![]() |
Cevap : İstanbul'daki Tarihi Eserlerimiz
1 Eklenti(ler)
http://frmsinsi.net/attachment.php?a...1&d=1254601294 Şehzade Mehmet Türbesi (Eminönü) İstanbul Eminönü ilçesi, Şehzadebaşı’nda Şehzade Külliyesi’nin Kıble avlusunda bulunan Şehzade Mehmet Türbesi, Kanuni Sultan Süleyman tarafından 1543 yılında ölen oğlu için yaptırılmıştır. Şehzade Mehmet Manisa’da Vali iken Çiçek Hastalığı’ndan 23 yaşında ölmüştür. Şehzadenin cenaze namazı Bayazıt Camisi’nde kılınmış ve daha sonra burada yapılacak türbesinin olduğu yere gömülmüştür. Bundan sonra Kanuni Sultan Süleyman Mimar Sinan’a Şehzade Mehmet için görkemli bir türbe, türbenin yanına da bir cami yaptırmasını istemiştir. Mimar Sinan’ın yaptırmış olduğu ilk selâtin külliyesi olan bu yapı topluluğu cami, medrese, tabhane, sıbyan mektebi, imaretten meydana gelmiş olup, 1544 yılında yapımına başlanmış 1548’de de tamamlanmıştır. Türbe Klasik Osmanlı türbe mimarisi üslubunda olup, yapı topluluğunun en erken bitirilen bölümüdür. Osmanlı mimarisinin en güzel türbelerinden birisi olup, sekizgen planlıdır. Üzeri yivli bir kubbe ile örtülmüştür. Türbenin dış cepheleri zeminden saçak kornişine kadar yarım sütunlarla birbirlerinden ayrılmış, üzerine kırmızı taştan bir silme yerleştirilmiştir. Buradaki silmelerden sonra palmet motiflerinden bir friz yapıyı çepeçevre dolanmıştır. Kubbe ile tambur arasında kalan bölüme de küçük ölçüde palmetlerden meydana gelmiş bir akrotel frizi yerleştirilmiştir. Türbenin her cephesinde altlı üstlü ikişer penceresi vardır. Toplam 30 pencere ile türbe aydınlatılmıştır. Alt sıra pencereler dikdörtgen söveli, sivri kemerli ve pembe porfir alınlıklıdır. Üst sıra pencereler yine dikdörtgen çerçeveler içerisine alınmış olup, sivri kemerlidir. Buradaki kemerler alternatifli olarak kırmızı ve beyaz taşlardan örülmüştür. Alt ve üst pencereler arasında celi-sülüs yazı ile Fatiha, Tekasür, İhlâs ve Zümer surelerinin ayetlerini içeren bir friz dolaşmaktadır. Türbenin doğusunda üç gözlü bir revaktan giriş kapısına ulaşılmaktadır. Renkli mermerden geçme olarak yapılmış bu kapı silmelerle yumuşatılmış ve Bursa kemerli bir niş içerisine alınmıştır. Kapı kemerinin üzerinde de dikdörtgen kitabesi yer almaktadır. Bu kitabenin mealen anlamı şöyledir: “Sonunda, kulhuvellahü ehad hakkı için bu âlem sarayında havas ve avamdan hiçbir kimse baki kalmayacaktır. Bu âlemden, temiz inancı olan Şehzade de geçmiştir. Hay ve Samed olan Cenâb-ı Hak ebedi âlemde Ona rahmet etsin ki, ahrette Allah’ın izniyle asude olsun, rahat uyusun. Padişahın ömrü uzun olsun. Ezeli olan Allah’ın ilhamı ile onun vefat tarihi şu oldu: Sultan Mehmed’in merkadi firdevs-i ebed olsun. Sene 950 (1543).” Türbe son derece zengin bir bezemeye sahiptir. Giriş kapısının iki yanında, dış duvarlar üzerinde birbirine benzeyen iki çini panoya yer verilmiştir. XVI. yüzyılın bitkisel motifli bu çinilerinin üzerine lacivert zemine sülüs yazı ile “Allah’tan başka İlah yoktur” ve “Doğru konuşan Emin olan Muhammed O’nun peygamberidir” ibaresi yazılıdır. Giriş kapısının sağ ve solundaki mermer zeminli panolar üzerine celi-sülüs yazı ile Rad suresi ile Zümer suresi yazılmıştır. Ayrıca alt sıra pencerelerin üzerine bir kuşak halinde Esma-ül Hüsna yazılmıştır. Türbe içerisindeki çiniler gri, kırmızı, kirli beyaz renklerde olup, çeşitli çiçeklere, kıvrık dallara, lotus ve palmetlere yer verilmiştir. Şehzade Mehmet’in sandukası üzerinde dört ayaklı, fildişi kakmalı bir taht bulunmaktadır. Bu taht Kanuni Sultan Süleyman tarafından konulmuş ve ölümünden sonra Şehzade Mehmet’in padişah olmasını istediği simgelenmiştir. Türbede Şehzade Mehmet’ten başka kardeşi Şehzade Cihangir (1553), Şehzade Mehmet’in kızı Hümaşah Sultan ve kim olduğu bilinmeyen bir başka sanduka daha bulunmaktadır. |
Cevap : İstanbul'daki Tarihi Eserlerimiz
1 Eklenti(ler)
http://frmsinsi.net/attachment.php?a...1&d=1254601365 Sultan I.Abdülhamid Türbesi (Eminönü) İstanbul ili Eminönü ilçesi, Hobyar Mahallesi’nde, 4.Vakıf Han’ın karşısında bulunan Sultan I.Abdülhamid Türbesi, Sultan I.Abdülhamid (1774–1789) tarafından 1776–1777 yılında yaptırdığı imaretin bir bölümünü oluşturmaktadır. Sultan I. Abdülhamid burada bir cami yaptırmak istemiş ancak, Yeni Cami gibi şehrin en kalabalık semtinde bulunan bu büyük mabedin yanına bir imaret yapılmasının daha hayırlı olacağını düşünmüş ve bu imareti yaptırmıştır. Bu imaretin yanına medrese, sebil, çeşme, kütüphane eklemiştir. İmaretin Bina eminliğini Mustafa Ağa, mimarlığını da Beylerbeyi Camisi’ni yapan Mehmet Tahir Ağa yapmıştır. Meşrutiyetin ilk yıllarında bu imaret Evkaf Nazırı Hayri Efendi tarafından yıkılarak ortadan kaldırılmış, yerinde yalnızca türbesi kalmıştır. İmaretin sebili bugün Gülhane Parkı karşısında bulunmaktadır. İmaretin bir bölümünü oluşturan Sultan I.Abdülhamid’in Türbesi’nin bulunduğu yerde bir manastırın bulunduğu kaynaklardan öğrenilmektedir. Abdülhamit döneminde arsa halindeki yere bu yapı topluluğu yapılmıştır. Türbe mermer işçiliği yönünden son derece muntazam ve barok üsluptadır. XIX. yüzyılda J.P.Von Hammer; “bu türbe güzel ve asil bir stilde inşa edilmiştir. Her ne kadar Kanuni Sultan Süleyman’ın güzel türbesini geçemese de binanın tazeliği ve yeniliği görülmeye değer” diye anılarında bu türbeden söz etmiştir. Sultan I. Abdülhamid’in türbesi köşeleri yuvarlatılmış kare planlı olup, tümü ile mermerden yapılmıştır. Önünde avlusu bulunan türbenin dış avlu kapısı üzerine sülüs yazı ile Ankebut suresinin 57. ayeti yazılmıştır. Bu avludan üç gözlü bir revak ile türbeye girilmektedir. Türbenin giriş kapısı üzerinde celi-sülüs yazı ile Hattat Mehmet Emin’in yazmış olduğu Fecr suresinin 27.-30. ayetleri bulunmaktadır. Dıştan iki katlı görünümdeki bu türbenin katları birbirinden düz kornişli bir silme ile ayrılmıştır. Üzeri kubbeli olan türbe, 26 pencere ile aydınlatılmıştır. Türbenin içerisi kalem işleri ile süslenmiştir. Kuzey duvarının ortasına Peygamberin ayak izini kapsayan mermer bir pano yerleştirilmiştir. Pencere ve dolapların üzeri ile türbeyi çepeçevre kuşatan bir yazı kuşağı görülmektedir. Mermer üzerine sülüs yazı ile yazılmış olan bu kuşakta Mülk suresine yer verilmiştir. Kubbeyi taşıyan pandantiflerin içerisine de madalyonlar halinde İsm-i Celâl, İsm-i Nebî, Çehar yâr-i Güzin ile Hasan ve Hüseyin’in isimleri yazılıdır. Ayrıca kubbe içerisindeki yuvarlak madalyona da “Yâ âlimen bi-hâli aleyke ittikâli” yazısı dört kez yazılmıştır. Türbe içerisinde Sultan I. Abdülhamid’den başka oğlu Sultan IV. Mustafa (1807–1808), Şehzade Ahmet (1778), Şehzade Süleyman (1786), Şehzade Mehmet (1784), Şehzade Murat (1785), Şehzade Mehmet Rüştü (1851), Şehzade Abdülmecit, Şehzade II. Murat, Şehzade Beyazıt, Ayn-ı Şah Sultan (1780), Rabia Sultan (1780), Melik Şah Sultan (1781), Mevhibe Sultan (1851), Fatma Sultan (1785), Alem Şah Sultan (1785), Emine Sultan (1790), Saliha Sultan (1786), Rabia Sultan (1781), Emine Sultan (1809) gömülü bulunmaktadır. |
Cevap : İstanbul'daki Tarihi Eserlerimiz
1 Eklenti(ler)
http://frmsinsi.net/attachment.php?a...1&d=1254601436 Kanuni Sultan Süleyman Türbesi (Eminönü İstanbul Eminönü ilçesinde, Süleymaniye Camisi’nin avlusunda bulunan Kanuni Sultan Süleyman Türbesi, ölümünden sonra yapılmıştır. Kanuni’nin Zigetvar Savaşı’nda, kalenin düşmesinden birkaç saat önce 6–7 Eylül 1566 yılında ölmüştür. Sokullu Mehmet Paşa Kanuni’nin ölümünü orduda karışıklık çıkmaması amacı ile gizlemiş, iç organları sultanın öldüğü yere gömülmüş, cesedi İstanbul’a getirilmiştir. Padişahın ölümü Belgrat’a yaklaşırken açıklanmış ve tabut 400 kişilik Vezir Ahmet Paşa’nın komutasında İstanbul’a götürülmüştür. Süleymaniye Camisi önünde üçüncü defa namazı kılınmış ve caminin mihrabı önüne gömülmüştür. Kanuni Sultan Süleyman’ın (1520–1566) öldüğü Zigetvar’da bir makam türbesi yapılmıştır. Sultan II. Selim’in (1566–1574) emri ile Budin Valisi Sokullu Mustafa Paşa aynı yerde bir türbe yaptırmıştır. Sonraki yıllarda Sultan IV. Mehmet (1648–1687) bu türbeyi onarmıştır. Osmanlıların Macaristan’dan çekilmesinden sonra bu türbe yıktırılmıştır. Kanuni Sultan Süleyman’ın İstanbul’daki türbesini oğlu Sultan II. Selim yaptırmıştır. Mimar Sinan’ın eseri olan bu türbe sekizgen planlı olup, köşeleri hafifçe pahlanmıştır. Sekizgen gövdenin alt kısmını geniş bir saçak altında dolaşan sivri kemerli bir revak çepeçevre sarmıştır. Bu revak iki mermer kemerlerin üzerine oturduğu baklava başlıklı 29 sütun tarafından taşınmaktadır. Sütunların aralarına Bursa kemerli korkuluklar yerleştirilmiştir. Bu revakların arkasında dikdörtgen çerçeveli, mermer söveli pencereler bulunmaktadır. Pencerelerin iki renkli sivri kemerli alınlıkları mermer ile kaplanmıştır. Türbenin sekizgen gövdesinin üzerinde iki renkli mermerlerle örülmüş geniş bir sivri kemer içerisinde üçlü pencere gurupları bulunmaktadır. Bunlardan ortadaki pencereler yanlardakinden daha geniş ve daha yüksektir. Pencere kemerleri sivri formlu ve iki renk mermer örgülüdür. Türbenin cephesi mukarnaslı bir friz ve palmetli bir tepelikle sonlandırılmıştır. Üst örtü iç içe iki kubbe şeklinde olup, kasnaksızdır. Türbenin giriş revakı üç kemerlidir. Bunun sağ ve soluna birer kemer daha eklenmiştir. Bunun sonucu olarak da giriş revakı beş kemerli görünüm kazanmıştır. Ortadaki revak dizisinin kemerleri yandakilere göre daha sivri ve daha yüksektir. Giriş revakının kemerleri mukarnas başlıklı sütunlar üzerine oturtulmuştur. Ayrıca revaklar mermer şebekelerle çevrilmiş, revakın tavanı mermer plakalarla kaplanmıştır. Bu bölüm dıştan geniş bir çatı ile örtülmüştür. http://www.e-tarih.org/%E2%80%9Dhttp...5.jpg%E2%80%9DTürbenin içerisi de sekizgen planlı olup, üzerini örten kubbe geniş pandantifler üzerine oturtulmuştur. Bu pandantifler mukarnas başlıklı kırkızı porfir ve beyaz mermer sekiz sütun tarafından taşınmaktadır. Türbenin içerisi XVI. yüzyılın çinileri, kalem işleri ve ağaç işçiliğinin örnekleri ile bezenmiştir. Giriş kapısının iki yanına bitkisel kompozisyonların egemen olduğu çini panolar yerleştirilmiştir. Abanoz kapı kanatları sedef ve fildişi kakmalarla bezenmiş, bunların üzerine Kelime-i Tevhit yazılmış ve geometrik süslerle de bezenmiştir. İç mekân duvarları yarıya kadar çini ile kaplanmıştır. Burada beyaz zemin üzerine lacivert, firuze ve kırmızı renklerin ağırlıklı olduğu bitkisel kompozisyonlu çiniler boş yer bırakmamacasına bütün yüzeyi kaplamıştır. Ayrıca çinilerin üzerinde tüm mekânı çepeçevre dolaşan bir ayet frizi bulunmaktadır. Pandantiflerin yüzeylerine de Allah, Muhammed ve dört halifenin isimleri yazılıdır. Kubbe kalem işleri ile bezenmiş, altın yaldızlı madalyonlar da dikkati çekmektedir. Burada rumi ve hatayilerin yanı sıra bezemeleri birleştiren düğümlerin ortalarına parlak cisimler yerleştirilmiştir. Türbede Kanuni’den başka II. Süleyman, II. Ahmed ve hasekisi Rabia Sultan, Kanuni’nin kızı Mihrimah Sultan, II. Süleyman’ın annesi Saliha Dilaşub Sultan ve II. Ahmed’in kızı Asiye Sultan gömülüdür. |
Cevap : İstanbul'daki Tarihi Eserlerimiz
1 Eklenti(ler)
http://frmsinsi.net/attachment.php?a...1&d=1254601514 Sultan II.Beyazıt Türbesi (Eminönü) İstanbul ili Eminönü ilçesi, Beyazıt Meydanı’nda Sultan II. Bayazıt yapı topluluğunun bir bölümünü oluşturan türbe, Bayazıt Camisi’nin güneyinde, dış avlusunda bulunmaktadır. Türbeyi II. Bayazıt’ın (1481–1512) oğlu Yavuz Sultan Selim (1512–1520) caminin Kıble yönündeki boş alana yaptırmıştır. Türbenin mimarı kesinlik kazanamamakla birlikte Mimar Hayreddin olduğu sanılmaktadır. Sultan II. Bayazıt saltanatı oğlu Yavuz Sultan Selim’e bıraktıktan sonra Dimetoka’ya gönderilmiş, ancak çorlu yakınlarında ölmüştür. Bundan sonra İstanbul’a getirilerek kendi adına yaptırdığı camisine gömülmüştür. Sultan II. Bayazıt’ın 26 Mayıs 1512’de ölümü dikkate alındığında türbenin de 1513 yılının sonlarında veya 1514 yılının başında tamamlandığı sanılmaktadır. Türbe Klasik Osmanlı türbe mimarisi formunda, köfeki taşından sekizgen planlı olup, her kenarı 5.35 m. ölçüsündedir. Üzeri sağır sekizgen kasnaklı bir kubbe ile örtülmüştür. Bu türbe Mimar Sinan öncesi Osmanlı devri mimarisi ile Klasik Osmanlı mimarisi arasında bir geçit teşkil etmektedir. Türbenin her kenarında altlı üstlü ikişer penceresi vardır. Türbeyi son derece güzel aydınlatan bu pencerelerin alt sıradakiler dövme demir parmaklıklı, dikdörtgen şekildedir. Bunların üzerinde tahfif kemerlerine yer verilmiştir. Üst sıra pencereler Klasik Osmanlı mimarisinde yaygın biçimde kullanılan basık sivri kemerlidir. Giriş kısmındaki geniş saçaklı holün orijinali günümüze gelememiş, burası XVIII. yüzyılın sonlarına doğru yenilenmiştir. İki renkli taşlardan yapılmış kapı kemerinin üzerinde Besmele yazılıdır. Kapı kanatları kündekâri tekniğindedir. Ayrıca altın yaldızlı madeni kabaralarla süslenmişse de bunların hemen hemen hepsi yerlerinden sökülerek çalınmıştır. Kapı kanatlarının üst kısmındaki kitabelerde “Dünya ahiretin tarlasıdır” anlamında bir hadisi şerife yer verilmiştir. Türbenin dış cephesinde yeşil ve somakilere de yer verilmiş ve böylece Osmanlı türbe mimarisindeki sadelikten kısmen uzaklaşılmıştır. http://www.e-tarih.org/%E2%80%9Dhttp...3.jpg%E2%80%9DTürbe içerisindeki kalem işleri barok üslupta XVIII.-XIX. yüzyılda yapılmıştır. Bu kalem işlerinin Tanzimat döneminde yapıldığı ve 1940’lı yıllardan sonra caminin onarımı sırasında yenilendiği bilinmektedir. Ayrıca alt pencerelerin üzerlerine madalyonlar içerisinde manzara resimleri yapılmış, yine madalyonlar içerisinde Esma-ül Hüsna’ya yer verilmiştir. Sultan II. Bayazıt’ın sandukası türbenin ortasına tek olarak yerleştirilmiştir. Sanduka sedef kaplamalı bir şebeke ile çevrilmiştir. Bu sandukanın üzerinde sarı simlerle Maraş işi tekniğinde Sultan II. Bayazıt’ın doğum, cülüc, saltanat süresi ve ölüm tarihini içeren bir kitabe işlenmiş, bunun üzerine de celi-sülüs yazı ile Kelime-i Şahadet ve Kuran’dan alınma diğer bölümler işlenmiştir. Türbe İstanbul Türbeler Müzesi Müdürlüğü’nün yönetiminde olup, içerisindeki Kuran-ı Kerim, Lihye-i Saadet, şamdanlar, rahleler, levhalar ve kandiller müze deposuna kaldırılmıştır. Sultan II. Bayazıt Türbesi’nin sol tarafında kızı Selçuk Sultan’ın, sağında ise Tanzimat döneminin önde gelenlerinden Mustafa Reşit Paşa’nın türbeleri bulunmaktadır. |
Cevap : İstanbul'daki Tarihi Eserlerimiz
1 Eklenti(ler)
