYETPERVER İnsanlığı seven, iyi insan. İNSAN SURESİ Kur'an-ı Kerim'in 76. Suresi olup "Dehr, Ebrar, Emşac, Hel-etâ Suresi" de denir. İNSAT (İnsiyat) Susup dinleme, susma. * Gizlenerek gitme. * İnfial vezninde, nidâ eden kimseye icabet etme. * Beli bükülenin beli doğrulması. * Meşhur olma. İNSIBAB (Bak: İnsibab) İNSIBAĞ (Sıbg. dan) Boya tutma, boyanma. * Temizlenme. İNSIDAM (Sadme. den) Patlama. Tazyik ile bir şey atma. İNSIRAF Çekilip gitme, çekilme, geri dönme. * Gr: İsimlerin kaide ve kurallara göre çekilebilmesi. İNSIRAFÎ Çekilip gitme ile ilgili. İNSIRAH (Sarahat. den) Açığa çıkma, zâhir olma, sarahat bulma. İNSIRAM Kesilme, kesilip ayrılma. İNSÎ İnsana âit ve müteallik. İnsan cinsinden. İNSİBAB Dökülme. Akıtılma. * Cereyan etme. * Başka suya karışma. * Tıb: Ahlat-ı erbaadan birisinin vücudun bir tarafında nesicler (dokular) arasında toplanması. İNSİBAG Boyalanma. Maddi veya mânevi rengi ile renklenme. Boya tutma. * Temizlenme.(Sohbet-i Nebeviye öyle bir iksirdir ki, bir dakikada ona mazhar bir zat, senelerle seyr-i süluka mukabil, hakikatın envarına mazhar olur. Çünkü, sohbette insibag ve in'ikâs vardır. Malumdur ki, in'ikâs ve tebâiyetle, o nur-u a'zam-ı nübüvvetle beraber en azim bir mertebeye çıkabilir. Nasıl ki; bir sultanın hizmetkârı ve onun tebaiyeti ile, öyle bir mevkiye çıkar ki, bir şah çıkamaz. S.) İNSİCAL Çekilme. * Dökülme. İNSİCAM Suyun dökülüp devamlı akışı. Düzgünlük. Sağlam ve ıttırad ile ârızasız tertib üzere olmak. * Devamlı yağmur yağmak. * Edb: Düzgün, tertibli, pürüzsüz söz. Kitabın ifadesi güzelce ve düzgün tertib üzere olmak. İNSİDAD (Sedd. den) Tıkanma, kapanma. İNSİDAD-I EM'Â Tıb: Bağırsakların birbirine dolanması neticesinde tıkanması. İNSİDAD-I HALİME Tıb: Meme başlarının tıkanması. İNSİDAL Düşük olma, sarkma, pörsüme. İNSİFA' (Nısıf. dan) Bir şeyin ortası. * Bir şeyin yarısını alma. * Gündüzün ortası. * Hakka hizmet. * Adaletle mukabele etmek. Mazluma yardım edip zâlimden hakkını almak. İNSİFAR İnkişaf etme, açılma. İNSİHAK Döğülüp ezilme. Ezilip yumuşamak. İNSİHAL Düzgün söz söyleme. * Kabuğu soyulma. İNSİKAB Delinme. İNSİKAB-I LÜ'LÜ' İncinin delinmesi. İNSİLAB (Selb. den) Kaldırılma, selb olunma, giderilme. Kalmama. Mahvedilme. Soyulma, soyulmuş olma. İNSİLAH Silâhlanma. Silâh ile techiz olma. İNSİLAH Soyulma. Derisi yüzülme. Sıyrılıp çıkma. * Ayın sonu gelme. İNSİLAK (Silk. den) Yola girme, süluk etme, yol tutma. İNSİLAL Bir yere toplanma, üşüşme, hücum etme. İNSİLAL Gizlice savuma, sıvışma, sıyrılma. İNSİMAG Yere düşüp ezilme, yaralanıp berelenme. İNSİNA Bükülme, burkulma, burulma. İNSİNA-YI KADEM Ayağın burkulması. |
Osmanlıca Sözlük (İ Harfi)-Osmanlıca Sözlük (İ Harfi) İle İlgili Kelimeler...
RE: Osmanlıca Sözlük (İ Harfi) İNSİRAM Dişin kırılması.
İNSİTAH Yayılıp arka üstü yatma. * Satıhlı olma. İNSİYAB Süzülüp akma. Çabuk akıp gitme. İNSİYAG Kalıba dökülüp düzelme. İNSİYAK Mânen sevk olunma. İlâhi ve mânevi sevk. Gönderilmek, bir kuvvetin te'siriyle çekilip gitmek. Ardı sıra gitmek. İNSİYAKÎ İnsiyak ile alâkalı. İnsiyak, İlâhî sevk ve his ile alâkadar. İNS Ü CANN İnsan ve cin taifesi. İNS Ü CİNN İnsan ve cin. İNŞA Yapma. Vücuda getirme. Terkib etme. Bir şey peyda etmek. * Yaratma. * Edb: Yazı dersi. Nesir yazmak. * Güzel nesir halinde yazı yazmak veya güzel yazılmış nesir halindeki yazı.Çeşitli mektuplaşma ve güzel yazma için mektup, tezkere, istida (dilekçe), tebrik, tâziyenâme, sened v.s. örneklerini içinde toplayan kitaba da inşâ veya inşâ rehberi denir.("İnşâ ve terkib" tabir edilen mevcud olan anasır ve eşyadan toplamak suretiyle ona vücud vermektir. Eğer cilve-i ferdiyete ve Sırr-ı ehadiyete göre olsa, hadsiz derece bir sühulet belki vücub derecesinde bir kolaylık olur. Eğer ferdiyete verilmezse, hadsiz derece müşkül ve gayr-ı mâkul, belki imtinâ derecesinde bir suubet olacak. Halbuki; kâinattaki mevcudat nihâyet derecede külfetsiz olarak ve suhuletle ve kolaylıkla gayet mükemmel bir surette vücuda gelmeleri cilve-i ferdiyyeti bilbedahe gösteriyor ve her şey doğrudan doğruya Zât-ı Ferd-i Zülcelâlin sanatı olduğunu isbat ediyor. L.) (Bak: Halk) İNŞAALLAH Allah izin verirse. Allah nasibederse (meâlindedir). (Bak: Tabii) İNŞAAT Yapmak, inşa etmek. * Yapı. Bina ve gemi yapımıyla alâkalı işler. İNŞAB Tırnak batırma, tırnak bastırma. İNŞAD Edb: Şiir okuma. Şiiri kaidesine uygun ahenk ile okuma. Sesini yükseltme. * Arayıp soruşturma. * Birisini hicvetme. * Kayıp olan bir şeyi haber verme. İN-ŞAE Eğer isterse, istediği gibi... İNŞAÎ İnşaya, yapıya dâir ve müteallik. * Güzel yazmağa dâir. İNŞAİYYAT (İnşâi. C.) İşitilmemiş ve duyulmamış sözlerden yapılan cümleler. İNŞAİYYE İnşâât işleriyle uğraşanlar. Bina ve gemi yapma işleriyle meşgul olanlar. İNŞAK Koklatma. Buruna kokulu bir şey çektirme. * Tuzağa veya ağa iliştirme. İNŞAR Ölüyü diriltme. (Bu fiil, Allah'a mahsus olmak kaydiyle: İnşar-ı emvat denir.) İNŞAT Ferahlandırma. Neş'elendirme. Sürurlandırma. İNŞAZ Yükseltme. İNŞİAB Şubelendirme. Ayırma. Şubelere ayrılma. * Bölük bölük olma. * Dalbudak verme. İNŞİAL Alevlenme, şulelenme. İNŞİBAB Gençleşme, delikanlı olma. İNŞİBAK Şebeke şeklinde olma. * Balık ağı gibi birbirine geçme. İNŞİHAB Fışkırma. İNŞİHAB-I DEM Kanın fışkırması. İNŞİKAK İkiye ayrılma. Çatlama. Yarılma. İNŞİKAK-I ASÂ Değneğin kırılması. * Mc: İhtilaf, karışıklık, ikilik. Birliğin bozulması. İNŞİKAK-I KAMER Ay'ın parçalanması. Peygamberimiz Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü vesselâmın mu'cizesi eseri olarak gökte ay'ın en parlak olduğu bir zamanda ikiye ayrılması. (...Hem Resul-i Ekrem'in (A.S.M.) mütevatir ve kat'i bir mu'cize-i kübrası "Şakk-ı Kamer" dir. Evet, şu "İnşikak-ı Kamer" çok tariklerle mütevatir bir surette, İbn-i Mes'ud, İbn-i Abbas, İbn-i Ömer, İmâm-ı Ali, Enes, Huzeyfe gibi pek çok eâzım-ı sahâbeden müteaddid tariklerle haber verilmekle beraber, Nass-ı Kur'an ile $ âyeti, o mu'cize-i kübrâyı âleme ilân etmiştir. O zamanın inatçı Kureyş müşrikleri, şu âyetin verdiği habere karşı inkâr ile mukabele etmemişler, belki yalnız "sihirdir" demişler. Demek kâfirlerce dahi Kamerin inşikakı kat'idir. M.) İNŞİKAK SURESİ Kur'an-ı Kerim'in 84. Suresi olup İnşakkat suresi de denir. Mekkî'dir. İNŞİLAL Şiddetle dökülerek akma. * (Su) uçurumdan dökülerek şelâle meydana getirme. İNŞİMAR Sallana sallana yürüme. İNŞİNAC Buruşma. Derinin buruşması. İNŞİNAC-I VECH Yüz buruşması. İNŞİRAH Ferahlanmak, mesrur olmak. İNŞİRAH-I DERUN İç açılması, ferahlama. İNŞİRAH SURESİ Kur'an-ı Kerimin 94. Suresidir. İNŞİRAK Çatlama, yarılma, ayrılma. Yarık olma. Parlama. İNŞİRAM Yarık yarık olma. İNŞİRAS (Soğuktan dolayı) el çatlama. |
Osmanlıca Sözlük (İ Harfi)-Osmanlıca Sözlük (İ Harfi) İle İlgili Kelimeler...
RE: Osmanlıca Sözlük (İ Harfi) İNTA' Çok fazla terlemek. Kusma, istifra etme.
İNTAC Neticelenme. Husule getirme. Sona erdirme. Doğurma, meydana getirme. İNTAF Kabahat yükleme. İNTAK Edb: Söylemeğe kabiliyeti olmayanı söyletmek. Onun nâmına konuşmak. Nutka getirmek, söyletilmek. Dile getirmek. İNTAK-I Bİ-L HAK Hakk'ın söyletmesi. Cenab-ı Hakk'ın konuşturması. İnayet-i Hak ile hakikatı olduğu gibi dile getirmek. İNTAN Pis kokma. Fenâ kokma. * Mikrobun sebebiyet verdiği şey, hastalık. İNTANÎ Mikroplu, mikroptan meydana gelen. İNTANİYE Fena koku ve mikropluluğa dâir, mikroplu hastalıkla alâkalı. İNTAŞ (Tohum) toprakta çimlenme. İNTIBA' Görüş ve anlayış. Kalb ve ruhta hâsıl olan te'sir. * Matbu' olmak, tab' olmak, basılmak. İNTIBAAT (İntiba'. C.) Edinilen intibalar. İNTIBAH Pişmek, pişirilmek. İNTIBAH-I TAAM Yemeğin pişmesi. İNTIBAK (Tıbk. dan) Uygun olmak, muvâfakat. Mutabık, mümâsil ve muvâfık olmak. İNTIBAKAT (İntıbak. C.) Uygun ve münasib gelmeler. Mutabık gelmeler. INTIFA Sönme. Yanarken sönme. Ortadan kalkma. INTIFA-YI HARİK Yangının sönmesi. İNTILAK Koyverip gitme. Salıverme, yollama. * Sevinme. İNTIMAS Kaybolma, belirsiz olma. İNTIRAK Gürleme. Patlama. İNTIVA Dürülmek ve cem' olmak. Bükülmek ve katlanıp sarılmak. İNTIYA' İtaat etme, muti olma, söz dinleme. İNTİAŞ Yorgunluktan sonra canlılık hissetme. Canlılık. * Hastalıktan sonra iyileşip kalkma. * Geçinme. * (Yıkılan adam) doğrulup kalkma. İNTİAZ Kuvvetlenme, kıvama gelme. * Kalkma. İNTİBAC Hastalıktan dolayı vücutta hâsıl olan şişkinlik. İNTİBAH Uyanıklık, göz açıklığı. Hassasiyet. Agâh ve münebbih olmak. Hakikatı ve hakkı anlayıp yanlıştan, fenadan dönmek. * Sinirlerin uyanması. Uzuvların harekete gelmesi. İNTİBAK Bir mekânın yükselmesi. * Bir kavmin şerre yönelmesi. İNTİBAK (Bak: İntıbak) İNTİBAR Kabarma, şişme. İNTİCAM Sona erme, nihayet bulma. Tamamlanma, tamam olma. İNTİCAS Bulaşma, murdar olma. İNTİDAM Kolayca ele geçme. Kolay bir şekilde elde etme. İNTİFA' Fayda te'min etmek. Menfaatlanmak. İNTİFA' Bir şey ortadan yok olma. Aradan çıkma. İNTİFAD Huk: Bir şeyi tamamen alma. Tükenme, bitme. İNTİFAH Şişkinlik. Şişmek. Kabarmak. * Vücud organlarından birinin büyümesi. İNTİFAH-I BATNÎ Karnın, gazların birikmesinden dolayı şişmesi. İNTİFAÂH-I RİE Akciğerin şişmesi. İNTİFAL Nafile namaz kılma. İNTİHA Son, nihayet, uç.İNTİHA' : Eğilme. Dayanma, yaslanma. İNTİHAB Seçmek. Ayırıp beğenmek. İhtiyar ve âmâde eylemek. * Bir şey yerinden çıkmak. İNTİHAB Kapışmak. Yağma suretiyle mal almak. İNTİHABAT (İntihab. C.) Yağmalar, talan etmeler, kapışmalar. İNTİHABAT (İntihab. C.) Seçilmeler, seçmeler. * Seçimler. İNTİHABÎ İntihabla alâkalı, seçim ve seçme işlerine ait. İNTİHAC Yol bulma, varma, ulaşma. İNTİHAÎ (İntihaiyye) Sona ve nihayete ait. Bitme ile alâkalı. İNTİHAK Zayıflatma, gücünü azaltma, kuvvetsizlendirme. * İşe yaramaz bir hale sokma. İNTİHAL Çalma. Başkasının malını kendisinin gibi iddia etme. * Edb: Başkasının yazısını kendisinin gibi göstermek. Onu benimsemek. Böyle şiire, sirkatî şiir de denir. İNTİHA-PEZİR f. Sona eren, nihâyet bulan. İNTİHAR Kendi kendisini öldürmek. İdâm-ı nefs. İNTİHAZ Fırsat bilip kaçırmamak. Fırsat gözlemek. İNTİHAZ Ayaklanmak. Depreniş. Kalkmak. * Yola veya sefere çıkmak. Şüru eylemek. İNTİKA Bir şeyi seçme, ayırdetme. İNTİKAD İyi bilineni kötülemek. * Seçip ayırdetmek. * Kalp parayı gerçeğinden ayırmak. * Tenkid. * Fenni veya edebi eserlerin tarafsız bir nazarla incelenmesi sonunda fikir ileri sürülmesi. İNTİKAH Kemikten ilik çıkarma. İNTİKAH İyi bir haber veya söz işitip sevinme. * Zayıflama, kuvvetsizleşme. İNTİKAL Bir yerden bir yere nakletmek. Tebdil-i mekân etmek. * Göçmek, geçmek. * Sirâyet. Bulaşmak. * Bir şeyin miras olarak kalması. * Bir mes'eleden diğer bir hususu veya neticeyi anlamak. İNTİKALEN İntikal suretiyle. İNTİKALÎ İntikal ile ilgili. İNTİKAM Öç almak. Hınç ve acı çıkarmak. İNTİKAMAT (İntikam. C.) İntikamlar, öç almalar. |
Osmanlıca Sözlük (İ Harfi)-Osmanlıca Sözlük (İ Harfi) İle İlgili Kelimeler...
RE: Osmanlıca Sözlük (İ Harfi) İNTİKAMCÛ İntikam almağa çalışan, öç almak isteyen. İntikam arıyan.
İNTİKÂS (Nüks. den) Başaşağı dönme veya düşme. İNTİKAS Eksilme. * İstibrâ için erkeklik organına su serpme. İNTİKAŞ Nakışlanmak. Menkuş olmak. İNTİKAZ Bozulma. * Çözülme, battal edilme.İNTİMA'Â : Birine mensub olma, intisâb etme. Bir kimseye bağlanma. * (Kuş) bir yerden uçup, başka bir yere konma. İNTİSAB (Nisbet. ten) Bir yere, bir kimseye mensub olmak. Mâiyyetine girmek. Bağlanmak. İNTİSAB (Nasb. dan) Dikilip durmak. * Yükseğe kaldırmak. * Bir mansaba tayin olunmak. * Gr: Kelimenin mansub olması (Bak: Mansub) İNTİSAC (Nesc. den) Doku peyda eylemek. Doku, nesic hâsıl olmak. * Mensucat gibi iki taraftan çizgili ve dokumalı olma. İNTİSAF Hakkını tam olarak alma, haklaşma. * Zaman, yarı olma. Vakit, yarıyı bulma. İNTİSAF-I RAMAZAN Ramazan ayının ortası. İNTİSAH (Nesh. den) Kopyasını çıkarma. İNTİSAH Verilen öğütü dinleme, edilen nasihatı tutma. İNTİSAK Sıra ile düzgün olma, intizamlı oluş. İNTİSAR Saçılmak. Dağılmak. * Püskürmek. * Toz kabarması. Kabarmak. * Buruna su çekmek. * Aksırıp tıksırmak. İNTİSAR Yardım etmek. * Hakkını tamamen almak. * Öc ve intikam almak. İNTİŞA' Neş'et etme, gelişme, yetişme, neşv ü nemâ bulma. İNTİŞAB Odun veya mal biriktirme. * Tutulup kalma. İNTİŞAK Burna bir şey çekmek. İNTİŞAR Dağılmak. Yayılmak. Üremek. * Tıb: Yorgunluktan damar şişip kabarmak. Umumileşmek. İNTİŞAR-I ARZANÎ Hedefin sağ veya sol taraflarına düşen mermilerle, hedef arasında kalan mesafe. İNTİTAK Kemer veya kuşak bağlama. İNTİYAH Ağlama, göz yaşı dökme. İNTİYAT Kendi reyi ile davranma, kendi istek ve iradesi ile hareket etme. * Asılı kalma. İNTİZA' Koparıp alma, çekip koparma. İNTİZAC Çok ağlama, fazlaca göz yaşı dökme. * Tıb: Çıbanın olgun hâle gelmesi. İNTİZAH Suç ve kabahattan sıyrılma. Temize çıkma. * Def-i hâcet yaptıktan sonra temizlenme. Tahâretlenme. İNTİZAM Tertib, düzen, düzgünlak ve nizam üzere olmak. İNTİZAMIN İLCAI İntizamın zorlaması, mecbur etmesi, muztar kılması. İNTİZAMPERVER f. Her şeyi tertib ve düzenli yapan. İntizâmı çok seven. İNTİZAR Adamak, nezretmek. İNTİZAR (Nazar. dan) Gözlemek. Ümidederek beklemek. İNZA' Çekip çıkarmak. * Soyunmak. * Zorla çekip çıkarmak. * Feragat. İNZAC İyice pişirip kıvamını buldurma. İNZAL (Nüzul. dan) İndirme. İndirilme. Nüzul ettirme. * Tenasül âletinden meninin çıkması. İNZAL-İ KÜTÜB Cenab-ı Hakk'ın vahiy ile peygamberlere kitab göndermesi. İNZAR (Nazar. dan) Te'hir etme, geciktirme. İmhal. İNZAR (C.: İnzârât) (Nezr. den) Neticenin kötü olacağını bildirerek fenalıktan sakındırmak. Azab ve ceza va'detmek. İNZARAT (İnzar. C.) İhtarlar, tenbihler. İNZILAM Zâlimin zulmüne boyun eğme. İNZIMAM (Zamm. dan) Bir birine ilâve olunmak, katılmak. Yapışmak. Birbiri ile alâkalı oluş. İNZİAC Yerinden koparma, sökülme. * Tas: Allah'a tam teveccüh ederek dünyevî emelleri bırakmak. İNZİBAT Asayiş, düzen ve rahatlık. Umumi emniyetin iyi ve yolunda olması. * Sağlamlaşmak. * Polis vazifesini gören asker, ordu mensubu. İNZİBATÎ Emniyet ve asâyişe dair. İnzibata müteallik. İnzibatla alâkalı. İNZİCAR Çekilmek, vazgeçmek. İNZİMAM Bağlanma. * Yular ile bağlanma. İNZİMAM (Bak: İnzımam) İNZİVA Feragat edip bir tarafa çekilmek. Bir işe karışmamak. Dünya işlerini bırakmak. Süfli ve hevesi işleri bırakıp ilm-i Kur'an ve imanla, ibadet ve taatla, Kur'ân ve imana hizmetle vakit geçirmek. İNZİVA-GERDE f. İnzivaya çekilen. İPLİKHANE Eskiden suç işlemiş kimselerin hapsedilip çalıştırıldıkları yere verilen addır. * Gemilere lüzumlu halatlarla yelken bezini yapan eski bir deniz müessesenin adı idi. İPNOTİZMA (Fr: Hypnotisme) Telkin ile kabiliyetli bir kimsenin üzerinde, söz ve bakış ile elde edilen bir çeşit uyku hâli. * Uyuşukluk. İradesizlik hâli ve bu hâle ait vaziyetler. İPOTEK Fr. Bir borcun ödeneceği zamana kadar borçlunun alacaklıya vermiş olduğu değerli şey. Rehin. İP PARASI Mc: Belâyı savmak için verilen şey. |
Osmanlıca Sözlük (İ Harfi)-Osmanlıca Sözlük (İ Harfi) İle İlgili Kelimeler...
