![]() |
Osmanlıca Sözlük (T Harfi)-Osmanlıca Sözlük (T Harfi)Kelimeler...
RE: Osmanlıca Sözlük (T Harfi) TAZARRUF Zarafet. * Zariflik taslama. İncelik göstermek. Külfetle zarif olmak.
TAZARRU'KÂRANE f. Tazarru ederek. Tazarru etmek suretiyle. TAZARRUR (Zarar. dan) Zarar ve ziyâna uğrama. TAZAVVU' Bir şeyin güzel kokusunun etrafa yayılması. TAZAYYUK (Zîk. den) Sıkışma, daralma. TAZAYYÜF Meyletmek, eğilmek, yönelmek. TAZE f. Yeni kesilmiş, bayatlamamış, taravetli, buruşmamış. * Yeni duyulan, henüz ortaya çıkan. * Kuru olmayan, yeşil. * Genç, körpe. TAZEGÎ f. Tazelik, yenilik, körpelik. * Gençlik. TAZENDE f. Koşucu. TAZFİR Galip etmek. * Tırnaklaşmak. TAZHİR (Zahr. dan) Arkaya atma. Arkaya bırakma veya bırakılma. İhtimâl. TAZİ (C.: Tâziyân) Araplar. TA'ZİB Azab verme. Eziyet etme. Men eylemek. TA'ZİB-İ RUH Can sıkma. TA'ZİBÂT (Ta'zib. C.) Eziyetler, tâzibler, azablar. TA'ZİB Davarları gece yabanda otlatıp eve getirmemek. TAZ'İF İki kat, kat kat etmek. Ziyade etmek. Bir kat daha artırmak. Çoğaltmak. * Zayıf addetmek. TA'ZİL (C.: Ta'zilat) Ayıplama. TA'ZİL Azletme. İşinden çıkarma. TA'ZİM Hürmet. Riayet. İkramda bulunmak. Bir zât hakkında büyük sayıldığına delâlet edecek surette güzel muâmelede ve hürmet ifade eden tavırda bulunmak. TA'ZİMAT (Ta'zim. C.) Hürmet ve riayetler. Tazimler. TA'ZİMEN Hürmet ve ikram ederek. TA'ZİR Kusur ve özür etme. * Aslı olmayan özürler beyan etme. * Necis bulaştırmak. TA'ZİR Siyaset. * Tehdit etmek. * Tazim ve tathir. Temizlemek ve hürmet etmek. * Lügatta red, icbar, tahkir, te'dib, hak üzere tevkif mânalarına gelen bu tabir, İslâm hukukunda: Hakkında muayyen bir şer'î ceza olmayan suçlardan dolayı ulülemr (hükümdar, padişah) veya vekili tarafından tatbik edilen cezalar hakkında kullanılır bir ıstılahtır.Ta'zirin meşruiyeti; Kitab ile, Sünnet-i Nebeviye ile ve icma-i ümmet ile sabittir.Ta'zir; dövmekle, hapisle, hattâ katil ile olabileceği gibi azarlama, sert lakırdı veya bakış veya herhangi bir tavır ve vaziyet ile de olabilir. Dövmek suretiyle olan ta'zir, otuzdokuz değnekten fazla olamaz. Bir kavle göre para almak suretiyle de ta'zir câizdir. TA'ZİR-İ EŞRAF Ümera, yüksek tüccar, köy a'yanı gibi şerefli kimseler hakkındaki ta'zirdi ki, ya bilvasıta ilâm suretiyle veya mahkemeye celbedilerek bilmuvacehe ihtar suretiyle yapılır. TA'ZİR-İ EVSAT İçtimai mevkileri orta hâlde bulunan kimseler hakkındaki ta'zirdir ki, hem mahkemeye bilcelb ilâm suretiyle, hem de hapis suretiyle yapılabilir. TA'ZİR-İ TE'DİB Âkıl bâliğ olduğu halde henüz mükellefiyet çağında bulunmayan bir çocuğun yaptığı bir suçtan dolayı hakkında te'dib ve ta'zib maksadıyla yapılan ta'zirdir. TA'ZİR-İ UKUBET Mükellef bir şahıs tarafından irtikâb olunup da şer'an muayyen bir cezası bulunmayan bir suçtan dolayı ukubeten yapılan ta'zirdir. Mücrimin bu hususta müslim ile gayr-i müslim; hür ile âbid; erkek ile kadın olması müsavidir. TA'ZİRAT (Ta'zir. C.) Vesile ve bahane aramalar. Esassız özür bildirmeler. TA'ZİRAT (Ta'zir. C.) Azarlamalar, ta'zirler, tekdirler. TA'ZİYANE f. Ta'ziye eder surette. Ta'ziye ederek. TAZİYANE f. Sebeb. Vasıta. * Kırbaç, kamçı. TAZİYANE-İ TA'ZİB Azab vermek, azablandırmak kamçısı. TA'ZİYE Yeni ölen birisinin yakınlarının acısını paylaşır söz söylemek, teselli etmek. Baş sağlığı dilemek. "Allah sabr-ı cemil ihsan etsin" diye söylemek. TA'ZİZ Bir adamı aziz kılmak. Hürmet ve muhabbetle sevmek. TAZLİL (Zıll. den) Gölgelendirme veya gölgelendirilme. TAZLİM Zâlim olmak. TAZMİD Merhemli bezi yaraya sarıp bağlama. TAZMİN Kefil olmak. * Zarar verdiği kimsenin zarar ve ziyanını ödemek. * Edb: Başkasına ait bir mısra veya beyti intihâl ve tevârüd olmaksızın kendi şiirine alma san'atı. * Bir şeyi bir şeye dâhil etmek. * Zararı ödetmek. TAZMİNÂT (Tazmin. C.) Zarar ve ziyana karşı ödenen bedeller. * Zararların bedellerini ödetme. TAZR Eliyle vurup def'etmek. El ile kovmak. TAZRİR Zarar vermek. Zarara uğratmak. TAZYİ' (C.: Tazyiât) (Ziyâ. dan) Kaybına sebeb olma, bırakıp kaybetme. Boşuna harcama. TAZYİ-İ EVKAT Boş yere vakit geçirme. Zaman harcama. Vakit kaybetme. TAZYİK Daraltmak, sıkıştırmak. * İcbar etmek. * Sıkıntı ve ızdırab vermek. * Zorlama, baskı. * Fiz: Bir kuvvet harcayarak yapılan basma veya itme işi. Basınç. Katı cisimler, üzerine konuldukları satıhlara; sıvılar, içinde bulundukları kabın hem dibine ve hem de yanlarına; gazlar ise, içinde kapalı oldukları kabın her tarafına basınç yaparlar. TAZYİKAT (Tazyik. C.) Tazyikler. Sıkıştırmalar. Baskılar. Zorlamalar. * Basınçlar. TE f. Dek, kadar, değin. Meselâ: Ser-te-ser $ : Baştan başa. TEA Duâ. TEAB (Bak: Taab) TEABBÜD (Bak: Taabbüd) TEABBÜS Abes yüzlü olmak. TEADDİ (Bak: Taaddi) TEADDÜD-Ü ZEVCAT (Bak: Taaddüd-ü zevcat) TEADİ (C.: Teâdiyât) (Adu. dan) Ara açılma. Düşmanlık. TEADUD (Adud. dan) Kol kola girme. * Birbirini tutma. Karşılıklı yardımda bulunma. Birbirine yardım etme. TEADÜL (C.: Teâdülât) (Adl. den) Birbirine denk gelme. Eşitlik, denklik, beraberlik. TEAFFÜF (Bak: Taaffüf) TEAFFÜN (Bak: Taaffün) TEAHHUR Geri kalmak. Geciktirmek. Gecikmek. TEAHHÜD Hıfzetmek, korumak. * Uymak, tâbi olmak, riâyet etmek. TEAHÜD Sözleşmek. Ahidleşmek. TEAHÜDÂT (Teâhüd. C.) Sözleşmeler. Ahidleşmeler. TEAKK Dolu olmak. TEAKKUB Her nesnenin âkibetine nazar etmek. Sonuna bakmak. TEAKKUD Bağlanmak. TEAKKUM Tereddüt etmek, kararsız olmak. TEAKKÜN Karın buruşukluğu. TEAKKÜR Cem'olmak, toplanmak. * Açlık. TEAKKÜS (Aks. den) Tersine dönme. TEAKUB Birbiri ardınca olmak, peşinde olmak. * Bir nesneyi sonradan çoğaltmak. TEAKUD (Akd. den) Bağlaşma, akidleşme. TEALA "Nâmı büyük" meâlinde olup. Cenab-ı Hakk'ın (C.C.) kudsiyet ve büyüklüğü için hürmeten söylenir. TEALALLAH Allah yükseltsin! TEALİ Yükselme. Yüceltme. Çok yüce olma.(Bu zamanda İslâmiyetin tealisine en büyük bir sebep, maddeten terakki etmektir. M.) TEALİPERVER f. Yükselmeyi isteyen. TEALLİ (C.: Tealliyât) Yüksek olma. Yükselme. TEALLUK Muhabbet etmek, sevmek. * Alâkalı olmak. TEALLÜL (Bak: Taallül) TEALÜM (İlm. den) Bir şeyi herkesin bilmesi. TEAMİ Görmez gibi görünme. Yalandan görmezliğe gelme. TEAMMUK Batmak, gömülmek. TEAMMÜC Eğrilik. TEAMMÜD (Bak: Taammüd) TEAMMÜM İmame sarmak, sarık sarmak. * Umumileşmek. TEAMÜS Gaflet etmek. Câhillik etmek. TEAMÜL Olagelen iş. * Birbiriyle alıp vermek. * Yapılagelen muamele ve münasebet. * Usul. * Reaksiyon, tepki. TEANNİ Zahmet çekme. TEANNÜD Hakkı ve doğruyu bilerek tersini yapmak. TEANNÜT Meşakkate düşmek. * Hasmın kötülüğünü ve zilletini istemek. TEANUK Birbirinin boynuna sarılma. Kucaklaşma. TEARRİ (Uryet. den) Soyunma. Çıplaklaşma. TEARRÜF Bir şeyi araştırarak öğrenme. TEARUZ Muâraza. İki kişi arasında zıddiyet, mümânaat etmek. TEARUZEN Birbirine zıt olarak, muarız olarak. TEARÜF Tanışmak. Birbirini tanımak. Birbirine tanış çıkmak. TEAS Sürçüp yüzü üstüne düşmek. TEASSİ Muhalefet etmek, karşı gelmek. * Sopayla vurmak, asâ ile darbetmek. TEASSÜF Müstakim yoldan çıkmak. İ'tisaf. TEASSÜR Sıkılmak. TEASSÜS Kokmak. * Geceleyin ava gitmek. TEASÜR Geçim. Güzel geçinme. TEASÜR (Üsr. den) Bir şey güçleşme. Güç olma. TEAŞİ Gafil görünmek. TEAŞÜK Sevişmek. TEAŞÜR Muaşeret etmek, iyi muamelede bulunmak. TEATİ Karşılıklı alıp vermek. * Bir şeye el uzatıp almak. Hakkı olmayan şeye el uzatmak. * Fık: Pazarlıksız ve konuşmadan fiilen vâki olan mal alış verişi. TEATİ-İ EFKÂR Birbirlerine fikir verme. TEATTUF Esirgemek. Merhamet etmek. Şefkat göstermek. * Ulaşmak. İttisal etmek. * Eğilip bükülmek. TEATTUL Kadının elinde ve ayağında kınası, saçında boyası, kolunda ve boynunda mücevherleri olmaması. TEATTUS Aksırma. TEATTUŞ Susamak. TEATUF Birbirine şefkat, muhabbet ve sevgi göstermek. * Birbirine bağlanma. TEATUFÂT (Teâtuf. C.) Karşılıklı sevgiler. TEAVÜN Yardımlaşmak. Birbirine muâvenet etmek.(Ey ikinci bozuk Avrupa! Senin çürük ve esassız esaslarının bir kısmı şunlardır ki: "Hâlik-ı Kerim'in kerem düsturlarından ve erkân-ı kâinatta kemâl-i itâatle imtisal edilen düstur-u teavünle; nebatat hayvanatın imdâdına ve hayvanat insanların yardımına koşmasından tezahür eden o umumi kanunun Rahimâne, Kerimâne cilvelerini cidal zannedip, "Hayat bir cidaldir" diye ahmâkane hükmetmişsin. Acaba bu düstur-u teâvünün cilvesinden olan zerrât-ı taâmiyenin kemal-i şevk ile beden hüceyrelerinin gıdalandırılması için koşmaları, nasıl cidâldir? Nasıl bir çarpışmaktır? Belki o imdâd ve koşmak, Kerim bir Rabbin emriyle bir teâvündür. M.N.) TEAVÜNÂT (Teavün. C.) Yardımlaşmalar. TEAVÜR Elden ele gitmek. TEAYÜŞ Birbiriyle dirlik etmek. TEAYYÜB Ayıplamak. TEAYYÜN Bellibaşlı olmak. * Meydana çıkmak. Görünmek. Belirmek. * Anlaşılma. Zâhir ve âşikâr olma. (Bak: Taayyün) TEAZUD Kol kola tutunma. * Mc: Yardım. TEAZUM Gözde büyümek. Azametlenmek. Büyük görünmek. TEAZZUK Darlık, tazyik. TEB f. Hararet. * Tıb: Sıtma. TEBA' Tabi olma. Uyma. TEBAA Tâbi olanlar. Birisinin veya bir devletin emri altında olanlar. TEBAB Ziyan, zarar, kayıp, hasar. TEBADÜL Birbirinin yerine geçmek. Karşılıklı değişmek. Trampa. TEBADÜLÂT (Tebadül. C.) Değişmeler. Tebadüller. TEBADÜR Ani olarak zihne girmek. * Hâdis olmak. * Barışmak. * Öğretmek. * Diğerini geçmek için sür'atlenmek, hızlanmak. TEBAGGUZ (Buğz. dan) Sevmeme. Kin besleme. Buğzetme. TEBAGİ Birbirine zulüm etmek. |
Osmanlıca Sözlük (T Harfi)-Osmanlıca Sözlük (T Harfi)Kelimeler...
RE: Osmanlıca Sözlük (T Harfi) TEBAGUZ (C.: Tebâguzât) (Buğz. dan) Sevişmeme, gizli kin tutup düşmanlık besleme.
TEBAH f. Mahvolmuş. Yıkılmış. Fesada giriftar olmuş. * Bozuk. TEBAHBUH Durmaya, oturmaya, girmeye ve çıkmaya kadir olmak. * Ortada oturmak. TEBAHHUR (Bahr. den) Bir şeyin içine dalma ve derinliğine varma. Bir ilimde derin ihtisas kazanma. TEBAHHUR (Buhar. dan) Buharlaşmak. Tütsülenmek. Buğulanmak. * Kokmak. TEBAHHURÂT Buharlaşmalar. Buğu haline geçmeler. TEBAHİ Övünme, tefahur. * Muharebe edişmek, karşılıklı dövüşmek. TEBAH-KÂR (C.: Tebâhkârân) f. Mahveden, harab eden, bitiren. TEBAHTUR Dalgalanmak, dalgalanır olma. * Kibirlenerek yürüme, kibirli kibirli yürüme. TEBAÎ Hakiki maksat olmayıp dolayısıyla olan. * Başkasına uyarak. * Cüz'î olarak. (Bak: Tebeî) TEBAİYYET Uyma, tabi olma. İtaat, inkıyad ve imtisal etme. TEBAİYYETEN Tâbi olarak. Uyarak. TEBAKİ (Bükâ. dan) Ağlar görünme. Yalandan ağlama. TEBAKKUR İlim ve malda genişlik üzere olmak. Âlim ve zengin olmak. TEB'AN Bir şeyin arkasından gitmek ve ona tabi olmak. TEBANÇE Tokat. TEBANE Zeyreklik, akıllılık. TEBAR f. Soy, nesil, neseb. TEBAR Helâk, bitme, yok olma. TEBAREK Mübarek etsin (mealinde dua.) Teâlâ gibi mâzi fiiliyle mübalâğa ile bereketin Allah'tan zuhurunu ifade eder. (Bak: Bereket) (Suyun havuzda yükselmesi halinden alınmıştır.) TEBAREKÂLLAH "Cenab-ı Hakk'ın (C.C.) ne bereketli, ne hayırlı işleri var, ne kadar bereketli!" diyerek hayret taaccübü. Allah'ın (C.C. ) yaptığı eserlerinden dolayı hayranlık hislerini ifade maksadıyla, Allah (C.C.) hakkında söylenen ve aynı zamanda dua için okunan bir kelâm. TEBARİ Mücâdele ve muhârebe etmek. Savaşmak, dövüşmek. TEBARÜK Çoğalmak, ziyâde olmak. * Uzamak. * Büyüklük. * Genişlemek. * Zâhir olmak, görünmek. TEBARÜZ Belli olma, belirtme. Görünme. * İki hasım cenk için meyadan çıkma. TEBASSUR Göz açıklığı, dikkat-i nazar. İleri görüş. TEBA'SUS Muztarib olmak, ıztırab çekmek. Acı çekmek. TEBAŞİR Müjde. * Her şeyin öncesi, ilk zamanı. TEBAŞİR f. Tebeşir. TEBAŞÜR Muştulamak. Müjdelemek. * Mübaşeret etmek, bir işe girişmek, başlamak. TEBATTUN Bir şeyin içini dışını iyice anlamak için çalışma. TEBATU' Ağır davranma. Ağır hareket etme. TEBA'UL Kadının kocasıyla konuşup görüşmesi. TEBAUL Oynamak. TEBA'UZ Parçalanma. Kısım kısım ayrılma. TEBAÜD Uzaklaşma. Uzağa çekilme. * Uzama. TEBAÜDÂT (Tebaüd. C.) Birbirinden uzak düşmeler. Uzaklaşmalar. TEBAYİ' (Bak: Tabayi') TEBAYÜ' Bey'edişmek, bir malı diğer bir malla değişmek. TEBAYÜN İki şey arasındaki uyuşmazlık. Birbirinden ayrı ve başka olmak. İhtilâf vuku bulmak. Zıtlık. TEBAYÜN-İ EFKÂR Fikirlerin aykırılığı. Düşüncelerin farklı olması. TEBAYÜN-İ MESALİK Mesleklerin farklılığı. TEBAYÜNÂT (Tebayün. C.) Tebayünler, iki şey arasındaki farklılıklar. TEBAZÜL Birbirine bahşiş etmek. TEBB Zarar, ziyan, hasar, kayıp. TEBBAN Saman satan, samancı. TEBCİL Ağırlamak. Yüceltmek. Birisine ta'zim etmek. Hürmetle hareket etmek. TEBCİLEN Ağırlıgirsin bir tarafına ..!!!, tâzimen. TEBDİL Değiştirmek. Tağyir etmek. Bir şeyi başka bir hâle veya şeye değiştirmek. TEBDİL-İ HEVÂ Hava tebdili. Hava değişikliği. TEBDİL-İ MEKÂN Yer değiştirme. TEBDİLÂT (Tebdil. C.) Tebdiller, değiştirmeler. TEBDİLEN Değiştirerek. Tağyir ederek. TEBEA (Tâbi. C.) Tâbi olanlar, uyanlar. TEBEAN Tâbi olarak. Uyarak. TEBECBÜC Sevinmek. TEBECCÜS Suyun açıktan akması. TEBEDDİ Sahraya çıkmak, çöle çıkmak. TEBEDDÜ' Ehl-i Sünnetten iken başka mezhebe girme. * Dinini değiştirme. İrtidad. * İyi olan ahlâkını bozup değiştirme. TEBEDDÜ' Başlamak. TEBEDDÜD Perâkende olmak, dağılmak. TEBEDDÜL Başkalaşmak. Değişmek. * Yeni hey'ete, başka kıyâfete girmek. (Bak: Hudus) TEBEDDÜLÂT (Tebeddül. C.) (Bedel. den) Tebeddüller, değişiklikler, tagayyürler, tahavvülât. TEBEDDÜLÂT-I CESİME Büyük değişiklikler. TEBEH (Bak: Tebah) TEBEHHUR (Bak: Tebahhur) TEBEHHÜL Tahsil için sıkıntı ve zahmet çekme. TEBEHHÜM şüpheli ve belirsiz olma. TEBEHHÜR Tıb: Kısa ve sık nefes alma. TEBEHKAR (C.: Tebehkâran) f. Mahveden, harab eden. Bitiren. TEBEÎ Kasdî olmayan. * Tâbi olarak. * Başkasının vücuduyla kaim olan. * Müstakil olmayıp başkasına tâbi olarak. (Bak: Tebaî) TEBE-İ TABİÎN Tabiînden olan birisinden (yâni ikinci derecede olarak) hadis nakletmiş olan. Veya Tabiîn olanlardan ders almış, onlara uymuş müslümanlar. TEBEKKÜL Karışmak. TEBEKKÜM (Bekem. den) Dili tutulma. Konuşurken tutulup kalma. TEBELBÜL Lisanların muhtelif ve muhtelit olması. Bazısı Arapça, bazısı Farsça ve Türkçe olmak gibi. * Karışıklık. TEBELBÜL-Ü AKVAM Muhtelif kavimlerden ibaret bir cemaatin kısım kısım olmaları, muhtelif dil konuşmaları. (Bak: Babil) TEBELBÜL-Ü ELSİNE Dillerin karmakarışık olup anlaşılmaz hale gelmesi. TEBELLEŞ Birbirine geçmiş, karmakarışık, karışmış. TEBELLUH Tekebbürlenmek, gururlanmak, kibirlenmek. TEBELLÜC Sabah yeri ağarmak. TEBELLÜD Ağır, tembel olma. * Bir şeye tahassür ve teessüf etme. Pişmanlıktan dolayı "hay meded" diye ellerini birbirine çarpma. * Yere düşme. TEBELLÜĞ Anlayıp alma. Yetişme, erişme. * Tebliği kabul etme. TEBELLÜH Ahmak olmak. * Suretâ ahmaklık göstermek. * Kaybolmuş bir şeyi araştırmak. * Yolu bilmeyen kimse, erbâbından sorup araştırmayarak gitmek. TEBELLÜL (C.: Tebellülât) Nemlenme, ıslanma. TEBELLÜR Billurlaşmak. Parlak, şekilli olup ve donup katılaşmak. * Açığa çıkmak. Meydana çıkmak. TEBEN Zeyrek, akıllı kimse. TEBENNİ Evlât edinme. TEBER f. Balta. TEBERKU' Yüzünü örtme, peçeleme. Yaşmaklanma. TEBERNÜS Bürnüs giymek. TEBERRA Uzak durma. Sevmeyip yüz çevirme. TEBERRİ Alâkasız olma. Sevmeyip yüz çevirme. * Temiz olma. TEBERRU' Bağış. Bir malın karşılıksız olarak verilmesi. Mecburiyet olmadığı hâlde birisine