ForumSinsi - 2006 Yılından Beri

ForumSinsi - 2006 Yılından Beri (http://forumsinsi.com/index.php)
-   İslami Genel Konular (http://forumsinsi.com/forumdisplay.php?f=324)
-   -   Tefsir Dersleri... (http://forumsinsi.com/showthread.php?t=393707)

Prof. Dr. Sinsi 08-04-2012 03:20 AM

Tefsir Dersleri...
 

15. DERS AY HALİNDEKİ KADINDAN KAÇINMA



222 — Sana kadınların ay halini de sorarlar. De ki: O bir ezadır (pis*liktir). Onun için hayız zamanında kadınlar(ınızla cinsi münasebetken ayrılın. Temizlendikleri vakte kadar kendilerine yaklaşmayın. İyice temiz*lendiler mi, o zaman Allah'ın size emrettiği yerden onlara gidin, herhalde Allah hem çok tevbe edenleri sever, hem çok temizlenenleri sever.


223 — Kadınlarınız sizin (evlat yetiştiren) tarlatannızdır. O holde tar*lanıza dHediğiniz gibi gelin. Kendiniz Icin önden (iyi ameller) gönderin (hayırlı evlatlar yetiştirin). Bir de Allah'tan korkun ve bilin ki herhalde siz ona kavuşacaksınız. İman edenlere müjdele...




Ayetlerin Lafzi Tahlili



(El mehîdf): Mehid kelimesi, kadın vücudunun ay içersinde İfraz ettiği pis kan manasınadır.


(Ezen): Ezen kelimesi, pislik, kir manasınadır.


(Fağtezilû): tğtlzâl kökünden türeyen fağtezilû ke*limesi, fiildir ve kaçınınız anlamındadır.


(Yadhurne): To'nın tahfifiyle okunan yadhurne kelimesi, kadınlardan ödet kanının kesilmesine denir. Yadhurne kelimesi (yaddeherne) şeklinde şedde ile okunursa temizlik manasınadır.


(Harsün): Hars kelimesi, tohumu yere atmak ve yeri ekime hazırlamak manasınadır.


(Ennö sl'tüm): «Nasıl isterseniz?» anlamındadır. [380]




Âyetlerin İcmali Manaları

'


Allah (cc) İcmâlen şöyle buyurur: «Ya Muhammed (sav), ay halinde*ki kadınla cinsi münasebette bulunmanın helal veya haram mı olduğu hu*susunu soracaklar. Onlara de ki: aKadınların ay halinde iken gelen kanları pistir. O halde İken kadınlarla cinsi münasebette bulunmak, hem sizin için, hem de onlar için eziyettir. Onlardan sakınınız ve kan kes'finceye kadar da yaklaşmayınız. Ay hali kanı kesilen ve temizlenen kadınlarla Allah (cc)'ın yasakladığı yer ve şekilde değil, emrettiği yer ve şekilde cinsi mü*nasebette bulununuz. Çünkü Allah (cc), tevbe eden ve kötü fiillerden uzaklaşan kullarını sever»


Yasağını te'kid eden ve kadınlarla clnsj münasebet için helal yolun gerekliliğini beyan eden Allah (cc), daha sonra: «Ey İnsanlar, kadınlar sizin nesil tarlanızdır. Onların rahminde cenin ve çocuk oluşur. Siz kadın*larınızla helal yol olmak şartıyla dilediğiniz gibi cinsi münasebette bulu*nunuz. Yani kadınlarınıza yaklaştığınız zaman tohumunuzu zayi etmeyecek yer olsun» buyurur. İbn-i Abbos (ra) bu hususu, «Sen tohumunu bitecek yere serp» cümlesiyle ifade etmiştir.


«Ey müminler, ahiretiniz için salih ameller hazırlayınız. Zira iyilik ya*panlar iyiliğiyle, kötülük yapanlarda kötülüğüyle yargilantr.


Ya Muhammed (sav), müminleri Cennetteki sonsuz ve-İBaytstz nimet*lerle müjdele [381]




Âyetlerin Nüzul Sebe8leri



1. Enes bin Malik (ra)'den varit olan rivayete göre, yahudller oy hali olan kadınlarıyla temizleninceye kadar yemez, içmez hatta bir evde dahi oturmazlardı. Bu durum Rasuluflah (sav)'a sorulunca: «Sana kadınların ay halinden de sorarlar. De kf: O bir ezadır. Onun İçin hayız zamanında Kadınlarınızla cinsi münasebetten sakının)...» âyeti nazil oldu. Resulul-loh (sav), ay hali olan kadınlarla cinsi münasebetin dışında herşeyin ya*pılabileceğini beyan etti. Yahudiler kızarak, «Hz. Muhammed (sav), her hususta olduğu gibi, kadınların ay hali konusunda da bize muhalefet edi*yor» dediler. Yahudilerin bu sözlerini Ubbâd bin Büşr {ra) ve Useyd bin Hadir (ra), Peygamberimize gelerek haber verdiler. Ve «Ya Rasulullah (sav), oy hali olan kadınlarımızdan, cinsi münasebetin dışında menfaat-lenebilir miyiz?» dediler. Resulullah (sav)'ın yüzü kızardı. O'nun kızdığını zannederken, kendisine hediye edilen sütü, onlara ikram ettiğini gördük. Anladık ki kızmamış.» [382]


2. Câbir (ra)'in rivayetidir: «Yahudiler, «Hanımının doğru yoluna ar*kadan münasebette bulunan kimsenin doğabilecek çocuğu şaşı olur» der*lerdi. Bunun üzerine: «Kadınlarınız sizin (evlat yetiştiren) tarlanızdır. O halde tarlanın dirediğiniz gibi gelin...» âyeti nazil oldu.» [383]




Âyetlerin Tefsirindeki İncelikler



Birinci incelik: Yahudiler ay halindeki kadınlarıyla yeme, içme, aynı evde beraber kalma gibi fiflleri hiç yapmazlardı. Onların halini, pislik ve bir hastalık kabul ederlerdi. Hrİstiyaniar ise onların aksine ay halindeki hanımlorıyîa çekinmeden cinsi münasebette bulunurlardı. İslâm'da yahudiler gibi tamamen uzaklaşma, hrfstiyanlar gibi de yakınlaşma yoktur. Yalnız ikisinin ortası olan, ay halindeki kadınlarla yemek, içmek, aynı evde beraberce yatabilmek serbest, cinsi münasebette bulunmak yasaktır.


İkinci incelik: «Mahiz» kelimesi, bizzat kadının ay haline dendiği gibi ay haline vesile olan yere de denir. Âyet, «mohiz» kelimesinin, hayız hali olduğuna işaret eder. Çünkü Allah (ec) «Sana (Habibim) kadınların ay halini de sorarlar. De ki: O bfr ezadır, (pisliktir)...» buyurmuştur. «O, bir ezadır» cümlesi, adet halinin vasıîlarındandır.


Üçüncü İncelik; İbnü'l-Arabî: «Bir ilim meclisinde alim Şâ'şl'ye, «Âyet*te «adet halinde iken kadına yaklaşmayınız» İfadesinden maksat nedir?» diye sordular. O, «Ondan maksat, ay halinde olan kadınlarla yemek, İçmek, beraber aynı yatakta yatmak değil, cinsi münasebette bulunmamaktır! cevabını verdi,» [384] der.


Dördüncü İncelik: Toberi'nin, Mücahid'den: «Kur'on'ı baştan sona kadar İbn-i Abbas'tan 3 defa okudum. Her âyetin bitiminde anlamını so*ruyordum. «Kadınlarınız sizin (evlat yetiştiren) tarlalannızdır. O halde tar*lanıza dilediğiniz gibi gelin..,» âyeti gelince İbn-i Abbas (ra), «Kureyşliler, Mekke'de iken kartlarının doğru yoluna diledikleri şekilde yaklaşıyorlardı. Mekke'den Medine'ye hicret ettikten sonra Medineli kadınlarla evlenen* ler, diledikleri gibj cinsi münasebette bulundular. Şikayetlenen Medine'!I kadınların durumunu, Resulullah (sav) duyunca, işte bu âyet onların şi*kayetlerini giderecek şekilde nazil oldu. Yani erkek, karısının doğru yolun*dan dilediği şekilde faydalanabilir.» [385] rivayetidir.


Beşinci İncelik: Allah (cc), kadının rahmini, tarlaya, erkeğin nutfesi-ni tohuma, doğacak çocuğu, biten bitkiye benzetmiştir. Bu benzetişten, kesinlikle erkeğin, kadının doğru yolundan gitmesi gerektiğini anlonz. [386]




Âyetlerdeki Şer'i Hükümler


Birinci Hüküm: Ay Hail Olan Kadından Ne Kadar Kaçınılması Farzdır?



Alimler, ay hali olan kadından ne kadar kaçtntlması gerektiği husu*sunda birkaç görüşe ayrılmışlardır.


1. İbn-i Abbas [ra) ve Âbîdet es-Selmani (ra)'den rivayet edilen gö*rüşe göre, ay hali olan kadının bütün vücudundan kaçınılır.


2. Ay hali olan kadının, dizkapağı İle göbeği arasından kaçınılması farzdır. Bu Ebu Hanife (ra) İle İmam Malik (ra)'in görüşüdür.


3. Ay hali olan kadından, cinsi münasebet dışında hertürlü faydalan*ma helaldir. Bu görüşte İmam Şafiî (ra)nindir.


Birinci görüşün (Ibn-i Abbas (ra) ve Abîdet es-sefmanî (ro)'n(n) delili:


Allah (cc), oy halindeki kadınlardan uzaklaşmayı umumi bir ifade İle emretmiştir, öyleyse kadınların butun vücudundan faydalanmak yasaktır. Çünkü Allah (cc), «...Onun İçin hayız zamanında kadınlarınızla cinsi mü*nasebetken ayrılın...» buyurmuştur. Kurtubî'ye göre bu görüş, âyetin u-muml ifadesinden anlaşılıyorsa da, alimlerin görüşü dışındadır. Çünkü sa*bit hadisler, bu görüşün aksinedir. [387]


İkinci görüşün (Ebu Hanlfe (ra) ve İmam Malik (ra)) delili:


Hz. Aişe (ra)'den rivayet edilen; «Resulullah (sav)'la birlikte bir kab'ın suyuyla gusül abdestl alırdık. Ay halim olunca peştemal bağlamamı emreder ve onun üzerinden benden menfaatlenirdl» [388] hadisi İle Resulullah (sav)'ın Hz. Meymune {ra)'dan rivayet edilen: «Resulullah (sav), ay hail zamanlarında hanımlarından peştemal üzerinden menfaatlenirdi [389]» [390] hadisidir.


Üçüncü görüşün (İmam Şafiî (ra)) delili:


İmam Şafiî (ra), Resulullah (sav)'ın; «Ay halindeki kadınlarınızdan cinsi münasebetin dışında her bakımdan menfaatlenebifirsiniz» [391] ve Mesruk (ra)'dan rivayet edilen: «Hz. Aişe (r.anha)'ye, «Ay halindeki kadinin neleri helaldir?» diye sordum. O'da «Cinsj münasebet dışındaki her türlü eğlenme ve oynama serbesttir» dedi.[392] hadislerine istinat ederek ay halindeki kadınlardan, cinsî münasebetin dışında her türlü menfaatlenmenin helal olduğuna hükmeder.


Diğer bir rivayette Mesruk (ra), Hz. Aişe'nin (r.anha) yanına gitti ve «Allah (cc)'ın elcisine ve ehl-l beytine selam otsun» diyerek konuşmak için İzin istedi. Müsade aldıktan sonra «Sizden bazı dini meseleleri sormak is*tiyorum. Fakat utanıyorum» deyince, Hz. Aişe (r. anha): «Ben sizin anne-. niz, siz de benim evladımsiniz» dedi. Bunun üzerine O, «Ay halindeki kadinin, kocasına neleri helaldir?» diye sordu. Hz. Aişe (r.anha), «Cinsi mü*nasebetin dışında bütün uzuvları kocasına helaldir» dedi. [393]


İncelediğimiz delilleri karşılaştırdığımızda İkinci görüş, diğerlerine ter*cih edilir. Ibn-I Çerir et-Toberî de bu görüşü tercih" etmiştir. İleri sürülen görüşler içersinde doğruya en uygun olan görüş, «Ay halindeki kadının dizle göbek arası dışındaki bütün vücudu kocasına helaldir» diyen gö*rüştür. Çünkü dizle göbek arasından faydalanma, haram olan cinsi mü*nasebete vesile olur. İhtiyatlı olan. tehlikeli mıntıkadan kaçırtmaktır, Za ten Hz. Aişe {r.anha) de, «Resulullah (sav) peştemal bağlamamı emre*der, daha sonra benden her türlü menfaatlenirdl» hadisini naklettikten sonra, «Sizden kim Resulullah (sav) gibi nefsine hakim olabilirse. Onun yaptığı gibi yapsın» .buyurmuştur.


Diğer taraftan bir meselede Resulullah (sav)'tan tarihleri bizce bilin*meyen, iki hadis rivayet edilmiş olsa ve bunlardan biri o meselenin helal, diğeri haram olduğunu beyan etse, bizim yapacağımız, o meselenin ha*ranı olduğunu beyan eden hadisle amel etmektir. Çünkü usul-ü fıkıh alim*lerin görüşü budur. Allah (cc), en İyi bilendir. [394]




İkinci Hüküm: Ay Halindeki Hammtyla Cinai Münasebette Bulunan Er*keğin, Nasıl Bir Kefaret Vermesi Lazımdır?



Ay halindeki bir kadınla cinsi münasebette bulunmanın haram oldu*ğuna tüm İslâm alimleri femâ etmişlerdir. Zoten âyetin zahiri, açıkça bunu göstermektedir.


Alimlerin ihtilaf ettiği konu, ay halindeki hanımıyla cins) münasebet*te bulunan erkeğin, nasıl bir kefaret vereceği hususudur.


Cumhur (Malik (ra), Şafiî (ra) ve Ebu Hanife (ra)'a göre, ay halinde-iki karısıyla cinsi münasebfts bulunan kimsenin tevbe ve istiğfar etmesi la*zımdır.


İmam Ahmed bin Hanbel {ra)e göre ise, mutlaka bir veya yarım altın sadaka vermesi gerekir. Çünkü İbn-I Abbas (ra)'tan varit olan rivayete göre ResuluHoh (sav); «Ay .halindeki hanımıyla cinsi münasebette bulu*nan kimsenin, bir veya yarım altın sadaka vermesi lazımdır» buyurdu. [395]


Bazı hadis ot imleri de, «Bir kimse, karısıyla ay halinde iken cinsi mui. nasebbette bulunursa bir dinar (attın), kesilmesi sırasında bulunursa ya-, rım altın vermesi farzdır» derler.


Kurtubî bu hususta: «Bir alim «Hanımı ay halinde İken cinsi münase*bette bulunan bir kimsenin' yalnız tevbe etmesi lazımdır, herhangi bir kefaret vermesi lazım değildir» derse, delili İbn-i Abbas (ro)'dan rivayet edilen hadistir. O hadiste ahâdi olduğundan delil olamaz» [396] demekte*dir. [397]




Üçüncü Hüküm: Kadınlarda Ay Hali, En Az Ve En Çok Kaç Gündür?



Fakihler, kadınlarda ay halinin en az ve en çok kaç gün olacağı hu*susunda ihtilaf ederek birkaç görüşe ayrılmışlardır.


1. İmam-ı Azam Ebu Hanife (ra) ve İmam Sevri (ra)'ye göre, ay hail müddeti enaz 3. en çok 10 gündür.


2. İmam Şafiî (ra) ve İmam Ahmed bin Hanbel (ra)'e göre ise, hayız hali zamanı en az 1, en çok 15 gündür.


3. İmam Malik (ra)'in meşhur olan görüşüne göre de, adet hali en az ve en çok şeklinde zamanla ölçülmez. Bu hususta muteber olan. kadının bünyesi ve adetleridir.


Birinci görüşün (Ebu Hanife (ra) v» İmam Sevri (ra) delili:


Ebu Emâmete (ra)'den varit olan rivayete göre; «Rasulullan (sav), «Kadında ay halinin müddeti en az 3. en çok 10 gündür» buyurdu» [398] hadisidir. Cessâs da, «Bu hadis sahih olduğundan, O'na uyulmalıdır» der.


İkinci görüşün (İmam Şafiî (ra) ve İmam Ahmed bin Hanbel (ra) delili


Resulullah (sav)'ın kadınlara hitaben buyurduğu: «Siz ömrünüzün ya*nsında namaz kılmıyorsunuz» [399] hadisidir. Hadisten anlaşılan, kadınlar*da ay hali müddetinin en çok 15 gün olacağıdır. Buna İstinaden ay hali*nin en çok 15 gün olacağına hükmetmişlerdir.


Ayette ay hali müddetinin en az ve en çok kaç gün olacağına herhangi bir delâlet yoktur. Yalnız ay hafinin zamanı İçtihatlarla bilinir. Geniş iza*hat fıkıh kitaplarında görülebilir. [400]




Dördüncü Hüküm: Bir Kimsenin, Ay Halindeki Karısıyla Cinsi Münasebette Bulunması Ne Zaman Helaldir?



A. «...Temizlendikleri vakte kadar kendilerine yaklaşmayın...» âyeti, bir kişinin, temizleninceye kadar ay halindeki hanımıyla, cinsi münasebet*te bulunmasının haram olduğuna delâlet eder.


Fakihler, âyette «temizlenme» sözünden maksadın ne okluğu ve müd*detinin ne kadar olacağı hususunda İhtilaf etmişlerdir.


İmam-ı Azam Ebu Hanjfe (ra)'ye göre, «temizlenme»den maksat, kamn durmasıdır. Ay hali müddetinin en çok 10 günlük vaktini tamamlayan ve önce gusül abdesti almayan kadınla, kocasının cinsi münasebette bulun*ması helaldir. Eğer ay halinin en çok müddeti olan 10 gün tamamlanma*dan kan kesilirse, gusül edinceye kadar kadınıyla erkeğin cinsi münasft-bette bulunması haramdır. Gusül yaptıktan sonra İse helaldir:


B. İmam Malik (ra), İmam Şafii (ra) ve İmam Ahmed bin Hanbel (ra) göre ise «temizlenmeden» maksat, kadının cünüblükten, gusül abdesti a-larak kurtul maşıdır, yani gusül abdesti almadan, adet kanı kesilen kadın*la cinsi münasebette bulunması helal değildir.


Tavus ve Mücâhld'e göre de, «temizlenmemden.anlaşılan, adet kan. kesilen, güzelce teharet alarak namaz abdesti gfbi abdest alan kadınla kocası clnst münasebette bulunursa helal olacağıdır,


Fakihler arasındaki İhtilafın sebebi, şüphesiz Allah (cc)'m; «...Ttmlt-lendKcler! vakte kadar kendilerine yaklaşmayın, fytce temizlendiler mi o to*rnan Allah'ın size emrettiği yerden onlara gidin...» âyetidir. Ayette «te*mizlenme» n in Arapça karşılığı olan «taharet» kelimesi, fiil şeklinde birin*cisi şeddesiz, ikincisi şeddeli olmak üzere ikj yerde tekrar edilmiştir. Zira taharet kelimesi fiil olarak «tehure» şeklinde gelirse, İnsanların müdaha-iesi olmadan kanın durması ve temizlenmenin yapılmasına denir. Eğer şedde ile «Tetehhere» şeklinde fiil olarak gelirse, insanların müdahalesi ile yapılan temizliğe yani gusletmeye denir;


İmam-ı Azam Ebu Hanife (ra) ise, temizlik anlamındaki. tTaharet» kökünden türeyen «tetehhüre» fiilini, şeddesiz olan «tehure» gibi yorum*ladığından, iki fiilden kanın durması anlamını çıkararak, adet kanı kesi*len ve önce gusül abdesti almayan kadınla, kocasının, cinsi münasebette bulunmasının helal olduğuna hükmetmiştir.


Cumhur'a (Maliki (r.a). Şafii (r.a.) ve AHmed bin Hanbel (r.a.) göre, "... Te*mizlendikleri vakte kadar kendilerine yaklaşmayın. İyice temizlendiler mi, o zaman Allah'ın size emrettiği yerden onlara gidin..." âyetinden maksat, ay halindeki kadınlarla gusledinceye kadar erkeklerin cinsi münasebette bulunma*masıdır. Gusül yaptıktan sonra, Allah (c.c.)'ın emrettiği yerden ve şekilden onla*ra, erkeğin yaklaşması mümkündür. Cumhur da "taharet" kökünden türeyen. Türkçede "temizlenme"nin karşılığı olan "tehure" kelimesini, "tetehhere" şek*linde kurralardan Hamza ve Kesâî'nin kıraatına istinaden şeddeli okumuşlardır. "Tehure" kelimesi, "tetehhere" olarak okunursa, alimler arasındaki ihtilaf sebe*binde de andığımız gibi, şüphesiz insanların fiili müdahelesi İle yapılan temizlik manasına gelir. Buna dayanarak ay halindeki kadının kanı kesildikten sonra ko*casıyla cinsi münasebette bulunabilmesi, gusletmesi ile mümkündür.


Şüphesiz tercih edilecek görüş, Cumhur'un görüşüdür. Çünkü Allah (c.c), "Ay halinden temizlendikten sonra, eşlerinizle cinsi münasebette bulununuz" hük*münün illetini beyan ederken, "... Her halde Altah, hem çok tevbe edenleri sever, hem çok temizlenenleri sever" buyurmuştur. Bu âyetin zahiri, görünür şekildeki temizliğin ancak suyla olabileceğine İşaret eder. Bizim tercih ettiğimiz görüşü, Taberî, Ailame İbn-İ Ârâbî ve Şevkâni de tercih etmiştir. [401]




Beşinci Hüküm: Adet Halindeki Kadının Neleri Yapması Haramdır?



Alimler, ay halindeki kadının namaz kılması, oruç tutması, Beyt'i tavaf etme*si, camiye girmesi, Kur'an'a el sürmesi, tutması veya okuması ve kocası İle cinsi münasebette bulunmasının haram olduğunda ittifak etmişlerdir. Geniş izahat fı*kıh kitaplarındadır. [402]



Ayetlerden Alınacak Dersler



1. Kadınlar ay halinden temizlenmeden onlarla cinsi münasebette bulunmak haramdır.


2. Adet kanı kesilen ve temizlenen kadın, kocasına her bakımdan helaldir.


3. Kadınların doğru yolunun dışında, arkadan onlarla cinsi münasebette bu*lunmak yasaktır. Çünkü orası çocuk doğurma yeri değildir.


4. Kadından çocuk doğurma yeri olmak şartıyla hertürlö faydafanma helaldir.


5. Allah (cc)'ın emrine muhalefet etmekten kaçınmak, yasaklarını ke*sinlikle yapmak lazımdır. [403]




Ayetlerdeki Teşrii Hikmetler



Allah (cc), kadını neslin çoğalmasına vesile ofmasr İçin yaratmış- ve hacc'da İhrama girme, i'tlkâf yapma, oruç tutma ve> ay hafi dışında ken*disiyle cinsi münasebette bulunabilmeyi mubah kılmıştır. Kadının ay hali İse, rahminde biriken ve döllenmeyen yumurtaları dışarıya attığı ve görü*nür birtıastalığa benzediği için onunla cinsi münasebette bulunmak haram*dır. Kadın adet halinde iken kocasıyla cinsi münasebette bulunmaya ve ondan zevk almaya, durumu müsabit değildir. Çünkü hayız: hafinde ka*dından gelen kan, diğer kanlar gibi değildir. Ook kötü kokar ve rengi si*yaha yakındır. O kanı gören salim tabiatli bir insanın İğrenmemesi müm*kün değildir. Ay halinde iken cinsi münasebette bulunmak, kadın; ve erkek için zararlıdır. Nitekim Kur'an'ın, «O, bir ezadır» İfadesinden daha veciz ve mucizeli bir buyruk görülemez.


Modern tıp da, ay halindeki kadınla cinsi münasebette bulunmanın bir cok kadın hastalıklarına vesile olacağını özellikle münasebet yoluyla kadın rahmine giden erkek menisinin mikroplu kanlara karışmasıyla rah*min giriş ve çıkış yolunda İltihaplanmanın meydana geleceğini izah eder. Cinsi münasebetten sonra kadın hamile kalırsa, daha cenin halinde iken çocuk tehlikeli mikropları kapar. Bunun İçin doktorlar, kadın ay halinde İken erkeklerin cinsi münasebet hususunda ondan uzak durmalarını1 tav*siye ederler. Modern tıbbın kısa ve 02 olarak aktardığımız bu görüşü de, İslâmın bu husustaki teşriî hikmetine açık bir delildir. [404]

Prof. Dr. Sinsi 08-04-2012 03:20 AM

Tefsir Dersleri...
 

16. DERS ÇOK YEMİN ETMEKTEN SAKINMA



224 — Allah'ı yeminlerinizden dolayı, iyilik etmenize, (fenalıktan) sa*kınmanıza, insanların arasını bulmaya engel yapmayın. Allah (her şey)) hakkıyla İşiticf, kemaliyle bilicidir.


225 — Allah, sizi yeminlerinizde^ alağv»den dolayı sorumlu tutmaz. Fakat sizi kafblerintetn azmettiği yeminler yüzünden muaheze eder. Allah cok yargılayıcıdır, halimdir (kullarının günahı sebebiyle rızıklarrm da ke*sici değildir}.


226 — Kadınlarına yaklaşmamaya yemin edenler İçin dört ay bekle*mek vardır. Eğer erkekler (o müddet İçinde kefaret yaparak zevcelerine) dönerlerse şüphe yok ki Allah, cidden yarg.layıcr, hakkıyla esirgeyicidir.


227 — Eğer {o suretle yemin edenler ricat etmeyip te kadınları) bo*şamaya karar verirlerse (ayrılırlar). Şüphesiz Allah, (onların sözlerini) hak*kıyla fsitfci, (niyetlerini) gerçekten bilicidir.




Ayetlerin Lafzi Tahlili



(Urdoten): Urda ten kelimesi, ayn'ın ötresl' İle, man olma onlamırjdadır.


(Blllağvi): Lügatta lağv kelimesi, İtibar edilmeyen söz, yani düşünmeden yapılan konuşma manasınadır.


(Yü'lûne): Yü'lûne kelimesi, yemin manasınadır. Şeriatta İse, karısıyla cinsi münasebette bulunmamaya yemin etmek .anlamınadır.


(Terebbusu): Terebbusu kelimesi, bekleme manası*nadır.


(Fâû): Fâû kelimesi, dönme manasınadır. [405]




Ayetlerin İcmali Manaları



Allah {cc), icmölen şöyle buyurur: «Ey mü'minler, bir hayırlı İş yap*mayı terketmek için Allah (cc)'ın ismiyle yemin etmeyi kendinize delil yapmayınız. Kendisinden hayırlı bir İş istenen kimse «Allah (cc)'a yemin ettiğim için o işi yapmam» demesin. Yemininizi bozarak hayırlı İşler yapı*nız. Bozduğunuz yemin yerine de kefaret veriniz. Allah (oc) İsmiyle cok yemin yapmayınız. O mübarek ismi, dünya işlerine alet etmeyiniz. Çok yemin yapmaya kendini alıştıran kimse, hiçbir zaman hayır ve takva sa*hibi olamaz. Alışkanlığınızdan, kasıtsız olarak fuzuli yere yapmış olduğu*nuz yeminlerinizden dolayı Allah (co) sizi muaheze etmez.


Yalnız Allah (cc)'ın İsmiyle kasıtlı olarak yemin ederseniz, o size azab verir. Allah (cc) bol mağfiret sahibi ve halim olduğu İçin kullarına hemen azab vermeyi sevmez.


Kadınlarından uzaklaşmak, terketmek veya zarar vermek kastıyla on-fara yaklaşmayan erkeklerin, dört ay beklemeleri lazımdır. Eğer Allah (çc)'-fî emrettiği şekilde kadınlarına tekrar dönerlerse, yemin ederek ailele*rinden uzaklaştıkları zaman içinde yaptıkları günah ve kusurları Allah af*feder. Onlar, ailelerinden uzaklaşmak için yaptıklarında ısrar eder ve yeminleriniffi üzerinden de 4 ay geçerse, aileleri onlardan boşanmış olur!/ söylediklerinizi, niyet ve işlerinizi işiten: ve bilendir.» [406]




Ayetlerin Nüzul Sebebleri



Âyetin, Abdullah bin Revaha (ra) ile kayınpederi arasında gecen kü*çük bir ailevi meseleden dolayı nazil olduğu rivayet edilir. Şöyle ki: «Ab*dullah bin Revaha (ra). kayınpederinin yanma gitmeyeceğine, konuşma*yacağına Allah (cc)'m ismiyle yemin etti. Bu hususta arkadaşları tarafın*dan kendisine bir şey söylendiği zaman. «Ben yemin ettim. Yeminimi boz*mam helal değildir» derdi.


Bunun üzerine. «Allah'ı yeminlerinizden dolayı, iyilik etmenize (fena*lıktan) sakınmanıza, insanların orasını bulmaya engel yapmayın...» âyeti nazil- oldu. [407]




Âyetlerin Tefsirindeki İncelikler



Birinci incelik: Allah (cc), cok yemin edenleri, «(Doğruya da eğriye de) alabildiğine yemin edenleri.... tanıma...» (Kalem: 10) âyetiyle zemmetmiştir. Araplar da hiç yemin etmeyen veya az yemin edenleri methederlerdi.


İmam Fahreddin er-Râzi bu hususta şöyle der: «Allah (cc) tarafından, çok yemin edenlerin zemmedilmesinin hikmeti şudur: Yemine kendini afiştiran kimsenin, Allah (cc) ismiyle yemin etme hususunda, kalbinde bir kor*ku kalmaz. Yalan yere de cok yemin edebilir: İnsanların" Allah (cc)'a ke-< maliyle tazim yapabilmesi için, O'nun isminin herşeyden kıymetli, yüce , olması ve herhangi bir dünya işine alet edilmemesi gerekir.» [408]


İkinci incelik: Allah (cc) yemin etmemenin hikmetini, «...İyilik etme*nize ve sakınmanıza... engel yapmayın» âyetiyle açıktamıştir. «Yemini ter-ketmekte nosıl hayır ve sakınmak vardır?» sorusu sorulabilir. Bu soruya ^ şöyle cevap verebiliriz : Allah (cc)'ın büyüklük ve yüceliğine inanan kimse, J: dünya işlerinin İyi gitmesi Icin, O'nun ismini vasıta olarok kullanamaz. Şüphe yok ki Alfah (cc) ismini, alçak ve fani işlere alet yapmaktan kaçın*ıp mak, hayrın en büyüğü ve takvanın zirvesidir.;.


Üçüncü incelik: İmam Cessâs, »Allah (cc). «lağv» kelimesini Kur'an'ın muhtelif âyetlerinde onmıştir. Bu keHme, cümlfcctekl yerine göre çeşitli


anlamlar taşır. Mesela, «Orada boş bir laf işitmez» (Gaşiye: 11) âyetinde, boş bir laf. «Onlar, orada, (Cennette) ne fahiş (çirkin) bir laf, ne de güna*ha sokacak bir şey işitmezler» (Vakıa: 25) âyetinde, fahiş bir laf, «Bunlar yaramaz lakırdı (lar) İşittikleri zaman ondan yüz çevirdiler...» (Kasas: 55) âyetinde, yaramaz lakırdı, «...O'nun (Kur'anm) hakkında manasız yay*garalar (gürültüler) yapın...» (Fussllet: 26) âyetinde, manasız yaygara, «Onlar ki yalan şahitlik etmezler, boş ve kötü lakırdıya rastladıkları va*kit...» (Furkan: 72), âyetinde ise, «lağv» kelimesi boş ve kötü lakırdı, an*lamına gelmiştir,» [409] demektedir.


Dördüncü İncelik: İlâ'mn [410] 4 ay gibi bir zamanla sınırlandırılma-sındakt hikmet, terbiye için olduğundan bu zamanın geçmemesi lazımdır. Çünkü bir kadının dört ay gibi bir zamanı erkeksiz geçirmesiyle sabrı tükenir. Daha fazla tahammül edemez. Bundan dolayt İlâ müddeti, dört ay*la tahdit edilmiştir.


Ömer bin Hattab (ra), bir gece Medine sokaklarında halkın güvenli*ğini yakından kontrol İçin dolaşırken bir kadının, «Bu gece o kadar uzadı ki. karanlığı her tarafı kapladı. Yanımda sevgili eşim olmadığından uyu*yamıyorum, Allah (cc)'a yemin ederim ki. O'nun korkusu olmasaydı, üze*rinde uzandığım divan dört tarafından da sallanırdı. Beni durduran yalnız Allah (cc) korkusu ve utangaçlığımda. Benim bu durumum kocama olan bağlılığım ve soygundandır,» mısraları söylediğini duydu. Ertesi günü, o kadının kocasının Irak ordusuna gönderildiğini öğrenince, bir kaç kadın çağırtan Hz. Ömer (ra); «Bir kadın, kocası olmadan ne kadar sabredebi*lir?» diye sordu, onlar, «Bir kadın, kocası olmadan bir veya iki ay sabrede*bilir. Daha sonra sabrı azalmaya başlar. Dört ay olunca sabrı kalmaz» de*diler. Bunun üzerine Hz. Ömer (ra), erkeklerin savaşta kalma müddetlerini dört aya indirdi ve onunla tahdit etti. [411]


Kurtubİ'ye göre Hz. Ömer'in bu içtihadı, âyetteki dört aylık müddetin. İâ'ya has bir zaman olduğunu te'yid eder.


Beşinci incelik : Cahiliyet devrinde ilâ, talak (boşama) kabul edilirdi. Said bin Müseyyeb (ra) bu hususta: «Cahiliyet devrinde bir erkek, hanı*mını istemediği, sevmediği ve başka bir erkekle evlenmesine gönlü razı olmadığı zaman, yemin eder ve kadını terkederdi. Bu surette kadını ne boşamış olur, ne de beraber olurdu. Durum askıda kalırdı. Erkeklerin bu*nu yapmaktaki maksadı, kadını tedirgin etmekti. Allah (cc), bu zulmü ortadan kaldırmak için. erkeğe 4 ay gibi bir düşünme müddeti tanıdı. O süre içersinde, erkek dilerse karısına dönebilir, dilerse 4 ay tamamlanınca hanımından ayrılmış olurdu» [412] diyor. [413]




Ayetlerdeki Şer’i Hükümler



Birinci Hüküm: «Lağv» Yemininden Maksat Nedfr? Kefareti Var Mıdır?



«Allah, sizi yeminlerin izdeki «lağv» den dolayı sorumlu tutmaz..,» âyeti, «lağv» yemininde günah ve kefaret olmadığına delâlet eder. Faklhler bu yeminin tarif edilişinde ihtilaf ederek bir kaç görüşe ayrılmışlardır.


(mam Şafii (ra) ve İmam Ahmed bin Honbel (ra)'e göre «iağv» yemi*ni, yemin kastı olmaksızın ağızdan çıkan «vallahi» sözüne denir. Mesela: Yemin kastı olmaksızın kişinin «vallahi böyledir veya şöyledir» demesi gibi. Bu te'vil ve tarif, Hz. Aişe (ra), Şâ'bi (ra) ve Ikrime (ra) gibi selefden kişilerden nakledilir.


İmam-t Azam Ebu Hanife (ra) ve İmam Malik (ra)'e göre ise lağv ye*mini, bir şeyi zan ederek yapılan yemindir. Mesela: «Ayı gördüm» zannıy*la yemin yapılması gibi. Halbuki kişinin gördüğü ay değil, bulutların ara*sından görülen bir yıldızdır. Bu te'vil ve görüş, İbn-I Abbas (ra), Hasan-ı Basri (ra) ve Mücahid (ra)'den nakledilir.


İmam Malik (ra), Muvatta kitabında şöyle der; «Lağv yemini hususun*da en uygun ve güzel olan görüş, kişinin bir şeyi yakından biliyormuş gi*bi yemin etmesidfr. Fakat bir müddet sonrd zannettiği gibi olmadığını gö*rür. İşte bu yemine, kefaret vacib değildir.» [414]


Buharı, Hz. Aişe (ra)'den: «Allah, sizi yeminlerinizdeki tağv'den dolayı sorumlu tutmaz...» âyeti, bfr kimsenin konuşması sırasında «vallahi böyle*dir» veya «vallahi böyle değildir» demesi üzerine nazil olmuştur» rivayetini yapmıştır. Yanj konuşma esnasında yemin kastı olmaksızın yapılan ye*minlerdir.


Sohih olan, lağv kelimesinin, yeminin her iki nevini de kapsadığıdır.


1. Bir kimsenin, bir şeyi yakinen bildiğini zannederek yemin etmesidir. Mesela: «Bugün ayın biridir» zannederek konuşmasıdır. Halbuki ayın biri değildir.


2. Kişinin konuşması arasında yemin kastı veya niyeti olmaksızın «vallahi bu iş böyledir veya böyle değildir» demesidlr.


İbni.-i Cerir et-Taberî'nln tercihi de budur. Zira O, «Arap dilinde lağv kelimesi, sevilmeyen her söze ve kasıtsız olarak yapılan her İşe de denir. Yapdığı bir işe «vallahi ben yopmadım» veya yapmadığı bir işe de «vallahi ben yaptım» diyen kimseden sadır olan yemin, kasıtsızdır. Yine, «şu şey vallahi filan adamındır» diyen kimse, o şeyin onun olduğunu biliyor. «Şu adam, vallahi filankes değildir» diyen kişi, biliyor ki o değildir. «Vallahi işi yapacağım» diyen şahıs, gerçekten o İşi yapmak içfn değil, bir alış*kanlık oiduğu için yaptığı yemindir. Bu sayılanların hepsi, lağv yemini tür*leridir. Hiçbirisi için kefaret lazım gelmez.» [415]




İkinci Hüküm: İlâ Ve Şer'i Hükmü Nedir?



Şeriatta İlâ, kişinin ailesiyle dört aydan fazla cinsi münasebette bu*lunmamak için Allah (cc) ismiyle yemin etmesidir. Bir kimsenin, ailesine «Vcllahi sana yaklaşmayacağım» veya «Seninle cinsi münasebette bulun*mayacağımı) demesi gibi.


İbn-i Abbas (ra) bu hususta şöyle demektedir: «Cahiliyet devrinde ilâ müddeti. 1-2 sene veyo daha fazlaydı. Ailelerine kızan cahil kişilerin kastı, eza ve cefa moksadıyia onları terketmekti. Allah (cc) ise, İlâ eden*ler için dört aylık bir süreyi, vakit olarak tayin etti. Dört aydan aşağı ilâ, hükmen İlâ olmaz.» [416]


Fakihlerin İttifak ettiği konu şudur: «Bir kimse, yeminsiz olarak dört aydan fazla ailesini terkederse, bu ilâ sayılmaz. Çünkü Allah (cc), «Ka*dınlarına yaklaşmamaya yemin edenler için...» buyurmuştur. Yukarıda anılan kimse ise. yemin etmemiştir. Dolayısıyla onun ailesini terketrnesi yemin olmadığı gibj. ailesi ondan boşanmamış olur, kefaret vermesj de gerekmez.»


Fakihler, kadının kocasından ayrılma müddeti hususunda ise, İhtilaf etmişlerdir. İbn-i Abbas (ra)'a göre, yemin ederek karısını dört ay terke-den ve müddetin bitiminde de yemininden dönmeyen kimseden, ailesi bir talak Üe boş olur. İmam-ı Azam (ra) da bu görüştedir.


İmam Malik (ra), İmam Şafiî (ra) ve İmam Hanbeli (ra)'e göre İse, dört ay müddetin dolmasıyla kadın kocasından boşanmaz. Ancak hâkim tarafından erkeğe yeminden dönmesi veya karısını boşaması emredilir. Erkek, hâkimin emrini yerine getirmezse, hâkim kendi yetkisiyle boşan*ma kararı verir.


Jmam-ı Azam (ra)'ın delili:


Allah (cc), yeminden dönme zamanını, dört ayla sınırlandırmıştır. Ki*şi, dört ay dolduğu halde yemininden dönmezse, talaka azmetmiş ve onu :arzu etmiştir. iCünkü azm, kalbi birşeyin yapılmasına bağlamaktır. Mese*la: «Ben şu şeye azmettim» diyen kimsenin ifadesinden anlaşılan, kişinin. «Ben kalbimi onun yapılmasına bağladım» demektir. İşte, «Eğer (o surette yemin «dertler ricat etmeyip te kadınlarını) boşamaya karar verirlerse (ay-ırılırlarj....» âyetinden maksat ta budur. Yoksa âyette bilfiil boşamak an-tamı yoktur.


Cumhur'un (İmam Şafiî İra), İmam Malik (ra), 'İmam Hanbefi (ra)) delllt: «Eğer boşamaya karar verirlerse (ayrılırlar)...» âyeti, talakın ancak koca tarafından bilfiil yerine getirileceğine işaret eder. Dört aylık müdde*tin geçmesi kafi değildir. Belki o müddet dolduktan sonra, yemin yapan kimse, ya karısını boşar veya yemininden döner. [417]




Üçüncü Hüküm: İlâ Yeminiyle, Kadına Zarar Varme Düşünülür Mü?



İmam-ı Azam (ra), İmam Şafiî (ra) we İmam Ahmea" bin Hanbel (ra)'e göre, bir kimse İlâ yeminini korısınn kızdığı zaman yaptığı gibi, razı oldu*ğu zamanda yapabilir.


İmam Malik ira)'e göreyse, bir kimse İlâ yeminini ancak hanımına kızdığı zaman eza ve cefa için yapar.


İmam Malik (ra)'in delili:


Hz. Ali (ra}'den rivayet edilmiştir ki: «Ailesiyle, çocuğu memeden ke-sinceye kadar cinsi münasebet yapmayacağına bir kimse yemin etti. Ye*minden kast», kadına eza ve cefa değil, çocuğun maslahatı bunu gerek*tirdiği içindi. Bunun hükmü nedir?» diye sorulunca Hz. Ali (ra); «Yeminden kasıt, hayırlı bir iştir, ilâ yemini değildir. İlâ yemini ise ancak kızgınlık zamanı yapılan yemindir» buyurdu.


Yine İbn-i Abbas (ra)'dan varit olan rivayete göre de İlâ yemini, an*cak kızgınlık zamanı yapılan yemindir. İmam Malik (ra); Hz. Ali (ra) ve İbn-i Abbas (ra)'tan varit olan rivayetlere dayanarak îlâ yemininin, ancak kızgınlık anında yapılan yemin olduğuna hükmetmiştir.


Cumhur'un (İmam-ı Azam, Şafiî ve Hanbetl) delili:


«Kadınlarına yaklaşmamaya yemin edenler...» âyetinde, umumi bir ifade vardır. Ailesine kızarak ve çocuğun sıhhatini düşünerek yemin eden kimse, Î!â yemini yapmış sayılır. Çünkü âyetteki ifade, iki yemini de kap*samaktadır. Şâbi'ye göre, 4 aya kadar cinsi münasebet yapmaya mani olan yeminlerin hepsi îlâ yeminidir. Taberi, cumhur'un görüşünü tercih ederek şöyle diyor: «Bana göre doğruya en uygun olan görüş şudur; 4 aylık süre içersinde cinsi münasebeti yasaklayan yemin, İlâ yeminidir. îlâ yemini yapan kimsenin, ki2arük veya rızası ile bunu yapması, neticeyi değiştirmez.» [418]




Dördüncü Hüküm: Ayette «Fey»den Maksat Nedir?



Fakihler, «...Eğer erkekler (o müddet İçinde kefaret yaparak zevce*lerine) dönerlerse şüphe yok ki Allah ctdden yarlıgayıcı, hakkıyla esirge*yicidir...* âyetindeki «dönme» den maksadın, ne olduğu hususunda İhtilâf etmişlerdir.


Bazı fakihlere göre.fey (dönme)'den maksat, cinsi münasebettir. Ya*ni yeminden sonra şeriatın tayin ettiği süre içersinde ailesiyle cinsi mü*nasebette bulunursa dönmüş sayılır. Bu tarzda dönüş yapmayıp dört aylık müddeti dolduran kimseden, ailesi boşanmış sayılır. Bu görüş, Sald bin Cübeyr (ra) ve Şâ'bî (ra)'nlndir.


Diğer bir kısım fakihlere göre de hastalık, misafirlik ve mahkumiyet gibi meşru özürleri olmayan adam için, âyetteki «fey» (dönmek)'den mak*sat, cinsi münasebette bulunmaktır. Bu özürleri olan kimsenin, lisanıyla «allefnden uzaklaşma hususunda yapmış olduğum yeminden döndüm» de-, mesl yeterlidir. Bu da Ehl-İ sünnetin dört mezhebinin görüşüdür.


Fakihtertn bazısına göreyse, âyette «fey»'den maksat, kişinin «yaptı*ğım yeminden döndüm» demesinin yeterli olacağıdır.. Bu da Nehat'nln görüşüdür. Bu görüşler içersinde en adili, şüphesiz mezhep sahiplerinin görüşüdür.[419]




Âyetlerden Alınacak Dersler



1. Hayırlı bir işi terketmek İçin yemin etmek, caiz değildir.


2. Bir işi yapmak için yemin eden kimsenin bllahere o İşi terketmesl, kendisi için daha hayırlıysa, yeminine kefaret vermek şartıyla o jşi ter-kedebilir.


3. Kasıtsız veya habersiz olarak yemin eden kimsenin, ahfrette ce*zası olmadığı gibi, dünyada da kefareti yoktur.


4. Ailesine eza ve cefa için edilen yeminler, Allah (cc)'ın aile İçersin*de «tatlı geçininiz» emrine aykırıdır.


5. Ailesinden uzak durma kastıyla yemin eden kimse, Allah (cc)'ın ta*yin ettiği süre içersinde yemininden dönmezse ailesi, ondan bir talakla boşanmış olur. [420]




Ayetlerdeki Teşrii Hikmetler



İslâm kadınlarla iyi geçinmeyi ve onlara iyilik yapmayı emretmiştir; Her ne şekilde olursa olsun eza ve cefa yapmayı yasaklamıştır. Çünkü Al*lah (cc), «...Onlarla (kadınlarınızla) İyi geçinin. Eğer kendilerinden hoşlan-madınızsa olabilir ki bir şey sizin hoşunuza gitmez de Allah, onda bir çok hayır takdir etmiş bulunur» (Nisa: 19) âyetiyle bunu beyan eder.


Kişinin, İfâ yemini yaparak karısını uzun zaman yatağından uzaklaştır*ması, ancak eza ve cefa maksadıyla yapılır. Ancak kadın, uzaklaşma müd*deti içersinde ne kocasından boşanmış, ne de kocasıyla beraber olabil-mistir. Bu ayrılık, onu vicdan azabı içersinde yaşatır. Kadın-erkek arasın*daki bu olay, âyetteki esaslara aykırı olduğu gibi. islömın terbiye kuralla*rına da aykırıdır. Allah (cc) bu durumu bertaraf etmek için, kadınların ko*calarından ayrı yaşayabilme müddetinin en uzunu olan dört aylık zamanı, erkeğe düşünme zamanı ofarak tanımış ve müsade etmiştir. Erkek, bu va*kit İçersinde yapmış olduğu yemine kefaret vererek, karısının ayrı yaşa*dığı müddet İçersinde çekmiş olduğu vicdan azabına son verirse, eskisi gibi ailesi yine onundur. Ve iyi bir görev yapmıştır. Eğer yeminine kefaret vererek ailesine dönmezse, hanımı ondan boşanmış sayılır.


İşte bu teşrii hikmet de gösteriyorki İslâm, kadınların zulme uğrama*malarını, onlara iyilik yapılmasını emreder. Ve sürdürecekleri mesut ha*yata, kocalarını da ortak eder. [421]

Prof. Dr. Sinsi 08-04-2012 03:20 AM

Tefsir Dersleri...
 

17. DERS İSLAM'DA TALAK



228 — Boşanmış kadınlar kendi kendilerine üç hayız ve temizlenme müddeti beklerler (beklesinler). Eğer onlar Allah'a ve ahire! gününe inanı-yortarsa Allah'ın kendi rahimlerinde yarattığını (söylemeyerek) gizleme*leri onlara helal olmaz. Kocaları bu bekleme müddeti İçinde barışmak İster-lerse onları geri almaya (herkesten) çok layıktırlar. Erkeklerin meşru su*rette kadınlar üzerindeki (hakları) gibi kadınların da onlar üzerinde (hak*ları) vardır. (Yalnız) erkekler onlar üzerinde (doha üstün) bir dereceye maliktirler. Allah mutlak galiptir, gerçek hüküm ve hikmet sahibidir.


229 — Boşanma İki defadır. (Ondan sonrası) ya iyilikle tutmak, ya güzellikte satmaktır. (Ey zevceler) onlara (kadınlara) verdiğiniz bir şeyi (mehrl geri) atmantz size helal olmaz. Meğer ki erkekte kadın Allah'ın sı*nırlarını (evlilik haklarını) ayakta tutamayacaklarından korkmuş (ümfdle-rini kesmiş) olsunlar. Eğer bu surette sizde onların (zevç ve zevcenin), Allah'ın sınırlarını hckkıyla muhafaza ve ifâ edemeyeceklerinden korkar-sanız o halde (kadmm serbest boşanması için) fidye vermesinde (hakkın*dan voz geçmesinde) ikisi üzerinde de vebal yoktur. Bunlar Allah'ın sınır*larıdır. Onları (çiğneyip) geçmeyin. Kim Allah'ın sınırlarını aşarsa, İşte on*lar zalimlerin ta kendileridir.


230 — Yine erkek, zevcesini (üçüncü defa olarak) boşarsa, ondan sonra kadın kendinden başka nikahlanıp varıncaya kadar ona (o birince zevcesine) hâla) olmaz. Bununla beraber, eğer bu (yeni) koca da onu bo-şar da onlar (birinci zevç ile aynı zevce) Allah'ın sınırlarını (tatbik ede*ceklerini) zannederlerse (İddet bittikten sonra) tekrar birbirlerine dönme*lerinde (evlenmelerinde) her İkisi hakkında da vebal yoktur. Bunlar bilir, cnlar bir kavm için Allah'ın açıkladığı sınırlardır.


231 — Hem kadınları boşodınız da iddetlerini bitirdiler mi, artık on*ları ya (kendilerine ricatle) iyilikle tutun, ya iyilikle bırakın. (Fakat) onlan, sırf zutmedebilmeniz için zararlarına olarak tutmayın. Kim böyle yaparsa muhakkak kendine yazık etmiş olur. Allah'ın âyetlerini (muhalefette) oyun*cak yerine koymayın. Allah'ın üzerinizdeki nimetini ve size Öğüt vermek için indirdiği kitabı (Kur'an'ı) ve hikmeti düşünün. Allah'tan korkun ve bi*lin ki Allah, herşeyi hakkıyla bilendir. [422]




Âyetlerin Lafzi Tahlili



(Gurûin): Guru' kelimesi, İki zıt manayı taşıyan sözlerden olup hem hayız, hem tuhur (hayızdan temizlenme) manalarına gelir. Aslında guru', toplanmaya denir. Hayız denilmesi de. kadının rah*minde biriken kandan ötürüdür.


(Ve buûletühünne): Boğl kelimesinin ço*ğulu olan Buûletühünne, kocalar manasınadır.


(Derecetün): Lügatta derece kelimesi, yük-


sek yer manasınadır.


(Azizün hakimün): Her şeye hakim ol*mak ve her şeyi hikmetle yapmak manasına gelir.


(Ettalâgu): Tatak, nikah akdini aşma anlamın-dadır.


(Tasrihun): Bir şeyi sal.vermek. serbest bırakmak manasınadır.


(Febetağne ecelehünne): İddet müddetinin dolması ve o müddete yaklaşma manasınadır.


(Dırâren): Zaror vermeyi kasdetmek manasınadır.


(Tağdilûhünne): Engel olma manasınadır. Kur’an-ı kerîmin ahkâm tefsiri [423]




Ayetlerin İcmali Manaları



Herhangi bir sebepten dolayı kocaları tarafından boşanan kadınların; rahimlerinin temiz olduğunun bilinmesi ve neseb karışıklığı olmaması İçin, 3 tuhur (temizlik) müddeti veya üç kez ay hali görecek kadar beklemesi lazımdır.


Eğer kocası, ailesini üç talakla boşamışsa, iddeti dolmadan dönerek onu tekrar alması daha uygundur. Dönüşten maksat, kadına zarar vermek değil, aile hayatını İslah etmektir. Kadınların erkeklere İtaat etmeleri farz olduğu gibi, erkeklerin de eşlerine karşı güzel muamelede bulunmaları farzdır. Yalnız erkeklerin, kadınların üzerinde emretme yetkisi gibi, yedir*me, giydirme ve zaruri ihtiyaçlarını karşılamak gibi şeylerden dolayı faz*la bir hakları vardır.


Allah (cc), iki talakla boşama olduğu takdirde erkeğin, hanımını tek*rar alabileceğini beyan etmiştir. 3 talakla boşama vaki olursa, erkeğin hammıyla tekrar evlenmek İstemesi halinde, hanımının başka bir erkekle meşru bir surette evlenmesi, bilahare boşanması ve iddet müddetini de beklemesi lazımdır. Ki o takdirde evlenebilir. Erkek, hanımını üç talakla boşamamişsa tekrar hammıyla evlenebilir.


Boşanma hususunda Allah (cc)'m emri, kadının serbest hareket ede*bilmesi için erkeğfn ya ailesini tekrar alması veya tamamen boşamasıdır.


Ey erkekler, evlendiğiniz zaman karınıza ödemiş olduğunuz mehrî (nikahta kadına verilmek üzere belirlenen para), boşadığınız takdirde geri almanız helai değildir. Çünkü siz onlardan faydalandınız. Yalnız kocasıyla geçinemeyen, evliliği sırasında erkekten aldığı mehri kendini boşatmak İçin geri veren ve kocası da kabul eden kadını, erkeğin boşaması ve meh*ri almasında günah yoktur.


Daha sonra Allah (cc), erkeklere, kadınlarına eza ve cefa etmeme*lerini, onlarla iyi geçinmelerini, kadınların velilerine de, üç talakla boşan-mayan ve eski kocasına dönmek İsteyen kadına mani olmamalarını em*retmiştir. Özellikle birleşmeleri, geçimsizliğe değil, hüsnüniyete dönüşe*cek gibi olan evliliklere, velilerin kesinlikle mani olmamaları lazımdır. [424]




Ayetlerin Nüzul Sebebleri



A. Cahiliyet devrinde talakta belirli bir sayı yoktu. İnsan dilediği kadar talak yapabilirdi. Kadının iddet müddeti bitmeye yaklaştıkça da ricat ede-


rek tekrar kadınlarını alırlardı. Nitekim Resulullah (sav) devrinde bir kim*se, ailesine «Seni ne barındıracağım, ne de boşayacağım» deyince, ka*dın «Nasıl olur?» diye sordu. Kocası, «Seni boşayacağım, iddet müddetinin dolması yaklaştıkça da tekrar ricat edip talakımdan döneceğim» dedi. Ka*dının Resulullah (sav)'a şikayeti üzerine Allah (cc}: «Boşanma iki defadır. {Ondan sonra ya İyilikle tutmak, ya güzellikte salmaktır...» âyetini inzal buyurdu. Bu âyetle, talak'ın sayısı belli oldu. [425]


B. İbn-i Cerîr et-Taberi'nin, İbn-i Abbas (ra)'tan; «CahİHyet devrinde bir kimse karısını boşar, iddeti dolmazdan ricat eder (talakını geri alır) sonra yine boşardı. Bu cok sayıdaki boşama ve ricatların sebebi, kadın*lara eza ve cefaydı. Ve başkalarıyla evlenmelerine mani olmakdı. Bu*nun üzerine Allah (cc), «Hem kadınları boşodınız da fddetterint bitirdiler mi, artık onları ya (kendilerine ricat (e) iyilikle tutun, ya İyHİkle bırakın...! âyetini inzal buyurdu. Ki o bozuk aile.sistemini düzeltti» [426] rivayetidir.


C. Buhari ve Tirmizi'nin Ma'kal bin Yesar (ra)'dan rivayetidir: «Ben (Ma'kal bin Yesar (ra)), Resulullah (sav) zamanında kız kardeşimi bir müs-lümanla evlendirdim. Bir müddet sonra kocası, kardeşimi bir talakla bo*şadı. İddet müddeti içersinde ricat etmedi. İddet müddeti dolduktan sonra kocası ve kızkardeşim karşılıklı olarak evlenmek istediler. Kız kardeşimin kocasının tekrar evlenmek isteğini «Ey yaramaz adam, daha önce ikram*da bulunarak kızkardeşimle seni evlendirdim. Fakat onu boşadın. Allah'a yemin ederim ki. kız kardeşimi ebediyyen sına vermeyeceğim» diyerek reddettim. O ise. «Allah (cc) biliyor ki, benim o^a, onun bana İhtiyacı var» dedi. Bunun üzerine, Allah (cc): «Kadınları boşadınız tfa kfdetlerinl bitir*diler mi, aralarında meşru blV surette anlaştıkları takdirde, artık kendl-lerbtl kocalarına nikah etmelerine engel olmayın...» âyetini İnzal buyurdu.


Bu emri ilafti karşısında, «Allah (cc)'ın emrine elbette itaat edip bo*yun eğeceğim» diyerek o adamı çağırdım ve kızkordeşîmle tekrar evlendir*dim.» [427]




Ayetlerin Tefsirindeki İncelikler



Birinci incelik: Arap dili ve edebiyatıyla ilgili olduğundan yazılmamış*tır.


İkinci incelik: Allah (cc)'ın «Boşanmış kadınlar, kendi kendilerine üç hayız ve temizlenme müddeti beklerler...» âyetinde, «kendi kendilerine» ifadesini kullanırken, «Kadınlarına yaklaşmamaya yemin edenler için, 4 ay beklemek vardır» âyetinde ise, «bekleme» kelimesini, «kendi kendilerine» ifadesiyle kayıtlamomasındakl hikmet nedir? Bu soruya şöyle cevap veri*lebilir :


Âyette, türkce karşılığı, «kendi kendilerine» olan «Enfüs» kelimesinin anılması, kadınların nefsani istek ve arzularına karşı, kendi kendilerine sabrederek, beklemelerini teşvik içindir. Çünkü kadınlarda yaratılış İtiba*riyle erkek arzusu çoktur. Bu arzularını kendi kendilerine, nefislerini terbiye için, Allah (cc); emrine uymak üzere irade buyurmuştur, (kinci âyet de er*keklere hltâp olunduğundan, böyle bir kayıtlamaya lüzum yoktur. Zira birden fazla kadınla evlenme müsadesj olduğundan erkekte, kadın arzusu azdır. Bundan ötürü ikinci âyette, «kendi kendilerine» ifadesi kullanılma*mıştır.


Üçüncü İncelik: Arap dili ve edebiyatıyla ilgili olduğundan tercüme


edilmiştir.


Dördüncü İncelik: Fahreddin er-Rözî: «...Kocaları bu bekleme müd*deti içinde barışmak isterlerse, onları geri almaya (herkesten) çok layık*tırlar...» âyetindeki derin ve ince hikmet şudur: Erkek ailesiyle beraber ol*duğu zaman, ayrılığın ne olduğunu bilmez. Ancak ayrıldıktan sonra onun zorluk ve elemini anlayabilir. İşte bundan ötürü Allah (cc), talaktan dönme hakkını erkeklere vermiştir. Allah (cc), talaktan dönmeye müsade etme*seydi, insanlar için özellikle aile hayatı için çok zorluk ve ağır durumlar ortaya çıkardı.


Karı-koca arasındaki sevginin, çoğu kez ayrılmadan sonra gerçekten varolduğu görülür. Bir talak ile tam bir tecrübe elde edilemezdi. Bunun Icin Allah (cc), bir veya İki talakla ayrılan kişiye, talaktan dönme hakkını tanımıştır. Bu tedrici dönme hakkı, Allah (cc)'ın kullarını ne kadar çok sevdiğini ve merhametli olduğunu gösterir.


Beşinci İncelik: «...Erkeklerin meşru suretle kadınlar üzerindeki (hak*ları) gibi kadınların do onlar üzerinde (hakları) vardır...* âyetindeki ince*liklerin çoğu, Arap dili ve edebiyatıyla ilgili olduğundan alınmamamiştır. Yalnız şu kadarını alıyoruz: Resulullah (sav) Veda Hacet Hutbesinde: «Ha*beriniz olsun, sizin kadınlarınız üzerinde haklarınız olduğu kadar, onla*rında sizin üzerinizde hakları vardır. Sizin, onlar üzerindeki haklarınız, on-


lorın yabancı erkekler karşısına güzel elbise giyerek çıkmamaları, konuş*mamaları, kendilerini göstermemeleri, kocalarından İzin almaksızın herhan*gi bir yere gezmeye gitmemeleri ve kocaları evde bulunmadığı zamanlar yabancı bir erkeği eve olmamalarıdır. Kadınların, erkekler üzerindeki hak*kı İse, onlara yeme, içme, giydirme ve oturma hususunda bir noksanlığın yapılmamasıdır» buyurdu. [428]


İbn-i Abbas (ra)'dan şöyle rivayet edilmiştir: «Hanımım, bana karşı bezendiği gibi, ben de hanımıma karşı iyi giyinme ve güzel görünme ar*zusundayım. Çünkü Allah (cc): «...Erkeklerin meşru surette kadınlar üze*rinde (haklan) olduğu gibi kadınlarında onlar üzerinde (haklan) vardır... buyurmuştur.» [429]


Altıncı incelik : «(Yalnız) erkekler, onlar üzerinde (daha üstün) bir de*receye maliktirler...» âyetinde, «derecenden maksat, şeref bakımından er*kekler kadınlardan üstün değil, mükellefiyet bakımından onlardan üstün*lüktür. Çünkü kadının yemesi, içmesi, giyinmesi ve barınmasını temin, ko*caya aittir. Yoksa koca. şeref bakımından üstün değildir. «...Şüphesiz M sizin nezdinde en şerefliniz takvaca en ileri olanınızdır...» {Hucurat: 13) buyuran Allah (cc), şerefte üstünlük ölçüsü olarak takvayı ve ibâdeti bil*dirmektedir, öyle kadınlar vardır ki, Allah (cc) katında sayısız erkekten daha faziletlidir.


Yedinci incelik: İbn-i Aobas (ra)'dan varit olan rivayete göre, İslâm'da İlk «hül'ü»[430], Sabit bin Kays (ra)'ın zevcesi yapmıştır. O'nun hanımı Re*sulullah (sav)'a gelerek, «Ya Rasulullah (sav), kocamla bir arada hayat sürmem mümkün değildir. Allah (cc)'a yemin ederim ki, O'nun ahlak ve di*ninden dolayı değil, yalnız İslâmdan sonra tekrar küfre dönmek ve kafir otmak istemiyorum. Evimin bahçesinden, kocamın uzaktan birkaç kişiyle geldiğini gördüm. Onların içinde rengi en siyah, boyu hepsinden kısa ve yüzü hepsinden çirkin olarak kocamı gördüm» dedi. Bu sırada gelen ve hanımının konuşmasını dinleyen Sabit bin Kays. «Ya Rasüluilah (sav), malımın en iyisi olan bahçemi mehir olarak ona verdim. Eğer beni İste*miyorsa, bahçemi geri versin. Ondan üç talakla ayrılayım,» dedi. Bunun üzerine Resulullah (sav) kadına, kocasının sözlerine karşılık ne dediğini sorunca, tEvet, boşadığı takdirde bahçesini, dilerse daha fazlasını da ve*ririm» dedi. Peygamber Efendimiz (sav) de bahçeyi kocasına verdirdi ve ikisini birbirinden ayırdı. [431]




Ayetlerdeki Şer’i Hükümler



Birinci hüküm: Boşcnan, boşanmış hamile ve ay hail görmeyen kadın*ların İdde" t müddetleri ne kadardır?


Allah (cc), boşanan bir kadının iddet müddeti beklemesini, «Boşan*mış kadınlar, kendi kendilerine üç hayız ve temizlenme müddeti beklerler (beklesinler)...âyetiyle emretmiştir. Ayette «boşanmış kadın»dan mak*sat, baliğ, hamile olmayan, adetten kesilmeyen ve kocasıyla cinsi müna*sebette bulunabilen kadındır. Nikahlı olduğu halde, karı-koca arasında cinsi münasebet yoksa, kocası tarafından boşanan kadının, iddet müdde*ti yoktur. Çünkü Allah (cc). «Ey imân edenler mümfn kadınları nikahlayıp ta sonra kendilerine dokunmadan, onları boşadığımz zaman, sizin fpln Ö-zerterlne sayacağınız bir İddet yoktur...» (Ahzâb: 49) buyurmuştur.


Kocası tarafından boşanan hamile kadının İddet müddeti, doğuma ka*dardır. Zira Cenabı Hak, «...Yüklü kadınların Iddetlerl fse, yüklerini va'z etmeleriyle biter...» (Talâk: 4) buyurmaktadır.


Hic ay hail görmeyen kadın İle yaşlılıktan dolayı adetten kesilen ka*dının İddet müddeti ise, üc aydır. Çünkü Allah (cc), «Kadmlannız (cinden artık adetten kesilmiş olanlarla, henüz adetini görmemiş bulunanların (Id-detlerlnde) eğer şüphe ederseniz, onların fddetl Üç aydır» (Talâk: 4) buyur*muştur.


Yukarıdaki açıklamalarımızdan da anlaşılıyor ki, (mevzu edindiğimiz) âyette, bir tahsis vardır. Yani bu iddet, henüz ay hail görmeyen, yaşlılık*tan dolayı adetten kesilen ve hamile olmayan kadınlara değil, evlenip ko*casıyla cinsj münasebette bulunduktan sonra boşanan kadınlara mahsus*turtur. [432]




İkinci Hüküm: Ayette, «Egrâ»Dan Murat Nedir?



Lafzı tahlillerde, «guru» kelimesinin, hem ay hail, hem de ay halinden temizlenme gibi iki zıt anlam taşıdığını açıklamıştık. Fakihler, tguru» kelf-meşinin iki zıt anlamından, ay hali mi. yoksa ay halinden temizlenme mı olduğu hususunda ihtilaf ederek iki görüşe ayrılmışlardır.


İmam Şafii (ra) ve İmam Malik (ra)'e göre, âyetteki «yuru» kelimesin*den maksat, ay halinden temizlenme olan tuhurdur. Bu görüş İbn-İ Ömer (ro). Aişe (ra). Zeyd bin Sabit (ra)'in görüşüdür ve İmam Ahmed bin Hanbel (ra)'den nakledilen iki görüşten biridir.


İmam-ı Azam Ebu Hanife (ra) ve İmam Ahmed bin Hanbel (ra)'in diğer bir görüşüne göreyse, «guru» dan maksat, ay halini görmektir. Bu görüş Ömer (ra), İbn-i Mesud (ra). Ebu Musa el-Eş'arî (ra) ve Ebu Derdâ (ra)'dan rivayet edilmiştir.


İmam Malik (ro) ve İmam Şafii (ra)'nln delilleri


Mezheplerinin tercihi için getirdikleri bir cok delilden en veciz olan*larını aşağıya alıyoruz.


1. «Selâsetün» kelimesinin sonunda, ta harfinin tesbit edilmesidir. Çünkü Arap dili ve edebiyatında 3'den 10'a kadar sayılacak olan şeyler, erkek nevinden olursa, sayarken sayıların sonuna «ta» harfi eklenir. Eğer dişi ise eklenmez. Bundan da anlaşılıyor ki, «guru» kelimesinden maksat, tuhur kelimesidir. Tuhur da, Arap dilinde erkek tabir edilen kelimelerden*dir. «Guru»don maksat, ay hali kastedilseydi, âyetteki, «selâsetün» keli*mesinin, «Selâsün» elması lazım gelirdi. Çünkü Türkcedeki ay hali sözü*nün. Arap dilindeki karşılığı, dişi bir kelime olan hayızdtr. Bundan da an*laşılıyor ki, âyetteki guru'dan maksat, ay hali değil, 2 ay hali arasındaki temizliktir.


2. Hz. Aişe (ra)'den şöyle rivayet edilmiştir: ««Guru'dan maksadın ne olduğunu biliyormusunuz?.» «Guru'dan maksat, temizliktim buyurdu.»


İmam Şafii (ra)'ye göre, kadınlar ay hali ve ondan temizlenmeyi daha iyi bilirler. Çünkü iki hali de onlar yaşamaktadır, öyleyse bu hususta, Hz. Aişe'nin sözü ve görüşü, herkesin görüşünden daha doğrudur. [433]


3. «Ey peygamber, kadınları boşayacağınız vakit, İddetlerine doğru boşayımz...» (Talâk; 1) âyetidir. Ki onlar, âyeti, «Kadınlarınızı boşamak istediğiniz zaman, iddet vaktinde boşayımz,» şeklinde te'vil ederler. Ay halinde olan kadını boşamak, mahzurludur. Halbuki âyet, boşama zama*nının ancak temizlik zamanında olacağına delâlet eder. Âyetteki, «guru» dan maksat. Tuhur (temizlik) dur.


İmamı Azam (ra) ve Ahmed bin Hanbel (ra)'ln delilleri:


Mezheplerinin tercih ettiği görüşün isbotı için şu delilleri anarlar:


1. İddet'ten maksat, kadın rahminin boş olduğunun bilinmesidir. Bu*nun bilinmesine temizliği değil, ancak ay hali görmesi delâlet eder.


İmam Ahmed bin Hanbel (ra); «Guru'dan maksadın, temizlik olduğu*nu söylüyordum. Şimdi ise o görüşümden dönerek, guru'dan maksadın, ay hali olduğunu söylüyorum» [434] der.


2. Resulullah (sav)'ın, Fatma binti Ebl Hübeyşe'ye, «Sen namazlarını guru günlerinde bırak» buyurdu, hadisidir. Hadisten anlaşılan, guru'dan maksadın, ay hali olduğudur. Çünkü ay halindeki kadının namaz kılması, haramdır. [435]


3. «Resulullah (sav)'ın: «Hamile kadın çocuğunu doğuruncaya, ha*mile olmayan kadın da adet görünceye kadar, onlarla cinsi münasebette bulunulmaz» buyurdu» [436] hadisidir. Resutullah (sav), kadın rahm.1 temiz*liğinin, ancak hayızla olacağını buyurmuştur. Alimler, alınan bir cariye rahminin temiz olmasının ancak ay hali ile olabileceğine Icma etmişlerdir. Uygun olan, iddetin dolması için, kadının üç defa ay hali görmesidir. Çün*kü alınan cariye ve boşanan kadın için ortak amaç, rahimlerin temizliği yani çocuk olmadığının bilinmesidir.


4. Allah (cc), «eşhür» kelimesini, İddet bahsinde hayız yerine anmış-tır. İddet müddetinin temizlik değil, ay hali olduğuna, «Kadınlarınız için*den artık adetten kesilmiş olanlarla, henüz adet görmemiş bulunanların (Iddetlerinde), eğer şüphe ederseniz, onların İddeti 3 aydır.» (Talâk: 4) âyeti delalet eder. Bu delil, Hanefilerin en kuvvetli delillerindendir.


5. İddeti ay hali olarak kabul ettiğimizde, onun üç guru (hayız) ve üc kere tam temizlik olacağı anlaşılır. Çünkü boşanan bir kadının iddeti, ancak 3. kez ay hali olup temizlendikten sonra sona erer. Eğer iddeti üc kere temizlik ile itibar etsek, örneğin, erkek karısını temizliğin bitimine yakın boşarsa üc tuhur'un ikisi tamam, üçüncüsü az olur. Tuttuğumuz yol, delil olarak diğerlerinden daha kuvvetli olur. [437]


İkincj görüş (İmam-ı Azam ve İmam Ahmed-bin Hanbel) daha tercih edilir. Çünkü sahih hadisler, ikinci görüşü teyid etmektedir. İddetten mak*sat, kadın rahminin çocuktan temiz olduğunun bilinmesidir. Bu İse temiz*likle değil, hayızfa bilinir.

Prof. Dr. Sinsi 08-04-2012 03:20 AM

Tefsir Dersleri...
 

İbn-i Kayyım da, «Zadü'l Meâd» isimli eserinde, ikinci görüşü tercih etmiştir. Zira O; «Guru kelimesi. Kur'anda tuhur yerine değil, hayız yerine kullanılmıştır. Şârî'nin kitabında bilinene göre âyeti yorumlamak lazımdır. Çünkü Rasulullah (sov}, müstehâze (devamlı ay hali) olan bir kadına, «Sağlıklı olduğunuz zamandaki ay hail günleriniz ile müstehâze zamanın*daki günlerinizi karşılaştırınız. Sağlıklı zamanınızda ayda kaç gün ay hali görüyorsanız, müstehâze günlerinde de o günler sayısınca namazınızı ter-kediniz» buyurdu. Resulullah (sav)'ın buyrukları, Allah (cc) kelamının ter*cümeleridir. İki ayrı anlam taşıyan kelime. Kur'an ve hadiste görüldüğü zaman, Kur'an'ın diğer âyetlerine bakılarak hangi anlamda kullanılmışsa o iki ayrı anlamı ifade eden müşterek kelimeyi de, o anlamda te'vil etme* gerekir. O kelime, diğer edebiyatçıların lisanında başka anlamda da kul*lanılsa, yine Kur'an'a bakmak lazımdır. Şârî, guru kelimesini hangi anlam*da kullanmışsa -o hayızdır- ona uyulur. Açıklamalarımıza âyetin akışın-dakl anlamlarda işaret eder. Çünkü Allah (cc), «...Allah'ın kendi rahimle*rinde yarttığım (söylemeyerek) gizlemeleri onlara helal olmaz...» buyur*muştur. Bu da ancak ay hali ile olur. Bütün müfessirtere göre guru'dan maksat, ay halidir. Allah (cc): «Kadınlarınız içinden adetten kesilmiş olan*ların...... İddeti üç aydır» (Talâk: 4) âyetinde, her ayı. bir ay hali karşılığı


olarak va'z etmiş, hüküm olan iddeti de. temizliğe değil, hayız görmeye bağ*lamıştır. Yine Allah (cc): «Ey peygamber, kadınları boşayacağınız vakit, fd-detterine doğru boşayın...» (Talâk: 1) âyetinde de özetle, «Kadınları id-detlerinde değil, iddetleri başlamadan önce boşayınız» buyurmuştur. Çün*kü talak temiz İken yapıldığından ondan sonra gelecek olan ancak ay ha*lidir. Bir temizliği, diğer bir temizlik karşılamaz. Ancak temizlikten sonrj onu karşılayacak olan, hayız halidir,» [438] der. [439]




Üçüncü Hüküm: «Allah'ın Kendi Rahimlerinde Yarattığını Gizlemeleri Onlara Helal Olmaz» Âyetinin Anlamı Nedir?



Müfessirler, bu âyetin tefsiri hususunda ihtilaf ederek birkaç görüşe ayrılmışlardır.


Bazı alimlere göre. âyette, «Allah'ın kendi rahimlerinde yarattığı» cüm*lesinden maksat, hamileliktir. Bu da Ömer (ra), Ibn-I Abbas (ra) ve Müca-hid (ro}'in görüşüdür.


Diğer bir kısım alimlere göre ise, âyetteki bu cümleden murat, ay ha*lidir. Bu da İkrime (ra), Nehâî (ra) ve "Züherî (ro)'nin görüşüdür.


Diğer bazı islâm alimlerine göre de, âyetteki bu cümleden amaç, ha*milelik ve ay halidir. Bu da tbn-i Ömer (ra)'in görüşüdür, ibn-j Arabi de bu görüşü tercih etmiştir. Nitekim İbnü'l-Ârabî şöyle demektedir: «Sahih olan. üçüncü görüş (hamilelik ve hayız halij'tür. Allah, rahimlerini kadın*lara emanet etmiştir. Onların rahimleri hususunda söyleyecekleri sözleri doğrudur. Kadın haber vermezse, rahminde ne olduğunu kimse bilemez. Ümmet arasında yalancılıkları sabit olmadıkça, kadınların rahimleri hak*kında söyleyecekleri sözlerin geçerliliğinde alimler ittifak etmişlerdir.» [440]


Allah (cc), kadınların rahimlerinde olanı gizlemelerini kesinlikle haram kılmıştır. Çünkü bir veya iki talakla ailesinden ayrılan erkeğin, tekrar ha*nımını alabilmesi ve neseb temizliği, kadın rahmi İle İlgilidir.


Çoğu kez hamile bir kadın. İddetinin bittiğini İddia ederek ikinci bir erkekle evlendiği takdirde, nesebler karışır. Ve erkek, kadının, trfddetim dolmuştur» iddiasıyla da, ricat hakkından mahrum kalır. Bundan dolayı Allah (cc}, kadınların rahimlerinde olanı gizlemelerini haram kılmıştır. [441]




Dördüncü Hüküm: «Boşanmış Kadınlar, Kendi Kendilerine Üç Hayız Vs Temizlenme Müddeti Beklerler...» Âyeti, Talak-ı Ricî {Bir Veya İki Talakla) Ve Talak-ı Bâin (Üç Talakla)le Tamamen Kocasından Ayrılan Kadınlar Hak*kında Umumi Midir?



Âyet, hem Talak-t rici ve hem de Talak-t bâin'le ayrılan kadınlar için umumi bir emirdir. Ancak, «...Kocaları bu bekleme müddeti İçinde barış*mak isterlerse onları geri almaya (herkesten) çok layıktırlar...)» âyeti, Ta*lak-1 bâin ile değil. Talak-t ricî ile ayrılan kadınlara aittir. Çünkü onlar tamamen boşandıklarından, kendilerine maliktirler. Artık kocalarının onlar üzerinde hiçbir hakkı yoktur.


İbn-i Kesir bu hususta; «Bu âyet, yalnız bir veya iki talakla boşanan kadınlar hakkındadır. Çünkü âyetin nazil olduğu sırada üç talakla ayrılma yokhj. Bir kimse, karısını yüz defa da boşasa yine geri alabilirdi. Allah (cc) üç talakta ayrılmayı emrettikten sonra, Talak-ı rici ve Talak-ı bâin ortaya çıktı» [442] der. [443]




Beşinci Hüküm: Talak-ı Ricî (Bir Veya İki Talak)'nin Hükmü Nedir?



Allah (cc), Tolok-r rici İle erkeğin, yeniden nikah tazelemeden, mehir vermeden ve rızasını almadan, iddetini doldurmadan önce ailesini alma*sını mubah kılmıştır. Erkek, hanımının iddet müddeti içersinde ricat et*mezse, ailesi bir veya iki talakla ondan ayrılmış olur. Yeniden alması için, nikah tazelemesi, mehir vermesi ve kadının rızasını alması lazımdır. Zira Sâri, erkeklere ricat hakkını «...Kocaları bu bekleme müddeti İçinde İs*terlerse onları geri elmaya (herkesten) çok layıktırlar...» âyetiyle, iddet müddeti içinde tanımıştır. Erkek dönme hakkını, iddet müddeti içinde kul*lanırsa, kadının rızasını alma, velisine haber verme ve şahit getirmeye lüzum yoktur. Yalnız kadının, erkeğin ricatını inkar edebilme İhtimaline karşı dönüşün iki şahit huzurunda yapılması sünnettir. Ricat, söz ile, yani «Karımı, tekrar nikahıma aldım» demek suretiyle sahih olduğu gibi, fiiliyatla (İmam-t Azam (ra} ve İmam Molik (ra)'e göre öpme, sarılma, cinsi münasebette bulunma ile) da olur. imam Şafii (ra)'ye göre de ricat, an*cak sarih bir ifade ile olur. Mesela: «Ailemi, tekrar nikahıma aldım» de*mek gibi. Bu sözü söylemeden yalnız cinsi münasebet ve diğer fiillerle ricat olmaz. Çünkü talak, nikahı tamamen ortadan kaldırır. Bu da ancak acık bir ifade ile mümkündür.


Şevkâni, bununla ilgili olarak şöyle der: «Açık ve doğru oİGn, İmam-t Azam (ra) ile İmam Malik (raj'tn görüşüdür. Çünkü iddet, erkeğin bir ter*cih dönemi yani boşayacağı veya geri alacağı bir zaman süresidir. Ter*cih ise söz veya fiille olabilir. Nitekim Allah (cc)'ın, «...Kocaları bu bek*leme müddeti İçinde İsterlerse onları geri almaya (herkesten) çok layık*tırlar» âyeti ile «Bir sahablnin karısını talak-ı ricî ile boşadığını duyan Re-sutullah (sav), sahabilere; «O'na karısını geri almasını söyleyiniz» buyurdu», hadisinde, ricat'ın fiilen yapılabildiği görülüyor. Andığımız âyet ve hadiste, ricatın yalnız söz veya fiiliyatla yapılacağına dair bir ifade yoktur. «Ricat, yalnız söz ile yapılır» diyen kimsenin, iddiasını isbat İçin âyet ve hadisten actk bir delil getirmesi lazımdır.» [444]




Altıncı Hüküm: Üç Telaki İfade Eden Bir Cümle İle Üç Talak Mı, Yoksa Bir Talak Mı Meydana Gelir?



«Talak, iki defadır...» âyeti, boşanmanın ayn ayrı talaklar ile yapıl*masının uygun olacağına delalet eder.


Alimler üç talakı ifade eden bir cümle ile üç talakın mı yoksa bir tala*kın mı meydana geleceği hususunda ihtilaf etmişlerdir.


Sahabelerin cumhuru, Tabiinler ve Ehl-i sünnetin dört mezhep müc-tehidleri, üç talakı ifade eden bir cümle ile üç talakın da meydana gele*ceğine hükmetmişlerdir. Yalnız bazıları, üç talakı ifade eden bir cümle de, âyetten anladıklarına binaen, üç talakla ayrılmanın haram, bir kısmt da, mekruh olduğunu söylerler.


Bazı Zahiri mezhebi {ehl-i sünnet dtşı) alimlerine göre, üç talakı ifade 'eden bir cümle, üç talakı ifade etse dahi, bir talak meydana gelir. Bu da Tavus, İbn-i Teymiye ve Imamiyye mezhebinin görüşüdür. Bunlann görüşlerine itibar edilemez.


Sahabilerin Cumhuru, Tabiinler, Ehl-İ sünnetin dört mezhep alimleri'nin delilleri:


Aşağıda nakledeceğimiz delillerle, üç talakı ifade eden bir cümle ile üç talakın meydana geleceğine hükmetmişlerdir.


1. Allah (cc), talaka bir sınır koymuştur. O'nun birer birer yapılması hususunda insanları uyaran Cenab-ı Hak, bir veya iki talakla karılarından ayrılan erkeklerin, pişman oldukiarı takdirde tekrar aileleriyle birleşebilmeleri için, ricatı bir hak olarak tanımıştır. Bu, hakkın zayi edilmemesi için, bir ruhsattır. Bir kimse, bu ruhsatı aşarak üç talakı kapsayan bir cümle ile karısından aynlırsa, üç talak da meydana gelmiş olur. Bir ve iki talakta, erkeğin ailesini tekrar yanına alma ruhsatı varken, üçüncü kez talakı telaffuz edince ailesi ondan tamamen boş olur. (ayrılmış sayılır)


Birinci ve ikinci talakta erkek, ailesiyle tekrar birleşme veya tamamen y ayrılma yollarından birinci tercih edebilir. Çünkü İslâm, erkek icfn en fazi*letli ve duruma en uygun olan, ayrılma olduğu takdirde, bir veya İki ta*lakla boşanma hususunda Irşadatta bulunmuştur. Eğer erkek haddi aşıp, K üç talakla ailesinden aynlırsa. pişman olduğu takdirde ailesine tekrar dönemez ve başka zorluklarla da karşılaşabilir. Üç talakla karısından bo*şanan, dünyada da cezasını çeker.


2. «Bir kimse, karısından üç talakla ayrıldığını antattnca İbn-i Abbas (ra), sükut etti. Mücahid (ra), «İbn-l Abbas (raj'ın bu sükutundan, fetva için gelen şahsa, karısından ayrılmak için yaptığı üç talak yeminini, bir talak sayarak onu ricat ettirip ailesine döndüreceğini zannediyordum. Fakat İbn-l Abbas (ra), başını kaldırarak, «Siz, ahmakçasına ailenizi üç talakla ayırdıktan sonra gelerek «İbn-i Abbas, İbn-i Abbas, bana çare bulunuz diyorsunuz. Bİlmiyormusunuz ki Allah (ccj, «...Kim Allah'tan korkarsa (Allah) ona bir (kurtulup) çıkış yeri ihsan eder» (Talâk: 2) buyurmuştur. Sen, Allah (cc)'ton korkmadın. Ben de, sana bir çıkış yofu bulamadım. Üç talakla ailenden ayrılmakla Allah (cc)'o isyan ettiniz. Karınız da sizden tamamen boş oldu,» dedi.» [445] diye rivayet edilir.


3. Sahabiterin icmaı'dır. Şöyle ki; üç talaktan meydana gelen bir cüm*le söyleyerek karısından aynlan bir kimsenin durumunu dinleyen Hz. ö-mer (ra). «Üç talak meydana geldiği İçin aileniz, sizden ayrılmış olur», hükmünü vermiştir. Bütün sahabilerin, Hz. Ömer (ra)'in bu görüş ve fet*vasını kabul etmeleri, bu meselenin torna olduğuna delalet eder.


Buharı Sahihinde, «Boşamak iki defadır. (Ondan sonrası) ya iyilikle tutmak, ya güzellikle solmaktır...» âyetinin tefsiri hususunda, üç talak'ın bir cümlede meydana geleceğine dair bir bab ayırmıştır. Bu da işaret edi*yor ki. talakın bir veya iki defa yapılmasında geniş bir ruhsat vardır. Bir kimse, bu geniş ruhsattan yararlanmayarak, üç talaktan meydana gelen bir cümle ile ailesini ayırırsa, hanımından tamamen boşanmış olur. [446]


Zahirî mezhebinin bazı alimleri. Tavus, İmamiyye mezhebi ve İbn-l Teymfye'nln delilleri:


Üç talakı kapsayan bir cümle ile üc talak değil, yalnız bir talak mey*dana geleceği görüşünde olanlar, İmam Ahmed bin Hanbel (ra) ile Müslim (ra)'ln. Tavus'tan, O'nun da İbn-i Abbas (ra)'dan rivayet ettiği hadis ile görüşlerini isbat ederler. Resulullah (savj'ın devrinde, Hz. Ebubekir (ra) ve Hz. Ömer {ra) hilafetinin birinci ve ikinci senelerinde, üç talak bir cüm*lede ifade edilse de. bir talak sayılırdı.


Hz. Ömer (ra); «Halka bir ve iki talakla ailelerine dönme hususunda mühlet varken onlar, acele ettiler. Biz de onların acele etmelerini kabul et*tik, yani üç talakı kapsayan bir cümle İle ailelerinden ayrıldıkları takdirde aynen üç talakı kabul ettik», [447] der. Şüphesiz Allah (cc), «Talak, İki de*fadır» âyetiyle onu ikiye ayırmıştır. Erkek karısından bir talakta ayrılacak, daha sonra İkinci bir talakla da isterse ayrılabilecektir. Böylesine İkiye ayrılan bir şeyin erkeğin bir defa da bir cümle ile yapması düşünülemez. Uân'da olduğu gibi birbirinden ayırması lazımdır.


Liân'da, «Allah (cc) ismiyle dört defa şehadet ederim ki, doğrularda*nım» cümlesinde bir şehadet sayıldığı gibi, «Ailemden üc talakla ayrılıyo*rum» cümlesinde de bir talak sayılır. Yine, «Zina yaptığımı dört defa İti*raf ederim» cümlesinde, bir defa İtiraf kabul edilir. Nitekim Rasulullah (sav), «Namazlardan scnra herkes otuzüç defa teşbih, hamd ve tekdir getirsin», tavsiyesinde bulunmuştur. Bfr kimse otuzüç defa tek tek Süb-hanallah değil de «Otuzüç kere Sübhanallah» derse, bir defa sübhanaHah sayılır. Ne zaman birdan otuzüçe kadar bir kimsenin sayarak sübhanaHah demesi, otuzüç sübhonallah sayılırsa, üç defa aralıklı olarak «seni boşa*dım» demesi de üç defa demiş sayılır. Eğer böyle olmazsa «üç defa seni boşadım», demesiyle üç defa boşama değil, bir boşama meydana gelir.


İbn-i Kayyım. «İtâmü ei-Mûkin» isimli eserinde, bu meseleden geniş izahat vererek hocası ibn-l Teymiye'ntn görüşünü de kuvvetlendirmiştir.


Zahiri mezhebinin bazı alimleri, imamiyye mezhebi, Tavus ve Ibn-l Teymiye'nin delilleri, Cumhur'un görüşleri gibi, kuvvetli ve doğru değildir. Sahabiterin icmâı, zaten detil olarak kafidir. Başka delil aramaya gerek yoktur. Çünkü onlar, Rasulullah (sav)'la beraber yaşadıklarından, Kur'an-ve hadis hükümlerini herkesten daha iyi biliyorlardı. Sahabiler ile ehl-i sünnetin, dört mezheb fakihlerlnln icmaına muhalefet etmek, küçük bir şey değildir.


Allâme kurtubî'nin «El-Camiü li Ahkâmü'l Kur'an» isimli eserinde yaz*dıklarını nakletmeyi uygun görüyorum. Günkü O; «Fetva alimleri, üç talakı kapsayan bir cümle ile, üç talakın meydana geleceği hususunda İttifak et*mişlerdir. Bu da selefin cumhur'unun görüşüdür. Tavus ile Zahiri mezhe*binin bazı alimleri, «Bir kimse, karısından üç talakı kapsayan bir cümle ile ayrılmaya kalksa, bu üç talakla ayrılma değil, bir talakla ayrılma olur» de*diklerinden, cu'mhur-u ulemadan ayrılırlar. Hatta Zahiri mezhebinin en bü*yük müctehidi ve sahibi Davud-u Zahiri dahi, «Bir kimse, karısından üç talakı kapsayan bir cümle İle aynlırsa, bu bir talak değil, üc talaktır,» der.


Selefin cumhur'u ve ehl-i sünnetin dört mezheb imamları, üç talakı ifade eden bir cümle ile, talakında meydana geleceği hususunda ittifak etmişlerdir. Bir kimsenin üç talakı, bir cümlede veya aralıklı olarak, birkaç cümlede aynı yerde ifade etmesi, aynıdır.


«Üc talakı kapsayan bir cümle ile veya bir mecliste, üç ayrı cümle ile, aralıklı olarak talak yapan kimse, ancak bir talak yapmıştır.» görüşün*de olanlar aşağıda nakledeceğimiz, üç hadise istinat ederler.


1. Tavus'un, İbn-i Abbas (ra), Ebi Sehbâ (ra) ve İkrime (ra)'dan riva*yet ettiği hadistir.


2. Ailesinden üç talakla ayrılan İbn-i Ömer (ra)'e, Rasulullah (savc*ın, üç talakı bir talak sayarak, «Ailenizi, ricat ederek geri alınız» diye em*rettiği hadistir.


