![]() |
Osmanlıca Sözlük (M Harfi)-Osmanlıca Sözlük (M Harfi)İle İlgili Kelimeler...
RE: Osmanlıca Sözlük (M Harfi) MÂYİÂT (Mâyi'. C.) Akıcı cisimler. Su halinde bulunan, akan şeyler.
MÂYİİYYET Mâyilik, akıcılık, sıvılık. MAYİR (C: Miyâr) Taamlandıran, yiyecek veren. MA'YUB Ayıplanmış. Ayıplanan. Bir kusuru ve eksiği olan. MA'YUBAT (Ma'yube. C.) Ayıplanacak şeyler. Eksiklikler, noksanlıklar, kusurlar. MA'YUBEN Kusur ve ayıp sayılarak. Ayıplanarak. MAYUHDES Sonradan olan. MAYU'KAL Anlaşılır. MAYU'REF Bilinmez. * Minder altında saklanan şey. MA'Z Keçi. Karaca. MAZ' Çiğnemek. MAZ' Gön yağlamak. * Ağaç kabuğunu soymayıp üstünde bırakmak. MA'Z Çekmek. MAZA (Mezâ) Geçti (mânasına fiil). MAZ'A Her nesnenin bakiyyesi, artığı. MAZACI' (Mazca. C.) Kabirler, mezârlar. MAZACİR (Mazcer. C.) Gönül daralacak ve sıkıntılı yerler. MA'ZAD Alemi, giyen kişinin pazusuna gelen alemli elbise. MAZAĞ Çiğnenecek veya çiğnedikleri yemek. MAZAHİR (Mazhar. C.) Mazharlar. Eşyanın görüldüğü, çıktığı yerler. * Nâil olmalar. * Şereflenmeler. MAZAK Darlık. MAZALİM (Mazleme. C.) Haksızlık ve adaletsizlikler. Zulümler. * Adâlet dâiresi. MAZALLE Yol aranılan yer. MAZALLE (C.: Mazâil) (Zıll. dan) Gölgelik yer. MAZALLENİŞİN f. Gölgelikte oturan. MAZA MA MAZA Olan oldu. Geçen geçti. MAZAMÎN (Mazmun. C.) Mânâlar, mefhumlar, kavramlar. * Ödenmesi gereken şeyler. * Cinaslı, nükteli sözler. MAZANNE (Mazınne) Zannolunduğu yer. Zan götüren. * Ermiş sanılan. MAZANNE-İ HAYR Kendisinden yalnız iyilik umulan kimse. MAZANNE-İ SU' Kendisinden ancak kötülük beklenen kimse. MAZARR Zararlar, ziyanlar. Mazarrât. MAZARRA Meşakkat, zahmet. * Ziyân. MAZARRAT Zararlar. Ziyanlar. Mazârr. MAZAYIK (Mazîk. C.) Zor güç işler. * Sıkıntılı ve dar yerler. MAZAZ Musibet, felâket ve belâ acısı. * Acıma, üzülme, kederlenme. MAZBATA Bir toplantıda konuşulanların neticesinin yazılı şekli. Kararnâme. MAZBUT Zabtolunmuş, elegeçirilmiş. * Sağlam. * Yazılmış. Kaydedilmiş. Hatırda tutulmuş. Derli toplu. * Muhâfazalı. Korunmuş. * Belli, belirtilmiş. MAZBUTÂT (Mazbut. C.) Ele geçirilmiş; kaydedilmiş; hatırda tutulmuş şeyler. Mazbut olan şeyler. MAZCA' (Madca) Yatılacak yer. Mezar, kabir. MAZCER (C.: Mazâcir) Gönül daralacak ve sıkıntılı yerler. MA'ZEL (C: Meâzil) Irak, uzak, baid. MAZEM İki dağ arasında olan dar yol. * Dar olan her yer. MA'ZERET Elde olmadan suç, kabahat işleme. * Mücbir sebeblerini söyleyerek yardım dileme. Özür dileme. MA'ZERETCU f. Özür arıyan. MA'ZERETHÂH f. Özür dileyen. Afvedilmesini isteyen. MA'ZERETMEND f. Özürlü, kusurlu. Mazeretli. MAZFUF Yanında olan şeyleri tamamen tükenmiş olan kimse. MAZG Ağızda çiğneme. MAZGAL yun. Eskiden kale, hisar, sur veya şato duvarlarında açılan iç yanı geniş, dış yanı dar gözleme siperi. MAZHAK (C: Mezâhık) Gülünç kimse. MAZHAR Sahib olma, nâil olma. Şereflenme. * Bir şeyin göründüğü, izhar olunduğu yer. Çıktığı yer. MAZHAR-I ESMÂ Çok sıfatlara ve isimlere mensub hâller kendinde görünen. İsimlere, isimlerinin üzerinde te'sirlerine mazhar (sâhib) olan. * Cenab-ı Hakkın isimlerinin tecellisine mazhar ve âyine olmuş olan.(Cenab-ı Hak insana giydirdiği vücud libasını san'atına mazhar ediyor. İnsanı bir model yapmış. O vücud libasını o model üstünde keser, biçer, tebdil eder, tağyir eder; muhtelif esmasının cilvesini gösterir. L.) MAZHAR-I İLHÂM Kendine ilhâm olunan. (Arı, hayvan ve insanlara olduğu gibi) Kalbine ilhâm gelen zât. MAZHARİYET Mazhar ve nâil olma. Elde etme. Muvaffakiyet. MAZIG Çiğneyen, çiğneyici. MAZINNE (C: Mezânin) İçinde bir şey olduğu tahmin olunan yer. MAZIR Ekşi, hâmız. MAZİ Geçmiş zaman. Geçen, geçmiş olan. * Gr: Bir işin geçen zamanda yapıldığını bildiren fiil. Fiil-i mâzi. Mazi sigası.(O Kadir-i Mutlak, bütün istikbaldeki acaib-i imkânata muktedirdir. Dünü getiren, yarını getirdiği gibi; maziyi icad eten O Zât-ı Kadir, istikbali dahi icad eder. Dünyayı yapan o Sani-i Hakim âhireti de yapar... M.) MAZİ-İ NAKLÎ Yalnız işitilen bir şeyi anlatan fiil sigası. "Nuri gelmiş" gibi. MAZİ-İ ŞÂD Neş'eli, sevinçli mâzi. MAZİ-İ ŞUHUDÎ Gözle görünen veya görmüş gibi bilinen bir şeyi anlatan fiil sigası, kipi. "Nuri geldi" gibi. MAZİF Herkese sofrası açık olan ev. Kapısı açık, misafir sever ev. Misafirperver olan hâne. MAZİFE İzâfe olunmuş. * Keder, hüzün, tasa, gam. MAZÎK Dar yer. MA'ZİL Ayrı. Ayrı bir yer. * Uzak. Baid. MAZİLLE Kıldan yapılma büyük çadır. MAZÎM Mazlum. MAZİN Karınca yumurtası. * Bir kabilenin adı. MAZÎR Ekşi, hâmız. MAZÎRE Ayran. MA'ZİRE (C: Meâzir) Özür etmek. MAZİRYUN Şahtere otu. MAZİYAN Kendisinden küçük arklara ayrılan büyük su arkı. MAZİYAT Geçmişler. Geçen zamanlar. MAZİYE Şarap, hamr. * Beyaz iyi bal. * Beyaz ince yumuşak gömlek. MAZÎZ Musibet ve belâya uğramış. Felâket acısına giriftar olmuş. MAZLEME (C.: Mezâlim) Zulüm ve adaletsizlik. Haksızlık. Can yakma. MAZLUM Zulüm görmüş. Kendine zulmedilmiş. * Halim, selim, sakin, sessiz. MAZLUMANE Zulüm görmüşe yaraşır surette. * Sessizce. Sessizlikle. MAZLUMÎN Zulüm görmüş kimseler. MAZLUMİYYET Mazlumluk. Zulüm görmüşlük. * Sessizlik, yavaşlık. MAZMAZ (İbranice) Hz. Muhammed'in (A.S.M.) Suhuf-u İbrahim ve Tevrat'taki ismi. MAZMAZA Gusül veya abdest alırken, elleri yıkadıktan sonra üç kere ağız dolusu su alıp ağızda çalkalamak. MAZMİ Sulanan ekin. MAZMUM (Zamm. dan) Zammolunmuş. İlâve olunmuş. * Yapışmış. * Zamme ile okunan. MAZMUN Meâl. Mâna. Mefhum. * Nükteli, san'atlı, ince söz. * Ödenmesi lâzım olan. * Fık: Gasb, telef veya zulüm sebebi ile ödenmesi lüzum etmiş şey. MAZNUK Nezle olmuş. Nezleli. MAZNUN (Zann. dan) Zannolunmuş. Zan altında bulunan, kendisinden şüphe edilen. * Huk: Bir suç dolayısı ile sorguya çekilen kimse. Sanık. MAZNUNÎN (Maznun. C.) Zan altında bulunanlar. Şüpheli kimseler. MAZRA Ayran. Bir nevi yemek. MAZRAC (C: Mezaric) Eski elbise. MAZRAHÎ Akbaba. * Ulu, şerefli kimse. * Her beyaz nesne. MAZREB Vuracak yer. * İlikli kemik. MAZRUB (Zarb. dan) Zarbolunmuş. Çarpılmış. Dövülmüş. * Basılmış, damgalanmış. * Mat: Çarpılan. (Bak: Madrub) MAZRUBEYN Birbirine çarpılan iki sayıdan herbiri. MAZRUF Zarflanan. Sarılıp muhafaza edilen. Zarfa konan. MAZRUFÂT (Mazruf. C.) Zarflı olanlar. MAZRUFEN Zarf içinde olarak. Zarflı surette. MAZRUR Zarar etmiş. Ziyan görmüş. MAZRUS Örülmüş, örülerek yapılmış. Diş takımı. MA'ZUB Kötürüm kimse. MAZ'UF Zayıf ve cılız. Zayıflamış. MAZUFE İzâfe olunmuş. MA'ZUL (Azl. den) İşinden çıkarılmış, kovulmuş, azledilmiş. MA'ZULEN Azledilmiş olarak. İşinden çıkarılmış olarak. MA'ZULÎN (Ma'zul. C.) İşinden çıkarılmış olan kimseler. Azledilmişler. MA'ZULİYET Azledilme hâli. Açıkta kalınış. MA'ZUR Özürlü. Özrü olan. MA'ZURİYYET Ma'zurluk. Özürlülük. MA'ZUZ Katı, şiddetli, şedid. MAZZ Nar. MAZZ Gönlün gamdan ve tasadan yanması. * İkrar etmek, kabul etmek, açıktan söylemek. MEAB Dönülecek yer. Sığınılacak yer. Melce'. MEAB Ayıp yeri. * Ayıp. MEABİD (Bak: Maâbid) MEAD Ahiret. (Bak: Maâd) MEADİB (Me'debe. C.) Ziyâfetler. MEADİN (Bak: Maâdin) MEAHİZ (Me'haz. C.) Me'hazler. Bir şeyin çıktığı veya alındığı yerler. Kaynaklar. MEAKİL (Me'kele. C.) Yenilecek şeyler. Yemekler. Erzâk. MEÂL (Geri dönmek ve rücu eylemek. den) Meydana gelen netice. Mefhum. * Mânası. Kısaca mânası. * Kaymak. * Husul yeri, peyda olunacak yer. * Son, sonuç.(Meâl, te'vilin me'hazi olan "evl" mânasına masdar-ı mimîdir. Bir şeyin varacağı gâye mânasına ism-i mekân da olur ki, te'vilin hasılı demektir. Bundan başka meâl, bir şeyi eksiltmek mânasına da gelir. Onun için örfte bir kelâmın mânasını her vechile aynen değil de, biraz noksaniyle hasılına göre ifade etmeğe de meâl denilmiştir. E.T.) MEÂL-İ İCMALÎ Kısaca hülâsası, kısaca mânâsı. İcmalî meâl. MEÂLEN Mânâca aynısı olmadan eksiği ile anlaşılan neticesi. Mânaya göre. (Bak: Te'vil) MEÂLÎ Kısaca mânasına ait. MEALÎ (Bak: Maâlî) MEALİM (Bak: Maalim) MEALPERVER f. Mânâlı. * Mâna anlatan. |
Osmanlıca Sözlük (M Harfi)-Osmanlıca Sözlük (M Harfi)İle İlgili Kelimeler...
RE: Osmanlıca Sözlük (M Harfi) MEÂN Mekân, menzil.
MEANN Enli, geniş. * şişman gövdeli kimse. * Hatip. MEAR Arlanacak, utandıracak şey. MEAR Saç ve sakalın dökülmesi. MEARİB İhtiyaçlar, hâcetler, lüzumlu ve istenen şeyler. İstekler. MEARİC (Mi'rac. C.) Mi'raclar. Merdivenler. Çıkılacak yerler. MEARİC SURESİ Kur'an-ı Kerim'in 70. Suresi olup Seele veya Mevaki Suresi de denir ve Mekkîdir. MEARRE Keffaret, diyet. * Elem, meşakkat, dert, günah. MEASİ (Bak: Maâsi) MEASİM Günahlar. * Günah işlenecek yerler. MEASİR (Me'sere. den) Güzel eserler. Nişanlar. İzler. MEASİR-İ BERGÜZİDE Seçme güzel eserler, izler, nişanlar. MEASS Çok cür'etli. Hiç çekinmeyen. MEASS Talep mevzii, isteme yeri. MEAYİB Kusurlar, ayıblar, lekeler. (Bak: Maâyib) MEAZ (Bak: Maâz) MEAZİB (Mi'zab. C.) Oluklar. Su yolları. MEAZİF Sazlar. Çalgılar. Saz âletleri. MEAZİN (Me'zene. C.) Ezan okunan yerler. MEAZİR Perdeler. Hicablar. * Özürler. MEAZİR (Mi'zer. C.) Peştemallar. MEBAD (Mebâdâ) f. Sakın, olmaya ki... MEBADİ (Mebde. C.) Mebdeler, başlangıçlar, ilk unsurlar. * Çekirdekler. * Prensipler. MEBADİ-İ ZARURİYYE Bir hakikat tam bilinmeden önceki isbat edici zaruri emâreler, başlangıçlar, hazırlıklar. (Bak: Hads) MEBAHİS Bahisler. Mebhaslar. * Araştırma yerleri. MEBAHİS-İ İLMİYE İlmi bahisler. MEBAL (Bevl. den) Sidiğin çıktığı yer. MEBALİĞ (Meblâğ. C.) Paralar, akçeler. MEBANİ Temeller. Esaslar. * Yapılar. Binâlar. MEBANİ-İ KELÂM Sözün esâsını teşkil eden şeyler. MEB'AS (C.: Mebâis) Yollanma, gönderilme. MEB'AT Yaban sığırının yatağı. * Davar ve deve yatağı. * Mekân, menzil. ME'BAZ (C: Meâbiz) Diz altındaki çukur. MEBDE' Baş taraf. Başlangıç. Başlama. * Kaynak. Kök. Temel. Esas. MEBDE-İ SUKUT Sukutun başlangıcı. Düşüşün mebdei. MEBDEİYET Başlangıç olma işi. ME'BELE Deve duracak yer. * Devesi çok olan yer. MEBERRAT (Meberre. C.) Sevab için, hayır kazanmak için yapılan işler. MEBERRE (C.: Meberrât) Sevab için, hayır kazanmak için yapılan iş. MEBERRET Nöbet şekeri. MEBGA Talep mevzii, isteme yeri. MEBGUZ Sevilmemiş. Buğzedilmiş. Nefret edilmiş. MEBHAS Kısım. Bahis. Fasıl. Bir mes'eleye âid söz. * Arama, araştırma yeri. * Bir şeyin arandığı yer. MEBHUR Nefes darlığına mübtelâ olan, hırhır soluyan. MEBHUS Bahsolunan. Bahsolunmuş. Evvelce bahsi geçmiş. MEBHUS-ÜN ANH Sözü geçmiş şey. Bahsolunan şey. MEBHUT Hayretle, şaşkın, mütehayyir. Sersem. MEBİ' (Bey'. den) Satılmış şey. MEBİT (Beyt. den) Geceleyin kalınacak yer. Geceliyecek yer. MEBİZ (C.: Mebâyiz) Tıb: Yumurtalık. MEBKALE (C: Mebâkıl) Sebzevat yetiştirilen yer. MEBLAĞ Para, mevcud para miktarı. * Yetişmek. MEBLEVLE (MİBVELE) İçine bevledilen kap. MEBLU' (Bel'. den) Yutulmuş. MEBLUL Nemli, yaş. Islak, ıslanmış. MEBNA Temel. Yapı yeri. * Üss-ül esas. Asıl ve esas. MEBNİ Yapılmış. Kurulmuş. * Bir şeye dayanan. Nazar ve itibâr ve isnad olunarak. * ... den dolayı... e binâen. * Gr: Son harfi harekesi değişmeyen kelime. Tasrife tâbi olmayan (fiil çekimine uğramıyan) kelime. MEBRADE Soğukluk. * Soğukluk verecek zaman ve mekan. MEBREZ Abdesthâne. MEBRUD Soğuk, soğumuş. MEBRUK Tebrike şâyeste kimse. Tebrike değer nesne. MEBRUR Hayırlı. Makbul. Beğenilmiş. Sadık olmakla makbule geçmiş olan. MEBRUZ Gösterilmiş, ibraz olunmuş. * Açılmış mektub. MEBSEM (C: Mebâsim) Tebessüm etmek, hafif gülümsemek. MEBSUS Dağılmış. Yayılmış. Herkesçe duyulmuş. şayi' olmuş. MEBSUT Açılmış. Yayılmış. Serilmiş. * Mufassal. Etraflıca beyan olunan. Bast olunmuş. Uzun uzadıya anlatılmış. MEBSUTEN Mebsut olarak. MEBSUTEN MÜTENASİB Birbirlerine nisbetli olan iki şeyden birinin artmasıyla, diğerinin de aynı nisbetle artması; veya eksilmesiyle diğerinin de eksilmesidir. Doğru orantılı. MEBŞURE Yüzü ve vücudu güzel yaratılmış kadın. MEBŞUŞ (C.: Mebâşiş) Silinmiş. İzi eseri kalmamış. MABTAHA (C: Mebâtıh) Kavun karpuz ekecek yer. MEBTUN Karnı hasta olan kimse. MEBTUŞ Tutulmuş. * Hışım olunmuş. MEBTUT Kesilmiş ve ayrılmış. MEBTUTE Fık: Üç talak ile boşanmış olan kadın. MEB'UC Karnı delinmiş. MEB'US Gönderilen. Ba's edilen. * Halk arasından seçilerek Millet Meclisine âzâ edilen. * Allah tarafından gönderilmiş olan. * Öldükten sonra diriltilen. MEB'USÂN f. Meb'uslar. Milletvekilleri. MEB'USİYET Mebusluk. Milletvekilliği vazifesi. MEBYET Geceliyecek yer. Gece vakti kalınacak yer. MEBZUL Bol. Çok sarf olunan. Ucuz. MEBZULÎ Bolluk, çokluk, kesret. MEBZULİYYET Ucuzluk. Bolluk. MEBZULİYYET-İ ELVAN Renk bolluğu. MEC' Hurmayı sütle ıslatıp yemek. MECA' Açlık. MECAA Hilebazlık etmek, hile yapmak. MECADİF (Micdâf. C.) Kayık veya sandal kürekleri. MECADİL (Micdel. C.) Köşkler, kasırlar. MECAE (Mecâet) Açlık. Acıkma. MECAL Tâkat. Güç. Kuvvet. * İktidar. İmkân. * Fırsat. MECALÎ (Meclâ. C.) Aynalar. MECALİS Meclisler. Toplantılar. Toplantı yerleri. MECAMİ' (Mecmua. C.) Mecmualar. Dergiler. MECAMİR (Micmer. C) İçlerinde tütsü yakılan kaplar, buhurdanlar. MECANE Ne bulursa sakınmadan yapmak. Mecnunluk. MECANİK (Mencenik. C.) Mancınıklar. (Bak: Mancınık) MECANİN Mecnunlar. Deliler. MECARÎ (Mecrâ. C.) Mecralar. Su yolları. Su yatakları. MECAZ Yerinden ve haddinden tecavüz etmek. Hududunu aşmak. * (Cevaz. dan) Geçecek yer. Yol. * Edb: Hakiki mânâsı ile değil de ona benzer başka bir mânâ ile veya istenileni hatırlatır bir kelime ile konuşmak. İstenilene benzer bir mâna ifadesi. Meselâ: Bazı Hadis-i Şeriflerde dünyaya nezâret eden iki melâikenin öküze ve balığa benzetildiği gibi.Edebiyat: Lügatı'nın, "Mecaz" Maddesinde şu tafsilât vardır: Bir kelime, kendi mânasında kullanılırsa; hakikat olur. Eğer bir münasebetle asıl mânasından başka bir mânada istimâl edilir ve kendi mânasında kullanılmasında "karine-i mânia" bulunursa mecaz'dır. Meselâ; tahta kelimesi ağaçtan satıh mânasına olduğu halde hakikattır. Fakat yazı levhası mânâsına kullanılır. Faraza, Muallim tarafından talebeye "tahta başına geç" denilirse, mecaz'dır. Çünkü, levhanın tahtadan yapılmış olması münasebeti ile, bir de başına geçilecek tahtanın ancak yazı tahtası olup döşeme ve tavan tahtalarının başına geçilemiyeceği karine-i mâniası ile, o kelime hakikat mânâsından mecâz mânâsına naklolunmuştur.Nakildeki münasebete alâka denilir. Alâkası teşbih olan mecazlar istiâre, başka türlü alâkası bulunanlar da mecaz-ı mürsel'dir. Mecaz-ı mürselin alâkaları teşbihten başkadır ve en meşhurları şunlardır:1- Hulul : Hakikat ve mecaz mânalarında birinin ötekine mahal olmasıdır. (Derse girildi) denildiği vakit, hâl olan dersin söylenip onun mahalli bulunan dershânenin kasdedilmesi. (Yemekhâneye indi) denilince de, mahal bulunan yemekhânenin zikrolunup yemeğe inildi, denilmek istenmesi gibi.Mânâca cüz'i bir fark ile buna, zarfiyyet, mazrufiyyet alâkası da diyebiliriz.2- Sebebiyyet, müsebbebiyyet : Hakiki ve mecazi mânâlardan birinin diğerine sebeb müsebbeb olmasıdır. "Bir muharrir, kalemiyle geçinir" cümlesinde sebeb olan kalemin zikredilip müsebbeb olan yazı ücretinin kasdedilmesi; kar yağarken söylenilen "bereket yağıyor" cümlesindeki müsebbeb olan bereketin zikredilip, sebeb olan karın murad edilmesi gibi.3- Cüz'iyyet, külliyet : Hakikat ve mecaz mânâlarından biri, diğerinin cüz'ü olmasıdır. Diğer bir tabir ile; bir şeyin bütünü kasdedilmesidir. "Marmaradan her yelkenUçar gibi neş'eli"beytindeki yelken kelimesi gibi. (ki, onun zikriyle bütünü söylenip parçası, yahut parçası söylenip bütünü bulunan kayık murad edilmiştir).4- Itlâk ve takyid : Hakikat ve mecaz mânâlarından birinin mutlak yâni umuma; o birinin mukayyed, yâni hususa delâlet eder olmasıdır. Hayvan kelimesindeki mânâ umumidir. Hayvan deyip de meselâ "At" ı murad etmek onu mukayyed bir mânâda kullanmak demek olacağından "Mecaz" olur.5- Kevniyyet : Bir şeye eski hâlinin ismini vermektir. Bir vâlidenin, yetişmiş oğluna; "bizim çocuk" demesi gibi.6- Evveliyyet : Bir şeyi sonra olacağı isim ile zikretmektir. Tıbbiye ve deniz mekteblerine yeni girmiş talebeye "Doktor ve Kaptan" denilmesi gibi.(Mecaz ilmin elinden cehlin eline düşerse, hakikate inkılâb eder, hurâfata kapı açar. S.) MECAZ-I MÜRSEL Edb: Kelimenin asıl mânâsıyla mecazî mânâsı arasında benzerlik bulunmasından başka bir alâka bulunmasıyla olan mecazdır. |
Osmanlıca Sözlük (M Harfi)-Osmanlıca Sözlük (M Harfi)İle İlgili Kelimeler...