bir malı vermek. Hayırlı işlerde yardım ve ihsanda bulunmak. TEBERRUAN Teberru ederek, teberru suretiyle, bağışlayarak. TEBERRUÂT (Teberru'. C.) Teberrular, bağışlar, bağışlamalar. TEBERRUZ İktifa etmek, yetinmek. TEBERRÜ' Pâk ve temiz, halis ve helâl olmak. TEBERRÜC Açık saçık olmak. * Kadının süslenip yabancılar içinde gezmesi. (Câhiliyet devrinde olduğu gibi) TEBERRÜD Soğuma, serinleme, soğuk hâle gelme. * Soğuk suya girme. TEBERRÜK Bir şeyi bereket veya saadet vesilesi sayarak almak veya vermek. Uğur ve bereket saymak. * Hayr-ı İlâhiye hissedâr olmak. TEBERRÜKEN Uğurlu ve mübarek olarak. Bereket mevzuu ederek. TEBERRÜM Muztarib olmak, ıztırab ve acı çekmek. TEBERRÜR Allah rızasına çalışma. TEBERRÜZ Görünme, meydana çıkma. TEBERTUM Büyüklük taslama. * Hiddetlenme, öfkelenme, kızma. TEBERZİN f. Eskiden harp âleti olarak kullanılan ve eyere asılan küçük savaş baltası. TEBESSÜL Somurtma, surat asma. Yüzünü ekşitme. TEBESSÜM Gülümseme. Nazikâne ve dişlerini göstermeyerek gülme. TEBESSÜMAT (Tebessüm. C.) Gülümsemeler, tebessümler. TEBESSÜM-KÜNAN f. Gülümser tarzda, gülümseyerek. TEBESSÜR Sivilce çıkma. TEBEŞBÜŞ Küçükten büyüğe güler yüz gösterme. TEBETTÜL Halkdan ayrılmak. * Mâsivadan kesilip ihlâs ile Hakka yönelmek ve ubudiyet etmek. * Evlenmekten vaz geçip zâhidlik etmek. TEBEVVÜ' Makam tutmak. TEBEVVÜL Bevl etmek. İşemek. TEBEYYÜN Belli olmak. Sabit olmak. Görünüp anlaşılmak. TEBEYYÜT Geceleyin yağma etme. * Bir işi gece yapmak. TEBEZZUH Tekebbürlenmek, gururlanmak. TEBEZZUK (Büzâk. dan) Tükürme. TEBEZZÜL Yarılma. Şakk. TEBEZZÜL Terk-i hıfz etmek; yâni ne olursa sakınmayıp her yerde kullanmak. TEBHAL (Tebhâle) Dudak kabartısı. TEBHİC (Behic. den) Güzelleştirme. TEBHİH Sıcaklığın az olması. TEBHİL (Bahal ve Buhl. den) Bir kimse için "pinti, hasis" deme. TEBHİR Buharlaştırma. Buhar hâline getirme. * Tütsüleme. TEBHİT Ağlatmak. TEBİ' Yardımcı, yardak. * Sığır yavrusu. TEBİA Zulümle ve zorla alınmış olan kumaş. TEB'İD Uzaklaştırma. Bir yerden bir yere sürme, kovma. TE'BİD (C.: Te'bidât) (Ebed. den) Ebedileştirme, sonsuzlaştırma. TE'BİDÂT (Te'bid. C.) Ebedileştirmeler, sonsuzlaştırmalar, te'bidler. TE'BİL Deveyi katarıyla getirmek. TE'BİN Ölmüş bir kimsenin iyiliklerini hatırlayıp söyleme. * Bir kimseyi yüzüne karşı ayıplama. TE'BİR (Ağaçları) aşılama, (ağaçlara) aşı yapma. TE'BİS Horlama. Hakaret. TE'BİYE Yüksek sesle okumak. TEB'İZ Bölmek. Bölük bölük etmek. Bir kısma ait etmek. TEBK Dolu olmak, dolmak. TEBKİR Acele etmek. TEBKİT Tekdir etmek. Azarlamak. Vurmak. Başa kakmak. * Delil ve bürhanla galip gelip susturmak. TEBKİYE (Bükâ. dan) Dokunaklı sözler söyleyip ağlatma. TEBL Fesad etmek, çürütmek. TEBLİĞ Ulaştırmak. Götürmek. * Bildirmek. * Eriştirmek. TEBLİĞ-İ ŞERİAT Peygamberlere mahsus beş vasıftan birisi olan, Allah'tan (C.C.) aldıkları emir ve kanunları insanlara aynen bildirmeleri. TEBLİGAT (Tebliğ. C.) Tebliğler. İlânlar. Bildirilen şeyler. TEBLİGAT-I RESMİYE Resmî tebliğler. TEBLİL Islatma. Islatılma. TEBLİM Çirkin yapmak, çirkinleştirmek. TEBLİYE Eskitme ve çürütme. köhneleştirme. TEBN (C.: Etbân) Saman. TEBNÎ Saman renkli. TEBNİYE Çok bina yapmak. TEBRİC Dışarı çıkarmak. * Hâlinden döndürmek. TEBRİD (Bürudet. den) Soğutma, soğutulma. * Mc: Ara açılma, soğuma. TEBRİE (Tebriye) Bir kimseyi şüpheden ve zan altından kurtarmak. Temizliğini ve suçsuzluğunu meydana çıkarmak. * Borçtan kurtarmak. * Nezahet, ismet. * Beraet ettirmek. TEBRİH (C.: Tebârih) İncitmek. Eza vermek. TEBRİK Gözlerini dike dike bir yere bakmak. * Günaha girmek. * Uzak bir yere sefer etmek. * Çetinlik, zorluk sebebi ile yorulmak. * Kadının süslenip püslenmesi. * Evi ziynetleyip süslemek. TEBRİK Bir kimseyi eriştiği bir iyilikten dolayı "Bârekellâh" diye sevincini bildirmek. Mübarekliğini, Cenab-ı Hakk'ın onu muvaffak kıldığını söyleyerek ta'ziz etmek. TEBRİKÂT (Tebrik. C.) Tebrikler. Tebrik etmeler. TEBRİYE (Bak: Tebrie) TEBRİZ Dışarı çıkarmak. * Tekebbürlenmek, gururlanmak. * Göstermek, izhâr etmek. TEBSİR İnsanın gözünü açacak şekilde tarif ve izah etmek ve kalbine basiret vermek. TEBŞİR Müjdelemek. Hayır haber vermek. Müjdelenmek. TEBŞİRÂT (Tebşir. C.) Müjdelemeler, müjde vermeler. TEBTIE (Bati. den) Yavaşlama, ağırlaşma. TEBTİK Kulak kesmek. TEBTİL Tamamen hakka yönelmek. * İyice ve tamamiyle kesmek. * Terbiye etmek. * Yemek. (Bak: Tebettül) TEBTİT Kesmek. * Dağıtmak. * Bitirmek. TEBUK Hicaz'ın kuzey tarafında Medine-i Münevvere'den Şam'a giden yolun ortasında bir yerdir ve Peygamber Efendimizin son gazvesinin yeri olmakla meşhurdur. Tebuk'te Peygamberimiz tarafından yaptırılan bir duvar bir hurmalık ve bir de çeşme var olduğu rivayet edilir. TEBUK GAZVESİ Hicretin dokuzuncu senesinde vuku bulmuştur. Şam'da bulunan Rumlar tarafından o civarın halkı, müslümanlara karşı ayaklandırıldığı Peygamberimiz tarafından duyulduğunda, onlara karşı asker hazırlayarak Tebuk'e gitmiş ve oranın ileri gelenleri Peygamberimize gelerek barışa çalışmışlardır. Tebuk'te on gün kadar kaldıktan sonra ne Rumlardan ve ne de müttefikleri olan Araplardan kimse harp için çıkmadığından tekrar Medine-i Münevvere'ye dönülmüştür. TEBVİB (Bâb. dan) Kısım kısım ayırma. Bablara ayırma. TEBVİE Bir kadını boş bir evde oturtma. TEBYİN Belirtme. Açıkça anlatma. * İsbat etme. TEBYİZ Temizce yazma. Müsveddeden daha iyice bir kâğıda yazma. * Ağartma, beyazlatma. TEB-ZEDE (C.: Teb-zedegân) f. Sıtmaya tutulmuş. TEBZİL Delme, yarma. Çok azimle bir şeye girişmek, adamak. TEBZİR Boş yere malını sarf etmek. * Serpmek. Dağıtmak. * İsraf etmek, lâyık olmayan yere malını sarfetmek. TEBZİRÂT (Tebzir. C.) İsraflar. * Tohum saçmalar. TECA'CU Yere düşmek. TECADU' Husumet etmek, düşmanlık etmek. TECAFİ Uzak olma. Yerinden bir tarafa ayrılma. TECAHÜD Kuvvetini sarfedip uğraşmak. Çalışmak. TECAHÜD İnkâr etmek. TECAHÜF Darbetmek, vurmak. * Üstün gelmek, galebe etmek. TECAHÜL Bilmezlikten gelme. Bilmiyor görünme. TECAHÜL-İ ÂRİFANE Edb: Bildiği bir şeyi bilmiyormuş gibi gösterme. Bilen bir kimsenin, bilmez gibi davranması. TECAHÜLKÂR f. Bilmezlikten gelen. TECAHÜM Yüz pörtürmek. TECAHÜR Aşikâre olmak, açık ve belli olmak. TECALÜS Birlikte oturmak. TECAMU' Cima etmek. * Toplanmak, cem'olmak. TECANÜB Sakınma. Çekinme. TECANÜF Meyletmek, eğilmek, yönelmek. TECANÜN Delirmek. TECANÜS Bir cinsten olma. * Birbirine sıkı sıkı bağlılık, benzeyiş ve uygunluk. TECARÜB (Tecarib) (Tecrübe. C.) Tecrübeler. TECASÜ Diz üstüne çökmek. TECASÜR Cesaretlenme. TECA'UD (Ca'd. dan) Büklüm büklüm olma (saç). TECAVEZ AN-NA Bizi affeyle (meâlinde dua). TECAVİF (Tecvif. C.) Oyuk yerler, oyuklar. TECAVÜB Cevaplaşma. Karşılıklı cevap verme. TECAVÜL (C.: Tecâvülât) (Cevelân. dan) Dolaşma. Cevelân etme. TECAVÜR Komşu olma. TECAVÜZ Haddini aşma. Söz veya hareketle ileri gitme. * Aleyhine hareket etme. * Zorlama. * Geçme. * Sataşma, saldırma, sarkıntılık. TECAVÜZÂT (Tecavüz. C.) Tecavüzler. Sataşmalar. Haddi aşmalar. TECAVÜZKÂR (C.: Tecavüzkârân) f. Sataşan, saldıran, tecavüz eden. TECAZÜB Birbirine karşı duyulan yakınlık. * İncizab etme. Çekme. TECAZÜM Kesişmek. TECAZÜR Sövüşme. |
Osmanlıca Sözlük (T Harfi)-Osmanlıca Sözlük (T Harfi)Kelimeler...
RE: Osmanlıca Sözlük (T Harfi) TECBİB Ürkmek. Kaçmak. * Davarın ön ayaklarının dizlerine kadar beyaz olması.
TECBİN Birisine "korkaksın" deme, korkak sayma. TECBİR (Cebr. den) Çıkık veya kırık olan kemiği sarıp iyi etme. TECBİYE Rüku eder gibi eğilip durmak. TECDİ' Bir kimseye iyileşmesin diye beddua etme. * Vücudun bir tarafını kesme. * Çocuğu zararlı şeylerle besleyip gelişmesini önleme. TECDİD Yenileme. Yenilenme. Tazelenme. TECDİD-İ BİAT Biatını, bağlılığını, itimadını tekrarlamak, yenilemek. TECDİD-İ İMAN İman esaslarını kalben tasdik ettiğini, dil ile de tekrar edip yenilemek.( $ ın hikmetini soruyorsunuz. Onun hikmeti, çok Sözlerde zikredilmiştir. Bir sırr-ı hikmeti şudur ki: İnsanın hem şahsı, hem âlemi her zaman teceddüt ettikleri, için, her zaman tecdid-i imana muhtaçtır. Zira insanın herbir ferdinin mânen çok efradı var. Ömrünün seneleri adedince, belki günleri adedince, belki saatleri adedince birer ferd-i âher sayılır. Çünkü: Zaman altına girdiği için o ferd-i vâhid bir model hükmüne geçer, her gün bir ferd-i âher şeklini giyer.Hem insanda bu taaddüt ve teceddüt olduğu gibi, tavattun ettiği âlem dahi seyyardır. O gider, başkası yerine gelir, daima tenevvü' ediyor; her gün başka bir âlem kapısını açıyor. İmân ise; hem o şahıstaki her ferdin nur-u hayatıdır, hem girdiği âlemin ziyâsıdır."Lâilahe illallah" ise, o nuru açar bir anahtardır.Hem insanda mâdem nefs, hevâ ve vehim ve şeytan hükmediyorlar, çok vakit imânını rencide etmek için gafletinden istifade ederek çok hileleri ederler, şüphe ve vesveselerle imân nurunu kaparlar. Hem, zâhir-i şeriata muhalif düşen ve hattâ bâzı imamlar nazarında küfür derecesinde te'sir eden kelimat ve harekât eksik olmuyor. Onun için her vakit, her saat, her gün tecdid-i imâna bir ihtiyaç vardır. M.) TECDİD-İ NİKÂH Nikâh tazeleme. Nikâh yenileme. TECDİDÂT Yenilemeler, tazelemeler. TECDİDEN Yenileterek. Yenileyerek. TECDİL Yere yıkma, yere atma, yere vurma. TECEBBÜR (Cebr. den) (C.: Tecebbürat) Kibirlenme, büyüklenme. TECEBBÜS Yürürken sallanmak. TECEBCÜB Kurumak. TECEDDÜD Tazelenme. Yenilenme. (Bak: Müceddid)TECEFFÜF : Kuruma, kuruyup katılaşma. TECEHHÜZ (Cihaz. dan) Hazır bulunma. Cihazlanma, hazırlanma. TECEHHÜZ-İ ARUS Gelinin hazırlanması. TECEHZUM Ululanmak. TECELBÜB Gömlek giymek. TECELCÜL Deprenmek, harekete geçmek. TECELLİ (TECELLÂ) Görünme. Bilinme. * Kader. * Allah'ın (C.C.) lütfuna uğrama. * İlâhi kudretin meydana çıkması, görünmesi. Hak nurunun te'siriyle kulun kalbinde hakikatın bilinmesi.(Fıtrat yalan söylemez. Meselâ : Bir çekirdekteki meyelân-ı nümüvv der ki: "Sünbülleneceğim, meyve vereceğim." Doğru söyler. Meselâ: Yumurtada bir meyelân-ı hayat var. Der: "Piliç olacağım" Biiznillâh olur, doğru söyler. Meselâ: Bir avuç su, incimad ile meyelân-ı inbisatı der: "Fazla yer tutacağım. "Metin demir onu yalan çıkaramaz, sözünün doğruluğu demiri parçalar. İşte şu meyelânlar irade-i İlâhiyeden gelen evâmir-i tekviniyenin tecellileridir, cilveleridir. M.N.) TECELLİ-İ TİMSAL Suretlerin tecellisi. TECELLİDÂR f. İlâhî kudret ve lütuf ile meydana gelen. TECELLİGÂH f. Tecelli yeri. İlâhi kudretin, İlâhi sırrın meydana çıktığı, göründüğü yer. TECELLİYAT (Tecelli. C.) Tecelliler. TECELLÜD Tekellüfle celâdet göstermek. Kendini şecaatli ve cesâretli göstermeğe çalışmak. * Serkeşâne inad etmek. TECELLÜL Ululanmak, büyüklenmek. TECEMCÜM Sözünü söylemekte güçsüz olmak. Konuşamamak. TECEMMU' Toplanma. Birikme. TECEMMUÂT (Tecemmu'. C.) Birikmeler, toplanmalar, yığılmalar. TECEMMÜD Donma. Sertleşme. Katılaşma. TECEMMÜDÂT (Tecemmüd. C.) Sertleşmeler, katılaşıp donmuş şeyler. TECEMMÜL Ziynetlenmek. Süslenmek. * Ululuk göstermek. * Âletler. Sebepler. TECEMMÜLÂT (Tecemmül. C.) Eşya, levâzım. Tetümmat. TECEMMÜLÂT-I BEYTİYE Evde bulunan eşya. Evin nizamını tamamlayan eşya. TECEMMÜM (Bitki) büyüme, çoğalma. TECEMMÜŞ Tekellüf etmek, özenmek. TECENNİ Meyve devşirme. * Bir kişiye işlemediği günahı işledi diye isnad etmek. TECENNÜB Sakınma. Çekinme. TECENNÜD Bir yere toplanıp asker olmak. TECENNÜN Cinnet getirme. Delirme. Çıldırma. TECERRU' (Cur'a. dan) Yudum yudum ve süzerek içmek. * Hışmını ve gadabını yutup def'etmek. Hiddetini yenmek. TECERRU' Bahâdırlık ve kahramanlık etmek. TECERRÜB Tecrübe sâhibi olma. TECERRÜD Soyunma, çıplak olma. * Evli olmama. * Tas: Mâsivadan alâkasını kesip, Allah'a müteveccih olup, ibadet ü taatla meşgul olma. * İman ve İslâmiyete mücahidane ve fedakârane bir tarzda hizmetle iştigal etme. * Herşeyden boş olma. (Bak: Mücahede) TECERRÜM Gitmek. * Etmediği günahı ettim demek. * Eksilmek. TECESSÜD Ceset şekline girmek. Vücud peyda etmek. Cesedlenmek. TECESSÜM Cisim şekline girmek. Maddeleşmek. Göz önüne gelmek. Mücessem olup görünmek. Cisimleşmek. TECESSÜM-İ HAYÂL Hayâl görme. TECESSÜS Gizlice araştırmak. Gizlice bakmak. * İç yüzünü araştırmak. * İç yüzünü araştırma merakı. TECESSÜSÂT (Tecessüs. C.) Tecessüsler, araştırmalar. Gözetlemeler. TECESSÜSKÂR f. Gizliden araştıran, meraklı. TECEŞŞU' Haris olmak, hırslı olmak. TECEŞŞU' Çok yemekten midenin dolması. * Genirmek. TECEŞŞÜM İncinmek. * Zahmetli şeyleri seçmek. TECEVVU' (Cu'. dan) İsteyerek aç kalma. Açlık çekme. TECEVVÜF İçi boş olma, kovuk olma. * İçine işleme. Nüfuz eyleme. TECEVVÜZ (C.: Tecevvüzât) (Cevaz. dan) Sözü mecaz olarak söyleme. * Caiz olmayanı caiz görme. Cevaz verip yapılmasını uygun görme. TECEVVÜZEN Mecaz yoluyla. TECEYYÜF Dost edinmek. TECEYYÜR Teftiş etmek, kontrol etmek. TECEZZİ Parçalara ayrılma ve bölünme. Ufalanma. TECEZZÜV (Cüz. den) Kısım kısım bölünme. Doğranma, ufalanma. TECFİF (Ceff. den) Kurutma veya kurutulma. * Cübbe giydirme. TECHİL Bir kimseyi câhil saymak, cahilliğini meydana koyma. TECHİL Atın ayaklarını beyazlatmak. TECHİR Büyütmek. * Genişletmek. TECHİYE Meyletmek, eğilmek, yönelmek. * Ondan yana sürmek. TECHİZ Donatma. Gereken şeyleri tamamlama. Cihazlanma. * Fık: Cenazenin yıkanmasından defnetmeğe kadar yapılması lâzım gelen şeyler ve bunları tedarik etme. TECHİZ-İ MEYYİT Ölünün yıkanıp, temizlenip, kefen ve sair ihtiyaçları tedarik edilerek hazırlanması. TECHİZÂT (Techiz. C.) Donatım. TECHİZÂT-I ASKERİYE Askerî teçhizat, askerî donatım. TE'CİC Tutuşturup alevlendirme. TEC'İD (Ca'd. den) Saç kıvırtma. TE'CİL Başka zamana bırakma. * Acele etmeme. (Zıddı: Ta'cil) TECLİC Çok gayret ve ikdâm etmek. TECLİD Ciltleme. * (Celd. den) Hayvanın derisini yüzme. TECLİL (Cüll. den) Hayvana çul örtme, hayvanı çulla örtme. TECLİYE (Cilâ. dan) Cilâlama, cilâ verme. * Aşikâre etmek, açıklamak. * Ruşen etmek, parlatmak. TECLİZ Muhkem etmek, sağlamlaştırmak. TECMİ' Bir yere toplamak, * Cuma namazına gelmek. TECMİD Dondurma, dondurulma. TECMİL (C.: Tecmilât) Süs, tezyin. TECMİR Buhur etmek. * Taş atmak. * Hapsetmek. * Aşağı sarkıtmamak. * Kadının saçını toplayıp bağlaması. TECNİB Irak etmek, uzaklaştırmak. * Atın ayağının eğri olması. TECNİD Askerleri sıraya koyma, sıralama. TECNİS İki şeyi birbirine benzer şekle sokma. * Edb: Cinas yapma. İki mânalı söz söyleme. TECNİZ Ölüyü tabuta koyma. TECR Bezirgânlık etmek, ticaret yapmak. TECRÎ (Cereyan. dan) Cereyan ediyor, akıyor, gidiyor. TECRİ' (Cer. den) Yudum yudum içirme. TECRİB Tecrübe etme, deneme. TECRİBE (Bak: Tecrübe) TECRİD Açıkta bırakmak. * Yalnız başına bırakmak. Tek başına hapsetmek. * Dünya alâkalarını kalpten çıkarıp Allah'a (C.C.) yönelmek. * Edb: Bir şairin kendini mücerred bir şahıs, yâni ayrı bir adam farzederek ona hitabetmesi. * Soyma, soyulma. TECRİDEN Tecrid ederek. Tek olarak. * Mücerred (soyut) olarak. Tekliyerek. TECRİH Yaralama. TECRİM Suçlandırma. Cezalandırma. Cürüm isnad etme. * Bir taifeden ayrılıp gitme. TECRİR Çekmek. TECRİS Sağlam fikirli etmek. TECRÜBE (Tecribe) Deneme, sınama. * Görmüş, geçirmişlik. * Anlamak için yapılan iş. İmtihan. * İlmi bir gerçeği göstermek