3. Rükâne, ailesini üç talakla ayırdığı halde, Rasulullah (sav) in O'na «Ailenizi ricat ederek geri alınız» hadisidir. Ricat ise, ancak talakın bir olmasını icabettirir.


Naklettikleri üç hadisle görüşlerini isbata çalışan Tavus ve Zahiri mez*hebi müctehidlerine verilecek cevap şudur: Ki Tahâvî'nin, Said bin Cü-beyr (ra), Mücahid (ra) ve Atâ (ra)'dan rivayet ettiğine göre İbn-i Abbas (ra), karısından ayrılan bir kimseye, «Karınızı üç talakla boşadığınızdan Allah (cc)'a isyan ettiniz. Karınız sizden tamamen ayrılmıştır», demiştir. İbn-i Abbas (ra)'ın bu görüşü, sahabilerin icmatna uygun olduğu gibi, Ta*vus ve diğerinin İbn-i Abbas (ra)'dan yaptığı rivayetin de, zayıf olduğuna delalet eder. Çünkü İbn-i Abbas (ra)'ın hiçbir yerde, sahabilerin icmaına muhalefet ederek kendi görüşüyle fetva ve hüküm verdiği görülmemiştir.


İbn-i Abdülber bununla ilgili olarak, «Tavus'un, İbn-i Abbas (ra)'dan rivayeti zaytf ve yanlıştır. Şam, Irak, Hicaz, Şark ve Garp fakihlerinden hiç biri onun rivayetlyle amel etmemiştir» der.


El-Bâcî ise; «Tavus'un, İbn-i Abbas (ra) dan rivayeti doğru kabul edil*se dahi, O fetvasından dönerek sahabilerin icmasına uymuştur. Bi2im delilimiz, kıyas yoluyladır. İbn-İ Abbas {ra)'a gelen kimse, karısını üç ta*lakla ayırdığından, kendisine malik ve konuşmasını do talak niyetiyle yop-tığından üç talak meydana gelmiştir», demekledir.


«ibn-i Ömer (ra)'in hayız halinde iken ailesini üç talakla ayırması üze*rine. Rasulullah (sav) Hz. Ömer (ra)'e, «Oğlunuza söyleyiniz. Ailesine ri*cat etsin» buyurdu», hadisini, Dârü'l Gudnî reddetmiştir. Çünkü hadisin


bütün ravileri şiflerdendi. Hadisin gerçeği ise, Nâfi'den rivayet edilen şu şe*kildir. Abdullah bin Ömer (ra), Resulullah (sav) zamanında ay halindeki hanımını bir talakla ayırdı. Hz. Ömer (ra)'in bu meseleyi sorması üzerine Resulullah (sav), «Oğlunuza söyleyiniz, ailesine ricat etsin» buyurdu». [448]


Rasulullah (sav)'ın, ailesinden üç talakla ayrılan Rükane'yi. ricat et*tirmesiyle ilgili hadisi; senetleri birbirinden kopuk, isnatları yanlış oldu*ğundan hiçbir muhaddis tarafından kabul edilmemiştir. Ancak, Rafizler —ehl-İ sünnet dışıdır— kabul ederler. Bu hadis hakkında muhaddislerin tesblt ve tahkik ettikleri durum şudur: «Rükâne, ailesini elbette bir talakla ayırarak Resulullah (sav)'a gelmiştir. Resulullah (sav) da ifadesini alırken yemin ettirince üç talakla değil, bir talakla ayrıldığı ortaya çıkar. Bunun üzerine Resulullah (sav), O'nu ailesine ricat ettirmiştir». Özet olarak Cum-hur'un görüşü dalıa kuvvetlidir. Allah (cc), en iyi bilendir. [449]

Prof. Dr. Sinsi 08-04-2012 03:21 AM

Tefsir Dersleri...
 

Yedinci Hüküm: Âyetteki, «Talak, İki Defadır.» Cümlesinden Maksat Nedir?



Müfessirler, âyetteki «Talak, iki defadır.» cümlesi hakkında ihtilaf ede*rek birkaç görüşe ayrılmışlardır. Biz bu görüşleri İcmâlen aşağıya alıyo*ruz.


A. Âyetteki, «Talak, İki defadır» cümlesinden maksat, meşru talakın iki defa olacağıdır. Bunun dışında meşru değildir. Çünkü bu âyet. kendi*sinden önceki âyetlerden değil, hüküm ifade eden müstakil bir âyettir. Bu görüş, Haccac bin Ertad ve Rafİzilerin görüşüdür.


B. Âyetteki, «Talak, iki defadır.» cümlesinden amaç, sünnete uygun talakın iki defa olduğudur. Bu da İbn-i Abbas (ra), Mücahid (ra) ve Maliki mezhebinin görüşüdür.


C. Âyetteki, «TaJak, İki defadır.» cümlesinden murad, Talak-ı ric'îdir. Yani ailesini (karısını) iki talakla boşayan kimsenin, talakından ricat et*me (dönme) hakkı vardır. Bu da Kat^*» (ra) ve Urve (ra)'nin görüşüdür. Cumhurun tercihi de budur.


Şevkânİ, «Fethü'l Kadir» isimli tefsirinde; «Âyetteki, «Talak, iki defa*dır.» cümlesinden maksat, Talak-ı rle'tdir. Çünkü bir önceki âyet, bunun delilidir. Yani erkeklerin ricat etme hakkı, ancak birinci ve ikinci talaktan sonra olabilir. Üçüncü talaktan sonra erkek için ricat hakkı yoktur. Allah (cc)'ın âyette, «Talak ikidir.» değil de, «Talak, iki defadır.» buyurması, iki talakı bir defa da vermesine değil, tek tek vermesine işaret eder. [450]




Sekizinci Hüküm: Erkeğin, Ailesinden Talak Karşılığı Mal Alması Mu*bah Mıdır?



Allah (cc), kadını boşarken iyilikle ayırmayı emrettiği gibi, erkeğin ni*kah mehri olarak verdiğinden bir şey almayı da yasaklamıştır. Ancak ara*larında Allah (cc)'ın çizmiş olduğu evlilik hudutlarını yerine getiremeye*ceklerinden korkarlarsa alabilirler. Çünkü Ailah (cc), «...(Ey zevçler) on*lara (kadınlara) verdiğiniz bir şeyi (mehrj geri) almanız size helâl olmaz. Meğer ki erkekle kadın Allah'ın sınırlarını ayakta tutamayacaklarından korkmuş olsunlar» (Bakara: 229) buyurmaktadır. Âyetteki korkmaktan mak*sat, Allah (cc)'ın evli çifte meşru kıldığı hudutları aşmaktan korkmaktır.


Çünkü âyetten murat, Allah (cc)'m evli erkek ve kadına çizmiş olduğu sınırların yerine gelmemiş olmasıdır. Bu da birbirlerine karşı iyi geçinme*meleri, birbirlerine bağlı olmamaları, hülasa erkeğin kadın, kadının erkek-üzerindeki haklarının yerine gelmemesidir. Bu suretle aralarındaki sevgi ve saygı yok olduğu gibi, nefrete de dönüşür. Bu nefret havasıyla kadının, kendisini boşaması için kocasına mal ve para vermesi, kocasının da alıp kabul etmesi helal ve caizdir. Bu şekilde kadının boşanmasına fıkıh litera*türünde «hül'ü» adı verilir. Fakihler hül'ü, «kocanın, karısından aldığı bir mal karşılığı ayrılmasıdır» şeklinde tarif etmişlerdir. Erkeğin, karısın*dan boşanma karşılığı mal ve para alması zulüm değil, adalet ve insafla harekettir. Çünkü erkek evlilik sırasında mehir verdiği gibi, bir çok mas*raflar da yapmıştır. Tüm bunlara rağmen ayrılma arzusunda bulunan hanı*mından, mehri geri alması uygundur. Bu meseleye ışık tutan Buharî'nin ri*vayet ettiği şu hadistir: «Sabit bin Kays (ra)'ın hanımı Cemile binti Ab*dullah (ra) peygamber efendimizin yanına gelerek, «Ya Resulullah (sav); kocamla bir arada hayat sürmem mümkün değildir. Allah (cc)'a yemin ederim ki, onun ahlâk ve dininden dolayı değil, yalnız İslâm'dan sonra tek*rar küfre dönmek ve kâfir olmak istemiyorum. Evimin bahçesinden koca*mın birkaç kişiyle birlikte gelmekte olduğunu gördüm. Onlar içinde rengi en siyah, boyu hepsinden kısa ve yüzü en çirkin olarak kocamı gördüm» dedi. Bu sırada gelen ve hanımının konuşmasını dinleyen Sabit bin Kays (ra), «Ya Resulullah (sav), malımın en iyisi olan bahçemi mehir olarak o'na verdim. Eğer beni istemiyorsa, bahçemi geri versin. Ondan üç talakla ay*rılayım», dedi. Bunun üzerine Resulullah (sav) kadına, kocasının sözlerine


karşı ne diyeceğini sorunca, «Evet, boşadığı takdirde bahçesini, diterse daha fazlasını da veririm» dedi. Peygamber efendimiz de bahçeyi kocasına verdirdi. İkisini birbirinden ayırdı.» [451]


Fukaha-i cumhur, kendi İsteğiyle kocasından ayrılan kadından, erke*ğin verdiği mehirden fazlasını alabilmesinin caiz olduğuna hükmetmişler*dir. Çünkü Allah (cc), «...(Kadının serbestçe boşanması İçin) fidye verme*sinde (hakkından vazgeçmesinde) İkisi üzerine de bir vebal yoktur...» buyurmuştur. Bu âyet, usul-û fıkih'la «amm» tabir edilen âyetlerden oldu*ğundan, malın çoğunu da, azını do kapsar.


Şâ'bi, Ez-Zeherî ve Hasan-ı Basri de: «Erkeğin, verdiği mehirden faz*lasını alması helâl değildir. Çünkü haksız olarak fozla bir mal almaktadır. Elbette haksız olarak alman mal, caiz değildir. «...Fidye vermesinde (hak*kından vazgeçmesinde) İkisi üzerinde de vebal yoktur» âyetinde, kadınla erkeğe, aynı hak verilmiştir. Tercih olunan şudur: Erkeğin verdiği mehiri ; alabilmesi caizdir. Yalnız onun mekruh olduğunu da kimse inkâr edemezu derler.


t Fakihler, hül'ün nikah feshi mi, yoksa talak mı? olduğu hususunda İhtilaf etmişlerdir.


Cumhur'a (Hanefî, Hanbelî) göre, erkeğin karısından hül'ü yoluyla ayrılması, doğrudan doğruya ataktır.


İmam Şafii (ra) ise, kavi', kadiminde[452], hül'ün talak değil, nikah feshi ofduğu görüşündedir. Bı husustaki tafsilat fıkıh kitaplarında görü*lebilir. [453]




Dokuzuncu Hüküm: Üç Talakla Kocasından Ayrılan Bir Kadının; Serî Hükmü Nedir? Kadının Kendisini Boşayan Kocasıyla, Tefcrar Evlenmesi He*lal Midir?



«Yine erkek, zevcesini (üçüncü defa olarak) boşarsa, ondan sonra kadın kendinden başka bir ere nikahlanıp vortncaya kadar, ona (o, birinci zevcine) helal olmaz. Bununla beraber, eğer bu (yeni) koca da onu boşar da onlar (birinci zevç ite aynı zevce) Allah'ın sınırlarını ayakta tutacak*larını zannederlerse (iddet bittikten sonra) tekrar birbirine dönmelerinde (evlenmelerinde) her İkisi hakkında da vebal yoktur» âyeti', üc talakla ko*casından ayrılan bir kadının. İkinci bir erkekle evlendikten sonra boşanıp, ilk kocasıyla ikinci kocanın iddet müddetinden sonra tekrar evlenebilme*sine İşaret eder.


Fakihler, üc talakla ayrılmaya beynûne-i kübra (büyük ayrılık) adını vermişlerdir. Çünkü Allah (cc), önce talakı anmış, daha sonra da onun iki defa olduğunu beyan etmiştir. Bilahare hül'ün hükmünü ifade ve «yine erkek, zevcesini boşarsa...» âyetiyle de üç talakla ayrılmayı zikretmiştir.


Kurtubİ bu hususta şöyle der: «Yine erkek zevcesini boşarsa...» aye*tinden murat, üçüncü talaktır. Üç talakla boşanan kadın, kocasının dışında bir erkekle evlenip boşandıktan ve .iddet müddetini tamamladıktan sonra evlenebilir. İslâm alimlerinin hepsi bu konuda icmâ etmiştir. Hiç kimse*nin âyete muhalif bir görüşü de yoktur»[454]


Cumhur (çoğu alimler) ve dört mezhebin müctehidlerine göre, âyette*ki «nikah» tan maksat, nikah akdi değil, cinsî münasebettir. Öyleyse üc talakla ayrılan bir kadının, ikinci kez evlendiğinde cinsi münasebette bu*lunması şarttır.


Said bin Hüseyyib (ra)'ten varit olan rivayete göre, talakla kocasın*dan ayrılan bir kadın için, ikinci defa birinci kocasıyla evliliğinde, yalnız nikah akdi yeterlidir.


Bu rivayetin kesinlikle zayıf olduğu açıktır. Çünkü aşağıda naklede*ceğimiz sahih hadislerle çelişmektedir. [455] Şöyle ki; cumhur ile dört ehl-i sünnet mezhebi müctehidleri, İbn-i Cerir'in, Hz. Aişe (ra)'den rivayet et*tikleri; «Rufâe'nin hanımı Resulultah (sav)'a gelerek, «Ben Rufâe'nln hanı*mı idim. O beni boşadı. İddetim dolduktan sonra Abdurrahman bin Zübeyr (ra) ile evlendim. Yalnız cinsel gücünün bir bez parçası gibi hareketsiz olduğunu gördüm,» deyince Resulullah (sav), «Tekrar Rufâe'ye dönmek mi istiyorsunuz? Sen, Abdurrahman bin Zübeyr (ra)'in balından, O'da se*nin balından tadmcaya (cinsi münasebette bulununcaya) kadar O'na dö*nemezsiniz» hadisine İstinad ederek, âyette «nikahlan muradın, yalnız nikah akdi değil, onunla beraber cinsi münasebette bulunma olduğuna hükmetmişlerdir. Bu hadis, Kütüb-ü Sitte sahipleri tarafından rivayet edilmiştir.


Bazı alimlere göre; âyetin lafzı da bizzat cinsî münasebetin yapılma*sına delâlet eder.


ibn-i Cenni; «Ebu Ali'ye, «Fİ lan kes, kadını nikahladı» sözünün anlamını sorduğumda, «Araplar bu cümleyi iki ayrı anlamda kullanırlar. «Filan er*kek, filan kadınla nikahlandı» dedikleri zaman, «o erkek, o kadınla nikah yaptı» anlaşılır. Eğer onlar, «erkek, ailesini nikahladı» dedikleri zaman ise, «erkek, kadınla cinsi münasebette bulundun mülahaza edilir, Bu âyette açıkça cinsi münasebette bulunma anlaşılır» [456] diyor. [457]




Onuncu Hüküm: Muhali» Nikahı, Sahih Midir?



Muhallil, üç talakla ayrılan bir kadınla, kendisini boşayan kocasına helal ettirmek niyetiyle evlenen kimseye denir.


Muhallil'i, «emanet alınan teke» olarak vasıflandıran Resulullah (sav) sahabilere, «Size emanet alınan teke'yi haber vereyim mi?» dediğinde, «Evet, ya Resulullah (sav)» dediler. Resululloh (sav) «Emanet alınan teke, muhallll'dir. Allah (cc), onu da, tahlil yopant (ilk kocayı) da lanetlesin» buyurdu. [458]


Alimler, muhallil nikahı hususunda ihtilaf etmişlerdir.


Cumhur, (Maliki, Şafii, Hahbelî ve Sevrî), muhallil nikahının batıl ol*duğuna hükmederler. O nikahtan sonra kadın boşanso dahi, ilk kocasına helal olmaz. Çünkü nikah batıldır.


Hanefiler ile bazı Şafiî fakihleri İse, muholill nikahının batıl değil mek*ruh olduğuna hükmederler. Çünkü o şahsa muhallil denilmesi, nikahın sahih olduğuna açıkça delalet eder. Evzoî de; «Muhallil nikahı, çok çirkin olmakla beraber, caizdir» der.


Cumhur'un deliller);


Cumhur muhallil nikahın toatıl ve fasltliğlne, aşağıda nakledeceğimiz hadislere dayanarak hükmederler.


1. «Resuluilah (sav), «Allah (cc). muhalIH'e de ve onun için nikah yapılan birinci kocaya da lanet etsin» buyurdu» [459] hadisidir. Eğer nikah sahih olsaydı. Resutullah (sav), onları lanetlemezdl.


2. «Resulullah (sav). «Size emanet alınan tekeyi haber vereyim mi?» deyince sahabiler, «Evet. ya Resulullah (sav)» dediler. O, «Emanet alınan teke, muhallii'dir» buyurdu.» hadisi göstermektedir ki o nikah, sahih değil*dir.


3. İbn-i Abbas (ra)'dan varit olan rivayete göre, muhallil nikahının hük*mü sorulduğunda Resutuliah tsav), «O nikah, helal değildir. Yalnız kişinin istek ve arzusuyla yapılırsa, mubahtır. Çünkü muhallil nikahıyla, Kandırma ve Kur'an'la alay etme gibi bir durum ortaya çıkar. Bu, kandırma nikahıyla da kadından istifade eder» buyurdu. [460]


4. Hz. Ömer (ra)'in; «Bana muhallil ve kadının ilk kocası gelirse İki*sini de recmederim» sözüdür. MuhalHI nikahı sahih olsaydı, Hz. Ömer (ra), «İkisini de recmederim» demezdi.


5. Nâfi'ntn, İbn-i Ömer (ra)'den rivayet ettiği görüştür: «Öç talakla ayrılan bir kadını, boşayan kocasına nikahı tekrar helal olmak amacıyla (o birinci zevcesinden) izin almaksızın diğer kardeşin veya diğer bir kimse*nin nikahlayıp boşaması hususu sorulunca İbn-İ Ömer (ra)'in «O muhallil nikahıdır, ve helal değildir. Çünkü nikahta devamlılık ve arzu şarttır. O İki şart olmadığına göre nikah, fasittir. Biz Resulullah (sav) zamanında böyle nikahları zina sayardık»» [461] görüşüdür.


Hak olan görüş. Cumhur'un görüşüdür. Çünkü nikahtan maksat, aile hayatının devamıdır. Yapılan nikahı, zamanla kayıtlamak, onu geçersiz kılar. Boşanan bir kadını, boşayan kocasına helal olması kastıyla bir diğer-rinin nikahlaması veya karısından ayrılan erkeğin, «benden boşanan kadını nikahlayıp cinsi münasebette bulunduktan sonra boşamak şartıyla evlen» demesiyle yapılan nikahlar fasittir. Zira her İki şekilde, muta nikahına benzer. Muta nikahı ise, Şiilerin dışında, bütün İslâm alimlerinin ittifakıyla batıldır.


Allâme İbn-i Kesir, bununla ilgili olarak: «Âyette «İkinci kocadan» maksat, evlendiğinde kendi arzusuyla evlenme ve evlendiği hanımla do< devamlı yaşamayı amaçlamaktır. Meşru olan evlilikten maksat ta budur.


İkinci koca, cinsi münasebette bulunacağı sırada evlendiği kadının hac İbramıyla kulunmaması. oruçlu olmaması ve i'tikâf yapmaması şarttır. Aksi halde kocasına helal olmaz. Hasan-ı Basrl (ra)'ye göre, hantmıyla cinsi münasebette bulunan ikinci kocanın, menisinin gelmesi şarttır. Çün*kü o, Resulullah (sav)'in, Rufâe'nin hanımına, «Sen, onun balından, o da senin balından tadın caya kadar, eski kocana helal olmazsın» hadisinden, meninin gelmesini anlamıştır.


İkinci kocanın, yaptığı evlilikten amaç, evlendiği kadını tekrar eski kocasına helal ettirmek İse, bu hadislerin yerdiği ve lanetlediği muhallil nikahıdır. Bir kimse bu niyet ve arzusunu nikah akdinde ortaya korsa Şiilerin dışında bütün İslâm alimleri, o nikahın batıl olduğuna hükmeder*ler», [462] der.


İbn-i Kesir, Tesirinde bu hususla ilgili hadisleri uzun uzadıya ince*lemiştir.


Seyyİd Reşid Rıza ise şöyle demektedir: «Âyet. üç talakfa kocasından ayrılan bir kadının, tekrar eski kocasına helal olarak dönebilmesi için, ikinci evliliğin islâm in sahih kabul ettiği bir nikah ile olacağını bildirmek*tedir. Âyetten kasıt da budur. Bir kimse, yalnız eski kocasına helal olmak kaydıyla bir kadınla evlenirse, evlilik şekli bir evlilik olur. Şeriata göre sahih evlilik olmamıştır ve kadının birinci kocasıyla tekrar evlenmesi de helal değildir. Bu tür evlilik yapanlar Allah (cc)'a isyan ettiklerinden Re*sulullah (sav), bunlar hakkında, «Allah (cc), onlara lanet etsin» buyur*muştur. Bu evlilik kanın idrar ile temizlenmesine benzer. Muhallil nikahı, muta nikahından daha çirkin olduğu gibi, eski kocasına da bir ar bir utanç getireceği açıktır.» 'Daha sonra İbn-i Hacer el-Mekkİ'nin, «Ez-Zevâclr* isim*li eserinden muhallil nikahının haramlığma işaret eden haber ve hadisleri nakleder ve; «Muhallil nikahı, çok rezil ve çirkin olmakla beraber İnsanlar arasında yaygın bir haldedir. İslâm düşmanları, mevzuyu tam kavramadan, bunu alet ederek saldırmak, tenkit etmek istiyorlar. Lübnanda islâmi eser*leri çokça olan bir hristiyanta tanıştım. O kimse, aldığı kitaplar vasıtasıyla, İslam tasavvufunu da benimseyerek tam bir müslüman oldu. Bir gün bana, «İslâm'da muhallil nikahı dışında hiçbir kusur göremiyorum. O ni*kahında bizzat Allah (cc) buyruğu değil, sonradan fsfâmın içersine sokul*muş bir mevzu olduğunu zannediyorum» demesi üzerine, muhallil nikahını çok geniş olarak anlattım. İkna olarak aynen kabul etti» [463] diyor.


Muhallil nikahının bir çok kötülükleri vardır. Ki alimler bu hususta uya*rı yapmışlardır. Allâme İbn-i Kayyım, ailâmü'l Mugün» isimli eserinde, meseleye Özellikle bir bölüm ayırmıştır. Çünkü gayr-i müslimler, ondan dolayı islâmi yermişlerdir. Halbuki bu meselenin iç yüzü, Resulullah (sav)'ın hadislerinde, sahabilerin ve tabii'nin görüşlerinde açıklanmıştır. Allah (cc) en iyi bilendir. [464]

Prof. Dr. Sinsi 08-04-2012 03:21 AM

Tefsir Dersleri...
 

Âyetlerden Alınacak Dersler



1. Talak-ı ric'i ve Talak-ı bâln iie iddetin farz oluşundaki sebep, ne*sep (soy) karışıklığı olmaması için, kadın rahminin temiz olduğunun bilin*mesidir.


2. Kadının hamileliğini saklaması yani inkar etmesi haram, iddeti hu*susunda doğru söylemesi ise farzdır.


3. Taiak-ı ric'î ile ailesini ayıran bir kimsenin, henüz iddet müddeti dolmadan karısına dönmesi hakkıdır.


4. Kadın ve erkek, evlilik hayatındaki bütün haklarda eşittirler. Yal*nız yedirme, giydirme ve İskân ettirme hususunda erkeğin, kadına bir de*rece üstünlüğü vardır.


5. Talak-ı ric'î de, erkek iki defa hanımından ayrıldığı takdirde dönme hakkına sahiptir. Üç talakla hanımından ayrılan bir erkeğin, tekrar onun*la evlenmesi haramdır. Yalnız bir diğer erkekle evliliği devam ettirme kas*tıyla sahih bir nikah yaptıktan sonra, eski kocasına helal olmak amacıy*la değil, normal bir şekilde boşanırsa, bilahare eski kocasıyla kadının ev ienmesi helaldir.


6. Ayrılmalarını icabettiren şer'İ bir maslahat varsa, kadının kocast-na kendisini boşatmak için mal vermesi ve onun da alması caizdir.


7. Erkeğin karısından mal almak kastıyla, işkence yapması haramdır. [465]




Âyetlerdeki Teşrii Hikmetler



İslâm, kadından ayrılmayı mubah kılmış ve helal şeyler içersinde en çirkin olan şeyin de o olduğunu beyan etmiştir. Yalnız talak, Islâmda is*tisnai hallerde, geçimsizlikten kurtulmak için, zaruri olarak meşru kılın*mıştır. Çünkü geçimsizlik çoğu kez, karı-koca arasında olduğu kadar, het İki tarafın ailelerine de cehennem azabını tattırır.


İslâm, boşamayla ailenin yıkıldığını, fertlerin dağıldığını, hatta zara*rından çocukların dahi etkilendiğini görür. Çünkü çocuğun, annesinin himayesinde olduğu müddetçe daha güzef terbiye ve baktma sahip


bir gerçektir: Anne sevgi ve terbiyesinden uzak Kalan çocufcfiar, tabii ki


dağılmaya ve terbiyesiz yetişmeye elverişli duruma gelirler.


Bununla beraber islâm, daha büyük bir zararı aniemek rçtrr lalakt meş*ru kılmıştır. Çünkü ailelerde geçimsizliğin çoğu kez, facialara yol açtığı görülmektedir: Ailede esas .olan nefret değil, karşılıklı: sevgi-,, saygı ve istikrardır. Karı-koca arasındaki anlaşma, saffedilerr çabalara rağmen te*min edilemezse, ayrılma kaçınılmaz bir zaruret olur. Ayrılma sebeplerinden: bazıları şunlardır: Ailenin (hanımının) yaşantısından şüphelenme, doğru*dan doğruya hainliğini görme, çocuk doğurmayacağı veya doğurmadığını kesinlikle bilme, bulaşıcı bir hastalık olur ve kendisine bulaşma ile dün*yaya gelecek Gocuklara geçeceğini iyice tesbit etmedir. Bu gibi sebeplerle erkeğin, ailesin* boşaması elbette zaruridir.


Allah (cc), Kur'anda iki defa birer talak ile kadının ayrılmasını ay ha*linde değil, temiz olduğu zaman meşru kılmıştır. Nitekim Resuluilah (sav)'-ın hadisleri de buna delalet eder. Erkek, hanımını bir veya İki talakla ayır*dığı takdirde, dilerse iddet müddeti içersinde ricat ederek harrımıyla tek*rar birleşebilir. Eğer aile hayatını devam: ettirmek istemiyorsa üçüncü kez hanımını boşayarak tamamen ayrılır.


Üstad Ahmed Muhammed Cemâl, «İslâm Kültürü» isimli eserinde; «Islâmın talak-t rfc'î'yi anmasındaki hikmet, evlilik hayatındaki bağların yeniden onarıtması, çocukların aile sevgi ve terbiyesinden) yoksun olma*maları ve iddet müddeti içersinde her iki tarafın, iyi düşünerek ayrılığın verdiği pişmanlıkla tekrar birbirlerine dönmeleri içindir.


İslâm cahiliyet devrinde ezilen, ortada kalan ve çiğnenen kadın hak*larını düzeltme ve yartılışlanndaki haklarını tekrar iade etmek için Talak-ı ric'î'yi meşru kttm+ştır. Çünkü Araplar, karılarından bir kaç talakla ayrıl*dıktan sonra iddetleri dolmadan tekrar alırlar, hemen sonra; talakla yine ayrılırlardı. Maksatları karılarına İşkence, eza ve cefa yapmaktı. Çünkü kadın, iddet in in sonuna doğru ne evli, ne de ayrılarak evlenebilecek bir durumda, askıda bir.vaziyette kalırdı. İşte bunun için İslâm, kadınlara yapılan zulüm ve anarşiyi öntemek için, talak adedini sınırlandırmıştır.» [466] der. [467]

Prof. Dr. Sinsi 08-04-2012 03:21 AM

Tefsir Dersleri...
 

18. DERS ÇOCUK EMZİRME



233 — Anneler çocuklarını iki bütün yıl •m*f',annelerin) maruf vec-meyl tamam yaptırmak Isteyen(ler) İçindir. Onların Qj a|tti|. f^so ta-hile yiyeceği, giyeceği, çocuk kendisinin olan (bö*7 cocuğU yüzünden, ne katinden ziyadesiyle mükellef tutulmaz. Ne bir anıt^' b}yla 2arGra sokulma-de bir çocuk kendisinin olan (bir baba) çocuğu seP f (anQ ve baba) ora*sın. Mirasçıya düşen (vazife) de bunun gibidir. *9 0ne do|madan) meme-larında rıza ve müşavere ile (biiittifak çocuğu iki *. yoktur çocuklarınızı den kesmeyi arzu ederlerse İkisinin üzerine de «^2trme ücretin)! teslim emzirtmek isterseniz meşru surette verdiğiniz (sf^ Allah'tan korkun ve etmek (ödemek) şartıyla yine uhdenize vebal yokt^ bilin ki Allah, ne yaparsanız hakkıyla görendir.




Ayetin Lafzî Tahlili



(Velvâlldâtü): Vâlidetin çoğulu vâlidotü kelime*si, anneler manasınadır. Vâlld ise, babaya denir.


(Havlayni): Havleyni kelimesi, iki sene demektir. :


(El mevlûdi lehü): Baba anlamındadır. (Fteâlen): Fisâl kelimesi, ayrılma ve sütten kesilme


(Teşâvürin): İstişare etmek demektir.


(Testerdlû): Çocuk emzirmeyi isteme anla-


(Bİlmagrufl): Dinin emrettiği şekilde yapmak de-(Basirun); Allah (cc)'ın bir sıfatıdır. O, her şeyi [468]




Ayetin İcmali Manası



Allah (cc). icmâlen şöyle diyor: «Allah (cc) boşanan anneye tam iki yıl çocuğunu emzirmesini emretmiştir. Şüphesiz Cenab-ı Hak annenin üzerine yüklediği bu mükellefiyete karşılık, çocuğun babasına da baz. vazifeler emretmektedir. Çocuğunun, annesinin yiyeceğini, giyeceğini ma*ruf olan vech üzere, iyilikle ve gücünün yettiğince tekeffül etmesini em*retmiştir. Her ikisi de mesuliyette ortaktırlar. Her ikisi de güden dahilin*de vazifelerini yerine getirecektir.


Cenab-ı Allah (cc), anne ve babadan her birisine, yavruyu diğerine zarar verecek şekilden kaçınmayı emretmiştir. Baba, annenin duygusunu yavrusuna karşı şefkatini, onu tehdit etmek için veya karşılıksız emzirt*mek için. kötüye kullanmamadır. Anne de babanın çocuğuna karşı şefkat ve sevgisini, istekleriyle babanın omuzupa ağır yük vurmak için kötüye


kullanmamalıdır. Annenin çocuğu emzirmekten kaçınması İse haramdır. Boşonan kadının, çocuğun babası eski kocasına, «Çocuğunu artık emzir-miyorum. Başka bir süt annesi bularak emzir» demesi veya çocuğun, an*nesini emme arzusunda olmasına rağmen, yavruyu babasının (annesine) emzirtmeyip başka bir süt anneye vermesi, haramdır.


Anne ve baba veya mirasçısı, çocuğun memeden Kesilmesinde, sıh*hi ve benzeri sebeplerden dolayı fayda mülahaza ederlerse iki yıl bitme*den önce çocuğun memeden kesilmesinde üzerlerine bir vebal yoktur. Himayesi üzerlerine yüklenen, korunması kendilerine verilen çocuğun maslahatına uygun olarak müşavere ve iki tarafın rızası İle bu İş biterse hic bir beis yoktur.


Ey babalar, boşadığınız hanimin Jsyan etmesi, evlenme arzusunda bulunması veya emzirmekten aciz olması halinde, başka bir süt annesi bulmanızda üzerinize hiçbir vebgı yoktur. Bulacağınız süt annesinin ücre*tini gücünüz nisbetinde. maruf bir/şekiide vermeniz farzdır. Çünkü İkram edilmeyen bir süt annesinin, çocuğa layıkıyla bakması ve emzirmesi müm*kün değildir. Sfz onlara iyi bakarsanız, onlarda sizin çocuklarınıza İyi ba*karlar


Ey müminler, Allah (cc)'tan korkun ve bilin ki, şüphesiz Allah (cc), yaptığınız şeyleri hakkıyla görendir. O, sizin bütün hallerinize vakıftır. En İyi görücüdür. Ahtrette sizi yargılayıcıdır. Ve herşeye maliktir.» [469]




Mevzumuz Âyetin, Önceki Âyetlerle Münasebeti



Allah (cc), daha önceki âyetlerde, nikah, talak ve rlcatle İlgili hüküm*leri zikrettikten sonra, (mevzumuz) âyetle de çocuk emzirme hükmünü be*yan etmiştir. Çünkü talakla bir ayrılık meydana gelir. Çoğu kez karısını boşayan bir erkeğin, süt emen çocuğu olur. Kocasından intikam almak is*teyen boşanmış kadının, emzirmediği çocuğun ortada kalarak zayi olma*ması için Allah (cc), (mevzumuz) âyette, kocasından ayrılan kadınların çocuklarını emzirmelerin) ve bakımlarını yapmalarını emretmiştir. [470]




Ayetin Tefsirindeki İncelikler



Birinci İncelik: (Mevzumuz) âyette, İlahi emir, doğrudan doğruya de*ğil, hober şeklinde gelmiştir, ilk bakışta bir hadiseyi haber verecek gibi zannedilmesine rağmen, gerçekte bir emirdir. Ayet, «Anneler çocuklarını iki bütün yıl emzlrirler» şeklinde gelmişse de, «Anneler çocuklarını iki bü*tün yıl emzirsinler» tarzındadır. Ayetin emir değil, haber şeklinde gelişi,


annelerin çocuklarına karşı aşırı bir sevgiye, sahip oldukları içindir. (Mevzumuz) âyette, «Boşanan kadınlar» değil, «Anneleri* tabirinin kullanılma*sından maksat, kocalarından ayrılan kadınların, çocuklarına karşı annelik duygularını kaybetmemeleridir.


İkinci İncelik: Âyette, «baba» tabiri yerine, «çocuklar kendisinin olan» ifadesinin kullanılmasında ince ve derin bir hikmet vardır. Çocuklar soy bakımından anneye değil, babaya tabidir. Annelere veya süt annelerine maruf olant yedirmek, giydirmek gibi şeylerin babalara farz olmasının hik*meti, çocukların annelerin değil, babaların tekellüfü altında olduğundan dolayıdır. Bunun için emme müddeti içinde, emziren kadının nafakası İle, sütten kesilen çocukların nafakasını temin etme, babaların üzerine farz*dır.


Allâme Zemahşerî bu hususta.; «Âyette niçin «Baba» denilmiyor do «Çocuk kendisinin olan» tabiri kullanılıyor?» sorusu okla gelebilir. Bu soru şöyle cevaplandırılabilir: Anneler, yalnız kocalan (babaları) için çocuk do*ğurmuşlardır. Çünkü çocuk annesine değil, babasına isnat edilir» [471] der.


Üçüncü İncelik: Ebu Hayyan: «Âyette, «iki sene» tabirinin, «bütün» kelimesiyle vasıflandırılmasındaki hikmet, ihtimali bir mecazın akla gelme*mesi içindir. «Bütün» kelimesiyle, «iki sene» vasıflanmamış olsaydı, iki seneyi tamamlamanın şart olmadığı akla gelebilirdi. Konuşma sırasında, «filan yerde iki sene oturdum» diyen kimsenin sözleri tetkik edildiği zaman çoğu kez, iki seninin tamam olmadığı görülür» [472] demektedir.


Dördüncü incelik: Allah (cc), «...Ne bir anne çocuğu yüzünden, ne de bir çocuk kendisinin olan (bir baba), çocuğu sebebiyle zarara sokulmasın»


âyetiyle, çocuğu, anne ve babanın her ikisine izafe etmiştir. Maksatta, her ikisinin çocuğa karşı şefkatli olmaları, bakımlarını temin etmeleri ve en güzel şekilde terbiye etmelerini toleb etmek içindir. Çünkü çocuk yabancı değildir. Birisi annesi, diğeri ise babasıdır. Karı-kocanın ayrılmalarına ve*sile olan düşmanlığın, çocuğa zarar vermeye vesile olmaması lazımdır.


Allâme Ebussuud; «Âyette, çocuğun anne ve babaya izafesi, çocuğun yetiştirilmesi hususunda her ikisinin (karı-koca) anlaşmalarının gerekli ol*duğu ve boşanmanın çocuğa zarar vermeye değil, çocuk yüzünden zarara sokulmalarının doğru olmadığını beyan içindir» [473] diyor.


Beşinci İncelik: Arap dili ve edebiyatıyla İlgili olduğundan alınma*mıştır. [474]




Âyetteki Şer'i Hükümler


Birinci Hüküm: Âyette, «Anneler» Kelimesinden Maksat Nedir?



A Bazı alimlere göre âyette, «anneler» tabirinden murat, yainız koca*larından boşanan annelerdir. Bu da, Mücahid, Deh hâk ve Es-Süddî'nin gö*rüşleridir. Boşanan kadınların hükümlerini beyan eden âyetten hemen son*ra gelen (mevzumuz) âyet, onun hükümlerini tamamlamak için gönderil*miştir. Şüphesiz Allah (cc), âyette, «anneler» tabiri kapsamına girenlerin, yemeleri ve giymelerinin, çocuk babalarına farz olduğunu açıklamıştır. E-ğer âyette, «anneler» tabirinden halen evli anneler kastedllseydi, yeme ve giymenin çocuk babalarına bu âyetle farzedilmesine lüzum kalmazdı. Evli bir kadının yeme ve giymesini temin, zaten evlendiği günden itibaren çocuk olsun veya olmasın, babanın üzerine farzdır.


Allah (cc), (mevzumuz) âyetteki hükmün ilfet (neden) ve hikmetini be*yan ederken, her ikisinin de zarara sokulmasını yasaklamıştır. «Çocuğu yüzünden, ne de bir çocuk kendisinin olan (bir baba), çocuğu sebebiyle zarara sokulmasın» âyeti, buna işaret eder. Âyette, «anneler»den maksa*dın, boşanan anneler olduğu görülür. Çünkü evli bir kadının çocuğuna zarar vermesi düşünülemez.


B. Diğer bazı alimlere göre ise, âyette «anneler» tabirinden murat, kocalarının yanında olan evli annelerdir. İmam Fahreddin er-Râzî ve A1-lâme Kurtubî'nin naklettikleri gibi, el-Vâhidî'nin de görüş ve tercihi bu*dur. Onların delilleri ise şudur: Boşanmış bir kadının, çocuğu emzirmesi halinde dahi elbisesini temin, çocuğun babasına farz değildir. Kadın ço*cuğunu emzirmekle ancak emzirme ücreti alır. «Çocuk emziren kadının yiyeceği, giyeceği çocuk kendisinin olan babaya aittir» buyruğu delalet ediyor ki, âyette «anneler» den maksat, evli annelerdir.


C. Bir kısım alimlere göre de, âyette «anneler» kelimesinden amaç, evli veya kocalarından boşanmış tüm annelerdir. Çünkü âyette tevli veya boşanmış anne» ile tahsis değil, umumi bir ifade vardır. Bu da Kadı Ebu Ya'la, Ebu Süleyman ed-Dımişki ile diğer alimlerin tercih ettikleri görüş*tür. Bunların görüşleri, A. ve 6. , maddelerinde görüşlerini naklettiğimiz alimlerin görüşlerinden daha tercihlidir. Ebu Hayyan da bu görüşte oldu*ğunu, «Bahr-ı Muhit» isimli tefsirinde anmıştır. [475]




İkinci Hüküm: Çocuğu Emzirmek, Anneye Farz Mıdır?



Bazı alimlere göre, annenin çocuğunu emzirmesi farzdır. Çünkü, «Anneler, iki bütün yıl emzirirler...» âyetinin zahiri, buna işaret eder. Âyet, her ne kadar haber şeklinde varit olmuşsa da, emri ifade eder. Yani «İki bütün yıl emzirsinler» mealindedir. İmam Malik (ra)'in görüşü de budur. Evli veya kocasından boşanmış bir kadının, başka bir kadının memesini emmeyen çocuğunu emzirmesi, kendisine farzdır.


Kocasından tamamen ayrılan bir kadının, çocuğunu emzirmesi farz'de*ğildir. Çocuğu emzirtmek, babaya aittir. Yalnız ayrılan kadın, çocuğunu emzirmek isterse, elbette onun emzirmesi daha iyidir. Emzirme ücretini de, çocuğun babasından o günkü rayiç üzerinden alır. [476]


Fukaha-i cumhur'a göre, «emzirirler» ifadesi emri değil, sünneti (an*nenin çocuğu emzirmesi farz değil, sünnettir) ifade eder. Yalnız çocuk, başka bir kadının memesini almıyorsa, babanın da' süt anne tutma gücü yoksa veya gücü olupta buiamıyorsa, o zaman annenin emzirmesi farzdır.


Çocuğu emzirmek, kadına farz olsaydı İslâm, anneleri çocuklarını em*zirtmekte mükellef tutardı. Yalnız çocuğu emzirmek, kadına sünnettir. Çünkü onun sütü, çocuk bünyesine daha uygun ve bakımı hususunda şefkatlidir. [477]




Üçüncü Hüküm: Haram Olmayı Gerektiren Süt Emme Süresi, Ne Kadar*dır?



Fukaha-i Cumhur (Maliki, Şafii, Hanbelî)'a göre. haram olmayı ge*rektiren süt emme süresi, tam iki yıl olarak tesbit edilir. Tam iki yıl süt anne emen çocuk, (o) kadının nesebinden olan çocuk gibi haramlığı ica-bettirir. Çünkü Resulullah {sav}. «Nesep ile haram olan. süt ile de haram*dır.» buyurmuştur. Süt ile haram olma İçin, çocuğun doğumundan itibaren tam iki yaşını dolduruncaya kadarki sürede emmesi lazımdır.


Fakihler, «Anneler, çocukları İkt bütün yıl emdirirler w âyetine dayanarak, süt emzirme müddetinin tam. iki yıl olması lazım geldiğine hükmet*mişlerdir. Bu hükme varışlarını Resulullah (sav)'ın, «Süt hükmü, ancak çocuk İki yaşını dolduruncaya kadarki zamanda tesbit edilir» hadisi te'yid eder- Blr çocuğa, iki yaşını dolduruncaya kadar, emdiği kadının çocukları, kızkardeşleri, annesi veya kocasının kızkardeşleri, erkek kardeşleri haramdır. Çünkü kadının büyük ve küçük çocukları ile yakınları, emen çocuğun süt kardeşleri, süt teyzeleri, süt halaları ve süt babaanneleri olurlar.


İmam-ı Azam Eb'u Hanife (ra)'ye göreyse, haram kılan süt müddeti. İki yıl altı aydır. Çünkü Allah (cc), «...O'nun bu taşınması İle sütten kesil*mesi (süresi) otuz aydın* (Ahkâf: 15) buyurmuştur. Âyetten anlaşılan, sü*tün geçerlilik müddetinin tam otuz ay olduğudur. Bu da ikibuçuk sene eder.


Allâme Kurtubî bu hususta şöyle der: «Sahih olan, cumhur'un görü*şüdür. Çünkü Allah (cc), âyette «tam İki yıl» buyurmuştur, iki yıldan fazla süt emmenin hiçbir hükmü olmadığına âyet delâlet etmektedir. Nitekim Resulullah (sav) da, aSüt hükmü, ancak çocuk iki yaşını dolduruncaya ka*dar ki, sürede tesbit edilir» buyurmuştur. Hz. Aİşe (ra) ile Leys bin Saad (ra) da aynı görüştedirler. [478]

Prof. Dr. Sinsi 08-04-2012 03:21 AM

Tefsir Dersleri...
 

Dördüncü Hüküm: Çocuk Emziren Kadının Nafakası, Nasıl Tesbit Edilir?



«...Onların (annelerin) maruf veçhile yiyeceği, giyeceği, çocuk kendi*sinin ofan (babaya) aittir...» âyeti, çocuk emziren kadının yiyecek ve gi*yeceğinin temin edilmesinin, çocuk kendisinin olan babaya farz olduğuna delâlet eder. Yiyecek ve giyecek miktarı ise, çocuk babasının mali gücü*ne göre ayarlanır. Çünkü «Allah, hiç bir kimseye gücünün yeteceğinden başkasını yüklemez» (Bakara: 286) ve «(Hali vakti) geniş olan nafakayı genişliğine göre versin. Rızkı kendisine daraltılmış bulunan (fakir de) na*fakayı Allah'ın ona verdiğinden versin» (Talâk: 7) âyetleri buna delâlet eder.


Fakihler, «...Yiyeceği, giyeceği, çocuk kendisinin olan (babaya) aittir» âyetini delil getirerek, çocuk nafakasının babasına farz olduğuna hükmet*mişlerdir. Çünkü boşanan bir kadın nafakasının, çocuğu emzirdiği sürece babaya farz olduğu beyan edilmiştir. Bu farz oluş, kadın, çocuğu emzirdiği içindir, öyleyse çocukların nafakaları buluğa erinceye kadar babalarına farzdır.


Cessâs, «Ahkâmü'l Kur'an» isimli tefsirinde; «(Ders mevzumuz) âyet, İki ayrı anlamı ihtiva eder.


1. Tam iki yaşına kadar çocuğu emzirmeye, annesi daha layıktır. An*ne çocuğunu emzirmeye razı olursa, diğer bir süt annesi aramaya, ba*banın şeriata göre hakkı yoktur.


2. Baba doğumundan itibaren tam iki yıl, çocuğun emzirilme ücretini vermekle yükümlüdür. İki yıldan sonra da, çocuk emmek isterse, babası bir ücret vermekle mükellef değildir. Anne, çocuğun emzirilme ücretine ortak değildir. Çünkü Allah (cc), bu ücreti, anne emzirdiği takdirde (anne-baba) çocuğa varis oldukları halde, babaya farz kılmıştır. Çocuğun mira*sına anne ve baba ortak oldukları halde, emzirilme ücretinin temini babaya aittir. Süt emzirme ücretinin babaya farz olması gibi, buluğ cağına (15 yaş) gelmeyen küçük çocuklar ile yaşları büyük sakat çocukların nafaka*larını temin etmede babalarına aittir. Çünkü âyet, açıkça buna işaret eder.» [479] der. [480]




Beşinci Hüküm: «...Mirasçıya Düşen (Vazife) De Bunun Gibidir» Âye*tinden, Maksat Nedir?



Müfessirler, âyette «mirasçı» kelimesinden maksadın ne ve kim oldu*ğu hususunda ihtilaf ederek birkaç görüşe ayrılmışlardır.


A. «mirasçudan maksat, öldüğü takdirde çocuğun mirasçılarıdır. Bu, Atâ, Mücâhid ve Said bin Cübeyr'in görüşüdür Bu görüş sahipleri de ken*di aralarında İhtilaf etmişlerdir. Bir kısmına göre, «mlrascısdan maksat, yalnız hayatta olan çocuğun nafakasını temin eden erkektir. Diğer bir kıs*mına göre de, «mirasçıdan murat, çocuğun varisleri olan kadın ve er*keklerdir. Bu da, Ahmed bin Hanbeı (ra) ve İshak (ra)'ın görüşüdür. Bir başka guruba göre ise, «mirasçından amaç, çocuğun yakın akraba*larıdır. Bu da, İmam-ı Azam'ın (ra}, talebeleri İmam Yusuf (ra) ve İmam Muhammed (ra)'ln görüşleridir.


B. Bazı alimlere göre, «mirasçıdan murat, ölen çocuğun baba mi*rasçılarıdır. Bu da, Hasan ve Suddî'den rivayet edilmiştir.


C. Diğer bazı alimlere göre ise, «mirasçıdan maksat, çocuğun anne ve babasından biri öldüğü takdirde, diğeridir. Bu da Süfyan-ı Sevri {rof'nin görüşüdür.


D. Bir gurup alime göre de, âyette, «mirasçımdan gaye, çocuğun ken*disidir. Çünkü malı olan çocuk nafakasının, kendi malından verilmesi farz*dır Taberî bu görüşler içersinde, en son görüşü tercih etmiştir. [481]




Âyetten Alınacak Dersler



1. Çocuklarını emzirmek, annelerinin görevidir. Çünkü anne sütü, ço*cuğun bünyesine daha uygun ve daha şefkatlidir.


2. Çocuklar, neseb olarak babalarına isnat-edllir. Onun için çocuğa bakmak, yedirmek, giydirmek, barındırmak ve terbiye etmek, babaya aittir ve daha uygundur.


3. Çocuğun nafakası, varsa süt annesinin ücreti, babasının mali du*rumuna göre ayarlanır. Allah (cc), hiç kimseye gücünün yetmeyeceği bir


şeyi yüklemez.


4. Babası ölen çocuğun nafakası, yavrunun varislerine aittir.


5. Çocuğun İki seneden önce memeden kesilmesine karar vermek, anne ve babanın aralarında istişare ederek razı olmalarına bağlıdır. [482]




Âyetteki Teşriî Hikmetler



Allah (cc), anneleri çocuklarını emzirmek için teşvik, etmekte ve em*me süresini de tam iki yılla sınırlandırmaktadır. Çünkü bu süreden sonra çocuk, anne sütüne ihtiyaç duymaz. Yalnız İkj sene zarfında anne sütüne bedel başka bir gıdanın olmadığı ve o sütün çocuk İçin en uygun ve en üstün gıda olduğu tesbit edilmiştir. Çocuğun anne rahmindeki gelişmesi, annenin kanıyladır. Rahimde çocuğu geliştiren kan, çocuğun doğumuyla hemen süte dönüşür. Çocuğun bünyesini oluşturan parçalara o süt, daha uygundur. Dünyaya gelen çocuğun gelişmesi oranında, anne sütü de ge*lişir.


Zaruret halinde başka bir süt anne tutulacaksa, ahlak ve huylarının iyice araştırılması lazımdır. Çünkü süt, çocuğun ahlak ve huylan üzerine büyük ölçüde tesir eder. Çocuk bünyesine etki yapan sütün, kişilik ve karekter oluşumuna da etki yaptığı müşahede edilmiştir. Mesela, yalancı bir kadın sütünü emen çocuğun, yalancı olması büyük ölçüde imkan da*hilindedir.


Çocuğunu emziren kadın, yalnız süt değil, sütle beraber iyi huy, rah-' met ve şefkat gibi duygular da verir. Mesela; hayırsever bir kadın sütünü emen çocuğun, büyük ölçüde hayırsever olması mümkündür. Ahlaksız ve huysuz bir kadın sütü emen çocuğun, kötü huy sahibi olması kesindir.


Terbiye alimleri, eserlerinde bu hususu uzun uzun incelemişlerdir. Ta*rihte büyük devlet adamları, çocuklarının yetişmesi için bizzat annelerine emzlrtirlerdi. Ne yazık ki, günümüzde bu durum hiç düşünülmeden çocuğuv emzirmemek bir moda haline gelmiştir. Çocukları emzirmeyi terketmedeki amaç, annelerin göğüs zerafetlerinln bozulmamasıdır. Çağımızın zengin


hanımları, doğumdan hemen sonra çocuklarını çeşitli gıdalarla besleyerek sütten kesmektedirler. Bununla yetinmeyerek, zevk ve eğlencelerine mani olmamaları İç-in, çocuklarını ana okullarına koyarak orada terbiye ettir*mektedirler.


Geçmişte yetişen çocukların anne ve babaya gösterdikleri saygı ile günümüzde yetişen çocukların anne ve babaya gösterdikleri saygı muka*yese edildiği zaman, geçmişte yetişenlerin anne ve babaya ne kadar say*gılı oldukları ortaya çıkar. İşte bundan dolayı Allah (cc) bizzat annelerin çocuklarını emzirmelerini emir ve tavsiye etmiştir. [483]

Prof. Dr. Sinsi 08-04-2012 03:21 AM

Tefsir Dersleri...
 

19. DERS KOCASI ÖLEN KADININ IDDET SÜRESİ



234 — İçinizden ölenlerin (geride) bıraktıktan zevceler, kendi kendi*lerine dört ay on (gün) beklerler. İşte bu müddeti bitirdikleri zaman artık onların kondiîeri hakkında meşru vech ile yaptıkları şeyden dolayı size günah yoktur. Allah, ne işlerseniz (hepsinden) hakkıyla haberdardır.




Ayetin Lafzı Tahlili



(Yüteveffevne): ölürler, manasınadır.


(Yezerûne): Terkederler anlamındadır.


(Ezvâcen): Ezvâc kelimesi, âyette «kadınlar» mana*sında kullanılmıştır.


(Yetarabbesne): Beklerler demektir,


(Belağne ecefehünne): Ecel kelimesi, tayin edilen süre manasındodır Ayette ise, «iddetinl dolduranlar» anlamında kullanılmıştır


(Habirin): «Her şeyin gizil ve açık olanını bilen» anlamındadır. [484]




Ayetin Icmali Manası



Allah (cc), icmalen şöyle buyuruyor; «İçinizde ölen erkeklerin geride bıraktıkları hanımların, kendi kendilerine dört ay on gün beklemeleri farz*dır. Bu bekleyiş müddeti içersinde, kadınların güzel elbise giymemelerini, koku. sürmemelerini, hiçbir toplantıya katılmamalarını ve erkeklerin de İddet bekleyen kadınlara evlenme teklifi yapmamalarını Allah (cc) emret-1 mistir.


Allah (cc)'ın emrettiği şekilde İddet müddetlerini kocalarının evlerin*de tamamlayan kadınların velileri İçin, onları evlendirme hususunda hiç bir günah yoktur. O süreden sonra kadınların güzel koku sürünmeleri ve güzel elbise giymeleri de serbesttir.


Allah (cc), iş ve amellerinizi en iyi bilendir. Sizin gizli yaptıklarınızı dahi sizden daha iyi bilir. O'ndan sakınınız ve emrettiğini, mutlaka em*rettiği şeklide yapınız.» [485]




Ayetin Tefsirindeki İncelikler



Birinci incelik: Arap dili ve edebiyatıyla İlgili olduğundan alınmamış*tır.


İkinci İncelik: Âyetteki, «zevç» kelimesi, hem erkeğe, hem kadına de*nir. Gerçekten İki şeyden meydana gelen şeye «2evc» denir. Bunun için kadın ve erkeğin birleşmesine de «zevç» denmektedir.


Zevciyet (evlilik)'(en maksat, ikisinin de her hususta birlik olmaları*dır. Bu birliği Allah (cc), âyette tek bir kelime olan «zevç» ile ifade et*miştir.


Üçüncü incelik; Ibn-i Cerir et-Taberl; «Ümmü Seleme (ra)'den varit olan rivayete göre, kocası ölen bir kadın, gözünün ağrıdığını, bunun İçin gözüne sürme çekip çekmeyeceğini sorunca, Resulullah (sav), «Sizler cahiliyet devrinde en pis elbise İle bir sene beklerdiniz.'Sonra da yanınız*dan geçen köpeğe, bir koyun veyd deve dışkısı atardınız. Cahiliyet devrin*de bir sene bekliyordunuz da, şimdi dört ay on gün beklemeye dayana*mıyor musunuz?» buyurdu» [486] der.


Dördüncü incelik: Kocası ölen bîr kadın için, dört ay on gün gibj bir süre tayin edilmesi ve o müddet İçersinde güzel elbise giymeyi ve koku sürmeyi terketmesinln talep edilmesinden maksat şudur: Kadının dört ay on gün iddet beklemesindekj gaye, hamile olup olmadığının bilinmesidir. Çünkü cenin anne rahmine düştükten sonra İlk kırk günde nutfe, ikinci kırk günde kan halini alır. Üçüncü kırk günde ise çocuğun uzuvları te*şekkül eder ve tam bir çocuk şeklini alır. Bu hususa Resulullah (sav)'ın sarih ve sahih hadisi de delalet eder. Yüzyirmi günden sonra çocuğa ruh verilir. İşte bu on gün de çocuğun canlanma müddeti olarak sayıldığın*da toplam 4 ay on gün olur. [487]




Âyetteki Şer'ı Hükümler



Birinci Hüküm: (Mevzumuz) Âyet, Kocası Ölen Kadının Bir Sene İddet Beklemesini Emreden Âyeti Nesheder Mi?



Cumhur'a göre, mevzumuz âyet, «Sizden zevceler(inl geride) bırakıp ölecek olanlar eşlerinin (kendi evlerinden) çıkanimayarak yılına kadar fa [delen meşin İ (bakılmasını) vasiyet (etsinler)...» (Bakara: 240) âyetini nes-hetmlştir. Günkü iddet, önce bir yıldı. Sonra o hüküm neshedilerek, dört ay on güne indirildi. Okuma sırasına göre her ne kadar mevzumuz âyet, neshedilen âyetten önce ise de, Allah (cc) tarafından inzal buyurulduğun-da önce neshedilen âyet, daha sonra da neshedici ayet gelmiştir. Çünkü Kur'an'ın bu tertibi, nüzul sırasına göre değil, Resuiuliah (sav)'ın emri ile. sıralanan şekildir, öyleyse (mevzumuz) âyetin, kendisinden altı âyet son*ra gelen 240. âyeti neshetmesi doğrudur. Bazı alimlere göre de 240. âye*tin hükmü neshedilmemiş, yalnız ihtiva ettiği bir yıllık iddet süresi, 234. âyetle noksanlaştırılarak dört ay on güne indirilmiştir. Yolcu bir kimsenin namazlarının dörtten tki'ye indirilişi, nesh değil, noksanlaştırma olduğu ve*ya müddetleri bakımından iki âyetin ihtiva ettiği hükümlerin biri diğerini nesh değil, hükmünü bir yıldan noksanlaştırarak dört ay on güne indirdiği gibi. Buna nesh değil, hafifletme denir.


Kurtubî'ye göre, bu görüş açık bir yanılgıdır. Çünkü iddetin bir yıldan dört ay on güne indirilişi nesh'tir. Yolcunun, yolculukta kıldığı iki rekat namazın buna benzer tarafı yoktur. Bunlar birbirleriyle kıyaslanmazlar. Zira namaz yolcu için dört rekattan iki rekata kısaltılmış değil, yolcu için zaten farz olan iki rekattır. [488]




İkinci Hüküm: Kocası Ölen Hamile Kadının, İddet Süresi Ne Kadardır?



Kocası ölen hamile bir kadının İddet müddeti, doğumuyla sona erer. Çünkü Allah (cc), «...Yüklü kadınların İddetleri ise, yüklerini vaz' etme*leri ile (biter)...» (Talâk: 4) buyurmuştur. Kİ bu âyet, «İçinizden Ölenlerin (geride) bıraktıkları zevceler, kendi kendilerine 4 ay 10 (gün) beklesinler...»


âyetindeki umumi ifadeden, hamile kadınlar ite ilgili hükmü, istisna etmiş*tir. Bu da cumhur'un görüşüdür. Hz. Ali (ra) ve Hz. İbn-i Abbas (ra)'dan varit olan rivayete göre hamile kadın, en uzun iddeti bekler. Yani kocası Öldüğü zaman hamile olan kadın, henüz dört ay on günü tamamlamadan doğum yapsa dahi, dört ay on günü beklemek zorundadır veya 4 ay on günü doldurduğu halde henüz doğum yapmayan kadının, doğumu bekle*mesi mecburidir. Bu surette en uzun süreyi beklediğinden iddet hakkında nazil olan her iki âyetinde hükümünü yerine getirmiş otur. Kadın, «Doğum*la iddetlm bitmiştir. Âyet böyle söylüyor» derse, kocası ölen kadınların dört ay on gün İddet beklemelerini emreden âyetin hükmü ile amel etmemiş olur.


Kadının her iki âyetin emirleriyle amel etmesi, birini tercih etmesin*den daha iyidir.


Kürtubî bu hususta, «Hz. Ali (ra) ve Hz. İbn-i Abbas (ra)'in görüşü Resulullah (sav)'ın sahih hadisi -cumhurun delillerinde anılacaktır- olma*saydı, güzel bir görüştü» der.


Cumhurun delilleri:


«Kocası ölen hamile bir kadının iddet süresi, doğumu ile sona erer» görüşlerini Kur'an ve hadisten getirdikleri delillerle isbat ederler.


A. Kur'an'dan delili: «...Yüktü kadınların İddetleri ise, yüklsrlnj vaz etmeleri İle (biter)...» (Talâk: 4} âyetidir. Umumi bir hükmü ifade eden âyet, kocası ölen hamile kadın veya kocası tarafından boşanan hamile kadını da kapsar.


B. Hadisten delili:


«Bedir savaşma iştirak eden Saad İbn-i Halet (ra)'tn Sübeyat ei-Es-lemiyye (r.anha) isimli bir hanımı vardı. Hamile İdi. Veda Haccında İken kocası vefat etti. Kocasının ölümünden hemen sonra doğum yaptı. Lohu-salıktan temizlendikten sonra güzel elbiseler giyindiğini gören Ebu Senâ-bll bin Bağlebek O'na, «Seni çok süslenmiş görüyorum. Evlenmek* mi isti-


yorsunuz? 4 ay 10 günü dolduruncaya kadar evlenemezsiniz» dedi. Kadın, durumu Resulullah (sav)'a anlattı. O, «Evlenmek istiyorsanız evlenebilir*siniz» buyurdu.» [489] hadisinde, Resulullah (sav)'ın «Evlenmek istiyorsanız evlenebilirsiniz» buyruğundan, hamile bir kadının iddet süresinin, doğumla sona ereceği anlaşılır. Bunun sayılı bir günü ve zamanı yoktur.


İbn-i Abdülber, İbn-i Abbas (ra)'ın naklettiği hadisi gördükten sonra, görüşünden dönerek, hamile bir kadının doğumla iddetinin sona ereceğini kabul etmiş ve bu husustaki tüm fetvalarını bu hadisin muhtevasına göre vermiştir. Zaten bütün İlim adamlarının görüşü de bu doğrultudadır. [490]


Kurtubî, bununla ilgili olarak şöyle demektedir: «İbn-i Abbas (raj'ın naklettiği hadis ile, «...Yüklü kadınların iddetleri ise, yüklerini vaz' etme*leri İle (biter)...» (Talâk: 4) âyeti, umumi olarak kocasından boşanan ve kocası ölen kadınların İddet hükümlerini ihtiva eder. Âyette, dört ay on gün olarak îesbit edilen İddet süresi, kocası ölüpte hamile olmayan ka*dınlara mahsustur.» Kurtubî'nin bu görüşlerini, İbn-i Mesud (ra)'un görüşü takviye eder. Günkü kocaları ölen hamile kadınların iddet süreleri, husu*sunda nazil olan âyet, kocaları Ölen kadınların iddet süreleri hususunda nazil otan âyetten daha sonra nazil olmuştur. [491]




Üçüncü Hüküm: İhdâd Nedir? Kocası Ölen Kadın, Ne Kadar Tahdid Ya*par?



İslâm, kocası ölen hamile kadının doğuma kadar, hamile olmayan ka*dının ise, dört ay on gün tahdid yapmasını farz kılmıştır. Yalnız bir kadı*nın kocası değil, bir yakını vefat ederse, üç gün tahdid yapması lazımdır. Üç günden fazla yaparsa, haramdır. Günkü Buharı ve Müslim'de olan: «Ben (Zeynep binti Ümmü Selemete), Resulullah (sovj'ın zevcesi Ümmü Habibete (ra)'ye, babası Ebu Süfyan (ra)'ın ölümünden üç gün sonra ta*ziye için gittim. Cariyesinden istediği kokuyu süründükten sonra, «Allah {ccj'a yemin ederim ki, güzel koku sürmeyi şu anda hiç arzulamıyordum. Fakat Resuiultah (sav)'tan İşittim ki «Allah'a ve ahiret gününe İnanan ya*kın akrabası ölen bir kadının, üç günden sonra koku sürmemesi ve güzel elbise giymemesi haramdır» buyurdu» hadisi bunu teyid eder.


İhdâd, süslenmeyi, koku sürmeyi, ellere kına yakmayı terketme, yani kocası öten bir kadının bunlarla beraber gelecekte muhtemelen evlenebiİeceği erkeklerden de kaçınması anlamındadır. Kocası ölen bir kadına, dört ay on günlük bir süre içersinde bunları terketmesini, yalnız kocasının, kendisi üzerindeki büyük hakkından ötürü Allah (cc), farz kılmıştır.


Şüphesiz evlilik bağı, en kutsal bir bağdır. Kadının ne islâmi, ne de ahlaki bakımdan, kocasının kendj üzerindeki hakkı ile evlilik bağını unut*ması, hiç te doğru değildir. Cahiliyet devrinde kadın, ölen kocası için bir sene koku sürmeyi, güzet elbise giymeyi ve kına yakmayı terkederdi. İs*lâm ise, bir senelik tahdidi neshederek, dört ay on gün beklemeyi farz kıl*mıştır.


Resulullah (sav)'m zevcelerinden Ümmü Seleme (ra)'den varit olan rivayete göre; bir kadın gelerek; «Ya Resulullah (sav), kızımın kocası öldü. O'nun ise gözleri hastadır. Gözlerine sürme çekebilir miyim?» deyince Resulullah (sav), «Hayır, hayır, dört ay on gün bekledikten sonra dediği*nizi yapabilirsiniz. Siz cahiliyet devrinde bir sene bekliyordunuz da, şimdi dört ay on gün bekliyemiyor musunuz?» [492] buyurdu.


Zeynep binti Ümmü Selemete (ra) şöyle rivayet ediyor,; «Cahiliyet dev*rinde kocası ölen bir kadın, küçük karanlık bir odaya kapanarak, en kötü bir elbiseyi giyer, hatta bir sene hiç yıkanmadan beklerdi. Bir senelik sü*reden sonra kendisine verilen davar ve keçi dışkısını atardı. Bundan mak*sat da, çileli ve çirkin bir vaziyette kocası için geçirilen bir yıllık sürenin, dışkı kadar kıymetinin olmadığım göstermek idi.» [493]


Bazı alimler, «...İşte bu müddet* bitirdikleri zaman artık onların ken*dileri hakkında meşru veçhile yaptıkları şeyden dolayı size günah yoktur»


âyetinden, kadının tahdidle iddet beklemesini anlamışlardır, Bu ince ve güzel bir anlayıştır. Diğer bazı alimlere göre de, ihdâd'tan maksat, güzel koku sürmemek, süstü elbise giymemek ve kına yakmamak değil, özel*likle evlenmemektir. Yalnız bu görüş, çok zayıftır.


İbn-i Kesir'e göre ihdâd'dan murat, güzel kokuyu terketmek, tezyi-natlı elbise giymemek ve mücevherat takmamaktır. Bu ihdâd, kocası ölen kadın için farzdır. Talak-ı rtc'i ile kocasından ayrılan bir kadının, iddet süresinde bunları terketmesj farz değildir. Talak yoluyla kocasından ta*mamen ayrılan bir kadının, koku sürmesi, güzel elbise giymesi ve mücev*herat takıp takmaması hususunda iki görüş vardır. Sahih olan görüş şu*dur: Kocası ölen kadının, iddet müddetindeki gibi, talak yoluyla kocasından tamamen ayrılan kadının da mücevherat takmayı, koku sürmeyi ve güzel elbise giymeyi terketmes! farz değildir. Terketme hali, ancak kocası ölen kadınlara mahsustur.


Kocası ölen yaşı küçük, adetten kesilmiş, hür ve cariye kadından han*gisi olursa olsun zineti, kokuyu ve güzel elbiseyi terketmesi farzdır. Çünkü âyet, umumu ifade etmektedir. [494]




Dördüncü Hüküm: Kadının İddet Beklemesi, Neden Farzdır?



Alimler, kadının iddet beklemesinin hikmeti hususunda, bir cok neden Jer saymışlardır. Bunları kısaca aşağıya alıyoruz,


1. Kadının hamile otup olmadığının bilinmesidir. Bu da, nesep karışık*lığı olmaması içindir. Çünkü kocası ölen bir kadına iddet beklemek farz olmasa da, kadın hemen evlense, hamile kaldığı takdirde doğuracağı ço*cuğun babasının hangi kocası olduğu bilinmezdi. Bu bilgisizlik, çocuğa karşı bir ilgisizlik meydana getireceğinden, islâmın emrettiği kurallar çer*çevesinde yavrunun yetiştirilemeyeceğl, herkes tarafından bilinen bir ger*çektir. Tüm bu ihtimallere karşı islâm, kadının iddet beklemesini emret*miştir.


2. Allah (cc), yalnız mü'min kadınların iddet beklemesini emretmiştir. Bu emre uymak ibâdettir.


3. Kadınların, ölen kocalarına acıdıklarını ve aile hayatlarının unutul*maz bir yaşantı olduğunun bilinmesi içindir.


4. Talak-ı ric'î ile ayrılan kadınlar, müracaat yoluyla eski kocalarına tekrar dönebllme ve kocalarında bu sürede, hanımlarına tekrar ricat et*me veya tamamen ayrılma fırsatı verilmesi içindir.


5. NİJcahın büyüklüğünü ve onun için uzun bir süre beklenmesinin lazım geldiğini, insanların idrak, etmesi içindir. İddet olmasaydı, kadınların evlenip ayrılmaları çocuk oyuncağına benzerdi. [495]




Âyetteki Teşrii Hikmetler



Altah (cc), aile şerefinin korunması, dağılmaması ve nesebin karış*maması İçin mü'min kadına iddet beklemeyi farz kılmıştır. Kocası ölen kadınlara Iddetle birlikte, aile hayatına saygı duyulması, evliliğin çok fa*ziletli ve güzel bir şey olduğunun açıklanması için Allah (cc), zînet tak--fmamayı,ve koku sürmemeyi emretmiştir.


Halbuki cohiliyet devrinde Iddet bir sene olduğu gibi kadın, en çirkin bir elbiseyle, en karanlık bir odada oturur, zlnetf ve kokuyu terkederek yıkanmaz, suya elini sürmez, tırnaklarını kesmez ve saçlarını da taramaz-dı. Bu çileli bir yılı bitirdikten sonra en kötü bir koku ve elbiseyle ortaya ;i çıkar, kendfsine verilen koyun veya deve dışkısını, bir köpeğe atardı. Mak*sat da, ölen kocasının hakkının çok büyük olduğunu sözüyle değil, yaşan*tısıyla göstermekti.


İslâm, cahiliyet devrindeki bu çirkin durumu düzelterek kadının, yalnız güzel koku sürme ve güzel elbise giymeyi terketmesini istemiş, iddet sü*resinin çirkin ve pis bir şekilde değil, intizamlı ve düzenli bir şeklide geçi*rilmesini emretmiştir. Çünkü temizlik, islâmın şfarındandir. Kadınlar bu iddet süresini, dilediği evde geçirebileceği gibi yakınları yanında da geçi*rebilir. Hatta kadınlar arasındaki toplantı günlerine dahi katılabilirler.


Bugünkü kadınlar, islâmın bir çok emirlerine uymadıkları, özellikle şeriatın yasak ettiği fahiş bir sesle ağlama, bağırma, yeme, İçme ve gi*yinmeyi dahi terkediyorlar. Bunlar yalnız kocalarının ölümünde değil, ba*ba, kardeş ve çocuklarının ölümlerinde de bunu yapıyorlar. Hatta bir çok kadınlar, kocalarının ölümlerinden hemen sonra güzel elbise giyme, koku sürünme ve yabancı erkeklerle konuşacak kadar kendilerinde cesaret bu*luyorlar. Halbuki bu hususta en iyisi cahiliyet adetlerini değil, islâmın emrettiğini yapmaktır. Günkü islâm, söz İle değil, öz ile. her haliyle bir ya*şama nizamıdır. [496]

Prof. Dr. Sinsi 08-04-2012 03:21 AM

Tefsir Dersleri...
 

20. DERS İDDET SÜRESİNDE KADINA İŞARETLE DÜNÜR OLMA

VE KADININ EVLİLİKLE MİHRE HAK KAZANMASI



235 — (Vefat İddetini bekleyen) kadınları nikahla isteyeceğinizi çıt*latmanızda, yahut böyle bir arzuyu gönüllerinizde saklamanızda sizin ü-zerinfce bir vebal yoktur, Allah bilmiştir ki, siz onları mutlaka hatırlaya*caksınız. Ancak kendileriyle gizlice vaadleşmeyin. (Çıtlatmak suretinde) meşru bir söz söylemeniz ise başka. (Farz olan iddet sonunu), buluncaya kadar da nikah bağını bağlamaya azmetmeyin. Ve bİİİnki Allah kalblerl-nlzde olanı muhakkak biliyor. Artık ondan sakının ve yine bilin ki, şüphe*siz Allah çok yarlığayıcıdır, gerçek hilim sahibidir (cezada acele edici de*ğildir).


236 — Kendileriyle temas etmediğiniz, yahut kendilerine bir mehir ta*yin eylemediğtnİz kadınları boşamışsanız (burda) üzerinize vebal yoktur. Onlar -zengin olan(ınız) kudretlnce, darda buluna(nınız) da halince (olmak üzere- maruf bir fa ide ile faidelendirinlz. Bu iyilik etme şiarında bulunan*ların üzerine bir borçtur.


237 — Eğer siz onları kendilerine temas etmeden önce boş ar (fakat daha önceden) onlara bir mehir tayin etmiş bulunursanız, o halde tayin ettiğiniz (o mehrrpn yansı onlarındır. Meğer ki kendileri vazgeçmiş olsun*lar, yahut nikah düğümü ellerinde bulunan kimse bağış yapmış olsun. (Ey erkekler) sîzin bağışlamanız takvaya daha yakındır. Aranızdaki üstünlüğü unutmayın. Şüphesiz ki Allah, ne yaparsanız hakkıyla görücüdür.




Âyetlerin Lafzi Tahlili



(Arredtüm): Arredtüm kelimesi, tariz kökünden türemiştir. Bir şeyi açıklıkla değil, imâ yoluyla söylemek manasınadır.


(Hıtbetinnisâi): He'nin esresiyle okunduğu zoman hi.tbe, bir kadını nikahlomayı talep etmek anlamındadır.


(Eknentüm): Setretme yani örtme manasınadır.


(La tüvaMuhünne sırren): Burada sırdan maksat nikahtır. Çünkü nikah. Karı-koca arasında gizli yapılır. Âyet*teki bu cümlenin anlamı şudur: İddet bekleyen kadınlarla evlenme iste*ğiniz) açıkça değil, üstü kapalı olarak söyleyebilirsiniz.


(Ukdetennikâhı): Ukde kelimesi, düğüm anlamındadır. Nikah kıyımında, kart-koca arastnda icab ve kabul yoluyla ya*pılan anlaşmaya akit denir. Düğüm, bir şeyin yapılmaması için olduğu ka dar, nikahta karı-kocayı birbirine bağlamak için de kullanılır.


(Ecelehü): Ecel, yazılı olan bir şeyin sonu manasına*dır. Buradaki anlamı şudur: Allah (cc)'m kadına farz kıldığı iddet müddeti


(Fahzerûhü): Allah (cc)'ın azabından korku*nuz ve emrine muhalefet etmeyiniz.


(Haiîmün): «Allah (cc), vereceği azabı erteler» anlamındadır.


(El-Mûsıı): Genişlikte olan, İstediğini istediği zaman yapabilen kimse demektir. İlim lisanında, zengin kişiye musiğ de*nilmesi; her istediğini, istediği zaman yapabildiği içindir.


(El-Muktiri): Sıkıntı ve darlıkta olmak manasındadır. Daracık bir yere sıkışan insanın hiç bir şey yapamadığı gibi, fakir bir İnsanda dar bir yere sıkışmış gibi bir şey yapamaz. Bunun için Kur'an lisanında fakire «muktir» denilmiştir.


(Temessuhünne): Mess, bir şeyi elle tutmak anlamındadır.


(Feridaten): Fariza, aslında Allah (cc)'in kullarına farzettiği emirlerdir. Burada fariza'dan maksat, evlenen kadının meh-ridir. Çünkü O da Allah (ccj'ın emriyle farz kılınmıştır.


(Yoöfûna); Âyetteki anlamı, vazgeçer manasınadır. [497]




Ayetlerin İcmali Manaları



Allah (cc), ıcmâlen şöyle buyuruyor: «Allah (cc), kocaları öldükten sonra iddet bekleyen kadınlarla, erkeklerin evlenme arzusu hususunda, hükmünü beyan ederek,.«Ey erkekler, iddet bekleyen bir kadınla evlenme arzusunda bulunmanızda bir günah ve vebal yoktur. Yalnız evlenme ar*zusunu İddet bekleyen kadınlara bildirmeniz açıktan açığa değil, çıtlatma ile'olur. Çünkü evlenme arzusunu gizleyen kişiyi Allah (cc}, muaheze et*mez, hakkıyla bilicidir. Evlenme arzusu, fahiş ve terbiyesizce bir kelimenin olmaması şartıyla yapılırsa, doğrudur. Kadınların iddetleri doluncaya ka*dar, onlarla nikah akdi yapmayınız. Şüphesiz Allah (ccj, gizli hallerinize muttali olduğu gibi, hesabını do soracaktır.


Daha sonra Allah (cc), men ir konuşulmadan yapılan nikah akdinden sonra erkeğin cinsi münasebette bulunmadan kadını boşaması hükmünü açtklar. Böyle bir kadının ayrılmasının günah olmadığını bildiren hükmü beyan etmesindeki hikmet, böyle bir kadını boşamakta hiçbir mahzur ol*madığını açıklamaktır* Bu tür ayrılan kadınlara verilen emsal mehrin yarı*sı ile gönüllerinin hoşedllmesini Allah (cc) emretmiştir. Erkeğin, ayırdığı kadına para vermesi, ayrılmadan doğan üzüntüyü atması ve ayırma olayı*nın bizzat erkek tarafından yapıldığının halk arasında bilinmesi içindir.


Bir miktar mehrin konuşulup nikah akdinin yapılmasından sonra, cin*si münasebette bulunmadan, erkeğin, kadını boşaması halinde, konuşulan mehrin yarısının kadına verilmesi farzdır. Ancak kadın veya velisi olan babasının hakkından vazgeçmesinde bir günah yoktur.


Allah |cc), kadınların boşanmasından sonra onlara İyilik yapılmasının unutulmamasını emretmiştir. Çünkü talak, her ne kadar zaruri bir sebep*ten dolayı olmuşsa da, bunun dünürlerle, insani bağların kesilmesine se*bep olmaması lazımdır. [498]




Ayetlerin Nüzul Sebebi



Hâzin tefsirinde: «Kendileriyle tema* etmediğiniz, yahut kendilerine bir men İr tayin eylenıedl&lniz kadınları boscrmssamz (bunda) üzerinize ve*bal yoktur» âyeti, Ensarlı bir kimsenin, hanımını boşaması üzerine nazil olmuştur. Çünkü o. Beni Han I f ete kabilesinden bir kadınla hiç mehir ko*nuşmadan evlenmişti. Sonra bu kadınla cinsi münasebette bulunmadan boşa m iş ti. İşte bunun üzerine, bu âyet nazil oldu. Resululloh (sav), o adama, «Boşadığınız kadının gönlünü hoş etmeniz için. ona biraz mal ve para veriniz» buyurdu» [499] denir. [500]




Âyetlerin Tefsirindeki İncelikler



Birinci incelik: Kur'an, İddet bekleyen kadına, çıtlatma yoluyla talip olmayı mubah kılmıştır. Çıtlatma şöyle olabilir: Erkek, kadına, «Cok güzel*siniz, iyi bir ev kadınısınız, bir çok kimse sizinle evlenmek ister» gibi söz*lerle hitap edebilir. Erkek, kadına kendi vasıflarını anlatmak suretiyle de bu olabilir.


İbn-i Mübarek. Abdurrahman bin Süleyman'dan, O'da teyzesi Sükey-nete binti Hanzele'den şöyle rivayet eder: «Kocamın vefat iddetini bekler*ken, yanıma Ebu Cafer Muhammed bin Ali gelerek, «Resulullah (sav)'a yakınlığımı, Hz. Ali (ra)'nin torunu olduğumu ve İslâmdakj yerimi biliyor*sunuz» dedi. O'na, «İddette olduğumu bildiğiniz halde benimle evlenmek mi istiyorsunuz? İddet süresinde evlenmenin haram olduğunu ve Allah (cc)'ın seni muaheze edeceğini bilmiyormusunuz?» dedim. O. «Ben öyle bir şey söylemedim. Yalnız İslama ve Resulullah (sav)'a yakınlığımı ifade ettim. Bİlmiyormusunuz ki, Resulullah (sav), kocası Ebu Seleme'nin vefatı üze*rine İddet bekleyen, Ümmü Seleme (raj'nfn yanma giderek Allah (cc} ya*nındaki yerini anlatmıştı. O'nun bu anlatışı, eğer evlenmek talebi olsaydı, onu yapmazdı» dedi.» [501] Bu hadis ve hadiseden anlaşılıyor ki. iddet bek*leyen bir kadına dvlenme teklifinde bulunmak haram, evlenme arzusunu çıtlatmak ise mubahtır.


İkinci İncelik: Zemahşerİ; ««...Ancak kendileriyle gizlice vaadleşme-yin...» âyetinde, «gizlice» kelimesinden maksat, cinsi münasebettir. Yal*nız cinsi münasebet denilmeyîp, kinaye bir ifade ile «gizlice» denilmiştir. Çünkü o iş, mutlaka gizli yapılır. Sonra Aliah (cc)'ın «cinsi münasebet» yerine «nikoh» tabirini kutlanması o işin, sahih bir nikahla yapıldığında meşru olacağı içindir.n [502] demektedir.


Üçüncü incelik: «...Nikoh bağını bağlamaya azmet (meyin...» âyetinde «azim» kelimesinin anılması, iddet halindeki kadının bilfiil nikah yapmak*tan şiddetle kaçınmasına delalet eder. Çünkü bir şeyi yapmaya azmetmek. onu yapmaktan öncedir. Allah (cc)'m nikah akdi azmini yasaklamasından, akdinde kesinlikle yasak olduğunu görürüz,


Dördüncü incelik: «Kendileriyle' temas etmediğiniz...» âyetinde, «cin*si münasebet» yerine, «temas etmeme* tabirinin kullanılması, Kur'an üs-lubundaki edebi gösterir.


Ebu Müslim bu hususta; «Allah {cc)'ın «cinsi münasebet» yerine «te*mas etmeme» tabirini kullanmasından kastı, kulların aralarındaki konuş*malarda edebli olmaları lazım geldiğini göstermek içindir» [503] diyor.


Beşinci İncelik: «Sizin bağışlamanız takvaya daha yakındır. Aranızdaki üstünlüğü unutmayın...» âyetinde hitap, kadın ve erkeğin her ikisine bir*dendir. Yalnız erkeklere değildir, imam Fahreddin er-Râzî, «Kadınlar ve erkekler arasında müşterek hükmü ifade eden âyet ve hadîslerde hitap, yalnız erkekleredir. Çünkü asıl olan, erkeklerdir» [504] der.


Altıncı İncelik: Mehir konuşmaksızın akdedilen nikahtan sonra cinsi münasebete bulunmadan ayrılan kadına, erkeğin bir miktar mal verme-sindekl hikmet, kadını malla taltif etme, haysiyet ve şerefinin rencide edil*memesi İçin boşamanın kadın tarafından değil, yalnız erkek tarafından ya*pıldığını herkesin bil m es j içindir.


ibn-i Abbas (ra)'a göre, kadını boşayan erkek, zenginse, ayırdığı ka*dına bir cariye, fakir ise üç adet elbise vermelidir.


Yedinci incelik: Hasan bin Ali (ra)'nin boşadığı bir kadına taltif ola*rak on bin dirhem para verdiği rivayet edilir. Hz. Hasan (ra)'nın hanımını boşama nedenini tarihçiler şu şekilde aktarırlar: Aişe el-Has'amiyye (ra), Hz. Hasan (ra)'ın zevcesi idi. Hz. Ali (ra)'nın şahadetinden sonra Hz. Ha*san (ra)'a biat edildiğinde hanımı O'na, «Hilafet seni zayıflatır» dedi. Bu*nun üzerine Hz. Hasan (ra), «Babam şehit edildi, diye sevincini mi açık*lıyorsun? Git, benden üç talak ile boşsun» dedi. Kadın, iddeti bitinceye kadar bir odaya çekildi. Hz. Hasan (ra) nikah akdi sırasında borçlu kal*dığı meblağ ile on bin dirhem parayt boşadığı hanımına gönderdi. Parayı alan kadın, «Sevgilimden ayrılma karşılığı gönderilen bu para azdır» diye*rek ağlamaya başladı. Kadının bu hali elçi vasıtasıyla Hz. Hasan (ra)'a bil*dirilince, «Eğer onu üç talakla ayırmasaydım, ricat ederek tekrar alırdım» dedi.»[505]




Ayetlerdeki Şer’i Hükümler


Birinci Hüküm: Iddet Bekleyen Kadına, Evlenmek Maksadıyla Talepte Bulunmanın Hükmü Nedir?



İddet bekleyen kadınlara üç türlü evlenme isteğinde bulunulabilir.


1. Çıtlatma veya açıktan isteme: Bu tür evlenme isteğinde bulunu*lan kadın, hiçbir erkeğin nikahında olmayan ve iddette bulunmayan ka*dındır. Böyle bir kadınla nikah akdi yapmak veya nikah talebinde bulun*mak caizdir. Yalnız dul veya bakire bir kadına, bir şahsın evienme isteğin*de bulunması halinde, müsbet veya menfi bir cevap alıncaya kadar ikinci bir erkeğin, aynı kadına evlenme teklifinde bulunması dinen yasaktır. Çün*kü Resulullah (sav); «Hiç kimse, müslüman kardeşinin evlenme isteğinde bulunduğu kadından müsbet veya menfi bir cevap alıncaya kadar, evlen*me talebinde bulunmasın» [506] buyurmuştur.


2. Doğrudaı doğruya ve çıtlatma: Bu çeşit evlenme talebinin, evli bir kadına yapılması, caiz değildir. Çünkü'bu tür evlenme teklifi, kadının evlilik hayatını yıkacağından haramdır.


Talak-ı Ric'i ile kocasından ayrılan bir kadına, evlenmek arzusunun doğrudan değil, ima yoluyla bildirilmesi de caiz değildir. Çünkü kadın her ne kadar kocasından Talak-ı Ric'î ile ayrılmışsa da yine evli kadın hük*mündedir. Kocası, iddet süresinde ricat ederek ona dönebilir.


3. Çıtlatma ve imâ yoluyla: Bu şeklide evlenme arzusu, kocası ölen veya üc talakla tamamen ayrılan kadınların iddet süreleri içinde yapılır. Çünkü Allah, «(Vefat iddetini bekleyen) kadınları nikahla İsteyeceği*nizi çıtlatmanızda... bir vebal yoktur...» âyetiyle bunu be/an etmiştir.


Yukarıda vasıfları açıklanan kadınlarla evlenme arzusunda bulunma*nın haram olması ise, âyetin mefhumundan bilinmektedir Çunku Allah (cc)'ın «Çıtlatmanızda bir vebal yoktur» emrinden, evlenme talebinin açık*tan yapılmasının haram olduğu anlaşılmaktadır. Bu durum, İmam Şafiî (ra)'nin görüşüne göredir. [507]




İkinci Hüküm: İddet Bekleyen Kadınla Yapılan Nikah Sahih Midir Yoksa Fasit Midir?



İddet süresinde kadının nikah akdi yapmasını haram kılan Allah (cc) kocası ölen veya üc talakla ayrıian kadınlara, iddet müddetlerinin bitirümesini farz kılmıştır. Çünkü Allah (cc),: (Farz olan Iddet) sonunu bulun*caya kadar da nikah bağını bağlamayı azmetmeyin...» buyurmuştur. Âyet-[ ten anlaşılıyor ki, iddet bekleyen bir kadına, nikah akdi değil, nikaha az*metme dahi haramdır.


Bütün alimler kidet bekleyen kadına yapılan nikah akdinin, fasit ol*duğuna kesinlikle hükmederek İttifak etmişlerdir. İddet müddetinde yapı*lan bir nikah akdi ile cinsi münasebette bulunulsa dahi nikah feshedilir. Bu kadın ve erkeğin tekrar evlenmeleri İmam Malik ve İmam Ahmed bin Hanbel'e göre, ebediyyen haramdır, yani evlenemezler. Çünkü o akit, helal olacak bir şeyi, haram kılmıştır. Babasını öldüren kimsenin, baba mira*sından mahrum kalışı gibi, bu kadınla erkeğin, tekrar evlenmeleri de ebe*diyyen haramdır. Hz. Ömer (ra), iddet süresinde evlenen kadın ve erke*ğin birbirlerine ebediyyen haram olduğuna dafr hüküm vermiştir, İmam Malik (ra) ve İmam Ahmed bin Hanbel (ra) de onun bu hükmüne daya*narak ebediyyen birbirlerine haram olduklarına hükmetmişlerdir.


İmam-t Azam Ebu Hanife (ra) ve İmam Şafiî (ra)'de, iddet süresinde akdedilen nikahın feshedilmesine hükmetmişlerdir- Çünkü Allah (cc)'ın; «(Farz olan iddet) sonunu buluncaya kadar da nikah bağını bağlamaya azmetmeyin...» âyeti, açıkça buna delalet eder. Fasit nikahla evlendiği erkekle, cinsi münasebette bulunan bir ködının İddet başlangıcı, eski iddetinin başlangıcı değil, nikahın feshedilme tarihinden itibaren ki müddet*tir. Bu şekilde iddetlnf tamamlayan bir kadın, başka erkeklerle evlenebi*leceği gibi, fasit nikahla evlendiği erkekle de evlenebilir. Aslında fasit ni*kahla değil, doğrudan doğruya kadınla İddetİ dolduktan sonra evlenmek, helaldir. Bir şeyin helal oluşu da Kur'an, hadis ve Icma İle tesbit edilir. Bu mesele de âyet, hadis ve icmâ'dan bir delil yoktur.


