![]() |
Kadın Sağlığı Ve Jinekoloji
GESTASYONEL (gebeliğe bağlı) DİABET Tanım: Daha önceden diabeti olmayan bir gebede ikinci trimester ve sonrasındaki bir zamanda diabet ortaya çıkmasına gestasyonel diabet adı verilir. Gebelikte fetusun gelişmesini sağlamaya yönelik olarak glikoz metabolizmasında önemli değişiklikler meydana gelir. Plasentadan salgılanan HPL (Human placental lactogen) adlı hormon gebelikte fetusa yeterince glikoz gitmesini sağlamak amacıyla insülinin kan şekerini düşürücü etkisini frenler. Böylece gebelikte doğal bir hiperglisemi eğilimi ortaya çıkar. Bu eğilim bazen patolojik boyutlara ulaşabilir. Özellikle HPL'nin en etkili olduğu 24. gebelik haftasından itibaren anne adayı diabetik hale gelebilir. Gestasyonel diabet kimlerde görülür? Gestasyonel diabet tüm gebelerin yaklaşık %5'inde ortaya çıkar. Gebelikle beraber görülen şeker hastalıklarının %90'ı gestasyonel diabet özelliklerini taşır. Gestasyonel diabet gelişme riskinin yüksek olduğu gebeler: Daha önce ölü doğum yapmış , anomalili bebek doğurmuş, iri bebek (4000 gram üzerinde) doğurmuş; birden fazla sayıda düşük yapmış olan; daha önceki gebeliğinde gestasyonel diabet geçirmiş olan; gebelik öncesi kilosu normalden fazla olan; yaşı ileri olan (35 yaş ve üzeri); birinci derece akrabalarından birinde diabet olan; tekrarlayan idrar yolu enfeksiyonu ya da mantar enfeksiyonu olan anne adaylarında mevcut gebelikte gestasyonel diabet gelişme riski artar. Mevcut gebeliğinde bebeği gebelik haftasına göre daha iri olan; gebelik esnasında fazla kilo alışı preeklampsiye bağlı olmayan; nedeni açıklanamayan polihidramnios (amnios sıvısının artması) saptanan; bebeği beklenmedik bir şekilde ölen; idrarda glikoz çıkışı saptanan ya da diabet belirtileri gösteren (çok yemek yeme ve su içme, bol idrar yapma gibi) gebelerde de gestasyonel diabet mevcut olabilir ya da gebeliğin kalan kısmında gelişebilir. Gestasyonel diabet tanısı nasıl konur? Gebelikte şeker hastalığı tarama testi (PPG): Gestasyonel diabet tanısı konan gebelerin yarısında yukarıda bahsedilen risk faktörlerinden hiçbiri bulunmaz. Bu nedenle hiç bir şikayeti olmasa bile tüm gebeler 24.-28. gebelik haftalarında yani HPL hormonunun kanda en yüksek seviyelere ulaştığı ve diabet gelişme riskinin en yüksek olduğu dönemde şeker hastalığı tarama testine tabi tutulurlar. Postprandial glikoz (gıda alımı sonrası glikoz) (PPG) testinde 12 saatlik açlık süresinden sonra damardan alınan kanda açlık kan şekeri ve suda çözünmüş 50 gr saf glikoz içilmesinden bir saat sonra tokluk kan şekeri ölçülür. Testte bozukluk çıkması mutlaka diabet olduğunu göstermez. Oral glikoz tolerans testi (şeker yükleme testi) (OGTT) uygulanarak kesin tanı konur. PPG'de bozukluk çıkan gebelerin ancak %15'lik kısmında gestasyonel diabet saptanır. Gebelikte şeker hastalığı tanı testi (Şeker yükleme testi) (OGTT): Yine 12 saatlik bir açlık süresi sonunda açlık kan şekeri ve suda çözünmüş 100 gram glikozun içilmesinden bir, iki ve üç saat sonra damardan kan alınarak tokluk kan şekeri ölçümü yapılır. Bu dört ölçümden iki ya da daha fazlasının yüksek çıkması durumunda gestasyonel diabet tanısı kesinleşir. Ölçümlerden yanlızca biri patolojik çıkan anne adayları yakın takibe alınır. Bu anne adaylarında belli bir süre sonra OGTT tekrarlanır. Gestasyonel diabet gelişme riski yüksek olan anne adaylarında tanı için şeker tarama testi (PPG) değil, direkt olarak şeker yükleme testi (OGTT) yapılır. Test normal çıksa bile 32.-34. gebelik haftaları arasında tekrarlanır. Gestasyonel diabetin yarattığı tehlikeler nelerdir? Gestasyonel diabet tanısı konduktan sonra tedavi ya diyetle ya da insülin kullanılarak yapılır. Tablet şeklindeki şeker düşürücü ilaçlar gebelikte kullanılmazlar. Özellikle insülinle tedavisi gereken gestasyonel diabetli hastalarda istenmeyen durumların ortaya çıkma riski yanlızca diyetle kontrol altına alınabilen gestasyonel diyabete göre belirgin şekilde yüksektir. Ancak diyetle kontrol altına alınan gebelerin %10'luk bir kısmında antenatal kontrollerin birinde diyete uyamama ya da diyetin yetersiz gelmesi nedeniyle insülin tedavisi başlamak gerekebilir. Anne adayı için varolan tehlikeler: Gestasyonel diabette Tip I diabetin aksine ketoasidoz ("şeker koması") daha az görülür. Gestasyonel diabet uygun bir şekilde kontrol altına alınmazsa piyelonefrit (böbrek enfeksiyonu) gibi ciddi enfeksiyonların ortaya çıkma olasılığı artar. Dirençli vajinal kandidiyazis (mantar) gelişebilir. Gestasyonel diabette ve özellikle de diyet ile kontrol altına alınabilen tipinde preeklampsi gelişme riski normal gebeliklerle eşittir. Bebek için varolan tehlikeler: Gestasyonel diabet organ gelişimi tamamlandıktan sonra ortaya çıkan bir durum olduğundan bu anne adaylarının bebeklerinde anomali ortaya çıkma riski normal gebeliklerle eşittir. Kan şekerinin yüksek seyretmesi gebeliğin tüm dönemlerinde bebeğin anne karnında aniden ölme riskini artırır. Bu risk özellikle insülinle kontrol altına alınmaya çalışılan gestasyonel diabetli gebelerde veya kontrolü aksatan gebelerde daha yüksektir. Kan şekeri yüksekliği kontrol altına alınamayan gestasyonel diabet bebeğin normalden iri olmasına, amnios sıvısının artmasına neden olabilir. Gestasyonel diabetlilerin, özellikle de kan şekeri diyetle kontrol altına alınabilen anne adaylarının bebeklerinin akciğer olgunlaşmasının normal gebelere göre daha geç olduğuna dair bir bilimsel veri yoktur. Kontrol edilmemiş gestasyonel diabeti olan anne adaylarının bebeklerinde antenatal dönemde fetal distres gelişme riski normal gebeliklere göre çok daha fazladır. Gebelik öncesinden varolan diabette olduğu gibi gestasyonel diabette de doğum eylemi esnasında bebek açısından bazı problemler ortaya çıkabilir. Bu gebelerin bebeklerinde antenatal dönemde (doğum öncesi) olduğu gibi intrapartum dönemde de (doğum eylemi esnasında) fetal distres daha sık gelişir. İri bebeğin doğumu esnasında doğum eyleminin yavaş seyretmesi ya da durması yanında çıkım esnasında omuz takılması problemi ortaya çıkabilir. Bebek doğduktan sonra da özellikle doğum eyleminin hemen öncesinde ya da doğum eylemi esnasında kan şekeri yüksek seyreden annelerin bebeklerinde başta hipoglisemi (kan şekeri düşmesi), hipokalsemi (kalsiyum düşüklüğü ve hiperbilirubinemi (bilirubin yüksekliği) olmak üzere ciddi yenidoğan problemleri ortaya çıkabilir. Tüm bu sayılanlar gestasyonel diabet tanısı konduktan sonra diyet ya da gerektiği durumlarda insülin kullanılarak kan şekerinin etkili bir şekilde kontrol altına alındığı durumlarda daha az sıklıkla ortaya çıkar. Bu nedenle gestasyonel diabeti olan anne adayı tanı konduktan sonra tüm gebelik boyunca sıkı bir takipte tutulur, normal gebelikten daha fazla sayıda kontrole çağırılır ve daha fazla sayıda tetkik yapılır. Gestasyonel diabetlilerde yaklaşım: Diabetli gebenin ve bebeğinin antenatal değerlendirilmesi: Diabet tanısı konan gebelerin takibi normalden farklıdır. Tanı konduktan hemen sonra ya da önceden diabetli olduğu bilinen bir gebede genel gebelik muayeneleri yapıldıktan sonra tüm vücut sistemleri ayrıntılı olarak gözden geçirilir. Bu gebeler daha sık aralıklarla antenatal kontrollere çağırılır ve bu antenatal kontrollerin her birinde kan şekeri değerlendirilerek diyetin ve/veya insülin tedavisinin etkinliği gözden geçirilir. Gerekli durumlarda tek başına diyet tedavisinden vazgeçilerek diyet+insülin tedavisine geçilir. İnsülin tedavisi yetersiz geldiği görülen gebelerin insülin dozları tekrar ayarlanır. Belli bir gebelik haftasından sonra fetal iyilik hali testlerine başlanır. Gestasyonel diabeti olan anne adayı gebelik boyunca kan şekerini evinde düzenli olarak kontrol etmeli, verilen diyete ve alıyorsa insülin tedavisine uymalı ve doktorunun çağırdığı aralıklarla kontrole gelmelidir. Kontrollerde insülin dozlarının tekrar ayarlanması, ya da dietin tekrar ayarlanması veya yanlızca diyet alanlarda diyete ek olarak insülin tedavisine geçilmesi gerekebilir. Kontroller esnasında ultrason incelemesiyle bebekte irileşme, polihidramnios (amnios sıvısı artışı) aranır. Belli bir gebelik haftasından sonra (genellikle 36. hafta) fetusun iyilik hali NST ve BFP gibi testlerle haftada bir ve belli bir gebelik haftasından sonra haftada iki kez araştırılır. Diyetle kan şekeri kontrol altına alınan gebelerde fetal iyilik hali testlerine daha geç bir dönemde başlanabilir. Anne adayının bebek hareketlerine duyarlı olması gerekir. Her bebeğin kendine özgü hareket etme alışkanlığı vardır. Anne adayı bebeğinin az oynamaya başladığını farkettiğinde bu durumu hemen doktoruna haber vermelidir. Gestasyonel diabeti olan ve insülin kullanan anne adayı belli bir gebelik haftasından sonra (genellikle 38. hafta) hastaneye yatırılarak izlenir. Bu aşamada fetal iyilik hali testleri sıklaştırılır, kan şekerleri düzenli olarak kontrol edilmeye devam edilir ve gerekirse tekrar insülin doz ayarlaması yapılır. Gebeliğin sonuna doğru doğum şekli hakkında karar verilir. Doğumun zamanı ve şekli konusunda karar verilmesi: Gestasyonel diabetli anne adayının kan şekeri diyetle kontrol altına alınabiliyorsa doğum eyleminin kendiliğinden başlaması beklenir. Normal gebeliklerde miad geçmesi durumundaki yaklaşım şeması bu gebeler için de geçerlidir. Ancak gestasyonel diabetli anne adayının kan şekerleri insülinle kontrol altında tutuluyorsa gebelik süresinin 40 haftayı geçmesine genellikle izin verilmez. Bu gebelik haftasına gelinmesine rağmen doğum eylemi başlamazsa indüksiyon (suni sancı) ile doğum gerçekleştirilmeye çalışılır. İri bebek ya da başka bir nedenle sezeryan gerekli değilse gestasyonel diabetli anne adayı normal doğum yapabilir. Normal doğum yapmasına izin verilen gebeler doğum eylemi esnasında CTG ile sürekli monitorizasyona tabi tutulurlar ve en ufak bir fetal distres bulgusunda doğum sezeryan ile gerçekleştirilir. Diabetik anne adayının doğum yapacağı hastanenin yenidoğan ünitesinin diabetik anne çocuğu bakımı konusunda tecrübesi olmalıdır. İnsülin kullanan gestasyonel diabetli annelerde doğumun hemen sonrasında insülin ihtiyacı azaldığından insülin dozları tekrar ayarlanır. Gebeliklerinde gestasyonel diabet tanısı konmuş annelere lohusalık bitiminde 75 gram glikozla OGTT (şeker yükleme testi) uygulanır. Bu test normal çıksa da annenin sonraki gebeliklerinde ya da hayatının ileriki dönemlerinde şeker hastalığına yakalanma riskinin diğer insanlara göre daha fazla olduğunu bilmesi gerekir. |
Kadın Sağlığı Ve Jinekoloji
Gebelikte alkol alımı İkinci aya kadar genellikle gebe kalındığından habersiz olduğundan, bunu bilmemiz halinde asla yapmayacağımız şeyleri yaparız. Birkaç vesileyle içilen bir iki duble içkinin erken gebelikte gelişmekte olan cenine zarar verdiğine ilişkin hiçbir kanıt yoktur. Gerçekte son çalışmalardan birinde, gebeliğin erken döneminde, hiç içmeyenlere oranla daha fazla doğumsal sakatlık ya da gelişme geriliği olmadığı gösterilmiştir. Gebelik sürecinde fazla içki içmenin ise bebekte bir çok soruna yol açtığı gösterilmiştir. Bebeğin kan dolaşımına giren alkol miktarının anne kanındaki kanındaki alkol yoğunluğuna yaklaşık olduğu ve annen aldığı alkolü bebeğinde paylaştığı göz önüne alınırsa bu pek de şaşırtıcı sayılmaz. Alkolü bedenden atmak için gereken süre bebekte annenin iki katı olduğundan, anne hafif çakıraaaifken bebek sarhoştur. Gebelik boyunca ağır işçilik (5-6 kadeh şarap, bira ya da rakıyı bir günde tüketmek) ciddi doğum komplikasyonlarının yanı sıra bebekle ilgili alkol sendromuna da yol açar. Yaşama boyu süren bir akşamdan kalmalık olarak tanımlanabilecek olan bu durumda bebek normalden daha küçüktür ve genellikle zihinsel özürlüdür. Baş, yüz, kollar, bacaklar ve merkezi sinir sisteminde (beyin omurilik) birçok yapı bozukluğu vardır ve yeni doğan döneminde ölüm oranı yüksektir. Bebekte daha sonra da öğrenimsel, davranışsal ve toplumsal uyumla ilgili sorunlar olur. İçki içmeyi sürdürmenin riski doza bağlıdır ne kadar çok içerseniz, bebeğinize vereceğiniz karar daha çok olur. Ama gebelikte içki tüketimi bile (günde 1-2 kadeh, ara sıra 5-6 kadehin tüketildiği durumlar) düşük riskinin artması, düşük doğum ağırlığı ve doğum sırasında komplikasyonlar gibi çeşitli ciddi sorunlara yol açabilir. Ayrıca bebekte alkol etkisi sendromla, çeşitli gelişimsel ve davranışsal sorunlar ilişkilendirilmiştir. Günde 1 ya da 2 kadeh düşük, ölü doğum, büyüme bozukluğu ve baş, yüz, kol, bacak, kalp, merkezi sinir sistemindeki gelişimsel sorunların riskini arttırmaktadır. Çocuklar büyüdüğünde de öğrenme, davranış, toplumsal uyum ve yargılama bozuklukları göstermektedir. Bazı kadınların gebelikleri süresince hafif, örneğin geceleri bir kadeh içmelerine karşın sağlıklı bebekleri olur. Bunun akıllıca bir davranış olduğunu bir garantisi yoktur. Gebelikte güvenli alkol dozu, eğer varsa bile, bilinmemektedir. Alkol ve gebelik hakkında bilinenlerin tümü, gebe olduğunuzu fark etmeden önce içtiğiniz içki için kaygılanmayı bırakıp, gebeliğin geri kalan süresi boyunca içkiyi kesmenin öngörülü bir davranış olduğunu düşünmektedir. (Doğum günü ya da yıl dönümünde yemekle alınan yarım bardak şarap dışında, çünkü besinler alkol emilimini azaltmaktadır). Bazı kadınlar, özellikle gebeliğin erken döneminde içkiye karşı tiksinti duymaya başlayanlar için kokteyl almayı ya da akşam yemeğinde şarap içmeyi âdet haline getirenler için alkolü bırakmak yoğun bir çaba, belki de yaşam biçimini değiştirmeyi gerektirir. Gevşemek için içki alıyorsanız müzik, ılık banyo, masaj, alıştırma, okuma gibi başka yöntemleri deneyin. Eğer içki, bırakmak istemediğiniz günlük alışkanlıklarınızın bir parçasıysa alkolsüz bira, üzüm suyu, köpüklü elma şarabı alabilirsiniz. Ağır içiciler gebeliğin ne kadar erken döneminde içkiyi bırakılırsa, bebekleri o kadar az risk altında kalır. İçkiyi bırakmayı ya da alkol tedavi programını reddeden ya da bu konuda uzman hekimden yardım almayan bir ağır içici gebeliğini sonlandırmayı düşünebilir ve hastalığı kontrol altına alınana kadar çocuk edinmeyi erteleyebilir. |