için yapılan deneme. Deney. TECRÜBÎ Tecrübeye ait. Tecrübeyle ilgili. TECSİM Diz üstüne veya göğüs üstüne çökmek. TECSİM (Cisim. den) Vücudlu gösterilme. Cisimlendirme. Vücud gösterme. TECSİMÂT (Tecsim. C.) Vücutlu göstermeler, cisimlendirmeler. TECSİS Kireç karıştırmak. * Kireçle sıvamak. * Binayı kireçle yapmak. TECŞİM İncitmek. * Teklif etmek. TECVİ' (Cu. dan) Acıktırma. TECVİD (Cevdet. den) Bir şeyi güzel yapma. Süsleme. * Kur'an-ı Kerim'i usulüne uygun olarak okuma ilmi ve buna dair yazılan kitap. TECVİD-İ HURUF Seslerin mahreçlendirilmesi. Harflerin düzgün olarak telâffuz edilmesi. TECVİD İLMİ Harflerin mahreç ve sıfatlarına uymak suretiyle, Kur'an-ı Kerim'i hatasız okumayı öğreten bir ilimdir. TECVİF (C.: Tecvifât) (Cevf. den) Oyma. Oyuk yapma. * Oyuk yer. TECVİL Seyahat etmek, gezmek. TECVİR (Cevr. den) Zora, sıkıya koyma, cevretme. TECVİZ Câiz görme. İzin verme, cevaz verme. TECYİF Korkma, korkutulma. * Vurmak. * Murdar etmek, pisletmek. TECYİŞ Askerleri dizmek. TECZİE (Cüz'. den) Kısım kısım ayırma, doğrama, ufaltma, bölme. TECZİM (Kol, kanat gibi şeyleri) kesme. TECZİR (Cezr. den) Mat: Kare kökünü alma. TECZİYE Cezalandırma. * Parça parça ayırmak. TEDABİR (Tedbir. C.) Tedbirler, çareler. TEDABÜR Kesişmek. TEDAFÜ' Birbirini def etme. * Müdafaa etme. * İtişme kakışma. TEDAFÜÎ Kendini müdafaa etme ve koruma ile alâkalı. TEDAHRUC Yuvarlanma. TEDAHÜK Karşılıklı gülüşme. TEDAHÜL İç içe olmak. Birbiri içine girmek. * Yığılıp kalmak. Birikmek. Karışmak. * Bir taksidi ödemeden ötekinin gelmesi. Ödemede gecikmek. TEDAÎ Birbirini bir iş için davet etmek. * Yıkılıp harap olmak. * Bir şeyi hatıra getirmek. Bir şeyin başka bir şeyi hatıra getirmesi. Çağrışım. TEDAÎ-İ EFKÂR Bir fikrin veya şeyin başka bir fikri veya şeyi hatıra getirmesi. TEDARRU' Cübbe veya zırh giymek. TEDARUB (Darb. dan) Vuruşma, dövüşme. TEDARÜ' Def'edişmek, birbirini kovmak. TEDARÜK (Tedârik) Ele geçirmek. Edinmek. Hazırlamak. * Araştırıp bulmak. * Ardı ardına erişip katılmak ve tevâli etmek. TEDARÜS Okuma, yazma. TEDAÜL Gizlenme, sinme. Zâyi olma. Saklanma. * Küçülme. Büzülme. TEDAÜM Kalabalık, izdiham. TEDAVİ İlâç verme. İyileşmesi için bakma. * Hastalığı iyi etme tarzı. TEDAVİR (Tedvir. C.) Tedvirler. Çâreler. Yollar. Dolaşmalar. TEDAVÜL Elden ele dolaşma. * Kullanma. * Sürüm. * Geçerlilik. TEDAVÜR Sıra ile yapmak, bir şeyi karşılıklı yapmak. TEDAYÜN Borç edişmek. TEDBİB Yumuşak etmek. * Sür'atle gitmek, hızla gitmek. TEDBİC Rükuda başı çok eğme. TEDBİH Muti etmek, itaat ettirmek, boyun eğdirmek. TEDBİH Rükuda başını çok aşağı eğmek. TEDBİR Bir şeyi te'min edecek veya def' edecek yol. * Cenab-ı Hakk'ın Hakîm ismine uygun hareket, riayet. * Bir şeyde muvaffakiyet için lâzım gelen hazırlık. TEDCİC Gökyüzünün bulutlu olması. * Silâh kuşandırmak. TEDEBBÜR Bir şeyin sonunu düşünmek, tefekkür etmek. Müdebbir olmak, tedbirli olmak. * Arkasını dönmek. TEDECCÜC Silâhlanmak. TEDEFFUK Suyun fışkırması. Atılmak. * Dökülmek. TEDEFFÜN (Defn. den) Gömülme, defnolunma. TEDEHDÜH Dönmek. TEDEHHİ Dâhileşme. Dehâ eseri gösterme. TEDEHHÜN (Dehn. den) Yağ sürünme, yağlanma. TEDEHHÜŞ Dehşete düşme. Korkma. Yılma. Ürperme. TEDEHRÜC Yuvarlanmak. TEDEKDÜK Taşlıkta ve kum arasında olmak. * Dağ, yerinden ayrılıp pâre pâre olmak. * Zelzele olup yerin deprenmesi. TEDEKKÜL Kendini büyük görmek, tekebbürlenmek. TEDELDÜL Kımıldamak. TEDELLİ (C.: Tedelliyât) Tevazu gösterme. * Nazlanma. * Aşağıya inme. * Eğilme. TEDELLİYÂT (Tedelli. C.) Nazlanmalar. * Eğilmeler. * Tevâzu göstermeler. TEDELLÜK Sürtme. Oğma. TEDELLÜL Nazlanma. TEDELLÜS Gizlenme, ihtifâ etme. TEDE'LÜB Kimse görmeden gitmek. TEDEMDÜM Helâk olmak. TEDEMMU' (Dem.' den) Gözün yaşarması. TEDEMMÜL Toprağa gübre dökme. Toprağı gübreleme. TEDENNİ Aşağı düşme. Aşağı inme. * Daha kötü bir derekeye düşme. Tenezzül etme. Maddi ve mânevi gerileme. Terakkinin zıddı. TEDENNİYÂT (Tedenni. C.) Gerilemeler, tedenniler, aşağılamalar. TEDENNÜ' Yakın olmak. TEDENNÜK Dikkatle bakmak. * Ayırtmak. * Su dökülmek. TEDENNÜS Pislenme, kirlenme. TEDENNÜS-İ CÂME Elbisenin kirlenmesi. TEDERDÜR Katı deprenmek. * Gamdan ve korkudan dolayı kendinden geçmek. TEDERRU' Zırhlanma. Zırh giyme. TEDERRÜ' Birbirine muhâlefet etmek, birbirine karşı gelmek. TEDERRÜB Alışma, ülfet peydâ etmek. TEDERRÜC (Derece. den) Derece derece, adım adım ilerleme. * Dürrâce benzer bir kuş. TEDERRÜN Bir organın, bir uzvun şişmesi. TEDERRÜS (C.: Tederrüsât) Ders alma, okuyup öğrenme. TEDERRÜSÂT (Tederrüs. C.) Ders almalar. Okuyup öğrenmeler. TEDESSÜR Elbise giyme. Elbiseye bürünme. * Erkek hayvanın dişisine binmesi. * Kişinin sıçrayıp atına binmesi. TEDEYYÜM Yağmurun sert yağması. TEDEYYÜN Dinini sakınmak. * (Deyn. den) Borçlanma. Borca girme. TEDFİK Dökmek. TEDFİN (Defn. den) Gömme, defnetme. * Örtme, gizleme. TEDHİN (Duhan. dan) Dumanlama, tütsüleme. TEDHİN (Dühn. den) Güzel kokulu yağ sürme. Yağlamak. TEDHİŞ Korkutma. Dehşete düşürme. Ürkütme. TEDHİŞ-İ EZHÂN Zihinlerde heyecan meydana getirme. TE'DİB Edeblendirme. Terbiye verme. * Haddini bildirme. TE'DİBAT (Te'dib. C.) Edeplendirmeler, terbiye etmeler. TE'DİBEN Te'dib suretiyle, te'dib için. Haddini bildirmek için. TEDİRGİN Huzursuz, rahatsız. TE'DİYAT (Te'diye. C.) Ödemeler. TE'DİYE (C.: Te'diyat) Eda etmek. * Ödenmiş para. Verilmiş borç. * Borcunu vermek. TE'DİYE-İ DEYN Borç ödeme. Borcunu verme. TEDKİK Hakikatı anlamak ve meydana çıkarmak için inceden inceye araştırma. TEDKİKAT (Tedkik. C.) Tedkikler. Araştırmalar. İncelemeler. TEDKİKAT-I AMİKA Çok inceden ve derinden yapılan tetkik. TEDLİK Sürme. TEDLİS Sattığı şeyin ayıbını müşteriden gizlemek. * Fık: Hadisi ilk nakledenin ismini gizlemek. Hadisi başkasına isnâd eylemek. TEDLİS Yumuşatmak. Bir şeyi mülâyim ve kaygan yapmak. * İnciyi şeffaf etmek. TEDLİYE Sarkıtmak. Yukarıdan aşağıya bırakma. * Şaşırma, dehşete düşme. * Delil ve vesika hazırlama. * (Akıl) gitmek. * Ahmak etmek, salaklaştırmak. TEDMİ' Göz yaşı dökmek. TEDMİC Bir şeyi başka bir şeyin içine yerleştirme. * Arkasını eğmek. TEDMİN Yığıp toplamak. * İhâta edip kaplamak. * Lâzım olmak, icab etmek. TEDMİR Yok etmek. Mahvetmek. Tepelemek. Perişan etmek. TEDMİS Örtmek, gizlemek. TEDMİS Yumuşak etmek, yumuşatmak. TEDMİYE Vurup kanatmak. TEDNİH Zayıf görüş. * Oturmak, ikamet etmek, mukim olmak. TEDNİK Yakın olmak. |
Osmanlıca Sözlük (T Harfi)-Osmanlıca Sözlük (T Harfi)Kelimeler...
RE: Osmanlıca Sözlük (T Harfi) TEDNİR Ruşen etmek, nurlandırmak, parlatmak.
TEDNİS (C.: Tednisât) Kirletme, kirletilme. TEDRİ' Zırh giydirme. TEDRİ-İ CÜYUŞ Askerlere zırh giydirme. TEDRİC Azar azar, derece derece ilerlemek. Birisini bir şeye yavaş yavaş vardırmak. * Sıkıştırmak suretiyle çok güçsüz hâle koymak. * Edb: İfadenin derece derece yükselmesi veya alçalması. (Bak: Tensik) TEDRİC-İ HÂBİT Edb: İfadenin alçalması. Bir şeyi tarif ederken vasıf bakımından yukarıdan başlayıp aşağıya inmek. Bunun aksini yapmağa da Tedric-i sâid denir. TEDRİCÂT (Tedric. C.) Tedricler. TEDRİCEN Yavaş yavaş, azar azar, derece derece. TEDRİCÎ (Tedriciyye) Yavaş yavaş olan, derece derece yapılan. TEDRİS Okutmak. Öğretmek. Ders vermek. TEDRİSÂT (Tedris. C.) Tedrisler. Ders vermeler. TEDRİSÂT-I ÂLİYE Yüksek öğretim. TEDRİSÂT-I İBTİDÂİYE İlk öğretim. TEDSİM Yağlı ve uyuz etmek. TEDSİR Kuşun yuvasını düzenlemesi veya düzeltmesi. TEDSİYE Baştan çıkarma, azdırma. * Gizlemek. TEDVİH Şehirler gezmek. TEDVİM Teskin etmek, sâkinleştirmek. * Kuşun, uçarken dönüp deverân etmesi. * Dili ağızda döndürmek. * Tatmak. TEDVİN Bir araya toplayarak tertipleme. * Edb: Aynı mevzuya ait bahisleri, çalışmaları bir araya getirip kitap hâline getirme. TEDVİR Devrettirmek, döndürmek. Çevirmek. * İdare etmek, yönetmek. * Daire şekline sokmak. * Edb: Bir mısradaki kelimelerin yerini değiştirmekle veznin ve mânanın bozulmamasıdır. * Kur'an-ı Kerim kıraatında: Tahkik ile hadr ortasında bir okuma usulüdür. Her iki yönde meşru mübalâğayı bırakıp orta yolu tercih ederek okumaktır. TEDVİR-ÜL MENZİL Menzilleri çevirmek, döndürmek, idare etmek. * Ev idaresi. TEDVİYE (Devâ. dan) İlâç verme. * Kuş kanadının fısıltısı. TEEBBEL İmtina' etmek, yapmamak, çekinmek. TEEBBİ İnkâr etmek. * (Ebb. den) Bir kimseyi baba kabul etme. Baba edinme. TEEBBÜD Ürküp çekinme. * Evlenmeme, bekâr kalma. TEEBBÜH Kibirlenme, böbürlenme, gururlanma. * Alicenaplık ve göztokluğu ile bir şeyden vazgeçme. TEEBBÜN İzine uyma. Tâbi olma, birinin yolundan gitme. TEEBBÜS Mütegayyer olmak, rengi değişmek. TEEBBÜT Koltuklamak. TEECCÜC Tutuşma, alevlenme. TEECCÜL Belli bir vakte kadar müddet isteme. * Sığır ve geyik gibi hayvanların sürü sürü olmaları. TEECCÜM Öfkelenme. TEEDDİ Yetiştirmek. TEEDDÜB Edebli olma. Utanma. Çekinme. Edebini takınma. TEEDDÜBÂT (Teeddüb. C.) Edeblenmeler, çekinmeler, utanmalar. TEEDDÜBEN Edebli davranarak. Edeb ve terbiye kaidelerine uyarak. Edebi icabı olarak. TEEFFÜF (C.: Teeffüfât) Oflama. Of çekme. TEEHHİ Birini kardeş edinme. TEEHHÜB Hazırlanmak. TEEHHÜL Evlenme. * Ülfet ve ünsiyet eyleme. Ehlileşme. TEEHHÜR Gecikme. Sonraya kalma. Geriye kalma. TEEKK Çukur kazmak. TEEKKÜD (Ekd. den) Kuvvet bulma. Sağlamlaşma. TEEKKÜL (Ekl. den) Yaranın, oyulup açılması. * Yenme, eklolunma. TEELLİ Yemin etmek. TEELLUK Yıldıramak, parlamak. TEELLÜB Cem'olmak, toplanmak. * Dağ keçisinin erkeği. TEELLÜF Alışma. Hoş geçinme. * Barışma. * Huylanma. * Birikme. TEELLÜFÂT (Teellüf. C.) Hoş geçinmeler, alışmalar. Bağdaşmalar. TEELLÜH Kulluk ve ibadet etmek. * Tazarru' etmek, yalvarmak. TEELLÜM Elem duyma. Kederlenme. Tasalanma. TEELLÜMÂT Elemler, kederler, tasalanmalar. TEEMMEL Düşün, dikkat et, incele (mânasına emirdir). TEEMMİ (Emet. den) Cariye edinme. * Dadı satın almak. TEEMMÜL İyice, etraflıca düşünmek. Derin derin düşünmek.(Evet, aklı bozulmayan bir şahıs, teemmülü neticesinde anlar ki: Meselâ: Bal arısını pek çok şeylere fihriste yapan ve kitab-ı kâinatın ekser mesâilini insanın mahiyetinde yazan ve incir nüvesinde incir ağacının proğramını derceden ve insanın kalbini binlerce âlemlere örnek ve pencere yapan ve beşerin kuvve-i hafızasında tarih-i hayatını taallukatiyle beraber yazan ancak ve ancak her şeyi yaratan Hâlık olabilir. Ve böyle bir tasarruf, yalnız ve yalnız Rabb-ül Âlemine mahsus bir hâtemdir. M.N.) TEEMMÜLÎ Düşünerek söylenen veya yazılan. Teemmüle ait ve müteallik. (Bak: Tefekkür) TEEMMÜM Kasdetmek. * (Ümm. den) Ana edinme. Birini anne kabul etme. TEEMMÜR (Emr. den) Amirlik taslama. TEENNİ İhtiyatlı ve akıllıca davranma. Bir işte acele etmeyip bir düşünce dairesinde hareket etme. (Teude de denir) TEENNİ-İ HİKMET Hikmetin yavaş yavaş ve akıllıca gibi, en faydalı şekilde zuhuru.(Nasılki bir ekmeğin vücudu; tarla, harman, değirmen, fırına terettüb eder. Öyle de, tertib-i eşyada bir teenni-i hikmet var. Hırs sebebiyle teenniyle hareket etmediği için o tertib-i eşyadaki manevi basamakları mürâat etmez. Ya atlar düşer ve yahut bir basamağı noksan bırakır; maksada çıkamaz. M.) TEENNUK Nazarında ve fikrinde dikkatli olmak. İttikan. Eşyanın hikmetli, kusursuz ve pürüzsüz yapılışı. TEENNÜS (Üns. den) Müennes olma. * Kadınlaşma. Kadın gibi hareketlerde bulunma. TEERRÜB Ululanmak, büyülenmek. * Kendini zeki göstermeğe çalışmak. TEESSİ Sabır gösterme. Teselli bulup sabretme. Avutma. TEESSÜF Eseflenmek. Kederlenmek. * Beğenmemek ve râzı olmadığını ifade etmek. TEESSÜL Sermaye edinmek. * Cem'etmek, toplamak. TEESSÜM (İsm. den) Günahtan sakınma. TEESSÜN Mütegayyer olmak, rengi ve tadı değişmek. TEESSÜR İşten alıkoyma. Oyalandırma. TEESSÜR Kederli ve üzüntülü olarak içlenmek. Üzülmek. * Te'sir altında kalmak. * Kederlenmek. TEESSÜRÂT Üzüntüler. Teessürler. TEESSÜR-BAHŞ f. Hüzün veren, keder veren, tasaya düşüren. TEESSÜS Temelleşmek. Yerleşmek. Kurulmak. Teşekkül. TEETTİ Asan olmak, kolaylaşmak. * Beklemek, gözlemek. TEEVVİ (İvâ. dan) Bir yerde yerleşme, yurt edinme. Oturacak yer edinme. TEEVVÜD Eğrilme, bükülme. İki kat olma. TEEVVÜH (C.: Teevvühât) İnleme, figân etme. TEEVVÜL Mânâsı başka olma. Başka anlama gelme. TEEYYÜD Kuvvetlenme. Kuvvet ve metânet bulma. Te'yid olunma. TEEZZİ İncitme. TEEZZÜB Her yönden rüzgârın esmesi. TEEZZÜR Örtünme, bürünme. Tesettür. TEF f. Buhar. * Sıcaklık, hararet. TEFA' Hiddet ve gadap etmek, öfkelenmek, kızmak. TEFADDUL Faziletlilik iddiasında bulunmak. Üstünlük taslamak. * Bir kimseyi inâyet, ihsan ve kerem ile memnun etmek. TEFADİ Bir kimseye "Sana ben feda olayım" demek. * Feda etmek. TEFAFİH (Tuffâh. C.) Elmalar. TEFAHE Horluk, hakirlik. * Tatsızlık. TEFAHHUC Oturduktan sonra ayaklarını ayırmak. TEFAHHUL Aygırlanmak. TEFAHHUM Kömürleşme. Kömür hâline gelme. TEFAHHUR (C.: Tefahhurât) (Fahr. dan) Övünme, fahirlenme. TEFAHHUS Bir şeyin, bir mes'elenin iç yüzünü dikkatle araştırma. TEFAHHUSÂT (Tefahhus. C.) İnceden inceye araştırmalar. TEFAHHUŞ Fuhşa düşmek, fâhişe olmak. Ahlâksız olmak. * Çirkin sözler söylemek. TEFAHUR Fahirlenmek. İftihar etmek. Kendini iyi görüp, kusurdan gaflet etmek. TEFAHUŞ Birbirine çirkin sözler söylemek. TEFAKKUD (C.: Tefakkudât) Arayıp sorma. Sorup soruşturma. TEFAKKUH Gül gibi açılma. TEFAKKUR (Fakr. dan) Fakirleşme. Fukaralaşma. TEFAKUM İş büyüyüp güçleşme. TEFAKÜH (Fâkihe. den) Birbirlerine karşılıklı yemiş atma. * Mc: Şakalaşma. TEFANİ Birbirinde fâni olmak. Arkadaşının iyi ahlâkıyla sevinmek. Arkadaşının, kardeşinin meziyyet ve hissiyatı ile fikren yaşamak. TEFARİC (Tefric. C.) Yırtmalar, genişletmeler. * Ferah vermeler. * Korkaklar, zaifler, yüreksizler. * (Tifrac. C.) Yırtmaçlar, aralıklar. TEFARİK Müteferrik olanlar. Tefrikalar. Ayırma ve seçmeler. * Taksitler. Ufak tefek şeyler. Ayrıca şeyler. * Küçük hediyelik eşya. TEFARİK-UL ASÂ Bir atasözüdür. Bu darb-ı mesel hakkında meşhur Kamus Tercümesi'nde hülâsaten şu mâlumat var: "Arab'dan fakir bir kadının zaif ve gayet huysuz bir oğlu varmış. Yaptığı müteaddit kavgalarda meselâ bir defasında burnunu, bir defasında kulağını, bir defasında dudaklarını kesmişler. Her bir defasında da annesi çocuğunun kesilen azalarına bedelen diyet alarak zenginleşti. Bu sebeple oğluna: "Sen tefarik-ul-asâdan daha faydalısın." Zira o, asâ ki, bir cins ağaç olup, parçalandıkça her bir parçasından yine faydalı şeyler yapılırdı. Onun gibi oğlunun da vücud parçaları daha faydalı oldu. Yani, bir (şey) olmakla beraber, muhtelif fayda cihetleri bulunan şeyler için mecazen bu tabir kullanılır. TEFARÜT Müsabaka etmek, yarışmak. TEFASİL (Tafsil. C.) Tafsiller, ayrıntılar. TEFASİL (Tefsir. C.) Tefsirler, Kur'an-ı Kerim'in mânasını anlatan kitaplar. TEFASSUM Kırılma. Kesilme. TEFASUH Fasahatle söyleme. TEFATTUN Tefehhüm. Sür'atle anlama, idrak etme. * Ufalanma. TEFATTUR Yarılma. TEFATUH Muhakeme olmak. * Bir nesneye başlamak. TEFATÜ' Muhakeme etmek. TEFAÜL Fal tutmak. TEFAVÜD Birbirinden faydalanma, yararlanma. TEFAVÜT Farklılık. İki şey arasındaki fark. Uygunsuzluk. Tehâlüf. TEFAZUL (C.: Tefâzulât) Mikdar fazlası, fark. * Meziyet ve fazilet yarışına çıkma. TEFAZZUL Üstünlük taslama, fazilet satma. * Bağışlama, iyilik. TEFCİ' (C.: Tefciât) Canını yakma, acıtıp ağrıtma. Dertli kılma. TEFCİR Yerden su kaynatıp akıtma. * Drenaj, oluk vs. gibi su yolları yaparak, bir yerde birikmiş olan suları akıtma işi. * Yarmak. TEFCİYE Yemeğin içine nohut, buğday, pirinç, maydanoz ve bunlara benzer şeyler koymak. (Bu konulan şeylere "ebazir" derler.) TEFDİM İbrik ağzına süzgeç koymak. TEFDİYE Canını başkası uğruna feda etme. TEFEB Helâk olmak, mahvolmak. TEFECCU' Canı yanma, acıma. Kaygılı olma, dertli olma. * Belâ ânında hüzünlü olma. TEFECCÜR (Fecr. den) (C.: Tefeccürât) Yerden su kaynayıp akma. * Tan yeri ağarma. * Çatlama, yarılma. TEFECİ t. El altından yüksek faizle para veren kimse. TEFEHHUZ Tâzim, hürmet. TEFEHHÜM Farkına varmak. İdrâk eylemek. * Yavaş yavaş anlamak. Tekellüfle anlamak. TEFEHHÜMÂT (Tefehhüm. C.) Farkına varmalar, yavaş yavaş anlamalar. TEFEKKU' Yarılmak. TEFEKKUH Fıkıh ilmini tahsil etmek. (Bak: Fıkıh) TEFEKKÜH Yemiş toplayıp vermek. Meyvedar olmak. Meyvelenmek. * Pişman olmak. * Pek hoşlanıp hayrette kalmak. TEFEKKÜK Zincir halkası gibi birbirinden ayrılma. TEFEKKÜN Pişman olmak. * Taaccüb etmek, hayrette kalmak, şaşırmak. TEFEKKÜR Fikretmek. Düşünmek. Fikri harekete getirmek.