Zinanın hükmü ve günahı, iddet süresinde akdedilen nikahtan büyük olduğu halde, kişinin zina yaptığı kadınla daha sonra evlenmesi haram olmadığı gibi, fasit nikahla evlenen bir kadının, nikah feshinden itibaren iddet bitiminde, aynı erkekle evlenmesi de haram değildir. Hz. Ömer (ra)'ln, nikahları birbirine ebediyyen horam olanlar hususundaki hükmü, her ne-kadar doğru İse de daha sonra bu hükmünden döndüğü kesinlikle tesbit edilmiştir. Hz. Ömer (ra)'in iddet süresinde evlenenlerin nikahlarının fes*hine ve birbirleriyle ebediyyen evlenemeyeceklerine dair hüküm verdiği olayı, aynen aşağıya alıyoruz:


Ibn-i Mübarek, senediyle Mesruk'tan şöyle rivayet eder: «İddet müd*deti dolmayan Kureyşll bir kadın, Arapların Sakif kabilesinden bir erkekle evlendi. Haber Haz. Ömer (ra)'e ulaşınca, her ikisini getirterek nikahlarını feshetti. Her ikisine de işkence yaptırarak ebediyyen evlenemeyeceklerine hükmetti ve kadının nikah mehrini de Beytü'l Mal'den verdirdi. Hz. Ömer (ra)'in bu uygulaması halk arasında yayıldığı zaman, Hz. Ali (ra): «Allah (cc) müminlerin emlrlni bağışlasın. Beytü'l Malden hiç mehir verilir mi? O kadınla erkek cahilce bir iş yapmışlardır. Uygun olan hareket, onların yaptığını Resulullah (sav)'ın sünnetiyle reddetmektir» deyince, kendisine, «Sîz olsaydınız nasıl hükmederdiniz?» diye soruldu. O'da: Kadının erkek*ten mehrini alması lazımdır. İşkence yapmadan birbirinden ayırmak ge*rekir. Kadının iddeti dolduktan sonra erkek isterse, sahih bir nikahla yeni*den evlenebilir» dedi. Hz. Ali (ra)'nin bu husustaki fetva ve hükmü Hz. Ömer (ra)'e ulaşınca, «Siz, bilmeyerek yaptığımız şeyleri, Resulullah (sav)'-ın sünneti İte düzelttiniz» buyurdu.» [508] Hz. Ömer {ra)'in bu ifadesinden, «ebediyyen birbirleriyle evlenemezler» hükmünden döndüğü anlaşılmak*tadır. [509]




Üçüncü Hüküm: Evlendikten Sonra Cinsi Münasebette Bulunmadan Boşanan Bir Kadının Hükmü Nedir?



Tajpk âyetleri, boşanan kadınların hükümlerini beyan ederken, nevi*lerini de izah etmektedir.


1. Nikah akdi sırasında bir mehir tayin edilen ve cinsi münasebette bulunulan boşanmış kadın.


2. Nikah akdi sırasında bir mehir tayin edilmeyen ve cinsi rr.ünasebet-te bulunulmadan boşanan kadın.


3. Nikah akdinde mehir tayin edilen ve cinsi münasebette bulunulmak-sızın boşanan kadın.


4. Nikah akdinde mehir tayin edilmeyen ve cinsi münasebette- bulu*nulan boşanmış kadın.


1. Nikah akdi sırasında bir mehir tayin edilen ve cinsi münasebette bulunulan boşanmış kadının hükmünü; Allah (cc), «Boşanmış kadınlar kendi kendilerine üç hayız ve temizlenme müddeti beklerler (beklesinler)»


(Bakara: 228) âyetiyle beyan etmiştir. Erkek, kadını boşadığı takdirde, meh-rlnden hiç bir şey alamaz. Çünkü Allah (cc), «...(Ey zevçler) onlara (ka*dınlara) verdiğiniz bir şeyi (mehrl, geri) almanız size helal olmaz...» (Baka*ra: 229) buyurmuştur. Âyetten anlaşılan şudur: Erkek, birlikte hayat sürdüğü hanımım zaruret gereği veya kendj arzusuyla boşadığı takdirde, ni*kah akdi sırasında verdiği mehri ve yaptığı masrafları alması haramdır. Hatta erkeğin nikah akdi sırasında tayin edilen mehrin verilmeyen kısmını, hanımını boşadığı zaman ödemesi farzdır.


2. Nikah akdi sırasında bir mehlr tayin edilmeyen ve clnst münase*bette bulunulmadan boşanan kadının hükmünü; Allah (cc), (mavzumuz) âyette beyan etmiştir. Bu tür bir kadının boşanması halinde, kocasının mehir vermesi gerekmez. Yalnız kadını bilinen bir şekilde menfaatlendir-mek (bir miktar para vermek) daha iyidir. Çünkü Allah (cc), «Kendileriyle temas etmediğiniz (cinsi münasebette bulunmadığınız), yahut kendilerine bir mehir tayin eylemedlğintz kadınları boşamışsanız (bunda) üzerinize bir vebal yoktur. Onları -Zengin olan(ınız) kudretince, darda bulunan(ınız) da halince (olmak üzere)- maruf bir faide İle faidelendiriniz...» buyurmuştur. Bu âyet, erkeğe, kadını boşadıktan sonra gönlünü almak için bir miktar para veya mal vermesini tavsiye ediyor. Bu ise sünnettir.


İslâm alimlerinin ittifakına göre, bu tür kadınlara mehir verilmediği gibi, iddet beklemelerine de lüzum yoktur. Çünkü Allah (cc), «Ey iman eden*ler, mü'min kadınları nîkahlayipta, sonra kendilerine dokunmadan (cinsi münasebette bulunmadan) onları boşodığınız zaman sizin İçin üzerlerine sayacağınız bir İddet yoktur...» (Ahzâb: 49) buyurmuştur.


3. Nikah akdinde mehir tayin edilen ve cinsi münasebette bulunma*dan boşanan kadının hükmünü; (Allah (cc}, «Eğer siz onları kendilerine temas etmeden (cinsi münasebette bulunmadan) önce boşar, (fakat daha evvelden) onlara bir mehir tayin etmiş bulunursanız, o halde tayin ettiği*niz (o mehrjin yarısı onlarındır...» (Bakara: 237) âyetiyle beyan etmiştir. Kendisiyle cinsi münasebette bulunulmayan kadının, kocası için bekle*yeceği bir İddet süresi yoktur. Yalnız erkeğin, nikah akdi sırasında tayin edilen mehrin yarısını, boşadığı kadına vermesi farzdır.


4. Nikah ckdinde mehir tayin edilmeyen ve cinsi münasebette bulu*nularak boşanan kadınrn hükmünü, Allah (cc), «...O halde onlardan hangi*siyle faidelendiysenlz (cinsi münasebette bulunduysanız) ücretini takdir edildiği vech İle verin...» (Nisa: 24) âyetiyle beyan etmiştir. Nikah akdi sı*rasında miktarı tayin edilmeyen mehrin, boşanılan kadına verilmesi farz*dır. Mehlr miktarı, boşanılan kadının annesi, kızkardeşlerî, halaları ve tey*zelerinin nikah akidlerinde tayin edilenden aşağı olmamalıdır. Hatta imam Fahreddin er-Râzî'ye göre, bu tür kadınlara ödenecek mehlr meblağı, Al*lah (cc) tarafından farz kılınmasaydı dahi kıyas yoluyla ödenmesi lazım*dır. Şüpheli bir nikahla cinsi münasebette bulunan kadına, boşandıktan


veya nakının feshinden sonra, emsal kadınlara verilen mehir miktarı ka*dar verilmesine icma halinde alimler hükmetmişlerdir. Öyleyse sahih bir nikahla, mehir tayin edilmeden evlenen ve cinsi münasebette bulunan ka-' dinin, şeriatın zaruret saydığı sebeplerden dolayı boşanması halinde, em*saline verilen mehir miktarının, erkek tarafından kendisine verilmesi farz*dır. [510]

Prof. Dr. Sinsi 08-04-2012 03:22 AM

Tefsir Dersleri...
 

Dördüncü Hüküm: Mut'a (Nakit Para Veya Mao'mn Her Boşanan Ka*dına Verilmesi Farz Mıdır?



Allah (cc), «...Onları -zengin olan(ınız) kudretlnce, darda bulunan(ınız) da halince (olmak üzere)- maruf bir faSde ile faidelendirintz» âyetiyle, ni*kah akdinde bir mehir tayin edilmeyen ve cinsi münasebette bulunulmayan her kadına, boşayan kocanın, faideleneceği miktarda nakit para veya mal vermesini farz kılmıştır. Yalnız faklhler, boşanan her kadına bir mik*tar para veya mal vermenin farz olup olmadığı hususunda ihtilaf etmiş*lerdir.


Hasan-ı Basri (ra)'ye göre, boşanan her kadına nakit para veya mal—nikah akdinde mehrin tayini ve cinsi münasebet Önemli değildir— veril*mesi farzdır. Çünkü Allah (cc), «...Boşanan kadınlarında meşru surette faidelenmeleri haklarıdır ki bu, Allahtan korkanlar İçin bir vazifedir.ı (Bakara: 241} âyetinde umumi bir ifade ile emretmiştir.


İmam Malik (ra)'e göre ise, boşanan her kadına nakit para veya mal verilmesi farz değil, müstehaptır. Çünkü Allah (cc), «Bu Al tahtan korkan*lar İçin bir vazifedir», «Bu İyilik yapanlar İçin bir vazifedir», buyurmakta*dır. Eğer ödenecek mehir miktarı farz olsaydı, Allah (cc) mutlak bir ifade ile bunu buyururdu.


Cumhur (Hanefî, Şafiî ve Hanbeli)'a göre de, boşanan her kadına ni*kah akdinde bir mehir tayin edilmemiş İse, nakit para veya mal verilmesi farzdır. Eğer nikah akdinde bir mehir tayin edilmiş ise, bunun verilmesi müstehabtır. Bu görüş, ibn-i Ömer (ra), İbn-i Abbas (ra), Ali (ra)'den rivayet edilmiştir. Bunların toplayıcı olan delillerinin tercih edileceğini ümit edi*yorum. Allah (cc) en iyi bilendir. [511]




Beşinci Hüküm: Mut'a Nedir Ve Miktarı Ne Kadardır?



Boşanılan kadına yardım, ikram ve boşanmadan duyulan üıüntünün telafisi İçin verilen mal, nakit para ve elbiseye mut'a denir. Mut'a miktarı İse boşayan kocanın mali durumuna göre ayarlanır.


İmam Malik (ra)'e göre, boşanılan kadına verilen mut'a miktarı için az veya çok diye bir sınır yoktur.


İmam Şafiî (ra)'ye 9Öre İse, boşanılan kadına, zengin olanın bir mik*tar malla birlikte bir cariye vermesi müstehaptir. Orta halli bir İnsanın 30. dirhem, fakir bir kişinin de bir çarşaf vermesi lazımdır. [512]


İmam-ı Azam Ebu Honife (ra)'ye göre de, boşanılan bir kadına mut'a olarak, en az namazda bütün vücudunu örtecek kadar bir elbise verilmesi lazımdır. İmam Ahmed bin Hanbel (ra)'den nakledilen İkinci bir görüşe gö*re, mut'a, kocanın fakirlik ve zenginlik durumuna göre ayarlanır. Bu da zamanın hakiminin içtihadıyla belirlenir. Bu görüş, hepsinden daha tercih-İldir. [513] Allah (cc) en iyi bilendir. [514]




Ayetlerden Alınacak Dersler



1. Kocasının vefat Iddetinİ bekleyen veya üç talakla ayrılan bir kp-dına, İddet süresi içinde çıtlatma yoluyla evlenme talebinde bulunmak caizdir.


2. İddet bekleyen kadınla, nikah akdj yapmak haramdır ve akltde fa*sittir.


3. Mehir tayini yapılmayan her kadına, boşanması halinde nakit para veya mal vermek farzdır. Eğer nikah akdi sırasında mehlr tayin edilmişse kadın boşandığında, onu menfaatlendirmek müstehoptır.


4. Evlendiği bir kadınla cinsi münasebette bulunmadan şeriatın zaru*ret kabul ettiği bir sebepten ötürü erkeğin boşanması mubahtır.


5. Nikah akdi sırasında bir mehir tayin edilen ve cfnsi münasebette bulunulmadan boşanan kadına, mehrin yarısının verilmesi farzdır. [515]




Âyetlerdeki Teşriî Hikmetler



Mehir tayin edilmeyen ve ctnsi münasebette bulunulmadan boşanan kadına nakit para veya mal verilmesi farzdır.


Nikah akdi sırasında mehir tayin edilen ve cinsi münasebette bulu*nulan veya bulunulmayan kadına, nakit para veya mal verilmesi müstehab-tır.


Bir kimsenin, evlendiği kadınla cinsi münasebette bulunmadan bo*şanması halinde, nikah akdinde mehir tayin edilmişse emsal kadınların ni*kah akidierinde tayin edilen mehrin yarısını vermesinin hikmeti nedir? Şüphesiz nikah akdinden sonra cinsi münasebette bulunmadan kadının erkek tarafından boşanılması, ona hakarettir. Halk içersinde kadın hakkın*da şüpheler uyandıracağından Allah (cc), tamamen suçsuz olduğu ve boşanmanın tamamen erkek tarafından yapıldığının bilinmesi için, meh*rin yarısının verilmesini emretmiştir. Halk içersindeki, «Filankes, filan ka*dından ayrıldığında şu kadar para verdi. Eğer kötü bir kadın olsaydı ve*ya başka bir suçu olsaydı verir miydi?» sözleri, bir yerde boşanan ka*dının temizliğine, İffetine şehadettir. Kadına verilen menfaat, yaraya sü*rülen merhem gibidir. Merhemin yarayı tedavi etmesi gibi.-menfaatlendir-me de, kadının duyduğu ayrılık ızdırabını tedavi eder.


İslâm, iffet ve namusumuzu korumayı emrettiği kadar, müslümanla-rın haysiyet ve şereflerini de korumamızı emreder. Bunun içindir ki ço*ğunlukla karı-koca arasında ayrılıklar, geçimsizlikten olur. Ayrılma anla*rında dahi iyilik yapmayı ve herkesin iyi olmasını düşünmeyi unutmama*mız lazımdır. Çünkü Allah (cc), «...Aranızdaki üstünlüğü unutmayın..,» (Bakara: 237) buyurmuştur. Şüphesiz nikahla oluşan dünürlük bağları, mukaddestir. Bir aileden birisiyle evlenene düşen, boşandığı zaman dahi, onların haklarını ve sevgisin) unutmamaktır. Bu günkü müslümanların ya*şantısı nerede? Kur'anın emrettiği yaşama tarzı nerede? Yaşantımızla, Kur'anın emrettiği hayat tarzının bir olması lazımken ne kadar ayrı ol*dukları gözler önündedir. [516]

Prof. Dr. Sinsi 08-04-2012 03:22 AM

Tefsir Dersleri...
 

21. DERS FAİZİN SOSYAL ZARARLARI



275 — Riba (faiz) yiyenler, kendilerini şeytan çarpmış (birer mecnun) dan başka bir halde (kabirlerinden) kalkmazlar. Böyle olması da onların; «alım satım da ancak riba gibidir» demelerindendir. Halbuki Allah alış*verişi helal, ribcyı (faizi) haram kılmıştır. (Bundan böyle) kim Rabbinden kendisine bir Öğüt gel ipte (faizden) vazgeçmezse ona ve işi (hakkındaki hüküm) de Allah'a aittir. Kim de tekrar (faize) dönerse onlar o ateşin ya*nanıdırlar ki orada onlar (bir daha çıkmamak üzere) ebedj kalıcıdırlar.


276 — Allah ribanın bereketini tamamen giderir. Sadaka(sı verilen)-lerl ist arttırır. Allah (haramı helal tanımakta ısrar eden) çok kafir, çok günahkar hiç bir kimseyi sevmez.


277 — İman eden, iyi iyi amel (ve hareketlerde bulunan, namazı(nı) dosdoğru kılan, bir de zekatı(nı) veren kimselerin (evet), onların Rableri İndinde mükafatları vardır. Onlara hiçbir korku yoktur. Onlar mahzun da olacak değillerdir.


278 — Ey iman edenler, (gerçek) müminler iseniz Allah'tan korkun, faizden (henüz alınmamış olupta) kalanı bırakın (almayın).


279 — İşte (böyle) yapmazsanız Ailaha ve peygamberine karşı harb(e girmiş olduğunuzu) bilin. Eğer (tefeciliğe) tevbe ederseniz, mallarınızın başları (sermayeleriniz) yine sizindir. (Bu suretle) ne haksızlık yapmış ne de haksızlığa uğratılmış olmazsınız.


280 — Eğer (borçlu) darlık İçinde bulunuyorsa ona geniş bir zamana kadar mühlet (verin). Sadaka olarak bağışlamanız ise sizin için daha hayırlıdır. Eğer bilirseniz.


281 — öyle bir günden sakının ki (hepiniz) o gün Allah'a döndürü*leceksiniz. Sonra herkese kazandığı tastamam verilecek, onlara haksızlık edilmeyecektir.




Âyetlerin Lafzî Tahlili



(Erribâ): Lügatta riba, mutlak artış manasınadır' Şeriat*ta İse, para sahibinin, borçludan ana paranın dışında aldığı fazla paraya denir,


(Yetehabbeduhû): Tehabbüd Kökünden türeyen yetehabbedühû fiili, dengesiz vuruşa denir.


(El messi): Lügatta messi kelimesinin asıl manası, ot sürmektir. Âyette ise, deli anlamında kullanılmıştır.


(Mevızatün): Hayrı hatırlatma manasındadır.


(Selefe); Geçmiş demektir.


(Yemhagu): Bir şeyin azar azar tükenmesine denir.


(Ve yürbî essadakâti): «Allah, sadakayı arttırır ve ürettirir.»


(Esimin): Günahtan dönmeyen ve İsrar eden kimse anlamındadır.


(Fe'zenû biharbin): ilan etmek manasınadır.


(Zû usretln); Lügatta usret, fakirlik ve yoksulluk manasınadır.


(Feneziretün): Ertelemek anlamındadır.


(Meyseretin): Zengin olmak manasınadır. [517]




Âyetlerin İcmali Manaları



Allah (cc) icmâlen buyurur: «Ailah (cc), halkın kanını emen faizcilerin kıyamet günü kabirlerinden, şeytan çarpmasıyla sara'ya tutulan insanlar nasıl kalkarsa, öyle kalkacaklarını haber veriyor. Çünkü onlar şeytanla-


rın aldatması sonucu yedikleri faiz yüzünden, adeta deli gibi olurlar. O gündeki baygınlık halleri İse, haram olan faizi helal bilerek yemeleri ve, «Faizde ne var? O, alış-veriş gibidir. Alış-veriş haram değil de o, neden haram olsun?» demelerindendir.


Onların dayanmış oldukları şüpheli nokta şurasıdır: Alış-verîşte bir takım kârlar vardır. Faiz de aynen onun gibi kâr getirmektedir. Aslında bu boş bir şüpheden ibarettir. Ticari muamelelerde kâr olduğu kadar, zararında bulunması muhtemeldir. Ticarette kar ve kazanca tesir eden sebepler farklıdır. Halbuki faiz böyle değildir. Faiz de her halükarda ka*zanç mevzubahistir. İşte alış-veriş ile faiz arasındaki en Önemli fark bu*radan doğmaktadır. Birinin helal, diğerinin haram kılınmasına sebep olan da bu husustur. Yalnız kazanç mevzuu bahis olan alış-verişlerin tümü de faizin kapsamına girer ve haramdır. Çünkü kazanç mahdut ve garantilidir. Alış-veriş ile insanların alınteri, kanı pahasına kazanılan paranın faiz ola*rak alınması eşit olabilir mi?


Kim Ailah (cc)'tan gelen öğüdü dinler ve faizden vazgeçerse, daha önce almış olduğu faizler kendisinden tekrar alınmaz. Eğer daha önce faizcilik yaptıysa Allah (cc), onu muaheze etmez. Allah (cc)'ın faizciliği ya*sakladığını bilerek yapanlar, ahirette şiddetli bir azaba duçar olacaklar ve orada ebedi kalacaklardır. Çünkü onlar, Allah (cc)'ın keslnllkie yasak*ladığı bir. şeyi helal kılmışlardır.


Muhakkak Allah (cc), faizi ve faizle uğraşan kimselerin servetlerini eksiltir ve yok eder. Bu yokoluş, ya servetin tamamen elden çtkması veya bereket ve huzurun kayboluşu şeklinde tezahür eder. Tecrübeler göster*miştir ki, faizle iştigal ederek kazanılan servetler mutlaka yok olmaktadır. Nitekim Resulullah (sav), bu hususu açıkça bildirmiştir. Allah (cc)'ta: «De*ki: Murdarla temiz -murdarın çokluğu hoşunuza gitse d9- (hiçbir 2aman) bir olmaz. Onun için ey salim akıl sahipler) (murdarı İhtiyar etmek hususun*da) AHahtan korkun (temiz olun). Olur ki kurtuluşa erersiniz» (Mâide: 100) âyetinde faizin murdar olduğunu, hiçbir zaman temiz ve helal kazanılan bir servetle ölçülemeyeceğini, faizle kazanılan malın ilk bakışta çok gibi görünse de, mutlaka yok olacağını kesin bir İfade ile zikretmiştir.


Zekat ve sadaka ile ortaya çıkan islâmi yardımlaşma ve dayanışma neticesi, ferdin malı azalıyor gibi görünse de gerçekte bereketli, sıhhati yerinde, gönlü huzurlu, zihni sükunetti olur. Bu durum nesilden neslle bile İntikal eder.


Şüphesiz Allah (cc), küfranı nimette Dulunan günahkarları sevmez. Allah (cc)'m haram kıldığı şeyleri helal kabul edenler için en uygun vasıf, küfranı nimet ve günahkarlık sıfatlarıdır. Faizi helal kabul edipte cemiyet hayatını faiz esası üzerine İkame etmek, günahkarlıktan ve küfürden baş*ka bir şey değildir. Çünkü iman ile küfür bir arada bulunmaz. Netice de Allah (cc), faizle iştigal eden ve cemiyet hayatını faizli nizam temelleri üzerine oturtanlara savaş açmıştır: «İşte (böyle) yapmazsanız Allah'a ve peygamberine karşı harb(e girmiş olduğunuzu) bilin. Eğer (tefeciliğe) tev-be ederseniz mallarınızın başları (sermayeleriniz) yine sizindir. (Bu suretle) ne haksızlık yapmış ne da haksızlığa uğratılmış atmazsınız».


Hangi müslüman, bu âyeti duyduktan sonra faizle iş yapabilir? Yarab-fei bizi böylesine murdar bir iş yapmaktan muhafaza eyle. Yediğimiz mur*dar, pis şeyler varsa, bizi temizle! Şüphesiz duamızı işiten ve cevap veren*sin. [518]




Âyetlerin Nüzul Sebebi



Cahiliyet devrinde Abbas (ra) ve Halid bin Velid (ra), ortak olarak Sakjf kabilesinden bazı kişilere faizle para veriyorlardı. «Ey iman edenler (gerçek) müminler iseniz Allah'tan korkun, faizden (henüz alınmamış olup ta) katanı bırakın (almayın)» âyeti nazil olduğu sırada onların faize veril*miş büyük paralan vardı. Bunun üzerine Resulullah (sav) müminlere, «Ha*berdar olunuz. Faizle para alış-veriş usulleri, cahiliyet devrinde tesis edilmiştir. Bunu Allah (cc), yasaklamış (haram kılmış)tır. Şimdi Abbas (ra)'a faizden gelecek (artan) parayı aldırtmayacağım. Cahiliyet devrindeki kan gütme davası da İslömda yoktur. İslâmda ilk kaldıracağım kan davası, Rebia bin el-Harls bin Abdulmuttalib'in kan davasıdır» buyurdu. [519]




Âyetlerin Tefsırindeki İncelikler



Birinci incelik: (Mevzumuz) âyette, sriba yiyenleri ifadesinden mak*sat, faiz almak ve tasarruf etmektir. Bu İfadenin kullanılmasındaki asıl amaç, servetten yemek, yani harcamaktır. Çünkü servetten yemekten gaye, yemek ve yedirmektir. Tasarruf dahi yapılsa, sonuçta yemek, harcamak İçin tasarruf yapılır. Âyetin başlangıcında da bu tabirin kullanılması bun*dandır" Gasp ve dolandırıcılık yoluyla halkın parasını, tasarrufuna geçi*ren kimseye de, «halkın parasını yedi» denir.


İkinci incelik: Allah (cc), faizcileri, cin ve şeytanlar tarafından çarpı*lan insanlara benzetir. Bu benzetişte bir incelik vardır. Dünyada faizli pa*ra yiyenlerin kıyamet günü haşir meydanına çağrıldıklarında, kabirlerinden kalkmak İstedikleri zaman, Cenab-ı Hak tarafından karınları o kadar büyü*tülüyor ki, taşımaya güçleri yetmiyor, düşüyor ve sürünerek gidiyorlar. İşte kıyamet günü onların bu halleri, herkes tarafından görülecek ve bl-Ünecektir. Sahabi Said bin Cübeyr'den varit olan rivayete göre. Kıyamet günü karınlarının taşınamayacak kadar büyük olması, faizcilerin alamet-l farikasidır. [520]


Üçüncü incelik: «Alım satım da, ancak riba gibidir» cümlesinde yük*sek seviyede çok güzel bir teşbih vardır. Çünkü ribanın alış-verişe teşbih edilmesi gerekirken aksine helal olan alış-verişin ribaya teşbih edildiği görülür. Onlar, «Faiz, saf ve temizdir. Bunda haram olacak taraf neresi*dir?» diyorlardı. Hatta faizin helal olduğuna İnanan kişiler, kıyas yaparak alış-verişinde riba gibi helal olduğuna hükmediyorlardı.


Dördüncü İncelik: Şüphesiz faizci, alacağı faiz ile malının artmasını ister. Zekat vermeyen de, malının çoğalması için vermez. «Allah ribanın bereketin) tamamen giderir. Sadaka(sı verilen mal)ları İse arttırır» âyeti ise, faizin malın artmasına değil, noksanlaşacağına İşaret eder. Sadaka*lar, malların noksanlaşma değil, bereketlenip çoğalmalarına sebeptir. Ar*tış veya noksanlık, dünya ve ahirette verilecek menfaat ile göz önünde tutulur. Bugün çok büyük müesseselerin faiz belası yüzünden küçüldük*leri ve zamanla yok oldukları görülmektedir. Hatta faiz yüzünden cemi*yette bunalım ve ekonomik buhranların olduğu müşahede edildikçe, âyete inanç daha da kuvvetlenir.


Beşinci incelik: «İşte (böyle) yapmazsanız Altaha ve peygamberine karşı harb(e girmiş olduğunuzu) bilin» âyetindeki «harb» İfadesi, Kur'an-daki yasakların hiçbirinin sonunda yoktur ve görülmez. Çünkü parasını faiz*le çalıştıran insan, islâmın getirmiş olduğu kardeşlik, eşitlik, adalet ve yardımlaşma kurallarına baştan sona kadar karşı olduğu gibi, Allah (cc)'a da savaş açmıştır. İslâm, yardımlaşmayı tavsiye ederken, karşılıksız alı*nan paranın da zulüm olduğunu bildirmektedir. Zulüm İse haramdır.


Faizciler, ölünceye kadar çok kötü bir akibetle karşılaşırlar. Hatta İbn-İ Abbas (ra); «Kıyamet günü faiz yiyenlere, «Silahlarınızı alın da savaşın bpkglım. Çünkü sizler, dünyada Allah (cc) ve Resulüne (sav) harb ilan .etmiştiniz» denilecek» diyor.


Altıncı incelik: «Allah (haramı helal tanımakta ısrar eden) çok kafir, çak günahkâr hiçbir kimseyi sevmez» ayeti, faizin çok çirkin birşey oldu*ğunu, faizciliği de ancak müslümanların değil, çok kâfir kimselerin yapa*cağını bildiriyor.


Yedinci incelik: Allah (cc) alacaklıdan; ödeyemeyecek kadar yoksul olan itişinin borcunu, Ödeyecek güce yetişeceği zamana kadar tehir etme*sini istemektedir. Çünkü Allah (cc), «Eğer (borçlu) darlık içinde bulunu*yorsa ona geniş bir zaman kadar mühlet (verin)» buyurmuştur. Allah (cc), önce borç sahibini isterse gönüllü olarak borcunu sadaka yerine say*maya davet eder. Borcunu sadaka olarak kabul etmesi, hem borç sahibi için hem de borçlu bulunan kimse için daha hayırlıdır. Borç sahibi (ala*caklı) için, onu bağışlamak büyük sevaptır. (Mevzumuz) âyette, şart ve .^evap şeklinde olan ifade bir taraftan borçluya, bolluğa ulaşıp ödeye*bilecek duruma gelinceye kadar beklemeyi emrederken, diğer taraftan darda kalan müslüman kardeşinin borcunun bir kısmını veya tamamını sadaka mukabilinde düşmeyi de hoş göstermektedir. Resulullah (sav)'ın hadisleri de bize bunu bildirmektedir. Çünkü Buharî'nin Ebu Huzeyfe'den yaptığı rivayete göre, Resulullah (sav), «Bir kimse, halka borç para verdi. Daha sonra bunları toplamak için göndereceği elçisine, «Borçluların yanına gittiğiniz de, Ödeme gücü olmadığını gördüğünüz takdirde, borçlarını be*nim hesaba yazarak almaktan vazgeçin. Kj Allah (cc)'ta bizim günahları*mızı affetsin» dedi. Bu alacaklı kimse ölüp Allah (cc)'ın huzuruna çıktığın*da, onun affıyla karşılaşacak ve kendi günahlarının affedildiğini görecek*tir,» buyurdu. .


Alim Muhâyimî; «Alacaklı kimse, yoksul bir borçluyu sıkıştırarak uta*cağını alırsa, Allah (cc)'ta kıyamet günü, alacaklının hesabını görürken sıkıştırarak alır. Eğer alacaklı kimse, yoksul ve Ödeme gücü olmayan borç*luya müsamaha eder, borçlarını ertelerse. Allah (cc)'ta hesap günü elbet*te müsamaha edecektir» der. [521]


Sekizinci incelik: Bazı alimlere göre bir kimse, faizcilerin görecekleri cezayı, helal bilerek yiyenlerin sonlarını âyetlerin ışığında düşünürse, kı*yamet günü kabirden kalkıp haşir meydanına gidecekleri zaman, şeytan çarpmasıyla sara'ya tutulup ayakta duramayacak hale geleceklerini,- ce*hennem azabına devamlı duçar olacaklarını ve üzerlerine devamlı lanet yağdırılacağım elbette bilir, Çünkü faizci, öleceği güne kadar tevbe etme*diği takdirde Allah (cc) ve Resulü (sav) ile savaşmıştır. Ondan Allah'ın adalet sıfatı düştüğünden, halka karşı çok katı davranan, yalntz kendini düşünen, hiç kimseye acımayan bir insan tipi ortaya çıkar. Faizcilik, kişinin malından hayır ve bereketin silinmesine sebep olur. Kendisine borcu olan kimsenin daima beddualarına maruz kalır. Faizciyi bu kadar çtrkinleştiren, günahını büyüten ve sonunu kötüleştiren sebep nedir? Elbette onun gad*darca, hiç bir şeyi düşünmeksizin faiz yoluyla insanların kanını emme*sidir.


Dokuzuncu İncelik: Faiz âyetlerinin, «Öyle bir günden sakının W (he*piniz) o gün Allah'a döndürüleceksiniz. Sonra herkese kazandığı tasta*mam verilecek. Onlara haksızlık edilmeyecektir.» âyetiyle [522] son bulması, Allah (cc)'tn huzurunda ifade vermeyi hatırlatma içindir. Çünkü Allah {cc), «O günde ki, ne mal faide eder, ne de oğuttar. Meğer ki Allaha tamamen salim bir kalb ile gelenler ola» (Şuarâ: 88-89) buyurmuştur. Bu emri ilahi, dünya için kazanılan şeylerin dünyada kalacağını, yalntz Allah (cc) hu*zurunda insana menfaat verecek olan şeyin, sallh amel olduğunu bildir*mektedir.


İnsanların Allah (cc)'a döndürüldüğü, herkesin kazandığının tama*mıyla ödendiği o gün çok zor bir gündür. O günün, mümin kalblere apayrı bir tesiri vardır. O günün manzarası, müminin kalbine girince harama girebilir mi? Ancak ahirete inanmayan, ölümden sonrasını düşünmeyen*ler istediklerini yaparlar. Ama neticede herkes, yaratıcı Allah (cc)'ın hu*zuruna çıkıp hesap verecektir. [523]




Faizin, Haram Oluş Merhaleleri



Faizin haram oluş dönemlerini, şer'i kanunların sırlarını ve içtimaî hastalıklara karşı tedavi usullerini idrak etmek İçin, hatırlamamız ve ha*tırlatmamız gerekmektedir.


Bilindiği gibi islâm kanunları, hükümlerin karara bağlanması süresin*de kademeli bir yol izlemiştir. İçkinin, dört dönemde kademeli olarak ha*ram edilişi gibi, faizin de, dört dönemde kademeli olarak haram kılındığı görülür. [524]




Birinci Merhale:



«insanların mallarında artış olması İçin faiz (cinsinden) verdiğiniz şey nakd, mal, sadaka ve saire) Allah katında artmat. Allah in rızasını dfleyerefc verdiğimiz zekat ise, sevaplarını kot kat artıranlar onlar (onu veren-


leerjdir» (Rum Suresi: 39) âyeti, Mekke'de nazil olmuştur. Âyette, faizi ha*ram kılacak herhangi bir işaretin olmadığı, yalnız Allah (cc)'ın faizi ve faizciyi sevmediğine ve buğzettiğine bir işaret vardır. Şüphesiz faizle ka*zanılan bir paradan, hayır işlerine yapılan harcamalara Allah (cc) katın*da sevap yoktur. Bu âyet, ancak insana faizden sakınmak için bir Öğüttür. Faizle kazanılan para ile hayır işlerine yapılan harcamalarda bir sevap ol*madığını düşünen müslümanlar, elbette faizle iş yapmaktan çekinecekler*dir. [525]




İkinci Merhale:



«Yahudilerden (taşan) bir zulüm, onların (İnsanlardan) bir çoğunu Al*lah yolunda alıkoymaları, (Tevrat'ta) nehiy edilmelerine rağmen riba (faiz almaları), halkın mclfanm haksız yere yemeleri sebebiyledir ki, biz (evvel*ce) kendileri için, helal kılınan temiz ve güzel şeyleri üzerlerine haram ettik. İçlerinden kafirlere pek acıklı bir azab hazırladık» (Nisa: 160-161) âyetleri, Medine'de nazil olmuştur. Âyet, kendilerine haram kılınan faizi yiyen yahudilerin, Allah (cc)'ın lanet ve gazabına uğradıklarını bildiren bir derstir Burada faizin haram olduğu acık olarak değil, imâ yoluyla bil*dirilmektedir. Ancak müslümanlara faizin kesinlikle haram olduğuna bir işaret yoktur. Bu âyetin faizi imâ yoluyla haram kılışt, içkinin ikinci mer*halede İma yoluyla haram kılınışına benzer. Allah (cc) içki hakkında da, «Sana içkiyi ve kuman sorarlar. De ki: Onlarda hem büyük günah, hem İnsanlar için faidsler vardır. Günahları ise fatdelerinden daha büyüktür.» buyruğuyla açıktan değil, imâ yoluyla haram olduğuna işaret etmiştir. İşte faiz hususunda gelen ikinci âyet, hernekadar yahudilerin inanç, yaşayış vs amellerini bildiriyorsa da, faizin müslümanlara haram olduğuna İmâ yoluyla işaret etmektedir. [526]




Üçüncü Merhale:



«Ey İman edenler, ribayı öyle kat kat artırılmış olarak yemeyin, AJlah-tan korkun. Tâ ki, muradınıza ereslnlz.» (Âli İrnrân: 130) âyeti, Medine'de nazil olmuştur. Bu âyet, açıklıkla az faizi değil, yalnız çok yüksek faizi ha*ram kılmaktadır. Ana paraya eklenen faiz, asıl parayı çok geçtiğinden borçlu kimse, hiçbir zaman ödeyemeyecek duruma düşer. İşte faizin bu şekilde haram oluşu, İçkinin üçüncü merhalede haram oluşuna benzer. Çünkü içki de, yalnız namaz vakitlerinde içilirse haram oluyordu. Bunu, «Ey iman edenler, siz sarhoşken ne söyleyeceğinizi bİİİnceye... kadar na-maza yaklaşmayın...» (Nisa: 43) âyeti bildirmektedir. Üçüncü merhalede1 İçki ve faizin haram kılınışı, tıpkı birbirine benzemektedir. [527]




Dördüncü merhale:



Faizin azı da, çoğu da bu son merhalede tamamen haram kılınmak*tadır. İşte faizin haram oluşuna delalet eden âyetler: «Ey iman edenler (gerçek müminler) iseniz Allah'tan korkun, faizden (henüz alınmamış olup-ta) kalanı bırakın (almayın), işte (böyle) yapmazsanız Allah'a ve peygam*berine karşı harb(e girmiş olduğunuzu) bilin. Eğer (tefeciliğe) tevbe eder*seniz mallarınızın boşları (sermayeleriniz) yine sizindir. (Bu suretle) ne haksızlık yapmış, ne de haksızlığa uğratılmış olmazsanız». Faizi tamamen haram kılan bu âyetler, içkiyi tamamen haram kılan âyetler gibidir. Çün*kü Allah (cc), içki hakkında dördüncü merhalede; «Ey İman edenler içki, kumar, dikili taşlar, fal ok I an, ancak şeytanın amelinden birer murdardır. Onun için bunlardan kaçının ki muradınıza ereslnlz» (Mâide: 90) buyur*muştur. İşte İçki ile faizin kademeli olarak İslârnda haram kılınması, Allah (cc)'ın sosyal hastalıkları nasıl tedavi ettiğinin hikmetini açıkça göster*mektedir. [528]




Âyetlerdeki Şer'ı Hükümler


Birinci Hüküm? İslâm'da Haram Kılınan Riba Nedir?



Islâmın haram kıldığı faiz şekli, iki türlüydü.


1. Riba nesie


2. Riba fadl[529]




1. Riba Nesie:



Cahiliyet devrinde halk içersinde en meşhur olan faiz şeklidir. Cahiliyet devrinde bir adamın borcu olurdu. Adam «Borcumu te*hir edersen sana şu kadar fazla para veririm» derdi. Bunun üzerine de borç sahibi alacağını tehir ederdi, fbn-i Cerir et-Taberi, bu hususta şöyle der: «Cahiliyet devrinde faize para veren kimse, tayin edilen süre için borçludan bir ücret alırdı. Eğer borçlunun vade sonunda Ödeme gücü ol*mazsa, alacaklıya, «Ödeme gücüm yok, borcumu yeniden ertelersen faz*la para veririm» derdi. Alacaklı kabul ettiği takdirde borç, ilave edilen yeni faizle birlikte tehir edilirdi. İşte buna kat kat faiz denmektedir. Çünkü va*de uzadıkça alınan faizin yüzde oranı da yükselmektedir. Allah (cc), bu tür faizi kesinlikle haram kılmıştır.» [530] Günümüzde faiz müesseselerinde takip edilen faiz uygulaması, cahiliyet devrindeki faiz uygulamasına ben*zemektedir. [531]




2. Rlba Fadl:



Bir eşyayı nevi nevine fazlasıyla satmaktır. Resulullah (savj'ın izah ettiği faiz şeklidir. Bir ölçek buğdayın, diğer bir buğday türünden iki ölçeğe, tereyağının, diğer bir tereyağı türünden iki kata sa*tılması gibi. Usul-ü fıkıh teamülünde satılan malın satış bedelinin aynı olma*sı ve satışta bedel veya malın fazla alınması kesinlikle haramdır. Çünkü Resulullah (sav), aynı cinsten iki şeyin fazlasıyla değiştirilmesini rlba olarak tavsif buyurmuştur. Ve katiyyetle nehyetmiştir. Değiştirilmek İste*nen aynı cinsten iki şeyin önce birisinin paraya tahvil edilmesini, sonra aranan şeyin para ile alınmasını emrederek alış-verişteki riba şüphesini tamamen ortadan kaldırmıştır. Zeytinin zeytinle, buğdayın buğdayla, üzü*mün üzümle, hurmanın hurmayla eşit olarak değiştirilmesi helaldir. Yal*nız araya bir fazlalık girerse haram olur. Cinsleri muhtelif olan malların satışında bedel eşit oiduğu gibf fazla, da olabilir. Bir Ölçek buğdayın, iki Ölçek arpa ile satılması veya satınalınması gibi. Bu tür ahş-verlşlerin pe*şinen, anında teslim edilmesi veya alınması şarttır. Çünkü Resulullah (sav), «Altın'ın altın'la, gümüş'ün gümüş'le, buğday'm buğday'la, arpa1-nın arpa'yfa. hurman'ın hurmay'la, tuz'un tuz'la aynı ölçüde, aynı evsaf ve aynı kalitede alınması ve satılması mubahtır. Artık kim bundan fazla ar-tırırsa veya artırmak İsterse faiz istemiş olur. Ve faizi alan da, veren de bunda ortaktır». Diğer bir hadisi şerifinde de, «Altın gümüş'le, buğday arpa İle satıldığı veya alındığı takdirde, mal ve bedel aynı anda alınıp verilirse helaldim [532] buyurdu. [533]

Prof. Dr. Sinsi 08-04-2012 03:22 AM

Tefsir Dersleri...
 

İkinci Hüküm: Faiz Miktarı Az Olursa Mubah Mıdır?



«Ey iman «tenler rlbayı öyle kat kat yemeyin» âyetinden maksat nedir?


Çağımızın zayıf İmanlı İnsanları, «Allah (cc), yalnız yüksek orandaki faizi horam kılmıştır. Eğer faiz oranı yüzde iki, üç, beş gibi düşük olursa haram değildir. Çünkü «Çenob-ı Hak, yüksek orandaki faizi haram kılmış*tır. Allah (cc), âyette «Faizi kat kat yemeyin» buyurmaktadır, öyleyse faiz ancak kat kat olursa haramdır. Yoksa düşük orandaki faiz haram de*ğildir. Haramlığına da gerek yoktur.» İddiasındadırlar. Bu sapık İddia ve görüşlere, icmaı ümmetin görüşleri ve faiz hakkındaki âyetlerle şöyle ce*vap verilebilir:


1. Âyetteki, «kat kat» ifadesi, faizin ne kaydı ne de şartıdır. Bu ifada, öahiliyet devrinde Arapların faiz muamelelerlndeki şekil göstermektedir.


Ayetin nüzul sebebinde de görüldüğü gibi, bu tabir onların faiz muamele*lerinin zulüm ve düşmanlığı ifade ettiğini beyan etmektedir.


2. Müslümanlar, faizin azının da, çoğunun da haram olduğu husu*sunda icma yapmışlardır. Şeriat usullerini bilmeyen bu sapıkları, görüş*leri islâm'dan çıkarmaktadır. Şüphesiz az bir faiz, çok faiz almaya sebep olur. İslâm, bir şeyi haram kıldığı zaman, haram kapılarını kapatmak İçin, azını da çoğunu da haram kılar. Çünkü azını mubah kılarsa, o azlık çok*luğa vesile olur. Faiz de aynen İçki gibidir. Hiçbir müslüman, «İçkinin azı mubah, çoğu haramdır» diyemeyeceği gibi, «Faizin azı mubah, çoğu ha*ramdır» da diyemez.


3. Siz, kitabın bazı âyetlerine inanıyor, bazı âyetlerine de İnanmıyor musunuz? t...Ribayı (faizi) öyle kat kot arttırılmış olarak yemeyin...» âye*tini, niçin batıl davanızı isbat için yanlış tefsir ediyor ve inanmıyorsunuz da, neden, «...Allah, alış-verişl helal, ribayi haram kılmıştır», «Ey İman edenler, (gerçek) müminler İseniz Allahtan korkun, Faizden (henüz alın*mamış olup ta) kalanı bırakın (almayın)», «Allah rlbanm hareketini giderir, sadakaları İse artırır...» âyetlerini okumuyor ve düşünmüyorsunuz? Bu âyetlerde faizin azlık ve çokluğuna delalet eden küçük bir işaret varmı ki, öyle diyorsunuz? Şüphesiz naklettiğimiz bu âyetler, faizin kesinlikle haram olduğunu gün ışığı gibi ortaya çıkarır. Nitekim Çabir bin Abdul*lah (ra)'tan mervi bir hadis-I şerifte; «Resuiullah (sav) faiz yiyeni, ona vekalet edeni, ona şahit olanı, katiplik vazifesi yapanı lanetledi ve hep*sinin de müsavi olduklarını söyledi.» denmektedir.


Bütün çeşitleriyle faiz -az veya çok- haram bakımından aynıdır. Ve kati nasslarda buna delâlet eder: «Allah rfbanın bereketini tamamen giderir, sadakaları ise artırır. Allah kâfir, çok günahkar hiçbir kimseyi sev*mez» âyeti, cemiyet olaylarını ne güzel izah eder, Tüm müesseseleri faiz esasına göre düzenlenmiş toplumlarda bütün fertler, Allah (cc)'ın lanetine muhataptır. Hepsi de melun ve Allah (cc) tarafından ilan edilen harbe maruzdurlar. Allah (cc}'a ve Resulüne (sav) harb ilan edenler dünya ha-yatmda, şeytan tarafından çarpılmış muvazenesiz ve kararsız insanlardır. Yeryüzünde huzur ve sükundan mahrumdurlar. Kurulan faiz müesseseleri ve kurucularına asırların tecrübesi fle baktığımızda, faize dayalı servetlerin ve huzurun yok olduğu, toplumun buhranlara düştüğü görülür. Halbuki faize bulaşmayan ve zekat verilerek temizlenen servetlerin, azalacak yer*de çoğaldığı, bu kişilerin vücut verdiği toplumlarda huzur ve sükunun ol*duğu müşahede edilir. Bu tür servetlerin nesilden nesile İntikal ettiği de bir vakıadır Faizle çalışan müesseselerin zekatı ya.çok az veya hiç verilmediği için Alloh (cc), bereketlerini de gidermektedir. İşte: Allah (cc)'ın, «Rlbanın bereketini tamamen giderir, sadakaları ise artırır» âyetindeki hikmet, buradadır. [534]




Ayetlerden Alınacak Dersler



1. Sosyal bir suç olan faiz, dinen de yasaktır.


2. İnsana Cehennem azabını kazandıran büyük günahlardan biri, faiz-


3. Faizin azı da, çoğu da haramlık yönünden birbirine eşittir.


4. Mü'minin vazifesi, Allah (cd'ın çizmiş olduğu hududlara riayet ede*rek haramlardan mutlaka kaçınmaktır.


5. Müslümanı her türlü fenalıktan koruyacak en büyük silah, takvadır. [535]




Ayetlerdeki Teşri’ Hikmetler



İslâm, İçtimaî ve dini büyük günahlardan olan faize karşı savaş ilan etmiştir. Kur'an, faizle iş yapanfann dünya ve ahirette çok büyük bir aza*ba uğrayacaklarını vaad etmektedir. Bizim için faizoilerfn halini en şeni bir şekilde tasvir yeterlidir. Çünkü Allah (cc), faizcilerin hallerini, kıyamet günü kabirlerinden şeytan çarpmasıyla kalkan insanların kalkış ve sürü nüsüne benzetmektedir.


Kur'an, gerek fert gerekse toplum hayatındaki bütün cahili adet ve İşleri ortadan kaldırmıştır. Özellikle faizin kaldırılışı ve yasaklanışındakl hükümler kadar hiç bir cahili adetde tehdit bu kadar büyük olmamıştır. İslâm nazarında faiz. bütün kötülüklerin temeli, bütün günahların ve ni*zamı bozan şeylerin köküdür. Bunun karşılığı olan zekat ve sadaka İle or*taya çıkan islâmi yardımlaşma ve dayanışma ortamında, sevgi, şefkat ve müsamaha duygularının hakim olduğu ve her zaman Allah'ın nimet ve İhsanını düşünen bir cemiyet... Evet, bu esaslar üzerine kaim olan top*lumlarda huzur ve sükun olur. Faiz, kardeşliği düşmanlığa, sevgiyi nef*rete, iyiliği kötülüğe, temizliği murdarlığa, cömertliği cimriliğe, muaveneti bencilliğe sevkederek toplumu buhrana, bunalıma, anarşiye ve kaosa götürür.


Kur'an, sadaka ve zekat İle faiz üzerinde önemle durur. Sadaka ve zekat, müminin mümine hiçbir karşılık beklemeden verdiği maldır. İslâm devleti, fertlerden aldığı zekat gelirleri ile ihtiyaçlarını karşılayamayacak


durumda olan müslümanlara yardım eder. Her müslüman, zekat müesse*sesi sayesinde her halükarda kendisinin ve evladının hayatının teminat altında olduğunu bilerek kendisini emniyette hisseder.


Halbuki faize dayalı toplum hayatında faizcilerin gayesi, toplumu ala*kadar eden problemlerin halledilip giderilmesi değil, sadece kendi servet*lerine yeni servetler ilave etmek, toplum üzerinde söz sahibi olmaktır. İn*sanların aç, açık kalması, hoyat standartlarının altında yaşaması, onları ilgilendirmemektedir. İşte fert ve toplum hayatını böylesine buhranlara, bunalımlara, dengesizliklere, ahlaksızlıklara iten faizi, islâmın sosyal gü*nahlardan soymasında hayret edilecek bir şey yoktur. Hatta Allah (cc),; «İşte böyle- yapmazsanız Allah'a ve peygamberine karşı harb(e girmiş ol*duğunuzu) bilin...» âyetiyle faizcilere harb açmıştır. Toplumların yok ol*masına, çürümesine faiz sebep olduğundan Alloh (cc), faiz yasağının so*nunda hiçbir yasağın ardından belirtmediği, «Siz, faizi bırakmazsanız Allah (çc) ve Resulüne (sav) karşı harbe girmiş olduğunu bilin» âyetiyle harb ilan edildiğini bildirmektedir. Hiç bir yasağın sonunda böylesine ağır bir tehdit yoktur. Bu tehdit, faizin ne kadar büyük sosyal bir günah olduğunu gözler önüne sermektedir.


Faiz belasının fert ve toptum hayatına verdiği zararları icmali bir şe*kilde şöyle göstermemiz mümkündür.


1. Faizin ferdî zararları


2. Faizin sosyal zararları


3. Faizin ekonomik zararları. [536]




1. Faizin Ferdi Zararları:



Faizle muamele ferdin ahlakını, vicdanını ve müslüman kardeşine karşı duygularını ifsat eder. Genel olarakta fertler arasına çekişme, egoistlik ve kendini beğenmişlik emarelerini soktuğu, fertleri birbirine karşı düşman durumuna düşürdüğü için, toplum içersinde yardımlaşma esasını yıkıyor ve berbat ediyor. Faizcinin bütün düşüncesi halk-n kanını emmek ve mal biriktirmektir. Bunun için, her yol mubahtır.


Nitekim ahlakı ifsat edici ve insanoğlunun manevi hayatını yıkmak İsteyen her hareketin gerisinde faizle iştigal eden kimseler vardır. Faiz onlara göre kazançtır. Kazanç getirecek her şey mubahtır. Bu tipler günümüzde


en açık bir şekilde görülmektedir. [537]




2. Faizin Sosyal Zararları:



Şüphesiz faiz, fertler arasında bencilliği, çekişmeyi, düşmanlığı do*ğurduğu gibi, toplumlarında dağılmasına ve birbirlerine düşman olmasına da vesile olur. Halbuki islâm, fertlerin birbirine karşt şefkatli ve yardım*sever olmalarını ister. Faiz ise, insanların kalbine hased ve düşmanlık tohumlarını diker, sevgi ve kardeşlik bağlarını yıkar. Faizcide, sevgi, mer*hamet, yardımlaşma ve kardeşlik bağları olmadığı gibi, toplumda da o esasların yok edilmesi için en çok çalışan kişidir. Fert ve cemiyetin baş düşmanı olan faizciler, halkı sömürmekten başka bir şey düşünmezler. [538]




3. Faizin Ekonomik Zararları:



Faiz, toplumda sınıflaşma vakıasını ortaya Çıkarır. Bir tarafta müref-' feh yaşayan, ezilenlerin, sömürülenlerin kanıyla, parasıyla geçiren insan*lar. Diğer yandan ezilen, sömürülen, muhtaç ve mağdur edilmiş, dünya nimetlerinin birçoklarından mahrum fert ve toplumlar.


İşte bu iki sınıf arasında maddeten olduğu kadar manen de bir çar*pışma vardır. Faize dayalı ekonomik yapı, ülke içersinde huzursuzluğa, mal, can, nesil ve din emniyetinin ortadan kalkmasına sebep olan en bü*yük amillerdendir.


Faizin girdiği toplumlarda, sınıf kavgaları, anarşik olaylar, aile ve toplumsal sıkıntılar giderek artar. Faizcilik bu gün insanlığı yok etmeğe götüren en büyük belalardan biri haline gelmiştir, önceki asırlarda bor*salar veya ferdi zenginler halinde ortaya çıkmış olan faizciler, günümüzde modern banka ağalan, kapitalistler ve tröstler olarak kendini göstermek*tedir. Bugün yeryüzünde hemen hemen bütün paralar çok az olan faize) _ zenginlerin veya bankaların elinde toplanmaktadır. Borç veren faizci her halü karda kazanç sahibidir. Bu kazançlarını artıran ve büyük paralan te*kelinde toplayan faizciler, ekonomik hayatı istedikleri gibi ayarlamakta, sevk ve idare etmekte, toplumun kültür ve siyasi hayatına yön verebil*mektedir. Öyle ki bunlar ihtilallere dahi vesile olmaktadırlar. Müminlere düşen vazife, Allah (cc)'ın yasağından kaçınmak ve hayrı İkame etmektir. [539]

Prof. Dr. Sinsi 08-04-2012 03:22 AM

Tefsir Dersleri...
 

[1] Keşşaf Tefsiri. C. 1


[2] Zadü'l Mesir fi llmüt Tefsir C. 1. S. 120. Kurtubl Tefsiri C. 2. S. 42


[3] Ibn-i Menzür Lisanü'l Arap. sihir maddesi


[4] Alusi Tefsiri c. 1 s. 338.


[5] Cessas-Ahkâmu’l-Kur’an c. 1 s. 50.


[6] Lisanu’l-Arab-Feten Maddesi. Sıhah ve Kamusu’l-Muhit’e bak.


[7] Cessas-Ahkâmu’l-Kur’an c. 1 s. 57.


[8] Seleften maksat. Hicri 1. yüzyılın yarısından sonra gelen zevat-ı kiramdır. Yoksa bugünkü sakat düşünceleriyle “biz de selefiyiz” diyenler değil (çev.)


[9] Alusi, ruhu’l-Meani c. 1. s. 345.


[10] İbni Cevzi Tefsiri c. 1. s. 125.


[11] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/48-51.


[12] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/51-52.


[13] Ibn i Cevzl - age. C. 1. S. 120


[14] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/52-53.


[15] Ebu Hayyan - Bahru'l Muhit C. 1. S. 336


[16] Seyyid Kutub - Fizilali 1 Kuran C. 1, S. 126


[17] akim, bu hadisi şerife sahih der. Taberi. Süddi'den naklen rivayet etmiştir Alüsi - Ruhu I Maani C. 1. Sh. 338.


[18] Küfür tabiri. Hacc'ın farz olduğunu inkar etmeyi değil, gücü yetipte terk etmenin büyük günah olduğunu açıklamak içindir. (Çeviren)


[19] Cessas - ag e. C.l.S. 42. Alûsi - ag.e. C. 1, S. 344. 56


[20] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/53-56.


[21] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/56.


[22] Cessas - a.g.e! C. 1 S. 48.


[23] Cessas • a.g.e. C. 1. S. 48


[24] Kurtubi. El-Camiu li Ahkamı 1 Kur'an C. 1. S. 47.


[25] Ebu Hayyan - ag.e. C. 1 S. 327


[26] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/56-61.


[27] Buharı ve Müslim 62


[28] Alûsi - A g.e. C. 1. S. 339


[29] Ebu Hayyan - A g.e C. 1. S. 328.


Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/62-63.


[30] Cessas - A g.e. C. 1. C. 61.


[31] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/63-65.


[32] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/65.


[33] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/65-66.


[34] Alûsl - a.g.e. C. 1, S. 352.


[35] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/68-69.


[36] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/69-70.


[37] Fahreddin er-Razi ve Ebussuud Tefsirleri


Yeni musluman olan bir gurup. Resulullah (S.A.V.)'den; kendileri için müş*riklerin üzerine yenilecek ve içilecek bir takım şeyleri koyup sonrada ona ibadet ettikleri ağaç gibi bir ağaç tayın etmesini istediler.


[38] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/70.


[39] Keşşaf Tefsir C. I. S. 131 Alûsi - a.g.e. C. 1. S. 357.


[40] Fahreddin er-Razi - a.g.e - C. 3. S. 235 Kurtubi - Tefsir - C. 2. S. 62


[41] Tirmizi - Babüt Tefsir. İsrail oğulları. Hz. Musadan (sav) gökten bir sofra indirmesini istediler. Hz. Musa'nın dilediğini kabul eden Allah (cc), lcmtl«m -Size gökten mutlaka bir sofra gönderirim. Sofra gönderildikten sonr» bun» kim inanmazsa, alemde şimdiye kadar kimseye vermediğim cezayı veririm-buyurdu. Bu ayetin tefsiriyle ilgili olarak Resulullah (SAV): -Üzorlnd» «t ve ekmek bulunan bir sofra, gökten indirildi. Onlara, ertesi gün sofradan bir şey bırakmamaları emredilmesine rağmen, bu emre karşı gelerek blr»».ı nı yediler, birazını da bir sonraki güne bıraktılar. Bunun üzerine Allah (cc), onların fiziki yapılarını değiştirerek bazısını domuz, bazısını maymun süra*tine soktu- dedi.


[42] Süyûti, Ed-Dürrü 1 Mensur. C. 1. S. 107.


[43] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/71.


[44] Taberi Tefsiri C. 1. S. 479 Fahreddin er-Razi -a g e C. 3. S. 231


[45] Kurtubl Tefsiri C. 2. S. 62.


[46] Cessas - A.g.e- C. 1. S. 68.


[47] Şeyhül Cemal - Celaleyn Tefsirinin haşiyesi Fütuhatı llahlyye C. 1


[48] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/71-74.


[49] Neshin uygun olacağını Ebu Müslim el-lsfahaninin dışındaki müslimanların tümü kabul etmiştir. )


[50] Fahreddin er-Râzi - A.g.e- C. 3. S. 227.


[51] Cessas - A.g.e- C 1. S. 67


[52] Şeyh Zekeriya Yusuf'un -İman ve Eserleri- isimli eserinde, neshi inkâr eden bilgisiz, beyinsiz kişilerin görüşlerini redde dair, uzun bir kısım vardır.


[53] Kurtubi Tefsiri. C. 2. S. 57 (Bu konunun geniş izahı, kelâm ve Usul i Fıkıh kitablarında bulunabilir.)


[54] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/74-78.


[55] Fahreddin er-Razi age. C. 1 S. 230. İmam Şafii (ra)nin okunması nesholu man ayetin hükmünün devam edeceğini kabul etmesi ile. ondan sonra gelen Safi sunilerinin tümü aynı görüşü kabul etmişlerdir. Safi mezhebinin fıkıh kitaplarında bu konu mevcuttur. (Çeviren)


[56] Sahihi Buharı.


[57] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/78-80.


[58] Zerkeşi - El Burhan fi Ulumil Kur an 80.


[59] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/80.


[60] Buhari ve Müslim.


[61] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/80-82.


[62] Fahreddin er Razi. a.g.e. C. 3. S. 232


[63] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/82-83.


[64] Bu sure ve ayet Mekke'de nazil olmuştur. O zaman içki haram kılınmamıştı O, Medine'de nazil olan (el-Mâide) süresindeki .90 91- inci âyetlerlo tahılın edilmiştir. Bununla beraber bu ayetteki -sekr-ın «rızkı hasen- mukabilindi! zikredilmesi, içkinin o zaman da iyi bir telakkiye mazhar olmadığını vu unun bir gün olup ta yasak edileceğini ihsas etmektedir. (Çev ).


[65] Mecelle i Hacc- isimli kitabımızda •İslam şeriatında hükümlerin neshi- unvanı altında yazdığımız mecmuaların 7.8.9.10 sayılarına ve H. 1388 tarihinde yayınlanan dergilere bak.


[66] Kurtubi Tefsiri C. 12. S. 59


[67] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/83-84.


[68] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/84.


[69] Mekke devrinde, içkinin mubah, kadın kıyafetinin serbest ve Ramazan oru*cunun farz olmadığını görürüz. Halbuki Medine devrinde içkinin kesin ola*rak yasak edildiği, kadınların örtünmeleri hakkında tesettür hükümlerinin gönderildiği ve Ramazan orucunun hicretin 2. vılında farz kılındığıbillnmek-tedir. (Çeviren)


[70] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/84-85.


[71] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/85-86.


[72] Şeyh Cem&leddin el-K&simi - Mehâsin et-Tevil C. 2, S. 219. 86.


Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/86.


[73] Lisanü’l-Arab, Sehhâhi. Cevheri ve Tacûl Aruz gibi Lügat kitaplarının sefe-he maddesi


[74] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/88-90.


[75] İmam Suyuti - Ed-Dürrü'l Mensur - C. 1, S. 147.


[76] Et-Tabersi - Mecmuü'l Beyân - C. 1. S. 227.


[77] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/90-91.


[78] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/91.


[79] İmam Suyuti - A.g.c - C. 1. S. 141. Şeyh Cemaleddin el Kasimi - A.g e - C. 2. S. 270 tbn i Kesir Tefsiri - C. 1. S 189.


[80] Ibn i Kesir Tefsiri - C. 1. S. 189 İmam Suyuti - A g.e. - C. 1. S. 142.


[81] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/92.


[82] Zemahşeri - Kessaf Tefsiri - C. 1, S. 148.


[83] Teberi Tefsiri - C. 2. S. e. Ibn i Cevzi - Zadü'l Mesir - C. 1. S. 154.


[84] Kurtubi Tefsiri C. 2. S. 141 Taberi Tefsiri C. 2, S. 9 Keşşaf Tefsiri C. 1. S. 149 Sahihi Buhari.


[85] Kurtubî Tefsiri. C. 2, S. 133; Taberi Tefsiri, C. 2, S. 13.


[86] Taberi Tefsiri, C. 2. S. 13 Keşşaf Tefsiri. C. 1. S. 150


[87] Bu hndis-i şerifi. Ahmed bin Hanbel. HAkim ve Tilmizi rivayet etmişlerdir


[88] Kurtubi Tefsiri. C. 2. S. 144


[89] Er-Ragıb Mehasin et-Te’vil el-Kasimi C. 2. S. 300


[90] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/93-97.


[91] İmam Ahmed bin Hanbel, bu hadis i şerifi Câbir’den sahih bir senetle rivayat etmiştir.


[92] uharı, müslim ve Ebu Davud, mıısib oğlu Said'den bu hadis i şcriTi rivayet etmişlerdir.


[93] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/97-98.


[94] Fahreddin er-Râzi - Tefsirü'l Kebir - C. 4, S. 128. Kurtubi Tefsiri. C. 2, S. 146Cessas - Ahkâmü'l Kur'an - C. 1. S. 99


[95] lbn-i Mâce, Tirmizi. Ebü Hüreyre'den bu hadisi rivayet etmişlerdir. Tirmizi. ayrıca -güzel ve sahih hadisdir- demiştir. İmam Suyut'. - Dürrü'l Mensur C. 1, S. 140 Kurtubi Tefsiri. C. 2. S. 145


[96] Beyhâki, bu hadisi süneninde lbn-i,Abbas (ra) dan merfû'an rivayet etmiştir


[97] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/98-103.


[98] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/103.


[99] Kurtubi Tefsiri. C. 2, S. 147 Ibn-i Arabî - Ahkamü'l Kur'an - C. 1, S. 43 Cossâs - Ahk&müi Kuran - C. 1, S. 105


[100] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/103-104.


[101] Hz. İbrahim (SAV)'e: .Peygamberlerin babası denmesi, kendisinden sonra gelen tüm peygamberlerin, onun soyundan gelmesinden dolayıdır.


[102] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/104.


[103] Allah (cc)'ın âyetteki «benim beytim» buyruğunda. Türkçe karşılığı -Evim- kelimesinden maksat, mecazi manadır. Yoksa Allah'a mekân isbat etme değil*dir. Zira o. mekândan münezzehtir. Yalnız Allah (cc), cemal sıfatıyla mü'*minler Ka'bede toplandıklarında tecelli ettiğinden «beytim» demiştir. (Mütercim)


[104] İmam Fahreddin er-Râzi - Tefsirü'l Kebir C. 4, S. 105


[105] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/104-106.


[106] İbn-i Manzûr - Lisanü'l Arab. Safa Maddesi


[107] Cevheri - Sıhhah. Alusi - Ruhu'l Maani C. 2. S. 25.


[108] Tacül Arûs.


[109] Menasik-i Hacc, Hacc'da yapılan tüm ibadetlere verilen isimdir.


[110] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/107-108.


[111] Bu icmali manayı, birçok tefsirlerden özetleyerek, özellikle Taberi tefsirine dayanarak yazdım. (M. Ali Sâbûni)


Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/109.


[112] Buhari, Müslim, Nesâi, Ebû Davud ve Dürrü'l Mensur, C. 1. S. 159


[113] İmara Suyuti - Dürrü'l Mensur - C. ı. S 159. Kurtubi Tefsiri - C. 2, S. 46 Sahihi Buhari - Hacc bahsi


[114] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/109-110.


[115] İmam Fahreddin er-Râzi - Tefsirü'l Kebir C. 4, S. 176


[116] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/110-111.


[117] İbn-i Mâce, Ahmed bin Hanbel ve İmam Şafii. Geniş bilgi için Kurtubi Teftir!, G. 2, S. 167'ye bakınız.


[118] Müslim H7. Aişc (r.nn hnVdnn


[119] C^snAs ■ n.g.c • C. 1. S. III


[120] Ibn i Cevzi - Zftdü'l Mesir Tefsiri C. 1. S. 164


[121] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/111-113.


[122] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/114.


[123] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/114-115.


[124] Er-R&gib • El-Mufredat, S. 428 116


[125] Âlûsi. Ruhü'l Maani C. 2, S. 27


[126] Er-Râgıb. age. S. 69.


[127] Ebussuud Tefsiri C. 1. S. 141.


[128] El-Garra. Maani'l Kuran. C. 1, S. 94.


[129] Beyhaki - Şüübi İman bahsi. Mücahid'den rivayet edilmiştir. Alüsi - age. — C. 2. S. 27. Fahreddin er-Razi - Tefsirül Kebir, C. 4. S. 185.


[130] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/116-118.


[131] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/118.


[132] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/118-119.


[133] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/119.


[134] İbn-i Mace Hâkim. İmam Suyûti. - Dürrü'l Mensur - C. 1, S. 162


[135] Ebu Hayyân - Bahru'l Muhit - C. 1. S. 162


[136] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/119-120.


[137] Cessâs - Ahkâmül Kuran - C. 1, S. 125


[138] Fahreddin er-Râzi - Tefsirü'l Kebir C. 4, S. 185


[139] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/120-121.


[140] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/121.


[141] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/122.


[142] lbn-i Menzûr - Lisânu'l Arab, Helel maddesi. İbn i Kuteybo - Garibu I Kur'an S. 69. Zemâhşeri. Keşşaf Tefsiri - C. 1, S. 161


[143] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/123-124.


[144] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/124.


[145] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/125.


[146] Ahmet b. Hanbel Ira.). Müslim, Tirmizi, Ebu Hüreyre (rat'dan rivayet et*mişlerdir.


[147] Haşimiyetü'l Cemel alel Celaleyn. C. 1, S. 138


[148] Ebussuud Tefsiri. C. 1. S. 147.


[149] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/125-126.


[150] Cessâs - Ahkâmul Kur'an - C. 1, S. 132

Prof. Dr. Sinsi 08-04-2012 03:22 AM

Tefsir Dersleri...
 

Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/126.


[151] Ahmed b. Hanbel, tbn-i Mace. ed-Dar'ü Gudnl. Ibn-i Kesir Tefsiri C. 1, S. 20i 7


[152] İmam Malik - Muvatta. lbn-i Arabi - Ahkâmul - Kuran C. ı, S. 52


[153] Buhari ve Müslim


[154] Müslim


[155] Cess&s - Ahkâmül Kuron - C. 1, S. 125


[156] Kurtubi Tefsiri


[157] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/127-128.


[158] Kim Davud


[159] Kurtubi Tefsiri C. 2. S. 201. Fethül Beyin, Ruhul Maanl


[160] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/128-129.


[161] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/129-130.


[162] Kurtubi Tefsiri. C. 2. S. 204


Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/130.


[163] Ehli Sünnet dışındaki sapık mezheplerden biri


[164] Kurtubi Tefsiri. C. 2. S. 205


[165] Cessâs - Ahkamu'l Kurban - C. 1. S. 145. tbn-l Arabi - a.g.e - C. 1. S 54. Kurtubi Tefsiri. C. 2. S. 208


[166] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/130-131.


[167] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/131-132.


[168] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/132.


[169] Cahiliyet devrinde Araplar, bir deve üst üste beş defa yavru yapar ve hotlnci yavrusu da erkek olursa, o devenin bir kulağını ikiye ayırarak ona blnmaıltr kesip etini de yemezlerdi. Onu kendilerine haram kılmışlardı iti* buna BAHİRET adı verilirdi.


[170] Cahiliyet devrinde Araplardan biri. uzak bir sefere çıktığında -yolculuktu» sağ ve selametle dönersem» veya ■hastalıktan kurtulursam devemi lâlbai yapacağım- derdi. Bu deve kesildiği zaman etini kendisine haram kılar va etini de yemezdi. Buna da SAlBpT adı verilirdi. (M. AÜ Sabünl • Saffolu I Tefasir C. 1, S. 368 38fl)


[171] Seyyi4 Kutub • Fizil&li'l - Kur'an - C. 2, S. 55 134


[172] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/132-134.


[173] Ferrâ - Maani'l Kuran - C. 1. S. 110


[174] Taberl Tefsiri - C. 2, S. 106. Kurtubl Tefsiri, C. 2, S. 226.


[175] Taberi. age, C. 2, S. 106.


[176] Taberl. age. C. 2, S. 107.


[177] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/136-137.


[178] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/137.


[179] Süyûti - Dürrü'l Mensur • C. 1. S. 173. Kurtubi Tefsiri C. 2. S. 226. İbn-i Cevzi - Zadü'l Meslr - C. 1. S. 160, Tabert Tefsiri, C. 2. S. 103.


[180] Süyûti, age. C. 1. S. 172, tbn-i Kesir. C. 1. S. 209. Taberi Tefsiri. C. 1, S. 104.


[181] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/137-138.


[182] Buharı. Nesai. Taberi Tefsiri C. 2, S. 110, S. 110, Süyûti - aga - C. 1. S. 173.


[183] İbn-i Cevzi - Zadü'l Mesir - C. ı. S. 181.


[184] Fahreddin er-Razi - age - C. 2. S. 158


Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/138-140.


[185] Zımmi. İslam Devletinde yaşayan, devlete vergisini veren ve her hususta! onun teminatı altında bulunan gayr-» müslim kişidir.


[186] İbn i Selâm, >Bu hadisin Senedi yoktur» der. 142


[187] Şeyh es-SAyis - Ahkam Âyetlerinin Tefsiri, C. 1. S sı


[188] lbn-l Kesir Tefsiri. C. 1. S. 200


[189] İbn-i Kesir - age - C. 1. S. 210


[190] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/140-144.


[191] İbn-i Arabi - Ahkâmü'l-Kur'an - C. 1. S. 61-62


Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/144-145.


[192] Cessâs - age - C. 1. S. 168. Kurtubi Tefsiri. C. 2. S. 231


[193] Cessâs - age - C. 1. S. 168. lbn-i Arabi - age - C ı, S. 168 Kurtubi – age C. 1, S. 231.


[194] Kurtubi - age - C. 1. S. 231. lbn-i Arabi - age - C ı, S. 65


[195] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/145-146.


[196] lbn-i Kesir Tefsiri. C. 1. S. 210.


[197] Tirmizi. Ebu Hüreyre'den rivayet etmiştir. Kurtubi. age. C. 2, S. 232


[198] lbn-t Arabi - ago ■ C. 1. S. 65. Cess&s age - C. ı, S. 170. Kurtubi - age - C. 2.


Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/146-148


[199] Cessas - ngo - C. 1. S. 188. tbn-i Cevzl - Za'dü'l Mesir - C. 1. S. 181


[200] Cessas - uge ■ C. 1. S. 28ü


Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/148.


[201] Kurtııbi Tefsiri. C. 2. S. 237


Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/148-149.


[202] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/149.


[203] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/149-150.


[204] Ragıp el Isfahani - El-Müfredâlü'l - Kuran, S 325


[205] Kurtubi - age - C. 2. S. 261


[206] Lisanü'l Arab. Duk maddesi


[207] Ragıp el Isfahanı - age - S. 203


[208] Zemahşeri - Keşşaf Tefsiri - C. 1, S. 171. İbn-i Cevzi - age ■ C. 1, S 187 Mecmaul-Beyân C. 1. S. 275


[209] İbn-i Cevzi - age - C. 1, S. 191


[210] Zoccac - age -


[211] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/153-155.


[212] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/155-156.


[213] Tuborl -. Mocmuü'l - Beyan - C. 2. S. 132. SüyuU - age - C. 1. S. I7U


[214] Mulmri. Müslim. Tlrmizi. Solmcte bin el EkvıVdnn rivayet etmişlerdir. Sılytı age. C. 1. S. 177


[215] Tnberl - age - C. 2. S. 198. Kurtubl Tefsiri - C. 2. S. 288. Süyutl - orp ■ C I. S 194. İbn-i Cevzl - age - C. 1. S. 89


[216] Buharl, Kurtubi Tefsiri - C. 2. S 294. Taberi Tefsiri. C. 2. S. 1C4


[217] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/156-158.


[218] islam dininde ibadetlerin vakit ve mevsimlerini tayin etme hakkı yalnız Alah (cc)'indir. Ayetin metninde de görüldüğü gibi orucun mevsim ve zama*nını Allah (cc) tayin etmiştir. İnsanlar hristiyanların yaptığı gibi tuttukları oruca istedikleri bir zamanı tahsis etseler, bu oruç değil, isyan olur. Çünkü ibadet. Allah'ın emriyle yapılan amellerdir. İbadetin vaktini değiştirmenin altında Allah'a isyan etme vo vakit tayinini yalnız kendilerinin bileceğini sanma duygusu vardır. Bu duygu, düşünce ve davranış ibadet değil, isyan hatta küfür olur. Onlar fiilleriyle Kur'an'ın emrini reddederler. Bu red ise küfürdür. (Mütercim)


[219] Taberi - age - C. 2. S. 129. Süyutl - age - C. 1, S. 176


[220] Fahreddin er-Razl - ajre - C. 2, S. 77.


[221] islâm ülkelerinden herhangi birisinde bir kimse nyî gordugune dair. İslam kadısının huzurunda islâm hukukundaki şeh'adet kurallarına uygun şuhu lik yapar ve kadı da bunu .yayın organları (Radyo. Ty. diğerleri) ile tüm müslümanlara duyuruna herkesin oruç tutması gerekir. (Mütercim)


[222] ifernohsevi - Keşşaf Tefsiri - C. 1, S. 172:'.


[223] Fohreddin er-Razi - age - C. 2, S. 200


[224] Arap dili ve edebiyatında bir kelimenin, asıl manası dışında bir kullanılmasına İSTİARE denir. Meselâ: Sabah beyazlığına ak IplIH, karanlığına kara iplik denilmesi gibi. Buradaki ak ve kara iplik tabirlerindin maksadın, sabah beyazlığı ve gece karanlığı olduğunu -mlnel fecri» kelim*-■İnden anlıyoruz. (Mütercim)


[225] Şerif er-Radi - Telhisü 1 Beyan fi Mucizfttül Kuran - C. 2. S. 172


[226] Buharl. Müslim. Ahmed b. Hanbel. Taberi - age - C. 2. S. 172, KeıjşAf Ttfalrl C. ı. S. 175.. Fahreddln er-Razi - age - C. 5. S. 120. lbn-1 Cevzl - age - C. 1, S. IH


[227] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/158-161.


[228] Taborl - age • C. 2. S. 112 162


Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/162.


[229] Kurtubi - age - C. 2, S. 256


Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/162-164.


[230] Bir fersah takriben 8 km'dir. 8x18=128 km'lik yolculuk yapılması oruç yemeyi mubah kılar.


[231] 1 bürd. 4 fersahtır. 4x4 = 16 fersah eder. 16 x 8 = 128 km'lik bir yolculuk gerekir.


[232] Şafii. İbn-i Abbas tan rivayet etmiştir. Fahreddin er-Razi - age - C. S, S, II


[233] İmam Şafii. Atadan rivayet etmiştir. Fahreddin er-Razi - age - C. 8, 9. N


[234] İmam Şafii. Atadan rivayet etmiştir. Fahreddin er-RAzl - age - C. S, S. M


[235] İbn-i Arabi - age - C. 1. S. 77


[236] Cessfts - age ■ C 1. S. 204


[237] Buharl, Kasrı Salat babında. Abdullah b. Ömer'den rivayet etmiştir.


[238] İbn-i Arabi - age - C. 1. S. 78


[239] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/164-166.


[240] özetle azimet, ibadet şekillerinin asıl olanım yapmaktır. Ruhsat ise. Sonradan kolaylık için bazı zamanlarda hükmün değiştirilmesi veya kısaltılmasıdır. Mesela; Abdest alırken ayağını yıkamak azimettir. Soğuk zamanlarda abdesüi iken mesh giyerek üzerine meshetmek ruhsattır. (Mütercim)


[241] Bu fiili hadis, ibn-i Abbas. Ebu Said el-Hudri. Enes bin Malik, Cablr b Alı dullah. Ebu Derda.(ra) ve diğer bir çok sahabiden rivayet edilmiştir


[242] İmam Malik, Enes b Melikten rivayet etmiştir. Müslim'de Ebu Said «I lluıl rlden -Ramazan ayının 16'sında Resulullah ile savaşa gitmiştik. Banlarının oruç tutuyor bazılarımız da yiyorduk» rivayetini yapmıştır.


[243] İbnül-Arabi-age-C. 1. S. 78 168


Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/166-168.


[244] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/168-169.


[245] Fahreddin er-Razi - age - C. 5. S. 85


[246] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/169-170.


[247] Fahrcddin er-Râzi - TefsirûT ■ Kebir - C. 1. S. 80. Âlusi - Ruhul ■ Mııani C. 2, S. 58. İbn-i Cevzi - oge - C 1. S. 180


[248] Ed-Dar Cutni ve Hâkim. İbn-i Abbas (R.A.)'dan rivayet yapmışlardır. Hadisin isnadı da sahihtir


[249] Sahihi Buhari ■ Babü t - Tefsir.


[250] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/170.


[251] Cessâs age - C 1 S 211. Fahreddin er-Râzi • a?e - C 1. S 87 Kurlubi upe- C. 2. S 269


[252] Kitabul Fıklı Ala I Mczahibi I Erbaa. Kitab es Savm


[253] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/171-172.


[254] Buhari ve Müslim


[255] Ebu Davud Hâkim ve Ebu Hayyan


[256] Kurtııbi Tefsin C 2. S. 274


[257] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/172-173.


[258] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/173.


[259] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/173-174.


[260] CessAs - age S 1. S 272 174


[261] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/174-175.


[262] Cessâs age C. 1. S. 278


[263] HAkim. -İsnadı sahihtir- demiştir.


[264] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/175-176.


[265] Fahreddin er-Razi - age - C. 1. S. 125. Kurtub! - age - C. 2. S. 88, Âlusl-Bft- C. 2, S. 68, Zemahşeri - age - C. 1. S. 17e


[266] Cessas - age - C. ı, S. 285


[267] Ed-Darül Cudni ■ Süveyd b Abdulaziz'den, O'da ez-Zehri'den. O'da Urvete'den. Oda Hz. Aişeden rivayet etmiştir.


[268] Ebu Davud. Abdullah b. Bediiden rivayet etmiştir


[269] Fahreddin er-Râzi - age - C 5. S. 25


[270] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/176-178.


[271] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/178-179.


[272] Buharl, Müslim


[273] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/179-180.


[274] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/182-183.


[275] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/183-184.


[276] Suyutl-age C 1. S. 206. tbn-t Cevzl-age-C. 1. S 197. Kurtubi Tefsiri-C. 2. S. 326 Fahreddin er-Razi - age • C. 5, S. 140


[277] tbn-i Cevzi age - C. 1, S. 201. Kurtubi - age - C. 2, S. 333


[278] Taberi - age C. 2, S. 106. Suyuti - age - C. 1, S. 206. Kurtubi • age - C. 2, S. 3^3


[279] Ebu Davud, Tirmizi. Taberi - age - C. 2. S. 204. Kurtubi ■ age - C. 2. S. 339


Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/184-185.


[280] Cemü'l Fevaid


[281] Zemahşeri • age - C. ı, S. 176


[282] Buharı. Müslim. Ebu Davud. Tirmizi ve İbn-i Mâce. Ebu Hüreyre den rivayet etmiştir


[283] Hnfız İbn-i Asakir. Abdullah b Mübarek (R.A.)in Menakıb'ındnn yuzmıştır


[284] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/185-186.


[285] l'aberl Tefsiri -C. 8. S. 549. Hftkim Müstedrekinde rivayet etmiştir.


[286] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/186-188.


[287] lbnü'l-Arabi -age- C. 1, S. 107, Kurtubl -age- C. 2, S. 231


[288] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/188-189.


[289] Taberi - age - C. 2. S. 192


[290] Ibn-i Cevzl -age- C. 1, S. 199, Kurtubl -age- C. 2. S. 330, Taberi Tefsiri C. i, S. 193


[291] Kurtubl - age ■ C. 2. S. 330 190


[292] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/189-190.


[293] İbnül-Arabi - age - C. 1, S. 107. Kurtubi Tefsiri, C. 2, S. 331


[294] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/190-191.


[295] Müslim. Ahmed bin Hanbel. tbn-i Kesir Tefsiri C. 1. S. 228


[296] Kurtubl Tefsiri - age - C. 2. S. 327


[297] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/191-192.


[298] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/192.


[299] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/193.


[300] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/197-198.


[301] lbn-i Ebi Hâtem. lbn-i Abbastan rivayet etmiştir. Süyûtl-age-C. 1, S. 231


Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/198-199.


[302] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/199.


[303] Buhari ve Müslim. İbn-i Kesir Tefsiri. C. 1, S. 332


[304] Buhari. Ebu Davud ve Nesai


[305] Buhari. Müslim, Ebu Davud ve Tirmizi


[306] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/200.


[307] Hacca giden ve Mikata vardığında yalnız Umre niyetiyle ihramlanan kimse.


[308] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/200-201.


[309] Allâme Şevkâni - age - C. 1, S. 195


[310] Müslim, Cabirin Veda h&ccı bahsindeki uzun hadisinden rivayet etmiştir.


[311] İbn-i Ebİ Şeybe, Abd bin Hamid, ibn-i Mace ve Şafiinin Üm kitabı


[312] Tirmizi, Şevkâni - age - C. i. S. 195


[313] Allâme Şevkâni - ağe - C. 1, S. 195


[314] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/201-203.


[315] imam Tahâvi - Abdurrahman bin Zeyd'den rivayet etmiştir.


[316] Taberi - age - C. 2. S. 215


[317] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/203-204.


[318] İmam Fahreddin er-Ratî - age C. 5, S. 163


[319] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/204-206.


[320] Buhari. Hz. Aişe'den rivayet etmiştir. 206


[321] Cessâs - age - C. 1. S. 197


[322] Cessas - age - C. ı. S. 346. Fahreddin er-Râzi -age-C. 5. S. 170. Kurtubl - age - C. 2. S. 278. Taberi - age - C. 2. S. 252


[323] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/206-207.


[324] Fahreddin er-Razi -age-C. 5. S. 168


[325] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/207-208.


[326] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/208.


[327] Allâme Şevkânı - age C. 1. S. 200


Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/208-209.


[328] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/209.


[329] Kurtubi - age - C. 2. S. 384, İbn-i Arabi - age - C. S. 134, Abdurrahman Cezeri -Dört Mezhebin Fıkıh Kitabı


Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/210.


[330] İmam Ahmed bin Hanbel (ra)'in Müsnedi ve Kütüb-ü Sitte


[331] Kurtubi Tefsiri c. 2., s. 393.


[332] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/210-211.


[333] Ragıp el Isfahani - El-Müfredat S 538


[334] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/213-214.


[335] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/214-215.


[336] Fahreddin er-Râzi - age - C. 6. S. 31. Kurtubî - age - C. 3. S. 40, Taberİ - nge - C. 2, S. 347, Zemahgeri-age-C. 1. S. 298, Ibn-i Kesir-age- C. 1. S. 253


Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/215-216.


[337] Kurlubi - age C. 3. S. 39


[338] Kurtubi • age - C. 3. S 46. İbn-İ Kesir -age- C. 1. S. 255


[339] Zemahşerî -age- C. l. S. 196


[340] Zemahgeri -age- C. 1. S. 196


Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/216-217.

Prof. Dr. Sinsi 08-04-2012 03:22 AM

Tefsir Dersleri...
 

[341] Fahreddin er-Râzi -age- C. 6. S. 33. Zemtıhşerî -age- C 1, S. 296


[342] İbnul-Arabi -age C. 1. S. 147 218


Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/217-218.


[343] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/218-219.


[344] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/219.


[345] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/221.


[346] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/221-222.


[347] Süyuti -age- C. 1. S. 225, Taberi -age- C. 2, S. 370, tbn-i Kesir -age- C. I, S. 256 Zemahşeri - age - C. 1. S. 200


[348] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/222-223.


[349] Ebussuud Tefsiri C. 1. S. 187, Taberl -age- C. 2, S. 363. Fahreddin er-Razi -age- C. 2, S. 48


[350] M. Ali Sabünl -Et-Tıbyan fi Ulumil-Kur'an S. 43.


[351] Kurtubi age- C. 3. S. 57


[352] Kurtubi -age- C. 3. S. 55. Nesâl. Ebu Ömer-tstiab


[353] Cahiliyet döneminde Kays. içkiyi kendine haram kıldı. Çünkü İçkili oldugugu zaman kızına saldırmaya, anne ve babasına kötü sözler söylemeye başlamış. içkinin tesiri geçince yaptıkları kendisine anlatılmış. O zaman İçki İçmemeye karar vermiş.


[354] ZemahşerJ -age- C. 1. S. 198


Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/223-226.


[355] Kurtubl -age- C. 3. S. 81


[356] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/226.


[357] Cessâs -age- C. 1. S. 382


[358] Ebu Davud-lbn-i Ömer'den rivayet etmiştir


[359] Müslim, Ebu Hüreyre'den rivayet etmiştir.


[360] Buhari, Enes bin Malik'ten rivayet etmiştir.


[361] Ebu Davud, Fahreddin er-Razl -age- C. e, S. 43


[362] Ebu Davud. Ümmö Selemeden rivayet etmiştir


[363] Fahreddin er-Razl -age- C. 6, S. 43


[364] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/227-229.


[365] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/229.


[366] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/229-230.


[367] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/231-232.


[368] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/232.


[369] İbn-i Cevzl -age- C. 1. S. 245, Alûsi -age- C.2. S. 117. Zemahşeri -age- C. 1. S. 200 232


[370] İbn-i Cevzi -age- C. 1. S. 246. Süyütt -age- C. 1, S. 258 Alusl -age- C. 2. S. 11B. -Es-Sedİ,- İbn-i Abbas (ra)'dan rivayet etmiştir.


Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/232-233.


[371] İbn-i Mace ve Said bin Mensur -Ibn-İ Ömer (raiden rivayet etmişlerdir.


[372] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/233.


[373] lbn-f Hamid, Taberi -age- C. 2, S. 377


[374] Alusi -age- C. 2. S. 1»


[375] Taberi -age- C. 2, S. 37a. Fahreddin er-Razi -age- C. 8. S. 61. Kurtubi -age- C. 3. S. 81


[376] Kurtubi -age-. Kütüb-ü Sitte. Fahreddin es-Râzi -age- C. 8. S. 61


[377] Taberi -age- C. 2. S. 77-78


Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/233-236.


[378] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/236.


[379] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/237.


[380] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/238-239.


[381] Bu âyetin incâli manası. Taberf Tefsirinden iktibas edilmiştir. (M. A. Sabuni)


Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/239-240.


[382] Müslim. Tirmizi. Et-Tâc, C. 4. S. 62


[383] Buharı, Tirmizi. Süyûti -age- C. 2. S. 396. Ali Nasif-et-Tâc- C. 4, S. 62


Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/240.


[384] İbnü'l-Arabi -age-. Kurtubl age- C. 3, S. 88


[385] Taberi -age- C. 2. S. 395


[386] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/240-241.


[387] Kurtubl -age- C. 3, S. B7


[388] Buhari, Müslim. Tirmizİ ve et-Tâc. C. 1. S. 117


[389] Her iki hadiste de •menfaatlenmekten- maksat, sarılma ve öpmedir. Yoksa pcştemal üzerinden cinsi münasebette bulunmak değildir. (Çeviren)


[390] Buhar! ve Müslim


[391] Müslim, Tirmizİ, et-Tâc. C. 4. S. 62, Enes bin Malik (ra)ten rivayet edilmiştir


[392] Taberi -age- C. 2. S. 383, Mesruk bin el-Ecdft'dan rivayet edilmiştir.


[393] Taberi -age- C. 2, S. 383


[394] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/241-243.


[395] Kütüb-ü Sitte. Tflc C. 1. S. 119.


[396] Kurtubî -ege- C. 3, S. 88


[397] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/243-244.


[398] Cessâs -age- C. l. S. 400


[399] Kurtubi -age- C. 3. S. 83, er-R&zi -age- C. e. S. 68. Cessâs -age- C. ı, S. 401


[400] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/244.


[401] Şemanı -age- C. 1. S. 226, Taberi -age- C.2, S. 387, Ibnu'l-Arabİ -age-C.l, Kurtubi -age-C. 3. S. 89


Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/245-246.


[402] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/246.


[403] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/246-247.


[404] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/247.


[405] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/249.


[406] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/249-250.


[407] Alet Celaleyn. C ı. S 180


Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/250.


[408] Fahreddin er-Razi -age- C 6. S. 80


[409] Cessas age- C. 1. S 418


[410] lift, bir erkeğin karısıyla cinsi münasebetle bulunmayacağına Allah (cc) ismiyle yemin etmesidir. (Çeviren)


[411] Ali Tan'tAvi-Ahbarul Ömer. Kurtubi -age- C. 3. S. 108


[412] Fahreddin er-Razî -age- C. 6, S. 85


[413] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/250-252.


[414] Taberi -age- C. 2. S. 406, Şevkâni -age- C 3. S. w. 9, Kurtubi -age- C. i. S. 23i 252


[415] Taberi-age-C. 2. S. 413


Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/252-253.


[416] Kurtubi -age- C. 3. S 103.


[417] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/253-254.


[418] Taberi -age- C. 2. S. 421254-255.


Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/254-255.


[419] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/255.


[420] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/256.


[421] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/256.


[422] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/258-259.


[423] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/259.


[424] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/260.