http://frmsinsi.net/attachment.php?a...1&d=1254601591 Sultan II. Mahmud Türbesi (Eminönü) İstanbul Eminönü ilçesi, Çemberlitaş’ta Divanyolu Caddesi üzerinde bulunan Sultan II. Mahmut Türbesi çevresinde büyük bir alanı kaplayan, adeta bir Osmanlı anıtsal mezarlığı görünümündedir. Türbe sebil, muvakkithane ve hazireden meydana gelmiş olup, bunun bir kenarında bulunan Sultan II. Mahmut Türbesi, Sultan II. Mahmud’un (1808–1839) 1 Temmuz 1839’da ölümünden sonra yapılan görevlendirmelerle 1839’da yapılmış ve 11 Kasım 1840’ta açılmıştır. Türbenin mimarları Ebniye-i Hümayun kalfalarından Ohannes Dadyan ve Bogos Dadyan’dır. Türbenin mali ve idari işlerinden de bina emini Bekir Abdülhalim Efendi sorumlu olmuştur. Türbedeki kitabeleri de Hattat Mehmet Haşim Efendi yazmıştır. Türbenin dış avlu kapısı üzerindeki kitabe de Yesarizade Mustafa İzzet Efendi’ye aittir. Sultan II. Mahmut Türbesi ve hazireye açılan kapıların üzerinde Şair Ziver’in söyleyip, Yesarizade Mustafa İzzet Efendi’nin yazdığı kitabelerden birinci kapı üzerindeki kitabede; “Fevz ve şevketle muammer eylesin Şehriyar-ı asrî Hay Müsteân Zâtı eslâf-ı selâtine onun Hayrla hayru’l-halefdir bî-gümân Vâlidî Mahmûd Han’ın kabrine Türbe inşa kıldı ol Şah-cihan Öyle âlî türbe kim Cennet gibi Dâima olmuş makam-ı kudsiyan Fatiha İhlâs okundukça Hudâ Rûh-ı Han-ı Mahmud’u kılsın şadümân Ziver’â tarihim oldu cevherîn Türbe-i Mahmud Han kasr-ı Cinan / 1255” İkinci kapı üzerindeki kitabede ise; Menba‘-ı mâ’i’l-hayât ma‘dele’t-şâh-ı cihân Hazret-i Abdülmecid Hân sâye-i Rabb-i Celîl Hayr-ı cârîsi o şâhın meşreb-i pâkîzesi olmuş Su gibi olmuş revân bulsa seza ecr-i cezîl Vâlid-i zî-şânın rûh-ı şerîfi içün o Şeh Eyledi ihyâ bu mevkî‘den sebîl-i bî-adîl Rûh-ı Mahmûd Hân garîk-i rahmet olsa var yeri Türbesi firdevs olup oldu sebîli selsebîl Ya ilâhî teşne-gan etdikce bunda nûş-ı âb Rûh-ı Hân-ı Mahmûd’u kıl seyrâb-ı in‘âm-ı cemîl Cevher-i târihime su verdi Ziver-i feyz-i cûd Buldu kevser ruh-ı Han-ı Mahmud içün zîbâ-sebil / 1256.” Yazılıdır. Divanyolu Caddesi üzerinde, cephede, Çemberlitaş yönündeki köşede bulunan türbe sekizgen planlı olup, ön bölümü cadde üzerine taşmış ve buraya birkaç basamak merdiven yerleştirilmiştir. Türbenin Sultanahmet yönündeki köşesine de bir çeşme yerleştirilmiş, böylece yuvarlak pencereli mezarlığın duvarlarında bir kenarda türbe, diğer kenarda da çeşme ve her ikisi arasındaki sebil ve giriş kapısı ile bir bütünlük sağlanmıştır. Mezarlık alanına giriş anıtsal bir kapı görünümündedir. Türbe, kapılar ve sebil araları birbirlerine eşit uzunlukta dörder yuvarlak şebekeli pencerelidir. Sebilin her iki yanındaki pencereler arkadaki başka bir mekâna da bağlı olduklarından madeni şebekelerin arkasına ayrıca ahşap aksam yerleştirilmiştir. Bunların arkasında Muvakkithane ile Hünkâr Dairesi’ne yer verilmiştir. Türbeye giriş bu yapının içerisindendir. Sekizgen planlı olan türbenin yan yüzeyleri kenarlarından biraz içeriye çekilmiş, plasterlerle hareketlendirilmiştir. Saçak altına kadar uzanan bu plasterler antik çağın korint üslubuna benzemektedir. Plasterler arasındaki yüzeylere yarım daire kemerli pencereler ve bunların üzerine içleri boş kartuşlar yerleştirilmiştir. Pencere kemerlerinin üzengi hizasında bir silme türbeyi çepeçevre kuşatmakta, sonra da uzun cephenin pencereli duvarlarının üst bitimine bağlanmaktadır. Bu silmelerin türbe plasterleri üzerlerine rastlayan bölümlerine de palmetli bir friz yerleştirilmiştir. Ayrıca saçak altındaki yüzeylere çifter kılıçlı birer kalkan kabartmasına da yer verilmiştir. Bu kalkanların bitiminde meşale şekilleri görülmektedir. Bütünüyle mermer kaplı olan cephenin tasarım ve uygulama düzeni madeni parmaklıklarda ve sebilim alemlerinde de görülmektedir. Türbe 17 m. çapında bir kubbe ile örtülüdür. İçerisi kalem işleri ile bezenmiş, çiçek sepeti kabartmaları, armalarla süslenmiştir. Türbe içerisinde on sekiz sanduka bulunmaktadır. Burada Sultan II. Mahmud, Sultan Abdülaziz ve Sultan II. Abdülhamid gömülü bulunmaktadır. Sultanların sandukaları madeni ve sedef şebekeler içerisine alınmıştır. Yalnızca Sultan II. Mahmud’un madeni sanduka şebekesi özenli biçimde yapılmıştır. Türbe’ye girişteki uzun koridorun iki yanında bulunan odalardan sol taraftaki Nevfidan Türbesi olarak isimlendirilir. Ayna tonozla örtülü olan bu odanın tavanı alçı kabartmalarla bezenmiştir. Bu bezemelerde, saksı içerisinden çıkan çiçek demetleri ve etrafında çelenklerden gelişen süslemeler dikkat çekicidir. Burada asıl türbe içerisinde gömülü bulunan üç Osmanlı padişahının eşleri ve çocuklarına ait sandukalar bulunmaktadır. Girişin sağındaki oda ise kendi içinde ikiye bölünmüş olup, burasının türbe ziyaretine gelen sultanların dinlenme yeri olduğu sanılmaktadır. Türbenin içerisinde beyaz renk egemen olup, yalnızca bezeme olarak kubbe içerisinde alçı kasetli dekorasyon dikkati çekmektedir. Diğer Osmanlı türbelerinde görülen ayet kuşağına burada da yer verilmiştir. Siyah zemin üzerine altın yaldızlı Hud Suresinden ayetler yazılmıştır. Bunun yanı sıra kapı üzerindeki kitabede Rahman Suresi’nden ayetler, kubbe kasnağı çevresinde Lafz-ı Celâl, İsm-i Nebi, Cihar-ı Yar-ı Güzin, Hasan ve Hüseyin isimleri madalyonlar içinde yazılmıştır. http://www.e-tarih.org/%E2%80%9Dhttp...4.jpg%E2%80%9D Türbenin içerisi rahleler, Kuran-ı Kerim, Şifa-i Şerifler, Ecza-i Şerifler, çeşitli levhalar, beratlar, Sultan II. Mahmud’un tuğralı Kâbe örtüsü, ipek seccadeler, halılar, İran şalları, şamdanlar, avizeler ile bezenmiştir. Bunlardan kubbeye asılı kristal avize İngiltere Kraliçesi Viktorya tarafından gönderilmiştir. Kapının iki yanındaki altın yaldızlı duvar saatleri de Fransa İmparatoru III. Napolyon’un hediyesidir. Türbe, Türbeler Müdürlüğü’nün yönetiminde olup, içerisindeki eşyaların büyük bir kısmı envanterlenerek Türbeler Müdürlüğü deposuna kaldırılmıştır. Sultan II. Mahmud Türbesi’nin yanındaki avlu 1861 yılından sonra hazireye dönüştürülmüş ve büyük çoğunluğunu 1840–1920 tarihleri arasında görev yapmış önemli devlet adamları ve yazarların, şairlerin mezarları oluşturmaktadır. Burada 150’ye yakın son dönem Osmanlı taş işçiliğini yansıtan, hat ve tarih yönünden önemli mermer lahit ve mezar taşı bulunmaktadır. Burası açık hava mezar müzesi görünümündedir. Burada gömülü olanların başında; Ahmed Fethi Paşa, Müşir Ahmed Eyüb Paşa, Süreyya Paşa, Damat Hasan Hüsnü Paşa, Sadullah Paşa, Mehmed Tevfik Paşa, Said Halim Paşa, Şevknihal Kadın, Revnak Kadın, Ferahnuma Kadın, Talha Ağa, Ahmed Raşid Zeynel Efendi; Hasan Fehmi Bey, Ahmed Samim; Muallim Naci, Ziya Gökalp gelmektedir. Türbe kompleksinin önünde bulunan Sebil caddeye taşmış olup, avlunun iki ana giriş kapısının ortasında bulunmaktadır. Beyaz mermer kaplı sebil dört sütun üzerine oturan kubbe ile örtülmüştür. Kubbenin içerisi dilimlere bölünmüş ve her bir dilimin içerisine çiçek demetlerinden oluşan alçı kompozisyonlar işlenmiştir. Sebilin iki yanındaki odalara avludan girilmektedir. Sebile geçişi sağlayan avlunun sağında kalan bölüm Muvakkithane olup, burada Ahmed Eflâki Mevlevi Dedesi ilk muvakkit olarak görev yapmıştır. Bu bölüm uzun yıllar Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün restoratörü Y.Mimar Sedat Çetintaş’ın çalışma ofisi olarak kullanılmıştır. |
Cevap : İstanbul'daki Tarihi Eserlerimiz
1 Eklenti(ler)
http://frmsinsi.net/attachment.php?a...1&d=1254601698 Sultan I.Ahmed’in (1603–1617) Türbesi, Sultanahmet Külliyesi’nin kuzeydoğu köşesinde bulunmaktadır. Duvar ile çevrili olan türbenin arkasında bir darülkurra, revakların önündeki köşede daha önce sebil olan ve XIX. yüzyılda muvakkithaneye dönüştürülen, günümüzde Türbeler Müzesi Müdürlüğü olarak kullanılan bir yapı bulunmaktadır. Sultan I. Ahmet Türbesi (Eminönü) Sultan I.Ahmed’in 1617’de ölümünden sonra Sultan I.Mustafa (1617–1618/1622–1623) döneminde 1617–1618 yıllarında türbenin yapımına başlanmış, Sultan II. Osman (1618–1622) döneminde 1619’da tamamlanmıştır. Türbe XVI. yüzyıl türbelerinden ayrı bir mimari üslup göstermektedir. Bu yapıda iç koridorlu mekân düzeninden ve çift cidarlı kubbeden vazgeçilmiştir. Girişin karşısına bir çıkıntı yapılmıştır. Kare planlı olan yapının cepheleri mermerle kaplanmış olup, köşeler pahlanarak yumuşatılmıştır. Bu pahlanan kısımlar üstte mukarnas dolgular ile son bulmaktadır. Türbe cephelerdeki üç sıra pencere ile aydınlatılmıştır. Alt sıra pencereler ahşap kapaklı dikdörtgen söveli, üst sıra pencerelerse sivri kemerli ve şebekelidir. Türbenin yan cephelerine açılan farklı boyuttaki bu pencereler asimetrik bir görünüme sahiptir. Sultan I. Ahmed’in sandukasının hizasına rastlayan pencereler diğerlerinden daha büyük tutulmuş ve böylece farklı bir görünüm elde edilmiştir. Türbenin üzeri çokgen bir kasnak üzerine oturan kubbe ile örtülmüştür. Türbe girişi üç bölümlü bir revak görünümündedir. Bu revakın üst örtüsü önde dört, arkasında duvarlara gömülü iki sütun üzerine oturmaktadır. Buradaki mukarnas başlıklı mermer sütunlar iki ayrı renkli taştan örülmüş ve bunlar birbirlerine sivri kemerlerle bağlanmıştır. Bu kemerlerin ortasında ayna tonoz, iki yanında da birer kubbe bulunmaktadır. Üst örtünün içerisi bitkisel kalem işleri ile bezenmiştir. Türbe giriş revakı daha geniş tutulmuş ve iki yanına da mermer korkuluklu sekiler yerleştirilmiştir. Türbe girişi basık kemerli bir kapı olup, bunun üzerinde üç satırlık on iki kartuşlu bir kitabeye yer verilmiştir: “Hüsrev-i Cennet-mekân hakan-ı Firdevs-i aşiyan Daver-i Cemşid ferdray-ı hurşid i’tila Yani Sultan Ahmed ol Şah-ı Süleyman kadr kim Şahlar olurlar idi dergehine çehresa Gördü kim bu alem-i fani değil Cay-i karar Can atıp firdevse kıldı azm-i aklim-i beka Şahbaz ruh-ı paki arşa pervaz eyledi Oldu cism-i pakine bu merkad-i ca dilguşa Habgahın adın kıl ya Rab o şah-ı adilin Cennet-i a’lada lutfunla müyesser kıl lika Türbe-i ulyasının ihtimamına tarihdir Türbe-i Sultan Ahmed evc-i ı’lliyyin ola 1028 (1619).” Türbenin ahşap kapı kanatları üç bölüm halindedir. Bu kapıda kündekari teknik uygulanmış, geçmelerin içerisi sedef, fildişi ve bağa ile kaplanmıştır. Türbenin girişi üzerine bir mahfil yerleştirilmiş, buraya çıkışı sağlayan merdiven giriş kapısı ile dolap nişi arasına yerleştirilmiştir. Türbenin üzerini örten kubbeye geçiş duvarlardan dışarı taşan sekiz sivri kemer ve bu kemerlerin mukarnaslı üçgenleri üzerine oturtulmuştur. Sultan I. Ahmet Türbesi çini, kalem işi ve ahşap işçiliğinin güzel örneklerini bir araya getirmiştir. Alt sıra pencerelerin üzerlerine kadar zeminden çiniler ile kaplıdır. XVII. yüzyıl sıratlı tekniğindeki bu çinilerde bitkisel kompozisyonlara ağırlık verilmiştir. Çini panoların üzerini lacivert zemine beyaz sülüs hat ile yazılmış Mülk suresine yer verilmiştir. Bu ayet kuşağı bütün türbeyi çepeçevre dolaşmaktadır. Çinilerin üzerinde kalan bölüm ise zengin kalem işleri ile bezenmiştir. Kubbenin ortasına madalyon içerisine Fâtır suresinin 41. ayeti; pandantiflerdeki madalyonlar içerisine de Esma-ül Hüsna yazılmıştır. Türbede Sultan I. Ahmet, oğulları Sultan II. Osman, Sultan IV. Murad, Kösem Valide Sultan (Mahpeyker Sultan), I. Ahmed’in, II. Osman’ın, IV. Murad’ın ve Sultan İbrahim’in kızları ile oğulları gömülüdür. Türbe İstanbul Türbeler Müdürlüğü’nün yönetiminde olup, müze olarak düzenlenmiş ve ziyarete açılmıştır. |
Cevap : İstanbul'daki Tarihi Eserlerimiz
1 Eklenti(ler)
http://frmsinsi.net/attachment.php?a...1&d=1254601770 Mihrimah Sultan Medresesi (Üsküdar) İstanbul Üsküdar ilçesi, İskele Meydanı’nda Kanuni Sultan Süleyman’ın (1520–1566) kızı Mihrimah Sultan tarafından Mimar Sinan’a 1548 yılında yaptırılmış olan, cami, türbe, sıbyan mektebi ve handan meydana gelen külliyenin bir bölümünü oluşturan medrese külliye ile birlikte aynı tarihte yaptırılmıştır. Medresenin giriş kapısı üzerinde kitabesi bulunmamaktadır. Medresenin on dokuz kubbesi kurşunla kaplı olduğundan Kurşunlu Medrese ismi ile de tanınmaktadır. Kaynaklardan öğrenildiğine göre medresenin yapımından sonra devrin ünlü müderrislerinden İmamzade Mehmet Efendi burada ders vermiştir. Onun ardından Şemseddin Ahmet Efendi, Arapzâde Mehmet Efendi, Şah Mehmet Çelebi, Hacı Muradzâde Dursun Efendi, Şeyhülislâm Çivizâde Mehmet Efendi de burada ders vermiştir. Mihrimah Sultan’ın vakfiyesinden öğrenildiğine göre medresede belirli günlerin dışında mazereti olmaksızın öğrenimi terk etmeyecek müderrise günde 50 akçe, öğrenciler arasında en bilgili olanına günde 5 akçe, medresede talebe olan ve mazereti olmaksızın dersi terk etmeyen 14 öğrencinin her birine günde 2’şer akçe, sabah namazından önce kapıyı açarak yatsıdan sonra kapayacak kapıcıya da günde iki akçe ve temizlik işlerine bakan ferraşa günde bir akçe verilmesi şart koşulmuştur. Mihrimah Sultan Camisi’nin kuzey yönünde yer alan medrese kesme köfeki taşından yapılmıştır. Caminin avlusuna bakan görkemli giriş kapısının iki yanına birer üzeri stalaktitli mihrabiye yerleştirilmiştir. Giriş kapısı kırmızı ve beyaz mermerlerin alternatifli sıralanması ile oluşmuş yuvarlak kemerlidir. Medrese avlusunun iki uzun cephesine on dört oda yerleştirilmiştir. Bu odaların önünde baklava başlıklı mermer sütunların yuvarlak kemerlerle birbirine bağlandığı, üzerleri kubbeli bir revak bulunmaktadır. Medrese hücreleri kare planlı olup, içlerinde birer ocak ve dolap nişleri vardır. Üzerleri kubbe ile örtülmüştür. Medrese avlu girişinin karşısına gelen mekâna kare planlı dershane yerleştirilmiştir. Dershanenin üzerinde kitabesi bulunmamaktadır. Dershanenin üzeri tromplu bir kubbe ile örtülmüştür. Dershane beş adet pencere ile aydınlatılmıştır. Medrese Cumhuriyetin ilk yıllarında Çocuk Dispanseri ve Ruh Sağlığı binası olarak kullanılmıştır. Günümüzde özel bir tıp merkezidir. |
Cevap : İstanbul'daki Tarihi Eserlerimiz
1 Eklenti(ler)
http://frmsinsi.net/attachment.php?a...1&d=1254601839 Şemsi Paşa Medresesi (Üsküdar) İstanbul ili Üsküdar ilçesi, Şemsi Paşa Semtinde, cami, türbe, sıbyan mektebinden meydana gelen Şemsi Paşa Külliyesi’nin bir bölümünü oluşturan medrese, külliye ile birlikte 1580 yılında Şemsi Ahmet Paşa tarafından Mimar Sinan’a yaptırılmıştır. Şemsi Ahmet Paşa, Sultan II. Selim (1566–1574) ve Sultan III. Murad (1574–1595) dönemlerinde vezirlik yapmıştır. İsfendiyar ailesinden Kastamonu Beyi Kızıl Ahmet Bey’in torunu, Mirza Paşa’nın da oğludur. Osmanlı Saray Okulu olan Enderun’da yetişmiştir. Avcıbaşı, Bölük Ağası, Müteferrika ve Sipahiler Ağası olmuştur. 1554 yılında Anadolu, bir süre sonra da Rumeli Beylerbeyliği yapmıştır. Sultan II. Selim tarafından vezirliğe yükseltilmiştir. Yapı topluluğunun avlusunun kuzeybatı yönüne medrese hücreleri bir şerit gibi yerleştirilmiştir. On iki medrese hücresinden meydana gelmiş olan bu bölüm bir sıra kesme taş dizisi ve üç sıra tuğladan yapılmıştır. Hücrelerin ön kısmında baklava başlıklı on yedi sütunun taşıdığı bir revak bulunmaktadır. Buradaki sütunlar birbirlerine sivri kemerlerle bağlanmışlardır. Ancak medrese hücrelerinin duvarları üzerinde bu revaklarla ilgili kemer bağlantılarının izlerine onarım sırasında rastlanmamıştır. Revakların üzeri düz bir çatı ile örtülmüştür. Revak sütunlarında yeşil ve siyah porfir sütunlara da yer verilmiştir. Üsküdar İskele Meydanı’nın düzenlenmesi sırasında yeşil bir sütunun bulunarak cami avlusuna getirildiği, bunun bir benzerinin de itfaiye binasında bulunarak aynı yere taşındığı dikkate alındığında revaklarda kullanılan sütunların ne şekilde olduğu da ortaya çıkmaktadır. Bu bakımdan revakların orijinalinde yeşil ve siyah porfir olduğu sanılmaktadır. Günümüzde medrese hücrelerine revakların kenarından ve ortasında bir de sütun bulunan bir kapıdan girilmektedir. Medrese hücreleri 2.95x2.95 m. ölçüsünde kare planlı olup, duvar kalınlıkları 0.80 m. dir. Hücrelerden her birinin içerisinde birer ocak ile bir veya iki niş bulunmaktadır. Hücreler altlı üstlü ikişer pencere ile aydınlatılmıştır. Köşe odalarında cephe görünümü olduğundan buradaki pencere sayısı daha artmıştır. Medresenin dershane-mescidi hücrelerin ortasında, yapı topluluğunun da kuzeybatısındadır. Yuvarlak kemerli bir kapıdan girilen bu bölüm 7.00x7.00 m. ölçüsünde kare planlıdır. Üzeri basık sekizgen bir kasnağa oturtulmuş kubbe ile örtülüdür. İçerisi altlı üstlü on altı pencere ile aydınlatılmıştır. Yapı topluluğunun diğer bölümlerinde olduğu gibi burada da süsleyici bir elemana rastlanmamıştır. Şemsi Paşa Külliyesi ile birlikte medrese de 1894 depreminde hasar görmüş ve İstanbul Vakıflar Başmüdürlüğü Y.Mimarı Süreyya Yücel tarafından 1940 yılında onarılmıştır. Medrese 1953 yılından itibaren Şemsi Paşa Halk Kütüphanesi olarak kullanılmaktadır. |