Kadın Sağlığı Ve Jinekoloji
Gebelikte baygınlık ve baş dönmesi Gebelikte baş dönmelerini sık olmakla birlikte bayılma seyrektir. Gebe bir kadında sersemlik hissi veya baş dönmesinin bilinen veya kuşkulanılan pek çok nedeni vardır. Birinci üç aylık dönemde hızla genişleyen dolaşım sistemini, varolan kan hacminin yeterli derecede doldurmaması baş dönmesinin nedeni olabilirken, ikinci üçayda genişleyen rahmin anne adayının kan damarları üzerine basınç yapması baş dönmesinin nedeni olabilirken , ikinci üç ayda genişleyen rahminin anne adayının kan damarlı üzerine basınç yapması baş dönmesinin nedeni olabilir. Baş dönmesi yatar veya oturur durumdan her kalkışınızda olabilir. Buna durumsal kan basıncı düşüklüğü (postural hipotansiyon) denir. Kan basıncının hızla düşmesiyle birlikte birdenbire beyne daha az kan gitmesi buna neden olur. Çözümü basittir : Her zaman yavaş yavaş ayağa kalkın. Telefona yanıt vermek için hızla fırlamak boylu boyunca yere uzanmak demektir, unutmayın! Kan şekeriniz düşünce de baş dönmesi hissedebilirsiniz. Bunun nedeni genellikle uzun süre aç kalmaktır ve bu durumda her yemekte kan şeker düzeyinizi korumaya yardım edecek proteinler alarak veya sık ve azar azar yemek yiyerek, öğünler arasında alıştırarak kendinizi koruyabilirsiniz. Gerektiğinde kan şeker düzeyinizi hızla yükseltebilmek için bir kutu meyve suyu, bir iki meyve veya yulaflı kraker taşıyın. Çok sıcak alışveriş merkezlerinde, ofiste veya otobüste de çok fazla giyinmişseniz baş dönmeniz olabilir. Böyle bir durumda yapılacak en iyi şey dışarı çıkarak veya pencereyi açarak biraz temiz hava almaktır. Üzerimizdekilerin bir kısmını çıkarmak ve boyun ve göğüs bölgesi olmak üzere kıyafetlerinizi gevşetmek de size yararlı olur. Eğer sersemlik hissediyorsanız ve/veya biraz sonra bayılacağınızı düşünüyorsanız, beyninize giden kan dolaşımını arttırmaya çalışın. Bunun için eğer mümkünse yere uzanın ve bacaklarınızı havaya kaldırın. Bu sırada başınız yerde olmalıdır. Eğer yere uzanmak mümkün değilse, baş dönmeniz geçene kadar, başınızı dizlerinizin arasına alarak oturun. Her ikisini yapmak içinde uygun yer yoksa, bir dizinizi yere koyun ve ayakkabı bağlarını bağlıyormuş gibi yapın. Gerçekte bayılma oldukça nadir görülür. Fakat eğer bayılırsanız , üzülmeye veya endişelenmeye gerek yoktur. Çünkü bu durumda her ne kadar beyninize giden kan akımı azalsa da, bu bebeğinizi etkilemeyecektir. Bir dahaki hekim kontrolünüzde hekiminize baş dönmenizi ve baygınlık hissinizi anlatın. Gerçek bayılmayı hemen bildirin. Sık sık bayılma şiddetli bir kansızlığın veya başka bir hastalığın belirtisi olabilir, bu nedenle araştırılmalıdır. |
Kadın Sağlığı Ve Jinekoloji
Gebelikte bebek hareketleri tekmelemeleri Bebeğinizin hareketlerini hissetmek, gebeliğinizde yaşayacağınız en hoşunuza gidecek şeydir. Sizi en çok üzecek şey de doğal olarak, hareketlerin kaybolmasıdır. İçinizde yeni bir yaşamın filizlenip boy attığını, pozitif bir gebelik testi veya karnınızın büyümesinden, bebek kalp atımlarından bile daha fazla gösteren en önemli şey bebeğinizin hareketleridir. Bebeğin hareketlerinin yedinci haftada başlamasına karşın, bu anne tarafından fark edilmez. Hareketlerini veya "canlandığını" 14. ile 26. haftalar arası herhangi bir dönemde, genellikle de 18. ile 22. haftalar arasında hissedebilirsiniz. Daha önce bebek sahibi olmuş bir kadın, sıklıkla bebeğin hareketlerini daha önce fark eder; çünkü nasıl bir hareket bekleyeceğini biliyordur. Doğal ki, zayıf bir kadın da şişman bir kadına göre bebeğin hareketlerini daha erken fark eder. Bazen son tahmini doğum tarihi yanlış hesaplandığından, bebek hareketleri geç hissedilmiş olabilir. Hiç kimse ilk kez anne olduğunu bilmenin nasıl bir şey hissettirdiğini tam olarak söyleyemez, yüz gebe kadın ilk bebek hareketlerini yüz farkı şekilde betimleyebilir. En çok tanımlanan tanımlar "karında bir kanat çırpınma hareketi" ve "kanımda bir kelebek gibi" şeklindedir. Daha erken bebek hareketleri de "çarpma veya dirsek atma", "seğirme", "guruldama", "birisinin karna vurması", "kabarcık patlaması", "kıvranma" , "çok güzel bir parka tepe taklak yürümeye başlamak gibi" diye de tanımlanır. İlk bebek hareketi genellikle yanlış bir şekilde açlık ve gaz ağrısı zannedilir. Hatta bir kadın, "Bluzumda bir böcek geziniyor zannettim, fakat sonradan bunun bebeğimin hareketi olduğunu fark ettim" diye anlamıştır. Yirminci haftaya kadar bebek hareketlerinin hissedilmemesi beklenen bir durum olmadığından, hekiminizin ultrasonla değerlendirmesi gerekir. Eğer bebeğinizin kalp atımı güçlü ve her şey yolunda gidiyor gibi görünüyorsa, hekiminiz test yaptırmaya gerek duymayacaktır. İlk bebek hareketleriyle ilgili kaygılar, daha sonra yerini hareketlerin yeterince sık olmaması ya da bir süre fark edilmemesinden kaynaklanan kaygılara bırakır. Bununla birlikte gebeliğin bu döneminde bu kaygılar gereksizdir. Fark edilebilir hareketlerin sıklığı büyük değişkenlik gösterir. Hareketlerin özelliği değişken olmasıdır. Bebek sürekli hareketli olduğu halde bunların yalnızca bir bölümü duyulabilir ölçüde kuvvetlidir. Öteki hareketler bebeğin rahim içindeki duruşundan (örneğin dışa değil iç tarafa dönük tekmelemesinden) dolayı, ya da sizin faaliyetinize bağlı olarak duyulmayabilir (siz yürürken çocuğunuz uyuyabilir ya da uyanık olabilir, veya çok meşgulseniz küçük hareketleri fark etmeyebilirsiniz). Ayrıca siz tam da bebeğinizin en hareketli olduğu dönemde uyuyor olabilirisiniz. (Birçok bebeğin en hareketli olduğu zaman gece yarısıdır) Gün boyu hiç bebek hareketi duymamışsanız, durumu aydınlatmanın en iyi yolu akşamleyin tercihen bir bardak süt ya da iki saat uzanmanızdır. Sizin hareketsizliğiniz ve içtiğiniz şeyin vereceği enerji bebeğinizi harekete geçirecektir. Yine olmazsa bu kez birkaç saat uzanın, ama bu kez de olmamışsa kaygılanmayın. Birçok anne, 20. haftadan önce bir dönem bir yada iki gün, hatta bazen üç-dört gün boyunca hiçbir hareket hissetmeyebilirler. 20. haftadan sonra telaşa kapılacak bir durum olmasa da (kuşkusuz tahmin edersiniz ki bebeğinizin hareketleri başlamışsa), 24 saat boyunca bebek hareketi duymazsınız hekiminizi aramanız iyi bir düşüncedir. 28. haftadan sonra bebek hareketleri daha düzenli ve kararlı olmaya başlar. Artık yeri iyice daraldığı için hareketleri de sınırlanır. Daralmış yuvasında ancak dönebilir ve kıpırdanabilir. Başı leğene yerleştiğinde artık daha da az hareket edebilir. Araştırmalar, annelerin her gün bebeklerinin hareketlerini kontrol etme alışkanlığını edinmelerinin iyi bir uygulamaya olduğunu göstermiştir. Bu evrede, her gün hareket hissetmeniz koşuluyla, hareketin ne olduğu önemsizdir. Eğer hiç hareket hissetmiyorsanız veya ani panik benzeri bir hareket olursa hekiminize danışın. Bebekler de insandır. Onların da bizim gibi topuklarıyla diz veya dirsekleriyle tekmeledikleri "hareketli" ya da uzanıp kaldıkları, "sakin" zamanları vardır. Çoğunlukla onun hareketliliği sizin ne yaptığınıza bağlıdır. Rahim dışındaki bebekler gibi, rahim içindeki bebekler de sallandıklarında uyurlar. Bu nedenle gün boyunca hareketli olduğunuz zamanlarda bebeğiniz gündelik ritminizle hareketsizleşir. Böylece -kısmen bebek yavaşlamış olduğundan, kısmen de siz meşgul olduğunuzdan- tekmeleri pek fark etmezsiniz. Siz yavaşlar yavaşlamaz bebeğiniz hareketlenmeye başlar. Bu yüzden bir çok gebe kadın bebek hareketlerini geceleyin veya sabahleyin yatakta hisseder. Ayrıca anne öğünde ya da öğün arasında bir şeyler yiyince, belki de kanındaki şeker miktarının artışına tepki olarak, bebeğin hareketliliği artabilir. Bazı gebeler kendileri sıkıntılı ya da sinirli olduklarında da bebeğin hareketlerinin arttığını bildirmişlerdir; bu durumda bebek annenin adrenaliyle uyarılmış olabilir. Bebekler 24. ve 28. haftalar arasında en hareketli dönemlerini yaşarlar, anca bu dönemdeki hareketler düzensiz ve genellikle kısadır ve ultrasonda görülebilirse de meşgul olan annenin hissedemeyeceği niteliktedir. 28. ve 32. haftalar arasında bebek hareketleri, dinlenme ve hareketlilik olarak tanımlanan dönemlerle daha düzenli ve sürekli hale gelir. Başka gebe kadınların bebekleriyle kendi bebeğinizin hareketlerini karşılaştırmayın. Her yeni doğan gibi ana karnındaki her bebek de hareketlilik ve gelişme yönünden kendine özgüdür. Bazılar her zaman hareketlidir, bazılarıysa çoğunlukla sakin. Bazılarının tekmeleri düzenlidir; bazılarının hareket düzenleri anlaşılamaz. Hareketliliğin kesin yavaşlaması ya da kesilmesi olmadığı sürece pek çok durum normaldir. Son araştırmalar 28. haftadan itibaren bebeğin hareketlerini annenin günde iki kez, bir kez annenin daha hareket olduğu sabah saatlerinde ve bir kez de daha hareketli akşam saatlerinde kontrol etmesinin yerinde olacağını gösteriyor. Hekiminiz başka bir test önermediyse, aşağıdaki testi uygulayabilirsiniz: Saymaya başladığınızda saate bakın. Her türden hareketi (tekme, çalkalanma, dönme) sayın. 10'a ulaştığınızda saymayı kesin ve saate bakın. Genellikle on dakika içinde on kadar hareket saymış olursunuz. Bazen biraz daha fazla olabilir. Bir saat sonunda hala on hareket sayamadıysanız, süt için veya hafif bir şeyler atıştırın; sonra sırtüstü uzanın, gevşeyin ve saymayı sürdürün. On hareket saymadan iki saat geçmişse gecikmeden doktorunuzu arayın. Hareketin olmayışı mutlaka bir sorun olduğu anlamına gelmese de, zaman zaman bebekte sıkıntı işareti olabilir. Böyle durumlarda hızla eyleme geçmek gerekebilir. Doğum yaklaştıkça bebek hareketlerini düzenli olarak kontrol etmek de giderek daha fazla önem kazanır. Bebeğiniz rahimde büyüdükçe daha güçlenir ve bir zamanlar kelebek dokunuşu gibi olan hareketler artık iyice güçlü bir hale gelir. Kaburgalarınıza, rahim ağzına veya karnınıza canınızı yakacak kadar güçlü bir tekme yerseniz şaşırmayın. Özellikle güçlü bir saldırıya maruz kalırsanız, duruş şeklinizi değiştirmeyi deneyin. Bu, küçük saldırganın dengesini değiştirerek saldırıyı geçici olarak durdurabilir. |
Kadın Sağlığı Ve Jinekoloji
Gebelikte cilt değişiklikleri hastalıkları Gebelik kadın vücudunda pekçok değişime neden olan bir süreçtir. Hormonal ve mekanik nedenlere bağlı olarak gelişen bu değişimler gerek direk gerekse dolaylı yollardan kadının psikolojisini de etkiler. Bazı kadınlar gebeliğin vücudunda meydana getirdiği değişimlerden büyük bir hoşnutluk duyar ve gebeliğin kendisini güzelleştirdiğini düşünürken, oldukça önemli bir grup kadında çirkinleştiğini düşünür ve hatta kendi vücudundan utanır hale gelir. Oysa gebelik her kadına yakışan çok güzel ve farklı bir olaydır. Gebelikte kilo artışı, ve karnın büyümesi dışında görülebilen en önemli fiziksel değişim ciltte yaşanır. Hem hormonların hem de büyüyen karnın etkisi ile ortaya çıkan bu değişikliklerin bir kısmı gebelik sonrası eskiye dönerken, bir kısmı da kalıcı olur. Çatlaklar Gebelikte ortaya çıkan cilt değişimlerinden en sık bilineni karın çatlaklarıdır. Stria Gravidarum adı verilen bu çatlaklar tüm gebe kadınların %50 ile 90'ında ortaya çıkar. Hemen hemen bütün kadınlar bu çatlakların ortaya çıkmasından korkmakta ve çekinmektedir. Büyük çoğunluğu karnın alt kısmında görülen lezyonlar gebeliğin ikinci yarısından itibaren belirmeye başlar. Nadiren uyluklar, kalçalar, memeler ve kollarda da görülebilir. Tipik görüntüsü deride ufak ve fazla derin olmayan çöküntüler şeklindedir. Açık tenli kadınlarda pembemsi bir rengi olabilir. Esmer tenlilerde ise etrafındaki cilt bölümlerinden oldukça açık renkte, hatta gümüş rengindedir. Ciltte bulunan kollajen adı verilen maddenin ayrılmasından dolayı görülürler. Ağrılı değillerdir ancak hafif bir kaşıntıya yol açabilirler. Hem mekanik gerilmeye bağlı olarak hem de hormonal nedenler ile ortaya çıkabilirler. Çatlakların önlenmesi her zaman mümkün olmaz. Piyasada gebelik çatlaklarını engellemek için satılan pekçok ürün olmasına karşın etkinlikleri her zaman tatminkar değildir. Ailevi yatkınlık söz konusudur. Annesi ya da kızkardeşinde bu türden çatlaklar olanlarda daha sık görülür. Irkın da etkisi olduğu tahmin edilmektedir. Örneğin siyah ırkda daha az rastlanır. Ani ya da olması gerekenden fazla kilo artışı olanlarda çatlaklar daha kötü olur. Önlemek için yapılabilecek en iyi şey bol sıvı almaktır. Sıvı miktarı yüksek