[425] Bu hadisi İmam Malik. Muvattada. İmam Şafii, Ümm'de, imam Beyhakİ, Süneninde rivayet etmiştir. Kurtubi -age- C. 3. S. 126


[426] Taberi -age- C. 2. S. 480. Şevk&ni -age- C. 1, S. 242


[427] Et-Tftc. El-Camiul Usûl. C. 4. S. 83


Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/260-261.


[428] Nesâi, İbn-i Mâce ve Tirmizi


[429] Fahreddin or-RazI -age- C. 8. S. 101. Alûsi -age- C. 2, S. 135


[430] Hül'ü, herhangi bir sebepten dolayı araları açık olan karı-kocadan, kadının, razı olduğu bir mal veya para vererek, boşama ve boşanma hakkını koca*sından satın almasına denir (Çeviren)


[431] Alûsi -age- C. 2. S. 140. Hadiste geçen kadmm ismi Cemile binti Abdullah'tır, .


Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/261-264.


[432] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/264.


[433] Fahreddin er-Razi age- C. 6, S- 94, tbııi Arabi age- C. 1. S. 185


[434] İbn-i Cevzi -age- C. 1. S. 259


[435] Ed-Dârü'l Gudnl. Zemahşeri -age- C. 1. S. 205


[436] Cessas -age- C. 1. S. 435


[437] tbnu'l-Arabl -age- C. l. S. 185. Cessâs -age- C. 1, S. 434, Fahreddin er-BazI -age- C. 8. S. 96. Zemahşeri -age- C. I, S. 206


[438] İbn-i Kayyım-Za'dii'l Meftd- C. 3. S. 96


[439] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/264-267.


[440] Ibnül-Arabi -age- C. 1. S. 186 268


[441] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/267-268.


[442] Ibn-İ Kesir -Tefsir- C. I. S. 271.


[443] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/268-269.


[444] Şevkani-Neylül-Evtâr- C. 6. S. 214


Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/269.


[445] Cessas -age- C. l. S. 452


[446] Sahih-i Buhari, İbn-i Arabi -age- C. ı, S. 189. El-Camiu li Ahkftmül Kuran C. 3. S. 128


[447] Sahihi Müslim. Kurtubl Tefsiri C. 3. S. 132. Şevkftni-Fethü'l Kadir C. 1. S. 238 272


[448] Nesâi, Müslim ve İbn-i Mace 274.


[449] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/270-274.


[450] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/274-275.


[451] Sahih-i Buharı, Alûsi -age- C. 2. S. 140


[452] İmam Şafii (ra)'nin kavl-i kadim (eski görüş) vs kavli cedid (yeni. görüş» olmak üzere iki görüşü vardır. Kavl-i hadimi, henüz İrak'ta gençliğindeki ictihadi görüşlerine denir. Kavl-i cedid ise. Mısır'a gittikten sonra verdiği hüküm ve fetvalardır.


[453] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/275-276.


[454] Kurtubi -age- C. 3. S. 147


[455] İbn-i Kesir Tefsiri C. 1, S. 277


[456] Fahreddin er-Razi -age- C. 6, S. 112


[457] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/276-278.


[458] Ibh-i Mace, Hâkim, Beyhakl, Alûsi -age- C. 2, S. 141, İbn-i Kesir Tefsiri C. ı, 4,


[459] Ahmed bin Hanbel. Tirmizi ve Nesâi


[460] İbn-i Kesir -Tefsiri- C. 1. S. 280, Ebu tshak el-Cürcanî İbn-i Abbastan rivayet etmiştir.


[461] Hakim-Müstedrekinde rivayet ederek İsnadının sahih olduğunu söyler.


[462] İbn-i Kesir-Tefsir - C. ı. S. 278


[463] Reşid Rıza-Menftr Tefsiri - C. 2, S. 3B4


[464] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/278-281.


[465] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/281.


[466] Üstat Ahmed Muhammed Cemal-Es-Sekafetü’l İslamiyye, s. 288.


[467] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/281-282.


[468] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/284.


[469] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/284-285.


[470] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/285.


[471] Zemahşeri, age, C. l. S. 212


[472] Ebu Hayyan, Bahrü'l Muhit, C. 2, S. 212


[473] Ebussuud Efendi, İrşadü'l Akli es-Selim, C. 1, S. 176


[474] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/285-287.


[475] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/287.


[476] lbnü'l-Arabl -a«e- C. 1, S. 2M, Kurtubi -ege- C. 3, S. 161 288


[477] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/288.


[478] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/288-289.


[479] Cessâs -age- C. ı. S. 478.


[480] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/289-290.


[481] Taberi -Tefsiri- C. 2, S. 504


Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/290.


[482] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/290-291.


[483] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/291-292.


[484] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/293-294.


[485] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/294.


[486] Taberi -Camiü'l Beyân- C. 2, S. 512 294.


[487] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/294-295.


[488] Kurtubi -age- C. 3. S. 174, Ebu Hayyan-Bahrül Muhit C. 2. S. 224


Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/295.


[489] Buharı, Müslim, Nesâi ve Ebu Davud


[490] Ibn-i Kesir -Tefsir- C. 1. S. 285. Kurtubi -Tefsir- C. 3. S- 175


[491] Kurtubi -age- C. 3. S. 175.


Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/296-297.


[492] Buharı ve Müslim.


[493] Buhari ve Müslim


[494] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/297-299.


[495] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/299.


[496] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/299-300.


[497] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/302-304.


[498] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/304.


[499] Hâzin Tefsiri C. 1, Cemaleddin el-Kâsimi-Mehâsin et-Tevİl C. W. S ı'-iü


[500] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/304-305.


[501] Taberi -age- C. 2, S. 519, Zemahşerl -age- C. 1, S. 214


[502] Zemahşerİ -age- C. 1. S. 215


[503] Cemaleddin el-Kâsimi-Mehasin et-Te'vil-C. 4. S. 260, Fahreddin er-Razf -age- C. 6, S. 147


[504] Fahreddin er-Razi -ago- C. 8, S. 154


[505] Kurtubi Tefsiri - C. 3, S. 202. Bu tarihi oiayı Darü'l Gudni, Süveyd bin Gaflet'ten rivayet etmiştir.


Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/305-306.


[506] imam Şafii (ra>, Malik (ra)'ten, O'da Nafi (ra)den. Oda İbn-i Ömer (Ya)'den rivayet etmiştir.


[507] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/307.


[508] Cessas -age- C. 1. S. 504, Kurtubi -age- C, 3. S. 184


[509] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/307-309.


[510] İmam Fahreddin er-Râzi -age- C. 6. S. 145


Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/309-311.


[511] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/311.


[512] İmam Fahreddin er-Razl -age- C. 6. S. 149


[513] İmamların görüşlerine göre. boşanılan kadına, erkek tarafından verilecek


Allah (cc), boşanılan bir kadını, zenginlik ve fakirlik durumuna göre kocanın menfaatlendirmesini meşru kılmıştır. Nikah akdi sırasında bir memeblağın zamanla değişmesi dinen caizdir. Çünkü ayetten, bunun her za*mana, yere. milletlerin gelenek ve adetlerine göre ayarlanabileceği anlaşılır. Islamda. -zamanın değişmesiyle hükümler de değişebilir» genel kaidesi de bunu teyid eder. Yalnız Kuran ve hadisten nass. kesin İcma ve fakihlerin kıyasıyla tesbit edilen hükümlerde, değişmenin olmayacağı kesindir. (Çeviren)


[514] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/311-312.


[515] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/312.


[516] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/312-313.


[517] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/316.


[518] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/316-318.


[519] Mecmau'l-Beyan C. 2, S. 392, Za'dû'l Mesir C. ı, S. '332 El-Vahidi Es-Süddi'den rivayet etmiştir


Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/318.


[520] Ebusuud-Tefsir-C. 1. S. 202. İbn-i Cevzi -age- C. 1, S. 330


[521] Şeyh Cemaleddin el-Kâsımi - Mehâsin et-Te*vil - C. 3. S. 716 320


[522] tbn-i Kesir tefsirinde: -İbn-i Abbas (ra)'a göre en son nazil olan ayet budur* ,İ denilir, Ibn-i Cerir ise -Bu âyetin nüzulünden sonra Resulullah (sav) 9 gün yaşamıştır- demektedir.


[523] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/318-321.


[524] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/321.


[525] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/321-322.


[526] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/322.


[527] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/322-323.


[528] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/323.


[529] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/323.


[530] Taberi -age- C. 4. S 90.


[531] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/323-324.


[532] Butıari-Riba bahsi.


[533] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/324.


[534] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/324-326.


[535] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/326.


[536] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/326-327.


[537] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/327.


[538] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/327-328.


[539] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/328.

Prof. Dr. Sinsi 08-04-2012 03:23 AM

Tefsir Dersleri...
 

22. DERS KÂFİRLERLE DOSTLUĞUN YASAKLANIŞI 2

Âyetlerin Lafzi Tahlili 2

Mevzumuz Âyetin, Önceki Âyetlerle Münasebeti 2

Âyetlerin Nüzul Sebebleri 2

Âyetlerin İcmali Manaları 2

Ayetlerin Tefsirindeki İncelikler 2

İkinci Hüküm: Ayette «Taklyye» Kelimesinin Anlam Ve Hükmü Nedir?. 3

Üçüncü Hüküm: Kafirleri Dost Edinmek Ve Onlan İslâm Devletinde Çalıştırmak Caiz Midir?. 4

Dördüncü Hüküm: Kâfir Ve Fasrklarla, Idare-İ Maslahat Yapmanın Hükmü Nedir?. 4

Ayetlerden Alınacak Dersler 4

23. DERS İSLÂM'DA HACCIN FARZ OLUŞU.. 4

Ayetlerin Lafzi Tahlili 5

Ayetlerin İcmali Manaları 5

Ayetlerin Nüzul Sebebi 5

Ayetlerin Tefsirindeki İncelikler 6

Ayetlerdeki Şer’i Hükümler 6

Birinci Hüküm: Harem-i Şerif (Ka'be)'De Cinayet İşleyen Kimsenin Hükmü Nedir?. 6

İkinci Hüküm: Fakir Ve Kölenin Hacc Yapma Hükmü Nedir?. 7

Üçüncü Hüküm: Kadının Mahreminin Yanında Bulunması, O'nun İçin Hacc Farzının Şartlarından Mıdır?. 8

Mühim Bir Uyarı 8

Dördüncü Hüküm: Haccı Farz Kılan Şartlar Nelerdir?. 8

Beşinci Hüküm: Birden Fazla Hacc Yapmak, Farz Mıdır?. 9

Prof. Dr. Sinsi 08-04-2012 03:23 AM

Tefsir Dersleri...
 

22. DERS KÂFİRLERLE DOSTLUĞUN YASAKLANIŞI



28 — Mü'minler, mü'minleri bırakıp ta kafirleri dost edinmesin. Kim bunu yaparsa (ona) Allahtan hlc bir şey (hiçbir yerdim) yoktur. Meğer k| onlardan, gelebilecek bir tehlikeden dolayı, sakınmış olasınız. Allah size (asıl) kendisinden korkmanızı emrediyor. Nihayet gidiş te ancak Allah'a dır.


29 — De ki; göğüslerinizin İçinde olanı gizlesenizde, onu açıklosa-nizda Allah bilir onu. Göklerde ne var yerde ne varsa (hepsini) o bilir. Allah her şeye hakk.ylo gücü yetendir.




Âyetlerin Lafzi Tahlili



(Evllyâe): Velinin çoğulu olan evliya kelimesi, yardımcı, yardım edici anlamındadır.


(Tugâten): Lügatte tügâten kelimesi, korunma, sakınma manasınadır. Âyetteki anlamı ise şudur: Şerrinden korkulan in*sana karşı, idare-i maslahat yapmaktır.


(El meşini): Ism-i mekan olan ef-mesir, dönülecek yer manasınadır. [1]




Mevzumuz Âyetin, Önceki Âyetlerle Münasebeti



Allah (cc), önceki âyetlerde bütün mülklerin kendisinin olduğunu, yü*celten ve alçaltanın yalnız kendisi olacağını, dünyada her şeyi kendi İra*desiyle tasarruf ettiğini, dilediğine mal, mülk ve mevki vermeye muktedir olduğunu, dilediğinde de her şeyi kulların ellerinden alacağını beyan et*miştir. (Mevzumuz) âyette ise, dünyadaki mal ve mevkiye özenerek kafir*lerle dost olmak yasaklanmaktadır. Arzu edilecek olan, Allah (cc) yolundan gitmek, kâfir ve müşriklerden kaçınmaktır. [2]




Âyetlerin Nüzul Sebebleri



1. (Mevzumuz) âyet, yahudileri dost edinen müslümanları uyarmak için nazil olmuştur. Çünkü Sahabiler, yahudileri dost edinen müminlere, «Yahudilerin dost ve arkadaşlığından sakınınız. Onlar sizi Hak yolundan saptırır,» nasihatlan yaptıkları halde, tesirli olamadılar. Bunun üzerine, «Mü'minler, mümînferf bırakıp ta kafirleri dost edinmesin...» âyeti nazil ol*du. [3]


2. Kurtubî tefsirinde, İbn-i Abbas (ra)'dan rivayetle; «(Mevzumuz) â-yet, Ubbade bin Sâmit e! Ensâri hakkında nazil olmuştur. Onun yahudi-lerden bir çok dostları vardı. Hendek muharebesine hazırlanan Resuiullah (sav)'a O, «Ya Resuiullah (sav), benim beş yüz tane Yahudi dostum var, Onların bize yardım için savaşa gelmelerini uygun görüyorum. Ne buyu*rursunuz?» dedi. Resuiullah (sav)'a yapılan bu teklif üzerine, «Müminler, müminleri bırakıp ta kafirleri dost edinmesin. Kim bunu yaparsa (ona) Al*lah'tan başka hiç bir şey yoktur...» âyeti nazil oldu» denmektedir. [4]




Âyetlerin İcmali Manaları



Allah (cc) müminleri, kafirlere dost olmaktan, sevgi ile yaklaşmaktan, akraba olmaktan ve uzun zaman arkadaşlık yapmaktan menetmiştir. Cünkü mü'mine uygun olan, Allah düşmanlarından uzaklaşmak ve yüz çevir*mektir. Kafirleri sevmek ve dost edinmek, aynı kalbde barınabilecek, be*raberce varlığını devam ettirebilecek duygulardan değildir. Bu dostluk. İster kalbi bir dostluk olsun, ister ona yardım etmek şeklinde olsun, ister onun yardımını taleb etmek tarzında tecelli etsin, hepsi eşittir. Yani aynı-dtr. Mü'mlnle kafir arasında yakınlık, akrabalık, dfn, akide, rabıta ve dost*luğun hepsi yok olmalıdır. Çünkü imanla küfür arasında hiçbir bağ yok*tur.


Bazı durumlarda düşmanın şerrinden ve zararlarından emin olmak İçin dostluğa müsade edilmiştir. Yalnız müsaade edilen bu dostluk, Hsanl bir dostluktur. Yoksa ne kalbi ve ne de fiili dostluğa asla müsaade edil*memiştir.


Doha sonra (mevzumuz) âyet, Allah (cc) düşmanlarını dost ve sevgili yapan ve emre muhalefet eden kimselerin, çok büyük günahta olduklarına işaret eder. [5]




Ayetlerin Tefsirindeki İncelikler



Birinci incelik: (Mevzumuz) âyette, «kim bunu yaparsa» tabirinin, «kim mü'minleri bırakıpta, kafirleri dost edinirse» ifadesi yerine kullanılmasın*dan maksat, dost edinilen kafirlerin tekrar anılmaması, tekrar görünümü*nün olmaması ve âyetteki vecizliğln müşahede edilmesidir. Çünkü kafir*leri dost edinmekten daha çirkin ve kötü bir şey düşünülemez.


İkinci İncelik: «...Allah'tan hiçbir şey yoktur...» âyetinden murat, az veya çok, kafirlerden dost edinmenin islâm'da yerinin olmadığıdır. Çünkü Allah (cc) dostu mümin İle Allah (cc) düşmanı kafirin bir araya gelmesi mümkün değildir. Birinde Allah (cc) sevgisi, diğerinde Allah (cc) düşman*lığı. Tamamen birbirine zıt Ikj unsur... Ateş i!e yanacak bir maddenin bira-rada durması nasıl mümkün değilse, mümin olarak kafirleri dost edinme ve onları sevmenin biraraya gelmesi de imkansızdır.


Üçüncü ve dördüncü incelik: Arap dili ve edebiyatıyla İlgili olduğun*dan yazılmamıştır.


Kafirleri dost edinmenin haramlığına delalet eden âyetler


Kafirleri dost edinmenin haramlığına delalet eden {mevzumuz} âyet gibi diğer bir çok âyetler vardır. Bu âyetlerin bir kısmı ehil kitap kafir-'eri, diğer bir kısmı da bütün kafirleri -kitap ehil ve müşrikleri- dost edin


menin haram olduğunu bildirmektedir. Biz burada, bu âyetlerden bazıları*nı yazmakta yetineceğiz.


1- «Ey İman edenler, yahudllert de, nasranilerl de kendinize yâr (ve üstünüze hakim) edinmeyin. Onlar (ancak) birbirinin yaranıdırlar, içi*nizden kim onları dost (ve hâkim) edinirse o da onlardandır. Şüphesiz Al*lah o zalimler güruhuna muvaffakiyet vermez». (Mâide: 51)


2- «Ey iman edenler, benim de düşmanım, sizin de düşmanınız (olanları) dostlar edinmeyin. (Kendileriyle aranızdaki) sevgi yüzünden onla*ra (Peygamberin maksadını) ulaştırırsınız, (değil mi?). Halbuki onlar Hak'*tan size gelene küfretmişlerdir. Peygamberi de, sizi de Rabbiniz oian Al*lah'a iman ediyorsunuz diye (yurtlarınızdan) çıkarıyorlardı onlar. Eğer siz benim yolumdan savaşmak, benim rızamı aramak İçin çıkmışsanız (bunu yapmazsınız). Halbuki ben sizin gizlediğinizi de, açıkladığınızı da çok iyi bilenim. İçinizden kim bunu yaparsa muhakkak ki yolun ta ortasından sap*mış olur.» (Mümtehine: 1)


3- «Ey iman edenler, sizden evvel kendilerine kitap verilenlerle ka*firlerden dininizi bir eğlence ve bir oyun (yerine) tutanları dostlar (ve üze*rinize hâkimler) edinmeyin. Allah'tan korkun, eğer (ona) inanmış kimse-ferseniz.» (Mâide: 57)


4- «Ey iman edenler, kendi (din kardeşlerinizden başkasını (dost ve) sırdaş edinmeyin. (Çünkü) onlar size şer ve fesat yapmakta hiç bir kusur etmezler, size sıkıntı verecek şey(fer)'i arzu ederler. Hakikat onların (kin ve) buğzları ağızlarından (taşıp) meydana vermiştir. Göğüslerinde giz*lemekte oldukları (düşmanfık) ise daha büyüktür. Size âyetlerimizi (kati surette) açıkladık, eğer düşünürseniz.» (Âl'i İmrân: 118)


5- «Allah'a ve ahiret gününe imanda sebat eden hiçbir kavmin, Al*lah'a ve Resulüne muhalefet eden insanlarla -velev ki onlar, bunların ba*baları, oğulları, biraderleri veya soysoptarı olsunlar- dostlaşacaklannt gör*mezsin...» (Mücâdele: 22)


İşte bu âyetlerde müslümanın kafiri —kitap ehli veya müşrik— içten sevmesi, dost edinmesinin kesinlikle yasak olduğu görülür. Bunlar Allah (cc)'a ve Resulüne (sav) düşmandırlar. Bir müsiümanın kalbinde hem pey*gamber sevgisi, hem de O'nun düşmanının sevgisi beraber olabilir mf? Ateş ve barutun biraraya gelmesi nasıl uygun olursa, onların o derece biraroya gelmesi uygun olur.[6]




::::Eksik, Sayfa 333:::




İkinci Hüküm: Ayette «Taklyye» Kelimesinin Anlam Ve Hükmü Nedir?



İbn-i Abbas (ra)'a göre, taklyye, düşman şerrinden korkan mü'minln, kalbi imanla mutmain olduğu halde lisanen küfrü Icabettiren bir sözü söy*lemesidir. İslâm hukukuna göre, böyle bir kimse, günahkar değildir ve öldürülemez.


Bazı alimlere göre de taklyye şudur: Şahsını ve malını düşmanlardan korumak için kalben değil, Ijsanen küfrü gerektiren sözlerin kullanılması*dır.


Cessâs bununla ilgili olarak: «(Mevzumuz) âyete göre, şahsını ve et*rafındaki müslümanları, düşman şerrinden korumak için, kalbi imanla mutmain olan kimsenin, küfrü gerektiren bir şeyi açıktan yapması veya söylemesidir. (Mevzumuz) âyet gibi, t Kalbi iman üzere (sabit ve bununla) mutmain olduğu halde (cetor ve) ikraha uğratılanlar müstesna...» (Nahl: 106) âyeti de, düşman korkusundan diliyle küfrü İcabettlren sözler söy-ieyen, fakat kafbf iman İle mutmain olan kimseye günah olmadığını beyan eder. Böyle hallerde takiyye yapmak, Allah (cc) tarafmdan müminlere ve*rilen bir ruhsattır. Yalnız takiyyeyi terketmek daha hayırlıdır.


Alimlere göre de, kalbi İmanla dolu bir kimseye, kafir olması için ö-lünceye kadar zor kullanılsa, lisanıyla küfür söz söylememesi daha ha*yırlıdır. Çünkü müşrikler, kalbi imanla dolu sahabi Hübeyb bin Adiyye'ye (ra) küfre dönmesi için ölünceye kadar işkence yaptıkları halde, lisanından küfrü gerektiren bir söz duymadılar. İşte bu sahabi, müsiümanlara göre kalbi imanla mutmain olan ve küfre dönmesi için kafirler tarafından iş*kence yapılınca, takiyye yaparak küfrü gerektiren sözler söyleyen Ammar bin Yasir (ra)'dan daha faziletlidir.


Resulullah (sav), Ammar bin Yasir. (ra)'e, «Küfrü gerektiren sözler söylediğiniz zaman kalbiniz nasıldı?» diye sorduğunda, «İmanla mutmain İdi» dedi. Bunun üzerine Resulullah (sav), «İmanınızdan ötürü kafirler tek*rar İşkence yaparlarsa kalbini bozmadan küfrü gerektiren sözler söyleye*bilirsiniz» buyurdu. Peygamber Efendimizin, Ammar bin Yasir (ra)'e tav*siyeleri, hiç bir zaman farz değil, bir ruhsattır» [7] der,


Mevzumuza ışık tutan yalancı peygamber İle bazı sahablter arasından ki kıssa


Yalancı peygamber Müseyleme, İki sahabiyi yakalattı. Bunlardan biri*sine, «Muhammed (sav)'in, Allah (cc)'ın elcisi olduğuna şahitlik yapar mısınız?» diye sordu. «Evet» cevabını alınca, «Benimde Allah (cc)'m elcisi ve peygamberi olduğuma şehâdet eder misiniz?» diye sorunca, öldürül*mek korkusuyla o sahabi, «Evet» dedi. Hiç bir şey demeyen Müseyleme, o sahabiyi serbest bıraktı.


Bu defa ikinci sahabiyi çağırarak. «Muhammed (sav)'in, Allah (cc)'ın kulu ve elcisi olduğuna şehadet eder misiniz?» diye sordu. «Evet» cevabı alınca, bu defa, «Benim de Ailah (cc)'ın elcisi olduğuma şehâdet eder misiniz?» diye sorunca, sahabi. «Ne dediğinizi duymuyorum. Kulağım sa*ğırdır» cevabını verdi. Müseyleme, İkinci ve üçüncü kez aynı soruyu sordu. Aynı cevabı alınca sahabinin boynunu vurdurarak öldürdü.


Sahabilerin haberi kendisine ulaşınca, Resulullah (sav), «öldürülen kimse, dinine bağlılığından şehadetin en yüksek mertebesine ulaşmıştır. O'na müjdeler olsun, gözleri aydın olsun». Kalbi imanla dolu olduğu halde ölüm korkusuyla yalancı peygamberi tasdik eden diğer sahabi, Allah (cc)'-ın kullara tanıdığı ruhsat İle amet ettiğinden O'na da, «Hiçbir günahı yok*tur» buyurdu.[8]




Üçüncü Hüküm: Kafirleri Dost Edinmek Ve Onlan İslâm Devletinde Çalıştırmak Caiz Midir?



Bazı alimler, (mevzumuz) âyete dayanarak, «Müslümanların işlerini kafirlere yaptırması, onları İşçi ve hizmetçi olarak çalıştırması caiz de*ğildir. Hatta onlara bir mecliste saygı gösterilmesi ve ayağa kalkılmasi haramdır,» derler. Çünkü, «Ey iman edenler müşrikler ancak bir neclstir. Onun İçin bu yıltanndan sonra onfar Mesctd-1 Harama yaklaşmasınlar. Eğer fakirlikten korkarsanız, Allah dilerse, sizi yakında kendi fazlından zenginleştirir. Çünkü Allah, gerçek bilicidir, tam hüküm ve hikmet sahibi*dir» (Tevbe: 28) buyurmuştur.


İbnü'l-Arabİ bu hususta şöyle der: «Hz. Ömer ıra), Ebu Musa el Eşa-ri (ra)'yi tebliğci ve idareci olarak Yemen'e gönderdi. Ebu Musa el Eşari (ra), bir Zimmiyi kendi işlerinde katip olarak çatıştırıyordu. Hz, Ömer (ra) bunu duyunca, «Çalıştırdığınız zimmiyi derhal bırakınız» diye emretti»


Cessâs ta şöyle demektedir: «(Mevzumu2) âyet ve benzeri âyetler, kâfirin hiç bir hususta, müslüman üzerinde hâkimiyet ve yönetimi olama*yacağına delalet eder. Hatta bir kâfirin, hanımının müsJüman oluşuyla is*lâm kabul eden küçük erkek çocuğun malından tasarruf yapması ve bü*yüdükten sonra evliliği hususunda, velilik hakkına sahip olması, mümkün değildir. Hiçbir hususta kafir babanın, müslüman olan çocuğu üzerinde etkinliği yoktur.


Cinayet işleyen bir müslümanın diyetini, zımmî bir kafir veremediği gibi, cinayet işleyen bir ztmmî kafirin diyetini de müslüman veremez. Çün*kü müslüman katilin diyetini vermekle zımmî kafire bir velayet hakkı ta*nınmış olur: Kafirin velayeti İse müslüman için asla kabul edilmez. Bir Vnüslümanın, katil zımmî kafir için diyet vermesi, kafire yardtm ettiği an*lamına gelir. Bu ve buna benzer hallerde müslümanlann kafirlere ztmmi dahi olsalar yardım etmeleri kesinlikle haramdır. Allah (cc)'tn, «/Ulah ka*firlere müminlerin aleyhinde (galebeye) asla bir yol (ve imkan) bahşetme» (Nisa: 141) buyruğu da, bu görüşü te'yid ve tercih eder.» [9]




Dördüncü Hüküm: Kâfir Ve Fasrklarla, Idare-İ Maslahat Yapmanın Hük*mü Nedir?



Kâfir ve fasıklarla, idare-î maslahat yapmak caizdir. Bu Allah (cc)'ın (mevzumuz) âyette haram kıldığı velayet ve dostluğun içersine girmez. Onlara velayet hakkı tanımak, sevip dost edinmek başka şeydir. Idare-i mashat etmek, başka şeydir. Çünkü Resulullah (sav), «Bir kavme karşı-(yahudi ve müşrik) yüzümüz gülse de kalblerimiz onlara Janet eder» bu*yurmuştur.


Bazı alimlere göre, kâfir ve müşriklerle idâre-f maslahat yapmak, müs-lümaniara zarar vermemek ve islâma aykırı olmamak şartıyla caizdir. Bu dostluk ve idare-i maslahatçılık, adam Öldürme, hırsızlık yapma ve yalan şahitliğe sebep olursa, elbette caiz değildir. [10]




Ayetlerden Alınacak Dersler



1. Kafirleri dost edinmek, sevmek ve meyletmek islâmda haramdır.


2. Mal, can ve işkence korkusuyla takiyye yapmak caizdir.


3. Baskı yapma ve ölümle tehdit hallerinde1 kalbin İmanla mutmain olması kaydıyla küfrü gerektiren bir sözün söylenmesi mubahtır.


4. Mü'min ile kafir arasında velayet, yardımlaşma ve veraset bakı*mından hiç bir boğ yoktur.


5. İnsanların kalbinde gizil her şeye vakıf olan Allah (cc)'tan, Hiç bir şey gizlenemez. [11]

Prof. Dr. Sinsi 08-04-2012 03:23 AM

Tefsir Dersleri...
 

23. DERS İSLÂM'DA HACCIN FARZ OLUŞU



96 - Şüphesiz âlemler İçin, çok feyizli ve oyn-ı hidayet olmak üze*re, konulan ilk ev (mabed) elbette Mekke'de olandır.


97 — Orada apaçık alametler, İbrahim'in makamı vardır Kim oraya girerse (taarruzdan) emin olur. Ona bir yol bulabilenlerin (gücü yeten*lerin) Beyt'f hacc (ve ziyaret) etmesi Allah'ın insanlar üzerinde bir hakkı*dır. Kim küfrederse şüphesiz ki Allah âlemlerden gani (müstağni) dlr.




Ayetlerin Lafzi Tahlili



(Evvele beytin): İbâdet için yapılan Hk ev anlamındadır.


(Bekkete): Mekke demektir. İbn-i Arabi; «Mekke'ye, Bekke denilmesi, Aiıah (cc)'m oraya (Mekkeye) kötülük yapmak İsteyen diktatörlerin başını gövdesinden ayıracağını belirtmek İçindir» der.


(Mütâreken): Hayırlı bir şeyin cok oluşu anlamındadır.


(Hüden III alemine): Hidayet yani Beytullahın İnsanlık için İlahi nur ve doğru yol kaynağı olması anlamındadır..


(Aminin): Nefsine ve malına emin olmak manasınadır.


Lafzen haber İfade eden bir kelime ise de emir ifade eden bir fiil şeklinde*dir. Bu kelimenin bulunduğu cümlenin anlamı Özetle şöy/edir: «Kim, Mes*cid-i Haram'o girerse, siz ona emniyet verin».


(Sebilen): Bir şeye kavuşturan güç anlamındadır. Lügatta yol manasınadır. [12]




Ayetlerin İcmali Manaları



Allah (cc) Icmâlen buyurur: «Allah (cc), Beytullah'm kutsal mevkisi-ni, fazilet ve meziyetlerini beyan etmiştir.


Yeryüzünde Kabe'yi emniyet ve sığınak mahalli olarak ilk defa Hz. İbrahim (sav) ile Hz. İsmail (sav) inşa etmiştir. Mescid-i Aksa'yı ise, Ka*be'nin İnşaatından bir kaç asır sonra Hz. Süleyman (sav) yapmıştır. Dola*yısıyla yeryüzünde peygamberlerin yaptığı ilk kıble ve flk mabed Kabe'dir. Kabe, bütün mescid ve mabedlerden üstündür. Emniyet ve istikrar beldesi Kabe'de Allah (cc)'ın, Safa, Merve, Zemzem, Hatim (Kabeye bitişik hilal şeklinde etrafı mermer duvarla çevrili yer), Hacerü'l Esved ve Makam-ı İbrahim gibi bir çok âyetleri vardır. Orası aynı zamanda bir hidayet ve nur merkezidir. Ve Beytullah, her renk, ırk ve dilden müslümanların yönel*dikleri kıbledir. Tanışma ve sosyal meselelerin halledildiği bir büyük top lantı mahallidir. Allah (cc) isminin muayyen günler topluca anılmasına vesile olan yerdir. Özellikle mukaddes Hacc farizasının eda edildiği me*kandır.


Bütün bu meziyetlerden dolayı Kâ'be, mabedlerin hepsinden daha üs*tündür. Ve müslümanlara kıble olmaya daha layıktır. [13]




Ayetlerin Nüzul Sebebi



Kurtubî; «Mücahid'den varit olan rivayete hudller arasında Ka'be ve Mescid-I Aksa'^v ^müslümanlar ile ya- n ->inln daha faziletli olduğuna dair konuşmalar oluyordu. Yahudiler, «Mescid-i Aksa, Kâ'be'den daha büyük ve üstündür. Bütün peygamberler onun etrafında toplanmış ve yaşamışlardır. O, en mukaddes topraklarda kurulmuştur» derlerdi. Müs*lümanlar da, yahudilere karşı, «En saygı değer, fasiletll yer Kâ'be'dir» diyorlardı. Bu konuşmalar üzerine Allah (cc), (mevzumuz) âyeti inzal bu*yurdu» [14] der. (Mevzumuz) âyetin, daha önceki âyetlerle münasebeti


Âl'i imrân suresinin başlangıcından, (mevzumuz) âyete kadar Hz. Mu-hammed (sav)'İn peygamberliğinin delilleri, Allah (cc)'ın vahdaniyetinin isbatr, ehl-i kitabın gerçek durumu ile, onların Hz. Muhammed (sav) ve ashabına karşı yaptıkları mücadeleleri beyan eden, Allah (cc)'ın dininden inhiraf ederek, Medine'deki islâm cemiyetine karşı takındıkları tavrı ve bu tavnn gerisindeki gizil duygularını anlatmaktadır. Onların şüpheleri ve mücadelelerini anlatan âyetlerin başlangıcı. «Tevrat indirilmezden evvel -Yokub'un kendisine horam kıldığı şeylerden başka- yiyeceğin her türlüsü İsrail oğullan (cin helaldir...» {Âl'i İmrân: 93) âyetinden (mevzumuz) âyete kadardır, işte bu âyetler, müslümanlann İnançlarını yıkmak ve bozmak İs*teyen yahudilerin şüphelerini gidermek için gelmiştir.


Yahudilerin birinci şüpheleri: Onlar, Peygamber Efendimiz (sav) hak*kında şu şüpheleri ileri sürüyorlardı: «Hz. İbrahim milletinden olduğunuzu, getirdiğini iddia ettiğiniz dinin, Onun suhuflarmın tekamül etmiş bir şekli olduğunu iddia ettiğiniz halde, O'na uymuyorsunuz. Çünkü deve ett yemek ve sütünü içmek Hz, İbrahim (sav)'in dininde haramdır. Bunları nasıl yer ve içersiniz? Hz. İbrahim'e haram olan şeylerin helal olduğunu söylemek*le, O'na uymuyor ve tasdik etmiyorsunuz. «Ben ona halkın en yakınıyım» demeniz doğru değildir. Çünkü siz, her şeyinizle açıktan açığa O'na mu*halefet ediyorsunuz.»


İşte Allah (cc), yahudilerin bu İddia ve yalanlarını reddederek, bütün yiyeceklerin İsrail (Hz. YakubJ ve oğullarına helal olduğunu, «Tevrat İndi*rilmezden evvel -Yakub'un kendisine horam kıldığı şeylerden başka- yiye*ceğin her türlüsü İsrail oğullan İçin helaldir.» (Âl'İ İmrân: 93) âyetiyle bil*dirmektedir.


Peygamber Efendimiz (sav), Hz. İbrahim (sav)'in dinine hiç bir za*man muhalif değildi. Bilakis bütün yönleriyle O'na uyuyordu. Çünkü bütün semavi dinlerin kaynağı vahiy ve ilhamdır. Onlar ise, Allah (cc) tarafından geldiğinden birbirine tamamen uygundur. Yahudilerin ortaya attıkları şüp*heler1, Benî İsrail peygamberlerinin kitaplarında yoktur. Kendileri kitapla-rını tahrif ederek O'na şüphe ve desiselerini İlave etmişlerdir. Allah (cc), bu âyetle yahudllerin bu yalan iftira ve desiselerini böylece reddetmekte*dir.


Yahudilerin İkinci şüpheleri: Yahudiler, kıblenin Mescid-I Aksa'dan Ko'be'ye dönüş emrini vesile yaparak, Resuluilah (sav)'ın nübüvvet ve ri-saletinl inkar etmeğe ve halkı islâm'dan soğutmak, şüpheye düşürmek İçin, «Mescid-i Aksa, Ka'be'den daha faziletlidir. Kıble olmaya daha layık*tır. Çünkü Orası, Kabe'den önce yapılmıştır. Hz. İshak (sav)'ın soyundan gelen bütün peygamberler O'raya tazim ederek, O yöne namaz kılmış*lardır». Bizzat Resuluilah (sav)'a da, «Onların yolunda olduğunuzu iddia ediyorsunuz. Onların saygı gösterdikleri yere tazim ederek yönelir, na*maz kılardınız. Kıbleyi Kabe'ye çevirmezdiniz samimi olsaydınız» İddia ve İftiralarında bulunuyorlardı.


Onların bu tutum ve davranışları üzerine: «Şüphesiz âlemler için, çok feyizli ve ayn-ı hidayet olmak üzere, konulan ilk ev (mabed) elbette Mek*ke'de olandır» âyeti nazil oldu. Böylece Allah (cc), yahudilerin müslüman-lan islâm'da şüpheye düşürmek için ortaya atmış oldukları iftiraları red*detti. [15]




Ayetlerin Tefsirindeki İncelikler



Birinci İncelik: Hacc farzının eda mahalli olarak Kabe'nin Allah (cc) tarafından İhtiyar (seçilme) edilmesinde bir takım hikmetler vardır, önce*likle Kabe, Ailah (cc)'m insanlar için seçtiği kıblegahttr. Yeryüzünde Hz. ibrahim (sav)'in ibâdet için yaptığı İlk evdir. Ka'be, semadaki Beytü'l Ma-mur'un tam istikametindedir. İnsanların yeryüzündeki tavaf yeri nasıl Ka'*be İse, Meleklerin de semada tavaf ettikleri yer, Beytü'l Mamur'dur. Tüm bunlardan dolayı Allah (cc|, hacc'ın orada yapılmasını emretmiştir.


İkinci İncelik: İmam Fahreddin er-Râzİ, Kabe'nin yapımı hususunda: «Allah (cc), Hz. İbrahim (sav)'e Kâ'benin yapılmasını emretmiştir. O, bu emrini Cebrail (sav) vasıtasıyla Hz. İbrahim (sov)'e bildirmiştir. Bundan dolayı dünyada Ka'be'den daha şerefli bir bina yoktur ve olamaz da. Çün*kü O'nu bizzat emreden Alfan (cc), yeri ve şeklini çizen bizzat Hz. Cebrail, yapan Hz. İbrahim (sav), çırak ta Hz. İsmail (sav) dır» der. [16]


Üçüncü İncelik: Ka'be, yeryüzünde bir emniyet ve sığınak yeridir. Böy*le olması da Hz. İbrahim'in Beytullaht inşa ettikten sonra yapmış olduğu, «Hani İbrahim, ya Rab, burasını emniyetli bir şehir yap» (Bakara: 126) duası bereketiyledir. Ka'be, her korkanın sığınak yeridir. Oraya giren her kes emin olurdu. Yeryüzünde böyle bir yer yoktur. Hz. İbrahim'in ve Hz. İsmail'in yaptığı zamandan beri bu böyledir. Hatta Arapların cahilfyet dö*neminde bile... Evet, bu devre de dahi bu Kabe'nin hürmeti devam etmiş*tir. Bu hürmetin olduğu yerde (Ka'be) yaşayan insanların mal, can, nesil emniyetleri diğer bölgelerde yaşayan insanların mal, can ve nesil emni-yetleriyle mukayese edilemeyecek derecede iyiydi. Denebilir ki, Ka'be'de yaşayan Kureyş kabilesinin, diğer putperest Arap kabilelerine bir üstün*lüğü, bir hakimiyeti vardı. Bunun yegane sebebi, putperest olmalarına rağ*men Ka'be'ye göstermiş oldukları tazimdir, İşte bu hususu apaçık beyan eden âyet-i kerime: «Çevrelerinde İnsanların zorla (yakaîanıp) kapılmakta olmasına rağmen (Mekke'yi) korkusuz (ve emin bir yer) yaptığımızı onlar görmediler mi? Hala batıla İnanıyorlar da Allah'ın nimetine nankörlük mü ediyorlar?» (Ankebut: 67)


Hatta Hz. Ömer (ra): «Babam Hattab'ın katilini Mescid-İ Haram. (Ka'*be) de yakaladığım zaman çıkıncaya kadar değil öldürmek, elimi dahi sür*mem» buyurmuştur. Zira oraya sığınan kati! için Ka'be, emniyet ve istik*rar yeri olur.


Dördüncü incelik: Allâme Ebussuud: «(Mevzumuz) âyette, «Kim küf*rederse...» cümlesinin aslında, «Kim hacc yapmazsa» cümlesi yerine gel*mesinde ki hikmet; Hacc'ın farz oluşunu te'kid ve gücü olduğu halde hacc yapmayan kimsenin ne kadar büyük günah işlemiş olacağının bildirilmesi içindir. Çünkü Resululiah (sav), «Gücü olduğu halde hacc farizasını yap*madan ölen kimse; yahudilik ve hristiyanlık dinlerinden birisi üzere ölsün» buyurmuştur.


Hacc'ı farz kılan âyet, bir taraftan bu vazifeyi ifa ederken, yapılması gereken dikkat ve itinayı bildirirken, bir taraftan da gücü yettiği halde hacc yapmayan kimseyi, en yüksek seviyede tenkid ve tahkir etmiştir. Çünkü âyet, Arap dili ve edebiyatına göre hakikati İfade eden haber cüm*lesi değil, devamı ifade eden isim cümlesi ile haccı emretmiştir. Ki, hacc kullan-ı uhdesinden ayrıimayacak bir haktır. Ancak hacc eda edildiği tak*dirde, bu haktan kurtulunur. Yoksa namaz ve oruç gibi bir fidye İle öde*necek bir borç değildir» [17] demektedir. [18]




Ayetlerdeki Şer’i Hükümler


Birinci Hüküm: Harem-i Şerif (Ka'be)'De Cinayet İşleyen Kimsenin Hük*mü Nedir?



Fakihlere göre Ka'be'de -öldürme, uzuv kesme ve diğer bir şekllde-cfnayet işleyen kimsenin kısas, hükmü, yine Ka'be'de İnfaz edilir. Kabe'ye karşı saygısızlık yapan katili, Ka'be kısastan kurtaramaz. Çünkü Allah (cc), «Onlar Mescid-i Haram yanında, orada sizinle döğüşünceye kadar, (yani döğüşmedikçe) siz de orada kendlterlyle döğüşmeyin. Fakat (orada sizi öldürürlerse siz de onları öldürün. Kâfirlerin cezası böyledir» (Ba*kara: 191) buyurmuştur.


Yalnız Ka'be'de cinayet İşleyen kimsenin, kısasının Kabe'de İnfaz edil*mesi konusunda İttifak eden fakihler, Kabe dışında cinayet işleyip daha sonra Ka'be'ye sığınan kimsenin kısasının Ka'bede yapılıp yapılamayacağı hususunda İki görüşe ayrılmışlardır.


Birinci görüşe (Hanefi ve Hanbelilere) göre; şer'î had gerektiren bir günah işleyen kimsenin daha sonra Kabe'ye sığınması halinde, fiilin hük*mü -zina, hırsızlık ve İlh- Kabe'de İcra edilemez. Çünkü Allah (cc), «...Kim oraya girerse (taarruzdan) emin olur» buyurmaktadır. Ka'be'ye giren şah*sa orada bulunduğu müddetçe emniyet sağlanması farzdır. Bu âyet, her nekadar bir şeyi haber verme tarzında gelmişse de kastedilen emirdir. Âyetin anlamı özetle şöyledir: «Her kim oraya girerse, ona emniyet ve*rin».


«...Artık hacc da kadına yaklaşmak, günah İşlemek, kavga etmek yoktur...» (Bakara: 197) âyeti de, yukarıdaki âyette andığımız gibi haber şeklinde gelmesine rağmen, emri ifade eder. Çünkü bu âyetin de asıl an*lamı şöyledir: «Hacc esnasında kadınlara yaklaşmayınız. Günah İşleme*yiniz ve kavga yapmayınız».


Bu görüş büyük alim Abdullah bin Abbas (ra)'dan nakledilmiştir. Kİ O, «Dışarda cinayet işleyip daha sonra Harem-i Şerife sığınan kimsenin kısas hükmü, orada icra edilemez. Katil orada kaldığı müddetçe hiçbir kim*se yanında oturamaz, alış-veriş yapamaz ve konuşamaz. Çıkıncaya kadar bu böyle devam eder. Çıktığı zaman da kısas hükmü infaz edilir» der.


Ibn-i Abbas (ra)'ın bu görüşü, Hanefj alimlerinin mezhep görüşüdür. Onlar aynen bunu kabul eder ve «Harem-i şerifin kendisine has bir say*gınlığı vardır. Herkes tarafından bu saygının gösterilmesi farzdır. Oraya sığınan herkesin, kaldığı müddetçe korunması lazımdır. Çünkü Allah (cc), «Her kim oraya girerse (taarruzdan) emin olur» buyurmuştur» derler.


İkinci görüşe (Maliki ve Şafiî) göre; de Kabe dışında -öldürme, uzuv kesme veya diğer bir şekilde- cinayet işleyen kimse, daha sonra Harem-I Şerife sığınırsa, kısas hükmü hemen orada infaz edilir. Delilleri ise şun*lardır :


A. Resulullah (sav)'in; «Bazı müşrikleri Mekke'nin fethinden sonra Harem-i Şerif ie dahi görseniz öldürünüz» hadisidir.


B. Resulullah (sav)'ın müşrik İbn-i Hatel için, «O'nu öldürünüz. Ka*be'nin örtülerine sarılmış olarak görseniz dahi, öldürünüz» buyurmastdır.


C. Resulullah (sav)'ın, «Şüphesiz Harem-i Şerif, asî (halifeye karşı), hırsız ve adam öldüren katili, kendisine siğınsa dahi korumaz» buyruğudur.


Bu hadislerden anlaşılan şudur: Dışarda cinayet işleyen kimseler, Ha*rem-i Şerife dahi sığınsalar, mühlet tanınmayarak haklarındaki şer'î hü*küm hemen İnfaz edilir. Maliki ve Şafüler, «...Her kim oraya girerse (taar*ruzdan) emin olur» âyetini de şu şekilde tefsir ederler: Cahillyet devrinde bir kimse ne kadar cinayet işlerse İşlesin, Kabe'ye sığındığı takdirde ona çıkıncaya kadar taarruz edilmezdi. Bu da emniyet ve istikrar beldesi hal*kına Allah (cc)'ın bir lütfudur. Yalnız islâm, cinayetlerin önlenmesi bakı*mından -adam öldürme, hırsızlık, uzuv kesme, zina ve diğer bir şekilde-suç işleyenin, Ka'be dahil nereye sığınırsa sığınsın derhal hakkındaki hük*mün infaz edilmesini emreder. Günkü islâm dini, kuvvet dinidir.


Delilleri daha sağlam olduğundan ikinci görüş (Şafiî ve Malikî) tercih edilir. Eğer birinci görüş tercih edilseydi, şöyle bir durum ortaya çıkardı: Harem-i Şerif canilerin, suçluların toplandığı bir merkez haline gelir ve can emniyeti ortadan kalkardı. «Harem-i Şerife sığınır ve orada kalırsam kurtulurum» düşüncesiyle suçlular, Ka'be'ye sığındıkları takdirde, şer'İ hü*kümler de icra edilmezse, Harem bir suçlular merkezi olurdu. Halbuki Al*lah (cc) Harem-i Şerifi, «emniyet ve istikrar beldesi» olarak vasıflandır-mıştır. Bundan dolayı tercih edilen görüş, ikinci görüştür. Allah (cc), en İyi bilendir. [19]




İkinci Hüküm: Fakir Ve Kölenin Hacc Yapma Hükmü Nedir?



Âyette belirtilen mali güce sahip olmayan fakire, hacc yapmak farz değildir. Eğer fakir kimse hacc yaparsa, hacc farizasını eda etmiş olacağı İcma ile sabittir. Fakihlerin ihtilaf ettiği husus, hacc yapan köleden, bu farzın kalkıp kalkmayacağıdır.


İmam-ı Azam Ebu Hanife (ra)'ye göre, köle hacc yaparsa, nafile hacc yapmış olur. Azot edildikten sonra zengin olursa yeniden hacc yapması farzdır. Baliğ olmayan çocuk hacc yapsa dahi, buluğdan sonra hacc yap*masının farz olduğu gibi. Çünkü çocukluk döneminde yapılan İbadetlerin -biri de hacctir- hepsi nafiledir. Bunun için kölelik devrinde yapılan hacc da nafile hacctır. Bilahare hacc yapması faredir.


İmam-ı Azam Ebu Hanife (ra) ve İmam Malik (ra)'in görüşlerine muhaliftir, ğil, farz olan haccı eda etmiş olur. Çünkü hacc vazifesini eda eden fakfr-den hacc sakıt olduğu gibi, hacc vazifesini yapan köleden de, hacc sakıf olur. Kölelik, fakirlik, haccın farz olması hususunda eşittir. Köleye cuma namazı da farz değildir. Camiye giderek cuma namazı kılsa. Öğle nama*zının farzı üzerinden sakıt olur. Bu görüşte zayıftır. Çünkü Şafiî Mezhebi-, nin İmam Şafiî (ra)'den sonra en büyük imamı İmam-ı Nevevl'den bu hu-; susta yukarıdaki Şafii görüşüne aykırı bir görüş nakledilmiştir. Çünkü O: < «Şafiî mezhebine göre, hacc niyetiyle ihrama giren köle, Arafat vakfesini yapmadan önce azat edilirse haccı, eda edilmiş bir hacc olur. Bu da İrnam-i azam Ebu Hanife (ra) ve İmam Malik (ra)'İn görüşlerine muhaliftir. Azat edilme olayı Arafat vakfesinden sonra olursa o hacc, farz hacc değil, nafile hacc sayılır, imam Şafiî (ra)'nin yanında en sahih görüş îe budur. ! Görülüyor ki, her iki mezhep arasındaki İhtilaf şeklidir, hakiki değildir. Çünkü her iki mezhepte kölenin azat edilmesi, haccın en büyük rüknü Arafat vakfesinden sonra tahakkuk ederse, onun nafile hacc yapmış ola*cağı ve zengin olduktan sonra hacc yapmasının da farz olduğu hususun*da ittifak etmişlerdir».[20]




Üçüncü Hüküm: Kadının Mahreminin Yanında Bulunması, O'nun İçin Hacc Farzının Şartlarından Mıdır?



Bazı fakihlere göre mahreminin yanında bulunması, kadın İçin haccın farz olma şartlarındandır. Bu Hanefî mezhebinin görüşüdür. «Allah (cc)'a ve ahiret gününe inanan bir kadına, yanında kocası ve mahremi olmak*sızın ücgünden fazla yolculuk yapması haramdır» hadisi ve Ibn-i Abbas (ra)'tan rivayet edilen, «Resulullah (sav) bir gün hutbede, «Kadın, mah*remi olmaksızın yolculuk yapmasın» buyurdu. Bir sahabî ayağa kalkarak, «Ya Resulullah (sav) orduya katılmak için hazırlanıyorum. Hanımım İse hacc yapmak İstiyor,» deyince, «Sen, hanımınla hacc yap» buyurdu» ha*dislerini delil getirirler. Bir kadın ancak yanında kocası veya mahremi oldu*ğu takdirde hacc yapabilir. Tek başına yapamaz. Çünkü Resulullah (sav) cihat yapmak İsteyen kimseye, o'nu (farz olduğu halde) terketmesini ve hanımıyla hacc yapmasını emretmiştir. Eğer kadının hacc yolunda bir mah-


reminln bulunması, haccın vücup şartlarından olmasaydı Resulullah (sav), o adama cihadı terketmesini ve hanımıyla hacc yapmasını emretmezdi.


Şafiî ve Hanbelilere göre de bir kadın, haccda birkaç kadınla birlikte olursa -namus emniyeti sağlanmıştır- yanında mahremi ve kocasının bu*lunması haccın vücup şartlarından değildir.


Nafile haccı hiçbir kadın yalnız başına yapamaz. Ancak kocası veya bir mahremi olursa yapabilir. Şafiiler ile Hanbelilerin yukarıda andığımız hadisten haberdar olmadığını zannediyorum. Hadislerin ışığında meseleye baktığımız zaman, yanında mahremi veya kocası bulunmayan kadına hacc farz değildir. Bulunursa farzdır. Tercih edilen de bu görüştür. [21]




Mühim Bir Uyarı



İslâm, hacc gibi bir farzın edasını, kadının yalnız başına yapmasına


müsade etmemiştir. Ancak mahremiyle yapabilir. Islâmın beş temel şartın*dan biri olan hacc, hem kadına hem de erkeğe farzdır. Günümüz kadınları bırakınız haccı, okumak ve çalışmak İçin ülke içi ve dışına gidiyor. Açık, saçık geziyor. Yanlarında mahremleri olmaksızın yemek yiyor ve içiyor. Tabii bir görünüm alan bu durum, islâm terbiye, edep ve ahlâkından uzak olduğu gibi, erkeklik gururunu ve namusunu, kıskanma duygusunu orta*dan kaldırmaktadır. [22]




Dördüncü Hüküm: Haccı Farz Kılan Şartlar Nelerdir?



Haccı farz kılan şartlar beştir.


1. İslâm olmak.


2. Akıllı olmak.


3. Baliğ olmak


4. Gücü olmak (para ve sıhhatin olması).


5. Kadın mahreminin yanında bulunması.


Bazı alimler bu şartlara yol emniyetini de İlave etmişlerdir. Halbuki yol emniyeti vücup şartlarından değil, eda şartlarındandır. İlk üç şart yal*nız haccın değil oruç, namaz gibi diğer islâm rükünlerinin de şartlanndandır.


Dördüncü şartı -güçtür- Allah (cc), «...Ona bir yol bulabilenlerin (gücü yetenlerin) Beyti hacc (ve ziyaret) etmesi Allah'ın İnsanlar üzerinde bir hakkıdır...» âyetinde beyan etmiştir. Bu şart, Resulullah (sav)'ın hadisin*de, «binek ve yol azığı» olarak açıklanmıştır. Çünkü Resulullah (sav), «Bir kimsenin yol azığı ve kendisini Beytullah'a kavuşturacak bir bineği olur da hacc yapmazsa, öldüğü zaman hrlstiyan veya yahudi olarak Ölür. ; Bunu da şüphesiz Allah (cc), «Ona bir yol bulabilenlerin (gücü yetenlerin), Beyt-i hacc (ve ziyaret) etmesi Allah'ın İnsanlar üzerinde bir hafckıdır...» âyetiyle beyan etmfştfr» buyurdu.


İbn-i Ömer (ra)'den varit olan bir rivayete göre Resulullah (sav)'a âyetteki «Ona bir yol bulabilenler» cümlesinden maksat nedir?» diye soruldu. Peygamber Efendimiz de, «Ondan maksat, azık ve binektir» buyur*du.


Cessas'ta bu hususta: «Ayetteki «gücü yetenler» ifadesi, yalnız binek ve azığa, hasredilmemelidir. Çünkü hastalığından korkan hasta, sakat ve Vj binek üzerinde duramayacak kadar ihtiyar olan kişilerin binek ve azıkları olsa dahi hacc vazifesini eda edebilmeleri cok zor ve müşküldür.


İşte bu görüş delalet ediyor ki, Resulullah (sav), âyetteki «gücü yetenler» tabirini açıklarken gücü, yalnız azık ve binek olarak kastedmiyor.


Bunu daha geniş bir manada kullanıyor. Azık ve binek güc yetmenin kapsamına giren şeylerden sadece ikisidir. Yalnız bunlar değildir. Bu İse «Yürümeye gücü yeten bir insan için azık ve binek olmasa dahi ona hacc farzdır» diyen kimselerin görüşlerinin batıl olduğunu ifade eder. Çünkü Resulullah (sav) haccın farziyyetini beyan ederken bineğin farz olduğunu beyan etmiştir. Yürüyerek değil» [23] der.


Beşinci şartı tafsilatlı olarak üçüncü hükümde beyan ettik. [24]




Beşinci Hüküm: Birden Fazla Hacc Yapmak, Farz Mıdır?



(Mevzumuz) âyetin zahiri, haccın ömürde bir defa yapılmasının farz olduğunu beyan eder. Cumhur da bu görüştedir. Zira haccın birden fazla yapılması hususunda âyette bir işaret yoktur. Ebu Hüreyre (ra)'nin riva*yet ettiği hadis bu hususu tekit eder: «Resutullah (sav), bir gün hutbede, «Ey insanlar Allah (cc) size haccı farz kıldı. Kimin gücü yeterse haccını yapsın» buyurdu. Sahabilerden biri ayağa kalkarak, «Ya Resulallah (sav), her sene hacc yapılacak mı?» diye üc kez sorduğu halde her defasında Peygamber Efendimiz (sav) sükut etti ve sonra, «Ey insanlar, eğer «Evet» deseydlm, size her sene hacc farz olacağından gücünüz,buna yetmezdi» Hutbesine devamla «Benim söylemediklerimi siz sormayın. Çünkü sizden önceki ümmetlerin helaki, peygamberlerine cok soru sormaları ve onlara muhalefet etmeleri yüzündendir. Size bir şeyi emrettiğim zaman, gücünüz ntsbetinde onu yapın. Nehyettiğim şeyleri de yapmayınız,» buyurdu. Ve bu hadis haccın ömürde bir defa yapılacağını tekit eder. [25]






--------------------------------------------------------------------------------


[1] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/329-330.


[2] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/330.


[3] Taberl-Camİul Beyan - C. 3, S. 228 330


[4] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/330.


[5] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/330-331.


[6] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/331-332.


[7] Cessâs -age- C. 2. S. 11 334


[8] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/334-335.


[9] Cessâs -age- C. 2, S. 290


Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/335-336.


[10] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/336.


[11] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/336.


[12] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/337-338.


[13] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/338.


[14] Kurtubi -agc- C. 4. S. 134.


[15] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/338-340.


[16] Fahreddin er-RâzI -age- C. 8, S. 155. 340.


[17] Ebussuud- Tefsir - C. 1. S. 255.


[18] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/340-341.


[19] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/342-343.


[20] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/343-344.


[21] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/344-345.


[22] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/345.


[23] Cessas -age- C. 2. S. 30B 346.


[24] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/345-346.


[25] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/346-347.

Prof. Dr. Sinsi 08-04-2012 03:23 AM

Tefsir Dersleri...
 

Nisa Suresi

24. DERS İSLAM'DA TAADDÜDÜ ZEVCAT VE HİKMETİ 3


Ayetlerin Lafzı Tahlili 3


Ayetlerin İcmali Manaları 3


Ayetlerin Nüzul Sebebleri 3


Âyetlerin Tefsirindeki İncelikler 4


Âyetlerdeki Şer'ı Hükümler 5


Birinci Hüküm: Rahimle Birşey Dilemenin Hükmü Nedir?. 5


Ikinel Hüküm, Bani Olmayan Vslme „„„ ,Esllm Edı)İr Ml?. 5


Üçüncü Hüküm: Ayetteki «Nikah Edin» Tabiri Nikah Akdinin Farz Mı, Yoksa Mubah Mı Olduğuna Delalet Eder? 6


Dördüncü Hüküm: Âyetteki «İkişer, Üçer, Dörder» Kelimelerinin Manaları Nelerdir?. 6


Âyetlerden Alınacak Dersler 7


Âyetlerdeki Teşri'ı Hikmetler 7


25. DERS YETİM MALLARINA VERİLEN ÖNEM... 8


VE KORUNMASI HUSUSUNDA GÖSTERİLEN YOLLAR.. 8


Âyetlerin Lafzi Tahlili 8


Ayetlerin Icmali Manaları 9


Âyetlerin Nüzul Sebebleri 9


Ayetlerin Tefsirindeki İncelikler 9


Ayetlerdeki Şeri'ı Hükümler 10


Birinci Hüküm: Ayetteki «Sefihler» Kelimesinden Maksat Kimlerdir?. 10


İkinci Hüküm: Sefih, Malım Tasarruftan Alıkonur Mu?. 11


Üçüncü Hüküm: Yaşlı İnsanların Mallarına Elkonur Mu?. 11


Dördüncü Hüküm: Vasilerin, Yetimlerin Mallarından Yemeleri Mubah Mıdır?. 12


26. DERS NİKAHLARI HARAM OLAN KADINLAR.. 13


Âyetlerin Lafzi Tahlili 13


Âyetlerin İcmali Manaları 14


Bu Ayetlerin Geçmiş Âyetlerle Münasebeti 14


Âyetlerin Nüzul Sebebleri 14


Âyetlerin Tefsirindeki İncelikler 15


Âyetlerdeki Şer'î Hükümler 15


Birinci Hüküm: Kadına Evlilikte Verilecek Mehir Ne Kadardır?. 15


İkinci Hüküm: Âyetteki «Kuvvetti Teminat» (Misak-T Golizjden Maksat- R Nedir?. 16


Üçüncü Hüküm: Kendileriyle Evlenilmesi Haram Olan Kadınlar Kimlerdir?. 17


1- Neseb Yoluyla Haram Olan Kadınlar: 17


2- Süt Yoluyla Haram Olan Kadınlar : 17


3- Dünürlük Yoluyla Haram Otan Kadınlar; 17


Dördüncü Hüküm: Bir Kimse Evliliğinden Önce Veya Sonra Kayınvalidesi İle Zina Yaparsa Karısı Kendisine Haram Olur Mu? 18


Âyetlerden Alınacak Dersler 20


Âyetlerdeki Teşri'î Hikmetler 20


Nesep Yoluyla Haramlığın Hikmeti: 20


Dünürlük Yoluyla Haramlığın Hikmeti: 21


27. DERS KARI-KOCA ARASINDAKİ GEÇİMSİZLİĞİ GİDERME YOLLARI 21


Âyetlerin Lafzı Tahlili 21


Ayetlerin İcmali Manaları 22


Âyetlerin Nüzul Sebebi 22


Âyetlerin Tefsirindeki İncelikler 22


Ayetlerdeki Şer’i Hükümler 23


Birinci Hüküm: Serkeş Bir Kadını İrşad Etmenin Merhaleleri Nelerdir?. 23


İkinci Hüküm: Serkeş Kadına Verilecek Cezalar Âyetteki Tesbtte Göre Mi Yapılmalıdır?. 24


Üçüncü Hüküm: Hakemlerin Qkraba Dışından Olması Caiz Mtdlr?. 24


Dördüncü Hüküm: «(Eğer"Kan Ue Kocanın) Aralarının Açılmasından Endişeye Düşerseniz...» Âyetinin Mufratablan Kimlerdir? 25


Ayetlerden Alınacak Dersler 26


Ayetlerdeki Teşri'ı Hikmetler 26


28. DERS CÜNÜP VE SARHOŞLARA NAMAZ KILMANIN HARAM OLUŞU.. 27


Âyetin Lafzı Tahlili 27


29. DERS ADAM ÖLDÜRMENİN GÜNAH VE CEZASI 31


30. DERS SAVAŞTA NAMAZ KILMA.. 37

Prof. Dr. Sinsi 08-04-2012 03:23 AM

Tefsir Dersleri...
 

24. DERS İSLAM'DA TAADDÜDÜ ZEVCAT VE HİKMETİ



1 — Ey İnsanlar, sizi birtek candan yaratan, ondan da yine onun zevcesini vücuda getiren ve ikisinden birçok erkekler ve kadmlar türeten Rabbiniz(e karşı gelmekjten çekinin, Kendisi(nİn adım Öne sürmek sure*tiyle) birbirinize dileklerde bulunduğunuz Allah'tan ve akrabalık (bağ*larını kırmak)tan sakının. Çünkü Allah, sizin üzerinizde tam bir gözeticidir.


2 — Yetimlere (rüşdüne gelince) mallarını verin. Temizi murdara de*ğişmeyin. Onların mallarını kendi mallarınıza (katarak) yemeyin. Çünkü bu, muhakkak büyük bir günahtır.


3 — Eğer yetim kızlar hakkında (adaleti yerine getiremeyeceğiniz*den) korkarsanız sizin için helal olan (diğer) kadınlardan İkişer, üçer, dörder olmak üzere nikah edin. Şayet (bu suretle de) adalet yapamayacağınız*dan endişe ederseniz o zaman bir (tane ile), yahut malik olduğunuz cariye (ile iktifa edtn). Bu (tek zevce veya cariye) sizin (Haktan) eğilip sapmamanı*za daha yakındır.


4 — (Aldığınız) kadınların mehirlerini yürekten İsteyerek ve (Allanın) bir atlyye (si) olarak verin. Bununla beraber eğer onlardan birazını gönül hoşlu*ğu İle size bağışlamış olurlarsa onu da içinize sine sine yiyin.




Ayetlerin Lafzı Tahlili



(Besse Mlnhüma); Besse kelimesinin lügat manası dağılma demektir. Ayetteki manası ise, tenasül yoluyla çoğaltmaktır.


(Tesâelûne): Sorma, isteme manasına gelen bir fiildir.


(Velerhâme): Rahmin çoğulu olan erham kelimesi, ceninin ana karnında bulunduğu yer anlamındadır. Buradaki anlamı ise. akraba*lıktır.


(Ragiben): Vakıf olma ve kontrol etme demektir.


(El-yetâma): Yetim kelimesinin çoğuludur. Yetim, babasını kaybeden çocuğa denir.


(Hûben): Günah anlamındadır.


(Tuksitû): Adil olmak manasını ifade eden iksalın fiilidir demektir


(Teûlu): Meyletme ve yönelme.


(Sadukâtthinne): Mehir demektir.


(Nıhleten): Birşeyi gönül hoşluğu ile verme.


(Henîen merien): Rahatlıkla yenilen şey manasınadır. [1]




Ayetlerin İcmali Manaları



Allahu taala Icmalen, bütün insanlara umumi bir hltabta bulunarak İnsanları, ortak koşmadan yafntz kendisine ibadete davet ediyor, büyük kuvvetine işaret ederek bütün İnsanları tek bir nefisten (Hz, Adem) ve ondan da zevcesini (Hz. Havva), her ikisinden ise bütün İnsanları yarat*tığını bildiriyor. Bütün insanlar hem nesep, hem de insanlık bakımından kardeştir. Bu bakımdan Allah (cc), İnsanlık binasının tamamlanması İpin kuvvetlinin zayıfa, zengfnin fakire-yardım etmesini tavsiye ediyor.


Giriş ayetlerinin iki yerinde —baş ve sonda— takvayı te'kiden emret*mesi Allanın insanlar üzerindeki hakkının büyüklüğüne İşarettir. Takva ile akrabalık bağının birlikte anılması, akrabalık bağının ne kadar Önemli olduğunu göstermeye kafidir. Allaho (cc) imandan gelen bağ ve akrabalık bağı... İnsanlar Allaha (cc) gerçekten İman ederek birlik olsalar ve ak*rabalık bağlarını kuvvetlendirseler, emniyet ve mutluluk içinde yaşarlar. Böyle bir ortam içinde de yaşlıyı, çocuğu, zayıfı ve fakiri ateş gibi yakan yoksulluk ve savaşlar olmazdı.


Allah (cc), yetimlerin haklarına riayet edilmesini ve mallarının korunmasını emretmektedir. Çünkü yetimler, bakıma, korunmaya ve yardıma daha çok muhtaçdırlar. Zayıf olan yetime zulmetmek Allah (cc) katında büyük günahtır. Yetimlerin himayeniz altındaki mallarını veriniz. Onların iyi mallarına karşılık kötü ve değersiz mallar vermeye kalkışmayınız.


Allah (cc). himayesi altında bulunan yetim kızlarla evlenmek arzusun*da bulunan erkeklere, mehirlerinj tam verememekten, ve adaleti gözetme*mekten korkarlarsa, yetim kızlarla değil, başka kadınlarla evlenmelerini emretmektedir. Erkekler, diğer kadınlardan ikişer, üçer, dörder olmak üzere nikahlarına alabilirler. Bu mubahtır. Birden fazla kadınla evlenmek isteyen erkekler, aralarında adaleti sağlayamamaktan korkarlarsa, o zaman bir tane ile yetinmelidirler.


Allah (cc) erkekfere, kadınların mehirlerini gönül hoşluğu İle verme*lerini emretmektedir. Eğer kadınlar mehirlerinden bir bölümünü kendi ar*zuları ile hibe eder, verirlerse, erkek bunu gönül hoşluğu ile hela) olarak yiyebilir.[2]




Ayetlerin Nüzul Sebebleri



1- Said bin Cübeyr (ra)'in rivayetine göre Arapl.arın Gatfan kabi*lesinden bir kişinin, yanında bulunan kardeşinin yetim çocuğunun çokça malı vardır. Çocuk baliğ olunca amcasından malını istedi, fakat alamadı. Resulullah (sav)'a amcasını şikayet etti. Bunun üzerine «Yetimler© (rüş-düne gelince) mallarını verin...» âyeti nazil oldu. [3]


2- Hz. Ayşe (ra)'den: «Yanında yetim kız çocuğu bulunan bir kimse onunla nikah akdf yaptı. Hiçbfr hakkı olmadığı halde kızın müikü olan hur*ma bahçesini kendisine vermiyordu. Bunun üzerine «Eğer yetim kızlar hak*kında...» âyeti nazil oldu.» [4] rivayetidir.


3- Buhari'nin Urve bin Zübeyr (ra)'den rivayetine göre Urve, Hz. Ayşe (ra)'ye «Eğer yetim kızlar hakkında...» ayetinin manasını sordu. Hz. Ayşe (ra), «Ey kızkardeşimin oğlu,.yetim kız kendisine bakan velisinin ya*nında bulunur. Velisi onun malını kendi malına karıştırır. Kızın hem malı, hem de güzelliği adamın hoşuna gider. Bu sebeble kızı, mehrinde adil davranmadan nikahlamak ister. Başkasının o kıza vereceği kadar birşey vermeden nikahlar. Bunun için, yetim kızlara mehirlerlnde adalet göste*rerek başkalarının verebileceğinin en yükseğini vermedikçe velilerin ken*dilerine nikahlamaları nehyediimlştir. Yoksa Allah, onlardan başka arzu ettikleri kadınlarla ikişer, üçer, dörder evlenmelerine müsade etmiştir. Bazı kimseler bu ayetin nüzulünden sonra Resulullah (sav)'tan fetva istediler. Bunun üzerine «Senden kadınlar hakkında fetva İsterler. De ki: «Onlara dair fetvayı size Allah veriyor...» (Nisa: 127) ayeti nazil oldu.» dedi. [5]




Âyetlerin Tefsirindeki İncelikler



Birinci incelik: Sureye «Nisa» adı verilmesi, kadınlarla ilgili hüküm*lerin diğer surelere göre daha fazla olmasındandır.


Suresinin giriş kısmında insanlara birtek nefisten (Hz. Adem) yaratıl*dıklarının hatırlatılması, ihtiva ettiği hükümler bakımından güzel bir baş*langıçtır. Surede daha çok insanları tek bir Yaratıcıya bağlayan ve ara*larındaki nikah, veraset, evlilik hukuku, neseb ve dünürlük münasebetleri*ni tanzim eden hükümler yer almaktadır.


İkinci İncelik: Bütün insanlar Hz. Adem (as)'in soyundandır. Dar-vvin'in tekamül nazariyesi, Kur"anın «O, sizi tek nefisten yaratmıştır.» sarih ayetiyîe tezat teşkil etmektedir. Darvvin nazariyesine göre insan, önce sırasıyla deniz üzerinde bir toprak parçası, küçük bir hayvan, kurbağa, balık, maymun ve en son şekliyle insan halini almıştır. Bu nazariye mü*cerret bir vehimden İbarettir. İlim adamları bu görüşü kesin delillerle red*detmişlerdir.


Üçüncü incelik: Hz. Havva'ya Havva İsminin verilmesi bir canlıdan yaratıldığı içindir. Bu, Allah (cc) tarafından «Ondan da yine onun zevcesi*ni vücuda getirendir.!» âyetiyle ifade buyurulmuştur.


Ebü Müslim, Hz. Havva'nın Hz. Adem (as)'den yaratıldığı görüşünü kabul etmeyerek, «Hz. Havva'yı Hz. Adem (as}'den yaratmaktaki hikmet nedir? Çünkü Allah (cc), onu da topraktan yaratmaya kadirdir. «Ondan zevcesin! vücuda getirendir.» ayeti, Hz. Havva'nın Hz. Adem (as)'ln cinsin*den yaratıldığını ifade eder. Yani Allah (cc), Hz. Adem (as)'i nasıl toprak*tan yaratmışsa onu da topraktan yaratmıştır.» demektedir.


Muhammed Abduh da Menar isimli tefsirinde, Ebu Müslim'in görü*şünde olduğunu beyan etmiştir, [6]


Ebu Müslim'in görüşü batıldır. Ayet onun görüşüne göre tefsir ediîir-se, insanların bir nefisten değil iki nefisten yaratıldığı ortaya çıkar. Hal*buki bu, hem âyetin nassına, hem de bu husustaki sahih hadislere aykırı*dır.


Ebu Müslim'in, «Allah (cc)'ın Hz. Havva'yı Hz. Adem (as)'den yarat*masında ne hikmet vardır?» sorusuna şöyle cevap verilebiliri Allah {ccj'ın Hz. Havva'yı Hz, Adem (as)'den yaratmasındaki hikmet, bir canfıyr, do*ğum yoluyla değil, mücerret olarak diğer bir canlıdan yaratmaya kadir olduğunu beyan etmektir. Bir cansızdan bir canlıyı yaratmaya kadir oldu*ğu gibi, bir canlıdan diğer bir canlıyı yaratmaya da kadirdir. Mesela, Hz. Adem (as) i topraktan, Hz. İsa (as)'yı bakire bir kadından, Hz. Havva'yı da bir erkekten yaratmıştır. Allah (cc} herşeye kadir ve gücü yetendir.


Dördüncü incelik: Haramı murdar, helali de temiz ve güzel olarak va*sıflandıran Allah (cc), «Temizi murdarla değişmeyin...» âyetiyle yetim ma*lını yemenin iğrençliğini beyân ederek verdiği helal nztkla yetfnllmeslni, yetimlerin mallarına kesinlikle yan gözle bakamamasını emretmektedir.


Yetim malına göz dikmek; el uzatmak zulümdür ve Allah (cc) zu!mii kesin olarak yasaklçunıştfr.


Beşinci İncelik: Ebussuud'a göre, «Yetimlere mallarını verin» aye*tinde rüşdüne ermiş oldukları halde «yetimler» tabirinin kullanılması, ye*tişkinlik cağına geldikleri zaman mallarının hemen kendilerine verilmesi*nin farz olduğunu beyan etmek içindir. Aliah (cc), onfarı, yetimlik sıfatlan hic kalkmamış, devam ediyormuş gibi zikrederek yetimlere merhamet edil*mesini emretmektedir.


Altıncı Incetllk: Yetimin malı, vasinin malına kanştırılmasa bile yenil*mesi kati olarak haramdır. Ayetteki, «Onların mallarını kendi malfarınıza (katarak) yemeyin» kaydı, katarak yemenin daha çirkin olduğunu gös*termek içindir. Yetim malının zaruret hali dışında yenilmesi çok çirkin bir harekettir. Yetimin malını kendi malına katarak yemek İse cok daha çir*kin bir harekettir ve bu yüzden özellikle yasaklanmıştır.


Yedinci İncelik: «Eğer yetim kızlar hakkında (adaleti yerine getire*meyeceğinizden) korkarsamz...» âyetinde, yetimlerin ahkamıyla kadınların nikahı arasında cok ince ve güzel bir münasebet kurulmuştur. Çünkü ka*dınlar da yetimler gibi zayıf oldukları için bir erkeğin himayesine muh-taçdırlar. Allah (cc), yanında yetim kız bulunan velinin, onunla, malına ve güzelliğine tamah ederek adalet ölçülerine uygun bir mehir vermeden evlenmesini yasaklamıştır. Fakat onlar dilerlerse diğer kadınlardan ikişer, üçer, dörder kadınla evlenebilirler. Bu hususta geniş bilgi, nüzul sebebin*de Urve bin Zübeyr (ra)'ln Hz. Ayşe (ra)'den rivayet ettiği hadiste geç*mişti.


Ebussuud Efendi bu hususta şöyle demektedir: «Allah (cc)'ın müslü-manlara yetimlerle evlenmeyi nehyederek diğer kadınlarla evlenmelerini tavsiye etmesi, yetimler hakkında ne kadar lütufkar olduğuna işarettir. Çünkü insan yaratılış itibariyle yasaklanan birşeyi yapmaya daha çok İs*tek duyar. Bundan dolayı Allah (cc), Yetimler dışındaki kadınlarla diledi*ğiniz kadar evlenebilirsiniz» buyurmuştur.» [7]




Âyetlerdeki Şer'ı Hükümler


Birinci Hüküm: Rahimle Birşey Dilemenin Hükmü Nedir?



«...Kendisi(n!n adını öne sürmek suretiyjle birbirinize dileklerde bu*lunduğunuz, Allah'tan ve akrabalık (bağlarını kırmakjtan sakının...» âyeti, rahimle dilekte bulunmanın caiz olduğuna işaret eder. Bilhassa kurradan Hamza'nın kıraatına göre (Erham) kelimesi (Erhamİ) şeklinde okununca işaret ettiğimiz husus daha acık bir şekilde görülür. Cürikü bu kıraata gö*re ayetin anlamı. «Kendisiyle ve sılasını tavsiye ettiği rahimleri vesile ede*rek birbirinize karşı dilekte bulunduğunuzda Allah'tan ve akrabalık (bağ*larını kırmak)tan sakının.» olur. Bundan da anlaşılıyor -ki, bazı alimlere göre, rahimleri vasıta ederek dilekte bulunmak caizdir. Bu şekilde dilekte bulunmak bir yemin değil, şefkat taleb etmektir. Dolayısıyla bir kimsenin «Sıla-ı rahim hakkı için senden şunu diliyorum.» demesi, hadiste, "«Baba*larınızın ismi İle yemin etmeyiniz» Ifadesj ile yasaklanan yemin kapsamına girmez.


Bir İsimle veya rahimle dilekte bulunmanın caiz olduğunu söyleyenler Resulullah ,sav)'ın, «Allahım, senden dilekte bulunanların ve şu anda ya*ya olarak yürüyüşümün hürmetine duamın kabul edilmesini istiyorum. Çünkü İnsanlara zarar vermek, şımarmak, riyakarlık yapmak ve gidişimi halka duyurmak için evden çıkmış değilim. Yalnız senin rızan İçin evden çıkmış camiye gidiyorum.» hadisini de delil alırlar. Görüldüğü gibi Resulul-lah (sav), Allah (cc)'tan dilekte bulunurken O'ndan halisane dilekte bulu*nanları kendisine vasıta etmektedir.


Bazı alimler işe rahimle dilekte bulunmayı mekruh saymışlardır. Bun*lara göre, «Kim yemin ederse ya Allah ismi ile yemin etsin veya sükut et*sin.» sahih hadisi, yukarıda anılan «Rahimle Allah'tan veya İnsanlardan dilekte bulunmak, bir nevi Allah'tan gaynyla yemin etmek anlamına gel*mez.» görüşünü reddeder. Bu görüş İbni Atlyye'nlndir.


Zeccâc. bu konuda şöyle der: «Kurradan Hamza'nın kıraati zayıf ol*duğu gibi usul-ü dinde cok büyük bir hataya vesile olur. Çünkü Resulul-kih (sav), «Babalarınızın ismiyle yemin etmeyiniz.» buyurmuştur. Allah'*ın gaynyla yemin etmek caiz olmadığına göre, rahimle yemin etmek nasıl caiz olur?»


Kurtubi'nin nakline göre Müberret, «Ayetteki «Vel erhâme» kelimesi*ni esre ile okuyan bir alimin arkasında namaza dursam, farkına varır var*maz hemen namazı bozar, ayakkabılarımı alır, çıkarım.» der. [8]


İmam Kuşeyrî ise bu hususta şöyle demektedir: «Bu görüşler (İbni Atİyye, Zeccâc ve Müberret'ln görüşleri) akaid alimleri tarafından makbul sayılmayarak kesinlikle reddedilir. Çünkü kıraat alglerinin okudukları bütün kıraat şekillerinin tevatüren R^sulu,|ah (Mv).t nakIedildiğ. tesoit edilmiştir. Bu husus kıraat .İmine vo^ o|Qn[arca bjfjnjr Resuju|lah (savKtan geldiği kesin biçimde en çirkin gören. Resulullah. reddetmiş görmüştür. Çok dikkat edilmesi gereken bır husus da Kur konU3unda lügat ve nahiv alimlerinin degıl ıraa allmlennin ed||eceğidir Arap aili ve edebiyat, Resulullah (sav)tan öğren Onun fBsaha»nden kjm y he ede. bilir? Resulu.lah m Atak


Herhana bırşey vasıta ederek dilek.


McınuMy e bulunma», iSe hıçklmse yemin kabul edemez.» [9]




Ikinel Hüküm, Bani Olmayan Vslme „„„ ,Esllm Edılir Mmi?



«Yetimlere (rüşdüne gelince) nv t'arın| verin...» ayet, yetim ere malarının teslim edilmesinin farz olduğuna delalet eder.


Alimler, baliğ olmayan yetim cçv etmişlerdir. Çünkü Aiiah (cc). «Yell^8a ™1''™ ven meyecep.nde Ht.fak


kadar (gömlp) d«r»yin. O vaki,.—nm «rfi» âdilerinde bir akıl ve sa ah gördünüz mü mallarını onlara teslim edin...»


(ı-mı i^ir. hıiinnn» N||SQ; 6 buyurmuştur. Bu ayet, yet m çocuğa malının teslimi için buluğundiğinin anlaşılması gerektiğine de,^?^ olduğuna ve aklının herşeye er-önce verilirse, onu iyi kullanamaz, l( '« eder' ^er ^t-me mal, buluğdan , <umsuz ve menfaatsız bir sekide sar-feder.


Alimler, mevzumuz ayetin iki q


Vrı manaya geldiğim söylerler:


Birinci manaya göre ayetteki «v ,llğ kimselerdir. Onlara «yetim» denClimler»den maksat ™şde erm.ş. ba-^esı, geçmişte yetim oldukları içindir.


İkinci manaya göre ise ayetteL «Vetlmler»den murad bu kığa erme*yen kuçuk yetim çocuklardır. Buna ... rlnlz» emri, «Onların yeme. içme ve J.°™ a^Uekı «pimlere moflonm ve-şılayınız.» manasına gelmektedir, vj'y'nmelenn. mallarından vererek, kar-terin malların, dokunmadan, tecav>- «veriniz» emrinin anlamı, «Yetim-tir. Çünkü bazf veliler, yetimlerin ^f bulunmadan koruyunuz.» demek-tüketiverirler. Allah (cc), bu ayetle ıQlla"nı aereksız israflarIa çarçabuk larını ve gelecekte onlara menfaa,Velılere' Yetimlerin mallarını koruma-emretmiştir. Yetimler rüşde erdikler, VereCek ?ekHde i?!etip artirma'<"-ın. men teslim edilmelidir. zaman da malIan kendilerine tama-


Bu ikinci mana İslâm hukukunu^ğu için tercih edilir. Allah (cc), en umumi ka|deferine daha uygun oldu-Vi bilendir. [10]




Üçüncü Hüküm: Ayetteki «Nikah Edin» Tabiri Nikah Akdinin Farz Mı, Yoksa Mubah Mı Olduğuna Delalet Eder?



Cumhura göre ayetteki «nikah edin» tabiri, nikah akdinin farz değil, mubah olduğuna delalet eder. «Yiyin, İçin, israf etmeyin» (Araf: 31) aye-tlndeki «yiyin, için» tabirleri ile, «Onun dilediğiniz yerinden yiyin.» (Araf: 160) ayetindeki «yiyin» tabirinin emir şeklinde olduğu halde yeme ve İç*menin farz değil mubah olduğunu ifade etmesi gibi.


Zahiri mezhebi alimleri ise, âyetteki «Nikah edin» ifadesinin nikah akdini farz kıldığı görüşündedirler. Bunlara göre emir ifadesi ancak farz kılmak için kullanılır.


Zahiri alimleri, «Sizden kim hür ve müsiüman kadınları nikahla alacak bir bolluğa güç yetiremezse sabretmeniz sizin için daha hayırlıdır.» (Nisa: 25) âyetinden ya haberdar değildir, ya da gözlerine perde çekildiği için hakikati görmüyorlar. Çünkü, onların dediği gibi ayetteki «nikah edin» tabiri farzı İfade etmiş olsaydı, bu âyetteki «gücü yetmeyenler» tabiriyle çelişki meydana gelirdi. Halbuki mevzumuz ve surenin devamındaki ayet*ler evlenme ve evlilik hukukunu muntazam bir şekilde ortaya koymakta*dır.


Nitekim İmam Fahreddin Razi, meseleyi şöyle açıklar: «Sabretmeniz sizin İçin daha hayırlıdır» âyetinde Allah (cc), gücü yetmeyenlerin evlen*memelerinin evlenmelerinden daha hayırlı olduğunu buyurmaktadır. «Sab*retmeniz sizin için daha hayırlıdır.» âyeti,-nikahlamanın farz olduğuna de*ğil, gücü yetmeyenler için evlenmemenin sünnet olduğuna delalet eder.» [11]




Dördüncü Hüküm: Âyetteki «İkişer, Üçer, Dörder» Kelimelerinin Mana*ları Nelerdir?



. Lügat alimleri bu kelimelerin her birinin ifade ettiği sayıyı bildirdiğin*de İttifak etmişlerdir. Buna göre âyetteki «mesna» kelimesi ikişer ikişer, «sülase» kelimesi üçer üçer, «rübâe» kelimesi ise dörder dörder sayıla*rına delalet eder. Bu izaha göre ayetin manası şöyledir: «Kadınlardan istediğinizi ikişer İkişer, üçer üçer, dörder dörder arzu ettiğiniz şekilde nikahlayabilirsiniz.»


" Zemahşerî, bu hususta şöyle demektedir: «Ayet tüm insanlara gel*diğinden sayı İfade eden kelimelerin tekrarı bildirecek şekilde gelmesi lazimdır. Evlenmek isteyen her kimse, ayette belirtilen sayılar nisbetlnde rri-kahlanabilir. İki kadınla evlenmek İsteyen İki, üç kadınla evlenmek İste*yen üç, dört kadınla evlenmek isteyen dört kadınla evlenecektir. Ortada bulunan sayılı bir mal bir topluluğa eşit olarak bölüştürülürken düşen pa*ya göre, «Onların her birine ikişer ikişer, üçer üçer, dörder dörder verin.» denilir. Bundan anlaşılacak olan herkesin ikişer, üçer veya dörder alması gerektiğidir.» [12]


«Sizin için helal olan (diğer) kadınlardan İkişer, üçer, dörder olmak üzere nikah edin» âyeti, dörtten fazla kadınla evlenmenin haram olduğu*na delalet eder. Bütün müfessirler ve fakihler bu hususta Icma etmişler*dir.


Bu icmaya rağmen bazı bfd'ad ehli, dokuz kadına kadar evlenmenin caiz olduğunu Öne sürmüştür. Bunlara göre, «mesnâ» kelimesinden sonra ve «sülase», «rübâe» kelimelerinden önce gelen atıf vav'ı toplamayı ifade etmektedir. Yani, iki artı üç artı dört eşittir dokuz eder. Bu batıl görüş icmayı bozmaz.


Kurtubi bu konuda şöyle demektedir: «Bilmiş olun ki, anlayışları Kitab ve Sünnetten uzak olan ve selefin icmaından yüzçevlren bazı kimseler, atıf vav'ımn toplamayı ifade ettiğini öne sürerek, Resulullahın dokuz ka*dınla evlenmesini ve dokuzunun da O'nunla birlikte yaşamasını da delil getirerek dokuz kadınla evlenmenin caiz olduğunu iddia etmektedirler. Ne var ki, ayetteki sayıların sıralanışı, Rafızî ve Zahiri mezhebinden olan bazı alimlerin bu iddialarına delalet etmez. Hattc bunlardan bazıları daha da çirkin bir iddia ortaya atarak bir erkeğin orsekiz kadınla evlenmesinin mubah olduğunu söylerler. Ümmetin İcmama muhalif olan bu söz ve İddia*lar Arap dil ve edebiyatı İle Sünneti tam bilmemenin sonucudur. Zira hiçbir sahabi ve tabiinin dörtten fazla evlendiği ne görülmüş, ne duyul*muştur. Hatta sahabi Hz. Gaylan, müsiüman olduğunda on kadınla evliy*di. Resulullah ona. «İçinden dört tanesini seç, diğerlerinden ayrıl.» diye emretmiştir.


Allah {cc}, insanlara ve bilhassa Araplara Arapçanın en fasih leh*çesi ile hitap etmiştir. Fasih konuşan hiçbir arap, dokuz sayısını doğru*dan ifade edecek yerde toplamı dokuz eden İkişer, üçer, dörder gibi bir İfade kullanmaz. Allah (cc), eğer dokuz kadınla evlenmeye müsade etsey*di, «ikişer ikişer, üçer üçer, dörder dörder» demeyip doğrudan doğruya «dokuz kadınla evlenin» veya «dokuz kadına kadar evlenin» derdi. Bundan-daha çirkini de bir kimsenin onseMz diyecek yerde dört artı altı artı sekiz demesldir.» [13]


Ümmetin Icmaı, ayetten de kesin olarak anlaşıldığı üzere dört kadın*dan fazlasıyla evlenmenin haram olduğu nususundadır. İcmao muhalif ci*lan bfd'od ehlinin doğumlarından asırlarca önce yaşayan ve fasih Arap-cayı hem onlardan hem de günümüzdeki insanlardan daha İyi anlayan sa-habi, tabiin ve dört büyük mezhebin ilim adamlarının icmaı böyle olunca, Icmoa muhalefet eden bid'ad ehlinin sözlerine itibar edilemez. Bu söz ve iddialar, onların cehalet ve beyinsizliklerini ortaya koyar ancak. Şair şu sözleri sanki bunlar için söylemiştir: «Üstadsız ilim öğrenmeye kalkışan yoldan sapcr. Fasih bir ifadeyi çirkin gören, yanlış anlayan kimse de ken*di kabiliyetsizliğlnf ortaya koyar.»


Allah (cc) bizi cahillerin cehaletinden ve beyinsizlerin ahmaklığından korusun. (Amin). [14]

Prof. Dr. Sinsi 08-04-2012 03:23 AM

Tefsir Dersleri...
 

Âyetlerden Alınacak Dersler



1- Bütün İnsanlık aynı kökten gelmiştir. Bütün İnsanlar Hz. Adem-(as)'in oğullarıdır,


2- Allah'ın ismiyle dilekte bulunmak caizdir.


3- Rahim (akrabalık) hukuku cok önemlidir. Çünkü Allah (cc), sıfat rahim denilen akraba ve yakınlarla münasebetin kesilmesini, görüşülme*mesini yasaklamıştır.


4- Yetimlerin haklarını korumak farzdır. Allah {cc), vasilere yetim mallarını korumalarını, iyi bir şekilde değerlendirmelerini ve yetimler bulu*ğa erdikleri zaman mallarının kendilerine teslim edilmesini emretmektedir.