RE: Osmanlıca Sözlük (İ Harfi) İPTİDA (Bak: İbtida)
İPUCU Mc: Emare, işaret, alâmet, delil, vesika. İRA Bağış yapma, iyilikte bulunma. * Çakmaktan ateş çıkarma. Parlama. İ'RA Çıplak bırakma, soyma. İR'Â Otlatma. İR'Â-Yİ AGNAM Koyunları otlatma. İ'RAB Düzgün konuşmak ve hakikatı açıklamak. * Gr: Kelime ve fiillerin sonunda bulunan harf veya harekelerin değişmesi ve bu değişikliği ve sebeblerini öğreten ilim. İRABE Şüphelendirme, şüpheye düşürme. İRABET Akıl, anlayış, kavrayış. İRAD Varid kılmak. Getirmek. Söylemek. * Gelir. Kazanç. Bir mal veya mülkün getirdiği kazanç. İRAD-I KELÂM Söz irad etme, söz söyleme. İRAD-I MESEL Edb: Bir fikri isbat için misal getirme. Buna İrsal-i mesel de denir. İRAD-I NUTK Nutuk iradetme. Nutuk söyleme. İRAD Ü MASRAF Gelir ve gider. İR'AD Tehdid etmek, korkutmak. Muztarib etmek. * Kılıç parlatmak. * Kadın yüzünü kendisi açmak. İRADAT (İrade. C.) İstemeler, buyruklar, iradeler, emirler, fermanlar. İRADE İstek, arzu. Dilemek. Emir. Ferman. * Bir şeyi yapmak veya yapmamak için olan iktidar, güç.(İrade, ihtiyardan daha geniştir, umumidir. İhtiyar, taraflardan birini diğerine tafdil ile beraber tercihtir. İrade; yalnız tercihtir. Mütekellimler bazan iradeyi ihtiyar mânasında kullanmışlardır. İradenin zıddı kerâhet; ihtiyarın zıddı icâb ve ıztırardır. İrade, hakikatte dâima ma'duma taalluk eder. Çünkü, bir emrin husûl ve vücudu için o, tahsis ve takdir eder.) * Fık: Cenab-ı Hak irade sıfatı ile muttasıftır ve iradesi ezelîdir. Yaratacağı şeyleri bu irade sıfatı ile kendi hikmeti ile birer veche tahsis buyurur ve onun irade buyurduğu mutlak olur.(Âdetullah üzerine irade-i külliye-i İlâhiye, abdin irade-i cüz'iyesine bakar. Yani, bunun bir fiile taallukundan sonra o taalluk eder. Öyle ise cebir yoktur. İ.İ.) (Bak: Vicdan) İRADE-İ ALİYE Tar: Sadrazam tarafından verilen emir. Bu emir yazılı olduğu gibi, şifâhi de olurdu. Yazılı olana "iş'arat-ı âliye" de denilirdi. İRADE-İ CÜZ'İYYE Allah tarafından insanın kendi salâhiyetinde bıraktığı istek, arzu. İnsanın herhangi bir tarafa meyletme kuvveti ve isteği. Az ve zayıf irade. İRADE-İ İLÂHİYE Külli irade. Allah'ın emri ve isteği. İRADE-İ KÜLLİYE Külli irade. Allah'ın her şeye şâmil olan emri ve iradesi. İRADE-İ SENİYYE Padişahın, bir işin yapılması veya yapılmaması hakkında verdiği emir. İrade eskiden şifahî, yani ağızdan emir vermek, yahut kendi el yazısı ile yazmak suretiyle verilirdi. Sonradan iradeler mabeyn baş kâtibinin imzasını taşıyan yazılı kâğıtla bildirilmeğe başlamıştır. * Çok yüksek ve mühim yerden gelen emir. İRADE-İ ŞÂHANE Padişahın emri, fermanı, buyruğu. İRADE-İ ZÂTİYE Bir adamın kendi arzu ve isteği. İRADET İrade, istek, dileme. * Gönül isteği. İRADÎ İrade ile alâkalı, iradeye dâir. İRAE Göstermek, göstererek öğretmek. * Göz önüne koymak. * Gösteriş. İRAE-İ TARİK Yol gösterme. Kılavuzluk etme. İRAGA İsteme, irade etme. İRAHE (Rahat. dan) Rahatlandırma, rahat ettirme. İRAKA Dökmek, akıtmak. İRAKA-İ DEM Kan akıtmak. İnsan öldürmek. İRAN Tabut. * Neşeli ve mesrur olma. İRAN Fars memleketi. İRAS Sebeb olmak, vermek. Vâris kılmak, miras bırakmak, miras yemek. * Gerekmek. İRAS-I FÜTUR Bıkkınlık verme. İR'AS Çekerek sarsma. İR'AS Titretme. İRAS (Ağaç) yapraklanma. * Yosun olma. İRAT Tehlikeye, vartaya düşürmek. İ'RAZ Yüz çevirmek. Başka tarafa dönmek. İctinab, çekinmek. İRAZA Kandırmak, kandırılmak. Râzı etmek. İRB (İreb) Akıl. Zihin, zekâ. * Akıllılık. İRBA' (Ribâ. dan) Çoğaltma, artırma, fazlalaştırma. * Faize verip artırma. (Haramdır) İRBAB Bir yerde mukim olma. Bir mevkide devamlı olarak kalma. İRBAH (Ribh. den) Fayda ve kazanç elde etme. * Fâize para verme. İRBAŞ Ağacın yeşillenip yapraklanması. İRBE Akıllılık, zekâ. * Hile, oyun. İRBİYAN Teke, istakoz gibi deniz hayvanları. İRCA' Geri çevirmek, geri döndürmek. * Alışverişi faydalı kılmak. * Musibet vaktinde Allah'a sığındığını âyet okuyarak ifade etmek. İRCA-İ İNAN Atın dizginini çevirme, başka tarafa yöneltme. İRCA-İ KELÂM Sözü yine maksada çevirme ve getirme. İRCA-İ NAZAR Bakışı gerilere çevirme, mâziye bakma. İRCA Sonraya bırakmak. * Kuyuya kenar yapmak. İRCAF (Bak: Recefe) İRCAL Birini yayan olarak yürütme. İRDA' Meme vermek, süt emzirmek. (Bak: İrza') İRDA' Helâk etme, aşağı düşürme. İRDAF Ardısıra yürütme, yürütülme. İRDAFEN Ardısıra yürüterek. İREB (Bak: İrb) İREM (Bak: Irem, Şeddâd) İREM Kurşun veya ok atılan nişan tahtası. |
Osmanlıca Sözlük (İ Harfi)-Osmanlıca Sözlük (İ Harfi) İle İlgili Kelimeler...
RE: Osmanlıca Sözlük (İ Harfi) İREN Alt dudak.
İRFAD Yardım etme, bağışta bulunma. Hediye verme. İRFAH Refaha ulaştırma, rahata kavuşturma. İRFAK Fayda vermek, işe yaramak. Kolaylık ve mülâyemetle tutmak. İRFAL Elleri sallıgirsin bir tarafına ..!!! yürüme. * Eteği sarkıtma. İRFAN Bilmek, anlayış, tecrübe ve zekâdan ileri gelen zihnî kemal. * İkrar. * Mücazat. * Fık: Esrar-ı İlâhiyeye, iman ve Kur'an hakikatlarına vukufiyet. (İlim ile irfan ve ma'rifet arasında fark vardır: İlim, vech-i küllî ile, yani her vechesiyle bilmektir. İrfan ve marifet ise; vech-i cüz'î ile bilmektir. Bu cihetle Cenab-ı Hakk'a irfan ve marifet isnad olunmaz. Fıtrî istidat eseri olarak inceleyerek tefekkür edip bilmektir. Buna "İlm-i Ledün" ve İlm-i Rabbanî" de denir.) (Bak: Ârif) İRFAŞ Yeme içme ile uğraşma. * Bir yerde daimi oturma. İRFİTAT Ufak ufak yapma, ufalama. İRGAB Rağbet ettirme. İRGAF Hırsla bakma. * Hızlı yürüme. İRGAM Aşağılatma. Hor, hakir kılma. * Burunu kırma. * Yere sürtme. * Galip olma. * Kahretme. İRGAN Bir işi kolaylaştırma. İRGANDİ Yerinde oynama, sallanma, kımıldama. İRHA Tatlılıkla ve kibarca hareket etme, yumuşak davranma, tatlı muâmele etme. İRHA' Gevşetme, aşağı salıverme ve sarkıtma. Koyverme, salıverme. * Dilmek, dilim dilim etmek. İRHA-İ İMAME "Sarığı gevşetme" Kaygısız, endişesiz olma. İRHA-İ İNAN Dizginleri salıverme. * İşine devam etme. İRHA-İ LİSAN Ağzına geleni söyleme. İRHAB Bollanma, bol olma. Genişleme. İRHAB Korkutma veya korkutulma. * Kaçırma. İRHAF Bileme. Keskinleştirme. İRHAF Hamuru gevşek ve sulu tutma. İRHAK Sıkıntı ve eziyet etme. * Zorlama, sıkma. İRHAN Rehin koyma veya konulma. İRHAS Fiat indirmek, ucuzlatmak. İRHAS Hayırlı işler yapmak. * Israr etmek. * Duvar yapmak. * Sağlam şey. İRHASAT Hayırlı işlerle uğraşmak. * Sağlam şey. * Ist: Peygamberimiz Hz. Muhammed'in (A.S.M.) nübüvvetinden evvel zuhur eden hârikulâde haller ki, bunlar peygamberliğine delil teşkil eden hâdiselerdendir. İRHEM YAREB Tıb: Bağırsak tıkanması veya dolanması. İRİN (Bak: Cerahat) İRİS yun. Gözümüzün saydam tabakasının arkasında olup, deliği, ışığın az veya çok miktarda olmasına göre genişleyip büzülen tabaka. Kuzahiye.İRKÂ' : Geciktirme. * İftira etme. İRKA' Akan kan veya göz yaşını silme, dindirme. İRKAB Huk: Öldükten sonra kanunî mirasçılarından başka bir kimseye de miras bırakma. İRKÂB (Rükûb. dan) Bindirme. * Binilecek hayvan verme. * Araba veya gemi gibi bir vasıtaya bindirme. İRKÂBEN Bindirerek, irkâb suretiyle. İRKAD Uyutma veya uyutulma. İRKÂH İnanma, itimad etme, güvenme. * Sığındırma, dayandırma. İRKAK Köle edinme. Cariye veya köle satın alma. * İnciltme. İRKAL Hızlı yürüme. İRKAN Kına yakma, kına sürme. * Safran ağacı, kızılağaç. * Tıb: Sarılık hastalığı. İRKAS Oynatma, raksettirmek. İRMA' Atma, fırlatma. İRMAD Fakir düşme. Sefil olma. * Göz ağartma. İRMAN f. Arzu, taleb, istek. * Dalkavuk. * Nedâmet, pişmanlık. * Dâvet edilmeden bir yere giden kimse. İRMEGAN f. Saadet. İkbal, mutluluk, uğurluluk. * Terbiye eden, mürebbi. İRMİK Buğday gibi hububatdan elde edilen ve helva, çorba yapımında kullanılan iri taneli un. İRS Karı ile kocadan her biri. (Bak: Irs) İRS Vefat eden kimsenin vâsi olup malını almak. * Ölen yakın akrabadan kalan mal, miras, mülk. * Bir şeyin artığı. Fâsıla nişanları. İRSA' Mızrak gibi sivri bir şeyle dürtme. İRSA' Sağlamlaştırma, sâbit kılma. * Geminin demir atması. * Pâyidar olmak. İRSA' Yerinden ayrılmama. Mukim olma. İRSAD Gözetlemek. * Hâzır ve âmâde eylemek. * Mükâfat vermek. * Edb: Secili ve kâfiyeli bir cümlede ses uyumundaki ana sesi önce tanıtıp, ondan sonra gelecek kelimeyi tanıtma sanatıdır. Meselâ:Elemin Kays'a kıyas etme din-i mahzunun, Yok idi aklı ne derdi var idi Mecnunun.(Baki)Birinci mısrada "Kays" isminin geçmesi, ikinci mısrada ise "Yok idi aklı, ne derdi var idi." denmesi sözün sonunun "Mecnun" olacağını hemen akla getirmektedir. İRSAH Yerinde tutma, durdurma. Bir şeyi sağlamlaştırma. İRSAL (Resul. den) Göndermek, gönderilmek, yollamak. * Havale kılma. * Salıvermek. Kendi haline koymak. * Sürü sahibi olmak. * Elçi gönderme. İRSAL-İ LİHYE Salak bırakma. |
Osmanlıca Sözlük (İ Harfi)-Osmanlıca Sözlük (İ Harfi) İle İlgili Kelimeler...
RE: Osmanlıca Sözlük (İ Harfi) İRSAL-İ MESEL Konuşurken meşhur hikmetli sözleri kullanmak."Hakir olduysa millet, şanına noksan gelir sanmaYere düşmekle cevher sâkıt olmaz kadr ü kıymetten.""Muini zâlimin dünyada erbab-ı denâettir.Köpektir zevk alan sayyad-ı bi-insâfa hizmetten."(Namık Kemal)
İRSAL-İ RÜSÜL Cenab-ı Hakk'ın insanlara her hususta ve hususen Allah'a itaatte rehber olacak peygamberler göndermesi. İRSALAT (İrsal. C.) Göndermeler. Gönderilen şeyler. İRSALİYE Makbuz. * Her hangi bir yere gönderilen eşya veya malların listesi. İRSAN Muhkem ve sağlam kılma, rasanet verme. İRSAS Eskitme, yıpratma. Eskitilme, yıpratılma. İRSAS-I LİBAS Elbisenin yıpranması, eskitilmesi. İRSEN Miras olarak, anadan, babadan geçmek yolu ile. İRSÎ Miras ile alâkalı, irse âit ve müteallik. İRSİYET Verâset. Aile ve soydan geçen benzerlik. İRŞA' Rüşvet verme. İRŞAD Doğru yolu göstermek. Akli ve kalbi, mukni ve te'sirli eserler veya sözlerle gafletten uyandırıp hidâyet yolunu göstermek. Cadde-i kürba-yı Kur'aniye yolunda selâmetle devam ettirmek. Allah'a ibadet ve itaata kavuşturmak. Veli bir zâtın, bir kimsenin hidâyete ermesine vesile olması. * Ist: Hak ve hakikatı arayan kimselere bir mürşid-i ekmelin Kur'ânî ve İslâmî eserleriyle veya sözüyle Sırat-ı Müstakim olan İslâmiyet yolunu tanıtması ve tarif etmesi. İmanı kuvvetlendiren ve inkişaf ettiren tahkikî ve yakînî delillerle hak ve hakikatı talim ve tedris etmesi. (Bak: Mürşid) İRŞADAT (İrşad. C.) İrşadlar. Hak ve hakikatı ve doğru yolu bildirmeler. İkazlar. (Bak: İrşad) İRŞAF Suyu yavaş yavaş ve yudum yudum içme. İRŞAK Bir şeye dik bakma. Dosdoğru etme. İRTA' Zoraki ve istemeyerek gülme. İRTA' Otlatma veya otlatılma. İRTAB Dikme veya dikilme. İRTAC Bir kimsenin sözünü kesme, konuşturmama. * Devamlı yağmur ve kar yağma. * Kapıyı örtme, kapama. * Kıtlık her tarafa yayılma. İRTAM Hatırlamak için parmağa iplik bağlama. İRTAT Tenbellik etme. Yerinden kımıldamama. İRTECEK f. Şimşek, berk. İRTİA' (Ra'y. den) Otlatma. İRTİA' Düşünmek, istikbali düşünme. İRTİAB (Ru'b. dan) Ürkme, korkma. İRTİAD (Ra'd ve Ri'd. den) Iztırablı ve sıkıntılı olmak. * Deprenme. Titreme. İRTİAF İleri geçme, ilerleme. İRTİAS Küpe takma. İRTİAS Silkinme, sıçrama, deprenme. İRTİAŞ Ra'şeye tutulma, titreme, sarsılma. İRTİAŞ-I MEST Sarhoş ve baygın titreyiş. İRTİBA' Bahar mevsiminde güzel bir yerde oturma. İRTİBAB Kokulu şeyler yapma. * Bir çocuğu büluğ çağına varıncaya kadar besleme. İRTİBAH Yükselme, yükseğe çıkma. İRTİBAK Karışık ve çapraşık bir işe girişme. * Karaca, geyik gibi hayvanların tuzağa düşmeleri. * Bir kazâya uğrama. İRTİBAK Çamura batma. * Dolanbaçlı konuşma. * Karışma. * Bir işi aksi veya ters gitme. İRTİBAL Bir malı çoğaltma. Bereketlendirme. İRTİBAS Dağılma. İRTİBAS Perişan ve zor durumda kalma. * Pek karışık ve sıkışık olma. İRTİBAT Bağlanmak, raptedilmek. Muhabbet, dostluk ve alâkadarlık. * Düşmana karşı cenk için hudutta at sahibi olmak. İRTİCA Ummak, ümidetmek, rica etmek. İRTİCA Geri dönmek. Ric'at etmek. Eski hayat tarzına dönmek.(İşte Kur'an'ın bu gibi kudsi kanun-u esasisine irtica namını veren bedbahtlar, vahşet ve bedeviliğin dehşetli bir kanun-u esasisi olarak kabul ettikleri şimdiki öylelerinin siyasetinin bir nokta-i istinadı şudur ki: "Cemaatin selâmeti için fert feda edilir. Vatanın selâmeti için eşhasın hukuku nazara alınmaz. Devletin siyasetinin selâmeti için cüz'i zulümler nazara alınmaz" diye bir tek câni yüzünden bir köyü mahvetmekle bin mâsumun hakkını nazara almaz. Bir tek câninin yüzünden bin adamın kılınçdan geçmesini caiz görür. Bir adamın yaralanması ile binler mâsumu sıkıntıya verdirir. Ve ikiyüz adamı kurşuna dizilmesini o bahane ile nazara almaz. Birinci Harb-i Umumî'de üç bin adamın câniyane siyaset hatalariyle otuz milyon biçâre nev'-i beşer aynı harpde mahvedildiği gibi, binler misaller var. İşte bu vahşiyâne irticaın bu dehşetli zulümlerine karşı gelen Kur'an şakirdlerinin Kur'anın yüzer kanun-u esasîsinden $ âyetinin ders verdiği kanun-u esasisi ile adâlet-i hakikiyeyi ve ittihadı ve uhuvveti te'min etmeğe çalışan ehl-i iman fedakârlarına "mürteci" namını verip onları müttehem etmek, mel'un Yezid'in zulmünü, adalet-i Ömeriyeye tercih etmek misillü en vahşi ve zâlimane bir engizisyon kanununu, beşerin en yüksek terakkiyatına ve adaletine medar olan Kur'an'ın mezkûr kanun-u esasisine tercih etmek hükmündedir. Emirdağ L.) (Bak: Medeniyet, Mürteci') İRTİCAC Çalkanmak. Heyecana gelme. * Sarsıntı. Muztaribane hareket etmek. İRTİCAC-I DERYÂ Denizin kabarması, dalgalanması. İRTİCAF (Recfe. den) Sarsma, sarsıntı, çalkalama. Tahrik. İRTİCAÎ (İrticaiye) İrtica ile alâkalı. İRTİCAL(EN) Hazır cevaplılık. Düşünmeden ve birdenbire açıkça güzel söz veya şiir söylemek. İRTİCALİYYAT Düşünmeden, içinden doğarak söylenen sözler. İRTİCAM Birşey üstüste katlanma. İRTİCAN Adamın işi gücü bozulma. İRTİCAS Gök gürleme. * Top bürünme. |
Osmanlıca Sözlük (İ Harfi)-Osmanlıca Sözlük (İ Harfi) İle İlgili Kelimeler...
RE: Osmanlıca Sözlük (İ Harfi) İRTİCAZ Kısaltma, ihtisâr.
İRTİDA' Süt emmek. İRTİDA (Ridâ. dan) Örtünme, bürünme. İRTİDA' Dinin yasak ettiği şeyleri yapmama, geri durma. İRTİDAD Din değiştirmekle mürted olmak. İslâmiyetten çıkarak dinsiz olmak. * Geri dönmek. (Bak: Mürted) İRTİDAF (Redif. den) Ardından gitme, ardına düşme, peşinden koşma. İRTİFA' Yükseklik. * Yukarı kalkmak. Kaldırmak. Terakki. İRTİFA ALMAK Öğle vakti, güneşin yüksekliğini ölçerek zamanı belirlemek. * Yükselmek. İRTİFAD Kazanma, kesbetme, kazanıp kâr etme. İRTİFAEN Yükseklikçe, yükseklik bakımından. İRTİFAK Bir yere dayanma. * (Kap) dolma. * İhtiyaç duyma. * Arkadaşlık etme. * Tıb: İki kemiğin hareketsiz kalmak üzere mafsallanması. İRTİFAS Fiatların yükselmesi, pahalılık. İRTİGAB (Rağbet. den) Heveslendirme, isteklendirme, rağbet ettirme. İRTİHA' Katılma, karışma. İRTİHAL Bir yerden başka yere göçmek, gitmek. Nakl-i mekân etmek. * Ölmek. İRTİHAL-İ DÂR-I BEKÂ Dâr-ı bekaya göçme. Ölme. İRTİHAN (Rehn. den) Bir şeyi rehin olarak alma veya alınma. İRTİHAS Ucuz saymak veya sayılmak. İRTİHAŞ Rahatsız olma, huzuru kaçma. Sıkıntı ve ıztırâb içinde bulunma. İRTİHAZ Rezil rüsvay olma. Kepaze olma.İRTİKA' : Yükselme, yukarı çıkma. * Daha yüksek yerlere ve mevkilere erişme. Yüksek derecelere ulaşma. İRTİKÂ' Güvenme, dayanma. İRTİKÂB Bir işe girişmek. * Kötü bir iş işlemek. Rüşvet almak gibi çirkin bir şey yapmak. * Bir makamı âlet ederek, hakkı olmayan para veya malı hile ile almak. İRTİKAB Bekleme, gözleme. * Ümit etme, umma. İRTİKAK Söz gücü olan kimsenin, söz söylemekten âciz kalması. İRTİKAM Yığılma, üst üste birikme. İRTİKAS Baş aşağı olmak. * Bir hâdiseye yakalanmak. İRTİKAŞ Harpte askerlerin birbirine karışması. İRTİKAZ Çocuğun, ana karnında kımıldaması. * Çalkanıp durma. * Acı çekme, ıztırâb duyma. İRTİKAZ (Rekz. den) Dikilme. * Bağlanma. * Tıb: Nabız atma. İRTİMA' Birbirine atışma. İRTİMAS Suya dalma, dalıp gitme. Dalgıçlık. İRTİMAZ Iztırab ve acı içinde kıvranma. * Remzetme. İRTİMAZ Yerinden kaldırıp sıçratma. * Birini koruma, himâye etme. İRTİSA' Dişler sık olma. * İki şey, birbirine bitişik olma. * Taneleri, iki taş arasında döğüp parçalama. İRTİSAD İstif etme. Birbiri üstüne düzgün bir şekilde yerleştirme. İRTİSAM Resmedilmek, resmi çıkmak, resimli ve nişanlı olmak. * Emrolunan şeye imtisâl etmek. * Cenâb-ı Hakkı tekbir ve O'na ilticâ etmek. İRTİSAS Yayılma, meşhur olma, şüyu bulma, şâyi olma. İRTİŞA' Rüşvetçilik. Rüşvet almak. İRTİŞAF Emerek ve azar azar içme. * Tıb: Vücudun her hangi bir yerinde toplanan suyun, dışarı atılması. İRTİŞAH (Reşha. dan) Sızma, terleme. İRTİTAC Konuşurken kekelemeye başlama, dili tutulma. İRTİVA' Suya içerek kanma. * Tıb: Vücuttaki organ ve eklemlerin kuvvetlenip kalınlaşması. İRTİVAH Nöbetle çalışma. |
Osmanlıca Sözlük (İ Harfi)-Osmanlıca Sözlük (İ Harfi) İle İlgili Kelimeler...
RE: Osmanlıca Sözlük (İ Harfi) İRTİYA' Ürkme, korkma.