olan sağlıklı bir cilt gerilmeye daha iyi yanıt verir. Çatlakların büyük bir kısmı doğumdan sonra kaybolmaz. Rengi biraz daha açılarak gümüşi bir hal alır. Pekçok kadın bu durumdan rahatsızlık duymaz ve bunu anne olmanın bir işareti olarak gururla taşır. Daha az sayıda kadın ise çatlaklardan kurtulmak ister. Bu amaçla geliştirimiş pek çok cerrahi teknik vardır ve bu teknikler plastik cerrahlar tarafından uygulanır. Sonuçlar tatminkar olmaktadır. Özetleyecek olursak: Aile öyküsü ve genetik yatkınlık çatlakların ortaya çıkmasında önemlidir. Anneniz ya da kızkardeşlerinizde varsa büyük olasılıkla sizde de görülecektir. Eğer önceki hamileliklerinizde çatlak olduysa bu hamileliğinizde de oluşması kuvvetli bir olasılıktır. Önceden kalan çatlakların rengi geçici olarak koyulaşabilir. Ani kilo artışı. Çok hızlı ve fazla miktarda kilo aldıysanız çatak ile karşılaşma olasılığınız yüksek demektir. Beslenme durumu. Yeterli miktarda sıvı alan ve dengeli beslenen kadınlarda daha az ve daha hafif şiddette çatlak olduğunu unutmayın Irkın önemini akılda tutun. Gebelik Maskesi Cholasma olarak da adlandırılan gebelik maskesi gebelik esnasında yüzde meydana gelen değişimleri ifade eder. Gebelik sırasında melanotropin adı verilen madde fazla miktarda salgılanır. Bu madde burun, yanaklar ve alın civarında pigmentasyon artışına yani koyulaşmaya yol açar. Güneş ışınları duruma yol açmamakla birlikte olayın şiddetini arttırabilir. Gebe kadınların %45 ile 70'inde gebeliğin 4. ve 5. ayından başlayarak gebelik maskesi görülebilir. Kalıcı olmayan bu durum doğumdan sonra birkaç ayda kendiliğinden geriler ve kaybolur. Gebeliği sırasında makyaj yapan kadınlar cholasma'yı saklayabilirler. Gebelk maskesini önlemenin en kolay yolu güneşe çıkarken çok yüksek faktörlü koruma kremleri sürmektir. Kış aylarında da güneşin bu tür etkisi olabileceği unutulmamalı ve koruyucu krem sürmek ihmal edilmemelidir. Koyulaşmalar sadece yüzde olmaz. Meme başları, koltuk altları, genital bölge de de gebeliğin sonlarına doğru renk değişiklikleri görülebilir. Bu değişiklikler önemli değildir ve doğumdan sonra kaybolurlar. Linea nigra Orta hat üzerinde, kasıktan göbek deliğine kadar uzanan koyu renkli bir çizgidir. İlk gebeliğini yaşayanlarda gebeliğin üçüncü ayından başlayarak ortaya çıkar. Tecrübeli annelerde ise daha erken dönemde görülebilir. Her kadında görülmez.Bazı toplumlarda bu çizginin görülmesi bebeğin erkek olduğu şeklinde yorumlanır ancak bunun gerçekle bir ilgisi yoktur. Sivilce Gebelikte meydana gelen hormonal değişimler ciltte yağlanma ve sivilceye neden olabilir. tamamen geri dönüşümlü olan bu sivilceler gebelik sırasında bol sıvı alımı ve düzenli yapilan cilt temizliği ile bir ölçüde engellenebilir. Damarlanma Gebelik sırasında kanda artan östrojen seviyelerine bağlı olarak özellikle yüz, boyun, göğüs, kol ve bacaklarda değişik şekillerde damarlanmalar ortaya çıkabilir. Bu damarlanma yıldız şeklinde ve ciltten hafif kabarık yapılardır. Üzerine baskı uygulayınca renkleri solmaz. Bu yapılara örümcek ağına benzedikleri için İngilizce'de örümcek anlamına gelen spider kelimesinden esinlenerek "spider veins" adı verilir. Kadınların %60 civarında görülür ve doğumdan sonra kendiliğinden kaybolur. Palmar Eritem Tıbbi adı palmar eritem olan avuç içlerinde kızarıklık ve beneklenmenin nedeni tam olarak bilinmemektedir.Bununla birlikte artmış östrojen miktarına bağlı olarak ortaya çıktığı düşünülmektedir. Gebe kadınların %50-55'inde rastlanır. Zencilerde daha nadir görülür. Nadiren ayak tabanlarında da saptanabilir. Herhangi bir yakınma yaratmayacağı gibi hafif yanma ve kaşıntı olabilir. Her zaman kullanılan nemlendiriciler yararlı olabilir. Karaciğer hastalıklarının önemli bir bulgusu olan palmar eritem varlığında kan tetkileri ile karaciğer fonksiyon testleri yapılmasında fayda vardır. Palmar eritem doğumdan sonra östrojen düzeylerinin normale inmesi ile kaybolur. Diğer değişiklikler Gebelik sırasında bazı kadınlrda saç ve tırnaklar normalden daha hızlı uzar. Tırnaklarda incelme ve kolay kırılma görülebilir. Bazı bölgelerde aşırı tüylenme olabilir. Terleme artabilir. Tüm bu değişiklikler hormonal artışlara bağlıdır ve gebelik sona erdikten sonra gerilerler |
Kadın Sağlığı Ve Jinekoloji
Gecikmiş doğum günaşımı sürmatürasyon 42 Haftadan uzun süren gebeliklere GÜN AŞIMI adı verilir. Sürmatürite, postterm, postmatürite olarak da adlandırılabilir. Ortalama gebelik süresi insanoğlunda son menstrüel periodun ilk gününden itibaren 280 gündür. Ovulasyon (yumurtlama) tarihinden itibaren de 266 günlük bir süreyi kapsar. Tahmini doğum tarihi Neagele formülü ile hesaplanır. Bu basit formülde son adet tarihinin ilk gününe 7 gün eklenerek ve 3 ay geri giderek tahmini doğum tarihine ulaşılır. Ancak bu tarih kesin değildir ve 15 gün önce ve sonrası da normal olarak kabul edilmektedir. Her kadında ovulasyon (yumurtlama) tabii ki tam olarak bilinemediğinden doğum tarihinin belirlenmesinde son menstrüel periyot baz alınır. Eğer ovulasyon tarihi net biliniyorsa gebelik süresi ile ilgili daha kesin bilgilere ulaşılabilir. BEBEĞE AİT RİSKLER: Gün aşımında, bebeği bekleyen en önemli risk, plasentada dolaşım bozulmasına bağlı olarak oksijen ve besin maddelerinin yeterince taşınamaması sonucu fetal distres gelişimidir. Oksijenlenmenin azalması sonucu fetusun ilk tepkilerinden biri, hareketini kısıtlaması ve oksijen kullanımını azaltmaktır. Bu nedenle özellikle gün aşımı olan gebeliklerde, bebek hareketleri bir sağlık göstergesi olarak dikkatlice izlenmelidir. Bir noktaya kadar tolere edilebilen oksijen kısıtlılığı, belli bir sınırın aşılması ile fetusta refleks olarak mekonyum denen ilk dışkının rahim içerisine yapılmasına neden olur. Bebek doğmadan amniyon sıvısı içine yaptığı bu ilk dışkı; doğum sırasında ve hatta anne karnında bebeğin akciğerlerinin mekonyumla dolmasına neden olur. Mekonyum aspirasyonu denen bu durum, bebekte ciddi zararlara yol açabilir. DİSMATÜRİTE SENDROMU: Normalde fetus 40. haftadan sonra çok az bir gelişme gösterir. Son haftalarda akciğer olgunlaşmasını da tamamlamış olan fetusta, cilt altı yağ depolanmaları dışında, herhangi bir gelişme beklenmez. Gün aşımı başladığında Dismatürite sendromu adı verilen tablo gelişmeye başlayabilir. Dismatürite sendromu gün aşımı olan bebeklerin yaklaşık üçte birinde görülmektedir. Genellikle cilt altı yağ depolarının kaybı sonucu buruşuk, kuru ve çatlak bir deri, uzun tırnaklar, uzun saçlar, hipotoni denen kas güçsüzlüğü, mekonyumla boyanmış sarı - yeşil veya kahverengi cilt, göbek kordonu ve zarlar ile karakterizedir. İRİ BEBEK: Bir grup sürmatüre bebekte beklenin üzerinde kilo artışı sonucu "iri bebek" (4000gr. Doğum tartısı üzeri) durumu söz konusu olabilir. Normal doğum eylemi sırasında sıkıntı yaratabilecek bu durumda doğum eyleminin uzaması, zor ve müdahaleli doğum (vakum, forseps) riskinin artması, doğum eylemi sırasında bebeğin omzunun takılması, epizyotominin (normal doğum eylemi sırasında vulvaya yapılan cerrahi kesinin) istenmeyen şekilde ilerlemesi ve çeşitli yırtıkların oluşumu, doğum sonrası uterin kasılmaların etkili olmaması nedeniyle aşırı kanama gibi sorunlara yol açabilir. OLİGOHİDRAMNİYOS Gün aşımı durumunda oligohidramniyos (bebeğin içinde bulunduğu sıvının miktarında azalma) oluşabilir. Bu nedenle gün aşımı olan bebeklerde amniyon sıvısı miktarının ultrason ile ölçümü önemlidir. Oligohidramniyos varlığı, bebeğin dolaşım bozukluğunun da göstergesi olduğundan özellikle önemlidir. Anne karnında ve doğum sırasında bebeğin daha çabuk strese girmesine neden olabilir. Oligohidramniyos saptandığından itibaren gebelik sonlandırılmalıdır. TEDAVİ: Doğumu planlamaktır. Sezaryen gerektiren bir durum varsa beklenmeden gebelik sezaryenle sonlandırılır. |
Kadın Sağlığı Ve Jinekoloji
Genital Herpes uçuk Yaygın adı ile uçuk olarak bilinen lezyon, Herpes Simpleks Virus (HSV) adı verilen virüsün yol açtığı bir enfeksiyondur. Sadece 45 milyon kişi A.B.D.'de bu hastalğa yakalanmıştır ve her yıl 500.000 yeni vaka ortaya çıkmaktadır. Bu tablonun dramatik olan yanı hastaların %80'i ya herhangi bir yakınma ortaya çıkmadığı ya da belirtileri yanlış yorumladığı için hasta olduğunun farkında değildir. HSV'nin 2 tipi vardır: HSV1 ve HSV2. HSV1 genelde dudak etrafındaki uçuk şeklinde lezyonlara neden olurken, HSV2 genelde genital organlarda enfeksiyon yaratmaktadır. Virus ilk defa enfeksiyon yarattıktan sonra sinir düğümlerinde sessiz olarak yıllarca bekleyebilmekte ve uygun ortam ve zamanda yeniden enfeksiyona neden olabilmektedir. Bu nedenle HSV enfeksiyonları sinsi enfeksiyonlardır. Belirtiler Herpes bulguları kişiden kişiye değişir. İlk atakta genelde virüs ile tamastan sonra 2 gün 3 hafta arası bir sürelik kuluçka devresini takiben yanma, kaşıntı, bacaklarda ağrı, kalça ve genital bölgede ağrı, vajinal akıntı, karın boşluğunda dolgunluk hissi görülebilir. Bu ilk bulgulardan birkaç gün sonra enfeksiyon alanında uçuk tarzı yaralar ortaya çıkar. Bu yaralar vajinada ve rahim ağzında olabilir. 3-4 gün içinde bu yaralar iz bırakmadan kaybolurlar. Bu aşamadan sonra virus omurilik düzeyinde sinir köklerine giderek yerleşir ve burada inaktive halde beklemeye başlar. Pekçok kişide de periyodik olarak re-enfeksiyona neden olur. Bu reenfeksiyonlar esnasında virusler sinirler boyunca ilerleyerek genelde ilk enfeksiyonu yarattığı alanların yakınında yeni lezyonları yapar.Her enfeksiyon atağı esnasında gözle görülebilen lezyonların bulunması şart değildir. Çoğu zaman fark edilmeyen ataklar olur. Bu dönemlerde vajinal salgılar ile virüs yayılımı olduğundan kadın cinsel partnerine hastalığı bulaştırabilir. Genital herpes lezyonunun tipik görüntüsü Tanı Gözle görülebilen lezyonların varlığında tanıyı koymak kolaydır. Ancak bunun HSV olduğunu göstermek için bazı laboratuvar tetkikleri gerekebilir. Bunun en iyi yolu aktif enfeksiyon sırasında lezyonlardan alınacak materyalde viral kültür yapmaktır. Ancak bu oldukça masraflı bir tekniktir. Materyalde virus üretilememesi hastalık olmadığı anlamına da gelmez. Kesin tanının çok zor olması nedeni ile pekçok vaka hatalı olarak teşhis ve tedavi edilmektedir. Kanda yapılan immünolojik testler ile de HSV varlığı saptanabilir. Ancak bu testler aktif enfeksiyonu göstermez. Sadece kişinin hayatının herhangi bir döneminde enfeksiyon geçirip geçirmediğini ve bağışıklık sisteminin virüse karşı antikor geliştirip geliştirmediğini belirler. Antikorlar bulunsa bile bunlar kişiyi yeni enfeksiyonlardan korumaz. Kan testi ayrıca oral ve genital enfeksiyonların ayrımını da sağlayamaz. Son zamanlarda HSV1 ve HSV2'yi ayrıdedebilen kan testleri geliştirilmiş olmakla beraber bunların yaygın kullanımı henüz daha mevcut değildir. Tedavi Günümüzde Herpes tedavisi için değişik ilaçlar mevcuttur ancak bu ilaçlar kesin tedavi sağlayamamaktadırlar. Viral bir enfeksiyon olduğu için antibiyotikler etkisiz olmaktadır. İlaçlar sedece ilk atağın şiddetini azaltmakta ve süresini kısaltmakta , daha sonraki atakların ise sıklığını düşürmektedir. HSV enfeksiyonu geçiren kişiler bazı birkaç basit kurala uyarak enfeksiyonun süresini ve bulaşıcılığı azaltabilirler. Bu önlemlerden en basit fakat en önemli olanı enfekte alanı temiz ve kuru tutmaktır. Uçuk olan bölgeye dokunmamak ya da dokunduktan sonra hemen elleri yıkamak son derece önemlidir. Lezyonlar tamamen iyileşene kadar cinsel ilişkiden kaçınmak da önemli bir konudur. Tekrarlayan enfeksiyonlar travma, soğuk algınlığı, adet görme ya da stress gibi vücut direncini düşüren durumlarda ortaya çıkmaktadır. Riskler Genital Herpes enfeksiyonu bazı riskleri de beraberinde getirir.Ancak uzun dönem hayat kalitesini etkileyebilecek etkileri yoktur. Gebelik gibi genel vücut direncinin azaldığı durumda olan kişiler aktif enfeksiyon açısından dikkatli takip edilmelidirler. Eğer Herpesin ilk atağı gebelik esnasında ortaya çıkarsa bu durumda virüs bebeğe geçebilir ve bu tür gebeliklerde erken doğum riski her zaman bulunur. Neonatal herpes ile doğan (anne karnında iken virüs ile temas eden ve enfekte olan) bebeklerin %50'sinde nörolojik hasarlar ve ölüm meydana gelir. Bebeklerde beyin iltihabı, göz problemleri, ciddi boyutta döküntüler ortaya çıkar ancak bu bebeklerin büyük bir kısmı antiviral ilaç tedavilerinden yarar görürler. Bebeklerdeki risk büyük ölçüde annenin geçirdiği atağın ilk ya da tekrarlayan atak olmasına bağlıdır. Aktif enfeksiyon varlığını araştırmak için yapılan viral kültürlerin sonucu uzun bir süre aldığı için genital herpesden şüphelenilen vakalarda doğum şekli olarak sezaryen tercih edilir. Eğer aktif enfeksiyon yok ise sezaryen şart değildir |
Kadın Sağlığı Ve Jinekoloji