(Tefekkür, gafleti izale eder. Dikkat, teemmül; evham zulümâtını dağıtıyor. Lâkin nefsinde, bâtınında, hususi ahvâlinde tefekkür ettiğin zaman derinden derine tafsilât ile tetkikat yap. Fakat afâkî, haricî, umumî ahvalâta teemmül ettiğin vakit sathî, icmalî düşün, tafsilâta geçme. Çünkü icmalde, fezlekede olan kıymet ve güzellik, tafsilâtında yoktur. Hem de âfâkî tefekkür, dipsiz denize benziyor; sahili yoktur. İçine dalma boğulursun. Arkadaş! Nefsî tefekkürde tafsilâtlı, âfâkî tefekkürde ise icmâlî yaparsan, vahdete takarrüb edersin. Aksini yaptığın takdirde kesret fikrini dağıtır. Evham seni havalandırır. Enaniyetin kalınlaşır. Gafletin kuvvet bulur, tabiata kalbeder. İşte dalâlete îsal eden kesret yolu budur. M.N.)"Bir saat tefekkür, bir sene nâfile ibadetten hayırlıdır" (Hadis-i şerif meâli) (Bak: Ülfet) TEFEL Guslü ve temizliği terk etmekle vücudun kokması. TEFELLUK Yarılma, çatlama. TEFELLÜC Felç olma, felce uğrama. * Yarılıp çatlama. TEFELLÜL (Kılıç) gedik olmak, yaralanmak. Rahnedar olmak. TEFELLÜS İflâs etme. TEFELLÜT Halâs olmak, kurtulmak. * Aniden bağından boşanmak. TEFELSÜF Feylesoflaşmak. TEFENNÜN Fen öğrenmek. * Çok şeyler bilmek. * Türlü türlü olmak. * Bir fende maharet sahibi olmak. TEFENNÜN-İ Fİ-L İBÂRE Bir defa söylenilmiş olan bir sözü ikinci defa söylemek icabederse, o aynı kelimeyi tekrarlamamak için başka kelime veya sözle aynı mânâyı ifade etme san'atı. TEFERKU' Parmak öttürmek. TEFERRU' Bir çok kollara ayrılmak. * Bir kimse halkın üzerine havale olmak. * Bir kavmin en şerefli kadını ile evlenmek. * Çatallanıp dal dal olmak. TEFERRUÂT Bir şeyin bütün incelikleri, ayrıntıları. TEFERRUG (Ferâg. dan) Vaz geçme, fârig olma. * Bir işi bitirip kurtulma. * Satın alınan bir mülkün tapusunu kendi üzerine çevirme. TEFERRUH (Ferah. dan) İçi açılma, ferahlanma. TEFERRUK (Fark. dan) Dağılma, ayrılma. TEFERRUC (Ferec. den) Ferahlanmak. İç açılmak. * Gezintiye çıkmak. Seyr. TEFERRÜD (Ferd. den) Tek ve yalnız kalma. Herkesten ayrılma. * Eşsiz, emsâlsiz ve benzersiz olma. * Kendi başına olma. TEFERRÜS Ferasetle bir şeyi kestirmek. Bir şeyi dikkat ve teemmül ederek isabetli olarak idrak etmek, anlamak. * Zannetmek. TEFERRÜŞ (Ferş. den) Yayılma, serilme. TEFERRÜZ (İfrâz. dan) Ayrılma. TEFER'UN Firavunlaşma. Zâlimlik etme, zulüm yapma. * Çok fazla kibirlenme. TEFES Kir, pislik. * Menâsik-i Hacta bıyık ve tırnak kesmek, baş ve kaş yolmak. TEFESSUD Akmak. TEFESSUH Fasih olma. Anlaşılması kolay olma. TEFESSÜH Açılmak. Genişlemek. İnbisat bulmak. * Mecliste çekilip bir adama oturacak yer açmak. TEFESSÜH Alçaklaşmak. Bozulmak. * Çürümek. Kokup dağılmak. * Tâkattan düşmek. TEFEŞŞİ İntişar etmek, dağılmak. * Tecvidde: Harf okunduğu zaman sesin ağız içinde dağılıp uzatılmasına denir. Sin, sad, se, ra, fe, şın, mim, dad harflerine mütefeşşi harfleri denir. TEFEŞŞU' Galip olmak, yenmek. * Çoğalmak, çok olmak. TEFEŞŞÜ' Münteşir olmak, yayılmak, intişar etmek. TEFETTÜ' Rücu etmek, geri dönmek, vazgeçmek. TEFETTÜN Bir kimseyi zorla fitneye atma. TEFETTÜT (Fett. den) Ufalanma, ufak ufak parçalanma. |
Osmanlıca Sözlük (T Harfi)-Osmanlıca Sözlük (T Harfi)Kelimeler...
RE: Osmanlıca Sözlük (T Harfi) TEFE'ÜL Fal açmak. * Bazı hâdiseleri, tevafukları uğurlu saymak. Meselâ: Bir kitabı rast gele açarak ilk tevafuk eden yeri okuyup ona dikkat ederek onu uğurlu ve esas bir ders sayma gibi. * Olacak şeyi tahmin etmek. (Zıddı: Teşe'üm)(Kur'an ile tefe'üle ve rü'yaya itimada ehl-i hakikat tarafdar değiller. Çünki: Kur'an-ı Hakîm, ehl-i küfrü, kesretle ve şiddetli bir tarzda vuruyor. Tefe'ülde, kâfire ait şiddeti, tefe'ül eden insana çıktığı vakit, yeis veriyor; kalbi müşevveş ediyor. M.)(Beşer idrakinin akibetini kestiremediği mühim işlerde İslâm dini istihare ile tefe'ülü tâlim etmiştir... S.B.M. C: 11 sh: 113)(Ebu Hüreyre'den (R. A.) Resülullah'ın (S.A.M.) : "İslâm'da teşe'üm yoktur, en hayırlısı tefe'üldür" buyurduğunu işittim, dediği rivayet olunmuştur. Mecliste bulunanlar: Tefe'ül nedir Ya Resülallâh! diye sordular. Resül-i Ekrem: Sizden birinizin duyduğu güzel sözdür buyurdu.Teşe'üm, şom tutmak ve hayırsız saymak demektir. Tefe'ül de uğurlu ve hayırlı saymaktır ki dilimizde yom tutmak diye ifade ederiz. Güzel sözle tefe'ül hakkında en güzel misal, Resül-i Ekrem'in Hudeybiyye seferinde Süheyl bin Amr'ın adiyle tefe'ül buyurmasıdır...Hudeybiyye'de Kureyş, müslümanları müşkil bir vaziyete soktuğu sırada Kureyş tarafından muahede akdine mezun bir hey'etin Süheyl bin Amr'ın riyaseti altında gelmekte olduğu duyulunca Resül-i Ekrem uysallık ve yumuşaklık ifade eden (Süheyl) adiyle tefe'ül ederek ashabına: "Artık işiniz kolaylaştı!" buyurmuştur.Güzel sözle tefe'üle dair güzel bir misâl de Arab edip ve şâiri Asmaî, İbn-i Avn'den hikâye ederek vermiştir ve doktora gitmek üzere evinden çıkan bir hastanın: (Sâlim) diye birisinin çağrıldığını duyarak hastalığından kurtulacağına yom tutmasıdır, demiştir. S.B.M. C: 12 Hadis no: 1936)
TEFEVVUK Üstünlük. Fâik ve daha büyük olma. Üstün gelme. TEFEVVÜH (C.: Tefevvühât) (Fevh. den) Söyleme, ağza alma. * Dil uzatma. Münâsebetsiz söz söyleme. TEFEVVÜT Birbirinden eksik olmak. TEFEVVÜZ Bir işi üzerine alma. TEFEYHUK Geniş, bol olmak. * Çok konuşmak. TEFEYYÜZ Feyizlenmek. * İlerlemek. * Bollaşmak. TEFEZZÜR Kaftan giymek. TEFHİM Anlatmak. Bildirmek. TEFHİM-İ MERÂM Merâmını anlatma. TEFHİM Ta'zim. * Bir şeyi kalınlaştırmak. * Tecvidde: Harfi kalın okumaktır. Harflerinin adına Müfahhim denir. Şunlardır: Hı, sad, dad, tı, zı, gayın, kaf, lem, rı, vav, elif. Huruf-u isti'lâda tefhim vâcibdir. TEFHİM Kömürleştirme. TEFHİR Fahirlendirmek, gururlandırmak. * Gâlip olmakla hükmetmek. TEFİE Eğilmek. * Rücu etmek, geri dönmek. TEFİH Hakir, zelil. * Lezzeti olmayan. TE'FİK (C.: Te'fikât) Yalan söyleme. * Yalan ve iftirâ etme. TEF'İL Fal açtırmak. Tefe'ül etmek. TEFİLE Gövdesi kokan kadın. TEFİRE Üst dudağın ortasında olan çukur. TEFKIYE Yarmak. * Göz çıkarmak. TEFKİ' Parmak öttürmek. TEFKİH (Fıkh. dan) Öğretme, anlatma. * Fıkıh öğretme. TEFKİH Hayrete düşürme. * Hoşlandırma. * Yemiş yedirme. TEFKİK Birbirinden ayırmak. * Halâs etmek, kurtarmak. TEFKİR Düşündürme veya düşündürülme. * Endişe etmek. TEFKİR Muhtaç etmek. * Yüksek yeri ağaç dikmek için düzlemek. TEFL Tükürmek. TEFLİC Açmak. TEFLİK Yarmak. TEFLİL Gedik açmak, yarmak. TEFNİD Tekzib etmek, yalanlamak. * Zayıflatmak. * Aciz etmek. * Korkutmak. TEFNİK Nimetlendirmek. * Naz. * Beslemek. TEFNİN Karıştırmak. * Çeşitli yapmak. TEFRİ' Asıldan, kökten şubelere ayrılma, kısım kısım olma. Ayrılma. Fer'lendirme. TEFRİC Gönül açmak. Gam ve tasa gidermek. TEFRİCE (C: Tefâric) Aralık, yırtmaç. TEFRİD Dünya alâka ve meşguliyetlerinden ayrılıp, ibâdet ve tâatle meşgul olma. TEFRİG (Feragat. dan) Boşaltma. * Azade etme. * Dökme. * Kurtarma. * Zâil ve hâlî eyleme. * Vazgeçirme. TEFRİGÂT Boşaltmalar. TEFRİH Ferahlandırma, gönül açma. TEFRİH Korkusuz kalmak. * Gelişme, filizleme. Yumurtadan çıkmak. TEFRİK Birbirinden ayırmak, seçmek, ayırdetmek, ayrı kılmak. * Korkutmak. TEFRİK Ovdurmak. TEFRİKA Nifak. Ayrılık. Bozuşma. * Bir gazete veya dergide parça parça, bir önceki yazının devamı olarak çıkan uzun yazı. * Fırka fırka olmak. TEFRİR Ürkütmek. Kaçırmak. TEFRİS Acıktırmak. TEFRİS Yırtmak. * Parçalamak. TEFRİŞ Döşeme. Yayma. Yayıp döşeme. * Ev eşyasını düzenleme. TEFRİT Ortalamanın yani vasatın çok altında kalmak, geride kalmak. Normalden aşağı olmak. (İfratın zıddı) TEFRİZ Farzetmek. TEFSA' Kesmek. * Eskimek. TEFSİD Fâsid etmek, bozmak. TEFSİDE f. Hararetli, kızgın. TEFSİE Çekmek. Uzatmak. TEFSİK (Fısk. dan) Fısk ve fücura sürükleme. Birisine fâsık, kabahatli, günahkâr demek. TEFSİL Yaramaz ve kem nesne. TEFSİR Mestur, gizli bir şeyi aşikâr etmek. Mânâyı izhâr etmek. * Anladığını anlatmak. Bildiği kadar açıklamak. * Kur'ân-ı Kerim'in mânâsını anlatan kitab. * Ehl-i Hadis ıstılahında Tefsire dâir hadis-i şeriflere Tefsir denilir. (Bak: İctihad)(Tefsir iki kısımdır: Birisi, malûm tefsirlerdir ki, Kur'anın ibaresini ve kelime ve cümlelerinin mânâlarını beyan ve izah ve isbat ederler.İkinci kısım tefsir ise: Kur'anın imanî olan hakikatlerini, kuvvetli hüccetlerle beyan ve isbat ve izah etmektir. Bu kısmın pek çok ehemmiyeti var. Zâhir mâlum tefsirler, bu kısmı bazen mücmel bir tarzda dercediyorlar. Fakat, Risale-i Nur, doğrudan doğruya bu ikinci kısmı esas tutmuş, emsalsiz bir tarzda, muannid feylesofları susturan bir manevî tefsirdir. Ş.)(Risale-i Nur, hükema ve ulemanın mesleğinde gitmeyip Kur'anın bir icaz-ı mânevisiyle her şeyde bir pencere-i mârifet açmış; bir senelik işi bir saatte görür gibi Kur'an'a mahsus bir sırrı anlamıştır ki, bu dehşetli zamanda hadsiz ehl-i inadın hücumlarına karşı mağlub olmayıp galebe etmiş. M.N.)(Kur'an-ı Azimüşşan; bütün zamanlarda gelip geçen nev'-i beşerin tabakalarına, milletlerine ve fertlerine hitaben Arş-ı Alâdan irad edilen İlâhî ve şümullü bir nutuk ve umumi, Rabbanî bir hitabe olduğu gibi; bilinmesi, bir ferdin veya küçük bir cemaatin iktidarından hariç olan ve bilhassa bu zamanda, dünya maddiyatına ait pek çok fenleri ve ilimleri câmidir.Bu itibarla; zamanca, mekânca, ihtisasca daire-i ihatası pek dar olan bir ferdin fehminden ve karihasından çıkan bir tefsir, bihakkın Kur'an-ı Azimüşşan'a tefsir olamaz... Çünkü, Kur'anın hitabına muhatab olan milletlerin, insanların ahval-i ruhiyelerine ve maddiyatlarına, câmi bulunduğu ince fenlere, ilimlere bir ferd, vâkıf ve sahib-i ihtisas olamaz ki, ona göre bir tefsir yapabilsin. Hem bir ferdin mesleği ve meşrebi taassuptan hâli olamaz ki, hakaik-i Kur'aniyeyi görsün, bîtarafane beyan etsin? Hem bir ferdin fehminden çıkan bir dâva, kendisine has olup, başkası o dâvanın kabulüne davat edilemez... Meğer ki bir nevi icmanın tasdikine mazhar ola.Binaenaleyh, Kur'anın ince mânalarının ve tefsirlerde dağınık bir surette bulunan mehasinin ve zamanın tecrübesiyle fennin keşfi sayesinde tecelli eden hakikatlerin tesbitiyle, herbiri birkaç fende mütehassıs olmak üzere muhakkıkîn-i ulemadan yüksek bir heyetin tetkikatiyle, tahkikatiyle bir tefsirin yapılması lâzımdır. Nitekim, kanunî hükümlerin tanzim ve ıttıradı, bir ferdin fikrinden değil, yüksek bir heyetin nazar-ı dikkat ve tedkikatından geçmesi lâzımdır ki, umumi bir emniyeti ve cumhur-u nâsın itimadını kazanmak üzere millete karşı bir kefalet-i zımniyye husule gelsin; ve icma-i millet, hücceti elde edebilsin.Evet, Kur'an-ı Azimüşşan'ın müfessiri, yüksek bir deha sahibi ve nâfiz bir içtihada malik ve bir velâyet-i kâmileyi haiz bir zat olmalıdır. Bilhassa bu zamanlarda, bu şartlar, ancak yüksek ve azim bir heyetin tesanüdiyle ve o heyetin telâhuk-u efkârından ve ruhlarının tenasübüyle birbirine yardım etmesinden ve hürriyet-i fikirlerinden ve taassublarından âzâde olarak tam ihlâslarından doğan dâhî bir şahs-ı manevîde bulunur. İşte, Kur'anı, ancak böyle bir şahs-ı mânevi tefsir edebilir. Çünkü, "Cüzde bulunmayan, küllde bulunur." kaidesine binaen, her fertte bulunmayan bu gibi şartlar, heyette bulunur. İ.İ.) (Bak: Müfessir) TEFSİRE Hastaların bevlini koyacak şişe. Sidik kabı. TEFTE f. Hararetli, kızgın, kızmış. TEFTİH (C.: Teftihât) (Feth. den) Açmak. * Bırakmak. * Yarmak, yardırmak. * Geğirmek. TEFTİH Hor ve zelil etmek. * Kahretmek. TEFTİK (Fetk. den) Yarma, yarılma. TEFTİK (Fetk. den) Yün, pamuk gibi şeyleri ditmek, tarayıp açmak. TEFTİL (Fetl. den) Fitil yapma. Bükme, eğirme. TEFTİN (Fitne. den) Fitneye düşürme. * Meftun verme. Ayartma. TEFTİR (C. Teftirat) Bıkkınlık verme. Fütur verme. Usandırma. * Zayıf etmek, zayıflatmak. * Naksetmek, eksiltmek. TEFTİS Ufak ufak parçalama. TEFTİŞ Kontrol etmek. İşlerin alâkalı vazifeliler tarafından ele alınıp iyi ve tamam yapılmasına çalışmak. * Sormak. * Ayırmak. TEFTİŞÂT (Teftiş. C.) Teftişler. TEFTİT Parça parça etme, ufalama. TEFTİYE Lâğımcılık yapmak. * Büyüyünceye kadar kızı evden dışarıya çıkarmamak.. TEFVİF Bezi alacalı dokutmak. TEFVİH Korkutmak. TEFVİK Tar: Okçulukta, yayın sol el ile yukarıya kaldırılması. * Okun gezini yayın kirişine koymak. TEFVİM Ekmek pişirmek. TEFVİT (Fevt. den) Geçirme, kaçırma. TEFVİT-İ SALÂT Namaz vaktini geçirme veya kaçırma. TEFVİYE Konuşkan olmak. TEFVİZ Birisine bırakma. * İşini Allah'a (C.C.) havâle etme. * Sipariş ve ihâle etme. TEFYİL Bir kimsenin bir kimseye "fikrin zayıf" demesi. TEFYİM Genişletmek. TEFZİ' Ürkütme. Korkutma. * Hayretle baktırma. TEGABBİ Birisini geri zekâlı sayma. TEGABBÜR (Gubâr. dan) Tozlanma. TEGABİ Bilmez olmak. Ahmaklaşmak. TEGABÜN (Gabn. dan) Karşılıklı aldatma. Aldanma veya aldanmanın zuhuru. TEGABÜN SURESİ Kur'an-ı Kerim'in 64. suresidir. Medenîdir. TEGADDİ (Bak: Tagaddi) TEGADDÜB (Gadab. dan) Hiddetlenme, öfkelenme, gazaba gelme, kızma. TEGAFÜL Bilmez görünmek, anlamazlıktan gelmek. Kasden kendisini gafil göstermek.