İRTİYAB Duraklama, şüphelenme, tereddüt. İRTİYAD Bir kimseden bir şey isteme. İRTİYAH (Rîh. den) Genişleme, ferahlama, feraha erme. * Rüzgârlanıp rahatlama. İRTİYAZ Riyâzet yapma, nefsine eziyet etme. İRTİZA' Bir şey eksilme, ziyân görme. İRTİZA' (Rızâ. dan) Memeden süt emme. İRTİZA-İ SABİ Çocuğun süt emmesi. İRTİZA' (Rıza. dan) Razı olma, rıza gösterme, uygun ve münasib bulma. Kabul etme. * Beğenme, seçme. İRTİZAH Biraz bahşiş alma. * Özür dileme. İRTİZAK (Rızk. dan) Rızık alma, rızıklanma. İRVA Bolca sulamak. Suya kandırmak. * Birisine hadis veya şiir rivayet ettirmek. İRVA VE İSKA Sulama, suya kandırma. İRZA Bir kimseyi râzı etmek, gönlünü yapmak, kandırmak. İRZA-Yİ TARAFEYN İki tarafı anlaştırma, râzı etme. İRZA' Meme vermek, süt emzirmek veya emzirilmek. İRZA Çayırlık. Otluk yer. İRZAK Rızıklandırmak, maddi veya mânevi ihtiyacını vermek. İRZİZ Dik ses. * Titreme. * Dolu tânesi. İS Dumandan hasıl olan siyah madde. Kurum. İSA (A.S.) Dört büyük peygamberden birisidir. Hakiki Hristiyanlık dininin peygamberidir. Kur'an-ı Kerim'de meziyet ve senası geçmektedir. İncil, mukaddes kitabıdır. Vahiy ile kendine gönderilmiştir. Ancak kendisinden sonra Havarileri tarafından yazılmıştır.(İncil'in bir yerinde İsa (A.S.) demiş: "Ben gideceğim; tâ dünyanın reisi gelsin." Acaba Hz. İsa (A.S.)'dan sonra dünyanın reisi olacak ve hak ve bâtılı fark ve temyiz edip Hz. İsa'nın (A.S.) yerinde insanları irşad edecek, Resul-i Ekrem'den (A.S.M.) başka kim gelmiştir? Demek Hz. İsa (A.S.), ümmetine dâima müjde ediyor ve haber veriyor ki: Birisi gelecek; bana ihtiyaç kalmayacak, ben onun bir mukaddemesiyim ve müjdecisiyim. M.) İSA' Zenginleştirme veya zenginleştirilme. * Genişletme. İSA' Teselli verip sabra irşad etmek. İSABET Ecir, mükâfât, karşılık vermek. * Doldurmak. İSABET Rastlamak. Doğruca varıp erişmek. Doğru düşünmek, matluba uygun iş işlemek. İSABET-İ AYN Göz değmesi, nazar değmesi. İSABET-İ RE'Y Fikir doğruluğu. İsabetli ve yerinde bir düşünce. İSABETKÂR f. Doğru rastlayan. İsabetli. İS'AD Yükseltmek, yukarı çıkarmak. * Mekke-i Mükerremeye gitmek. İS'AD Mes'ud etmek. Mübarek eylemek. İâne, yardım etmek. İSAET Bir işte ihmal ile zarar verme. İSAET (Sû'. dan) Kötü iş işlemek. Kötülükte bulunmak. Yaramazlık. İS'AF Birisinin arzusunu, istediğini kabul etmek ve yerine getirmek. İSAF Asr-ı saadetten evvelki câhiliyet devrinde Mekke putlarından birinin adı. İSAF Eseflendirmek. Esef vermek. * Hışım ve gadab etmek. Öfkelenmek. İSAGA Kalıba dökme veya dökülme. İSAGA Kolaylıkla ve rahatlıkla yutulma. İSAGA-İ TAAM Yemeğin kolaylıkla yutulması. İSAH (Vesah. dan) Kirletme veya kirletilme. İSAKA Akıtma. * Arkadan sürme. Sevk etme. İSAL Ulaştırmak, vâsıl etmek. Yetiştirmek. İSALE Akıtmak, dökmek. * Seyyal kılmak. Cereyan ettirmek. İSALE-İ DÜMU' Gözyaşları dökme, ağlama. İSAM Günaha sokmak, günaha sokulmak. İSAM (İsm. den) Ceza. Bir kabahat veya suçun gerektirdiği netice, karşılık. İSAR Kendisi muhtaç olduğu halde başkasına nimet vermek, cömertlik, ikrâm. * İhtiyar etmek. * Yumuşatmak. * Dökmek, serpmek. Saçmak.(...Sahabelerin, sena-i Kur'aniyeye mazhar olan "İsar hasletini" kendine rehber etmek, yâni hediye ve sadakanın kabulünde başkasını kendine tercih etmek; ve hizmet-i diniyenin mukabilinde gelen menfaat-ı maddiyeyi istemeden ve kalben taleb etmeden, sırf bir ihsan-ı İlâhî bilerek, nâsdan minnet almıgirsin bir tarafına ..!!! ve hizmet-i diniyenin mukabilinde de almamaktır.(Çünki hizmet-i diniyenin mukabilinde dünyada bir şey istenilmemeli ki ihlâs kaçmasın. Çendan hakları var ki, ümmet onların maişetlerini temin etsin. Hem zekâta da müstehaktırlar. Fakat bu istenilmez; belki verilir. Verildiği vakitte, hizmetimin ücretidir denilmez. Mümkün olduğu kadar kanaatkârane başka ehil ve daha müstehak olanların nefsini kendi nefsine tercih etmek $ sırrına mazhariyetle, bu müdhiş tehlikeden kurtulup ihlâsı kazanabilir... L.) |
Osmanlıca Sözlük (İ Harfi)-Osmanlıca Sözlük (İ Harfi) İle İlgili Kelimeler...
RE: Osmanlıca Sözlük (İ Harfi) İ'SAR Sürçtürmek, ayak kaydırmak. * Zemmetmek, kötülemek.
İ'SAR Fakirlik. * Borçluya karşı takaza etmek, sıkıştırarak alacağını istemek, güçleştirmek. İ'SAR İkindi zamanında bulunmak. * Kızın gelinlik çağına gelmesi. * Kasırga. İSAR Sargı, bağ. * Esirlik, kölelik. İSAR Keçinin memesine takılan torba, kese. İSAR Zengin, maldâr olmak; gani olmak. İS'AR Narh koyma, fiat veya pahâ biçme. İS'AR Çocuğun diş çıkarması. İSARE Esir etmek ve gezdirmek. * Bağ, bend. İSARE Koparmak, kaldırmak. * Tozu havaya kaldırmak. İSAS Çok sık ve uzun saç veya bitki. İSASE Zenginlik, servet. * Göz ucuyla bakma. * Cemiyet, topluluk. İSAVE Gammazlık, ağız karalığı. İSB Kasık tüyü. İSBAH (Sebh. den) Yüzdürme, suda yüzdürülme. İSBAL (Sebl. den) Yollama, gönderme veya gönderilme. İSBAT Doğruyu delil göstererek meydana koymak. Delil ve şâhitle bir fikrin sıhhatını göstermek. İtiraf, ikrar ve tasdik etmek. * Sabit ve muhkem kılmak. * Bâki ve pâyidar eylemek. * Delil. Bürhan. Şâhit. (Bak: İman-ı bil-âhiret) İSBAT-I HÜNER Maharet ve hüner gösterme. İSBAT-I VÜCUD Hazır bulunma. Varlığını gösterme. İSBAT Bir hastalığın devamlı olması, müzmin oluşu, ayak kaydırma. İSBATİYECİLİK (Fr: Pozitivizm) Fls: Bu felsefe nazariyesine göre, isbat yolu ile yakîn, şüphesiz bilginin elde edilebilmesi, tecrübelerle müşahadelerle ve vakıalara istinaden mümkün olacağı iddia edilir. İsbat şeklini ve sahasını daraltıp sadece maddiyata münhasır kılan bu anlayış yalnız maddiyata ait mes'eleler için doğrudur.(Bir şeyden uzak olan bir kimse yakın olan adam kadar o şeyi göremez. Ne kadar zeki olursa olsun, o şeyin ahvali hakkında ihtilâfları olduğu zaman yakın olanın sözü muteberdir. Binaenaleyh Avrupa feylesofları maddiyatta şiddet-i tevaggulden dolayı imân, İslâm ve Kur'ân'ın hakaikından pek uzak mesafelerde kalmışlardır. Onların en büyüğü yakından hakaik-ı İslâmiyeye vukufu olan âmi bir adam gibi de değildir. Ben böyle gördüm, nefs-ül emir de benim gördüğümü tasdik eder. Binaenaleyh şimşek, buhar gibi fenni meseleleri keşfeden feylesoflar Hakk'ın esrarını Kur'ân nurlarını da keşfedebilir diyemezsin. Zira, onun aklı gözündedir. Göz, kalb ve ruhun gördüklerini göremez. Çünkü kalblerinde can kalmamıştır. Gaflet o kalbleri tabiat bataklığında çürütmüştür. M.N.) (Bak: Rasyonalizm) İSBİ' (C.: Esâbi) Parmak. * Ölçü parmağı, arşının yirmidörtte biri. (Türkçede: $ telaffuz edilir.) İSEVÎ Hz. İsa'nın (A.S.) dininden olan. Nasrani. Hristiyan. İSEVİYYET Hristiyanlık. İSFAR Sabah namazının ortalık aydınlanırken kılınışı. İSFENC Sünger. İSFENCE (İsfencî) Süngere benzer, sünger biçiminde, süngerimsi. İSFENCİYE Süngerler. İSFEND Şarap. İSFENDAN f. Beyaz biber tohumu. * Akçaağaç. İSFİD f. Beyaz, ak. İSFİRAR (Bak: Isfirar) İSGA (Bak: Sagat) İSHAB Çok söylemek. * Türlü şeylerden renk değiştirmek. * Bir şeye fazla tama' etmek. * Kuyu kazıp suyu bulamamak. * Zehirlenme veya hastalıktan dolayı renk değişmesi. * Kuzu, anasını emmek. * Duvarı başı boş salıvermek. İSHAK (A.S.) Kur'ân-ı Kerim'de adı geçen peygamberlerdendir. İbrahim (A.S.)ın oğludur. Yakub (A.S.)ın babasıdır. İSHAKİYYE KÖŞKÜ Sadrazam İshak Paşa tarafından Sultan İkinci Bayezid için, Topkapı surları dahilinde yaptırılmış olan köşkün adıdır. Bânisinin ismine nisbetle bu adı almıştır. (O.T.D.S.) İSHAL Mülâyim ve düz bir yere varmak. * Tıb: Barsakların iltihabından soğuk algınlığından hâsıl olan sürgün, iç sürme. İSHAN Aslında kalınlık demek olan sihan ve sehânetten kalınlaştırmak demektir. Siklet de sehanetin lâzımı olmak itibariyle: "Falan kimseyi, hastalığı veya yarası ağırlaştırdı, yerinden kımıldatmaz etti." mânâsına "İshanehül maraz evilcerh" denilir. Harbde düşmanın esaslı kuvvetlerini iyiden iyiye vurarak, ordusunu derin ve geniş bir suretde yaralayıp, kımıldanamıyacak bir hâle koyacak derecede kat'iyyen mağlub etmeğe de ishan tâbir edilir. |
Osmanlıca Sözlük (İ Harfi)-Osmanlıca Sözlük (İ Harfi) İle İlgili Kelimeler...
RE: Osmanlıca Sözlük (İ Harfi) İSHAN Isıtma, ısıtılma. * Kızdırma veya kızdırılma.
İSHAN-I AYN Ağlatma. Göz kızartma. İSHAR Uyundırma. * Gece uyutmayıp, uyanık durdurma. İSHAT Darıltma, gücendirme. İSİK Çukurluk, engebelik. Çukurlu. İSİMLİK Tar: Saraylılar tarafından gönderilen hediyelik şeylerin kimin tarafından gönderildiğini belirten adres pusulası. İSKA Su vermek, sulamak. İSKAB Ateş yakma. İSKAL Ağır bir şey yüklemek. İSKALARYA ing. Çarmıkların halat basamakları. İSKÂN Yerleştirmek. Bir yeri mesken yapıp oturmak. * Sâkin. İSKÂN-I MUHACİRÎN Göçmenleri yerleştirme. İSKANDİL ing. Denizin derinliğini ölçmeğe yarayan ve gemilerde kullanılan bir âlet. * Bir şeyin hakikatını anlamağa çalışma. Yoklama, deneme, tecrübe etme. İSKAR (Sekir. den) Sekir verme, sarhoş etme. İSKARLAT İtl. Eski devirlerde Venedik mensucatından, boyası has ve kumaşı dayanıklı bir nevi çuhanın adı idi ve şarkta pek makbuldü. Yeniçeri Ocağı ileri gelen ağalarına, sekbanbaşıya ve yeniçeri kâtibine her sene bu çuhadan verilir veya bedeli para olarak tahsis olunurdu. Bu paraya da "İskarlat bedeli" denirdi. (Ta. L.) İSKARMOZ Gemilerin kaburgalarını teşkil eden eğri ağaçlar. * Kayıklarda kürek takılıp çekilen ağaç çiviye de bu ad verilir. İSKARPİN Fr. Konçsuz veya yarım konçlu zarif ayakkabı. Alafranga hafif kundura. İSKÂT Sükût ettirmek. Cevap veremiyecek hâle getirmek. Susturmak. * Kandırmak, râzı etmek. İSKAT (Bak: Iskat) İSKELE Binada yüksek yerleri yapabilmek için kurulan geçici sal. * Deniz nakil vasıtalarının yanaşabilmeleri için deniz kıyısında yapılan yer. * Deniz kenarında ve deniz vasıtalarının yanaşmasına elverişli kasaba. * Bir memleketin deniz yolu ile yapılan ticaretine vasıta olan liman. * Geminin sol yanı. İSKELET Fr. Vücudun kemik çatısı. İSKENDAN f. Kilit. İSKENDER (M. Ö. 356-323) Aristo'dan ders almış bir imparatordu. İskender-i Rumi de denir. Bundan başka ismi geçen bir de İskender-i Zülkarneyn vardır. (Bak: Zülkarneyn) İSKEREK f. Hıçkırık. İSKETE Güzel ve çok öten sarı kanatlı bir cins küçük kuş. İSKİZ (İskize) f. Hayvanın sıçrayıp kıç atması. * Hayvanın ürkerek attığı çifte. İSKOLASTİK (Bak: Skolastik) İSKONA İtl. Buharlı gemilerin icadından evvel kullanılan iki direkli yelkenli harp gemilerine verilen addı. İSKONTO (Bak: Tenzilât) İSLA' Teselli verme, avutma. İSLAB Giderme, selbetme. Kapıp götürme. İSLAC Kara tutulma. Karlı olma. İSLAF Para peşin, mal veresiye olan bir alışveriş. * Tarlayı aktarmak. İSLAH (Bak: Islah) İSLAK (Silk. den) Düzenleme, sıraya koyma. * Yola getirme. * Diziye geçirme. * Mesleğe sokma, sokulma. İSLAL (Sell. den) Kılıcı sıyırıp çıkarma. * Verem etme, verem uğratma. İSLÂM (Selâm. dan) İtaat, inkıyad, bir şeye teslimiyet. Din. * Ist: Hz. Muhammed'in (A.S.M.), Allah'ın emriyle insanlara bildirdiği din. (İslâmlıkta, Allah'a itaat etmek, Peygambere tâbi' olmak ve din namına ne bildirilmişse, kalb ile dil ile tasdik ve onunla amel etmek şarttır. İslâm'ın beş şartı vardır: Kelime-i şehadet getirmek, namaz kılmak, zekât vermek, hacca gitmek ve Ramazan-ı şerif orucunu tutmaktır.)(Ulema-i İslâm ortasında, "İslâm" ve "İman"ın farkları çok medâr-ı bahsolmuş. Bir kısmı, "İkisi birdir", diğer kısmı, "İkisi bir değil, fakat biri birisiz olmaz" demişler ve bunun gibi çok muhtelif fikirler beyan etmişler. Ben şöyle bir fark anladım ki:İslâmiyet, iltizamdır. İman, iz'andır. Tabir-i diğerle: İslâmiyet, hakka tarafgirlik ve teslim ve inkıyaddır; iman ise, hakkı kabul ve tasdiktir. Eskide bazı dinsizleri gördüm ki: Ahkâm-ı Kur'aniyeye şiddetli tarafgirlik gösteriyorlardı. Demek o dinsiz, bir cihette hakkın iltizamiyle İslâmiyete mazhardı; "dinsiz bir müslüman" denilirdi. Sonra bazı mü'minleri gördüm ki; ahkâm-ı Kur'aniyeye tarafgirlik göstermiyorlar, iltizam etmiyorlar, "gayr-ı müslim bir mü'min" tabirine mazhar oluyorlar.Acaba İslâmiyetsiz iman, medar-ı necat olabilir mi?Elcevab: İmansız İslâmiyet, sebeb-i necat olmadığı gibi; İslâmiyetsiz iman da medar-ı necat olamaz. M.) |
Osmanlıca Sözlük (İ Harfi)-Osmanlıca Sözlük (İ Harfi) İle İlgili Kelimeler...
RE: Osmanlıca Sözlük (İ Harfi) İSLAMBOL Eskiden İstanbul yerine kullanılan bir tabir idi. Ulema takımı yakın zamana kadar zarfların üzerine İstanbul yerine İslâmbol yazarlardı.
İSLAMÎ İslâm dinine mensub, İslâm ile alâkalı. İSLAMİYAN f. İslâmlar. İSLAMİYET İslâmlık. * İslâm oluş. Teslimiyet, inkıyad, bağlılık, hakka tarafgirlik ve iltizamdır.(İslâmiyet güneş gibidir, üflemekle sönmez; gündüz gibidir, göz yummakla gece olmaz. Gözünü kapayan yalnız kendine gece yapar. Münazarat) İSLAS Üçe bölme. Üç aded yapma. İSLAV Fr. Rus, Ukran, Beyaz Rus, Çek, Slovak, Leh, Sloven, Sırp, Hırvat ve Bulgar gibi milletlere, lisanlarındaki yakınlık dolayısıyla verilen ortak isim. İSLİM (Bak: İstim) İSM (İsim) Ad, nâm. * Ist: Bilinen veya bilinmeyen, hissedilen veya hissedilmeyen herhangi bir şeyi birbirinden ayırmak, tanımak veyahut zihne getirmek için kullanılan söz veya lâfız. * Man: Tam mânalı ve hem mevzu, hem mahmul olabilen lâfızdır. İSM-İ A'ZAM Allah'ın (C.C.) Kur'ân ve Hadis-i Şeriflerde zikredilen yüz isminin mânâca en câmi' olanıdır. İsm-i A'zam, diğer isimlerin de mânâlarını içinde toplar. Her ism-i İlâhiyenin de, her mahlukun da bir a'zamlık mertebesi vardır.(İsm-i A'zam herkes için bir olmaz, belki ayrı ayrı oluyor. Meselâ: İmâm-ı Ali (R.A.) hakkında: "Ferd, Hayy, Kayyum, Hakem, Adl, Kuddus" altı isimdir. Ve İmâm-ı A'zamın İsm-i a'zamı, "Hakem, Adil" iki isimdir. Ve Gavs-ı A'zamın İsm-i a'zamı, "Yâ Hayy'dır." Ve İmâm-ı Rabbâninin İsm-i a'zamı. " Kayyum" ve hâkeza.. pek çok zatlar daha başka isimleri ism-i A'zam görmüşlerdir. L.) (Bak: Esma-i Hüsna) İSM-İ CİNS Gr: Cins isim. Bir cinsten, bir nev'den olan şeylerin hepsine verilen bir ad. Vilâyet, karpuz, kedi gibi. İSM-İ FÂİL Gr: Kendisinden fiil, iş çıkan kimsenin sıfatı. Fâil, hâdim, kâtib gibi. İSM-İ HÂSS Gr: Yalnız bir kimse, bir hayvan veya bir şeye hâs olan isim. Hz. Muhammed (A.S.M.), Medine-i Münevvere gibi. İSM-İ İŞARET Gr: Kendisiyle muayyen bir şeye işaret olunan kelime. "Bu, şu o" gibi. İSM-İ MEF'UL Gr: Fâilin fiili kendi üzerine geçen kelime. Mektub, mazlum, mağdur gibi. İSM-İ MENSUB Gr: Kelimenin sonuna Türkçede "Li", Arabça ve Farsçada kelime sessiz harfle bitiyorsa, bir "î", sesli harfle bitiyorsa; yerine göre sesli harf atılarak veya atılmayarak "î" veya "vî" harfi getirilerek yapılan, nereli ve nereye mensub olduğunu ifade eden isimdir. İstanbullu, İstanbulî; Mekkeli, Mekkî; Konyalı, Konevî; Bağdatlı, Bağdadî... gibi.) İSM-İ MERRE Def'a, kerre gibi bir hareketin bir defa olduğunu bildiren fiil'den yapılan isim. (Darbe: Bir defa vuruş. Lem'a: Bir parlayış gibi.) İSM-İ MEVSULE O şey ki, o kimse ki, mânâlarının yerine kullanılan, "Mâ, Men, Ellezi" gibi kelimelerdir. İki kelimeyi veya mânâyı birbirine birleştiren, mânâsı kendinden sonra gelen bir cümle ile tamamlanın bir kelimedir. İSM-İ TAFDİL Renge, şekil ve vasfa dâir (ef'al) vezninde olan mutlak ve uzuv noksanlığına delâlet etmemek üzere mukâyeseli üstünlük ifâde eden sıfatlardır. Daha büyük, en büyük, daha küçük, en küçük, en güzel, daha güzel gibi mânâlara gelir. (Kebir kelimesinin ism-i tafdili: Ekber; sağir kelimesinin ism-i tafdili: Asgar; sa'b kelimesinin de Es'ab'dır.) İSM-İ TASGİR Küçültme ismi. Küçüklük veya azlığa delâlet eden isimdir. Arapçada ekseri (Fueyl) veya (Fuayil) vezninde, Türkçede kelime sonuna cik, cık, cağız, ceğiz gibi ekler getirerek yapılır. Abd: Kul, Ubeyd: Kulcağız, kulcuk gibi. İSM Günah, suç, cürüm. İSMA' İşittirmek, sesini duyurmak, bir sözü istenilen yere ulaştırmak. İSMA Yükseltmek. * İsim koymak. İSMAH Cömert ve eli açık olma. * İtâatli ve bağlı etme. İSMAİL (A.S.) Peygamberlerdendir. İbrahim'in (A.S.) oğludur. Küçükken İbrahim'e (A.S.), oğlunu Allah için kurban etmesi emredildi. Halilullah olan İbrahim, İsmail'i (A.S.) kurban etmek isterken Cenab-ı Hak koç gönderdi. Mu'cize zâhir oldu. Bıçak İsmail'i kesmedi, yerine koç kurban edildi. Resul-i Ekrem'in (A.S.M.) de ceddi olan İbrahim ve İsmail (A.S.)lar Kâbe'yi yeniden inşâ ettiler. (Bak: Kâbe, İbrahim (A.S.) ) İSMAM Sona erdirme, bitirme, tamamlama. İSMAR Mıhlama, çivileme. İSMAR (Semere. den) Meyve ve semere vermek, fayda vermek. İSMAT Susturma, sükut ettirme. * Men'etmek. * Tecvidde : Harfi söylerken lisana ağır geldiğinden, kendilerinden yalnız aslı rübâî olanlar ile, hümasi olanların terkibi men' edilmişti. İsmât sıfatının harfleri; izlâk sıfatının harfleri olan on altı harf ile harf-i meddin maadası olan on dokuz harfdir. (Bak: Musmit) İSMEN Sadece isimle, gerçekten olmayan. İSMET Günahsızlık, mâsumluk. Günahlardan kaçınmak melekesine sâhib olmak. Suçsuzluk. * Peygamberlik vasıflarından birisidir. Peygamberler (A.S.), hiç bir zaman gizli, âşikâr herhangi bir ma'siyete yaklaşmazlar; bütün kusur ve hatâlardan ve şâibelerden müberrâdırlar. İSMETLÜ Tar: Derece bakımından yüksek kimselere, sultan ve şehzâdelerin hanımlarıyla kızlarına verilen bir ünvan idi. İSMETMEÂB İsmetlü. Günahsız. Haramdan ve nâmusa dokunur hâllerden çekinen. İSMETPENAH İsmetlü, ismetmeâb. İSMÎ (İsmiyye) İsme mensub, isimle alâkalı. İsmen olup aslen olmayan, varlığı isimden ibâret olan. İsim cinsinden. * Arabçadan iki isimden, yani; müsned ile müsned-i ileyhten mürekkep cümle. İSMÎ VE SIFATÎ İsme ve sıfata ait. İSMİD Sürme taşı. * Cenab-ı Peygamber'in kullandığı ve tavsiye ettiği bir cins kırmızı sürme. İSMİRAR (Semrâ. dan) Esmerleşme, kara olma, kararma. İSMİYYET İsim olma hâli, isimlilik. İSNA Yukarı kaldırmak, yükseltmek. * Değerini yükseltme. * Ateş alevinin yükselmesi. * Bir sene bir yerde kalmak. İSNA Medih ve senâ etmek, sitâyişte bulunmak. * Şükretmek. İSNA AŞER Oniki. İSNAD Bir söz veya haberi birisine nisbet etmek. * Peygamberimiz'in (A.S.M.) sözlerini sırası ile kimlerden nakledildiğini bildirmek. * Bir nesneye, bir şeye dayanmak. * Birisi için, bir şeyi yaptı demek. İftira etmek. İSNAD-I EFİKE Yalan isnad etme. İftira atma. |
Osmanlıca Sözlük (İ Harfi)-Osmanlıca Sözlük (İ Harfi) İle İlgili Kelimeler...
RE: Osmanlıca Sözlük (İ Harfi) İSNADAT (İsnad. C.) İsnadlar. Bir kimseye yükletilenler, nisbet edilenler.