Genital tüberküloz Tüberküloz yani verem bir zamanların en tehlikeli ve en ölümcül hastalığıydı. Günümüzde ise eskisi kadar yaygın olmasa bile hala daha özellikle ülkemizde yaygın olarak görülmekte olan bir hastalıktır. Ancak geliştirilen antibiyotik ve aşılar sayesinde hem önlenebilen hem de tedavi edilebilen bir hastalıktır. Son 50 yılda tüberküloz tedavisindeki gelişmelere ve gelişmiş ülkelerde büyük ölçüde yok edilmiş olmasına karşın tüm dünyada bakıldığında önlenebilen ölüm sebepleri arasında 5. sıradadır. Dünya Sağlık teşkilatı 1990 yılında tüm dünyada 2.910.000 kişinin bu hastalık nedeni ile hayatını kaybettiğini açıklamıştır. Çarpıcı olan bu ölüm vakalarının sadece 40.000'inin gelişmiş ülkelerde meydana gelmesidir. Uzun süre belirti vermemesi nedeni ile ve ihmalkarlıklar sonucu ülkemizdeki tüberküloz görülme sıklığı tam olarak bilinmemekte, hastaların önemli bir kısmı saptanamamakta ve teşhis konulan hastalar yeterli düzeyde takip edilememektedir. Tüberküloz en sık solunum yollarını tutmaktadır. Bu hastaların %2-5 kadarında da genital tüberküloz saptanmaktadır. Genital tüberküloz primer ve sekonder olarak ikiye ayrılır. Son derece nadir olan primer genital tüberkülozda mikroorganizmanın ilk enfeksiyon yarattığı alan genital organlardır. Vakaların %99'dan fazlası sekonder tüberkülozdur. Burada vücudun başka bir yerinde (genelde akciğerler) bulunan enfeksiyon kan yolu ile genital organlara yayılır (dessendan enfeksiyon). Dış genital organların tüberkülozu son derece nadirdir. En sık endometrium ve adneksler (yumurtalıklar ve tüpler) tutulur. Klinik Genital tüberküloz vakalarında tüberküloz için tipik olan yorgunluk, kilo kaybı, gece terlemeleri, gece yükselen ateş çok nadir görülür. Genital tüberkülozlu hastalarda en sık başvuru sebebi infertilitedir. Hastalarda %25-50 oranında pelvik ağrı ve %10-40 oranında anormal kanama görülür. Endometriumda olan harabiyet nedeni ile zarlar birbirine yapışır (Asherman sendromu) ve bu durum hem infertiliteye hem de adet kanamasının azalmasına ya da olmamasına neden olur. Tüpler sıklıkla iki taraflı tutulur ve histerosapingografide (rahim filmi) görünümü tipiktir. Tanı Genital tüberkülozdan şüphelenilen vakalarda aile ve kişinin kendi öyküsü önemlidir. Daha önceden tüberküloz tanısı alıp almadığı, ailesi ve yakın çevresinde bu hastalığa sahip kişi olup olmadığı araştırılmalı ve detaylı bir fizik muayene yapılmalıdır. Tanıya yardımcı olması açısından akciğer grafisi çekilmeli ve PPD testi yapılmalıdır. İnfertilite nedeni ile müracaat etmiş hastalarda HSG çekilmeli, gerekli vakalarda endometrium biopsisi yapılmalıdır. Tedavi Genital tüberkülozun tedavisi tıbbidir. Ancak gelişmiş olan infertilite vakalarında tedaviye yanıt çok iyi değildir. Sebat eden vakalarda cerrahi tedavi de uygulanabilir. Çocuk isteği olmayan kadınlarda rahim alınabilir. Genital tüberküloz tedavisi güç ve yüzgüldürücü olmayan bir hastalıktır. |
Kadın Sağlığı Ve Jinekoloji
Gün Aşımı Gebelikte Gebeliğin son adet tarihinden itibaren 42. haftanın sonunda sonlanmamasına gün aşımı denir. Yaklaış % 10 gebelikte görüldüğü ileri sürülse de bunların büyük bir kısmı gerçekte gün aşımı değil son adet tarihinin yanlış bilinmesinden kaynaklanmaktadır. Fetus da beyin gelişmemesi (anensefali), fetusun böbrek üstü bezlerinde aşırı büyüme, hipofiz bezinin olmaması gibi bazı fetal yapısal bozukluklar ile yine fetusa ait bazı enzim bozuklukları doğumnun gecikmesine yol açabilir. Daha önceki gebeliklerinde gün aşımı olan kişilerde bu durumun tekrarlama olasılığı yüksektir. Tüm bunlara rağmen yine de gün aşımı olan gebelerin %90'ından fazlasında belirgin bir neden bulunamaz. 42 haftanın sonunda doğum gerçekleşmediğinde plasentada yaşlanma belirtileri boygörtermeye başlar. Bebeğe giden oksijen ve besin maddelerinde yetmezlik görülür. Bu durum bebeği sıkıntıya sokar. Bebek kakasını yapabilir. Bu durum uzun sürer ise ya da bebek bu maddeleri yutar ise doğum sonrası kimyasal zaatürre görülebilir. Yine gün aşımı ile bilikte amniyon mayiinde azalma ve buna bağlı komplikasyonlar ortaya çıkabilir. Bebek miadında normalkilosunda olmasına rağmen plasenta yetmezliği nedeni ile kilo kaybedebilir. Bunun tam tersi durum da söz konusu olabilir ve bebek kilo almaya devam eder ise iri bebek ve buna bağlı doğum riskleri ortaya çıkabilir. Gün aşımından söz edebilmek için gebelik yaşının çok iyi tayin edilmesi gerekir. Düzenli kontrole giden gebelerde ultrason takipleri ile gebelik yaşı bilindiğinden tanıda pek zorlanılmaz. 40 hafta dolduktan sonra ya da gebelik yaşından emin olunmadığı durumlarda fetal iyilik halinin değerlendirilmesinde kullanılan yöntemler ile bebeğin sıkıntıda olup olmadığı araştırılır. Genelde bu takipler 3 günde bir şeklinde uygulanır. 42. haftaya kadar doğum gerçekleşmez ise ya da bebeğin sıkıntıda olduğu fark edilir ise hastanın durumuna göre sezaryen ya da suni sancı ile gebelik sonlandırılır. |
Kadın Sağlığı Ve Jinekoloji
HELLP Sendromu Pekçok kadın için problemsiz geçen 280 günlük gebelik macerası bazı kadınlar için çok zor geçebilir hatta hem anne hem de bebek açısından çok üzücü sonuçlar doğurabilir. Komplikasyonlu geçen bu gebeliklerin takip ve tedavisi diğer gebeliklerden oldukça farklıdır. Tecrübe ve cesaret gerektirir. Gebeliğin anne hayatını da tehliaaae atabilen en önemli komplikasyonlarından birisi gebeliğe bağlı hipertansiyondur. Kısaca PIH (pregnancy induced hypertension) olarak adlandırılan bu durumun en ileri formu ise HELLP Sendromudur. PIH gebeliklerin yaklaşık %7'sinde, değişik derecelerde 20. haftadan sonra ortaya çıkar. HELLP sendromu ise bunun en ileri formudur ve neredeyse tüm vücut sistemlerini etkiler. İsmi görülen 3 temel bulgunun isimlerinin başharflerinden alınmıştır. Hemolysis (Hemoliz, kırmızı kan hücrelerinin yıkılması) ELevated liver Enyzmes (Karaciğer enzimerinde artma) Low Platelets (Kan pıhtılaşmasını sağlayan ve trombosit adı verilen hücreciklerin azalması) HELLP preeklempsinin bir formudur. İlk kez 1982 yılında Dr. Weinstein tarafından tanımlanmıştır. Gebeliklerin yaklaşık %0.2-0.6'sında görülür. Preeklemptik hastaların %12'sinde ortaya çıkar. Hastaların %11'i 27 haftadan küçük gebeliklerdir. Vakaların %31'inde ise doğumdan sonraki ilk 7 günde ortaya çıkar. Postpartum HELLP adı verilen bu tablo en sık doğumdan sonraki ilk 48 saatte gelişir. Anne kaybı oranı %1.1'dir. Bebeklerin ise %40-60'ı ya anne karnında ya da doğumdan sonra kaybedilir. bebeklerdeki en sık ölüm nedeni plasentanın erken ayrılması, bebeğin oksijensiz kalması ve prematürlüktür. HELLP çok tehlikeli bir durum olan dissemine intravasküler koagülasyon (DİK) adı verilen bir tabloya da yol açabilir. Bu tabloda kişinin kanama pıhtılaşma sistemi tamamen bozulmuştur. Kan damar içinde önce pıhtılaşır sonra çözülür ve bu ksıır döngü hasta kaybedilene kadar devam eder. Bazı HELLP vakalarında ise yüksek tansiyon olmayabilir ya da var olsa bile çok sınırda bir yükseklik izlenir. Bu nedenle HELLP tanısında hipertansiyon şart değildir. Bebek ölümü genelde erken doğuma ve plasenta kazalarına bağlı gelişirken anne ölümlerinin en sık sebebi DİK ve karaciğer yırtılmasıdır. HELLP sendromunun neden geliştiği tam anlamı ile anlaşılabilmiş değildir. Son yapılan çalışmalarda plasentadaki bir gelişim bozukluğunun bu tabloya neden olabileceği aaai ileri sürülmektedir. Yine plasentadaki çok ince kan damarlarında meydana gelen pıhtılaşmalar ve tıkanıklıklar altta yatan neden olabilir. Bu yüksek tansiyonlu gebelerdeki düşük kilolu bebeklerin durumunu açıklayabilir. Hemoliz Hemoliz kanın ana yapıtaşlarından biri olan kırmızı kan hücrelerinin (alyuvar, eritrosit, RBC) parçalanması ve normal yaşam süreleri olan 120 günden önce dolaşımdan yok olmasıdır. HELLP'de görülen hemoliz mikroanjiyopatik hemolizdir. Yani en küçük kan damarlarında meydana gelen yapısal bozukluk buradan geçen alyuvarların parçalanmasına neden olur. Buna endotel hasarı adı verilir. Endotel damaların içini döşeyen hücre tabakasının ismidir. Endotel hasarı sonucu kansızlık yani hemolitik anemi tablosu ortaya çıkar. RBC'ler yıkılınca içerdikleri maddeler direk dolaşıma katılır ve kan bilirubin düzeyleri yükselir. Hastada sarılık yani ikter tablosu görülebilir. Alyuvar yıkımı oladuğunda vücut buna kanın sıvı kısmını arttırarak reaksiyon verir. Bunu başarmak için böbreklerde atılan sıvı miktarı azalır. Bu nedenle HELLP hastalarında idrar çıkışı az olur. Kanın sıvı kısmı arttıkça oksijen taşıma kabiliyeti de paralel olarak azalır buna karşın kalbe binen yük artar ve tansiyon yükselmeye devam eder. Bu yüksek basınçlı ortamda sıvı damar dışına, doku boşluklarına kaçar ve ödem oluşur. Vücut bu yeni dolaşım sistemine uyum sağlamak zorundadır ve zaten oksijen taşıma potansiyeli iyice azalmış olan kan'ı oksijene en çok ihtiyaç duyulan bölgelere (beyin, kalp, böbrek gibi) yönlendirmeye çalışır. Damarlardaki kasılma ve gevşemeler sonucu sağlanan bu dolaşım tablosunda en az pay cilde düşer. Bu nedenle HELLP hastalarında cilt soluk beyaz görünebilir ve cilt altındaki çok ince damarların zedelenmesi neticesinde küçük morluklar ortaya çıkabilir. Bu değişimlere bağlı olarak hastada bazı şikayetler ortaya çıkabilir. Bunlar: Nefes darlığı Başağrısı Görme bozuklukları Bulantı Baş dönmesi Ödemdir. Trombositopeni Kanın bileşenlerinden biri olan trombositler pıhtılaşmadan sorumlu hücrelerdir.Kanamaya vücut ilk tepsisini trombositlerle verir.Kandaki trombosit sayısının azalmasına trombositopeni denir. Normal bir erişkinde 140.000-440.000 trombosit bulunur. Bu sayı kritik değer olan 50.000'in altına düştüğünde spontan, yani ortada hiçbir etken olmadan ortaya çıkan kanamalar görülebilir. Bu nedenle trombositopeni çok tehlikeli bir durumdur. Bazı gebelerde gebelik esnasında kan trombosit sayılarında azalma olabilir ancak bu tıpkı gebeliğe bağlı kansızlıkta görüldüğü gibi dilusyonel bir durumdur ve ciddi bir etki yaratmaz. Karaciğer enzimlerinde yükselme Karaciğer içindeki çok küçük damarların da zedelenmesi ve tıkanması sonucu karaciğerden dışarıya doğru olan kan akımı bozulur ve karaciğer gerilmeye başlar ve bu organdan salgılanan enzimlerde artış görülür. Belirtiler HELLP vakalarının %90'ı belirti verir. En sık görülen şikayetler Mide bölgesinde ağrı (Epigastrik ağrı) (%65) Bulantı ve kusma (%30) Başağrısı'dır (%31) Gebeliğin ikinci yarısında bu şikayetler ortaya çıktığında ilk akla gelmesi gereken HELLP sendromudur. Diğer belirtiler ise yüksek tansiyon, idrarla protein kaybı, ödem, halsizlik, sarılık gibi spesifik olmayan şikayetlerdir. Epigastrik ağrının sebebi karaciğerin şişmesi ve gerilmesidir. Karaciğer kapsülü altında kanamanın belirtisi de olabilir. Gebeliğe bağlı yüksek tansiyon tanısı ile izlenen hastalarda epigastrik ağrı ortaya çıkar ise durum çok ciddi demektir. Süratle müdahale edimez ise karaciğer yırtılabilir ve kanama nedeni ile anne adayı kaybedilebilir. Laboratuvar bulguları ve diğer klinik belirtiler hafifi olsa dahi karın ağrısının olması olayın sanıldığından çok daha ciddi olduğunun bir göstergesidir. Durum uzun sürdüğünde tüm organlar oksijensizlikten etkileneceğinden kalıcı böbrek hasarı ve böbrek yetmezliği gibi durumlar ortaya çıkabilir. Trombosit sayısı çok düşer ise kafa içi kanamalar dahi görülebilir. Help sendromu kliniği 3 kategoride incelenir. Sınıf 1: En ciddi formudur ve trombosit sayısı 50.000'den azdır Sınıf 2: Trombosit sayısı 50.000-100.000 arasındadır Sınıf 3: Trombosit sayısı 100.000'den fazladır. Anne ve bebek açısından riskler Gebelikte tansiyonu yüksek olan anne adayları böbrek hasarı açısından yüksek risk altındadırlar. Yine bu annelerde doğumdan sonra kan basıncının normale dönmemesi ve kronik hipertansiyon oluşması olasılığı mevcuttur. HELLP sendromu olan hastalarda ise ek olarak karaciğer yırtılması DİK Plasentanın erken ayrılması (abruptio plasenta) ve buna bağlı gelişen komplikasyonlar Akut böbrek yetmezliği Herhangi bir dokuda oksijen yetmezliğine bağlı enfarktüs Hipoglisemi Pankreas iltihabı Nörolojik yakınmalar Beyin kanaması İnme Akciğer ödemi Beyin ödemi Solunum problemleri Konvülsiyonlar Ölüm gibi komplikasyonlar görülebilir. En sık anne ölüm nedeni karaciğer yırtılmasına bağlı ani ve süratli karın içi kanamalardır. Hipertansiyon ve HELLP sendromu sadece anneyi değil bebeği de bazı riskler altına sokar. Rahim ve plasentaya olan kan akımı azaldığı için bebekte gelişme geriliği hatta buna bağlı ölüm görülebilir. En sık bebek ölüm nedeni ise prematür doğuma bağlı gelişen komplikasyonlardır. Plasentada meydana gelen enfarktüsler ve/veya plasentanın ayrılması ise anne karnında bebek ölümüne yol açabilir. HELLP sendromlu annelerden doğan bebeklerde görülebilecek sorunlar şunlardır: Gelişme geriliği Doğum sonrası solunum desteği ihtiyacı Düşük kan şekeri Düşük trombosit sayısı Yüksek alyuvar sayısı Düşük akyuvar sayısı Kalp ve dolaşım siteminde anomaliler Kas tonüsünde azalma Düşük kalsiyum seviyesi Düşük kan basıncı Tedavi HELLP sendromunda tedavi tanı konduğu anda gebeliğin sonlandırılmasıdır. Bazı yazarlar çok riskli olmasına rağmen bir süre destekleyici tedavi ile beklenebileceğini ancak bu riski hem hekimin hem de ailenin kabul etmesi gerektiğini ileri sürmektedirler. Gebeliğin sonlandırılmasında tercih edilecek yöntem sezaryendir. Gebelik sonlandırıldıktan sonra hastalarda dramatik bir iyileşme çok süratli bir şekilde gerçekleşmektedir. Gerek sezaryen esnasında gerekse ameliyattan sonra hastanın kan tablosu düzeltilmeye çalışılır. Bu amaçla hastaya taze kan, taze donmuş plazma ve/veya trombozit solüsyonları verilir. Kan proteinleri düşük ise takviye yapılır. Hastanın durumuna göre destekleyici tedavi uygulanır. Bebek ise standart prrematüre tedavisine alınır. Yüksek tansiyonlu anne adaylarının bebekleri uzun süreli strese maruz kaldıklarından solunum sistemleri diğer bebeklere göre çok daha erken olgunlaşır. Bazı bebeklerde solunum desteği dahi gerekmeyebilir. Korunma Gebeliğe bağlı yüksek tansiyon ve HELLP sendromundan korunmak tam anlamı ile mümkün değildir. Ancak alınacak birkaç basit önlem ve tedavi riski azaltabilir. Bu açıdan en önemli şey kontrollere ihmal etmeden gitmektir. Her kontrolde kan basıncı ve kilo artışı ölçülmeli ve özellikle 20. haftadan sonra idrar tetkiki yapılmalıdır. Gerekli olduğu hallerde kan biyokimyası ve enzimler konrtol edilmeli kan sayımı yapılmalıdır. Bu sayede vaka çok erken dönemde yakalanabilir ve üzücü sonuçların doğmasının önüne geçilebilir. Bunlar dışında protein alımı ve kalsiyum alımı ile preeklempsi riskinin azaldığı ileri sürülmüş olmasına rağmen heniz kanıtlanmış bir bulgu yoktur. Düşük doz aspirin kullanımı ile preeklempsi arasındaki ilişki pekçok çalışmaya konu olmuştur. Bu çalışmalarda çok değişik sonuçlar elde edilmekle birlikte aspirinin asıl olarak daha önceki gebeliklerinde preeklempsi geçiren kadınlarda daha etkili olduğu sonucuna varılmıştır |