RE: Osmanlıca Sözlük (M Harfi) MECAZE Cevizlik yer.
MECAZEN Mecaz olarak. Gerçek değil de mecaz yoliyle. MECAZÎ Mecazla ilgili. MECAZİB (Meczub. C.) Meczublar. Cezbeye tutulmuş olanlar. MECBE Geniş ve işlek yol. MECBEE Mantar yetişen yer. MECBUB Hayası ve zekeri kesilmiş. MECBUL(E) (Cibillet. den) Yaratılmış. Yaratılışında bir hâl veya sıfat bulunan. MECBUR Zor görmüş. Zorla bir işe girişmiş. İcbar görmüş. * Hatırı alınmış, gönlü yapılmış. (Hakiki manası: Kırıldıktan sonra bütünlenmiş.) MECBUREN İster istemez. Cebirle. Zaruret icâbı. Zorla. MECBURÎ Zor altında, ister istemez, yapma mecburiyetinde. MECBURİYET Zora tutulma. Mecburluk. MECC Ağızla su püskürmek. * Sulu şeyler atmak ve saçmak. MECCAN Parasız, karşılıksız, ücretsiz, bedâva, meccânen. MECCANEN Ücretsiz, parasız. MECCANÎ Bedavacı. Parasız. MECCANİYET Ücretsizlik, meccanilik. MECD Büyüklük. Azamet. * şeref, itibar. MECDERE Lâyık olacak mekân. MECDEYE Kıtlık yeri. MECDUD Rızkı bol, nasibli, bahtiyar. * Kesilmiş, maktu. MECDUL Sağlam ve muhkem şey. * Sağlam yapılı ve kemikli kimse. * Bükülmüş. MECDUR Tıb: Çiçek çıkarmış kimse. ME'CEL (C: Meâcil) Su toplanan yer. MECELLAT (Mecelle. C.) Mecmualar, kitaplar, dergiler. MECELLE Mecmua. Fikir topluluğu. Risale. Kitab. Hikmetli sahife. * Fıkıh kitabının muâmelât kısmının toplu bir parcası. * İslâm Hukukuna dâir bir mecmua. MECENNE Kalkan, siper. * Delilik, mecnunluk, divanelik. MECER Koyunun karnındaki kuzu büyüdükçe durmaya kadir olmaması. * Büyük asker. * Susuzluk. MECERRE (Mecerret-üs Sema) Kehkeşan, Samanyolu denilen büyük, parlak yıldız kümesi. MECFER Beli kalın olan at. MECHEL (C.: Mecâhil) Belirtisiz, işaretsiz, nişansız. * Yolu ve izi olmayan çöl. MECHELE Birini câhilliğe sevkeden şey. MECHUD (Cehd. den) Çalışmış uğraşmış, didinmiş, cehdetmiş. * Kuvvet, kudret, güç. MECHUL Bilinmeyen. Belli olmayan. MECHUL-ÜL AHVAL Kimin nesi olduğu bilinmeyen kimse. MECHUL-ÜN NESEB Kimin çocuğu olduğu bilinmeyen kişi. MECHULAT (Mechul. C.) Mechul olan ve bilinmeyen şeyler. MECHULİYET Bilinmezlik, mechullük. MECHURE Harf, hareke ile okunduğu vakit, nefesin hapsolunup sesin âşikâr olmasında okunan harfler. Bu harfler nefesi kendileri ile cereyandan men'ederler. MECHURİYE Aşikâre olunmuş, açıklanmış, meydana konulmuş. MECİ (Meciyyen) Gelme, geliş. MECİD Azametli. Şerefli. Gâlib. * Esmâ-i İlâhiyedendir. MECİDİYE Sultan Abdülmecid zamanında 1840'da basılmış 20 kuruş değerinde gümüş para. MECL Elin kabarması. * Balta gibi bir nesne tutmaktan veya çalışmaktan dolayı elin kabarıp nasırlanması. MECLA (C.: Mecâli) Ayna, mir'at. * Çıkma ve görünme yeri. * Başın tepesinde kıl bitmeyen yer. MECLEB Beyaz çiçekli bir otun adı. (Adam boyu uzar ve yaprağı zerdaliye benzer.) MECLİS Oturulacak, toplanılacak yer. * Görüşülecek bir mes'ele için bir araya gelmiş insan topluluğu. * Devlet işlerini görüşmek üzere Millet Vekillerinin toplandıkları büyük bina. MECLİS-İ A'YÂN Osmanlı İmparatorluğu zamanında hükümet tarafından seçilmiş olan meclis. (Bunun karşılığı, zamanımızda, senato meclisidir.) MECLİS-İ MEBUSAN Halk tarafından seçilen meb'usların meclisi. Millet Meclisi. MECLİS-İ ÜLFET Konuşma meclisi. MECLİS-İ VÜKELÂ Kabine toplantısı. Bakanlar kurulu toplantısı. MECLİS-ARA f. Meclisi süsleyen. MECLİS-EFRUZ f. Meclisi parlatan. Meclisi aydınlatan. MECLİS-FÜRUZ f. Meclisi parlatan. Meclisi aydınlatan. MECLİSÎ Meclisle alâkalı. Meclise ait. MECLİSİYAN Meclis ehli. Mecliste bulunan âzâlar. MECLUB Celbolunmuş. Çekilmiş. Kapılmış. * Tarafdarlığı kazanılmış kimse. * Aşık. Tutkun. MECLUBİYET Tutkunluk, meclubluk. MECLÜVV Parlak, cilâlı. Mücellâ. MECMA' Toplanılacak yer. Kavuşulan yer. MECMA-İ ALEYH Hakkında toplanılan, ittifak edilen, birleşilen şey. MECMA-I EKBER En büyük toplanma yeri. Mahşer. MECMA-I HAKAİK Hakikatlerin toplandığı yer. Hakikatlerin merkezi. MECMA-ÜL EZDÂD Zıtların toplandığı yer. * Mutlak hürriyet. MECMA-ÜL KÜLL Hepsinin toplandığı yer. MECMECE Yazının karışık olması. * Kalbinde olanı demek isteyip, yine demeyip gizlemek. MECMEDE Buzluk, karlık. MECMU' Bütün, hepsi. Topluca. Yığılmış. Cem' olunmuş. Bir araya getirilmiş şey. MECMUA Toplanıp biriktirilmiş, tertip ve tanzim edilmiş şeylerin hepsi. * Seçilmiş yazılardan meydana getirilen kitap. Risâle. * Kolleksiyon. MECMUAN Toptan, birden, toplu olarak. MECMUAT-ÜL AHZAB Şeyh Ahmed Ziyaeddin-i Gümüşhanevî'nin üç ciltlik bir duâ mecmuası. MECMUİYYET Topluluk. Bütünlük. Tamlık. MECNEB Çok şey. MECNUB Güney rüzgârı yetişen kişi. * Akciğer zarı iltihabı olan kişi. MECNUN Deli. Çılgın. * İnsanlara çok hususta uymayan. * Birini çok fazla sevip aklını kaçıran. Âşık. MECNUNANE f. Delice, divanece. Mecnunlara ve delilere yakışır surette. MECNUNİYET Delilik. Mecnunluk. MECR Bir nesneyi devenin karnındaki yavrusuna bey'etmek. Devenin karınındaki yavrusunu bir malla değiştirmek. * Çokluk asker. * Akıl. MECRA Suyun aktığı yol. Su yolu. Kanal. * Cereyan eden yer. * Bir haberin yayılma yolu. * Bir şeyin dolaştığı yer. MECRUH Yaralı. Yaralanmış. * Huk: İnandırıcı sözlerle çürütülmüş fikir, davâ. MECRUHÎN (Mecruh. C.) Yaralılar. Yaralanmış olanlar. MECRUR Sürüklenmiş. * Gr: Başında harf-i cer bulunan kelime. İzafet halinde son kelime. Cerr'li okunan kelime. (i, ı diye okunan kelime, yani esreli) MECS Ovmak. Dibagat etmek. MECUBE Cevap. MEC'UL Yapılmış. Meydana çıkarılmış. İkame ve ihdas olunmuş olan. ME'CUR Karşılık almaya, mükâfata hak kazanmış kimse. * Kiraya verilen. MECUS Kulakları küçük olan adam. * Ateşe tapan kişi. MECUSİ Çok eskiden yaşamış, kulağı küçük olan birisinin adıdır. Ateşperestlik âyinine sebeb olduğundan "Ateşperestlere" bu isim verilmiştir. * Eski İran dini olan Mecusilikten olan kimse. MECUSİYÂN (Mecusi. C.) Mecusiler. Ateşe tapanlar. MECUSİYET Mecusilik. MECVED Doymaya yakın olmak. * Yağmur taneleri değmiş cisim. MECZİR (C: Mecâzir) Deve boğazlayacak yer. MECZUB Başkasının te'siri ile hareket hâlinde olan. Cezbedilmiş. Aklı gitmiş olan. Aşk-ı İlahî ile kendinden geçmiş. * Deli. Divane. Mecnun.(Sultan Mehmed Fatih'in zamanında hikâye edilen meşhur ve mânidar "Cibâli Baba kıssası" nev'inden olarak bir kısım ehl-i velâyet, zâhiren muhakemeli ve âkıl görünürken, meczubdurlar. Ve bir kısmı dahi; bâzan sahvede ve daire-i akılda görünür, bâzan aklın ve muhakemenin haricinde bir hâle girer. Şu kısımdan bir sınıfı; ehl-i iltibastır, tefrik etmiyor. Sekir hâlinde gördüğü bir mes'eleyi hâlet-i sahvede tatbik eder, hatâ eder ve hatâ ettiğini bilmez. Meczubların bir kısmı ise; indallah mahfuzdur, dalâlete süluk etmez. Diğer bir kısmı ise, mahfuz değiller; bid'at ve dalâlet fırkalarında bulunabilirler. Hattâ, kâfirler içinde bulunabileceği ihtimal verilmiş.İşte; muvakkat veya dâimi meczub olduklarından, mânen '"mübarek mecnun" hükmünde oluyorlar. Ve mübarek ve serbest mecnun hükmünde oldukları için, mükellef değiller. Ve mükellef olmadıkları için muahaze olunmuyorlar. Kendi velâyet-i meczubaneleri bâki kalmakla beraber, ehl-i dalâlete ve ehl-i bid'aya tarafdar çıkarlar, mesleklerine bir derece revaç verip, bir kısım ehl-i imânı ve ehl-i hakkı, o mesleğe girmeye meş'umane bir sebebiyet verirler. M.) |
Osmanlıca Sözlük (M Harfi)-Osmanlıca Sözlük (M Harfi)İle İlgili Kelimeler...
RE: Osmanlıca Sözlük (M Harfi) MECZUBÎN (Meczub. C.) Meczublar. Deliler, mecnunlar. Cezbeye gelmiş olanlar.
MECZUM Kat'i niyet edilmiş, cezmolunmuş. Kat'i karar verilmiş. * Gr: Son harfi harekesiz okunan kelime. Cezimli kelime. (İlim, kilim, kitab kelimelerinin son harflerinin okunduğu gibi.) MECZUM (Cüzam. dan) Cüzam hastalığına tutulmuş kimse. MECZUR Cezr olunmuş, kare kökü alınmış sayı. (On sayısı yüz sayısının meczurudur, yani kare köküdür.) MECZUZ Kesilmiş, münkatı'. MEÇ Ateşli silahların icadından evvel kullanılan harp âletlerinden biri. Keskin olmayan tâlim kılıcı, uzun ve ince kılıç. ME'D Yumuşak taze ot. * Titremek. * Sallanmak. MEDA Mesafe, nihâyet. Son. MEDE-D-DÜHUR Dünyanın sonuna kadar. MEDACİ' Yatacak yerler. (Bak: Madcâ') MEDAFİ' (Medfa. C.) Ask: Toplar. MEDAFİN (Medfen. C.) Mezarlar, kabirler. Gömülecek, defnolunulacak yerler. MEDAHEK (Bak: Madhek-Mudhike) MEDAHİL (Medhal. C.) Girişler. Girilecek yerler. MEDAİH Medhetmeler. Övmeler. Medhedişler. MEDAİN (Medayin) Şehirler, medineler. Büyük memleketler. * Şimdi harabe olup İslâmiyyetten evvel yaşamış Kisralıların Nuşirevan zamanında kurdukları merkez-i hükümetleri olan büyük şehir. Peygamber Hz. Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm'ın doğduğu gece bu şehirdeki büyük sarayın eyvanları yıkılmıştı. MEDAK Bir şeyi ezmekte kullanılan yassı taş. MEDAMİ' Göz yaşları. * Gözler. MEDAMİ'-İ HİCRAN Hicran gözyaşları. Ayrılık gözyaşları. MEDAR Sebeb, vesile. * Bir şeyin etrafında döneceği nokta. Bir şeyin devredeceği, üzerinde hareket edeceği yer. * Gezegenlerin gezerken hareket noktalarının çizdiği dâire. (Dünya, güneş etrafında seyrederken medar-ı senevîsi bir dâireyi andırır.) MEDAR-ÜL AYN Göz çukuru. MEDAR-I FAHR İftihara sebeb olan. Övmeğe vesile. MEDAR-I İBRET İbret almağa yarıyan. MEDAR-I MAİŞET Geçim vasıtası. MEDAR-I SENEVÎ Dünya, güneş etrafında seyrederken çizdiği farazi dâire. MEDAR-I TAAYYÜŞ Maişet tedarikine sebeb olan, geçim vesilesi. MEDARE Kova gibi dikip su çekmekte kullanılan deri. MEDARİC (Medrec ve Medrece. C.) Merdivenler. * Meslekler, yollar. MEDARİS Medreseler. Ders okunan yerler. Talebe-i ulumun ikametgâhları. Din, imân, ahlâk dersi ve fenni ilim okutulan ve aynı zamanda talebenin ikamet ettiği mektebler. MEDAS Harman yeri. MEDASE Harman yeri. MEDAYİH Medhe lâyık işler ve hareketler. MEDAYİH-İ BÂHİRE Çok açıktan birisini veya bir şeyi övmek, medhetmek. MEDAYİN (Midyân. C.) Dâima borçlanan kimseler. MEDBEE (MEDBE) Kabaklık, kabağı çok olan yer. * Kul, abd. MEDBUG Dibâgat olunmuş, tabaklanmış. MEDBUR Zengin. Malı mülkü ve serveti çok olan. * Yaralı, mecruh. MEDCEN Bulutlu gün. MED Uzatma, çekme. Yayma ve döşeme. * Çoğaltmak. * Bir şeye dikkatlice bakmak. * Nihayet, son. * Sönmek. Bir şeyi söndürmek. * Yardım etmek, mühlet vermek. * Yâr ve yâver olmak. * Tarlaya fışkı ve gübre dökmek. * Sel suyu. MEDD-İ BİSAT Kilim yayma, halı serme. MEDD-İ NAZAR Uzağa bakma. Gözün görebildiği kadar göz alımı. MEDD-İ YED El uzatma. MEDD İŞARETİ Harekenin uzun okunacağını gösteren işaretin adı. * Hemze ile elifin birleşmesi. MEDDAH (Mübalâga ile) Çok çok medheden, sena eden. * Edb: Taklidli hikâyelerle halkı eğlendiren hikâyeci. MEDD Ü CEZİR Coğ: Deniz sularının kabarması ve tekrar geriye çekilmesi. MEDED İnayet, yardım, imdad, eman. Eyvah. MEDEDCU f. Meded isteyen, yardım arayan. MEDEDCUYANE f. Medet isteyene, yardım arayana yakışacak surette. MEDEDHÂH f. Meded isteyen, yardım bekleyen. MEDEDHÂHÎ f. Meded arayıcılık, yardım isteyicilik. MEDEDKÂR f. Yardımcı, muin, nâsır. Nusret veren. MEDEDKÂRANE f. Medet ve yardım edercesine. MEDEDKÂRÎ f. Yardımcılık. MEDEDRES f. Yardımcı. İnâyet eden. Yardım eden. Mededresân da denir. MEDEDRESANÎ Yardımcılık. Yardım ve inâyet edicilik. MEDE-L-BASAR Gözün görebildiği kadar. MEDE-L-EYYAM Günlerin sonuna kadar. MEDENİ Faziletli, terbiyeli, kibâr. * Medineli. Şehirli. * Kur'an-ı Kerimin Medine şehrinde nâzil olan âyet ve sureleri. MEDENİ-İ BİTTAB' Doğuştan, yaradılıştan huyları ile medeni oluş. * Cenab-ı Hakkın yaratması ile tab'an iyi huylu, kibar, faziletli kimse. MEDENİYET Adaletseverlik, insanca iyi ve ferah yaşayış. Şehirlilik. Yaşayışta, içtimaî münâsebetlerde, ilim, fenn ve san'atta tekâmül etmiş cemiyetlerin hâli. * İslâmiyetin emirlerine göre, usulü dâiresinde yaşayış.(Küre-i arzı bir köy şekline sokan şu medeniyet-i sefihe ile gaflet perdesi pek kalınlaşmıştır. Tâdili, büyük bir himmete muhtaçtır. Ve keza, beşeriyet ruhundan dünyaya nâzır pek çok menfezler açmıştır. Bunların kapatılması ancak Allah'ın lutfuna mazhar olanlara müyesser olur. M.N.)(Sual: Sen eskiden şarktaki bedevi aşâirde seyahat ettiğin vakit, onları medeniyet ve terakkiyata çok teşvik ediyordun. Neden, kırk seneye yakındır, medeniyet-i hâzıradan "mimsiz" diyerek hayat-ı içtimaiyeden çekildin, inzivâya sokuldun?Elcevab: Medeniyet-i hâzıra-i Garbiye, semâvi kanun-u esasilere muhalif olarak hareket ettiği için seyyiatı hasenatına; hatâları, zararları, fâidelerine râcih geldi. Medeniyetteki maksud-u hakiki olan istirahat-ı umumiye ve saadet-i hayat-ı dünyeviye bozuldu. İktisad, kanaat yerine israf ve sefahet.. ve sa'y ve hizmet yerine tenbellik ve istirahat meyli galebe çaldığından, biçâre beşeri hem gayet fakir, hem gâyet tenbel eyledi. Semâvi Kur'anın kanun-u esasisi $_ $_ $ ferman-ı esasisiyle: "Beşerin saadet-i hayatiyesi, iktisad ve sa'ye gayrette olduğunu ve onunla beşerin havas, avâm tabakası birbiriyle barışabilir." diye Risale-i Nur bu esası izaha binaen kısa bir-iki nükte söyleyeceğim:Birincisi : Bedevilikte beşer üç-dört şey'e muhtaç oluyordu. O üç-dört hâcatını tedarik etmiyen on adette ancak ikisi idi. Şimdiki garb medeniyet-i zâlime-i hâzırası su'i-i istimâlât ve israfat ve hevesatı tehyic ve havâic-i gayr-i zaruriyeyi, zaruri hâcatlar hükmüne getirip görenek ve tiryakilik cihetiyle şimdiki o medeni insanın tam muhtaç olduğu dört hâcâtı yerine, yirmi şey'e bu zamanda muhtaç oluyor. O yirmi hâcatı tam helâl bir tarzda tedarik edecek yirmiden ancak ikisi olabilir. Onsekizi muhtaç hükmünde kalır. Demek bu medeniyet-i hazıra insanı çok fakir ediyor. O ihtiyaç cihetinde beşeri zulme, başka haram kazanmağa sevk etmiş. Biçâre avâm ve havas tabakasını dâima mübarezeye teşvik etmiş. Kur'anın kanun-u esasisi olan "vücub-u zekât, hurmet-i riba" vasıtasiyle avâmın havassa karşı itâatini ve havassın avâma karşı şefkatini te'min eden o kudsi kanunu bırakıp burjuvaları zulme, fukaraları isyana sevk etmeğe mecbur etmiş. İstirahat-ı beşeriyeyi zir ü zeber etti!..İkinci Nükte : Bu medeniyet-i hâzıranın hârikaları, beşere birer ni'met-i Rabbaniye olmasından, hakiki bir şükür ve menfaat-ı beşerde istimâli iktiza ettiği halde, şimdi görüyoruz ki: Ehemmiyetli bir kısım insanı tenbelliğe ve sefahete ve sa'yi ve çalışmayı bırakıp istirahat içinde hevesatı dinlemek meylini verdiği için sa'yin şevkini kırıyor. Ve kanaatsizlik ve iktisadsızlık yoluyla sefahete, israfa, zulme, harama sevkediyor. Meselâ Risale-i Nurdaki "Nur Anahtarı"nın dediği gibi: Radyo büyük bir ni'met iken, maslahat-ı beşeriyeye sarf edilmek ile bir mânevi şükür iktiza ettiği halde, beşte dördü hevesata, lüzumsuz malâyani şeylere sarf edildiğinden; tenbelliğe, radyo dinlemekle heveslenmeğe sevk edip, sa'yin şevkini kırıyor. Vazife-i hakikiyesini bırakıyor. Hattâ çok menfaatli olan bir kısım hârika vesait, sa'y ve amel ve hakiki maslahat-ı ihtiyac-ı beşeriyeye istimâli lâzım gelirken, ben kendim gördüm; ondan bir-ikisi zaruri ihtiyâcata sarf edilmeğe mukabil, ondan sekizi keyf, hevesat, tenezzüh, tenbelliğe mecbur ediyor. Bu iki cüz'i misâle binler misâller var.Elhâsıl : Medeniyet-i garbiye-i hâzıra, semâvi dinleri tam dinlemediği için, beşeri hem fakir edip ihtiyacatı ziyadeleştirmiş... İktisad ve kanaat esasını bozup israf ve hırs ve tama'ı ziyadeleştirmeğe; zulüm ve harama yol açmış. Hem beşeri vesait-i sefahete teşvik etmekle o biçare muhtaç beşeri tam tenbelliğe atmış. Sa'y ve amelin şevkini kırıyor! Hevesata, sefahete sevk edip ömrünü faidesiz zâyi ediyor.Hem o muhtaç ve tenbelleşmiş beşeri, hasta etmiş. Su'-i istimâl ve israfat ile yüz nevi hastalığın sirayetine, intişarına vesile olmuş.Hem üç şiddetli ihtiyaç ve meyl-i sefahet ve ölümü her vakit hâtıra getiren kesretli hastalıklar ve dinsizlik cereyanlarının o medeniyetin içlerine yayılmasiyle intibaha gelip uyanmış beşerin gözü önünde ölümü idam-ı ebedi suretinde gösterip, her vakit beşeri tehdid ediyor. Bir nevi cehennem azâbı veriyor...İşte bu dehşetli musibet-i beşeriyeye karşı Kur'an-ı Hakim'in dörtyüz milyon talebesinin intibahiyle ve içinde semâvi, kudsi kanun-u esasileriyle bin üçyüz sene evvel gösterdiği gibi, yine bu dörtyüz milyonun kendi kudsi esasi kanunlariyle beşerin bu üç dehşetli yarasını tedavi etmesini; ve eğer yakında kıyamet kopmazsa, beşerin hem saâdet-i hayat-ı dünyeviyesini, hem saadet-i hayat-ı uhreviyesini kazandıracağını; ve ölümü, idam-ı ebediden çıkarıp âlem-i nura bir terhis tezkeresi göstermesini ve ondan çıkan medeniyetin mehasini, seyyiatına tam galebe edeceğini ve şimdiye kadar olduğu gibi; dinin bir kısmını, medeniyetin bir kısmını kazanmak için rüşvet vermek değil, belki medeniyeti ona, o semavî kanunlara bir hizmetkâr, bir yardımcı edeceğini Kur'an-ı Mu'ciz-il-Beyan'ın işarat ve rumuzundan anlaşıldığı gibi, Rahmet-i İlâhiyeden şimdiki uyanmış beşer bekliyor, yalvarıyor, arıyor!. R.N.) MEDENK f. Kapı sürgüsü. Kilit. MEDER Tezek, toprak tezeği. * Çakıl. Kuru çamur. Kuru balçık. * Köy, mahalle. MEDFA' (C.: Medâfi') Ask: Top. MEDFEE Deve sürüsü. Çok miktar deve. MEDFEN Mezar. Defnedilen, gömülen yer. MEDFU' Dışarı çıkarılmış, def olunmuş, kovulmuş. * Verilmiş, vezneden çıkarılmış. MEDFUAT (Medfu'. C.) Defedilip dışarı çıkarılmış olanlar. * Sarfedilmiş ve verilmiş paralar. Harcanan veya kasadan çıkan paraların, hesap defterinde kaydedildiği hâne. MEDFUN Defnedilmiş. Gömülmüş. MEDH Birisinin iyiliğini, iyi vasıflarını söylemek. Övmek. MEDH Büyük bahşiş. |
Osmanlıca Sözlük (M Harfi)-Osmanlıca Sözlük (M Harfi)İle İlgili Kelimeler...