İSNADÎ İsnad etmekle alâkalı. İSNADİYYAT İsnad ile ilgili düşünceler. * Aslı esası olmadığı halde birisine isnad edilen sözler. İSNAF Yel ve toz savurma. İSNAK Mal, mülk, servet ve makamın, insanı azdırması. İSNAM Ateşin alevi büyüme. * Duman ve toz havaya çıkma. İSNAN İki. * Pazartesi. İSNAN (Sinn) Yaşlanmak. İhtiyarlamak. * Diş çıkarmak. İSNEVÎ İki ile alâkalı. * Pazartesi günü ile alâkalı. * Her pazartesi günleri oruç tutan kimse. İSNEYN İki. (2) * Pazartesi günü. İSNEYNİYYET İkilik, ikiden ibaret olma. İSPAH (İspeh) f. Asker, nefer, er. İSPANYOL İspanyalı. İSPANYOL HASTALIĞI Grip, nezle. Paçavra hastalığı. (İlk önce İspanya'da farkına varıldığı için bu isimle meşhur olmuştur.) İSPARÇENE İtl. Halatın üzerine sarılan kendir ve ip. * Halatı meydana getiren üç boy bükmenin beheri. İSPEHBED f. Başbuğ, hükümdar, hâkan, kağan. İSPENAH f. Ispanak. İSPER f. Savaş âletlerinden kalkan. İSPERGAM f. Fesleğen çiçeği. * Gül. * Yeşillik. İSPERHEM f. Fesleğen. İSPERLOS f. Saray, konak, kâşâne. İSPİD f. Ak, beyaz. İSPİDKÂR f. Kalaycı. İSPİR Arabacı. Arabacının yanında bulunan at uşağı. * Zabıta memuru. * Beyaz doğan kuşu. İSPİRALYA İtl. Gemi güvertelerinde kamaraları aydınlatmak için açılan küçük kaporta. İSPİRTİZMA Fr. Ölülerin ruhlarıyla bazı şartlar altında haberleşmenin mümkün bulunduğuna inanan görüş ve bu maksatla yapılan tecrübeler.(İşte eski zaman kâhinleri gibi şimde de medyumlar suretinde yine bir nevi kâhinlik Avrupa'da ispirtizmacıların içlerinde baş göstermiş. M.) İSR Alâmet. Nişane. * Ayak izi. * Yol. Meslek. * Başlamak ve azimet etmek. İSRÂ Yürütmek, göndermek. * Gece seferi yapmak. * İrsâl etmek. İSRÂ SURESİ Kur'an-ı Kerim'de 17. Suredir. Mekkidir. İSRA' Hızlandırmak. Sür'atlendirmek. * Geri döndürmek. Göndermek. İSRAC (Sirac. dan) Yakma, yandırma. İSRAF Lüzumsuz yere harcamak. Malı ve parayı lüzumsuz yere sarf etmek. İhtiyacından fazla istihlâk etmek ve harcamak. * En lüzumlu aslî vazifeleri bırakıp en lüzumsuz veya zararlı şeylerle meşgul olarak ömrünü veya gençliğini boş yere harcamak.(Hâlik-ı Rahim, nev-i beşere verdiği nimetlerin mukabilinde şükür istiyor. İsraf ise; şükre zıttır, nimete karşı hasâretli bir istihfaftır. İktisad ise: nimete karşı ticaretli bir ihtiramdır. L.)(Bir lokma kırk paraya, diğer bir lokma on kuruşa... Ağıza girmeden ve boğazdan geçtikten sonra birdirler. Yalnız, birkaç saniye ağızda bir fark var. Müfettiş ve kapıcı olan kuvve-i zâikayı taltif ve memnun etmek için birden ona gitmek, israfın en sefihidir. M.) İSRAFAT (İsrâf. C.) İsrâflar, lüzumsuz yere harcamalar. İSRAFİL Dört büyük melekten biri olup Kıyamet günü cesedlere nefh-i ruh etmeğe ve Sur'u üfürmeğe vazifelidir. (Bak: Melâike) İSRAİL Hz. Yakub'un (A.S.) lâkabı olup sonradan bütün o soydan gelenlere Benî İsrail denmiştir. İsrail oğulları, Yahudiler. İSRAİLİYAT Zamanla hurafeye inkılâb etmiş, Yahudilikten kalma haberler, hikâyeler. İsrail oğullarına mahsus hikâyeler, hâdiseler.(İsrailiyyatın bir tâifesi ve hikmet-i Yunaniyyenin bir kısmı, daire-i İslâmiyete duhul etmeleriyle, din süsüyle görünerek, efkârı ihtilâle verdiler. Şöyle ki: O necib kavm-i Arab, zaman-ı cahiliyette bir ümmet-i ümmiyye idi. Vakta ki içlerinden hak tecelli edip istidad-ı hissiyatları uyandı da meydanda yol açan din-i mübini gördüklerinden umum rağabat ve meyilleri, yalnız dinin mârifetine inhisar eylediler. Fakat kâinata olan nazarları teşrihat-ı hikemiyye nazarıyla değil, belki istitraden yalnız istidlâl için idi. Onların o hassas zevk-i tabiilerine ilham eden yalnız onların fıtratlarına münasib olan geniş ve ulvi muhitleri; ve safi ve müstaid olan fıtrat-ı asliyeleri tâlim ve terbiye eden yalnız Kur'an idi. Bundan sonra kavm-i Arab, sair akvamı bel' ettiği gibi milel-i sairenin mâlumatları dahi Müslüman olmaya başladığından, muharrefe olan İsrailiyat ise: Vehb, Ka'b gibi ulema-i ehl-i kitabın İslâmiyetlerinin cihetiyle Arapların hazain-i hayalâtına bir mecra ve menfez bularak o efkâr-ı safiyeye karıştılar. Hem sonra da ihtiram dahi gördüler. Zira ulema-i ehl-i kitaptan İslâmiyete gelenler, İslâmiyet şerefiyle gayet celâlet ve tekemmül ettiklerinden, mâlumat-ı müzahrefe-i sâbıkaları makbule ve müselleme gibi oldular.. reddedilmedi. Çünki İslâmiyetin usulüne musadim olmadığından hikâyat gibi rivayet olunur iken ehemmiyetsizliği için tenkitsiz dinlenirler idi. Fakat hayfâ! Sonra hak olarak kabul edildiler. Çok şübeh ve şükukâta sebebiyet verdiler.Hem de vaktaki şu İsrailiyat, kitap ve sünnetin bazı imaatlarına merci ve bazı mefahimlerine bir münasebetle me'haz olabilirler idi. Fakat âyât ve hadisin mânâları değil. Belki faraza doğru olsalar idi, mâsadak ve efradından olmaları mümkün olduğundan; su'-i ihtiyarlarıyla başka bir me'hazı bulmayan veya atf-ı nazar etmeyen zahirperestler, bazı âyât ve ehâdisi o hikâyat-ı İsrailiyyeye tatbik ederek tefsir eylediler. Halbuki Kur'anı tefsir edecek yine Kur'an ve hadis-i sahihtir. Yoksa; ahkâmı, mensuh olduğu gibi kısası dahi muharrefe olan İncil ve Tevrat değildir. Evet, mâsadak ile mânâ ayrıdırlar. Halbuki: Mâsadak olmaya mümkün olan şey, mânâ yerine ikame olundu. Çok da imkânât vukuata karıştırıldı... R.N.) |
Osmanlıca Sözlük (İ Harfi)-Osmanlıca Sözlük (İ Harfi) İle İlgili Kelimeler...
RE: Osmanlıca Sözlük (İ Harfi) İSRAR (Sırr. dan) Sır saklamak, gizlemek. Gizlenmesi lâzım bir şeyi gizlemek.
İSRAR-I ESRAR Sırların gizlenmesi. İSRAR (Bak: Israr) İSTADE f. Ayakta durmuş. İSTAH f. Budak, taze filiz. İSTANBUL Türkiye'nin en büyük şehri ve Osmanlı İmparatorluğu'nun taht şehri (1453-1922). İslâm halifeliğinin son merkezi (1516-1924). Türklerden önce Bizans "Doğu Roma" İmparatorluğu'nun taht şehri idi (395-1453). * İstanbul ismi, Rumca şehre veya şehirde demek olan (İstin polin) tabirinden galat olup, bu ismin Osmanlılar tarafından fetih esnasında verilmiş olduğu rivayet ediliyorsa da, Osmanlılardan evvel şehrin bu isimle yâd olunmakta bulunmuş olduğu muhakkak olup, hattâ yedinci hicri yüzyılın ortalarında yani fetihten iki asır önce yazılmış olan "Yakut-u Hamevî'nin Mu'cem-ül Büldan'ında bu isim yazılmıştır. Bununla beraber Osmanlılar yanında dahi Edebiyat lisanında ekseriya "Kostantiniyye" ismi kullanılmıştır; hattâ bazan "İslâmbol" şeklinde yazılmıştır. İSTANBUL EFENDİSİ İstanbul kadıları (hâkimleri). Bu tabir hicri 1000 tarihinden sonra kullanılmağa başlanmış ve daha sonraları terkolunmuştur. İSTAR Yüzletme, astar çekme. * (C.: Esâtir) Altıbuçuk dirhem ağırlığında (19.5 gr.) bir ölçü. * Dört tane. * Dört veya dört buçuk miskal. İSTAR (Satr. dan) Yazı yazma. İSTARE Perde, zar. İSTARE f. Yıldız. İSTASYON Fr. Demiryolu durağı. İSTATİSTİK Fr. Bir neticeye varmak veya bir hüküm çıkarmak için metodlu olarak mevcud lüzumlu şeyleri toplayıp sayı hâlinde göstermek işi ve bu işle meşgul olan ilim. İSTEBRAK İpekten mâmul ve sırma ile işlenmiş bir çeşit kumaş. Kalın ipek kumaş. İSTEL f. Göl. İSTEM Zulüm ve sitem. İSTENBE f. Cesur, yiğit, bahadır, kahraman. * Çirkin. * Kâbus. İSTIKSAR (Kasr. dan) Kısma. Bir şeyin kısaltılmasını isteme. İSTIKSAS (Kısas. dan) Kısas isteme. Bir katilin şeriatça öldürülmesini isteme. İSTIKTAB (Kutb. dan) Kutuplaşma, bir kutubun etrafında toplanma, bir kutuba bağlanma. İSTIKTAR Damla damla akıtma, damlatma. İSTIRAB (Bak: Iztırab) İSTISLAH Bir şeyi iyi olarak görmek isteme. Bir şeyin iyi olmasını isteme. İSTISNA' San'atlı olarak yapmak. * Bir şey yapmak için san'atkârla anlaşma yapmak. İSTITLA' (C.: İstıtlâât) (Tulu'. dan) Anlamağa ve bilmeğe çalışma. Öğrenmeğe gayret etme. İSTITLAK İç sürgünü olma. Amel olma, ishal olma. * Boşanmayı isteme. İSTITRAB Neşe arama, eğlence isteme. İSTİAB İçine almak. * Kaplamak. Toplamak. Tamam etmek. * Tutulmak. Zapteylemek. İSTİADE Bir şeyin iade edilip geri gönderilmesini isteme. * Yeniden canlanma. * Âdet edinme. İSTİANAT (İstiane. C.) İstianeler, yalvarmalar. İSTİANE Duâ. Yardım istemek. İane istemek. İSTİARE Ariyet istemek. Ödünç almak. Birinden iğreti bir şey almak. * Edb: Bir kelimenin mânasını muvakkaten başka mânada kullanmak; veya herhangi bir varlığa, ya da mefhuma asıl adını değil de, benzediği başka bir varlığın adını verme san'atına istiare denir.Cesur ve kuvvetli bir insana "arslan, kurnaz bir kimseye "tilki" demekle istiare yapmış oluruz. İSTİARE-İ MEKNİYE (Kapalı istiare) Teşbihin temel unsurlarından yalnız benzetilenle yapılan istiare. Meselâ: Merhum Mehmed Akif'in:Şu karşımızda mahşer kudursa, çıldırsa,Denizler ordu, bulutlar donanma yağdırsa,Değil mi ortada bir sine çarpıyor, yılmaz.Cihan yıkılsa, emin ol bu cephe sarsılmaz...beyitlerinde düşman kalabalığı evvelâ mahşere benzetilerek açık istiâre yapmış, sonra o mahşer bir köpeğe teşbih edilerek, fakat müşebbehün bih'i (kendisine benzetileni) zikredilmeyerek onun levâzımatından olan "çıldırsa" ve "kudursa" kelimeleri irad olunarak bir kapalı istiare yapılmıştır. |
Osmanlıca Sözlük (İ Harfi)-Osmanlıca Sözlük (İ Harfi) İle İlgili Kelimeler...
RE: Osmanlıca Sözlük (İ Harfi) İSTİARE-İ MUSARRAHA (Açık istiare) Teşbihin iki temel unsurundan yalnız kendisine benzetilen ile yapılan istiare.Meselâ: Büyük âlimlere; ayaklı kütüphane veya yaşlı kimselere hayatının son baharında denilmesi gibi.
İSTİARE-İ MUTLAKA (Temlihiye veya tehekkümiye) Edb: Şaka, lâtife veya alayı içine alan bir istiaredir. Meselâ: Tilkinin eşeğe "gelsem olmaz mı huzura, a benim aslanım" demesi gibi... (Edb.S.) İSTİAZA Karşılık olarak, ivaz olarak bir şey istemek. İSTİAZE "Euzü besmele" okuyarak Allah'a sığınmak. İSTİBAA Bir şeyi kendine sattırmağa uğraşma. İSTİB'AD Uzaklaşma. Uzak görme, ihtimal vermeyiş, olmayacak sanma, akıldan uzak görme. * Yakıştırmayış. İSTİ'BAD Köle edinmek, esir almak. İSTİBAHA(T) Mübah ve helâl sayma. * Bir çok kimsenin kanını dökmeğe izin verme. İSTİBAK Yarış etme, yarışma. İSTİB'AL Kadını nikâh ile alma. İSTİBAL Havanın fenalığı ve sıkıcı olması. * (Kendine) idrar döktürme. İSTİBANE Açıklama, belli olma. Meydanda ve âşikâr olma. İSTİ'BAR İbret alma, ders alma. * Rüya tabir ettirme. İSTİBAR Yoklama, muayene etme. İSTİBDA (İstibra') Ayırmak. Uzak etmek. * Küçük abdest bozduktan sonra idrardan temizlenmek, sidik eserinin tamâmen kesilmesini beklemek. * Nikâhla alınan dul bir kadının gebe olmadığına kanaat getirmek için, kadın bir âdet görünceye kadar beklemek. İSTİBDA' Bedi' ve güzel bulma. İSTİBDAD Başlı başına olmak. Keyfî idare sistemi. * Zulüm ve tahakküm. İdaresi altındakilerin istemediği şeyleri yalnız kendi keyfine göre zorla ve zulümle yaptırmaya çalışmak. Kanun ve nizamlara bağlı olmayarak, çok defa da kanun namına kanunsuzluk yaparak, keyfi hükmünü icra ettirmek. Kimseyi tanımadan kendi dediğini ve keyfi emirlerini kuvvet ve cebir kullanmak suretiyle yaptırmaya çalışmak. Allah'ı ve adaletini unutarak dinsizdarane bir zulümle hüküm ve idare etmek. İSTİBDADKÂRANE f. İstibdad idaresi gibi. Kendi kendine, kanunları ve kimseyi tanımadan idare eder surette. İSTİBDAL (Bidl ve Bedel. den) Değiştirmek, değiştirilmek. * Bir vakfı mülk ile mübadele etmek. * Birşey verip yerine başka şey istemek. * Askerliği biten erlere tezkere verip yenilerini almak. İSTİBDAL-İ MÜSECCEL Lüzumuna hükmolunduğundan dolayı nakzı caiz olmayan istibdal. İSTİBGA' İş için yardım isteme. İSTİBHAC (Behcet. den) Yüzü gülme, sevinme, mesrur olma. İSTİBHAL Azad etme. Azad olma, serbest bırakılma. İSTİBHAM Karışık ve belirsiz olma. * Ses çıkarmama, susma. İSTİBHAR Çok geniş bilgiye sahib olma. * Deniz gibi büyük ve geniş olma. İSTİBHAS Bir şeyin doğruluk ve hakkâniyetini anlayabilmek için, iyice araştırıp tahkik etme. İSTİBKA Devâmını istemek. Bâki ve dâim kılmak. İSTİBKA-Yİ TEVECCÜHLERİ Teveccühlerinizin sürüp gitmesi ve devamı... (Eskiden mektubların sonlarında kullanılırdı.) İSTİBKÂ Ağlatmak. Ağlamayı istemek. İSTİBRA (Bak: İstibda) İSTİBRAZ Meydana çıkarmak, açığa vurmak. İSTİBSAR Basiretli olmak. Düşünceli, hesaplı ve dikkatli iş yapmak ve hareket etmek. İSTİBSAS Bir haberin doğru olup olmadığını anlamağa çalışma. İSTİBŞAR Müjde almak. Hayırlı, iyi haber iyi sevinmek.İSTİBTA' : Ağır ağır hareket etme. * Gecikme, geç kalma. İSTİBTAN Gizliliğe, bir kimsenin iç işlerine vakıf olmak. İSTİBVAR Hırslanma, hiddetlenme, kızma, öfkelenme. İSTİCAB Vâcib olmak. Hak etmek. İSTİ'CAB (Aceb. den) Şaşma, taaccüb etme, hayrette kalma. İSTİCABE (İsticâbet) Duânın Allah tarafından kabul olunması. İSTİCADE İhsan ve bahşiş isteme. İSTİCAL Sonraya bırakılmasını istemek. İSTİ'CAL Acele olmasını istemek. Acele etmek. İSTİCAR Kiralamak. Kiraya vermek. İSTİCARE (Cevr. den) Yardım ve korunma isteme. * Sığınak isteme. İSTİCAZE (Cevaz. dan) İzin ve cevâz isteme. * Sunulan bir manzume için câize, yani para isteme. İSTİCBAR (Cebr. den) Zorlama, cebretme. Baskı yapma. Zoraki yaptırma. |
Osmanlıca Sözlük (İ Harfi)-Osmanlıca Sözlük (İ Harfi) İle İlgili Kelimeler...
RE: Osmanlıca Sözlük (İ Harfi) İSTİCDAD Yenileme. Yeniden yapma.
İSTİCHAL (Cehl. den) Câhil sayma. İSTİCLAB (Celb. den) Çekme, celbetme. Çekmeye vaya getirmeğe sebep olma. * Fls: Uyandırma. İSTİCNAS (Cins. den) Cinsine benzetme. İSTİCVAB Cevab istemek. Sorguya çekmek. * Mahkemede şahidlerin ifadelerini almak. Söyletmek. İSTİCVABNAME f. Şahidlerin ve maznunun ifadelerinin yazılı olduğu kâğıt. İSTİDA' (Vedâ'. dan) Bakılmak üzere emaneten bir kimseye bir şey bırakmak. Bir malı emaneten bir yere bırakmak. İSTİD'A Rica ile istemek. Davet etmek. * Bir işi için resmî bir daireye verilen ve istek bildiren kâğıt. Dilekçe. İSTİDA' El uzatma. İSTİ'DA Medet, yardım istemek. İSTİ'DAD Bir şeyin kabulüne ve kazanılmasına olan fıtrî meyil. * Kabiliyet. Akıllılık. Anlayışlılık. Allah Teâlâ Hazretlerinin (C.C.) insanlara ve sâir mahluklara tevdi buyurduğu kabiliyet kuvveleri. İSTİDAD Alışma, ünsiyet etme. * Doğrulma. İSTİDAD-I YED Elin alışması. İSTİ'DADAT (İsti'dad. C.) İstidadlar, kabiliyetler, yetenekler. İSTİ'DAD-ŞURE f. Verimsiz istidad. Çorak yerin kabiliyeti. İSTİDAME (Devam. dan) Bir halin devamını isteme. Bir şeyin devamını arzu etme. İSTİD'A-NAME f. Resmî bir makama dilekçe olarak yazılan pullu, damgalı yazı. İSTİDANE (Deyn. den) Borç alma, alınma. Ödünç alma. İSTİDARE (Devr. den) Dönme, dolaşma. * Daire biçimine girme, yuvarlak olma. İSTİDARÎ Dönerek ve bir daire meydana getirecek olan. İSTİDBAR (İdbar. dan) Yüz çevirmek. Arka dönmek. * Geri geri gitmek. * Bir kimsenin peşinden gitmek. İSTİDHAK (Dıhk. den) Alaya alma, eğlenme. İSTİDKAK İncelemek, dakik olmak. İSTİDLAL (Dalâl. den) İman ve İslâmiyet yolundan çıkarmağa, dalâlete düşürmeğe çalışmak. İSTİDLAL Delil getirmek. Bir delile dayanarak netice çıkartmak. Delile nazar etmek. Muhakeme. Mülahaza ve anlama kudreti. Delil ile anlamak. Zihnin eserden müessire veya müessirden esere intikali.(Ateşin dumana olan delâleti gibi müessirden esere yapılan istidlâle "bürhan-ı limmî" denildiği gibi, dumanın ateşe olan delâleti gibi eserden müessire olan istidlale de "bürhan-ı innî" denir. Bürhan-ı innî, şüphelerden daha salimdir. İ.İ.)(Kur'anda delâil-i akliyeye ve fennin keşfiyatına muhalif bazı âyetler vardır dedikleri üçüncü şüphelerine cevap: Kur'an-ı Kerim'de takib edilen maksad-ı aslî; isbat-ı Sâni', nübüvvet, haşir, adalet ile ibadet esaslarına cumhur-u nâsı irşad ve îsal etmektir. Binaenaleyh, Kur'an-ı Kerim'in kâinattan yaptığı bahis tebeidir; kasdi değildir. Yani ligayrihidir, lizatihi değildir. Yani Kur'an-ı Kerim, Cenab-ı Hakk'ın vücud, vahdet ve azametine istidlal suretiyle kâinattan bahsetmiştir. Yoksa, kâinatın bizzat keyfiyetini izah etmek için değildir. Çünkü Kur'an-ı Kerim; coğrafya, kozmoğrafya gibi kasden kâinatın keyfiyetinden mânâ-yı ismiyle bahseden bir fen, bir kitab değildir. Ancak, kâinat sahifesinde yazılan san'at-ı İlâhiyyenin nakışları ve yaratılan kudretin mu'cizeleri ve kozmoğrafyacıları hayrette bırakan nizam ve intizamla, mânâ-yı harfiyle Sâni ve Nazzam-ı Hakikî'ye istidlal keyfiyetini öğretmek için nâzil olan bir kitabdır. Binaenaleyh san'at, kasd, nizam; kâinatın her zerresinde bulunur, matlub hâsıl olur; teşekkülü nasıl olursa olsun bizim matlubumuza taalluku yoktur. Febinaen alâ zâlik, madem ki Kur'anın kâinattan bahsi istidlal içindir ve delilin de müddeadan evvel ma'lum olması şarttır ve delilin muhatablarca vuzuhu müstahsendir; bazı âyetlerin onların hissiyatına ve edebî ma'lumatlarına imale etmesi ve benzetmesi, mukteza-yı belâgat ve irşad olmaz mı? Fakat bu âyetlerin, hissiyatlarına imale etmesi mes'elesi o hissiyata kasden delâlet etmek için değildir. Ancak, kinaye kabilinden o hissiyatı okşamak içindir. Maahaza, hakikata ehl-i tahkiki îsal için, karine ve emareler vaz'edilmiştir. Meselâ: Eğer Kur'an-ı Kerim, makam-ı istidlalde şöylece demiş olsa idi ki: "Ey insanlar! Güneşin zâhirî hareketiyle hakikî sükûnuna ve Arzın zâhirî sükûnuyla hakikî hareketine ve yıldızlar arasında câzibe-i umumiyenin garibelerine ve elektriğin acibelerine ve yetmiş unsur arasında hâsıl olan imtizacata ve bir avuç su içinde binler mikrobun bulunmasına dikkat ediniz ki, bu gibi hârika şeylerden Cenab-ı Hakk'ın herşeye kadir olduğunu anlayasınız." deseydi, delil müddeâdan binlerce derece daha hafî, daha müşkül olurdu. Halbuki delilin müddeâdan daha hafî olması, makam-ı istidlale uymaz. İ.İ.) İSTİDLALAT (İstidlal. C.) İstidlaller. Muhakemeler. İSTİDLALEN İstidlal suretiyle, delil ile. İSTİDRAC Derece derece yükselmeyi isteyiş. * Ist: Hakkı ve hakiki değeri olmadığı halde ve kabiliyetsizliğine rağmen bir kimsenin kesret-i nimete mazhar olması ve bu sebeple küfür ve isyana devam etmesi ile azab ve gazab-ı İlâhiyeye yaklaşması.(Neuzü billah, bu öyle bir işdir ki: Hikmet-i İlâhiye ile bazı kâfirlerin muradı zuhur eder, istediği hârika bir surette olur. Ve bunların küfürleri, Allah'a isyanları da böylece ziyadeleşir.)(... Keramet ile müşerref olan bir şahıs, bilerek harika bir emre mazhar olursa, o halde eğer nefs-i emmaresi baki ise, kendine güvenmek ve nefsine ve keşfine itimat etmek ve gurura düşmek cihetinde istidrac olabilir. M.)(Keramet ile istidrac manen birbirine mübayindir. Zira keramet, mu'cize gibi Allah'ın fiilidir. Ve o keramet sâhibi de kerametin Allah'tan olduğunu bilir ve Allah'ın kendisine hâmi ve rakib olduğunu da bilir. Tevekkül ü yakîni de fazlalaşır. Lâkin, bazan Allah'ın izniyle kerametilerine şuuru olur, bazan olmaz. Evlâ ve eslemi de bu kısımdır.İstidrac ise, gaflet içinde iken eşya-yı gaybiyenin inkişafından ve garip fiilleri izhar etmekten ibarettir. Fakat, bu istidrac sahibi, nefsine istinad ve iktidarına isnad etmekle enaniyeti, gururu öyle fazlalaşır ki okumaya başlar. Lâkin o inkişaf, tasfiye-i nefs ve tenevvür-ü kalb neticesi olduğu takdirde, ehl-i istidrac ile ehl-i keramet arasında tabaka-i ulada fark yoktur. Tam mânasiyle fenaya mazhar olanlar ise, onlara da Allahın izniyle eşya-yı gaybiye inkişaf eder. Ve onlar da, o eşyayı Fenâfillâh olan havaslariyle görürler. Bunun istidracdan farkı pek zâhirdir. Zira, zâhire çıkan bâtınlarının nuraniyeti, mürâilerin zulümatiyle iltibas olmaz. M.N.) |
Osmanlıca Sözlük (İ Harfi)-Osmanlıca Sözlük (İ Harfi) İle İlgili Kelimeler...