Kadın Sağlığı Ve Jinekoloji
hiperprolaktinemi prolatkin hormon yüksekliği Prolaktin beyinde hipofiz adı verilen bir bölgeden salgılanan bir hormondur. Kandaki normal değeri 10-25 ng/ml'dir.Vücuttaki asıl görevi süt üretilmesidir. Üretilen sütün meme uçlarından salınmasının sorumlusu ise oksitosin adı verilen başka bir hormondur. Prolaktin hipofiz dışında az miktarlarda endometrium ve myometriumdan da (rahim iç zarı ve rahim kası) salgılanır. Prolaktinin salınımı pek çok faktöre bağlıdır. Ancak asıl olarak dopamin adı verilen bir madde prolaktin salınımından sorumludur. Vücutta 5 değişik türde prolaktin vardır. Bunların herhangi bir andaki bioaktivite ve immunoaktiviteleri farklıdır. Bioaktivite hormonun vücutta etki yaratmasını anlatırken immunoaktivite kabaca yapılan kan testlerinde saptanmasıdır. Bunu şöyle bir örnekle anlatabiliriz. Vücutta fazla olan prolaktin süt salınımına ve adet düzensizliğine neden olur. Bu hormonun biokativitesidir. Ancak klinik olarak yakınmalar olsa bile kan testlerinde hormon düzeyleri normal olarak bulunabilir.Bu örnekte verilen hastada bioaktivite yüksek ancak immunoaktivite düşüktür. Tam tersi durumlar da söz konusu olabilir. Yani kan hormon düzeyleri yüksek olmasına rağmen hastada klinik bir bulgu yoktur. Bu kişide de hormonun immunoaktivitesi yüksek bioaktivitesi düşüktür. Prolaktin fazlalığı kadınların yaklaşık 3 de birindeki adet gecikmelerinin nedenidir. Yine prolaktini yüksek olan kadınların 1/3'ünde galaktore yani memelerden süt gelmesi görülür. Galaktoreli kadınların da 1/3'ünde adetler normaldir.Prolaktin adet görmede rol alan GnRH adı verilen hormonların salınımını bozarak adet gecikmelerine ve kısırlığa neden olabilir. Prolaktin düzeyi ile klinik bulgular çoğu zaman birbiri ile paralel olmazlar. Prolaktini yüksek kadınların bir kısmında hipofizde adenom adı verilen tümör bulunur. Ancak bu tümör kötü huylu yani kanser değildir. Büyüklüğü 10 mm'den az olan tümörlere mikroadenom, daha büyük olanlara ise makroadenom adı verilir. Belirtiler Hiperprolaktineminin en sık görülen belirtisi memelerden süt gelmesi ve adet düzensizliğidir.Ayrıca adet görmeme, kısırlık gibi şikayetler de olabilir. Çok büyük tümörlerde şiddetli baş ağrıları ve görme bozuklukları olabilir. Galaktore: Galaktore memelerden uygunsuz sıvı gelmesi demektir. Bu sıvı genelde beyaz veya renksizdir.Her iki memede ya da tek birinde olabilir. Galaktoreye neden olan durumlar şunlardır: Östrojen fazlalığı (doğum kontrol hapları, östrojen salgılayan kistler vb) Uzun süre emzirme Bazı ilaçlar Stres Beyin lezyonları Tiroid hormonu azlığı Hipofiz adenomu Myom vb gibi patolojik prolaktin salgılanması Amenore: Adet görmeme. Prolaktini yüksek kadınların yaklaşık %33'ünde görülür. İnfertilite: Prolaktin yüksekliği GnRH salınımını bozarak yumurtlama bozukluklarına ve dolayısı ile infertiliteye neden olur. Tanı Hiperprolaktinemi yani kanda prolaktin fazlalığının tanısı kanda bu hormonun düzeyinin incelenmesi ile konur.Düzey yüksek bulunduğunda adenom olup olmadığının anlaşılması için ilk önce kafa filmi çekilir. Burada kemik yapılarda deformasyon saptanmaz ise tomografi ya da manyetik rezonans çekilmesi gerekebilir. Bu şekilde tanı konur. Eğer hormon düzeyleri çok yüksek değil ise kanda hormon tayini dışında ek bir tanı yöntemine gerek yoktur. Tedavi Eğer tek sorun galaktore ise genelde tedavi gerektirmez. Beraberinde prolaktin de yüksek bulunur ise seviyesi önemlidir. Eğer 100 ng/ml'den düşük ise ileri bir tanı yöntemi gerekmez. İlaç tedavisinden fayda görür. İnfertilite nedeninin prolaktin yüksekliği olarak saptandığı ve değerin 100'den düşük olduğu hastaların %80'i ilaç tedavisi ile gebe kalır. Eğer değer 100 ng/ml'den yüksek bulunur ise ileri tetkik gerekir. Çekilen filmler neticesinde mikroadenom bulunur ise yine tek başına ilaç tedavisi ve takip önerilir. 100 den büyük değerlerde ise cerrahi gerekli olabilir. Gebelik ve Prolaktin Gebeliğin 8. haftasından itibaren prolaktin düzeyleri kanda artmaya başlar ve miadda en yüksek düzeyine ulaşır (200-400 ng/ml). Prolaktin memenin büyümesini uyarır ve gebelik esnasında süt kanallarından klostrum adı verilen ve halk arasında ağız da denilen maddenin yapımını sağlar. Gebelik sırasında kanda yüksek oranda bulunan progesteron hormonu tam manası ile süt yapılmasını engeller. Doğumdan sonra progesteron ortamdan kalktığı için süt üretimi başlar. Bu nedenle doğumdan sonra süt gelmesi 72 saati bulabilir. Emzirmeyen annelerde ise doğumdan sonra 7 günde kan düzeyleri normal gebelik öncesi seviyelerine iner.Gebelikte prolaktinin bebeğin akciğer gelişminde rol oynadığı ve yine bebeğin anne tarafından yabancı cisim olarak algılanıp atılmasını engellediği ileri sürülmektedir. |
Kadın Sağlığı Ve Jinekoloji
Histerosalpingografi Histerosalpingografi, rahim ve tüplerin rontgen filmlerinde görülebilen yani kontrast bir madde ile doldurulması ve radyolojik olarak tüplerin açık olup olmadıklarının ve rahim içi durumunun gösterildiği bir yöntemdir. Kısaca rahim filmi diyebiliriz. Kontrast madde bir kanül aracılığıyla rahim içine verilir bu madde röntgen filminde organların görülmesini sağlar. Histerosalpingografi; kısırlığın, ağır kanamaların, ağrılı menstürasyonların ve menstürasyon düzensizliklerinin araştırılmasında kullanılır. Bu yöntemin bir hastada uygulanabilmesi için, adetin bitiminden sonraki ilk hafta tercih edilmelidir. Özellikle 5-10. günlerde yapılmalıdır. Kanamanın olduğu ilk günün adetin birinci günü olduğu unutulmamalıdır. Ayrıca bu dönem içinde hasta cinsel temasta bulunmamış olmalıdır. Histerosalpingografi uygulamasından önceki gece hasta ağır yiyecekler yememeli, çorba, salata türü hafif yiyecekler tercih edilmelidir. İşlemin yapılacağı günün sabahı hasta kesinlikle hiçbirşey yiyip içmemelidir. Bir gece evvelki barsak temizliği için ilaç (laksatif) alınmalıdır. Barsakların boş oluşu daha net görüntü elde edilmesini sağlar. Eğere hastanın kontrast maddeye karşı alerjisi olduğunu biliyorsa bunu doktoruna söylemelidir. Hasta işlemden hemen önce idrarını yapmalıdır. İşlem sırasında ağrı kesici ve kas gevşetici ilaçlarda hastanın durumuna göre uygulanır. Kontrast madde rahim içi ve tüplere verilmeden önce abdomen (karın) filmi çekilir. Hasta işlem masasına kadın doğum muayene pozisyonunda yatırılır. Verilecek ilaç batın içine gideceğinden temizlik kurallarına çok dikkat edilmelidir. Spekulum denen aletle vajina(hazne) açılır ve serviks(rahim ağzı) temizlenir. Daha sonra serviks(rahim ağzı) sabitlenir ve bunun içinden kanül geçirilir. Bu kanül aracılığıyla kontrast madde rahim içine yavaş yavaş verilir ve röntgen filmi çekilir. Film hemen değerlendirilir, istenilen netlik veya görüntü yoksa işlem tekrarlanır. Kontrast madde tüplere gelince hasta hafif bir ağrı duyabilir. Tüpler açıksa kontrast madde pelvis boşluğuna yayılır. İşlemden sonraki 1-2 gün boyunca hasta ara ara kramplar hissedebilir. Vajinal kanama görülebilir. Doktorun verdiği ağrı kesiciler muntazaman alınmalıdır. Beklenmedik bir durum oluştuğunda hasta süratle doktorunu arayıp bilgi almalıdır. Bu yöntemin komplikasyonları (Yan Etkileri): Rahim içinin gerilmesine bağlı ağrı ve kramplar gelişebilir. Ateş oluşabilir. Kontrast maddeye karşı allerjik reaksiyon gelişip deri döküntüleri, nefes darlığı vs. oluşabilir. Genital organlar veya komşu organlarda enfeksiyon varsa bu işlem sırasında yayılabilir. Hasta ovulasyon (yumurtlama) döneminde ise meydana gelebilecek bir gebeliği engelleyebilir. Bu yöntemin uygulanamayacağı durumlar: 1-Bütün ateşli ve enfeksiyöz hastalar veya nekahetleri esnasında, 2-Menstrürasyon (adet) esnasında, 3-Gebelikte |
Kadın Sağlığı Ve Jinekoloji
drarda gebelik testi evde gebelik testi Hamile olduğundan şüphelenen ve adet gecikmesi yaşayan pekçok kadın eczaneden kolayca temin ettiği gebelik testi ile hamile olup olmadığını öğrenmeye çalışır. Bu hem son derece ucuz, hem kolay hem de özel bir yöntemdir. Özeldir çünkü testi uygulayan kadından başka kimse sonucu bilemez. Pekçok kadın için bu önemli bir özelliktir. Kadın hamile olup olmadığını herkesten önce öğrenmek ve bu özel anı doyasıya yaşamak ister. Tam tersi şekilde istenmeyen bir gebelikten korkan kadın da hamile olup olmadığını başkalarının bilmesini istemeyebilir. Her yıl tüm dünyada milyonlarca gebelik testi satılmaktadır. Evde yapılan gebelik testi anlamında "home pregnancy test" (HPT) olarak adlandırılan bu yararlı kitler her zaman doğru sonuç vermeyebilir. Hatalı pozitif ya da hatalı negatif sonuçlar kişide hem psikolojik hem de fiziksel travmaya neden olabilir. Bu nedenle gebelik testi kitlerini kullanırken çok dikkatli olmak gerekir. Öte yandan e-posta ile gelen pekçok sorudan HPT'lerin ne zaman ve nasıl kullanılması gerektiği ile ilgili yeterli bilgiye sahip olunmadığı sonucu çıkmaktadır. HPT gebeliği nasıl saptar? Bir gebelik oluştuğunda herhangi bir testin bu gebeliği saptayabilmesi için hCG adı verilen hormonun varlığı temel şarttır. hCG yalnızca gebelikte salgılanan bir hormondur ve salgılanabilmesi için döllenmiş yumurtanın blastokist aşamasına ulaşıp rahim içine yerleşmesi gerekir. Bu genelde yumurtlamayı takiben 6-10 gün içinde meydana gelen bir olaydır. Teorik olarak hCG döllenmeyi takip eden 9. gün civarında salgılanmaya başlar. Hormonun kanda yeterli düzeye ulaşıp idrarla da atılması için ek zamana gerek vardır. Çok erken dönemlerde hormon kanda yükselmeye başlamasına rağmen idrarl atılması gecikebilir. Normalde gebe olmayan bir kadında kandaki hCG düzeyi mililitrede 10 milienternasyonel üniteden (mIU) daha düşüktür HPT'nin hassasiyeti ne demektir? HPT'nin hassasiyeti idrarda saptayabildiği en düşük miktardaki hCG değeri anlamına gelir. Bugün piyasada satılan pekçok gebelik testinin hassasiyeti 20-50 mIU/mL arasındadır. Yani hCG değeri 20-50 mIU/mL'nin altındaysa test sonuç vermez. Oysa kan testi hCG değerini tam olarak yansıtır.Bu nedenle kan testi daha adet gecikmesi ortaya çıkmadan sonuç verebilir. Testin duyarlılığı yani hassasiyeti ne kadar yükaaaae yani ölçebildiği hCG düzeyi ne kadar düşükse gebeliği erken dönemde gösterme olasılığı da o kadar yüksektir. HPT nasıl yapılır? Her gebelik testinin kendine ait özellikleri olabilir. Bu nedenle eczaneden test aldığınızda kullanma talimatını mutlaka okuyunuz. Test için en uygun örnek orta akım idrarıdır. Yani idrar yapmaya başlayıp biraz idrarı boşa akıttıktan sonra idrar örneği almanız daha uygundur. Testin özelliğine göre idrarınızı bir kaba alıp damlalık ile damlatmanız, idrar kabına batırmanız ya da direkt olarak idrarınızı yaparken testi akan idrara tutmanız uygulanabilecek yöntemlerdir. HPT en erken ne zaman sonuç verir? "Arkadaşımla ilişkide bulundum daha sonra hemen gidip gebelik testi aldım sonuç negatif çıktı. Kesinlikle hamile olmadığımdan emin olabilirmiyim?" şeklinde sorular e-posta ya da telefon ile bana yöneltilen sorular arasında sıkça yer almaktadır. Bu kadar erken dönemde gebelik olup olmadığını ancak Tanrı bilebilir. Daha öncede belirttiğim gibi gebelik testinde gebeliğin saptanabilmesi için embryonun rahim içine yerleşmiş olması gerekir. Bu nedenle test en erken yumurtlamadan sonraki 8-9. günde saptanabilir. Ancak yumurtlamanın geç olması, embryonun beklenenden daha geç yerleşmesi gibi nedenler ile bu dönemde yapılan idrar testi genelde negatif çıkar. Bu dönemde yapılan gebelik testinin negatif çıkması hatalı negatif anlamına gelmez ve hamile olmadığınızı göstermez. En akılcı ve ekonomik yaklaşım adet kanamasını beklemek eğer gecikme olursa test yapmaktır. 