(Farazâ, bazılarının altında büyük fenâlıklar varsa da, hücum edilmemek gerektir. Zira, çok fenalık vardır ki, iyilik perdesi altında kaldıkça ve perde yırtılmadıkça ve ondan tegafül edildikçe mahdut ve mahsur kaldığı gibi, sâhibi de perde-i hicab ve hayâ altında kendisinin ıslahına çalşır. Lâkin vaktâ ki, perde yırtılsa, hayâ atılır. Hücum gösterilse, fenalık fena tevessü' eder. Münazarât) TEGALGUL Hoş kokulu şeyler sürünmek. * Zorluk, çetinlik, güçlük. * Bir şeyin, ilmin içine çok dalmak. TEGALLÜB (Bak: Tagallüb) TEGALLÜF (Gılaf. dan) Kılıflanma. TEGALLÜT (C.: Tegallütât) (Galat. dan) Yanılma. Yanlışa düşme. TEGALÜB Birbirine galebe etmek, birbirine üstün gelmek. TEGAMGUM Sözü düz söylememek. TEGAMMÜD Günahı örtmek. TEGAMMÜR Suyu az içmek. TEGAMÜZ (Gamze. den) (C: Tegamüzât) Birbirine göz ucu ile işâret etme. TEGANNUS Tatsız olmak. TEGANNUC (C.: Tegannücât) (Ganc. dan) Nazlanma. TEGANNÜM Koyunlaşma. Koyun postuna bürünüp kendisini koyun gibi gösterme. TEGARBÜL (Gırbâl. den) Kalburdan geçirme. TEGARGUR Gargara etmek. TEGARRÜB (Gurbet. den) Gurbete çıkma. TEGARRÜD (C.: Tegarrüdât) Kuşun hoş ve nağmeli bir şekilde ötmesi. TEGARRÜR Gururlanma, kibirlenme. * Kaynamak. * Galeyan. TEGASSUN (Gusn. dan) Dalbudak peydâ etme. Dallanma. TEGASSÜL (Gasl. den) Gusletme, yıkanma. TEGAŞMÜR Kahra uğratmak. TEGAŞŞİ (Gışâe. den) Örtünme, bürünme. * (Gaşy. den) Kendinden geçme. TEGAT Birbirini suya daldırmak. TEGAVÜN Cem'olmak, toplanmak. * Kötü işe yardım etmek, şer işe muâvin olmak. TEGAVÜR Birbirini yağmalamak. TEGAVVUT Kazâ-i hâcet etmek. TEGAVVÜL Renk değiştirme. Renkten renge girme. TEGAVVÜR (Gavr. dan) Derine dalma. * Bir şeyin esâsını arama. TEGAYÜB Birkaç kişinin topluca kaybolması. TEGAYÜR Zıt olmak. Uymamak. Başka türlü olmak. TEGAYÜZ (C.: Tegayüzât) Karşılıklı olarak kızışıp öfkelenme. TEGAYYÜM (C.: Tegayyümât) (Gayb. dan) Bulutlanma. TEGAYYÜR Hâlden hâle geçmek, değişmek. * Bozulmak. * Zıt olmak. (Bak: Hâdis) TEGAYYÜT Büyük def-i hâcet. TEGAYYÜZ (C.: Tegayyüzât) (Gayz. dan) Hiddetlenme, kızma. TEGAYYÜZ Meşeliğe otlaması için davar salmak. * Meşelik içinde yerleşmek. TEGAZGUZ Eksik olmak. TEGAZÜN Hışmetmek, kızmak. TEGAZZÜB (Gazâb. dan) Öfkelenme, hiddetlenme, gazaba gelme, kızma. TEGAZZÜL (C.: Tegazzülât) (Gazel. den) Gazel tarzında şiir yazma. * Gazel söyleme. TEGERG f. Dolu. BÂRÂN Ü TEGERG Yağmur ve dolu. TEGİL f. Sakalları yeni çıkmağa başlayan genç. TEH f. Dip. * Mertebe, kat. TEH-İ ÇÂH Kuyunun dibi. TEHABB Dostluk etme. Muhabbet, sevişme. TEHABBÜB (Bak: Tahabbüb) TEHABBÜR (Haber. den) Esasını bilme, iyice bilme. TEHABBÜS (Habs. den) Kendini bir yere kapama. Hapsetme. TEHABBÜT (Bak: Tahabbut) TEHACCUR (Bak: Tahaccür) TEHACİ (Hecâ. dan) Hicivleşme. * Hicvetme, yerme. TEHACÜM Birbirine hücum etme. * Bir yere istekle, hızlıca toplanmak, üşüşmek. TEHACÜR Birbirinden ayrılmak. * Kesilmek. TEHADDİ (Bak: Tahaddi) TEHADDÜS (Bak: Tahaddüs) TEHADU' Aldanmış gibi görünme. TEHADÜB Kamburlaşma. TEHADÜM Yıkılmak. TEHADÜR Kaynamak. Galeyan. TEHAFÜT Sözü gizlice söyleşmek. TEHAFÜT Düşürmek, düşmek. * Birbirinin üstüne atılmak. Birbirinin ardınca olmak. TEHAKKÜM (Bak: Tahakküm) TEHALLÜF Uygunsuzluk. * Kafileden geri kalma. * Geride bırakma. TEHALLÜL (Bak: Tahallül) TEHALÜF (Half. dan) Hâkimin her iki tarafa da yemin ettirmesi. TEHALÜF Birbirine zıt olmak. Birbirine muhalif olmak, uymamak. TEHALÜK (C.: Tehâlükât) (Helâk. dan) İstekle atılma. Tehlikeye aldırış etmeden, birbirini çiğneyecek gibi koşuşma. TEHAMİ (C.: Tehâmiyât) Kendini sakınma, korunma. * Avukatlık etme. TEHAMUK (Humk. dan) Kendini ahmak gösterme. TEHANNÜN Çok arzu ve istek göstermek. * Göreceği gelmek. Özlemek. TEHARRUB Ağaç kurdunun ağacı kemirerek oyması. TEHARRÜK Hareketlenmek, kımıldamak. Hareket etmek. TEHARÜC Çıkışmak. * Tevzi etmek, dağıtmak. * Fık: Ortakların bir kısmı akar (para getiren mülk), bir kısmı arazi, bazısı da para üzerine yaptıkları anlaşma. TEHARÜM (Herm. den) Genç olduğu hâlde, kendini ihtiyar gösterme. Yaşlı gibi görünme. TEHARÜŞ Hırıldaşıp dalaşma. TEHASSÜB Yastığa dayanma. TEHASSÜR (Bak: Tahassür) TEHASSÜS (Bak: Tahassüs) TEHASÜD (Hased. den) Hasetleşme. TEHASÜM Muhâsama etme, düşmanlık etme. TEHAŞİ (Haşy. dan) Korkup çekinme, sakınma. TEHAŞÜN Haşin davranma. Zorluk gösterme. Sert muamelede bulunma. TEHATİH Bâtıl, boş ve abes sözler. * Tamamlanmamış söz. TEHATTUF Kapmak. TEHATTÜM Pek lüzumlu ve vâcib olmak. Vücub derecesinde bulunmak. TEHATU' Hatâ etmek, kabahat işlemek. TEHATUB (Hatb. dan) Hitablaşma. Karşılıklı birbirine hitab etme. TEHAVİL Muhtelif renkler, çeşitli renkler. TEHAVÜN Mühimsememek, ehemmiyet vermemek, ağır davranmak. Aldırış etmemek. * İstihkar, horlama, hakir görme. TEHAVVÜL (Bak: Tahavvül) TEHAYÜC Kandırmak. TEHAYÜT Toplanıp gelmek. TEHAYYÜZ (Bak: Tahayyüz) TE'HAZ Tekrar almak. TEHAZÜL Muhârebeden kaçıp geri dönme. TEHBİL : "Baban seni ölmüş diye ağladı" demek. TEHCİD Uyutmak. TEHCİN Dedikodu yapma. * Müstehcen ve edeb dışı sayma. TEHCİR Yurdundan çıkarma, hicret ettirme, sürme. * Öğle vakti bir yere gitme. TEHCİYE Heceleme. TEHDİB Saçak yapmak. TEHDİD Göz dağı verme, birisini korkutma. Korkutulma. TEHDİD-ÂMİZ f. Tehditle karışık, tehdit eder surette. TEHDİDÂT (Tehdid. C.) Korkutmalar, göz dağı vermeler. TEHDİDEN Korkutarak, tehdit ederek. TEHDİDKÂRÂNE f. Tehdid edenlere yakışır şekilde. Tehdid edercesine. TEHDİL (Budak) aşağı eğilmek. * (Dudak) aşağı sarkmak. TEHDİM (Hedm. den) Yıkma. TEHDİN Çocuğu güzel sözlerle susturup avutma. Yalandan yüze gülüp medhetme. * Teskin etmek. TEHDİR Hastalıklı devenin bağırması. * Sözü boğaz içinden söylemek. TEHDİYE Hediye verme, bağışlama. TEHECCİ (Hecâ. dan) Heceleme. TEHECCÜD Gece uyanıp namaz kılmak. Gece namazı. (Bu namaz, nâfile namazların en çok sevablısıdır.) TEHECCÜM Hücum etme. Saldırma. * Acele gitme. TEHECCÜR Ayrılmak. * Zuhr vaktinde seyretmek. TEHECHÜC Uzaklaşmak. Irak olmak. TEHEDDİ Doğru yola girme. Hidayetlenme. TEHEDDÜB Saçaklanmak. TEHEDDÜL Sarkma, sölpüme. TEHEDDÜM (C.: Teheddümât) Yıkılma. |
Osmanlıca Sözlük (T Harfi)-Osmanlıca Sözlük (T Harfi)Kelimeler...
RE: Osmanlıca Sözlük (T Harfi) TEHEKKU' Teveccüh etmek, yönelmek.
TEHEKKÜM İstihza. * Tevbih. Şiddetle azarlama. Görünüşte ciddi, hakikatta alaydan ibaret olan eğlenme. * Edb: Tarizin tesirli olan kısmı. TEHEKKÜMÂT (Tehekküm. C.) Ciddi tavır takınarak eğlenmeler. TEHEKKÜMEN Alay için, tehekküm suretiyle. TEHEKKÜR Taaccüb etmek, hayrette kalmak, şaşırmak. TEHELHÜL Fileli olmak. Bir elbisenin delikli delikli olması. TEHELLU' Haris olmak, hırslı olmak. TEHELLÜL Sevinme, açık yüzlü olma. Yüzü gülme. Beşâretten yüzdeki parlama eseri. TEHELLÜS Zayıflamak. TEHEMMU' Seyelân etmek, akmak. TEHEMTEN f. İri vücutlu, boylu boslu yiğit. TEHENDÜM Kapanmak. TEHENNÜ' Sinmek. * Alışmak. TEHESHÜS Gizli ses. TEHESSÜM Kesilmek. TEHEŞŞÜM Münkesir olmak, kırılmak. TEHETTÜK (C.: Tehettükât) (Hetk. den) Yırtılma. * Utanmazlık ve hayâsızlıkta aşırı derecede olma. TEHEVVU' Kusma. İstifrağ etme. TEHEVVÜD Tevbe. Sâlih amel. * Yahudi olmak. TEHEVVÜK Tenbel olmak. TEHEVVÜL Korkunç hâle gelme. * Birisinin malına göz koyma. TEHEVVÜM Hafif uyku. TEHEVVÜN Hakir kılınma. Horlanma. Hakaret görme. Aşağılanma. TEHEVVÜR Korkusuzlukla düşünmeden hareket etmek. Sonunu düşünmeden birden bire karar vermek. * Kuvve-i gadabiyenin ifrat mertebesi; maddi mânevi hiçbir şeyden korkmamak hâleti. TEHEVVÜS Heveslenmek. * Yumuşak yerde ağır ağır yürümek. TEHEYYÜ Hazırlanma, nizamlanma. TEHEYYÜB (Heybet. den) Korkma. Korkutma. TEHEYYÜC Heyecanlanma. Coşma. Deprenme. Harekete gelme. TEHEYYÜCÂT (Teheyyüc. C.) Coşup heyecanlanmalar. TEHEYYÜF İnceltmek. TEHEYYÜL Lânet etmek. TEHEYYÜM Şaşma, şaşırma. Şaşıp kalma. Hayran olma. * Susuz olma. TEHEYYÜN Asan olmak, kolay olmak. TEHEYYÜZ Kırılmış kemiğin kaynayıp bitişmesi. TEHEYYÜZ Perâkende olmak, dağılmak. TEHEZZUK Bir yerde karar etmeyip çalkanmak. TEHEZZUM Zulmetmek. TEHEZZÜ' Maskaraya almak. TEHEZZÜC Nağmeli ses çıkarma. Terâne-perdâzlık etme, makamla şarkı söyleme. TEHEZZÜL Bıkkın olmak. TEHEZZÜM Eliyle bir nesneyi kırmak. TEHEZZÜZ Hafif titreme, deprenme, ihtizâz. TE'HIYE Hayvana yatacak ahır yapmak. * Birbirine kardeş olmak. TEHİ Boş, avare kalmak, hâlî. Eli boş. TEHİDEST Eli boş. Züğürt. TE'HİL Misafire "hoş geldiniz" demek olan ehlen ve sehlen cümlesini söylemek. * Ehliyetli kılmak. * Ürkekliğini gidermek. Alıştırmak. * Lâyık ve müstehak görmek. TEHİM (Töhmet. den) Suçlu, kabahatlı. TEHİMİYAN f. İçi boş. TE'HİR Geciktirme. Sonraya bırakma. TE'HİRÂT (Te'hir. C.) Tehirler, geciktirmeler, sonraya bırakmalar. TEHİYYE (Tahiyye) Selâm vermek. Hayır duâ etmek. * Hazır ve âmâde kılmak. (Bak: Tahiyye) TEHLİB Atın kuyruğunun kılını kesmek. TEHLİK Öldürme. Helâkete düşürme. TEHLİKE (Tehlüke) (Helâk. den) Helâkete sebep olacak hâl. Felâket. TEHLİL İslâmiyetin tevhid akidesini hülâsa eden, ancak bir İlâh bulunduğunu, Onun da ancak ve ancak Allah (C.C.) olduğunu ifade eden "Lâilâhe illâllâh" sözünü tekrar etmek. (Bak: Tevhid) TEHN Kâim olmak, var ve mevcud olmak. TEHNİD Lâtifeleşmek, şakalaşmak, birbirine lütuf etmek. TEHNİE Tebrik etmek. TEHNİYET Tebrik etme, kutlama. TEHRİB Kaçırma. Kaçırılma. Firar ettirme. TEHRİM Kocaltma. TEHŞİM Zaaf vermek. * Kırmak. TEHTAN Yağmurun ulaştırı yağması. TEHTEHE Ağır söylemek, sert konuşmak. TEHTİK Yırtma. * Nâmusa halel getirme. TEHVİ' Kusturma veya kusturulma. TEHVİD Yahudileşme. Yahudi edilme. TEHVİL Dehşet göstermek. Korkutma. TEHVİM (C.: Tehvimât) Hafif uyku. TEHVİN (Hevn. den) Kolaylaştırma. * Ucuzlatma. Ucuzlatılma. * Alçaltma. Alçaltılma. * Cevr ve hakaret eylemek. Saymamak. Hakir görmek. TEHVİR Suyu veya diğer sıvıları döktürmek. TEHVİS Yedirmek, yemek yedirmek. TEHVİŞ Karma karışık etme. * Bir yere toplama. TEHVİYE (Hevâ. dan) Havalandırma. TEHYİ' (Tehyie - Tehiyye) (C.: Tehiyyât) Hazırlama, hazırlanma. TEHYİB (C.: Tehyibât) Heybetli gösterme, heybetli gösterilme. TEHYİC Heyecanlandırma. Coşturma. * Ayağa kaldırma. TEHYİCÂT (Tehyic. C.) Coşturmalar, heyecanlandırmalar. TEHYİE (C.: Tehyiât) Hazırlama, hazırlanma. TEHYİR Suyu döktürmek. TEHZİ' Kırmak. TEHZİB Islâh etme. * Temizleme. Fazlalığını, pisliğini giderme. TEHZİB-İ AHLÂK Temiz ahlâk sâhibi olmağa çalışmak. Ahlâkını düzeltmek. TEHZİB-İ RUH Ruhunu yükseltmeğe, temizlemeğe çalışmak. TEHZİC (C.: Tehzicât) Makamla şarkı söyleme. TEHZİL (C.: Tehzilât) Zayıflatma. * Alaya alma. Alay şekline sokma. TEHZİZ (C.: Tehzizât) Hafif titreme, hareket ettirme. Deprendirme. TEK f. Koşma, seğirtme. TEKABBEL "Kabul etsin" mânasında söylenir. TEKABBELALLAH Allah kabul etsin (meâlinde duâ). TEKABBUH (Kubh. dan) Çirkin görme. kötü sayma. TEKABBÜL Kabul etmek. TEKABKUB Bağırsaklarda gazların meydana getirdiği gurultu. TEKABÜL Karşılıklı olma. Bir şeyin karşılığı olma. Yüzleşme. Karşılık olma. Karşılama. * Tezat. TEKADDÜM Geçmiş bulunma. * Öne geçme. İlerleme. * Birine gelmesi muhtemel bir zararın def'i için evvelceden iş'ar ve tenbih eylemek. * Fık: Mürur-u zaman olmak. Zamanı geçmiş bulunmak. TEKADİM (Takdime. C.) Takdim edilen armağanlar, verilen hediyeler. TEKADİR (Takdir. C.) Mukadderât. Alınyazıları. * İhtimâller. TEKADÜM Geçmiş bulunma. * Mürur-u zaman olma. TEKÂFİ (Tekâfü') Birbirinin dengi olma. TEKÂFÜ' Beraberlik, eşitlik, müsâvilik. TEKAHHUL (Bak: Tekehhül) TEKÂHÜL Dikkatsizlik, ihmal. TEKA'KU' Yaramaz gönüllü olmak. * Geri durmak. TEKALİB (Taklib. C.) Döndürmeler, çevirmeler. İçi dışa çevirmeler. TEKÂLİF Teklifler, vergiler. (Bak: Teklif) TEKALKUL Deprenme, hareketlenme, sarsılma. TEKALLÜD Bir şeyi üzerine alma. İltizam edip boynuna alma. TEKÂLÜB (Kelb. den) Köpek gibi birbirine saldırma. * Husumet etmek, düşmanlık yapmak. TEKAMMUS Giyinme, gömlek giyme. TEKÂMÜL Kemâl bulma. Olgunlaşma. TEKÂMÜLÂT (Tekâmül. C.) Olgunlaşmalar, tekâmüller. TEKAMÜR (Kımâr. dan) Kumar oynama. TEKÂPU f. Öteye beriye seğirtme. Telâşla koşarak birşeyler araştırma. * Dalkavukluk. TEKÂRİ Kira almak. TEKARİR (Takrir. C.) Teklifler, takrirler, önergeler. TEKARRÜR (Bak: Takarrür) TEKARÜB Birbirine yaklaşma. Birbirine yakın gelme. * Tedenni etme. TEKÂRÜM Ayıp ve kusur olacak şeylerden kaçınma. TEKARÜN (Karn. dan) Birbirinin yanına gelme. Birbirine yanaşma. Mukarenet. TEKAS (Bak: Takas) TEKASİT (Taksit. C.) Taksitler. TEKÂSÜF Kesifleşme. Yoğunlaşma. Sıklaşma. * Bir noktada toplanma. * Birbirinden ayrılan kimyevi maddelerin tekrar toplanarak birleşmeleri. TEKÂSÜL Üşenmek. Gevşeklik. İhtimamsız davranmak. Tembellik. TEKÂSÜLÂT (Tekâsül. C.) Tembellikler, üşenmeler. İlgisizlikler. TEKÂSÜLÎ Gevşeklik ve uyuşukluğa âit. Tembellikten gelen. (Bak: Himmet) TEKASÜM (Kasem. den) Andlaşma. * Bölüşme. TEKÂSÜR (Kesret. den) Çoğalma. Kesret bulma. * Çok öğünme. Mal ve evlâdın çokluğu ve bu çokluk ile fahirlenme. TEKÂSÜR SURESİ Kur'an-ı Kerim'in 102. Suresi. Mekkîdir. Makbure Suresi de denilmiştir. TEKAŞŞU' (Kaş'. dan) Balgam çıkarma. TEKATİR (Taktir. C.) Damlamalar. TEKATTU' Tıb: Sıtma nöbetinin muntazam vakitlere ayrılması. TEKATTÜL Birbirini kesme, kesişme. TEKATU' Kesme. Kesişme. * Çatışma. İki çizginin bir noktada birbirini kesmesi. TEKATUR Damlama. Damla damla dökülme. TEKATÜB Yazışmak. TEKATÜL (Katl. dan) Vuruşma. Birbirini öldürme. Mukatele. TEKATÜM Birbirinden sır saklama. TEKAÜD Oturma. Fârig olma. * Karşılıklı oturma. * Emeklilik. TEKAÜDEN Emekliye ayrılarak. TEKAÜDİYE Tekaüde mahsus olan aylık. TEKÂVER f. Koşucu, seğirtici. * Yorga yürüyüşlü at. TEKAVİM Takvimler. TEKAVÜL (Kavl. den) Sözleşme. TEKÂVÜS Bir yere cem'olmak, yığılmak, toplanmak. * Sıkışmak. TEKAVVÜL Kendisinde olmayanı söylemeğe çalışma. Yalan söyleme. TEKAVVÜLAT (Tekavvül. C.) Yalan sözler. TEKAVVÜM Eğri iken doğrulma. TEKAVVÜT (Kut. dan) Beslenme, azıklanma. Geçinme. TEKAVVÜS Kavislenme. Bükülme. Eğilme. Kavis şekline girme. TEKÂYA (Tekye. C.) Tekyeler. (Türkçede bazan "tekke" şeklinde de kullanılır.) TEKÂYÜD (C.: Tekâyüdât) (Keyd. den) Birbirine hile yapma. TEKAYYÜD (Bak: Takayyüd) TEKAZ Birbiriyle ödeşme. * Karşılaştırma. TEKAZA (Bak: Takaza) TEKÂZÜB (Kizb. den) Birbirini aldatma. Birbirine yalan söyleme. TEKAZZU' Çıbanın irinlenmesi. TEKBİB Kebap yapmak. TEKBİL Bendetmek. TEKBİR "Allahü ekber" demek. Allah'ın her hususta en yüksek ve en büyük olduğu ifâde etmek.(Bu sırr-ı ittihad ile kâinat içinde bir zerre gibi zayıf, küçük bir mahluk olan şu insan, ubudiyetin azameti cihetiyle Hâlık-ı Arz ve Semavat'ın mahbub bir abdi ve arzın halifesi, sultanı ve hayvanatın reisi ve hilkat-i kâinatın neticesi ve gayesi oluyor.Evet eğer namazların arkasında, hususan bayram namazlarında bir anda "Allahuekber" diyen yüzer milyon insanların sesleri, âlem-i gaybda ittihad ettikleri gibi âlem-i şehadette dahi birbiriyle ittihad edip içtima' etse, küre-i arz tamamiyle büyük bir insan olup azametine nisbeten büyük bir sada ile söylediği "Allahuekber"e müsavi geldiğinden o muvahhidînin ittihadiyle bir anda, Allahuekber demeleri, Küre-i Arz'ın büyük bir "Allahuekber"i hükmüne geçiyor... Adetâ bayram namazlarında Âlem-i İslâmın zikir ve tesbihi ile zemin zelzele-i kübrâya mazhar olup, aktar-ı etrafiyle "Allahuekber" deyip kıblesi olan Ka'be-i Mükerreme'nin samimi kalbiyle niyet edip, Mekke ağziyle, Cebel-i Arefe diliyle "Allahuekber" diyerek o tek kelime, etraf-ı arzdaki umum mü'minlerin mağara-misal ağızlarındaki havada temessül ediyor. Bir tek "Allahuekber" kelimesinin aks-i sadâsıyla hadsiz "Allahuekber" vuku bulduğu gibi o makbul zikir ve tekbir, semavatı dahi çınlatıp berzah âlemlerine de temevvüc ederek sada veriyor. İşte bu arzı böyle kendine sâcid ve âbid ve ibadına mescid ve mahluklarına beşik ve kendine müsebbih ve mükebbir eden Zat-ı Zülcelâl'e, yerin zerratı adedince hamd ve tesbih ve tekbir edip ve mevcudat adedince hamdediyoruz ki; bize bu nevi ubudiyeti ders veren Resul-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmına ümmet eylemiş. L.) |
Osmanlıca Sözlük (T Harfi)-Osmanlıca Sözlük (T Harfi)Kelimeler...