RE: Osmanlıca Sözlük (İ Harfi) İSTİDRACÎ İstidraca ait, istidrac cinsinden.
İSTİDRAK Nâil olmak, ulaşmak, varmak. * Anlamak. * Gr: Bir kelimeyi, evvelki sözden neş'et eden bir tevehhümü kaldırmak için kullanmak. İSTİF İtl. Muntazam yığın. Sıralanmış eşya. Yığma. Nizam. Sıra. Dizi. İSTİ'FA Affını, azlini, bağışlanmasını istemek. * Kendisinin memuriyetten affını taleb etmek. İSTİ'FA-YI KUSUR Özür dileme. İSTİFA Alacağını borçludan tamam olarak almak. * Kabz-ı ruh etmek. İSTİFA-YI KISAS Kısas hakkının bilfiil yerine getirilmesi. Câni hakkında kısas cezasının tatbik edilmiş olması. İSTİFADE Faydalanmak. Faydalanmağa çalışmak. * Anlayıp öğrenmek. * Tahsil etmek. İSTİ'FAF Kötü şeylerden çekilmek. * İffetlilik iddia etmek. İSTİFAKA Hastalıktan kurtulup iyileşme. * Sarhoşluktan ayılma. İSTİFALE Tecvidde: Bir harfin, okunduğu zaman aşağı çene tarafına düşüp üst damağa yükselmesi. Bu hâlde ağızdan çıkan harfler: "Müsta'liye" harflerinin zıddıdır. Bu harfler: "Elif, Be, Te, Se, Cim, Ha, Dal, Zel, Rı, Ze, Sin, Şın, Ayın, Fe, Kaf, Kef, Lâm, Mim, Nun, Vav, He, Yâ" dır. İSTİFANAME f. Bir yerden ayrılıp çekilmeyi bildiren yazı. İSTİFAZA Feyz alma, feyz bulma, feyizlenme. İlim, irfan ve mânevi zenginlik kazanma. İSTİFHAM Sual sorup anlamak. Anlamak için sormak. * Edb: Cevap istemek için değil, daha çok dikkati çekmek, hisleri kuvvetlerdirmek maksadıyla soru şeklinde söylemek san'atıdır. Şefkat, sevgi, hayret, kin ve nefret gibi duyguların te'siri altında vuku bulur. Meselâ:(Nerde Ertuğrul'u koynunda büyütmüş obalar?Hani Osman gibi Orhan gibi gürbüz babalar?Hani bir şanlı Süleyman Paşa, bir kanlı Selim?Ah bir Yıldırım olsun göremezsin ne elim!Hani cündileri şahin gibi ceylan kovalarKöpürür, dalgalanır, yemyeşil, engin ovalar?Hani tarihi soruldukça, mefahir söyler,Kahramanlar yetişen toprağı zengin köyler?Hani orman gibi âfâkı deşen mızraklar?Hani atlar gibi sahrayı deşen kısraklar?Mehmed Akif Ersoy) İSTİFHAM-I ANİNNEFY Nefyi olmayan sual sormak. Meselâ: Cenab-ı Hakk'ın ruhlara: Ben Rabbiniz değil miyim? diye sorması gibi. Buna istifham-ı takrirî de denir. (Bak: Bezm) İSTİFHAM-I İNKÂRÎ Gr: Menfî cihetle sual sormak. (İnkâr ettiğini bildirir şekilde "Olmaz" diyen birisine karşı, "Olur mu? diye sormak gibi.) İSTİFHAMAT (İstifham. C.) İstifhamlar, sualler, sormalar. İSTİFHAM EDATLARI Gr: Arabçada: E, men, keyfe, ma. İSTİFHAMÎ İstifhama ait, sormağa dair. İSTİFKAD (Fakd. den) Kaybolmuş olan bir şeyi araştırıp soruşturma. İSTİFLAH Felah bulma, kurtulma. Maksada ulaşma. İSTİFNA Fenaya gitmek. Yokluğa karışmak. İSTİFNAN Cins cins ayırma. Mâhirane bölme. İSTİFRA' Başlama. İSTİFRAD Ayırma, tek tek yapma. * Yalnız tek başına. İSTİFRAG (Ferag. dan) Kusma. Kay. * Mümkün olanı sarfetmek. İSTİFRAK Farkettirmek, ayırdetmeği istemek. İSTİFRAR Firar etme, gizlice kaçma, savuşma. İSTİFRAŞ Yataklık yapma. Odalık alma. Yatağa alıp beraber yatma. * Haremi ile beraber yatma. İSTİFRAZ Ayırıp tefrik etme. İSTİFSAD (Fesâd. dan) Bir şeyin bozulmasını arzulama, fesâdını isteme. İSTİFSAR İfade isteme. Sorma. Sorup anlama. İSTİFSAR-I HÂTIR Hal hatır sorma. İSTİFTA Fetva istemek. Şeriata ait bir mes'ele hakkında salâhiyetli zatlardan hakikati öğrenmek. (Bak: Fetva) İSTİFTAH Siftah etmek. Başlamak. Açmak. İSTİFZAL Artırma, çoğaltma, ziyadeleştirme. İSTİGASE Medet isteyiş. Yardım istemek. İSTİGBAR (Gubar. dan) Tozlaşma. İSTİĞFAR (Gufran. dan) Afv dilemek. Cenab-ı Hak'tan kusurlarının affedilmesini, günahlarının bağışlanmasını dilemek. Tevbe etmek. Yalvarmak. " Estağfirullâh" demek.(Cehennem azabını intaç eden büyük bir günahı işleyen bir adam, Cehennem'in tehdidatını işittikçe istiğfar ile ona karşı siper almazsa bütün ruhiyle Cehennem'in ademini arzu ettiğinden küçük bir emare ve bir şüphe Cehennem'in inkârına cesaret veriyor. L.)(Şeytanın mühim bir desisesi: İnsana kusurunu itiraf ettirmemektir. Tâ ki, istiğfar ve istiaze yolunu kapasın. Hem nefs-i insaniyenin enaniyetini tahrik edip, tâ ki, nefis kendini avukat gibi müdafaa etsin; âdeta taksiratdan takdis etsin. Evet şeytanı dinleyen bir nefis, kusurunu görmek istemez; görse de, yüz te'vil ile te'vil ettirir. $ sırriyle: Nefsine nazar-ı rıza ile baktığı için ayıbını görmez. Ayıbını görmediği için itiraf etmez, istiğfar etmez, istiaze etmez; şeytana maskara olur. Hazret-i Yusuf Aleyhisselâm gibi bir Peygamber-i Alişan, $ dediği halde, nasıl nefse itimad edilebilir. Nefsini ittiham eden, kusurunu görür. Kusurunu itiraf eden, istiğfar eder. İstiğfar eden, istiaze eder. İstiaze eden, şeytanın şerrinden kurtulur. Kusurunu görmemek, o kusurdan daha büyük bir kusurdur. Ve kusurunu itiraf etmemek, büyük bir noksanlıktır. Ve kusurunu görse, o kusur kusurluktan çıkar; itiraf etse, afva müstahak olur. L.) |
Osmanlıca Sözlük (İ Harfi)-Osmanlıca Sözlük (İ Harfi) İle İlgili Kelimeler...
RE: Osmanlıca Sözlük (İ Harfi) İSTİGLAB Kemâle erme, olgunlaşma, gelişme.
İSTİGLAK Sözde durma. Kesin olarak pazarlık etme. İSTİGLAL (Galle. den) Kirası veya mahsulü borca mukabil verilmek üzere bir mülkün rehine verilmesi. İSTİĞLALEN Gayrimenkulü rehine koymak suretiyle. İSTİGLAZ Bir şeyi galiz saymak, galiz bilmek. * Satın almaktan vazgeçmek. İSTİGMAM Sarmak, sarılmak. İSTİGNA Cenab-ı Hak'tan başka kimsenin minneti altına girmemek. * Gönül tokluğu. Elindekini kâfi bulmak. Zenginlik istememek. Muhtaç olmayıp zengin olmak. * Nazlanmak. * Azamet ve tekebbür etmek. İSTİGNAM Ganimet araştırmak, ganimet isteklisi olmak. İSTİGRAB Şaşırmak, garib bulmak, taaccüb etmek, tahayyür. İSTİGRAK Gark olmak, dalmak. * Dalgınlık. * Ist: Seraba kapılmak. Manevî bir hal ile hayret ve taaccübden bayılmak derecesine gelmek. * Tas: Dalgınlıkla, zihni bütün bütün meşgul olmak. Aşk-ı İlâhî ile dünyayı unutup kendinden geçmek. * Gr: "El" harf-i ta'rifinin, isimleri umumi hale koyması. * Edb: Fazla mübalâğa. (Bak: Lâm-ı istiğrak) İSTİGRAKKÂR f. Kendinden geçen, dalgın, müstağrak. Dalgın halde olan. İSTİGŞA' Bürünme, örtünme. İSTİGŞAŞ Nasihat edip öğüt veren ve doğru söyleyen kimseyi düşman sanmak. İSTİGZAB Öfkelendirme, kızdırma, gazaba getirme, hiddet ettirme. İSTİHA' Tıraş etme veya ettirme. İSTİHAB (Hibe. den) Hibe ve hediye olarak isteme. Bağış olarak arzulama. İSTİHAL Müstehak olmak, bir şeye ehil olmak. * Kolaylık elde etmek. İSTİHALAT (İstihale. C.) Değişmeler, başkalaşmalar. İSTİHALE Bir şeyin terkib ve asıl şeklinin başka hâle değişmesi. Başkalaşmak. * Mümkün olmayış, imkânsızlık. İSTİHAM Ok ile fala bakma. İSTİHANE Hor ve hakir görme. İSTİHAR Geri bırakılma, geri kalma. İSTİHARE Tefe'ül. Sual sorup cevap istemek. * Hayırlı olmayı istemek. * Hayran olmak, şaşmak, taaccüb etmek. * Bir işin hayırlı olup olmıyacağı niyetiyle abdest alıp, dua edip rüya görmek üzere uykuya yatma. İSTİHASE Organik maddelerin, şekillerini muhafaza ederek zamanla taş hâline geçmesi. Fosilleşme. İSTİHAZA Kadın âdet görürken fazla kan gelmesi. (Rahimden değil de hastalıktan dolayı bir damardan gelip, tenâsül cihazı yolu ile akan kokusuz bir kandır. Buna "istihâza veya özür kanı" dendiği gibi, böyle bir kadına da "müstahâza" denir.) İSTİHBAB Bir şeyi iyi ve güzel addetmek. * Dost edinme. * Müstehab etmek ve olmak. İSTİHBABEN Bir şeyi güzel ve iyi kabul ederek, müstehab olarak. İSTİHBAR Haber sormak, haber almayı istemek. İSTİHBARAT Duyulup öğrenilenler. Alınan haberler. * Haber toplama merkezi. İSTİHBARAT-I MEVSUKA Sağlam ve inanılır doğru haberler. İSTİHCAN (Hücnet. den) Kötü görme, çirkin sayma, ayıplama. İSTİHDA' (Hüdâ. dan) İrşad ve hidâyet istemek. Hak, hakikat, imân ve İslâmiyet yolunu istemek. İSTİHDAF Hedef edinmek, hedef saymak. * Hedef gibi karşıda durmak. * Erişilmek istenilen netice ve gaye. İSTİHDAM Bir hizmette kullanmak, hizmete almak, hizmet ettirmek. * Edb: Bir çok mânâsı olan bir kelimenin her mânâsına muvâfık kelime söylemek. Meselâ: "Avcınızın attığı da, sözleri de saçma idi" cümlesinde olduğu gibi. İSTİHDAR (İstihzar) Hazırlama. İSTİHDAS Bir şeyi sonradan ve yeniden elde etmek. İSTİHFA' Gizlenme, saklanma. İSTİHFAF Küçük ve aşağı görmek, küçümsemek, tahkir ve tahfif etmek. İSTİHFAFKÂR f. Ehemmiyet vermeyerek. Küçümsemek suretiyle. Tahfif ve tahkir ederek. İSTİHFAFKÂRANE f. Küçümseyerek, küçük görerek, hafifseyerek, ehemmiyet vermeyerek. İSTİHFAZ Hıfzetmek. Korumak. Muhafaza etmek. Bir şeyin muhafaza olunmasını birisinden rica etmek. İSTİHKAK Kazanılan şey, hak edilen. * Hakkını almak. Hakkını istemek. İSTİHKAK-I HARS Huk: Bir yerde ziraatçılık yapma hakkına sahib olma. İSTİHKÂM Sağlamlık. Metin olmak. Kuvvetli ve dayanıklı olmak. * Askerlikte: Düşmana karşı, hücumlarını savmak için hazırlanmış bulunan siper, askeri yapılar. İstihkâm işi ile uğraşan asker sınıfı. * Kuvvet ve metanet vermek. İSTİHKÂMAT (İstihkâm. C.) İstihkâmlar. * Siperler. İSTİHKÂMAT-I DÂHİLİYE Bir istihkâmın iç tarafında, icab ettiği zaman yapılan müstakil sığınaklar. İSTİHKÂMAT-I HAFİFE Harbde kısa zamanda yapılan sığınaklar. İSTİHKÂMÂT-I MUTTASILA Bir birine bitişik ve bağlı olarak yapılmış olan sığınaklar olup, daha ziyade şehirlerin ve mühim mevkilerin etrafına yapılır. İSTİHKAR Hakaret etmek. Küçük görmek. * Hakir görülmek. Hor bakılmak. İSTİHLA Tatlı olmak. * Tatlılık istemek. İSTİHLAB Tırmalama. İSTİHLAF Halef bırakmak. Birisini kendi yerine geçirmek. Kendi yerine başkasını tayin etmek. Kuyudan su çekmek. İSTİHLÂK Boş yere harcamak. * Yeyip bitirmek. * Müstahsilin yaptığı istihsali alıp kullanmak. İSTİHLÂKAT (İstihlâk. C.) Yenilip içilen şeyler. * Harcamalar. |
Osmanlıca Sözlük (İ Harfi)-Osmanlıca Sözlük (İ Harfi) İle İlgili Kelimeler...
RE: Osmanlıca Sözlük (İ Harfi) İSTİHLÂKAT-I DÂHİLİYE Dâhilî sarfiyat. Memleket içi harcamalar.
İSTİHLAL Helâl saymak. Helâllaşmayı istemek. İSTİHLAL Yeni ay'ı gözleyip görmek. Hilâlin görünmesi. * Kılıcın kınından sıyrılıp görünmesi. * Edb: Bir ifadede birbirine benzer, seci'li ve kâfiyeli sözlerin söylenmesi. * Çocuğun doğar doğmaz hemen ağlamağa başlaması. * İyi ve hayırlı bir başlangıca delâlet etmek. İSTİHLAS (Hulus. dan) Bir şeyi elde etmeğe çalışma. * Kurtarma veya kurtarılma. İSTİHMA' Himâye isteme, korunma arzulama. İSTİHMAK Ahmaklık gösterme, salaklık yapma. İSTİHMAL Havâle etme, havâle edilme. * Yükleme, yükletme. İSTİHMAM Hamama girme, yıkanma. İSTİHMAM Bir kimse, bağlı olduğu cemâate ait işler için her türlü sıkıntıya düşme. * Ehemmiyet verme. İSTİHRAB Bir musibet sebebi ile perişan olma, mahrum olma. İSTİHRAC Bir şeyin içinden bir şey çıkarmak. Bir mânâyı istidlâl etmek. Meydana ve harice çıkarmak. Bâzı emareleri beliren şeylerden ileriye âit olacak şeyleri çıkarmak. İstidlâl etmek. (Bak: Tahric) İSTİHRACAT (İstihrac. C.) İstihraclar. İSTİHSAD Ekinlerin hasad (biçilme) zamanı gelme. İSTİHSAL Hasıl etmek. Husule getirmek. Elde etmek. Üretmek. İSTİHSALAT (İstihsal. C.) Üretilen şeyler. Bir memleketin veya fabrika gibi faaliyet merkezlerinin çıkardığı, yetiştirdiği şeyler. İSTİHSAN Beğenmek, güzel bulmak. Bir şeyin iyi olduğu kanaatında bulunmak. Beğenilmek. * Fık: Kıyası terkedip, nassa, yani, âyet ve hadis-i şeriflerin hükümlerine en uygun olanı almak. Şeriatta; zorlaştırmayan hükümle, râcih delil ile amel etmektir.(İşte masnuâtı yaldızlayan mezâyâ ve mehasine ve mevcudatı ışıklandıran letaif ve kemâlâta karşı Sübhânallah, Mâşâallah, Allahü Ekber diyerek semâvâtı çınlattıran ve Kur'an'ın nağamâtiyle kâinatı velveleye verdiren istihsan ve takdir ile, tefekkür ve teşhir ile, zikir ve tevhid ile, berr ve bahri cezbeye getiren, yine bilmüşâhede O Zâttır. S.) İSTİHSANEN Beğenerek, istihsan ederek. İSTİHSAN Korunmak. Korumak, müdâfaa etmek, karşı koymak. * Sağlam bir yere kapanmak. İSTİHSAR Usanmak, fütur getirmek, bıkmak. İSTİHŞAŞ Zevklenme, eğlenme. İSTİHVA Şaşırıp kalmak. Divane olmak. Hevâ ve hevesi hoş görmek. İSTİHYA Utanma, haya etme. * Diriltme, yaşatma. İSTİHVAZ Zafer kazanma, muzaffer ve muvaffak olma, galib gelme. İSTİHZA Alay etmek, birisi ile eğlenmek. * Birisini gülünç duruma düşürmek, maskara etmek. İSTİHZA' (İstihdâ') Alçak gönüllülük göstermek, kendisini aşağı tutmak. İSTİHZAR Huzura gelme, hazır etme, huzura dâvet etme. * Hazırlama, bir şeyi hatıra getirme. * Konferans verecek olan hatiplerin okumak ve araştırmak suretiyle evvelce hazırlanması. İSTİHZARAT (İstihzâr. C.) Hazırlıklar. İSTİKA' Olacak veya vuku bulacak diye endişelenme. İSTİKA' (Saky. den) Su isteme. İçmek için su alma. * Kendini zorlıgirsin bir tarafına ..!!! ve sun'i olarak kusma. İSTİ'KAB Birisinin kusurlarını, ayıplarını arraştırmak. İSTİKAD Yakma, ateşi tutuşturma. İSTİKADE Adam öldürmüş olan katilin kısasını isteme. İSTİ'KAF Bir yere kapanma. Bir yerde kendini hapsetme. İSTİKAK Bitkilerin sık ve çok olmalarından dolayı birbirine dolaşık olmaları. İSTİKAMET Hatt-ı hareketi doğru olmak. Doğruluk, nâmuslu hareket. Her işte itidal üzere bulunmak. Adâletten, doğruluktan ayrılmayıp, diyânet ve akıl içinde yürümek. * Allah'a kulluk etmek. * Bir şeyin bir tarafa doğru olarak uzanması. * Yön, cihet. İSTİKAN Şüphesiz ve zansız olmak. İSTİKÂNE (İstikânet) Alçaklık etmek. * Zillet ve meskenet göstermek. * Tevazu göstermek. İSTİKÂRE Hızlı hızlı yürüme. * Yükleri sırtına yükleyip götürme. İSTİKAZ Uykudan uyanmak. İSTİKBAH (Kabih. den) Çirkin görme, ayıplama, kabih sayma. İSTİKBAL Ati, gelecek zaman. * Karşılayış, gelen bir kimseyi karşılamak. İSTİKBAL-İ KIBLE Kıbleye, Kâbe istikametine yönelmek. İSTİKBAL-BÎN f. Geleceği bilen ve gören. İSTİKBALEN Karşılayarak, karşılamak üzere. * Gelecek zamanda, ilerde. İSTİKBALÎ Gelecek zamanla alâkalı. İstikbale mensub. İSTİKBALİYYE Edb: Yeni gelen bir kimsenin karşılanması sebebiyle yazılan manzume. İSTİKBAR (Kibr. den) Önemseme, ehemmiyet verme. * Kibir, gurur, enaniyet. Kendini büyük görme, mağrurluk. İSTİKDAM Önde bulunma, öne geçme. * Çok ayaklı olma. Ayaklarının adedi fazla olma. İSTİKDAR Cenab-ı Allah'dan (C.C.) hayırlı şeylerin olmasını isteme. İSTİKFA Yetinme, kâfi bulma, yeter sayma. Mevcud olan ile iktifâ etme. İSTİKFA Bir kimsenin başına veya ensesine sopa ile vurma. İSTİKFAF (Kifâf. dan) Kanaat etme, az şeyi yeter bulup râzı olma. * Yetişme. * Dilenci gibi el uzatma. İSTİKFAL (Kefâlet. den) Kefil olma, kefilliği kabul etme. İSTİKFAL Çekmecede, kasada veya kilitli bir yerde bulundurma. İSTİKLA Te'hir etme. Sonraya bırakma. * Alıkoyma, mâni olma, engel olma. * Veresiye alma, borç olarak alma. İSTİKLÂL (Kıllet. den) Kendi başına olmak, kimseye bağlı olmayış, müstakil oluş. * Az bulma, kâfi görmeme. * Rey sahibi olup keyfi iş görme ve başkasının emrine ve fikrine tâbi olmaktan uzak kalma. İSTİKLÂLCU f. İstiklâl arayan. Müstakil olmak, hür olmak için çalışan. İSTİKLÂLİYET İstiklâl üzere bulunma. Hür ve müstakil olma. Başlı başına buyruk olma. İSTİKMAL Bir şeyin olgunluğa, kemale erdirilmesi. İkmal etmek. Eksiksiz ve tam oluş, tam ve kâmil olmak. |
Osmanlıca Sözlük (İ Harfi)-Osmanlıca Sözlük (İ Harfi) İle İlgili Kelimeler...
RE: Osmanlıca Sözlük (İ Harfi) İSTİKNAH (Künh. den) Bir şeyin hakikatını ve künhünü araştırma.