Cevap : İstanbul'daki Tarihi Eserlerimiz
1 Eklenti(ler)
http://frmsinsi.net/attachment.php?a...1&d=1254601907 Fatih Medresesi (Fatih) İstanbul ili Fatih ilçesi, Fatih Sultan Mehmet’in (1444–1446/1451–1481) 1463–1470 yıllarında yaptırmış olduğu külliyesinin bir bölümünü oluşturan medreseleri İstanbul’un fethinin hemen arkasından Ayasofya’daki medresesinden sonra yaptırmıştır. Caminin iki yanında sıralanan medreselere “Sahn-i Seman” isimleri verilmiştir. Bu medreselerin dışında ve yine caminin iki yanında, arazinin meyilli olmasından ötürü daha aşağıda olduğundan “Tetimme” denilen öğrencilerin eğitime hazırlık medreseleri bulunuyordu. Bu medreselerden caminin Marmara Denizi yönünde olanlar Fatih’ten Edirnekapı’ya kadar uzanan Fevzi Paşa Caddesi’nin genişletilmesi sırasında yıktırılmış, Haliç tarafındakilerin yerlerine de bir ilkokul yapılmıştır. Bu medreselerden Haliç tarafındakilere Karadeniz Medreseleri ismi altında “Bahr-i Siyah”, Marmara tarafındakilere de Akdeniz anlamına gelen “Bahr-i Sefid” isimleri verilmişti. Saraçhanebaşı’ndan Edirnekapı’ya doğru uzanan yol üzerinde “Baş Kurşunlu”, “Baş Çifte Kurşunlu”, “Ayak Çifte Kurşunlu”, “Ayak Kurşunlu” şeklinde de isimlendirilmişlerdir. Fatih Sultan Mehmet, caminin kuzey ve güneyine iki sıra halinde sekizer yapıdan meydana getirdiği Semaniye Medreselerinde sekiz ayrı müderrisin ders okutmasına karar vermiştir. Bunların arkasındaki yüksek derecede öğretim kurumu olan Semaniyeye öğrenci yetiştirmek amacı ile de Tetimme Medreselerini yaptırmıştır. Medreselerin yapımında Veziri Azam Mehmet Paşa’yı derslerin düzenlenmesinde Molla Hüsrev ile Ali Kuşçu’yu görevlendirmiştir. Bu medreselerde Tusi, Hocazade Musluhiddin Mustafa, Molla Abdülkerim, Kadızade Molla Kasım gibi devrin âlimleri müderrislik görevini üstlenmişlerdir. Semaniye Medreselerinde Mantık, Fıkıh, Kelam, Tefsir gibi ilimlerin yanı sıra Matematik, Geometri, Astronomi ve Tıp da okutulmuştur. Kesme köfeki taşı ve tuğladan yapılmış olan bu medreselerin her biri on dokuzar hücre ve bir de dershane mescitten meydana gelmiştir. Medrese hücreleri kare planlı olup, avluya birer kapı ve pencere ile açılmışlardır. Ayrıca arka cephelere de altlı üstlü birer pencereleri bulunmaktadır. Bunların üzerleri kasnaklı kubbelerle örtülmüştür. Dershane olarak nitelenen bölüm ise yine kare planlı olup, diğer hücrelerden daha yüksek ve gösterişli biçimdedir. Dershanenin üzeri de kasnaklı kubbe ile örtülüdür. Medreselerin ortak özelliği ortalarında revaklı birer avlularının bulunmasıdır. Tetimme Medreseleri ise günümüze gelemediğinden bunların mimarisi hakkında yeterli bilgi bulunmamaktadır. Bazı kaynaklara dayanılarak bunların üzerlerinin çatı ile örtülü olduğu sanılmaktadır. Fatih Külliyesini oluşturan medreseler 1766 depreminde cami ve diğer yapılarla birlikte zarar görmüşse de kısa süre içerisinde yeniden onarılmışlardır. Tetimme Medreselerinin yıktırılması ve temel altı toprak tabakasının ortaya çıkması üzerine Akdeniz Medreseleri yıkılma tehlikesi ile karşılaştığından bunlar kalın gergi demirleri ile desteklenmiştir. Bu medreseler 1955 yılından itibaren Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından restore edilmiş ve bir bölümü öğrenci yurdu olarak kullanılmıştır |
Cevap : İstanbul'daki Tarihi Eserlerimiz
1 Eklenti(ler)
http://frmsinsi.net/attachment.php?a...1&d=1254601969 Amcazade Hüseyin Paşa Medresesi (Fatih İstanbul ili Fatih ilçesi, Saraçhanebaşı’nda, Mimar Ayas Mahallesi’nde bulunan Amcazade Hüseyin Paşa Medresesi, dershane-mescit, kütüphane, sıbyan mektebi, on altı medrese hücresi, sebil ve sonradan bunlara eklenen bir çeşmeden meydana gelmiş olup, 2580 m2’lik bir alana yayılmıştır. Medreseyi Sultan II. Mustafa (1695–1703) devrinin sadrazamı Köprülüzade ailesinden Amcazade Hüseyin Paşa yaptırmıştır. Amcazade Hüseyin Paşa, Sultan IV. Mehmet (1648–1687) zamanında Osmanlı devletinin çeşitli görevlerinde bulunmuş, 1683’te Viyana’yı ikinci kez kuşatan Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’nın yanında bulunmuştur. Viyana Kuşatması’nın başarısızlıkla sonuçlanması üzerine diğer devlet yöneticileri gibi tüm yetkileri alınarak Rikab-ı Hümayun’a gönderilmiştir. Daha sonra Gelibolu yakınındaki Çardak’a muhafız olmuş, Suyolcuzade Vezir Ali Paşa’nın 1688’de ölümü üzerine Seddülbahir muhafızlığına vezir unvanı ile getirilmiştir. Bundan sonra bir süre sadaret kaymakamlığı, yeniden Seddülbahir muhafızlığı ve kaptan-ı deryalık görevlerinde bulunmuştur. Bu dönemde Sakız Adası Osmanlı topraklarına katılmıştır. Ardından Anadolu’da çıkan ayaklanmaları bastırmaya çalışmış, Sultan II. Mustafa döneminde Macaristan’da Alman ordusu ile savaşmış, sadrazamlık makamına getirilmiştir. Kendi arzusu ile bu görevden ayrıldıktan sonra Silivri’deki çiftliğinde 1702’de ölmüştür. Amcazade Hüseyin Paşa Osmanlı İmparatorluğu’nun zayıfladığı ve gerilemeye başladığı zor döneminde sadrazamlık yapmıştır. Paşanın bu medreseden başka Boğaziçi’nde yalısı, Edirne’de Buçuktepe’de yaptırdığı kasır ve Bursa’da bir tekkesi bulunmaktadır. Ayrıca Edirne’de başta çeşmeler olmak üzere çeşitli hayır eserleri de vardır. Amcazade Hüseyin Paşa Medreseyi 1697–1702 yıllarında devam eden sadareti sırasında yaptırmıştır. Mimarbaşı İbrahim Ağa tarafından yapılmıştır. Yapı topluluğu doğal afetlerden ve yangınlardan ötürü zaman zaman harap olmuştur. Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından 1940 ve 1957, 1958 yıllarında onarılmıştır. Yapı topluluğunun yıkılan bölümleri, özellikle medrese hücreleri, kütüphane ve sıbyan mektebi yeniden onarılmış ve 1966 yılı sonlarında orijinal görünümüne uygun biçimde restore edilmiştir. Yapı topluluğunu ilk defa 1940 yılında Ekrem Hakkı Ayverdi 1957–1958 yıllarında da Y. Mimar Fikret Çuhadaroğlu restore etmiştir. Medresenin yuvarlak kemerli girişinin yanında 1739 yılında eklenmiş Şeyhülislâm Mustafa Efendi Çeşmesi ile altında dört dükkân bulunan sıbyan mektebi bulunmaktadır. Kapının diğer yanında da üç ayrı bölüm halinde hazire ve sebil bulunmaktadır. Yuvarlak kemerli giriş kapısı köfeki taşından olup, profilli silmelerle daha belirgin bir şekle sokulmuştur. Kapının üzerine kartuşlar içerisine alınmış on iki mısralık sülüs yazılı Arapça bir kitabe yerleştirilmiştir. Kitabe: Lillâhi darun benahu Lil ilmi sardun mücedded Nizâmu ikdil meani Fi ısrı hayrın muarded Hayfu tefada yakinen Annalgana imâ suyed Fâzet simahu münibin Hüsnü’l mesâi tezevved Tarih-i tekmil-ia kad Alhâ tamamen bimuhrad Şedel Hüseynu vezirân Lil ilmi dâran veceddet. Giriş kapısından külliyenin ortasında şadırvan bulunan oldukça geniş bir avluya girilmektedir. Avlunun sağ tarafında kütüphane ile sıbyan mektebi ve dört medrese hücresi, girişin karşısında on bir medrese hücresi, sol tarafta da iki medrese hücresine yer verilmiştir. Böylece medrese on yedi hücreden meydana gelmiştir. Avlunun sol tarafında ise dershane-mescit bulunmaktadır. Medrese hücreleri dershane-mescit ile kütüphane arasında kalan alanda, avluyu U şeklinde çevrelemektedir. Amcazade Hüseyin Paşa vakfiyesinde on altı medrese hücresinin ismi geçmesine rağmen bugün on yedi medrese hücresi bulunmaktadır. Bunlardan on yedinci hücre kuzey ve doğu medrese hücrelerinin birleştiği köşede üzeri açık bir mekândır. Bunun on yedinci hücre olup olmadığı da tartışmalıdır. Medrese hücrelerinin önünde baklava başlıklı, yuvarlak kemerlerle birbirine bağlanmış, üzerleri kubbeli bir revak bulunmaktadır. Bunların üzeri kubbelerle örtülmüştür. Medrese hücreleri 4.00x4.00 m. ölçüsünde kare planlı olup, üzerleri küçük kubbelerle örtülüdür. Bu kubbelerin birbirleri ile eş olmadıkları dikkati çekerse de bu durum büyük olasılıkla değişik dönemlerde zarar gören yapının onarımı sırasında meydana gelmiştir. Köfeki taşından basık kemerli bir kapı ile içerisine girilen hücrelerin her birinin içerisinde iki veya üç dolap nişleri ve bir de ocak bulunmaktadır. Medresenin dershane-mescidi üç taraftan yirmi iki mermer sütunun çevrelediği bir revakla görkemli bir konumdadır. Bu revakların üzerleri kubbe, çapraz ve ayna tonozlarla örtülmüştür. Bunların da üzerlerini düz ve meyilli bir çatı örtmektedir. Revakları meydana getiren sütunlar beyaz mermerden olup, başlıkları stalaktitlidir. Yalnızca güneydeki üç başlık baklavalıdır. Dershanenin girişi özellikle belirtilmiş ve burada içten malakâri sıvalı bir kubbeye yer verilmiştir. Girişin iki yanına da birer niş yerleştirilmiştir. Girişin üzerinde koyu mavi zemine yaldızlı bir sülüsle bir kitabe konulmuştur. Kitabe: Kad bena hâzihil buk’at-ül mübâreket-ül hasenete fid devlet-i Sultan Mustafa Han veziri-ül âzam Hüseyin Paşa fi seneti İsnâ aşere ve miete ve elf. h.1112 (1700). Dershane kesme köfeki taşından olup, her kenarı 4.50–7.00 m. arasında değişen sekizgen planlı olup, üzeri 11.00 m. çapında merkezi bir kubbe ile örtülüdür. Kubbe kasnaksız olup, tamamen duvarlar üzerine oturtulmuştur. Altlı üstlü iki dizi halinde ve sekizgenin her kenarında ikişer tane olmak üzere yirmi sekiz tane pencere ile aydınlatılmıştır. Alt sıra pencereler dikdörtgen mermer söveli, üst sıradaki pencereler ise sivri kemerlidir. Giriş ekseni üzerinde bulunan mihrap yedi köşeli mermerden olup, mukarnaslı olarak sonuçlanır. Mihrabın üzerine sülüs yazı ile “kalellâhu taâlâ küllemâdahale aleyha zekeriyyel mihrap” yazılıdır. Medrese avlusunun sağında dershane karşısında iki katlı kütüphane bulunmaktadır. Ampir üslubuna yakın kütüphanenin üzerindeki h. 1168 (1755) tarihli kitabesinden öğrenildiğine göre 1755 depreminden sonra Amcazade Hüseyin Paşa’nın kızı Rahmiye Hatun tarafından buraya eklenmiştir. Külliyenin ön cephesinde bulunan sıbyan mektebine dış cephedeki dükkânların arasında bulunan yuvarlak kemerli bir kapıdan küçük bir girişe, oradan da merdivenle çıkılmaktadır. Dikdörtgen planlı olan, üzeri tonozlu sıbyan mektebi iki bölümden meydana gelmiştir. Amcazade Hüseyin Paşa Külliyesi 1966 yılı onarımından sonra Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün “Türk İnşaat ve Sanat Eserleri Müzesi” haline getirilmiştir |
Cevap : İstanbul'daki Tarihi Eserlerimiz
1 Eklenti(ler)
http://frmsinsi.net/attachment.php?a...1&d=1254602038 Gazenfer Ağa Medresesi (Fatih) İstanbul ili Fatih ilçesi, Kırkçeşme Mahallesi, Atatürk Bulvarı üzerinde, Bozdoğan Kemeri’ne bitişik olan Gazanfer Ağa Medresesi 1596 tarihli vakfiyesinden öğrenildiğine göre Sultan III. Mehmet’in (1595–1603) Kapı Ağalarından, Hasodabaşısı Gazanfer Ağa tarafından yaptırılmıştır. XVI. yüzyılın sonlarında yapılan bu medrese Davut Ağa’nın mimarbaşılığı sırasında yapılmıştır. Medrese türbe ve sebilden meydana gelmiştir. Girişteki ön avlunun karşısına medrese hücreleri, kuzeydoğu köşesine Gazanfer Ağa’nın türbesi, güneydoğu köşesine de dışarıya taşkın biçimde sebil yerleştirilmiştir. Avlu duvarı ile türbenin arasına sonradan yapılan gömülerle küçük bir de hazire meydana gelmiştir. Medrese 1782 yangınında harap olmuş, çeşitli zamanlarda onarılmış, son olarak da 1943–1944 yıllarında onarılmış ve günümüze iyi bir şekilde gelebilmiştir. Ön avlunun batısında yer alan medresenin avlusu kare planlıdır. Kesme köfeki taşı ile yapılmış olup, batı yönündeki duvarları taş ve tuğla dizilerinden oluşturulmuştur. Medresenin doğu cephesinin ortasındaki kapı basık kemerlidir. Ön avludan iki basamakla çıkılan sahanlığın üzeri ahşap bir saçakla örtülmüştür. Baklava başlıklı on iki sütunun taşıdığı revakların üzeri pandantifli geçişlerle on altı kubbe ile örtülmüştür. Revakların arkasındaki giriş dışında medrese U şeklinde on dört hücreden meydana gelmiştir. Güneybatı köşesine ise bir oda daha eklenmiştir. Medrese hücreleri kare planlı, üzerleri de pandantifli kubbelerle örtülmüştür. Bu odalar birer kapı ve pencere ile avluya açılmışlardır. Avlunun kuzey ve güneyindeki odalar ikişer üst pencere ile aydınlatılmıştır. Kuzey ve güneydeki odalar alt ve üst pencerelerle arkadaki iç avluya da açılmıştır. Odaların içerisinde birer ocak nişi ile onun iki yanında da birer dolap nişine yer verilmiştir. Girişin karşısına gelen dershane-mescit kare planlı olup, zeminden 0.50 m. yükseklikte ve dışarıya taşkın olarak yapılmıştır. Avluya iki renkli taşın alternatifli sıralanması ile meydana gelmiş bir yay kemerle açılmıştır. Dershanenin üzeri tromplu bir kubbe ile örtülmüştür. İkisi altta, üçü de üstte olmak üzere revaklara, altlı üstlü beşer pencere ile de arkadaki iç avluya açılmıştır. Dershanenin içerisinde karşılıklı birer niş iki yan duvara yerleştirilmiştir. Bu nişlerden biri mihrap nişi olarak kullanılmıştır. Bu nişlerin yanına da birer dolap nişi yapılmıştır. Gazanfer Ağa Medresesi 1943–1944 onarımından sonra Belediye Müzesi olarak kullanılmıştır. Günümüzde Büyükşehir Belediyesi tarafından Karikatürcüler Derneği’ne 1989’da kiralanmış olup, günümüzde Karikatür ve Mizah Müzesi olarak hizmet vermektedir. |
Cevap : İstanbul'daki Tarihi Eserlerimiz
1 Eklenti(ler)
http://frmsinsi.net/attachment.php?a...1&d=1254602116 Fatih (Eyüp Sultan Cami Medresesi) Medresesi (Eyüp) İstanbul Eyüp ilçesi, Eyüp Camisi’nin avlusunda bulunan bu medrese Fatih Sultan Mehmet (1441–1446/1451–1481) döneminde Eyüp Sultan Külliyesi ile birlikte yaptırılmıştır. Neşri Tarihi’nde “Ebu-Eyyüb-ı Ensari’den bir imaret ve bir medrese ve bir cami ve bir hamam yapılmıştır” yazılıdır. Fatih Sultan Mehmed’in vakfiyesinde de “cami hariminde her neci güzelliklerle bezenmiş ve kubbelerle süslü, altı hücreli değerli bir medrese bina etti” yazılıdır. Ekrem Hakkı Ayverdi bu medrese odalarının on altı tane olduğunu belirtmiştir. Bu medresenin hücreleri cami revakından başlayarak türbenin sağ ve soluna kadar uzanıyordu. Sağ taraftaki medrese odalarının bulunduğu yere sonradan Beşir Ağa Türbesi, Cüzhane; sol tarafındaki hücrelere de Kıbrıs Fatihi Lala Mustafa Paşa’nın türbesi yapılmıştır. Medrese cami ile birlikte 1766 depreminde zarar görmüş, 1798 yılında cami yenilenmişse de medrese odaları tamamen ortadan kaldırılmış ve bugün avluya dönüştürülmüştür. Küçük Emir Efendi 1528 yılında ölümüne kadar bu medresede ders vermiştir. |
Cevap : İstanbul'daki Tarihi Eserlerimiz
1 Eklenti(ler)