RE: Osmanlıca Sözlük (T Harfi) TEKBİRÂT (Tekbir. C.) Tekbirler. Tekbir getirmeler.
TEKBİRHÂN f. Tekbir getiren. TEKBİT (Cihaz) Az olmak. * Asan olmak, kolay olmak. TEKDİH Kuvvetle kaşımak. TEKDİM Çok ısırmak. TEKDİR Azarlamak. * Kederlenme. * Bulanık etme. * Mektebde talebeye verilen ve siciline geçirilen bir ceza. Ta'zir. TEKDİRÂT (Tekdir. C.) Tekdirler, azarlamalar. TEKDİS Harman etmek. TEKE f. Keçilerin erkeği. Sürü önünden giden kösemen. * Bir cilt defter. * Tezek. TEKEBBÜD (Kebed. den) Sertleşme, katılaşma. TEKEBBÜR Kibirlenmek. Kendini büyük saymak. Nefsini büyük görmek. (Bak: Taabbüd, Tevazu')(İşte ey insan! Eğer yalnız ona abd olsan bütün mahlukat üstünde bir mevki kazanırsın. Eğer ubudiyetten istinkâf etsen, âciz mahlukata zelil bir abd olursun. Eğer enâniyetine ve iktidarına güvenip, tevekkül ve duâyı bırakıp, tekebbür ve dâvaya sapsan; o vakit iyilik ve icad cihetinde arı ve karıncadan daha aşağı, örümcek ve sinekten daha zayıf düşersin. Şer ve tahrib cihetinde dağdan daha ağır, tâundan daha muzır olursun. S.) TEKEDDUH Kuvvetle kaşımak. TEKEDDÜN Eğlenmek. TEKEDDÜR Bulanık olma. * Kederlenme. TEKEFFÜ' Yürürken etrafına bakmadan önünü gözleyerek gitmek. TEKEFFÜF (Keff. den) El uzatarak dilencilik etme. Avuç açma. Dilenme. * Avuçla tutmak. TEKEFFÜL Boynuna almak. * Birine kefil olmak. Kefâlet etmek veya vermek. TEKEHHUL Göze sürme çekme. Suni kara gözlü olma. TEKEHHÜF (Kehf. den) Mağara biçiminde oyulup kazılma. TEKEHHÜN Kâhinlik yapma, falcılık etme. TEKE'KÜ' Cem'olmak, birikmek, toplanmak. * Korkak olmak. TEKELLÜF Kendi isteğiyle külfete girmek, bir zorluğa katlanmak. * Gösterişe kapılmak. Özenmek. * Yapmacık hâl ve hareket. Zoraki hareket.(Üstadımız, tekellüf ve taazzumdan aslâ hoşlanmaz ve talebelerinin dahi tekellüf kaydından âzâde olmalarını emreder. Ve buyururlar ki, "Tekellüf şer'an ve hikmeten fenâdır. Çünkü, tekellüf sevdası, insanı hadd-i ma'rufu tecâvüze sevkeder. Mütekellif olanlar, bazan hodbinâne bir tezâhür ve tefâhür tavrı ve muvakkat soğuk bir riyâkâr vaziyeti takınmaktan kurtulmaz. Halbuki, bunların ikisi de ihlâsı zedeler." R.N.) TEKELLÜFÂT (Tekellüf. C.) Tekellüfler. TEKELLÜL Götürü gelmek. * İhâta etmek, kaplamak, içine almak. TEKELLÜM (C.: Tekellümât) Konuşmak. Söylemek. TEKELLÜM-İ SÂMİT Sessiz konuşma. TEKELLÜMÂT-I TESBİHİYE Cenab-ı Hakk'ı tesbih eden kelâmlar, konuşmalar.(Demek faaliyetten gelen harekât ve zeval bir tekellümât-ı tesbihiyedir ve kâinattaki faaliyet dahi kâinatın ve envâının sessizce bir konuşması ve konuşturmasıdır. M.) TEKELLÜS (C.: Tekellüsât) (Kils. den) Kireçleşme. TEKEMKÜM Başına külâh giymek. TEKEMMÜ' Mantar koparmak. TEKEMMÜL Olgunlaşmak. Kemâle doğru gitmek.(İnsanda olan hadsiz istidadât-ı maneviyye ve nihayetsiz âmâl ve efkâr ve müyulât dahi israf edilmeyecektir. Öyle ise, insandaki o esaslı meyl-i tekemmül bir kemâlin vücudunu gösterir. Ve o meyl-i saadet, saadet-i ebediyeye namzed olduğunu kat'i olarak ilân eder. Öyle olmazsa insanın mahiyet-i hakikiyyesini teşkil eden o esaslı maneviyat, o ulvi âmâl, hikmetli mevcudatın hilâfına olarak israf ve abes olur, kurur, hebâen gider. S.) TEKEMMÜL-Ü MEBÂDÎ Bir şeyi netice veren ilk unsur ve sebeblerin ibtidailikten mükemmelliğe doğru gitmesi. TEKEMMÜM (Kümm. den) Örtünüp bürünme. TEKEMMÜN Pusuya yatma, gizlenme. TEKEMMÜŞ Acele etme. TEKENNİ (Künye. den) Künye alma. Ad alma. TEKENNÜF Bir yere toplanmak. TEKENNÜS Gizlenmek. * Örtünmek. TEKERFU' Mürtefi olmak, yükselmek. TEKERRU' Paça yemek. TEKERRÜC Fâsid olmak, bozulmak. * Kirlenmek. Paslanmak. TEKERRÜH (Kerh. den) İğrenme, kerih görme. TEKERRÜM Saygı görmek. Keremli olmak. TEKERRÜR Tekrarlanmak. (Bak: Tekrârat) TEKERRÜRÂT (Tekerrür. C.) Tekerrürler, tekrarlanmalar. TEKERRÜŞ Buruşma. TEKESSÜB Kazanmak. TEKESSÜL Durmak. * Üşenmek. Gevşek davranmak. TEKESSÜR Çoğalmak. Kesretli olmak. Adet miktarına adet ilâve olmak. TEKESSÜR Kırılmak. TEKEŞŞÜF Açılmak, görünmek, sıyrılmak, meydana çıkmak. * Rüsvay olmak. Sırları açığa çıkmak. TEKETTÜL Bir yürüme çeşiti. TEKEVVÜK Baş yarmak. * Basmak. TEKEVVÜN (C.: Tekevvünât) Vücuda gelmek. Meydana geliş. * şekillenmek. * Var olmak. TEKEVVÜNÎ Tekevvüne ait. Oluşla, hâdisatla alâkalı. TEKEVVÜR Damlamak. TEKEYMÜS Yemeklerin midede ezilmesi. TEKEYYÜF Bir keyfiyet kabul etmek. Eksiltmek veya noksan etmek. Keyfiyetlenmek. * Keyiflenmek. TEKEYYÜS (Kiyâset. den) Kiyâsetli ve zeki görünme. * Zariflik gösterme. TEKFİL Kefil etme. Kefil edilme. Kefil gösterme. * Boynuna aldırmak. TEKFİN Kefenlenmek veya kefenlemek. TEKFİR Birisine "kâfir" deme, kâfirliğine hükmetme. * Ortadan kaldırma, yok etme. * Setretme, örtme. * Keffaret verme. * Elini göğsüne koyup tevazu yapma. TEKFİR-İ YEMİN Yeminin keffaretini vermek. Yemin bozan bir kimsenin ceza olarak ödediği para, tuttuğu oruç. (Bak: Keffaret) TEKFİR-İ ZÜNUB Günahları örtme, affetme. TEKFUR Tar: Bizans İmparatorluğunun valilik derecesindeki idarî hizmetlerinde bulunan kimseler. TEKHİL (Kuhl. dan) Göze sürme çekme. TE'KİD Kuvvetlendirme, sağlamlaştırma. * Üsteleme. Bir iş için evvelce yazılan bir yazıyı tekrarlama. TE'KİD-İ MANEVÎ Söylenişi başka, manası müşterek olan. TE'KİDEN Tekrarlama ile. * Sağlamlaştırarak. Te'kid suretiyle. * Evvelce yazılmış olan bir yazıyı tekrarlıgirsin bir tarafına ..!!!. TE'KİL Yedirme veya yedirilme. TEKLÎ Hapsetmek. TEKLİB Köpeğe av öğretmek. TEKLİC Yüzünü ekşitmek. TEKLİF Zor birşey istemek. Bir vazife ileri sürmek. * Sıkılgan ve resmi davranış. İçli dışlı olmayan çekingen muâmele. * Vergi yüklemek. * Vazife vermek. * Cenab-ı Hakk'ın, insanları, emir ve nehiyleri üzerine hareket etmeğe vazifelendirmesi. * Fık: Şeriat-ı İslâmiyenin, ehliyet ve salâhiyet sahibi olan insanlara bir takım vazifeler yapmalarını ve bir kısım şeyleri de terketmelerini emir ve ilzam buyurmasıdır. Bunlar ile öylece dinen me'mur ve vazifeli olan bir insana mükellef denir. Çoğulu: Mükellefîn'dir. (Bak: Ahlâk-ı hasene)(Teklif-i İlâhî bir tecrübedir. Tâ ervah-i âliye ile ervah-ı sâfile müsabaka meydanında birbirinden ayrılsın. S.)(S - Diyorsun ki: "Teklif, saadet içindir. Halbuki ekser-i nâsın şekavetine sebeb, teklifdir. Teklif olmasaydı, bu kadar tefavüt-ü şekavet de olmazdı?"C - Cenab-ı Hak, verdiği cüz'-i ihtiyarî ile ef'al-i ihtiyariye âlemini kesbiyle teşkil etmeye insanı mükellef kıldığı gibi, ruh-u beşerde vedia olarak ekilen gayr-i mütenahi tohumları sulamak ve neşv ü nemalandırmak için de beşeri teklif ile mükellef kılmıştır. Eğer teklif olmasaydı, ruhlardaki o tohumlar neşv ü nema bulamazdı. Evet, nev'-i beşerin ahvaline dikkatle bakılırsa görülür ki; ruhun manen terakkisini, vicdanın tekâmülünü, akıl ve fikrin inkişaf ve eterakkisini telkih eden, yani aşılayan, şeriatlardır; vücud veren, tekliftir; hayat veren, Peygamberlerin gönderilmesidir; ilham eden dinlerdir. Eğer bu noktalar olmasaydı, insan hayvan olarak kalacaktı ve insandaki bu kadar kemalât-ı vicdaniye ve ahlâk-ı hasene tamamen yok olurlardı. Fakat insanların bir kısmı, arzu ve ihtiyariyle teklifi kabul etmiştir. Bu kısım, saadet-i şahsiyeyi elde ettiği gibi nev'in saadetine de sebeb olmuştur. Amma insanların büyük bir kısmı, ihtiyarı ile küfrü kabul ve tekâlif-i İlâhiyyeyi reddetmişlerse de, teklifin bazı nevi'lerinden süzülen terbiyevî, ahlâkî vesaire güzel şeyleri aldıklarından, teklifin o nevi'lerini zımnen ve ıztıraren kabul etmiş bulunurlar. İşte bu itibarla, kâfirin her sıfatı ve her hali kâfir değildir. İ.İ.) TEKLİF-İ İLÂHÎ Allah'ın teklifi, yani emirleri. TEKLİF-İ MÂLÂ-YUTAK Ağır ve güç yetmez olan teklif. Dayanılmaz teklif. TEKLİFÂT Teklifler. TEKLİL (İklil. den) Taç giydirme. TEKLİM Söyletmek. * Yaralamak, mecruh etmek. TEKLİS (Kils. den) Kireç hâline getirme. Kireçleştirme. TEKMİD Soğuk veya ılık su ile yapılan pansuman. TEKMİL Bitirmek, tamamlamak. Kemâle erdirmek. * Tam, bütün, eksiksiz. TEKMİLE (Kemâl. den) Eksikleri tamamlamak için sonradan yapılan şey, ek. İlâve. TEKMİM Ağaç çiçek verecek vaktinde gılafıyla tomurcuğunu çıkarıp izhâr etmek. TEKMİN (Kemin. den) Pusuya yatırma, sipere yerleştirme. TEKNİK Fr. Fizik, Kimya ve Matematikten elde edilen bilgilerin tatbik edilmesi. TEKNİSYEN Fr. Bir işin, ilim tarafından daha çok tatbikatiyle uğraşan. Tatbikatla uğraşan kimse. TEKNİYE (Künye. den) Künyeleme, künye koyma. TEKNOLOJİ Fr. Teknik bilgiler. Matematik, Kimya ve Fizik ilminden elde edilen bilgiler. TEKRAR (Kerr. den) Bir şeyi iki veya daha fazla yapma. * Bir daha, yine, yeniden. TEKRARAT Tekrarlamalar. Aynı şeyi bir kaç defa yapma. TEKRARAT-I KUR'ANİYE Kur'anda birbirinin aynı olan veya birbirine benzer âyetlerin tekrar edilmiş olması. (Bak: Kur'an, Mumya)(Tekrarat-ı Kur'aniyedeki i'cazın bir lem'asını beyan zımnında "Altı Nokta"dan ibarettir.Birinci Nokta: Kur'an bir zikir kitabı, bir duâ kitabı, bir davet kitabı olduğuna nazaran surelerinde vukua gelen tekrar, belâgatça ayn-ı isabet ve ayn-ı hikmettir. Çünkü zikir ve duâdan maksad sevaptır ve merhamet-i İlâhiyeyi celbetmektir. Malumdur ki: Bu gibi hususlarda fazlasıyla tekrar lâzımdır ki, o nisbette sevap kazanılsın ve merhamet celbedilsin. Hem de zikrin tekrarı kalbi tenvir eder. Duanın tekrarı bir takrirdir. Davet dahi, tekrarı nisbetinde te'siri, te'kidi vardır.İkinci Nokta : Kur'an bütün beşerin tabakatına hitap ve deva olduğu için zeki, gabi, takiyy, şaki, zâhid, gayr-ı zâhid bütün insan tabakaları şu hitab-ı İlâhiyeye mazhar ve bu eczahane-i Rahmaniyyeden ilâç almaya hakları vardır. Halbuki Kur'anı tamamen ve dâima okumak herkese müyesser değildir. Bunun için, lüzumlu olan maksadlar, hüccetler, bilhassa uzun surelerde tekrar edilmiştir ki, herbir sure hemen hemen bir küçük Kur'an hükmünde olsun ki herkes suhuletle istediği vakit istediği sureyi okumakla tam Kur'anın sevabını kazanabilsin. Evet $ olan âyet-i kerime bu hakikati isbat ediyor.Üçüncü Nokta: Cismanî ihtiyaçlar, vakitlerin ihtilâflariyle tebeddül eder. Noksan ve fazlalaşır. Meselâ : Havaya olan ihtiyaç her anda var. Suya olan ihtiyaç, midenin harareti zamanlarında olur. Gıdaya olan hâcet her günde olur. Ziyaya olan ihtiyaç alelekser haftada bir defa lâzımdır. Ve hâkeza..Kezâlik manevî ihtiyaçlar da vakitleri muhtelif ve mütefavittir. Her anda "Allah" kelimesine ihtiyaç vardır. Her vakit "Besmele"ye, her saatta "Lâ İlâhe İllallah"a ihtiyaç vardır. Ve hâkeza...Binaenaleyh âyetlerin, kelimelerin tekrarı, ihtiyaçların tekrarından ileri geliyor. Ve keza o gibi hükümlere olan ihtiyacın şiddetine işârettir.Dördüncü Nokta: Bilirsiniz ki: Kur'an bu metin din-i azimin esâsâtını ve İslâmiyetin erkânını te'sis ettiği gibi içtimaat-ı beşeriyyeyi tebdil eden bir kitaptır. Malumdur ki; müessis olan zat, vaz'ettiği esasları güzelce yerleştirmek için tekrarlara çok ihtiyacı olur. Evet tekrar edilen şey sâbit kalır, takarrür eder, unutulmaz. Ve keza, Kur'ân beşerin muhtelif tabakalarından kali veya hâli yapılan suallere lâzım olan cevapları veren umumi bir mürşid-i mucibdir. Malum ya, sual tekerrür ederse cevap da tekerrür eder.Beşinci Nokta: Bilirsiniz ki; Kur'an pek büyük mes'elelerden bahseder. Ve kalbleri iman ve tasdike davet eder. Ve çok ince hakikatlerden bahis açar. Akılları marifete, dikkate tahrik eder. Binaenaleyh o mesailin, o ince hakaikin kalblerde, efkârda tesbit ve takriri için suver-i muhtelifede türlü türlü üslublarla tekrara ihtiyaç vardır.Altıncı Nokta : Bilirsiniz ki, her âyet için bir zâhir var, bir bâtın var; bir had var, bir muttala' var. Ve herbir kıssa için çok vecihler, hükümler, faideler, maksadlar vardır. Binaenaleyh muayyen bir âyet, her yerde, öbür münasib bir vecih için, bir faide için zikredilebilir. Bu itibarla, zâhiren tekrar görünse bile hakikatta tekrar değildir. M.N.) |
Osmanlıca Sözlük (T Harfi)-Osmanlıca Sözlük (T Harfi)Kelimeler...
RE: Osmanlıca Sözlük (T Harfi) TEKRAREN Defalarca, tekrarlanarak.