5- Bir erkeğin hür kadınlardan, aralarında adil olmak şartıyla, dör*de kadar evlenmesi mubah kılınmıştır. [15]




Âyetlerdeki Teşri'ı Hikmetler



Cok evlilik zamanla hayat şartlarının gerektirdiği zaruri hadiselerden*dir. Üstelik İslâm tarafından ortaya çıkarılmış bir husus da değildir. İslâm gelmezden önce çok kadınla evtiltk hem de sınırsız ve sorumsuz bir şekilde mevcuttu. Bu evliliğin herhangi bir kaydı, şartı ve nizamı da yoktu. İslâm, çok evlenmeyi adil bir esasa bağlayarak t>!r nizam, bir sınır getir*miş, böylelikle cemiyetin karşılaştığı kötülüklere set çekmiştir.


islâm geldiği sıralar, erkekler on, hatta daha fazla badınla evleni*yorlardı. Sahabilerden Gaylan (ra) İsimli bir zat, müslüman olduğunda on kadınla evli bulunuyordu. Resulullah (sav) Gaylan'a «Dört tanesini seç, di*ğerlerini bırak» buyurdu. Bu hadise de İslâm'ın çok evliliğe bir sınır ge*tirdiğinin açık bir delilidir,


İslâm getirdiği hükümlerle erkeklere manen şöyle diyor: Evlilikte bir sınır vardır ve sınırı aşmak haramdır. Bu sınır ise dörttür. Ayrıca evlilikte bir kayıt ve şart vardır. Bu da, erkeğin kadınlar arasında adil olmasıdır. Kadınlar arasında adaleti sağlayamayacak erkek, bir kadınla evlenmelidlr.


Şu halde, çok evlilik İslâm'dan önce de vardı ve tam bir başı-boşlufc, anarşi İçinde uygulanırdı. Çünkü o zamanlar evlilik yalnız beşeri arzuların tatmini için yapılırdı. İslâmın gelişiyle çok evlilikteki adaletsizlik ve anarşi bertaraf edilerek adil bir esasa bağlanmıştır. Daha da mühimi evliliğin gayesi, beşeri arzu ve isteklerin tatmini olmaktan çıkarılarak sağlam ve adil bir aile hayatı kurma ve topluma hizmet edecek nesiller yetiştirme haline getirilmiştir.


Hakikat şudur ki, cok evlilik, İslâm'ın herkesin İftihar edilebileceği bir müessesesidir. Çünkü çok evlilik, cemiyet nizamını bozacak, cemiyetin dağılmasına sebeb olacak birçok fenalıkların ortadan kalkmasına vesile olacaktır. Öyleyse fertlerin dünyada mesut bir hayat sürebilmeleri için mutlaka İslâm'a uymaları lazımdır. Açıkça görülüyor ki, islâm dtşı toplum*larda ahlaksızlık gün geçtikçe artıyor, yeni nesiller öncekilere göre daha da bozuk yetişiyor. Bu mesele araştırıldığında sebebinin aile hayatının düzensizliği ve gayri meşru ilişkiler olduğu görülüyor. Herne kadar bir erkek resmiyette birden fazla kadınla evlenemiyorsa da gayri meşru ola*rak bir veya daha cok kadınla münasebet kuruyor. Bu da tabii olarak toplum içinde gayrj meşru çocukların artmasına vesile oluyor. Hatta çoğu kez şımarık zenginler, paralarının gücüne dayanarak birçok kadını iğfal ediyor, birçok kadınla gizli de olsa evlilik hayatı yaşıyor. Dikkat edilirse böyle bir ilişki çok yönlü kötülükler çıkarmaktadır ortaya. Erkek ailesine ihanet etmektedir, ilişkide bulunduğu kadının kocasının hakkına tecavüz etmektedir, kadın kocasına en büyük ihaneti yapmakta ve ailesine karşı sevgi, saygı ve bağlılığı yok olmaktadır. Böyle bir ilişki sonucu ortaya Çıkan çocuk zamanla cemiyet içinde dolaşan bir ur halini alıyor. Çünkü çocuk ortaya çıkardığı bir sürü problem nedeniyle gerektiği gibi yetiştirile-


miyor. Annesiz ve babasız bir çocuk gibi tam bir başıbozluk ve ahlaksız*lık İçinde yetişiyor. İşte böyle cemiyeti temelinden sarsıcı ve bozucu çir*kin olayların meydana gelmemesi için İslâm birden fazla kadınla evlen-m yi mubah kılmıştır.


Cok evlilikte birçok zorlayıcı sebeb vardır. Bu sebebler onu bir za*ruret haline getirir. Kadının çocuk yapamaması, kocayı cinsel yönden tatmin edemeyecek kadar hasta olması gibi birçok sebeb vardır. Biz bun*ları ayrı ayrı zikretmeyeceğiz. Fakat herkesin Kolaylıkla anlayacağı mühim bir meseleye İşaret etmeden de geçemiyeceğiz.


Bir toplumda kadın ve erkek sayısı birbirine eşit olursa, her erkeğin birden fazla kadınla evlenmesi pratikte mümkün olamaz. Fakat, kadın sa*yısının erkek sayısından çok fazla olduğu durumda ortaya çıkacak müş*kül nasıl halledilecektir? Cemiyetteki dengenin kadınlar lehinde bozulması, kadın sayışının erkek sayısından birkaç misli fczla olması halinde ne ya*pacağız? Kadını evlilik ve annelik nimetinden yoksun bırakarak başıboş*luğa ve fuhşa mı itekliyeceğiz? Nitekim savaş sonraları birçok ülkede kadın sayısı erkek sayısının birkaç misli fazla olmaktadır. 2. Dünya Sa*vaşından sonra birçok Avrupa ülkesinde bu durum ortaya çıkmıştır. İşte İslâm, bu müşkül meseleyi şerefli ve haysiyetli bir şekilde hallederek ka*dının şahsiyetini, aile düzeninin sağlamlık ve temizliğini, toplumun ahlakî selametini korumuştur. Ki, bu da çok evlilik müessesesidir.


Tarafsız olarak düşünen herkes, bir kadının bir aile sıcaklığı içinde başka bir kadınla birlikte bir erkeğin hlmqyeslnde yaşamasının, bu ka*dının başıboş, himayesiz kalmasından dpha iyi olacağın*; kabul etmek zorundadır. Çünkü başıboş kalan bir kadın, hayatını sürdürebilmek ve be*şeri arzularını tatmin edebilmek için her gördüğü, her bulduğu erkekle ge*çici münasebetler kuracaktır. Bu da fuhşun, ahlaksızlığın, frengi ve ben*zeri hastalıkların yayılmasına ve çoğalmasına vesile olacaktır.


Nitekim, 2. Dünya Savaşmaan sonra Batı Almanya, kendi dinleri ta*rafından yasaklandığı halde, İsrâmın mubah -kıldığı çok evliliği toplumun selameti bakımından benimseyerek teşvik etmiştir. Alman kadınını sokak fuhşundan ve bunun sonucu olarak ortaya çıkacak gayri meşru çocuklar ve diğer fenalıklardan kurtarmanın yolunu çok evlilikte.görmüşlerdir. Al*man üniversitelerinin çoğu hocaları, Almanya'da kadın meselelerinin hal*ledilmesi İçin çok evlilikten başka çare olmadığını ifade etmişlerdir. Hatta bir kadın profesör, «Benim on kadınla birlikte bir iffetli erkeğin himaye*sinde yaşamam, haysiyetsiz bir erkeğin tek karısı olmamdan veya hiç


evlenmeden tek başıma yaşamamdan daha iyidir. Bu yalnız benim değil, bütün Alman kadınlarının görüşüdür.» demiştir. [16]


Alman gençleri, 1948 yılında, memleket meselelerinin halli İçin Mü*nih'te düzenledikleri bir kongrede, 2. Dünya Savaşından sonra azalan er*kek sayısı nedeniyle ortaya çıkan dengesizliğin doğurduğu kötülüklerin ön*lenmesi İçin çok evliliğin uygulanması yolunda bir karar alarak bunu hü*kümetlerine tavsiye etmişlerdir.


İşte İslâm, Hıristiyanlık alemini çaresiz bir durumda bırakan bu müş-kilatı en şerefli bir yolla halletmiştir. İslâmın böylesine büyük meseleleri, daha müşkilatlar doğmadan önce halletmesi, hatta dini İslâm olmayan*ların bile meseleleri tarafsız bir şekilde ele aldıklarında İslâmın hükümleri*nin doğruluğunu görmeleri, İslâmın büyüklüğüne, yüceliğine delalet et*mez mi? [17]

Prof. Dr. Sinsi 08-04-2012 03:24 AM

Tefsir Dersleri...
 

25. DERS YETİM MALLARINA VERİLEN ÖNEM

VE KORUNMASI HUSUSUNDA GÖSTERİLEN YOLLAR



5 — Allah'ın sizi başına diktiği mallorınızı beyinsizlere vermeyin. Kendilerine bunlardan yedirin, giydirin, onlara güzel söyleyin (iyi nasihat*ler edin).


6 — Yetimleri nikah (çağına) «rdikleri zamana kadar (gözetip) de*neyin. O vakit kendilerinde bir akıl ve salah gördünüz mü mallarını onlara teslim edin. Büyüyecekler (de ellerine alacaklar) diye bunları israf İle tez elden yemeyin. (Velilerden) kim zengin ise (yetimin malım yemeye tenez*zül etmesin) kaçınsın. Kim de fakir ise o halde örfe göre (bir şey) yesin Artık onlara mallarını teslim ettiğiniz vakit karşılarında şahit bulundurun Tam bir hesap sorucu olmak bakımından ise Allah yeter.


7 — Ana ve baba iie yakın hısımların bıraktıklarından erkeklere, ana ve baba ile yakın hısımların bıraktıklarından kadınlara —azından da ço*ğundan da— farz edilmiş birer nasip olarak hisseler vardır.


8 — Miras taksim olunurken (mirasçı olmayan) hısımlar, yetimler, yoksullar da hazır bulunursa kendilerini ondan (bir şey vererek) nzıklan-dırın, (gönüllerini alacak) güzel sözler de söyleyin.


9 — Arkalarında aciz ve küçük evlatlar bıraktıkları takdirde onlara kcrşı (halleri ne olacak diye düşünüp) endişe edenler (himayeleri altındaki yetimler ve diğer mirasçılar hakkında da oynı hissi taşımaktan) saygı ile korksun(lar). AHahtan sakınsınlar, (gerek vasiler gerek onların nezdinde bulunanlar hatıra gönüle bakmayarak) sözü dosdoğru söylesinler.


10 — Gerçek, yetimlerin mallarını haksız (ve haram) olarak yiyenler, karınlarına ancak bir ateş yemrş olurlar. Onlar çılgın bir ateşe (cehenne*me) gireceklerdir,




Âyetlerin Lafzi Tahlili



(Es süfehâe): Süfehâ, sefih kelimesinin çoğuludur.


Sefih ise iyi ile kötüyü ayırdedemeyen beyinsiz demektir. Çocuklara ve aklı kesmeyenlere sefih denilmesi bundandır.


(Kıyâmen): Kıyöm, lügatta ayakta durmak anlamın*dadır. Âyette İse insan hayatını ayakta tutacak servet anlamındadır.


(Vebtelû): Vebtelû, ibtlla kökünden türemiştir. İbtllo, lügatta deneme anlamındadır.


(Ânostüm): İ'nas kökünden gelmektedir, l'nas, mek ve bilmek demektir.


(Rüfdeo): Rüşd kelimesi lügatta doğru yola ermek lir.anlamındadır.


(Isrâfen): İsraf, haddi aşmak, tecavüz etmek demefttlr.


(Felyestoğflf): Istiğfaf kökünden türemiştir. Kötü bir şeyi terketme manasındadır.


(Hasîben): Muhasebe yapmak, hesaplaşmak demektir


(El-kısmete): Taksim etme, bölme manasındadır.


(Ulülgurbâ): Yakın akrabalar demektir.


(Kavlen maörûfen): Güzel söz söylemek, hatır olmok.


«Ayn«toıma sairenH l'sal, vasi kökünden türemiştlr. Girme, sokma anlamındadır. Sair kelimesi ise, yakıcı ateş de*mektir. [18]




Ayetlerin Icmali Manaları



Allahu taala Icmalen şöyle buyurur: Velilere, çocuk ve sefih kişilerin mallarını yemeleri yasaktır. Veliler, sefih ve yetimleri kendi mallarından yedirmeli, giydirmen ve diğer ihtiyaçlarını karşılamalıdırlar. Yetimler belirli bir yaşa geldikten sonra bir denemeye tabi tutulmalı ve onlarda akıl. dine bağlılık, mallarını koruma gibi güzel haller görülürse, hiç tehir etmeksi*zin malları kendilerine teslim edilmelidir.


Veliler yetim mallarını kendileri için harcarken israf etmekten kaçın*malıdırlar. Eğer israf edilirse kendisi büyümeden malı biter, sonraya bir faydası olmaz. Zengin olan veliler, yaptıkları bakım karşılığı olarak yetim-


lerin mallarından almamalı, yememelidir. Fakir olanlar ise örfe göre yiye*bilirler. Yetimlere, malları şahitler önünde verilmelidir, daha sonra İnkâr etmemeleri için. Allah, herşeyl görücü ve hesap sorucu olarak kafidir.


Ölen yakın akrabaların geriye bıraktığı mallardan erkeklere olduğu gibi kadınlara da bir hisse verilmesi. Allanın adil şeriatı ve açıklayıcı kita*bı tarafından emir buyurulmuştur. Varis olmayan akrabalara, yetimlere, fakirlere de ölen kimsenin bıraktığı maldan vererek onların da gönülleri hoşnut edilmelidir.


Himayeleri altında yetim bulunan vasilere, zulmetmekten kaçınmaları, onlara iyilik yapmaları emredilmiştir. Kendileri nasıl öldükten sonra geriye bırakacakları çocukların geleceğinden dolayı endişe ederlerse, yanlarına bırakılan küçük yetimler hakkında da Allah'tan korkmalı, sakınmalıdırlar. Kendi çocuklarının sevilmesini, iyi bakılmasını nasıl isterlerse, himayeleri altındaki çocukları öyle sevip bakmalıdırlar.


Allahu taala, yetim çocukların mallarını zulmen yiyenlerin cezalarını beyan ederek bu âyetlere son vermiştir. Kim yetim çocukların.mallarını haksız yere yerse, kendilerini kıyamet günü yakacak bir ateşle doldurmuş olur midesini. Bu kimseler yakıcı cehennem ateşine gireceklerinden şüphe etmesinler. [19]




Âyetlerin Nüzul Sebebleri



1.) Cahiliye devrinde, ölen kimselerin geriye bıraktığı maldan hak*ları olduğu halde kadınlara ve küçük çocuklara hiçbir şey verilmezdi. Al*lah bunun için «Ana ve baba ile yakın hısımların bıraktıklarından erkek*lere...» âyetini inzal buyurdu. [20]


2.) ibni Abbas (ra)'dan varid olan bir rivayete göre cahiliye devrinde kız çocuklarına, kadınlara ve küçük yaştaki erkek çocuklara mirastan pay verilmezdi. Bir gün, ensarilerden As bin Sabit öldü ve geriye iki kız ile bir küçük oğlan çocuğu bıraktı. As'ın iki amca oğlu gelerek mirasının ta*mamını aldılar. As'ın karısı, onlara kızlarıyla evlenmelerini teklif etti. Kız*lar çirkin olduğu için bu teklifi kabul etmediler. Bunun üzerine As'ın ka*rısı durumlarını Resululloha (sav) haber verdi. Hemen arkasından da «Ana ve baba ile yakın hısımların bıraktıklarından kadınlara...» âyeti nazil oldu. Aypîln nozil olmasından sonra Resulullah o adamları çağirtdrafc «Mirasa dokunmayacaksınız. Çünkü şu anda Allah bana erkeğin de «apr-nm da mirasta payları olduğunu ayetiyle haber verdi.» buyurdu. [21]




Ayetlerin Tefsirindeki İncelikler



Bklncl İncelik: Matlar yetimlere ait olduğu halde ayette vasilere İzafe edilmesi, ümmet fertlerinin sllsilell bir yolla birbirlerine kefil olduklarına İşaret olduğu gibi, yetim mallarının korunmasını da teşvik içindir. Çünkü vasinin sefih veya yetimin mallarını fuzuli olarak İsraf etmesi halinde hem kendileri hem de cemiyet zarara uğrar. Bu âyette de, «...Kendilerinizi öl*dürmeyin...» (Nisa: 29) ayetinde okluğu gibi insanların hukuku, tek bir insanın hukuku olarak ifade edilmiştir. Çünkü, «Kendilerinizi öldürmeyin» emri, ferdin kendisini değil, bir başkasını öldürmesini yasaklamaktadır. İslâm hukuku açısından bir insanı öldüren kimse, aslında kendisini öldür*müştür. Çünkü kendisi de kısasen öldürülür. İşte mevzumuz âyette de mal*lar, herne kadar bir şahsın tasarrufunda olsa da gerçekte bir millî ser*vet olması bakımından bütün toplumun malıdır ve herkes onu korumakla mükelleftir.


Cemiyetler bu ayetin ışığı altında hayatlarını sürdürseler, can ve mal emniyetini tam olarak sağlamış, içtimai huzura kavuşmuş olurlar. Bugün toplumlar bu ayetleri bilerek veya bilmeyerek kabul etmedikleri için can ve mal emniyetini sağlayamıyorlar, huzura kavuşamıyorlar.


İmam Fahreddin RazL bu ayetin tefsirinde şöyle der: «Mal, bütün İn*sanların muhtaç olduğu, faydalandığı birşeydir. Zira İslâm hukuku, bütün bir toplumu tek bir fert gibi ele alır. Bundan dolayıdır ki, Allah da (mev*zumuz) ayetin başlangıcında sözkonusu mal, sefihlerin olduğu halde onla*rın velilerine izafe ederek «sizin malınız» şeklinde ifade etmiştir.» [22]


ikinci incelik: Mal insanın yaşamasına, hayatının devamına vesile ol*duğu için Allah onu «kıyam» (ayakta durnla} olarak isimlendirmiştir. Had*dizatında ayakta duran mal değil İnsandır, cemiyettir. Mal cemiyetin ayak*ta durmasına vesile olduğu için sanki kendisi ayakta duruyormuş gibi «kıyam» olarak adlandırılmıştır. Bunun içindir ki selef-i salihin «Mal mü*minin silahıdır.» demişlerdir. Hatta yine seleften bazıları, «Allahım, malın hesabını soracağını biliyorum. Fakat yine de öldükten sonra geride mal ^bırakmam, halka muhtaç olmamdan daha hayırlıdır.» demişlerdir. [23]


Üçüncü incelik: Zemahşeri, Keşşaf isimli tefsirinde şöyle der: «Rüşd kelimesinin belirsiz İsim (nekre) olarak kullanılmasından anlaşılıyor ki, yetim çocuğun rüşde ermesi, malt tasarruf edebilme, ticaretini yapabilme durumuna gelmesidir. Bu duruma geldikten sonra buluğ yaşını beklemeye gerek yoktur.»


Dördüncü İncelik: Ebussuud Efendi'ye göre İstihfaf ve örf© görmek kelimeleri yetim çocuğun malına vesayet eden şahsın, bakımına kar*şılık olarak, o malın bir kısmını yemesinin veya kullanmasının caiz oldu*ğuna delalet eder. Şu hadis-l şerif de bunu teyld etmektedir: Adamın biri Resulullaha gelerek, «Yanımda yetim bir çocuk var. Kendisine ve malına bakıyorum. Onun malından yiyebilir miyim?» diye sordu. Resufullah (sav) «Maruf bir şekilde yiyebilirsin.» dedi. Adam, «Terbiyesizlik yaptığında onu dövebilir miyim?» deyince de, «Terbiyesi için kendi çocuğuna vuracağın kadar vurabilirsin.» buyurdu. [24]


Beşinci İncelik: «Ana ve baba İte yakın hısımların bıraktıkfonnaan er*keklere, ana ve baba İle yakın hısımların bıraktıklarından kadınlara —azından do çoğundan da— farz edilmiş birer nasib olarak hisseler var*dır.» âyetinde tafsili üslubun ihtiyar edilmesi yerine «Ana ve baba İle ya*kın hısımların bıraktıklarından hem erkeklere, hem de kadınlara...» denil*seydi miras hükmünde aynilik İfade edilmiş olurdu. Bu tafsili üslup niçin ihtiyar edilmiştir? Kadın hukukunun önemini ortaya koymak, kadınların an*ne ve babaları ile yakın akrabalarının miraslarından pay almalarının asıl olduğunu bildirmek ve cahtliye dönemindeki miras hukukunu tamamen or*tadan kaldırmak için. Kİ cahiliye döneminde kadınlara ve çocuklara ölen anne ve baba ile yakınlarının mirasından hak tanınmaz, pay verilmezdi. «Ata binmeyen, silah taşımayan, düşmanla savaşmayanlara mal nasıl ve*relim.» derlerdi. İşte bundan dolayı Allah fcc) bu hükmü tafsilatlı bir İfade Üe bildirmiştir.


Altıncı İncelik: Allah'ın âyette karın kelimesini zikretmesi, hükmü te-kid içindir. İnsanın «gözümle gördüm, kulağımla işittim» demesi gfbl. Aslın*da görmek ve işitmek kelimelerinden göz ve kulak kendiliğinden anlaşılır. Göz ve kulağın ilave edilmesi, görme ve işitmeyi tekid etmek içindir. İşte bu ayette yiyenler kelimesinden sonra karın kelimesinin tekrar edilmesi. onların yemelerini tekid etmek İçindir. Yoksa yiyenler kelimesinden zaten karın da kendiliğinden anlaşılır. Çünkü yenen şeyler karına gider.


Âyetteki «Karınlarına ancak ateş yemiş olurlar» ifadesi, yetim malı ye*menin cok çirkin ve kötü birşey olduğunu göstermektedir.


Yedinci İncelik: Kurtubi şöyle der: «Âyette yenilen birşeye ateş denil*mesi, karşılığının gelecekte, kıyamet gününde ateş olmasındandır. Bazı alimlere göre âyetteki ateş kelimesinden maksat haramdır. Çünkü haram ateşi, cehennemi gerektirir. Allah da burada haram İçin ateş kelimesini kullanmıştır.» [25]


İmam Fahreddin Razı de şunları söyler: «Gerçek, yetimlerin mallarını haksız (ve haram) olarak yiyenler karınlarına ancak bir ateş yemiş olurlar, Onlar çılgın bir ateşe (cehenneme) gireceklerdir.» âyetinde Allah yetim mallarını yiyenler hakkında cezanın şiddetini ortaya koyarak yetimler üze*rindeki rahmetinin büyüklüğünü beyan etmektedir.» [26]




Ayetlerdeki Şeri'ı Hükümler


Birinci Hüküm: Ayetteki «Sefihler» Kelimesinden Maksat Kimlerdir?



Müfessirler ayetteki süfehonın kimler olduğu hususunda İhtilaf etmiş*lerdir.


Bazı alimlere göre âyetteki sefihlerden murad, buluğa ermeyen, aklı ticarete ve malın tasarrufuna yetmeyen küçük çocuklardır..


Bazı alimlere göre de ayetteki sefihter, müsrif kadınlardır. Bu kadınlar İster evli. ister anne, isterse yetişkin ktz olsun. Bu görüş, Mücahid ve Dahhak'tan rivayet edilmiştir.


Başka bazı alimlere göre âyetteki sefihler, çocuklar ve kadınlardır. Bu da Hasan, Katade ve İbni Abbas (ra)'ın görüşüdür.


Diğer bazı alimlere göre ise ayetteki sefihlerden maksat, mal ve ser-vetini layıkıyla koruyamayan kimselerdir. Bunlar kadınlar, çoouklar ve ye*timler ile malını koruyamayan yaşlı kimseler olabilir. En sahih görüş bu-dur. Taberî de bu görüşü tercih etmiştir. Çünkü ayetteki sefihler kelimesi umumilik ifade eder. Delilsiz ve mesnetsiz olarak bu kelimeyi kadınlara, çocuklara veya her ikisine de tahsis etmek caiz değildir.


Taberî bu hususta şöyle der: «Şüphesiz Allah (cc) umumi bir ifade kullanmıştır. Şu veya bu sefihtir dememiştir. Öyleyse malını koruyamıyan kişiye malını teslim etmek şer'i hükümlere göre caiz değildir. Malını koruyamayan kimse İster çocuk, ister büyük, İster erkek, ister kadın olsun farketmez. Malın teslim edilmesi caiz olmayan sefihleri, zayi etmemeleri ve kötüye kullanmamaları için mallarından uzaklaştırmak ve servetlerini. korumak İslâm devletine farzdır.» [27]




İkinci Hüküm: Sefih, Malım Tasarruftan Alıkonur Mu?



Fakihlere göre, «Allahın sizi başına diktiği rnallonnızt beyinsizlere (sefihlere vermeyin.» âyeti, sefihlerin mallarına el konulmasını, yani onla- . rın mallan üzerinde istedikleri gibi tasarruf etme haklarını ellerinden al*manın farz olduğuna delalet eder. Çünkü Allah (oc), sefihlerin (beyinsiz*ler) mallarının akılları başlarına gelinceye kadar kendilerine verilmesini yasaklamıştır.


Sefihleri mallarını tasarruftan men etme birkaç türlü olabilir:


1.) Çocuktur, malının kıymetini bilmeyip sağa sola savurur. Bu du*rumda mallarına ei konur.


2.) Delidir, malını kullanma ehliyetine sahip değildir. Malına el ko*nur.


3.) Malım İsraf eden, kötüye kullanan bir kimsedir. Bu durumda da malına el konur. İflas eden bir tacirin de malına el konabilir, İflas eden ta-çirin malı borçlarını ödeyemez durumda İse. alacaklıların müracaatı üze*rine kadı tacirin malını haczettirir.


Fakihier çocuğun malının buluğ çağına erinceye, ticarete ve malını kullanmaya aklı yetinceye kadar kendisine verilmemesi gerektiği husu*sunda ittifak etmişlerdir. Çünkü Allah (cc), «Yetimleri nikah (çağma) er*dikleri zamana kadar (gözetip) deneyin. O vakit kendilerinde bir akıl ve salah gördünüz mü mallarını onlora teslim edin...» âyetinde bunu beyan etmektedir. Ayrıca çocuğun malının teslimi sırasında İki şartın tahakku*kunu da gerekli kılmıştır. Şartlardan birisi çocuğun buluğa ermesi, diğeri ise rüşddür, Rüşd İse malı güzel bir şekilde tasarruf edebilmektir.


İmam Şafii'ye göre üçüncü bir şart daha vardır ki, bu da dindar ol*masıdır. Ona göre fasık bir kişinin servetine tevbe edinceye kadar haciz konulur. Yalnız emsali kadar yiyecek, içecek ve elbise verilir. Tevbe edip hallerini düzelttiği zaman, malı kendisine testim edilir.


İmam-ı Azam'ın görüşü bunun aksinedir. Ona göre çocuğun malının kendisine teslimi için âyette belirtilen iki şart (buluğ ve rüşd) aranır. Din*dar olmak şartı aranmaz.


Alimler ve fakihler arasındaki bu ihtilafın kaynağı, âyetteki rüşd ke*limesinin manasıdır. Bu kelimeyi sağlam akıl ve sağlam din olarak tefsir edenler, mallarının tesliminde hem akıllarının ermesi, hem de güzel hal sahibi olması gerektiğini söylerler. Rüşd kelimesini yalnız malın iyi kulla*nılması olarak anlayanlar ise, dindar olması gerektiği yolundaki görüşe İtibar etmezler.


Taberi şöyle der: «Rüşd kelimesinin tefsiri hususunda selefin görüş*leri nakledilirken şöyle denmektedir: «Mücahide göre rüşdden maksat, ak*lın ermesidir. Katade'ye göre ise hem aklın ermesi, hem de dindar ol*maktır. İbni Abbas (ra)'a göre de malı güzel bir şekilde kullanabilmektir.» Rüşd kelimesinin manası üzerindeki görüşlerin bana göre en iyisi, aklın ermesi ile malı güzei bir şekilde kullanabilmektir. Çünkü bütün' alimler akıllı bir kişinin fasık da olsa, israf etmemek şartıyla maiını kullandığı takdirde malının kendisine teslim edileceği hususunda icma etmişlerdir.» [28]


Bize göre de her fasık kişinin malına el konulamaz. Zira mala elkoy-mak, insanlık haysiyet ve şerefini yıkar. Ancak o, malını İçkide, kumarda ve diğer fahiş şeylerde sarfediyorsa o zaman malına haciz konularak akıl-lanıncaya, tevbe edinceye kadar malını tasarruf etmekten men edilir. Bu görüş, müfessirlerin şeyhi Taberî'nin de tercih ettiği görüştür. Zaten ayet de işareten bu görüşü bildirmektedir. Rüşd kelimesi, âyette belirsiz isim olarak zikredilmiştir. Bu da malın güzel Kullanılması anlamına gelir. Zaten tasarruftan alıkonulmak, malın israf edilmesini önlemek için yapılır. İşte Taberî'nin görüşü bu bakımdan kuvvet kazanmaktadır. [29]




Üçüncü Hüküm: Yaşlı İnsanların Mallarına Elkonur Mu?



Cumhur, yaşlı kimselerin malarına da çocuklar gibi iyi kullanamadık*ları, israf ettikleri takdirde haciz konulacağı görüşündedir.


İmam-ı Azam'a göre ise, bir kimse 25 yaşına girdikten sonra malını kullanmnya aklı ersin veya ermesin malı kendisine teslim edilir.


Kurtubî, bu hususta, «Fakihier, yaşlının malının haczedilmesl husu*sunda ihtilaf etmişlerdir. Fakihlerin cumhuru ve İmam Malik (ra)'e göre, yaşlının malı da, iyi şekilde kullanamadığı takdirde, tasarruftan men edi*lerek haczedilir.


İmam-ı Azam (ra) İse, akıllı ve baliğ olan kişinin malının haczedileme-yeceği görüşündedir. Anc'ak malını içki, kumar ve benzeri şeylerde kullan*dığı takdirde tasarruftan men edilerek malına haciz konur ve 25 yaşına girinceye kadar da iade edilmez. 25 yaşından sonra, malını nerede ve nasıl kullanırsa kullansın hiçbir surette tasarruftan men edilemez, malına haciz konulamaz. «Dede olmaya yaklaşan bir adamın malına haciz koy*maya utanırım.» diyen İmam-ı Azam'a göre yaşlı bir insanın malına hiçbir şekilde haciz konulamaz.» [30] der.


Bu görüşler içinde sahih olan, cumhur ve İmam Muhammed ile İmam Yusuf'un görüşüdür. Buna göre yaşın büyük olmasına itibar edilemez. Bir*çok insan vardır ki, 50 yaşına girse bile malını İsraf eder, sağa :Sola sa-vurur. Daha açık bir ifade ile kıymetini bilmez. İşte böyle kimseler de ta*sarruftan men edilerek mallarına haciz konulur. Çünkü, çocuğun lasarruf-tan men edilişi, fuzuli yere israf etmesi ve malından nasıl faydalanacağını bilmemesi dolayısıyladır. İşte bu vasıflar genç, orta yaşlı ve ihtiyar insan*larda da bulunsa, onlar da mallarını tasarruf etme hususunda çocuklar gibi olurlar. Çocuk tasarruftan nasıl men edilirse, onlar da öyle men edi*lirler/ Âyetin zahiri de bunu açıkça bildirmektedir.


İbni Abbas (ra) şöyle der: «Bir kimse saçlı sakallı olduğu halde ala*cağını vereceğini, hesap ve kitabını bilmeyebiiir. Böyle insanlar çocuklar gibi olurlar. Çocuk tasarruftan nasıl men edilirse, onlar da öyle men edi-kümler, bunlara da icra edilir.» [31]




Dördüncü Hüküm: Vasilerin, Yetimlerin Mallarından Yemeleri Mubah Mıdır?



«(Velilerden) kim zengin ise {yetimin malını yemeye tenezzül etme*sin) kaçınsın. Kim de fakir ise o hakte Örfe göre (bir şey) yesin.» âyeti, vasi fakir olduğu takdirde, israf etmeksizin, bakım karşılığı olarak yetimin malından bir miktarını yiyebileceğine delalet eder. Şayet vasi zengin ise, Allanın kendisine verdiğine kanaat ederek yetimin malından sakınması farzdır.


Alimler, İhtiyacı olduğu takdirde vasinin yetimin malından ihtiyacı ka*dar almasının caiz olduğuna hükmetmişlerdir. Yalnız, yetimin malından yi*yen fakir vasi sonradan zengin olursa, daha önce aldığı malt geri verip vermeyeceği hususunda ihtilaf edilmiştir.


Bazı alimlere göre sonradan zengin olan vasi, fakir iken aldığı malı ödemez. Zira Allah ona maruf bir şekilde yemeyi mubah kılmıştır. Onun aldığı, yediği mal, bir bakıma çocuğun bakım ücerit sayılır. Bu görüş, İmam Hanbel (ra)'den rivayet edilmiştir.


Diğer bazı alimlere göre ise, sonradan zengin olan vasinin, yetimin malından fakir iken aldığını aynıyla İade etmesi farzdır. Zira Hz. Ömer, halifeliği sırasında, «Ben şu anda, mal hususunda yetimlerin vasileri gi*biyim. Zengin olursam hazineden yemekten kaçınırım. Fakir olursam ihti*yacım kadar hazineden alırım. Sonradan zengin olduğum takdirde de da*ha önce aldıklarımın tamamını aynen öderim.» buyurmuştur. İşte Hz. Ömer'in bu veciz ifadesinden acık biçimde anlaşılıyor" ki, yetim çocukların vasisi, zengin ise, yetimin malından kaçınmalıdır. Fakir ise, İhtiyacı kadar yemeli, sonradan zengin olduğu takdirde de yediği kadarını aynen Ödeme*lidir.


Cessos'm rivayetine göre Hanefi alimleri, vasinin, ister zengin, ister fakir olsun, yetimin malından ylyemiyeceği, hatta borç bile alamıyacağı görüşündedirler. Çünkü Allahu taala, «Yetimlere mallarını verin...» (Nisa: 2), «Yetimlerin mallarını haksız olarak yiyenler, karınlarına ancak bir ateş yemiş olurlar. Onlar çılgın bir ateşe gireceklerdir.» (Nisa: 10), «...Yetim*lere karşı adaleti ayakta tutmanız (onlara İyi bakman 12) hususunda (işte) kitapta okunup duran (ayet)ler!... Hayırdan daha ne yaparsanız şüphesiz Allah onu da hakkıyla bilicidir.» (Nisa: 127) ve «Aranızda (birbirinizin) mat*larınızı haksız sebeblerte yemeyin...» (Bakara: 188) buyurmaktadır. Bu âyetler, muhkem [32] âyetlerdendirler ve vasinin elinde bulunan yetim ma*lından ihtiyacı olsa bile hiçbir surette kullanamayacağına delalet etmek*tedir.


Yine Hanefi alimlerine göre, «Kim zengin ise kaçınsın. Kim de fakir ise o halde örfe göre esin.» âyeti müteşabih [33] ayetlerdendir ve ihtima-iı manalar taşıdığından hükmünün muhkem ayetlere hamledilmesl icabe-der.


İbni Abbas (ra)'tan da şöyle bir rivayet yapılmıştır: «Kim de fakir İse o halde örfe göre yesin.» âyeti, «Gerçek, yetimlerin mallarım haksız (ve heram) olarak yiyenler karınlarına ancak bir ateş yemiş olurlar. Onlar çıl*gın bir ateşe gireceklerdir.» âyetiyle neshedilmtştir.» İbni Abbas (ra)'ın bu görüşü de Hanefi alimlerinin görüşünü teyid etmektedir.


Taberî, fakir vasinin yetimin malından borç olarak alabileceği yolun*daki görüşü tercih etmiştir. Şöyle demektedir: «Bu husustaki görüşlerin doğrusu, «Kim de fakir İse o halde örfe göre yesin.» âyetinde de beyan olunduğu gibi. vasinin, zaruret halinde veya İhtiyacı olduğunda sonradan ödemek üzere yetimin malından alabileceği yolundaki görüştür. Ödeme*mek kaydıyla yemesi caiz değildir.» [34]


Taberinin tercih ettiği görüş, bize göre de tercihe şayandır. Allah (cc) en iyi bilendir.[35]




Âyetlerden Alınacak Dersler



1 ) Sefihler (çocuklar ve mallarını fuzuli yere sarfeden büyükler), rüşde ve mallarını güzel bir şekilde tasarruf etmeye aklı erinceye kadar mal*larını kendilerine vermemek farzdır.


2 ) Maljarı böyle haczedilen kimselerin yemeleri, içmeleri, giymeleri ve diğer ihtiyaçları kendi mallarından karşılanır.


3 ) Buluğ çağına eren yetim çocuklar, mallan kendilerine verilmeden önce tecrübe edilmeli, deneme neticesinde mallarını tasarruf edebilecek bir akla sahip-oldukları ortaya çıkarsa mallan kendilerine teslim edilmeli, yeksa teslim edilmemelidir.


4 ) Yetimlerin mallan kendilerine teslim edilirken, ileride inkar etme*meleri için. şahitler hazırlanmalıdır.


5 ) İslâm miras hukukuna göre erkek ve kadınlar, anne, baba ve ya*kın akrabaların geriye bıraktıklarından hak sahibidirler.


6 ) Vasinin yetimlere iyilikte bulunması, bakması ve kendi evlatlarım koruduğu gibi koruması vacibtir.


7 ) Yetim malını haksız yere yemek büyük günahlardandır ve ahiret-teki karşılığı cehennem ateşidir.[36]

Prof. Dr. Sinsi 08-04-2012 03:24 AM

Tefsir Dersleri...
 

26. DERS NİKAHLARI HARAM OLAN KADINLAR



19 — Ey İman edenler, kcdınlara zorla mirasçı olmanız ve onların —Kendilerine verdiğiniz (mehir)den birazını gider{ip elinize gecire)biimeniz için— tazyik etmeniz size helal olmaz. Meğer kj arayı açacak bir fuhuş trtt-kab etmiş olsunlar. Onlarla (kadınlarınızla) iyi geçinin. Eğer kendilerinden hoştanmadıhızsa olabilir ki birşey sizin hoşunuza gitmez de Allah onda birçok hayır takdir etmiş bulunur.


20 — Eğer bir zevceyi bırakıp da yerine başka bir zevce almak isterse-niz öbürüne yüklerle (mehir) verilmiş olsanız bile içinden blrşey almayın. (Kendisine hem) bir İftira ve açık bir günah (yükler hem) ahrmısınız onu?


21 — Onu nasıl alırsınız ki, birbirinize karılıp katıldınız. Onlar slzdan kuv*vetli teminat da aldılar.


22 — Babalarınızla evlenmiş olan kadınlarla evlenmeyin. Ancak, (cahl-Ityyet devrinde geçen) geçmiştir. Şüphe yok ki, o bir hayasızlıktı, (Allanın en büyük) hı*ynı(na bir sebeb) idi. O ne kötü bir yoldur.


23 — Analarınız, kızlarınız, kız kardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, bi*rader kızları, hemşire kızlan, sizi emziren (süt) analarınız, süt hemşireleri*niz, kanlarınızın anaları, kendileriyle (zifafa) girdiğiniz karılarınızdan olup himayelerinizde bulunan üvey kızlarınız (la evlenmeniz) size haram edildi. Eğerr onlarla (üvey kızlarınızın anlanyla) zifafa glrmemişsenlz (onlarla ev*lenmenizde) size bir beis yok. Kendi sulbünüzden (gelmiş) oğullarınızın ka*rıları (ile evlenmeniz) ve iki kız kardeşi birlikte almanız da (keza haram edildi). Ancak (cahiliyet devrinde) geçen geçmiştir. Çünkü Allah hakikaten yarlığa-yıcıdır, çok esirgeyicidir.


24 — (Harb esiri olarak) sağ ellerinizin malik olduğu kadınların (mülk-tt yemininiz olan cariyeler) müstesna olmak üzere diğer bütün kocalı kadınlar (la evlenmeniz de size haram edildi. Bu hürmetler) üzerinize Allah'ın farkı olarak (yazılmıştır). Onlardan maadası ise — namuskar ve zinaya sapmamış (insanlar) halinde (yaşamanız şartıyla) matlarınızla (mehir vermek veya sa*tın almak suretiyle) ara(yıp nikahla)mamz için— size helal edildi. O halde on*lardan hangisiyle faideiendiyseniz ücretini takdir edildiği vech İle verin. O mehrin miktarını tayin ettikten sonra aranızda gönül hoşluğu İle uyuştuğu*nuz şey (miktar) hakkında üstünüze bir vebal yoktur. Şüphesiz ki, Allah hak*kıyla bilicidir, mutlak hüküm ve hikmet sahibidir.




Âyetlerin Lafzi Tahlili



(Kerhen): Kef üstün ile okunursa zorlama, ötre İle okunursa meşakkat anlamına gelir.


(Efdâ): Lügat anlamı genişlik olan'bu kelime âyette birbirine kavuşturma manasındadır.


(Misâgangalîzen): Misak, akit yapma, galiz, kalın birşey demektir. Âyette kadınla erkek arasında yapılan nikah aktidir.


(Selefe): Geçmiştekiler demektir.


(Fâhişeten): Çirkinlikte son dereceyi bulmuş.


(Ve makten): Buğzetmek demektir.


(Rebâibüküm): Rebibe kelimesinin çoğuludur. Erkeğin hanımının bir önceki kocasından olan kızı demektir.


ye düşmana karşı koruyan bina demektir.


(Hucûrlküm): Hacr'ın çoğuludur. İnsanı soğuğa bina demektir.


(Halâllü): Halile'nln çoğuludur. Nikahla evleni-


(Vel muhsenâtü): Kocası olan kadınlar. Aslında ihsan kelimesi, men etme manastndadır. Âyette ise namuslarını koruyan iffetli kadınlar anlamındadır.


len kadınlar demektir.


(Muhslnine): Kendisini zinadan koruyan erkek*ler demektir.


(Musâflhine): Sifah kelimesinin çoğuludur. Dök-me anlamındadır. Burada zina karşılığı olarak kullanılmıştır.


(Ta'dllû hunne): Adi kökünden türemiş bir fiildir.


Adi. men etme anlamına gelmektedir.


(Kıntâren): Cok mal demektir.


(Buhtânen): Bühtan, söyleyenin dahi hayret et*tiği bir çeşit yalan demektir.[37]




Âyetlerin İcmali Manaları



Allah (cc] icmalen şöyle buyuruyor: Ey müminler! Babalarınızın öl*dükten sonra geriye bıraktığı, anneleriniz olamayan kadmlarının verasBt yoluyla size intikal etmesi ve sizin onlarla evlenmeniz haramdır. Onları boşadıktan Sonra, evlenmelerine mani olmanız veyQ evlenmek istediklerin*de mehirlerini geri aimak suretiyle onlara baskı yapmanız da helal değil*dir. Ancak zina gibi çirkin fiilleri irtikab ettikleri zaman onlara mani ol*manızda bir beis yoktur. Zira Allah (cc). menşei ne olursa olsun zulmü sevmez.


Ey müminler! Kadınlarla iyi geçininiz, onlara iyj!ik ediniz. Karılarınız hoşunuza gitmese de sabredin ve onlarla iyi geçinmeye devam edin U-mulur ki Allah (cc), o kadından hayırlı bir evlât verir, umulur ki. insanın sevmediği şeylerde kendileri için hayır vardır. Bunu Siz bilemezsiniz, an*cak Allah {cc} bilir.


Ey müminler! bir kadını boşayıp bir diğerini aimQk istediğiniz zaman boşadığınız kadına evlendiğinizde verdiğiniz mehtrden, ne kadar çok olur*sa olsun, birşey almayın. Almanız size helal değlkuV. Çünkü siz onları nikah akdi ile kendinize helal ederek uzun süre faydalandınız. Nikahları*nızda onlara temlik ettiğiniz şeyleri geri nasıl utabilirsiniz?


Allah (cc], erkeklere mahremi olan kadınları t>eyan ederek onlarla ev*lenmelerinin haram olduğunu bildirmektedir. Haram kılınan İlk kadın da babalarının, anneleri olmayan hanımları olmuştur. Çünkü cahiliyet döne*minde Araplar, babalarının, anneleri olmayan hanımları ile evlenirlerdi Şüphesiz bundan daha çirkin birşey düşünülemez. }şte bu set>eble önce bu tür evlilik haram kılınmaktadır.


Daha sonra haram kılınan kadınlar şöyle sayılmıştır Erkeklerin anne*leri, kızları, kız kardeşleri, halaları, teyzeleri, kız kardeş veya erkek kar*deş kızları. Süt yoluyla haram olan kadınlar da beyQr, edilmiştir ki, bunlar aynen nesep yoluyla haram kılınan kadınlar gibidir. Bir de dünürlük yoluyla haram olan kadınlar vardır: Hanımının annesi, hanımın!n eski kocasından olan kızı, hanımının kız kardeşi ve oğlunun hanımı. Bu sayılan kadınların dışındakilerle evlenmek mubah kılınmıştır.[38]




Bu Ayetlerin Geçmiş Âyetlerle Münasebeti



Önceki ayetlerde malları haksız yere yenilen yetimlere, mallan için mehirsiz olarak evlenilen yetim kızlara, mirastan hakları verilmeyen kadın ve küçük çocuklara yapılan zulümler beyan edilerek bunlar yasaklanmış


ve hükümleri bildirilmişti. Mevzumuz ayetlerde de zulmün ikinci bir çeşidi beyan edilerek yasaklanmaktadır. Bu da kadınların miras yoluyla babadan oğula kalmasıdır. Cahiliyet döneminde kadınlar babanın mirasından bir parça sayılırdı. Varis, kadın eğer annesi değilse onunla evlenebilirdi. İşte Allahu taala bunun haram olduğunu ve bu kadınlara yapılan zulmün ya*saklandığını ve onlara iyi davrantlması gerektiğini buyurmaktadır.[39]




Âyetlerin Nüzul Sebebleri



1.) İbni Abbas (ra)'tan rivayet edilmiştir: «Cahiliyet devrinde bir kişi öl*düğünde, onun hanımı üzerinde, gerek evlenmek, gerekse evlendirmek hu*susunda, en büyük hak sahibi onun varisleriydi. Onunla ister evlenirler, isterlerse başkalarıyla evlendirirlerdi. Bu kötü adeti Allah, «Ey iman eden*ler, kadınlara zorla mirasçı olmanız...» ayetiyle haram kıldı.» [40]


2.) Cahiliye devrinde bir kişi öldüğünde, oğlu veya diğer bir varisi, geride bıraktığı mala miras yoluyla nasıl sahip çıkıyorsa, karısının üzerine bir elbise atarak ona da sahip çıkardı. Ölen kocanın vermiş olduğu mehri kabul ederek kadınla evlenir veya bir başkasıyla evlendirerek mehrini alır*dı. İşte Allah müminlere bu kötü adeti «Ey iman edenler, kadınlara zorla mirasçı olmanız...» âyetiyie yasaklayarak haram kıldı. [41]


3.) Ebu Kays bin el-Eslet (ra), babası öldüğü zaman, geriye bıraktığı annesi olmayan kadınla evlenmek istedi. Kadın ona. «Seni kavminin salih kişilerinden biri olman itibariyle evlat kabul ediyorum. Yine de Resulullaha gidip durumu ona arzedeyim.» diyerek Resulullaha geldi ve «Ya Resulul-lah, bu hususta ne dersiniz?» diye sordu. Resulullah ona «Evine don.» cevabını verdi. Hemen arkasından «Babalarınızla evlenmiş olan kadınlarla evlenmeyin.» âyeti nazil oldu. Böylece cahiliyet döneminin bu kötü adeti de ortadan kalktı. [42]




Âyetlerin Tefsirindeki İncelikler



Birinci incelik: «...Eğer kendilerinden hoşlanmadınızsa olabilir ki bir*şey sizin hoşunuza gitmez de Allah ondo birçok hayır takdir etmiş bulu*nur...» âyetindeki tahlil, erkeklere, hoşlarına gitmese de kadınlarına karşı sabır göstermelerini ve onlarla güzel geçinmelerini tavsiye İçindir. Çünkü nefse hoş gelmeyen birçok şey vardır ki, onlarda büyük hayırlar vardır. İşte bu âyet, kadınlardan hareketle umumi bir kural koymaktadır ortaya. Yani yalnız kadınlar değil, başka birçok hoşa gitmeyen şeylsrde de bilin*meyen birçok hayırlar vardır. Bunun için ayet kadınlar hakkında nazil ol*duğu halde Allah, «Bir kadın sizin hoşunuza gitmezse...» ifadesi yerine, «Eğer birşey sizin hoşunuza gitmezse...» ifadesini kullanmıştır. Âyetteki bu incelik üzerinde düşünürsek, Allahtn ayetlerinde insanlar için ne kadar hassas ve ne kadar faydalı şeyler olduğunu idrak ederiz.


İkinci incelik: Allah ayette «cima» kelimesi yerine «karılıp katılma» tabirini kullanmıştır. Böyle kinayeli bir ifade kullanmasında ümmet için çok mühim işaretler vardır. Burada yüksek bir terbiye ve edeb talim edil*mektedir. Açık açık söylenmesi güzel olmayan, mahzurlu olan şeyleri. Kur'anın bildirdiği ahlakla ahlaklanmak mükellefiyetinde olan ümmetin fertlerinin de, Kur'anın bu talimine uyarak kinayeli olarak İfade etmeleri gerektiği gösterilmektedir.


Üçüncü İncelik: Kurtubî: «Hz. Ömer birgün hutbede, «Ey insanlar, ka-dınlartn nikah mehirlerini yüksek tutmayınız. Eğer mehirleri çoğaltmak da şeref ve Allah yanında takva olsaydı, Resulullah ona sizden daha evla idi. O, evlendiği kadınlara ve evlendirdiği kızlara 12 vakiyyeden[43] fazla mehir vermemiştir.» dedi. Hz. Ömer'in sözlerini duyan bir kadın yanına gelerek, «Allah (cc), bize fazla mehir veriyor da sen bizi bundan nasıl mahrum edi*yorsun? Çünkü Allah, «Eğer bir zevceyi bırakıp da yerine başka bir zevce almak İsterseniz Öbürüne yüklerle (mehir) vermiş olsanız bile içinden blr-şey almayın.» buyurmuştur.» dedi. Kadının bu sözleri üzerine Hz. Ömer, «Kadın görüşünde isabet etti, Ömer ise yanıldı.» dedi. Sonra kendi ken*dine hitapla, «Bütün İnsanlar senden daha fakihtir.» diyerek sustu kadına cevap vermedi.» [44]


Dördüncü incelik: Âyetteki «misak-ı galiz» (kuvvetli teminatjtan mak*sat, kadınlarla aynı yatağı paylaşmak ve uzun bir zaman bir arada bulun*maktır. Bu bakımdan kadınların hakları büyüktür. Bazı İslâm alimleri yirmi günlük arkadaşlığı akrabalık (karabet) saymışlardır. Öyleyse karı-koca arasındaki beraberlik ve ortak hayatın meydana getirdiği yakınlık, nasıl görmezden gelinebilir? [45]


Beşinci İncelik: Fahreddin Razi: «Çirkinliğin (gubutı) öç çeşidi vardır." Aklen çirkin olan, şer'an çirkin olan. örf ve adet açısından çirkin olan. Ayetteki «fahişe» kelimesi, aklen çirkin olana İşarettir. Âyetteki «nakd», şer'an çirkin olanı, «O na kötü bir yoldur.» ifadesinde örf ve adet acısın*dan çirkin olanı dile getirir. Bu üç çirkinlik bir arada olursa çirkinliğin zir*vesine ulaşır.» [46] der.


Âyetin sonunda bu üç ayrı kelime İle ifade edilen çirkinlik, babanın evlendiği kadınla evlenmek için kullanılmıştır. Bu da bu tür evliliğin çirkin*lik derecesini göstermek içindir.


İlahi emir ve yasakların hepsinde görüldüğü gibi İncelemeye çalıştığımız bu ayetlerde de cemiyetin maddi ve manevi huzur ve nizam içinde yaşa*masını sağlayacak ahlaki ve içtimai kurallar ve hükümler görmekteyiz.[47]




Âyetlerdeki Şer'î Hükümler


Birinci Hüküm: Kadına Evlilikte Verilecek Mehir Ne Kadardır?



Mehir. kadına verilen bir hediye, yapılan bir bağıştır. Bu bakımdan muayyen bir ölçüsü, tartısı yoktur. Halk da zenginlik—fakirlik bakımından sınıflara ayrılmıştır. İşte bunun için İslâm, kadınlara verilecek nikah meh-rinin adet ve miktarını tayin etmemiş, kocanın mali gücünü göz önüne a-larak serbest bırakmıştır.


Fakihler mehrin üst sınırının olmadığında ittifak etmişlerdir. Zira Allah. «Eğer bir zevceyi bırakıp do yerine başka bir zevca almak isterseniz öbü*rüne yüklerle (mehir) vermiş olsomz bile içinden birşey atmayın...» buyur*muştur. Bu âyetten de anlaşılıyor ki, mehrin az veya cok belirli bir sının yoktur. Sınır, herkesin gücüne göre değişmektedir.


Kurtubi bu konuda şöyle der: «Eğer bir zevceyi bırakıp da...» âyeti, mehrin cok yüksek bir miktarda olabileceğine işaret eder. Çünkü Allah, Kur'anda bir örnek verdiği zaman, mubah olan birşeyi örnek gösterir. Âyetteki «yüklerle (mehir) verseniz bile.,.» ifadesi mehrin sınırı olmadığını açıkça gösteriyor. Hz..Ömer'in, mehir konusundaki sözleri dolayısıyla ken*disine itiraz eden kadını doğrulaması do mehir konusunda bir sınır konula*mayacağını göstermektedir.


Alimlerin bir kısmına göre âyet, verilecek mehrin cok yüksek olma*sının caiz olduğuna işaret etmez. Çünkü ayetteki «yüklerle» tabiri yalnızca mübalağa içindir. Yoksa örnek olması için değildir. Âyetteki bir mübalağalı ifade, aynen Resuiullahın «Her kim Allaho secde edilecek bir yer fmescid) —velev ki bağırtlak kuşunun uçuş sahası kadar olsun— yapar*sa, Allah da ono cennette bir ev yapar.» hadisindeki mübalağa gibidir. Bağırtlak kuşu o kadar dar bir sahada uçar ki, böyle bir sahada ancak 2-3 kişi ibadet edebilir. Böyle bir mescidin yapılması, düşünülmesi müm*kün değildir. İşte bunun gibi, kimsenin yüklerle mehir vermesi de imkân*sızdır. Özet olarak Allahın bu âyetten muradı, «Siz yüklerle mehir ver*mezsiniz, bir an için verdiğinizi kabul edersek, bundan bile geriye birşey-ier almanız doğru değildir.


Bu görüşe rağmen fakihier mehrin üst sınırının tayin edilemeyeceği hususunda icma etmişlerdir.» [48]


Mehrin alt sınırı hususunda tekinler ihtilaf ederek birkaç görüşe ay*rılmışlardır :


1- İmam Malik'in görüşüne göre, mehrin'en azı 3 dirhem, yani bir çeyrek altındır.


2- İmam-ı Azam'ın görüşüne göre, mehrin en azı 10 dirhem, yani takriben bir altındır.


3- İmam Şafiî ve imam Hanbei'e göre ise mehrin en azı için btr sı*nır yoktur. Az veya cok kıymeti olan herşey mehir olabilir.


Hafız ibni Hacer el-Askalanî görüşünü şöyle belirtir: «Mehrin alt sını*rı konusunda herne kadar bazı rivayetler varsa da, bunlar itimad edilebilir derecede tesbit edilmiş hadisler değildir.»


Kurtubî de şöyle der: «İmam Şafii, mehrin" en azmin da en çoğunun da caiz olduğunu, âyetteki e...siz maJlarımzto...» ifadesine dayanarak söy*lemiştir. Buna göre bir kıymet ifade eden her mal ister az olsun, ister cok, mehir olabilir. Sahih olan görüş de budur. Zira Resulullah, «Bir kimse, ni*kah akdi sırasında, kadına iki avuç dolduracak kadar yiyecek de verse, o kadın ona helal olur.» [49] buyurmuştur. Bu hadis de İmam Şafii'nin görü*şünü teyid etmektedir.


Sahabi Said bin Müseyyib (raj, kızını Abdullah bin Vedaa (ra), ile ev*lendirirken mehir olarak iki dirhem "almıştır.


«İmam Şafii'ye göre, birşeyin satışı karşılığında kıymet kabul edilen veya kira karşılığı para yerine gecen her mal nikah akdinde de mehir ola*rak kabul edilir. Fakih ve muhaddislerin görüşleri de bu yoldadır. Onlar da nikah aktinde mehir olarak az veya cok verilmesinde bir mahzur gör*memişlerdir.» [50]


Maliki ve Honefilerin delilleri:


Bunlara göre değeri cok az olan birşeyin mehir olarak verilmesi doğ*ru değildir. Mehrin alt sınırını tayin edecek bilinen bir meblağ olmalıdır. İmam-ı Azam'a göre hırsızlık yapan bir kimsenin elinin kesilebilmesi için, çaldığı malın en az bir altın değerinde olması gerekmektedir. İmam Malik ise hırsızın elinin kesilebilmesi için çalınan malın değerinin enaz dörtte bir altın olması gerektiği görüşündedir. Her iki imam da el kesme cezası*na sebeb olacak değere kıyasla mehrin alt sınırını tayin etmektedir. Bu meblağların altındaki kıymetler elin kesilmesine sebeb olmadığına göre bir kıymet de sayılmamaktadır onlara göre. Dolayısıyla, mehrin enazi İmam Malik'e göre dörtte bir altın, Ebu Hanife'ye göre de bir altın olmalıdır.


Ebu Hanife bu kıyasından ayrı olarak görüşünü şu hadisle de teyid etmektedir: Sahabilerden yapılan rivayete göre Resulullah, «10 dirhem*den aşağı nikah mehri olmaz.» buyurmuştur. [51]


Bize göre, İmam Şafii ve İmam Hanbel'in görüşleri tercihe daha şa*yandır. Zira Resulullah, sahabilerden birini evlendirirken, «Seni Kur'andan ezberlediğin miktar ile evlendiriyorum.» buyurmuştur. Yani sen Kur'andan ezberinde olan kısmı kadına da ezberleteceksin ve bu senin mehrin ola*caktır demiştir.


Resulullah diğer bir şahsı evlendirirken de, «Evlendiğin kadına me*hir ver, velev ki demir parçasından bir yüzük olsun.» buyurmuştur. İşte bu iki hadis ile tabiinin efendisi SakJ bin Müseyyib (ra)'in kızını iki dirhem mehirle evlendirmesi ve buna zamanın alimlerinden itiraz gelmemesi acık-ca İmam Şafii ve İmam Hanbel'in görüşlerini doğrulamakta ve tercihe şa*yan kılmaktadır. Herhangi birşey ancak âyet ve hadisten olan sağlam de*lillerle isbat edilebilir. Mehrin ölçüleri hususunda ise, Hacer el-Askalanî'-nin de dediği gibi sahih bir hadis varid olmamıştır. En iyisin Allah bliir.[52]

Prof. Dr. Sinsi 08-04-2012 03:24 AM

Tefsir Dersleri...
 

İkinci Hüküm: Âyetteki «Kuvvetti Teminat» (Misak-T Golizjden Maksat- R Nedir?



Dahhak ve Katade'ye göre. âyetteki «kuvvetli temfnatutan maksat, «...Ya iyilikle tutmak, ya güzellikle salmaktır...» âyetinde de beyan edildiği gibi, Allahm kadınlarla gsçlm hususunda erkeklere olan «Onlar ile iyi geçinin.» emridir.


Mücahid ve Ikrime'ye göre ise, âyetteki «kuvvetli teminat»tan maksat, kan-koca arasında yapılan nikah aktidir. Nitekim Resulullah'm, «Kadınlar hususunda Allah'tan sakının. Çünkü onları Allah'ın emaneti olarak almış ve vücudlanni Allah'ın kelamı ile (nikah akdi) kendinize helal kılmışsınızdır.» hadisi de buna delalet eder. [53]




Üçüncü Hüküm: Kendileriyle Evlenilmesi Haram Olan Kadınlar Kimlerdir?



Kendileri ile evlenilmesi haram olan kadınlar üç sınıftır: Neseb yoluyla ' haram olanlar, süt yoluyla haram olanlar, dünürlük yoluyla haram olanlar. [54]




1- Neseb Yoluyla Haram Olan Kadınlar:



Âyetin neseb yoluyla evlenmeyi haram kıldığı kadınlar şunlardır:


1- Anneler, 2- Kızlar, 3- Kız kardeşler, 4- Halalar, 5- Teyzeler. 6- Birader kızları, 7- Hemşire kızları. Bu kadınlarla evlenmek ebediyyen haramdır.


Anneler, anne anneleri ve baba anneleri de ifade eder. Bunun gibi kızlar tabiri de kızların kızlarını da dile getirir. Kız kardeşler İster anne -baba bir kardeş olsun, ister yalnız babadan veya anneden olsun, hüküm değişmez. Halalar ve teyzelerin durumu da aynen kız kardeşlerin durumu gibidir. [55]




2- Süt Yoluyla Haram Olan Kadınlar :



Bunlar da neseben horam olanlar gibi yedi kısımdır: 1- Süt anneler, 2- Süt kız kardeşler, 3- Süt halalar, 4- Süt teyzeler, 5- Süt kardeş kızla*rı, 6- Süt kız kardeş kızları, 7- Süt kızları.


Resulullah (sav), «Neseb cihetinden haram olanlar, süt cihetinden de haramdır.» buyurmuştur.


Mevzumuz âyette evlenilmesi süt yoluyla haram kılınan kadınlardan yalnız iki kısmı, süt anneler ve süt kız kardeşlen —ki, bunlarda anne asıl*dır, süt kız kardeş onun parçasıdır— zikredilmiştir. Bunların da asıl ve


fürulartnı göz önüne aldığımızda, aynen neseben haram olan kadınlar gibi bunlar da yediye yükselir. Nitekim yukarıya aldığımız hadis de kısa ve . öz olarak neseben haram olanların süt yoluyla da haram olacağını bildir*mektedir.


Ayrıca, sahih hadis kitaplarında varid olan bir başka hadis de bunu teyid etmektedir. Rivayete göre, Hz. Hamza'mn kızının Resulullah (sav)'a verilmesi arzusu kendilerine arzedlldiğinde Peygamber efendimiz, eO be*nim süt kardeşimin kızıdır.» buyurarak bunun mümkün olmayacağım beyan etmiştir.[56]




3- Dünürlük Yoluyla Haram Otan Kadınlar;



Âyet bize, dünürlük (müsaheret) yoluyla haram olan dört kısım kadın bildirmektedir: 1- Babaların hanımları. ıBabafannızla evlenmiş olan ka*dınlarla evlenmeyiniz.» âyeti bunu bildirmektedir. 2- Oğulların karılan (ge*linler). Bunu da, «Kendi sulbünüzden (gelmiş) oğullarınızın kanlan...âye*ti bildirmektedir. 3- Karınızın annesi. «... Kanlarınızın anneleri ...... size; haram edildi.» âyeti bildirmektedir bunu. 4- Kanların eski kocalarından ' elan kızları. Bu kızların anneleri İle nikah akdi yaptıktan sonra zifafa gl-rllmişse, kızları ebediyyen haram olmaktadır. Zira Allahu toola, «...Kendileriyle (zifafa) girdiğiniz konlanmzdon olup himayelerinizde bulunan Üvey kıztanmz(la evlenmsnlz) size haram edildi.» buyurmuştur.


Bir kız birisiyle nikahlandığı zaman, kocosı için annesi ebediyyen ha*ram olur. Fakat bir kadın birisiyle nikah akdi yapsa bile, kızı o adam için, zifafa girinceye kadar helaldir. Yani, adam isterse, annesiyle yaptığı akdi bozarak kızıyla evlenebilir. Zira âyette, «Eğer onfaria (üvey kızlarınızın anneleriyle) zifafa glrmamlşsmlz (onforla evlenmenizde) size bir beis yok*tur.» buyurulmuştur. Alimler bu âyetten usull bir kaide çıkarmışlardır; Kızla nikah akdi yapmak annelerini haram kılar. Anneleri İle nikah akdi 1le ' birlikte zifaf olursa kızlar haram olurlar.


Kişiye haram olan kız İster erkeğin evinde olsun, İster olmasın durum değişmez. Âyetteki «Himayelerinizde bulunan» tabiri bir kayıt ve şart koy*mamaktadır. Yani bu kız İster babalığının evinde olsun, İster başka yerde bulunsun babalığı için haramdır. Ayetteki tabir bir kayıt getirmemekte, yalnızca bir vakıayı İfade etmektedir. Bütün faklhler bunda İcma etmiş*lerdir.


Yukarıdan beri sayılan neseb, süt ve dünürlük yoluyla horam olan kadınlar ebediyyen haram olanlardır. Bir de muvakkat olarak haram ki-İmanlar vardır.


Muvakkat olarak haram kılınanlar :


Âyet, kendileriyle evlenilmesi geçici olarak haram olan kadınları iki kısma ayırmaktadır:


1- İki kız kardeşi birlikte veya aralıklı olarak nikahlamak haram*dır. Zira Allah (cc), «İki kız kardeşi birlikte almanız da (keza haram edildi).» buyurmuştur. Resulullah (sav) da, «Bir kadının teyzesi veya halası ile bir*likte bir erkeğin nikahı altına girmesi haramdır.» buyurmuştur. [57]


İki kız kardeşin, bir kızla halasının veya bir kızla teyzesinin birlikte bir erkekle evienmelerinin haram oluşunun hikmeti şudur: Böyle bir durum onların birbirlerine düşman olmalarına vesile otur. Halbuki İslâm'ın üze*rinde önemle durduğu sıla-i rahim denilen akrabalık bağlarının kuvvet*lendirilmesi için onların birbirlerini sevmeleri, uzak oldukları takdirde birbirlerini ziyaret etmeleri gerekmektedir. Bu tür bir evlilik ise tavsiye edilen sevgi ve akrabalık bağlarını ortadan kaldırarak onİarı birbirlerine düşman hale getirebilir. Nitekim Resulullah (sav), müminlere hitaben; «İki kız kardeşi veya bir kızla halasını, veya bir kızla teyzesini birlikte alarak evlenirseniz aranızdaki rahimleri (akrabalık bağlarını ve sevgiyi) kesersiniz.» buyurmuştur.


2- Başkasıyla evli bulunan bir kadınla ve iddetini bekleyen bir ka*dınla evlenmek de geçici olarak haram kılınmıştır. Zira Allah, «Bütün ko*calı kadınlarla evlenmeniz de size haram edildi. Bu hürmetler) üzerinize Allahm farzı olarak (yazılmıştır).» buyurmuştur. İddet bekleyen kadının hükmü ise evli kadının hükmü gibidir. Bunun tafsilatı 20. derste anlatıl*mıştı. [58]




Dördüncü Hüküm: Bir Kimse Evliliğinden Önce Veya Sonra Kayınvalidesi İle Zina Yaparsa Karısı Kendisine Haram Olur Mu?



Alimler, bir kimsenin karısının annesi veya kızı ile zina yapması halinde karısının kendisine haram olup olmadığı hususunda ihtilaf etmişler*dir.


İmam-ı Azam (ra), İmam Yusuf (ra) ve İmam Muhammed (ra)'e göre, bir kimse karısının annesiyle zina yaparsa, bu zina ister evlilikten önce, ister sonra olsun, karısı ona haram olur. İmam Sevrî (ra), Katade (ra) ve Evzaî (ra) de bu görüştedir.


İmam Şafii (ra)'ye göre ise, karısının annesiyle zina iüfaüfi kimseye karısı haram olmaz. Zira haram (zina) helal birşeyi haram kılmaz. Ebu'l-Leys, Zeheri ve İmam Malik {ra) de bu görüştedirler.


Mezhep İmamları arasındaki ihtilafın sebebi, âyetteki nfcah kelimesi*ni farklı anlamalarıdır. Âyetteki nikahtan maksat cinsi münasebet midir, yoksa nikah akdi midir? İste ayrılık buradan kaynaklanmaktadır.


Nikahtan maksadın cinsi münasebet olduğunu söyleyenlere göre, şah*sın, karısının annesi ile yaptığı zina, karısının haram olmasına vesile olur.


Nikahtan maksadın nikah akdi olduğunu söyleyenlere göre ise, kişinin, karısının annesiyle yapmış olduğu zina karısının haram olmasına sebeb olmaz. Çünkü haram olan birşey (zina), helali haram kılamaz.


Hanefilere göre âyetteki nikahtan maksat cinsi münasebettir. Cinsî münasebet nikah kelimesinin gerçek manasıdır. Akit manasını İse meca*zen karşılar. Kelimeyi hakiki manasıyla anlamak daha doğrudur. Şu halde, bir kimse ister nikahlı iken, isterse nikahsız iken olsun zina ederse, zina ettiği kadının kızı kendisine haram olur.


Şafiiler ise âyetteki nikah kelimesinden maksadın nikah akdi olduğu görüşündedirler. Akli görüş de buna delalet eder. Allahu taalanın dünür*lüğü (müsaheret) harama sebeb kılması dünürlüğün şerefine İşaret İçindir. Birbirinden cok uzak aileler dünürlük sayesinde birbirlerine yakınlaşır, hatta birbirlerinin ailelerinin birer ferdi durumuna gelirler. Bazı kadınlar*la evlenmenin haram kılınması nesebe verilen önem ve nesebe tanınan şereften dolayıdır. Çünkü meşru bir neseb sahibi olmak şerefli birşeydir. Böyle iken nasıl olur da bütün yönleriyle uzaklık ve kötülük olan zina, dünürlük gibi kıymetli birşeyln sınıfına girer de onun gibi helal olan bir evliliğin haram olmasına vesile olur. Görülüyor ki, akli görüşle de zina*nın, evlilik gibi, şeriatta «hürmet-t müsaheret» denilen ve evlenmeyi ha*ram kılan bir hükmü olmadığı acıkca ortaya çıkmaktadır.


İmam Şafii (ra), Ümm adlı eserinde şöyle der: «Babasının annesi ol*mayan hanımıyla veya karısının annesiyle zina eden kimse Allah (cc)'a isyan etmiş olur. Karısının annesi İle zina etmesi ona karısını haram kıl*maz. Babasının hanımıyla zina etmesi de onu babasına haram kılmaz. Al*lah (cc), karının annesini kocaya haram kılarak helal olan evliliğin azizliği*ni göstermiştir. Herne kadar zinada da evlilik gibi cinsi münasebet varsa da şiddetle haram olduğundan ona saygı gösterilemez, fslâmın saygı gös*termediği birşey, helal olan birşeyln haram olmasına vesile olamaz.


«Buna karşılık evlilik, daha önce haram onn birçok şeyi helal hale getirmektedir. Mesela, evlenmeden Önce bir kadın ve annesi erkek için haram oldukları halde, evlilik, erkeğin karısından her türlü menfaatlenmeyl helal kılmıştır. Karısının annesiyle daha önce konuşmaları, oturmaları, yal*nız başlarına yolculuk yapmaları haram olduğu halde, kızıyla evlendikten sonra bütün bunlar helal olmuştur. Ki, buna aile hukuku denir. Haram olan zina ise helal olan evliliğin tamamen zıddtdir.»


Delilleri daha kuvvetli olduğu için, bize göre, Şafülerin görüşü terci*he şayandır. İkrime (ra), İbni Abbas (ra)'tan şu rivayeti yapmıştır: «Bir kimse evlilik hayatı yaşadığı karısının annesiyle zina yaparsa bunun hük*mü nedir?» diye sorulunca İbni Abbas (ra), «O kimse iki büyük günah işlemiştir. Birisi, mücerret olarak zina yapması, ikincisi de, karısının annesi ile zina yapmasıdır. Fakat o kimsenin karısının annesj ile zina yapmasın*dan dolayı karısı haram olmaz.» dedi, Bu rivayet de Şafülerin görüşünü teyid etmektedir. [59]




Beşinci Hüküm: Mut'a Nikahı Nedir, Fak İnlerin Bu Husustaki Görüşleri Nelerdir?



Mut'a, hür bir kadını, bellj bir para karşılığı, muayyen bir zamana kadar beşerî arzularını tatmin için kiralamaktır.


Cahiliyet döneminde Araplar, bir kadınla bir veya iki aylığına evlenir, ihtiyaçları görüldükten sonra da onu terkederlerdi. İşte İslâm bu geçici evliliği haram kılmıştır. Çünkü evlilik hayat boyunca bir arada'yaşamak kastı iie yapılırsa mubahtır. Yoksa belli bir zamana kadar nikah yapmak batıldır.


Bütün alim ve fakihler mut'a nikahının haram olduğuna İcma et*mişlerdir. Yalnız şii ve rofıziler buna karşı çıkmaktadırlar. Onlara göre mut'a nikahı mubahtır. Onların bu görüşleri reddedilir. Çünkü Kur'an ve Sünnetin nasiarı ile çelişmektedir. Kur'an ve sünnet İte çelişen görüş ve iddialar ise reddedilir.


Mut'a nikahı, dört ehli sünnet mezhebinin müctehidleri ve bütün İs*lam alimlerinin icmaı ile haramdır. Herne kadar İslâmın ilk dönemlerinde caiz görülmüş ise de daha sonra bu hüküm neshedilerek ebediyyen ha*ram kılınmıştır. İbni Abbas (ra)'tan mut'a nikahının mubah olduğu yolun*da nakiller yapılmışsa da daha sonra söz ve görüşünden döndüğü tesbit edilmiştir.


Nitekim Tiımizî, İbni Abbas (ra)Jtan şöyle rivayet etmektedir: «Mut'a nikahı İslâmın başlangıcında vardı. Bir erkek tantsı bulunmayan bir bel*deye varınca orada bir kadınia evlenirdi. Kadın onun eşyasını korur, te*mizlik ve yemek işlerini düzenlerdi. Ne zamanki, «Şu var ki, zevcelerine, yahut sağ ellerinin malik olduklarına {kendi cariyelerine) karşı (olan durum*ları) müstesnadır...» (Müminun: 6} âyeti nazil olunca haram kılındı.»


İbni Abbas (ra) sefer, yolculuk ve benzeri zaruret hallerinde geçici nikaha cevaz vermişti. İbni Cübeyr (ra) ona, «Senin mut'ayı helal kılan fetvanla herkes şehirlerde dolaşıyor. Şairler de şiirleriyle onu her tarafa yayıyorlar.» dedi. Bunun üzerine tbni Abbas (ra), «Sübhanallah, ben böy*le bir fetva vermedim. Nasıi olur da ben ona helal diyebilirim. Çünkü o domuz eti. kan ve murdar ölmüş hayvan eti gibi haramdır.» cevabını ver*di.


El-Hazimi şöyle demektedir. «İslâmın başlangıcında mut'a zaruret hal*lerinde mubahtı. Sonunda İslâm bunu ebediyyen haram kıldı.»


Mut'anın haram olduğuna dair deliller:


Ehli sünnet alimleri mut'a nikahının haram olduğunu birçok delille isbat ederler. Bu delilleri özetleyerek aşağıya aktarıyoruz:


1- Cinsi münasebette bulunmak bir erkek İçin yalnız karısı ve ca*riyesi ile mubahtır. Zira Allah (cc), «Ki onlar ırzlarım (tenasül uzuvlarım haramdan) koruyanlardır. Şu var kf, zevcelerine yahud sağ ellerinin malik olduklarına (kendi cariyelerine) karşı (olan durumları) müstesnadır.» (Mü-mlnun: 5-6) âyetiyle bize mubah olanı bMdis mistir. Mut'a nikahı İle evleni*len kadın İse kişinin ne karısı, nede cariyesiJir. Eğer karısı olmuş olsa, birisi öldüğü zaman veraset hukukunun tahakkuk etmesi, kadının doğura*cağı çocuğun nesebinin tesbit edilmesi ve erkek tarafından terkedlldiğin-de de iddetinf beklemesi farz olurdu. Oysa mut'a nikahında bu üç şey tesbit edilmemiştir, öyleyse bu nikah batıldır.


2- Mut'anın haram olduğunu açıkça gösteren birçok hadis vardır. Bunlardan birisi İmam Malik (ra)'İn ez-Zeherî'den, onun da Hz. Ali'den rivayet ettiği şu hadistir: «Resulullah (sav), Hayber günü, kadınların mut'a suretiyle nikahlanmasın! ve ehli merkeplerin etinin yenilmesini haram kıl*mıştır.» [60]


3- İbni Mace'den: «Resulullah (sav) muî'a nikahını haram kıldığında hutbeden bütün müslümanlara hitabla, «Ey müminler, hepiniz biliyorsu*nuz ki, ben mut'a nikahına müsade etmiştim. Haberiniz olsun. Allah onu kıyamet gününe kadar kesin olarak haram kılmıştır.» [61]


4- Hz. Ömer, hilafeti sırasındaki bir hutbesinde, bütün sahabllerin huzurunda mut'a nikahının haramlığını ilan etmiş, buna karşılık bütün cahabiler sükut etmiştir. Bu sükut da bir icmadır. Şayet Hz. Ömer hato etmiş olsaydı, sahabiler içinde bulunan Hz. Ali, Abdullah ibni Abbas (ra) ve diğer büyük fakih sahabilerin sükut etmesi mümkün müydü?


5- Mut'a nikahı yalnız nefsi arzuyu tatmin için yapılır. Evliliğin ga*yesi ise çocuk yapmak ve yetiştirmektir. Bunlar fse mut'o nikahında yok*tur. Şu halde muta nikahı zinaya benzer. Her İkisinde de beşeri arzuların tatmin edilmesinden başka birşey düşünülmez. Halbuki Allah (cc), «Sağ eKerinizIn malik olduğu kadınlar müstesna olmak üzere diğer bütün ko*calı kadınlarca evlenmeniz de size haram edildi. Bu hürmetler) üzerinize Allanın farzı olarak (yazılmıştır). Onlardan maadası İse —namuskar ve zinaya sapmamış (İnsanlar) halinde (yaşamanız şartıyla) ma'lanntzla (me-htr vermek veya satın almak suretiyle) aro(yıp nîkahlajmanız için— size helal edildi. O halde onlardan hangisiyle faidelendiyseniz ücretini takdir edildiği vech ile verin...» âyetinde, «Namuskar ve zinaya sapmamış» ta*birinden de anlaşıldığı gibi geçici değil, devamlı bir evlilik kastedilmiştir. Mut'a nikahının gayesi İse geçici olarak nefsin tatmin edilmesidir. Halbuki İslâm, hiçbir yer ve zamanda genel manada geçici bir evliliği mubah kıl-mamıştır. İslâmın başlangıcında Resulullah (sav), bir defaya mohsus olarak mubah kılmış İse de bilahere Allah (cc) tarafından haram edildiğini soha-bilerln huzurunda açık açık ifade etmiştir.


Konuyla ilgili olarak Cessas şöyle demektedir: «Resulullah (sav), mut'a nikahını horam kılmayıp serbest bıraksaydı, bu hususta yaygın ve mütevatlr hadisler nakledilir, sahabiler, başlangıçta mubah olduğunu bil*dikleri gibi mubah olarak devam ettiğini de bilirler ve haramlığı konusun*da Icmalan da mümkün olmazdı. Zira Resulullah (sav)'tan onun haram olduğunu duymasalardı icmaları Resulullah (sav)'a muhalefet olurdu. Oy*sa sahabiler Resulullah (sav)'ın emrine hiçbir zaman muhalef etmemişler*dir. Çünkü Resulullah (sav)'a muhalefet etmek onları küfre düşürür, din*den çıkarırdı. Sahabilerin böyle bir duruma düşmeleri düşünülemez. Çün*kü Allah (cc), onlar için, «Siz İnsanlar İçin çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten vazgeçirmeye çalışırsınız. (Çünkü) Alfana İnanıyorsunuz...» (Al-i İmran: 116) buyurmuştur. Allah (cc) tarafından böy*le vasıflandırılarak övülen sahabiler nasıl olur da Resulullah (sav)'a mu*halefet edebilirler?» [62]


El-Hattabi de şunları söyler: «Mut'a nikahı İcma ile de haramdır. Yal*nız bazı şii alimleri mubah demektedirler. Şiilerin bu görüşü kabul edilirse, onların fıkıh usulleri kurallarına göre Hz. Ali'ye muhalefet edilmiş olur. Çünkü Hz. Ali'den kesin biçimde yapılan nakillere göre mut'a nikahı İs*lâm'ın başlangıcında mubah ise de bilahere haram kılınmıştır.


«Beyhakî, Cafer bin Muhammed'den şöyle bir rivayet nakleder: «Ona mut'a nikahı soruldu. «Mut'a nikahı doğrudan doğruya zinadır.» cevabını verdi.» Bu nakil de gösteriyor ki. şiflerin zonları batıl ve asılsızdır.»


Mut'a nikahı hakkında Allame Şevkgnî'nln bir tahkikatı:


«Her halükarda Resufullah (sav)'tan bize ulaşanla amel etmemiz la*zımdır. Ondan, mut'a nikahının ebediyyen haram olduğu mütevatir hadis*lerle bize ulaşmıştır. Sohabilerden bir veya İki tanesinin diğer sahabilerin icmaına rağmen mut'anın helal olduğuna dair görüşleri onun haram olu*şunu değiştirmez. Biz, bu zayıf görüşle amel ettiğimiz takdirde şer'an ma*zur sayıtamayız. Çünkü sahabilerin çoğu onu haram bilmiş, haram kabul etmişler ve bu da bize mütevatir rivayetlerle ulaşmıştır.


«Hatta, Abdullah bin Ömer (ra), «Resulullah (sav) bize mut'a nika*hıyla evlenmeye müsade ettiği halde bilahere ebediyyen haram olduğunu bildirmiştir. Allaha yemin ederim ki, evli bir kimse, bir kadınla mut'a ni*kahı yapsa onu recmeder veya ettiririm.» demiştir.


«İbni Cevzî şöyle der: «Bazı müfessiriere göre, «...O halde onlardan hangisiyle faidetendlyseniz ücretini takdir edildiği vech ile verin...» âyetin*den maksat mut'a nikahıdır ve mut'a nikahı daha sonra Resulullah (sav) tarafından haram kılınmıştır. Bu müfessirlerln görüşü yersizdir. Çünkü âyetin başlangıcı sözkonusu nikahın mut'a değil, daimi bir nikah olduğunu göstermektedir. Dolayısıyla âyet mut'a nikahının caiz olduğunu göster*memektedir. Mut'a nikahı'bizzat Resulullah (sav) tarafından mübuh kılın*mış, sonra da haram edilmiştir. Ayetteki faldefenmeklen maksat nikah yo*luyla faydalanmaktır. Fıkıh usulü kaidelerine göre herhangi bir kayıt ve şarta bağlanmadan kullanılan kelime kamil manasında anlaşılmalıdır.


Âyette bahis konusu olan faidelenmek geçici veya daimi olarak kayıtlan* madığına göre daimi nikahın anlaşılması gerekir.» [63]




Âyetlerden Alınacak Dersler



1- Kadınlara zulmetmek haram, onlara lyllfk etmek, iyilikle geçin*mek vaciptir.


2- Kadınlardan hoşlanılmasa bile sabredilmeli, boşamak gerektiği takdirde güzellikle boşamalı. kendilerine verilmiş olan mehirden zorla bir-şeyler alınmamalıdır.


3- Cahitiye adetlerinden biri olan, ölen babanın kanlarıyla evlen*mek adeti ibtal edilmiştir.


4- Ayrıca âyette neseb, süt ve dünürlük yoluyla haram olan kadın*lar bildirilmiştir. [64]




Âyetlerdeki Teşri'î Hikmetler



Allah (cc), mahrem kadınlarla evlenmeyi haram kılmıştır. Bu haramlık ebedidir. Hiçbir şekilde mubah olamaz. Bu haramlık İster neseb yoluyla, ister sütle, isterse dünürlük yoluyla olsun durum değişmez. Mahrem ka*dınlarla evlenmenin haram kılınmasında cok büyük hikmetler vardır. Bu hikmetleri veciz bir ifade ile beyan etmeye çalışacağız.




Nesep Yoluyla Haramlığın Hikmeti:



Allah [cc) insanlar arasına çeşitli bağlar koymuştur. Bu bağlar vası*tasıyla birbirlerini sever, iyilik yapar ve birbirlerini korurlar. Bunların en kuvvetlisi de akrabalık bağıdır. Bir ailenin vücuda gelmesi fcln fertleri arasında tam bir barışın olması gereklidir. Eğer yakın akrabalar arasında evlilik mubah olsaydı ailenin her ferdi birbirine başka bir gözle bakardı. İnsanlar yaratılışları bakımından cok kıskançtırlar. Bu "hesapla insan -karı*sını öz oğlundan, kız kardeşini diğer kardeşlerinden kıskanmak durumunda kalırdı ki, kıskançlık duyguları aile fertlerinin birbirlerine düşmelerine, ara*larında düşmanlık tohumlarının ekilmesine sebeb olurdu. Böyle bir ailenin dağılmaması, birbirlerini ördürmemesi, sönüp yok olmaması mümkün de*ğildir. Düşünün kj bir çocuk annenin kanını emerek cenin haline gelir, annesinin sütünü emerek beslenir, büyür. Bu bakımdan çocuk dünyada annesinden daha cok kimseyi sevmez. Eğer mahremler arasında evlen*mek haram edilmeseydi, anne, baba ve çocuklar arasında, annelik, babalık ve evlatlık sevgi ve ilişkisi ile beraber bir de cinsi arzularını tatmin istek ve düşüncesi de meydana çıkardı. Bu düşünce annelik, babalık ve evlatlık sevgisini yok eder. onların yerine yalnız bir cinsi sevginin geçme*sine sebeb olurdu. İnsan fıtratına bundan daha büyük Bir darbe ve İnsan*lık İçin bundan daha büyük bir cinayet düşünülemez.


İnsan fıtratında bulunan annelik, babalık, evlatlık sevgisi ana rahminde İnsan ceninine Allah (cc) tarafından ruh ile birlikte veriliyor. İşte beyan edilen bu sebeblerden dolayı Allah (cc) âyette ilk olarak anneler ile ev*lenmenin haram olduğunu zikretmiştir. Daha sonra da sırasıyla kızları, kız kardeşleri, halaları, teyzeleri... ilh. beyan etmiştir. Zaten Allah (cc) insanları öyle temiz bir fıtratla yaratmıştır ki, onların akıllarına yakınları ile cinsi münasebette bulunmak bir an bile gelmez. Eğer milyonda bir bile olsa fıtratı bozuk insanlar çıkmasaydı, annelerin erkek evlatlarına, kızların da babalarına haram edilmesine hayret edilirdi. Zira salim akıl sahibi insanlar, anneler ile kızların baba ve oğulllara haram olduğunu fıtra-ten bilirlerdi. İşte bu iki sınıf kadının haramlığt, yukarıda belirtilen bozuk frtratlı, insani duygularını kaybetmiş, sapkın, görünüşte İnsan fakat ger*çekte insan olmayan kimseler için beyan edilmiştir.


Âyette belirtilen akrabalarla evliliğin haram kılınmasının büyük hik*metlerinden biri de yakın akrabalar arasındaki evlilikten dolayı neslin za*yıflaması ihtimalinin bulunmasıdır. Bu zayıflamanın nesiller boyu devam et*mesi insan neslinin yokluğa mahkum edilmesinden başka bir mana taşı*mazdı


İmam Gazali İhya-i Ulum İsimli eserinde şöyle demektedir: «Evlenile*cek kadında aranacak başlıca vasıflardan biri de kadının yakın akraba*dan olmamasıdır. Çünkü yakın akraba evlilikleri çocuğu zayıf düşürür. İn*sanın beşeri duygularının en kuvvetlilerinden biri de cinsler arasındaki sevgi ve temastır. Bu duygu yakınlar arasında değil, birbirine uzak İnsan*lar arasında daha şiddetle ortaya çıkar. Yakın akraba evliliklerinde ise ta*raflar küçük yaştan itibaren birbirlerini tanıdıkları için birbirlerine, karşı duyguları zayıf kalır. Duygulardakl zayıflık da çocukların zayıflığına, hatta coğu kere hasta ve sakat olmalarına sebeb olun


İmam Gazalî'nin bu görüşünü bugünkü modern tıb Hml de aynen ka*bul ve tasdik etmektedir. [65]




Dünürlük Yoluyla Haramlığın Hikmeti:



Şüphesiz evlilik bağı, Allah (cc)'ın beşeriyete bir ihsanıdır. Çünkü bu bağ. birbirinden uzak aileleri, hatta bazan birbirini hiç sevmeyen aileleri


birbirine yaklaştırır, sevgi ve dostluk bağlarıyla bağlar Nitekitm Allah (cc), «O, sudan bir beşer yaratıp da onu soy sop yapandır. Robbin herşeye ka*dirdir.» (Furkan: 54) buyurmuştur. İnsan bir aileden evlendi mi o ailenin bir ferdi sayılır. Karısının annesi de haram olma bakımından kendi annesi gibi olur. Evlenilen kadın dul ise. yanında getirdiği eski kocasından olma kızı, erkeğin kendi sulbünden olan kızt gibidir. Kişinin oğlunun hanımı da kendi kızı gibi mahremidir. Gerçekten de anne ile kızın birbirinin kuması olması, kişinin babasının annesi olmayan karısına göz dikmesi veya ba*bası öldükten sonra onunla evlenmesi düşünülebilecek en çirkin bir du*rumdur. [66]




Süt Yoluyla Haramlığın Hikmeti:



Bunun hikmeti acıktır. Zira, bir kadının sütünü emen bir çocuk, onun bir parçası haline gelir. Çünkü o çocuk kadının sütünden teşekkül etmiş*tir. Bu bakımdan çocuğu emziren kadın onu doğuran kadın hükmündedir. Kadının çocukları, sütünü emen çocuğun kardeşleridir. Çünkü hepsinin aslı annenin sütündendir. Hep beraber o sütü emmişler, o sütle gelişmiş*lerdir. Bu sebeble de hepsi bir bütünün parçaları olmaktadırlar. Allah (cc) en iyi bilendir. [67]

Prof. Dr. Sinsi 08-04-2012 03:24 AM

Tefsir Dersleri...
 

27. DERS KARI-KOCA ARASINDAKİ GEÇİMSİZLİĞİ GİDERME YOLLARI



34 — Erkekler kadınlor üzerine hakimdirler. O sebeble ki Allah on*lardan kimini (erkekleri) kiminden (kadınlardan) üstün kılmıştır. Bir de (er-, kekler onlan) mallarından İnfak etmektedirler. İyi kadınlar İtaatli olanlardır. Allah kendi (hak)larım nasıl koruduysa onlar da öylece göze görünmeye*ni koruyanlardır. Serlerinden, serkeşliklerinden yıtdığmız kadınlara gelince: Onlara (evvelo) Öğüt verin (vaz geçmezlerse) kendilerini yataklar(in)da yal*nız bırakın. (Yine kar etmezse) döğün. Size itaat ederlerse aleyhlerinde bir yol arcmayın, Çünkü Allah çok yücedir. Çok büyüktür.