http://frmsinsi.net/attachment.php?a...1&d=1254602194 İstanbul ili Eminönü ilçesi, Şehzadebaşı’nda Kanuni Sultan Süleyman’ın (1520–1566) kendisinden sonra padişah olmasını arzu ettiği Şehzade Mehmet’in ölümü üzerine yaptırmış olduğu külliyenin bir bölümünü medrese oluşturmaktadır. Caminin kitabesinden öğrenildiğine göre külliyenin yapımına 1544 yılında başlanmış ve 1548 yılında da tamamlanmıştır. Medresenin giriş kapısı üzerindeki kitabeden 1546–1547 yıllarında yapıldığı anlaşılmaktadır. Şehzade Mehmet Medresesi (Eminönü) Medrese kesme köfeki taşından yapılmış olup, yapı topluluğunun dış avlu kuzey duvarını oluşturmaktadır. Klasik Osmanlı medrese mimarisinden simetrik olmayışından ötürü ayrılmaktadır. Dershane ve 20 medrese hücresinden meydana gelmiştir. Medrese hücrelerinin önünde yuvarlak mermer sütunlar baklava başlıklı olup, birbirleri ile yuvarlak kemerlerle birleştirilmişlerdir. Bunların üzeri kubbe ile örtülüdür. Revakların arkasındaki medrese hücreleri kubbeli olup, avluya bir kapı ve bir de dikdörtgen söveli pencere ile açılmaktadır. İçlerinde ocak ve dolap nişleri bulunmaktadır. Girişin karşısına bir eyvan ve helâlar yerleştirilmiştir. Dershane kısmının içerisinde bulunan mihrap burasının aynı zamanda mescit olarak da kullanıldığını göstermektedir. İstanbul medreseleri arasında üst düzey eğitim veren bir kurum olup, zamanla harap olmuş, Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından restore edilmiştir. 1950 yılından sonra da Yüksek Eğitim Kız Öğrenci Yurdu olmuştur |
Cevap : İstanbul'daki Tarihi Eserlerimiz
1 Eklenti(ler)
http://frmsinsi.net/attachment.php?a...1&d=1254602259 Sinan Paşa Medresesi (Eminönü) İstanbul ili Eminönü ilçesi, Beyazıt Çarşıkapı’da Yeniçeriler Caddesi ile Bileyciler Sokağı’nın kesiştiği noktada bulunan Sinan Paşa Külliyesi’ni Sadrazam Koca Sinan Paşa Mimar Davut Ağa’ya 1593 yılında yaptırmıştır. Yemen Fatihi Sinan Paşa’nın yaptırmış olduğu bu külliye medrese, dershane-mescit, türbe ve sebilden meydana gelmiştir. Külliye simetrik olmayan bir plan düzenine göre avlu içerisinde yer almaktadır. Külliyeyi oluşturan medrese, türbe ve sebil güney ve batı yönlerindeki kesme taş duvarlar içerisine alınmıştır. Ayrıca ana caddeye bakan avlu duvarının türbe hizasına sivri kemerli demir şebekeli pencereler açılmıştır. Avlu duvarı ile medrese arasındaki bahçe XVIII. yüzyılın sonlarında hazireye dönüştürülmüştür. Böylece içerideki mezarların dışarıdan görünebilmeleri için duvarın bir bölümü yıktırılmış ve barok üslupta bir kemerle yükseltilmiştir. Yapı topluluğunun basık kemerli avlu giriş kapısı da bu cephenin üzerindedir. Bunun biraz ilerisinde cadde ile sokağın kesiştiği yere de sebil yerleştirilmiştir. Medrese Klasik Osmanlı üslubunda yapılmıştır. Dikdörtgen planlı, revaklı avlulu olan medresenin üç tarafı hücrelerle çevrilmiştir. Dershane-mescit ise Osmanlı medrese planlarının geleneksel düzeninden ayrı olarak medrese hücrelerine bitiştirilmiştir. Böylece dershane revakı hem medreseye, hem de dershaneye girişi sağlamıştır. Avlu çevresindeki medrese hücresi on altı adet olup, hepsi kare planlıdır. Üzerleri kubbe ile örtülüdür. Hücreler avluya birer kapı ve birer pencere ile dışarıya ise altlı üstlü iki pencere sırası ile açılmıştır. Bunlardan alt sıra pencereler dikdörtgen söveli, üst sıradakiler de alçı şebekeli sivri kemerlidir. Hücrelerin önündeki baklava başlıklı on dört sütun birbirlerine kemerlerle bağlanmış, üzerleri de kubbelerle örtülmüştür. Medresenin iç avlusunda sekizgen planlı bir şadırvan bulunmaktadır. Bu şadırvan baklava başlıklı sekiz sütunun taşıdığı bir çatı ile örtülüdür. Şadırvanın ortasına sekizgen planlı mermerden yapılmış bir de havuz eklenmiştir. Ayrıca avlu içerisine bir su kuyusu ile mermerden su teknesi de eklenmiştir. Medresenin batısında bulunan dershane-mescit Erken Osmanlı mimarisini anımsatacak biçimde ters T planı göstermektedir. Önünde iki sütun ve bir paye üzerine oturmuş üç gözlü bir revaka yer verilmiştir. Bu revakların iki bölümü kubbe diğerleri de tonozla örtülüdür. Dershanenin duvarları bir sıra taş ve üç sıra tuğlanın alternatifli olarak örülmesinden meydana gelmiştir. Dershanenin üzeri sekizgen kasnaklı tromplu bir kubbe ile örtülmüştür. Kubbe içerisindeki kalem işleri XIX. yüzyılın sonlarında yapılmıştır |
Cevap : İstanbul'daki Tarihi Eserlerimiz
1 Eklenti(ler)
http://frmsinsi.net/attachment.php?a...1&d=1254602321 İstanbul Eminönü ilçesi, Kabasakal Caddesi ile Mimar Mehmet Ağa Caddesi’nin kesiştiği köşede bulunan, Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu’nun restore ederek otel olarak kullanılan Yeşil Ev’in bitişiğindeki Cedid Mehmet Efendi Medresesi aynı zamanda Kabasakal Medresesi olarak da tanınmaktadır. Medresenin tarihi geçmişi ile ilgili kaynaklarda yeterli bilgi bulunmamaktadır. Banisi olarak söylenen Cedid Mehmet Efendi’nin kim olduğu konusunda da Sicil-i Osmanî’de bu isme rastlanmamıştır. Bu nedenle Cedid Mehmet Efendi’nin halktan bir kişi olduğu ve bu medreseyi yaptırdığı sanılmaktadır. Medresenin mimari yapısı da XVIII. yüzyılda yapıldığını göstermektedir. Cedid Mehmet Efendi Medresesi (Eminönü) Cedid Mehmet Efendi Medresesi’nin kitabesi bulunmamaktadır. Medresenin bütünü tamamlanmadan öğrenime açıldığı avlu revaklarının sütun başlıklarından yalnızca birinin işlenip, diğerlerinin eksik bırakılmasından anlaşılmaktadır. Büyük olasılıkla da banisi medreseyi tamamlamadan ölmüş olmalıdır. Bu medrese ile ilgili Ceride-i İlmiye ve Ders Vekâleti Medrese ve Müderris Defteri’nde ismi geçmektedir. Buna göre, Cedid Mehmet Efendi Medresesi Taliyye üç sınıftan oluşmuş ve 30 öğrencisi bulunuyordu. Bunun yanı sıra Esin Yücel’den öğrenildiğine göre Ders Vekâleti Medrese ve Müderris Defteri’nde medrese ile ilgili bir kayıt bulunmaktadır: “Cedid Mehmet Efendi Sultanahmed. Hücre sayısı:12 Zemînî harabca, cereyân-ı havâya müsâ’id değil ise de, nufûz-ı ziyâya müsâ’idce 12 odası ve harab bir dershâne ile muhtâc-ı tathîr ve kûfi vüs’atde bir havli ve şadırvan ve bir de kuyusu mevcûd olup, abdesthâne, gusûlhâne, çamaşırhânesi ta’mîr olunduğundan kâfidir. Lâyıkıyla ve mükemmel bir ta’mîr-i fennî ile talebe iskân edebilir. Hâl-i hâzırdı pek iyi değildir. 7 talebesi vardır. 12 kadar talebe ikâmet edebilir. Fî 20 ağustos 1330. Müderrisleri: Ders-î âmmdan Kastamonulu Mustafa Âsım Efendi Ders-î âmmdan Filibeli Ahmed Cevded Efendi …….77 İshak Paşa Boş olub, biraz ta’mir edilir ise, talebe ikamet eder. Birkaç zâbid namzedi vardır, memlekete gitmek üzeredir. Fi 19 Kanun-ı evvel. Sene 334.” Medrese İstanbul Vakıflar Baş Müdürlüğü’nün mülkiyetinde olup, 4 Nisan 1984 yılında Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu ile yapılan protokol ve Bakanlar Kurulu’nun 8 Mayıs 1983 gün ve 6506 Sayılı Kararı ile on yıllığına kuruma tahsis edilmiştir. Bu tarihte bakımsız olan medrese Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu’nca Y.Mimar Mustafa Pehlivanoğlu ve Y.Müh. Vasıf Pehlivanoğlu tarafından yapılan restorasyonu 1987 yılında tamamlanmıştır. Medrese kesme taştan avlulu plan tipindedir. Medreseye Kabasakal Caddesi üzerinde sıralanmış dükkânların arasından girilmektedir. Mermer söveli, basit bir girişten sonra beşik tonozlu bir geçitten avluya ulaşılmaktadır. Bu avlu dikdörtgen planlıdır. İçerisinde kime ait olduğu bilinmeyen bir mezar, kuyu ve su haznesi bulunmaktadır. Avlu üç taraftan dokuz sütunun taşıdığı sivri kemerli bir revak ile çevrelenmiştir. Revaklardaki ince ve mermer sütunlar birbirleri ile sivri kemerlerle bağlanmıştır. Bu revakların arkasında 12 adet üzeri kubbeli medrese hücresi bulunmaktadır. Bu medrese odaları kare planlı olup, birer pencere ve kapı ile avluya açılmaktadır. Medresenin Kabasakal Caddesi’nin köşesine rastlayan yerine yine kare planlı ve hücrelerden daha büyük bir dershane-mescit yapılmıştır. Günümüzde medrese Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu’nun yönetiminde Osmanlı kültürünü yansıtan İstanbul El Sanatları Çarşısı olarak hizmet vermektedir |
Cevap : İstanbul'daki Tarihi Eserlerimiz
1 Eklenti(ler)
http://frmsinsi.net/attachment.php?a...1&d=1254602384 Cafer Ağa Medresesi (Eminönü) İstanbul Eminönü ilçesi, Alemdar Caddesi üzerinde bulunan bu medrese, Kanuni Sultan Süleyman dönemi (1520–1566) Babüs-Saade ağalarından Cafer Ağa tarafından 1554–1557 yıllarında yaptırılmıştır. Mimar Sinan’ın eserlerinin listesini veren Teskiretü’l Ebniye, Teskiretü’l Bünyan ve Tuhfetü’l Mimarin’e göre Mimar Sinan’ın eseridir. Cafer Ağa’nın 1557’de ölümünden sonra kardeşi Gazenfer Ağa tarafından 1559’da tamamlanmıştır. Cafer Ağa Medresesi Osmanlı mimarisindeki bağımsız medreseler grubundan bir örnektir. Arazi eğiminden ötürü Alemdar Caddesi yönünde, altında dükkânları olan bir bodrum katı üzerine yapılmıştır. Ayrıca yol üzerindeki dört hücrenin üst kat ile bağlantısı bulunmamaktadır. Medresenin Alemdar Caddesi’ne açılan birer kapısı ile alt ve üst penceresi ile ocağı bulunan, üzerleri basık beşik tonozlarla örtülmüş alt kat odaları bulunmaktadır. Medrese düzgün kesme köfeki taşından yapılmıştır. Ancak daha az önemli görünen arka cephelerde kaba yontma taş örgü tekniği, Alemdar Caddesi yönünde ise bir taş, üç tuğla dizisi ile duvarlar işlenmiştir. Medresenin asıl girişi Soğukkuyu Sokağı’nın, Soğukkuyu Çıkmazı’ndadır. Buradaki basık kemerli bir kapıdan dikdörtgen planlı avluya girilmektedir. Bu avlunun çevresinde 15 medrese hücreleri ile dershaneye yer verilmiştir. Medrese hücreleri aynı ölçülerde yapılmamış, doğudakiler kareye yakın, batıdakiler de dikdörtgen planlıdır. Üzerleri tonoz veya kubbe ile örtülü olan bu hücrelerin revaklara açılan dikdörtgen birer penceresi bulunmaktadır. Dış cephelere yönelik pencerelerin üzerinde ikinci sıra pencereye yer verilmiştir. Her odanın ayrı birer ocağı ve nişi vardır. Medresenin uzun ekseninde, kuzey-güney doğrultusunda avluya giriş arazi konumundan ötürü dershane ile hücrelerin doğu kanadı arasındadır. Bu nedenle de doğu yönündeki hücrelerin sayısı azaltılmış ve burada kolları birbirine eşit olmayan bir U plan düzeni ortaya çıkmıştır. Dershane U planının açık ucu üzerinde ayrı bir yapı görünümündedir. Ön kısmına saçaklı bir sundurma eklenmiştir. Dershane 6.00x6.00 m. ölçüsünde kare planlı olup, üzeri kasnaksız bir kubbe ile örtülmüştür. Dershane giriş kapısı dışında altlı üstlü ikişer pencere ile aydınlatılmıştır. Giriş cephesine biri kapı üzerinde, diğer ikisi de yanlarda olmak üzere üç kitabe yerleştirilmiştir. Bu kitabelerden 1560 tarihli olanında Yerebatan Sarnıcı içerisindeki suyun bu medreseye bağlanması için padişahın izin verdiği belirtilmiştir. Diğer iki kitabeler ise medresenin kandillerine zeytinyağı satın alınması ve hayırsever kişilerin yaptığı bağışlarla ilgilidir. Medrese avlusunun ortasında bir kuyu ile mermer bir su haznesi bulunmaktadır. Cafer Ağa Medresesi değişik dönemlerde onarılmış, son olarak 1989 yılında Türk Kültürüne Hizmet Vakfı tarafından onarılmış ve medrese Kültür Merkezi ismi altında Geleneksel Türk el sanatlarının üretildiği, öğretildiği ve satıldığı bir turizm merkezine dönüştürülmüştür. |
Cevap : İstanbul'daki Tarihi Eserlerimiz
1 Eklenti(ler)
http://frmsinsi.net/attachment.php?a...1&d=1254602843 Süleymaniye Medreseleri (Eminönü İstanbul Eminönü ilçesi, Süleymaniye’de Kanuni Sultan Süleyman’ın (1520–1566) 1550–1557 yılında yaptırmış olduğu külliye cami, medreseler, türbeler, hamam, imaret, darülkurra, darüşşifa, tabhane, sıbyan mektebi, arastalardan meydana gelmiştir. Külliyenin mimarı Mimar Sinan’dır. Külliyenin medreseleri Evvel, Sani, Salis, Rabi, Darü’l-Hadis ve Tıp Medresesi’nden meydana gelmiştir. Kanuni Sultan Süleyman ordusunun mühendis ve doktor ihtiyacının yanı sıra eğitim ve bilim için bu medreseleri yaptırmıştır. Bunlardan Darü’l-Hadis Müderrisliğine daha önce Bağdat kadılığı yapan ünlü âlim Molla Yahya Bin Mureddin’i getirmiştir. Onun yanı sıra devrin ulemasından Kadızade Şemseddin Ahmet, Mimarzade Musluhiddin Mustafa, Karahisarlı Şeyh Mehmet Efendi de burada ders vermiştir. Tetüme Medresesinde Süleymaniye medreselerinde yüksek tahsillerini yapacak için de olanak sağlamıştır. Süleymaniye Medresesinin yapımı ile birlikte o zamana kadar devrin ünlü kültür yuvarlarından Fatih Medreseleri ikinci planda kalmıştır. XVII. yüzyılda Süleymaniye Medreselerinde yapılan düzenleme ile burası 12 dereceye kadar yükseltilmiş ve bu düzen Osmanlıların son zamanına kadar sürmüştür. Süleymaniye Medreselerindeki eğitim İptidai’den başlayarak eğitimin en yüksek derecesi olan Darü’l-Hadis’le son bulmuştur. Yapı topluluğunun meyilli bir arazide oturtulması için arazinin meyline uydurularak medreselere en üst kottan girilmiş ve bu kota dershaneler yerleştirilmiştir. Hücrelerin önüne kademeli revaklar yerleştirilmiş, revak dışındaki yerlere de iki yandan merdivenlerle inilmiştir. Avluya doğru bir cumba ile uzanan dershanelerin altına da birer çeşme yerleştirilmiştir. Medreselerde 21’er hücre, birer nişli medrese odası ve helâlar bulunmaktadır. Medrese hücreleri kare planlı olup, üzerleri kubbe ve tonozlarla örtülmüştür. İçlerine ocak nişleri ile dolap yerleri eklenmiştir. Ayrıca bunlar önlerindeki revaklara ve dışarıya dikdörtgen söveli birer pencere ile açılmıştır. Süleymaniye Medreseleri kesme taştan, avlu etrafında sıralanmış medrese hücreleri ile dershaneden meydana gelmiştir. Simetrik düzende bir iç avlu ile birbirlerinden ayrılan Salis ve Rabi medreseleri Osmanlıların yapmış olduğu medreseler içerisinde mekân yönünden en zengin kuruluşlardır. Caminin girişinin batısında Salis, güneyinde de Rabi medresesi yer almaktadır. Bu medreselerin altında dükkânları ile Tiryaki Çarşısı bulunmaktadır. Bu medreseler kare planlı bir avlunun çevresinde, kare planlı olarak yapılmışlardır. 20 medrese hücresi önlerindeki kubbeli revakların arkasına simetrik olarak sıralanmıştır. Rabi ve Salis medreseleri birbirine simetrik düzende yerleştirilmiştir. Darü’l-Hadis Medresesi külliyenin cami mihrabının karşısında yapılmıştır. Kesme taştan yüksek kubbesi ile dikkati çeken bu bölümde Hadis ilimleri ile ilgili eğitim verilmekte idi. Caminin girişinin doğusunda Evvel, kuzeyinde de Sani Medresesi bulunmaktadır. Dar bir yolun iki tarafına simetrik olarak yerleştirilen bu medreselerin altında öğrenci hücreleri bulunmaktadır. Bu yapılarda 23 hücre bir dershane, helâlar ve müderrisler için bir ev bulunmaktadır. Tıp Medresesi yapı topluluğuna 1552 yılında eklenmiş olup, Darü’l-Hadis ve Salis medreselerinin arasındadır. Bu medrese de dükkânlar üzerine oturtulmuştur. Tiryaki Çarşısının doğusunu oluşturan bu medresenin arkasına doğumevi yapıldığından özgün durumu hakkında yeterli bilgi bulunmamaktadır. Günümüze bu medreseden yalnızca Tiryaki Çarşısı üzerindeki bir sıra hücresi gelebilmiştir. |
Cevap : İstanbul'daki Tarihi Eserlerimiz
1 Eklenti(ler)