TEKRİH Nefret ettirmek. Çirkin göstermek. TEKRİM Hürmet ve tazim göstermek ve görmek. Saygı göstermek, lütuf ve kerem icrasında bulunmak. TEKRİMEN Hürmet göstererek, tazim ederek. TEKRİR Tekrar etme, bir daha yapma, söyleme, tekrarlama. * Edb: Sözün tesirini kuvvetlendirmek için bir sözü bile bile tekrar etme san'atı. * Tecvidde: Harf okunduğu zaman dilin sürçmesine denir. Râ harfine âid olan bir sıfattır. Buna mükerrir harfi de denir. TEKRİYE Düşman yapmak. TEKSİB (Kesb. den) Kazandırma. TEKSİF (Kesâfet. den) Sıklaştırma, koyulaştırma, yığma, toplama. TEKSİF Parça parça etmek. TEKSİR (C.: Teksirât) Çoğaltmak, artırmak, çoğaltılmak. TEKSİR (Kesr. den) Çok kırma. Parçalama. TEKSTİL Fr. Dokuma. * Dokumacılık. TEKŞİF (Keşf. den) İyice açma. TEKTİB Askeri bölük bölük etmek, bölüklere ayırmak. * (Ketebe. den) Yazdırma. TEKTİM Örtmek. TEKVİF Kûfe'ye varmak. TEKVİN Var etmek. Meydana getirmek. Yaratmak. * İlm-i Kelâmda: Cenab-ı Hakk'ın sübutî bir sıfatıdır ve ademden vücuda getirmesi, icad etmesidir. TEKVİNÂT (Tekvin. C.) Tekvinler, var etmeler, yaratmalar. TEKVİNİYE Yaratmağa, tekvine ait. Tekvinle alâkalı.(Evamir-i şer'iyeye karşı itaat ve isyan olduğu gibi, evamir-i tekviniyeye karşı da itaat ve isyan vardır. Birincisinde mükâfât ve mücazatın ekseri âhirette; ikincisinde, ağlebi dünyada olur. Meselâ: Sabrın mükâfatı zaferdir, ataletin mücazatı sefalettir, sa'yin sevabı servettir. Sebatın mükâfatı galebedir. M.) TEKVİR Yuvarlaklaştırmak. Kıvırmak. Sarmak. * Toplamak. Cemolmak. * Başa sarık sarmak. TEKVİR SURESİ Kur'an-ı Kerim'in 81. Suresidir. Küvvirat Suresi adı da verilir. TEKVİS Yüz üstüne düşürmek. TEKVİYE Ovmak, ovalamak. TEKYE f. Zikir veya ders için toplanılan yer. * Dervişlerin meskeni ve mâbedi. * Yaslanılacak, dayanılacak şey. * İtimâd etmek, dayanmak.(İşte Hoca-i Kâinat olan Fahr-i Âlem'in (A.S.M.) kudsi medresesi ve tekkesi olan Suffe'nin demirbaş bir mühim talebesi ve müridi ve kuvve-i hâfızanın ziyadesi için dua-i Nebeviyeye mazhar olan Hz. Ebu Hüreyre; gazve-i Tebük gibi bir mecma-i nâsda vukuunu haber verdiği şu mu'cize-i bereket, manen bir ordu sözü kadar kat'i ve kuvvetli olmak gerektir. M.) TEKYENİŞİN f. Tekkede oturan, derviş. TEKYEZEN f. İstinad eden, dayanan. TEKYİL (Kile. den) Kile ile ölçme. TEKZİB Yalanlamak. Bir işe inanmayıp inkâr etmek. Yalan olduğunu söylemek. TELA (Tülüv. den) Ondan sonra geldi, ardınca gitti (mânasında fiil). TEL'A (C.: Tilâ) Su yolu, su mecrası. * Sel yolu. * Yerin alçağı ve yükseği. Çukurluk ve tepe. TEL'ABE Oynamak. TELAFFUZ Söyleyiş, söyleniş. * Ağızdan çıkan lâfız. TELAFİ Eksik olan bir şeyin yerini doldurmak. Tamamlamak. * Ziyanı karşılamak. Zararı ödemek. TELAFİF Birbirine sarmaşmış bölük bölük nebatlar. * Büklümler, kıvrımlar. * Birbirine girmiş ve sarmaşmış vaziyette olma. Lif lif olma. TELAFİF-İ DİMAĞİYE Dimağın lif lif olmuş hâli. TELAGGUM Dürtülmek. TELAH Birbirine inatçılık etmek. TELAHHİ Tülbendi çenesi altından sarmak. TELAHHUM (Lahm. dan) Semirme, etlenme. TELAHHUZ İmrenerek ağız sulanma. TELAHİ Oyun. Oyun âleti ile vakit geçirme. TELAHİ Birbirine sövmek. TELAHUK Birbirine katılmak. Birbiri arkasından gelip birleşmek. TELAHUK-U EFKÂR Fikirlerin birbirine eklenmesi ve ilâve edilmesi. TELAHUZ Gözucu ile bakma. Gözucu ile bakışma. TELAİYE İstikmet, doğruluk. TELAK Ulaşmak, varmak. TELAKİ Kavuşma. Buluşma, birbirine kavuşma. TELAKİGÂH f. Buluşma yeri. Kavuşma yeri. TELAKKİ Karşılamak. Almak. Kabul etmek. * Şahsi anlayış ve görüş. TELAKKİ-İ Bİ-L-KABUL Kabul ile karşılamak, kabul etmek. TELAKKİYÂT (Telakki. C.) Şahsî anlayış ve görüşler. * Kabul etmeler. Telakkiler. TELAKKUB (Lâkab. dan) Lâkab alma. Lâkablanma. TELAKKUF Ağızdan söz kapmak. * İşitmek. * Yutmak. * Sür'atle almak. TELAKKUH Kendisini gebe, hâmile gösterme. Gebe kalabilme. TELAKKUM Parçalayıp lokma yapıp yutma. * Karın gurultusu. TELAKKUT Cem'etmek, toplamak, biriktirmek. TELAKÜM Yumruklaşma. Boks. TELALE Dalâlet. TELA'LU' Açlıktan zayıflamak. * Küçük olmak. TELAM Hizmetçi talebe. TELAMİZ (Tilmiz. C.) Talebeler, çıraklar. TELASİM (Tılsım. C.) Tılsımlar. TELASSUS Çalma. Sirkat etme. Hırsızlık yapma. TELASUK (Lüsuk. dan) Bitişme, yapışma. Birbirine bitişik olma. TELA'SÜM Dil dolaşma, şaşırma. * Cevap verilecek yerde veremeyip kekeleme. * Saçmasapan cevap verme. TELAŞİ Önem ve ehemmiyetini kaybetme. * Dağılma. * Telâş. TELATİL Zorluklar. TELATTUF (C.: Telattufât) (Lutf. den) Lütuf ve nezaketle davranma. Nâzikâne muamelede bulunma. TELATTUFÂT (Telattuf. C.) Nâzikâne muameleler. TELATTUFEN Nezaketle, lütuf ile. TELATTUFKÂR f. Lütuf, nezaket ve tatlılıkla muamele eden. TELATTUH Bulaşma, bulaşık olma. TELATUF (C.: Telâtufât) Nezaket ve lütufla hareket etme, nâzikâne muamelede bulunma. TELATUM Birbiri ile çarpışmak, vuruşmak. (Deniz dalgaları gibi) * Birbirine şamar vurmak. TELATUMGÂH f. Dalgalı yer. Dalgası çok olan yer. TELAUB (La'b. dan) Oynama. Oynaşma. TELAUM Muntazır olmak, gözlemek, beklemek. TELAUN Birbirine karşılıklı lânet okuma. (Bak: Lian) TELAVÜM (Levm. den) Birbirine levmetme. Birbirini çekiştirme. TELAZUM Biri diğerine lâzım olmak. Karışık olmak. Bir şey diğerine yapışmak. TELAZZİ (Ateş) alevlenmek. TELBİB (C.: Telâbib) Bir kimsenin yakasına yapışıp çekmek. * Boyun. TELBİD Bir yere toplayıp yığmak. * İhramda olan kimsenin saçı dağılmasın diye başına sakız yapıştırması. TELBİE "Lebbeyk" demek. TELBİK Teridi yağlı yapmak. TELBİN Kerpiç kesmek. TELBİNE Sütlü bulamaç aşı. * Arpa suyu. TELBİS (Lebs. den) Ayıbını, kusurunu örtüp iyi göstermek. * Suret-i haktan görünerek hile edip aldatmak. * Hile. Oyun. TELBİSÂT Telbisler. Hileler, oyunlar. TELBİYE Lebbeyk (Yâni: Emredersiniz, ben emrinize hazırım) demek. İcabet etmek. (Bak: Lebbeyk) TELCİE İkrah etmek, iğrenmek, tiksinmek, kerih görmek. TELCİM (Licâm. dan) Gem vurma, gemleme. Gemlenme. TELCİN Davarın sütünü sağıp memesini boşaltmak. * Kalınlaştırmak. TELE Tuzak. * Ağıl. TE'LEB Bir ağaç adı. TELEBBÜB Silâh takınmak. TELEBBÜD Birbiri üstüne yığılmak. * Bir yere gizlenip av gözlemek. TELEBBÜK Mide dolgunluğuna uğrama. TELEBBÜN (Leben. den) Durma, eğlenme. * Memeden sütün damla damla akması. TELEBBÜS Giymek. Giyinmek. * İki şeyi birbirine benzeterek ayırdedememek. * Örtülü olmak. TELEBBÜT Muztarib olmak, acı çekmek. * Dönmek. TELECCÜC Geminin denizin derin yerine varması. TELECCÜM Dizgin vurmak. TELECCÜN Bir nesneyi ovalayıp kirini gidermek. TELECLÜC Söylerken şaşırarak ağzında lâkırdıyı karıştırarak söylemek. * Kımıldatmak. Hareket etmek. * Tereddüt. TELEDDÜD Sağına ve soluna iltifat etmek. TELEDDÜM Kaftan eskitmek. * Yama vurmak. TELEDDÜN Eğlenmek. TELEF Yok olmak. Ölmek. Zâyi olmak. * Boş yere harcamak. TELEFÂT (Telef. C.) Ölüm sebebiyle olan kayıplar. TELEFFÜM Yüzüne ve ağzına yaşmak bağlamak. TELEFFÜT Etrâfına bakınma. TELEHCÜM Haris olmak, hırslı olmak. TELEHHİ Oynama. Oyun ile vakit geçirme. TELEHHÜB (Leheb. den) Alevlenme, tutuşma, alevlenip yanma. * İltihap. TELEHHÜF Mahzun olmak. Hasret ve kederle yanıp yıkılmak. Ah çekmek. TELEHHÜM Yutmak. TELEHVUK Huyu olmadan cömertlik göstermek. TELEHVÜC Biri işi gevşek yapmak. TELEKKÜ' Tevakkuf etmek, durmak, duraklamak. * Bir işe dolaşmak. TELE'LÜ' (Lü'lü'. den) Parıldama. TELEMLÜM Cem'olmak, toplanmak, birikmek. TELEMMÜC Yemek artığını dil ile ağızda aramak. * Tatmak. * Yemek. TELEMMÜK Tatmak. * Yemek. TELEMMU' Parıldama. Işıldama. TELEMMÜS (Lems. den) El ile dokunma. TELEMMÜZ Talebelik etmek. Çömezlik etmek. (Bak: Tilmiz) TELEMMÜZ Tatmak. * Yemek. * Dili ağızda döndürüp yemek kırıntısı aramak. TELEPATİ yun. Gelecekte veya uzakta olan bir hâdiseyi o anda duyma hâli. TELESKOP Fr. Gök cisimlerini görmek için kuvvetli dürbün. TELESLÜS Tereddüt etmek, karar verememek. TELESSÜM Yaşmaklanma. TELE'ÜV Parıldama, parlama. TELEVİZYON Fr. Elektromanyetik dalgalar vasıtasıyla hareketli veya hareketsiz şekillerin resmini uzaklara nakletme usulü. * Bunun alıcı cihazı. (Bak: Celb-i suret, Radyo) TELEVVÜM Muntazır olmak, beklemek, gözlemek. * Kabul etmemek. TELEVVÜN (Levn. den) (C.: Televvünât) Renkten renge girme. Renk değiştirme. * Döneklik, kararsızlık. TELEVVÜS Kirlenmek. Pislenmek. Bulaşıp murdar olmak. TELEYYÜN (Leyn. den) Yumuşak. Yumuşak olmak. Sulanmak. TELEYYÜS Arslan yürekli olma, arslan yürüyüşlü olma. TELEZZÜC (Lüzucet. den) Yapışkan olma. * Çekilip uzanmak. TELEZZÜZ Tat ve zevk almak. Zevklenmek. TELFİ' Başını örtmek. TELFİF Bürünme, sarma, örtme. TELFİK Birleştirme, ekleme. İstif. * Bir yere getirip ulaştırmak. TELFİK-İ MEZAHİB Dinî bir mes'elede, hak mezheblerin aynı o mes'ele hakkındaki zıd görüşleri cem'etmekle bir mezheb yapmak. Bu zıd görüşlerle amel etmeyi caiz görür. Fukaha ise bu tarzı caiz görmemişlerdir.Tevhid-i mezahib ise: Hak mezheblerin mes'eleleri arasında, tercih yoluyla bazı mes'elelerini alıp bir mezheb yapmaktır. (Sadreddin Yüksel) TELH f. Acı. TELHBÂR f. Acı olan meyve. Meyvesi acı olan. TELHGÛ f. Acı söyleyen. TELHGÜFTAR f. Acı sözlü. TELHÎ Acılık. TELHİB (C.: Telbihât) (Leheb. den) Alevlendirme, tutuşturma. TELHİD (Lahd. dan) Mezar çukuru kazma. Kabire lâhid yapma. * Gömme. TELHİF (C.: Telhifât) Acınma, acıklanma. TELHİH Kavuşturmak. TELHİM (Lâhm. dan) Etlendirme, semirtme. TELHİN (C: Telhinât) Okurken kelime veya harf değiştirme. * Yanlışını çıkarma. TELHİS Kısaltma. Hülâsasını alma. TELHİSÂT (Telhis. C.) Kısaltmalar, hülâsalar, özetlemeler. TELHİSEN Kısaltılarak, hülâsaten, özet olarak, hülâsa tarzında. TELHİYE Gâfil olmak, gaflette bulunmak. * Meşgul olmak. TELH-KÂM f. "Damağı acı": Kederli, dertli. TELH-NAK f. Lezzeti acı olan, lezzeti hoş olmayan. TEL'İB Oynatma, raksettirme. TE'LİB Kandırmak. TELİD (Telide) (Veled. den) Yabancı memlekette doğduğu halde küçük yaşta İslâm diyârına getirilerek orada büyütülmüş ve oranın tâbiiyetini kabul etmiş olan kişi. TE'LİF Barıştırmak. Husumeti defetmek. Ülfet ve imtizac ettirmek. * Çeşitli şeyleri birleştirip karıştırmak. * Eser yazmak. * Noksan bir adedi bine çıkarmak.(Kâinatın te'lifinde öyle bir i'caz var ki; bütün esbab-ı tabiiyye, farz-ı muhal olarak muktedir birer fâil-i muhtar olsalar, yine kemal-i acz ile i'caza karşı secde ederek $ diyeceklerdir. M.) TE'LİF-İ BEYN Ara bulma, barıştırma, uzlaştırma. TE'LİFÂT Yazılmış eserler, kitaplar. TE'LİL Tez etmek, çabuklaştırmak. TELİL Boğaz. TEL'İN Lânetlemek. Lânet etmek. TE'LİS Durdurmak, ikâmet. * Yağmurun devamlı yağması. TE'LİYE İbadet ettirmek. TELİYYE Borç bakiyyesi. * Tâbi olmak, uymak. TELKIYE Ulaşmak, varmak. * Bir nesneyi yüze getirmek. TELKİB Lâkab vermek, isim takmak. TELKİF Telkin etmek. TELKİH İlkah etmek. Aşılamak. * Aşı. * Cinsinin üremesini sağlamak. TELKİM Lokma lokma yedirme. Lokma verme. TELKİN (C.: Telkinât) Zihinde yer ettirmek. Fikir aşılamak. Zihinde yer etmiş düşünce. * Yeni müslüman olana İslâm esaslarını anlatmak. * Ölü gömüldükten sonra imam tarafından söylenen söz.(Telkini fenden almış,Medeniyetten taklid,Hürriyet tenkid vermiş,Gururdan dalâlet çıkmış.) (Lemeât) TELL (C.: Tilâl) Tepe, yığın, küme. * Düz yer üstüne yatırmak. TELL-İ REFİ' Yüksek tepe. TELLAL (Bak: Dellâl) TELMİ' (Lemeân. dan) Renk renk yapma, rengârenk yapılma. * Parıldama, parıldatılma. * Edb: Mısraları, Türkçe, Arabça, Farsça gibi başka başka dillerde olan manzume yapma. TELMİH (C.: Telmihât) Lâyıkiyle ve kâmilen keşfedip nazara arzetmek. * Bir şeyi açıkça söylemeyip başka bir mâna ifade için söz arasında mânalı söylemek. İmâ ile söz arasında başka bir mânayı ifade etmek. * Edb: İbârede bahsi geçmeyen bir kıssaya, fıkraya, ata sözüne veya meşhur bir şiire, bir söze işaret etmek. TELMİHEN Telmih suretiyle. Telmih için. İmâlı olarak. TELMİZ Dili ağızda yemek kırıntısı için gezdirmek. * Tattırmak. * Yedirmek. TELSİN Bir nesneye dil etmek. TELTELE Hareket ettirmek. TELTİM Kuvvetle sille vurmak. TELVİ' (C.: Telviât) İçini yakıp dertlendirme. TELVİH Açıklamak. * Zâhir ve aşikâre kılmak. * Susuzluktan insanın çehresi bozulmak. * Bir şeyi ateşle kızdırmak. Güneş veya ateşin sıcaklığı bir nesnenin rengini değiştirmek. * Posa hâline getirmek. * Kocamak. Saç ağarması. * Almak. * İşaret etmek. * Edb: Lüzumlu şeylerden bahsetmek suretiyle olan kinâye. Meselâ: Filâncanın mutfağında çok odun sarf olunur denildiği zaman, bundan, mutfakta çok yemek pişirildiğine, ev sahibinin cömertliğine ve misafirin çokluğuna intikal edilir. |
Osmanlıca Sözlük (T Harfi)-Osmanlıca Sözlük (T Harfi)Kelimeler...
RE: Osmanlıca Sözlük (T Harfi) TELVİHÂT Telvihler. Kinaye halindeki işaretler.
TELVİK Yemeği yumuşak ve yağlı yapmak. TELVİM (C.: Telvimât) (Levm. den) Azarlama, paylama. TELVİN (Levn. den) Renk verme. Boyama. Boyanma. TELVİS (C.: Telvisât) Kirletmek. Bulaştırmak. Pisletmek. * Mc: Bozmak, berbat etmek. TELVİYE Bükme, burma, çevirme, kıvırma. TELYİN (Leyyin. den) Yumuşatmak. Eritmek. * İçi yumuşatmak, kabızlıktan kurtarmak. TELYİN-İ HADİD Demirin yumuşatılması. TELZİE Davarı iyi gütmek. TELZİZ Lezzet verme. Tatlandırma. Lezzetlendirme. TEMACÜD (Mecd. den) Büyüklüğünü ve şerefini çoğaltma. TEMADİ Devam etmek. Sürüp gitmek. * Uzak olmak. * Müntehi ve muktezi olmamak. TEMA'DÜN (Ma'den. den) Maden haline geçme. TEMAHHUH Kemikten ilik çıkarmak. TEMAHHUL Hile etmek. TEMAHHUT Sümkürme. TEMAHHUZ (Temahhud) Doğum sancısı çekmek. * Hayvanın gebe oluşu. * Süt yayıkta yayılarak yağı alınıp safileştirilmesi. * Fitne çıkarma. TEMAHUK İnat etmek. TEMAHÜL Mühlet verme. Yavaş ve ağır davranma. TEMAÎ Genişlemek. TEMAKKUK Dinlene dinlene içmek. TEMALÜ' Arkadaş olmak. TEMALÜK Nefsini zaptetme. Kendine hâkim olma. TEMANÜ' Çatışma ve birbirine mani olma. İhraç. Adem-i kabul. Tard. (Bak: Bürhan-üt temanü') TEMARİ Şek şüphe etmek. Mücadele etmek. TEMARUZ Yalandan hastalanmak. Kendini hasta gibi göstermek. TEMAS (Bak: Temass) TEMASİH (Timsah. C.) Timsahlar. TEMASİL Timsaller. Suretler. Resimler. Putlar. Semboller. Tasvirler. TEMASS (Mess. den) Yan yana bulunma. * Birbirine değme. * Münasebette bulunma. TEMASSUR Davarın memesinde kalan sütü sağmak. TEMASSUS Emmek. TEMASÜL Benzeyiş. Benzeme. Birbirine benzemek. Birbirine müsavi ve müşabih olmak. * Hasta sıhhate, iyi olmağa yaklaşmak. * Mat: Kesirsiz taksim kabul etmek, kesirsiz bölünebilmek.(Temasül tezadın sebebidir, tenasüb tesanüdün esasıdır, sıgar-ı nefs, tekebbürün menbaıdır, zaaf gururun madenidir. Acz, muhalefetin menşeidir, merak ilmin hocasıdır. M.) TEMAŞA f. Hoşlanarak bakmak. Seyretmek. Seyre çıkmak. Gezmek. İbretle bakmak. TEMAŞAGÂH f. Gam ve kederi defetmek için gezip seyredilecek yer. Eğlence mahalli. TEMAŞAGER (Temaşakâr) f. Seyirci. İbretle etrafı temaşaya çıkmış olan. TEMAŞAGERÂN (Temaşager. C.) Seyirciler. Temaşa edenler. TEMAŞAHÂNE f. Temaşa edecek yer. * Mc: Dünya. TEMAŞİ Birbiriyle yürüyüşmek, birlikte yürümek. TEMATTİ (Matiyy. den) Vücutta duyulan ağırlıktan dolayı gerinme. * Yürürken sallanmak. TEMATTUK Bir nesnenin lezzetinden ağzını şapırdatmak. TEMATTUR (Matar. dan) Yağmur yağma. * Hız. Sür'at. TEMA'UK Yuvarlanmak. TEMA'UR Mütegayyer olmak, değişmek. * Rengi donuk olmak. * Saç dökülmek. TEMA'UT Saç dökülmek. TEMAVÜT Kendini ölmüş gibi gösterme. TEMAYÜC Meyletmek, eğilmek, yönelmek. TEMAYÜL (C.: Temayülât) Meyletmek. Bir cihete iltifat etmek. Bir tarafa eğilmek. * Bir yana çarpılmak. * Bir yana veya bir kimseye fazla taraftarlık ve sevgi göstermek. TEMAYÜLÂT (Temayül. C.) Meyiller, sevgiler, muhabbetler. TEMAYÜN Yalan olmak. TEMAYÜT Birbirinden ayırmak. TEMAYÜZ Kendini göstermek. Farklı ve yüksek vasfı olmak. Başka vasıflarla üstün olmak. TEMAYÜZAT (Temayüz. C.) Üstün olmalar, temayüzler, yükselmeler. TEMAZMUZ (Mazmaza. C.) Mazmaza yapma. Ağzını su ile çalkalama. TEMAZUH şakalaşmak. TEMAZUK Münafıklık etmek. TEMAZÜC Birbiriyle karışmak. * Şakalaşma. TEMCİD Cenab-ı Hakk'ın büyüklüğünü bildirmek. Tazim ve sena etmek. * Ağırlamak. * Sabah namazı vaktinden evvel minarelerde belli makamlarda söylenen ilâhi, niyaz. TEMCİD PİLAVI Mc: Tekrar tekrar bahsedilen şey, daima öne sürülen madde. Mükerreren ortaya sürülen bahis, yahut söylenilen söz. (Menşei: "Erkeğini sahura bekleyen kadının, pilavı yanmasın diye kaldırması ve soğumasın diye tekrar koyması" diye söylenir.) TEMCİŞ Oynatmak veya oynamak. TEMDİD Devam ettirmek. Uzatmak. Uzatılmak. Sürdürmek. * Çekip uzatmak. * Tecvidde: Bir harfi uzun okumak, çekmek. TEMDİH Medhetmek. Çok övmek. Mübalâğa ile medih. TEMDİHÂT (Temdih. C.) Mübalâğa ile medhetmeler. TEMECCÜD şeref sahibi olma. Ululanma. TEMECCÜS Mecusi olmak. TEMEDDÜD Çekilmek. * Uzamak. * Gerinmek. TEMEDDÜH Kendi kendini övmek. Kendini beğendirmeğe çalışmak. böbürlenmek. TEMEDDÜHÂT (Temeddüh. C.) Temeddühler, böbürlenmeler. TEMEDDÜN Medenileşmek. şehirlileşmek. Medeni olmak. TEMEDRU' Ferace ve kaftan giymek. Çarşaf giymek. TEMEH Fâsid ve mütegayyer olmak. Bozulmak ve değişmek. TEMEHDİ Mehdilik dâvasında bulunma, mehdilik dâvasına kalkışma. TEMEHHUZ Bir şeyden hülâsa olarak çıkmak. (Sütten yağ çıkması gibi) TEMEHHUZ-U TECARÜB Çeşitli tecrübelerle bir şeyin safileşip kemale gelmesi. TEMEHHÜD (Mehd. den) Yayılıp döşenme. TEMEHHÜL Takdim etmek. Hayırda takaddüm etmek. İşinde acele etmemek. Teenni. TEMEHHÜR (Maharet. den) Mâhir olma. TEMEKKÜK Karışmak. TEMEKKÜN Mekânlanmak. Yerleşmek. Yer tutmak. * Vakar ve temkin sahibi olmak. * Sultan yanında rütbe sahibi olmak. TEMELLUK Yaltaklanmak. * Tevâzu ve yumuşaklık göstermek. * Dalkavukluk. TEMELLUS Halâs olmak, kurtulmak. TEMELLÜK Mülk edinmek. Kendine mal edinmek. Sâhib olmak. * Kadir ve muktedir olmak. TEMELLÜL (Millet. den) Bir milletin ferdi olma, milletlenme. * Bir dine bağlı olma. * (Melel ve Melâl. den) Hastalığın etkisiyle yatakta rahat yatamayıp, kımıldanıp durma. TEMELMÜL Yatak veya döşekte rahat olmama. TEMENDÜL Elini mendil ile silmek. TEMENNA Eli alnına götürerek selâmlama işareti yapma. * Minnettar olma. TEMENNİ Dilek. İstek. Duâ. Rica etmek. TEMENNİYÂT (Temenni. C.) Temenniler, dilekler, istekler. TEMENNU' Kavi olmak. Kuvvetlenmek. TEMERKÜZ Merkez tutma, merkezleşme. Bir merkezde toplanma. * Yığılma. Birikme. TEMERMÜR Titremek. TEMERRUH Kendini yağla ovmak. TEMERRUK Çorba içmek. TEMERRUT Saç dökülmek. TEMERRÜD İnad, direnme. * Yapılması gereken bir şeyi yapmakta kasten geciktirme. TEMERRÜN Tekrar ettirerek alıştırma. İdman yapma. TEMERRÜŞ Az miktar su. TEMESHUR (C.: Temeshurât) Maskaralık yapma. TEMESKÜN Miskin olma. Miskinleşme. TEMESSUH Şekil değiştirme. TEMESSUH Kendini bir nesneye sürmek, meshetmek. * Bir şeye sürünmek. TEMESSÜK Tutunma. Sarılma. Sıkıca tutma. * Hüccet ve delil izhar etme. * Borç senedi. TEMESSÜL Benzeşmek. Cisimlenmek. * Bir şeyin bir yerde suret ve mahiyetinin aksetmesi. Bir şekil ve surete girmek. * Bir kıssa veya atasözü söylemek.