İSTİKNAN Gizlenme, saklanma. İSTİKRA' Kiralamak, kiraya vermek. İSTİKRA' Gezmek, dolaşmak, etraflı bilgi edinmek. Ayrı ayrı hâdiselerdeki müşterek vasıflara dikkat ederek umumi bir netice çıkarmak. Umumi araştırmak. Fertten umuma âit hüküm sâhibi olmak.(Akıl ve hikmet ve istikra ve tecrübenin şehadetleri ile sabit olan hilkat-i mevcudattaki adem-i abesiyet ve adem-i israf, saadet-i ebediyeye işaret eder. S.) İSTİKRAB Yaklaştırma, yakınlaştırma. * Akraba olma. İSTİKRAH Bir şeyi kötü ve kerih görmek. Beğenmemek, nefret etmek. Bir şeyi cebir ve ikrah ile işlemek. İSTİKRAÎ Man: İstikraya ait ve müteallik. İstikra' yolu ile. İSTİKRAM Kerem ve lütuf isteme. İSTİKRAR Karar ve sebat üzere olmak. Karar kılma. Sâkin olmak. Yerleşmek. İSTİKRAR (Tekrar. dan) Tekrarlatmak. İSTİKRAZ Borçlanmak. Ödünç almak. Borç almak. İSTİKRAZAT (İstikraz. C.) Ödünç para almalar, borçlanmalar. İSTİKSA Bir şeyi inceden inceye araştırma, künhüne varmaya çalışma. * Tıb: Bir dahili hastalığı iyi teşhis edebilmek için âlet kullanma. İSTİKSAB Kazanma, kesbetme. İSTİKSAM Yemin teklif etme. * Bölüşme, taksim etme, paylaşma. İSTİKSAR (Kesret. den) Çok görme, çok görünme. Çoğumsama, çoğumsanma. * Çokluğu isteme. İSTİKŞAF (C: İstikşâfât) (Keşf. den) Keşfetmeğe çalışma. * Ne olup bittiğini öğrenip anlamak için araştırma yapma. İSTİKTAB Söyleyip yazdırma. Dikte ettirme. * Yazısını kontrol etmek için bir kimseye bir kaç satır yazı yazdırma. İSTİKTAL Ölümden korkmayarak kendini tehlikeye atma. Tehlikeli işlere yiğitçe atılma. İSTİKTAM Gizlemeğe çalışma. Saklamak için uğraşma. İSTİKTAR (Katr. den) Damıtma. Damla damla akıtma. İSTİKVAS Kavislenme, kıvrılma, yay gibi eğilme. İSTİKYA (Kayy. den) Kusma, istifrağ etme. İSTİKZAR Çirkin, pis ve kötü görmek. İSTİ'LA (Ulüv. den) Yükselmek. Üste çıkmak. Yüce olmak. Terfi' eylemek. Galib olmak. * Gr: Bir şeyin bir şey üzerine çıkması. * Tecvidde: Harf okunduğu zaman dilin, üst damağa kalkmasına denir. (Bak: Müsta'liye) İSTİLA (Vely. den) Kaplamak, yayılmak. * Ele geçirmek. İşgal etmek. * Meydanın sonuna erişmek. * Basmak. Galebe etmek. İSTİLAB (Selb. den) Kapma, kapıp alma, selbetme. İSTİ'LAC (İlâc. dan) İlaç isteme. İSTİLAC İçilecek şeylerden pek çok içme. İSTİLAD Doğurtma. Çocuk isteme. İSTİLADÎ Doğurtucu. İSTİLAL Sıyırıp çıkarma. Sıyrılıp çıkarılma. İSTİLAL-İ SEYF Kılıcı kınından sıyırıp çıkarma. İSTİLAM Öpmek veya el sürmek. Selâm vermeyi isteme. * Kâbeyi tavaf esnasında Hacer-ül Esvede el sürmek, el süremese el işareti ile öper gibi yapmak, okşamak. İSTİ'LAM (İlm. den) Bilgi edinmek için yüksek bir makamdan alt makama sorulma. * Yazı ile bilgi isteme. İSTİ'LAN (İlân. dan) İlânını isteme. İSTİLANE Bir şeyi mülâyim görmek, mülâyim bulmak. İSTİLBAS Geç kalma, gecikme. İSTİLHAK İlhâk olmağa, katışmağa çalışma. İSTİLKA' Arka üstü yatarak uyuma. İSTİLZAM Lüzumlu olmak. Gerektirmek. Lâzım addetmek. İcâbettirmek. İSTİLZAZ Hoşa gitmek, lezzet almak. İSTİM Buharla işleyen makinaların kazanında birikip makinayı işleten buğu, buhar. İSTİM f. Cerahat. Yara. İSTİMA' (Sem'. den) Dinlemek. Kulak vermek. Dinleyip kabul etmek. İşitmek. İSTİMA Birisinin ziyaretine gitmek. İSTİMAHA Birisinden hayır ummak. İyilik ve şefaat beklemek. İSTİ'MAL (Amel. den) Kullanmak. Faydalanmak. İSTİ'MALAT (İsti'mal. C.) Kullanışlar. Kullanmalar. İSTİMALE Avutmak. Meylettirmek. Cezbettirmek. * Gönül almak. Çok mal sahibi olmak. İSTİMAN Aman dilemek, himaye istemek. * Teslim olmak. İSTİ'MAR Bir yeri imar etmek. Bir yerin mâmurluğunu istemek. * Müstemleke yapmak, sömürgeleştirmek. İstimlak etmek. İSTİMARE ing. Gümrük'e ticarî mallara değer takdiri. * Baha biçme. İSTİMAZE Ayrılma, ayrı durma, açıkta bulunma. İSTİMBAT (Bak: İstinbat) İSTİMBOT ing. Küçük vapur, çatana. İSTİMDAD Medet ve yardım istemek. İSTİMHAL (Mehl. den) Zaman isteme, mühlet isteme. İSTİMLA Bir şey yazılmasını istemek. Birisine birşey yazdırmak. İSTİMLAK İcraî karar alma salâhiyetini hâiz bir amme hükmî şahıs (Vilâyet, Belediye v.s.) tarafından bir malın, halkın faydası için karşılığı verilip alınarak umumun istifadesine arzedilmesi. * Mülk satın almak. * Mülk sahibi olmak. |
Osmanlıca Sözlük (İ Harfi)-Osmanlıca Sözlük (İ Harfi) İle İlgili Kelimeler...
RE: Osmanlıca Sözlük (İ Harfi) İSTİMLAL (Melâl. den) Can sıkılıp usanma, melâl getirme.
İSTİMNAN İhsan isteme. İSTİMRAR Devam. Sürüp gitmek. * Kavi ve dâim olmak. İSTİMRARÎ İstimrara ait ve müteallik. Devamlılık, sürüp gidiş. İSTİMSAK (İmsak. dan) Nefsine hâkim olma, kendini tutma. İSTİMSAL Misal edinmek. Örnek tutmak. İSTİMTA' (Temettü. den) Faydalanma, menfaati olma. İSTİMTAR Yağmur dileme. İSTİMZAC Uyuşmak. Beraber karışmak. * Birisinin mizacını, huyunu öğrenmeğe çalışmak. * Yoklamak. Fikrini, re'yini sormak. İSTİNAA Yürüyüşte bir kimseyi geçme. İSTİNABE Niyabet istemek. * Huk: Başka bir tarafta görülen bir muhakeme için, şahid veya maznunun yazılı ifadesinin alınması. Muhakemenin icab ettirdiği muameleleri yapması için bir mahkeme tarafından başka bir mahkemeye veya kendi âzâsından birisine salâhiyet verilmesi. İSTİ'NAD İnatlaşma, inat yapma. Muannidlik. İSTİNAD Dayanma. Güvenme. * Sened veya delil söylemek, göstermek. İSTİNADEN İstinad ederek. Dayanarak, güvenerek. İSTİNADGÂH f. Dayanacak yer. Güvenecek yer veya kimse. İSTİNADGERDE İstinad edilmiş. Kendine güvenilmiş veya dayanılmış. İSTİNADÎ İstinad etmekle alâkalı. İSTİNAF Baştan başlamak. Yeniden başlamak. * Gr: Sözün başlangıcı. * Huk: Dâvâ Mahkemesinin verdiği hükmü beğenmeyip bozulmasını daha üst mahkemeden istemek. Dâvâ mahkemeleri ile Temyiz Mahkemesi arasındaki bir derece yüksek mahkemeye verilen isim. İSTİNAFEN İstinaf yolu ile. İSTİNAHE Yaygarayı basma. * Ağlamak isteme. * Kurdun uluması. İSTİNAME Uyur gibi görünme. Yalandan uyuma. İSTİNAN Misvâk kullanma. Dişleri temizleme. (Misvâk kullanmak, sünnet-i seniyyedendir.) İSTİNARE Parlatmak. Parlak ve aydınlıklı olmak. * Ateş istemek. İSTİNAS Alışmak. Ünsiyetli olmak. Vahşiliğin gitmesi. Ürkekliğin kalkması. İSTİNASE Bir kimseyi beraber götürme. * Depretme. İSTİNBA Haber sormak. Haber istemek. * Vâkıf olmak. Bilmek. İSTİNBAT Bir söz veya bir işten gizli bir mânâyı meydana koymak. * Müçtehid veya büyük bir âlimin gizli bir mânâyı içtihadı ile meydana çıkarması. * Bir mes'eleyi derin tetkik ile meydana çıkarması. * Bir mes'eleyi derin tetkik neticesinde kaynaklarından güçlükle anlamak. İSTİNCA Birisinden maksadını istihsal etmek. * İlm-i Hâlde: Pislikten temizlenmek. Abdest bozduktan sonra veya abdest almadan evvel; kan, sidik, meni' gibi şeylerin çıktıkları yeri temizlemek. İSTİNCAD Yardım isteme. İSTİNCAH İşinin olmasını isteme. İSTİNCAS Bulaşma veya bulaştırma. İSTİNFAD Bir şeyden bıkkınlık gelme, usanma. * Bir şeyi tüketme, harcama. İSTİNFAK Malı harcıgirsin bir tarafına ..!!! tüketme. * Nafaka peydâ etme. İSTİNFAR Ürküp dağılma. İSTİNFAZ Bir yerin bütün her tarafını iyice öğrenebilmek için dikkatle bakma, inceleme. İSTİNGA İtl. Yelkenlerin yukarı kaldırılıp toplanması ve bu işin yerine getirilmesi için verilen kumanda. İSTİNHAC Bir kimsenin dediğine uyma. Söylediğini yapma. Yoluna gitme. İSTİNHAS Haberi iyice inceleme. İSTİNHAZ Bir kimseye bir iş için kımıldamamasını emretme. İSTİNKA Pâk olmasını istemek. İstincadan sonra hiç bir pislik eseri bırakmamak. İSTİNKÂF Kabul etmemek. Çekimser kalmak.(İşte ey insan! Eğer yalnız O'na abd olsan, bütün mahlukat üstünde bir mevki kazanırsın. Eğer ubudiyetten istinkâf etsen, âciz mahlukata zelil bir abd olursun! S.) İSTİNKÂH Araştırma. Ağız koklama. İSTİNKÂH (Nikâh. dan) Bir kadını nikâhla alma, nikâhlamak isteme. İSTİNKÂR Bilmemezlikten gelmek. * İnkâr etmek. * Bilmediği bir şeyi sormak. İSTİNKAS Bir şeyin fiatını düşürmeye çalışma, ucuzlatmağa uğraşma. İSTİNKAŞ Nakşetme, nakşedilmesini isteme. İSTİNSA' Veresiye isteme. * Borcunu ödeyebilmek için mühlet isteme. İSTİNSAB (Neseb. den) Soyu bildirme. Soy dâvâsı gütme. İSTİNSAF Alacağını alma. Hakkını tamâmen alma, ödeşme. İSTİNSAH (Nesh. den) Sahifeyi çoğaltmak, nüshasını yazmak. Kopya etmek. * Silinmesini ve iptalini istemek. İSTİNSAH (Nush. dan) Nasihat alma. Öğüt isteme. İSTİNSAR Burna su veya başka bir ilâç çekip temizleme. * Püskürme. |
Osmanlıca Sözlük (İ Harfi)-Osmanlıca Sözlük (İ Harfi) İle İlgili Kelimeler...
RE: Osmanlıca Sözlük (İ Harfi) İSTİNSAR (Nasr. dan) Yardım isteme.
İSTİNSAREN Arka çıkarak. * Yardım ümid ederek. İSTİNŞA Güzel koku koklama. * Haber, havâdis araştırma. İSTİNŞAD (Neşd. den) Bir kimseden şiir okumasını isteme. * Birine manzume okutma. İSTİNŞAK Abdest veyâ gusül esnâsında burun'a (üç defa) su çekmek. * Şiddetle koklamak, koklatmak. İSTİNTAC Netice almak. Netice çıkarmak. İSTİNTAK Söyletmek. * Huk: Sorguya çekmek. Maznundan işlediği fiile dâir ifade almak. İSTİNTAKNÂME Huk: Sorguya çekilen kimsenin ifâdesinin yazıldığı kâğıt. İSTİNZAL Tenzil etmek. İndirmek. * İnmesini istemek. İSTİRA' İki tâne odun parçasını birbirine sürte sürte tutuşturma. * Çakmak taşında ateş çıkartma. İSTİR'A Riâyet isteme. İSTİ'RAB Sonradan Araplara dâhil olmak, araplaşmak. İSTİRABE Bir kimsenin hâlinden şüpheye düşme, kuşkulanma. İSTİRAHAT Dinlenmek. Rahatlamak. İSTİRAK Sirkat etmek. Çalmak. Hırsızlık etmek. İSTİRAK-I SEM' Haber çalmak, kulak hırsızlığı. İSTİ'RAK Terlemek için yatma. İSTİRBAH (Rıbh. den) Fâize para yatırma, fazla faizle verme. İSTİRCA' Geri dönmek. Dönmeği arzulamak. * İlm-i Hâlde: Bir cenaze gördüğü zaman: $ diye söylemek. İSTİRCA (Recâ. dan) Yalvarma, dileme, rica etme. İSTİRDA' Çocuk emzirtme. İSTİRDAD Geri almak. Geri almayı istemek. İSTİRDAF Beraber olmayı istemek, beraber gitmeği arzu etmek. İSTİRFA' (Ref'. den) Yapılmasını arzulama. * Yukarı kaldırılmasını isteme. İSTİRFAD Yardım isteme. İSTİRFAH (Refh. den) Refah, rahatlık ve bolluk isteme. * Rahatlık ve bolluk içinde bulunma. İSTİRHA' (Rehavet. den) Gevşeme, uyuşma, tembelleşme, rehavet gelme. İSTİRHA-Yİ ADELÂT Adalelerin, kasların gevşemesi. İSTİRHA-YI A'SÂB Sinirlerin gevşemesi. İSTİRHAB Korkutma veya korkutulma. İSTİRHAM Merhamet istemek. Yalvarmak. * İzin istemek. Rica etmek. İSTİRHAMAT (İstirhâm. C.) İstirhâm etmeler, yalvarmalar, ricâ etmeler. İSTİRHAMNAME f. Bir rica veya arzu maksadıyla yazılan mektub. İSTİRHAN (Rehn. den) Rehin alma veya rehin alınma. İSTİRHAS Bir şeyi ucuz görme, ucuz sayma. İSTİRKAB (Rekabet. den) Çekememe, rekabet yapma. İSTİRKAK (Rıkk. dan) Harbde düşman tarafından esir alma. * Köle edinme, bir kimseyi kendine köle olarak alma. İSTİRŞA' Bir işi yapmak için bir şey isteme. * Rüşvet isteme. İSTİRŞAD (Reşad. dan) Hak yoluna gitmek isteme. İSTİRVAH Rahatlama, istirahat etme. * Şiddetle koklama. İSTİRZAK (Rızk. dan) Rızk ve nafaka elde etmek için çalışma. İSTİRZAL (Rezalet. den) Rezil sayma. Kepaze, bayağı ve aşağılık görme. İSTİ'SA' (İsyan. dan) İsyan etme. Anarşistlik ve zorbalık yapma. İSTİSA' Bollaşma, bollanma, genişleme. İSTİS'AB Zor addetmek. Güç saymak. * Güçlük çekmek. İSTİ'SAB İğrenme, tiksinme. İSTİSABE Sevap kazanmak isteme. İSTİS'AD (Sa'd. dan) Uğurlu sayma. Mes'ud nazarıyla bakma. İSTİSAK Bir kimseden itimad edilir bir vesika veya senet alma. İSTİSAL (Asl. dan) Kökten koparıp çıkarmak. * Tıb: Bedenden kesilmesi veya koparılması istenen bir parçayı, uru kökünden koparmak. İSTİS'AL (Suâl. den) Soruşturma, tahkik etme, araştırma. İSTİ'SAM İsmetli olmayı istemek. Temizlik istemek. Günah ve ayıplardan temiz olmak. İSTİSAR Bir şeyden fazla miktarda alma, çoğaltmağa çalışma. İSTİSAR Kolaylaşmak, kolay olmak. İSTİ'SAR Bir işin güç olmasını arzulama. İSTİ'SAR Seçme, ayırma, intihab etme. * Seçip benimseme. İSTİ'SAR Esir olma veya esir etme. İSTİSARE Toz savurma, tozutmak, toz kaldırma. * Fesatçılık ve fitnecilik yapmak. İSTİSBAT (Sebt. den) Acele etmeyip tedbirli ve hesaplı davranma. İSTİSDAD (Sedad. dan) Doğruluk, dürüstlük. İSTİSFA Madeni eritip tasfiye etmek, hâlisini almak. İSTİSGAR Küçümsemek. Küçük görmek. Kerih görmek. İSTİSHAB Fık: Mazide sabit olup bilâhare zâil olduğu bilinmeyen bir şeyin hâlâ devam ettiği sayılmasıdır. (Birisinin ölümüne dair kat'i haber olmasa sağ sayılması gibi.) İSTİSHAB (Sohbet. den) Yanına alma. Birlikte götürme, beraber götürme. İSTİSHABEN Beraber götürerek, yanına alarak. İSTİSHAL Kolay saymak. Bir şeyi kolay addetmek. İSTİSHAR Alay etme, zevklenme, eğlenme. İSTİSKA' (Saky. den) Su isteme. Susama. * Yağmur duasına çıkma. * Vücudun bazı yerlerinde su toplanması hastalığı. İSTİSKAL Ağır bulup hoşlanmadığını anlatmak. Soğuk muamele ederek sevmediğini bildirmek. İSTİSLAF (Selef. den) Birinin yerine geçme. Selef olma. İSTİSLAL Çekip çıkarma, sıyırma. İSTİSLAM Uyma, tabi olma. * Müslümanlığı kabul etme. İslâm olma. * Yolun ortasından gitme. İSTİSMAR Menfaatine âlet etmek. İşletmek. * Kıymetlendirmek. Sömürmek. İSTİSNA Ayırmak. Kaide dışı bırakmak. Müstesna kılmak. * Arapçada istisnâ kelimeleri şunlardır: $ İSTİSNAAT (İstisna. C.) İstisnalar, müstesna kılmalar, ayırmalar. İSTİSNAÎ İstisnaya âit. Ayırmayla alâkalı. İSTİSNAN İhtiyarlama, yaşı ilerleme, yaşlılanma. İSTİSRA' (Sür'at. den) Sür'atlendirme, hızlandırma, çabuklaştırma. İSTİSRAR Odalık alma. İSTİSVAB (Savab. dan) Doğru bulma, mâkul görme, beğenme. İSTİSVABEN Beğenerek, doğru bularak, mâkul görerek. İSTİSVABGERDE f. Beğenilmiş. Doğru bulunmuş, tasvib olunmuş, mâkul görülmüş. İSTİ'ŞA Ateş ışığıyla yol yürüme. İSTİŞ'AR Bir mes'elenin yazılıp bildirilmesini istemek. * Kullanmak. * Ürkmek. İSTİŞ'ARAT (İstiş'ar. C.) Yazı ile bildirilmesini istemeler. İSTİŞARAT (İstişare. C.) İstişareler, danışmalar, meşveret etmeler. İSTİŞARE Meşveret etmek. Fikir danışmak. Müşâverede bulunmak. İSTİŞAT(A) (Şatt. dan) Çok kızma, öfkelenme, gazaba gelme. * Coşma, taşma. * (Kuş) hızla uçma. İSTİŞFA' Birisinin yardımını istemek, şefâat dilemek. İSTİŞFA Şifa istemek. Hastalıktan kurtulup iyi olmayı arzulamak. İSTİŞFAEN Derdine derman aramak gayesiyle. Şifa istemek suretiyle. İSTİŞFAF (Şeffaf. dan) Şeffaf ve saydam olma. İSTİŞHAD Birisinin şâhidliğini istemek. Şâhid göstermek. Delil olarak ileri sürmek. * Şehid olmak. İSTİŞHADAT (İstişhad. C.) Şâhid göstermeler, delil olarak misâl göstermeler. * Şehid olmalar. İSTİŞHADEN Şâhid göstererek, şâhid getirerek. İSTİŞHAR Şöhret sahibi olmak. Şöhret kazanmak. İSTİŞKAL Zorlaştırma, güçleştirme, müşkülât verme. İSTİŞMAM Koklamak. Kokusunu almak. * Hissetmek, sezmek, dolayısı ile anlamak. * Uzaktan haber almak. İSTİŞRA Satın alma. Satın almak isteme. İSTİŞRAB İmâ ederek ve kapalı olarak anlatmak isteme. * İçmek isteme. İSTİŞRAF Ellerini güneş ışığına siper etme. İSTİ'TA (Atâ. dan) Bahşiş istemek. Atiyye istemek. İSTİTAAT (Tav'. dan) Tâkat getirmek. Kudreti ve gücü yeter olmak. İSTİ'TAB Kendinden razı, hoşnut etme. İSTİTABE Tövbe ettirme. Tövbe teklif etme. İSTİTABE Hoş ve iyi bulma. İSTİTAF Kaplama, ihtiva etme. İSTİ'TAF Yardım taleb etme. * Acımayı isteme. İSTİ'TAFKÂRANE f. Şefkat, merhamet isteyene yakışır halde. İSTİTAL Gözyaşları inci gibi dökülme. * Birbiri ardınca çıkma. Birbirinin peşinden çıkma. İSTİTALE Uzanmak. Uzantı. Uzayıp gitmek. * Birisi üzerine faziletlilik dâvasında bulunmak. * Tecvidde: Harf okunduğunda sesin imtidadına, uzamasına denir. Bu harfe müstatıl harfi de denir. Bu sıfat Dad harfine aittir. * Tıb: Vücutta bazı organların uzaması. İSTİT'AM Yemek isteme. Yiyecek şeyler taleb etme. İSTİTAN Vatan edinme, bir yerde yerleşme, yurt edinme. İSTİTAR Kapanmak, örtünmek. İSTİTAR Yazma. İSTİTARE Örtülecek, perdelenecek şey. İSTİTARE Gönderme veya gönderilme. Yollanma. * Uçurma veya uçurulma. İSTİTBA' Tâbi olmayı istemek. Peşinden sürüklemek. İSTİTBAB (Tıbb. dan) Doktora başvurma, kendini hekime gösterme. * İlâç arama. * Çare isteme, derdine devâ arama. İSTİTMAM (Tamam. dan) Tamamlama, tamamlamağa çalışma. Tamamlamasını isteme. Bitirmek için uğraşma. İSTİTRAB Sevinmeyi, süruru istemek. İSTİTRABÎ Sürur ve sevinmeyi istemeğe dâir. İSTİTRAD Edb: Bir söz söylerken o fıkra içinde başka bir bahis nakletmek. İSTİTRADEN Edb: Bir bahis anlatırken, söz gelimi, başka bir mes'eleyi de anlatıvermek suretiyle. İSTİTRADÎ İstitrad ile alâkalı. Asıl mevzudan olmayan. İSTİTRADİYAT (İstitrad. C.) İstitrad şeklinde söylenen sözler. İSTİTRAF (Turfe. den) Hiç görülmemiş bir şey sayma. * Şubelendirme, dallandırma. İSTİVA Müsavi oluş. Temasül. * İ'tidal, istikamet ve karar. * Kemalin sâbit olması. * Kaba kuşluk zamanı. * Yükselmek, yüksek olmak. Üstün olmak. * İstila eylemek. İSTİVA-Yİ SİNN Kırk yaşlarına gelme. İSTİVFA Vefa istemek. İSTİYA' Kötü davranma. Fena muamelede bulunma. İSTİYAK Misvâk kullanma. İSTİYAS (Ye's. den) Ye'se düşme, ümitsizlenme. İSTİZA' Işıklanma, aydınlanma. İSTİ'ZAB Birşeyi tatlı bulmak, tatlı saymak. Tatlı su istemek. İSTİZADE (Ziyade. den) Arttırılmasını arzulama, çoğaltılmasını isteme. İSTİZAE (Ziya. dan) Işıklanma, aydınlanma, ziyalanma, nurlanma. İSTİZ'AF (Za'f. dan) Zayıf ve âdi görme, küçümseme. İSTİZAH Belirsiz ve mübhem bir şey hakkında açık söylenmesini istemek. İzah istemek. * Gensoru. Bir mes'ele hakkında mebuslar tarafından başbakana veya bakanlardan birine açılan ve sonunda soruşturma yapılması istenilen sual. İSTİZAHEN Bir şeyin açıklanmasını isteyerek. İSTİZALE (İzale. den) Yok edilme, izale olma. İSTİ'ZAM Büyük tutmak ve büyük tanımak. * Gururlanmak. Kibirlenmek. İSTİZAN Bir hususta izin istemek. İzin için danışmak. İSTİ'ZAR Özür ve afv dileme. İSTİZARE Ziyaretine gelinmesini isteme veya ziyarete gelmesi istenilme. İSTİZHAN Akıl etmek, düşünmek. İSTİZHAR Dayanmak. Güvenmek. Arka vermek. * Yardım istemek. Zahîr istemek. * Ezberlemek. * Aşikâr etmek. İSTİZKÂR (Zikr. den) Hatıra getirme, hatırlama. Tahattur etme. * Ezberleme, ezber etme. İSTİZLAL (Zelle. den) Ayağını kaydırmak istemek. İSTİZLAL (Zill. den) Aşağılık ve zelil görme. * Bayağı ve âdi görülme. İSTİZLAL (Zıll. dan) Gölgelenme. Gölge altına girme. * Sığınma, himâyesine girme. * Gölgede oturma. İSTİZMAM Zemmetme, yerme, tenkid etme. * Kötü ve beğenilmeyen işler yapma. İSTİZMAR (Zamir. den) Düşüncelerini öğrenme, fikrini yoklama. Maksad ve niyetini anlamağa çalışma. İSTİZRAF (Zerafet. den) Zarif görünme, incelik gösterme. Zerafet gösterme. İSTUH f. Âciz, güçsüz, kuvvetsiz. Perişan, mahzun, biçare. İSVİDAD Kararma, kara olma, esmerleşme. Siyahlanma. İSVİDAD-I CİLD Cildin kararması, esmerleşmesi. İSYAN İtaatsizlik. Emre karşı gelmek. Ayaklanmak. ÎŞ Yaşayış. Yaşamak. Zevk u safa sürmek. * Hayata medar olan ve geçinilen şeyler. * Ekmek. Gıda. İ'ŞA' Akşam yemeği verme. İŞ'A' Güneş, ışığını dağıtma. Şuâlanma. İŞA (Ağaç) çiçek açma. İŞA'-İ EŞCAR Ağaçların çiçek açması. İŞA' (Bak: Işa) İŞAA Bir haberi yaymak, duyurmak. Bir şeyin şuyuuna, yayılmasına sebeb olmak. İŞAAT (İşâa. C.) Haber yaymalar. İŞAAT-I KÂZİBANE Kötü niyetlerle yalan haberler yayma. İŞ'AB Ölme, irtihal etme. İŞABE Saç ve sakal ağartma, beyazlatma. Genç yaşta saç ve sakal ağarması. İŞADE Çağırmak. Sesini yükseltmek. * Dünyevi matluba yetişmek. * Binayı yükseltmek. |
Osmanlıca Sözlük (İ Harfi)-Osmanlıca Sözlük (İ Harfi) İle İlgili Kelimeler...