2001 Ekim ayında JAMA dergisinde yayınlanan geniş kapsamlı bir araştırmada adet gecikmesinin olduğu günde yapılan idrarda gebelik testinin duyarlılığının %90 olduğu saptanmıştır (JAMA. 2001;286-1759-1761). Geriye kalan %10 olguda daha henüz embryo rahime bile yerleşmemiştir. Yine aynı çalışmaya göre bu testlerin duyarlılığı en fazla adet gecikmesinden 1 hafta sonra olmakta ve %97'ye kadar çıkmaktadır. Bu nedenle adet gecikmesinin takip eden 1-2 günde yapılan test negatif çıktığında mutlaka 1 hafta sonra test yeniden yapılmalıdır. Testi yapmadan önce idrar ne süre ile tutulmalıdır? Testi yaptığınız gün ne kadar geçse idrar tutmanız gereken süre o kadar azdır. Örneğin beklediğiniz adet kanaması 1 hafta geçmiş ise idrar tutmadan herhangi bir zamanda testi yapabilirsiniz. Öte yandan adet kanamasını beklediğiniz gündeyseniz ya da adet kanamanız 1-2 gün geciktiyse bu durumda 4 saat idrar yapmayıp daha sonra testi yapmalısınız. Test nasıl yorumlanır? Piyasada satılan değişik markalardaki idrar testleri birbirinden farklıdır. Bu nedenle kullndığınız testin kullanma talimatını mutlaka dikatlice okuyunuz. Genelde idrar testlerinde 3 tane pencere bulunur. Bunlardan birine idrar örneği damlatılırken yan yana bulunan iki pencereye bakılarak test yorumlanır. Bu pencerelerden birisi testin doğru şekilde yapılıp yapılmadığınız gösterir (kontrol penceresi). Diğer pencere ise pozitif ya da negatif sonucu verir. Pozitif sonuç varlığında bu penceresinde ya bir çizgi ya da artı işareti çıkar. Sonuç penceresindeki çizginin renginin açık ya da koyu olması anlamını değiştirmez. Bu her durumda pozitif sonuç demektir. Bazı testlerde ise sonuç peceresinde artı ya da eksi işareti belirir. Artı pozitif sonucu yani gebeliği, eksi ise gebelik olmadığını gösterir. Gebelik testinin sonucu okunurken testin kullanma kılavuzunda belirtilen zaman süresince beklenmelidir. Bazı durumlarda test negatif olmasına rağmen bir süre daha beklendiğinde hafif bir çizgi ortaya çıkabilir. Bu şüpheli sonucu belirtir. Ya hamile olmanıza rağmen hCG değeri testin saptayabileceği düzeylere ulaşmamıştır ya da hamiel değilsinizdir ancak test reaksiyon vermektedir. Her iki durumda da testin 1-2 gün sonra tekrar edilmesi ya da kanda gebelik testi yapılması uygundur. İdeal olan testin kullanma kılavuzunda belirtilen zaman sonrasında sonucu yorumlamaktır. Test neden hatalı sonuç verir? Testin hatalı negatif sonuç vermesinin temel nedeni duyarlılığının kandaki düşük düzeydeki hCG değerlerini saptamaya yetmemesidir. Testin erken yapılması bunda en önemli faktördür. Testin bozuk ya da son kullanım tarihinin geçmiş olması da bir diğer etkendir. Hatalı pozitif sonuçlar ise daha nadir görülür. Bu gibi durumlarda bazen idrardaki başka bir hormona (örneğin LH) çapraz reaksiyon gelişebilir. Bir başka neden de kimyasal gebeliklerdir. Çok erken dönemde test pozitif çıkmasına rağmen daha sonra klinik olarak gebelik fark edilemeden embryo canlılığını yitirir ve kan hCG değerleri düşmeye başlar. İnfertilite tedavilerinde yumurta çatlatmak amacıyla yapılan hCG enjeksiyonları sonrasında da hatalı pozitif sonuçlar görülebilir. Bu nedenle test son hCG enjeksiyonundan 10-14 gün sonra yapılmalıdır. Testin hatalı pozitif sonuç vermesi oldukça nadirdir.Bu nedenle pozitif sonuç varlığında ek incelemeye gerek duyulmazken negatif olması mutlaka gebe olunmadığı anlamına gelmez Kullanılan ilaçlar ya da enfeksiyonlar hatalı sonuçlara neden olabilir mi? İçinde hCG içermeyen ilaçlar hatalı sonuca neden olmaz. Kısırlık tedavisinde kullanılan yumurtlama uyarıcı ilaçlar da dahil olmak üzere hiç bir antibiyotik, ağrıkesici, doğum kontrol hapı testin hatalı sonuç vermesine neden olmaz ya da gebelik varlığında testin pozitifleşme sürecini geciktirmez. Benzer şekilde tütün ürünleri ve alkol de HPT'lerin doğru sonuç vermesini engellemez. Uyarılar Her türlü adet gecikmesi mutlaka değerlendirilmesi gereken önemli bir sağlık sorunudur. Testin negatif çıkması durumunda eğer adet kanamanız hala daha başlamadıysa mutlaka jinekoloğunuzla görüşmelisiniz. Testin pozitif olması normal bir gebelik olduğu anlamına gelmez. Bu nedenle gebeliğin varlığını teyit etmek ve dış gebelik başta olmak üzere bazı erken gebelik komplikasyonlarına yenik düşmemek için kontrol şarttır. Öte yandan adet gecikmesi olan bir kadında testin negatif sonuç vermesi gebeliğin ilerlemesine neden olacaktır. Bu sırada gebelikte kullanılmaması gereken maddeleri kullanmanız ya da gebelik için uygun olmayan davranışlarda bulunmanız bebeğinize zarar verebilir. Bunun istenmeyen bir gebelik olması durumunda ise sonlandırılması için yasal sınır aşılabilir. |
Kadın Sağlığı Ve Jinekoloji
ileri anne yaşı Bebek sahibi olmak için en uygun yaşlar 20 ile 30 arasıdır. Fakat kadınların çalışma hayatı içerisinde daha fazla yer almaya başlaması ile birlikte, gebelikler giderek daha ileri yaşlara ertelenmektedir. Günümüzde bir çok kadın ilk doğumunu 30' lu yaşlarda yapmaktadır. Anne yaşının ilerlemiş olması, bazı riskleri de beraberinde getirir. Anne adaylarının 35 yaş ve üzeri olması durumuna 'İleri Anne Yaşı' diyoruz. Bu tip gebelikler daha yakından ve özel bir takip gerektirir. 35 yaş üzeri anne adaylarında; 1- Kromozom anomalili (genetik yapısı bozuk) bebek doğurma riski artar. Bu risk en bilinen şekli ile Down Sendromu (Mongol bebek)' nda belirgindir. 30 yaş altında kromozom anomalili bebek doğurma riski 1000 doğumda 2.6 iken, 35 yaş üzerinde bu risk 1000 doğumda 5.2 oranına yükselmektedir. Bu belirgin risk artışı nedeniyle 35 yaş üzerindeki gebeliklerde genetik inceleme yapılması önerilir. 2- İleri yaştaki anne adaylarında abortus (düşük) yapma riski de artmıştır. Bu yaş grubundaki gebelerde düşük riski 4 kat fazladır. Aslında bu durum, yaşla birlikte kromozomal anomali riski artması ile doğrusal ilişkilidir. Düşüklerin büyük bir kısmının nedeninin kromozomal anomali olduğu bilinmektedir. 3- İleri anne yaşında, dış gebelik ortaya çıkma riski, genç yaş gebeliklere göre biraz daha fazladır. 4- Anne yaşının ilerlemesi ile birlikte ikiz, üçüz gibi çoğul gebelik oranı yükselir. Çoğul gebeliklerin izlemi de özellik arz eder. 5- İleri yaşlarda karşımıza çıkan hipertansiyon ve diyabet (şeker hastalığı) gibi durumlar, gebelikle birlikte görüldüklerinde, bebek ve anne açısından tehlikeli olabilmektedir. 35 yaş üzerinde gebeliklerde hipertansiyon erken yaş gebeliklere göre 2-4 kat daha sık görülür ve yaklaşık olarak görülme sıklığı %10' dur. Preeklampsi (gebelikte hipertansiyon) gelişmesi açısından risk taşıyan bu durumun, gebelik bitiminden sonra kaybolup kaybolmadığı da mutlaka izlenmelidir. Gestasyonel Diyabet (gebeliğe bağlı şeker hastalığı), ileri yaş gebeliklerde daha sık görülen bir diğer hastalıktır. 6- İlerleyen yaşla birlikte bebeğin plasentası (eş) ile ilgili problemler de daha sık görülür. (Ablasyo plasenta , Plasenta Previa ) 7- Erken doğum riski artar. 8- Damar dolaşımının ilerleyen yaşlarda bozulmasına bağlı olarak, düşük doğum ağırlıklı bebek doğurma riski, plasental yetmezlik riski yükselir. Intrauterin (rahim içi) gelişme geriliği açısından daha yakın takip ve fetal distres (bebeğin hayatını tehtiti eden sorunlar) bulgularının erken dönemde tespiti önem arz eder. 9- Doğum sonrası kanama ve uzamış doğum eylemi nedeni ile sezaryen operasyonu ihtimali artar. |
Kadın Sağlığı Ve Jinekoloji
infertilite: Kısırlık Kısırlık tanısı için yapılan tetkikler ve muayeneler adım adım uygulanır ve uzun zaman alabilir. Bu zamar doktorun problemi iyi anlamasına ve en etkili tedaviye karar vermesine yardım eder. Araştırmalar sonucu bir ve•ya birden fazla kısırlık nedeni bulunabileceği gibi çiftlerin yaklaşık %15'inde kısırlığın nedeni saptanamaz. Kısırlığın mutlak olduğu durumlar nadirdir. Erken menopoz veya erkekte hiç sperm hücresi bulunmaması dışında diğer kısırlık nedenleri için doğal yollardan çocuk sahibi olma şansının azalmış olduğundan bahsedilebilir. Kadındaki en önemli kısırlık sebepleri yumurtlama bozuklukları, endometriozis ve tüplerin hasarlı veya tıkalı olmasıdır. Erkekte görülen kısırlık nedenleri arasında ise sperm sayısının, hareketliliğinin yetersiz olması ve bazı durumlarda da sperm hücrelerinin anormal olması sayılabilir. KADINDA KISIRLIK NEDENLERİ Yumurtlama bozuklukları: Kadında en sık görülen kısırlık nedeni yumurtlama bozukluklarıdır. Yumurtlama (yumurtanın yumurtalıklar dışına atılması) olmaksızın döllenme ve gebelik oluşamaz. Yumurtlama bozukluğu dendiğinde yumurtlamanın hiç olmaması veya düzensiz ve seyrek olması anlaşılır. Adetlerin seyrek veya hiç görülmemesi çoğu zaman bir yumurtlama bozukluğunu gösterir ancak adetlerin tamamen düzenli olduğu durumlarda da yumurtlama bozukluklarına rastlanabilir. Yumurtlama bozuklukları başlıca üç grupta toplanabilir. Yumurtalıklardaki yumurta üretimini uyaran hormonların doğuştan eksikliğine bağlı olarak beyin sapından salgılanamaması:Bu durumda kadında ergenlikten itibaren hiç adet kanaması görülmez. Beyin sapından süt hormonu prolaktinin normalden fazla salgılanması: Bu durum genellikle bu bölgedeki iyi huylu bir tümörün varlığına bağlı olmakla beraber bazen hiçbir sebep bulunamaz. İyi huylu tümörlerin cerrahi yollarla çıkarılması veya sebep bulunamadığı durumlarda çeşitli ilaç tedavileri ile prolaktin seviyeleri düşürülerek yumurtlama normal hale getirilebilir. Polikistik over sendromu: Bu hastalığın tipik formunda genel olarak adetler düzensiz ve seyrektir (yılda 3-4 adet). Bazı hastalarda adetler hiç görülmezken diğerlerinde tamamen normal olabilir. Hastalar genellikle şişmanlamaya yatkındırlar. Ciltte ve saçlarda yağlanma, sivilce gibi problemler sıkça görülür. Yumurtalıklarda normalden fazla sayıda yumurta bulunmakta ve bunlar erkeklik hormonu salgılayarak normal yumurta gelişimini engellemektedirler. Tüplerin hasarlı ve tıkalı olması: Tüplerin kısmen veya tamamen tıkalı olması sperm ile yumurtanın buluşmasını engelleyerek döllenme ve gebeliği olanaksız kılar. Tüplerdeki bu hasar geçirilmiş enfeksiyon, endometriozis veya geçirilmiş bir ameliyat sonrası kalan karın içi yapışıklıkları gibi birçok nedene bağlı olabilir. Tüpler bir dış gebelik sonucu da hasara uğrayabilir. Gelişmiş ülkelerde cinsel yollardan bulaşan enfeksiyonlar tüplerdeki hasarın en önemli nedenidir. Ülkemizde çocukluk çağında alınan verem mikrobu da tüplerde geri dönülemez hasar oluşturmaktadır. Endometrioz http://frmsinsi.net/images/forumsins...sinsi.net_.jpg Endometriozis rahim içini döşeyen dokunun (endometrium) rahim dışında gelişmesidir. Endometriozis en sık olarak rahimi yerinde tutan bağlara yerleşmektedir. Diğer sık görüldüğü bölgeler ise rahim yüzeyi, tüpler ve yumurtalıklardır. Endometriozis tıpkı rahim içini döşeyen doku gibi hormonlara duyarlı olup adet sırasında kanar. Karın içinde oluşan bu mikro kanamalar zamanla iltihab benzeri yangısal durum oluşturmakta ve yapışıklıklara sebep olmaktadır. Endometriozis yumurtalıklarda yerleştiği zaman kist oluşumuna neden olmaktadır. Bu kistlere endometrioma adı verilir. Endometriozisin en önemli belirtileri adet öncesi ve adet sırasında ağrı, ilişki esnasında veya sonrasında ağrı, düzensiz şiddetli adetler ve kısırlıktır. Daha az görülen diğer belirtiler yorgunluk, adet esnasında bağırsak hareketlerinin şiddetlenmesi veya ishal, kabızlık gibi diğer sindirim sistemine ait belirtilerdir. Bunların yanısıra endometriozis bazı kadınlarda hiçbir belirti vermeyebilir. Endometriozisi olan kadınların yaklaşık yüzde 50'sinin çocuk sahibi olabilmeleri için tedavi gerekir. Yine kısırlık nedeni ile başvuran kadınların yaklaşık yüzde 25'inde endometriozis saptanmaktadır. Rahim ağzına ait problemler: Rahim ağzındaki yapısal, enfeksiyona ait veya bu bölgedeki salgıya (mukus) ait bozukluklar kısırlık sebebi olabilir. Rahim ağzından salgılanan mukus spermlerin genital yoldan taşınmasını kolaylaştırır. Östrojen ve progesteron hormonları etkisi altında mukusun siklus sırasında miktarı ve niteliği değişir. Polip gibi iyi huylu tümörler veya bu bölgeye uygulanmış olan cerrahi girişimler kısırlık sebebi olabilmektedir. Alerjik nedenler: Alerjik nedenler kısırlık nedeni olabilmekle birlikte teşhisleri ve tedavileri zordur. Alerjik ajan spermlerde veya mukusta bulunabilir. Antisperm antikorları adı verilen bu alerjik durumların tedavi etkinliği belli değildir ve tedavi edilen veya edilmeyenlerdeki gebelik oranları çok farklı değildir. Bu nedenle rutin olarak ölçülmelerinin gerekliliği tartışmalıdır. ERKEKTE KISIRLIK NEDENLERİ Çocukları olmayan çiftlerin yaklaşık %30-50'sinde problem erkekten kaynaklanmaktadır. Erkekteki kısırlık nedenleri başlıca 2 ana grupta toplanmıştır. 