http://frmsinsi.net/attachment.php?a...1&d=1254602910 Beyazıt Medresesi (Eminönü) İstanbul Eminönü ilçesi, Beyazıt Meydanı’nda Sultan II. Beyazıd’ın (1481–1512) yaptırmış olduğu külliye cami, medrese, sıbyan mektebi, imaret, tabhane, hamam ve kervansaraydan meydana gelmiştir. Külliyenin yapımına 1500 yılında başlanmış, 1505 yılında da tamamlanmıştır. Mimar Hayreddin’in eseridir. Sultan II. Beyazıd Külliyesi’nin bir bölümünü oluşturan medrese camiden biraz daha uzakta, bağımsız bir yapı olarak yapılmıştır. Sultan II. Beyazıd Vakfiyesinde bu medresenin ismine rastlanmamıştır. Ancak, Osmanlı arşivinde bulunan 1506 tarihli bir belgeden medresenin caminin yapımı bittikten sonra yapıldığı öğrenilmiştir. Bu belgeye göre de medresenin mimarı Yusuf Bin Papas, bina emini de Solakoğlu Ali’dir. Buna dayanılarak medresenin 1507 yılında yapımının tamamlandığı sanılmaktadır. Medrese yapımından kısa bir süre sonra 1509 depreminde zarar görmüş, büyük bir bölümü yıkılmış, ardından onarılmıştır. Osmanlı eğitiminde önemli bir yeri olan bu medresede şeyhülislâmların ders verdikleri kaynaklardan öğrenilmektedir. Ayrıca devrinin ünlü kişilerinden Zembilli Ali Efendi, İbni Kemal de burada ders vermiştir. Medrese 1911–1915 yılları arasında harap bir durumda kalmıştır. 1940 yılında İstanbul Vakıflar Başmüdürlüğü tarafından onarılmış, 1943 yılında Belediye Şehir Kütüphanesi olarak hizmet vermiştir. Belediye Şehir Kütüphanesi Taksim’deki yeni binasına 1983 yılında taşınmıştır. Günümüzde Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne bağlı Vakıf Hat Sanatları Müzesi olarak hizmet vermektedir. Medrese ilk yapıldığı yıllarda önündeki meydandan taş bir duvarla ayrılıyordu ve meydana açılan klasik üslupta bir kapısı vardı. 1940 yılında yapılan onarımdan sonra buradaki avlu duvarının bir bölümü ile avluya giriş kapısı yıktırılmıştır. 1956–1959 yılında Beyazıt Meydanı’nın düzenlenmesi ile de bu duvarlar tamamen kaldırılmış ve medrese ortada kalmıştır. Kesme taştan yapılmış olan medrese 44.00x36.60 m. ölçüsünde dikdörtgen planlıdır. İç avlunun çevresini üç taraftan kubbeli revaklar çevrelemektedir. Buradaki revakların kemerleri taş payeler üzerine oturtulmuştur. Avlunun dördüncü kenarında dershane-mescit bulunmaktadır. Dershanenin üzeri 7.40 çapında bir kubbe ile örtülmüştür. Medresenin bütününde kesme taş kullanılmış olmasına rağmen dershane taş ve tuğla dizilerinden meydana gelmiştir. Medresenin giriş kapısı sivri kemerli büyük bir eyvan içerisindedir. Bu eyvanın üst kısmında da camilerdeki giriş kapılarına benzer silmeler bulunmaktadır. Medresenin revakları arkasında kare planlı, üzerleri kubbeli 20 odası vardır. Odaların içerisinde ocak, dolap ve dışa yönelik pencereler bulunmaktadır. Medrese avlusunda bir şadırvana yer verilmiştir. Ayrıca bu avluda bir de güneş saati bulunmaktadır. |
Cevap : İstanbul'daki Tarihi Eserlerimiz
1 Eklenti(ler)
http://frmsinsi.net/attachment.php?a...1&d=1254602977 Sultan Ahmet Medresesi (Eminönü) İstanbul ili Eminönü ilçesi, Sultanahmet Meydanı’nda, Sultan I. Ahmed’in (1603–1617) 1610–1617 yıllarında yaptırmış olduğu yapı topluluğu cami, hünkâr kasrı, türbe, darü’l-hadis medresesi, darü’l-kurra sıbyan mektebi, çeşme, sebiller, darüş’şifa, imaret, hamam ve arastadan meydana gelmiştir. Yapı topluluğunun mimarı Sedefkâr Mimar Ağa’dır. Bu yapı topluluğunun bir bölümünü oluşturan Darü’l-Hadis Medresesi külliyenin kuzeydoğusunda, türbenin yakınında yer almaktadır. Medrese kıbleye paralel olarak dikdörtgen planlı bir avlu çevresinde yapılmıştır. Medrese revaklar, hücreler ve dershane-mescitten meydana gelmiştir. Ayrıca türbenin girişi hücrelerin arasındaki bir geçit ile revaklara bağlanmıştır. Kesme taştan yapılan medresenin dikdörtgen planlı avlusunun ortasına da yuvarlak mermer bir havuz yerleştirilmiştir. Bu havuzun üzerinin altı sütunla taşınan bir çatı ile örtüldüğü sanılmaktadır. Avlu etrafında sıralanmış 24 hücre bulunmaktadır. Osmanlı mimarisinde medreselerde genellikle 12 veya 16 hücre olmasına karşılık bu medresede hücre satısının 24’e çıkması yaptıranın padişah ile bağlantılı olduğunu düşündürmektedir. Medrese hücrelerinin çoğunda dışarıya ve revaklara açılan pencereleri bulunmaktadır. Hücreler içerisinde nişler ve bir de ocağa yer verilmiştir. Hücrelerin üzerleri küçük kubbelerle örtülmüştür. Hücrelerin kuzey köşesine yerleştirilen dershaneye kuzeydoğudan girilmektedir. Zeminden üç basamakla yükseltilmiş olan bu dershanenin mescit olarak kullanıldığı da kıble duvarındaki mihraptan anlaşılmaktadır. Kütlevi görünümdeki dershane kuzeybatıdan hücrelerle birleşmektedir. Cephelerinde iki katlı pencerelerin bulunduğu dershanenin üzeri pandantifli bir kubbe ile örtülmüştür. Medrese 1924 yılına kadar faaliyetini sürdürmüş, 1935 yılında onarılmış ve avlusu camlı bir çatı ile örtülmüştür. Günümüzde Başbakanlık Arşiv Genel Müdürlüğü’nün deposu olarak kullanılmaktadır |
Cevap : İstanbul'daki Tarihi Eserlerimiz
1 Eklenti(ler)
http://frmsinsi.net/attachment.php?a...1&d=1254603057 Ayasofya Medresesi (Eminönü) İstanbul Eminönü ilçesi, Sultanahmet Meydanı’nda bulunan Ayasofya Medresesi Fatih Sultan Mehmet’in (1444–1446; 1451–1481) Ayasofya’yı camiye çevirdikten sonra kuzeyine bir de medrese yaptırmıştır. Evliya Çelebi’nin “Ebu’l Feth Sultan Han binası olan Ayasofyayı kebir medresesi” olarak sözünü ettiği bu yapı Ayasofya ile Topkapı Sarayı dış avlu surları arasında yer alıyordu. Evliya Çelebi’den öğrenildiğine göre de daha önce bu alanda patrik ve keşişlerin İncilhaneleri bulunuyordu. Ayasofya çevresindeki bu yapılar 1493 yılına ait eski bir Alman tasvirinde görülmektedir. P.G.İnciciyan Ayasofya Medresesi’nin yapım tarihi olarak h.857 (1453) yılını işaret etmiş, caminin kuzeyine odalar, darü’l hadis ve 150 talebenin devam ettiği medrese inşa ettirmiştir demektedir. Fatih Sultan Mehmet’in vakfiyesinde de bu medreseden söz edilmiştir. Hüseyin Ayvansarayi Hadikat’ül Cevami isimli eserinde Fatih Sultan Mehmet’in camiyi temizletip, minber koyduğunu, bir tuğla minare ve bir medrese bina eylediğini belirttikten sonra şöyle demiştir: “Ba’dehu medrese höceratının üzerine bir tabaka dahi bina olup, höcerat tarh olunmak Sultan Beyazıd Han’ın’dır ve Bab-ı Hümayun köşesine bir minare dahi onlar icad eylemiştir. Müderris vazifesinin nısfı usül-ı vakfından ve nısfı dahi Sultan Beyazıd vakfından verilir.” Ayasofya Medresesi dış narteksten avluya açılan yan kapı ile Sultan III.Murad’ın yaptırdığı minare yanından başlayarak Soğukçeşme Sokağı’ndaki avlu duvarına kadar uzanıyordu. Medresenin camiye bitişik olmadığı, Ayasofya ile medrese arasında üstü örtülü bir yol olduğu da Fatih Sultan Mehmed’in vakfiyesinden öğrenilmektedir. Bu medresenin planının bir örneği Prof. Dr. A.Süheyl Ünver tarafından yayınlanmıştır. Ayrıca C.Gurlitt’in planından öğrenildiğine göre de 50.00x47.00x35.00 m. ölçüsünde bir plan şeması göstermektedir. Medresenin iç avlusu 14.00x23.00 m.dir. Bu plan düzenine göre uzun tarafında on ikişerden otuz dört, küçük avlusunda ise on iki hücre yer alıyordu. Büyük avlunun ortasında da tonozlu bir su mahzeni dikkati çekiyordu. Ünlü Osmanlı âlimlerinden Ali Kuşçu, Fatih Sultan Mehmed’in Uzun Hasan üzerine yaptığı sefere katılmış, dönüşünde de burada müderrislik yapmıştır. Onun bu medresede verdiği matematik dersleri epey rağbet görmüş ve devrin ünlü âlimleri de Onu dinlemiştir. İl kuruluşunda Müderris Molla Hüsrev, Mehmet Biri Feramürz da burada ders vermiştir. Fatih Sultan Mehmet, Fatih Külliyesi’ni yaptırıp, Semaniye Medresesi’ni 1471’de yapı topluluğuna ekledikten sonra bütün öğrenimi burada toplamıştır. Bundan sonra Ayasofya Medresesi ikinci planda kalmış, 1479 yılında da terk edilmiştir. Ayasofya’da yapılan ilk medresenin ne zaman yıkılarak ortadan kalktığı bilinmemektedir. XVII. yüzyılda burasının düz bir alan halinde olduğu bazı gravürlerde görülmektedir. Sultan Abdülmecit (1839–1861) zamanında toprakla dolu olan bu alana Ayasofya’nın onarımını yapan İtalyan Mimar G.Fosatti’ye 1847–1849 yıllarında yeni bir medrese yaptırmıştır. İlk medresenin temellerinden yararlanılarak yapılan bu yapının planı da Ord.Prof.Dr.A.Süheyl Ünver ile Y.Müh.Ekrem Hakkı Ayverdi tarafından yayınlanmıştır. Plan şeması olarak iki medrese karşılaştırıldığında arada büyük bir fark olmadığı da açıkça görülmektedir. İkinci Ayasofya Medresesi ayrı ayrı avlular etrafında on beş hücreli, bir büyük yedi hücre ve bir de küçük bölümden meydana gelmiştir. Sonraki dönemlerde Ayasofya Medresesinin üzerine ahşap bir ilave kat yapılmıştır. Üst kata çıkışı sağlamak amacı ile birer hücre merdivene dönüştürülmüştür. Üst katta ahşap gezinti yerleri meydana getirilmiş, bunun için de alt kata onları taşımak amacı ile ahşap direkler yerleştirilmiştir. Böyle olunca da medresenin tümü değişmiş, üzeri çatılı ahşap revaklı, yuvarlak kemerleri taşıyan ahşap sütunların arkasına odalar sıralanmıştır. Ayasofya Medresesi Dârü’l-Hıl’atü’Aliyye Medresesi olarak 1924 yılına kadar kullanılmış, 1934 yılında da yıktırılmıştır. Ayasofya Müzesi’nin 1982–1983 yıllarındaki onarımı sırasında temelleri tamamen toprak altında kalan bu medresenin kazısı Y.Müh.Mimar Alparslan Koyunlu ve Arkeolog Erdem Yücel tarafından yapılmış, plan düzeni tümü ile ortaya çıkarılmıştır. Bundan sonra medresenin yeniden yapılması için restitüsyon planları çizilmiş, Anıtlar Yüksek Kurulu’nca da onaylanmıştır. Ancak, Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü bilinmeyen bir nedenle medresenin yapımına izin vermemiştir. |
Cevap : İstanbul'daki Tarihi Eserlerimiz
1 Eklenti(ler)
http://frmsinsi.net/attachment.php?a...1&d=1254603195 Atik Mustafa Paşa Cami (Fatih) İçerisinde sahabeden Hazret-i Câbir’in kabrinin bulunduğu inancıyla Câbir Cami olarak da adlandırılan bu tarihi yapı aslı eski bir Bizans kilisesidir. İstanbul’un kuzeybatı köşesinde kara tarafı surları ile Haliç kıyısı arasında kalan sahada Ayvansaray semtinin içinde, ancak 1933’lerde yapılan düzenleme sonucunda adını verdiği mahallenin surları dışında kalmıştır. Eski bir kilise olan bina, 1490 yılında Sadrazam Koca Mustafa Paşa tarafından camiye dönüştürülmüştür. Yapılış tarihi hakkında kesin bir bilgi bulunmamakla birlikte bazı araştırmacılar Bizans İmparatoru I. Leon Flavius tarafından 458 yılında yaptırıldığını belirtmektedir. Kilisenin adı hakkında da kesin bir bilgi bulunmamaktadır. Ancak kimi kaynaklarda Aziz Petros ve Aziz Marcos Kilisesi olarak geçer. Bazı kaynaklarda ise kilisenin IX. yüzyılda İmparator Teofilos’un kızı Prenses Tekla tarafından yaptırıldığı ve adının da Hagia Tekla Kilisesi olduğu belirtilir. İstanbul’un Bizans dönemine ait eski eserlerine ait toplu bir eser yazan Patrik Konstantinos, Fransızcası 1846’da yayımlanan (Rumca ilk baskı 1824, 2.bas.1844) kitabında burayı havarilerden Petrus (Petros) ve Marcus’un (Markos) kilisesi olarak gösterir. Bu teşhis sonraları İstanbul’un eski eserleri ve tarihi topografyasına dair belli başlı kitaplarda da tekrarlanmıştır. Bu hipoteze esas olan söylenceye göre, I.Leon döneminde (457-474) Galbios ve Kandidos adlarında iki patris Kudüs’ü ziyaretlerinde bir Yahudinin evinde bulunduğunu öğrendikleri Meryem’in evinde bulunduğunu öğrendikleri Meryem’in elbisesini (mafarion) çalarak 458’e doğru Bizantion’a getirirler ve Blaherna semtinde havari petros ve Markos adlarına bir kilise yaptırarak bu kutsal elbiseyi küçük bir yapı olan bu kiliseye koyarlar. Fakat İmparator bunu öğrenince daha büyük olan Blaherna Kilisesi’ni inşa ettirerek, elbiseyi oraya taşıtır. Bu eşyanın oraya konulmasının hatırası için her yıl 2 Temmuz günü büyük tören yapılıyordu. Fakat Atik Paşa Cami olan kilisenin, iki patrisin 458’e doğru inşa ettirdikleri bina olması olasılığı çok zayıftır. Buna karşılık bu bölgede İmparator Teofilos’un (hd 829-842) kızı Tekla’nın bir kilise ve manastır kurduğu ve azizelerden Aya Tekla adına sunulan bu manastıra çekilerek burada öldüğü bilinmektedir. Aya Tekla Kilisesi, bir savaştan dönerken büyük bir kasırga ile selden kurtuluşunu o gün yortusu olan Aya Tekla’nın bir mucizesine borçlu olduğu inanan, İsaakios Komnenos (1057-1059) tarafından 1059’da tamir ettirilmiştir. Bu onarımın önemli ölçüde bir yenileme olduğunu, I.Aleksios’un (1081-1118) kızı Anna Komnena’nın kitabından öğrenmekteyiz. İstanbul’un fethinde kilisenin ne durumda olduğu bilinmemekle birlikte Fatih vakfiyelerinde adı geçen Ayaleharna Mahallesi’nin Blaherna olması olası görülmüş ve buradaki Çokalica Manastırı’nın adı Çuhalica olarak açıklanarak, bunun Meryem’in elbisesi ile bağlantılı olduğu sonucuna varılmıştır. Blaherna’daki Meryem Kilisesi, bu caminin çok yakınında olduğuna göre (100-150 m. mesafede) manastırın tarihte adı geçen Tekla Kilisesi yanındaki manastır olabileceği de bir hipotez olarak düşünülmüştür. 1430’da Blaherna Kilisesi yandığında, Meryem’in kutsal elbisesi, komşu Tekla Kilisesi’ne konulmuştur. Elbise, çuha yaklaşımı ile, vakfiyedeki Çuhalica’nın Tekla Kilisesi olduğu, dolayısı ile Atik Mustafa Paşa Cami, eğer Tekla Kilisesi ise, kutsal elbisenin saklandığı mabedin olması olasıdır. Kilisenin, II.Bayezid döneminde sadrazam olan ve I.Selim’in 1512’de idam ettirdiği Koca Mustafa Paşa tarafından camiye çevrildiği bilinmekte ise de bu biraz tartışmalıdır. 953/1546 tarihli İstanbul Vakıflar Tahrir Defterinde çok daha küçük mescitler ayrı başlık altında yer alırken bu cami, Koca Mustafa Paşa’nın bu semte adını veren, yine kiliseden çevrilme diğer camisi ile birlikte kaydedilmiştir. Vakıf defterinden öğrenildiğine göre, bu caminin çevresindeki pek çok sayıda ev ve dükkan da onun evkafındandı. Binanın bütün saçak bölümü Türk dönemine değiştirilip, esas Bizans yapısı kubbenin yerine Türk mimari üslubunda bir kubbe yapıldığına göre, bu işlemin 1509 depreminden sonra gerçekleştirildiğine ihtimal verilebilir. Ayvansaray’da büyük tahribat yapan 1729 yangınında cami de zarar görmüştür. İstanbul’da eski eserlerde izler bırakan 1894 depreminde de Atik Mustafa Paşa Camisi zarar görmüş ve minaresi yıkıldığından yeniden yapılmıştır. Caminin apsisinin sağ tarafındaki hücre, bir türbe şekline sokularak, buraya konulmuş olan ta’lik hatla yazılı bir levhada buranın Hazret-i Câbir’in kabri olduğu bildirilir. Bu bölmenin kapısı üstünde de “Hâza merkad-i Câbir bin Abdullahü’l Ensarî” yazısı vardır. Hadika’nın verdiği bilgiye göre ise Eyyub-i Ensarî ile Bizans döneminde Bizantion’un önüne gelen sahabeden olan Câbir bin Abdullah burada gömülüdür. Aslında islâm tarihinin bilinen iki Câbir bin Abdullah’ından ikisi de Bizantion kuşatmalarında bulunmamıştır. Bu türbenin bir makam olduğu anlaşılmaktadır. Atik Mustafa Paşa Cami olan bu kilise, Bizans dini mimarisinde kapalı haç planlı yapılar gurubunun, köşe duvarlı tipindedir. Binanın içinde haç biçimindeki mekânı, dört taraftaki dört hücrenin köşeleri meydana getirmektedir. Ortada dört kolun birbirlerine kavuştukları karenin üstünde büyük ihtimalle Bizans döneminde, pencereli yüksek kasnaklı kubbe bulunuyordu. Türk mimarisinin klasik döneminde, burası bugün görülen penceresiz basık kasnaklı kubbe yapılmıştır. Bu arada, aslında iç bünyenin dışa aksettirilmesi yüzünden inişli çıkışlı olması gereken saçak hattı da, yan cephelerde kemerlerin kesilmiş olmasından , düz bir biçimde değiştirilmiştir. Ayrıca orijinal pencerelerin çoğu örülmüş ve sövelerinden belli olduğu üzere yeni pencereler de açılmıştır. Kiliselerde bulunan ve mutlaka olması gereken narteks (giriş holü) burada yoktur. Bilinmeyen bir tarihte yıkıldığı sanılan bu bölümün yerine basit, üstü çatılı ve mimari özelliği olmayan bir son cemaat yeri yapılmıştır. Minare ise 1894 depreminden sonra standart tipte yapılan taş külahlı minarelerdendir. Caminin içinde Bizans dönemine ait hiçbir bezeme bulunmamaktadır. Türk döneminde de yapılan ahşap minber ile mermer vaaz kürsüsü sanatsal bir özellikte değildir. Caminin tonoz ve duvarlarını kaplayan kalem işleri çok yakın tarihlerde, 1894’ten sonra yapıldığı sanılmaktadır. Caminin dışında bulunan, yekpare mermerden oyulmuş bir vaftiz teknesi 1922’de Arkeoloji Müzesi’ne taşınmıştır. 1957’de Amerikan Bizans Enstitüsü, binanın güney cephesinde badana tabakası altında fresko tekniğinde yapılmış bazı aziz resimlerine rastlamışlardır. Bunlardan ikisi hekim asıllı azizlerden Ayios Kosmas ve Ayios Damianos olarak teşhis edilmiştir. Diğeri ise melek Mikael’dir. Üzerleri tahta ile kapatılan bu freskolar dış tesirlere ve özellikle insanların tahriplerine açık bırakılmıştır. Caminin şadırvanı, girişin önünden geçen sokağın karşı tarafındadır. |