35 — (Eğer kan ile kocanın) aralarının açılmasından endişeye dü*şerseniz o vakit (kendilerine erkeğin) ailesinden bir hakem, (kadının) aile*sinden bir hakem gönderin. Bunlar barıştırmak isterlerse Allah aralarındo-(kl dargınlık yerini geçime) onları (uyuşmaya) muvaffak buyurur. Şüphesiz kf Allah hakkıyle bilicidir. (Herşeyin künhünden) haberdardır.


36 — Allaha İbadet edin. Ona hiçbir şeyi eş tutmayın. Anaya, babaya, akrabaya, yetimlere, .yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınız*daki arkadaşa, yolda kalmışa, sağ ellerinizin malik olduğu kimselere (mem-lukelerinize} iyilik edin. Allah, kendin] beğenen ve daima böbürlenen kim-




Âyetlerin Lafzı Tahlili



(Kavvâmüne): Birşeyi korumak ve rfayet etmek manasmdadır. Âyetteki anlamı ise şudur: Kişinin karısına İstâmm emirlerini ye*rine getirmeyi, yasaklarından kaçınmayı emretmesi ve onu bütün kötülük*lerden koruması .


(Kânîtâlün): Kânitâtün, kunut kökünden türemiştir. İbadete devam etme manasındadır. Ayetteki manası kadınların ko*calarına itaata devam etmesidir.


(Feizûhünne): Allahın kadınlara farz kıldığı ko*casına itaati onlara hatırlatmak ve kocalarıyla iyi geçinmelerini tavsiye etmek.


(Nüşûzehünne): İsyan ve serkeşlik etme.


(Elmedâclı): Medaci', medcâ kökünden gelir, uzanma yeri, yani istirahat yeri manasındadır.


(Şikaka): Düşmanlık.


(Hakemen): İki düşman arasını bulacak ve da*valarım halledecek kişi.


(El câril cunubi): Câr, komşu, cunub ise uzaklık demektir. Terkibin anlamı da uzak komşu demektir.


(Bsohlblblkflnbl): Sahih, arkadaş, cenb ise yön demektir. Terkibin anlamı ise, yol arkadaşı, ticaret arkadaşı, karı-koca beraberliğidir.


(Muhtâfen fehûren): Muhtâlen. böbürlenerek yü*rüyen, fehûren ise. halka karşı kendisiyle iftihar eden demektir.[68]




Ayetlerin İcmali Manaları



Allah (cc). erkekleri kadınlara bazı vasıflarıyla üstün kılarak reislik ve hakimlik göreviyle mükellef etmiştir. Erkek ailenin reisi ve kadının ha-^ kimidir. Çünkü erkek çalışarak kadın ve çocuklarının ihtiyaçlarını karşılar, ?,' onları korur ve gözetir. Tıpkı bir devlet adamının halkı düşmandan koru ması, zayıfların hakkını çiğnetmemesi, yönetmesi gibi.


Allah (cc), erkeklerin riyasetindeki kadınları İki sınıfa ayırarak hal*lerini beyan etmektedir. Kadınlardan bir ktsmı saiiha ve Allah (cc)'ın emir-r lerine itaatkardır. İkinci kısmı ise asi ve serkeştirler. Salih kadınlar koca*larına itaat ederler, Allah (cc)'ın emirlerine harfiyyen uyarlar. İffet ve na*muslarını hakkıyla korurlar. Kocalarının evden uzak olduğu zamanlarda onların mallarını israf etmezler, iktisatlı kullanırlar. Her hususta emin ve güvenilir kadınlardır.


Asi ve serkeş kadınlar ise kocalarına karşı dilleri uzun, hiçbir husus-to itaat etmeyen ve zaman zaman kocalarına alçak gözle bakan kadın*lardır. Allah (cc) bu gibi kadınlarla geçinmenin, onları tedib etmenin yollarını şöyle göstermektedir: Böylesi kadınlar önce nasihatla terbiye edil*meye çalışılmalıdır, Nasihatla terbiye olmazlarsa yatağını ayırarak, on*larla konuşmayarak ve yaklaşmayarak terbiye etmek lazımdır. Bu yolla da ıslah olmadıkları takdirde yüzlerine vurmamak şartıyla acıtacak şekilde dövmelidir. Şayet ıslah olurlarsa başkaca eziyet ve cefa yapılmamalıdır. Çünkü Allah (cc) herkesten büyük ve kadınlara zulüm yapanlardan hak*kıyla intikam alandır.


Allah (cc), kan-koca arasındaki geçimsizlikleri gidermek, aralarını düzeltmek için biri kadının, diğeri de erkeğin ailesinden olmak üzere adil hakemlik yapabilecek İki kişinin vazifelendirilmesini emretmektedr. Ha*kemler, kan-koca arasındaki maslahat neyi İcabetttriyorsa onu yapmalıdır*lar- Eğer maslahatı her ikisi arasında uyumun sağlanmasında görüyor*larsa birbirleriyle anlaştırırlar. Onlar için maslahatı ayrılmalarında görü*yorlarsa, anlaşmaları imkansız hale gelmişse bir an önce birbirlerinden ayırmalıdırlar. Hakemler salih bir niyet ve sağlam bir kalble çalışırlarsa Aİlah |cc) kan-koca arasındaki uyum ve anlaşmayı halkeder. Çünkü Al*lah (cc) neyi emretmiş ve meşru kılmışsa hikmete ve maslahata göre yap*mıştır. O. herşeyi hikmetiyle yaratan ve yaratmadan Önce herşeyden ha*berdar olandır.


Allah (cc), âyetlerin sonunda kendine ibadet etmeyi şirkten kaçmmayı, anne ve babaya, yakın akrabalara, yetimlere, fakirlere, yakın ve uzak komşulara iyilik yapmayı emretmektedir. [69]




Âyetlerin Nüzul Sebebi



Âyet. ensarilerden Saad bin Rebi' (ra) ile karısı Habibe bint! Zeyd (r.anha) hakkında nazil olmuştur.


Saad (ra), sahabilerin İleri gelenlerinden biriydi. Karısı Habibe (r.an-hüma) ona serkeşlik yapardı. Birgün Saad (ra) karısına bir tokat vurdu. Bunu duyan Habibe (r.anhüma)'nin babası Zeyd, kızını alarak Resulullah (sav)'a geldi. «Ben kızımı onunla evlendirdim. O ise kızımı tokatlıyor.» de*di. Resulullah (sav) da «Kızın da kocasına kısas olarak bir tokat vursun.» buyurdu. Habibe (r.anhüma) babasıyla birlikte giderken Resulullah (sav) onlara, «Gitmeyiniz. Çünkü Cebrail (a.s) «Erkekler kadınlar üzerine hakim*dirler...» âyetini getirdi.» Sözlerine devamla. «Biz bir iş (kısas) yapmak istedik. Allah (cc) da âyetiyle hükmünü bize bildirdi. Şüphesiz Allah (cc)'ın irade ettiği daha hayırlıdır. Artık siz kısas yapmayınız.» buyurdu. [70]




Âyetlerin Tefsirindeki İncelikler



Birinci İncelik: Allah (cc). erkeklerin kadınlar üzerindeki hakimiyetini İki hikmetle beyan etmiştir. Birisi, Allah (cc) tarafından bağışlanmış (veh-bi), diğeri kendileri tarafından kazanılmış (kesbi)dir. Allah (cc) bu hususu beyan ederken de çoğul ifade eden «Kavvâmün» kelimesini tabir etmiştir. Bu kelimenin asıl manası, «Cokca hakimdirteradir. Bu kelimenin kullanıl*ması, erkeklere verilen riyaset ve hakimiyetin tam olduğuna işaret etmek*tedir. Çünkü erkekler, tıpkı devlet adamları gibi hanımlarına İslâmt çerçe*vede emretme, yasaklama, idare etme, terbiye etme, geçimlerini deruhte etme, namus ve iffetlerini koruma hakkına sahiptirler. İşte mevzumuî âye*tin devam ifade eden bir cümle ile başlamasındaki hikmet budur. Yani ev*lilik hayatı sürdüğü müddetçe erkekler yukarıda sayılan vasıflara sahip*tirler.


İkinci incelik: Zemahşerî şöyle demektedir: «Alimler erkekleri ka*dınlardan birçok bakımdan üstün saymışlardır. Bunlardan birisi, erkeklerin kadınlara göre daha akıllı, iradeli, azimli ve kuvvetli olmasıdır. Şüp*hesiz bütün peygamberler, kadınlardan değil, erkeklerden gelmiştir. İma-lüs met hakkı da yalnız erkeklere mahsustur. Cihat, ezan ve hutbe okuma, şer'î hadlerde şahîdük yapma, kısas alma hakkı, mirasta fazla pay alma, nikahta velayet hakkı ve çocukların annelerine değil babalarına nisbet rn edilmesi de erkeklerin üstünlüğünü göstermektedir.» [71]


Üçüncü incelik: Allah (cc). erkeklerin üstünlüğünü, daha kısa ve açık olduğu halde. «O sebeble ki erkekleri kadınlardan üstün kılmıştır.» gibi bir ifade yerine «O sebeble ki Allah onlardan kimini (erkekleri) kiminden (kadınlardan) üstün kılmıştır.» ifadesiyle beyan etmiştir. Bunda büyük bir hikmet vardır. Kadın erkeğe, erkek de kadına göre bir erkeğin uzuvları gibidir. Mesela; bir İnsan heykeli tasavvur edelim. Erkek, bu heykelin başı ise. kadın da heykelin gövdesi gibidir. Bir uzvun diğer bir uzva karşı böbürlenmesi uygun değildir. Zira hayatta her uzvun kendine göre bir vazi*fesi vardır. Kulak hiçbir zaman gözün vazifesini yapamadığı gibi, göz de kulağın vazifesini yapamaz. Kalbin mideden üstün olması, başın ellerden şerefli olması da bir insan için ayıp değildir. Çünkü hayatın ni*zamı içinde her uzuv kendi vazifesini yapar ve beden böylece bir bütünlük arzeder. Öyleyse bir vücudun uzuvlarına benzeyen cemiyet fertlerinin bazılarının diğerlerinde üstün olması hiçbir zaman bir ayıp, bir kusur değlldir. İşte âyetteki, «Kimini kiminden üstün kılmıştır» ifadesinden genel olarak erkeklerin kadınlardan üstün olduğu anlaşılmıştır. Ancak bu genel bir bakıştır. Eğer fert olarak düşünülürse bazı kadınların din ve ilim yö*nüyle kocalarından daha üstün olması mümkündür. Ama bu genelde böy*le düşünülemez. Bu yazdıklarımızdan da anlaşılıyor ki âyet hem veciz hem de mucizelidir.


Dördüncü İncelik: Allah (cc), karı-koca arasındaki geçimsizliği ber*taraf etmenin yollarını beyan ederken, onların aralarını bulmaya gönde*rilecek hakemlerin asıl vazifelerini, aralarını bulma hususunda uzlaştır*mayı îfade eden «Islahı kelimesi ile ifade etmiştir. Bunun zıddı olan ve ayrılığı ifade eden «tefrik» kelimesini kullanmamıştır. Âyetin bu İfadesinde çok derin bir incelik vardır. Ki bu, karj-kocanın durumunu araştıracak ha*kemlerin güçleri yettiğince onları uzlaştırmaya çalışmalarına işaret etme^ sidir. Zira ayırmak, aileyi yıkmaktır. Eğer o ailenin çocukları da varsa bunların nasıl gerçekten yıkılacağı herkesçe bilinen birşeydir. Onları uz*laştırmak ise anlaşmalarına, birbirlerini sevmelerine vesile olur. Zaten İs-lâmın hedefi de kalbleri sevgi ve muvafakat üzere toplamaktır.


Beşinci İncelik: Zernahşerî: «Karı-koca arasmı bulmaya giden ha*kemlerin onların ailesinden olması niçin istenmiştir? Zira akrabaları on*ların ic hallerini daha iyi bilirler ve onların aralarının düzelmesini de baş*kalarından daha çok isterler. Karı ve koca, yakınları oldukları İçin hakem*lere içlerindeki sevgi veya nefreti, birleşme veya ayrılma konusundaki dü*şüncelerini daha iyi açıklayabilirler. Hatta yabancılara açıklanmayacak bir*çok şeyi yakınları olan hakemlere çekinmeden, rahatlıkla açıklayabilirler. İşte bizim naçiz görüşümüzle izahına çalıştığımız hususlardan dolayı Al*lah, karı-koca arasını düzeltmek için gönderilecek hakemlerin onların ya*kınlarından seçilmelerini tavsiye şeklinde emretmiştir.» [72] der.


Altıncı incelik: Sabi: «Kadı Şüreyh Arapların Beni Temim kabilesinden bir kadınla nikah aktj yaparak evlendi. Nikahtan hemen sonra pişman olarak nerdeyse ona boşama haberini gönderecekti. Bir miktar düşündük*ten sonra, «Acele etmeyeyim. Kadın geldikten sonra düşünürüm.» der. Kadın geldikten kısa bir zaman sonra, durumu sezinleyen kadın kocasına,. «Ben Öyle bir eve geldim ki ne zaman ayrılıp gideceğimi bilemiyorum. Senin hoşlanmadığını şeyler nelerdir? Kayınpeder ziyaretinden hoşlanır mısınız?» dedi. Şüreyh. «Ben yaşlı bir ihtiyarım. Fakat arkadaşlığı da se*verim. Şu var ki, kayınpederi de usandırmak istemem.» cevabını verdi. Bir zaman sonra Şüreyh. «Karıma geçimimiz ve diğer şeyler hakkında ne söylediysem dediklerimi aynen yaptı, yerine getirdi.» diye düşündü kendi ken*dine. Şüreyh, sonrasını şöyle anlatır: «Böylece beraberliğimiz bir sene ka*dar sürdü. Bir seneden sonra bir gün eve geldiğimde yatak'odamızda bir İnsan gördüm. Kendi kendime «inna lillah» dedim. Karım Zeynep bana, «O benim annem Ümmü Ümmiye'dlr» dedi. Ben kayınvalideye selam ver*dim. O bana, «Kızımın herhangi birşeyinden şüphe ediyorsanız onu ter*biye edebilirsiniz.» dedi. Karım Zeynep'le uzun süre arkadaşlık ettim. Fa*kat o benden Önce öldü. Ben arzu ederdim ki, kolan ömrümün yarısını ona vereyim veya ikimiz bir günde ölelim.» Kadı Şüreyh sözlerine şu şiirle de*vam eder: «Çok erkek biliyorum ki karılarını döverler/Ben Zeynep'e vur-dumso elim kurusun.» [73] demektedir. [74]




Ayetlerdeki Şer’i Hükümler



Birinci Hüküm: Serkeş Bir Kadını İrşad Etmenin Merhaleleri Nelerdir?



Âyet, serkeş bir kadının ıslahı İçin en hürmefll bir yol göstererek aşa*ğıdaki merhalelerin takibini elzem görmüştür.


1- Hikmetli söz ve nasihatlerle öğüt vermek. Zira Allah (cc), «On*lara (evvela) öğüt verin» buyurmuştur.


2- Yatağını terkstmek, onunia tatlı konuşmamak, hatta hiç konuş*mamak. Çünkü Allah (cc), «(Vazgeçmezlere©) kendilerini yataklar (m )da yalnız bırakın.» buyurmuştur.


3- İz bırakmayacak şekilde ve yüzüne vurmamak kaydıyla hafifçe döğmek. Çünkü Allah [cc), «(Yine kar etmezse) doğun.» buyurmaktadır.


4- Yukarıda geçen sırasıyla, nasihat etmek, yatağını terketmek vs döğmek kadını ıslah etmediği takdirde uygun olan, «(Eğer kan İle koca*nın) aralarının oçılmasmdcn endişeye düşerseniz o voklt (kendilerine er*keğin) ailesinden bir hakem, (kadının) ailesinden bir hakem gönderin...» emrine uyarak hakem göndererek aralarını ıslah etmeye çalışmaktır.


Döğmenin miktarını Resulullah (sav), «Eğer kadınlar serkeşlik yapar*larsa siz onları hafifçe döğünüz.» hadisiyîe beyan etmiştir. İbnl Abbas (ra) ve Ata {ra) hadisteki chafifce döğün» tabirini. «Abdestte kullanılan misvak ağacı gibi ince bir ağaçla döğünüz» tarzında anlamışlardır.


Katade (ra) ise, «Kadının vücudunda iz bırakmayacak şekilde döğü-iür.» demiştir.


Alimlere göre en uygun olan, bir erkek, karısını ıslah ve terbiye etmek için yüzüne vurmaktan kaçınarak ve hep aynı yere vurmayarak döğebillr, görüşüdür. Bu vuruşlar sopa ve bastonla olmamalı ve hafif vurmaya dik*kat etmelîdir. Zira Resulullah (savj'a, «Karımızın bizim üzerimizdeki hak*kı nedir?» diye sorulduğunda, «Yediğinizden yedirmeniz, giydiğinizden giy*dirmeniz, doğduğunuz zaman da yüzüne vurmamanızdır. Kadınların çirkin*liğini yüzüne karşı söylemeyin ve onlara gururlarına dokunacak kötü söz*ler söylemeyin. Islahı için onu terkettiğiniz takdirde bunu kendi evinizde yapın.» buyurmuştur.» [75]


Herne kadar kadını hafifçe döğmek mubah İse de alimler döğmeme-nin daha İyi olduğu hususunda ittifak etmişlerdir. Zira Resulullah (sav), «Sizin seçkinleriniz karılarınızı dövmeyenlerin İzdir.» buyurmuştur.[76]




İkinci Hüküm: Serkeş Kadına Verilecek Cezalar Âyetteki Tesbtte Göre Mi Yapılmalıdır?



Alimler, kadınların ıslahı için verilecek cezaların âyetteki tertibe göre uygulanıp uygulanmayacağı hususunda ihtilaf etmişlerdir.


Bazı alimlere göre, bahis konusu cezalar âyetteki tertibe uygun ola*rak uygulanmalıdır. Mesela; kendisinde serkeşlik emareleri görülen kadına evvela nasihatta bulunulmalıdır. Kadın dinlemeyerek tamamen serkeş o-lursa yatağı terkedilmelldir. Yatağı terkedildiğl halde ıslah olmayan serkeş kadın döğülmetidir. Serkeşliğinin başlangıcında kadını döğmek mubah de*ğil haramdır. Bu, İmam Ahmed bin Hanbel (ra)'fn görüşüdür.


İmam Şafii (ra)'ye göre serkeşliğin başlangıcında da kadını döğmek caizdir. Alimler arasındaki bu görüş ayrılığının kaynağı âyeti farklı anla*malarıdır.


Ayetteki tertibin farz olmadığını söyleyenlere göre âyetteki «atıf vav'ı» sırolama için değil, cem içindir. Yani cezaların toplu olarak veya herhangi birinin uygulanabileceğini gösterir, öyleyse serkeş kadının kocası dilerse bu üç cezadan birini, dilerse hepsini bir arada uygulayabilir.


Âyetteki tertibin farz olduğunu söyleyenlere göre âyetin akışı sırayla yapılmaya delalet eder. Çünkü âyette önce cezaların en hafifi olan nasihatt, sonra ondan daha ağır oton yatağı terki, o da ıslah etmediği takdirde döğmenln uygulanması bildirilmektedir. Bu beyan, tertibin farz olduğuna delalet etmektedir.


Kadının ıslahı bu cezalardan birisiyle gerçekleşirse yalnız onunla ik*tifa etmek farzdır. Başkasını yapmak caiz değildir.


Bize göre tercihe şayan olan görüş âyetteki sıralamanın farz oldu*ğunu söyleyen görüştür. Allah (cc) en iyisini bilendir.


Ibnü'l-Arabi de «Bu âyetin tefsiri hususunda duyduklarımın en güzeli Said bin Cübeyr (ra)'in tefsiridir. O, tSerkeşlİk yapan kadına kocası önce nasihat eder, nasihati tutmazsa yatağını terkeder. O da ıslah etmezse dö-ğer. Eğer döğmek de onu ıslah etmezse biri kadının, diğeri erkeğin tara*fından olmak üzere fki hakem gönderilir. Hakemler geçimsizliğin hangi ta*raftan olduğunu tesbit ederek gidermeye çalışırlar.» demiştir. Said bin Cübeyr (ra)'in bu tefsiri âyetin zahirinin aynıdır.» [77] demektedir.


Bu âyetin tefsiri hususunda Said bin Cübeyr (ra)'in görüşüne benzer bir rivayet de Hz. Ali'den yapılmıştır. O da, «Serkeşlik emareleri görülen kadına kocası lisonen nasihatte bulunur. Eğer düzelirse t>aşka birşey yap*maz. Eğer düzelmezse yatağını terkeder. Yine düzelmezse hafifçe döğer. Yine ıslah olmazsa biri kadının, diğeri erkeğin ailesinden olmak üzere ken*dilerine birer hakem gönderilir.» der. [78]




Üçüncü Hüküm: Hakemlerin Qkraba Dışından Olması Caiz Mtdlr?



Âyetin zahirinden anlaşılan, hakemlerin akrabalardan olmasının şart olduğudur. Zira Allah (cc) bu hükmü, «...(erkeğin) ailesinden bir hakem, (kadının) ailesinden bir hakem gönderin.» emri ile beyan etmiştir. Âyet*teki bu beyan tarzı hakemlerin kadın ve erkeğin ailelerinden olması lazım geldiğine delalet eder. Şu Kadarı varki, ehli sünnet alimleri âyeti, «hakem*lerin karı-kocanm ailelerinden olması farz değil müstehaptır» şeklinde tef*sir etmişlerdir. Zira onlara göre yabancılardan iki hakem gönderilmesi de caizdir. Hakemleri göndermekten maksat, karı-koca arasındaki durumu bilmek, hangisinin kabahatli olduğunu görmek ve aralarında barışı tesis etmektir. Bu görevi akrabalar kadar yabancılar da yapabilir. Yalnız kan-koco arasındaki halleri akrabalar daha iyi bilebilir, anlaşmalarını yaban*cılardan daha cok arzu eder ve taraflardan birini korumaları da düşünülemez. Bundan dolayı hakemin akrabalardan olması daha uygun olur. Yal*nız bu sayılanlar hakemin akrabalardan olmasının farz değil müstehab olduğuna delalet eder.


Bu konuda Alusî şöyle der: «Hakemlerin kan-kocanın akrabalarından olması, akrabaların dışarıya açıklanamayacak sebebler) daha İyi bilmeleri ve bu sebeblerln kaldırılarak sıcak bir yuvanın tesis edilmesini daha çok istemeleri bakımından daha iyidir. Yalnız bu, hakemlerin kan-kocanın ailelerinden olmasının farz olduğuna değil, müstehab olduğuna delalet eder. Şayet kadt, hakemleri karı-kocanm ailelerinden değil yabancılardan tayin ederse bu da caizdir.» [79]




Dördüncü Hüküm: «(Eğer"Kan Ue Kocanın) Aralarının Açılmasından En*dişeye Düşerseniz...» Âyetinin Mufratablan Kimlerdir?



İlk âyette hitap doğrudan doğruya kocalarıydı. Çünkü, «(Siz) yatak*larında yalmz bırakın», yani «Siz kendilerinin yataklarını terkedin» buyu-rulmuştur. Yatağı terketme ise yalnız kocaların yapabileceği bîrşeydir.


Bu âyetteki hitap ise kocalara değil, doğrudan doğruya cemiyeti İda*re eden —kadı, hakim, vali gibi— idarecileredir. Çünkü Allah (cc), kadının serkeşliğini beyan ederken kocanın ona nasihat etmesini, ıslah olmazsa yatağını terketmesini, bundan do ıslah olmazsa döğmesini emir buyur*maktadır. Bununla da ıslah olmazsa onun ıslahı mazlumun hakkını zalim*den alan ve vereceği hükmü İnfaz yetkisine sahip olan kimseye kalır ki bu da hakim veya kadıdır, öyleyse buradaki hitap başkalarına değil, yö*neticileredir.


Âyetteki «gönderin» emri farzdır. İmam Şafii (ra) de bu görüştedir," Çünkü karı-koca arasındaki geçimsizliği gidermek İçin hakem göndermek, zulmü bertaraf etmektir. Bu da İslâm idarecilerinin üzerine düşen umumî farzlardan biridir. [80]




Beşinci Hüküm: Hakemlerin Kan-Kocadan İzin Atmadan Onları Birbir*lerinden Ayırma Salahiyetleri Var Mıdır?



Fakihler, hakemlerin geçimsiz oian karı-kocalardan izin almadan ken*dilerini birleştirme veya ayırma salahiyetleri olup olmadığı hususunda ih*tilaf etmişlerdir.


İmam Ebu Hanife (cc) ile İmam Ahmed bin Hanbel (ra)'e göre, hakem*ler ancak karı-kocadan İzin aldıktan sonra onları birbirinden ayırabilirler.


Zira onların biri kadının, diğeri de erkeğin vekilidirler. Vekalet hukukunda İse müvekkilin izni şarttır. Öyleyse hakemlerin onları birbirinden ayırmak veya birleştirmek için kendilerinden izin almaları şarttır. Binaenaleyh izin ve müsade olmadan onları birbirinden ayırmaya veya birleştirmeye sala*hiyetleri yoktur. Bu görüş Hasan-ı Basrî (ra), Katade (ra| ve Zeyd bin Eşlem (ra)'den de rivayet edilmiştir.


İmcim Malik (ra)'e göre hakemler, karı-kocudan izin almadan maslahat gereği onları birleştirebilir veya ayırabilir. Eğer maslahat onların ayrılma*larında ise hakemler onları ayırma ve kocanın, nikah akdinde tayin edüen mehirden borçlu ise onu, değilse ayrıca bir miktar para ödemesini karar altına alma salahiyetine de sahiptirler. Zira hakemler, İmam tarafından onları birleştirme veya ayırma husususunda salahiyetli olarak tayin edil*mişlerdir. Bu da İmamın kendfsinde olan salahiyet gibi hakemleri salahi*yetli kılar.


İmam. vereceği hükümde nasıl karı-kocadan izin almak zorunda de*ğilse, onun tayin ettiği hakemler de verecekleri hükümde ve bu hükmün infazında onlardan izin almak zorunda değildirler. Bu görüş de Hz. AH, İbni Abbas (ra) ve Şa'bî (ra)'den rivayet edilmiştir.


İmam Şafii (ra)'nin bu meselede iki görüşü vardır. Ayette ise bu iki görüşten birini diğerine tercih edecek bir işaret yoktur. Âyetin umumi ma-i nasından her iki görüşün de anlaşılması mümkündür.


İmam-ı Azam ve İmam Hanbel'fn delilleri;


Bunlara göre Allah (cc) hakemlere yalnız kan-kocanın aralarını ıslah etme salahiyeti vermiştir. Çünkü Aflah (ra), «Bunlar barıştırmak İsterlerse


Allah crafarındatki dargınlık yerini geçime), onları (uyuşmaya) muvaffak buyurur...» buyurmaktadır. Âyetteki bu ifadeden anlaşılan, barıştırmanın dışındaki ayırma veya birleştirmede onların İçin ve rızalarının alınması ge*rektiğidir. Çünkü onlar vekildirler. Vekilin salahiyeti de ona salahiyet veren şahsın vereceği salahiyete bağlıdır. Eğer başlangıçta bu salahiyeti ver-mişlerse o zaman yapabilirler. Vermemişlerse yalnız barıştırabilirler, ayıra*mazlar.

Prof. Dr. Sinsi 08-04-2012 03:24 AM

Tefsir Dersleri...
 

İmam Malik'in delili:


Allah (cc), «(Eğer karı ile kocanın) aralarının açılmasından endişeye düşerseniz o vakit (kendilerine erkeğini ailesinden bir hakem, (kadının) ailesinden bir hakem gönderin,» âyetinde, karı ile kocanın aralarını ıslah için gönderilen kişilere «hakem» ismini vermiştir. Hâkem ise doğrudan doğ*ruya «haklm»dir. Hakim de vereceği hüküm ve hükmün infazında kimse*den İzin almaz. Maslahat neyi gerektiriyorsa öylece hüküm verir ve İcra eder.


Cessas bu hususta şöyle der: «Hanefi alimlerinin görüşüne göre ha*kemler kan-kocayı barıştıramadıklan takdirde, kocadan izin almadan ka-n-kocayı birbirinden ayıramazlar. Hatta koca, «haksızlık ve geçimsizlik benden kaynaklanıyor.» diyerek suçunu kabul etse dahi onları ayırma salahiyetine sahip değildirler. Hakemlerin hükmünden önce asıl hakim elan İmam kadını boşaması İçin kocaya baskı yapamaz. Kadın da hakem*lerin huzurunda serkeşliğini itiraf etse bile hakemler kadını hül'ü (para karşılığı talakı kocasından satın alma} yaptırmaya veya nikah aktinde ta*yin edilen mehrin tamamını kocasına geri vermeye zorlayamazlar. Hakim, hül'ü yaptırmaya veya mehri geri verdirmeye nasıl salahiyetli değilse gön*derdiği hakemler de salahiyetli değildirler. Ancak karı ve Kocadan müsa-de alırlarsa salahiyetli olabilirleri.[81]


Taberî de bu görüşü tercih etmiştir. [82]




Ayetlerden Alınacak Dersler



1- Kocanın karısını, terbiye etme salahiyeti vardır. İzinsiz olaraK dışarı gitmesine mani olabilir.


2- Allah (cc)'ın emrettiği sınırlar İçerisinde kadının kocasına itaat etmesi farzdır. Koca karısıno İslâm'a aykırı birşeyl emrederse kadın o em*ri yerine getirmez.


3- Araları açık olan bir kan-kocayı barıştırmak İçin biri erkeğin aileesinden, diğeri kadının ailesinden olmak üzere İki hakemin gönderil*mesi farzdır.


4- Hakemlerin vazifesi, karı-kocayı barıştırmak İçin bütün güçle*riyle çalışmaktır. [83]




Ayetlerdeki Teşri'ı Hikmetler



İçtfmoî hayatın devamını sağlayan Allah (ra)'ın yaratılış kanunlarından biri de ailenin işlerini yapan ve taahhüt eden, onların, geçimini temin eden bir büyüğü bulunması zaruretidir. Ancak böyle bir aile islâm toplumunun çekirdeği olma görevini yerine getirebilir. Ailenin düzelmesi, cemiyetin dü*zelmesi, ailenin bozulması cemiyetin bozulması demektir. Erkek, kadınlar*dan daha akıllı, kuvvetli, azimli, iradeli, ailenin sorumluluklarını yüklenme*ye daha layık olduğu için kadına yedirmek, giydirmek, çocuklara bakmak, bir meskende oturtmak vazifesi İle mükellef kılınmıştır. Ona verilen bu yöneticilik, e.keğe kadının üstünde bir sorumluluk ve mükellefiyet yükle*mektedir. Yoksa kadından üstünlüğünü göstermez. Bütün cemiyetlerde bir lider, bir idareci bulunmak zorundadır. Bir aile ise cemiyetin küçük bir Örneğidir. İşte bundan dolayı Allah erkekleri kadınlara terbiye edici, ida. reci ve koruyucu kılmıştır.


İslâm düşmanlarının Islamı kötülemek için dillerine doladıkları şey*lerden biri de erkeğin karısını dövmesidir. Bunlar, «İslâm erkeğin karısını dövmesine nasıl müsamaha eder? Allah (cc) bunu kitabında nasıl bildirir? Çünkü bu, kadınla erkek arasında bir eşitsizlik ve kadınlara bir ihanet ve düşmanlık olmaz mı? Halbuki kadın cemiyetin mukaddes bir uzvudur.t derler. Bundan daha yanlış bir söz ve iddia olamaz. Biz müslümanlar on*lara şöyle deriz: «Evet, Kur'anda kadının yatağını terketme ve döğme gibi hükümler vardır ve bunları kabul ederiz. Fakat bir kadın ne zaman ve niçin döğütür? Şüphesiz gerektiği zaman kadını döğmek hastaya verilen bir ilaç gibidir. İlaç nasıl zaruret hallerinde kullanılırsa kadın da zaruret hal*lerinde döğülür. Mesela; bir kadın serkeşlik yapmaya, şeytanın arkasına takılıp gitmeye başladığı zaman ne yapmak lazımdır? Onun yatağım mı terketmeli, boşamalı mı. yoksa dilediği gibi yaşaması için başıboş mu bırakmalıdır?


İşte Kur'an bu hususta en güzel ve hürmetli yolu göstermiştir. Bu da kadınların ıslah ve irşad edilmesi yoludur. Erkeklere evvela sabır tavsiye edilerek sonra sırasıyla öğüt ve nasihat, yatağını terketme, netice alına-mazsa en son ilaç olan döğmek emredilmiştir. Bir kadını kalem ve misvak gibi ince bir sopa ile döğmek mi. yoksa boşamak mı daha iyidir? Boşamak bir aile hayatının yıkılmasına ve kadının çökmesine sebeb olur. Boşama ile hafifçe döğmeyi kıyasladığımızda döğmenin boşamaya oranla cok hafif bir ceza olduğunu görürüz. Hafif olanı yapmak şüphesiz daha güzeldllr. Kadını döğmek. islâm düşmanlarının zannettiği gibi kadına ihanet değil*dir. Kadını terbiye etmenin yollarından bir yoldur. Güzel sözden onlamayan, kocasının yatağını terketmesinden ders almayan kadınların menfaatine olan bir ilaçtır. Çünkü birçok kadın ve erkek vardır ki, ancak çeşitli terbiye yollarıyla ıslah olabilirler. İşte bundan dolayıdır ki, gerek İslâm hukukun*da, gerekse diğer hukuk sistemlerinde ceza maddeleri konulmuş, hapis*haneler yapılmıştır.»


Reşid Rıza, Menar isimli tefsirinde şöyle der: islâm alimleri kadın döğmenln çok hafif olmasını şart koşmuşlardır. Ibni Abbas (ra), âyettek «dööün» kelimesinin tefsirinde «El İle veya misvak gibi ince bir cubukla döğünüz.» demiştir. Bazı Batı taklitçileri islâm'ın serkeş bir kadının döğülmesi hükmünü çok şiddetli ve çirkin bir ceza olarak vasıflandırıyorlar. Bun lar için kadınların serkeşlik etmesi, erkeğin aile reisliği vasfını ortadan kaldırarak kendilerini erkeğin yerine koymaları ve bu yolla kendilerin kocalarının üstüne çıkarmaları ve hiçbir nasihati dinlememeleri, kocalarınin yataklarını terketmelerine de aldırış etmemeleri bir mana İfade etmiyor Oysa bu hal, erkeklere karşı büyük bir İhanet ve cemiyet nizamını bozmak demektir. Bu taklitçiler serkeş kadınlarıyla nasıl geçiniyorlar, onları naşıl ıslah ediyorlar bilemiyorum.


Şüphesiz kadınları döğmek aklın ve insan fıtratının hoşlanacağı bir şey değildir. Fakat döğme cezası, kadının ahlakının ve duygularının bozulduğu, kocanın, karısının ancak döğme yoluyla ıslah olacağına irrahdıö zaman uygulanır. Şayet kadının huy ve duygulan düzelir, yapılan nasihat feri güzelce dinlerse veya kocasının yatağını terketmesi sonucu ıslah olur sa o zaman elbetteki döğmekten kaçınmak farz olur. Çünkü şerlatte he halin kendine uygun bir hükmü vardır. Ancak bize her halükarda kadınlar la iyi geçinmemiz emredilmiştir.» [84]


Allah (cc}'m. şeriatında döğmek. kadını ıslah yollarından biridir. Faka bu, gelişi güzel değil ancak zaruret hallerinde yapılabilir. Hatta tabiinden Ata (ra), «Koca, sözünü dinlemese dahi karısını döğemez. Ancak öfkelene bilir.* der. Zira Resulullah (sav)'c, «Bir kimse karısını döğebilir mi?» dlyı sorulunca, «Sizin hayırlınız kartlarını döğmeyendir.» cevabını vermiştir. Bı hadisten anlaşılıyor ki, bazı nadir hallerde erkek karısını döğebilir. Ancal Allah fcc), «...O kavme ne oluyor ki (kendilerine söylenen) hiçbir sazı anlamaya yanaşmıyorlar?» (Nisa: 78) buyurmuştur. [85]

Prof. Dr. Sinsi 08-04-2012 03:24 AM

Tefsir Dersleri...
 

28. DERS CÜNÜP VE SARHOŞLARA NAMAZ KILMANIN HARAM OLUŞU



43- Ey iman edenler, siz sarhoşken, ne söyleyeceğinizi billnceye ve cünüp İken d© —yolcu olmanız müstesna— gusül edinceye kadar na*maza yaklaşmayın. Eğer hoşta olur, ya bir sefer üzerinde bulunursanız, yahut sizden biriniz ayak yolundan gelirse, yahut da kadınlara dokunup do bir su bulamazsanız o vakit temiz bir toprağa teyemmüm edîn, yüzleri*nize ve ellerinize sürün. Şüphesiz Allah, çok affedici, çok varlığayıcıAr.




Âyetin Lafzı Tahlili



(Sükörâ): Sarhoşluk demektir. Ragıpel-İsfahani,


«Sarhoşluk, genellikle içkiden olur, fakat aşktan ve kızgınlıktan da olabi*lir.» der.


(Cünuben): Cünüplük demektir


(Abiri sebilin): Âbiri geçmek, sebil ise yo) demektir.


(El Kâttı): Kâid, rahat oturulan yer demektir. Bu*radaki anlamı ise dışkı'dır.


(Lâmestümünnfsâe): Lems kelimesi el ile mesh etmek demektir. Kadına izafe edildiği zaman cinsj münasebet anla*mına gelir.


(Feteyemmemû): Teyemmüm, lügatta kasdetme demektir.


(Saiden tayyiben): Zeccac: «Said, toprak ve cinsinden olan herşey, tayyib, temiz demektir. Yani temiz toprak.» der.


(Femsehû): Mesh, birşeye elini sürmek demektir.


(Afüvven ğafuren): Kutlarına müsamahakar, ha*talarından vazgeçen demektir. [86]




Ayetin İcmali Manası



Allah (cc), kullarına sarhoş İken namaza yaklaşmayı yasaklamıştır. Zira sarhoşluk, namazdaki huşuu, Allah (ccj'a yapılan münacatt, zikir ve duayı engeller. Bu hüküm, içkinin haram kılınmasındcn önce gelmiştir. İçkinin gelecekte kesin olarak haram kılınacağına da işaret etmektedir. Çünkü namaz kılan kimse, sarhoş iken kıldığı namazın kabul edilmeyece*ğini bildiği zaman namazlarını geçirmemek için gündüzleri içkj kullana*maz.


Bilindiği gibi bu âyetin nüzulünden sonra içki içenler, yatsı namazını kıldıktan sonra içiyorlardı. Sabah namazına kalktıkları zaman ise sarhoş*luktan tam kurtulmamış oluyorlardı'. Buna göre âyetin icmali manası şudur: Ey müminler, siz sarhoşken ne söyleyeceğinizi ve namazda ne okuyaca*ğınızı bilinceye kadar namaz kılmayınız. Cünüp olduğunuzda da gusül edinceye kadar namaza yaklaşmayınız. Eğer hastaysanız, su kullanmanız hastalığınızı ağırlaştırır, uzatırsa veya yotcu iseniz ve su bulamıyorsanız, obdestiniz bozulmuş veya karınızla cinsi münasebette bulunmuş da su bulamıyorsanız yerden temiz bir toprak alarak yüzünüzü ve ellerinizi dir*seklerinize kadar meshederek namazınızı kılınız. Bu sizin İçin bîr kolaylık ve Allah (cc)'ın rahmetidir. Zira Allah (cc) size zorluğu değil1 kolaylığı ira*de eder. Şüphesiz Allah {cc) cok affedici, çok yarlığayıcıdır. [87]




Ayetin nüzul sebebi




Tlrmizî, Ali bin Ebu Talip (ra)'ten rivayet etmiştir: «Abdurrahman bin Avf (ra) bizi bir yemeğe davet etti. Yemekle beraber şarap da içtik. Şarap beni sarhoş etti. Namaz vakti gelince beni İmam yaptılar. Fatiha'dan son*ra zammı sure olarak Kafirûn suresini okurken sureyi, «Sen de ki. ey ka*firler, ben sizin ibadet ettiğinize ibadet edeceğim,» şeklinde yanlış oku*dum. Bunun üzerine «Ey İman edenler sfz sarhoşken...» âyeti nazil oldu.» Tirmizi, rivayetinden sonra, «Bu hadis hasen ve sahihtir.» kaydını ekler.


Fahreddin Razi, âyetin tefsirinde şöyle der: «Âyetin nüzulünden son*ra sahabiler gündüzleri içki içmezlerdi. Yatsı namazını kıldıktan sonra İçerlerdi. Sabah namazına uyandıkları zaman sarhoşluk hali tamamen gitmemiş olurdu. Daha sonra Maide suresinin 90. âyetiyle içki kesin ola*rak haram kılındı.» [88]




Ayetin Tefsirindeki İncelikler



Birinci İncelik: Sarhoşluk halinde namaz kılmayı yasaklama hususun*da âyetteki, «Sarhoşken.., namaza yaklaşmayın» ifadesi, «Sarhoşken na*maz kılmayın» ifadesinden daha uygun ve şümullüdür. Çünkü sarhoş bir kimsenin ne okuduğunu bilmediği için namaz kılması caiz olmadığı gibi abdest alması üa caiz değildir. Sarhoş, nasıl abdest alacağını da bilemez çünkü. Bu yüzden sarhoşken namaza yaklaşmak haram olduğundan el*bette sarhoş halde namaz kılmamak daha uygundur. Allahu taala zina bahsinde de «Zinaya yaklaşmayın.» (İsra: 32) buyurmuştur. Bu emir, yal*nız zinayı yasaklamakla kalmıyor, zinaya yaklaştıracak şeyleri de haram kılıyor. İşte bunun gibi, «Sarhoşken... namaza yaklaşmayın» emri de yal*nızca sarhoşken namaz kılmayı haram kılmıyor, bu duruma vesile olan içkiyi de namaz vakitleri İçin haram kılıyordun


Bazı alimlere göre. «Sarhoşken... namaza yaklaşmayın» ifadesinden maksat, camilere yaklaşmamaktır. Fakat bu görüşü âyetin sonundaki. «Ne söyleyeceğinizi bllfnceye kadar» İfadesi kesinlikle reddetmektedir.


İkinci İncelik : Kur'onm içkinin haram kılınması hususunda merhaleli bir yo! takip etmesi, İslâm şeriatının büyüklüğüne delalet eden parlak bir delildir. Zira Araplar su içercesine içki içerlerdi. Eğer içki kademeli olarak yasak edilmeseydi de başlangıçta tek bir emirle yasaklansaydı içkiyi bı*rakmak onlara çok ağır gelir, içkiye karşı olan alışkanlıklarından kurtul*maları mümkün olmazdı.


Nitekim Hz. Ayşe. «Haramların bildirilmesinden önce tevhid akidesi*ni, cennet ve cehennemi bildiren uzun ve geniş âyetler geldi. İslâm nuru kalblere İyice yerleştikten sonra helâl ve haramları bildiren âyetler geldi, içkiyi haram kılan âyetler kademeli olarak değilde direkt olarak «içkj İç*meyin» şeklinde nazil olsaydı Araplar, «Biz katiyen içkiyi terketmeyeceğiz» diyeceklerdi.» demiştir.


Üçüncü İncelik: «Ey İman edenler, siz sarhoşken ne söyleyeceğinizi bitinceye kadar...» âyeti, namazda ne ve nasıl okunacağının bilinmesinin, tesbihatın ve huşu ile kılmanın mutlaka şart olduğuna işaret eder. Zira sarhoş kimse iyi ile kötüyü birbirinden ayıramadığı glbj namazda ne ve nasıl okuduğunu da bilemez.


Bir bakıma dünya işlerine çok dalan kimseler de sarhoşlar gibi ne okuduklarını, ne kıldıklarını bilmezler. Bunların dalgınlık halleri de tıpkı sarhoşluk haline benzer. Bu sebeble bazı alimler âyetteki «sekr» halinin yalnız içkiden değil, uykusuzluk ve dünya işlerine fazla dalmaktan da ge*lebileceğini söylemişlerdir. Bu görüş mana itibariyle herne kadar doğruy*sa da âyetin nüzul sebebi bunun doğru bir tefsir olmayacağını bildirmek*tedir.


Dördüncü İncelik: Kur'anda birşeyin acık açık İfade edilmesi yerine kinayeli olarak anlatılması, onun adablarındpn biridir. Bu, ümmetin de aralarındaki konuşmalarda birbirlerine karşı edebli olmaları lazım geldi*ğini göstermektedir. Bu âyette de büyük abdest yerine açukur yer» an*lamına gelen «gaid» kelimesi bu yüzden kullanılmıştır. Çünkü insanlar bü*yük abdest yapacakları zaman genellikle halkın gözünden gizlenmek için çukur bir yer ararlar. İşte Kur'an, yapılacak işi İsmiyle —büyük abdest— değil, yapılacak yerin ismiyle ifade etmiştir. Yine cinsi münasebet karşı*lığı olan «cima» kelimesi yerine, dokunmak anlamına gelen «lems» keli*mesi kullantlmtştır. Zira cima kelimesini kullanmak hiçde güze! bir ifade ol-' mazdı. Görüldüğü gibi âyette İki ayrı yerde kinaye yapılmıştır. Bundan daha ince ve zarif bir ifade tarzı da düşünülemez.


Besinci incelik: Sahabiler, Resulullah (sav) ile beraber bir yolculuk*ta idiler. Bir ara Hz. Ayşe'nin ziynetlerinin ipi koparak yola döküldüler. Resululloh, Hz. Ayşe ve sahabrler ziynetleri aramaya başladılar. Hz. Ebu-beklr kızına kızarak, «Sen ne yaptın, Resulullah (sav) ve ashabını susuz bir yerde durdurarak meşgul ettin.» dedi. Bunun üzerine teyemmümü em*reden (mevzumuz) âyet nazil oldu. Resulullah (sav) hem âyeti, hem de hükmünü ilan ederek önce kendisi teyemmüm etti ve ashaba da tarif etti. Herkes teyemmüm ettikten ve namazlarını kıldıktan sonra yola çıkmak is*tediler. Hz. Ayşe'nin yere çökmüş olan devesini kaldırınca ziynetler deve*nin altından çıktı. Ashabtan Hüseyr oğlu Üseyd (ra), «Ey Ebubekir kızı, bu sizinle gelen ilk bereket (teyemmüm) değildir. Allah (cc) sana çok rahmet etsin. Ben Ailah (cc)'a yemin ederim kj senin sevmediğin bir iş başına gelirse Allah (cc) sana ve müslürnanlara çok hayır verir ve bir çıkış yolu gösterir.» dedi. [89]




Âyetteki Şer’î Hükümler


Birinci Hüküm: «Sorhoşken Namaza Yaklaşmayın» Âyetinden Maksat Nedfr?



Alimler âyetteki «salat» kelimesinden maksadın ne olduğu hususun*da İhtilaf etmişlerdir.


Müfessirlerin çoğuna göre <ısaiat»tan maksat bizzat namazdır. İmam-ı Azam (ra)'ın görüşü de budur. Bu görüş aynen Hz. Ali. Mücahid (ra) ve Katade (ra)'den de rivayet edilmiştir.


Bazı alimlere göre ise âyetteki «salat» kelimesinden maksat namaz değil, namaz kılınacak mescidlerdir. Bu görüşe göre âyetin manası, «Sar-hoşken namaz kılınacak yerlere (mescidlere) yaklaşmayın» olur. İmam' Şafii (ra)'nin görüşü de bu yoldadır. Bu görüş İbni Mesud (ra) ve Sald bin Müseyyib (ra)'ten de rivayet edilmiştir.


Birinci görüşün delili: Şüphesiz Allah (cc). «Siz sarhoşken, ne söy*leyeceğinizi bitinceye kadar namaza yaklaşmayın» buyurmuştur. Âyetteki, «Ne söyleyeceğinizi bilinceye kadar» ifadesi bizzat namaza yaklaşmamaya delalet ediyor. Çünkü mescfdde söylenmesi meşru kılınan bir söz yoktur ki, sarhoşluk ona mani olsun. Namazda ise meşru kılınan dua, kıraat ye zikir vardır ki, sarhoşluk hali onları düzgün okumaya manidir. Bundan do*layı, âyetteki «Namaza yaklaşmayın» ifadesinden anlaşılan bizzat namaz*dır, öyleyse âyetin manasını mecazi olarak tefsir etmekten hakiki anlamı anlamak daha evladır.


İkinci görücün delili: Bir manayı uzaklık ve yakınlık İtibariyle yakın olan birşeye hamletmek, bilhassa gözle görülen şeylerde daha evladır. Bu bakımdan âyetteki «satat» kelimesinden maksat namaz değil, namaz kılınacak yerdir. Eğer âyetteki «Namaza yaklaşmayın» emrinden maksadın bizzat namaz olduğunu kabui edersek, bunu peşine gelen istisna {yolcu olmanız müstesna) sahih olmaz. Zira burada «yoldan geçiş» anlamına ge*len «âblrt sebilin» İfadesi «namaz yerlerine yaklaşmayınız» İfadesinden istisna ediliyor. Buna göre âyetin akışı mealen şöyledir: «Ey müminler, siz sarhoşken, cünüp iken, ne söyleyeceğinizi bitinceye kadar namaz kılına*cak yerlerden geçmeyin. Şayet yolunuz mutlaka oradan geçiyorsa hiçbir şey yapmadan geçebilirsiniz.» Bu tefsire göre âyetin yasakladığı şey, cü*nüp veya sarhoş kimsenin camiye girmesidir. Ancak geçiş yerleri mescld ise geçebilirler.


Birinci görüşün sahipleri âyetteki «yoldan gecfş» anlamındaki «âblrl sebilindi su bulamayan yolcu olarak tefsir etmişlerdir. Kİ, su bulamayan yolcu teyemmüm ederek namazını kılar.


ibni Cerir et-Taberi, birinci görüşü tercih ederek, *Akla İlk gelen bu*dur.» demiştir. «Zira bir kelimeyi mecazi manasından önce hakiki mana*sıyla anlamak daha evladır. Ayrıca âyetin nüzul sebebi de bu görüşü teyid etmektedir.» [90]


Tefsir-i Menar sahibi Reşid Rıza'nın görüşü de şöyledir; «Âyetteki «salat» kelimesinden maksat, İmam Şafii (ra)'nfn dediği gibi, «namaz kılı*nacak yer» değil, bizzat^namazdır. Zira «namaza yaklaşmayı» yasaklamak, namaz kılınacak yeri yasaklamaya delalet etmez. Arapcada bir işi yasak*lamak için «ona yaklaşmayın» tabiri çok kullanılır. Bu tür yasaklamalara bilhassa Kur'anda cok raslanılır. Nitekim zinayı yasaklama, İsra Suresi 32. âyetinde, «zina yapmayın» İfadesiyle değil, «Zinaya yaklaşmayın» ta*biri ile olmuştur. Bu tür yasaklama, hem yasaklanan şeyi, hem de ona gö*türecek yolları birlikte yasaklamaktadır.» [91]


Bu İki görüş sahipleri arasındaki İhtilafın meyvesi, şer'î bir hüküm olarak tezahür eder. Kİ bu, cünüp olan bir kimsenin mescide girmesinin helal olup olmadığıdır. Birinci görüşe göre âyette mescide girmenin haram olduğuna dair bir İşaret yoktur. Mescide girmenin haram olduğu sünnet*le tesbit edilir. Resulullah (sav), «Cünübün ve adet gören kadının camiye girmesi haramdır.» buyurmuştur.


İkinci görüşe göre âyet doğrudan doğruya cünüp kimsenin camiye girmesini haram kılmaktadır. Ancak yolu camiden geçiyorsa durmaksızın, herhangi bir yoldan geçtiği gibi geçer gider. [92]




İkinci Hüküm: Teyemmümü Mubah Kılan Sebebler Nelerdir Ve Kaçtır?



Âyet, teyemmümü mubah kılan dört sebeb beyan etmiştir: Hastalık, yolculuk, ayak yolunda abdest bozup su bulamamak, cinsi münasebette bulunduktan sonra gusül için su bulamamak. Yolculuk, su bulunmayan yerde teyemmümü mubah kılmaktadır. Türü ne olursa olsun, hastalık es*nasında su bulunmaması veya suyun hastaya zarar vermesi halinde de teyemmüm yapılabilir. Zira Allah (cc), «...Su bulamasamz o vakit temiz bir toprağa teyemmüm edin, yüzlerinize ve ellerinize sürün» buyurmuştur. Âyetteki «Su bulamasanız» kaydı, kendinden önce sayılan hastalık, yolcu*luk vb, durumların hepsini şamildir. Çünkü yolculuk sırasında su bulun*mayabilir. Hasta da suyu kullanmaktan korktuğu takdirde teyemmüm et*mesi mubah olur. Yanında su bulunsa da onu kullanamaması, hükmen su bulamaması gibidir. Nitekim hastanın teyemmüm etmesinin mubah oldu*ğuna delalet eden birçok hadis vardır, örnek olarak bunlardan ikisini ak*taralım: Cabir (ra)'den rivayet edilmjştir: «Bir yolculukta idik. İçimizden biri başına düşen bir taşla yaralanmıştı. Yaralf halde iken ihtilam olunca, «Siz benim teyemmüm etmem için bir ruhsat biliyormusunuz?» diye sor*du. Biz ona, «Senin su kullanmaya gücün yettiği halde sana ruhsatı ne*reden bualalım?» dedik. Arkadaşımız gusletti. Arkasından başındaki yara azdı ve öldü. Seferden döndükten sonra durumu Resululfah (sav)'a haber verdik. Resulullah, «Onlar onu öldürmüşler, Allah {cc) da onları öldürsün. Haberiniz olsun. Bilmediklerinizi sorun. Ac'zi tedavi eden sormaktır.» [93] buyurdu. İşte bu hadis, su kullanmak hastalık bakımından tehlikeli olduğu zamanlarda teyemmüm etmenin mubah olduğuna en açık bir ifade ile de*lalet etmektedir. Böyle bir hadis de Amr bin As (ra)'tan rivayet edilmiştir: «Zatü's-selasil savaşında çok soğuk bir gecede ihtilam olmuştum, öl*memden veya ağır hastalanacağımdan korktuğum için teyemmüm ederek arkadaşlarımla beraber sabah namazını kıldım. Arkadaşlarım benim teyem*mümle namaz kıldığımı Resulullaha haber verince bana, «Ya Amr, cünüp olduğun halde arkadaşlarınla nasıl namaz kıldın?» dedi. Gusül yapmama mani olan soğuğu anlatarak «Ya Resulullah (sav), senden Allah (cc)'ın, «...Kendilerinizi öldürmeyin. Şüphe yok ki Allah (cc) sizi çok esirgeyicidir.» (Nisa: 29) âyetini duydum.» dedim. Resulullah güldü ve bana hiçbir şey söylemedi.» [94]


Amr bin As (ra)'ın rivayet ettiği hadisten, umumu İfade eden âyetler*den de hüküm çıkarmanın sahih olduğu anlaşılıyor. Ancak bu hükmü ancak ictthad yapma vasıflarına sahip olan kimseler çtkarabllfr. Âyetten hüküm çıkardığına göre Amr bin As (ra)'ın müctehid olup olmadığı sorulabilir, Ashabın ekserisinin müctehid oldukları ehli sünnet alimlerfnce kabut edi*len bir gerçektir. Elbetteki Amr bin As (ra) gibi bir dahi de fctihad yap*maya yetkiliydi. Zira Resulullah (sav)'ın dünya işlerini istişare ettiği büyük sahabilerden biri de odur ve ona dahilik vasfını bizzat Resulullah ver*miştir.


Umumu ifade eden âyetten hüküm çıkarıtablldiğine göre teyemmüme ruhsat veren âyette neden hasta, yolcu ve evinde olduğu halde su bu*lamayanlar ayrı ayrı zikredilmiştir? Çünkü yolculukta genellikle su bu*lunamadığı ve hastalığın teyemmümü mubah kılan sebeblerden olduğunun bildirilmesi icın bunlar âyette özellikle ve müstakil olarak zikredilmişler*dir. En doğrusunu Allah (cc) bilir. [95]




Üçüncü Hüküm: Ayetteki «Müfasemet» Kelimesinden Maksat Nedir?



Sahabiler ve tabiin âyetteki «mülaseroet»ten maksadın ne olduğu hu*susunda İhtilaf etmişlerdir. Hz. Ali, İbni Abbas (ra) ve Hasan-ı Basri {raj'ye göre «miilasemet» (kadınlara dokunmaktan maksat cinsi münasebettir. Hanefiler de bu görüştedir.


Abdullah bin Mesud (ra), Abdullah bin Ömer (ra) ve Şa'bî (ra)'ye göre de âyetteki «mülasemetuten maksat, kadının elinin erkeğe, erkeğin etinin kadına dokunmasıdır. İmam Şaîii (ra)'rrtn görüşü de budur.


Bu iki görüşten daha doğru olanı, «mülasemet»! «cinsi münasebet» kabul eden görüştür. Resulullah {savj'tan gelen sahih haberler de bu gö*rüşü teyid ekmektedir. Nitekim Resulullah (sav), abdest aldıktan sonra ba*zı kadınlara elini dokundurduğu halde yeniden abdest almadan namaz ktlardı. Hz. Ayşe'den sıhhatinde şüphe olmayan şöyle bir rivayet yapılmış*tır: «Resulullah (sav) abdest aldıktan sonra kadınlarına elini dokundurur, yeniden abdest almadan da ncmoz kılardı.» [96] Hadîsler gösteriyor ki, eğer âyetteki «kadınlara dokunmak» tabiri elle dokunmak dsaydı Resulullah (sav)'ın zevcelerine eliyle dokunduktan sonra yeniden abdest alması ge*rekirdi.


Fakihler elle kadına dokunmanın abdesti bozup bozmayacağı husu*sunda ihtilaf ederek birkaç görüşe ayrılmışlardır.


İmam-ı Azam (ra)'a göre, cinsi ilişki olmadan ister şehvetle İster şeh-vetslz erkeğin çıplak yerinin kadının çıplak yerine değmesi abdesti boz*maz.


İmam Malik (ra)'a göre erkeğin çıplak yeri kadının çıplak yerine şeh*vetle dokunursa abdest bozulur. Şayet bu dokunma şehvetsîz olursa ab*desti bozmaz.


Hanefilerin delili: Kadına el veya diğer bir uzuvla dokunmanın ab*desti bozmadığını Hz. Ayşe'den rivayet edilen, «Resulullah (sav) abdest aldıktan sonra kadınlarına elini dokundurur, yeniden abdest almadan na*maz kılardı.» hadisi ile yine Hz. Ayşe'den rivayet edilen, «Bir gece uyandı*ğımda Resulullah (sav)'ın yatağımda olmadığını gördüm. Yatağın etrafın*da onu elimle ararken elim onun ayağının altına değdi. Resulullah (sav) secdede idi ve «Ya Rabbt, ben senin rızan ile gazabından sana sığınırım.» diye dua ediyordu.» hadisi ack şekilde göstermektedir. Eğer elle dokun*mak abdesti bozsaydt Hz. Ayşe'nin çıplak elle ayağına dokunması üzerine Resulullah namaza devam etmezdi, öyleyse âyetteki «kadınlara dokun*maktan maksat kinayeli olarak cinsi münasebettir. İbni Abbas (ra)'ın da âyeti böyle tefsir ettiği nakledilmiştir.


«Lems» kelimesi herne kadar «el ile dokunma» anlamında İse de, Kur'-anda birçok defa kinaye yoluyla «cima» kelimesi yerine kullanılmıştır. Ni*tekim, «Eğer siz onları kendilerine temas etmeden (dokunmadan) bo-şar...» (Bakara: 237), «Ey İman edenler, mümin kadınları nikahlayıp da sonra kendilerine dokunmadan onlan boşadığınız zaman, sizin İçin üzer*lerine sayacağınız bir M de t yoktur.» (Ahzab: 49) ve «Kadınlarından zihar ile ayntmok isteyip de sonra dediklerini geri alacaklar (için) birbirleriyle temas etmezden (dokunmazdan) önce bîr köle azat etmek (lazımdır)...» (Mücadele: 3) âyetlerinde «cima» kelimesi müstehcen olduğundan kulla-mlmayarok yerine «lems» (dokunma) veya «mesh» kelimeleri kullanılmıştır. Bu âyetlerde «cima» kelimesi yerine kinayeli olarak «lems» kelimesinin kullanılması gösteriyor ki, âyetteki, «kadınlara dokunup da» İfadesinden maksat elle dokunmak değil, cinsi münasebettir.


Şafiilerin delili: İmam Şafii {ra), âyetteki «kadınlara dokunup da ifadesinin zahirine dayanarak kadınlara elle dokunmanın abdesti boza*cağına hükmetmiştir. İmam Şafii (ra)'ye göre. «dokunup do» kelimesi yal*nız elle dokunmayı anlatmak İçin kullanılır. «Cima» karşılığı olarak ise an*cak kinaye veya mecazen kullanılabilir. Bir kelime hem hakiki, hem de kinayeli manası anlaşılabilecek şekilde kullanılırsa kelimeyi hakiki mana*sı ile anlamak esastır. Ancak hakiki manasını almak zor ve İslâmî kural*lara aykırı ise o zaman mecazi veya kinaye manası alınır. Kurradan Ham-za ile Kesaî'nin kıraatleri de —ki onlar âyetteki «lâmese» kelimesini «le-mese» şeklinde okumuşlardır— İmam Şafii (ra)'nin görüşünü teyid etmek*tedir. Öyleyse âyetteki «lems» kelimesini hakiki manası İle «el tle dokun*mak» şeklinde tefsir etmek daha evladır.


İbni Rüşd, Bidayetü'l-Müctehid adlı kitabında şöyle der: «Alim ve fa-kihlerin kadına dokunmanın abdesti bozup bozmayacağı hususunda ihti*laf etmelerinin sebebi, «tems» kelimesinin iki manayı birlikte İfade etme*sinden ileri gelmektedir. Araplar, «tenis» kelimesini «elle dokunmak» an*lamında kullandıkları gibi, kinayeli olarak «cima» karşılığında da kullanır*lardı.


«8u ifadelere göre alimlerden bir kısmı âyetteki «kadınlara dokunup da» ifadesini kinaye manası olan «clmasyı anlayarak abdestin el veya diğer bir uzvun dokunmasıyla değil, ancak cinsi münasebetle bozulacağı görüşüne varmışlardır. Alimlerin diğer kısmı ise, âyetteki «kadınlara do*kunup da» ifadesinin hakiki anlamı olan «elle dokunma»yı esas alarak el*le dokunmanın abdesti bozacağı hükmüne ulaşmışlardır. Bir kelime ha*kiki manası ile kinaye manası arasında dönerse en doğrusu onu hakiki manasıyla anlamaktır. O kelimeyi mecazi manası ile anlamak ancak karine yoluyla veya hariçten bir delille mümkün olabilir.


«Kadınlara dokunup da» İfadesinden maksat cinsi münasebettir di*yenleri sözleri bir kelimenin devamlı ve yaygın şekilde mecazi manasıyla kullanılması halinde doğrudur. Nitekim «gaid» kelimesinin asıl anlamı in*sanların defi hacet yaptıkları yerin adı olsa bile sürekli mecazen büyük abdest yerine kullanılır. Bu yüzden «gatd» kelimesi nerede görülse akla hemen asıl manası değil, mecazi manası gelir,


Bana göre, «lems» (dokunma) kelimesi herne kadar İki anlama geli*yorsa da mecazi anlamı olan «cimanyı ifade etmektedir. [97]


Bize göre, âyetteki «kadınlara dokurtmakntan maksadın cinsi müna*sebet olduğunu kabul eden görüş tercihe daha şayandır. Zira bu görüş yu*karıda iktibas edilen hadislerle de teyid edilmektedir. Ayrıca «dokunmak» kelimesi kadınlara nisbet edildiğinde genel olarak tccima» anlamına gelir.


Yine «veti» (ayak basma) kelimesi de kadınlara nisbet edildiğinde yalnız*ca cinsj münasebet anlaşılmaktadır. Her ikisi de halk arasında böyle an*laşılır. En doğrusunu Allah bilir. [98]




Dördüncü Hüküm: Âyetteki «Temiz Toprak»Tan Maksat Nedir?



Lügat alimleri âyetteki «said» kelimesinin manasında İhtilaf etmişler*dir. Bazı lügatcilere göre «saidnden maksat «düz toprakntır. Bazı lügat alimlerine göre de «saidnden maksat yerde bulunan toprak ve benzeri şey*lerdir. Bazılarına göre ise, «said», bitki ve ağaç bulunmayan yer parçası demektir.


Fıkıh alimleri de lügat alimlerine istinad ederek teyemmüm edilecek toprak hususunda ihtilaf etmişlerdir. İmam-ı Azam Ebu Hanife'ye göre yer*den çıkan taş. toprak, kerpiç, kiremit gibi herşeyle teyemmüm edilmesi caizdir.


İmam Şafii (ra)'ye göre ise teyemmüm ancak el yere vurulduğu zaman c!e yapışan —kum hariç— toprakla yapılırsa caizdir.


Ebu Hanife'nin delili: Delil, âyetin zahiridir. Zira Ebu Hanife (ra)'ye göre teyemmüm, kasdetme manasırtdadır. Âyetteki «teyemmüm edin» em*rinin manası, «kastedin»dir. «Said» ise yeryüzünden kalkana denir. Buna göre âyetin anlamı, «siz, temiz bir yeri kastediniz»dir. Öyleyse yalnızca temiz bir yere kasdetmek kafidir. O yer ister taş, toprak olsun, ister ker*piç, tuğla ve kiremit gibi şeyler olsun farketmez.


İmam Ebu Yusuf (ra)'a göre İse teyemmüm edilecek şeyin ya toprak veya toprak gibi ince kum olması şarttır.


Şafii'nin delili: İmam Şafii (ra) iki yönle delil getirmiştir. Birisi şudur: Allah |cc) «saidnin temiz olmasını farz kılmıştır. Temiz yerden maksat da bitkilerin biteceği topraktır. Çünkü Allah (cc), «(Toprağı verimli) temiz mem*leketin nebatı, Rabbinin izniyle (bol) çıkar...» (Araf: 58) buyurmuştur. Bu âyet işaret ediyor ki, bitkinin bitmediği birşey (toprak) temiz olamaz. Bina*enaleyh temiz olan ancak topraktır. Teyemmüm de yalnız toprakla yapıla*bilir. Başka şeyle yapılamaz.


İkincisi ise şudur: Âyet. mutlak bir ifade ile varid olmuştur. Nitekim başka bir âyette de Allah (cc), «...O vakit tertemiz bir toprakta teyemmüm edin. Binaenaleyh (niyetle) ondan yüzlerinize ve ©iterinize sürün...» (Mai-de: 6) buyurmuştur. Bu âyette teyemmüm kelimesi Türkçe karşılığı «ondan» demek olan «mlnhü» kelimesiyle kayıtlanmıştır. Kayıt olan «nûnhü» zami-


ri kendinden önceki «toprak» kelimesine icra olunur. İşte bundan da an*laşılıyor ki, üzerinde toprak olmayan kaya parçasıyla veya herhangi bir cisimle teyemmüm etmek caiz olmaz. Teyemmüm ancak temiz toprakla olur, başka blrşeyle olmaz.


Burada İmam Şafii (ra)'nin görüşü tercihe daha şayandır. Bilhassa Resulullah (sav)'m, «Su bulunmadığı zaman müslümanın temizleyicisi (ab-destte kullanacağı şey) temiz topraktır.» hadisinden de teyemmümün yal*nız temiz toprakla yapılabileceği açıkça anlaşılmaktadır. [99]




Âyetten Alınacak Dersler



1- Sarhoş birinin sarhoşluk hali geçinceye kadar namaz kılması haramdır.


2- Cünüp olan bir kimseye namaz kılmak, Kur'an okumak ve cdmi-ye girmek haramdır.


3- Hastaların ve su bulamadıkları zaman yolcu ve abdestsizlerin te*yemmüm etmeleri caizdir.


4- Su bulunmayan yerde müslümanın abdesti ve guslü İçin temiz toprak kafidir.


5- Teyemmümde yüz ve dirseklere kadar ellere meshedilir. [100]

Prof. Dr. Sinsi 08-04-2012 03:25 AM

Tefsir Dersleri...
 

29. DERS ADAM ÖLDÜRMENİN GÜNAH VE CEZASI



92- Bir müminin diğer bir mümini yanlışlık eseri olmayarak öldür*mesi yakışmaz. Kim bir mümini yanlışlıkla öldürürse mümin bir köleyi aza-detmssl ve (Ölenin) ailesine (mirasçılarına) teslim edilecek bfr diyet (kan pahası) vermesi tazimdir. Meğerki onlar (o diyeti) sadaka olarak bağışla*mış oîsunlar. Eğer (öldürülen) mümin olmakla beraber size düşman bfr kavimden ise o zaman (öldürenin) mümin bir köle azadetmesi lazımdır. Şayet kendlterryle aranızda anlaşma okm bir kavimden ise o vakit miras*çılarına bir diyet vermek ve bir de mümin bir köle azadetmek gerekir. Kim (bunları) bulamazsa (bulmaktan aciz ise) Allah (tarafın)dan tövbestfnin kabulü) için birbiri ardınca iki ay oruç tutması icab eder. Allah, her (şeyi) bilendir, gerçek hüküm ve hikmet sahibidir.


93- Kim bfr mümini kasden öldürürse cezası, içinde ebedi kalıcı ol*mak üzere, cehennemdir. Al/ah ona gozabetmiştir, ona lanet etmiştir ve ona çok büyük bir azato hazırlamıştır.


94- Ey iman edenler, Allah (cc) yolunda harbe çıktığınız zaman (meselelerin) tam açıklanmasını bekleyin. Size (müslümanca) selem verene dünya hayatının (geçici) menfaatini arayarak, «Sen mümin değilsin» de*meyin, İşte Allah (cc) katında birçok ganimetler vardır. Evvelce siz de böyle iken Allch (cc) size lütfetti. O holde (meselelerin) iyice açıklanmasını bek*leyin. Şüphesiz ki Alfah ne yaparsınız hakkıyle haberdardır.




Âyetlerin Lafzi Tahlili



(Fetahrirü ): Hürriyet verme, azadetme.


(DiveUin): Diyet, ölen adamın varislerine kan bedeli olarak verilen para veya mal.


(Müsellemetün): Lugatto teslim edilen şey de*mektir. Âyetteki anlamı tse. öldürülen adamın varislerine diyet olarak tes*lim edilen mal demektir.

asadduk etme manasındodır.


(Mfsâgun): Söz vermek.


(Darcbtüm): Darb birkaç anlama gelir. Elfe, sopayla veya kılıçla yere vurmadır. Âyetteki anlamı ise yolculuk yapmadır.


(Fetebeyyenû): Tebeyyun, birşeyin açıklanmasını İs*temek.


(Esselâme) : Silahı atarak teslim olmak.


(Arada): Araz. yok olmaya mahkum olan şey de*mektir. Âyetteki manas! ise dünya metaldir.


(Meğânime): Meğânim. mağnem'in çoğuludur. Savaşta düşmandan ganimet olarak alınan mala denir. Âyette ise güzel ve çok büyük anlamındadır. [101]




Âyetlerin İcmali Manaları



Allah (cc). icmalen şöyle buyurmaktadır: Mümin bir kimseyi öldürmek, müminlerin haline Yak'Şmaz. Ancak hataen öldürürse, o zaman katilin bir mümin köleyi azadetmesi ve ölen kimsenin varislerine diyet ödemesi ge*rekmekledir Eğer onlar affederek kendi arzularıyla diyetten vazgeçerler*se o zaman diyet vermesi farz değildir.


Hataen öldürülen kimse mumm olmakla birlikte kafir ve düşman bir kavme mensubsa o zaman katile farz olan yalnızca bir köle azadetmektir. Öldürülen şahsın yakınları musluman olmadıklarından bunların müslü-manlara karşı savaşmaları her zaman mümkündür. Bu sebeble onlara ve*rilen diyet, muslumanlara karşı savaşmaları için mal vermek, dolayısıyla düşmonlora yardım etmek demektir.


Hotaen öldürülen kişi İslâm ülkesinde yaşayan ve cizyesini veren bir gayri müslim ise, katile farz olan, mümin bir köle azadetmek ve ölenin varislerine diyet Ödemektir.


Şayet katil köle azadedecek ve diyet ödeyecek güce sahip .değilse o zaman aralıksız olarak iki ay oruç tutması lazımdır. Bu do Allah (cc}'ın onların günahlarım affına sebeb olacak bir lutfudur. Allah (cc) herşeyi çok iyi bilen ve vazettiği kanunlarda da hüküm ve hikmet sahibidir.


Allah (cc( kasten adam öldürenlerin cezasını da şöyle beyan etmiştir: Kasdert adam öldüren için hataen öldüren gibi kefaret yoktur. Ona kafir*lere vadedrlen cehennemde ebedi olarak yanma cezası vadedilmiştlr. O dünyada da devamlı Allah (cc)'ın gazab ve lanetine müstahaktır. Bu dün*yadaki ceza, kıyamet günü çarpılacağı azabın dışındadır.


Cenabı Aflah, adam öldürmenin cezasını beyan ettikten sonra cihada çıkan müminlerin karşılarına çıkan İnsanları hemen öldürmemelerini, ke*sinlikle emin olmak İçin durumlarını araştırmalarını emretmektedir. Sa*vaşta da olsa bir kimsenin öldürülmesi için küfrünün tahakkuk etmesi la*zımdır. Şayet bir kimse silahını bırakıp müslümanlara teslim olur veya müsîüman olduğunu açıklarsa onun malına tamaen öldürülmesi haram*dır.


Allah (cc), müsiümanlara kendilerinin de daha önce müşrik ve kafir olduklarını hatırlatarak onları hidayete getirenin de kendisi olduğunu be*yan etmektedir. [102]




Ayetlerin Nüzul Sebebleri



1- Ebu Cehil'in anneden kardeşi Ayyaş bin Ebl Rebia Ira) İslâm'ı kabul ettikten sonra akraba ve kavminden korkarak Medine'ye kaçtı. An*nesi oğlu dönünceye kadar yemek yemeyeceğine, su içmeyeceğine ve bir gölgede oturmayacağına yemin etti. Kadının yemini üzerine Ebu Cehil, Haris bin Yezid ile birlikte Medine'ye kardeşinin yanına gitti. Ona, «Sen Muhammed'İn dini üzere değil misin? O sana sıla-i rahmi emretmiyor mu?» diye sordu. O da «Evet» dedi. Bunun üzerine Ebu Cehil, «Öyleyse senin dinine kimse karışmayacaktır. Mekke'ye dönerek annene iyilik yap.» dedi. Ayyaş bin Ebi Rebia (ra) onlarla birlikte Mekke'ye döndü. Mekke'ye yak*laşınca Ebu Cehil kardeşinin elini bağladı. Kendisi yüz değnek, arkasından da Haris yüz değnek vurdu. Bunun üzerine Ayyaş, Haris'e «Ebu Cehil kardeşim olduğu Icin vuruyor. Sen niçin vuruyorsun? Birgün seninle Kar*şılaşırsak seni öldüreceğim.» dedi.


Elleri bağlı olarak anneskıin yanma getirdiler. Annesi, «Eski dinine dönünceye kadar ellerini bağlı tutun» dedi. Ayyaş da taklyye yaparak es*ki dinine döndüğünü söyledi. Daha sonra yeniden Medine'ye hicret etti. Bu arada Haris bin Yezid de müsîüman oldu. Fakat Ayyaş bin Ebi Rebia (ra) onun müsîüman olduğunu bilmiyordu.'Bfrgün bir yerde karşılaştılar. Ayyaş, daha önceki niyetini gerçekleştirmek için onu öldürdü.


Daha sonra onun müsîüman olduğunu öğrenen Ayyaş, yaptığına piş*man olarak Resulullah (sav)'a geldi ve «Ya Resulullah, müsîüman oldu*ğunu bilmeden Haris'i öldürdüm.» dedi. Bunun üzerine, «Bîr müminin diğer bir mümini yonhşltk eseri olmayarak öldürmesi yakışmaz...» âyeti nazil oldu. [103]


2- Ahmed bin Hanbel (ra) ve Tirmizi, İbni Abbas (ra)'tan rivayet etmişlerdir: «Arapların Beni Selim kabilesinden bir kişi sahabilerin yanın*dan koyunlarıyla birlikte geçerken hoşnutsuzlukla selam verdi. Sahabiler, «Bu adam bizden korunmak (emin olmak) için selam verdi.» diyerek onu öldürdüler. Koyunlarını da alarak Resulullah (sav)'ın yanına geldiler. O anda, «Ey İman edenler, Allah (cc) yolunda harbe çıktığınız zaman...» âyeti nazil oldu. [104]




Ayetlerin Tefsirindeki İncelikler



Birinci İncelik: Birşeyi yasaklamak iki türlü oHır. Birisi o şeyin halini, diğeri de kendisini yasaklamadır. Birşeyin halini yasaklamak bizzat o şeyi yasaklamaktan daha tesirlidir. Nitekim AHah (cc), «Sizin Adabın peygam*berine eza vermeniz (doğru) ofmadıfğı gibi)...* (Ahzab: 53), «Alloha eş koşanların.., Allahm mescfdterlnl imar etmelerine {ehliyetleri) yoktur.» (Tevbe: 17) âyetleri, görüldüğü gibi, fiilleri değil, o fiilin halini yasaklamak*tadır. Ahzab süresindeki âyette, «Siz Allahm peygamberine eza verme*yin» yerine, «Slztn AMghın peygamberine eza yermeniz inancınızdan dolayı doğru olmaz.» ifadesi kullanılarak eziyet fiili İle beraber eziyetin düşünül*mesi dahi yasaklanmaktadır.


Tevbe süresindeki âyette ise, müşriklere direk olarak «Allahm mescid*lerini inşa etmeyin» denilmeyerek «Müşriklerin Aflahtn mescldlerlnl İnşa etmeye ehliyetleri yoktur.» denilerek o fiilin bizzat kendisi değil, onu düşün*mek, tasavvur etmek dahi engellenmiştir.


Mevzumuz âyette de Allah (cc), «Bir müminin başka bir mümini öl*dürmesi onun müminlik şanına yakışmaz» buyurmuştur. Zira adam öldür*mek veya ona benzer fiilleri mümin bir kimsenin imanlı iken yapması ta*savvur edilemez. Çünkü onun imanının iradesi üzerindeki hakimiyeti onun kasden adam öldürmesine mani olur. Şu kadar varki, mümin kişi bazan hataen adam öldürebilir.


İkinci İncelik: Âyette «affetme»nin «sadaka» olarak ifade edilmesi, jffın ne kadar faziletli birşey olduğunu gösterdiği gibi, hataen öldürülen adamın yakınlarını, katili affetmelerini ve diyeti almamalarını teşvik etmek*tedir. Dolayısıyla da müminlere yardımlaşma, bağışlama gibi güzel ahlâkı


öğütlemektedir.


Üçüncü incelik: Kasden adam öldürmenin ağır cezasını Allah (cc), «Kim bir mümini kasden Öldürürse c«ası, içinde ebedî kalıcı olmak üzere, cehennemdir. Allah ona gazab etmiştir, ona lanet etmiştir ve ona çok bü*yük bir azab hazırlamıştır.» şeklinde beyan etmiştir. Görüldüğü üzere Al*lah (cc), kasden adam öldüren bir katili üc ayrı ceza ile cezalandıracaktır.


1- O, cehennemde ebedi olarak kalacaktır.


2- Allah (cc)'ın gazab ve la*netini haketmiştir.


3- Allah (cc) ona ahirette şiddetli bir azab hazırla*mıştır.


Resulullah (sav) bir hadislerinde «Dünyanın zevali (yok edilmesi) Al*lah katında mümin bir kimsenin kasden öldürülmesinden daha hafiftir.» [105] buyurmuştur. Diğer bir hadisde de, «Bir müminin kasden öldürülmesine en küçük bir yardımda bulunan kişinin alnına kıyamet günü, «Allah (cc)'ın rahmetinden ümitsizdir.» yazılacaktır.» buyurulmuştur. [106]


Bu hadislerde kasden adam öldürmenin ne kadar büyük bir günah ol*duğu en acık bir ifade iîe bildirilmektedir. Hatta İbni Abbas (ra), kasden adam öldürenin tövbesinin kabul edilmeyeceği görüşündedir,


Zemahşerî. Keşşaf isimli tefsirinde şöyle der: «Ben o kavme hayret ederim ki, kasden adam öldürmenin cezasını bildiren âyet ve hadisleri ve İbni Abbas (ra)'ın bu husustaki görüşünü bildikleri halde yine de mü- min bir kimseyi öldüren ve tövbe etmeyen katilin affedilmesini diler ve beklerler. Onlar ya Kur'anı düşünerek okumuyorlar veya kalbleri karardığı için Kur'an onlara tesir etmiyor.»


Dördüncü incelik: Âyetteki, «Cehennemde ebedi kalıcıdır» ifadesi ya «bir mümini kasden öldürmek helaldir.» inancına sahip olanlara hamle^ dilir veya «Ebedi kalıcıdırlar» ifadesinden katilin cehennemde cok uzun zaman kalacağı anlaşılır. Zira lügat alimleri âyetteki ebediyeti ifade eden «hüküd» kelimesinin «uzun müddet» karşılığında kullanıldığını söylemek-. tedirler. Nitekim halk içerisinde «Allah (cc) o kimseyi ebediyven mesud etsin» veya «Ebediyyen hapiste kalsın» denilince bundan kasdedilen uzun müddettir. Bu ifadelerden sonsuzu ifade eden ebediyyet anlaşılmaz. Çünkü . dünyada sonsuz kalacak birşey yoktur. Görüldüğü gibi, «hüküd» kelimesi çok zaman sonsuz değil «uzun zamanm ifade eder. Ehli sünnet alimleri âyetteki ebediyeti ifade eden kelimeyi «cok uzun zaman» olarak anlamış*lardır. Buna göre kasden adam öldüren bir katil cehennemde ebediyyen değil, sonsuzmuş gibi gelen cok uzun bir 2oman kalacaktır. Çünkü cehen*nemde ebediyyen kalmak yalnızca mülhid (hiçbir şeye İnanmayan) ve müşrik kafirlere mahsustur. Allahu taala onlar için, «Onun içinde ebedi kalı*cıdırlar onlar. Onlardan azab da hafifletilmez. Kendilerinin yüzlerine de bakılmaz.» ve «Şüphesiz ki Allah, kendisine eş tanınmasını yarlığamaz. Ondan başkasını, dileyeceği kimseler için yarlığor. Kim Allaha eş tutarsa muhakkak pek büyük bir günah ile iftira etmiş olur.» (Nisa: 48) buyurmuştur. Kasden adam öldüren kimse hiçbir zaman mülhid ve müşrik sayıla-" maz. Ancak mümin bir kimsenin kasden öldürülmesini helal bilirse mümin •', olmaktan çıkar, inkarcı bir kafir hükmüne girer ki, o zaman yukarıdaki âyet*te bildirildiği gibi ebedi cehennemde kalır. Yoksa bir mümin, bir mümini öldürmenin haram olduğuna İnandığı halde o büyük cinayeti İşlerse ve sonra da tövbe ederse elbetteki cehennemde ebedî kalmaz. Çünkü o, ce*hennemde ebedî kalacak kimselerden değildir, işlediği cinayet de onu din*den çıkarmaz. Çünkü onun işlediği günah büyük günahlardandır.


Sadettin Taftazzani. bu hususta şöyle der: «Müminler büyük günah işledikten sonra tevbe etmeden ötseler bile cehennemde ebedi kalmaya*caklardır. Zira Allah (cc), «Kim zerre ağırlığınca bir hayır yapıyor (îdiy se onu(n sevabını) görecektir.» (Zilzal: 7) buyurmuştur. Bu âyette hayır işle*yen kimsenin ahiretîe karşılığını mutlaka göreceğini bildirmektedir. Onun karşılığı da cennettir. Zira Cenabı Hakk, «Hakikaten İman edip de İyi amel (ve hareketlerde bulunanfor(a gelince): onların konakları da firdevs cen*netleridir.» (Kehf: 107) buyurmuştur. Allah (cc), bu ve benzeri âyetlerde cennete kavuşmanın yalnız iman ve salih amelle olacağını bildirmektedir.


Üstelik bu âyetlerde büyük günahlardan kaçınmak kaydı da yoktur. Bu âyetler, müminlerden büyük günah işleyenlerin cehennemde ebedî kal-mayacaktonna delalet etmektedir. Zira cehennemde ebedi kalacak olsa*lardı Allah (cc), müminlerin —îster büyük günah işlesinler, İster işlemesin*ler— cennete gireceklerini vadetmezdi. Vadedilen cennet, hiçbir ceza görmeden doğrudan cennete girmek değildir. Elbette herkes dünyada işlediği günahın cezasını ahrette çekecektir. Cezalar bittikten sonra ce*hennemden çıkarılarak onlara ovadedilen cennete konulacaklardır.» [107] Al*lah (cc) bütün müminler g:=bi katillerin tövbelerini de kabul eder. Çünkü Allah (cc), «Onlar bitmediler mi M şüphesiz Allah, kullarından sadır olan tövbeyi kabul edecektir...» (Tövbe: 104) buyurmuştur. Şüphesiz Allah (ac)'-ın âyette «kullar.m» dediği kimseler müminlerdir. Bir mümini kasden öldü*ren de imanlı olduğuna göre Allah (cc)'ın kullarından biridir. Allah (cc) diğer kullarının tövbelerini kabul ettiği gibi adil olduğu ipin onun tövbe sini de kabul eder. Tövbesi kabul edilen kul da er veya geç cennete gire*cektir. [108]




Ayetlerdeki Şer'ı Hükümler


Birinci Hüküm: Adam Öldürme Kaç Türlüdür? Bunların Hangisinde Ke*faret Vermek Farzdır?



Allah (cc). adam öldürmede kısası, «Ey iman edenler, maktuller hak-kında sfze kısas yazıldı (farz edildi). (Bakara: 178) âyetiyle farz kılmıştır. Mevzu m uz âyette de hataen adam öldürenler için diyet ve kefaret farz kılınmaktadır. Bu âyetlerden anlaşılıyor ki, kısastn farz olduğu adam öl*dürme, hataen değil, kasden yapılan öldürmedir.


İmam Malik (ra)'a-göre adam öldürme ya kast-ı mahsusla yapılır veya hataen. Adam öldürmenin üçüncü bir şekli yoktur. Zira adom öldüren kim*se öldürmeyi kasdederek atmış veya vurmuşsa buna şeriat dilinde kasden adam öldürme denir. İkinci şekli ise öldürmeyi kasdetmeden atması veya vurmasıdır. Burada adamın niyeti başka olduğu halde adama isabet ede*rek onu öldürmüştür. Şeriat ıstılahında buna da hataen öldürme denir. Al*lah (cc)'ın kelamında bu iki tür öldürmenin dışında başka bir öldürme şek*li yoktur.


Fakihlerin cumhuruna göre ise adam öldürmenin üç şekli vardır :


1- Kasden öldürmek


2- Hataen öldürmek


3- Kosde benzer bir şekilde öldürmek (şibh-i amd).


1- Kasden adam öldürmek, kılıçla, bıçakla, silahla veya öldürücü bir aletle biterek bir adamı Öldürmektir. Bu tür adam Öldürmenin cezası kısastır. Zira kati! adama öyle birşeyle kasdetmiştir ki, o alet umumiyetle öldürücü bir alettir.


2- Hataen adam öldürmek ise iki kısımdır. Birincisi, adam bir müş-riği veya bir av hayvanını öldürmek kasdı İle atar, kasdettlği şeyi değil bir müslümanı vurarak öldürür. İkincisi ise üzermde küfür alameti gördüğü bir adamı müşrik zannıyla öldürür. Halbuki öldürdüğü kimse müşrik değil, müslümandır. Bu iki şekildeki öldürmeye de hataen öldürme denilir. Çün*kü birincide fiilde hata, ikincide ise kasıtta hata vardır.


3- Kasde benzer öldürme ise öldürücü bir silahla olmayan, ince bir sopa, taş veya elle vurularak yapılan öldürmeye denir. Bu şekildeki öldür*me bir hatadır fakat öldürenin kasdı adamı döğmektir. Ancak vurduğu alet öldürücü olmadığından bu öldürme olayına da hataen öldürme denir. Vuruşu kasıtlı olduğu için de şibh-i amd (kasde benzer) Öldürme denir.


Kurtubî bu hususta şöyie der: «Kasde benzer adam öldürmenin var*olduğunu isbat edenler Şa'bi, Servî, Irak alimleri ve İmam Şafii (ra)'dir. Kasde benzer öldürme Hz. Ali ve Hz. Ömer'den de rivayet edilmiştir. Sahih olan da kasde benzer öldürmenin var olduğunu kabul edenlerin görüşüdür. Zira kanlar (kısas) herşeyden daha çok ihtiyat ve dikkat edilmeye şayan*dır. Asıl olan İnsanların kanlarını korumaktır. İslâm'da kan dökmek an*cak kısas ile olur. Bunun mubah olması da hiçbir şüphe götürmeyen açık bir cinayetle olur. Kasde benzer öldürmede İse şüphe vardır. Zira bu, hata ile kasıt arasında tereddütte kalma halidir. Çünkü yukarıda belirt*tiğimiz gibi vuruş kasıtlıdır fakat öldürmede hiçbir kasıt yoktur. Vurulan alet (taş, sopa, el) esasta öldürme aleti olmadığı için öldürme hadisesi hiçbir zaman kasıtlı sayılamaz. Kasıt sayılamadığından da kısas uygula*namaz. Kasde benzeyen öldürmenin diyeti hataen öldürmenin diyetinden daha fazla olur. Bunu ifade eden hadisler de vardır. Bunlardan bir tanesi Ebu Davud'un Abdullah bin Amr (ra)'dan rivayet ettiği şu hadisdir: tKas-de benzer bir hata İle (sibh-i amd) adam öldürenin diyeti yüz devedir. Bu yüz deveden kırk tanesinin de hamile' olmaları şarttır.» [109] Resulullahın bu sözü de şibh-i amdin mevcudiyetini isbat etmektedir.


Cumhurun şibh-i amdi isbat İçin delilleri:


''Şüphesiz insanların batınlarına muttali olamadığımız için zahir olanla hükmetmek zorundayız. Birisi diğerini öldürücü bir alet ve silahla öldürse onun kasden adam öldürdüğüne hükmederiz. Zira öldürücü bir aletle vur*mak öldürme kastından başka birşeyi göstermez.