RE: Osmanlıca Sözlük (M Harfi) MEDHA Deve kuşunun yumurtladığı yer.
MEDHA Övmek, medhetmek. MEDHAL Girilecek taraf. Dahil olacak yer. * Giriş. Esere başlangıç. Önsöz. Mukaddeme. MEDHALDAR f. Bir işte parmağı olan. Bir işe karışmış olan. MEDHAZA (C: Medâhız) Ayak kayacak yer. MEDHENE Yağhâne. MEDHİYAT (Medhiye. C.) Medh etmeler, övmeler. MEDHİYE Birini medhetmek için yazılan yazı. MEDHUL (Dahl. den) Ayıplanacak kusuru olan. * Dile düşmüş. * Kendisine birşey girmiş olan. MEDHUN f. Tabaklanmış deri. MEDHUR Uzaklaştırılmış veya kovulmuş olan. Tardedilmiş olan. MEDHUŞ Dehşete uğramış. Şaşırmış. Korkmuş. MEDHUŞÂNE Ürkmüş gibi. Ürkmüş bir hâlde. MED'Î Dâvet edilmiş, davetli. Çağrılmış. MEDİ (C: Emdiye) Bir yerde birikip toplanmış su. MEDİBB Selin aktığı yer. MEDİD Devamlı. Çok uzun süren. * Uzatılmış. Çekilmiş. MEDÎH Keskin. MEDÎH (Medh. den) Övmeye ve medhetmeye sebeb olan şey. Övme mevzuu. MEDİHA Medih için yazılan kaside, övme. MEDİHAGÛ f. Medheden, öven. MEDİHASENC f. Medihnâme yazan, övücü yazılar yazan. MEDÎN Borçlu. * Kul, köle, abd. MEDİNE Şehir. * Hicazda Hz. Peygamberin (A.S.M.) türbesi bulunan şehirdir. Buranın İslâmiyyetten evvel ismi "Yesrib" idi. MEDİNE-İ MÜNEVVERE Nurlu, nurlanmış şehir. MEDİNE-İ SELÂM Bağdat şehri. MEDİNET-ÜN NEBİ Eski ismi Yesrib olan ve Peygamberimiz Hz. Muhammedin (A.S.M.) türbesinin bulunduğu Medine şehri. MEDKUK Döğülmüş, toz hâline getirilmiş. MEDL Zayıf, yeyni kimse. MEDLEBE Çınarlık. MEDLUL Delâlet olunan. Gösterilen. * Mânâ. Meâl. Mefhum. Delil getirilen şey. Bir kelime veya bir işâretten anlaşılan. MEDLULİYYET İşâret ve delil olma hâli. MEDMA' (C.: Medâmi') Göz. Ayn. * Gözyaşı. MEDMEC Kadeh. MEDMUM Kırmızı renkli olan. * Dolu, dolmuş. MEDN Durmak, ikamet. MEDR Havuzun içini sıvamak. * Düzmek. MEDRAA Ferâce, kaftan, çarşaf. MEDREC(E) (C.: Medâric) Basamaklı yol. Merdiven. * Meslek. * Tarikat. * Dar yol. Dağ yolu. MEDRESE (Ders. den) Ders görülen yer. Ders okutulan yer. İslâmi ilimleri okuyan talebelerin yatıp kalktıkları ve tahsil için çalıştıkları vakıf odalarının bulunduğu binâ. MEDRESE-İ YUSUFİYE Hz. Yusuf'un (A.S.) iftira, haksızlık ve zulüm ile hapiste kalmasından kinâye olarak, İmân ve Kur'an hizmetinden dolayı tevkif edilenlerin hapsedildiği yere verilen isim. MEDRESENİŞİN Medreseli. Medresede oturan. MEDRESETÜZZEHRA (Medreset-üz Zehra) 1914'de Birinci Cihan Harbinden evvel Van'da; Üstad Bediüzzaman Said Nursî'nin açılması için teşebbüse geçtiği ve Artemit'te (Edremit) temelini attığı Şark Üniversitesi'nin bir adı.(Münazarat Risalesi'nin ruhu ve esası hükmünde olan, hâtimesindeki Medreset-üz Zehra hakikatı ise, istikbalde çıkacak olan Risale-i Nur'a bir beşik, bir zemin ihzar etmek idi ki; bilmediği, ihtiyarsız olarak ona sevkolunuyordu. Bir hiss-i kablelvuku ile o nurani hakikatı, bir maddî surette arıyordu. Sonra o hakikatın maddî ciheti dahi vücuda gelmeye başladı. Sultan Reşad 19 bin altun lirayı Van'da temeli atılan o Medreset-üz Zehra'ya verdi. Temel atıldı, fakat sâbık harb-i umumi çıktı, geri kaldı. Beş-altı sene sonra Ankara'ya gittim, yine o hakikata çalıştım. 200 meb'ustan 163 meb'usun imzalarıyla o medresemiz -150 bin banknota iblağ ederek- o tahsisat kabul edildi. Fakat binler teessüf medreseler kapandı. Onlar ile uyuşamadım, yine geri kaldı. Fakat Cenab-ı Erhamürrâhimîn o medresenin manevî hüviyetini Isparta vilayetinde tesis eyledi. Risale-i Nur'u tecessüm ettirdi. İnşâallah istikbalde Risale-i Nur şakirdleri o âlî hakikatın maddî suretini de tesis etmeye muvaffak olacaklar. K.L.) MEDRUK Anlaşılmış, derk olunmuş. MEDRUS Eskimiş elbise. * Deli, mecnun. * Ders olarak okunmuş. MEDSUS Gömülerek saklanmış olan. Gizli bulunan. * İçine desise karışmış şey. MEDŞ Elin zayıf olması. Elin eti az ve siniri sarkmış olması. MEDUF Islanmış. * Dövülmüş. MED'UV Davet olunan. Çağırılmış. Davetli. MED'UVVEN Çağrılarak, davetli olarak, davet olunarak. MED'UVVÎN (Med'uvv. C.) Davetliler, davet olunmuşlar, çağrılmış olanlar. ME'DÜBE Ziyafet. Düğün. MEDYUM (Medyom) Lât. İspirtizmacılık için vasıtalık eden.(Nurlarla şiddetli alâkası bulunan birkaç has kardeşimizin nazarını, fikrini başka tarafa çevirmek veya zevkli ve ruhani bir meşreb ile meşgul edip, hizmet-i imaniyeye karşı zaifleştirmek için bâzı şahıslar ispirtizma denilen ölülerle muhabere nâmı altında cinnilerle muhabere etmek gibi hattâ bâzı büyük evliyalarla, hattâ peygamberlerle güya bir nevi konuşmak gibi eski zamanda kâhinlik denilen.. şimdi de medyumluk nâmı verilen bu mes'ele ile bâzı kardeşlerimizi meşgul ediyorlar. Halbuki:Bu mes'ele, felsefeden ve ecnebiden geldiği için ehl-i imana çok zararları olabilir. Ve çok su'-i istimalâta menşe' olmakla beraber içinde bir doğru olsa on yalan karışıyor. Çünki, doğruyu ve yalanı tefrik edecek bir mehenk, bir mikyas olmadığından ervah-ı habise ve şeytana yardım eden cinnilerin bu vesile ile hem onun ile meşgul olanın kalbine ve hem de İslâmiyete zarar vermek ihtimali var. Çünki: Mâneviyat nâmına hakaik-ı İslâmiyeye ve akide-i umumiyeye muhalif ihbarat oluyor. Ervâh-ı habise iken kendilerini, ervah-ı tayyibe zannettirip belki kendilerine bâzı büyük veliler nâmını verip İslâmiyetin esasatına muhalif sözlerle zarar vermeye çalışabilirler. Hakikatı tağyir edip, safdilleri tam aldatabilirler.Meselâ: Nasılki güneş, bir küçük cam parçasında ziyasiyle, hararetiyle, şekliyle görünüyor. Fakat, o küçücük camın içindeki güneşin o küçücük timsali, kendi nâmına eğer konuşsa ve dese: Benim ziyam dünyayı istilâ ediyor. Benim hararetim herşeyi ısıtıyor. Ve küre-i arzdan bir milyon defadan daha büyüğüm dese, ne derece hilâf-ı hakikat olduğu anlaşılır. Aynen bu misal gibi; bir peygamber, güneş gibi hakiki makamında iken o ispirtizmanın veyahut medyumluğun cam parçası hükmündeki istidadına göre bir cilvesinin tezahürü, o hakikat nâmına konuşamaz. Eğer konuşsa yüz derece muhalif olur. İspirtizmanın veya medyumluğun o mazhardaki cüz'i cilvesi, vahyin mazharı olan o mânevi güneşin kudsi mahiyetine hiçbir cihetle kıyas olamaz. Çünki: Esfel-i sâfilindeki bir cam parçası mânen a'lâ-yı illiyyinde olan o mânevi güneşin hakikatını yanına getiremez. Getirmeye çalışmak da hürmetsizlikten başka birşey değildir. Ancak onun makamına karib olmak için, Celâleddin-i Süyuti ve bir kısım evliyalar gibi seyr ü süluk ile terakki ederek o mânevi güneşin sohbetine mazhar olunur. Fakat böyle terakki, Risale-i Nurun isbat ettiği gibi, peygamberin velâyetiyle bir nevi sohbeti.. kendi derecelerine göre ve kendi istidatları derecesinde olur.Fakat Nübüvvet hakikatı, velâyetten ne derece yüksek ise, ispirtizma vasıtasiyle veyahut terakkiyat-ı ruhiyye cihetiyle mazhar olunan sohbet ve muhabere dahi hiçbir cihette hakiki peygamberle muhabereye yetişemiyeceğinden yeni ahkâm-ı şer'iyyeye medar-ı ahkâm olamaz.Evet, dinden gelmeyen, belki felsefenin hassasiyetinden gelen celb-i ervah da; hem hilâf-ı hakikat, hem hilâf-ı edeb bir harekettir. Çünki a'lâ-yı illiyyinde ve kudsi makamlarda olanları esfel-i sâfilin hükmündeki masasına ve yalanların yeri olan oyuncak tahtasına getirmek tam bir ihanettir ve bir hürmetsizliktir. Adetâ bir padişahı kulübeciğine çağırıp getirmek gibidir. Belki ayn-ı hakikat ve edeb ve hürmet ve istifade odur ki, Celâleddin-i Süyuti, Celâleddin-i Rumi ve İmam-ı Rabbâni gibi zâtların seyr ü süluk-u ruhanileri gibi seyr ü süluk ile yükselerek o kudsi zâtlara yanaşmak ve istifade etmektir.Rü'ya-yı sâdıkada ervah-ı habise ve şeytan peygamber suretinde temessül edemez. Fakat celb-i ervahta; ervah-ı habise, belki peygamberin lisanen ismini kendine takıp; Sünnet-i Seniyyeye ve ahkâm-ı Şer'iyyeye muhalif olarak konuşabilir. Eğer bu konuşması şeriatın ahkâmına ve Sünnet-i Seniyyeye muhalif ise, tam delildir ki, o konuşan ervah-ı tayyibe değildir. Mü'min ve müslüman cinni de değildir. Ervah-ı habisedir. Bu şekilde taklid ediyor. R.N.) (Bak: İspirtizma) MEDYUN Borçlu. Vereceği bulunan. MEEKA Ağlamaktan ârız olan hıçkırık. * Gayretlenmek, gayrete gelmek. MEENNE Alâmet, nişan, işaret. MEFAD Fayda vermek. MEFAFUN Aklı ve fikri zayıf olan. MEFAHİM Mefhumlar. Anlaşılan şeyler. Anlaşılan mânâ ve mefhumlar. MEFAHİR İftihar edilecek, övünülecek şeyler. Mefharetler. MEFAHİS (Mefhas. C.) Kuş yuvaları. MEFAİL (Mef'ul. C.) İşlenmiş ve yapılmış işler. MEFAKA Ansızın tutmak. MEFALİS (Müflis. C.) Müflisler. İflâs edenler. MEFARİK (Mefrak ve Mefrik. C.) Başın tepe kısımları. Başta saçın ikiye ayrıldığı noktalar. MEFARİŞ (Mefruş. C.) Kadın eşler. MEFASIL (Mafsal. C.) Mafsallar. Vücuttaki oynak yerleri, eklenti yerleri. MEFASİD (Mefsedet. C.) Fesadlıklar. Bozgunculuklar. Münafıklıklar. MEFAT (Bak: Müfad) MEF'AT Yılanlı yer. MEFATIR Yaradılıştan olan huylar. Fıtri olan huylar. MEFATİH (Miftah. C.) Anahtarlar. MEFATİH-ÜL GAYB (Bak: Mugayyebat-ı hamse) İmam-ı Razi'nin bir tefsiri. MEFATİR (Muftır. C.) Oruç açanlar, iftar edenler. MEFAVİZ (Mefâze. C.) Sahralar, çöller. MEFAZ Feyz, halâs, zafer. * Korkulardan, acılardan kurtulup murada ermek. MEFAZE (C.: Mefâviz) Çöl, sahra. MEFDERE Dağ keçisinin durağı. MEF'EM Karnı geniş olan kişi. MEFERR Kaçılacak yer. MEFHAR İftihara, övünmeğe, sevinmeğe sebeb olan. İftihara vesile olan şey. MEFHAR-I KÂİNAT (Mefhar-i Mevcudat) Kâinatın, kendisi ile iftihar ettiği zat mânâsına Hz. Muhammed'e (A.S.M.) alem olmuş bir tâbirdir.Bu tâbirin kavranabilmesi için nurâni bir bahsi naklediyoruz: "Bak, hârika bir surette hüsn-i suretle hüsn-i sireti cem'eden O Mürşid-i Umumi, O Hatib-i Kudsi; cevâhir dolu bir Kitab-ı Mu'ciz-ül Beyan eline alarak, bütün insanlara mele-i a'lâdan nâzil olan bir hutbe-i ezeliyeyi okuyor ve bütün beni âdemi ve cinleri ve mevcudatı dinletiyor. Evet, pek büyük bir emirden haber veriyor. Hilkat-ı âlemin acib muammasını açıyor. Kâinatın sırr-ı hikmetine dâir tılsımı açıyor. Felsefe ve fenn-i hikmetin, nev-i beşere: "Siz kimlersiniz? Nereden geliyorsunuz? Nereye gidiyorsunuz?" diye irâd ettiği, akılları acz ve hayrette bırakan üç suâle cevap veriyor...Arkadaş! Şu Zât-ı Nurâni (A.S.M.) Mürşid-i İmâni Resul-ü Ekrem, bak; nasıl neşrettiği hakikatın nuriyle, Hakkın ziyası ile, nev-i beşerin gecesini gündüze, kışını bahara çevirerek, âlemde yaptığı inkılâb ile âlemin şeklini değiştirerek nurâni bir şekle sokmuştur. Evet, O Zâtın nurâni güzelliği ile kâinata bakılmazsa, kâinat bir mâtem-i umumi içinde görünecekti. Bütün mevcudat birbirine karşı ecnebi ve düşman durumunda bulunacaktı. Cemâdat, birer cenaze suretini gösterecekti. Hayvan ve insanlar, eytam gibi zevâl ve firakın korkusundan vâveylâlara düşeceklerdi. Ve kâinata, harekâtiyle, tenevvüü ile ve tagayyüratiyle, nukuşiyle tesadüfe bağlı bir oyuncak nazarı ile bakılacaktı. Bilhassa insanlar, hayvanlardan daha aşağı, zelil ve hakir olacaklardı. İşte, O Zâtın telkin ettiği imân nazarı ile kâinata bakılmadığı takdirde, kâinat böyle korkunç, zulümatlı bir şekilde görülecekti. Fakat O Mürşid-i Kâmil'in gözü ile ve imân gözlüğü ile bakılırsa; her taraf nurlu, ziyadar, canlı, hayatlı, sevimli, sevgili bir vaziyette arz-ı didar edecektir. Evet, kâinat iman nuru ile mâtem-i umumi yeri olmaktan çıkıp mescid-i zikir ve şükür olmuştur. Birbirine düşman telâkki edilen mevcudat, birbirine ahbab ve kardeş olmuşlardır. Cenâze ve ölü şeklini gösteren cemâdât, ünsiyyetli birer hayattar ve lisan-ı hâliyle hâlıkının âyâtını nâtık birer müsahhar me'muru şekline giriyorlar. Ağlayan müteşekki ve eytâm kıyafetinde görünen insan; ibâdetinde zâkir, Hâlikına şâkir sıfatını takınıyor. Ve kâinatın harekât, tenevvüât, tagayyürât ve nukuşu, abesiyyetten kurtuluyor. Rabbâni mektublar, Ayat-ı tekviniyyeye sahifeler, Esmâ-i İlâhiyyeye âyineler suretine inkılâb ederler.Hülâsa: İman nuriyle âlem öyle terakki eder ki: "Hikmet-i Samedâniye Kitabı" nâmını alıyor. Ve insan zelil ve fakir ve âciz hayvanların sırasından çıkar. Za'fının kuvvetiyle, aczinin kudreti ile, ubudiyyetinin şevketi ile, kalbinin şuâı ile, aklının haşmet-i İmâniyyesi ile hilâfet ve hâkimiyyetin zirvesine yükselmiştir. Hattâ, acz, fakr, ihtiyaç ve akıl onun sukutuna esbâb iken, suud ve yükselmesine sebeb olurlar. Zulmetli, karanlıklı bir mezar-ı ekber suretinde görünen zaman-ı mâzi, enbiya ve evliyanın ziyâsı ile ziyâdar ve nurâni görünmeğe başlar. Karanlıklı gece şeklinde olan istikbal, Kur'ânın ziyası ile tenevvür eder. Cennetin bostanları şekline girer. Buna binâen, O Zât-ı Nurâni olmasa idi; kâinat da, insan da, her şey de adem hükmünde kalır; ne kıymeti olur ve ne ehemmiyeti kalırdı.Binaenaleyh bu kadar garib, acib, güzel kâinat için böyle târifat ve teşrifatçı bir Mürşid-i Harika lâzımdır! "Eğer bu Zât (A.S.M.) olmasa idi kâinat da olmazdı" meâlinde $ olan Hadis-i Kudsi şu hakikatı tenvir ediyor." M.N.) |
Osmanlıca Sözlük (M Harfi)-Osmanlıca Sözlük (M Harfi)İle İlgili Kelimeler...
RE: Osmanlıca Sözlük (M Harfi) MEFHARET Birine şeref veren şey. İftihar edilecek, övünülecek şey.