Cevap : İstanbul'daki Tarihi Eserlerimiz
1 Eklenti(ler)
http://frmsinsi.net/attachment.php?a...1&d=1254603266 Ahi Çelebi Cami (Eminönü) Eminönü’nde, Haliç kıyısında, Zindan Hanı’nın batısında ve Yoğurtçular Sokağı ile Değirmen Sokağı’nın kesiştiği köşede yer almaktadır. Caminin inşa kitabesi bulunmamaktadır.Ancak bazı söylentilere dayanılarak kapı üzerine 1500 tarihi konulmuştur. Yapıldığı yıl kesin olarak belli değildir. Yaptıran ise Âhi Çelebi Mehmed bin Tabib Kemal Ahî Can Tebrizî’dir. Vakfiyelerde de “Merhum Ahî Çelebi bin Kemalü’l-Tabib olarak geçmektedir. Fatih, II.Bayezid, Yavuz Selim ve Kanuni devirlerinde yaşamıştır. Önce Candaroğulları hizmetindeyken, daha sonraları İstanbul’a gelerek Mahmutpaşa semtinde bir dükkânda tabiblik yapmıştır. İlk bilgilerini babasından alan Ahî Çelebi, fatih Darüşşifası’na hekimbaşı olmuştur.Mısır’da ölmüş ve İmam Şafii Türbesi’ne gömülmüştür. Böbrek ve mesane taşları üzerine kaleme aldığı telifi ve tıbba ait bazı eserleri bilinmektedir. Ahi Çelebi Camii, Kanlıfırın Mescidi ve Yemişçiler Camii adlarıyla da anılmaktadır. Ayvansarayî’nin Hadikatü’l-Cevâmi’de verdiği bilgiye göre, 15.yüzyılda Ahi çelebi Tabib Kemal tarafından yaptırılmıştır. Yemiş İskelesi’nde çıkan yangınlarda iki defa yanmış; ilki 1539, ikincisi ise 1653’tedir. İkinci yangından sonra Mimar Sinan tarafından tamir edildiği için Tezkiretü’l-Enbiye’de Onun eserleri arasında adı geçmektedir. 1894 depreminde de hayli zarar görmüş ve onarım geçirmiştir. Ahi Çelebi, İstanbul’un en eski camilerinden biri olup, bugün harap durumda ve mimari açıdan pek fazla bir özelliği bulunmamaktadır. Evliya Çelebi’nin ünlü seyahat rüyasını gördüğü cami olması nedeniyle İstanbul folklorunda önemli bir yer tutmaktadır. Evliya Çelebi’nin ünlü rüyası: 1040 yılı Muharremi’nin aşura gecesi (19 Ağustos 1630), İstanbul’daki evinde bir ara dalıveren Evliya Çelebi, eskilerin deyimiyle “beyne’n-nevm ve’l-yakaza”, yani uykuyla uyanıklık arasında bir rüya görür. Yemiş İskelesi yakınında helâl mal ile yapılmış eski bir cami olan Ahi Çelebi Camii’nde, minberin dibinde oturmaktadır. Birden kapı açılır ve camiin içi nurdan bir cemaatle doluverir. Hayret ve hayranlık içinde olup biteni seyreden Evliya, gelip yanına oturan zata kim olduğunu sorar. Aldığı cevap heyecan vericidir: “Aşere-i Mübeşşere’den okçuların pîri Sa’d ibni Ebi Vakkas!” Peki, camiyi nura boğan cemaat? Okçular pîrinin anlattığına göre, ön saftakiler peygamberlerin, arka saftakiler evliyanın ruhlarıdır. Ashabın, muhacirînin ve bütün Kerbelâ şehitlerinin ruhları da hep orada. Mihrabın sağında oturan Hz. Ebubekir ve Ömer, solundaki Hz. Osman ve Ali’dir. Mihrabın önündeki de Hz. Üveysü’l-Karâni. Müezzinlerin, dolayısıyla Evliya Çelebi’nin piri olan Bilâl-i Habeşi, camiin solunda duvar dibinde oturmaktadır. Ve işte şimdi içeri kanlı esvaplarıyla girenler de Hazreti Hamza ve cümle şehitlerin ruhları! Sa’d ibni Ebu Vakkas, Evliya’nın “Yâ sultanım, bu cemaatin bu camide cem’ olmalarının aslı nedir?” sorusunu da şöyle cevaplandırır: “Azak câniblerinde cüyûş-ı muvahhidînden Tatar-ı sabâ-reftâr askeri muzdaribü’l-hâl olmağla Hazret’in himâyesinde olan bu İslambol’a gelüp andan Tatar Han’a imdâda gideriz; şimdi Hazret-i Risâlet dahi İmam Hasan ve İmam Hüseyin ve on iki imamlar ve bizden gayri Aşere-i Mübeşşere ile gelüp sabah namâzının sünnetin eda idüp sana kamet eyle diyü işaret buyururlar; sen dahi savt-ı a’lâ ile ikamet-i tekbîr idüp ba’de’s-selâm Ayetü’l-kürsî’yi tilâvet eyle, Bilâl Sübhanallah desin, sen Elhamdülillah, Bilâl Allahü ekber desin, sen âmin âmin de. Ve cümle cemaat ale’l-umûm tevhîd ederiz, Ba’dehu sen Ve salli ala cemîi’l-enbiyâ ve’l-mürselîn ve’l-hamdüli’llâhi rabbi’l-âlemîn diyüp kalk, heman mihrabda Hazret-i Risâlet otururken dest-i şerîfin bûs idüp ‘Şefâat ya Resûlallah’ deyüp recâ eyle!” “Seyahat ya Resulallah!” Tam o sırada camiin kapısında bir nur şimşek gibi çakar ve her yer “nûrün alâ nûr” olur. Bütün cemaat ayağa kalkmıştır; Peygamberimiz, sağında İmam Hasan, solunda İmam Hüseyin olduğu halde kapıda belirir. Yüzünde al şaldan bir örtü, elinde bir asâ vardır ve kılıcını kuşanmıştır. “Bismillah” diyerek mübarek sağ ayağını içeri atıp nikabını açar ve selâm verir: “Esselâmü aleyküm yâ ümmetî!” Camidekiler hep bir ağızdan selâmı alırlar. Resulullah mihraba geçip sabah namazının sünnetini kılarken Evliya dehşet içinde tir tir titremekte, bu arada Peygamber’in eşkalini dikkatle incelemektedir. Evet, aynen Hilye-i Hâkanî’de yazdığı gibidir: Destârı on iki kolanlı beyaz şal, gerdanında sarı sof şal, ayaklarında sarı çizmeler... Peygamber sünneti kılıp selâm verdikten sonra sağ eliyle dizine vurarak Evliya’ya “İkamet eyle!” buyurur. Evliya, segâh makamında “ikamet ve tekbir” eder. Resulullah aynı makamda hazin bir sesle Fâtiha’yı okuyarak ruhlar cemaatine sabah namazını kıldırır. Selâmdan sonra Evliya, Sa’d ibni Ebi Vakkas’ın tarifine göre Bilâl-i Habeşî ile müselsel müezzinlik yapar. Resulullah mihrapta yanık bir sesle Yâsin-i Şerif okuduktan sonra ayağa kalkınca Sa’d ibni Ebi Vakkas, Evliya’yı elinden tutup huzura götürür ve der ki: “Âşık-ı sâdıkın ve ümmet-i müştâkın Evliya kulun şefaat rica eder!” Ve ardından Evliya’ya döner: “Mübarek dest-i şeriflerini bûs eyle!” Evliya büyük bir heyecan içindedir; ağlayarak Peygamber’in elini öper ve “şefaat” diyecek yerde, “Seyahat ve Resulallah!” deyiverir. Bu dil sürçmesi Resulullah’ın çok hoşuna gitmiştir; tebessüm ederek: “Şefaat ettim, sıhhat ve selâmetle seyahat eyle! Fâtiha!” buyurur. Ruhlar Fâtiha okuduktan sonra, Evliya Çelebi hepsinin ellerini bir bir öpmeye başlar. Evliya Çelebi’nin anlattığına göre Hz. Peygamber’in pembe renkli eli gül gibi kokmaktadır ve sanki kemiksizmiş gibi yumuşacıktır. Diğer peygamberlerin elleri ayva kokusundadır. Hz. Ebubekir’in eli kavun, Ömer’inki anber, Osman’ınki menekşe, Ali’ninki yasemin, Hasan’ınki karanfil, Hüseyin’inki beyaz gül. Evliya camideki bütün ruhların ellerini öptükten sonra Hz. Peygamber tekrar “Fâtiha” der; herkes yüksek sesle “seb’al-mesânî”yi okur ve “Esselâmü aleyküm eyâ ihvânûn” diyerek camiden çıkar; sahabeler de Evliya’ya hayır dualar ederek onu takip ederler. Sadece Sa’d ibni Ebi Vakkas durur ve belinden sadağını çıkarıp Evliya Çelebi’nin beline kuşattıktan sonra şu öğütleri verir: “Yürü sehm ü kavs ile gazâ eyle ve Allah’ın hıfz-ı emânında ol ve müjde olsun sana bu meclisde ne kadar ervâh ile görüşüp dest-i şerîflerin bûs itdinse cümlesini ziyaret itmek müyesser olup seyyâh-ı âlem ve ferîd-i âdem olursun. Amma geşt ü güzer itdiğin memâlik-i mahrûsaları ve kılâ-i büldanları ve âsâr-ı acîbe ve garîbeleri ve her diyarın memdûhât, sanâyiât, me’kûlât ve meşrûbâtını ve arz-ı beledi ve tul-ı neharların tahrir idüp bu seyr-i garîbe ile ve benim silâhımla amel idüp dünyâ ve âhiret oğlum ol, tarîk-i hakkı elden koma gıll u gışdan beri ol, nân u nemek hakkın gözle, yâr-ı sâdık ol, yaramazlarla yâr olma, iyilerden iyilik öğren!” Bu öğütleri verdikten sonra Sa’d ibni Ebi Vakkas da Ahi Çelebi Camii’nden çıkıp gider. “Önce bizim İstanbulcuğumuzu yaz!” Derin bir inşirah ve büyük bir mutluluk içinde uyanan Evliya Çelebi, abdest alıp fecir namazını kıldıktan sonra Kasımpaşa’ya gider ve rüya tabircisi İbrahim Efendi’ye güzel rüyasını en ufak ayrıntıyı bile kaçırmadan anlatır. İbrahim Efendi’ye göre, Evliya seyyah olup bütün dünyayı dolaşacak ve öteki dünyada Resulullah’ın şefaatine nâil olacaktır. Bu tabirle yetinmeyen Evliya Çelebi, Kasımpaşa Mevlevihanesi şeyhi Abdullah Dede’nin tabirini de merak eder ve huzuruna varır. Dede’nin tabiri daha gönül ferahlatıcıdır: “On iki imamın ellerini öpmüşsün, dünyada azim sahibi ve başarılı olacaksın! Aşere-i Mübeşşere’nin ellerini öpmüşsün, cennete gireceksin! Çâr-yâr-ı güzînin ellerini öpmüşsün, dünyada bütün padişahların dostu olacak, sohbetlerinde bulunacaksın. Hazreti Resul’ün yüzünü görüp mübarek ellerini öpmüş, hayır dualarını almışsın, iki dünyada saadete ereceksin. İmdi, Sa’d Vakkas’ın nasihati üzere önce bizim İstanbulcuğumuzu yazmaya başla, yürü işin rast gele, el fâtiha!” Caminin bilinmeyen vakfiyesi953/1546 tarihli İstanbul Vakıfları Tahrir Defteri’nde özet olarak verilmiştir.Vakfiyede Meyve Kapısı haricinde gösterilen cami ve bâninin Edirne’de bir hamam, Trakya’da sekiz köy, mezralar vakfedilmiştir.Ayrıca Ahî Çelebi’nin oğlu Ruhullah Çelebi’nin kızı Ayşe Hatun da 934/1528’de 10.000 akçe nakit ve yıllık 1.250 akçelik bir meblağı vakfa ilave etmiştir. Cami, tuğladan dört sivri kemer üzerine oturtulmuş, oldukça basık tek kubbelidir. Son cemaat yeri altı kubbelidir. Kubbeyi taşıyan sivri kemerlerin sağ ve sol üstlerinde sivri kemerli pencere izleri çıkmıştır. Binanın kare şeklindeki kubbe kasnağı çepeçevre bir demirle çevrilmiştir. Yanlara doğru ikişer payandanın da sonradan ilave edildiği anlaşılmaktadır. Büyük kemer içlerinde sağ ve solda dörderi kıble duvarında üç, mihrap duvarında ise iki üst pencere mevcuttur. Minare sağda yer almaktadır. İçerideki kapısı yüksekte olduğundan bir merdivenle ulaşılmaktadır.Minare kaidesi de bu geçide olanak vermek amacıyla dışarıdan kıbleye doğru uzatılmıştır. Son cemaat yerinde minare tarafındaki duvardan bir kapı açılarak eklenti olan ilave binalara geçiş sağlanmıştır. Caminin cümle kapısı son derece basittir. Mihrabı mermer plaklarla kaplanarak yenilenmiştir. Sağdaki ilave yapı üzerinde bulunan çeşmenin kitabesi 1281/1864 tarihlidir. Binanın mimari açıdan önemi olmamakla birlikte, tarih açısından önemli bir yeri vardır. |
Cevap : İstanbul'daki Tarihi Eserlerimiz
1 Eklenti(ler)
http://frmsinsi.net/attachment.php?a...1&d=1254603358 Florya Atatürk Deniz Köşkü [SIZE=”2”]Marmara Denizi kıyısında, Yeşilköy ile Küçükçekmece arasında bir yerleşim bölgesi olan Florya’nın 19. yüzyılda sönük bir avcı uğrağı konumunda olduğu bilinmektedir. Atatürk’ün buraya olan ilgisiyle önem kazanan Florya giderek yazlık bir dinlenme merkezine dönüşmüştür.Atatürk için İstanbul Belediyesi tarafından 1935 yılında mimar Seyfi Arkan’a projelendirilen köşk, yazlık bir konut olarak yapılmış ve aynı yıl 14 Ağustos tarihinde kullanıma açılmıştır. Ulu Önder, 1936 yılının Haziran ve Temmuz aylarında uzunca bir süre burada yaşamış, siyasal ve bilimsel toplantılar için köşkü özellikle kullanmış, aralarında İngiliz Kralı VIII. Edward ve Madam Simpson’un da bulunduğu kimi önemli konukları burada ağırlamıştır. Köşk, Atatürk tarafından son olarak 28 Mayıs 1938 günü kullanılmış, kendisinin ölümünden sonra bu yapılar Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı olarak Sayın İsmet İnönü, Sayın Celal Bayar, Sayın Cemal Gürsel, Sayın Cevdet Sunay, Sayın Fahri Korutürk ve Sayın Kenan Evren tarafından kullanılmıştır. 16 Eylül 1988 tarihinde Cumhurbaşkanlığı’mızca TBMM’ne bağlı Milli Saraylar Daire Başkanlığı’na devredilen bu yapılar topluluğu, restorasyona alınarak Atatürk Müzesi haline getirilmiş ve içinde “Atatürk İstanbul’da” konulu sürekli bir fotoğraf sergisi oluşturulmuştur. Öte yandan köşkün bir bölümünde de Atatürk ile ilgili çeşitli yayınlar tanıtılmakta ve satılmaktadır. Yaverlik ve Genel Sekreterlik binaları onarılarak TBMM sosyal tesisleri haline getirilmiş, bu binaların arasında kalan boşluğa kafeterya ve restoran hizmeti veren bir yapı eklenmiş, yine bahçe; kafeterya hizmetleri verilecek bir konuma getirilmiştir. |
Cevap : İstanbul'daki Tarihi Eserlerimiz
1 Eklenti(ler)
II. Abdülhamid’in (1876-1909) Başkâtib’i olarak Yıldız Sarayı’nda görev yapan Tahsin Paşa’ya ait olan yapı, 19. yüzyılda saray ileri gelenlerinin yazlık olarak kullandıkları bir yöre olan Göztepe’dedir. 19. yüzyılın son çeyreğine ait olan Filizi Köşk, genel olarak dönemin beğenisi olan Art-Nouveau özellikler taşımasına karşılık, birkaç kez el değiştirdiğinden dolayı kimi yerlerde bu özelliğini yitirmiştir. Üç katlı ve orta sofaya açılan yan odalardan oluşan planıyla geleneksel Türk Evi Planı’na sahip olan yapı, restore edilmiş ve Türk Parlementerler Birliği sosyal tesisi olarak hizmete girmiştir. |
Cevap : İstanbul'daki Tarihi Eserlerimiz
1 Eklenti(ler)
http://frmsinsi.net/attachment.php?a...1&d=1254603498 Emirgan Camii Emirgan İskelesi karşısındadır. Eskiden, Feridun Paşa Bahçesi adıyla anılan arsayı Padişah IV. Murat, Revan seferinden sonra Emirguneoğlu Yusuf Paşa’ya vermiş, o da buraya bir köşk inşa ettirmişti. Daha sonra köşk yıkılınca I. Abdülhamit 1781 yılında buraya bir camii yaptırdı. Duvarları taş ve tuğla, çatısı ağaç, minaresi ise tek şerefelidir. Yapının içinde bir Hakan dairesi, çeşme, saatlerin bulunduğu bir bölüm ve okul bulunmaktadır. |
Cevap : İstanbul'daki Tarihi Eserlerimiz
1 Eklenti(ler)
http://frmsinsi.net/attachment.php?a...1&d=1254603557 Rumeli Hisarı İstanbul Boğazı’nın Rumeli yakasındadır. Bizans’a kuzeyden yardım gelmesini önlemek amacıyla Fatih Sultan Mehmet tarafından 1452 yılında yaptırılan bir kaledir. 1000 usta ve 2000 işçinin çalışmasıyla 4 ayda yapılmıştır. Üç büyük kulenin yapımını Çandarlı Kara Halil, Saruca ve Zaganos Paşalar üstlendiklerinden kuleler bu adlarla anılır. Beş kapısı bulunan kale, 30.000 m²lik bir alanı kaplamaktadır. |
Cevap : İstanbul'daki Tarihi Eserlerimiz
1 Eklenti(ler)
http://frmsinsi.net/attachment.php?a...1&d=1254603626 Çamlıca Köşkleri Çamlıca Korusu içerisinde bulunan Çamlıca Köşkleri; Sofa, Cihannüma ve Topkapı Köşkleri`nden oluşur. Çamlıca Köşkleri, Kartal`dan başlayan Kadıköy, Eminönü, Üsküdar ve Beşiktaş`ı içine alan Boğaz manzarasına sahiptir. İstanbul Çamlıca Köşkleri, Büyükşehir Belediyesi tarafından restora edildikten sonra şu anda cafeterya ve restoran olarak hizmet vermektedir. |
Cevap : İstanbul'daki Tarihi Eserlerimiz
1 Eklenti(ler)