Bir kimse diğer bir kimseyi eliyle veya öldürücü olmayan birşeyle öl*dürürse o zaman kasıtla hata arasında tereddüt olur. Çünkü cinayet aleti öldürücü bir alet veya bir silah değilse biie ortada bir vurmak kasdı vardır. Biz buna kasde benzer öldürme (şibh-i amd} deriz. Bu değerlendirme bize göredir. Ancak hakikatte öldürme ya kasden veya hataendir. Bu ücuncü şekilde ise vuruş yönünden kasıt olmakla birlikte kullanılan aletin öldürü*cü olmaması bakımından hataendir. Öldürme hadisesinde tam bir kasıt olmadığı ipin bu tür öldürmelerden kısas düşmektedir. Öldürme olayı mü*cerret bir hatadan da olmadığı için ödenecek diyet hataen öldürmenin diyetinden daha fazla olmalıdır.


Cumhur, şibh-i amdin isbatı hususunda Ebu Davud'un Abdullah bin Amr (ra)'den rivayet ettiği yukarıda gecen hadise dayandıkları gibi, İmam Hanbel (ra), Ebu Davud ve Nesaİ'nin rivayet ettikleri. «Resulullah (sav), Mekke'nin fethinde okudukları hutbelerinde, «Haberiniz olsun. Kasıtlı hata ile öldürülen adamın diyeti daha ağırdır.» buyurmuştum, hadisine de da*yanırlar.[110]




İkinci Hüküm: Kasden Adam Öldürme Ve Cezası Nedir?



Kasden adam öldürme kısası icabettirmektir. Ayrıca katil anne veya babasını öldürmüşse onların mirasından da mahrum kalır. Bu hususta bü*tün fakihler ittifak etmişlerdir.


İmam Şafii (ra) ve İmam Hanbel (ra)'e göre, öldürülen kişinin velisinin kısası affetmesi halinde katilin kefaret vermesi farzdır. Bu görüşlerini Ah-med bin Hanbel (ra)'in Vailet bin Eskaf'tan rivayet edilen. Arapların Beni Selim kabilesinden birkaç kişi gelerek Resulullah (sav)'a «Ya Resulullah (sav), 'bir arkadaşımız bir adam öldürdü.» dediler. Resulullah (sav), «O ca*ni kişi bir köle azat etsin ki, Allah (cc), azad ettiği kölenin uzuvlarına kar*şılık kendi uzuvlarını ateşten azad etsin." buyurdu.» [111] hadisine dayandır*maktadırlar. Hadis kasıtlı öldürmelerde de kefaretin farz olduğuna açıkça delalet etmektedir.


İmam Ebu Hanife (ra)'ye göre, kasden adam öldürene kefaret yoktur Çünkü kefarette ibadet manası vardır. Kasden adam öldürmek ise büyük günahlardandır. Büyük günahlar hiçbir zaman ibadete sebeb olamazlar. Öyleyse kasden adam öldüren için kefaret farz değildir.


İmam Ebu Hanife (ra)'nin bu görüşüne İmam Şafii (ra) şöyle cevap vermektedir: Hataen adam öldürmekte, kefaret İcabediyor da kasden a-dam öldürmekte niçin icabetmesin?


Ebu Hanife (ra) ye göre, kefaret Allah (cc)'ın farz kıldığı hükümler için*dir. Kasden adam öldürmekte ise Allah (cc) kefaret verilmesini farz Ki I -maınıştır. Binaenaleyh, kasden adam öldüren katilin kefaret vermesi farz değildir.


İbni Munzır, bu hususta şöyle demektedir: «Biz de imam-ı Azam (ra)'-ın hükmettiği gibi hükmederiz. Zira kefaretler ibadettirler. Hiçkimse kitap*ta, sünnette ve icma-i ümmette farz edilmeyen birşeyj farz kılma yetkisine sahip değildir. «Kasden adam öldürmede de kefaret vermek farzdır» diyen kimsenin farz olduğuna dair kitap, sünnet ve İcmadan bir delili yoktur. Biz eğer «Kosden adam öldürmede kefaret vermek farzdır» dersek nassa kendimizden bir ilave yapmış oluruz. Böyle bir yetkiye ise Peygamberden başta kimse sahip değildir.» [112]


Fakihler kasden (amden) adam öldürmekle kasde benzer, öldürme (şibh-i amed)in manalarında İhtilaf ederek birkaç görüşe ayrılmışlardır. Bu görüşlerden en meşhurları üç tanesidir:


1.) Kasden adam öldürme herhangi bir kesici, öldürücü silahla veya, yakarak öldürmedir. Taşla, sopayla veya kesici olmayan birşeyle yapılan öldürme ise şibh-i amddir. Bu, Ebu Hanife'nin görüşüdür. Ki Ebu Hanife (ra), «Kesici olmayan ağır birşeyle vurmakta, kısas yoktur. Velevkİ vur*duğu ağır şey Ebu Kubays dağı olsun.» demektedir.


2.) Kasden adam öldürme (amd). öldürmek kosdıyla vurmaktır. Vuru*lan şey ister silah, ister taş, sopa ve benzeri şeyler olsun farketmez. Ye-terki vurulan şeyin kasıtlı olarak vurulduğu zaman öldüreceği kesin olsun. Şibh-i amd ise, vurulan şeyin kesinlikle öldürücü olmamasıdır. Bu da imam Ebu Yusuf (ra) ve İmam Muhammed (ra)'in görüşleridir


3.) Kasden (amd) adam öldürme, vurulan alet ne olursa olsun vuruş*taki kasıt adamı öldürmek ise ve adamın bu vuruştan dolayı öldüğü tahakfından yakın akrabolannca verilmesi gerektiğine hükmetmiştir.» der. İmam Şafii (ra)'nln İşaret ettiği bu mesele ile İlgili olarak Buhari ve Müslim'in Ebu Hureyre (ra)'den rivayet ettikleri, «Arapların Hüzeyl kabilesinden kav*ga eden iki kadtndan biri diğerini attığı taşla öldürdü, ölen kadın hamile idi. Kabileden bir heyet gelerek Resulü İlah (sav)'tan bu hadise hakkında bir hüküm istediler. Resulullah (sav) da katil kadının ölen kadının karnın*daki çocuğa karşılık bir köle ozad etmesini, katil kadının baba tarafından yakın akrabalarının da ölen kadının diyetini ödemelerine hükmetti.» ha*disi de tesblt edilmiştir.» [113] [114]

Prof. Dr. Sinsi 08-04-2012 03:25 AM

Tefsir Dersleri...
 

Mühim Bir Uyari:

öldürülen bir kimsenin diyetinin katil tarafından değil de katilin ba*ba tarafından yakın akrabalarınca verilmesi neden İcabetmektedir? Çünkü cinayeti yakın akrabalar değil katilin kendisi işlemiştir. Allahu teala da «Herkesin kazanacağı kendisinden başkasına ait değildir. Günahkâr hiç*bir nefis diğerinin yükünü taşımaz.» (En'am: 164) buyurmaktadır. Burada ise bir cinayetin katili olmadıkları halde yakın akrabaları diyetini vermekle katilin yükünü yüklenmiş olmuyorlar mı?


Bu soruya şöyle cevap vermeye çalışalım: Diyetin katilin baba tara*fından yakın akrabalarınca ödenmesi, bir kimsenin günahının diğer bir kimseye yüklenilmesi demek değildir. Diyetin baba-tarafından yakın akra*balar tarafından verilmesi karşılıklı yardımlaşmanın bir gereğidir. Bu yar*dımlaşma İse Araplar arasında cahiliyet döneminde de bir örf olarak yapıl*maktaydı. Bu yardımlaşmayı güzel ahlaktan sayarlardı. Resulullah (sav) da güzel ahlakı tamamlamak için gönderilmiştir. Birisine yardım etmek, nusret vermek, borçlandığı zaman borcunu üzerine almak da güzel ahlak-dandır. Bunları yapmak İse İnsanların anlaşmalarını ve aralarındaki sevgiyi kuvvetlendirir ve çoğaltır. İşte bundan dolayı diyetin, katilin baba ta*rafından yakın akrabalarınca ödenmesi de güzel huylardan olduğu İçin İslâm onu aynen kabul etmiştir.


Beşinci hüküm: Kasden veya hataen adam öldürmede verilen diye* tin miktarı ne kadardır?


Alimler hataen işlenen cinayette diyetin katilin babasının yakın ak*rabaları tarafından ödenmesinin farz olduğunda İttifak etmişlerdir. Bu di*yet ise yüz devedir. Bu diyetin üç yılda ve eşit taksitler halinde ödenmesi farzdır.


Ödenecek bu diyet beş kısma ayrılır, ibni Mes'ud (ra), bu hususta Resulullah'tan şu rivayeti yapmıştır: «Resulullah (ra) hataen adam öldür*mede 20 tane bir yaşını doldurmuş dişi deve yavrusu, 20 tane bir yaşını doldurmuş erkek deve yavrusu, 20 tane iki yaşını doldurmuş dişi deve yavrusu, 20 tane üç yaşını doldurmuş dişi deve yavrusu, 20 tane de dört yaşını doldurmuş dişi deve yavrusu verilmesine hükmetmiştir.» [115]


Kasde benzer (şibh-İ amd) odam öldürmenin diyeti ise üç kısma ay*rılır. 40 tane hamile deve, 30 tane dört yaşını doldurmuş dişi deve, 30 ta*ne üç yaşını doldurmuş dişi devedir. Bu diyeti katilin babasının yakın ak*rabalarının vermeleri farzdır.


İmam Malik (ra) ile İmam Ebu Hanife (ra) kasden adam öldürmenin diyeti konusunda hiçbir görüş beyan etmemişlerdir. İmam Şafii (ra)'ye gö*re kasden adam öldürmenin diyeti şibh-İ amdin diyeti gibidir. Yalnız bu diyetin katilin babasının yakın akrabaları tarafından değil, bizzat katilin malından verilmesi farzdır.


Kurtubî şöyle der: «Alimlere göre kasden öldürmenin diyetini katilin babasının yakın akrabaları ödemezler. Bu diyetin katilin malından verilme*si farzdır. Alimler bunda icma etmişlerdir.» [116]


ibni Cevzî de diyetler konusunda şunları söyler: «Altı çeşit diyet var*dır. Altın olursa 100 tane, gümüşten olursa 12.000 dirhem, deveden veri*lirse 100. sığırdan verilirse 200, koyundan 10000 tane, İpek elbiseden olur*sa 200 adet verilir. Bu diyet müslüman hür bir erkeğin diyetidir. Müslüman hür bir kadının diyeti ise bunun yarısıdır.» [117] Bu görüş fasihlerin cum*hurunun görüşüdür. Imam-ı Azam (ra) da cumhura uymuştur. Ancak o, di*yet gümüş olarak verilecek olurso 12.000 değil, 10.0000 dirhem olduğu gö*rüşündedir. [118]


Altıncı hüküm: Kasden adam öldüren katilin tövbesi kabul edilir mi?


Alimlerin bazılarına göre kasden adam Öldürenin tövbesi kabul edil*mez. İbnl Abbas (ra) da bu görüştedir. Bu hususta Buharı, Said bin Cü-beyr (ra)'den şu rivayeti yapmıştır: «Küfe alimleri kasden adam öldüren katilin tövbesi hususunda ihtilaf ederek İbnl Abbas (ra)'a gittiler. O da.


«Kim bir mümini kasden öldürürse cezası ebedi kalıcı olmak üzere cehen*nemdir.» âyeti bu hususta nazil olan en son âyettir. Bundan sonra bu âyeti nesheden bir âyet nazil olmadı.» dedi.» [119]


Nesal, Said bin Cübeyr (ra)'den şu rivayeti yapmıştır: «Ben, fbnl Ab-bas (ra)'dan kasden adam öldürenin tövbesinin kabul edilip edilmeye*ceğini sordum. «Hayır, kabul edilmez.» cevabını verince, «Onlar ki (müs-İümanJar) Alfanın yanına başka bir tann daha (katıp) tapmazlar. Allanın haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar, zina etmezler. Kim bunlar(dan birini) yaparsa cezaya çarpar.» (Furkon: 6 âyetini okudum. Bunun üze*rine o, «Senin okuduğun âyet Mekke'de nazil olan âyetlerdendir. Okudu*ğun âyetin hükmünü Medine'de nazil olan, «Kim bir mümini kasden öldü' rürse cezası, içinde ebedi kalıcı olmak üzere cehennemdir...* âyeti nes-hetmiştlr.» dedi.» [120]


İbnl Cerlr et-Taberî, senediyle Salim bin Ebi el-Cat'tan rivayet etmiş*tir: «ibni Abbas (ra)'in gözlen hastalıktan dolayı kapandıktan sonra ya*nında bulunuyorduk. Birkişi yanına gelerek ona, «Ey Abdullah bin Abbas (ra), kasden adam Öldüren katil hakkında ne dersiniz?» diye sordu, O, Kim bir mümini kasden öldürürse...» âyetini okuyarak cevap verdi, O kimse, «Peki katil tövbe etse, imanını yenüese ve sal in amelde bulunsa ne dersiniz?» dedi. Bu defa İbni Abbas (ra), «Sen kendini kaybetmişsin. Onun tevbesl nereden kabul edilecek? Hayatım kudret elinde olan Allah (cc)'a yemin ederim ki, ben sizin peygamberinizden duydum tâ O, «Kıya*met günü katil başı sağ veya sol eliyle bağlı olarak arkadaşı (öldürdüğü adam) tarafından elinden tutulup bütün vücud hücrelerinden kanlar aka oka getirilerek Cenabı Allaha, «Şu kuluna sor, beni niçin öldürdü?» diye söyleyecektir.» buyurmuştur. Sizin peygamberinizden ve kitabınızdan son*ra başka bir peygamber ve kitap gelmiş midir?» diyerek cevap verdi.» [121]


Fakİhlerin cumhuruna göre ise kasden adam öldürenin tövbesi kabul edilir. Cumhur bu görüşü birkaç delille isbat ederler. Bu delilleri özetle aşağıya aktarıyoruz.


1.) Küfür, kasden adam Öldürmekten daha büyük günah olduğu hal*de ondan dönülüp tövbe edilebildiği ve bu tövbe kabul edildiği halde kas*den adam Öldürenin tövbesi neden kabul edilmesin. Adam öldürmek kü-


fürden daha hafif bir suc olduğuna göre onun tövbesinin kabulü diğerin*den daha evladır. Çünkü hiçbir zaman küfürle kasden adam öldürmek bir*birine eşit olamaz.


2.) Allah (cc), «Şüphesiz ki Atlah, kendin» eş tanınmasını yarlığamaz. Ondan başkasını dileyeceği kimseler *ç!n yarlığar.» (Nisa: 48) buyurmuş*tur. Ayetteki «ondan başkası» tabirinden maksat, şirk dışında kalan gü*nahlardır. Bu günahlardan bir tanesi de kasden adam öldürmektir, öyley*se bu âyet açık olarak kasden adam öldüren kimsenin de tövbesinin kabuf edilebileceğine delalet etmektedir.


3.) Allah (cc), «Onlar ki Allanın yanına başka bir tann (katıp) tap*mazlar, Atlanın haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar, zina etmezler. Kim bunFardan birini yaparsa cezaya çarpar. Kıyamet gününde azabı kat-merleşir ve o (azabın) fçlnde hor ve hakir ebedi bırakılır. Meğer ki (slrkden) tövbe edlb iyi amel (ve hareketjde bulunan kimseler ola...» (Furkon; 68-70) buyurmuştur. Bu âyetler her çeşit günah İçin yapılacak tövbenin ka*bul edileceğine kesin bir nasstır. Kasden adam öldürme de bir günah ol* duğuna göre o do naklettiğimiz âyetlerin ihtiva ettiği günahların tövbe*lerinin kabulü İçine girmektedir.


4.) Buhari ve Müslim'in rivayet ettiği, «Siz bana Allah (cc)'a İbadeti*nizde herhangi birşeyl ortak koşmayacağınıza, zina yapmayacağınıza ve Allah (cc)'ın haram kıldığı haksız yere adam Öldürmeyeceğinize biat edi*niz... Her kim şirkin dışında bir günah işler de onu Allah (cc)'tan başka kimse bilmezse onun cezası Allah (ccj'o aittir. Dilerse affeder, dilerse azab eder.» hadisidir. Bu hadis de gösteriyor ki, bütün günahların tövbesi kabul edildiği gibi şirkin dahi tövbesi kabul edilebilir.


5.) Müslim'in-Ebu Said el-Hudri (ro)'den rivayet ettiği, «Beni İsrail İçinde bir kimse vardı. O, doksan dokuz insan öldürmüştü. Sonra bu adam evinden çıkıp (o zammın büyük alimlerine bu cinayetlerin tövbe ile affı İmkanını) sormaya başlamıştı. (İbtida) bir rahibe varıp sordu. Ve, «Acaba benim için tövbe var mıdır?» dedi. Rahip. «Hayır yoktur.» diye cevap verdi. Katil rahibi de öldürdü. Sonra yine sormaya başladı. Bir kişi ona, «Sen filan köye (Nusrat köyüne) ve (oradaki) filan mabede git. Orada birtakım insanlar Allaha ibadet ederler. Sen de onlarla beraber Allah (cc)'a İbadet, günahlarından tövbe et ve bir daha memleketine dönme. Çünkü orası kötü bir yerdir.* dedi. Adam Nusret köyüne doğru ola çıktı. Yolun tam yarısına vardığında ölüm erişti. Tövbekar olmak İçin gittiği köye- doğru göğsü ile yönelerek öldü. Rahmet melekleriyle azab melekleri çekişmeye


başladılar. Rahmet melekleri: «Bu adam tövbe ederek ve kalbiyle Allah (cc)'a yönelerek bize doğru geldi.» diyorlardı. Azab melekleri de; «Bu adam asla hayır işlememiştir.» diyorlardı. Bu sırada insan suretinde bir melek geldi. Her İki taraf bu meleği aralarında hakem yaptılar. O roeiek; «Şimdi siz buradan İtibaren geldiği köy ile gideceği köyün mesafelerini ölçüp birbirine tatbik ediniz. Öldüğü yer iki köyden hangisine yakın ise mü*teveffa o köye ait olur.» dedi. Bunun üzerine Allah (cc), müteveffanın ken*di köyüne «Biraz uzaklaş!», gideceği köye de «Biraz yaklaş!» diye vahyet-tî. Rahmet ve azab meleklerine de «Haydi şimdi her iki tarafı ölçerek iki*si arasındaki mesafeyi mukayese ediniz!» diye emretti. Müteveffa tövbe köyüne bir karış daha yakın bulundu ve bu cihetle mağfiret olundu.» ha*disidir. [122] Bu hadis de kasden adam öldürenin tövbesinin kesinlikle Ka*bul edileceğini göstermektedir.


Allame Şevkani şöyle der: «Hak olan tövbe kapısı, o kapıdan girmek isteyen herkes için açıktır. Günahların en büyüğü, en şiddetlisi olduğu hal*de şirkten bile tövbe edilir. Ondan küçük olan günahların da tövbelerinin kabul edilmesi lazımdır. Tövbesi kabul edilen günahlardan birisi de şüp*hesiz kasden adam öldürmektir. Şüphesiz Allah (cc) hakimlerin en iyi hü*küm verenidir. Dilediği insana dilediği gibi hüküm verir.» [123]




Ayetlerden Alinacak Dersler



1.) Müminlerin kanını akıtmak ateşte ebedi kalmayı icabettiren bü*yük günahlardandır.


2.) Yanlışlıkla adam öldürmede kısas yok, kefaret ve diyet vardır


3.) Öldürülen kişinin yakınları katili affederlerse diyet düşer. Fakat katilin kefaret vermesi lazımdır.


4.) Kefaret, mümin bir köleyi azad etmek, köle azad edemediği tak*dirde hiç ara vermeden 2 ay oruç tutmaktır.


5.) Yalnız şüphe için adam öldürmek caiz değildir.

Prof. Dr. Sinsi 08-04-2012 03:25 AM

Tefsir Dersleri...
 

30. DERS SAVAŞTA NAMAZ KILMA



101 — Yeryüzünde sefere çıktığınız zaman, eğer kafirlerin size fena*lık yapacağından endişe ederseniz, namazdan kısaltmanızda üzeriniz» bir vebal yoktur. Şüphesiz ki kafirler sizin apaçık düşmanımzdır.


102 — Sen de İçlerinde bulunup da kendilerine namaz kıldırdığın ve-kit onlardan bir kısmı seninle birlikte dursun, silahlarını (yanlarına) alsın*lar. Bu suretle secde ettikleri zaman da arka tarafınızda bulun(up düş*mana karşı dur)sunlar. (Bundan sonra) henüz namazını kılmamış olan di*ğer kısmı gelip senlnte beraber namazlarım kılsınlar ve onlar da ihtiyat tedbirlerini ve silahlarını alsınlar. O küfredenler arzu eder ki siz silahla-. nnızdan ve eşyanızdan gafil olsanız âa üstünüze derhal bir baskın yapsın*lar. Eğer size yağmurdan bir eziyet olursa, yahud hasta bulunursanız si*lahlarınızı koymanızda bir vebal yoktur. (Fakat yine) bütün İhtiyad tedbirle*rini alın. Şüphe yoktur ki Ai'ch kafirlere hor ve hakir edici bir azob hazır*lamıştır.


103 — Artık namazı bitirdiğiniz vakit ayakta iken, otururken ve yan*larınız üzerindeyken Aliahı anın. Sükun ve emniyet haline geldiğiniz vakit İse namazı dosdoğru kılın. Çünkü namaz müminler üzerine vakitleri b*IM bir farz olmuştur.


104 — (Düşmanlarınız olan) kavmi aramakta (takip etmekte) gevşek davranmayın. Siz acı duyuyorsanız, şüphesiz ki onlar da sizin duyduğunuz o acı gibi acı duyarlar. Halbuki siz Allahtan onların ümid edemeyecekleri şeyleri umuyorsunuz. Allah gerçek bilicidir vegane hüküm ve hikmet sahi*bidir.


105 — Hakikat, biz sana kitabı —Allanın şano gösterdiği vecih II» İnsanlar arasında hükmetmen İçin— hak olarak İndirdik, hainlere bir mü-dafact olma.


106 — Ve Allohtan mağfiret İste. Çünkü Allah çok yarlığayıcı, çok esirgeyicidir.


107 — Nefislerine hainlik etmiş kimselerden yana mücadele etme, Çünkü Allah hainlikte İleri gitmiş günahkarları sevmez.




Ayetlerin Lafzı Tahlili



(Darebtüm): Darabtüm, darb kökünden türemiştir. Dorb vurmak anlamına gelmekle birlikte yolculuğa da denir. Bu İkinci anlamı insanın yürürken ayağını yere vurmasından kinayedir. Âyetteki anlamı yürümektir.


(Taksurû): Kasr kökünden türemiştir. Kasr, birşeyin sayısında veya şeklinde kısaltma yapmaya denir.


(Yeftlneküm): Yeftineküm, fitne kökünden


gelir. Fitne, imtihan ve tecrübe etmedir. Hem hayırda, hem de serde kul*lanılır. Âyetteki manası İse serde kullanmadır.


(Aduvven mübinen): Adüv, düşman, mübln acık


(Hızrehüm): Zel'in cezmi ile korkulacak birşey-den sakınma manosındadır.


(To'fülune): Gafletten gelir. Birşeyl sehven yap*mak demektir.


(Cünâha): Cünah, günah demektir


(Kadaytüm): Birşeyi yapmak, bitirmek, i


(İtmâ'nentüm): Lügatta birşeyi yaptığı zaman


üzerinde durmaktır. Âyetteki manası fse, sizden korku gittiği, yani üzeri*nizden kalktığı demektir.


(Kitaben mevkuten): Kitab. farz kılınmış, mevku-


ten, vakitleri tayin edilmiş demektir.


(Tehinû): Vehn kökünden gelen tehfnu, zayıflama demektir.


(İbtiğâllgavmi).- Ibtlga, taleb etme, arama mana-sındadır. beklemek demektir.


(Ta'femûne): Elem kökünden gelir acı demektir.


(Vetercûne): Rica kökünden gelir, emel ve blrşev


(Hasimen): Hasîm, müdafa manaatndadrr.


(Gafuren rahimen): Mağfireti ve rahmeti çok




Ayetlerin İcmali Manaları



Ey müminler, cihat, seyehat ve ticaret için yolculuk yaptığınız za*manlarda farz namazlarınızı kısaltarak kılmcnızda bir vebal yoktur. Dört rekatlı farzlarınızı kısaltarak iki rekat halinde kılınız. Zira İslâm kolaylık di*nidir. Allah (cc) size zorluğu değil, kolaylığı diler. Bilhassa kafirlerden korktuğunuz zaman. Ki onlar sizin açık düşmanlarınızda. Yapacakları bir*şeyi Allah (cc)'tan korkmadan, çekinmeden yaparlar. Allah (cc)'ın zikri İle meşgul olduğunuz vakit dahi onlar tarafından öldürülmenize mani de*ğildir Çünkü onlar her yer ve zamanda sizin düşmamnızdrr.


Ya Muhammed (sav), arkadaşlarınla birlikte savaşırken onlara İmam olarak namaz kıldıracağın zaman onları iki kısma ayır. Bir kısmı seninle namaza durduğunda diğer kısım sizi düşmanlardan korumak için silahlı o-larak nöbet tutsun. Birinci kısımla bir rekat namaz kılıp secdelerini İkmal ettikten sonra onlar çekilsinler. Daha Önce nöbet tutan ikinci kısım gelip sana uysunlar. Birinci kısımdakilerin seninle namaz kıldıkları gibi kılsınlar. Bunlarda seninle bir rekat kıldıktan sonra kalan bir rekat namazlarını ken*di kendilerine tamamlasınlar.


taala. kafirlerin müminlere saldırmak için gaflet anlarını bek-lryt,oekJerini, silahlarını bırakarak namazla meşgul oldukları vakitleri bek*leyeceklerini beyan etmektedir. Bundan dolayı da namaz kılan müslüman-iara böyle bir tehlike sözkonusu olduğu zaman silahlarını namaz kılar*ken de yanlarında tutmalarını emretmektedir. Silahlarını tutamayacak ka*dar hasta ve yaralı olanların düşmana karşı bütün tedbirleri aldıktan sonra silahlarını namaz kılarken bırakmalarında bir vebal yoktur.


Müminler böylece namazlarını kıldıktan sonra onlara düşen vazife ayakta, oturarak veya yatarak Allah {cc)'ı anmaktır. Onlardan düşman korkusu gittikten ve emin olduktan sonra namazlarını Allah (cc)'rn em*rettiği şekilde dosdoğru kılsınlar. Çünkü namaz şeriatle bildirilen vakit*lerde farz kılınmıştır.


Ey müminler, düşmanlarınıza karşı zayıf düşmeyiniz, kuvvetli olunuz. Zira siz İki güzel şeyden birini istemektesiniz. Ya zafer kazanacaksınız, veya şehld olacak, cennete gireceksiniz. O halde siz kafirlerden daha sabırlı ve daha metin olmalısınız.


Ey peygamber, halka hükmettiğin zaman bildirdiğimiz adalet ve hakka*niyetle hükmet. Münafıkların müdafii olma. Halktan bazı kişiler münafık oldukları halde kendilerini zahiren takva ve dindar göstermektedirler. On-fara karşı gösterdiğin hüsnü zandan dolayı istiğfar dile.


Bu âyetlerin, önceki âyetlerle münasebeti


Önceki âyetlerde Allah (cc) yolunda cihad etmenin hükümleri ile va*tanından yalnız Allah (cc)'ın rızasını taleb ederek hicret edenlerin hüküm*leri beyan edilmiştir.


Namaz, her zaman, hatta savaş ve hicret vakitleri bile insanların üze*rinden sakıt olmayan, her yer ve zamanda yapılması farz olan bir İbadet*tir. Namaz, savaş ve sefer anlarında yerine getirilmesi çok güç ve çetin bir ibadet olduğu Icin Allah (cc), adı geçen hükümlerin beyanından sonra


savaş ve sefer aniannda namaz kılmanın şeklini bu âyetlerle beyan et*mektedir. Hatta düşmanla karşılaşıldığı an dahi namazın kılınmasını em*retmektedir. Şu kadarı var ki, savaş ve sefer zamanlarında namazların kı*saltılarak kılınması hususunda kullarına kolaylık olmak üzere ruhsat ver*miştir. En doğrusunu Allah (cc) bilir.




Ayetlerin Nüzul Sebebleri



1.) İmam Ahmed bin Hanbel {ra) ve diğer bazı hadis alimleri Ebi Ay*yaş ez-Züraki'den rivayet etmişlerdir: «Biz Usfan'da iken Halid bin Velid (ra) kumandası altındaki müşriklerle karşılaştık. Müşrikler kendi araların*da, «Müslümanlar öyle bir haldeler ki saldırırsak yeniliriz. Biraz sonra on*ların namaz vakitleri gelir. Namaz kendilerine babalarından ve çocukların*dan daha hayırlıdır. Namaza durdukları vakit onlara saldırırsak muvaffak oluruz.» dediler. Bunun üzerine Hz. Cebrail, «Sen de içlerinde bulunup da namaz kıldırdığın vakit...» âyetini getirdi.» [124]


2.) Şöyle rivayet edilir: «Tuğmet bin Übeyrik, Katade bin Numan'ın içinde un bulunan bir dağarcığını çaldı. Dağarcığın içinde zırhı da vardı. Tuğmet yürürken dağarcık delik olduğundan un dökülerek evine kadar gi*diyor. Sonra yahudilerin birinin yanında zırhı saklıyor. Tuğmet'fn evinde aranılan zırh bulunamayınca o, yemin ederek «Benim zırhtan haberim yok» dedi. Katadenin arkadaşları, «Biz Allah (cc) ismi İle yemin ederiz ki o bi*zim yanımıza kadar gelerek zırhı aldı. Biz dökülen unlan takip ederek o-nun evine kadar gittik.» dediler. Tuğ net, zırhın kendisinde olmadığına ye*min edince onu bırakıp dökülen ut' ı takip ederek bir yahudinin evine vardılar. Yahudi ile zırhı yakaladılar. Yahudi, zırhı kendisine Tuğmet'in ver*diğini söyledi. Bunun üzerine Tuğmet'in kabilesi, «Biz Resulullah (sav)'a gidelim ve arkadaşımızı kurtaralım. O zırhı almamıştır.» dediler. Resulul*lah (sav)'a giderek hadiseyi anlattılar. Bunun üzerine. «Hakikat, biz sana kitabı — Alla* n sana gösterdiği vecih İle insanlar a. ısında hükmetmen için— hak olarak İndirdik...» âyeti nazil oldu. [125]




Âyetlerin Tefsirindeki İncelikler



Birinci incelik: «Eğer kafirlerin size fenalık yapacağından endişe eder*seniz...» âyetindeki, «eğer endişe ederseniz» ifadesi, namazı kısaltmanın tek- şartı değildir. Ancak bu ifade genel bir durumu belirtmek için gelmiş*tir. Zira umumî olarak yolculuk ve savaş hallerinde korkmak mümkündür.


Eğer bu ifade namazı kısaltmanın tek şartını ifade etmiş olsaydı yolculuk ve savaş zamanfarında can emniyeti olduğu takdirde namazın kısaltılma--ması gerekirdi. İşte bundan ötürü Ya'la bin Ümeyye (ra) Hz. Ömer'e, «Can


, emniyetimiz olduğu halde namazı niçin kısaltıyoruz?» diye sorunca o da, ı «Senin hayret ettiğin şeye ben de hayret etmiş o Rezulullah (sav)'a sor*muştum. Resulullah (sav) şöyle buyurmuştu: «Allah'ın size sadaka olarak "verdiği bir bağıştır. O'nun bağışını kabul ediniz.» dedi.


İkinci incelik : Allah (cc), cihad yapanlara namaza başladıkları zaman silahlarını bırakmamalarını emretmiştir. Fakat bu emri doğrudan «bırak*mayın» şeklinde değil, «silahlarını alsınlar)) şeklinde İfade etmiştir. Bu ifade kafirlerden kaçınmanın bir zaruret olduğunu bildirir. Ayrıca, düşmana karşı uyanık olmayı, zahiri sebebterden kaçınmamayi, her zaman ve yerde sebeblere tam olarak sarılmayı da.


Rivayete göre bir sefer sırasında Resulullah (sav) ve ashabı, düşman göremedikleri bir vadide konakladılar. Sahabiler silahlarını yere bıraktılar. Resulullah (sav) da defi hacet için onlardan uzaklaştı. Resulullah (sav) vadinin öbür tarafına vardıklarında müşriklerden Gavres bin Haris elinde silahı olduğu halde dağdan indi. Resulullah {sav) ondan habersizdi. Müş*rik yalın kılıç yanında bitiverdi ve «Eğer seni öldürmezsem Allah (cc) be*ni öldürsün. Ya Muhammed (sav) şimdi seni benden kim kurtaracak?» dedi. Resulullah {sav}, «Beni, senden Allah (cc) korur.» cevabını verdi. Müşrik kılıcıyla Resulullah (sav)'a hamle yaptı. Fakat ayağt kayıp yere düştü. Kılıcı da elinden fırladı. Resulullah {sav) yerdeki kılıcı alarak ona, «Şimdi seni öldürmeme kim mani olur?» deyince-Gavres, «Hiç kimse yok*tur. Yalnız sen kılıcı hayırla tut.» karşılığını verdi. Resulullah (sav) onu affetti. O da kavmine dönerek hadiseyi anlattı. Bunun üzerine kavminden bazıları iman ederek müslüman oldular. [126]


Üçüncü incelik: «Hakikat biz sana kitabı —Allanın sana gösterdiği ve*cih ile İnsanlar arasında hükmetmen için— hak olarak İndirdik, hainlere bir müdafaa olma.» âyetindeki «Allanın sana gösterdiği vecih İle» ifade*sinden maksat, «Allah {cc)'ın sana vahyettiğl ve bildirdiği gibi» demektir. , Ayette «İlim» kelimesinin yerine «göstermek» kelimesinin kullanılması, ya-kinen bilinen bir şeyin bütün şüphe yönlerinden uzak olduğu için açıklık ve kuvvet bakımından görmek gibi olduğunu bildirmek içindir. Allah (cc)'m Resulullah (sav)'a vahiy ile bildirdikleri yakini bir ilim olduğundan Resu-lullahın bizzat dünya gözü ile gördükleri gibidir.


Zemahşerî şöyle der: «Hz. Ömer, «Sizden biriniz, «Allah (ccj'ın bana gösterdiği gibi hükmettim.» demesin. Allah (cc)'ın göstermesi şüphesiz an' cak Resulullah (sav)'a hastır. Çünkü bu göstermekten maksat, İlmî ve ic-tihadî görüştür ki, Resulullah (sav)'ın bütün görüşleri gerçekten isabettir. Zira Allah (cc), ona herşeyi olduğu gibi bildirir ve gösterirdi.» derdi.» [127]


Dördüncü İncelik: Fahreddin Razi şöyle der: «Şüphesiz bilin ki, «Ho-klkart, biz sana kitabı — Altahın sana gösterdiği vecih ite İnsanlar arasında hükmetmen için— hak olarak indirdik, hainlere bir müdafaa olma» âye*tinde çok şiddetli bir tehdit vardır. Zira Resulullah (sav) kendi haleti ruhl-yesi ile kalben (hadisesi mevzumuz âyetin nüzul sebebinde geçen) Tuğ-mete'ye meyletmiştir. Halbuki o, Allah (cc)"ın indinde fasık idi. İşte Resulul-loh (savpın bilmeden, kalben dahi olsa bir günahkara yardım etmek İste*mesi üzerine Allah (cc) ona kendisinden mağfiret taleb etmesini emret*miştir. Buna göre. zalime zalim olduğu halde ve zulmünü de bilerek yar*dım eden kimsenin hali ne olur?» [128]


Beşinci İncelik: Resulullah (sav)'ın istiğfarla «emrolunması ondan gü*nah vaM olduğuna delalet etmez. Allanın ona istiğfarı emretmesi, maka*mının yükselmesi ve İyiliklerinin artması içindir.


Kadı İyaz. Şifa adlt kitabında şöyle der: «Peygamberlere yasak edil*mediği ve o İşleri yapmakla da emredilmediklert halde o şeyleri yapmaları, onların makamlarının yüksekliği hasebiyle günah olarak isimlendirilir. Yok*sa diğer İnsanların günahları gibi günah işlemiş değillerdir.


«Yukarıda da geçtiği gibi, Resulullah (sav)'ın Tuğmete isimli şahsa (fasık olduğunu bilmeden) yalnız kalben yardım etmeyi düşünmesine kar*şı, Allah (cc) ona makamının yüksekliğinden dolayı istiğfar etmesini em*retmiştir. Halbuki hiçbir zaman fiilen yapıncaya kadar kalbten geçen şey*ler günah sayılamaz. Ama bu kadarı için bile peygamberlere Allah (cc) katındaki mevkilerinin yüksekliğinden dolayı tövbe ve istiğfar etmeleri em*redilmiştir.»


Kadı İyaz, bu mevzuyu uzun uzun inceledikten sonra sözlerini şöyle tamamlamaktadır: «Allah (cc)'ın peygamberlerine tövbe ve istiğfarı emret*mesinde cok ince ve güzel bir maksat vardır. Onlar bu tövbe ve Jstiğfar-lorıyla Allanın kendilerini sevmesini İstemiş olmaktadırlar. Zira Cenabı Hak, «Şüphesiz Allah, h»m çok tevbe edenleri sever, hem çok temizlenen*leri sever.» (Bakara 222) buyurmuştur.» [129]

Prof. Dr. Sinsi 08-04-2012 03:25 AM

Tefsir Dersleri...
 

Âyetlerdeki Şer'i Hükümler


Birinci Hüküm: Seferde Namaz Kısaltılır Mı?



«Sefere çıktığınız zaman... namazı kısaltmanızda üzerinize bir vebal yoktur.» âyeti seferde namazı kısaltmanın meşruiyetine delalet eder. Çünkü Allah (cc), «Siz yeryüzünde sefere çıktığınız zaman...» âyetinde seferi na*mazın kısaltılması İçin meşru bir sebeb saymış ve seferi de yalnız cihat için yapılan sefer olarak tahsis etmeyerek mutlak bir İfade kullanmıştır.


Alimler, bu âyeti delil atarak misafir bir kişinin namazını kısaltmasının meşru olduğuna hükmetmişlerdir. Fakat seferde namazın kısaltılmasının vacip veya ruhsat olduğu hususunda ihtilaf ederek iki görüşe ayrılmış*lardır :


Birinci görüşe göre seferde namazı kısaltmak ruhsattır. Kişi dilerse namazını kısaltarak .iki rekat kıtar, dilerse tam olarak kılar. Bu görüş tmam Şafii İra) ve İmam Hanbel (ra)'In görüşüdür.


ikinci görüşe göre İse, seferde namazı kısaltarak iki rekat kılmak va*ciptir. Misafirin namazını iki rekat olarak kılması namazını tam kılması demektir. Zira mfsaflre yolculuk sırasında tki rekat kılması farzdır. Bu da İmam Ebu Hanife (ra)'nln görüşüdür.


imam Malik (ra)'e göre bir kimse sefer sırasında namazını tam olarak kılmışsa, iki rekat olarak tekrar İade etmesi lazımdır. Çünkü seferde na*mazı kısaltmak vacib değil sünnettir.


Birinci görüşün delilleri:


Şafii ve Hanbelilerln seferde namazı kısaltmanın vacib değil ruhsat olduğuna dair birkaç delili vardır. Bunları aşağıya aktarıyoruz:


1.) «Sefere çıktığınız zaman... namazı kısaltmanızda bir vebal yok*tur.» âyetinin zahiri, namazı kısaltmanın vacfb olmadığını bildirmektedir. Çünkü âyetteki, «üzerinize bir vebal yoktur» İfadesi, seferde namazı kısalt*manın vacib değil, mubah olduğuna delalet eder. Şayet seferde namazı kısaltmak vacib olsaydı, âyette «üzerinize bir vebal yoktu» ifadesi yerine «seferde namazı kısaltmanız vactbttr» veya doğrudan doğruya, «seferde namazı kısaltın» İfadesinin kullanılması icabederdi.


2.) Hz. Ayşe'den rivayet edilen. «Resulullah (sav) İle beraber umre İçin Mekke'ye gittim. Oraya varınca Resulullah (sov)'a, «Yolda namazımı ba-zan kısaltarak, bazan da tam olarak kıldım. Orucumu da bazan tutuyor, bazan tutmuyordum.» dedim. Bana hiçbir kusur bulmayarak, «Güzel yap*mışsın ya Ayşe» buyurdu.» [130] hadisidir. Eğer namazı kısaltmak vacib olsaydı Hz. Ayşe'nin yolda kıldığı namazlar için Resulullah (sav) «Güzel yapmışsın» demez, dört rekat olarak kıldığı namazların hatalı olduğunu söyleyerek «iki rekat namaz kılman lazımdı» derdi. Bundan da anlaşılıyor ki, seferde namazı kısaltmak vacib değfl, ruhsattır.


3.) Hz. Osman, hilafeti sırasında sahabilerle uzun bir yola gittiğinde namazını bazan tam, bazan da kısaltarak kılmıştır. Sahabilerden hic kim*se de Hz. Osman'ın bu şekilde, namaz kılmasına itiraz etmemiştir. Hz. Os*man'ın bu uygulaması ve sahabılerln itiraz etmemesi de yolculukta namazı kısaltmanın vacib değil ruhsat olduğuna delalet etmektedir.


4.) Yolculukta orucu bozmak da ruhsattır. Kişi dilerse tutar, dilerse tutmaz. Bu, namazın kısaltılmasının da ruhsat olduğunu delalet etmekte*dir.


İkinci görüşün delilleri:


Hanefiler. seferde namazı kısaltmanın vacib olduğuna dair aşağıdaki delilleri getirirler:


1.) Hz. Ömer'den rivayet edilmiştir: «Hz. Ömer, «Seferde namaztn fkl rekat kılınması Peygamberimizin İfadesiyle «tam kılınmış namazdır, kısal*tılmış namaz değildir.» dedi.» Yolcunun tam namazı iki rekat olduğuna göre, seferde namazı iki rekat kılmak farzdır.


2.) Resulullah {sav}, bütün yolculuklarında namazı kısaltarak iki rekat kılarlardı. Bu husus İbnl Abbas (ra)'tan şöyle rivayet edilmiştir: «Resulul*lah (sav), sefer sırasında, evine dönünceye kadar namazlarını iki rekaî olarak kılardı.» Resutullah (sav)'ın namazlarını iki rekaî kılması seferde namazın iki rekat kılınmasına delalet eder.


3.) İmran bin Husayn (ro)'dan rivayet edilmiştir: «Resulullah (sav) İle haccettim, iki rekat kıldı. Hatta Mekke'de kaldığı onsekfz gün boyunca na-. mazlarını yine iki rekat kıldı. Mekkelilere de hitap ederek, «Siz namazları*nızı bize bakmayarak dön rekat kılın. Çünkü biz seferiyiz, İki rekat kılı*yoruz.» buyurdu.»


4.) ibni Ömer (ra), «Resulullah (sav) ile seferde bulundum. O, namaz*larını tki rekat olarak kılardı. Resulullah'tan sonra sırasıyla Hz. Ebu Bekr, Ömer (ra) ve Osman (ra) İle de seferde bulundum. Onlar da farz namaz*larını iki rekat olarak kılarlardı. Zira Allah (cc), «Andolsun ki Resulullahda sizin İçin, Altahı vq ahiret gününü umanlar ve Allahı çok zikredenler için güzel bir numune vardır.» (Ahzab: 21) buyurmuştur.» demiştir.


5.) Buharı ve Müslim'in Hz. Ayşe'den rivayet ettikleri: «Namaz başlan*gıçta İki rekat olarak farz kılınmıştı. Sonra mukimler için arttırılarak dört rekat yapıldı. Seferdeki namaz İse ilk haliyle tki rekat olarak kaldı.» [131] hadisidir.


Saydığımız bütün hadislerde Resulullah (sav)'ın seferde iken namaz*larını iki rekat olarak kıldığı görülmektedir. Resulullah'a uymak ise vacib-lîr. Resulullah (sav)'ın sefer namazlarını iki rekat kılması bu namazların İki rekat olması icabettiğine delalet eder. Çünkü o, «Namazlarınızı benden gördüğünüz gibi kılın.» buyurmuştur.




İkinci Hüküm: Hangi Sefer, Namazların Kısaltılarak Kılınmasını Mubah Kılar?



Fakihler, hangi seferin namazın kısaltılmasını mubah kıldığı hususun*da İhtilaf etmişlerdir.


Bazı alimlere göre namazın kısaltılmasını, ramazan orucunun yenil*mesini mubah kılan sefer, ibadet ve taat seferi olmalıdır. İbadet olan se*ferler ise clhad, hac, umre ve ilim talebi İçin yapılan seferlerdir. Veyo ti*caret ve meşru bir seyehat gibi müboh olan bir sefer olmalıdır. Yoksa yol kesmeye, kumar oynamaya ve benzeri gayri meşru Işieri yapmaya giden*lerin seferleri masiyet seferi olduğu için namazın kısaltılmasına, orucun bozulmasına sebeb olamaz. Bu görüş Şafii ve Hanbelilerin görüşüdür.


İmam Malik (ra)'e göre, mubah olan her seferde namazı kısaltmak ve orucu yemek caizdir. Rivayete göre, bir sahabi Resulullah (sav)'a, «Ya Resulullah (sav), ben ticaret İçin zaman zaman Bahreyn'e gidiyorum.» de*yince, «Farz namazlarını iki rekat olarak kıi.» buyurmuşlardır.


İmam Sevri (ra) ve Ebu Hanife (ra)'ye göre ise namazın kısaltılması*nın şartı seferi olmaktır. Yapılan sefer ister mubah bir sefer olsun ister ol*masın namazı kısaltmak caizdir. Hatta bir adam yol kesmek, soygun yap*mak, adam öldürmek niyetiyle sefere çıksa bile yine seferidir, namazını kısaltarak kılar.


İmam Sevri ve Ebu Hanrfe'nin delilleri:


Namazı kısaltarak kılmak, sefer için tayin edilmiş bir fprzdır. Hz. Ay*şe'den rivayet edilen, «Namaz başlangıçta iki rekat olarak farz kılınmıştı. Sonra mukimler için arttırılarak dört rekat yapıldı. Seferdeki namaz ise İlk haliyle İki rekat olarak kaldı.» hadisi, seferde kılınacak farz namazın dört değil, iki rekat olduğuna delalet etmektedir. Kur'an da, kısaltılarak kılınacak seferi namazı tahsis yapmadan genel bir ifade ile «sefer» keli*mesi İle bildirmiştir. Bu sefer ister cihad ve emsali gibi taat seferi olsun, ister ticaret ve seyehat gibi mubah seferler olsun, isterse yol kesme ve em*sali gibi masiyet seferleri olsun hüküm değişmez. Seferin türü ne olursa olsun yolcu namazını kısaltarak iki rekat olarak kılar.


İbnü'l-Arabî, bu hususta şöyle der: «Alimler içinde, «Günah oian bir seferde yolcu, namazını kısaltır. Çünkü kısaltılmış namaz sefer İçin tayin edilmiş bir farzdır.» diyen alimlerin görüşlerinin zayıf olduğunu Kitabü't-Telhis İsimli eserimizde açıkladık. Şüphesiz Allah (cc). sefer sırasında namazın kısaltılmasını kulları için bir hafiflik olmak üzere ruhsat olarak vermiştir. Asıl olan ise namazın tam kılınmasıdır. Ruhsatları maksadı gü*nah olan seferlerde İcra etmek caiz değildir.» [132]


Banq göre Şaffi ve Hanbelilerin görüşleri —ki ancak taat ve mubah olan seferlerde namazfar kısaltılabilir— tercihe daha şayandır. Zira, ma-siyet seferinde namazı kısaltmak caizdir dersek, yolcunun günah işleme*sine yardımcı olmuş oluruz. Halbuki Allah (cc), «...Günah işlemek ve had*di aşmak üzerinde yardımfaşmaym, Allahtan korkun...» (Maide: 21 buyur*muştur.




Üçüncü Hüküm: Namazı Kısaltmayı Mubah Kılan Seferin Müddeti Ne Kadar Olmalıdır?



Bu hususta farklı görüşler ileri sürülmüştür:


1.) Zahirilere göre namazın kısaltılması için seferin kısa veya uzun olması arasında bir fark yoktur.


2.) Şafii, Han bel î ve Malikilere göre, namazın ki salt ila bilmesi için çı*kılacak seferin en az iki günlük olması lazımdır. Bu iki günlük yol ' şer'î ölçülere göre 16 fersah eder.


3.) Hanefilere göre namazın kısaltılabllmesj İçin yolculuğun üç gün lük olması gerekmektedir. Buna göre yolun uzunluğu 24 fersah olmakta*dır.


4.) İmam Evzai'ye göre en kısa mesafe bir günlük olmalıdır. Bu da sekiz farsahlık yol demektir. [133]


Bu görüşlerin tafsilatı oruç âyetinin tefsirinde (9.Ders) açıklanmıştır.


İbnü'i-Arabi, zahirilerin görüşlerinin reddi hususunda şöyle der: «Ba*zı kimseler, şehirden çıkar çıkmaz, tekrar geri dönmek üzere bite olsa namazlarını kısaltarak kılabilirler diyerek dini eğlence haline getiriyorlar. Bu görüş sahipleri ya seferin ne demek olduğunu bilmiyorlar, yada dini ha*fife alıyorlar. Eğer alimler benden önce bu mevzuyu ele almasaydılar ben bir göz açıp kapama müddeti kadar bile düşünmeye razı olmazdım. Çünkü sahabiler seferin ne kadar olacağı hususunda ihtilaf etmişlerdir.


«Hz. Ömer, İbni Ömer (ra) ve İbnl Abbas (ra)'a göre namazın kısaltıl*ması için sefer en az bir gün olmalıdır.


«İbni Mesud (ra)'a göre ise namazın kısaltılabilmesi için seferin en az üç gün olması lazımdır. İbni Mesud (ra), seferi tarif ederken, «Bir yol*culuk ki, onda meşakkat ve zorluk vardır, o seferdir.» demiştir.» [134]




Dördüncü Hüküm: Savaş Meydanında Namaz Nasıl Kılınır?



İmam Ebu Yusuf (ra)'a göre âyetin savaş sırasındaki namaza dair ihtiva ettiği hükümler Resulullaha ve onunla beraber olan ordusuna mah*sustur. Zira Allah (cc), «Son de içlerinde bulunup da...» buyurmuştur. Â-yetteki bu ifadeden hükmünün Resulullah (sav)'a ve beraberindeki ordu*ya mahsus olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü âyet Özellikle Resulullah (sav)'a hitap etmektedir.


Cumhura göre savaş meydanında namaz kılmak meşrudur. Âyet herne kadar Resulullaha hitap ediyorsa da ona yapılan hitap ümmetinedir. Zira biz ümmeti onu numune almak ve ona uymakla emredilmişizdir. Mezhep İmamları da Resulullah (sav)'tan sonra onun halifeleridir. Onun getirmiş olduğu ahkamı yerine getirmekle memurdurlar. Bu hükmü Resulullah (sav)'a has kılmayı icabettiren bu sebeb ve delil de yoktur.


Faklhler savaş meydanında kılınacak namazın nastl kılınacağı mev-zusunda İhtilaf etmişlerdir. Bu hususta geniş bilgi edinmek isteyenler fıkıh kitaplarına bakarak tatmin edici bilgi alabilirler.


Muğni adlı kitapta şöyle denilir: «Savaş alanında kılınacak namazın hadis kitaplarında beyan edildiği üzere Resulullah (sav)'ın kıldığı gibi kılın*ması caizdir. Hatta İmam Hanbel (ra), «Savaşta kılınacak namaz husu*sunda rivayet edilecek her hadisle amel etmek caizdir.» demiştir.» [135]


İmam bin Hanbel (ra), bir cemaatin Sehl bin Hasme'den rivayet ettiği hadisi tevil etmiştir. Bu hadisin metni Müslim'in tesbitine göre şöyledir: «Resulullah (sav) savaşta sahabilerle namaz kıldığında askerini iki kısma ayırarak birinci kısmı ite bir rekat kıldıktan sonra ayakta bekledi. Kendi*siyle bir rekat namaz kılanlar namazlarının ikinci rekatlarını kendi baş*larına tamamlayarak nöbete geçtiler. Nöbette olan diğer kısım silahları üzerlerinde olduğu halde ayakta bekleyen Resulullaha uyarak bir rekat*larını Resulullah (sav)'la birlikte kıldılar. Bunlar da bu bir rekattan sonra Resulullah (sav)'tan ayrılarak namazlarını kendi başlarına tamamladılar. Resulullah tehiyyatta onları bekledi. Resulullah (sav)'a yetişerek birlikte âelam verdiler.» [136]


Ayetlerden alınacak dersler


1- Namaz seferde ve savaşta kısaltılabilir. Savaşta namaz cemaat*le de ferd ferd de kılınabilir.


2- Düşmana karşı savaş hazırlığı yapmak ve onlardan dalma korun*mak, kaçınmak vaciptir.


3- Namazın muayyen vakitleri vardır. Onları ihlal etmek haramdır.


4- Savaşta sabretmek zaruridir. Düşman karşısında güçlü olmak ise farzdır.

Prof. Dr. Sinsi 08-04-2012 03:25 AM

Tefsir Dersleri...
 

[1] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/349.


[2] Bu Ayetlerin icmali manası, İbni Kesir, Celaleyn ve Ebussud tefsirlerinden alınmıştır.


Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/350.


[3] Süyuti. Dürrül-Mensur. C. 2. S. 117. İbni Cevzi. Zadü'I-Mesir, C. 2, S. 4.


[4] Buhari. Hz. Ayşe'den rivayet etmiştir. İbni Kesir, Tefsir, C. 1, S. 449.


[5] Buhari ve Müslim. İbni Kesir, age, C. 1, S. 450. tbni Cevzl, age, C. 2, S. 6.


Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/351.


[6] Muhammed Abdüh. Menar, C. 4, S. 324.


[7] Ebussuud Efendi. Tefsir. C. 1, S. 314.


Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/351-353.


[8] Kurtubl. age. C. 5. S. 3. 354


[9] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/353-355.


[10] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/355.


[11] Fahreddin Razi. age, C. 9, S. 356


Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/355-356.


[12] Zemuhşeri. age. C. 1. S. 360.


[13] Kıırtubi. age, C. 5, S. 17. 358


[14] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/356-358.


[15] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/358.


[16] Âhmed Cemal, tslftni Küttür Dersleri. El-Ahbar dergisi, sayı 723. Mısıt


[17] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/358-361.


[18] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/363-364.


[19] Bu icmali manayı İbni Kesir. Kurtubi ve Keşşaf tefsirlerinden kısaltarak aldık. (Sabuni)


Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/364-365.


[20] Süyuti, Durru'l-Mansur, C. 2. S. 123. İbni Kesir, tefsir, C. 1, S. 454.


[21] Süyuti. age, C. 2. S. 122. Kurtubi. age, C. 5, S. 46.


Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/365-366.


[22] Fahreddin Razi. age. C. 9. S. 184.


[23] Zemahşeri, Keşşaf. C. I. S. 3B3.


[24] Suğlebi, Muaviye bin Haşim yoluyla Ibni Abbas'tan. Süyuti. age. C. 2, S. 122.


[25] Kurtubi. age. C. 5. S. 53.


[26] Fahreddin Razi, nge. C. 9. S. 20.


Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/366-368.


[27] Taberi. ege. C. 4. S. 247.


Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/368-369.


[28] Taberi, age. C. 4. S. 253.


[29] Bu meselenin tafsilatı için Fahreddin Razi'nin tefsiri. C. 9, S. 188'e bakınız.


Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/369-370.


[30] Kurtubi, age. C. 5, S. 30.


[31] Ibnül-Arabi.age.C.l.S.m


Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/370-371.


[32] Muhkem: Manası ve anlaşılmasında hiçbir zorluk ve tereddiid olmayan


[33] Mütekabili: Manasık tlınyan. anlaş il m asında zorluk ve tereddüd bulu*na ayetler ve mankullar tayfından hiç onlaç'ınayan surelerin başındaki hr.rf-; muhatla der. ayetlerdir.


[34] Taberi. age. C. 4. S. 260.


[35] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/371-373.


[36] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/373.


[37] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/376-377.


[38] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/378.


[39] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/378-379.


[40] Buhari. Taberi. age. C. 4. S. 305. îbni Kesir, age. C. ı. S. 465.


[41] îbni Cevzi. Mecmaü'l-Beyan, C. 3, S. 24. Ebu Hayyan; Zadü'l-Mesir, C. 2, S. 39.


[42] İbni Ebi Hatem. Beyhaki. Süyutî. Dürrü'l-Mensur. C. 2. S. 134. İbni Kesir. C. l. S. 468.


Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/379.


[43] Vakiyye- Okka. dörtyûz dirhemlik bir tartı.


[44] Kurtubi. age. C. 5. S. 99.


[45] Zamalışeri. age. C. 1. S. 380.


[46] Fahreddin Razi. age. C. 10, S. Z4.


[47] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/379-381.


[48] Kurtubi. age. C. 5. S. 90-100.


[49] Daru'l-Kutni, Sünen. Nikah bahsi.


[50] Kurtubi, age. C. 5. S. 128.


[51] Darul- Kutni, age. Nikah bahsi.


[52] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/381-383.


[53] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/384.


[54] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/384.


[55] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/384.


[56] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/384-385.


[57] Buhari ve Müslim Ebu Hüreyre (ra)'den rivayet etmiştir.


[58] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/385-386..


[59] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/386-388.


[60] Buhari ve Müslim. Fahreddin Razİ. age. C. 10. S. S1.,^i,


[61] İbni Mace, Müslim El-Vakidî. Fah'reddin Razİ. age, C. 10. S. 51. 390


[62] Cessas. age. C. 3. S. 101-102


[63] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/388-392.


[64] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/392.


[65] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/392-393.


[66] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/393-394.


[67] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/394.


[68] Ibni Cevzi Zadü'l-Mesir. C 2. S. 36.


Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/396-397.


[69] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/397-398.


[70] Taberi. age, C. 5. S. 58 lbni Cevzl. Mecmaül-Beyan, C. 3. S. «8. 398


Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/398.


[71] Zemahşerl. Keşşaf Tefsiri. C. i. S 290.


[72] Zemahşeri. age.-C. 1. S. 392 Ebussuud, Tefsir. C. 1. S. MO.


[73] İbnül-Arabi. age, C. I, S. 417.


[74] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/398-401.


[75] Bu hadisi Sünen sahipleri Muaviye bin Haydet'ten rivayet etmişlerdir. Ibni Kesir. age. C. 1, S. 492.


[76] Beyhaki bu Hadisi Hz Ebubekirin kızı Ümmü Gülsüm'den rivayet etmijtir. Alusİ. ag©. C. 5. S. 25.


Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/401-402.


[77] Ibnü'l-Arabİ, age. C. 1, S. 420.


[78] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/402-403.


[79] Alûsi, age, C. 5. S. 26.


Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/403-404.


[80] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/404.


[81] Cessas, 8*e, C. 3, S. 152-


[82] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/404-406.


[83] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/406.


[84] Reşid Rıza, Menar Tefsiri. C. 5, S. 74. 408


[85] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/406-408.


[86] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/409-410.


[87] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/410-411.


[88] Bu husustaki tafsilat için 13. derse bakınız


Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/411.


[89] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/411-413.


[90] Taberi, Tefsir, C. S. S. 95.


[91] Reşld Rıza. age. C. 5. S. 95.


[92] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/413-415.


[93] Ebu Davud. Ebu Hayyan. Hakim.


[94] Taberi. age. C. 5. S. 105.


[95] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/415-416.


[96] Teberi, age, C. 5, S. 105,


[97] İbni Rüşd. Bidayetü'l-Müctehid. C. 1, S. 29. 418.


[98] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/416-419.


[99] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/419-420.


[100] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/420.


[101] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/422-4723.


[102] Bu icmali manayı Zemahşeri, Razi, Kurtubi ve Ibni Cevzi tefsirlerinden özetleyerek aldık, (Sabuni).


Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/423-424.


[103] Taberi tefsirinden özetlenerek alınmıştır.


[104] İbni Kesir. age. C. 1. S. 538. Taberi. age. C. 3. S. 05. Alûsi. Ruhul-Maani.


Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/424-425.


[105] Beylıaki, Tirmizi ve Nesai.


[106] ibni Mâce.


[107] Sadettin Taftazani. Şerhü 1-Akaid. S. İSO. 428.


[108] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/425-428.


[109] Kurtubî. tefsir. C. 5. S. 229.


[110] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/428-430.


[111] Abdurrahman Cezeri, Kitabü'1-Fıkh alel Mezahibü'l-Erban. C. 9, S 255 430


[112] Kurtubİ, age. C. 5, S. 331.


[113] Ibni Kesir, tefsir, C. 1. S. 535. 434


[114] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/


[115] Ibni Kesir, tefsir, C. 1, S. 535.


[116] Kurtubî. age. C. S. S. 331


[117] İbnl Cevzi. age, C. 2. S. 164.


[118] Cessas. age, C. z. S. 286.


[119] Kurtubl, tefsir. C. 5. S. 332. tbni Kesir, tefsir. C. l, S. 535.


[120] Kurtubi. age. C. C. S. 332.


[121] Taberi, age, C. 8, S. 218. İbni Kesir, age, C. l. S. 536.


[122] Riyazü's Salihin, İmam Nevevi, S. 14.


[123] Şevkani. Fethü'l-Kadir, C. 1. S. 4flû


[124] İbni Kesir. Tefsir. C. l. S. 548. İbni Cevzİ, age. C. 2. S. 181.


[125] İbni Cevzi, age. C. 2. S. 190. Taberi tefsir C. 5, S. 287.


[126] Ebussuud. lrşadü'1-Akl-ı Selim C. 1. S. 379.


[127] Zemahşeri, tefsir, C. 1. S. 438,*". Razl. C. 11. S. 33.


[128] Fahrettin Razi. age, C. il, S. 35.


[129] Kadı İyaz. Şifa.


[130] Razi. a«e, C. 11. S. 18. 448


[131] Cessas, age. C. 2, S. 310.


[132] tbnü'l-Arabi, age. C. 1. S. 488


[133] İbni Cevzl, age, C. ı. S. 185.


[134] Ibnü'l-Arabi. age, C. 1, S. 488.


[135] Muftni, C. 2, S. 268.


[136] Müslim. Sahih. C. l, S. 575.

Prof. Dr. Sinsi 08-04-2012 03:25 AM

Tefsir Dersleri...
 

31. DERS YİYECEK MADDELERİNDEN HELAL VE HARAM OLANLAR.. 2


Ayetlerin Lafzı Tahlili 2


Ayetlerin İcmali Manaları 2


Âyetlerin Nüzul Sebebleri 3


Âyetlerin Tefsirindeki İncelikler 3


Âyetlerdeki Şer'î Hükümler 4


İkinci Hüküm; Ayetin İşaret Ettiği Hayvanların Etlerinden Haram Olanlar Hangileridir?. 4


Üçüncü Hüküm: Şer'i Kesim Nasıl Yapılır?. 5


Dördüncü Hüküm : Yırtıcı Hayvanlarla Kuşların Avladıkları Hayvanların Hükmü Nedir?. 5


32. DERS ABDEST VE TEYEMMÜMÜN HÜKÜMLERİ 6


Ayetlerin Lafzi Tahlili 6


Ayetlerin İcmali Manaları 6


Ayetlerin Tefsirindeki İncelikler 7


Ayetlerdeki Şer’i Hükümler 7


1 Birinci Hüküm; Kitap Ehlinin Kestiği Hayvanların Hükmü Nedir?. 7


İkinci Hüküm; Bir Yahudi Ve Hıristiyan Kadınla Evlenmenin Hükmü Nedir?. 8


Üçüncü Hüküm: Abdestl Bozulmayan Kimsenin Namaz Kılacağı Zaman Yeniden Abdest Alması Farz Mıdır?. 8


Dördüncü Hüküm: Baca Methetmenin Hükmü Nedir Ve Basın Ne Kadarına Meshedtllr?. 9


Beşinci Hüküm: Cünüpiük Nedir, Cünüp Kimsenin Neleri Yapması Haramdır?. 9


Altıncı Hüküm: Boy Abdesti Alırken Ağız Ve Buruna Su Vermenin Hükmü Nedir?. 10


Yedinci Hüküm: Su Bulunduğu Zaman Hasta Ve Yolcunun Hükümleri Nelerdir?. 10


Sekizinci Hüküm: Teyemmümde Elleri Dirseklerle Meshetmek Farz Mıdır?. 11


Âyetlerden Alınacak Dersler 11


Âyetlerdeki Teşrii Hikmetler 11


33. DERS HIRSIZLIĞIN VE YOL KESMENİN CEZASİ 12


Ayetlerin Lafzî Tahlili 12


Âyetlerin İcmali Manaları 12


Âyetlerin Nüzul Sebebleri 13


Bu Âyetlerin Önceki Âyetlerle Münasebeti 13


Ayetlerin Tefsirindeki İncelikler 13


Ayetlerdeki Şer’i Hükümler 14


Birinci Hüküm: Ayette Şer’i Hükümleri Bildirilen Muhoribler, Yol Kesenler Kimlerdir?. 14


İkinci Hüküm: Âyette Varld Olan Hükümler Arasında Bir Tercih Yapılır 15


Üçüncü Hüküm: Asma Cezası Nasıî Uygulanır?. 15


Dördüncü Hüküm; Hırsızın Eli Ne Zaman V& Hangi Şartlarda Kesllfr?. 15


Beşinci Hüküm: Hırsızın Eli Nereden Kesilir?. 16


Âyetlerdeki Teşrii Hikmetler 17


34. DERS YEMİNİN KEFARETİ -İÇKİ VE KUMARIN HARAM EDİLMESİ 18


Ayetlerin Lafzı Tahlili 18


Ayetlerin Icmali Manaları 18


Ayetlerin Tefsirindeki İncelikler 18


Âyetlerdeki Şer'! Hükümler 19


Birinci Hüküm: Yemin Çeşitleri. 19


İkinci Hüküm: Yemini Bozmadan Evvel Kefaret Vermek Sahih Midir?. 19


Üçüncü Hüküm: Yemin Kefareti Orucunu Aralıksız Tutmak Şart Mıdır?. 20


Dördüncü Hüküm: Hamr Kelimesi Sarhoş Edici Bütün Maddeleri Şamil Midir?. 20


Beşinci Hüküm: Haram Olan Hamr'rn Bizzat Kendisi De Pis Midir?. 21


Âyetlerdeki Teşri'i Hikmetler 21

Prof. Dr. Sinsi 08-04-2012 03:26 AM

Tefsir Dersleri...
 

31. DERS YİYECEK MADDELERİNDEN HELAL VE HARAM OLANLAR



1 — Ey İman edenler, bağlandığınız ahidlerl yerine getirin. Siz ih-ramlı olduğunuz halde avlanmayı helal saymamak ve size (aşağıda) oku*nacak olanlar hariç kalmak şartıyla davariarfın etleri) size helal edildi. Şüphesiz ki Allah ne dilerse onu hükmeder.


2 — Ey İman edenler, Allanın şealrine, haram olan aya, kurbanlık hediyelere, (onlardaki) gerdanlıklara ve Rablerinden hem bir ticaret, hem bir rıza arayarak Beyti haramı kasdedip gelenlere sakın hürmetsizlik et*meyin. İhramdan çıktığınız vakit (isterseniz) avlanın. Sizi mescidi haram*dan men ettiler diye bir kavme karşı beslediğiniz kin, sakın sizi tecavüze sevk etmesin. İyilik etmek, fenalıktan sakınmak hususunda blrblrlnizle yar*dımlasın. Günah işlemek ve haddi aşmak üzerinde yardımlaşmayın. Günah İşlemek ve haddi aşmak üzerinde yardımlaşmayın. Alla ht an korkun. Şüp*hesiz ki Allah, cezası çok çetin olandır.


3 — Ölü, kan, domuz eti, AHahtan başkası adına boğazlanan, —(he*nüz canı üstünde iken yetişip) kestikleriniz müstesna olmak üzere— bo*ğulmuş, vurulmuş, yukarıdan yuvarlanmış, susulmuş, canavar yırtmış olup da ölenler, dikili taşlar üzerinde (onlar adına) boğazlanan (hayvanlar), fal oklartyfa kısmet (ve hüküm) aramanız üzerinize haram edilmiştir. (Bütün) bunlar yoldan çıkıştır. Bu gün kafirler dininizden umudlarını kesdiler. Artık onlardan korkmayın. Benden korkun. Bugün sizin dininizi kemale «r-dirdim, üzerinizdeki nimetlerimi tamamladım ve size din olarak müslüman-lığı (verip ondan) hoşnud oldum. Kim son derece açlık halinde çaresiz ka*lırsa, günaha meyli maksadı olmaksızın (haram olan etlerden yiyebilir). Çünkü Allah çok yarlığayıcı, çok esirgeyicidir.


4 — Kendilerine hangi şeyin helal edildiğini sana sorarlar. De ki: Bütün iyi ve temiz (nimetler) size helal edilmiştir» Allanın size öğrettiğin*den öğretip (terbiye ederek) yetiştirdiğiniz avcı hayvanların size tutuverdlk-lerlnden de yeyin ve üzerine besmele çekin. A İlahtan korkun. Çünkü Allah, hesabı pek çabuk görendir.




Ayetlerin Lafzı Tahlili



(Evfu bi’lugûdi): Evfa, ifa kökünden türemişbir fiildir. Sözünü yerine getirme demektir. Ukud, akd'in çoğuludur. Akld, lügatta bağlamak anlamındadır. Âyette ise sözle bağlanma demektir.


(Behimetü'l-en'âm): Behime'nin sözlük manası konuşması olmayandır. En'am, neame'nln çoğuludur. Neame ise, sığır, ko*yun ve deveye denir.


(Hürümün): Hürüm, haram kelimesinin çoğuludur. Hac veya umre İçin ihrama girme demektir.


(Şeâİrallâhi) Şealr, şeriet'in çoğuludur. Şeiret, bir şeyin alametidir. Âyette ise. haccda yapılan ibadetlere denir.


(El galâide); Kalaid. kaladet'in çoğuludur. Kurbanlik hayvanların boynuna takılan halkaya denir.


(Yecri metıneküm); Yecrün, cürüm kökünden türemiştir. Günah kazanma monasındadır.


(Şeneânü): Şene'an, buğzetme demektir.


(Ühill): Ühllle, ihlal kökünden türemiştir. Tekbir alma ve aldırrna manalarına gelir. Âyette ise kesilme manastndadtr.


(El mütereddfyotü): Dağdan ve duvardan düşürülen birşey demektir*


(En netihatü ); Netihat, bir hayvanın diğer bfr hay-" yanı vurup öldürmesine denir.


(Zekkeytüm): Zekat kökünden türemiş fiildir. Kesrnek demektir.


(Eh nusubi): Put veya dikili taş demektir.


(El-ezlâmi): Ezlam, zelem'in çoğuludur. Kumarda atılan oka denir.


(Mahmasan): hams kökünden türemiştir. Açlık demektlr.


(Mütecânlfln): Mütecanif, cenef kökünden türemiştir Meyletme demektir.


(El-cevâribi); Cevarİh, carihe'nln çoğuludur. Hay-l vanlardan ve kuşlardan avcılık (cin yetiştirilen hayvan anlamındadır.


(Mükellibîn): Mükellib kelimesinin çoğuludur. Mükellib İse teklib kökünden türemiştir. Av için av hayvanı yetiştiren kimseye denir.


(El mevkuzetü): Döğülerek öldürülen hayvan anlamındadır.




Ayetlerin İcmali Manaları



Allah (cc), müminlere, kendi aralarındaki ah itleri ve Allah (cc) İle ara*larındaki ahitleri yerine getirmelerini emretmektedir,


Deve. sığır ve koyun etlerinin kesimden sonra müminlere helal oldu-:: ğunu zikrederek İleride tafsilatı geleceği gibi murdar ölmüş hayvanı ve t kanı haram kılarak hac ve umre Icin İhramlı bulundukları vakitlerin dışın-I da avlanmalarının mubah olduğunu bildirmektedir.


Allah (cc)'tn alametlerinden olan hac menasiktnde yapılması haram olan şeylerin helal bilinerek yapılması, haram aylarda savaşılması, hac esnasında kesilecek kurbanlarla bunların boyuntarındaki gerdanlıklara sal-dırılmasını yasaklamaktadır. Mescid-i harama yalnız Allah (cc)'ın rızasını


i taleb etmek için gelenlere düşmanlık edilmemesini onlarla savaşılmamasını emretmektedir.


Allah (cc), hac İhramından çıktıktan sonra müminlere avlanmanın mübah olduğunu bildirerek yalnızca sevmedikleri Icin insanlara sebebsiz ye*re tecavüz ederek saldırmalarını da yasaklamıştır. Zira zulüm çok çirkin |bir fiildir ve Allah {cc}, haddi aşmayı ve zulmetmeyi bütün şekilleriyle haram kılmıştır.


Allah (cc), müminlere hayır ve takva üzerine birbirlerine yardımcı ol*malarını emrederek günah ve aşırı derecede düşmanlık yapmak hususun*da müminlerin birbirlerine yardım etmelerini yasaklamaktadır. Allah (cc)'ın emirlerine muhalefet edenler için çok şiddetli bir ceza olduğu da bildiril*mektedir.


Üçüncü âyette, surenin başında Icmalen zikredilen haramlar tafsilatlı olarak beyan edilmektedir. Bunlardan oklarla kumar oynama ve oklarla et taksim etme İstisna olmak üzere tamamı yiyecek maddeleri ile ilgilidir. Bu âyette horam kılınan maddeler, cahiliyet devrinde helal sayılarak ye*niliyordu.


Haram edilen yiyecek maddeleri şunlardır: murdar ölmüş hayvan eti, kon, domuz eti, Allah (cc) dışında başka varlıklar adına kesilen hayvan et*leri, boğularak öldürülen hayvan etleri, sopayla dövülerek öldürülen hay*van etleri, yüksek bir yerden veya kuyuya düşerek Ölen hayvanların etleri, yırtıcı hayvanların Öldürdüğü hayvanların etleridir. Ancak Ölüm şekilleri sayılan 6u hayvanlar, ölmeden önce yetişilerek şer'î şekilde -kesilirferse o zaman helal olurlar. Bir de putlara veya insanlara saygı Icin kesilen hayvanların etleri haramdır. Allah (cc), fal veya kumar oklartyla herhangi birşeyi taksim etmeyi, —ki onlar bir hayvanı kestikten sonra üzerinde sayılar olan oklarla taksim ederlerdi ve bunu ilanlarıyla istişare olmak üzere yaparlardı— Allak (cc), haram kılarak bunların şeytanın İşlerinden olduğunu beyan etmiştir.


Allah (cc), mevzumuz âyetin sonunda İslâmın en kamil din olduğunu, şeriatının da tamamlanmış bir şeriat olduğunu, zaruret halleri hariç;güzel şeylerfn helal, pis şeylerin de haram olduğunu bildirmektedir.




Âyetlerin Nüzul Sebebleri



İbni Abbas (ra)'tan rivayet edildiğine göre, müşrikler Kabeyi tavaf ederler kurbanlarını keserler ve Hz. İbrahim'den kalma hac menasiklerine tazim ederlerdi. Müslümanlar bunu değiştirmek istediler. Bunun üzerine, »Ey iman edenler. Allanın şeairine, haram olan ava, kurbanlık hediyelere, (onlardaki) gerdanlıklara...» âyeti nazil oldu. [1]




Âyetlerin Tefsirindeki İncelikler



Birinci incelik: Allah (cc), hacda kesilecek kurbana saldırmayı ya*saklamıştır. Bundan ayrı olarak da kurbanlıkların boyunlarındaki gerdan*lıklara saldırmanın yasak olduğunu bilhassa bildirmiştir. Burada boyunları*na halka takılan kurbanlık koyunların şerefine işaret edilerek hayvanların kendilerine değil, boyunlarına takılan halkalara bile saldırmak yasaklan*maktadır. Bu yasaklama şekli jle, «Mümin kadınlara da şöyle, gözlerini saİanssnîar, ırzlarını korusunlar. Zinetlerini açmasınlar.» (Nur: 31) âyetin-deki yasaklama aynı inceliği taşımaktadır. «Zinetterini açmasınlar» İfadeslnden maksat, ziynet eşyalarının yasaklanması değil, bu eşyaların ta*kıldığı mahallerin yasaklanmasıdır. Allah (cc) kadınlara değil ziynet ma*hallerini, ziynetlerin kendilerinin gösterilmesini bile yasaklamaktadır. Eğer yasaklama yalnızca ziynet mahallerine hasredilseydi, bundan ziynet eş*yalarının gösterilebileceği anlaşılabilirdi. Mevzumuz âyette de boyunlar-deki halkalara saldırmak bile yasaklanarak kurbanlık koyunların şerefi ve saldırılmamalan gerektiği bildirilmektedir. Bu, ancak Allah (cc}'ın kela*mında görülebilecek bir inceliktir.


İkinci İncelik: Cahiliyet adetleri, körü körüne bir ırk ve kabile taas*subu üzerine kurulmuştur. Onlar, «Kardeşine zalim de olsa, mazlum da olsa yardım et.» derlerdi. «Kardeşsten maksat, kendi kabilesinden bir ferd-di ve kabilenin ferdine zalim de olsa yardım etmek esastı. Çünkü cahiliye devrinde bir insan kabilesinin yolu üzere bulunmak zorundaydı. Bu yolun doğru veya sapık olması önemli değildi. Bu hususu cahiliye devri şairle*rinden Düreyd bin Esemmete bir şiirinde şöyle dile getirir: «Ben, Gaziyye kabilesinin bir ferdiyim. Kabilem saparsa ben de saparım. Doğru yoldan giderse ben de doğru yoldan giderim.» [2]


İslâm, cahiliyet devrindeki kabile taassubunu ve ırkçılığı kaldırarak İnsanlığı topyekün kuşatan bir bakışla hayır ve takvada yardımlaşma, günah ve haddi aşmada yardımlaşmama gibi cemiyetin fertlerini birbirlerine bağlayıcı en güzel ve esaslı bir kural getirmiştir. İşte bu hususu «İyilik et-mek, fenalıktan sakınmak hususunda birbirinizle yardımlasın. Günah işlemek ve haddi aşmak üzerinde yardım (asmayın, Allahtdn korkun. Şüphesiz ki Allah, cezası çak çetin olandır.» âyetiyle beyan etmiştir.


Üçüncü incelik: Cahiliyet devrinde uzak bir yere gitmeden, savaşa, ticarete çıkmadan, evlenme teşebbüsünde bulunmadan Önce, birisinin ne*sebinde şüpheye düşüldüğü veya faili meçhul bir cinayetin failinin bulun*ması istendiği zaman yada diğer bazı önemli İşlerde Mekke'deki putların en büyüğü olan Hübel'in yanına gelerek oradaki falcıya yüz dirhem kar*şılığında fal okları çektirirlerdi. Eğer üzerinde «Rabbim bana emretti» yazılı ok çıkarsa, düşündükleri işi hemen yaparlardı. Şayet üzerinde «Rabbim bana yasakladı» yazılı ok çıkarsa teşebbüs etmek istedikleri işten vazgeçerlerdi. İşte Allah (cc), «...Fal oklarıyla kısmet ve (hüküm) arama*nız üzerinize haram edilmiştir.» buyurmuştur. Bu âyetle nakledilen batıl inanç ve adet yasaklanmıştır.


Ne yazık ki, çağımızın müslümanları bilerek veya bilmeyerek onbeş asır evvelki adetleri yerine getirmektedirler. Herne kadar bugün fal okları yoksa da onun yerine başka alet ve edevatlar konulmaktadır. Bazıları da mesela, aynaya veya bildiğimiz fasulye tanelerine bakarak insanların ge*leceği hususunda bilgi vermektedirler. Onlara bu bilgiyi kimden aldıkları sorulunca, «Bu bilgileri cinlerden alıyoruz» diye hiçbir aslı olmayan yalan*larına İnsanları inandırmaya çalışırlar. Okuyucularımızın faydalanmaları için bu hususta birkaç hadis naklediyoruz :


Hz. Ayşe'den şöyle rivayet edilmiştir: «Halktan bazıları Resulullaha falcılar hakkında sordular. «Falcılar birşey değildir.» buyurdu. Onlar. «Ya Resulullah (sav), falcıların bazı söyledikleri doğru çıkıyor.» dediler. «O doğru çıkan söz, onların onlara söyledikleridir. Yalnız onlar cinlerden al*dıkları çok az bilgiye yüzlerce yalan katarak söylerler.» buyurdu.» [3]


Safiyye binti ebi Abid (r.anha), Resulullah (sav)'ın zevcelerinden rivayet etmişlerdir: «Kim falcıya giderek ondan birşey sorar ve aldığı ce*vabı tasdik ederse kırk gün namazları kabul edilmez.» [4]


Resulullah (sav)'ın bu sözlerinden anlaşılıyorki, falcılık İslâm'da, kesin olarak yasak edilmiştir. Hem müslümanım demek, hem de cahili adetlere a[ inanmak nîüstümanlıkla bağdaşır birşey değildir.


Dördüncü incelik: «...Bugün sizin dininizi kemale erdirdim, üzeriniz- <* deki nimetimi tamamladım ve size din olarak müslümanlığı (verip ondan) *'' hoşnut oldum...» âyeti, Resulullah (sav)'a veda haccında ve cuma günü ® Arafatta nazil olmuştur. Cuma günü Arefe vakfesinin yapılması bayramı ^ müjdelediği gibi, bu âyetin nüzulü de iklncf bir bayram müjdesi olmuştur. Hatta yahudilerden- biri Hz. Ömer'e gelerek, «Kitabınızda okuduğunuz bir âyet vardır ki, eğer biz yahudilere öyle bir âyet nazil olsaydı biz o günü bayrom ilan ederdik.» dedi. Hz. Ömer, «Hangi âyeti kasdedlyorsunuz?» S diye sorunca da, «Bugün sizin dininizi kemale erdirdim...» âyetidir.» de- n di. Bunun üzerine Hz. Ömer, «Allah (cc)'a yemin ederim ki o âyetin hangi e gün ve saatte Resulullah {sav)'a nazil olduğunu biliyorum. O, cuma günü Arafatta, yatsı vaktinde nazil oldu,» dedi. [5]


Bir rivayete göre bu âyet nazil olduğunda Hz. Ömer, Resulullah (sav)'a ¥ ağlayarak «Biz dinimizden daha birçok şeylerin gelmesini bekliyorduk, n Çünkü birşey tekamül ettimi ondan sonra günden güne noksanlaşmaya si başlar.» dedi. Buna karşılık Resulullah (sav), «Doğru söylüyorsun ya Ö-mer.» buyurdu. Bu âyet, Resulullah (sav)'ın bu dünyadan ahrete teşrif e-deceğine de işaret etmektedir. Nitekim Resulullah (sav), bu âyetin nüzu- " lünden sonra 81 gün yaşamıştır. [6]




Âyetlerdeki Şer'î Hükümler

^


Birinci hüküm: Âyetteki «ahidler» kelimesinden maksat nedir? >l


Bazı alimlere göre, âyetteki «ahftlen» kelimesinden maksat, borç, alış, satış ve ticari sözleşmeleridir. Bu, Hasan-ı Basrî (ra)'nin de görüşüdür.


Diğer bazı alimlere göre İse âyetteki «ahitler» kelimesinden maksat * hac, namaz, oruç, itikaf ve adak gibi şer'! sözleşmelerdir. İbni Abbas (ra) ., ve Mücahid (ra) de bu görüştedirler. Taberl de bu görüşü tercih etmiştir. L


Sahih olan, Kurtubî ve müfessirlerin cumhurunun görüşleridir. Buna göre âyetteki «ahitler» kelimesinden murad müslümanların muamele (alış*veriş, borç kiralama vb.) ve şeriatın teklifleri, Allah (cc)'ın kullarına far-zettfklerl, helal ve haram ettikleri şeyler hakkındaki ahitleridir.


Kurtubî bu hususta şöyle der: «Zeccac'a göre âyetin anlamı şöyledir: «Allah (cc)'ın size emrettikleri ile kendi aranızda birbirinizle yapmış oldu*ğunuz alış-veriş, kiralama ve diğer muamelatı yerine getiriniz.»


«Âyet, Zeccac'ın dediği gibi tefsir edilirse, «ahidler» kelimesinden an*laşılan umumi ahitlerdir. Ahld bahsinde sahih olan görüş de budur. Çünkü Resulullah (sav), «Müminler ancak alış-veriş ve diğer muameleleriyle bi*linirler.» buyurmuştur.» [7]




İkinci Hüküm; Ayetin İşaret Ettiği Hayvanların Etlerinden Haram Olan*lar Hangileridir?



Âyet, etleri haram olan hayvanları tafsilatlı olarak bildirmiştir. Bun*lar: Murdar ölmüş hayvanlar, kan, domuz eti, putlar için kesilen hayvanlar, Allah (cc)'tan başkasının adına kesilen hayvanlar, boğularak öldürülen, sopa ile dövülerek öldürülen hayvanlar, yüksek bir yerden düşerek ölen, diğer bir hayvanın vurmasıyla ölen ve aslan, ayı, kurt gibi yırtıcı hayvan*ların öldürdüğü hayvanların etleridir.


Ancak Allah (cc), sopayla dövülen, yüksek bir yerden düşen, diğer bir ehli hayvan tarafından vurularak düşürülen, yırtıcı hayvanlar tarafından yaralanan hayvanların ölmeden önce, canları tam çıkmadan Önce yetişi*lerek şeriatin emrettiği şeklide kesilirlerse helal olacaklarını da istisnaen bildirmiştir.


Fakihler bu tür hayvanlar —ki bunlar ölmüş hükmündedirler— şer'İ bir kesim ile kesildikleri takdirde helal olup olmayacakları hususunda ih*tilaf etmişlerdir.


Şafii mezhebinde meşhur olan görüşe göre, bu tür hayvanlardan her*hangi birine ulaşıldığında onda hayat eseri —kuyruğunu sallamak, aya*ğını çekip uzatmak gibi— varsa kesildiği takdirde etj helaldir. Hanefi mez*hebinin görüşü de bu yoldadır.


Diğer alimler ise bu tür hayvanlar için istikrarlı bir hayat —ki hemen ölecek değil— şartı koymuşlardır. Bu istikrarlı hayatın belirtisi ise hay*vanın kesim vakti değil, kesimden sonra hayat belirtisi sayılan hareketleri —ayağını uzatıp çekme, kuyruğunu sallama gibi— yapmasıdır.


İmam Malik (ra)'ten yapılan bir rivayete göre bu tür hayvanlar kesil*mediği takdirde hemen ölürse kesim onu helal kılmaz. Çünkü o zaten öl*mektedir.


Fakihler arasındaki bu ihtilafın sebebi, âyetteki «kestikleriniz müstes*na» İfadesindeki istisnanın muttasıl mı, yoksa muntokı mı olduğu husu*sudur. [8] Alimlerden âyetteki «kestikleriniz müstesna» ifadesini istisna-i muttasıl olarak anlayanlara göre «kestikleriniz» kelimesinden önce âyetin akışında sıralanan kazaya uğrayan hayvanların kesim ile helal olacağı hükmüne varılır. Buna göre âyetin manası şöyle olur: «Siz kazaya uğrayan hayvanlara ulaştığınız zaman onlarda hayat belirtileri varsa kesmenizle onların etleri size helal olur.»


Âyetteki «kestikleriniz müstesna» ifadesini istisna-i müntakı olarak anlayan alimlere göre ise kazaya uğrayan hayvanlara ulaşıldığında onda hayat belirtileri görülse dahi kesilmesi halinde eti helal değil, haram olur. Bu görüşe göre de âyetin anlamı şöyle olur: «Âyette sayılan vasıftaki hay*vanlar size haramdır. Ancak Allah (cc)'ın size helal kıldığı hayvanlardan kestiğiniz takdirde size helal olur.»


Buradaki istisnanın istisna-i muttasıl olarak anlaşılması tercihe daha şayandır. Zira yüksek bir yerden düştüğü halde ölmeyen bir hayvanın ke*silmesi caiz ve helaldir. Hayvanın düştükten birkaç gün sonra kesilmesi halinde helal olacağı konusunda zaten ittifak vardır.


Âyetteki istisna, sıralanan hayvanlardan istisna edilir. Yani sıralanan beş sınıf hayvandan bir tanesi geçirmiş olduğu kazadan dolayı ölmediği takdirde kesilmesi ve eti helaldir. Hz, Ali ve İbni Abbas (ra) da bu görüş*tedir.




Üçüncü Hüküm: Şer'i Kesim Nasıl Yapılır?



İmam Malik (ra)'e göre şer'ı kesim, hayvanın nefes borusu ve şahda-marları kesilerek yapılır.


İmam Şafii (ra)'ye göre. hayvanın nefes borusu ve yemek borusunun kesilmesi kafidir. Şahdamarlarının kesilmesine gerek yoktur. Zira nefes ve yemek borularının kesilmesi hayvanın hayatına son verir.


lmam-ı Azam (ra)'a göre şer'î kesim, yemek, nefes borularının veya şahdamarlarından herhangi birinin kesilmesiyle olur.


Bu husustaki tafsilat fıkıh kitaplarından öğrenilebilinir. Şu kadarını söyleyelim ki. İmam Malik (ra} ile Ebu Hanife {ra) kesimde etin tadını göz önüne alarak hayvanın şahdamarlartndan birinin kesilmesini şart koşmuş*lardır. Çünkü bu damarlardan birinin kesilmesiyle kan daha rahat boşa*nacağı gibi, Resulullahın, «Hayvanın kanı akıtılırken Allah (ra)'ın ismi anı-lırsa o hayvanın etini yiyiniz.» [9] hadisine de uygun davrantlmış olur.


Kan akıtan her alet —diş ve tırnak hariç— kesim aleti olabilir. Hatta İmam Ebu Hanife (ra)'ye göre diş ve tırnak kendi başlarına kesici olurlar*sa onlarla da kesim yapmak caizdir.


Vahşileşen veya kuyuya düşen bir deve av hayvanı gibidir. Av hayva*nın da nasıl kesim şart değilse, besmeleyle atılan kurşun veya ok kesim sayılıyorsa vahşileşen deve hakkında da kesim sayılır. Zira Buharı, Nesaî ve Ebu Davud, Rafi bin Hadic'ten şöyle rivayet etmişlerdir: «Bir yolculukta Resulullah iie birlikte idik. Arkadaşların develerinden bir tanesi ürktü ve kaçtı. Yanımızda onun arkasından yetişebileceğimiz bir at da yoktu. İçi*mizden biri bir ok attı ve deveyi yere düşürdü. Bunun üzerine Resulullah (sav), «Ehli hayvanlar do vahşiler gibi insanlardan kaçıp uzaklaştılar mı şimdi atılan ok ile vurulduğu gibi siz de onu atın ve vurun.» buyurdu.»