MEFHAS (C.: Mefâhis) Kuş yuvası. MEFHUM Anlaşılan. Mânâ. İfade. Sözden çıkarılan mânâ. MEFHUM Kömürleşmiş olan. MEFÎS Kaçacak yer. MEFKAD Kaybolacak yer. MEFKARET İhtiyaç, zaruret. MEFKUD Kaybolmuş. Olmayan. Yok. Gayr-ı mevcud. * Fık: Ölü veya diri olduğu bilinmeyen, kayıp kimse. MEFKUDİYET Mefkudluk. Bulunmama, kayıplık, yokluk. MEFKUK (C: Mefakik) Ayrılmış olan. * Sökülmüş, çıkarılmış. MEFKUR (C.: Mefâkir) Omurga kemikleri kırılmış olan hayvan veya insan. MEFKURE (Fikir. den) Gâye. Gâye olan şey. Tasavvur hâlindeki gâye. İdeâl. MEFLUC Felc olmuş. İnmeli. Kımıldayamaz hâle gelmiş. MEFLUCEN Felce uğramış olarak. Mefluc olarak. MEFLUK Yoksul, zavallı, biçare, miskin. MEFLUL Kınında bulunan kılınç. * Kapalı, kilitli. MEFRAH Kuluçka çıkarma yeri. Folluk. MEFRAK (C.: Mefârik) Başın tepesi. Tepe kısmı. Başın üstünde, saçların ikiye bölündüğü yer. MEFRAT Çok büyük. MEFRED Çok büyük, kocaman, aşırı derecede iri. MEFREŞ Eskiden göç sırasında yatak ve şilte taşımada kullanılan meşinden veya çadır bezinden yapılmış harar. MEFRUG (C.: Mefârig) (Ferağ. dan) Başkasına bırakılmış, feragat edilmiş. MEFRUGÜN BİH Bir kimseye bırakılan şey. MEFRUGÜN LEH Kendisine bir şeyin mülkiyeti ve tasarruf hakkı bırakılmış olan kimse. MEFRUK Bölünmüş, ayrılmış tefrik edilmiş. MEFRUK Ovulmuş nesne. * Zâ'ferân ile boyanmış nesne. MEFRUŞ Döşenmiş, ferş olunmuş, serilmiş. * Nikâhlı karı. MEFRUŞAT (Ferş. ten) Ev döşemeğe yarayan şeyler. Kilim, halı v.s. MEFRUŞAT-I BEYTİYE Ev eşyası. MEFRUZ İftira olunmuş, ayrılmış, bölünmüş. MEFRUZ (Farz. dan) Farz olunmuş. Farz hâline gelmiş. Çok lüzumlu. Farz kabilinden olmuş. * Var sayılan. MEFRUZ-ÜL EDÂ Edâ edilmesi, ödenmesi farz olmuş. MEFSAH Geniş olacak yer. MEFSAH Bozma. * Feshedecek, bozacak yer. MEFSAKA (Fısk. dan) Günah işlenen yer. MEFSEDET Bozukluk, fenâlık, fesatçılık. Münâfıklık. MEFSİL (C: Mefâsıl) Her âzada olan ek yerleri. Mafsal. MEFSUD Kendinden kan alınmış kimse. MEFSUH Hükümsüz bırakılmış. Yürürlükten kaldırılmış. Battal edilmiş. MEFSUHİYET Mefsuhluk. Yürürlükten kaldırılma hâli. Hükümsüzlük. MEFTAH Hazine. MEFTUH Açılmış. Fethedilmiş. * Ele geçirilmiş, zabtedilmiş. * Gr: Fethalı (üstünlü) okunan harf. MEFTUHANE f. Başlangıç için verilen ziyâfet. Bir kitabı okumaya veya yeni bir derse başlarken, talebelere hocası tarafından verilen başlama ziyafeti. MEFTUK Fıtıklı. MEFTUL (Fetl. den) Bükülmüş, kıvrılmış. Fitil hâline getirilmiş. MEFTUM Sütten ve memeden kesilmiş çocuk. MEFTUN Fitne ve belâya tutulmuş olan. Âşık. Mecnun. * Cünun. Fitne. MEFTUNANE Meftuncasına, kendinden geçmiş olarak, tutkuncasına. Şaşarak, hayrancasına. MEFTUNİYET Tutkunluk. Aşıklık. MEFTUR Füturlu, kederli, üzgün, bezgin. MEFTURANE f. Bitkin bir halde, bezmişcesine. MEFTURİYET Bıkkınlık, bitkinlik, bezginlik. MEFTUT Ufalanmış, parça parça edilmiş, parçalanmış. MEF'UL Yapılan iş. Fâilin eseri. * Gr: Fâilin fiilinin te'sir ettiği şey. "Nuri kitabı okudu" cümlesinde, kitab mef'uldür. MEF'UL-Ü SARİH Doğrudan doğruya mef'ul demektir. Bir harf-i cerle ifâde olunmaz. "Nuri dalı kırdı" cümlesinde "dal" mef'ul-ü sarihtir. "Nuri daldan düştü" dersek, bunu arapça ifâde için (min) harf-i cerri ile söyleyebiliriz. İşte böyle harf-i cerle söylenen mef'ullere, "mef'ul-ü gayr-i sarih" denir. Bunlar mef'uldeki harf-i cerlerin adına göre isim alırlar. Meselâ: Mef'ul-ü maa, mef'ul-ü fih, mef'ul-ü leh gibi. MEFZA' Korku. Korku yeri. * Sığınacak yer. MEFZAHA Rezilliğe ve kepâzeliğe sebebiyet veren şey. MEFZUL Üstün gelen. Fazla gelmiş olan. MEFZUR Eskimiş. * Parçalanmış. MEGAD Bir ot cinsidir, ağaca sarmaşır çıkar; üzüm çubuğundan ince olur ve yaprağı uzun olur. MEGAFİR (Miğfer. C.) Miğferler. Eskiden muharebelerde başa giyilen demir başlıklar. MEGAFON Sesi yükseltip büyüten alet. MEGAK Mezar, kabir, çukur. MEGANİM Ganimet malları. Harbde alınan mallar. MEGAVİL (Migvel. C.) Hançerler. Ufak ve ince kılınçlar. MEGER f. Meğer, halbuki, ancak, oysa ki, şu kadar ki. MEGES f. Sinek. MEGES-İ ENGÜBİN Bal sineği. Arı. Nahl. MEGESGİR f. Örümcek ağı. MEGESRAN f. Yelpâze. MEGESVAR f. Sinek gibi. Sinek şeklinde. MEGLUL (Bak: Maglul) MEGMUM (Bak: Magmum) MEGS (Bak: Meges) MEGZ (Bak: Magz) MEH f. Ay. Kamer. (Bak: Mah) * Senenin onikide biri. Ay. MEHAB Dehşetli ve heybetli yer. MEHABB (Mehebb. C.) Rüzgârın estiği yerler. MEHABBET (Bak: Muhabbet) MEHABET Heybet. * Hürmetle karışık korku. * İhtiram. Azamet. Büyüklük. MEHABİL (Mehbil. C.) Tıb: Rahim yolları. MEHACİM (Mihcem. C.) Hacamat şişeleri. * Çekip emmeye yarayan âletler. MEHAFET (Bak: Mahafet) MEHAH Tazelik, güzellik. MEHAİL (Mehil. C.) Tehlikeli ve korkunç yerler. MEHAK Durgun suyun yeşilliği. MEHAKİM (Bak: Mahâkim) MEHAL Süre, mühlet, vâde. * Korku yeri. MEHALİK (Mehleke. C.) Tehlikeler. Tehlikeli işler. Korkulan yerler. MEHAMİD Şükür ve hamdler. Medihler. Sebeb-i şükür ve hamd olan hasletler. MEHAMİL Mahmiller. * İhtimaller. (Bak: Mahmil) MEHAMM (Mühim. C.) Mühim şeyler. Kıymetli işler. Umur-u azime. * Düşündürücü şeyler. MEHAMMŞİNÂS f. İşinin ehli. İşden anlıyan. MEHAN Ağızdan akan su, ağız suyu. MEHAN (Bak: Mühan) MEHANE Hakaret. MEHANEN Küçümsenerek, hafifsenerek. MEHANET Küçültme. Küçük görülme. * Hor ve zelil olmak. Zayıf ve zebun olmak. * Tedbiri azca olmak. MEHANNE Burun. MEHAR Noksan, eksik. * Merci. MEHAR f. Dizgin, yular. * Devenin burnuna takılan burunluk. MEHARET Ustalık, beceriklilik, üstadlık. Meleke ve mümârese. * Kur'anda meharet: Hıfzın kuvvetiyle harflerin mahreçlerine riâyettir. MEHARİC (Mahrec. C.) Mahreçler. Dışarı çıkacak şeyler. MEHARİC-İ HURUF Tecvidde: Ağızda harf seslerinin çıktığı yerler. MEHASİN (Bak: Mahasin) MEHAŞ Ev eşyası. Mal, mülk, metâ. MEHAT (C: Mehâ-Mehevât) Billur taşı. * Güneş. * Dağ sığırı. * Tazelik. * Güzellik. MEHATT Menzil, konak. MEHAVE Doğru. * İnce olmak. MEHAVİ (Mehva. C.) Çöller, sahralar. * Vâdiler. * İki yükseğin arası. MEHAVİF Korkulu yerler. ME'HAZ Menba'. Bir şeyin alındığı, çıkarıldığı yer. Bir şeyin aslının alındığı kaynak.(Cumhur-u avâmı, bürhandan ziyâde me'hazdaki kudsiyet imtisâle sevkeder. M.) MEHAZ Su akacak yer, su mecrası. * Gebe kadının ağrısının tutması. * Gebe deve. MEHAZA İşlek yol. ME'HAZÎ Me'hazle ilgili. Bir şeyin aslının alındığı kaynakla ilgili. MEHAZİN Mahzenler. Hazineler. Mal doldurulan yerler. MEHBEL Rahim sonu. (Veled yatağı derler) * Veled yolu. MEHBİL (C.: Mehâbil) Rahim yolu. * Rahim, döl yatağı. MEHBİT Bir şeyin indiği yer. İnilecek yer. Yukarıdan aşağı inilecek yer. Düşülen yer. MEHBİT-İ VAHY Vahyin indiği kimse. Vahyin ineceği yer. Münzel-i aleyh. MEHBUT Korkudan şaşırmış. Hayret ve korkuya kapılmış. MEHBUT Hastalık veya bir illetten zayıf nahif olmuş olan. MEHC Cömert, eli açık. MEHCEBİN f. Ay alınlı. Alnı ay gibi parlak olan. MEHCENET Küçük hurma ağacı. MEHCUR(E) (Hicr. den) Uzaklaşmış, uzakta kalmış, ayrı düşmüş. Bırakılmış, metruk, unutulmuş, gayr-i müstâmel. * Saçma sapan, hezeyan. Amel edilmeyen. Kullanılmaz olmuş. Ayrılmış. MEHCURİYET Uzaklık, ayrılık. * Bırakılıp unutulma, metrukiyet. MEHCÜV Hicvolunmuş. Zemmolunmuş. Kötülüğü ilân ile zevklenilmiş. MEH-ÇE Minâre, kubbe ve bayrak direğinin üstüne konulan küçük hilâl, ay. MEHD Beşik. Beslenilecek, büyüyecek yer. * Yeryüzü. * Yayıp döşemek. * Kâr kazanmak. * Hazırlanmak. MEHD-İ UHUVVET Uhuvvet beşiği. Kardeşlik kazanılan yer. MEHD-ARA f. Beşik süsleyen. MEHDED Hindibâ otu. * Acı marul. |
Osmanlıca Sözlük (M Harfi)-Osmanlıca Sözlük (M Harfi)İle İlgili Kelimeler...
RE: Osmanlıca Sözlük (M Harfi) MEHDİ Hidâyete eren veya hidayete vesile olan. Sâhib-üz-zaman. "Hususi ve şahsi bir tarzda Allah'ın hidayetine mazhar olan, kendisine Cenâb-ı Hak tarafından yol gösterilen" mânasınadır. Bu kelime ihtida etmiş olanlar için de kullanılmıştır. Mehdi-yi Resul, Mehdi-yi muntazır da denir. Ahir zamanda gelip bütün müslümanları Hakaik-ı imâniye ve Kur'âniyeyi câmi' eserleri ile uyandıracak, dinlerini takviye ve imânlarını tecdit edecek olan ve Peygamberimizin (A.S.M.) Al'inden bir Zâttır. Hz. Peygamberimizin Mehdi hakkındaki tavsiflerinden anlaşılıyor ki; "Cenab-ı Hak kemâl-i kereminden Din-i Muhammedinin (A.S.M.) ebediyyetine bir alâmet olarak her asırda, her fitne zamanında Mehdi mânâsında bir zâtı gönderip onunla Din-i İslâmı te'yid buyurmuştur." Mehdi-misâl zâtlar gelmişlerdir. Deccâl ismiyle tâbir edilen dehşetli bir şahsın, Müslümanları İslâmiyetten uzaklaştırmak ve sefâhet ve dalâlete ve dinsizliğe sevk etmeğe çalışmasına karşı, İslâmiyyeti, Kur'ânî eserleriyle müdafaa eden ve Kur'ânın ve imânın hakikatlarını izah ve isbat ile müslümanların imânlarını kuvvetlendiren, taklidi imânları tahkiki imân kuvvetine tebdil eden ve ehl-i imânı ikâz edip uyandıran ve her hâliyle Hz. Peygambere (A.S.M.) tâbi olan evliyaullahtan, mücâhid, ferid ve cadde-i Kübra-i Kur'âniye yolunda giden ve bu cadde-i kübrayı gösteren rehber-i zaman, yüksek bir zâttır. (Bak: Deccâl)(Suâl : Ahir zamanda Hz. Mehdi geleceğine ve fesada girmiş âlemi ıslâh edeceğine dâir müteaddid rivâyât-ı sahiha var. Halbuki, şu zaman, cemaat zamanıdır; şahıs zamanı değil. Şahıs ne kadar dâhi ve hattâ yüz dâhi derecesinde olsa bir cemaatin mümessili olmazsa, bir cemaatin şahs-ı mânevisini temsil etmezse; muhalif bir cemaatin şahs-ı mânevisine karşı mağlubdur. Şu zamanda kuvvet-i velâyeti ne kadar yüksek olursa olsun böyle bir cemaat-i beşeriyenin ifsâdat-ı azimesi içinde nasıl ıslâh eder? Eğer Mehdinin bütün işleri harika olsa, şu dünyada Hikmet-i İlâhiyyeye ve Kavânin-i Adetullâha muhalif düşer. Bu Mehdi mes'elesinin sırrını anlamak istiyoruz?Elcevab: Cenâb-ı Hak, kemâl-i rahmetinden, Şeriat-ı İslâmiyyenin ebediyyetine bir eser-i himâyet olarak, her bir fesâd-ı ümmet zamanında bir müslih veya bir müceddid veya bir halife-i zişân veya bir kutb-u a'zâm veya bir mürşid-i ekmel veyahud bir nevi Mehdi hükmünde mübârek zâtları göndermiş, fesadı izâle edip milleti ıslâh etmiş. Din-i Ahmediyi (A.S.M.) muhafaza etmiş. Mâdem âdeti öyle cereyan ediyor; âhir zamanın en büyük fesadı zamanında; elbette en büyük bir müctehid, hem en büyük bir müceddid, hem hâkim, hem mühdi, hem mürşid, hem kutb-u a'zâm olarak bir zât-ı nurâniyi gönderecek; ve o zât da Ehl-i Beyt-i Nebeviden olacaktır. Cenâb-ı Hak, bir dakika zarfında beynes-semâ ve-l arz âlemini bulutlarla doldurup boşalttığı gibi, bir saniyede denizin fırtınalarını teskin eder ve bahar içinde bir saatte yaz mevsiminin nümunesini ve yazda bir saatte kış fırtınasını icad eden Kadir-i Zülcelâl, Mehdi ile de Alem-i İslâmın zulumatını dağıtabilir ve vâdetmiştir, vâdini elbette yapacaktır. Kudret-i İlâhiyye noktasında bakılsa, gâyet kolaydır. Eğer dâire-i esbâb ve Hikmet-i Rabbâniye noktasında düşünülse, yine o kadar ma'kul ve vuku'a lâyıktır ki; "Eğer Muhbir-i Sâdıktan rivâyet olmazsa dahi, her hâlde öyle olmak lâzım gelir ve olacaktır", diye ehl-i tefekkür hükmeder. M.)
MEHDİ-Yİ ABBASÎ (Hi: 120-163) Abbâsi Halifesidir. Ebu Abdullah Muhammed diye de anılır. Halife Mansurun oğludur. Meşhur ve iyiliği ile umumi kabul gören bir zat olup hususan sulh zamanında imparatorluğun inkişafı için çok çalışmıştır. Yeni yollar yaptırmış, postayı ıslâh etmiş ve Abbâsi Sülâlesinin en iyi hükümdarı olarak tanınmıştır. MEHDİ-İ MUNTAZIR (Şiilerin itikadına göre) Kıyameti bekleyen mehdi. MEHDİ-MİSAL Mehdiye benzer surette. Mehdi gibi hidayete vesile olan. MEHDİYYE Mehdiye âit ve mensub olan. Mehdiye dâir ve müteallik. * Hediye. Armağan. MEHDUM(E) (Hedm. den) Yıkılmış, hedmolunmuş, yıkık. MEHDUR (Hedr. den) Yazık edilmiş, ziyan edilmiş. Boş yere gitmiş. MEHEBB (C.: Mehâbb) Rüzgârın estiği yer. MEHEL (C: Mühul-Emhâl) Yavaş yapmak. * Sonraya bırakmak, te'hir etmek. MEHENK Ölçü. Miyar. * Altın ve gümüş ayarını anlamaya mahsus taş. Üzerinde altın tecrübe edilen siyah taş. MEHERE (Mâhir. C.) Mâhirler, ustalar, üstadlar. Hüner sahibi ve elinden iş gelen kimseler. MEHFAK Bol nesne. MEHÎB İnsanın kendisinden korktuğu. Heybetli, azametli, korkunç kimse. * Arslan, esed, gazanfer. MEHÎL Korkulu yer. Korkunç ve tehlikeli yer. MEHÎN Hor ve hakir. Zayıf. Zebun. * Az şey. * Rey', fikir ve tedbirde temyizi zayıf, ahmak. MEHÎR f. Ay, kamer. MEHÎRE Usta, mâhir, hünerli. * Hür olan kadın. * Nikâh bedeli çok olan kadın. MEHİST f. Ağır, sakil. MEHÎZ Ayran. * Yağı alınmış yoğurt. MEHK Suyun rengi yeşil olmak. MEHK İyice ezme. MEHL Vakit verme. Vâde. Mühlet. Bir işi belli bir zamana kadar te'hir etme. MEHLEKE (C.: Mehâlik) Tehlikeli yer veya iş. MEHLİKA f. Güzel. Ay yüzlü. MEHMA-EMKEN Olabildiği kadar. Mümkün mertebe. MEHME (C.: Mehâme) Irak, uzak. * Issızlık. * Korkunç sahrâ. Büyük çöl. MEHMED Muhammed isminin Türkçede meşhur olmuş değişik şeklidir. Resul-i Ekrem Efendimize verilen ve sadece ona lâyık bulunan Muhammed (A.S.M.) ismine hürmeten bu değişiklik âdet olmuştur. MEHMED AKİF (1873-1936) Şiir ve manzumeyi sırf İslâmiyete hizmet için yazdı. İlk Türkiye Büyük Millet Meclisinde İstiklâl Marşı manzumesi kabul edilerek milletin mâneviyatına büyük faydalar sağladı. Çanakkale Şehidlerine hitaben yazdığı manzumesi de aynı mahiyettedir. Bu İslâm mücahidinin şiirleri Safahât isimli yedi kısımdan ibâret bir kitabda toplanmıştır. (R. Aleyh) MEHMEDCİK Kahraman ve mücahid mânasında Türk askerine verilen ünvandır. MEHMUM Endişeli. Düşünceli. MEHMUSE Gizli. Gizlenmiş eşya. * Örtülmüş. * Tecvidde: Gizli okunan harfler. Fısıltı ile okunan harfler. $ sözü, bu harfleri toplamıştır. Bunun zıddı "Huruf-u mechure" dir. MEHMUSEN Gizli olarak. MEHMUZ Gr: Hemzeli kelime. Harfin kökünde hemze varsa o kelimeye denir. MEHMUZ-UL AYN Kelime kökündeki ikinci harf "hemze" olursa, o kelimeye denir. Birinci harfi "hemze" olursa ona: Mehmuz-ul fâ; üçüncü harf hemzeli olur ise ona da: Mehmuz-ül lâm denir. MEHN (MİHN) Hizmet. * Mübtezellik, değersizlik. MEHPARE f. Ay parçası. * Çok güzel kimse. MEHPEYKER Nurlu, ay yüzlü. Yüzü ay gibi parlak ve güzel olan. MEHR Aşk, şefkat, muhabbet. * Güneş. * Huk: Mihr. Evlenme muamelesinde erkek tarafından kadına verilen nikâh bedeli. MEHR-İ MUACCEL Nikâhta erkek tarafından kız tarafına verilen ağırlık, para. MEHR-İ MÜECCEL Boşanma veya ölüm halinde, kız tarafına verilmesi nikâhta kararlaştırılmış olan para. MEHR-İ MÜSEMMA İki tarafın rızası ile nikâh bedeli olarak kararlaştırılan para. MEHRAK (C: Mehârik) Sahife, sayfa. MEHREB Sığınılacak yer. * Ürküp kaçma. MEHREC (Bak: Mahrec) MEHRECAN Eylül ayının onaltıncı günü. MEH-RU (C: Mehruyân) f. Ay yüzlü, güzel. MEHRU' Sar'alı kimse. Sar'a hastalığı olan kişi. MEH-RUYAN f. Ay yüzlüler. Ay gibi parlak olanlar. * Mc: Manevî güzellik. Ahlâk sahibi ve dindar olanlar. MEH-ŞİD f. Ay, kamer. * Ay ışığı, mehtâb. MEHTAB f. Mâhtâb. Ay ışığı. MEHTER (Mih-ter) f. Daha büyük. * Reis. * Seyis. Osmanlı askeri mızıkası ve buna mensub müzikçiler. * Vaktiyle Bâb-ı âli çavuşu. * Rütbe, nişan veya vazife alanların evlerine müjde götürenler. * Tanzimattan önce Pâdişah çadırını kurmağa vazifeli asker. * At uşağı. MEHTERÂN (Mehter. C.) Mehterler. MEHTERHANE f. Tar: Zurna, nakkare, nefir, zil, davul ve kösden kurulu askeri mızıka takımı. MEHTUK (Hetk. den) Bozulmuş, yırtılmış, hetkolunmuş. MEHUB Heybetli. Azametli. Korkunç. * Arslan. MEHUL Yumuşak yay. ME'HUL Ma'mur, imar edilmiş. MEHUL Benli, benekli. ME'HUZ Ahzolunmuş. Çıkarılmış. Alınmış. * Ödünç olarak başka bir yerden alınmış. ME'HUZÂT Alınmış olanlar. Alınan paralar ve bu paraların defterde yazılı kısmı. MEHV İnce kılıç. * Sulu süt. MEHVA (C: Mehâvâ) Sahrâ, çöl, * Uçurum, yar. * İki dağ arası. * İki şeyin arası. MEHVARE f. Ay gibi. * Aylık maaş. Aylık ücret. MEHVAT Çöl, sahra. * İki şeyin arası. MEHVEŞ f. Ay gibi. * Mc: Güzel. MEHYUM Şaşmış, hayrette kalmış, şaşırmış. * Sevgi ve aşkdan serseme dönmüş. MEHZUL Düşkün. Zayıf. Arık. MEHZUM Hezimete uğramış. Mağlub olmuş olan. MEIK Gayretli kişi. * Hiddeti galip kimse. MEİN Ağlanacak ve inlenecek yer. MEJENG f. Keder, hüzün, tasa, gam. * Hoşa gitmeyen, beğenilmeyen, nefret edilen, iğrenilen. ME'K (MÜ'K) (Amâk-Emâk) Göz pınarı. MEKA (C: Emkâ) Tilki, tavşan ve bunlara benzer hayvanlar. * Canavarların inleri ve yatakları. MEKABİR (Bak: Makabir) MEKAD(E) Yakın olmak, yakınlık. MEKADİR (Bak: Makadir) MEKAHİL (Mikhal, mikhel ve mükhüle. C.) Göze sürme çekecek âletler, miller. MEKAİD (Mekide. C.) Hileler, aldatmalar, düzenler, dalavereler. MEKAL (Bak: Makal) MEKAMİN (Mekmen. C.) Gizlenilecek yerler, pusular. MEKÂN (Kevn. den) Yer. Durulan yer. Ev, hane, mesken. Mahal. MEKÂN-I BAÎD Uzak mekân, uzay yer. (Mekân-ı baîd, yâni: İmanın faide vereceği teklif zamanı, teklif dünyası geçtikten, azab gelip çattıktan sonra iman, iman-ı yeis faydasızdır. E.T.) MEKÂNE (C: Emkine-Emâkin) Kudret, kuvvet, güç. MEKÂNEN Mahal ve yer bakımından. MEKÂNET Ağır başlılık. * Kuvvet. Güç. MEKANİK Lât. Cisimlerin hareketleriyle alâkalı hâdiseleri inceleyen ilim. Mihanikiyetten bahseden kitap. * Makina. Makina aksamının hey'et-i mecmuası. * Kafa yormaksızın el veya makina ile yapılan. MEKÂNİS (Miknese. C.) Süpürgeler. MEKANİZMA Lât. Bir şeyin makina kısmı. * Mc: Oluş ve işleyiş. Meydana çıkış. MEKÂRE Eskiden kira ile tutulan yük hayvanı. * Tar: Osmanlı ordusunda taşıma işlerinde kullanılan hayvanlara verilen ad. (Mekâre denilen at, katır, deve gibi hayvanlar, harp zamanlarında halktan satın alınırdı. Bazen geçici bir zaman için, savaş bölgesindeki halktan hayvan toplanır ve belirli miktar ücret ödenirdi.) MEKÂRİB (Mikreb. C.) Çift sürülen sabanlar. MEKÂRİH (Mekrehe. C.) İnsana tiksinti veren şeyler. * Sıkıntılar, dertler. MEKÂRİM (Kerem. C.) Keremler. İyilikler. * Güzel ahlâk sahibi olmak. * Ahlâk-ı hamide, Cenâb-ı Hakk'ın sevdiği, beğendiği güzel ahlâk. MEKÂRİM-İ AHLÂK Hz. Muhammed'in (A.S.M.) ahlâkına ve onun sünnet-i seniyesine ittiba ve imtisâl edenlerin ahlâkı. MEKÂRİMKÂR f. Cömert, eliaçık. Kerem sâhibi. MEKARÎS (Mıkrâs. C.) Makaslar, kesecek aletler. MEKÂSİB (Mekseb ve Meksib. C.) Kazançlar. Kazanç yer ve araçları. Kesbedilen ve kazanılan yerler. MEKÂTİB (Mekteb. C.) Mektebler, okullar. MEKÂTİB-İ ÂLİYE Yüksek mektebler. Yüksek okullar. Üniversite ayarındaki mektebler. MEKÂTİB-İ HUSUSİYE Hususi mektebler. Özel okullar. MEKÂTİB-İ İBTİDÂİYYE İlk mektebler, ilk okullar. MEKÂTİB-İ İ'DÂDİYYE Yüksek mekteblere talebeyi hazırlayan, rüştiyeden sonra gidilen mektebler. Liseler. MEKÂTİB-İ LEYLİYYE Yatılı mektebler. MEKÂTİB-İ RÜŞDİYYE Orta mekteb derecesinde ve altı sınıflık olan Osmanlı Devleti devrindeki mektebler. MEKÂTÎB (Mektub. C.) Mektublar. MEKÂYİD (Mekide. C.) Hileler, düzenler, aldatmalar. MEKÂYİL (Mikyâl. C.) Ölçekler, tahıl ölçekleri, kileler. MEKAYÎS Mikyaslar. Ölçüler. * Mukayeseler. MEKÂZA Şiddetli mümârese. Alışkanlık. MEKBİR İhtiyarlama, yaşlanma. MEKBUD Ciğerinde hastalık olan. MEKBUT Mahzun kişi. Hüzünlü, üzüntülü kimse. MEKD Azlık. * İkamet, oturmak. MEKDUR Kederlenmiş, kederli. ME'KEL (Ekl. den) Yemek yenecek yer. Geçim yeri. * Yemek. ME'KELE (C.: Meâkil) Yenilecek, eklolunacak şey. MEKENE Kertenkele yumurtası. MEKER (C.: Mükur) Bir ağaç cinsi. MEKERR Cenk edecek yer, savaş meydanı. MEKFERE Örtecek, sertredecek yer. MEKFUF Kulplarından sıkıca bağlanıp heybe gibi asılmış. * Kilitlenmiş. * Heybe. * Dürülmüş, toplanmış. * Men olunmuş. Yasak edilmiş. |
Osmanlıca Sözlük (M Harfi)-Osmanlıca Sözlük (M Harfi)İle İlgili Kelimeler...