Çadır Köşkü İstanbul’da bulunan Osmanlı döneminden kalma bir köşktür. Alçak tavanlı bir zemin kat ile üzerindeki tam tek katta, ortada bir giriş holü ve yanlarda iki odadan oluşan köşk, Çırağan Sarayı’nın 1871’de inşa edilen binası ile beraber, onun arka bahçesinde günü birlik geziler için yapılmış, bu sebeple yatak odası ve banyo tertibatı olmayan, bir "seyir köşkü" idi. Köşk, Cumhuriyetin ilk yılları boyunca kapalı kaldı. 1940’ta zamanın valisi Dr. Lütfı Kırdar’ın Çırağan Sarayı’nın arka bahçesini (Yıldız Sarayı’nın ara duvarına kadar) Maliye Bakanlığı’ndan İstanbul Belediyesi’ne devrettirerek "Yıldız Parkı" adı ile halka açması ile tekrar gündeme geldi ve basit bir onarım gördü. I949’da köşk, belediye tarafından, Beyoğlu’nun en seçkin iki pastanesinden biri olan Markiz’in işleticisi Avedis Çakır’a kiraya verildi. Çakır, burayı yine basit bir şekilde onarttı, denize bakan ön terası betonlayarak, ortaya zemini fayanstan bir dans pisti yaptırdı ve köşkün içini de kendi mali imkanlarının ve o devrin sınırlı görüşlerinin elverdiği kadar döşedi. 1960 askeri darbesinin yönetimi, bu kullanımı uygun bulmayarak, köşkü boşalttırdı. Birkaç yıl sonra TBMM Başkanlığı, Ihlamur Kasrı’nda dönemin valisi Ord. Prof. Fahrettin Kerim Gökay’ın kurmuş olduğu Tanzimat Müzesi’ni zorla tahliye edince, Gökay’ın girişimi ile bu müze, boş Çadır Köşkü’nde kuruldu. Bu kullanım binanın sağlığı için iyi bir tercih olmamıştı. Çünkü kapatılan panjurlar ve pencere içlerine gerilen siyah kumaşlarla güneş ışığı ve hava akımı engellenmiş oluyordu. Köşkte merkezi ısırma donanımı da olmadığı için, bina içeriden çürüdü, zemin parkeleri çökmeye başladı. Çatı akıntıları, tavan ve duvar süslemelerinin dökülmesine neden oldu. 1979’da İstanbul Belediyesi ile imzalanan protokolle Yıldız Parkı’nın ıslahı ve içindeki Malta ve Çadır köşklerinin onarımı Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu tarafından üstlenildi. Malta Köşkü restore edilip döşenerek, halka açık çay salonu haline getirildi, fakat müze hemen tahliye edilemediği için, Çadır Köşkü’ne el sürülemedi, sadece çevresi onarılıp önündeki teras çiçek tarhları yapılarak, zemin çimentosu sökülüp traverten taşı kaplanarak ve döküm fenerleri dikilerek, çay bahçesi haline getirildi. Daha sonra yine Turing Kurumu’nun teklifi ile Tanzimat Müzesi için Gülhane Parkı’nda kurumun bir bina yaptırıp bütün objeleri elden geçirterek oraya nakletmesi ve Çadır Köşkü’nü restore ederek kafe olarak halka açması çözümü kabul edildi. |
Cevap : İstanbul'daki Tarihi Eserlerimiz
1 Eklenti(ler)
http://frmsinsi.net/attachment.php?a...1&d=1254603795 Cağaloğlu Hamamı Cağaloğlu’n da Yerebatan Caddesi’nin sağ yanıda yer alır. Sultan I. Mahmud tarafından Ayasofya Cami’ne gelir sağlamak amacıyla 1741 yılında inşa ettirilmiştir, mimarı bilinmemektedir. Cağaloğlu Hamamı kadınlar ve erkekler için ayrı kısımları olan bir çifte hamamdır. İçinde kullanılan Barok üslup ve klasik Osmanlı hamam mimarisinde olmayan yenliklerin yanı sıra, Sultan III. Mustafa tarafından şehrin artan su ve odun ihtiyacı nedeniyle 1768’de büyük hamam yapılmasının yasaklanmasından önce inşa edilen son büyük hamam olması nedeniyle önem taşır. |
Cevap : İstanbul'daki Tarihi Eserlerimiz
1 Eklenti(ler)
http://frmsinsi.net/attachment.php?a...1&d=1254603860 Burmalı sütun (Yılanlı sütun) Birbirine dolanmış 3 yılanın kafaları altın bir kazanın 3 ayağı biçimini alıyordu. M.Ö. 5. yüzyılda Persleri yenen birleşmiş 31 Yunan şehri elde ettikleri bronz ganimetleri eriterek bu eşsiz kalitedeki eseri yaptırtmıştı. 8 m. boyundaki Yılanlı Sütun aslında Delfi’deki Apollo mabedine dikilmişti. İmparator Konstantin tarafından 324 yılında getirttirilerek, hipodromun ortasına diktirilmiştir. 17 yüzyılda yılanların kafaları yerlerinde duruyordu. Sonradan kayıp olan kafaların bir parçası bulunarak İstanbul Arkeoloji Müzesi’ne konulmuştur. Yılanların nasıl sütundan koptuna dair çeşitli rivayetler vardır. Evliya Çelebi’ye göre; "Yılanlı Sütun, İstanbul’daki 17. tılsımlı burma direktir. Bu sütunun tılsımı ile şehre yılan gibi hayvanlar girmemektedir. Bu direk üç başlı ejderha suretini gösterip başının birisini bir yeniçeri kılıç ile bir vuruşta kırmıştır. O tarihte kısmen tılsımı bozulmuş olup, İstanbul içine yılan, çiyan ve akrep gibi hayvanlar yayılmışlardır." Ayrıca yine bir rivayete göre sütunun yarı yüksekliği, Sultan Ahmet Camii yapılırken toprak altında kalmıştır. |
Cevap : İstanbul'daki Tarihi Eserlerimiz
1 Eklenti(ler)
http://frmsinsi.net/attachment.php?a...1&d=1254603929 Beyazıt Kulesi Beyazıt Yangın Kulesi, çıkan yangınları haber vermek amacıyla 1749 yılında 85 metre yüksekliğinde ve ahşap olarak inşa edildi. Gözetleme yerine kadar 180 basamaktan oluşmaktadır. 1756’daki Cibali yangınında yandı. 1826’da yeniden yapılan kule yeniçeri ayaklanmasında tekrar yandı. Kule üçünçü kez Sultan II.Mahmut zamanında, 1828 yılında Senekerim Balyan’ın mimarlığı altında tekrar yapıldı. Beyazıt Yangın Kulesi,
|
Cevap : İstanbul'daki Tarihi Eserlerimiz
1 Eklenti(ler)
http://frmsinsi.net/attachment.php?a...1&d=1254603999 Aynalıkavak Kasrı I .Ahmed’in, Okmeydani ve Eyüp Sultan’a yakinligi nedeniyle 1614’te yaptirdigi ilk kasirda Sultan (Deli) Ibrahim dogmustur. Sultan Ibrahim büyüdükçe, yeni yeni binalar yaptirarak burayi Tershane Sarayi haline dönüstürür. 1678 yangini sonrasinda, onarimlar ve düzenlemeler ile yeni köskler, kasrlar eklenir. Bu yeni eklenenlerden birisi Aynalikavak Kasri’dir. Aynalikavak Kasri’nin adi ile ilgili rivayete göre, Osmanli’da düz pencere cami üretilemedigi için Venedik Doc’unun Sultan’a hediye ettigi kristal Venedik aynalarina yakisan bir kasr yapilmasina baslanir. Sultan bu emri verirken, “kavak boylu aynalara” yakisan bir kasr istemistir. 1799’un Küçük Kaynarca Anlasmasi’na ek olan anlasma, bes yil sonra taraflarca burada imzalanir. 1792’de Aynalikavak Kasri onartilarak “Binis Kasri”na dönüstürülür. Diger kasirlarda oldugu gibi Aynalikavak’ta da bezemelerin en yogun oldugu, bazen de gökkubbe çagrisimli basyapit düzeyindeki ahsap kubbeler divanhanenin görkemine görkem katmistir. Okmeydani yönündeki divanhanenin köseleri pahtli, kare orta mekanin sedirlerle donatilan üç mekani vardir, dördüncüsü yerine disariya büyük bir saçakli gölgelik eklenmistir. Divanhane “eksensel” yerlesimin en ucundadir. Gerisinde alisilagelenden daha uzun, daha genis bir sofa; tüm diger mekanlari iki yaninda derler toplar. Bu uzun sofa Haliç yönünde disa tasirilan bir eyvanla biter. Böylelikle iki yöne bakis saglanmis olmasi, kasrin hem “tir” (ok) atma, hem de “Seyr-i donanma” için kullanildiginin bir kaniti. Divanhanenin yanindaki arz odasi da III.Selim dönemi yönelimlerine uygun bezenmistir. Meyil nedeni ile iki katli yapilan kasrin, alt katinda hizmet mekanlari bulunur. Degisik onarimlarla III.Selim dönemindeki görüntüsünü günümüzde de koruyabilen Kasir, bir süre müze4 olarak yeniden islevlendirilmistir. Aynalikavak Kasri, Osmanlilar’in bir zamanlar Bogaziçi ladar benimsedikleri ve iki kiyisini yali ve saraylarla doldurduklari Haliç’in o parlak dönemlerini animsatabilecek tek yapidir. |
Cevap : İstanbul'daki Tarihi Eserlerimiz
1 Eklenti(ler)
http://frmsinsi.net/attachment.php?a...1&d=1254604061 Anadolu Hisarı İstanbul’un Anadoluhisarı semtinde, Göksu Deresi’nin İstanbul Boğazı’na döküldüğü yerdedir. 1395’te Yıldırım Bayezid tarafından, İstanbul’un İkinci Osmanlı Kuşatmasına hazırlığının bir parçası olarak yaptırılmıştır. Anadolu hisarı, 7.000 metrekarelik bir alan üzerine, Boğazın en dar noktası olan 660 metre mesafedeki bölgesine inşa edilmiştir. Cenevizliler, Bizans’la birlik olup Karadeniz’de (Kefe,Sinop ve Amasra’da) koloniler kurmuşlardı. Bu sebeple, Boğaz geçişi Cenevizliler için hayati önem taşımaktaydı. Aynı durum Osmanlılar için de söz konusuydu. Karşı sahilde, İstanbul’un Avrupa yakasında bulunan Rumeli Hisarı ise, 1451-1452 yılları arasında II. Mehmet tarafından, bu yabancı ülkelerin gemilerinin geçişlerini denetim altında tutabilmek amacıyla inşa ettirilmiştir. Fatih Sultan Mehmed, Rumeli Hisarı’nı yaptırırken bu kaleye dış surlar ekletmiştir. Anadolu Hisarı, iç ve dış kale ile bu kalelerin surlarından oluşur. İç kale, dikdörtgen biçimindeki dört katlı bir kuledir. İlk yapıldığında, bir giriş kapısı bulunmadığı için, kuleye iç kale surlarına uzanan bir asma köprüden giriliyordu. Üst katlarına da içerideki ahşap merdivenlerle çıkılıyordu. İç kale surları, dış kalenin kuzeydoğu ve kuzeybatı köşelerini birleştirir. Bu surlar üç metre kalınlığındadır. İç surlarla birleşen dış kale surlarının üzerinde birçok kemer ve surları korumak için yapılmış üç kule bulunur. Asıl kalenin surları doğu-batı yönünde 65 metre; kuzey-güney yönünde 80 metre boyunca uzanır. Surların kalınlığı 2,5 metredir. Dış surlarda topların yerleştirildiği menfezler bulunur. Anadolu Hisarı’nın asıl kalesinde ve iç surlarında, araları harçla doldurulmuş blok taşlar kullanılmıştır. Anadolu Hisarı, İstanbul’un fethinden sonra askeri önemini yitirmiş, çevresi zamanla bir yerleşim bölgesi durumuna gelmiştir. Bugün bazı bölümleri yıkık olan Anadolu Hisarı’nın ortasından yol geçmektedir. |
Cevap : İstanbul'daki Tarihi Eserlerimiz
1 Eklenti(ler)
http://frmsinsi.net/attachment.php?a...1&d=1254604146 Rumeli Beylerbeyi Yûsuf Paşa tarafından yaptırılmıştır. Küçük bir camidir. İçi kalem süslemeleriyle bezenmiştir. Beylerbeyi Camii |
Cevap : İstanbul'daki Tarihi Eserlerimiz
1 Eklenti(ler)
http://frmsinsi.net/attachment.php?a...1&d=1254604214 Beşiktaş, Ortaköy ve Balmumcu arasında, Boğaziçi’ne egemen bir konumda 500.000 m2’lik bir alanı kaplayan Yıldız, yerleşim tarihi Bizans dönemine dek inen bir koruluktur. İstanbul’un Türklerin eline geçmesinden sonra “Kazancıoğlu Bahçesi” adıyla anılan bu koruluk, büyük bir olasılıkla Sultan I. Ahmed Dönemi’nde (1603-1617) padişahın “Has Bahçe”leri arasına katılmıştır.Yıldız Sarayı Sultan IV. Murad (1623-1640) ve III. Selim (1789-1807) dönemlerinde de ilgi gören bu çevre; III. Selim’in, annesi Mihrişah Valide Sultan için “Yıldız” adıyla yaptırdığı bir köşkten dolayı bu ad ile anılmaya başlanmıştır. Sultan III. Mahmud (1808-1839), Sultan Abdülmecid (1839-1861) ve Sultan Abdülaziz (1861-1876) dönemlerinde eklenen köşk ve kasırlarla gelişen buradaki yapılar topluluğu; Sultan Abdülhamid Dönemi’nde (1876-1909) yapılan binalarla Yıldız Sarayı adını alarak, İmparatorluğun bugün yerinde İstanbul Üniversitesi’nin bulunduğu Eski Saray, Topkapı Sarayı ve Dolmabahçe Sarayı’ndan sonra dördüncü yönetim merkezi haline gelmiştir. Yıldız Sarayı’nın bir parçası olan ve adını Fransızca “dağ evi” anlamına gelen “chalet” sözcüğünden alan Şale Köşkü, 19. yüzyıl Osmanlı mimarlığının en ilgi çekici yapılarından biridir. Yüksek duvarlarla çevrili bir bahçe içinde ve farklı tarihlerde yapılan birbirine bitişik üç ana yapıdan oluşan köşkün birinci bölümünün 1880’de, Sarkis Balyan’ın yaptığı ikinci bölümünün 1889’da Merasim Köşkü adıyla tanınan ve D’Aranco’nun yaptığı üçüncü bölümünse 1898 yıllarında tamamlandığı bilinmektedir. Son iki bölüm, Alman İmparatoru II. Wilhelm’in İstanbul’a gelişlerinde konaklaması için yapılmıştır ve bu özelliğiyle Şale, Yıldız Sarayı yapılar grubu içinde bir “devlet konukevi” niteliği taşımaktadır. Köşk, bodrumuyla birlikte üç katlı, ahşap ve kâgir olarak yapılmıştır. Osmanlı konut geleneğine uygun olarak Harem ve Selamlık gibi de kullanılabilecek bölümlerden oluşan, dış dünyaya yedi kapıyla ve ahşap pancurlu pencerelerle açılan Şale’nin katları arasındaki bağlantıyı biri mermer, ikisi ahşap zarif merdivenler sağlamaktadır. Koridorlar üzerinde düzenlenmiş, altmış oda ve dört salonuyla bir köşk boyutlarını aşan yapının görkemli mekânlarını Barok, Rokoko ve İslâm etkilerini yansıtan kalem işleri, geometrik bezemeler ve manzaralı panolar süslemektedir. Zemini duvardan duvara yaklaşık 406 m2’lik tek parça Hereke halısıyla kaplı, tavanı altın yaldız panolarla süslenmiş, duvarlarında büyük boy aynalar bulunan görkemli Tören Salonu, sedef kakma kapılı süslemelerinde belirgin biçimde doğu etkileri görülen Sedefli Salon, tavanlarındaki manzara resimleriyle ünlü Sarı Salon, çeşitli Avrupa ülkelerinden gelen değerli döşeme eşyası, birbirinden zarif çini sobaları, vazoları, görkemli ve oymalı yatak takımlarıyla çok sayıda salon ve oda, imparatorluğun son yıllarının ince beğenisine tanıklık etmektedir. Şale Köşkü, Cumhuriyet döneminde, kısa bir süre için lüks bir kumarhane olarak işletilmiş, daha sonraysa eski işlevini sürdürerek aralarında İran Şahı Rıza Pehlevi, Suudi Arabistan Kralı Faysal, Ürdün Kralı Hüseyin, Endonezya Cumhurbaşkanı Sukarno, Etopya Kralı Haile Selasiye, Fransa Cumhurbaşkanı Charles de Gaulle gibi adların da bulunduğu konuklara kapılırını açmıştır. Günümüzde Yıldız Şale Köşkü, TBMM’ne bağlı Milli Saraylar bünyesinde bir müze-saray olarak ziyaretçilere açık tutulmakta, bahçesindeyse ulusal ya da uluslararası boyutta resepsiyonlar düzenlenmektedir. |
Cevap : İstanbul'daki Tarihi Eserlerimiz
1 Eklenti(ler)
http://frmsinsi.net/attachment.php?a...1&d=1254604300 Geleneksel Türk çini sanatının son temsilcisi olan Yıldız Porselen Fabrikası, Avrupa devletlerinin porselen sanayii karşısında gerileyen Osmanlı çini sanatına yeni bir yön ve hız vermek amacıyla kurulmuştur. Bu amaçla ve devlet eliyle 1894 yılında Yıldız Sarayı bahçesinde kurulan bu fabrika; o yıllarda Yıldız Fabrika-i Himâyûnu olarak anılıyor ve ürünleri padişahın saray, köşk ve kasırlarındaki eşyalar arasında özel bir yer alıyordu.Yıldız Porselen Fabrikası Batı sanatı ile Anadolu sanatı arasındaki çok yönlü senteze katkıları açısından önemli bir rol oynayan bu fabrika, Cumhuriyet Dönemi’nde de üretimini sürdürmüş ve geleneksel Türk çini sanatının dünyaca tanınmasını sağlayan örnekler üretmiştir. Günümüzde Müze-Fabrika olarak benzerleri arasında özel bir konumu olan Yıldız Porselen Fabrikası, bir yandan günümüz insanının beğenisine yönelik örnekler üretmekte öte yandan da kuruluş yıllarında yaptığı ürünlerin benzerlerini yeniden yaparak, bir dönem estetiğinin daha geniş kitlelere ulaşmasını sağlamaktadır. |
Cevap : İstanbul'daki Tarihi Eserlerimiz
1 Eklenti(ler)
http://frmsinsi.net/attachment.php?a...1&d=1254604374 Ihlamur Kasrı Beşiktaş, Yıldız ve Nişantaşı arasında kalan Ihlamur Vadisi’nin 18. yüzyılda Hacı Hüseyin Bağları adıyla tanınan bir mesire yeri olduğu bilinmektedir. Sultan III. Ahmed Dönemi’nde Padişah’a ait bir “Has Bahçe”ye dönüştürülmesine karşılık 19.yüzyılın ikinci yarısına kadar "Hacı Hüseyin Bağları" olarak bilinen bu alan, I. Abdülhamid (1774-1789) ve III. Selim (1789-1807) dönemlerinde de ilgi çekmiştir. Sultan Abdülmecid’in (1839-1861) Osmanlı tahtına geçmesiyle birlikte yeni yapılaşmalara gidilmiş,Beşiktaş’ta Dolmabahçe Sarayı, Küçüksu Kasrı ve Ihlamur Mesiresi’nin bulunduğu bu alanda da Ihlamur Kasırları’nın yapımına başlanmıştır. Sultan Abdülmecid Ihlamur Mesiresi’ne bugünkü kasırları yaptırmadan önce de sık sık gelir ve buradaki yalın ve küçük bağ evinde dinlenir; kimi konukları bu arada ünlü Fransız ozanı Lamartine’i burada kabul ederek görüşürdü. Yüksek çevre duvarlarının sınırlandırıldığı 24.724 m2 lik ağaçlı bir alan içindeki Nikogos Balyan’ın yaptığı bu iki yapı; yapıldıkları 1849-1855 yıllarından bu yana kimi zaman "Nüzhetiye" kimi zaman da "Ihlamur Kasırları" adıyla anılagelmiştir. Törenler için düşünülen ve kullanılan Merasim Köşkü: Ön cephesindeki dönemin beğenisini yansıtan Barok çizgiler taşıyan merdiveni, ilginç ve hareketli kabartmalarıyla çarpıcı bir mimarlığa sahiptir. İç süslemelerinde; Osmanlı sanatında 19. yüzyılda tercih edilen motifler ve kalem işleri kullanılmış, Avrupa’nın çeşitli üsluplarındaki mobilyalar ve döşeme öğeleriyle belirli bir bütünlük sağlanmıştır. Padişahın maiyeti, kimi zaman da haremi tarafından kullanılan Maiyet Köşkü ise; diğerine oranla daha küçük ve daha yalındır. Sultan Abdülmecid’in genç yaşta ölümünden sonra, Abdülaziz de (1861-1876) ağabeyinin sevdiği bu yapılara ve çevreye fazla önem vermemekle birlikte ilgi göstermiş, meraklı olduğu horoz ve koç döğüşüyle güreşlerin bazılarını bu bahçede yaptırmıştır. Sultan Mehmed Reşad’ın da (1909-1918) zaman zaman kullandığı yapıda, İstanbul’u ziyaret eden Bulgar ve Sırp kralları ağırlanmıştır. Cumhuriyet’in kuruluşundan sonra 1966 yılında TBMM Milli Saraylar bünyesinde katılan Ihlamur Kasırları’nın Merasim Köşkü bir müze-saray olarak ziyarete açık tutulmakta, Maiyet Köşkü ve bahçenin bir bölümünde kafeterya hizmetleri yapılmakta ve bu bahçede, diğer saray ve kasırlarımızda olduğu gibi, ulusal ya da uluslararası resepsiyonlar verilebilmektedir. Öte yandan yine bahçede, yakın bir geçmişe dek lojman olarak kullanılan Cumhuriyet Dönemi yapısı da, müze-sanat ilişkisini kuran yeni işleviyle özellikle çocukların, güzel sanatlardaki becerilerini geliştirene resim, heykel ve tiyatro çalışmalarını sürdürdükleri mekânlar olarak değerlendirilmiştir. |