İmam Malik (ra)'e göre ise böyle vahşileşerek kaçan ehil hayvanın ke*simi yine ehli bir hayvan gibi yapılmalıdır, imam Hanbel (ra), bu hususta, «öyle sanıyorum ki İmam Malik (ra), Rafi bin Hadic'in rivayet ettiği hadisi iş itme m iştir.» der.


İbnü'l-Arabî, Ahkâmü'l-Kur'an İsimli tefsirinde Rafi bin Hadic'in riva*yet ettiği hadisi tevil ederek şöyle der: «Ehli hayvanlardan bir tanesi ür*küp kaçsa ve vahşi hayvanlar gibi insanları gördükçe kaçmaya devam et*se onu ok veya başka bir silahla vurmak caizdir. Bu vuruş hayvan için kesim sayılır. Çünkü eti yenen vahşi hayvanların da yakalanıp kesilme*leri pek mümkün değildir. Bu yüzden avcılar tarafından ok veya herhangi bir silahla vurulduğu takdirde o vuruş, onun kesimi sayılır.»




Dördüncü Hüküm : Yırtıcı Hayvanlarla Kuşların Avladıkları Hayvanların Hükmü Nedir?



«Allanın size öğrettiğinden öğretip (terbiye ederek) yetiştirdiğiniz av*cı hayvanların size tutu verdik terinden de yeyin ve üzerine besmele çekin» âyeti köpek, pars, doğan, şahin gibi hayvan ve kuşların yakaladıkları y»-nilmesi mubah olan hayvanların etlerinin kesilmeden yenilmesine delalöt ederek. Ancak avcı hayvanın mutlaka eğitilmiş olması gerekir.


Fakihter eğitilmiş her köpeğin etinin yenilmesinin caiz olduğunda it*tifak etmişlerdir. Çünkü Resulullah (sav), Adiy bin Hatem'e, «Sen eğitilmiş köpeğini avlayacağın hayvanı yakalamak üzere bıraktığın zaman besmele çek. Yakaladığı hayvandan herhangi bir kısmını koparıp yememişse onun etinden ye. Şayet o, avladığı hayvanın etinden yerse siz artık ondan ye*meyin.» [10] buyurmuştur.


Bazı alimler av ipin eğitilmiş köpek hakkında bazı şartlar ortaya koy*muşlardır. Bu şartları haiz hayvanın yakaladığı av hayvanının eti yenebilir. Bu şartlar şunlardır:


1- Eğitilmiş köpeği çağırdığınız zaman mutlaka gelmesi lazımdır. O köpek birşey yaparken sahibi yapma dediğinde hemen bırakmalıdır. Zi*ra Allah (cc). «Allanın size öğrettiğinden öğretip (terbiye ederek) yetiştir*diğiniz...» buyurmuştur. Bu âyet köpeğin mutlaka eğitilip terbiye edilmesi*ni şart koşmaktadır. Köpeğin terbiyesi de ancak çağrıldığı zaman gelmesi. İstenilen blrşeyi yapması, istenilmeyenleri yapmaması ile bilinir.


2- Av köpeği, avladığı hayvanın etinden yememelidir. Zira Ailah (cc}, «...avcı hayvanların size tut/erdiklerinden de yiyin...» buyurmuştur. Bura*dan köpeğin avından yememesi gerektiği anlaşılmaktadır.


3- Av köpekleri ov üzerine bırakıldıkları zaman besmele çekmek şarttır. Çünkü Allah {cc}, «...üzerine besmele çekin.» buyurmuştur. Ayrıca yukarıda nakledilen Adiy bin Hatem hadisinde Resulullah (sav)'ın «...Bı*raktığın zaman besmele çek» demesi de besmele çekmenin farz olduğuna delalet etmektedir.


4- Eğitilmiş hayvanlarla avcılık yapanın müslüman olması şarttır.


Bu şartlar hakkında fakihler İhtilaf etmişlerdir. Bunlar geniş olarak fıkıh kitaplarında yazılıdır.

Prof. Dr. Sinsi 08-04-2012 03:26 AM

Tefsir Dersleri...
 

32. DERS ABDEST VE TEYEMMÜMÜN HÜKÜMLERİ



5- Bugün size bütün iyi ve temiz (nimetler) helal kılındı. Kendilerine kitap verilenlerin yiyeceği sizin İçin helal olduğu gibi sizin yiyeceğiniz de onlar tein helaldir. Namuskar, zinaya sapmamış ve gizli dostlar da edin*memiş (insanlar) halinde (yasamanız sortiyle) müminlerden hür ve iffetH kadınlarla kendilerine sizden evvel kitap verilenlerden yine hür ve fffetll kadınlar dahi siz onların mehlrlerinf ver(ip nikah edjince (size helaldir). Kim İmanı tanımayıp kafir olursa her halde bütün yaptığı boşuna gitmiştir ve o ahirette en çok ziyana uğrayanlardandır.


6- Ey iman edenim, namaza kalkacağınız zaman yüzlerinizi ve dir*seklere kadar ellerinizi ve başlarınızı meshedip, her İki topuğa kadar ayak*larınızı yıkayın. Eğer cünüp olduysanız boy abdestl alın. Eğer hasta olmus-samz, yahud bir sefer üzerinde İseniz veya İçinizden biri ayak yolundan gel*mişse, yahud da kadınlara dokunmuşsanız ve bu halde su da bulamamış-sanız o vakit tertemiz bir toprakla teyemmüm edin, binaenaleyh (niyetle) ondan yüzlerinize ve ellerinize sürün. Allah, sizin üzerinize bir güçlük yap*mayı dilemez, fakat iyice temizlenmenizi ve üstünüzdekl nimetinin tamam*lanmasını diler. Tak! şükredesiniz.




Ayetlerin Lafzi Tahlili



(Taâmü'): Taam, lügatta yenilen herşeye denir. Ayette fse kesilmiş hayvanların etlerine denilmektedir.


(Elmuhsenatü): Muhsenat, hasim kökünden türe*miştir. Hasim ise korunmaya denir. Âyette muhsenattan maksat kadınlar*dan iffetli olanlardır.


(Müttehlzî ehdanln): Ehdan, hlden kelimesinin çoğuludur. Hlden, dost anlamındadır.


(Yekfür bil İmani): Bu cümlenin âyetteki manası şer'î hükümlerini inkar etmektir.


(Hobita amelühü): Hablta, yok olma demektir. Amel ise sevap manasındadır. Âyetteki anlamları ise, şer'î hükümleri in*kar edenlerin amelleri yok olur demektir.


(Fağsilü): Gasl kökünden türemiştir. Gasl ise herhangi birşeyln temizlenmesi İçin üzerine su dökmektir.


(El ka'beynl): Ka'beyn, iki topuk manasınadır.


(Mİn harecin): Harec, darlık ve sıkıntılı yere der nir.




Ayetlerin İcmali Manaları



Allah (cc), müminlere hitapla şöyle buyurmaktadır: Ey müminler, ben size yiyeceklerden güzel olanları helal kıldım. Kitap ehil (hırlstiyan ve ya-hudi)nin kestikleri size, sizin kestikleriniz de onlara helaldir. İmanlı ve iffet*li müslüman -kadınlarla İffetli kitap ehli kadınları, mehlrlerini verdiğiniz takdirde, namusunuzu korumak için nikahlamanız size helaldir. Kadınlar*dan dost ve sevgili edinerek onlarla gizlice zina etmeyin.


Her kim islâm'dan dönerse, daha önce yapmış olduğu ibadetlerin se*vapları yok olur. Ahirette de en çok zarar eden yine onlar olacaktır.


Allahu taala daha sonra abdest ve teyemmümün hükümlerini bildire*rek müminlere şöyle hitap eder: Ey müminler, abdestsiz olduğunuz halde namaz kılmak İstediğinizde yüzlerinizi ve ellerinizi dirseklerle, ayaklarınızı topuklarla birlikte yıkayarak başınıza da mesh edin.


Eğer cünüp iseniz temiz bir su İle bütün vücudunuzu yıkayın. Hastalık ve yolculuk anlarında abdestsizseniz, hanımınızla temasta bulundunuzsa abdest veya gusül için su bulamazsanız temiz bir toprakla teyemmüm edin. Teyemmüm yapmak için yüzlerinizi ve ellerinizi dirseklere kadar temiz top*rakla mesh edin. Zira Allah (cc), dini hükümlerde size hiçbir zaman sıkıntı verecek şeyleri İrade etmez. Ancak Allah (cc), sfzln günahlardan, kir ve pisliklerden temizlenmenizi ister. Allah (cc), şer'î hükümlerini beyan et-


mekle size nimetlerini tamamlamıştır. Sizin onun nimetlerine şükretmeniz




Ayetlerin Tefsirindeki İncelikler



Birinci İncelik: Âyette iffetli ve mümin kadınların iffetli ehli kitap kadınlardan önce anılması, herne kadar ehli kitap kadınlarla evlenmek helal İse de, iffetli mümin kadınlarla evlenmenin daha efdal olduğuna de*lalet eder. Zira mümin kadınlarla evlenmek daha hayırlıdır. Nitekim bu hu*susu Resuluilah (sav) şöyle ifade etmişlerdir: «Kendinize saklayacağınız en hayırlı şeyi size haber vereyim mi?» Sahabller, «Evet ya Resuluilah.» dediler. «Kişinin kendisine saklayacağı en hayırlı şey, saliha bir kadındır.» buyurdu. Salih olmak ise ancak imanla mümkündür. İşte. «Ey İman eden*ler, mümin kadınları nikahlayın...» (Ahzab: 49) âyetinde de nikahın imanlı kadınlarla sınıflandırılmasının s&bsbl budur.


İkinci İncelik: «...Siz onların mehirlerini ver(in nikah ed)!nce...» âye*tinde kadınların nikahla helal olması için mahirlerinin verilmesi şartı ko*nulmuştur. Bu do evlilikte kadınlara verilen mehrln vacib olduğunun teki*dine delalet ediyor, öyle ise herhangi bir kimse evlendiğinde mehir ver*mezse onun karısıyla teması zahiren zina sayılır. Âyette mehrin doğru*dan değil de «ücret» kelimesiyle ifade edilmesi verilecek mehrln bir sınırı olmadığına delalet eder. Burada esas olan, tarafların anlaşarak tayin ettik*leri miktardır. İşçi ücretlerinde nasıl bir sınır yok ve işçinin ücreti işveren*le yapılan anlaşmayla ortaya çıkarsa mehirde de durum öyledir.


Üçüncü incelik: Başa mesh etme hükmü, yıkanması farz olon aza*lar sayılırken baş ve sonda değil de orta yerde gelişinde çok latif bir işa*ret vardır. O da abdest alırken âyetteki diziliş şekline göre abdest alınma*sına dikkat çekilmesidir. Mesela, evvela yüz, sonra eller dirseklerle, sonra başa mesh, daha sonra da ayaklar topuklarla birlikte yıkanmalıdır. Bazı mezheplere göre herne kadar farz değilse de bu tertip üzere abdest alın*ması sünnettir. En üstün, en mütekamil şey de Resuluilah (sav)'in sünne*tidir.




Ayetlerdeki Şer’i Hükümler


1 Birinci Hüküm; Kitap Ehlinin Kestiği Hayvanların Hükmü Nedir?



Müfessfrlerin cumhuruna göre, «Kendilerine kitap verilenlerin yiyeceği sizin İçin helaldir.» âyetindekj yiyecekten maksat, kitap ehlinin kestiği hayvanların etleridir. Onların yetiştirdikleri sebzeler ve pişirdikleri ekmekler değil. Zira onların kesdikleri bizzat onların kesimleriyle helaldir. Yok*sa ekmek, meyveler ehli kitaba helal olduktan sonra zaten müminlere mübahtı r.


Kitap ehlinin kestiklerinin helal oluş hükmü, yalnız kitap ehline hastır. Hiçbir semavi kitaba inanmayan, yalnız putlara tapan müşriklerle ateşe tapan mecusilerin kestikleri hayvanların etleri ve onların kadınları haram*dır. Zira Allah (cc). «Üzerlerine Allanın İsmi anılmayanlardan yemeyin. Çünkü bu, muhakkak ki bir risktir.» (En'am: 121) buyurmuştur.


Müşrikler ve mecusiler hayvanları keserken ya şer'î manada bir ke*sim yapmazlar, yada kesim yapsalar bile bunu Allah (cc)'ın İsmini anarak yapmazlar. Onların kadınlarıyla evlenmenin haram olduğunu yine Allah (cc), «Allaha eş tanıyan müşrik kadınlarla onlar imana gelinceye kadar evlenmeyin.» (Bakara: 221) âyetiyle bildirmiştir.


Kitap ehlinin kestiği hayvanlarla ve onların kadınlarıyla evlenme hu-, susunda hususi hükümler mevcuttur. Bu hükümler müşrik ve mecusileri kapsamaz. Mecusj ve diğer müşrikler kitap ehli olanlar ile bir konuda, İslâm devleti tarafından cizye alınması konusunda eşittirler.


Hz, Ali'den şöyle rivayet edilmiştir: Hz. Ali, Arapların Beni Tağallüb kabilesinden olan hırlstiyanları diğer hıristiyanlardan istisna ederek, «On*ların hırlstiyanlıkla hiçbir ilişkileri yoktur. Ancak hıristiyanlardan içki iç*meyi öğrenmişlerdir.» der. Hz. Ali'nin bu beyanından anlaşılıyor ki, «Ben hırlstlyanım» diyen kimse kitap ehli sayılamaz. Hıristiyanların kitabı olan İncil'e göre amel etmeleri ve gerek İtikad, gerek ibadetlerinin de kitaplarına uygun olması gerekmektedir.


İmam Şafii (ra) de Hz. Ali'nin yukarıdaki beyanını esas alarak aynı görüşü kabul etmiştir.


Ibni Abbas (ra)'a Arap hıristiyanların kestikleri hayvanların etlerinin yenilmesi hususu sorulunca, «Onların kestiklerinin yenilmesinde bir sa*kınca yoktur. Yenebilir.» demiştir, imam-ı Azam (ra) da bu görüştedir. [11]


Allah (cc)'ın, «...Sizin yiyeceğiniz de onlar İçin helaldir.» âyetinde ka*dınların evlenme hükümlerini beyan etmemesinde gizli bir uyan vardır. Ni*kahla kesilen etlerin hükümleri bir değildir. Çünkü müslümanlar ile kitap ehlinin kestikleri hayvan etlerinin mubah olmasında iki taraf İçin bir eşitlik vardır. Yani müstümanların kestikleri etler kitap ehline, kitap ehlinin kestiği hayvanların etleri müslümanlara helaldir.


Kadınlarla evlenmenin helal olması hükmü ise yalnız müslümanlara has bir hükümdür. Müslümanlar kitap ehli kadınlarla evlenebilecekleri halde kitap ehli erkekler müslüman kadınlarla hiçbir zaman evlenemezler. Şayet bir hırlstiyan erkek müslüman bir kadınla evlenirse İslâm hukukuna göre o müslüman kadın üzerinde hıristiyan erkeğin velayet hakkt olacak*tır. Halbuki Allah (cc) hiçbir zaman kafirlere müslümanlar üzerinde bir velayet hakkı vermemiştir.




İkinci Hüküm; Bir Yahudi Ve Hıristiyan Kadınla Evlenmenin Hükmü Ne*dir?



Faklhlerln cumhuru, bir müslümanın zımmi olan yahudi ve hıristiyan-lardan bir kadınla evlenmesinin helal olduğuna, «...Sizden evvel kitap ve*rilenlerden yine hür ve İffetli kadınlar dahi, siz onların mehirlerinl ver (ip nikah ed)lnce (size helaldir)» âyetine dayanarak hükmetmişlerdir.


Ibni Ömer (ra) bu hususta şöyle der: «Müslüman bir erkeğin zımmi olan yahudi veya hıristiyan bir kadınla evlenmesi caiz değildir. Çünkü Al*lah (cc), «(Ey müminler) Alloha eş tanıyan kadınlarla, onlar İmana gelin*ceye kadar evlenmeyin.» buyurmaktadır. Ben, «Rabbim İsa'dır» demekten daha büyük bir şirk bilmiyorum. Şüphesiz Allah (cc}, kafirlerden uzaklaş*mayı farz kılmıştır. Çünkü Allah (cc), «Ey iman edenler, benim de düşma*nım, sizin de düşmanınız (olanlar)ı dostlar edinmeyin.» (Mümtehine: 1) bu*yurmuştur. Dost edinmek veya evlenmek ise yakiaşmayı gerektiren en bü*yük amillerdendir. Allah (cc) İse bilindiği gibi «Müşrikleri dostlar edinme*yin» buyuruyor. Bundan kesinlikle anlaşılıyor ki, yalnız müşrik bir kadınla değil, hıristiyan ve yahudi bir kadınla evlenmek de haramdır.»


Bize göre mevzumuz âyet, kitap ehfi yahudi ve hıristiyan kadınlarla evlenmenin caiz olduğunu sarahatle ortaya koymaktadır. Fakihterin cum*hurunun görüşü de budur.


Zannediyorum ki tbni ümer (ra), hıristiyan kadınla evlenen erkeğin ve ikisinin dünyaya gelecek çocuklarının bozulacağını ve İslâmî bir terbiye Ü6 yetişemeyeceğlni nazarı itibara alarak yahudi vs hiristiyan kadınlarla evlenmenin caiz olmadığına hükmetmiştir. Şüphesiz evlilik hayatı, karı-koca arasındaki sevgiyi kuvvetlendirdiğinden bazan erkeğin kadının dinine meylettiği görülmektedir. Çocuklar İse zaten yaratılış İtibariyle annelerine daha çok meylederler. Hatta çoğu defa hıristiyan bir kadınla evlenen erkeğin çocukları annelerinden aldıkları dini terbiye ile hıristiyan veya yahudi olmaktadırlar. İşte böyle bir evlilik neticesi doğacak çocuklara, evliliğin büyük zararı olduğundan bu tür evlilik kati surette haramdır. Şayet böyle bir evlilikte yukarıdaki zararlardan emin olunduğu takdirde veya evlene*ceği kadını müslüman etme niyetini taşıyorsa böyle bir evliliğin haram ol*duğuna dair ne ayet, ne hadiste bir delil vardır. Allah (cc) en İyi bilendir.




Üçüncü Hüküm: Abdestl Bozulmayan Kimsenin Namaz Kılacağı Zaman Yeniden Abdest Alması Farz Mıdır?



«Ey İman edenler, namaza kalkacağınız zaman yüklerinizi ve dirsek*lere kadar ellerinizi ve başlarınıza meshedip, her İki topuğa kadar ayak*larınızı yıkayın.» âyetinin zahiri, ister abdestl i olsun, İster abdestsiz na*maza kalkan herkesin abdest almasına delalet eder.


Alimler ise ancak abdesti bozulan kişinin namaza kalkacağı zaman abdest alması gerektiğinde ittifak etmişlerdir. Öyleyse âyette abdestsizlik kaydı gizlidir ve âyetin acık manası şudur: «Ey iman edenler, siz abdest*siz olduğunuz halde namaza kalktığınız zaman...». «Siz abdestsiz oldu*ğunuz halde» ifadesi âyette gizlidir. Alimler âyeti böyle tevil ederek ab-; dest almanın ancak abdestsiz olana farz olduğu hususunda Icma etmiş*lerdir. Çünkü abdest âyetinin devamı, yalnız abdestsiz olan kişinin nama-!' za kalkacağı zaman abdest alması gerektiğine delalet eder.


Şüphesiz teyemmüm, abdestin karşılığıdır ve onun yerine geçmekte*dir. Ayette teyemmümün ancak suyun bulunmadığı yerde abdestsiz kişi için farz olduğu bildirilmektedir. Namaza kalkışta asıl olan abdesttir. An*cak abdest mümkün olamayınca teyemmüm olur. Teyemmüm İse abdest*siz kimseler için farzdır. Şu halde abdestin farz oluşu da ancak abdestsiz olan içindir.


Abdest almakla emrolunmamızla gusletmek için emrolunmamız ara*sında bir fark yoktur. Gusletme emri de büyük abdestsizlik tabir edilen1 cünüplükle bağlantılı olarak vaki olmaktadır. Zira Allah (cc), «...Eğer cü-nüp olduysanız boy abdesti alın...» buyurmaktadır, öyleyse gusletmemem-'5 rinln benzeri olan abdest alma emri de küçük abdestsizlik olan abdest-' sizlik haliyle kayıtlıdır, özetle abdest aima, namaza kalkıldığı zaman yal-, nızca abdestsiz olan kimselere farzdır.


Ayrıca Resulullah (sav), Mekke fethedildiği gün bütün namazlarını tek abdestle kılmıştır. Bu da namaza kalkışta abdest alma emrinin yalnızca abdestsjzlere ait olduğuna delalet etmektedir. Hatta Hz. Ömer, «Ya Resulullah, bugüne kadar hic yapmadığınızı yaptınız.» dedi. Çünkü Resulul-lah (sav) daha evvel her namaz vaktinde abdest alırdı. Hz. Ömer'in soru*suna Resulullah (sav), t Ben bugün yaptığımı kasten yaptım.» buyurdu. Re*sulullah (sav)'m «kasten yaptım» buyurması, ümmetine abdesti bozulma-dığı takdirde beş vakit namazın aynı abdestle kılınabileceğini göstermek İçindir. Fakat şurası da vardır ki, Resulullah (sav) ve raşid halifelerden varkJ olan haberlere göre onlar, her namaz Icin ayrı ayrı abdest almışlar*dır. Yalnız bu, her namaz için ayrı abdest almanın farz olduğuna delalet etmez. Sünnet olduğuna delalet eder. Çünkü Resulullah (sav), daima efdal olanı sever ve yapardı. Resulullah (sav)'ın fiiliyatında her namaz için ab*dest almanın farz olduğuna delalet edecek birşey de yoktur.




Dördüncü Hüküm: Baca Methetmenin Hükmü Nedir Ve Basın Ne Kada*rına Meshedtllr?



Fakihler başı meshetmenin abdest in farzlarından olduğunda ittifak et*mişlerdir. Çünkü Allah (sav), «...baslarınızı mesnedin...» buyurmuştur.


Şu kadar vgrki, fakihler başın ne kadarının meshedileceğl hususun*da ihtilaf etmişler ve birkaç görüşe ayrılmışlardır.


1- Maliki ve Hanbeliler ihtiyaten başın tamamının meshedllmeslnln farz olduğuna hükmetmişlerdir.


2- Hanefiler, Resulullah (sav)'in fiiliyatını -O, başının ön kısmına meshederdl— dayanarak başın dörtte birinin meshedifmestnin farz olduğu*na hükmetmişlerdir.


3- Safiler İse başın birkaç kılının meshedilmesi dahi kafidir derler.


1- Maliki ve Honb alilerin dal İlleri:


Malikiler ile Hanbeliler başın hepsinin meshedilmesinin farz olduğuna delil olarak âyetteki «biruuslküm» Ifadeslndekl Ba'nın tekit Icin fazla ol*duğuna İtimat etmişlerdir. Çünkü ba kelimesi, nasıl asli manayı ifade e-derse, öyle tekit İçin fazla da olabilir. Bunlara göre âyetin manası şudur: «Siz başlarınızı mesnedin.»


Maliki ve Hanbelllere göre abdest âyeti teyemmüm âyetine benzer. Kİ Allah (cc) teyemmüm âyetinde «Ondan yüzlerinize ve ellerinize «ürün.» buyurmuştur. Bu âyetle yüzün her tarafının meshedilmesi emredllmekte-dfr. Teyemmümde yüzün her tarafına meshetmek farz olduğuna göre ab-destte de başın tamamının meshedilmesi farzdır. Başın bir kısmını mesetmek kafi değildir. Bu görüşü Resulullah (sav)'ın fiili de tekid etmektedir. Çünkü Resulullah (sav)'ın abdest alırken başının tamamını meshettlği tes-bit edilmiştir.

Prof. Dr. Sinsi 08-04-2012 03:26 AM

Tefsir Dersleri...
 

Hanefi ve Şaftilerln dellllflrl:


Şafii ve Hanefiler abdest âyetin de ki «blruusiküm» deki Banın «bazi-yet» (bir kısım) ifade ettiğin) kabul ederek başın tamamının değil bir kıs*mının meshedilmesinin farz olduğuna hükmetmişlerdir. Bunlara göre âye*tin, manası şöyledir: «Başlarınızın bir kısmını meshedin. «Ancak âyette ifade edilen «başın bir kısmı»nı başın dörtte biri olarak takdir etmişlerdir. Çünkü Muğire bin Şu'be (ra)'den şu rivayet yapılmıştır.- «Resululloh (sav) bir seferde iken abdestini alırken nasiyesl (başın ön kısmı) üzerine mes*netti». Başın ön kısmı da alından tepeye kadar başın dörtte biri olmakta*dır.


Şafiilere göre ise «Biruuslküm» deki ba «baziyet» ifade eder. Bu bakım*dan başın bir kısmını meshetmek âyetin emrinin yerine gelmesi için yeter*lidir. Âyette başın tamamının ve çoğunun meshedilmesine dair acık bir İşaret yoktur, öyleyse başın tamamını veya çoğunu meshetmek farz değil, sünnettir.


İmam Şafii (ra) şöyle der: «Ayetteki «başınızı meshedin» ifadesinden hem başın tamamının meshedilmesi gerektiği, hem de bir kısmının meshe*dilmesi gerektiği anlaşılabilir. Sünnet İse başın bir kısmının meshedilme*sinin kafi geleceğini göstermektedir. Çünkü Muğire bin Şa'be (ra)'nln de rivayet ettiği gibi Resulullah (sav) başının ön kısmını meshetmiştir. Başın ön kısmı da başın bazısıdır.»


imam Şafii (ra) sözlerine şöyfe devam eder: «Teyemmüm âyetinde de «yüzünüzü meshedin» buyuru (muştur. Teyemmümde yüzün yalnız bir kısmını meshetmek kafi midir diye sorulabilir. Bunun cevabı sudun Teyem-ıde yüzü meshetmekten kasıt yüzü yıkamanın yerine geçmesi İçin-Mademki abdest alırken yüzün tamamının yıkanması farzdır, teyem-^ müm ederken de yüzün tamamının meshedilmesi Icabeder.


«Başı meshetmek ise yıkamanın yerine konulmuş değildir. Zaten ab- -a dest âyetinde başla ilgili hüküm meshtir. Yani bası meshetmek asıldır. Ki- u sacası abdestte başı meshetmek ile teyemmümde yüzü meshetmek arasında acık bir fark vardır. Şu halde başın tamamının değil, bJr kısmının meshedilmesi kafidir.»


Kurtubî, bu hususta şunları söyler: «Maliki alimleri. Şafii ve Hanefi alimlerinin delil aldıkları Muğire bin Şa'be (ra)'den rivayet edilen hadis*teki Resulullah (sav)'tn başının ön kısmını meshetmesi hadisesinin bir özürden dolayı olduğu görüşündedirler. Zaten o zaman Resulullah (sav) her an özrün bulunabileceği, bazı şeylerde kısaltmanın caiz olduğu sefer1e idi. Sonra aynı olayda Resulullah (sav), başının ön kısmını meshet-mekle yetinmeyerek sarığının üzerine de rneshetmiştir. Eğer başın tama*mının meshedilmesi farz olmasaydı Resulullah (sav) sarığını meshetmez-di.[12]


Bize göre, Arap söz yapısında ba harfi baziyet için vazedilmiştir. Bo'-yı oyette fazla kabul etmek esasa muhaliftir. Zaten Arap dili ve edebiyatına göre de kelimeler, kendi asıl konumlarında kullanılması mümkün ise asıl konumlarında kullanılır. Bu âyette de böyle kullanılmıştır. Öyleyse başı meshetmekte farz oian başın tamamını değil bir kısmını meshetmektir. Başın tamamını meshetmek ise sünnettir. Şafii ve Hanefüerin görüşü da*ha acıktır. Honbelİ ve Malikilerin görüşü ise ihtiyata daha uygundur. En doğrusunu Allah (cc) bilir.




Beşinci Hüküm: Cünüpiük Nedir, Cünüp Kimsenin Neleri Yapması Ha*ramdır?



Cünüplük şer'İ bir hükümdür ki, cünüp olan kimse gusledinceye kadar namaz kılmaktan, Kur'an okumaktan, Kur'anı tutmaktan, camiye girmek*ten kaçınmalıdır. Günkü Allah (cc), «...Eğer cünüp olduysanız boy abdesti alın» buyurmuştur. Resulullah (sav) cünüplüğün iki oyrı sebebten birisi ile vücuda geleceğini bildirmiştir.


1- Meninin gelmesidir. Çünkü Resulullah (sav), «Gusletmek, ancak su (meni) iledir.» buyurmuştur.


2- Sünnet edilen iki uzvun birbirleriyle temas etmesi. Çünkü Re*sulullah, «İki sünnet yeri birbirine temas edince gusletmek farzdır.» bu*yurmuştur.


Cünüp olunca gusletmek nasıl farzsa ay hali adetinin kesilmesi veya İohusalık kanının kesilmesiyle de gusletmek farzdır. Çünkü Allah (cc), ay*başı adeti hususunda, «...Temizlendikleri vakte kadar kendilerine yaklaş*mayın...» (Bakara: 222) buyurmuştur. Temizlendikleri vakitten maksat ise, boy abdesti almaktır.


Resulullah (savj, Fatıma binti Hubeyş'e, «Ay halin başlayınca namaz kılmayı bırak. Ay halin sona erince guslet ve namazını kıl.» buyurdu. [13]


Lohusa kadının tohusalık zamanı sona erince onun da gusletmesi farz*dır. Çünkü İohusalık da ay hali gibidir. Lohusalığın hükmü ise sahabilerin icmaı ile sabittir.




Altıncı Hüküm: Boy Abdesti Alırken Ağız Ve Buruna Su Vermenin Hük*mü Nedir?



Faklhler boy abdesti alırken ağza ve burna su vermenin hükmü husu*sunda ihtilaf etmişlerdir.


Maliki ve Şafiilere göre boy abdesti alırken ağız ve burna su vermek; farz değildir.


Hanbeli ve Hanefiiere göre ise ağza ve burna su vermek farzdır,


Maliki ve Şafillerin delilleri:


Sahabilerden bir gurup Resulullah (sav)'ın meclisinde guslün usulünü tartışıyorlardı. Herkes nasıl guslettiğini beyan etti. O sırada Resulullah (sav), «Ben guslederken tepeden aşağıya üç defa su döktüm mü gusletmiş olurum.» buyurdu. Resulullah (sav)'ın bu sözü boy abdesti alırken ağız ve burna su vermenin farz olmadığını göstermektedir. Eğer farz olsaydı şüphesiz Resulullah ağız ve burnuna su verdiğini de söylerdi.


Hanbeli ve Hanefilerln delilleri:


Âyetteki «temizlenme» emri, vücudun dış parçalarını ve yıkanması mümkün olan iç uzuvları kapsar, ic uzuvların yıkanması mümkün olanlar ise ağız ile burundur. Öyleyse boy abdestinde ağız ve buruna su vermek farzdır.


Maliki ve Şafillerin boy abdesti alırken ağız ve buruna su verilmesinin farz olmadığına dair delilleri olan hadis hakkında Hanbeli ve Hanefiler şöyle derler: Resulullah (sav)'ın hadisinden maksat, boy abdesti aldıktan sonra birçok sahabinin de anladığı gibi namaz abdesti almanın farz olma*dığıdır. Çünkü Resulullah (sav) bu hadisi ile yalnız guslün farz olduğunu beyan etmiştir. Fıkıh ıstılahında taharet-i suğra (namaz abdesti)nin tanaret-i kübro (boy abdesti) iğinde olduğunu bildirmektedir. Yani boy obdesti aldıktan sonra namaz abdesti almak farz değildir, sünnettir.




Yedinci Hüküm: Su Bulunduğu Zaman Hasta Ve Yolcunun Hükümleri Nelerdir?



Âyetin zahiri, hasta için kayıtsız şartsız teyemmümün caiz olduğuna delalet etmektedir. Yalnız bu âyet mutlak değil, mukayyettir. Yani teyem*mümü ancak abdestin hastalığına zarar vereceği kişiler edebilir. Çünkü ibnl Abbas (ra) ve tabiinden bir cemaatten yapılan kesin rivayete göre âyetteki hastalıktan maksat cildinde yara olan veya suyun vücuduna za*rar verdiği kimsenin hastalığıdır. Bundan dolayı fakihier hastalığı bir*kaç nev'e ayırmayı uygun görmüşlerdir:


1- Suyun kullanılması ile hayat tehlikesi veya bir uzvun sakat olma-olacaksa Maliki ve Hanefilere göre teyemmüm etmesi caizdir. İmam Şa-ed i I irse fakfhlerin İttifakıyla o kişinin teyemmüm etmesi caizdir.


2- Suyun kullanılması hastalığın artmasına veya uzamasına sebeb olacaksa Maliki ve Hanefilere göre teyemmüm etmesi caizdir. İmam Şa*fii (ra)'nin sahih görüşü de budur. Zira Cabir bin Abdullah (ra)'dan rivayet edilen, «Bir yolculukta İken bir arkadaşımız başına İsabet eden bir taşla yaralanmıştı. Bir gece ihtllam oldu. Bize «Teyemmüm etmem için bir ruh*sat biliyor musunuz?» dedi. «Suyu kullanabileceğin halde sana nasıl ruh*sat bulalım.» dedik. Bunun üzerine gusletti. Fakat başındaki yara ağır-laştı ve onun ölmesine vesile oldu. Medine'ye, Resulullah (sav)'ın yanına vardığımız zaman hadiseyi ona anlattık. Resulullah {sav}, «Arkadaşları onu öldürmüşler. Haberiniz olsun. Bilmediklerinizi sorunuz. Zira bilgisizliğin şifası sormaktır.» buyurdu.» [14] hadisi açıktan delalet ediyor ki, suyu kul*lanmak bir tehlike arzedlyorsa teyemmüm yapmak caizdir.


3- Suyun kullanılması halinde hayati tehiike ortaya çıkarmayan, ağtrlaşmayacak olan ve iyileşmesi de gecikmeyecek olan hastalık halin*de teyemmüm caiz değildir. Çünkü bu hastalık suyun kullanılmasına mani değildir. Mademki suyun kullanılmasına bir mani yoktur öyleyse böyle bir kimsenin teyemmüm etmesine de gerek yoktur. Maliküere göre ise böyle bir hastanın da teyemmüm etmesi caizdir. Çünkü âyetteki «...Hasta ol-muşsamz...» ifadesi mutlak bir nass olduğundan teyemmüm etmesine hiç*bir mani yoktur


4- Eğer hastalık bazı azalarda ve obdest azalarına çoğu sağlam ise sağlam uzuvlar yıkanır. Hasta veya yaralı uzuvlar meshedilir. Teyemmüm caiz olmaz. Şayet azaların çoğu yaralı ise İmam-ı Azam (ro)'a göre te*yemmüm etmesi caizdir


İmam Şafii (ro)ye göre iseuzuvların sağlam taraflarını yıkar, yaralı olan yerlere şu vurmayarak teyemmüm eder.


imam Malik (ra)'e göre ise abdest azalarında yara İster az, ister çok olsun farketmez, hastanın teyemmüm etmesi caizdir!


Bu açrklamaiardan anlaşılıyor ki, hasta bir kişinin su bulsa dahi teyem*müm etmesine ruhsat vardır. Yolcu ise su bulamadığı yerde teyemmüm fldBbillr.




Sekizinci Hüküm: Teyemmümde Elleri Dirseklerle Meshetmek Farz Mıdır?



28. Derste izah ve tahkikini yaptığımız Nisa suresi 43. âyetlndekl «sald» kelimesinden maksadın temiz bir toprak olduğu açıktır. Şeriatçe arzu edilen teyemmüm ise temizlik maksadıyla temiz bir toprağın İki muay*yen azada kullanılmasıdır. Bu azalardan maksat da Hanefilere göre yüz lld dirseklere kadar ellerdir. Şafillere görede tercih edilen görüş budur.


Maliki ve Hanbeiilere göre ise yüz İle bilekler kadar ellerdir.


Hanefi ve Şafiilerin delilleri :


«Ondan yüzleriniz© ve ellerinize sürün» âyetindeki «eller» kelimesin-; den maksat uzvun hepsidir. Teyemmüm abdest yerine alındığı için abdest-, te nasıl eller dirseklere kadar yıkanıyorsa teyemmümde de dirseklere ka*dar meshedilmesl farzdır. Çünkü yıkamak asıl, teyemmüm ise aslın yerine geçen bedeldir. Bedel asıla muhalif olamaz.


İkinci delilleri de Coblr. bin Abdullah'dan mervi hadistir. Resulullah (sav), «Teyemmüm iki darptır. Darbıif biri yüz için, diğeri İse bileklerin dir*seklerle beraber mesh i içindir.» buyurmuştur.


Maliki ve Hanbelilerİn delilleri:


Bunlara göre elden maksat bilekten aşağı ve üzerinde beş parmak bulunan uzuvdur. Dolayısıyla teyemmümde ellerin dirseklere kadar değil bileklere kadar meshedilmesl farzdır. Çünkü Allah (cc). «Erkek hırsızla ka*dın hırsızın ellerini kesin...» âyetinde elin bileğe kadar kesilmesini emret*miştir. Bu hususta bütün alimler ittifak etmişlerdir. Mademki hırsızlık ce*zasında el, bileğe kadar kesiliyor, teyemmüm de de elin bileğe kadar mes-hedilmesi kafidir


Ebu Hayyan şöyle der: «Ebu Hanife (ra) ve Şafii (ra)'den rivayet edi*len görüşe göre teyemmümde ellerin dirseklerle birlikte meshedilmesi farz*dır. Diğer bir gurup alime göre ise ellerin yâlnız bileklere kadar meshedil*mesi farzdır. Bu, İmam Hanbel ve Taberi'nin görüşüdür. İmam Malik (ra) ve Şa'bi (ra)'den rivayet edilen görüşe göre ise yalnız ellerin İçinin meshedil*mesi farzdır. Bazı hadis alimleri de bu görüşle hükmetmişlerdir. Uygun o-[an da bu görüşü kabul etmektir. Çünkü hadiste de böyle geçmiştir. Müs*lim bu hususta Ammar bin Yasir (ra)'den şöyle rivayet etmiştir: «Resulul-lah (sav), «Senin toprağa el vurman, ellerine üfürdükten sonra onlar ile el ve yüzlerini meshetmen kafidir.» buyurdu.» [15] Yine Ammar bin Yasir (ra)'den yapılan rivayete göre «Resulullah (sav), ellerini temiz toprağa vu*rarak silkeledikten sonra yüzünü ve ellerinin ayasını meshetmiştir.»


Bu görüşü Buhari'de rivayet edilen, «Resulullah (sav) ellerini yere vurduktan sonra ağzına yaklaştırarak onlara üfledi ve yüzünü ve ellerinin ayasını meshetti.» hadisi de teyid etmektedir. Bu sahih hadisler, teyem*mümde meshedilen uzuvları ve bu uzuvlarda yapılan meshin keyfiyetini


vuzuha kavuşturacak şekilde açıklamaktadır.» [16]




Âyetlerden Alınacak Dersler



1- Kitap ehlinin kestiği hayvanların etlerini yemek mubahtır.


2- Müminlerden iffetli, namuslu kadınlarla kitap ehli iffetli ve na*muslu kadınları nikahlamak mubahtır.


3- Namazın sıhhati için abdestli olmak şarttır.


4- Su bulunmadığı yerde veya su kullanmak tehlikeli ise teyem*müm etmek caizdir.


5- İslam kolaylık dinidir. Onda zorluk ve sıkıntı halleri yoktur.




Âyetlerdeki Teşrii Hikmetler



Yüce İslâm dininin hedeflerinden birisi de İnsanın temizliğidir. İnsan*lığı iç ve dış. maddi ve manevi kirlerden temizlediği gibj Allah (cc)'ın hu*zurunda durmaya da hazırlamaktadır. Ki insan o huzur İle kemalin zirve*sine ulaşabilmektedir. İşte İslâmda abdest almanın müminler için meşru kılınması bedenî temizliğe İslâmin ne kadar Önem verdiğini, insanın gü*nahlardan ve bütün kötü şeylerden arıtmaya çalıştığını göstermektedir.


Abdest ile gusülden maksat bedenî temizlik olduğu gibi onun manevi ve ahlaki temizliğe ulaşmasını da sağlamaktır. İslâm müminlerin azaları*nın, elbiselerinin, yemelerinin, içmelerinin temiz olmasını, insanın temiz bir hayat yaşamasını ister. İslâmin temizliğe azami derecede önem ver*mesine «Elbiseni temizle» (Müdessir: 4) âyeti delalet eder. Ki dış temizlik iç temizliğin bir cüzüdür. İslâmin hedefleri arasında insan temizliğinin de bulunmasında hayret edilecek bir taraf yoktur. Çünkü Allah (cc), mev-zumuz âyetin İhtiva ettiği hükümlerin sonunda, «Allah, sizin üzerinize bir güçlük yapmayı dilemez, fakat İyice temizlenmenizi ve üstünüzdeki nimeti*nin tamamlanmasını diler. Taki şükredeslniz.» buyurarak hükümlerin teşrii hikmetini beyan etmiştir. Resulullah (sav) da temizlik hususunda, «Temiz*lik imanın yarısıdır.» buyurmuştur. Zaten temizlik müslümanların hayatla*rının temelidir. Allah (cc) namazı abdestsiz kabul etmez. Her türlü manevi pisliklere boyanan bir kişiyi kıyamet günü kendi huzuruna nasıl alır?


İslâm, şüphesiz temizlik dinidir, İç temizlik asıl, dış temizlik İse onun bir parçasıdır. Zahiri temizlik, yani abdest ve gusül nasıl namazın sahih olması İçin şart ise ruhi temizlik de cennete girmenin şartıdır. Çünkü Allah (cc), «O günde ki ne mal faydo eder nede oğullar. MeğeT ki Allaho tama*men solim bir kolb ile gelenler ola.» (Şuara: 88-89) buyurmuştur. Ruh te*mizliği İle beden temizliği Allanın sevmesine sebeb olur. Çünkü Allah (cc), «Her halde Altah hem çok tövbe edenleri, hem de çok temizlenenleri se*ver.» (Bakara: 222) buyurmuştur.

Prof. Dr. Sinsi 08-04-2012 03:26 AM

Tefsir Dersleri...
 

33. DERS HIRSIZLIĞIN VE YOL KESMENİN CEZASİ



33 — Allaha ve Resulüne (müminlere) harb açanların, yeryüzünde (yol kesmek suretiyle) fesadcıfığa koşanların cezası, ancak Öldürülmeleri, ya asılmaları, yahud (sağ) elleriyle (sol) ayaklarının çaprazvart kesilmesi yahud da (bulundukları) yerden sürütmeleridir. Bu onların dünyadaki rüs vaylığıdır. Ahlrette İse onlara (başkaca) pek büyük bir azab da vardır.


34 — Şu kadar ki siz kendileri üzerine kaadir olmazdan (kendilerini ele geçirmezden) evvel tövbe eden (muhariblerle yol kesen)ler müstesna*dırlar. Bilin ki şüphesiz Allah çok yarlığayıcıdır, çok esirgeyicidir.


35 — Ey İman edenler. Al la ht an korkun. Ona (yaklaşmaya) vesile a-rayın ve onun yolunda savaşın. Takİ muradınıza ereslniz.


36 — O İnkar edip kafir olanlar (yok mu) eğer yeryüzünde bulunan herşey ve onun bir o kadarı daha onların olsa da kıyamet gününün aza*bından (kurtulmak İçin) onu feda etseler yine kendilerinden kabul olun* maz. Onlar İçin pek acıklı bir azab vardır.


37 — Onlar ateşten çıkmalarını dilerler. Halbuki onlar bundan çrkı-cılar değildir. Onlar için kendilerini tutup durduracak (salıvermeyecek) bir azab vardır.


38 — Erkek hırsızla kadın hırsızın —o İrtikab ettiklerine bir karşılık ve ceza ve Alfahton (insanlara) İbret verici bir ukubet olmak üzere— el*lerini kesin. Allah mutlak galiptir, yegane' hüküm ve hikmet sahibktfr.


39 — Fakat yaptığı o haksız hareketinden sonra tövbe (ve rücu) eder, kendisini düzeltirse şüphesiz k| Allah onun tövbesini kabul »der. Çünkü Allah çok yarltğayıcı, çok esirgeyicidir.


40 — Hakikatte göklerin ve yerin mülk(ü saltanat)) Allahm olduğunu bilmedln mi? (Elbette bildin) O, kimi dilerse azaba çeker, kimi dilerse yar-lığar. Allah herseye hakkıyla kadirdir




Ayetlerin Lafzî Tahlili



(Yüharibune): Harb kökünden gelir. Savaş demektir. Harbin asıl manası, haddi aşmak ve mal gasbetmektir. Bu âyetteki manası ise, Allah ve Resulünün dostları ile savaşmaktır.


(Fesaden): Fesed, bozgunculuk demektir. Bozulmuş şeye fesat denir. Bu âyette fesattan maksat, yolcuları korkutmak, öldür*mek, yaralamak ve ellerinden mallarını almaktır.


(Yukattelu): Taktil kökünden türemiştir. Kelimenin taktll kökünden gelişi âyette vasfı gecen kişinin mutlaka Öldürülmesi la*zım geldiğini bildirmektedir. Öldürülen kişinin yakını tarafından affedllse bile affedilmez, öldürülmesi farzdır demektir.


ma demektir.


kesilmesi.


helal etmektir.


(YusoHibû): Tastib kökünden türemiş bir fiildir, astl-(Mln Mlafln): Önce sağ el ile sol ayağın bilekten


(Yüneu): Nefyetmek manasındadır. Asıl anlamı


(Hızyün): Rezil, rüsvay etmek manasındadır.


(El vasllete): Âyetteki anlamı. İnsanı Ailaha ka-


(Nekalen): Ceza manasınadır.




Âyetlerin İcmali Manaları



Altahu taala icmalen şöyle buyurmaktadır: Yeryüzünde İnsanlar ara*sında bozgunculuk yapanların cezalan ölüm, asmak, sağ eli ile sol gyak-larının bileklerden çaprazlama kesilmesi, bozgunculuk yaptığı yerden sür*gün edilmesi, halk içinde teşhir etmektir. Bunlar dünyadaki cezalardır. Al*lah (cc) katında onlar için daha büyük azab vardır ki o da ateştir. Bı* boz*gunculuk yapanlar meğer ki yakalanmadan Önce tövbe eder, tutum yâ davranışları da gerçekten tövbe ettiklerine delalet ederse o zaman sayı* lan cezalarla cezalandırılmazlar.


Şüphesiz bflmiş olun ki, Allah {cc} çok yarlığayıcı ve çok esirgeyicidir. Kullarının günâhlarını affeder ve onlara merhamet eder.


Allahu taala müminlere takva olmalarını emreder Allah (cc)'a taat-leriyle yaklaşmayı ve Allah (cc)'ın razı olacağı işleri yapmayı, Allah (cc) yolunda ve yalnız dinin yücelmesi için cihat etmeyi emretmiştir. Bu güzel amellerle yüksek derecelere kavuşacak, cezalardan kurtulmuş mutlu in*sanlar olacaklardır.


Allah (cc)'ın kitabına ve Resulü (sav)'ne inanmayan kafirler, kendlle/l-ni ahlretteki Allanın azabından kurtaramayacaklardır. Bütün dünya ortlafin mülkü olsa, hatta onun birkaç misli daha onların olsa ve hepsini kurtul*mak için feda etseler yine de Allah (cc) bunu kabul etmeyecek ve onlar cehennem azabından kurtulamayacaklardır. Çünkü Allah (cc), kafirlerin cehennem azabında ebedi olarak kalacağına hükmetmiştir. Kafirlerin ateş*ten çıkmalarına bir yol yoktur. Bunu ne kadar isterlerse istesinler. Onlar daimi bir azab İçinde kalacaklardır.


Allahu taala, hırsızlık yapan kadın ve erkeklerin cezalarını zikrederek onların ilk hırsızlıklarında, hırsızlık şartlarını tamamlıyorlarsa sağ ellerinin bilekten kesilmesini emretmektedir. Hırsızların görecekleri cezanın yalnız hırsızlık sucundan olduğunu beyan ederek bu cezaların sebebinin hırsız*lık suçu olduğunu bildirmektedir. Hırsızların ellerinin kesilmesi cezası hal*kın İçinde uygulanmalıdır. Ki diğer insanlar bundan ibret alsınlar. Onlar da bozgunculuk yapmaya, haddi tecavüz etmeye, halkın mal ve can em*niyetini ortadan kaldırmaya meyletmesinler. Bu tür kötü kişiler ortadan yok olsunlar. Böylece insanların can ve mal emniyeti sağlansın. Bu hır*sızlık cezasındaki teşrii de nerşeye gücü yeten ve herşeyde hikmetle hük*meden Allah (cc)'ın teşriidir. Allah (cc), kullarının maslahatlarına en iyi muttali olandır.


Alîah (cc)'ın hüküm ve hikmetinden dolayı bir kötü düşünce taşıyan ve kötü şeyler yapanlar tövbe ettikleri takdirde tövbelerinden sonra du*rumlarını iyice düzelterek hayırlı kişilerin yolunda gittiklerini gösterirlerse kendilerini affedeceğini vaodetmiştir. Çünkü Allah (cc), «(Bununla beraber) şüphesiz ki ben tevbe ve iman edenleri, İyi iyi amel ve (harekette) bulunan*ları, sonra da doğru yolda (ölünceye kadar) sebat edenleri elbette çok yar-lıgayıcıyım.» (Taha: 82) buyurmuştur.




Âyetlerin Nüzul Sebebleri



Arapların Arlnet kabilesinden birkaç kişi Medine'ye geldi. Fakat bu*rayı sevmediler. Resulullah (sav) onları zekat malı olan develerin merasına göndererek develerin sütlerinden içmelerini emretti. Adamlar bir müddet merada kaldıktan sonra, sıhhatleri İyice düzelince de Islömdon dönerek mürted oldular. Meradaki develerin çobanını öldürüp develeri alarak kaç*tılar. Bu haberi alan Resulullah (sav), peşlerine adam göndererek yaka*lattı. Resulullah (sav) onların bir el ve ayaklarını çaprazlama olarak kes*tirdi. Sonra da gözlerini oydurarak susuz bir yere bıraktırdı. Bunun üzeri*ne, tAlfah ve resulüne harb açanların, yeryüzünde fesadcılığa koşanların cezası...» âyeti nazil oldu. [17]




Bu Âyetlerin Önceki Âyetlerle Münasebeti



Allah (cc), bundan önceki âyetlerde Hz. Adem'in oğulları Habil ile Kabil'in kıssasını zikrettikten sonra adam öldürmenin çok büyük bir gü*nah olduğunu açıklayarak katilin günahının çok şiddetli olduğunu zikret*tikten sonra haksız yere bir insanı öldürenin bütün bir insanlığı öldürmüş gibi olacağın* beyan etmektedir.


Mevzumuz âyette ise yeryüzünde fitne ve fesat çıkaranların dünyada karşılaşacakları azabı bildirmektedir. Bildirilen bu azabın icra edilmesi halinde artık insanlar içerisinde soygunculuk yaparak mal ve can em*niyetini ortadan kaldıracak kişilerin bu fiillere cesaret etmeleri bahis mev*zuu edilemez. Âyetler ayrıca hırsızlık yapan erkek ve kadının cezalarını da İzah etmektedir. Çünkü cemiyet içinde insanların emniyetini ihlal eden fiillerden biri de hırsızlıktır.


İşte, Allah (cc)'ın İslâmî cezalan vazetmesinin hikmeti, halkın mal ve can emniyetini tehlikeye sokan bozgunculuk, hırsızlık ve yol kesme gibi fiillere mani olmaktır. Sayılan sebeblerden dolayı hırsızlıkla yol kesme cezaları, adam öldürme fiilinden sonra anılarak kötülüklerine dikkat çekilmiş*tir.




Ayetlerin Tefsirindeki İncelikler



Birinci incelik : Âyetteki «Aflaha harb açanla» ifadesi mecazi bir ma*na ifade etmektedir. Allah (cc)'a açılan savaş, O'nun dostlarına açılan savaş demektir. Bu mananın doğrudan değil de «Allaho savaş açanlar» şekfinde ifade edilmesi, Allah (cc) dostlarına savaş açmanın günahının büyüklüğünü göstermek içindir. Onlar, Allah (cc)'a savaş açmış demek*tirler aslında.


Buna benzer bir ifade ile, «Kimdir o kt, Alloha güzelce bir ödünç ver*sin de onu kat kat birçok artırsın.» (Bakara: 245) âyetinde de karşılaş*maktayız. Buradaki «Alloha Ödünç verme» ifadesi, Allah (cc)'ın fakir ve düşkün kimselere karşı nekadar şefkatli olduğunu göstermektedir. Allah (cc)'ın fakir ve düşkün kullarına ödünç vermek yoluyla yardım etmek, san*ki Allah (cc)'a yardım etmek gibidir. Yoksa —haşa— Allah {ccj'ın ödünç almaya İhtiyacı yoktur.


Yine sahih bir kudsl hadisde de şöyle Duyurulmaktadır: «Ey İnsanoğlu, ben dünyada senden yiyecek talebinde bulunduğumda sen bana verme*din...» Elbetteki Allah (cc) kendisi için yiyecek talebinde bulunmamakta*dır. Bu taleb, fakir ve düşkün kulların talebidir. Allah (cc). kullarına olan şefkatinden dolayı bunu «Ben istedim.» şeklinde ifade etmektedir. Buna benzer örnekler Kur'anın daha birçok yerinde geçmektedir.


Kısaca, ne Allah {cc)'la muharebe edilebili., ne ödüne verilebilir, ne*de O'nun yiyecek maddesine İhtiyacı vardır. Çünkü O, bütün kemal sıfat*larıyla muttasıf, bütün noksan sıfatlardan da münezzehtir.


İkinci incelik: Yeryüzünde bozgunculuk yapanların cezası. «...Yeryü*zünde (yol kesmek suretiyle) fesadcılığa koşanların cezası... sürülmelsrl-


dir.B âyetinde bildirildiği gibi sürgün olduğu gibi hapis de olabilir. Hatta bir rivayete göre İmam Malik (ra), «Nefyetmek hapsetmekle olur.» demiş*tir. Çünkü hapsedilen kişi dünya nimetlerinden uzaklaştırılarak dar bir yere sıkıştırılmış demektir. Bulunduğu yerden uzaklastınlmamış bile olsa ne ahbablanm, ne yakınlarını görebilir, ne de leziz dünya nimetlerinden birşey tadabilir.


İmam Fahreddin Razı, bu hususta şöyle der: «Salih bin Abdülkuddus zındıklık zannıyla dar bir yere hapsedildi. Burada uzun bir zaman kaldık-tan sonra hapislik hayatını şu şiirle dile getirdi: «Dünyadan ve dünya in*sanlarından uzaklaştık. Biz ne yaşayanlardan, nede ölmüşlerdeniz. Hapis*hane görevlileri yanımıza geldiklerinde hayret eder ve şu adam dünyadan gelmiş deriz.» [18]


Üçüncü incelik: Zemahşeri: «...Kıyamet gününün azabından (kurtul*mak için) onu feda etseler yine kendilerinden kabul olunmaz...» âyeti, ka*firler için azabın lüzum ve devamlılığını İfade etmektedir. Onlar bu azab-tan kurtulmak için hiçbir yoi bulamazlar. Çünkü Resulullah (sav), «Kıya*met günü Allah (ca) kafirlere, «Yeryüzü dolusu altıntn olsa, kurtulmak için onu feda eder misin?» diye sorar. Onlar da, «Evet, feda ederim.» cevabını verirler. Allah (cc), «Ne yazfk ki dünyada sizden çok kolay bir-şey İstendi. O şey sizin bana şirk koşmamanızdı. Siz ise dünyada bana şirk koştunuz,» buyurur.» [19]


Dördüncü incelik: Allah (cc), âyette hırsızlık yapan erkeği, hırsızlık yapan kadından önce zikretmiştir. Zina âyetinde İse önce zina eden ka*dın, sonra erkek zikredilmiştir. Bundaki incelik, kadına göre erkeğin daha kolay hırsızlık yapmasıdır. Zina ise erkekte de çirkindir ama, kadıntn zi*nası daha çirkindir. Hatta kadın müsade etmezse zina olayı olmaz. İşte bu İnceliklerden dolayı hırsızlıkta erkek, zinada İse kadın daha Önce zfk-redilmlştir.


Beşinci nicelik: Şair Esmâî şöyle anlatır: «Yanımda bulunan bir be*deviye «Erkek hırsızla kadın hırsızın... ellerini kesin. Allah mutlak gallptfr, yegane hüküm've hikmet sahibidir.» âyetini okudum. Âyetin sonundaki «Alton mutlak galiptir, yegane hüküm ve hikmet sahibidir.» bölümünü yan*lışlıkla, «Allah (cc) çok yarlıgayıcı ve çok esirgeyicidir.» şeklinde okudum. Bunun üzerine bedevi «Okuduğunuz kimin kelamıdır?» diye sordu. «Allah (cc) kelamıdır.» dedim. Bedevi, âyeti tekrar okumamı istedi. Âyeti tekrar ve sonunu yine yanlış olarak okudum. Bedevi, «Okuduğunuz Allah (cc) kelamı değildir.» diye uyardı. Bu defa doğru olarak yeniden okudum. Be*devi, «!şîe şimdi Allah (cc) kelamını okudunuz.» dedi. Ona, «Siz Kur'an okuyor musunuz?» diye sordum. «Kur'anı ne okumuşum, nede okuyorum.» dedi. «Öyleyse benim hata yaptığımı nasıl anladınız?» dedim. «Madem ki hırsızın elinin kesilmesini emrediyor. Öyleyse O, mutlak galiptir, hüküm ve hikmet sahibidir. Eğer sehven okuduğunuz gibi çok esirgeyici ve cotc bağışlayıcı olsaydı hırsızlık yapanın elini kesmezdi.» dedi.» [20]


Şair Emâi ile bedevi arasında geçen konuşma, bedevinin çok zeki ol*duğunu gösterdiği gibi, âyetin başı ile sonu arasında Kuvvetli bir irtibat ve insicamın olduğuna da delalet etmektedir.




Ayetlerdeki Şer’i Hükümler


Birinci Hüküm: Ayette Şer’i Hükümleri Bildirilen Muhoribler, Yol Kesenler Kimlerdir?



Âyet, Allah (cc) ve Resul (sav)'ünün dostları ile savaşanlar ve fesad «çıkaranların hükümlerini boyan etmektedir. Allah (cc) bunlar için Öldür*meye, asmaya, el ve ayaklarının çaprazlama kesilmesine ve savaştığı böl*geden uzaklaştırmaya hükmetmiştir. Fakat bu muhariblerin kimler oldu*ğunda fakihler ihtilaf etmişlerdir.


İmam Malik (ra)'e göre «muharibi, ister şehirde, İster çölde silahla halka zulmeden ve onları korkutandır.


İmam Ebu Hanife (ro)'ye göre «muharib», çöl veya farda halka silah*la saldıran kimseye denir. Şehirde İnsana saldıran kimseye İse muharib ve*ya yol kesen denilmez. Çünkü şehirde yapılan bir saldırıda saldırıya uğra*yana yardım edecek İnsanlar vardır.


imam Şafii (ra)'ye göre de şehirde hıırsızlık yapan ve yol kesen her kişiye «muharib» denir. Yol kesme veya adam soyma; ev, yol, çöl veya köyden hangisinde olursa olsun farketmez. Bu işi yapana muharib denir.


R İbni Münzir'e göre âyet umumilik İfade eder. «Muharib*liği b!r yere ve şahsa tahsis etmeye kimse yetkili değildir. Nerede ve ne zaman yapılırsa yapılsın İş aynı İştir.


Âyetteki ifadenin umumiliğine bakılırsa İbnl Münzir'İn görüşü daha doğru görülmektedir. Çünkü şehirlerde de meydana getirilen çeteler çöldeki çetelerden yol kesme, adam soyma bakımından daha büyük bir tenlike arzedebilir. Böyle bir çetenin bulunduğu şehirde ne mal emniyeti, ne de can emniyeti kalır.




İkinci Hüküm: Âyette Varld Olan Hükümler Arasında Bir Tercih Yapılır



Bazı alimlere göre İmam (devlet başkanı), muharibler hakkında âyette bildirilen hükümlerden birini tercih edebilir. Yani, yol kesen kimse için öldürmek, asmak, el ve ayaklarını çaprazlama kesmek ve sürgün etmek


cezalarından birini uygulayabilir. Çünkü âyetin zahiri bunu göstermektedir.


Mücohld, Dahhak ve Nehâr'nln görüşü budur. Maliki mezhebi de bu görüş*tedir.


Ibnl Abbos {ra} şöyle der: cKur'anda ceza hükümleri sıralanırken ara*larında t»v» (veya) kelimesinin kullanılması, bu hükümlerin icrası husu*sunda (mamın dilediğini seçebileceğini gösterir.» [21]


Sahabi ve tabiinden bir alimler cemotine göre ise âyet, cinayetlere göre hükümler tertib ve tevziine delalet eder. Mesela, bir kimse diğer bir kimsen'n molırı also ve onu öldürse, fcendlsi-de hem Öldürülür hem de cenazesi sehpada sallandırılır. Bir kimsenin zorla malını alan kimsenin ise el veya ayağı bileklerinden çaprazlama kesilir. Kimseyi Öldürmeyen, malını almayan, fakat korkutan kimse ise bulunduğu yerden başka biryere sürgün edilir. Şafii mezhebinin, İmam Muhammed (ro) ve İmam Ebu Yu*suf (ra)'un görüşleri de budur. Bu görüş Itoni Abbos (ra)'tan da rivayet edilmiştir.


İmam Ebu Hanife (ra)'ye göre hükümlerin uygulanması İmamın terci*hine bağlıdır. Bu yalnız mutlak tmuharib» icfn değil, hususi bir fesadcı, bozguncu İçin de böyledir. Mesela, bir adam bir başkasını hem öldürmüş, hem de moltnı almışsa İmam bunun için dört hükümden birini tercih hak*kına sahiptir:


1- İmam dilerse böyle bir caniyi önce el ve ayaklarını çaprazlama kestirdikten sonra öldürür.


2- İmam dilerse o caniyi el ve ayaklarını çaprazlama kestirdikten sonra astırır.


3- İmam dilerse caninin el ve ayaklarını kestirmeyerek yalnızca as*tırır.


4- İmam dilerse caniyi yalnızca öldürür, başka blrşey yaptırmaz, jmam-ı Azam (raj'a göre çaprazlama ei ve ayağın bilekten kesilmesi


ne öldürme veya asmanın birlikte olması lazımdır. Çünkü cinayette hem Öldürme, hem de malını atma vardır. Yalnız adam öldürmenin cezası ca*niyi Öldürmektir. Cebir yoluyla maİ gasbetmenln cezası da çaprazlama el ve ayağını bilekten kesmektir. Bu cinayette hem öldürmek, hem de el ve ayağı çaprazlama kesmek suretiyle halkı korkutmak ve bu tür suçları ortadan kaldırmak gayesi vardtr. Bu tür suç ve fiillerin kökünün kazınması İçin yalnız el kesme cezasının uygulanması yeterli değildir. El kesmenin yanında öldürme ve asma cezalarının da uygulanması lazımdır.




Üçüncü Hüküm: Asma Cezası Nasıî Uygulanır?



Fakihlerin cumhuruna göre âyetin zahiri, İmamın İstediği cezayı İcra etmesini mümkün kılmaktadır. Buna göre İmamın bir caniyi asması da caizdir. Çünkü Allah (cc), «Allaha ve Resulüne harb açanların, yeryüzün*de fesadcılığa koşanların cezası ancak... asılmalarıdır.» buyurmuştur.


Asılmanın keyfiyeti İse, canlı olarak ve Öldürmeyecek biçimde asılma*sı ve böylece bir veya üç gün tutulmasıdır. Bu, kötü kimselerin İbret al*maları İçin yapılır. Asılan adam bir veya üç gün sonra süngülenerek öldü*rülür. İmam Malik Ve Ebu Hanife (ra)'nin görüşü budur.


Diğer bir alimler topluluğuna göre caninin öldürülmeden önce canlı olarak asılması uygun değildir. Çünkü canlı olarak asıldığı takdirde namaz kılmasına, yeme ve içmesine mani olunmuş olur. Cani önce öldürüİür, son*ra asılarak teşhir edilir. Ancak bu arada gasli ve kefeni yapılır, cenaze namazı kılınır. Bu işlemler bittikten sonra asılır. İmam Şafii {ra} de bu görüştedir.


İmam Şafii (ra), «Asılı olduğu halde öldürülmesi çok çirkindir. Zira Resulullah (sav) azabla öldürmeyi yasaklamıştır.» der.


Alusî ise, «Cani canlı olarak asılır ve Ölünceye kadar süngülenir.» der.




Dördüncü Hüküm; Hırsızın Eli Ne Zaman V& Hangi Şartlarda Kesllfr?



Hırsızlık (sirkat), lügatta bir malı gizilce almaya denir. Sirkat, şeriatta da şöyle tarif edilir: Âkil ve baliğ bir kişinin muayyen bir miktarda para veya malı haksız olarak saklandığı yerden gizlice almasıdır. Bir kimseye hırsız denilebilmesi için bir malı saklandığı yerden gizlice alması lazım*dır, öyleyse her hırsızlıktan dolayı el kesilemez. Ancak belli bir şahsın muayyen bir miktar para veyo malı ona mahsus olan yerden gfzllce al*ması halinde eli kesilebilir. İslâm şeriatı böyle varid olmuştur. Hırsızda . akıl ve buluğun şart olması, hırsızlığın bir cinayet sayılmasındadır. Cina-. yet ancak akıllı ve baiiğ bir kişide tahakkuk eder. Deli ve çocuk İse mü-. kellef değildir. Bunlar hırsızlık sucunu isteseler dahi hırsızlık cezası İle . cezalandırılmazlar. Ancak çocuk İmam tarafından tazir yapılır.


Elin kesilmesine sebeb olan para veya malın miktarı hususunda ihtilaf edilmiştir:


İmam Ebu Hanife (ra} ve Süfyan Sevri (ra)'ye göre çalınan para veya mal enaz 10 dirhem gümüş para veya karşılığı mal olursa hırsızın eli kesilir. Şayet 10 dirhemden aşağı olursa el kesme cezası uygulanamaz.


İmam Malik (ra) ve Şafii (ra)'ye göre İse el kesme cezasının uygulan*ması için çalınan para veya malın 1 altın liranın dörtte biri veya 3 dirhem gümüş para veya karşılığı mal olmalıdır. Bu miktardan aşağı para veya mal için el kesme cezası uygulanamaz.


İmam Ebu Hanffe'nin delilleri:


1.) Rivayete göre Resulullah (sav), «Çalınan mal veya para 10 dirhem gümüş paradan aşağı olursa hırsızın eli kesilmez.» buyurmuştur. [22]


2.) İbni Abbas (ra), İbni Mes'ud (ra), İbni Ömer (ra) ve Ata (raj'ya gö*re de çalınan mal veya para 10 dirhem gümüş paradan aşağı olursa hır*sızın eli kesilmez.


İmam Malik ve İmam Şafii'nin delilleri:


1.) Hz. Ayşe'den şöyle rivayet edilmiştir: tResulullah (sav), çalınan mal veya paranın miktarı 1 altın liranın dörtte birinden daha fazla olursa hırsızın elini keserlerdi.» [23]


2.) İbnf Ömer (ra)'den rivayet edilmiştir: «Resulullah (sav) 3 dirhem gümüş para değerinde olan bir kalkanı çatan adamın elini kesmiştir.» [24]


3.) Müslim, Hz. Ayşefden şöyle rivayet etmiştir: «Resulullah (sav), «Hırsızın eli ancak 1 alttn liranın dörtte biri veya onun kadar malı veya daha fazlasını çatması halinde kesilir.» buyurdu.» Bu hadis, Hz. Ebubeklr, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali'den de nakledilmiştir.


İşte Maltkj. ve Şofiiler nakledilen bu hadisler İle bu mevzudakl diğer hadisleri delil alarak hırsızın elinin kesilmesi için enaz 1 altının dörtte biri veya daha fazla değerde para veya karşılığı mal çalması gerektiğini söy*lemektedirler.


Şeyh Sayis, görüşünü şöyle belirtir: «Hadler şüpheli durumlarda düşer. Bu durum gözönüne alınırsa İhtiyatlı davranmak gözyumulması caiz ol*mayan bir gerçektir. Ayrıca kaçınmanın ibohet (mubah kılma)dan her za*man önce geldiği göz önünde tutulursa Hanefi mezhebinin görüşünü ter*cih etmek daha doğrudur. Çünkü asrı saadette çalınan kalkanın değeri konusunda farklı görüşler bildirilmiştir. Bu kalkanın değeri bazı alimlere göre 3 dirhem gümüş, bazılarına göre 4, bazılarına göre de 10 dirhemdir. Muhtelif alimler tarafından yapılan fiyat takdirlerinin en yükseğini kabul etmek daha uygundur. Eğer fiyatların en azım alırsak yapılan hırsızlığın doğrudan doğruya bir cinayet olmadığı zannı ve şüphesi ortaya çıkar. Halbuki İslâmda hadler (cezalar) şüphe ile defedilir, öyleyse el kesme*yi icabettiren çalınan mal bedelini 10 dirhem olarak kabul etmek ve bu meblağdan aşağı değerdeki mal İçin hadden kaçınmak Icabeder. Kaçınma* her zaman mubahtan öncedir.» [25]


Çalınan malın mutlaka kapalı bir yerden çalınması lazımdır. Bu yerin durumu mala göre değişir. Çünkü Resululfah (sav), «Ağaçtaki meyve veya dağdaki üstü açık bir barınaktan çalınan mat için el kesilmez. Ancak bir barınaktan, bir harman yerinden çalınan mai, bir kalkan değerinde olduğu takdirde hırsızın eti kesilir.» buyurmuştur. [26]


Baraka, halkın kendini ve malını korumak İçin yaptığı bina, çadır ve benzeri yerlere denir. Çalınan mal, adı geçen yerlerden calmırsa hırsızın elinin kesilmesi icabeder.


Saffan bin Ümeyye'den şöyle rivayet edilmiştir: «Camide, üzerimde 30 dirhem gümüş para değerinde bir elbise ile uyuyordum. Dışarıdan gelen birisi hırsızlık niyetiyle elbisemi alınca hemen uyanarak yakaladım ve Re-resutullah (sav)'a getirdim. Resulullah (sav) onun elinin kesilmesini em*retti. Bunun üzerine ben, «Ya Resulullah, 30 dirhem gümüş para değerin*de bir mal için mi elini kesiyorsun? Ben o malı sator, bedelini de hemen olmozdım.» dedim. Resulullah (sav), «Bu adamı bana getirmeden önce dediklerini niçin yapmadın?» buyurdu.»[27]


Cezanın uygulanması İçin çalınan malın hırsız için helal olduğu yo*lunda bir şüphe de bulunmamalıdır. Çünkü Resulullah (sav), «Hadlerde (cezalarda) şüphelerden kaçınınız,» buyurmuştur. Bu şart meşhur oldu*ğundan zaruri olarak bilinen şeylerdendir. Şu halde köle efendisinin, ba*ba oğlunun, oğul babanın, ortakct ortağının malını çaldığı için eli kesile*mez. Çünkü bu sayılan mallarda hırsızın hakkının bulunacağı şüphesi var*dır. Halbuki hırsızlıkta hırsızın çaldığı mal üzerinde şüphe derecesinde da*hi hakkının olmaması şarttır.

Prof. Dr. Sinsi 08-04-2012 03:26 AM

Tefsir Dersleri...
 

Beşinci Hüküm: Hırsızın Eli Nereden Kesilir?



«Erkek hırsızla kadın hırsızın... ellerini kesin.» âyeti hırsızların elinin kesilmesine delalet eder.


Fakihler kesilecek elin sağ el olduğunda icma etmişlerdir. Zira İbnl Mes'ud (ra) âyeti, «ellerini kesin» yerine «sağ ellerini kesin» şeklinde oku*muştur.


Fakihler elin nereden kesileceği konusunda ihtilaf etmişlerdir.


Cumhur (dört mezhep imamı), hırsızlıkta elin dirsek veya omuzdan değil bilekten kesilmesine hükmetmişlerdir.


Haricilere göre hırsızlık yapanın eli omuzdan kesilir.


Diğer bir gurup alime göre İse hırsızın yalnız parmakları kesilir.


Cumhurun delilleri:


Rivayete göre. «Resulullah (sav), hırsızın elinj bilekten kestirmiştir.» Ayrıca Hz. Ali ve Hz. Ömer'in uygulamalarının da hırsızın elinin bilek maf-sciındon kesildiği yolunda olduğu tesbit edilmiştir.


Hırsızın eli kesildikten sonra ikinci kez hırsızlık yaptığı takdirde bu defa bütün fakirilerin ittifakıyla sol ayağı bilekten kesilir. Darü'l-Kutnf, Re*sulullah (sav)'tan şöyle rivayet etmiştir: «Birisi hırsızlık yaptımt elini ke*sin İkinci defa hırsızlık yaparsa sol ayağını bilekten kesin.»


Hz. Ali ve Hz. Ömer'in sahabilerin huzurunda, bir eli kesildikten son*ra yine hırsızlık yapan birisinin sol ayağını bilekten kestirdikleri tesbit edil*miştir. Hiçbir sahabi bu uygulamaya itiraz etmediğine göre bu hususta icma olduğu da tesbit edilmiş olmaktadır.


Hanbeli ve Hanefilere göre el ve ayağı kesildikten sonra üçüncü de*fa hırsızlık yapan kimsenin hiçbir yeri kesilmez. Çaldığı ödetilir ve tövbe edinceye kodar habsedilir.


Maliki ve Şafiilere göre ise üçüncü defa hırsızlık yapan kimsenin bu kez de sol eli bilekten kesilir. Yine tövbe etmeyip dördüncü defa hırsızlık yaparsa sağ ayağı da bilekten kesilir.


İmam Ebu Hanife (ra)'nin şöyle dediği rivayet edilmiştir: «Ben bir ki*şiyi yemek yiyecek elden, yürüyecek ayaktan mahrum bırakmaktan Al*lah (cc)'tan utanırım.» Bu görüş, Hz. Ali, Hz. Ömer ve diğer bazı sahabl-lerden de rivayet edilmiştir.



Âyetlerdeki Teşrii Hikmetler



İslâm kıyamete kadar baki kalacak kanunlarıyla insanlık haysiyet ve şerefini koruduğu gibi cana, mala ve ırza saldırmayı da en büyük günah*lardan telakki etmiştir. Bu yüzden bu suçlar cezaların en ağırını Icabettİrir. Yeryüzünde, toplumda taşkınlık yaparak kan dökenler öldürülür, asılır, hal*kın mal emniyetini ortadan kaldıranların elleri bileklerinden kesilir. Bu gibi cürümleri İşleyenlerin cok şiddetli cezalara çarptınlmasıyla cemiyetin böy*lesi zararlı insanlardan temizlenmesi amaçlanmaktadır. Ağır cezalar, za*rarlı kimselerin gerek ferdin, gerekse cemiyetin, fesat çıkararak, can ve mal emniyetini ihlal etmemeleri içindir.


İslâm, taşkınlık yaparak yol kesmek, meskenlere saldırmak gibi suç*ları işleyenlere öldürmek, asmak, el ve ayağın kesilmesi ve sürgün gibi ce*zalar vazetmiştir. Bu cezaların vazedllişlndeki hikmet kötülükleri ve şerri kökünden kazımak ve fenalık henüz cok küçükken önleyerek halkın emni*yet ve huzur içinde yaşamasını temindir.


İslâm ve insanlık düşmanlar* bu suçları İşleyenleri öldürmenin, ellerini kesmenin cok büyük bir facia olduğunu ileri sürerek bu gibi suçluların daha İnsanî cezalarla ıslah edilmesi gerektiğini iddia etmektedirler. Güya me*deni bir tuplumda insanları böyle cezalarla cezalandırmak uygun değilmiş.


Bunlar, bu gibi hadiselerde cemiyetin menfaati mi, yoksa ferdin men*faati mi göz önünde tutulması gerektiği üzerinde hiç düşünmüyorlar. Eğer ferdin menfaati göz önünde tutulursa, günümüzde misallerine bol bol ras-landığı üzere, hapishanelerin bu gibi suçlularla dolup taşmasına rağmen yine de cemiyette mal ve can emniyeti sağlanamaz.


Aklı selime dayanmayan bu görüşlerden dolayı birçok ülkede sırf a-dam öldürmek, soygunlar yapmak için bir dernek gibi ortaya çıkan toplu*luklar oluşmaktadır. Bu yüzden de mal ve can emniyeti devamlı İhlal edi*liyor.


İslâmın vazettiği cezaları çok şiddetli bularak medeni çağımıza uygun olmadığını iddia edenlere hayret etmemek mümkün değil. Çünkü onlar, ölüm cezasını, recmetmeyl, el kesmeyi ortadan kaldırdıklarını İddia edi*yorlar. Fakat öte yandan İslâmın vazettiği cezalardan çok daha feci suç ve fillerin İşlenmesine mani olamıyorlar. Habersiz bir kimse suçsuz yere öldürülüyor, çocuk ve kadınlara saldırılıyor, insanların barındığı meskenler yakılıp yıkılıyor. Bunları vahşet telakki etmiyorlar da İslâmın vazettiği ce*zaları vahşet kabul ediyorlar.


Bir şair, bu mantığın temelinden yatan yanlışa şöyle işaret eder: tBir adamı öldürmek şüphesiz hafif bir ceza değildir. Buna karşılık cemiyetin emniyet ve huzurunun bozulması, katledilmesi de üzerinde düşünülmesi gereken bir mesele değil midir?ı


Evet, İslâm el kesme cezasını meşru kılmıştır. Bu ceza şüphesiz bü*yük bir cezadır. Fakat bir de halkın mal ve 'can emniyeti düşünülürse, böyle bir hadisenin ikinci defa tekerrür etmemesi için kaçınılmazdır. Eğer böyle bir ceza uygulanmazsa bu gibi içtimai hastalıkların toplumu sari hastalıklar gibi sarması, yayılması nasıl engellenebilir. Mikrop vaktinde Öl-dürülmezse nasıl bütün vücudu sararsa bu tür suçlar da cemiyeti öyle sarar. Şu halde insanlık cemiyetini temsil eden bir İnsan bedenindeki bir bulaşıcı yaranın diğer uzuvlara yayılmadan önce naslı tedavisi gerekiyor*sa, cemiyet hayatındaki nizamın ahengini bozacak İçtimai hastalıkların da aynen tedavi edilmesi icabeder.


Beşeri sistemlerle hikmet sahibi olan Allah (cc)'ın kanunları muka*yese edildiği .zaman elbettekı aklı setim sahipleri ilahi kanunların üstün*lüğünü görecek ve kabul edeceklerdir.

Prof. Dr. Sinsi 08-04-2012 03:26 AM

Tefsir Dersleri...
 

34. DERS YEMİNİN KEFARETİ -İÇKİ VE KUMARIN HARAM EDİLMESİ



89 — Allah sizi yeminlerinizden lağvden dolayı sorumlu tutmaz. Fa*kat kalblerinizln azmettiği yeminler yüzünden muaheze eder. Bunun da kefareti ailenize yedirmekte olduğunuzun orta (derece)sinden on yoksulu doyurmak, ya onları giydirmek, yahud bir kul azad etmektir. Fakat kim (bunları) bulamaz (bulmaya muktedir olamaz)sa üç gün oruç (tutması la*zımdır), işte bu andettiğlniz vakit yeminlerinizin kefaretidir. Yeminlerinizi muhafaza edin. Allah âyetlerini size böylece açıklıyor. Tok! şükredeslniz.


90 — Ey (man edenler! içki, kumar, (tapmaya mahsus) dikili taşlar, fal okları ancak şeytanın amelinden birer murdardır. Onun için bun(lar)dan kaçının ki muradınıza ereslniz.


91 — Şeytan içkide ve kumarda ancak aranıza düşmanlık ve kin dü*şürmek, sizi Allahı anmaktan ve namazdan alıkoymak İster. Artık siz (he*piniz) vazgeçtiniz değil mi?


92 — Allaha ve Resulüne itaat edin, sakının. Eğer yüz çevirirseniz bi*lin ki peygamberimizin üstüne düşen yalnız apaçık tebliğden ibarettir.




Ayetlerin Lafzı Tahlili



(Akkadtüm'ül lymone): Akadtüm, akid kökünden tü*remiş bir fiildir. Akid düğüm demektir. Maddi ve manevi sözleşmeleri dile getirir. Âyetteki manası, yeminleri Allah (cc)'ın ismiyle bağlamaktır.


(Tahrirü rakabetin): Tahrir, hürriyete kavuştur*mak, rakabe ise köle demektir.


(Rlcsün): Rics, aklın, insan tabiatının sevmediği, çirkin gördüğü şeylere denir.


(Fectenibuhü): Fectenlbû. ictinab kökünden gelir ve kaçınmak, uzaklaşmak manalarındadtr. Ayetteki manası ise, birşeyi kesinlikle haram etmektir.




Ayetlerin Icmali Manaları



Ey müminler! Allah taala sizi, ağzınızdan çıkan lağv yeminler yü2ürv den, kalbinizden O'nun ismiyle kasdetmediğiniz takdirde, muaheze etmer


Ancak yeminleri azmederek yapmışsanız, üzerine yemin ettiğiniz işi ye*rine getiriniz. Gereğini yerine getirmeyerek veya tersini yaparak bozdu*ğunuz yeminler için kefaret vermeniz icotoetmektedir. Bu da aile efradı*nıza yedirdiğiniz veya giydirdiğiniz şeylerin vasatından on fakiri giydir*mek veya yedirmek veya bir köleyi Allah (cc) rızası için azad etmektir. Yemini bozan şahıs fakirleri yedirmeye, giydirmeye veya bir köle azad etmeye güç yetiremezse üç gün aralıksız oruç tutmalıdır.


Ey müminler, yeminlerinizi koruyun, hatta zaruret olmadan yemin et*meyin.


Ey müminler, içki, kumar, tapmaya mahsus dikili taşlar, fal okları mü*minlere yakışmayan fakat şeytanın insana güzel gösterdiği murdar İş ve amellerdendir. Bunlardan kaçınmanız, uzaklaşmanız farzdır. Çünkü şey*tanın maksadı içki ve kumar vasıtasıyla müminler arasına düşmanlık ve kin düşürmek, onları Allahı anmaktan, namazdan alrkoymaktır.


Ey müminler, bu çirkin işlerden vazgeçin. Allah (cc)'a ve Resul (sav)'-ûne İtaat edin. sakının, Allah (cc) ve Resul (sav)'ünün emirlerine muha*lefet etmeyin. İtaat etmeyen, sakınmayan insanlar, şeytanın amelleri pe*şinde koşan insanlar, kıyamet günü en şedid azaba müstahak olurlar. Pey*gambere düşen yalnız apaçık bir tebliğdir.




Ayetlerin Tefsirindeki İncelikler



Birinci incelik: Ayetin sonundaki «kaçının» tabiri, «haram kılma» ta*birinden daha şümullüdür. Zira kaçınmanın anlamı yasaklanan şeyden ta*mamen uzaklaşmaktır. Buradaki tabire Isra suresinin zinayı yasaklayan 32. âyetinde de raslamaktayız. Bu âyette de zina yasaklanırken «zina et*meyin» denilmemiş, «zinaya yaklaşmayın» tabiri kullanılmıştır. Yani zina*nın kendisi değil, ona yaklaşmak haram kılınmıştır. Zinaya yaklaşmak ha*ram kılınınca bilfiil zinanın kesin biçimde haram olduğu açıkça anlaşıl*maktadır. Zaten bu. Kur'an-ı kerimin umumi bir üslub özelliğidir. Birşeyin hürmetinin (haramlığtnın) şiddeti bildirileceği zaman daima «kaçıran» ta*biri kullanılmaktadır. Nitekim, «Artık o pis putlardan ve yalan sözden ka*çının» (Hac: 30) âyetinde de putlara tapmanın, yalan söylemenin cok bü*yük günah ve haram olduğu «kaçının» tabiri ile bildirilmiştir. Buradaki bü*yük incelğii tefekkür edin.


İkinci incelik: «Şeytan İçkide v» kumarda... Artık siz (hepiniz) vot-g«çtiniz değil mi?» âyeti herne kadar soru şeklinde tamamlanıyorsa da aslında emri ifade etmektedir. Âyetin soru şeklinde ifadesi Cenabı Allanın kullarına karşı olan şefkatini dile getirmektedir. Âyetin gerçek anlamı ise açık ve kesin olarak «vazgeçin»dir.


Arapçada buna benzer dolaylı ifadeler pek çoktur. Bir örnek olarak Ferra'nın şu satırlarını aktaralım: «Birgün bedevinin biri. bana iki defa. «Sen sükut etmez misin?» dedi. Bedevinin maksadı bana soru değildi. Aslında benim susmamı istiyordu.»


Hz. Ömer içki ve kumarı yasaklayan âyeti duyunca ikj defa «Ey Rab-bimiz. vazgeçtik.» demiştir. Hz. Ömer'in bu ifadesi de âyetteki soru şek*lindeki ifadenin emir anlamı taşıdığına delalet etmektedir.


Üçüncü incelik: Kur'an-ı kerimde hükümlerin illeti hep veciz ifade*lerle zikredilmiştir. İçki ve kumarla ilgili hükümlerin illetleri ise tafsilatlı olarak beyan edilmiştir. Çünkü içki ve kumarın haramlık sebebleri arasın*da müminler arasına düşmanlık ve kin düşürmek olduğu gibi onları Allah (cc)'ı anmaktan ve namaz kılmaktan alıkoymak da vardır, içki ve kumarın «murdar» ve «şeytanın işlerinden» olduğunun bildirilmesi de en büyük zi*yan ve günahın bu iki çirkin fiilde olduğunu göstermektedir.


Dördüncü incelik: «Eğer yüz çevirirseniz bilin ki peygamberimizin üze*rine düşen yalnız apaçık bir tebliğden ibarettir.» âyeti, zahiren herne ka*dar birşeyi ihbar ediyorsa da gerçekte insanlar için büyük bir tehdittir. Yani âyetin anlamı gerçekte. «Benim Resulümün üzerine düşen ancak e-mirleriml size tebliğ etmektir. Kıyamet günü sorulacak hesap ise bana aittir. Dünyada yaptıklarınızın hesabını yalnız ben göreceğim.»dir. Aliahu taala bunu, «Muhakkak dönüşleri bizedir. Sonra onların hesabını görmek bize düşer.» (Gasiye: 25-26) âyetinde de bildirmektedir.




Âyetlerdeki Şer'! Hükümler


Birinci Hüküm: Yemin Çeşitleri.



Alimler yemini üç kısma ayırmışlardır: Lağv yemin, yapılmış (mınakıd) yemin, gamus (insanı günaha sokan) yemin.


Lağv yemin, şer'î hiçbir hükmü olmayan yemindir. Bu yemini Hz. Ayşe şöyle tarif etmiştir: «Lağv yemin kişinin hiçbir kasdı olmaksızın «vallahi böyledir» veya «vallahi böyle değildir» demesidir»


Lağv yemin hususunda İbni Abbas (ra)'tan da şöyle rivayet edilmiştir: «Kişi zann üzere birşeyin olacağına yemin eder ki gerçekten böyle değil*dir. Madem ki yemini yapan kişi olan herhangi bir fiili zannı galib ile bildiğinden dolayı yapmaktadır ve o iş hiç de onun sandığı gibi değildir, bu yemin lağv yemindir. Çünkü o. bu yemini kandırmak, hile yapmak için yapmamıştır.»


Yapılmış (akdedilmiş) yemin: Kişi gelecekte bir işi yapacağına veya yapmayacağına dair yemin eder. Sonra da yeminin tersine o işi yapmaz veya yapar. İşte bu tür yeminde mevzumuz âyette tafsilatlı olarak bildiril*diği gibi kefaret vermek farzdır.


Gamus (günaha sokan) yemin: Şahsın yalan yere kasden yemin et*mesidir. Mesela; yaptığı birşeyi bile bile inkar eder ve buna inandırmak için de Allah (cc) adı ile yemin eder. Yapmadığı bir işi yapmış gibi yemin etmek de böyledir. Bu yemine gamus adı verilmesi yapan kişiyi cehen*nemin ateşine götürmesinden dolayıdır. Bu yeminin günahı öyle büyüktür ki. kefaretle dahi karşılanamaz. Çünkü bu vemini yapan şahıs yalanına Allah (cc)'ın azametli ismini alet etmiştir.


Daru'l-Kutnî. süneninde İkrime vasıtasıyla Abdullah'tan şöyle rivayet etmiştir: «Yemin dörttür. İkisinin kefareti vardır, ikisinin ise yoktur. Kefa*reti olan yeminler kişinin yapmayacağına yemin ettiği birşeyi yapması veya yapmaya yemin ettiği birşeyi yapmamasıdır. Kefareti gerektirmeyen yeminlerin günahları öylesine büyüktür ki kefaret bile bunların günahla*rını karşılamaz. Bunlardan biri geçmişte yaptığı bir işi bile bile yalan yere yapmadığına dair yemin etmesidir. Diğeri ise. yine geçmişte yapmadığı bir işi bile bile, yalan yere yaptım diye yemin etmesidir.»


Kurtubî, bu hususta şöyle der: «Fakihler gamus yemin hakkında ih*tilaf etmişlerdir. Fakihlerin cumhurunun ittifak ettiklerine göre gamus ye*min hile, yalan ve kandırma yeminidir. Bu, yemin olarak kabul edilmemek*tedir. Bu bakımdan kefaret vermek de farz değildir.


«İmam Şafii (ra), «Gamus yemin akdedilmiş bir yemindir. Çünkü onu kasıtla yapmış ve Allah (cc)'ın ismi ile de bağlamıştır. Bu yemine de ke*faret vermek farzdır.» demektedir. Sahih olan görüş ise, cumhurun görüşü*dür. İmam Malik (ra) ve ona ittiba eden Medine alimleri ile Küfe alimlerin*den rey sahipleri de cumhurun görüşü ile hükmetmişlerdir.» [28]


Buhari, sahihinde şöyle rivayet eder: «Bir bedevi Resuiullah (sav)'a kebair (büyük günahlar)ı sordu. Resuiullah (sav). «Allah (cc)'a ortak koş*maktır.» -buyurdu. Bedevi. «Ondan sonra hangisi?» dedi. «Anne ve babaya isyan etmek.» buyurdu. Bedevi, «Bundan sonra hangisidir?» diye sorunca, Resulullah (sav), «Gamus yemindir.)) buyurdu. Bedevi Resulullah (sav)'-ın sözünü anlamayarak, gamus yemini sorunca da, «Gamus yemin, müs-lümanlorın malını elinden almak için yapılan hileli yemine denir.» buyur*du.» [29]


Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.