RE: Osmanlıca Sözlük (M Harfi) MEKFUF-ÜL AYN Gözü keffolmuş. Kör, âmâ.
MEKFUL (Kefâlet. den) Kefil olmuş veya kefil olunmuş. MEKFUL-ÜN ANH Kendisine kefillik edilen kimse. MEKFUL-ÜN BİH Kefâlet olunan kimse veya şey. MEKHUL(E) (Kuhl. dan) Sürme çekilmiş, sürmeli. MEKÎD Tuzağa düşen veya düşecek olan. MEKÎDE (C.: Mekâid) Hile, aldatma, düzen, dalavere. MEKÎDET Düzen, hile, fesat. MEKÎL Ölçmek. * Kilo ile ölçülen şey. MEKÎLÂT (Mekîl. C.) Buğday, arpa gibi kile ile ölçülen şeyler. MEKÎN Yüksek rütbe sâhibi. Vakarlı. Temkinli. Nüfuz ve iktidar sahibi. * Yerleşmiş. Oturmuş. Sâkin, Muhkem. MEKÎNET Onur, vakar, ciddiyet, ağırbaşlılık. MEKİR (Mekr) Hile. Aldatma. Oyun. Düzen. (Birisinin kötü veya iyi hâllerini öğrenmek veya kötülüğe sevketmek ya da gayesinden alıkoymak için yapılır.) MEKÎS Vakarlı. Onur sahibi. Ciddi ve ağırbaşlı kimse. MEKK Emmek. * Helâk etmek. * Noksan etmek, eksiltmek. MEKKÂR Hilekâr. Düzenbaz. Çok aldatıcı. Mekir yapan. MEKKÂRÎ Mekkârlık, hile, düzen. Hilekârlık. MEKKE Hicaz'da Kâbe'nin bulunduğu en mukaddes şehrin ismidir. Aynı zamanda Hazret-i Peygamber'in (A.S.M.) doğduğu şehirdir. MEKKE-İ MÜKERREME İlk ismi Mekke olan bu şehire, Hz. Peygamber'in (A.S.M.) gelmesi ve Mukaddes Kâbe'nin putlardan temizlenmesi ile Mükerrem Mekke mânâsında bu isim verilmiştir. MEKKÎ Mekke'den olan. Mekke'ye dâir ve mensub. * Mekke'de nâzil olan âyet veya sure. MEKKUK (C.: Mekâkik) Birbuçuk sa' alır kile. MEKLA' Otlu yer. MEKLUM Yaralı, mecruh. Yaralanmış. MEKMEN (C.: Mekâmin) Gizlenilip pusu kurulan yer. Pusu yeri. MEKMENE Pusu, gizlenilecek yer. * Define, hazine. MEKMUN Gizli. Saklı. MEKN Kudret, kuvvet, güç. MEKNAN Bir ot cinsi. MEKNE (C: Miken-Mekenât) Kuş yuvası. MEKNİYYAT (Mekniyye. C.) Kinayeli cümleler. MEKNUN Örtülü, gizli. Saklı. * Dizilmiş. Dizili. Manzum. MEKNUS Süpürülmüş. MEKNUZ Gömülü define, örtülü, gizli. Hıfzedilmiş, mahfuz. MEKR (Bak: Mekir) MEKRE (C: Mekârih) Şiddet. * Bıkkınlık. * Kerahet, iğrençlik. MEKREME İzzet, ikram yeri. Seha, cud, şeref. Cömertlik. MEKREME-İ UZMÂ Büyük ikrâm, izzet yeri. MEKREMET-GÜSTER Merhamet dağıtan, merhamet yayan. MEKRUB Kederlenmiş. Musibete uğramış. Tasalı, gamlı insan. MEKRUBİYET Kederli, hüzünlü ve tasalı olma. MEKRUH İğrenç, nahoş görülen şey. * Fık: Şeriatın haram etmediği, fakat zaruret olmadan yapılmasına izin vermediği, zanna dayanan delil ile işlenmesi caiz olmayan iş. * Mihnet. Şiddet. MEKRUHA Keder, mihnet. şiddet. MEKRUHAT (Mekruh. C.) Mekruh olan şeyler. MEKRUHİYET İğrençlik, mekruhluk. MEKRUME (Bak: Mekreme) MEKS Durma, eğlenme, bekleme. MEKS (C.: Mükus) Bir şeyin pahası noksan olma. * Öşür. Vergi. Vergi almak. MEKSEB (C.: Mekâsib) (Kisb. den) Kazanç, gelir. * Kazanç yeri. Kazanç vasıtası. MEKSEFE (Bak: Miksefe) MEKSUB(E) Kesbolunmuş. Kazanılmış. * Sonradan tahsil olunmuş, elde edilmiş. * Yüksekten dökülen. * Çağlayan. MEKSUF Kesafetli, sık ve çok olmuş. Koyu. MEKSUF Küsufa uğramış, ziyâsı, aydınlığı tutulmuş. Kararmış. MEKSUR Çoğaltılan, çoğaltılmış. MEKSUR (Kesr. den) Kırılmış, kesrolunmuş. * Gr: "İ" şeklinde kesreli okunan harf. MEKŞUF Keşfolunmuş, meydana çıkarılmış. Açık. Belli. MEKŞUF-ÜL AVRE Görünmemesi icab eden yeri açık olan kimse. MEKŞUF-ÜR RE'S Başı açık. MEKTEB (C.: Mekâtib) Yazı yazacak yer. * Okul. MEKTEB-İ ÂLÎ Yüksek mekteb, yüksek okul. MEKTEB-İ HARBİYE Harp okulu. MEKTEB-İ HUSUSÎ Özel okul, hususi mekteb. MEKTEB-İ İBTİDAÎ İlk mekteb, ilk okul. MEKTEB-İ İ'DADÎ Osmanlılar devrindeki rüştiyeden, yani eski orta mektebden sonra gelen ve talebeyi yüksek mektebe hazırlayan tahsil devresi. Lise. MEKTEB-İ LEYLÎ Yatılı mekteb, yatılı okul. MEKTEB-İ SULTANÎ İstanbul'da Galatasaray Lisesi. MEKTUB Yazılı, yazılmış kâğıt. MEKTUB-U SAMEDANÎ Hiç bir şeye muhtaç olmayan Allah'ın eserleri. Yeryüzü. İnsanlar, ağaçlar, çiçekler, çekirdekler, dağlar, denizler gibi çok hakikatlı mâna ifâde eden Allah'ın mektupları. MEKTUB-U SÂMÎ Başbakanlık (sadaret) makamından yazılan resmi mektublar. MEKTUBAT Mektublar. Yazılı kâğıtlar. * Bazı meşhur ve mühim kitapların ismi. * Bir yerden başka bir yerdeki şahsa gönderilen yazılı kâğıtlar. * Risale-i Nur Külliyatından bir mecmuanın ismi. MEKTUF İki eli arkasına bağlanmış olan. MEKTUM Gizli. Saklı. Gizli kalmış. * Hükümetten gizli tutulan. MEKTUMAT (Mektume. C.) Hükümetten kaçırılarak gizlenmiş ve yazdırılmamış nüfus, mal veya gelir. ME'KUL Ekl olunmuş, yenmiş şey, yiyecek. ME'KULÂT (Me'kul. C.) Yenilecek gıdâ maddeleri. ME'KUM Tilki ve tavşan ini ve yatağı. MEK'UM Ağzı bağlı deve. MEKUR Hileci, yalancı, dolandırıcı. MEKYES Akıllılık ve ferâsetle bilinen kimse. MEKYUL Kile ile ölçülmüş. MEKZEBE Yalan söz, doğru olmayan kelâm. Palavra. MEKZUBE Palavra, yalan söz. MEKZUM Kederli, hüzünlü, tasalı, üzüntülü, gamlı. MEL' Seri seyr. MELA (C.: Emlâ) Ova, sahra. * Vakit. * Sıcak kül.MELA'Â : Meşveret. * Cemaat. Güruh. * Bir kavmin ileri gelen mes'uliyetli şahısları. * Huy, ahlâk. (Bak: Mele') * Doldurmak. MELA Gece ve gündüz. MELA' Otu olmayan yer. MELAB Bir cins güzel koku. MEL'AB (La'b. dan) Eğlence yeri. Oyun yeri. MEL'ABE (La'b. dan) Oyun. Eğlence vasıtası. Oyuncak. MEL'ABE-İ SIBYÂN Çocuk oyuncağı. MEL'ABEGÂH f. Oyun oynanan yer. Mel'abe yeri. MELABİS Elbiseler. Giyecek şeyler. MELACE Husumeti uzatmak, düşmanlığı çoğaltmak. MELACİ' (Melce. C.) İlticâ edilecek ve sığınılacak yerler. MELAGIM Ağız çevresi. MELAH f. Çekirge. MELAH Atın ayağında olan verem. MELAHA (MÜLUHA) Tuzluluk. * Güzellik. MELAHA (MÜLUHA) Tatsızlık, tuzsuzluk. MELAHAT Yüz güzelliği. Cemal. * Tuzluluk. Tuzlu su. MELAHİ Oyunlar, eğlenceler. Cümbüşler. MELAHİDE Mülhidler. Dinsizler. İmânsızlar. MELAHİF (Milhaf ve Milhafe. C.) Sarınacak veya bürünecek şeyler. Yorganlar. MELAHİM Muharebe ve cenk yerleri. (Bak: Melhame) MELAİB (Mel'ab-Mel'abe. C.) Oyuncaklar. Oyun oynanacak yerler. MELAİK (Mil'aka. C.) Tahta kaşıklar. MELAİK(E) (Melek. C.) Melekler. Nurdan yaratılmış, fıtratları sâfi, makamları sabit, kendileri ma'sum mahluklar. MELAİKE-İ KİRAM Büyük meleklerin büyükleri: Cebrâil, Mikâil, İsrâfil, Azrâil (A.S.)(... Melâike, bir ümmet-i azimedir ki; sıfat-ı iradeden gelen ve şeriat-ı fıtriyye denilen evamir-i tekviniyesinin hamelesi ve mümessili ve mütemessilleridirler. S.)(... Hem meselâ küre-i arz, küre-i arzın nevileri adedince başlar ve o nevilerin ferdleri sayısınca diller ve o fertlerin a'za ve yaprak ve meyveleri mikdarınca tesbihatlar yaptığı için elbette o haşmetli ve şuursuz ubudiyyet-i fıtriyeyi bilerek, şuurdârâne temsil edip Dergâh-ı İlâhiyeye takdim etmek için kırk bin başlı ve her başı kırk bin dil ile ve her bir dil ile kırk bin tesbihat yapan bir melek-i müekkeli bulunacak ki, ayn-i hakikat olarak Muhbir-i Sâdık haber vermiş ve hilkat-ı kâinatın en ehemmiyetli neticesi olan insanlarla münasebât-ı Rabbâniyeyi tebliğ ve izhâr eden Cebrâil (A.S.) ve zihayat âleminde en haşmetli ve en dehşetli olan diriltmek ve hayat vermek ve ölümle terhis etmekteki Halika mahsus olan icraat-ı İlâhiyeyi, yalnız temsil edip ubudiyetkârâne nezâret eden İsrafil (A.S.) ve Azrâil (A.S.) ve hayat dâiresinde rahmetin en cemiyetli, en geniş, en zevkli olan rızıktaki ihsânât-ı Rahmâniyeye nezâretle berâber şuursuz şükürleri şuur ile temsil eden Mikâil (A.S.) gibi meleklerin pek acib mâhiyette olarak bulunmaları ve vücudları ve ruhların bekaları, saltanat ve haşmet-i Rububiyyetin muktezasıdır. Onların ve her birinin mahsus tâifelerinin vücudları, kâinatta güneş gibi görünen saltanat ve haşmetin vücudu derecesinde kat'idir ve şüphesizdir. Melâikeye âid başka maddeler bunlara kıyas edilsin. Ş.) MELAİN (Mel'ane. C.) Lânet edilecek iş ve hareketler. MELAİN (Mel'un. C.) Herkesin nefretini kazanmış olanlar. La'netlenmiş olanlar. MELAK Lütuf, muhabbet, sevgi. MELAK Mala. MELAL Can sıkıntısı. Usanç. Gamlılık. Zaaf ve fütur. MELAL-AVER f. Usanç verici, usandıran, sıkan. MELAM Kınanmış. * Rezillik. Hakirlik. Kıymetsizlik. MELAMET Kınanmışlık. İtab ve serzenişlik. Rezillik ve rüsvaylık. MELAMETZEDE (C.: Melametzedegân) f. Melamete uğramış, ayıplanmış, azarlanmış, kınanmış. MELAMET-ZEDEGÂN (Melametzede. C.) f. Ayıplanmış, kınanmış kimseler, azarlanmış olanlar. MELAMÎ Kınanmış ve ayıplanmışlardan olan. * Hükema-i Kelbiyyun. (Bak: Kelbiyyun) * Melami adındaki tarikata mensub olan. MELAMİ' (Lem'a. C.) Parıltılar. Aydınlıklar. MELAMİH (Lemha. C.) Lemhalar. Bir şeyin başka bir şeye benzeme noktaları. Güzellik ve çirkinlik eserleri. MELAMİYYUN (Melamî. C.) Melamî tarikatından olanlar. MEL'AN Dolu olan, taşkın. MEL'ANE(T) (La'n. dan) Lânete sebeb olan. Lânete müstehak iş. * Yol ayrımı ve insan menzili. MEL'ANETKÂRANE f. Lânete müstehak surette. MEL'ANET-PİŞ f. Mel'unluktan başka işi olmayan. İşi gücü mel'unluktan ibaret olan. MELAS Saracak ve dürecek yer. MELAS Kaypakça olmak. MELASET Yumuşaklık. (Zıddı: Huşunet) MELASSA Hırsız ve haydut yatağı. MELAVET Vakit, zaman. MELAZ Sığınılacak yer. Melce'. MELAZE f. Küçük dil. MELAZE Badem ağaçları olan yer. MELAZİB (Milzâb. C.) Çok tamahkâr ve cimri olanlar. MELAZZ Yalancı, kezzab. (Melzuz. C.) Leziz nesneler, lezzetli şeyler. MELBES Giyecek şey. Elbise. MELBES Ü ME'KEL Giyecek ve yiyecek. MELBUS Giyilen. Giyilmiş olan. * Giyinmiş. Elbise giymiş. MELBUSÂT Giyilecek şeyler. Elbiseler. MELC(E) Emmek. |
Osmanlıca Sözlük (M Harfi)-Osmanlıca Sözlük (M Harfi)İle İlgili Kelimeler...
RE: Osmanlıca Sözlük (M Harfi) MELCE' Sığınılacak yer. Halas olacak, kurtulacak yer.