RE: Osmanlıca Sözlük (İ Harfi) İŞAEYN (Bak: İşâân)
İŞAHA Misvâk kullanma. İŞ'AL Şulelendirmek. Yaymak, alevlendirmek. Tutuşturmak. Parlatmak. Şiddetlendirmek. İŞAR Birlikte geçinmek, muâşeret etmek. Hoş geçinmek. İŞ'AR Yazı ile haber vermek. Anlatmak, bildirmek. İŞ'ARAT (İş'ar. C.) Tebliğler, bildirmeler. İŞARAT İşaretler. İŞARAT-ÜL İ'CÂZ İ'caza dair işaretler. İŞARAT-ÜL İ'CAZ Fİ MEZAN-İL ÎCAZ Îcaz zannolunan yerlerdeki i'caza işaretler. * Risale-i Nur Külliyatından bir kitap ismidir. İŞARET Bir şeyi bir vasıta ile (el, göz, kaş veya parmakla) göstererek bildirmek. * Nişan, alâmet, belli bir iz. * Ist: Doğrudan doğruya olmadan, hatırlatma suretiyle verilen emir. (Münasebat-ı tevafukiye eğer taaddüt etse ve ayrı ayrı cihetinden bir hâdiseye muvafık gelse, hem bilhassa makama mutabık, hem bilhassa kelâmın mânâsına muvafık ve müeyyid olsa, o muvafakat o vakit işaret derecesine çıkar. Evet muzaaf münasebet, işarettir. M.) İŞARET-İ ÂLİYE Tar: Şeyh-ül islâm, defterdar ve yeniçeri ağası gibi maiyyet memurlarından biri tarafından yazılan takrir veya ilam üzerine sadrazamın kabul veya red şeklinde yazdığı yazı. * Sadaret makamından çıkan emirler. İŞBA' Doyurmak, açlığı gidermek. Doymak. * Fiz: Bir sıvının içinde, belli bir cisimden eriyebilecek en çok miktarın erimiş bulunması. * Edb: Arap nazmında, kafiye veya vezin zaruretinden dolayı kelimeye bir harf ilâve etme. İŞBAŞI t. Bir işte çalışanların başı, reisi. * İşe başlama saati. İŞBU İşte bu. Bu, şu. İŞCA' Yenme, ezme. * Kederlendirme, hüzün verme, üzme. İŞCAR (Şecer. den) Ağaç yetiştirme. Ağaçlandırma. İŞCAZ Kederlendirme, üzme, hüzün ve gam verme. İŞE f. Orman, sık ağaçlık. * Câsus, hafiye. İŞFA' (Şifâ. dan) Hastaya şifalı şeyler verme. Hastanın iyileşmesi için çeşitli çarelere başvurma. İŞFAF Üstün tutma. İŞFAK Acıgirsin bir tarafına ..!!! sakınma. Şefkat ve inayet etme. * Sevme. * Sakınma ve korkma. * Azaltma. * Lütfetme, bağış, ihsan. İŞGAL Zabtetme, istilâ etme. * Birisini işten alıkoyma, başka şeyle meşgul etme, oyalama, uğraştırıp kendi işine mâni olma. İŞGENE f. İhiyarlıktan veya kızgınlıktan dolayı yüzde hâsıl olan buruşukluk. İŞGERE f. Şâhin, atmaca ve doğan gibi av için kullanılan terbiye görmüş kuş. İŞGERF f. Dayanıklı, sağlam, kalın. * Şan, nam, ün, şeref. İŞGUH f. Yere yıkılış, yüz üstü kapanış. İŞGÜÇ t. Meşguliyet, vazife, memuriyet. İŞGÜFE f. İstifrağ, kusma. * Çiçek. İŞGÜZAR f. Becerikli, çalışkan. * Kendini göstermek için gerekmezken işe karışan. İŞHA' (Şehi. den) İstenileni verme. * Göz dikme, almak isteme. İŞHA' Ağız açma, ağzını açma. İŞHAD Delil getirme, delil olarak gösterme. Şehadet ettirme, şâhid gösterme. * Şehid olma. İŞHAR Ün alma, meşhur olma, şöhret kazanma. * Kadın, doğum yapacağı aya girme. İŞHAS Fesatçılık ve dedikoduculuk yapma. Çekiştirme. Gıybet etme. İŞHAS Gitme zamanı gelip çatma. * Tedirgin ve rahatsız etme. İŞHAZ Keskinleştirme, bileme. İŞHAZ-I SEYF Kılınç bileme. İŞKA' Şaki ve bedbaht eylemek. İŞKA' Şikâyet ettirme. * İntikam alma, öç alma. * Darıltma, gücendirme. İŞKÂL Güçleştirme, müşkilleştirme. * Zorlaştırma. * Şüpheli ve karışık olma. İŞKAMPAVİYA İtl. Harp gemilerinden asker naklinde kullanılan en büyük filika. İşkampaviya'lar sandal büyüklüğünde, yalnız ondan daha geniş ve yüksekti. Karaya asker sevkiyatında, gemiye erzak ve levâzım alınmasında kullanıldığı gibi eskiden donanmaya su alınacağı zaman su ile doldurulur, diğer bir filika yedeğinde geminin bordasına götürülerek geminin tulumbasıyla içindeki su nakledilirdi. (O.T.D.S.) İŞKÂR f. Av. * Avlama. İŞKEMBE f. Geviş getiren hayvanların midesinin en büyük kısmı. * Karın. İŞKENCE F. Eziyet, azab. İŞKESTE f. Kırık, bitik. Kırılmış. İŞKİL f. Şüphe, vesvese. Vehimlenmek. * Hile, tezvir. * Sağ ön ayağı ve sol arka ayağı beyaz olan at. İŞKÜFE f. Çiçek. İŞKÜNC f. Çimdik. İŞLEK t. Çok işler, fazlaca işlenen. * Tecrübeli, idmanlı, alışık. İŞMAM Hafif olarak duyurmak, koklatmak. Hissettirmek. * Kibirden dolayı başı dik yürümek. * Tecvidde: Bir harfe zamme veya kesre vermek ve bunu hafifçe hissettirmek. Harfin sesini genizden hissettirmek, biraz duyurmak, harfi çıtlatmak. İŞMAR Göz kırpma, işaret. İŞMİ'ZAZ Can sıkma, üzülme, yüzünü ekşitme. * Titreyip ürperme. İŞNUŞE f. Aksırık. İŞPİHTE f. Su sızıntısı. * Yayılmış, saçılmış. İŞPORTA (Arnavutça) Seyyar satıcı tezgahı. * Yayvan yemiş sepeti. İŞRAB (Şürb. den) İçirme veya içirilme. * Bir maksadı açıktan değil de, dolayısıyla gösterme. Kapalı surette anlatma. İŞRAF Yüksek bir yere çıkma. Yüksek bir yerden bakıp anlama. * (Hasta) ölüm döşeğinde olma. İŞRAK Allah'a şerik koşma. Allah'tan başkasından medet bekleme. İŞRAK Güneş doğmak. Işıklandırmak. Parlatmak. * Güneşlik yere dahil olmak. * Mc: Kalbe mânaların doğması. İŞRAKÎ Bâtıl İşrakiye felsefesine mensub. İşrakiyyunun dalâletten ve şirkten ibaret bâtıl ve hurafe fikirleri. İŞRAKİYYE İşrakiyyunların bâtıl ve hurafe mesleği. (Bak: Akl-ı evvel) İŞRAKİYYUN İşrakiyye felsefesi ile iştigal eden ve ehl-i şirk olan feylesoflar. (Bak: Akl-ı evvel) İŞRET İçki. Alkollü meşrubat. * İçki içme. Alkollü içki kullanma. İŞRETGÂH f. İşret edip içki içilecek yer. İŞRETHANE f. İşret yapmaya mahsus yer. Meyhane. * Mc: Bu dünya. İŞRETKEDE f. İşret yeri. İşrethane. İŞRETSAZ f. İşret eden, içki içen. İŞRÎN (İşrûn) Yirmi. (20) İŞRİRAK Ağlaya ağlaya boğulma derecesine gelme. İŞSA (Teşsi') Ayakkabısına tasma takma, kayış geçirme. İŞTAT Adaletsizlik edip hükümde zulmetme. İŞTAT Dağıtma veya dağıtılma. İŞTEK f. Çocuk kundağı. İŞTİAL Tutuşma. Parlama. Alevlenme. * Mc: Şiddetlenme. İŞTİALÂT (İştial. C.) Parlamalar, alevlenmeler, yanmalar, tutuşmalar. * Mc: Şiddetlenmeler. İŞTİBAH Şüphelenmek. Şüphe etmek. * Kolay fark olunmaz derecede benzemek. İŞTİBAK (Şebeke. den) Örülmek. Örgülenmek. * Karşılıklı birbirine geçmek. * Perişanlık. * Zâhir olmak. * Koz: Güneş battıktan sonra gökte kum taneleri gibi görünen karışık yıldızlar. İŞTİCAR Zıdlaşma. * Elini çenesine koyarak, dirseğinin üzerine dayanma. İŞTİDAD (Şiddet. den) Şiddetlenme. * Sertleşme, katılaşma. * Büyüme. Artma, çoğalma, ziyâdeleşme. İŞTİFA' İyi olma, şifa bulma. İŞTİGAL Bir iş işlemek. Uğraşmak. Çalışmak. Meşgul olmak. İŞTİGALAT (İştigal. C.) Meşguliyetler, çalışmalar, uğraşmalar. İŞTİHA Meyil. Haz. Fazla istek. Arzu. * Açlıktan gelen yemeğe karşı fazla isteklilik. İŞTİHAB Ağarma, beyazlama, kırlaşma. İŞTİHA-ENGİZ f. İştiha açıcı, iştah verici. İŞTİHAR Meşhur olma. Tanınma. Ün alma. İŞTİKÂ' (Şekva. dan) Şikâyet etme, şekvada bulunma. İŞTİKAK Türemek. Bir kökten ayrılan kelimelerin asılları ve birbirleri ile olan münâsebetleri, meydana gelişleri. * Çatallaşmak. Yarılmış bir şeyin bir şıkkını almak. * Edb: Aynı kökten türemiş olan birkaç kelimeyi bir araya getirme sanatı. Misaller:(Edipler edepli olmalı, hem de edeb-i İslâmiye ile müteeddib olmalı. İk.M.)(Zulmü alkışlayamam, zâlimi asla sevemem. Mehmed Akif) İŞTİMAL İçine almak, kaplamak. Çevirmek, ihata etmek. Şâmil olmak. İŞTİMAM Gereği gibi koklamak. Koku duymak. İŞTİN Toprak kandil. İŞTİRA Satın almak. Mübayaa etmek. İŞTİRAK Ortak olmak. Ortaklık etmek. Bir işde yer almak. Hissedâr olmak. * Bir lâfızda çok mânalar müşterek olması. Meselâ: "Ayn" kelimesi. Hem göz, hem de kaynak mânasına gelir. İŞTİRAK-I LİSAN Lisan ortaklığı. Aynı dili konuşma keyfiyeti. İŞTİRAKÎ Ortaklığa ait, ortaklıkla alâkalı. * Komünist. İŞTİRAKİYYE Komünistlerin bir nazariyesi olan sosyalistlik. İŞTİRAKİYYUN Komünist sosyalistler. İŞTİRAT (Şart. dan) Şarta bağlama, şarttlaşma. İŞTİTAT Dağılma. Perişan olma. İŞTİTAT Zulmetme. Haksızlık etme. Hükümde ve sair işlerde eziyet etme. İŞTİVA' Kızarma, pişip yenecek duruma gelme. İŞTİVA-YI LAHM Etin kızarması. İŞTİYAK Fazla arzu ve şevk. Tahassür. Hasret çekmek. Özlemek. Göreceği gelmek. ÎŞ U NÛŞ Yiyip içme. Sefahet. İşret ve eğlence. İŞVE Güzellerin gönül çeken naz ve edâsı. Gönül çekici tavır. İŞVEBAZ f. Naz edici, edâ yapan, cilveli. * Meşhur bir cins lâle. İ'TA Vermek. Bahşetmek. İhsan etmek. |
Osmanlıca Sözlük (İ Harfi)-Osmanlıca Sözlük (İ Harfi) İle İlgili Kelimeler...
RE: Osmanlıca Sözlük (İ Harfi) İ'TA-YI MA'LUMAT Malumat verme. Bilgi verme.
İTA Edb: Kafiyenin bir mânada olarak aynen tekrar edilmesi. İTAAT Alınan emre uymak. Söz dinlemek. İnkıyad etmek. Boyun eğmek. Âmirin meşru emirlerini dinleyip ona göre hareket etmek. İTAB Kolsuz ve yakasız kadın gömleği. İTAB Tekdir etmek. Şiddetle hitab etmek. Azarlamak. Terslemek. Paylamak. Rencide etmek. Darılmak. İT'AB Yormak. Yorgunluk vermek. Sıkıntı vermek. İ'TAB Öldürme, katletme. Helâk etme. İ'TAB Şikâyeti kendisinden def' ile razı ve hoşnud etmek. Hoşlandırmak. * Hışım etmek. İTABNAME f. Azarlama mektubu. İTAD Kazık çakma. İTAD İnekten süt sağarken, hayvanın ayağına geçirilen ip. İTAHA Bir şeyi tamamlama, yapıp bitirme, hazır etme. İ'TAK Esir, köle veya cariyeyi serbest bırakma. İTALE Uzatmak. Sözü uzun etmek. Tatvil-i kelâm etmek. * Birini zemmetmek, ayıplamak. İTALE-İ DEST El uzatma, hıyânet etme. İTALE-İ LİSÂN Dil uzatma, kötü şeyler söyleme. İTALİK Fr. Üstten sağa doğru yatık matbaa harfi. İT'AM Yemek yedirmek. Doyurmak. Taam vermek. İT'AM İkiz doğurma. İT'AMİYYE Bazı vakıf müesseselerinde fakirlerin doyurulması için ayrılan tahsisat. İTAN Vatan sayma, yurt kabul etme. İTAR(E) Bir şeyin peşini bırakmayıp tâkib etme. * Dikkat ve hiddetle bakma. İTARE (Tayerân. dan) Uçurma veya uçurulma. * Hızla gönderme, yollama. * Otomobil tekeri. İTARE-İ KEBUTER Güvercin kuşu uçurma. İTARE-İ NAME Sür'atle ve hevesli bir şekilde mektub yollama. İT'AS Öldürme, katletme. İTAŞ (Atş. dan) Susuz bırakma, susuz olma. İTAT Düşmanlık, zıtlık, adavet, muhasame. İTAVE (C.: Etâvâ) Rüşvet verme. İTBA' Tâbi' kılmak. Ardına katmak. * Gr: Bir kelimenin sonuna ilâve edilen tekerleme nev'inden mânasız söz. (Yazmak mazmak, Okumak mokumak gibi.) İTBAK (Itbak) Kaplamak. Kapamak. Kapaklamak. * İttifak etmek. * Tecvidde: Harf okunduğunda, dilin üst damağa kapanması. (Bu halde okunan harfler sad, dât, tı, zı harfleridir. (Bak: İdbak) İTBAL Kederlenme, kederlendirme. Derde, hüzne ve kedere düşürme. İTDAN Islanma veya ıslatma. İTFA' Söndürme. Bastırma. Dindirme. * Bir borcu ödeyerek bitirme. * Fizikte: İntizamlı ve eşit zamanlarla sallanan bir hareketin yavaş yavaş azalarak sıfıra inmesi. İTFA-Yİ HARİK Yangının söndürülmesi. İTFAİYYE Yangın söndürme birliği, teşkilâtı. İTFAL İnsan vücudunun fenâ bir şekilde kokması. İTHAF Hediye etmek. Armağan vermek. * Edb: Birisinin nâmına eser yazmak. İTHAFNAME f. Bir eserin bir kimse adına olduğunu gösteren yazı. İTHAM Kabahatli görmek. Suç isnad etmek. Töhmetlendirmek. Kabahatli görünmek. Töhmetli olmak. İTHAMÎ İthamla ilgili. İTHAMNAME f. İddianame. İTİ Keskin, kesen. * Mc: Sert, acı. İ'TİBAR (İtibâr) Ehemmiyet vermek. Hürmet, riâyet ve hatır saymak. Kulak asmak. İbret alıp uyanık olmak. Birisini veya sözünü makbul farzetmek. * Taaccüb etmek. * Şeref, haysiyet. * Bir şeyin gerçek değil, kararlaştırılan değeri. * Ticarette söz veya imzaya olan itimad. İ'TİBAR-I SURET Surete itibar etme, görünüşe değer verme. İ'TİBARAT (İ'tibar. C.) İ'tibarlar, şeref ve haysiyetler. * Var sayılan şeyler, faraziyeler. İ'TİBAREN ...den beri, ... başlıgirsin bir tarafına ..!!!, ... den başlıgirsin bir tarafına ..!!!, ...den (yerinde kullanılır.) İ'TİBARÎ (İtibarî) Hakiki kıymeti olmayıp kıymeti var kabul edilme. Farazî ve izafî olan. Varlığı, başka şeylere nisbet edilmesi halinde bilinen. İ'TİDA Sesini yükseltmek. * Zulmetmek. * Haddinden geçmek. İ'TİDAD Yardım isteme. İmdât isteme. * Bir şeyi kol üzerine alma. İ'TİDAL Bir şeyde veya halde ifrat veya tefrite düşmemek. Vasat derece olmak. * Yumuşaklık. Uygunluk. * Gündüz ve gecenin birbirine denk, eşit olması. * Miktar ve keyfiyyet hususunda iki hâlet arasında mutavassıt olmak. İ'TİDAL-İ DEM Soğukkanlı davranış. Heyecanlanmadan, acele etmeden, düşüne düşüne ve tedbirli hareket. İ'TİFA' Bağış dileme, afvedilmesini isteme. İ'TİFAR Yere vurma. Kavrayıp yere çarpma. Üzerine atılıp kavrama. İ'TİKAB Veresiye vermeme. Bir malı borç olarak satmama. Parasını almadıkça malı teslim etmeme. İ'TİKAD İnanmak. İnanç. Sıdk ve doğruluğuna kalben kararlı olmak. Gönülden tasdik ederek inanmak. Dinin temelini meydana getiren şeylere inanmak. (Bak: İltizam) İ'TİKAD-I FÂSİD Bozuk inanç. İ'TİKADÂT (İ'tikad. C.) İnanışlar. Bağlanışlar ve inançlar. İ'TİKADÂT-I BÂTILA Bâtıl, hak olmayan, asılsız şeylere inanışlar. İ'TİKADÎ İtikad ve inançla alâkalı. İ'TİKADİYAT İtikada ait mes'eleler. İ'TİKÂF Bir şeye devam etmek. * Ist: Bir yere çekilip yalnız ibadetle meşguliyet. Hususan Ramazanın son on gününde, mescidlerde ve buna benzer yerlerde kalıp, ibadet, ilm-i iman ve Kur'an, evrad ve ezkâr gibi ibadetlerle meşgul olmak. Böyle bir kimseye "Mu'tekif" denir. İ'TİKÂL (Ekl. den) Kemirme, kemirerek yeme. * Dalgaların, deniz kenarlarındaki karaları döğerek aşındırması. * Tıb: Yaranın, vücudu yemesi. Yaranın büyümesi. İ'TİKÂL-İ SEVÂHİL Kıyıların aşınması. İ'TİKAL Sağmak için koyunun ayaklarını iki bacağı arasına alma. * Devenin dizini büküp bağlama. * Güreş yaparken rakibini sarmaya getirip yıkma. İ'TİKAL Zorlaşma, müşkilleşme. İ'TİKAM Biriktirme, yığma. İ'TİKAR Birbirine karışıp sayılamama. İ'TİKAS Tersine dönme, akislenme. İ'TİLA (Ulüv. den) Yükselmek. Yukarı çıkmak. * Yüksek rütbelere çıkmak. İTİLAF Anlaşmak. Görüşmek. Uyuşmak. Muvafakat. * Cem' olmak, birikmek. İ'TİLAF Yem yeme. İ'TİLAFAT (İ'tilaf. C.) Uyuşmalar, anlaşmalar. İ'TİLAK Âşık olma, birinin sevgi ve muhabbetine tutulma. İ'TİLAL (İllet. den) Hasta olma. * Hastalanma. * Bahane etme. * Her şeyden vazgeçip tek bir şeyle meşgul olma. İ'TİLAM Öğrenme, bilme. İ'TİLAN Aşikâr ve meydanda olma. İlân olunma, meydana çıkma. * Doğum esnâsında çocuğun görünmesi. İ'TİMAD (İtimad) Güvenerek bağlanmak. Emniyet etmek. Bir şeye kalben güvenip dayanmak. İ'TİMAD-ÜD DEVLE Devletin itimadı, güveni. * Tar: Safevî sadrazamlarına verilen ünvan. İ'TİMAD-I KAVÎ Sağlam itimad, kavi güveniş. İ'TİMADEN İtimad ederek, dayanarak, güvenerek. İ'TİMADNAME f. İtimad yazısı, itimad bildiren yazı. İ'TİMAK Derinine varma, derinliğine inme. İ'TİMAM (İtimam) Başına sarık sarmak. * Ortalık yeşillenmek. * Miğfer giymek. İ'TİMAN Emniyet etme, emin bulunma. İ'TİNA (İtinâ) Çok dikkat etmek. Özenmek. İ'TİNAK (Unk. dan) Birbirlerinin boyunlarına sarılma. * Kucaklama. * Sıkıca kavrayıp alma. İ'TİNAN Bir kimsenin içyüzü meydana çıkma. * İnsanın önüne durma. İ'TİRAF (İtiraf) Kabahatini saklamamak. Suçunu söylemeği kabul etmek. Gizleyip söylemek istemediği şeyi açıklamak. İ'TİRAF-I CÜRM Maznunun yaptığı suçu söylemesi, itiraf etmesi. İ'TİRAF-I KUSUR Kusurunu söyleme, itiraf etme. İ'TİRAZ (İtiraz) Kabul etmediğini bildirmek. Bir fikir veya işin olmasını kabul etmemek. * Men' eylemek. Men' olmak. İ'TİRAZİYE İtiraza, kabul etmediğine dair yazı. * Edb: Cümlenin esasından olmayıp yalnız bir husus hakkında söylenen ibare. (Bak: Cümle-i mu'terize) İ'TİSA Asâya dayanma, baston kullanma. İ'TİSAB Sinirlenme, asabileşme. * Kanaat etme. İ'TİSAF Zulüm ve haksızlık etmek. Doğru yoldan ayrılmak. Haksızlık. İ'TİSAM İstediğini vermek. İ'TİSAM Günahlardan sakınmak. * Pâk olmak. * Bir şeye yapışarak sıkı tutmak ve korunmak. İ'TİSAR Suyunu çıkarmak için bir şeyi sıkma. İ'TİSAR Zorluk, güçlük, meşakkat. İ'TİSAS Gece gezip dolaşma, devriye vazifesini görme. İ'TİŞA' Akşam vakti yola çıkma. |
Osmanlıca Sözlük (İ Harfi)-Osmanlıca Sözlük (İ Harfi) İle İlgili Kelimeler...