1-Spermin sayı ve kalitesini etkileyen üretim bozuklukları, 2-Spermi dışarıya taşıyan kanallardaki tıkanıklıklar. Erkekteki bu problemlerin nedeni %30-40 olguda açıklanamaz. Sperm kalite ve sayısındaki bozuklukların nedeni bulunamadığında bir takım deneysel ilaç tedavileri uygulanmaktadır. Bu tedavilerin herhangi bir etkinliği olmadığı gösterilmiştir. Mikroinjeksiyon tekniğinin 1992 yılından itibaren uygulanmaya başlanması erkek kısırlığının tedavisinde bir dönüm noktası olmuştur. Bu teknik ile şiddetli erkek kısırlığı durumlarında bile yüksek gebelik oranları elde edilmektedir. Sperm üretim bozuklukları: Erkek kısırlığı olgularında spermin üretim ve olgunlaşma bozuklukları en sık rastlanılan durumdur. Üretim bozukluğu sperm sayısı ile ilgili olabileceği gibi kadın yumurtasının döllenmesini engelleyen sperm hareketlerinin zayıflığı veya sperm şekillerinin (morfoloji) anormalliği ile de ilgili olabilir. Erkeğin sperminin normal kabul edilebilmesi için sayısının en az 20 milyon/ml, hareketli sperm oranının yüzde 30 ve yapısal olarak normal sperm oranının yüzde dördün üzerinde olması gereklidir. Sperm değerlerinin yukarıda belirtilenin altında olması halinde doğal yollardan gebelik elde edilmesinde belirgin zorluklar yaşanmaya başlanmaktadır. Birçok faktör spermiogenezi (sperm hücrelerinin üretimi ve olgunlaşması) olumsuz yönde etkileyebilir. Bunlar aşağıdaki başlıklar altında toplanabilir. İltihabi hastalıklar- Bazı bakteri ve virüsler erkekte yumurtalık iltihabına sebep olur. Yumurtalıklarından iltihabi bir hastalık geçiren erkeklerin yaklaşık % 25'inde kısırlık problemi oluşmaktadır. Hormon bozuklukları- Sperm ve erkeklik hormonu olan testosteron hormonunun üretimi beyin sapından salgılanan iki hormon (folicle stimulating hormon ve luteinizing hormon) tarafından kontrol edilir. Bu hormonların salınımına ait bozukluklar erkek kısırlığının o/a 2-5'inden sorumludur. Çevresel problemler- Kanser tedavisi için kullanılan ışın ve ilaçlar sperm üretimini bozabilir. Yapısal bozukluklar Spermin üretim yeri olan yumurtalıklardan dışarı çıkmasını engelleyen tam veya kısmi tıkanıklıklar kısırlık nedeni olabilmektedir. Bu tıkanıklıklar doğuştan olabileceği gibi sonradan bir enfeksiyona da bağlı olabilir. Yumurtalık bölgesinden geçirilmiş bir cerrahi müdahale de tıkanıklığa sebep olabilmektedir. Nedeni açıklanamayan kısırlık Günümüzde tıbbın olanakları ile nedeni ortaya konulamayan kısırlık durumlarında nedeni açıklanamamış kısırlık (idiopatik infertilite) söz konusudur. Testler ile ortaya çıkarılamayan sperm fonksiyon bozuklukları, yumurtanın çatlaması ve tüpler içindeki hareketinde bazı bozuklukların varlığı öne sürülen varsayımlar arasındadır. Nedeni açıklanamamış kısırlık olgularında rol oynayan psikolojik etkenlerin varlığı tam olarak belli değildir. Stresin kadın üreme sistemi ve hormon dengesi üzerinde olumsuz etkiler yapabileceği bilinmektedir. Ancak burada sebep-sonuç ilişkisi belli değildir. Yani kısırlık nedeniyle mi stres olmaktadır yoksa stres nedeniyle mi kısırlık olmaktadır. Stresin ortadan kalkma durumunda doğal yollardan gebeliklerin oluştuğu bildirilmiştir. Özellikle kısırlık tedavilerine cevap alınamayan çiftlerde bazen tedavinin kesildiği ve çifte dinlenme şansı verildiği aylarda kendiliğinden gebelik olabilmektedir. Nedeni açıklanamamış kısırlık terimi günümüzdeki tanı yöntemlerinin sınırını göstermektedir. Tanı yöntemlerindeki ilerlemelerle birlikte bu gruba sokulan çift sayısı da azalacaktır İnfertilite Tedavisi: Tedavi araştırma safhasında bulunan nedene bağlı olarak yumurtlamayı sağlamak için hormon uygulanmasından cerrahi müdahaleye veya tüp bebek gibi yardımcı üreme tekniklerine kadar değişebilir. Yumurtlama problemleri Kısırlık nedeniyle doktora başvuran kadınların yaklaşık % 20’sinde yumurtlama problemi vardır. Kadın üreme fonksiyonları bazı hormon bezleri tarafından salgılanan hormonlarla kontrol edilir. Bu bezlerden beyin sapında bulunan iki tanesi FSH ve LH hormonları yumurtlamanın oluşmasında temel rol oynarlar. Bu bezlerdeki hormon salınımındaki bozukluklar yumurtlama problemlerine yol açarlar. Bu durumda yumurtlama çeşitli ilaçlarla (Klomifen, Pergonal Humegon, Metrodin) uyarılmalıdır. Yumurta gelişimi kandaki hormon seviyeleri ve ultrasonla takip edilerek, yumurtlama için uygun zaman tayin edilebilir. Bazı durumlarda yumurtanın çatlaması çeşitli ilaçlarla (Profazi, Pregnyl) sağlanabilir. Döllenme için en uygun zaman böylece belirlendikten sonra çifte ilişki önerilebileceği gibi halk arasında aşılama diye anılan spermlerin yıkanması sonrası rahim içine yerleştirilmesinden ibaret olan inseminasyon da yapılabilir. İnseminasvon tedavisi İnseminasyon daha çok rahim ağzına ait problemlerin bulunduğu, sperm sayısında ve hareketliliğinde hafif bozuklukların bulunduğu veya çifte ait hiçbir problemin bulunamadığı açıklanamayan kısırlık durumlarında uygulanmaktadır. İnseminasyon için erkekten alınan sperm sıvısı laboratuar koşullarında çeşitli yıkama işlemlerine tabi tutularak sperm hücreleri dışındaki tüm sıvılarından arındırılmakta, sperm hücreleri çok az bir sıvı içinde konsantre edilmekte böylece sayı hareketlilik oranı artırılmaktadır. Daha sonra bu sıvı ince bir kateter yardımı ile rahim ağzından geçirilerek doğrudan rahmin içine verilmektedir. Bu tedavi rahim ağzından salgılanan mukusun spermin rahim içine geçişini engellediği durumlarda en iyi sonucu vermektedir. İnseminasyon ayrıca nedeni açıklanamamış kısırlık olgularında ve hafif erkek kısırlığı olgularında da daha düşük başarı oranları ile kullanılmaktadır. En yüksek gebelik oranlarının ilk üç uygulamada olduğu altı uygulamadan sonra gebelik şansının çok düşük olduğu gösterilmiştir. Uygun koşullarda yapılmış üç inseminasyon sonrası yardımcı üreme tekniklerine geçilmesi düşünülebilir. Özellikle nedeni açıklanamayan kısırlık olgularında çiftlerin yaklaşık yüzde 25'inde tüp bebek uygulanmasında spermden veya yumurtadan kaynaklanan bir döllenme bozukluğu görülmektedir. İnseminasyon tedavisi ile gebelik şansı altı uygulama sonucu yaklaşık olarak yüzde 30 civarındadır. Yumurtlama yokluğu ilaçlara yanıt vermediği bazı durumlarda yumurtalık yetmezliğine bağlı olabilir. Tedavisi olmayan bu durumda tek çözüm ülkemizde uygulanmasına izin verilmeyen yumurta veya embriyo bağışıdır. Yardımcı üreme teknikleri Erkek ve kadın üreme hücrelerinin doğal yollardan bir araya gelemediği durumlarda daha ileri tekniklere başvurmak gerekmektedir. Bu tekniklerin çoğunda kadının yumurtaları ultrason kontrolünde bir iğne ile emilerek vücut dışına alınmaktadır. Bu amaçla çeşitli ilaçlarla aynı anda birçok yumurtanın gelişmesi sağlanmakta ve uygun koşullarda 20'den fazla yumurta hücresi elde edilebilmektedir. Sperm elde edilmesi ise çoğu zaman çok daha kolaydır ancak menisinde sperm bulunmayan erkeklerde spermleri yumurtalık kanalından veya doğrudan yumurtalıklardan elde etmek için cerrahi işlemlere gerek duyulmaktadır |
Kadın Sağlığı Ve Jinekoloji
Jinekolojik kanserlerde tarama yöntemleri Son yıllarda kanser tedavisinde önemli gelişmeler kaydedilmesine karşın, erken tanı hala önemini korumaktadır. Aslında hastalık başlamadan önce kansere dönüşebilecek hücrelerin saptanması erken tanı ve tedaviden daha önemli olup, kanser sıklığının ve kansere bağlı ölümlerin azaltılması açısından en temel noktayı oluşturmaktadır. Şimdi kadın genital sistem kanserlerinin azaltılması ve erken tanısı açısından izlenmesi gereken yollara bir göz atacağız. SERVİKS (RAHİM AĞZI) KANSERİ Daha önce en sık rastlanan kadın genital sistem kanseri iken, smear testi ile kanser öncesi hücrelerin saptanabilmesi veya kanserin tanısının erken konulabilmesi sonucunda şu anda kadın genital kanserleri arasında üçüncü sıklıkta rastlanmaktadır. Rahim ağzında kanser öncesi değişiklikler gösteren hücreler, 5-10 yıl gibi uzun bir süre sonra kansere dönüşürler. Bu da smear testinin önemini ortaya koymaktadır. Smear testi uygulaması sonucunda rahim ağzı kanserine bağlı ölümler % 40 azalma göstermiştir. Risk Grupları: 1. Erken yaşta cinsel ilişki 2. Birden fazla kişi ile cinsel ilişki veya eşinin birden fazla kadınla ilişkisinin olması 3. Sigara kullanımı 4. Bağışıklık sistemi bozuklukları. Bu gruplarda bulunan kadınlarda rahim ağzı kanseri daha sık görülür. Öneri: Rahim ağzı kanseri sıklığının azaltılması veya erken tanı açısından en önemli test smear testidir. Rahim ağzı kanseri olan hastaların % 50’si hiç smear testi yaptırmayan kadınlarda görülüyor. Smear testinin yılda bir defa yapılması öneriliyor. Üç yıl boyunca yapılan üç test normal ise ve kadında bir risk faktörü yok ise sonra daha az sıklıkta yapılabilir. Yukarıda sözettiğimiz risk faktörleri olan kadınlarda daha sık test yapılabilir. RAHİM KANSERİ Rahim kanseri doğum kanalında görülen en sık kanser tipidir, ancak % 75’i erken dönemde yakalanabildiği için ölüm oranı daha az ve yaşam süresi uzundur. Bunun nedenide kanserin erken dönemde anormal kanama ile belirti vermesidir. Risk Grupları: 1. Polikistik over hastalığı olanlar 2. Tamoksifen adlı ilacı kullananlar (meme kanseri tedavisinde kullanılır 3. Şişman olanlar 4. Şeker hastalığı olanlar 5. Ailevi barsak, meme veya yumurtalık kanseri olanlar Öneri: Rahim kanserinin kansere dönüşmeden önce saptanması konusunda yaygın kullanılan bir test bulunmamaktadır. Ancak kanserin erken belirti vermesi erken tanı için önemli bir avantajdır. Bu nedenle adet dışı kanamaları olan ve adet kanaması fazla olan hastaların doktor kontrolüne gitmesi, vajinal ultrasonografi ve gerekirse biyopsi yaptırması önerilir. Yukarıda belirtilen risk faktörleri olan hastaların bu konuda daha duyarlı olması gerekir. Menopoz döneminde olan hastalarda kanama daha önemlidir. Bu dönemdeki herhangi bir kanama durumunda mutlaka doktora başvurmak gerekir. YUMURTALIK KANSERİ Yumurtalık kanseri genellikle geç dönemde belirti verdiği için erken tanı daha da önem kazanmaktadır. Ancak ne yazık ki erken tanı konusunda henüz yaygın olarak uygulanabilecek bir yöntem geliştirilememiştir. Risk Grupları: 1. Genetik eğilim: Ailede yumurtalık, meme, rahim veya barsak kanseri 2. Hiç çocuk doğurmama 3. Daha önce meme, barsak veya rahim kanseri öyküsü Öneri: Daha öncede belirttiğimiz gibi kanser gelişimi başlamadan veya erken tanı için henüz bir yöntem bulunmamaktadır. Yılda bir defa muayene ve vajinal ultrasonografi ile bazı hastaların erken tanısı konulabilir. Ailevi yumurtalık kanseri olan hastalarda 35 yaşından sonra yumurtalıklar alınabilir. Eğer hasta yumurtalıklarının alınmasını istemiyorsa daha sık aralıklarla vajinal ultrason ve gerekirse CA-125 adı verilen kan tetkiki ile takip yapılabilir. MEME KANSERİ Meme kanseri kadınlarda görülen en sık kanser tipidir. Risk Grupları: 1. Erken yaşta adet görme 2. Geç gebe kalma 3. Doğurmamışlık 4. Geç menopoz 5. Ailevi eğilim Öneri: 1. 20 yaşından itibaren her yıl kendi kendine meme muayenesi 2. 20-29 yaşları arasında 3 yılda bir doktor muayenesi 3. 40 yaşından sonra her yıl muayene ve 1-2 yılda bir mamografi BARSAK KANSERİ Barsak kanseri kadınlarda en sık rastlanan kanser tiplerinden bir tanesidir. Kadınlar her yıl düzenli olarak jinekologlara başvurdukları için, barsak kanserinin kanser öncesinde veya erken dönemde tanısının konulabilmesi için izlenmesi gereken yollar konusunda jinekologlar öneride bulunabilir. Barsak kanserinde de rahim ağzı kanserinde olduğu gibi kanser öncesi dönemde veya erken dönemde yapılacak tetkiklerle mümkündür. Risk Grupları: 1. Ailevi barsak kanserleri (Poliple birlikte olan veya olmayan) 2. 50 yaş üzeri 3. Daha önce adenomatöz polip saptanması 4. Daha önce rahim, yumurtalık veya meme kanseri tanısı konması Öneri: 1. 50 yaşından itibaren her yıl muayene ve dışkıda kan bakılması 2. 50 yaşından itibaren 5 yılda bir sigmoidoskopi (Endoskopi ile kalın bağırsağın bir bölümüne bakılması) 3. 50 yaşından itibaren 10 yılda bir kolonoskopi (bütün kalın bağırsağa bakılması) veya 5-10 yılda bir defa barsak filmi çekilmesi |
Kadın Sağlığı Ve Jinekoloji