MELD Yumuşak olmak. MELDA Çok genç ve körpe vücud veya dal. İnce ve nâzik bedenli kız. MELDUG (Ledg. den) Zehirli bir hayvan tarafından ısırılarak sokulmuş. MELE' (C.: Emlâ) Bir cemâatin ileri gelenleri. * Hırs, tama'. * Zan. * Güzellik. * Fls: Kâinatta hiçlik şeklinde boşluk olmadığını, her yerin dolu olduğunu ifade eden bir tabirdir. * Dolu mekân. * Kalabalık, güruh, cemaat, topluluk. Halk. MELE-İ A'LÂ Kerrubiyyun ve melâike cemaati. En yüksek hey'et. Melekler âlemi. Felekler ve unsurlar. ME'LE (C: Miâl) Hazırlanmak. * Şişman kadın, semiz avret. * Bahçe. MELED Tazelik, körpelik, nâziklik, gençlik. MELEK Nurdan yaratılmış, fıtratları sâfi, masum mahluk. * Güzel huylu ve güzel olan kimse. (Bak: Melâike) MELEK-ÜL BİHAR Denizlere nezaret eden melek. MELEK-ÜL CİBÂL Dağlara nezâret eden melek. MELEK-ÜL EMTÂR Yağmurla vazifeli olan melek. MELEK-ÜL MEVT İnsanların ruhlarını kabzeden Azrâil. (A.S.) MELEK-İ MÜEKKEL Muayyen bir işle tavzif edilmiş melek. (Bak: Melâike) MELEK-İ SİYÂNET Allah'ın emri ile insanları koruyan, muhafaza eden melek. MELEKA Düz kayacak nesne. MELEKÂT (Meleke. C.) Melekeler. Tecrübe neticesi elde edilen alışılmış bilgiler. İsti'datlar. MELEKÂT-I AKLİYYE Tecrübe neticesi aklen bilinen kolaylık, tecrübeden doğan bilgililik. MELEKE Tekrar tekrar yapılan bir iş veya tecrübeden sonra hasıl olan bilgi ve mehâret. * Mümârese. MELEKÎ (Melekiye) Meleğe mensub, melekle alâkalı. * Paklık, temizlik, ismet. * Hükümdara, melike âit. Melikle alâkalı. MELEKUT Tam bir hâkimiyyetle, Saltanat-ı İlâhiyyenin müessiriyyet ve idâresinin esrarı. Her şeyin kendi mertebesinde, o mertebeye münâsib ruhu, canı, hakikatı. Bir şeyin iç yüzü, iç ciheti. * Hükümdarlık. Saltanat. * Ruhlar âlemi. (Bak: Arş)(İnsan mülk ciheti ile kalbe zarf olur, melekut cihetiyle de mazruf olur. M.N.) MELEKUTİYÂN Melekut âleminden olanlar. MELEK-ZAD Melekten olmuş gibi, çok güzel. MELEL Bıkma, usanma, bezme. MELEM Yaramaz tenbel kimse. MEL'EM (MİL'EM) Ölçüsünde cimrilik yapan. MEL'EME Cem'etmek, toplamak. * Terbiye etmek, düzeltmek, ıslâh etmek. * Yara yırtığını bağlamak. MELEVAN Gece ve gündüz. MELEZ (Meles) İki ırkın karışması neticesi hâsıl olan yeni bir nesil. Ayrı iki cinsten doğmuş olan. * Aydınlıkla karanlık arası, alaca karanlık. MELFUF Sarılı. Bir mektup veya bir şey içine konulmuş olan. MELFUFAT (Melfuf. C.) Zarf içinde veya tezkereye ilişik yazılar. MELFUFEN Sarılı olarak. Melfuf olarak. Leffen, ekli olan şey. MELFUHA (C: Melâfih) Ana karnındaki erkek çocuk. MELFUZ (Lâfız. dan) Telâffuz olunmuş, okunmuş olan. Söylenmiş. * Ağızdan çıkan söz, hece, kelime veya harf. MELFUZÂT (Melfuz. C.) Konuşulan şeyler. MELH Yemeğe tuz koymak. * Çocuk emzirmek. MELH Kibirlenmek, gururlanmak. * şiddetli seyir. MELHAME Kanlı harb. * Büyük muharebe sahası. MELHAME-İ KÜBRÂ Büyük ve kanlı savaş, harp. MELHEC (C: Melâhic) Darlık. MELHED Kabrin çukur açılacak yeri. MELHEM Hurma ağacı çok olan yer. MELHEZ (C: Melâhız) Darlık çekecek yer. MELHUB (Lehb. den) Alevli, alevlenmiş. MELHUD (Lahd. dan) Mezara sokulmuş, kabre konulmuş. Lâhid içine konulmuş. MELHUF Hasrette kalan. * Kederli, tasalı. * İmdad bekleyen. MELHUFÂN (Melhuf. C.) Kederliler, tasalılar, kaygılılar, üzüntülüler. * Hasrette kalanlar. MELHUFÎN Hasrette kalıp yardım isteyenler. MELHUK Karışmış, kavuşmuş. İltihak etmiş. MELHUZ Mülâhaza ve tefekkür olunmuş olan veya olunabilen. Düşünülebilen. Akla gelebilen. Olabilir. MELHUZÂT (Melhuz ve Melhuze. C.) Olabilir şeyler. Hatıra gelen şeyler. İhtimâller. MELİ' Otu olmayan yer. MELÎH Tatsız tuzsuz yemek. MELÎH (C.: Milâh-Emlâh) Güzel, şirin. Sâhib-i melâhat. * Tuzlu. MELİK Mülk ve melekut sâhibi. Padişah. Mutasarrıf. * Bir kavmin başı. Mâlik. (İsimdir) MELÎK Hâkim-i Mutlak. Hükümdar. Sultan. Memleket sahibi. Padişah. Kadir. (Daimî sıfattır.) MELÎKÂNE f. Hükümdar ve melike mensub. Onunla alâkalı. MELÎKE Kadın hükümdar. Hükümdar karısı. Kraliçe. MELÎL (MELİLE) Kül içinde pişirilen ekmek. * Hararet, sıcaklık. * Üzgün, kederli. Melul. MELÎS şişman ve tenbel olan kişi. MELÎS Bir şeyi şiddetle tutmak. MELÎT Cenin. MELİYY Uzun zaman. * Zengin. Varlıklı. Maldâr. Gani. Eşraf. MELK Dalkavukluk. * Yumuşaklık yapmak. * Mahvetmek. * Yıkamak. * Emmek. * Vurmak. MELK Kudret, kuvvet. Şiddet. * Mübalağa. MELKEAN Kötü, yaramaz kimse. MELKEME El ile vurulan yerin yarası. MELKUHA (C: Melakih) Anasının karnında olan çocuk. MELKUT Yerden kaldırılıp alınan şey. * Sokağa, virâneliğe, câmi veya kilise kapısına bırakılmış çocuk. MELL Küsmek, darılmak. * Yorgunluk. * Kakma, dürtmek. * Mahzun olmak, kederli olmak. * Hamuru külün içinde pişirmek. MELLA Zengin kimse. MELLAH (C.: Mellâhân-Mellâhin-Mellâhun) Gemici. Kaptan. Denizci. MELLAH Dalkavukluk eden, yaltaklanan. Tez tez yürüyen, hızlı yürüyen. MELLAHA Tuz çıkan yer. MELLAHAN (Mellâh. C.) Kaptanlar, denizciler, gemiciler. MELLAHÎN (Mellâh. C.) Denizciler, gemiciler, kaptanlar. MELLAHE Tuzla. MELLASE Yeri düzeltmede kullanılan âlet, sürgü. MELLE Çukur. MELMUS (C.: Melâmis) (Lems. den) El ile dokunulmuş. MELMUSAT (Melmus. C.) El ile dokunmalar. El ile temas etmeler. MELS Enemek. Hayvanı iğdiş etmek, erkekliğini gidermek. MELS Yalan vâde, yalan söz. * Güzellik, hüsün. MELSA' Pürüzsüz ve düz yer. * şarap. MELSUK Yapıştırılmış. Bitiştirilmiş. MELSUN (C.: Melâsin) Yalancı, kezzâb. MELTAFA Güzellik, lâtiflik yeri olan şey veya vasıf. MELTEM Yaz mevsiminde karadan denize doğru esen rüzgâr. MELTUT Karışmış, mahlut. MEL'UB Salyalı ağız. ME'LUF Alışılmış. Ünsiyyet edilmiş. * Alışık. Huy edinmiş. ME'LUFİYET Alışıklık, ünsiyet. ME'LUK Deli. Divâne. MELUL Usanmış. Bıkmış. Bezmiş. * Mahzun. MELULÂNE Acıklı ve mahzun bir hâlde. ME'LUM Kederli. Eleme, derde tutulmuş. MELUM Azarlanmış, tahkir edilmiş, levmolunmuş. MEL'UN Lânetlenmiş. Lânete lâyık. * Kovulmuş, tard olunmuş. MELVAN Gece ve gündüz. MELYENE Yumuşaklık. MELZE At seğirtirken koltuklarını uzatmak. * Süngü ile veya gayrı nesne ile ta'n eylemek. MELZUM Mevcud bir şeyle birbirinden ayrılmayan. Mevcud bir şeyle beraber bulunması lâzım gelen. Lüzumlu olmuş olan. Lüzumlu kılınmış. MELZUMİYET Lüzumlu kılma. Melzumluk. MEMALİK (Memleket. C.) Memleketler. MEMALİK-İ HÂRRE Sıcak memleketler. İklimi çok sıcak olan mıntıkalar. MEMALİK-İ OSMANİYE Osmanlı memleketi. Osmanlılara aid memleketler. MEMALÎK (Memluk. C.) Köleler. kullar. MEMAT Ölüm. Ahirete göç etmek. (Bak: Mevt) MEMDUD (Medd. den) Uzatılmış, yayılmış olan. Çekilmiş. MEMDUDE Balçıklı ve kesekli yer. MEMDUDÎ Tel çeken. MEMDUH(A) Beğenilmiş. Medholunmuş. Övülmüş. * Fık: Peygamberimizin (A.S.M.) sevmiş olduğu hareket, iş. MEMDUHAT (Memduh ve Memduha. C.) Medhedilecek ve övülecek şeyler. Övülmeğe değer şeyler. MEMDUHİYYET Makbul oluş. Makbullük. Beğenilmiş oluş. MEMEDD (Masdar-ı mimî ve mekân ismi) Bir şeyin uzandığı, serildiği yer. ME'MEN Sağlam. Güvenilir. Emin yer. MEMERR Geçilecek yer. Cadde, sokak. Geçit yeri. MEMERR-İ NÂS Herkesin geçtiği yol. Geçit. MEMERR-ÜL MAHLUKAT Mahlukatın geçtiği yer. Dünya. MEMHUR Mühürlenmiş. Damgalanmış. MEMHURE Nikâh bedeli verilmiş olan kadın. MEMHURE Sürülüp nadas olmuş yer. MEMHUS Parlatılmış, cilâlanmış. * Etli, şişman, dolgun insan veya hayvan. MEMHUVV (Mahv. dan) Mahvolmuş, perişan olmuş. MEMHUZ Yağı alınmış yoğurt. MEMÎL Meyletme, bir yana eğilme, temâyül etme. MEMKÛR (C: Memâkir) Av kanıyla kirlenmiş. * Kızıla boyanmış. MEMKÛRE Uysal, yakışıklı. MEMKURE Sirkeli ve sarmısaklı balık. MEMKUT Düşmanlık edilen, hased edilen. MEMLAHA (Milh. den) Tuz çıkarılan yer. Tuzla. MEMLEKET (C.: Memâlik) Bir devletin toprağı, ülke, yurt. * Şehir. İl, kasaba. * Bir insanın doğup büyüdüğü yer. MEMLU Doldurulmuş. Dolu. MEMLUH Tuzlanmış. Tuzlu. MEMLUHAT (Memluh. C.) Tuzlanmış şeyler. Tuzlu şeyler. MEMLUK Köle. Kul. Esir. Bende. Hizmetkâr. * Birinin malı olan. MEMLUKÂNE f. Köleye yakışır hâlde. Kölece. * Eskiden çok defa bir büyüğe sunulan yazılarda, kendinden bahsederken kullanılırdı. MEMLUKİYYET Esirlik. Hizmetkârlık. Kulluk. Kölelik. MEMLUL (Memlule) Usanmış, usanılmış, bıkılmış, bezilmiş. MEMNU' Yasak. Menedilmiş. Mâni olunmuş. MEMNUAT (Memnu ve Memnua. C.) Yasak şeyler. MEMNUİYYET Yasaklık. Haram veya yasak oluş. MEMNUN (Minnet. den) Hoşnud. Razı. Minnet altında bulunan. İyiliğe nâil kılınmış. Çok muteber olan şey. Çok beğenilen. Ölçülü ve hesaplı olan. * Kesilmiş. MEMNUNEN Sevinerek, memnun olarak. MEMNUNİYYET Mesrur oluş. Şâdlık. Mesruriyet. MEMRU' Otlu yer. MEMSUD Vücudu kuvvetli ve sağlam yapılı olan. |
Osmanlıca Sözlük (M Harfi)-Osmanlıca Sözlük (M Harfi)İle İlgili Kelimeler...
RE: Osmanlıca Sözlük (M Harfi) MEMSUDE Devrik yüzlü, münkabız kimse.
MEMSUH Suratı, daha çirkin şekle sokulmuş. Biçimsiz ve çirkin surete girmiş olan. MEMSUH El ile sıvanmış, mesh olunmuş. Temas edilmiş. MEMSUN Mesâne hastalığına tutulmuş kimse. MEMSUS Massolunmuş, emilmiş. * Baldır, incik. MEMSUS Dokunulmuş. MEMŞA (Meşy. den) Ayak yolu. Üzerine basıp yürüdükleri yer. MEMŞUK Yazılmış olan, meşkolunmuş. * Uzun boylu zayıf at. MEMTUL Çekiçle döğülerek işlenmiş. MEMTUR Üzerine yağmur yağmış. Yağmur yağarak ıslanmış. MEM'UD Midesinde hastalık olan. ME'MUL Umulan. Ümid edilen. Beklenilen. ME'MUM İmama uyan kimse. İlerdekine uyan. ME'MUME Beyine ulaşan yara. ME'MUN Emin. Mahfuz. Korkusuz. Emniyyet verilmiş. Sağlam. Tehlikeden azâde olan. * Abbasi halifelerinden Hârun Reşid'in kendisinden ve kardeşi Eminden sonra hükümdar olan oğlunun adı. ME'MUN-ÜL ÂKİBE Akibetinden emin. Sonu emin, korkusuz. ME'MUR Emir ile hareket eden. Emir altında olan. Vazifeli. Kendi istediği gibi olmayıp başka emre göre çalışan. Bir emir alan. Bir işe tâyin olunmuş adam. ME'MUR-ÜN BİH Emrolunan şey. ME'MUREN Me'mur olarak, memurlukla. Bir iş ile vazifelendirerek. ME'MURÎN (Me'mur. C.) Devlet hizmetinde bulunan kimseler. Me'murlar. ME'MURİYET Me'murluk. Vazife, görev, hizmet. ME'MURİYET-İ ASLİYE Asıl me'murluk. MEMUT Meyyit. Ölmüş. MEMZUC Bitişik. Karışık. Karışmış. Birlik olmuş. Birbirine mezc olmuş. * Şakalaşmak. * Oynamak. MEN f. Ben. (Farsçada birinci şahıs zamiri) (Bak: Mâ) MEN (İsm-i Mevsuldür) Şahsa delâlet eder. "O kimse ki, yahut, kimi, kim, kim ki" gibi mânâlara gelir. İstifham için olur, yerine göre tesniye (Menân) şeklinde ve cemi (Menun) gibi okunabilir. Akıl sahibleri hakkında kullanılır. Mevsule, şartiye, nekre-i tâmme, nekre-i mevsule olur. MEN' Yasak etmek. Durdurmak. Bırakmamak. Bir şeyi diriğ etmek, esirgemek. MEN-İ MUHAKEME Muhakemeyi durdurmak, muhakemeye lüzum görmeyip menetmek. ME'N (C: Müün-Me'nât) Böğür. * Yer kazmakta kullanılan ucu demirli ağaç. MENA İki rıtıl. (İkiyüz altmış dirhem) MEN'A Ölüm haberi. Vefat haberi. MENAAT Sarplık, çetinlik, kavilik, güçlük. MENAAT-I MEVKİİYE Arazi sarplığı. MENAB Birinin yerini tutmak, nâib olmak. Birisine vekil olmak. Vekillik yeri. MEN'AB Cömert. * Hızlı yürüyen. MENABİ' (Menba'. C.) Kaynaklar. Pınarlar. Nebeân eden yerler. * Her şeyin zâhir olduğu yerler. * Servetlerin çıktığı yerler. MENABİ-İ AŞERE On menba. MENABİ-İ SERVET Zenginlik kaynakları. MENABİK Batman. MENABİR (Minber. C.) Minberler. Camilerde hatiblerin hutbe okumalarına mahsus kürsüler. MENABİT (Menbet ve Menbit. C.) Çayırlar, otlaklar. MENACİL (Mincel. C.) Ekin orakları. MENACİM (Mencem. C.) Terâzi kolları. MENADİF (Mindef. C.) Hallaç yayları. MENADİL (Mendil. C.) Mendiller. Küçük havlular, peçeteler. MEN'AF (C.: Menâif) Dağın sivri tepesi. MENAFİ' (Menfaat. C.) Menfaatler. Faydalar. MENAFİ-İ UMUMİYE Umumi menfaatler, umumi faydalar. MENAFİH (Minfâh. C.) Körükler. MENAFİZ (Menfez. C.) Delikler. Menfezler. * Nüfuz edecek yerler. MENAH f. Geniş, bol, ferâh. * Dar. MENAHE (C.: Menâih) (Nevha. dan) Ölü için ağlanacak yer. Mâtemhâne. MENAHİ (Nehi. C.) Menedilmiş şeyler. Şer'an yasak edilmiş olan şeyler. MENAHİC (Minhac-Menhec. C.) Açık ve geniş yollar. Bilinen büyük yollar. MENAHİC-İ HÜKEMÂ Hakîmlerin, ilm-i kelâm âlimlerinin meslekleri ve gittikleri mânevi yollar. MENAHİL (Menhel. C.) Durak yerleri. Durulacak sulak yerler. * Hayvan sulanan yerler. MENAHİR (Menhar. C.) Hayvan kesilecek yerler. Hayvan boğazlıyacak yerler. Mezbahaneler. MENAHİR (Menhir. C.) Burun delikleri. MENAHİS (Minhas. C.) Uğursuz şeyler. MENAHİT (Minhat. C.) (Tahta veya taş) yontma âletleri. MENAHİZ (Minhaz. C.) Burun delikleri. MENAÎ (Men'â. C.) Ölüm haberleri. Vefat haberleri. Kötü haberler. MENAİF Dağların sivri tepeleri. MENAİH (Menâhe. C.) Ölü için ağlanacak yerler. Mâtemhâneler. MENAİR (Menâvir) Minâreler. * Nur yerleri. * Alâmet. MENAKIB (Menkıbe. C.) Menkıbeler. Hayat hikâyeleri. MENAKİB (Menkeb. C.) Yollar. * Omuzlar. MENAKÎR (Minkar. C.) Minkarlar, gagalar. Yırtıcı kuşların gagaları. Taşçı kalemleri. MENAKİR (Münker. C.) Günah ve kötü şeyler. MENAL Yetiştirme, nâil olma, kavuşma. * Ele geçirilen şey. Nâil ve sahib olunan şey. MENAM Uyku. Uyku zamanı. * Rüya. Düş. * Uyunacak yer, yatak odası. MENAME Yatak, döşek. MENAMEN Uyuyarak. Uykuda olarak. MENAR Nur yeri. Fener kulesi. * Câmi minâresi. * Yol işaretleri. MENARE (C: Menâr-Menâvir) Alâmet, işaret. * Kandil. * Minare. MENAS Sığınacak yer. Melce'. Penah. * Deprenmek. * Fevt. MENASI' (Minsa'. C.) Medine-i Münevvere'nin dışında meşhur bir yer. MENASIB (Mansıb. C.) Devletin başlıca hizmetleri. Makamlar, rütbeler, pâyeler. MENASIB-I SEYFİYE Askerlik hizmetleri. MENASİK (Mensek. C.) İbâdet edecek yerler. İbâdet ederken lüzum eden usul, yol ve tarz. MENASİK-ÜL HAC Hacı olmak için Mekke-i Mükerreme'ye gidenlerin Kâbe'yi ziyaret etme, Arafat'ta vakfeye durma, kurban kesme, ihram giyme, muayyen bir yerden bir yere kadar yürüme gibi yapılan ibadet rükünleri. (Bak: Sa'y) MENASİM (Mensim. C.) Yollar, tarikler, meslekler. * Alâmetler, izler, eserler, nişânlar. MENASİR (Minser. C.) Yırtıcı kuşların gagaları. * Taşçı kalemleri. MENASSA Çeyiz odası. * Yüksek yer, çardak. MENAŞİR (Minşâr. C.) Testereler. * (Menşur. C.) Tar: Padişâhın verdiği vezirlik veya müşirlik fermanları. * Mat: Prizmalar. MENAT İslâmiyyetten evvel cahiliyyet devrinde Kâbedeki bir putun adı. MEN'AT Ölüm haberi. MENAT Dönecek yer, merci'. * İlişip asacak yer. MENATIK Mıntıkalar, bölgeler. MENATIK-I BAÎDE Uzak mıntıkalar. Uzak bölgeler. MENATIK-I DUŞİZE-İ TAHAYYÜL Tahayyülün bâkir mıntıkaları. MENAVİR (Minare. C.) Minareler. MENAYA (Meniyye. C.) Ölümler. * Maksatlar. Gâyeler. MENAZIM (Manzam. C.) Sıralar, diziler. MENAZIR Manzaralar. Seyredilecek, görülecek güzel yerler. Güzel görünüşler. MENAZİ' (Menze'. C.) Niza ve kavga edilecek yerler. MENAZİL (Menzil. C.) Menziller. İnecek yollar. Duralar. Konak yerleri. MENBA' Kaynak. Nimetin veya herhangi bir şeyin çıktığı yer. Suyun çıktığı yer. Pınar. MENBAT Suyun çıktığı yer. Menba'. MENBEL Tembel, uyuşuk. MENBER (C: Menâbir) Yüksek olacak yer. MENBİC Mevzi ismi. (Oraya nisbetle "menbicâni" derler.) MENBİT Otlu yer, otlak, çayır. MENBUŞ Açılmış, soyulmuş. MENBUZ Piç. Veled-i zinâ. * Hemen doğmasını müteakib bir yere atılmış çocuk. MENCA (Bak: Mence') MENCAT Kurtulma, necât bulma. Halâs olma. MENCE (Mencâ) Kurtulacak yer. Necat bulacak yer. * Necat bulma. Kurtulma. MENCED (C: Menâcid) İnci ve altından olan gerdanlık. MENCEM (C.: Menâcim) Terazi kolu. * Maden. MENCENİK (Bak: Mancınık) MENCENUN (C: Menâcin) Sığırın döndürdüğü dolap. * Sığırların çektiği kağnı. MENCINIK (C: Mencınıkât) Mancınık. MENCUB Dibâgat olunmuş deri. * Geniş kadeh. MENCUD Kederli, tasalı, gamlı. MENCUK f. Bayrak direkleri ve minâre başına takılan küçük ay. * Sancak, bayrak. * Şemsiye. MEND f. Kelimelerin sonuna getirilerek "sahip" mânasına edattır. ACZ-MEND Acizlik, mahviyet sâhibi. DERT-MEND Dertli. MEN DAKKA DUKKA "Kapı çalanın kapısı çalınır." Yâni, kim birisine bir kötülük yahut iyilik yaparsa ona o şey yapılır. Meselâ: "Su-i zan eden su-i zanna mâruz olur." MENDEB Tehlike. Ölüm. * Gürültü ve şamata ile ağlama. |
Osmanlıca Sözlük (M Harfi)-Osmanlıca Sözlük (M Harfi)İle İlgili Kelimeler...
RE: Osmanlıca Sözlük (M Harfi) MENDEME Pişman olma. Nedâmet etmek. * Pişman olacak yer.