RE: Osmanlıca Sözlük (İ Harfi) İ'TİTAF Bir şeye örtünme, bürünme.
İ'TİVA Bükme veya bükülme. İ'TİYAD (İtiyat) Alışkanlık. Huy. Âdet. Âdet edinmek. İ'TİYAK Alıkoymak, engel olmak, mani olmak. İ'TİYAN Dik dik bakma, gözünü dikme. * Yardım etme. İ'TİYAŞ Geçinme. İdareli yaşama.İ'TİZA' : Bir kavim veya kimseye bağlı bulunma. İ'TİZAD Yardım etme. Muavenette bulunma. * Yardım ve imdat isteme. * Bir şeyi kol üzerine alma. İ'TİZAL (İtizal) Bir şeyi işlemeğe tamamen kasd ve teveccüh eylemek. * Nefsine müracaatla cürüm ve hatasını itiraf etmek. İ'TİZAL Ehl-i Sünnet olan hak mezhebden ayrılıp hakka aykırı başka yola sapmak. Mu'tezile olmak. (Bak: Mutezile) İ'TİZAM (İtizam) Büyüklük kazanmak. Azametlenmek. Büyüklenmek. İ'TİZAM Azim ve kasdeylemek. Gitmek üzere olmak. Fütursuz ve kasd üzere olmak. İ'TİZAR Kusurunu bilerek özür dilemek. Kusurunu beyan edip ve anlayıp af dilemek. (Takdire şayan güzel bir haslettir.) İ'TİZAZ Kendini aziz, izzetli saymak. İTKÂ' Koltuk altına yastık veya dayak koyma. Dayanacak bir şey kullanma. * Yaslanma. İTKAN Pürüzsüz yapmak veya yapılmak. Sağlamlaştırmak. Hakikata yakından vakıf olmak, delileriyle bilmek, inanmak. Bilerek emin olmak. Muhkem kılmak, muhkem yapmak. Sâbit kılmak. İTKAN-I MUHKEM Bütün açıklığıyla bilerek sağlam yapmak.(...Ve şu kâinatta bir itkan-ı muhkem, bir insicam-ı ahkem görünüyor. Mâdem şu biçare, perişan küremiz, sergerdan zeminimiz bu kadar hadd ü hesaba gelmez zevil-hayat ile, zevil-ervah ile ve zevil-idrak ile dolmuştur. Elbette sâdık bir hads ile ve kat'i bir yakîn ile hükmolunur ki: Şu kusûr-u semaviye ve şu bürûc-u sâmiyenin dahi kendilerine münasib zihayat, zişuur sekeneleri vardır. S.) İTKAN-I SAN'AT San'atın sağlam, mükemmel ve pürüzsüzlüğü. İTLA' Başkasını geçme. * Te'hir etme. İTLAF Ziyan etmek. Telef etmek. Bozmak. * Öldürmek. İTLAL Hayvanı yedeğinde götürme. * Damlatma. İTMAM Tamamlamak. Bitirmek. İkmal etmek. Tekmil etmek(...Ticaret ve memuriyet için, mühim vazifelerle bu dâr-ı imtihan olan dünyaya gönderilen insanlar; ticaretlerini yapıp, vazifelerini bitirip ve hizmetlerini itmâm ettikten sonra; yine onları gönderen Hâlik-ı Zülcelâline dönecekler ve Mevlâ-yı Kerimlerine kavuşacaklar!... M.) İTMİNAN Emniyet içinde olmak. İnanmak. Mutlak olarak bilmek. Kararlılık. İTMİNAN-I KALB Kalbden ve gönülden inanma. İTMİNANKÂRANE f. İtminan göstermek suretiyle. İTNAB (Bak: Itnab) İTNAN (Çocuk) hastalıkdan dolayı gelişememe. İTRA' Doldurma. İTRAB Toprak serpme. Topraklama. İTRAK Bırakma, vazgeçme, terkettirme. İTRAZ Kurutma veya kurutulma. İTTİAD Randevu verme. İTTİAS Öldürme, helâk etme. İTTİAZ (Va'z. dan) Nasihat ve öğüt dinleme. İTTİBA' Tabi' olma. Arkasından gitme. İtaat etme. Tebaiyyet ve imtisal etme.(Mariz bir asrın, hasta bir unsurun, alil bir uzun reçetesi: İttiba-ı Kur'andır! M.)(Muhabbetullah, Sünnet-i Seniyyenin ittibaını istilzam edip intac ediyor. Ne mutlu o kimseye ki, Sünnet-i Seniyyeye ittibaından hissesi ziyade ola. Veyl o kimseye ki, Sünnet-i Seniyyeyi takdir etmeyip, bid'alara giriyor! L.)(Eğer Allah'a muhabbetiniz varsa, Habibullah'a ittiba' edilecek. İttiba' edilmezse, netice veriyor ki, Allah'a muhabbetiniz yoktur! L.) İTTİBAEN Tâbi olarak, ittiba ederek, uyarak. İTTİCAH Bir cihete gitmek, yönelmek. Teveccüh etmek. İTTİCAR Ticaret yapma. * İlâç kullanma.İTTİFAK : Beraber hareket için sözleşmek. İttihad ve muvafakat etmek. Söz birliği etmek. Anlaşmak. (Bak: İhtilaf, Ehakk)(İttifak hüdâdadır, hevâda ve heveste değil.) İTTİFAKA Rast gelme. İTTİFAKAN Birleşerek, anlaşarak. İTTİFAKAT (İttifak. C.) İttifaklar, sözleşmeler, ittihadlar. İTTİFAKÎ (İttifakiyye) Birleşmeye, sözleşmeye, ittifaka veya uyuşmaya ait. Tesadüfle, rastgele. İTTİFAKİYYAT Tesadüfle olan şeyler. İTTİFAKPEZİR f. İttifak ve ittihad kabul eden. İTTİHAB (Hibe. den) Karşılıksız olarak verilen bir bağışı kabul etme. İTTİHAD Birleşmek. Birlik üzere âmil olmak. Birlik. Aynı fikirde olmak. (Bak: İhtilaf) İTTİHAD-I ÂRÂ Rey ve fikir birliği. İTTİHAD-I İSLÂM İslâm birliği. (Azametli bahtsız bir kıt'anın, şanlı tâli'siz bir devletin, değerli sâhibsiz bir kavmin reçetesi; ittihad-ı İslâmdır. M.)İttihad-ı İslâmın varlığı ve devamı için:1- İslâm milliyetini esas alıp, menfi unsuriyet fikrini bırakmak.2- İslâm dünyasındaki dini cemaatler, gayede ve dinî esaslarda ittifak edip teferruat meseleleri medar-ı niza etmemek.3- İslâm devletleri arasında meşveret-i şer'iyeyi yapmak.Bunlar en ehemmiyetli sebeplerinden üç tanesidir. İTTİHAD-I MENAFİ' Menfaatlerin bir ve ortak oluşu. İş birliği. İTTİHAD-I MUHAMMEDÎ CEMİYETİ Süheyl Paşa, Mehmed Sadık, Ferik Rıza Paşa, Derviş Vahdeti ve arkadaşları tarafından İstanbul'da 5 nisan 1909 tarihinde kurulan bir cemiyettir. İTTİHAD-I UMUMÎ Umumi ittihad. Bütün insanların birleşmesi. İTTİHAD VE TERAKKİ 1918 tarihine kadar devam eden ve Osmanlı Devletinin son zamanlarında mühim rol oynamış bir siyasî parti. (Bak: Tanzimat) İTTİHAM Suç altında bulunmak. Suçlamak. Töhmet altında olmak. Suçlandırmak. (İtham yerine de kullanılır) İTTİHAZ Edinmek. Kabullenmek. "Öyle" diye bakmak. Kabul etmek. İTTİKA Sakınmak. Çekinmek. Günahlardan ve bütün kötülüklerden kendini çekmek. Takvâ ile amel etmek. (Bak: Amel-i salih) İTTİKÂ' Dayanmak. Yaslanmak. * Oturmak. İTTİKÂL Allah'a tevekkül etme, güvenme, dayanma. İTTİKAN Muhkem yapılmak. Esaslı ve şüphesiz yakından bilmek. İTTİKAR Vakar, gurur ve büyüklük gelme. İTTİRA' Dolma, nemalanma. * Solma. İTTİRAD (Bak: Ittırad) İTTİSA Bollaşmak. Genişlik kazanmak. Genişlemek. Vüs'at. İTTİSAF Vasıflanmak. Muttasıf olmak. Sıfat sahibi olmak. Bir hâl takınmak. İTTİSAFKÂRANE f. Vasıfları belli olur surette. Bir hal takınarak. İTTİSAH Paslanma, kirlenme. İTTİSAK Dizilmek. Bir nizam dahilinde sıralanmak. * Beraber olmak. * Tamam olmak. Toplanmak. İTTİSAL Ulaşmak. Bitişmek. * Birbirine dokunmak. Yakınlık. Bağlılık. Kavuşmak. İTTİSAM (Vesm. den) Damga ve nişan vurma. * Dağlama, süsleme. İTTİTAN Bir memlekette veya bir şehirde yerleşme. Vatan edinme. İTTİZA' Alçak gönüllülük, tevazu, mütevazilik. * Devenin, boynuna basarak üstüne binebilmek için, başını aşağı eğme. İTTİZAH Vazıh olmak. Açık olmak. Aşikâr olmak. İTTİZAH-I DELİL Delilin açık, vazıh ve aşikâr olması. İTTİZAN Ölçülü olmak. Vezne girmek. İTYAN Delil getirmek. * Gelmek. * Vermek. * Vüsul, vasıl. * Vârid olmak. * Zikir ve isbat ve takrir eylemek. İVA' Barındırma, kondurma. Yerleştirme, oturtma, iskân ettirme. İVAD İlk işine dönme. * Âdet edinme. İVAR İkindi vakti, ikindi zamanı. İ'VAR Bir gözünü kör etme, tek göz bırakma. İVAZ Karşılık olarak verilen şey. Bedel. İVAZ f. Hazırlanmış, düzülmüş. İVAZAN Karşılık olarak, mukabilinde, karşılığında. İVEC Eğrilik, çarpıklık, yanlışlık. * Hakkı ve hakikatı eğri büğrü heveslerle tahrif etmek, gayr-i müstakim şekle getirmek. İVEDİ Aceleci, savruk. Çabuk. İVEZZE (C.: İvezz) Kaz. Ördek. * Gövdesi bodur olan. Bodur gövdeli olan. İVGEN Koşan, acele eden. İ'VİCAC Doğru davranmamak, eğri büğrü olmak. Hamlık. * Hakkı bâtıl, bâtılı hak göstermek. İVZ Ördek. Kaz. * Gövdesi bodur olan kimse. İYAB Avdet eylemek, geri dönmek. İYAB Ü ZEHAB Gidiş - geliş. İYAD Kuvvetlendirme, takviye etme. * Takviye eden âlet. İY'AD (Bak: İ'âd) İYADET (Bak: Iyâdet) İYAL (Bak: Iyâl) İYALET İdare etme, valilik yapma. * Bir valinin idare ettiği belde. * Vadi. İYAN (Bak: Ayân) İYANÎ Ayân olana ait, âşikâr ve belli olana dair. İYAS Yeis hali. Ümidsizlik ve kederli oluş. İYASE Ye'se düşürme. İYAZ (Bak: Iyâz) İYD (Bak: Îd) İYN (Bak: În) |
Osmanlıca Sözlük (İ Harfi)-Osmanlıca Sözlük (İ Harfi) İle İlgili Kelimeler...
RE: Osmanlıca Sözlük (İ Harfi) İZ (İZİN) "Hem, vakt, yevm, hîn" gibi kelimelerden sonra ek olarak kullanılır. Meselâ: Hîneizin: O vakit ki. Yevmeizin: O gün ki, kelimelerinde olduğu gibi. * Mâzi fiillerinden evvel "iz" gelirse: İzküntü muallimen: Muallim olduğum zaman mânasına geliyor. (iz) Yazılmasa mânası, muallim idim olur.
İZA Arabça kelimelerin başında kullanılırsa; birdenbire, bir de bakılır ki, gibi mânalara gelir. İsim cümlesinin evvelinde bulunur. İZA' Hiza, sıra. * Bolluk ve refah sebebi. İZA' İyiliğe, iyilikle mukabele etme. * Korkma, havfetme. İZA İncitmek, eziyet etmek. İncitilmek. (İza-i mü'min haramdır) İZAA (Izâat) Açığa vurma, belli ve âşikâr etme. * Yüksek sesle bildirme, ilân etme. * Radyo. İZAA-İ ESRAR Gizli sırları açığa vurma, açıklama. İZAA (Bak : Izaa) İZAAT İlân etmek, açığa vurmak. Sesle neşriyat yapmak. İ'ZAB Suyu temizleme. * Vazgeçme. * Azaba düşürme veya düşürülme. İZABE Eritmek, eritilmek. Su gibi akıcı hale koymak. Yumuşatmak. Islah etmek. İZABE-İ NÜHAS Bakırın eritilmesi. İZ'AC Rahatsız etmek. Bunaltmak. * Yerinden koparıp ayırmak. İZADE Ailesini koruması için bir kimseye yardım etme. İZAE (İzâet) (Zû. dan) Işık verme, aydınlatma, ziya verme. (Bak: Izaet) İZ'AF Zayıflatmak, kuvvetsiz hale getirmek. * İki kat etmek. İki misline çıkarmak. İZAFAT (İzâfet. C.) İzafetler, isim takıları, isim tamlamaları. * Gr: Zincirleme isim tamlaması. İZAFE(T) Bir şeyi bir kimseye veya bir şeye nisbet etmek, yakın etmek. İsnâd etmek. Katmak, katıştırmak. * Bir şey üzerine meylettirmek, havale olmak, bağlanmak. * Mal etmek. * Gr: İki isimden meydana gelen bağlılık tamlaması. İZAFET-İ MAKLUB Ters çevrilmiş terkib. Muzaf-un ileyh ile muzafın yer değiştirmesi olup, böylece birleşik isim ve sıfatlar yapılır. Bu terkibler semâidir; işitilmekle öğrenilir, bir kaideye bağlı değildir. Her terkib bu şekle sokulmaz. Meselâ: Tâb-ı meh: Meh-tâb: Ay ışığı. Çeşm-i âhu: Ahu-çeşm: Ceylân gözlü. Nazar-ı haram: Haram-ı nazar... gibi.) İZAFET-İ MAKTU' Kesik tamlama. Terkib-i izafet-i maktu'da denir. Esre'yi kaldırmağa da fekk-i izafet denir. Yani izafetin kaldırılması demektir. Meselâ: Câme-hâb $ : Yatak. Câme-i hâb $ : Uyku elbisesi. Ser-rişte $ : İp ucu, vesile, tutamak. Ser-i rişte $ : İpin ucu. İZAFETEN İsnad etmek suretiyle, isnad ederek, ona bağlıgirsin bir tarafına ..!!!. İZAFÎ İzafetle alâkalı, izafete dâir. Ona bağlamak suretiyle. Alâkalı göstererek. İZAFİYYE Münasebet. Bağlı oluş. Alâkalılık. İZAFİYYET Alâka mahiyeti. Bağlılık. İZAH Açıklamak. Bir şeyi anlaşılır hâlde söylemek veya yazmak. İZAHA Bir şeyin çevresini dolaşma. İZAHAT (İzah. C.) İzahlar, açıklamalar. İZAHE Bir şeyi ayırma. * Kurtulma. * Yok etme. İZAHEN Açıklayarak, izah ederek. İZAKA (Zevk. den) Tattırma veya tattırılma. Lezzet ve zevk hissettirme. İZALE Zevale erdirmek. Gidermek. Ortadan kaldırmak. Mahvetmek. İZALE-İ ŞÜYU' Ortaklığı giderme. İZALE Halsiz bırakma. * Uzun etekli elbise. * Kadın yaşmağını açma. * Sarığın ucunu uzatma. İ'ZAM Büyük görmek, büyük bilmek. Bir hâdiseyi büyük göstermek, büyütmek. İ'ZAM Göndermek. Yollamak. İZAM (Azim. C.) Büyükler. Büyük kimseler. * (Azm. C.) Kemikler. İZAM-I REMİME Çürümüş kemikler. İZA-MA Gr: Zaman zarfı olan "izâ"ya müsavidir. Müzari fiilinden evvel gelirse onu cezm eder. İZ'AN Basiret. Anlayış. * Teslim olup itaat etmek. * Akıl. Zekâ. İnanç. İdrak. Bilmek. (Bak: Dimağ) İZ'AN-RÜBA f. Anlayışı şaşırtan. Aklı oynatan. Çok hayret ve taaccüb veren. Aklı alan. İZ'AN-RÜBA-İ KÂİNAT Kâinatın aklı alan vechesi, herkese hayret ve şaşkınlık veren yüzü. İZAN Bildirmek. * Ezan okumak. İZAR Yanak. İnsanın yüzündeki yanak kısmı. İZAR Peştemal. Futa. Göğüsten aşağı örtülen elbiseler. * İsmet, iffet. * Zevce. İZAR f. Suyun dibi. İZARE Ziyaret ettirme. İZARE Bir kimseyi kuşkulandırıp vesveseye düşürme. İ'ZAZ Hürmet etmek. Ağırlamak. İkram etmek. Aziz kılmak. Galip gelmek. İ'ZAZEN İkram ederek, ağırlayarak. İZBAD Köpüklenme. * (Ağaç) çiçek açma. İZBAR Yazma. Yazma ile bildirme. İZBE Kuytu. Loş. Pis ve nemli yer. İZCA' Defetme, kovma. İZDİCAR Nasihatı dinleyip kabul etme. Söylenen sözü dinleyip tutma. İZDİHAM Kalabalık bir yerde halkın çok birikmesinden meydana gelen sıkıntı. İZDİRA' Tahkir etme, hakir ve âdi görme. İZDİRA' Ekin ekme, zirâat yapma. İZDİRAD Yutma. İZDİRAM Lokmayı iri iri yutma.İZDİVAC : Çift olmak, birbirine eş olmak. Meşru nikâhla evlenmek. İZDİYAD Ziyadeleşmek. Çoğalmak. Artmak. İZDİYAL Kaybetme, yok etme. İZDİYAN Süslenme, bezenme. İZDİYAR Ziyâret etme, gidip görme. İZEM Büyüklük. İZEN Gr: O halde, o takdirde, öyleyse. (Bak: Huruf-u nasibe) İZFAF Gelin gönderme. İZHAB Gönderme. * Giydirme veya giydirilme. * Altun kaplama. İZHAC Oturma, ikamet etme. İZHAF Yalan söyleme. * Hıyanet etme, verdiği sözünü tutmama. * Hayrette bırakma, şaşırtma. İZHAK Yok etme, mahvetme. * Öldürme. * Oku, nişandan ayırma. İZHAL Hatırdan çıkarma, unutma. İZHAR Açığa vurma. Meydana çıkarma. * Göstermek. Zâhir ve âşikâre ettirmek. * Yalandan gösteriş. * Tecvidde, iki harfin arasını birbirinden ayırıp açarak ihfâsız, idgamsız olarak okumaya denir. Bu sıfatın harfleri Huruf-ı halk denilen harflerdir. İZHAR-I BELÂGAT Belâgat gösterme. İZHAR-I HAK Hakkı izhar etmek. Hakkı açıklama. İZHAR-I TECELLÜD İnad edip kafa tutma, yalandan cesaretlilik gösterme. İZHAR-I TEESSÜR Teessür gösterme. İZHAR Toplayıp biriktirme. İZİN (Bak: İzn) İZK Ağaç dalı. * Hurma salkımı. İZKÂM Zükâm hastalığına yani nezleye uğratma. İZKÂR Hatıra getirmek, andırmak, hatırlatmak. İZLAF Yakın etmek. Toplamak, cem' etmek. İZLAK (Bak: Zelâka) İZLAL (Zıll. dan) Gölge yapmak. Gölge koymak. Gölgelendirmek. İZLAL (Züll. den) Alçaltmak. Haysiyetsiz ve hakir etmek. İZLAM Karanlık olmak. Zulme giriftar olmak. Zulme tutulmak. İZMAM Bir kimseden söz alma. * Bir insanı kötülenecek bir halde bulma. İZMAR (Bak: Izmar) İZMİHLAL Bozulup gitmek. Perişan olmak. Yok olmak. Görünmez hale gelmek. İZMİHRAR Surat asma. * (Yıldız) parıldama. * Kış mevsiminin şiddetli olması. İZMİL Keskin demir. * Çekiç. * Deri kesmekte kullanılan bıçak. İZN (İzin) Yasağı kaldırmak. Bir şeye ruhsat vermek. Yol vermek. Hizmetten çıkarmak. İZN-İ ÂMM Herkese müsaadeli olan. * Ist: Cum'a namazı kılınan cami kapısının kayıtsız şartsız her müslümana açık olması. İZNİLLÂH Allah'ın (C.C.) müsaadesi, izni. İZİNNAME f. Eskiden bir nikâhın kıyılabilmesi için kadı tarafından verilen izin kâğıdı. İZNAB Günah işleme. Günahkâr olma. * Kuyruk takma. İZRA' Korkutma. * Çok fazla medhetme, aşırı derecede övme. * Altun arama. İZRA' Arşınlama, ölçme. İZYAN Süslenme, donatılma. İZZ Kıymet. Değer. Güçlü oluş. Alikadir olmak. Kavi. Şerif. Azim. İZZ Ü ŞEREFLE Güle güle, uğurlar olsun. İZZET Bir kimse zelil iken kavi ve kudret sahibi olmak. Ziyâdelik ve üstünlük. * Değer, kıymet. Kuvvet. Muhterem ve mu'teber olmak. * Bulunmaz derecede az olan şey. İZZET-İ NEFİS Zillete düşmiyerek şeref ve haysiyeti muhafazaya çalışmak. Vakar.(Gıybet, ehl-i adâvet ve hased ve inadın en çok istimal ettikleri alçak bir silâhtır. İzzet-i nefis sâhibi, bu pis silâha tenezzül edip istimal etmez. M.) İZZET-İ İSLÂMİYE İslâmi izzet. Müslüman olanın her hususta daha şerefli, daha çalışkan, daha izzetli olması hâleti. Diğer dinlerdekilerden ve dinsizlerden izzetli ve şerefli olmaları hâleti. İZZETLÛ Şeref ve itibar sahibi. * Eskiden belirli bir mevki ve rütbe sahiblerine verilen ünvan. İZZÎ Tahammüllü, sabırlı kimse. İZZÜ-D-DEVLE Tar: Müslüman hükümdarları tarafından sık sık kullanılan ve devlete değer veren, devletin değeri mânâsına gelen bir ünvan. İZZ-ÜD-DİN Dilimizde "İzzettin" şeklinde isim olarak kullanılan bu kelime; "Dinin kıymeti, ulviyet ve kudreti" anlamına gelir. |
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.