JİNEKOLOJİK MUAYENE -------------------------------------------------------------------------------- Jinekolojik muayeneden korkmayın Jinekoloji, cinsel sağlığı ve üreme sağlığını korumaya yönelik kadınlara özel tıbbi bir bakımdır. Bu bakım, hastalıklardan korur, kanserlerin erken tanısını, üreme organlarını etkileyen enfeksiyonların erken tanı ve tedavisini ve daha sonra görülebilecek kısırlık gibi komplikasyonların önlenmesini sağlar. Jinekoloğa başvurulduğunda yapılacak işlemler nelerdir? Bir çok genç kız için ilk jinekolojik muayene oldukça tedirgin edici gözükse de önemi düşünüldüğünde bu randevunun kesinlikle ertelenmemesi gerekir. Bir genç kızın bu randevuda nelerle karşılaşacağını bilmesi endişelerini yenmesinde yardımcı olur. Öncelikle kişisel, ailesel, cinsel ve tıbbi öyküler alınır. Jinekolojik muayene yapılır ve laboratuvar testleri istenir. Muayenenin adet kanamasının olmadığı bir dönemde yapılması gerekir. Adet kanaması hem laboratuvar testlerinin sonuçlarını hem de muayeneyi etkiler. Muayene öncesindeki birkaç gün vajinal duş ve krem kullanımından kaçınmak gerekir. Jinekologla ilk randevudan önce sorulmak istenen soruların belirlenerek not alınması randevunun daha verimli geçmesini sağlar. Jinekoloğa verilen bilgilerin ve aktarılan şikayetlerin eksiksiz olması gerekir. Jinekoloğa verilen tüm özel bilgiler gizli kalır. Yanlış ya da eksik bilgi verilmesi tedaviyi ve sorunların belirlenmesini olumsuz etkiler. Jinekolojik muayenede doktora verilmesi gereken bilgiler nelerdir? Tıbbi öyküde neler aktarılmalı? Son adet tarihi Adet döngülerinin uzunluğu Adet kanamasının ne kadar sürdüğü Ara kanamaların olup olmadığı Genital ağrı, kaşıntı ve akıntı varlığı Başka bir tıbbi problemin olup olmadığı Aile fertlerinde görülen hastalıklara ait bilgiler Önceden geçirilmiş hastalıklar, cerrahi işlemler ve kullanan ilaçlara ait bilgiler Sigara, alkol ve beslenme alışkanlıkları hakkında bilgi Birçok genç kız ilk jinekolojik muayene öncesinde son derece tedirgin olur. Oysa jinekolojik muayene ağrıya yol açmayan kolay ve beş dakikadan fazla sürmeyen bir işlemdir. İlk muayene öncesinde kişinin kendini rahatsız hissetmesi son derece doğaldır ve muayenede neler yapılacağı konusunda önceden bilgi sahibi olmak endişeleri azaltır. Muayene nasıl yapılır? Jinekolojik muayene ile genital organların durumu ve jinekolojik problemler değerlendirilir. Jinekolojik muayene için iç çamaşırının çıkarılıp, jinekolojik muayene masasına yatılması istenir. Bu sırada karın ve bacakların örtülebileceği bir örtü verilir ve muayene başlamadan önce masanın uç kısmına kayarak ayakların muayene masasının iki yanında bulunan özel ataçmanlara geçirilmesi istenir. Doktorun muayene yapabilmesi için bacakları ayırarak yatmak gerekir. Bu pozisyonda kişinin kendini rahat bırakması muayene işlemini çok kolaylaştırır. Doktor eldiven giyerek dış genital organları muayene eder. Kızarıklık, tahriş, kist ve siğil olup olmadığını kontrol eder. Çok kısa süren bu işlem herhangi bir acı vermez. Karından yapılacak ultrasonografi ile üreme organları değerlendirilir. Jinekolojik muayene sonrasında doktor idrar tahlili ve kan sayımı gibi birkaç tahlil isteyebilir. Jinekolojik açıdan ilk muayene için "18 yaş"tan bahsedilse de yaşa bakılmadan mutlaka jinekolojik kontrolden geçilmesini gerektiren durumlar vardır; Karnın alt bölgesinde ağrı Adet düzensizlikleri, adet kanamasının olmaması veya aksaması Anormal kanamalar Dış genital organlarda ağrı, şişlik, kaşıntı, kitle ve yaralar bulunması Vajinal akıntı, kaşıntı ve ağrı olması On beş, on altı yaşına gelinmesine rağmen adet kanamasının olmaması Cinsel temas yoluyla geçen hastalıklara maruz kalınması Yılda kaç kez yapılmalıdır? Jinekolojik muayene esnasında ilk olarak vajinanın dış kısmında herhangi bir iritasyon (kızarıklık, tahriş) veya hastalık olup, olmadığı inceleniyor. Ardından pap test (sürüntü testi) yapılıyor. Alınan hücrenin anormal olup, olmadığı araştırılıyor. Çok hızlı yapılan bir işlem ve can acımıyor. Eğer canınız acırsa, bunu doktora söyleyin! Cinsel yaşamı başlamış kişiler için pap testi yaptırmak önemli. Çünkü cinsel ilişki ile bulaşan hastalıklar çeşitli kanserlere neden olabiliyorlar ve bu yolla teşhis koyulabiliyor. Bu testten sonra doktor yumurtalık ve rahimi kontrol edip, sağlıklı olup, olmadıklarına bakıyor. Doktorların çoğunluğu jinekolojik muayeneyi yılda bir kez tavsiye ediyorlar. Amerikan Kanser Enstitüsü, ilk üç jinekolojik muayane de pap test yapılmasını, eğer sonuçlar normalse, hangi sıklıkla uygulanacağını doktorla konuşmaları gerektiğini öneriyor. Bu tür muayeneler devlet, üniversite ve özel hastanelerde yapılabiliyor. Özel sağlık sigortaları da ücretini ödüyor. Genç kızların düzenli sağlık kontrollerinde ikinci sırada, tansiyon takibi var. Son derece çabuk yapılan, kolay bir işlem. Her gittiğinizde doktor tansiyonunuzu kontrol etmeli. Özellikle ailenizde tansiyon hastası varsa veya çok şişmansanız tansiyon ölçümlerini ihmal etmemelisiniz. Her iki yılda bir öneriliyor. Üçüncü aşamada, cilt doktoru bulunuyor. Özellikle cildinizde anormal bir durum, renk değişmesi, benlerde büyüme varsa, hemen deri hastalıkları uzmanına başvurmalısınız. 20-40 yaşları arasındaki kadınların üç yılda bir, sorunları olmasa da cilt doktoruna gitmeleri gerekiyor. Meme muayenesi yapılmalı mıdır? Eğer 20 yaşına girdiyseniz, her üç yılda bir meme kanseri için tetkikler yaptırmalısınız. Memelerinizde herhangi bir şişkinlik, kitle hissettiyseniz ve bu kitle, adet kanamanızın bitiminde kaybolmadıysa, hemen doktora gitmelisiniz. 20 yaşından itibaren üç yılda bir meme kontrolünden geçmek gerekiyor. Özellikle ailenizde meme kanseri vakası olduysa, doktorunuza ne zaman mammografi çektirmeniz gerektiğini sormalısınız. Düzenli gittiğiniz doktor buna karar vermeli. AIDS başta olmak üzere Hepatit B, herpes gibi bulaşıcı hastalıkların olup, olmadığı araştırılmalı. Bu konuda uyanık olmak gerekiyor. Testlerin sonucu negatif çıksa bile sık aralıklarla yenilenmesi şart. Çünkü mikrop alındıktan uzun süre sonra hastalıklar kendini belli edebiliyor. Düzenli sağlık kontrollerinin sonuncusu, diş hekimi ziyareti. Hem temizlenmesi hem de kontrol için diş hekimi sık sık ziyaret etmek gerekiyor. |
Kadın Sağlığı Ve Jinekoloji
Kabakulak ve Gebelik Kabakulak hastalığı paramiksovirüs adı verilen virüs ailesine bağlı bir virüsün neden olduğu bir enfeksiyon hastalığıdır. Aynı grup virüsler içinde kızamığa neden olan virüs de bulunur. Genelde 5-15 yaş grubu çocuklarda görülen kabakulak tüm dünyada çok yaygın bir çocukluk çağı hastalığıdır.Sıklıkla kış aylarında ortaya çıkar. Görülme sıklığı Kabakulak aşısının ilk kez kullanılmya başladığı 1967 yılından beri hastalığın görülme sıklığında büyük bir düşüş yaşanmıştır. Amerika Birleşik Devletlerinde 1967 yılında 152.000 civarında olan yıllık hastalık sayısı 1990'lı yılların sonunda 1.000'in altına düşmüştür. Bulaşma yolları Hastalık havadan damlacık yolu ile ya da hasta olan birinin eşyalarının kullanılması yolu ile bulaşır. Hasta olan kişi öksürük ya da hapşırma ile virüsleri havaya salar ve bu virüsü soluyan kişi hastalığı kapar. Bulaştırıcılık belirtilerortaya çıkmadan 1-2 gün önce başlar ve 10 gün kadar devam eder. Kuluçka süresi ortalama 18 gün olup 7-23 gün arasında sürebilir. Belirtileri Virüs üst solunum yollarında çoğalmaya başlar. Daha sonra ise kan yolu ile (viremi) tüm vücuda yayılır. Genelde salgı bezlerini ve nadiren merkezi sinir sitemini tutar. En sık kulağın hemen altında bulunan ve parotis olarak adlandırılan türük bezinde belirtilere neden olur. Hastaların %15-20'sinde herhangi bir belirti ortaya çıkmadan sessizce kendiliğinden iyileşir. Belirtiler ortaya çıkan kişilerde ise en sık karşılaşılan bulgular ateş, başağrısı, iştahsızlık, salgı bezlerinde hassasiyet, çene civarında ve kulak altında ağrı ve şişliktir. Hastalığa yakalanan erişkin erkeklerin %30'unda ise şiş ve ağrılı testisler görülür. Ergenlik döneminde geçirilen kabakulak hastalığı ileriki dönemlerde sperm bozukluklarına neden olabilir ancak bu çok sık karşılaşılan bir durum değildir. Çok nadiren beyinde de enfeksiyona (ensefalit, menenjit) neden olabilir. Belirtiler genelde 1 hafta içinde hafifleyerek kendiliğinden kaybolur. Birkez kabakulak geçirildiğinde ömür boyu bağışıklık sağlanır ve daha sonra kişi virüsle karşılaşsa bile hastalık ortaya çıkmaz. Hamilelikte kabakulak Hamilelik döneminde kabakulak diğer dönemlerden daha şiddetli seyretmez. Hamilelik sırasında kabakulak görülme sıklığı 10.000'de 0.8-10 arasındadır. Hamileliğin ilk 12 haftasında anne adayında kabakulak olması durumunda düşük oranlarında anlamlı bir artış söz konusudur. Düşük en sık virüsle karşılaşıldıktan sonraki ilk 2 haftada görülür. Düşük olmaması durumunda bebekte herhangi bir anomaliye neden olmaz. bu nedenle gebeliğinin erken dönemlerinde kabakulak ile temas eden bir kadında gebeliği sonlandırmak gerekmez. Kabakulak virüsü plasenta ve bebekte de enfeksiyon yaratma potansiyeline sahip olsa da yapılan pekçok çalışmada anne adayında görülen hastalığın bebekte anomaliye neden olduğu gösterilememiştir. Endokardial fibrosiz adı verlen ve kalp kaslarında kalınlaşma olrak tanımlayabileceğimiz bir surum ile ilgisinin olup olmadığı açık değildir. Çok nadiren doğum sonrası bebekte solunum sıkıntısı, kanda trombosit sayılarında azalma ya da dalakta büyüme olabileceği ileri sürülmektedir. |
Kadın Sağlığı Ve Jinekoloji
Kadın üreme organları genital organları İnsan vücudu hücrelerden oluşur. Hücreler dokuları, dokular organları, organlar sistemleri ve sistemler de vücudu meydana getirir. Kadın ve erkek anatomileri arasındaki en belirgin fark üreme sistemlerindedir. Kadın üreme sistemi eksternal (dış) ve internal (iç genital organlar olarak 2 başlık altında incelenir. Karın boşluğu içinde bulunan ve dış dünya ile ilişkisi olmayan organlar internal organlardır. Diğerleri ise dış genital organlar olarak isimlendirilirler. DIŞ GENİTAL ORGANLAR Vulva Dış Kadın genital organının tamamına vulva adı verilir. Vulvanın üstündeki kıllı ve yağ dokusundan ibaret bölüm ise mons pubis olarak adlandırılır. Bu kıllar göbeğe doğru birkaç santim ilerledikten sonra düz bir hat üzerinde sonlanırlar. Kılların fonksiyonu tam olarak bilinmemekle birlikte cinsel bir fonksiyonunun olduğu ve kadınlara has bir kokunun çabuk dağılmasını engellediği ileri sürülmektedir. Labium Majus (Büyük dudaklar) :Orta hat üzerinde bulunan bir çift uzunlamasına deri kıvrımıdır. Erkeklerdeki torbaların karşılığıdır. Ön tarafta her iki L.Majus birleşir arka tarafta birleşmez ve anüse kadar uzanır. Dış yüzeyini örten deri kıllıdır, bol miktarda yağ ve ter bezi içerir. İç yüzünde ise kıl bulunmaz. Labium Minus (Küçük dudaklar) : L. Majusların arasında vajina girişini çevreleyen iki küçük doku parçasıdır. Kıl ve yağ dokusu içermez. Bol miktarda sinir ve kan damarı barındırır. Klitoris : Erkekteki penisin karşılığı olan erektil dokudur. Dıştan görüne kısmına glans klitoris denir. İçeride mons pubisin iç kesimlerine kadar uzanır. Ürethral orf http://frmsinsi.net/images/forumsins...sinsi.net_.jpg Mesanenin dış dünyaya açılış yolu olan üretranın son noktasıdır. İdrar buradan dışarıya atılır. Vajina: Kadın üreme siteminin iç kısımları ile dış kısımlarını birbirine bağlayan tüp şeklinde bir dokudur. Ön ve arka duvarları normalde birbiri ile temas halindedir. Bazı yazarlarca iç genital organ olarak tanımlanır. Boyu yaklaşık 9 cm kadardır. Son derece esnek bir dokudur. Hymen (Kızlık zarı): Vajina girişinde bulunan ince zar şeklinde bir yapıdır. Ortası deliktir ve bu deliğe himenal orifis adı verilir. Görevi vajina ve iç genitalleri dışarıdan gelecek mikroorganizmalara karşı korumak olduğu sanılmaktadır. Perine:Pelvis boşluğunu alttan kapatan kas ve bağ dokusundan oluşan dokudur. Vulva arka kenarı ile anüs arasında uzanır. Anüs :Barsakların dış dünyaya açılış noktasıdır. Makat olarak da adlandırılır |
Kadın Sağlığı Ve Jinekoloji
İÇ GENİTAL ORGANLAR Pelvis boşluğunun içindeki üreme sistemini oluşturan organlardır. Bunlar sırası ile uterus (Rahim), tuba uterina (fallop tüpleri) ve overlerdir (yumurtalık). Tüpler ve overler her iki yanda ikişer tanedir. Uterus ise ortada ve tek bir tanedir. Embriyonik hayatta her iki yandan gelen tüp şeklinde yapılar orta hatta birleşerek uterusu oluşturur. Bu birleşmede meydana gelen aksaklıklar rahimde çift gözlü uterus gibi şekilsel bozukluklara neden olurlar. Bunlara genel olarak Müllerian Füzyon anomalisi adı verilir. Uterus (Rahim) Pelvis boşluğunda yer alan ve gebeliği miadına kadar taşımaya yarayan dışta düz kas hücrelerinden oluşan içte ise endometrium adı verilen zar tabakası ile kaplı armut biçimli bir organdır. Normal anatomide öne ya da arkaya dönük olabilir. Fundus, Korpus, İsthmus ve serviks olarak 4 kısımda incelenir. Uterus bir takım bağlar tarafından yerinde tutulur. Bunlar tutucu ve asıcı bağlar olarak sınıflandırılırlar. Uterusun içi boştur. Bu boşluğa kavite ya da endometrial kavite adı verilir. Gebelik oluştuğunda burada yerleşir ve büyür. Serviks rahimin vajina yani dış dünya ile temasını sağlayan en uç kısmıdır. Jinekolojik muayene esnasında gözle görülebilen bir yapıdır. Dış dünyaya açık olduğundan enfeksiyonlara ve yaralara karşı oldukça savunmasızdır. Smear testi esnasında buradan alınan hücreler incelenir. Serviksin ortasından serviksle endometrial kaviteyi birleştiren bir kanal geçer. Bu kanala endoservikal kanal adı verilir. Serviks ile korpusun birleşim yerine isthmus adı verilir. Uterusun ana yapısı korpusdur. İstemsiz çalışan düz kaslardan meydana gelen bir yapısı vardır. Fundus rahimin karın boşluğu içinde en tepesini oluşturan kısmıdır. Uterus önde mesane arkada ise rektum (barsakların depo görevi yapan son kısmı). Tuba Uterina (Fallop tüpleri) Yumurtalıklar ile rahim arasında uzanan yaklaşık 10 cm uzunluğunda, sperm ve yumurta hücresinin geçişini sağlayan bir çift kanaldır.5 kısımda incelenir. İntramural: Tüplerin uterusun kas tabakası içine gömülü olan kısmıdır. 1.5-2 cm uzunluğundadır. Çapı yaklaşık 0.4 milimetredir İsthmik: İntramural kısımdan yanlara doğru uzanan bölgedir.2-3 santimetre uzunluğunda, 1-2 milimetre kalınlığındadır. Ampulla: Tüplerin en geniş kısmı olup 5 santimetre uzunluğunda ve 1 santimetre kalınlığındadır. Yumurta ile spermin karşılaşması ve döllenme burada gerçekleşir. Dış gebeliklerin %90'ı bu kısımda yerleşir İnfundibulum: Tüplerin huni şeklindeki ucudur. Fimbria: Tüplerin en uç kısmıdır. Püskül şeklindedir. Yumurtalıklardan atılan yumurta hücresini süpürür tarzda hareketlerle yakalama görevini yerine getirir. Overler Uterusun her iki yanında yer alan sert yapıda ve sedef renginde bir çift organdır. Uzunlukları yaklaşık 3.5 santimetre, genişliği yaklaşık 2.5 santimetre ve kalınlığı yaklaşık 1 santimetredir. Bağlar ile karın duvarına ve rahme bağlanmışlardır. Görevleri kadınlık hormonlarını üretmek ve yumurta hücresi geliştirip salmaktır. Erkekteki testislerin karşılığıdır. |
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.