MENDİL (Mindîl) (C: Menâdîl) Mendil. * Küçük havlu, peçete. MENDUB Yapılması beğenilen iş. Şeriatın yasak etmediği veya emretmediği iş olmakla beraber yapılmasında sevab ve mendubiyet olan amel. Müstehab. * İyilikleri anlatılarak arkasından gözyaşı döküp ağlanan ölü. MENDUD Meyvesi aşağıdan yukarıya yığılı, istifli. MENDUF Didilmiş, atılmış. MENDUHA Genişlik. * Kifâyet, kâfi gelmek. * Mahlas. MEN'E Dibâgat için ısladıkları deri. ME'NE Böğür, hâsıra. MENEA (Mâni. C.) Engeller, mâniler, özürler. * Engel olanlar, mâni olanlar, geri bırakanlar. * Kuvvet ve cemâat. MENEND (Mânende-Mânend) f. Nazir. Eş. Benzer. şebih. Müşabih. MANEND-İ BÎMİSAL Misilsiz, benzersiz olan. MEN ENE Ben kimim? MENFA Nefyolunan yer. Birinin sürüldüğü yer. Nefiy yeri. MENFAAT Fayda. Kâr. Gelir. İhtiyaç karşılığı olan şey. MENFAATBAHŞ f. Faydalı, yararlı. Menfaat ve fayda veren. MENFAATDÂR f. Menfaat ve fayda gören. MENFAATPEREST f. Yaptığı işin sadece faydasını düşünen. Sadece nefsine ait kârları, faydaları düşünerek çalışan. Allah rızasını esas gaye yapmayan kimse. MENFED Tükenmek, yok olup gitmek. MENFER Geri kaçılacak yer. Nefret edilecek, sevilmeyecek yer. MENFES (Nefes. den) Nefes deliği. Nefes alacak yer. MENFEZ Nüfuz edecek delik, pencere. Delik. Ağız. Yarık. Girilecek yer. MENFÎ Müsbetin zıddı. Müsbet olmayan. * Nefyedilmiş, sürgün edilmiş. Sürgün. * Bir şeyin olmayacak cihetini düşünen. * Hakikatın aksini iddia eden. * Gr: Başında nefiy edatı bulunan kelime veya cümle. * Nâkıs. Negatif, olumsuz. MENFİYYEN Sürgün olarak. MENFUH Üfürülmüş. * Büyük karınlı. Nefholunmuş. MENFUR Kendisinden nefret edilen, sevilmeyen. İğrenç. * Mebguz. MENFUS Yeni doğmuş çocuk. MENFUŞ (Pamuk veya yün gibi) atılmış ve didilmiş. Dağılmış, didik didik edilmiş. MENGENE Tazyik veya sıkıştırma için kullanılan demir veya tahta âlet. MENGUŞ f. Küpe. MENH Verme, ihsan etme. MENH Burun deliği. MENHAR (C.: Menâhir) Hayvan kesilecek yer. Hayvan boğazlanan yer. Mezbaha. MENHAT Mâni, nehyedici, engel. MENHEB Yağma etmek. Yağma edecek yer. MENHEC (C.: Menâhic) Geniş, açık yol. MENHEC-İ SEDÂD Doğruluk yolu. Sırât-ı müstakim. MENHEL (C.: Menâhil) Hayvan sulanan yer. * Menzil, durak. Konaklanacak yer. MENHERE (C: Menâhir) Mahalle arasındaki süprüntülük. MENHÎ Şer'an yapılması yasak olan, haram olan şey. MENHİR (C.: Menâhir) Burun deliği. MENHİYYAT Şer'an haram edilenler. Yasak edilmiş, İlâhi emirle men'edilmiş olanlar. Nehyedilenler. Yasak olanlar. MENHUB Korkak adam. * Muhtar, müntehab, seçkin. MENHUB(E) (Nehb. den) Talan edilmiş, yağma edilmiş. MENHUM Nasıl yerse yesin karnı doymaz kimse. * Bir şeye çok hırs gösteren kişi. MENHUS Uğursuz. Kötü. Meş'um. MENHUS Kuyruğunun yanları uyuz olan deve. MENHUS Zayıf, etsiz. MENHUŞ Yılan, akrep cinsinden bir hayvan tarafından sokulmuş. MENHUT Yontulmuş. Tıraş edilmiş. Yontulmuş ağaç. MEN HÜVE O kimdir? MENÎ f. Benlik. Benlik iddiası. Hodbinlik. MENİ Erkek veya dişinin bel suyu. Döl suyu. Nutfe. Sperma. MENİ' Sarp. Çetin. Zor. El erişmez. Zabtı zor. MENİE Ölüm, mevt. MENİHA Hediye, armağan, bahşiş. MENİN Toz. * Zayıf kişi. * Zayıf ip. MENİŞ f. Tabiat, huy, mizac. MENİYYE Ölüm, mevt. * Takdir olunmuş olan. MENKA' Su toplanan çukur. MENKAB (MENKABE) (C: Menâkıb) Dağ arasında olan yol. * Dar yol. * Güzel hareket ve fiil. * Delik açılacak yer. MENKABE Meşhur kimselerin ahvâline dair hayat hikâyesi. Kıssa. Hikâye. Menkıbe. MENKAL Nakledecek mekân. MENKASE Eksiklik, noksanlık. MENKEL Ayak bileziği. Süs olarak kadınların ayak bileklerine taktıkları bilezik. MENKİB (C.: Menâkib) Omuzbaşı. Omuz ile kol kemiğinin birleştiği yer. MENKU' (Menkua) Haşlanmış. Suda kaynatılmış. MENKUB (U, uzun okunur) Delinmiş. Oyulmuş. MENKUB (Nekbet. den) Dert ve meşakkatlere mâruz kalmış olan. * Rütbe ve haysiyyetten düşmüş olan. MENKUHA Nikâhlı karı. Nikâhlanmış olan kadın. MENKUL Nakledilen. Akli olmayıp mukaddes kitapla bildirilen. * Bir yerden başka yere taşınmış olan. Taşınabilen. * Anlatılan. MENKULAT Nesilden nesile veya ağızdan ağıza yayılıp duyulan. Nakle dayanan bilgiler. Nakledilenler. (Bak: Mürtecel) MENKUR Delinmiş. Oyulmuş. MENKUR İnkâr olunmuş. MENKUS (Nüks. den) Tersine çevrilmiş. Baş aşağı edilmiş. MENKUS (Naks. dan) Noksanlaştırılmış. Eksik olan. MENKUŞ (Nakş. dan) Nakşolunmuş. İşlenmiş. Nakış yapılmış. Boya ile süslenmiş. MENKUŞE Nakşolunmuş, işlenmiş. * Kemik çıkmış olan baş yarığı. MENKUT (Nokta. dan) Noktalanmış. Noktalı. MENKUZ Nakzedilmiş. Bozulmuş. Hükümsüz bırakılmış. MEN LEHÜL HAKK Fık: Hak sahibi olan kimse. MEN LEM YEZUK LEM YEDRİ Tatmayan bilemez. Kim ki tatmamış; o, tadını bilemez. MENMUL (Neml. den) Üzerine karınca üşüşmüş olan şey. MENN Nimet vermek. İyilik etmek. * Minnet. * Rıza. * Esiri fidye almadan, ücretsiz salıvermek. * Kesmek. * Zayıf etmek. * Ettiği iyiliği başa kakmak. * İki batman ağırlık. * Kudret helvası. MENNÂ' (Men'. den) Alıkoyan, mâni olan, yaptırmayan. * Önleyici, men'edici. MENNÂ-UL HAYR Hayır ve iyiliğe mâni olan. Hayrı önleyen. MENNAC Çok bahşiş veren. İhsan eden. MENNAN İhsanı bol. Çok çok ihsan eden. En çok nimet veren. (Allah) MENNANE Malı, mülkü, serveti için kendisiyle evlenilen kadın. MENSAF (C: Menâsıf) Her şeyin yarısı. MENSEA (C: Menâsi') Otu tez biten yer. MENSEC (Nesc. den) Bez, çulha vs. dokunan yer. Örücü işyeri. Trikotaj atelyesi. MENSEK (C.: Menâsik) İbâdet yeri. İbâdetgâh. * İbâdet yapma usulü. * Kurban kesecek yer. MENSIB (C: Menâsıb) Demir sayacak. * Asıl. * Mertebe, derece. MENSÎ (Mensiyye) (Nisyan. dan) Unutulmuş, hatırdan çıkmış. MENSİC (MENSEC) (C: Menâsic) Bez dokuyacak yer. * Boyun ile kürek arası. MENSİK (MENSEK) (C: Menâsik) İbadet edecek yer. * Kurban kesilecek yer. * Kesilmiş kurban. MENSİM (C.: Menâsim) Alâmet, işaret, nişân, iz, eser. * Yol, tarik. * Deve tırnağı. MENSİYAT (Mensi. C.) Hatırdan çıkıp unutulmuş şeyler. MENSİYET Unutulma, hatırdan çıkma. MENSİYY Unutma yeri. * Hiç bahsedilmeyen terkedilmiş nesne. MENSUB (Bak: Mansub) MENSUB Bir şeye veya kimseye nisbeti olan, alâkası bulunan. Bir şeyle ilgili olan. MENSUBÂT (Mensub. C.) Bir yere mensub olanlar. Bir yerin adamları. |
Osmanlıca Sözlük (M Harfi)-Osmanlıca Sözlük (M Harfi)İle İlgili Kelimeler...
RE: Osmanlıca Sözlük (M Harfi) MENSUBÎN (Mensub. C.) Mensublar. Mensub ve alâkadar olanlar. Bir daire veya yerin adamları.
MENSUBİYYET Mensubluluk, ilgili, bağlı oluş. Alâkalı bulunuş. MENSUC (Nesc. den) Dokunmuş, dokunulmuş, dokunulan. Örülmüş. İşlenmiş. MENSUCÂT Bez veya kumaş gibi dokumak suretiyle yapılan tezgâh veya fabrika mahsulü mallar. MENSUCÂT-I HARİRİYYE İpek dokumalar. MENSUH (Nesh. den) Hükmü kaldırılmış. Nesholunmuş. Hükümsüz bırakılmış. MENSUK (Nesk. den) Düzgün olarak dizilmiş olan. MENSUR (Nasr. dan) Yardım görmüş. * Muzaffer. Zafer bulmuş. * Cenab-ı Hak tarafından her işinde nusrete mazhar olduğundan Hz. Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm'ın bir ismi de Mensur'dur. MENSUR (Nesr. den) Dağılmış. Saçılmış. * Gece vaktinde güzel kokan bir çiçek. * Edb: Manzum olmayan nesir halindeki yazı. Bunun mânaca çok güzel ve şiir gibi ahenkli yazılmış olanına "mensur şiir" denir. MENSUS (Bak: Mansus) MENŞAR Yayıp dağıtacak yer. * Öldükten sonra dirilecek yer. MENŞAT (C: Menâşıt) Neşat, sürur, neşe. MENŞE' (Neş'et. den) Esas. Kök. Bir şeyin çıktığı, neş'et ettiği yer. Beslenip yetişilen yer. MENŞED İsteme, talebetme. MENŞELE Küçük parmağın yüzük takılan yeri. MENŞER Neşredilip dağıtılan yer. MENŞUD Matlup, istenen şey. MENŞUR (Neşr. den) Neşrolunmuş. Dağıtılmış. Yayılmış. Herkese ilân edilmiş. * İşleri dağınık. Perişan. * Sultanın emri, mühürsüz mektubu, fermanı. * Bayrak. * Mat: Alt ve üst tabanları birbirine müsavi ve müvâzi (eşit ve paralel), kenarları da müsâvi ve müvâzi olup yüzleri birbirine benzeyen şekil. Prizma. MENŞUR-U MUKADDES Mukaddes ferman. (Kelime-i şehadet kastedilmektedir) MENTEC Doğuracak vakit. MENUAT Men'etmeler. Yasaklar. ME'NUB (Bak: İhcâc) MENUC Sütü diğer develerden sonra çekilen deve. ME'NUF Burunda hastalığı olup koku alamayan. MENUN (Menn. den) Kesmek. * Vakit, zaman, ömür ve sâireyi kesen mânâsınadır. ME'NUS Alışılmış. Alışık. Ünsiyet edilmiş. * Beğenilmiş. Mergub. ME'NUSE Ateş. ME'NUSİYET Alışılmış olma. Alışılma. Ünsiyet edilmiş olma. MEN'UŞ Hayır ile yâdedilen ölü. * Yukarı kaldırılmış. * Fakir olduktan sonra sevindirilmiş. * Tabuta konulmuş. MENUT Asılı, muallâk. * Bağlı. Mütevakkıf. Merbut. Vâbeste. * Bir milletten olmayıp sonradan o millete dahil olmuş olan. MEN'UT Medhedilmiş. İyiliği, güzelliği söylenilmiş olan. ME'NUT Hased olunmuş kişi, mahsud. MENVÎ Kasdedilen. * Niyet. Maksad. Meram. MENVÎ-İ ZAMİR İçindeki niyet ve maksat. MENY Meniyi dışarı getirmek. * Takdir etmek. * Okumak. * Hükmetmek. MENZAM (C: Menâzım) Çeşitli şeyleri bir yere dizmek. MENZEHE Gezinti yeri. MENZİL İnilen yer. Konulacak yer. * Yer. Dünya. Ev. * Mesafe. MENZİL-İ KAMER Koz: Ayın dünya etrafındaki mahreki. Bu mahrekte aynı noktaya tekrar gelmek için geçen zaman. MENZİL-İ KÜLLÎ Mahrekin en son noktasına kadar olan mesâfe. MENZİLET Derece, pâye, rütbe, mertebe. Yükseklik derecesi. * Konak yeri, inecek yer. Hane, ev. MENZİLGÂH f. Konak. Yer. Ev. Bir müddet durulan yer. MENZİLHANE f. Konak yeri. Hayvan değiştirilen yer. MENZİLNİŞİN f. Yerinde oturan. MENZU' (Nez. den) Nez olunmuş, koparılmış. MENZUF Susuzluktan dolayı dili kurumuş kimse. * Kan kaybından dolayı dermansız ve güçsüz kalmış olan insan. MENZUL (Nüzul. den) Nüzüllü, inmeli. MENZUR (Nezr. den) Adanmış, nezrolunmuş, va'dedilmiş. Adak olarak belirtilmiş. MENZUT Haris kimse. MER f. Elli (Sayısı). Hamsin. (50) MER' (C: Müru') Er, erkek. * Güzel manzara. ME'R Katı, şiddetli, şedid. * Fesad. MER' Ot çok olmak. MER'A Hayvanların otladığı yer. Kır. Mera. Çayırlık. Otlak. MER'A Aynalar. ME-RA f. Beni. Benim. Bana. MERA Boş yer. * Otsuz yer. MERA (C: Merâyâ) Sütü çok olan dişi deve. MERAA Ucuzluk. MER'ABE Ansızın olarak birdenbire korkutmak. * Tenha ve korkunç yer. MERABİ' (Mürabba. C.) Mürabbalar, kareler. * (Merba. C.) İlkbaharda oturulan evler. MERABİH (Ribh. den) Ticâretten elde edilen kazançlar. MERACİ' (Merci. C.) Rücu edilecek ve dönülecek yerler. * Mürâcaat edilerek başvurulacak kimse veya yerler. MERAD Boğaz. * Talep mevzii, isteme yeri. MERADET Kuvvetlilik, kavilik. Salâbet. MERAE Hazmetmek. * Güzel manzara. MERAFIK (Mirfak. C.) Dirsekler. * Ev kilerleri. * Mutfaklar. MERAG Davar ağnanmak ve toprağa yuvarlanmak. MERAH Yer. Mekân. * Sevinç. * Rahat edilecek yer. * Meşhur bir nahiv kitabının ismi. MERAH (C.: Merahân) Aşırı derecede sevinme. MERAHİL (Merhale. C.) Menziller, merhaleler, konaklar, duraklar. MERAHİL-İ BAÎDE Uzak konaklar. Uzak menziller. MERAHİLPEYMA f. Seyyah, yolcu. Seyahat eden kimse. MERAHİM (Merhamet. C.) Acımalar, merhametler. MERAHİM (Merhem. C.) Merhemler. MERAÎ (Mir'at. C.) Aynalar, mir'atlar. MERAÎ (Mer'a. C.) Otlaklar, çayırlıklar. MERAK Bir şeyi öğrenmek istemek. Çok şiddetli arzu. Heves. Düşkünlük. * Dalgınlık. Kara sevdâ. * Kuruntu, telâş. İç sıkıntısı. İç darlığı.(... Merak, hastalığı ziyade ettiği gibi hikmet-i İlâhiyeyi ittiham ve rahmet-i İlâhiyeyi tenkid ve Hâlik-ı Rahiminden şekva hükmünde olduğu için aksi maksadiyle tokad yer, hastalığı ziyadeleşir. L.) MERAKÂVER f. Merak verici. Düşündürücü. Meraklandırcı. MERAK Etsuyu. * Çorba. MERAKIM (Mirkam. C.) Kalemler. Yazma işinde kullanılan âletler. MERAKÎ Vesvese ve kuruntu içinde bulunan kimse. * (Mirkat. C.) Merdivenler, basamaklar. MERAKİB (Merâkibe) (Araba, at, kayık, vapur gibi) binecek vasıtalar. Merkebler. MERAKİB-İ BAHRİYE Vapur, gemi, tekne, kayık vs. gibi deniz nakil vâsıtaları. MERAKİB-İ BERRİYE Araba, otomobil, kamyon, at vs. gibi kara nakil vasıtaları. MERAKİD (Merkad. C.) Merkadlar, kabirler, mezarlar. MERAKİZ Merkezler. Karargâhlar. Karar yerleri. MERAL (Aslı, marâl'dır) Ceylan, karaca, dişi geyik. MERAM Maksad. Niyet. Arzu. İstek. İçten tasarlanan. MERAMBAHŞ f. Bir kimseye isteyip arzuladığı şeyi veren. MERAMİ (Mermi. C.) Mermi atma yeri. Mermiler. * Nişan okları. MERAMİR Çok etli, şişman kişi. |
Osmanlıca Sözlük (M Harfi)-Osmanlıca Sözlük (M Harfi)İle İlgili Kelimeler...
RE: Osmanlıca Sözlük (M Harfi) MERANET Yumuşaklık. * Bir mâdenin çekiç vasıtası ile dövüldüğünde yayılması vasfı.
MERARE (C: Merâir) Öd kesesi. MERARET Acılık. Tatsızlık. MERARET-İ ESARET Esirliğin acılığı. MERASET şiddet. MERASÎ (Mersiye. C.) Mersiyeler, ağıtlar. MERASÎ (Mersâ. C.) Limanlar. Gemilerin sığınıp barındıkları yerler. MERASİD (Mersad. C.) Gözetleme yerleri, rasat yerleri. MERASİM (Mersem. C.) Resmi merasimler. Âdet hükmündeki gösterişler. Resmi muameleler. * Şiveler. Âdetler. MERAŞİD (Merşed. C.) Gaye ve maksada ulaştıran doğru yollar. MERATİ' (Merta. C.) Çayırlıklar, mer'alar, otlaklar. MERATİB Mertebeler. Basamaklar. Kademeler. Dereceler. MERATİB-İ HAYAT Hayat mertebeleri.(Birinci sual: Hz. Hızır (A.S.) hayatta mıdır? Hayatta ise niçin bazı mühim ulema hayatını kabul etmiyorlar?Elcevap : Hayattadır, fakat merâtib-i hayat beş'tir. O, ikinci mertebededir. Bu sebepten bazı ulemâ, hayatında şüphe etmişler.Birinci Tabaka-i Hayat: Bizim hayatımızdır ki, çok kayıtlarla mukayyeddir.İkinci Tabaka-i Hayat : Hz. Hızır ve İlyas Aleyhimesselâmın hayatlarıdır ki, bir derece serbesttir. Yâni bir vakitte pekçok yerlerde bulunabilirler. Bizim gibi beşeriyet levâzımatiyle daimi mukayyed değillerdir. Bazan istedikleri vakit bizim gibi yerler, içerler; fakat bizim gibi mecbur değillerdir. Tevatür derecesinde ehl-i şuhud ve keşif olan evliyânın, Hazret-i Hızır ile maceraları, bu tabaka-i hayatı tenvir ve isbat eder. Hattâ makamat-ı velâyette bir makam vardır ki, "Makam-ı Hızır" tâbir edilir. O makama gelen bir veli, Hızırdan ders alır ve Hızır ile görüşür. Fakat bâzan o makam sahibi yanlış olarak, ayn-ı Hızır telâkki olunur.Üçüncü Tabaka-i Hayat : Hazret-i İdris ve İsa Aleyhimesselâmın tabaka-i hayatlarıdır ki, beşeriyet levazımatından tecerrüd ile, melek hayatı gibi bir hayata girerek nuranî bir letafet kesbederler. Adeta beden-i misali letâfetinde ve cesed-i necmi nuraniyetinde olan cism-i dünyevileriyle semavatta bulunurlar. Ahirzamanda Hazret-i İsâ Aleyhisselâm gelecek, Şeriat-ı Muhammediye (A.S.M.) ile amel edecek meâlindeki hadisin sırrı şudur ki: Ahirzamanda felsefe-i tabiiyenin verdiği cereyan-ı küfriye ve inkâr-ı Uluhiyete karşı İsevilik dini tasaffi ederek ve hurafattan tecerrüd edip İslâmiyete inkılab edeceği bir sırada, nasıl ki isevilik şahs-ı mânevisi, Vahy-i Semâvi kılınciyle o müthiş dinsizliğin şahs-ı mânevisini öldürür; öyle de: Hazret-i İsâ Aleyhisselâm, İsevilik şahs-ı mânevisini temsil ederek, dinsizliğin şahs-ı mânevisini temsil eden deccalı öldürür... yâni inkâr-ı Uluhiyet fikrini öldürecek.Dördüncü Tabaka-i Hayat : Şüheda hayatıdır. Nass-ı Kur'anla şühedanın, ehl-i kuburun fevkinde bir tabaka-i hayatları vardır. Evet, şüheda, hayat-ı dünyevilerini tarik-ı hakta feda ettikleri için, Cenâb-ı Hak kemâl-i kereminden onlara hayat-ı dünyeviyeye benzer, fakat kedersiz, zahmetsiz bir hayatı Alem-i Berzahta onlara ihsan eder. Onlar kendilerini ölmüş bilmiyorlar.. yalnız kendilerinin daha iyi bir âleme gittiklerini biliyorlar.. kemal-i saadetle mütelezziz oluyorlar.. ölümdeki firak acılığını hissetmiyorlar. Ehl-i kuburun çendan ruhları bâkidir, fakat kendilerini ölmüş biliyorlar. Berzahta aldıkları lezzet ve saâdet, şühedanın lezzetine yetişmez. Nasıl ki iki adam bir rü'yada Cennet gibi bir güzel saraya girerler. Birisi rü'yada olduğunu bilir. Aldığı keyf ve lezzet pek noksandır. "Ben uyansam şu lezzet kaçacak" diye düşünür. Diğeri rü'yada olduğunu bilmiyor, hakiki lezzet ile hakiki saâdete mazhar olur.İşte Alem-i Berzahtaki emvât ve şühedanın hayat-ı berzahiyyeden istifadeleri, öyle farklıdır. Hadsiz vâkıatla ve rivâyatla şühedanın bu tarz-ı hayata mazhariyetleri ve kendilerini sağ bildikleri sâbit ve kat'idir. Hattâ Seyyidüşşüheda olan Hazret-i Hamza Radıyallahü Anh, mükerrer vâkıatla kendine iltica eden adamları muhafaza etmesi ve dünyevi işlerini görmesi ve gördürmesi gibi çok vâkıatla, bu tabaka-i hayat tenvir ve isbat edilmiş. Hatta ben kendim Ubeyd isminde bir yeğenim ve talebem vardı. Benim yanımda ve benim yerime şehid olduktan sonra, üç aylık mesafede esarette bulunduğum zaman, mahall-i defnini bilmediğim halde, bence bir rü'ya-yı sâdıkada, taht-el-Arz bir menzil suretindeki kabrine girmişim. Onu şüheda tabaka-i hayatında gördüm. O, beni ölmüş biliyormuş. Benim için çok ağladığını söyledi. Kendisini hayatta biliyor; fakat, Rus'un istilâsından çekindiği için, yer altında kendine güzel bir menzil yapmış. İşte bu cüz'i rü'ya, bâzı şerait ve emârâtla, geçen hakikata, bana şuhud derecesinde bir kanaat vermiştir.Beşinci Tabaka-i Hayat : Ehl-i kuburun hayat-ı ruhânileridir. Evet mevt; tebdil-i mekândır, ıtlâk-ı ruhtur, vazifeden terhistir. İdam ve adem ve fena değildir. Hadsiz vâkıatla ervâh-ı evliyanın temessülleri ve ehl-i keşfe tezahürleri.. ve sâir ehl-i kuburun yakazaten ve menâmen bizlerle münasebetleri ve vâkıa mutabık olarak bizlere ihbaratları gibi çok delâil, o tabaka-i hayatı tenvir ve isbat eder. Zâten beka-i ruha dair "Yirmidokuzuncu Söz" bu tabaka-i hayatı delâil-i kat'iyye ile isbat etmiştir. M.) MERATİB-İ İLİM Bilmek mertebeleri. (Bak: Dimağ) MERAVİH (Mirvaha. C.) Etrâfı açık ve rüzgârlı yerler. Çöller, sahralar. Ovalar. MERAVİH (Mirvaha. C.) Yelpâzeler. MERAYA Aynalar. Mir'âtlar. * Tıb: Hayvanın memeye süt gelen damarları. MERAZİBE (Merzuban. C.) Serhat beylerbeyi. MERBA' (C.: Merâbi') (Rebi'. den) Yazlık. Yazın oturulan mesken. MERBA'-NİŞİN f. Yazlıkta oturan. MERBAA (MURABBAA) Dört bucaklı. * Dört katlı. MERBAT Davar bağlayacak yer. Ahır, ağıl. * Manastır. * Tekke. MERBU' Köle, kul, memlük. MERBU' Orta boylu olan. MERBUB Köle, kul. MERBUT Bağlı. Rabtedilmiş. Mensub. Ekli. Ulaşmış, bitişmiş, bitişik. MERBUTAN Merbut olarak. Bağlanmış ve ekli olarak. MERBUTÂT (Merbut. C.) Rabt olunup bağlanmış şeyler. Ekli ve bağlı şeyler. MERBUTİYYET Bağlılık. Mensub oluş. Mensubiyyet. Eklilik. MERC (Merec) Katıştırmak. * Kararsızlık. * Iztırab. * Bozulmak. * Boşa gitmek. * Serbest bırakmak, salıvermek. * Hayvanların salındığı otlak. MERCAN Denizde geniş resif meydana getiren ve mercanlar takımının örneği olan hayvan ve bunun kalkerli yatağından çıkarılan çoğu kırmızı renkte ve ince dal şeklinde bir madde. Bu madde boncuk gibi süs eşyası olarak kullanılır. Mercanlar ancak 40 metre kadar derinlikte yaşayabilirler. MERCANE Mercan tanesi. (Bak: Mercan) MERCEFAN Leğen ve ibrik. MERCİ' Merkez. Kaynak. Baş vurulacak yer. Müracaat edilecek yer. Dönülecek yer. Sığınılacak yer. * Söylenen sözün kendine fayda verdiği kimse. MERCİ'-İ KÜLL Bütün işler için müracaat edilen makam. MERCİ'-İ RESMÎ Bir idare veya memurun bağlı bulunduğu üst makam. MERCİ'-İ RÜ'YET Bir işin görülmesi için başvurulan yer. MERCU Ümid edilen. Ümid edilmiş. Rica olunan. MERCU' Geri döndürülmüş olan. MERCUH (Rüchân. dan) Başkası ona tercih edilmiş olan. * Fık: Mahkemede hasmından evvel müddeasını isbata salâhiyyetli olmayan şahıs. Evvelâ hak iddiaya salâhiyetli olan râcih, ikinci derecede iddiaya sahib olan ise mercuh olur. MERCUM(E) (Recm. den) Recmolunmuş. Taşlanmış, taşa tutulmuş. MERD f. Adam. Kişi. İnsan. Erkek. Sözünün eri. MERD-İ GARİB Yabancı yerlere, gurbete düşmüş kişi. MERD Misvak ağacının yemişi. * Emmek. * Silmek. Mesh etmek. MERDA Yaralılar. Hastalar. MERDA' (C: Merâd) Ot bitmeyen kumlu yer. MERDAN (Merd. C.) Merdler. İnsanlar, erkekler, yiğitler. MERDANE f. Erkekçesine. Merdcesine. Er'e yakışır surette. * Matbaada baskı, baskı makinelerinde ve ofset makinelerinde ise plâteye değerek mürekkeb vermek; ve toprağı bastırmak gibi çeşitli işlerde kullanılan silindir. * Yufka açmağa yarıyan oklava. * Erkek ayakkabısı. |
Osmanlıca Sözlük (M Harfi)-Osmanlıca Sözlük (M Harfi)İle İlgili Kelimeler...