Cevap : İstanbul'daki Tarihi Eserlerimiz
1 Eklenti(ler)
http://frmsinsi.net/attachment.php?a...1&d=1254604451 Beylerbeyi Sarayı Beylerbeyi ve çevresinin yerleşim alanı olarak kullanılması tarihte oldukça gerilere, Bizans dönemine kadar gitmektedir. 18. yüzyılda yaşamış olan ünlü gezgin İnciciyan’a göre, Büyük Kontstantinus’un diktirdiği bir haçtan dolayı Bizans döneminde “İstavroz Bahçeleri” adıyla anılan yöre, Osmanlılar döneminde Padişahların Has Bahçeleri’nden biri olarak kullanılmıştır. Yine İnciciyan’a göre buraya “Beylerbeyi” adının verilişi, 16. yüzyılda Beylerbeyi Mehmed Paşa’nın burada bulunan köşkünden kaynaklanmaktadır. Çeşitli dönemlerde padişahların ilgisini çeken Beylerbeyi, yaptırılan kimi köşk ve kasırlarla yazlık olarak kullanılan bir niteliğe kavuşmuş, 1829 yılında Sultan II. Mahmud’un yaptırdığı ahşap Sahil Sarayı ile yeni bir hareket kazanmıştır Bugünkü Beylerbeyi Sarayı, Sultan Abdülaziz tarafından II. Mahmud’un ahşap Sahil Sarayı yıktırılarak 1861-1865 yılları arasında, dönemin tanınmış mimarı Serkis Balyan’a yaptırılmıştır. Saray genellikle yaz aylarında, özellikle de yabancı devlet başkalarının ağırlanmasında kullanılmıştır. Sırp Prensi, Karadağ Kralı, İran Şahı, Fransız İmparatoriçesi Eugenie bunlardan bazılarıdır. Sultan II. Abdülhamid de 1918 yılında, ömrünün son altı yılını geçirdiği bu sarayda ölmüştür. Çeşitli Batı üsluplarının Doğu üsluplarıyla kaynaştırıldığı sarayın iç mimarlığı, kullanım özellikleri açısından bir orta sofaya açılan köşe odalarından oluşan geleneksel Türk evi planına benzerlikler gösterir. Harem ve Selâmlık olarak iki ana bölümden oluşan sarayda Selâmlık, donatım ve süsleme açısından Harem’den daha zengin tutulmuştur. Bodrum katı mutfak ve depo olarak kullanılan bir bölümü üç katlı olan sarayda 3 giriş, 6 salon ve 26 oda bulunmaktadır. Rutubete ve sıcağa karşı döşemeleri, orjinalleri Mısır’dan getirtilen hasırlarla kaplanmıştır. Çoğunluğu Hereke yapımı büyük boyutlu halı ve kilimleri, Bohemya kristal avizeleri, Fransız saatleri, Çin, Japon, Fransız Yıldız vazoları görülmeye değer sanat yapılarının yalnızca bir bölümüdür. Boğaziçi’nin Anadolu kıyısında özel konumuyla dikkati çeken Beylerbeyi Sarayı’nı son dönem Osmanlı Sarayları’ndan ayıran yönlerinden birini de, yamaçlara doğru setler biçiminde yükselen ve bu yüzden “Set Bahçeleri” adıyla anılan bahçeleri, bu bahçelerde bulunan köşkler ve eski saraylardan kalan büyük havuz oluşturmaktadır. Üst set bahçesinde bulunan havuzun çevresinde yer alan Sarı Köşk, saltanat atlarının barındığı devrinin en ilginç örneğini yaşatan Ahır Köşk ve eski saraydan kalan selsebilli Mermer Köşk, Osmanlı saray mimarlığının günümüze gelen önemli yapılarını oluşturmaktadır. Batı ile ilişkilerin güçlendiği bir dönemde yapılan Beylerbeyi Sarayı’nın en ilginç yanı, Set Bahçeleri’nin altından geçen tarihsel Tünel’dir. Tünelin ortasında yer alan çeşmenin yazıtında, Sultan II. Mahmud’un adı geçmekte ve yapının tarihlendirilmesinde önemli bir ip ucu oluşturmaktadır. Üst set bahçesindeki büyük havuz ve Mermer Köşk gibi II. Mahmud Dönemi’nden (1808-1839) kalan bu tünel, kıyı yolunun işlevini sürdürmesini sağlarken, aynı zamanda yüksek duvarların ötesi ile bahçelerin bağlantısını da kurmaktadır. Yapılan onarımlarla birlikte Beylerbeyi Sarayı, döneminin özgün bir yazlık sarayı olarak “Boğaziçi Kültürü” içinde yerini almış durumdadır. Bahçelerinde ve tarihsel Tünel içinde oluşturulan kafeterya ve satış reyonlarıyla müze-saray olarak konuklara çağdaş düzeyde hizmetler sunulmakta, bu reyonlarda Kültür-Tanıtım Merkezi’nce hazırlanan tanıtıcı nitelikte kitap, kartpostal ve poster gibi yayınların yanısıra çeşitli türde hediyelik eşya satışı yapılmaktadır. Öte yandan önceden belirlenen ve alınan izinlere bağlı olarak saray ulusal ve uluslararası nitelikte resepsiyonlar düzenlenebilmekte, böylelikle geleneksel saray atmosferinin günümüz insanının tanıtabildiği bir ortam oluşmaktadır. |
Cevap : İstanbul'daki Tarihi Eserlerimiz
1 Eklenti(ler)
http://frmsinsi.net/attachment.php?a...1&d=1254604519 Aynalıkavak Kasrı Üç yüzyıl boyunca Haliç kıyılarını süsleyen ve günümüzde Aynalıkavak Kasrı adıyla tanınan yapı, Osmanlı İmparatorluğu Döneminde “Ayanalıkavak Sarayı” ya da “Tersane Sarayı” olarak bilinen yapılar grubundan günümüze ulaşabilen tek örnektir. İstanbul’u tanıtan tarihsel kaynaklardan, yörenin Bizans Döneminde de imparatorlara ait bir dinlenme yeri olduğu anlaşılmaktadır. Haliç kıyılarından Okmeydanı ve Kasımpaşa sırtlarına doğru gelişen bu büyük bağ ve koruya; İstanbul’un fethinden sonra, Fatih Sultan Mehmet’ten başlayarak padişahlar da ilgi göstermiş ve Osmanlı İmparatorluk Tersanesi’nin Kasımpaşa’da kurulup gelişmeye başlamasıyla birlikte yöreye “Tersane Has Bahçesi” adı verilmiştir. Buradaki yapılaşmaların tarihi, Sultan I. Ahmed Dönemine (1603-1617) dek inmektedir. Tarihsel süreç içinde çeşitli padişahların yaptırdığı kasırlarla gelişen ve “Tersane Sarayı” olarak anılan bu yapılar topluluğu; 17. yüzyıldan başlayarak “Aynalıkavak Sarayı” olarak da adlandırılmıştır. Saray bütünü içinde yer alan ve Sultan III. Ahmed Döneminde (1703-1730) yaptırıldığı sanılan Aynalıkavak Kasrı, Sultan III. Selim Döneminde (1789-1807) yeniden düzenlenmiş ve bugünkü görünümünü kazanmıştır. Yapı; Divanhanesi, Beste Odası ve bu mekânların pencerelerini dolanan Yesarî’nin talik hattı ile yazılmış, Kasrı ve III. Selim’i öven, dönemin tanınmış şairleri Şeyh Galib ve Enderunî Fazıl’a ait şiirleriyle 18. yüzyıl mimarlık örnekleri arasında özel bir yer almaktadır. Deniz cephesinde iki, kara cephesinde tek katlı kütlesiyle Osmanlı klasik mimarlığının son ve ilginç yapılarından biri olan Kasır; süsleme açısından da çağının beğenisini yansıtmakta, özellikle besteci Sultan III. Selim Dönemi kültürünün pek çok öğesini bünyesinde barındırmaktadır. Öyle ki, bu kültürün başlıca simgeleri olan sedir ve sedirimsi kanepe, mangal kandil gibi mobilyalarla döşeli olan odalar, bugün yok olmuş bir yaşam biçiminin görünümlerini sergilemektedir. Günümüzde bir müze-saray olarak ziyarete açık tutulan Aynalıkavak Kasrı’nın zemin katı, Sultan III. Selim’in besteci özelliği de göz önünde tutularak, Topkapı Sarayı Müzesi’nde bulunan görsel kaynaklar ve kimi kurum ve kişilerin armağan ettiği çalgıların bir araya getirilmesiyle “Türk Çalgıları Sergisi” mekânına dönüştürülmüştür. Kasrın bahçesindeyse, özellikle yaz aylarında konuklara yönelik kafeterya hizmetleri, klasik Türk Sanat Müziği örneklerinin seslendirildiği Aynalıkavak Konserleri ile ulusal ve uluslararası nitelikte resepsiyonlar verilmektedir. |
Cevap : İstanbul'daki Tarihi Eserlerimiz
1 Eklenti(ler)
http://frmsinsi.net/attachment.php?a...1&d=1254604594 17. yüzyıla kadar Boğaziçi’nin koylarından biri olan bu yörenin; Altın Post'u aramaya çıkan Argonotların efsanevi gemisi Argos’un demirlediği, Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’u fethi sırasında Haliç’e indirmek üzere gemilerini karaya çıkardığı yer olduğu ileri sürülür. Dolmabahçe Sarayı Osmanlılar Döneminde kaptan paşaların donanmayı demirledikleri, geleneksel denizcilik törenlerinin yapılageldiği doğal bir liman görünümünde olan bu koy; 17. yüzyıldan başlayarak dönem dönem doldurulmuş ve Dolmabahçe adıyla padişahların Boğaziçi’ndeki has bahçelerinden biri konumuna getirilmiştir. Tarihsel süreç içinde çeşitli padişahlar tarafından yaptırılan köşk ve kasırlarla donatılan Dolmabahçe; zamanla "Beşiktaş Sahil Sarayı" adıyla anılan bir saray görünümü kazanmıştır. Beşiktaş Sahil Sarayı, Sultan Abdülmecid Döneminde (1839-1861) ahşap ve kullanışsız olduğu gerekçesiyle 1843 yılından başlayarak yıktırılmış ve aynı yerde günümüze dek gelen Dolmabahçe Sarayı’nın temelleri atılmıştır. Yapımı, çevre duvarlarıyla birlikte 1856 yılında bitirilen Dolmabahçe Sarayı 110.000 m2’yi aşan bir alan üstüne kurulmuş ve ana yapısı dışında onaltı ayrı bölümden oluşmuştur. Bunlar saray ahırlarından değirmenlere, eczanelerden mutfaklara, kuşluklara, camhane, dökümhane, tatlıhane gibi işliklere uzanan bir dizi içinde, çeşitli amaçlara ayrılmış yapılardır. Bu yapılar arasına Sultan II. Abdülhamid Döneminde (1876-1909) Saat Kulesi ve Veliahd Dairesi arka bahçesindeki Hareket Köşkleri eklenmiştir. Dönemin önde gelen Osmanlı mimarları Karabet ve Nikogos Balyan tarafından yapılan sarayın ana yapısı; Mabeyn-i Hümâyûn (Selâmlık), Muayede Salonu (Tören Salonu) ve Harem-i Hümâyûn adlarını taşıyan üç bölümden oluşur. Mabeyn-i Hümâyûn; devletin yönetim işleri, Harem-i Hümâyûn; Padişah ve ailesinin özel yaşamı, bu iki bölümün arasında yer alan Muayede Salonu’ysa; Padişah’ın devlet ileri gelenleriyle bayramlaşması ve kimi önemli devlet törenleri için ayrılmıştır. Tüm yapı, bodrumla birlikte üç katlıdır. Biçimde, ayrıntılarda ve süslemelerde gözlenen belirgin batı etkilerine karşılık bu saray, bu etkilerin Osmanlı ustalarca yorumlanmış bir uygulamasıdır. Öte yandan, gerek kuruluş gerekse oda ve salon ilişkileri açısından geleneksel Türk evi plan tipinin çok büyük boyutlarda uygulandığı bir yapı bütünüdür. Beden duvarları taştan, iç duvarları tuğladan, döşemeleri ahşaptan yapılmıştır. Çağın teknolojisine açık olan saraya, 1910-12 yıllarındaysa elektrik ve kalorifer sistemi eklenmiştir. 45.000 m2’lik kullanılır döşeme alanı, 285 odası, 46 salonu, 6 hamamı ve 68 tuvaleti vardır. Döşemelerin ince işçilikli parkelerinin üstünde, önce sarayın dokumevinde, sonra da Hereke’de dokunmuş 4454 m2 halı serilidir. Padişahın devlet işlerini yürüttüğü Mabeyn; işlevi ve görkemiyle Dolmabahçe Sarayı’nın en önemli bölümüdür. Girişte karşılaşılan Medhal Salon, üst kat ile bağlantıyı sağlayan Kristal Merdiven, elçilerin ağırlandığı Süfera Salonu ve padişahın huzuruna çıktıkları Kırmızı Oda; imparatorluğun tarihsel görkemini vurgulayacak biçimde süslenmiş ve döşenmiştir. Üst katta yer alan Zülvecheyn Salonu; padişahın Mabeyn’de kendine özel olarak ayrılmış dairesine bir tür geçiş mekanı oluşturmaktadır. Bu özel dairede, padişah için mermerleri Mısır’dan getirilmiş görkemli bir hamam, çalışabileceği oda ve salonlar bulunmaktadır. Harem ve Mabeyn bölümleri arasında yer alan Muayede Salonu; Dolmabahçe Sarayı’nın en yüksek ve en görkemli parçasıdır. 2000 m2’yi aşan alanı, 56 sütunu, yüksekliği 36 m.yi bulan kubbesi ve bu kubbeye bağlı yaklaşık 4,5 tonluk İngiliz yapımı avizesiyle bu salon, sarayın diğer bölümlerinden belirgin bir biçimde ayrılmaktadır. Salon, bodrumdaki tesislerden elde edilen sıcak havanın sütun diplerinden içeri verilmesiyle ısıtılmakta, böylelikle soğuk mevsimlere rastlayan törenler daha sıcak bir atmosferde yapılabilmekteydi. Geleneksel bayramlaşma töreni günlerinde, Topkapı Sarayı’nda bulunan altın taht bu salona getirilerek kurulur ve padişah bu tahtta devlet ileri gelenleriyle bayramlaşırdı. Galeriler ise elçilik görevlilerine, Saray Orkestrası’na, bay ve bayan konuklara ayrılmıştı. Dolmabahçe Sarayı’nın Batı etkileri altında, Avrupa saraylarından örnek alınarak yapılmış bir saray olmasına karşılık, işlevsel kuruluşu ve iç mekan yapısında “Harem”in eskisi kadar kesin çizgilerle olmasa da ayrı bir bölüm olarak kurulmasına özen gösterilmiştir. Ancak Topkapı Sarayı’nın tersine, Harem, artık saraydan ayrı tutulmuş bir yapı ya da yapılar topluluğu değildir; aynı çatı altında, aynı yapı bütünlüğü içinde yerleştirilmiş özel bir yaşama birimidir. Dolmabahçe Sarayı’nın yaklaşık üçte ikisini oluşturan Harem Bölümü'ne, Mabeyn ve Muayede Salonu’ndan geleneksel ayrımı vurgulayan demir ve ahşap kapılarla kesilmiş koridorlardan geçilmekte, bu bölümde Boğaziçi’nin yansımalarıyla aydınlanan salonlar, sofalar boyunca padişahların, padişah eşlerinin, çeşitli görevleri olan kadınların, şehzade ve sultanların yatak odaları, çalışma ve dinlenme odaları sıralanmaktadır. Valide Sultan Dairesi, Mavi ve Pembe Salonlar, Abdülmecid, Abdülaziz ve Reşad tarafından kullanılan odalar, Cariyerler Bölümü, Kadınefendi odaları, Büyük Atatürk’ün çalışma ve yatak odası, sayısız değerli eşya, halı, levha, vazo, avize, tablo gibi sanat yapıtları Harem’in ilginç ve etkileyici parçalarını oluşturmaktadır. Günümüzde Dolmabahçe Sarayı’nın bütün birimleri restore edilmiş ve ziyarete açılmış bulunmaktadır. Saray’ın değerli eşyalarının sergilendiği iki “Değerli Eşyalar Sergi Salonu”, Milli Saraylar Yıldız Porselenleri Koleksiyonu’ndan örneklerin yer aldığı “İç Hazine Sergi Binası”, genellikle Milli Saraylar Tablo Koleksiyonu’nun bölüm bölüm ve uzun süreli sergiler biçiminde izleyicilere sunulduğu “Sanat Galerisi”, bu galerinin alt katında sarayın çeşitli objeleri ve mimari süslemelerinden alınmış kuş motiflerinin fotoğraflarından oluşan sürekli serginin bulunduğu tarihsel koridor, Mabeyn Bölümü’ndeki Abdülmecid Efendi Kütüphanesi; Dolmabahçe Sarayı’nın başlıca sergileme birimlerini oluşturmaktadır. Sarayın hemen girişinde bulunan eski Mefruşat Dairesi’nde Kültür-Tanıtım Merkezi yer almakta ve Milli Saraylar’ın çeşitli yerlerinde sürdürülen bilimsel çalışmalarla tanıtım etkinlikleri bu merkezden yönlendirilmektedir. Öte yandan, yine bu merkezde çoğunluğunu 19. yüzyıla yönelik yayınların oluşturduğu bir kitaplık kurularak araştırmacıların hizmetine sunulmuştur. Saat Kulesi, Mefruşat Dairesi, Kuşluk, Harem ve Veliahd Dairesi bahçelerinde ziyaretçilere yönelik kafeterya hizmetleri veren bölümler ve hediyelik eşya satış reyonları oluşturulmuş, bu reyonlarda Kültür-Tanıtım Merkezi’nce hazırlanan ve milli sarayları tanıtıcı bilimsel nitelikte kitaplar, çeşitli kartpostallar ve Milli Saraylar Tablo Koleksiyonu’ndan seçilmiş ürünlerin tıpkı basımları satışa sunulmuştur. Öte yandan Muayede Salonu ve bahçeler ise ulusal/uluslararası resepsiyonlara ayrılmış, yeni düzenlemelerle saray, müze içinde müze birimlerine, sanat ve kültür etkinliklerine kavuşturulmuştur. Dolmabahçe Caddesi, Beşiktaş |
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.