RE: Osmanlıca Sözlük (M Harfi) MERDANEGÎ f. Cesurluk, yiğitlik, merdlik, erkeklik.
MERDBAZ f. Merd olmayan. Nâmerd. Sözünde durmayan. ****. MERDBEÇE f. Yiğit oğlu yiğit. Merd oğlu merd. MERDEGA (C: Merâdıg) Boğaz ile göğüs arası. MERDEKUŞ Merzencüş otu. MERDÎ f. Erlik, erkeklik. * Merdlik, cesurluk, yiğitlik. * İnsanlık, hamiyet. MERDİVEN (Bak: Nerdbân) MERDİYE (Bak: Marziye) MERDUD Reddolunmuş. Kabul edilmemiş. Geri döndürülmüş. Kovulmuş. (Namaz kılmayan hâindir, hâinin hükmü merduddur.) MERDUD-ÜŞ ŞEHÂDET Şahitlikleri kabul edilmiyenler. * Fâsık, yani devamlı günah işleyenler, yalan söyleyenler, müslümanları aldatan kimseler merdud-üş şehâdettir. MERDUDİYET Merdudluk. Kovulmuşluk, geri çevrilmişlik. MERDÜM f. İnsan. Adam. MERDÜM-İ ÇEŞM Gözbebeği. MERDÜMAN (Merdüm. C.) f. İnsanlar, kişiler, adamlar. MERDÜM-AZAR f. İnsanları inciten. Halka eziyet veren. MERDÜME f. Gözbebeği. MERDÜMEK f. Küçük adam. Bebek. MERDÜMGİRİZ İnsanlardan sıkılan, kalabalıktan hoşlanmayıp yalnızlık isteyen. MERDÜMHAR f. Yamyam. * İnsan eti yiyen vahşi hayvan. MERDÜMÎ f. Adamlık, insanlık. MERDÜMKÜŞ f. Katil. Adam öldüren. İnsan katleden. MERDÜMZAD f. İnsan oğlu. Beni Adem. MER'E (Mer'et) Kadın. Zen. MEREB İnsan toplanan yer.ME'REBE $ (Me'ribe) : (C: Meârib) İhtiyaç. * Ümitli bulunma. Ümitvar olmak. MEREC Kararsız ve mütehayyir olma. * Mecburi olma. MERED Kötülükte inad. * Sakal belirmemek, sakal çıkmamak. MEREDE (Mârid. C.) İnadçılar, muannidler, direnenler. MEREHAN Sevinç, ferah, sürur. * Zayıf olma. * Fâsid olmak. * Kurumak. MEREK Köy evlerinin yanında ot, saman ve yaprak gibi şeylerin ve umumiyetle hayvan yiyeceklerinin muhafazasına mahsus kârgir veya kerpiçten yapılmış bina. Samanlık. MEREMMET Onarma, tamir. * Üstünkörü tamir edip onarma. MERERE (C: Merirât) Sert bükülmüş kıvrık ip. * Arsa. MERESE (C: Mires-Emrâs) İp. MERFAK Yumuşak yer. MERFU' Yükseltilmiş. Yüksekte. Terfi ettirilmiş. Ref' olunmuş. * Hükümsüz bırakılmış. * Gr: Zamme ile harekelenmiş harf. Yani: Harfin harekesi, ötre (mazmum) "u, ü, o, ö şeklinde" okunan harf. MERFUÂT Bir yerde kullanılmak için kaldırılan eski eşya. * Gr: Mazmum olan, zamme ile harekelenmiş kelimeler. MERFUD İhsan edilmiş, armağan olarak verilmiş, bağışlanmış şey. MERG f. Ölüm, mevt. MERG f. Çayır. * Sebze. MERG Tükrük. * Salya. MERGAM (C: Merâgım) Girecek ve kaçacak yer. MERGAME Kahretmek. * Galip olmak. MERGÂ MERG f. Umumi vebâ hastalığı. MERGÂ MERGÎ Hastalıktan dolayı umumi ölüm. MERGUB(E) Rağbet edilmiş. Beğenilmiş. Çok kıymet verilen. Çokları tarafından istenen. MERGUL (Mergule) Kıvrılmış veya bükülmüş saç. Kıvırcık saç. * Ahenkli ses. * Kuş sesi. MERGZAR f. Çayırlık, çimenli ve sulak yer. Mer'a. MERH Un yoğurmak. * Deriye ve gövdeye yağ sürmek. * Yağ ile oğmak. * Bir yeşil ağaç. MERH Fesâd. MERHA Gözüne sürme çekmeyi âdet edinmeyen kadın. MERHA (C: Merâhi) Değirmen yeri. MERHABA Şâdlık, neşeli oluş. * Genişlik, vüs'at. * Müslümanlar arasında bir nevi selâmlaşma kelimesi olup, "rahat olunuz, serbest olun, hoş geldiniz" mânasında söylenir. * Nazımda medholunan kimseye hitâb olarak kullanılır. MERHALE (Rihlet. den) Menzil. Konak. * İki konak arası mesafe. * Bir günlük yol. * Derece, kademe. MERHALENİŞİN f. Seyyah, yolcu, turist. MERHAMET (Rahm. den) Acımak, şefkat göstermek. Korumak, iyilik etmek. Biçârelere yardımda bulunmak. Esirgemek. MERHAMETBAHŞ f. Merhamet eden. Merhametli. MERHAMETEN Acıgirsin bir tarafına ..!!!, merhamet ederek. MERHAMETGÜSTER f. Merhametli, merhamet edip acıyan. MERHAMETPENAH f. Merhametli. MERHAMETPERVER f. Merhametli, esirgeyici, acıyan. MERHAMETPERVERÎ f. Merhametlilik, esirgeyicilik. MERHAMETPERVERANE f. Acıma ve şefkat ile, esirgeyip acımak suretiyle. MERHAMETŞİAR f. Çok merhametli. MERHAMETŞİARÎ f. Merhametlilik, merhametli oluş. MERHAZ (C: Merâhiz) Don yıkayacak yer. * Abdest alacak yer. MERHEB (C: Merahib) Kaçacak yer. MERHEM Melhem. Deriye, yaraya sürülen ilâç. * Mc: Acıyı teskin eden şey. * Kederi, derdi gideren. MERHEMSÂ(Y) f. Merhem süren. Çare ve deva bulan. MERHEMSÂZ f. Çare bulan. Merhemci, ilâç yapan. MERHEMSÂZÎ f. Çare buluculuk. MERHESA (C: Merâhis) Mertebe, derece. MERHUB Korkulan ve kendisinden kaçılan şey. * Aslan. MERHUM (Rahm. den) Kendine rahmet edilmiş. * Rahmete kavuşmuş. Dünyanın sıkıcı ahvâlinden kurtulup rahmet-i İlâhiyeye kavuşmuş olan. Dünya imtihanından kurtulup, vazifesini bitirmiş, paydosa kavuşmuş olan. (Vefat etmiş müslüman hakkında söylenir.) MERHUME Vefât etmiş, rahmete kavuşmuş kadın. MERHUN (Rehin. den) Rehin edilmiş olan. Ödünç alınan bir şeyi teminata bağlamak için, onun yerine verilen herhangi bir şey. * Belirli müddetle bir şeye bağlı olan. * Edb: Mânası diğer beyit ile tamamlanan beyit. MERHUZ Yıkanmış, gusül etmiş. MER'Î (Mer'iyye) Riayet edilen, hükmü geçen. Makbul sayılan, hürmet edilen. MER'İYY-ÜL HÂTIR İtibarlı. Sözü geçer. MER'Î Görmeğe âid. Görünür olan. Gözle görülen. Manzara. MERİ' (C: Emrâ-Emru) Otu çok olan yer. * Ucuzluk olan yer. MERİC Çalkantılı, dalgalı. MERÎC Muzdarip, sıkıntılı. * Çeşitli nesne, muhtelif. Karışık, muhtelit. MERÎD Katı, yoğun. Güçlü, kuvvetli kimse. * Süt içinde ıslatılıp yumuşatılan hurma. * Baş kaldıran. Sadece fesadlık çıkaran. İnatçı. Şerli. Haddini aşmakta, azgınlıkta ve günahkârlıkta çok ileri gitmiş olan. MERİDYEN (Bak: Hatt-ı nısf-un nehar) MERİH Koz: Güneş etrafında seyreden seyyarelerden dünyadan sonra güneşe en yakın olanı. (Aslı: Merrih veya Mirrih okunur.) * Mars. MERİH Beyaz servi. MERİK Usfur otu. MERİN Hal, durum. * Ahlâk. MERİR (C: Merâyir) Uzun ve sağlam ip. MERİRA (MARURE) Buğday arasında olan acı bir tohum. MERİRE Azimet. (Ruhsat'ın zıddıdır) MERİŞ Üzerinde kuş tüyü olan nesne. MER'İYYAT (Mer'î. C.) Gözle görülen şeyler. MER'İYYET Mer'î oluş. Makbul olma. Muteber olma. Hükmü geçer olma. MERK f. (Bak: Merg) MERK Kokmuş deri. * Derinin yününü yolmak. * Kazımak. * Nüfuz etmek, içine işlemek. MERKAAN Ahmak kimse. MERKAB Gözetleme yeri. MERKAD Uyku yeri. Yatacak yer. * Mezar, kabir. MERKAŞ Bir şeyin üstünde siyah ve beyaz noktalar olması. MERKAT (Bak: Mirkat) MERKEB (Rekb. den) Binilen vâsıta. Binilen şey. * Eşek. MERKEL (C: Merâkil) Yol. * Hayvan üstüne binen kimsenin iki tarafından ayağı dibindeki yer. MERKEZ (Rekz. den) Bir şeyin ortası. Vasat. Yol. Durum, vaziyet. Hal, suret. * Şubeleri bulunan bir teşkilâtın idâre olunduğu ve emir veren yeri, makamı. Bir şeyin en işlek yeri. Teşkilât olan yerin en yüksek makamı. * Geo: Dairenin orta noktası. Çaplarının kesim noktası. MERKEZ-İ ÂLEM Güneş, şems. MERKEZ-İ ARZ Arzın merkezi. Dünyanın merkezi, iç tarafı. MERKEZ-İ DEVR Hareket eden bir cismin, etrafında devrettiği nokta. MERKEZ-İ SIKLET Ağırlık merkezi. MERKEZ-İ TEŞRİ' Kanun yapma merkezi. |
Osmanlıca Sözlük (M Harfi)-Osmanlıca Sözlük (M Harfi)İle İlgili Kelimeler...
RE: Osmanlıca Sözlük (M Harfi) MERKEZÎ (Merkeziye) Merkeze mensub. Merkezde bulunan. Merkezle alâkalı.
MERKEZİYYET İşlek yerde, merkezde bulunmuş olmak. * Bütün işlerin bir yerden idare edilir olması, merkezleştirilmesi. MERKU' Eski, yırtılmış elbise. MERKUB (Rükub. dan) Üzerine binilmiş, bindirilmiş. * Üzerine binilen hayvan veya nakil vasıtası. MERKUM (Rakam. dan) Yazılmış. Adı geçmiş. Rakamla söylenmiş. Sayılmış. * Basit ve âdi insan. (Bak: Mezbur) MERKUM Cem'olmuş, toplanmış, birikmiş. MERKUN Büyük havuz. MERKUZ (Rekz. den) Dikilmiş. Saplanmış. Batırılmış. Sâbit kılınmış. MERKUZİYET Dikilme, saplanma. MERKUZ Tahrik olunmuş, harekete getirilmiş. * Ayakla tepilmiş. MERMA(T) Etli, şişman kadın. MERMAHUR Bir cins güzel koku. MERMAK Yaramaz nesne. MERMARE (MERMURE) Yumuşak vücutlu kadın. MERMAZ (C: Merâmız) Harâretinden, üzerindeki yanacak gibi olan kumluk yer. MERMERÎS Zahmet, meşakkat. MERMİ (Remiy. den) Atılmış. * Ateşli silâhlar içine konan kurşun, gülle. Fişek. MERMİYAT (Mermi. C.) Atılmış şeyler. * Ateşli silâhlarda atılan tâneler, mermiler. MERMUK Mahfuz, hıfzolunmuş. MERMUZ (Remz. den) Açıktan belirtilmeyip, işaret ve remz ile anlatılan. İmâ edilmiş olan. MERMUZAT (Mermuz. C.) İşaret ve remz ile anlatılan şeyler. MERMUZE (C.: Mermuzât) İşaretle anlatılmış. Remzolunmuş. Açıktan değil de işaretle anlatılmış şeyler. (Bak: Mermuz) MERN (C: Emrân) Kürek. MERNEA Ucuzluk. MERNUSA Mübârek. MERR Geçmek. Mürur etmek. * İp. * Bel dedikleri âlet. * Demir külünk. MERRAT Kerrât. Kerreler. Birçok def'alar. MERRE Bir hareketin bir defa olduğunu bildiren fiil. Def'a. Kerre. MERRE-İ VÂHİDE Bir defa. Bir kere. MERRETEN BA'DE UHRÂ Diğerinden sonra, tekrar. MERS Ekmeği suyla ıslatmak. MERSA (C: Merâsi) Liman. Gemilerin demir atıp barındığı yer. MERSA-YI KOSTANTİNİYYE İstanbul limanı. MERSAD Rasad yeri. Gözetleme yeri. (Bak: Mirsâd) MERSED Arslan, esed. MERSEN Burun. MERSİN (MERSİNÎ) Mersin ağacı. MERSİYE Birisinin ölümü hakkında yazılan, teessürü anlatan manzume. MERSİYEHÂN f. Ağıt okuyan. Mersiye söyliyen. MERSİYEKÂR f. Ağıtçı. Ağıt ve mersiye okuyan. MERSUD Rasad olunmuş, ölçülüp biçilmiş, hesab edilmiş. MERSUD Birbiri üstüne yığılmış kumaş. MERSUM (Resm. den) Yazılmış, çizilmiş. Alâmetli, işaretli. * An'ane, gelenek, örf ü âdât. * Adı ve bahsi geçmiş. Bahsedilmiş. MERSUS Sağlam yapı. Birbirine kenetlenmiş, kurşun veya lehim ile birbirine bağlanmış sağlam yapı. MERŞ (MARŞ) (C.: Müruş) Tırnak ucuyla deriyi yırtmak. * Yağmur suyunun durmayıp üzerinden çabuk geçtiği yer. * İncitici söz. MERŞA' Her hayvanın yavuzu ve yırtıcısı. * Otu çok olan yer. MERŞE Yuvarlak cisim. MERŞUŞ Saçılmış, dağılmış. MERŞED Hakiki maksada ulaştıran doğru yol. MERT f. Çevik, zinde, hareketli. MERTA' Otlak, çayır, mer'a, çimen. MERTA Sür'atle yelmek. Seğirtmek. MERTEBA' Dağ üstünde olan yüksek yer. MERTEBE Derece. Basamak. Rütbe. Pâye. MERTEBE-İ ÂLİYE Yüksek derece, âli mertebe. MERTEBE-İ BÂLÂ Üst derece. MERTEBE-İ KUSVÂ En son derece. MERTUB (Ratb. dan) Rütubetli, ıslak, nemli, yaş. MERTUM Kırılmış, parça parça olmuş, ufalanmış. MERTUM Zor bir işi yapmağa memur edilmiş olan. MERTUS Bir fesleğen çeşidi. MER'UB (Ru'b. dan) Ürkmüş, korkmuş. MER'UBEN Ürkerek, korkarak, korku ile. MERUE Hazmetmek. ME'RUŞ Yer. Arz. Yeryüzü. ME'RUZA Ağaç kurdunun yediği ağaç. MERV Bir cins güzel koku. MERVAHA (C.: Merâvih) Ova, çöl. Her tarafından rüzgâr esen yer. MERVE Mekke-i Mükerreme'de bir tepenin adı olup hacılar, Merve ile Safâ arasında yedi def'a gidip gelirler. Bu, haccın rükünlerindendir. Bu gidip gelmeye "sa'y" denir. MERVEB (C: Merâvib) Yoğurt koydukları kap, yoğurt kabı. MERVEHA (C.: Merâvih) Ova, sahrâ. MERVÎ Rivâyet edilen. Anlatılan. Nakledilen. MERVİYAT (Mervi. C.) Rivayet olunmuş şeyler. Kulaktan kulağa söylenerek gelmiş olan sözler. MERY Sağılır davarın memesini meshedip sağmak. MERYEM İsâ Aleyhisselâmın annesinin adı. (Süryânicede hâdim mânasınadır) (Bak: Zekeriyya) MERYEM SURESİ Kur'an-ı Kerim'in 19. Suresidir. MERZ f. Toprak, yer. * Sınır, hudut. MERZ Parmak ucuyla çimdiklemek ve tırmalamak. MERZA (Mariz. C.) Hastalıklar, illetler. Hastalar. MERZA' Meme. MERZAGA Bataklık, çamur. MERZAT Rıza, hoşnutluk. Râzı olma, kabul etme. MERZBAN f. Sınır muhafızı, hudut muhafızı. Sınır beyi, vâli. MERZBUM f. Hududu belli olan memleket. MERZE Hamur parçası. MERZEGAN f. Cehennem. * Mangal. * Kabristan, mezarlık. MERZENCUŞ Bir ot cinsi. MERZGUN f. Tenâsül organı. MERZÎ (Bak: Marzi) MERZİH Şiddetli ses. MERZUBAN (C: Merazibe) Mecusiler reisi. MERZUF Ateş ile kızmış taş üzerinde pişirdikleri et. MERZUK Rızıklanmış, ihtiyaçları verilmiş. * Bahtiyar. Saadetli, mutlu. MERZUKİYYET Rızıklanış. Bütün mahlukatın rızkını bulması hali. MERZUL Rezil ve kepaze edilmiş. MERZUZ Dövülmüş. * Parçalanmış. MERZÜBUM f. İklim. MERZVAN f. Hudut muhafızı, sınır beyi. ME'S İnsanların arasını bozmak, araya fesad sokmak. MESA Akşam. Akşam vakti. Akşam olmak. * Gamlı olmak. * Öğleden güneş batıncaya kadarki vakit. MESA' Kuyumcu eşyası. MES'A (C. Mesâi) "Sa'y: Çalışma" manasına mimli masdar. MES'A Çirkin yürümek. |
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.