(Temessülün çok envaından şu mes'eleye medar olacak üç nev'ine işaret ederiz:Birincisi: Kesif, maddî şeylerin akisleridir. O akisler, hem gayrdır, ayn değil. Hem mevattır, ölüdür. Hüviyet-i suriyesinden başka hiçbir hâsiyete mâlik değil. Meselâ sen âyineler mahzenine girsen, bir Said binler Said olur. Fakat zihayat yalnız sensin, ötekiler ölüdürler. Hayat hassaları onlarda yoktur.İkincisi: Maddi nuraninin akisleridir. Şu akis ayn değil. Fakat gayr da değil. Mahiyeti tutmuyor. Fakat o nuraninin ekser hasiyetlerine mâliktir. Onun gibi hayy sayılıyor. Meselâ: Şems dünyaya girdi. Herbir âyinede aksini gösterdi. O akislerin her birinde, Güneş'in hassaları hükmünde olan ziya ve ziyadaki elvan-ı seb'a bulunuyor. Eğer, faraza, Güneş zişuur olsa idi, (harareti, ayn-ı kudreti; ziyası, ayn-ı ilmi; elvan-ı seb'ası, sıfat-ı seb'ası olsa idi) o vakit o tek ve yekta bir güneş, bir anda herbir âyinede bulunur, herbirini kendine bir arş ve bir çeşit telefon yapabilirdi. Birbirine mâni olmazdı. Herbirimizle âyinemiz vasıtasiyle görüşebilirdi. Biz ondan uzak iken, o bize bizden daha yakın olurdu.Üçüncüsü: Nurani ruhların aksidir. Şu akis, hem haydır, hem ayndır. Fakat âyinelerin kabiliyeti nisbetinde tezahür ettiğinden, o ruhun mahiyet-i nefsül-emriyesini tamamen tutmuyor. Meselâ: Hazret-i Cebrail Aleyhisselâm, Dıhye suretinde Huzur-u Nebevide bulunduğu bir anda Huzur-u İlâhide haşmetli kanatlariyle Arş-ı A'zamın önünde secdeye gider. Hem o anda hesapsız yerlerde bulunur. Evamir-i İlâhiyeyi tebliğ ederdi. Bir iş, bir işe mâni olmazdı. İşte şu sırdandır ki mahiyeti nur ve hüviyeti nurâniye olan Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm, dünyada bütün ümmetinin salâvatlarını birden işitir ve kıyamette bütün asfiya ile bir anda görüşür. Birbirine mâni olmaz. Hattâ evliyâdan, ziyade nuraniyet kesbeden ve abdâl denilen bir kısmı, bir anda birçok yerlerde müşahede ediliyormuş. Aynı zat, ayrı ayrı çok işleri görüyormuş. Evet, nasıl cismaniyata cam ve su gibi şeyler âyine olur. Öyle de, ruhaniyata dahi hava ve esir ve âlem-i misâlin bazı mevcudatı âyine hükmünde ve berk ve hayal sür'atinde bir vasıta-i seyr ve seyahat suretine geçerler ve o ruhaniler, hayal sür'atiyle o merâya-yı nazifede, o menâzil-i lâtifede gezerler. Bir anda binler yerlere girerler. Madem Güneş gibi âciz ve musahhar mahluklar ve ruhani gibi madde ile mukayyed nim-nurani masnu'lar, nuraniyet sırriyle bir yerde iken, pekçok yerlerde bulunabilirler. Mukayyed bir cüz'î iken, mutlak bir küllî hükmünü alırlar. Bir anda cüz'î bir ihtiyar ile pek çok işleri yapabilirler.Acaba, maddeden mücerred ve muallâ; ve tahdid-i kayd ve zulmet-i kesafetten münezzeh ve müberra; ve şu umum envar ve bütün nuraniyat, O'nun envar-ı kudsiye-i esmasının bir keşif zılâli; ve umum vücut ve bütün hayat ve âlem-i ervah ve âlem-i misâl, nim-şeffaf bir âyine-i cemâli; ve sıfâtı muhita; ve şuunatı külliye olan bir Zât-ı Akdes'in irade-i külliye ve kudret-i mutlaka ve ilm-i muhitle tecelli-i sıfâtı ve cilve-i ef'âli içindeki Teveccüh-ü Ehadiyetinden hangi şey saklanabilir, hangi iş ağır gelebilir, hangi şey gizlenebilir, hangi fert uzak kalabilir, hangi şahsiyet, külliyet kesbetmeden ona yanaşabilir? S.) TEMEŞMÜŞ Zerdali yemek. TEMEŞŞİ Yürüme (Mâneviyatta daha çok kullanılır.) TEMEŞŞUT (Muşt. dan) Saçını, sakalını tarama. TEMETTU' (C.: Temettuât) Kazanma, kâr etme. * Kâr, fayda, menfaat. * Toplamak, cem'etmek. * Mühlet vermek. * Yoldaş olmak. TEMETTUÂT (Temettu'. C.) Kârlar, kazançlar, faydalar. TEMEVLÎ Kendini mevlâ kılmak. TEMEVVÜC (C.: Temevvücât) Dalgalanmak. Çalkanıp dalga dalga olmak. TEMEVVÜCÂT (Temevvüc. C.) Dalgalanmalar. TEMEVVÜL (Mâl. dan) Zenginleşme, mal edinme. TEMEYYÜ' Sulanma, sulu hâle gelme. Akma. Cıvıklaşma, sıvı hâle gelme. TEMEYYÜH Sulanma. TEMEYYÜH-İ DEM Kanın sulanması. TEMEYYÜZ Benzerlerinden farklı ve üstün olma. Diğerleri arasından kendini gösterme. TEMEZZUK Parça parça olma. Yırtılma. TEMEZZÜZ Yavaş yavaş ve dinlenerek içmek. TEMHİD (Mehd. den) Döşeme, yayma, düzeltme. * İskân etme. * Bir maddede özür, bahane beyan eylemek. * Özür sahibinin özrünü kabul ile tasdik eylemek. * Serd etme, izah etme, arz etme. * Mukaddeme yapma. Hazırlama. TEMHİK İptal etme. TEMHİL Sonraya bırakma. Mühlet verme. TEMHİR Mühürleme. TEMHİS İmtihan ve tecrübe etme. * Halâs etme. TEMHİSÂT (Temhis. C.) Tecrübeler, imtihan etmeler. TEMHİZ Doğum ağrısı çekmek. (Bak: Temahhuz) TEM'İK Yuvarlamak. TEMİM Katı, şiddetli, şedid. TE'MİM Kasdetmek. TEMİME (C.: Temâyim) Heykel. TE'MİN Güvenlik, emniyet hissi vermek. * Sağlamlaştırma, şüphe bırakmama. * Sağlamak. Kat'i vaadde bulunmak. Emn ve emân vermek. * Elde etme. TE'MİNÂT (Te'min. C.) İnandırmak ve emniyet vermek için veya muhtemel zararı ödemek için verilen söz veya para, gösterilen kefil. TE'MİNEN Te'min suretiyle. TE'MİR Emretmek. TE'MİT Zihnen tahmin etme. TE'MİYE Öpmek. |
Osmanlıca Sözlük (T Harfi)-Osmanlıca Sözlük (T Harfi)Kelimeler...
RE: Osmanlıca Sözlük (T Harfi) TEMK Uzamak. * Yükselmek, yüce olmak.
TEMKİN Ağır başlılık, usluluk. * Ölçülü hareket sâhibi. * Vakar, izzet. İktidar, kudret. * Birini bir şeye muktedir kılmak. * Kararsızlıktan kurtulup huzur ve sükuna mazhar olmak. * Tedbir, ihtiyat. TEMLİE (Mel'. den) Ağız ağıza doldurma. TEMLİH Tuzlamak. Tuza yatırmak. * Edb: Söz arasında güzel ve mazmun (nükteli, cinaslı ve güzel) söz söylemek. TEMLİH (Süryânice) El-Kayyum mânasında (Esmâ-i İlâhiyedendir). TEMLİK Mal sahibi etmek. Birine mülkü kazandırmak, sahib etmek. * Mülk olarak vermek. TEMLİKEN Mülk olarak vermek suretiyle. Temlik tarzında. TEMLİS (Melis. den) Pürüzlerini giderme. Düzleme. TEMLİYE Doldurma veya doldurulma. TEMMAR Hurmacı. Hurma satan. TEMME Tamam oldu, bitti (mânasına fiil). TEMNİ' (Mübalağa ile) Men etmek, engel olmak. TEMR Hurma. TEMRE Bir tek hurma. TEMREN Okların ucuna demir veya sarıdan takılan parçaya verilen addır. Menzil oklarına maden yerine kemik takılır ve ona da "soya" adı verilirdi. Temren ile soyanın takılışında fark vardı. Temren oka; ok ise soyaya takılırdı. TEMRİ Hurmayı seven. TEMRİD Binayı yüksek yapmak. TEMRİG Yuvarlamak. TEMRİH Hafifçe sürme. Uğuşturma. * Bulaştırmak. TEMRİN Yumuşak etme. İdman ettirme. * Tekrarlatarak çalıştırma. Egzersiz. TEMRİR Acılık verme. TEMRİZ (Maraz. dan) Zayıf gösterme. TEMSİK Cenk etmek, dövüşmek, vuruşmak. * Bir kimseye deri vermek. * Deriye renk vermek. TEMSİL Bir şeyin aynısını veya mislini yapmak. Benzetmek. Teşbih etmek. Örnek, nümune söz. (Bak: Kıyas-ı temsilî) TEMSİLÂT (Temsil. C.) Temsiller, örnekler. TEMSİLÎ Temsile dair ve müteallik. Bir şeyi göz önünde canlandıran. TEMSİR (Mısır. dan) Bir yeri şehir haline getirme. * Taklil. Azaltma. TEMSİR Birşeye göz dikip beklemek. TEMSİYE Akşamlık. * Akşamleyin bir nesne getirmek. TEMŞİK Kırmızı balçıkla renk etmek. TEMŞİR Sevinmek. * İzhâr etmek, göstermek. TEMŞİT (Muşt. dan) Tarama veya taranma. TEMŞİYE(T) (Meşy. den) Yürütme, ilerleme. * Meydana gelmesini kolaylaştırma. TEMTİ' Faydalandırma, kâr ettirme. TEMTİT "Ekber" derken bir elif fazlalaştırıp "ekbâr" demek. * Med edip çekmek. TEMUÇİN (Bak: Cengiz) TEMVİH (C.: Temvihât) Sulandırma, su katma. * Haksız bir şeyi haklı gösterme. TEMVİL (Mâl. den) Mal sâhibi etme. TEMYİ' (Mey'. den) Sıvılaştırma. Sıvı hale getirme. TEMYİL İki şey arasında mütereddit olmak, karar verememek. TEMYİS Yumuşak yapmak, yumuşatmak. TEMYİZ Bir şeyi diğerinden seçip tarif etmek, ayırmak. Seçmek. İyiyi kötüden ayırmak. * Yargıtay. * Gr: Belirsiz olan kelime ve sayıları belirli hale koymak. Meselâ: "İşrune dirhemen" (yirmi dirhem) ve "Retle zeyten" (Bir retl zeytin yağı) tâbirlerinde "dirhemen" ve "zeyten" gibi. TEMYİZEN Temyiz suretiyle. Temyiz yoluyla. Seçerek. TEMZİC Karıştırmak. Katmak. Mezcetmek. * Bir kimseye bir şey vermek. TEMZİG Ayırmak. * Dağıtmak. TEMZİK (C.: Temzikat) Yırtma, paralama, perakende etmek. TEN f. Gövde, beden, vücut. * İnsan bedeninin dış yüzü. TEN'AB Karga sesi. TENABÜZ Birbirine lâkap takıp çağırmak. TENABÜZ Ahidlerini bozmak, sözlerinde durmamak. TENACİ Fısıltı ile birbirine gizli söylemek. TENACÜŞ Satın almak. TENAD Birbirine nidâ etmek, birbirine bağırışmak. TENADD (Nudud. den) Dağılma, darmadağın ve perişan olma. * Birbirinden ürkme. TENADİ Birbirine nida etmek, çağırmak. * Bir araya toplanma. TENADÜM (Nedem. den) Birbiriyle konuşma. Sohbet. TENADÜR Azalma, nâdirleşme. TENADÜS Birbirine lâkap koyup bağırışmak. TENAFFUH şişmek. " Uf, tüf, ah ve oh" demek. TENAFFUT Çok kızma, hiddetlenme. TENAFİ Birbirine zıt ve muhâlif olma. TENAFÜR Birbirinden kaçmak. Ürkmek. * Uzağa çekilmek. * Bir mes'elenin halli için hâkime başvurmak. * Edb: Kulağa hoş gelmeyen hece veya kelimelerin bir arada bulunması. TENAFÜR-Ü KULÛB Kalblerin birbirinden nefret etmesi. TENAFÜS (C.: Tenâfüsât) Hased etme. Çekememe. TENAGGUM Şarkı söylemek. TENAGGUŞ Hareket etmek. TENAHHİ Bir yana çekilme, alarga durma. * Irak olma. TENAHHUM Tükürmek. * Asık suratlı olmak, ekşi yüzlü olmak. TENAHİ Son bulma, bitme, tükenme. * Yasağı kabul ile geri durmak. TENAHNUH Öksürerek boğazını açmak, öksürmek. Öhö öhö demek. * Fık: Zaruret olmasa bu öksürük namazı bozar. TENAHÜD Tevzi etmek, dağıtmak. * Hediye vermek, atâ etmek. TENAİ Uzaklık. TENAKKİ Muhayyer olmak. TENAKKUB Nikab örtünmek, yüze peçe örtmek. TENAKKUL (Nukl. den) Bir yerden başka bir yere geçme. * Nakletme. * Bir makamdan başka makama intikal etme. TENAKKUR Müçtemi olmak, içtima etmek, toplanmak. TENAKKUS Eksilmek. TENAKKUT (Nokta. dan) Benek benek olma. Nokta nokta olma. TENAKKUZ Halâs olmak, kurtulmak. TENAKKUZ Kırılmak. * Bozulmak. TENAKUS Noksanlaşmak. Azalmak. Eksilmek. TENAKUSÂT (Tenakus. C.) Eksilmeler, azalmalar. TENAKUZ Sözün birbirini tutmaması. Konuşmada beyan edilen söz ve fikirlerin birbirine zıt olması. * Man: İki şeyin birbirine nakiz olması. Bir şeyin nakizi, o şeyin ref'inden (kaldırılmasından) ibarettir. TENAKUZÂT (Tenakuz. C.) Tenakuzlar. TENAKÜH Nikâhlanmak. TENAKÜR Bilmezlikten gelmek. Tecâhül etmek. * Birbirine adâvet etmek. TENANİR (Tennur. C.) Ocaklar, fırınlar, tandırlar. * Su pınarları. TENA'NU' Uzak olmak, uzaklaşmak. TEN-ASAN f. Rahatını düşünen adam. TENASİ Unutmuş görünmek. Unutmak. Kendini unutmuş gibi göstermek. (Gaye-i hayal olmazsa veyahut nisyân veya tenâsi edilse; ezhân enelere dönüp etrafında gezerler. M.) (Bak: Vicdan) TENASİ Birbirinin nâsıyesine yapışmak. * Birbiri karşısına düşmek. TENASSÜB Dikilip durma. TENASSUH Nasihat almak, aklı başına gelmek. * Başkası hakkında iyilik istemek. TENASSUK Nizâmına koyma, tertib etme, düzenleme. TENASSUR Nasrânileşme. Hıristiyan dinine girme. TENASUF Yarıya bölmek. TENASUH Birbirine nasihat etme. TENASUK Nizam üzere dizilme. TENASUR Yardımlaşma. Karşılıklı yardım etme. * Haberler birbirini tasdik eylemek. TENASÜB Uygunluk, uyma, tutma. Yakınlaşma. * Nisbet, kıyas. * İki adet birbirine nisbet edilerek yapılan hesap usulü. * Edb: Mânaca birbirine uygun kelimeleri bir arada söze güzellik vermek maksadı ile zikretmek. TENASÜH İslâmdan hariç olan batıl bir fırkaya göre, ruhun bir bedenden başka birinin bedenine intikâl eder diye olan batıl inanışları. * Miras sahibinin ölümü ile malının vârisine geçmesi. (Bak: Mumya) TENASÜH-VÂRİ f. Tenasühe benzer bir surette. TENASÜL Türemek. Nesil yetiştirmek. Üremek. Birbirinden doğup türemek. TENASÜLÂT (Tenasül. C.) Çoğalma. Tenâsüller. Üremeler. TENASÜR Saçılma, serpilme, püskürme. TENAŞİR Acemi yazısı, çocuk yazısı. TENAŞÜD Birbirine şiir okuma. TENAŞÜR Dağılmak. TENATTU' Çok arıtmak. * Ayırmak. TENATTUF Küpe takma. TENATTUS Dikkatle tecessüs etmek, araştırmak. * Ayırmak. TENATUH (Hayvanların) birbirlerine süsüşme (si). * Birbirine başla vurmak. TENATÜC Neticelenme. Birbirini netice vermek. TENATÜL Birbirine muhâlif olmak, ters olmak. TENA'UL Nâlin giymek. TENA'UM Nimetlenme, bolluk içinde yaşama. TEN-AVER (C.: Ten-âverân) f. Vücutlu, etine dolgun. TENAVÜB Nöbetleşme. Nöbet ile çalışma. Münâvebe. TENAVÜL Bir şeyi alma. * Yemek yeme. * Bahşiş ve ihsanda bulunma. TENAVÜM Yalandan uyur gibi görünme. TENAVÜR İri vücutlu kişi, iri yarı kimse. TENAVÜŞ (Tenâvül mânasındadır) El atmak, el sürmek. TENAVÜŞ Aşağı tutmak. * Sonraya bırakmak, tehir etmek. * Alıp yemek. TENAYÜB Nöbetleşmek. TENAZU' Kavgalaşmak, çekişmek. Birbirine husumet etmek. TENAZUK Birbirine öğretmek. TENAZUL Birbiri ile oklaşmak. TENAZUR Birbirine karşı olmak. Simetri hâli. * Bakışmak. Bir iş hususunda birbirine bakmak. TENAZURÎ Simetrik. TENAZÜK Birbirine süngü ile vurmak. TENAZÜL Yayan olarak vuruşmak. TENAZZÜF Pâklanma, temizlenme. TENAZZUH Bulaşmak. TENAZZUR Dikkatle bakarak düşünme. Düşünerek dikkatle bakma. TENBAL Kısa boylu, bodur adam. TENBAN f. Don, iç donu. TENBEL (Tembel) f. Üşenen, üşengeç. * İşte ağır, davranan ağır yürüyen, ağır hareketli |
Osmanlıca Sözlük (T Harfi)-Osmanlıca Sözlük (T Harfi)Kelimeler...
RE: Osmanlıca Sözlük (T Harfi) TENBEL-HÂNE f. Memurları iş görmez olan dâire; fertleri tenbel olan ev. Tenbeller yuvası.
TENBELİT f. Hayvan yükü. Küçük yük. TENBİE Haber vermek. TENBİH (C.: Tenbihât) Göz açtırmak. * Gafletten ikaz etmek. Faaliyetini arttırmak. * Sıkı emir vermek. * Bir işin yapılacağı hakkında yapılan nasihat. TENBİHÂT (Tenbih. C.) Tenbihler. İkaz etmeler. TENBİK Ağaçları aynı hizâda dikmek. TENCİC Şâd etmek. Sevindirmek. TENCİD Evin içini nakışlı bezlerle süslemek. * Kahraman yapmak. TENCİM Yıldız ilmi ile uğraşmak. Yıldızların hareketlerinden mâna çıkarmağa çalışmak. TENCİR Korkutmak. TENCİS (Necâset. den) Pisleme, murdarlaştırma, pis etme. TENCİYE (Necât. dan) Kurtarma. TENCİZ Sona erdirme. Sonuçlandırma, neticelendirme. * Sözünü yerine getirme. TENDİD Meşhur etmek. TENDİF Yün ve pamuk atmak. TENDİYE Islatma, nemleme. TEN-DÜRÜST f. Sağlam vücutlu, kuvvetli. Vücudu sağlam olan. TENE f. Gövde, beden, cüsse, vücut. * Örümcek ağı. TENEBBİ (Nübüvvet. den) Peygamberlik iddiasına kalkışma, peygamberlik dâvasında bulunma. TENEBBU' Az az işlemek. * Yerden kaynama. Nebean etme. TENEBBÜ' (Nübüvvet. den) Peygamberlik iddiasına kalkışma. TENEBBÜH Uyanmak. Kendine gelmek. Aklını başına getirmek. TENEBBÜT Büyümek. Yerden çıkıp biten nebat gibi yetişmek. TENECCÜC Çok olmak. * Zayıflamak, süst olmak. * Aşağı gelmek. * Geniş yer tutmak. TENEDDİ Gamkin ve üzüntülü olmak. TENEDDUH Koyunun otlamaktan semiz ve besili olması. TENEDDUS Çıkmak, huruç etmek. TENEDDÜB (Nedbe. den) (Yara) kapanma. TENEDDÜD Halk içinde meşhur olmak. TENEDDÜM (Nedâmet. den) Pişman olma, pişmanlık duyma, nedâmet etme. TENEDDÜS Toprağa gömülmek. TENEFFU' (C.: Teneffuât) Faydalanma, menfaatlenme. TENEFFUH (Nefh. den) Kabarma, şişme. * Urlanma. * Üflenerek şişme. TENEFFUH Boş lâflarla gururlanma. TENEFFUT (El) Kabarmak. TENEFFÜL Nâfile namaz kılma veya oruç tutma. TENEFFÜR Çekinme. Kaçınma. Nefret etme. İğrenme. TENEFFÜS (Nefes. den) Nefes, soluk alma. Dinlenme. * Tan yeri ağarma. * Deniz suyunun sahile vurması. * Üfürmek. * Okullarda ders araları verilen dinlenme. TENEFFÜSÂT (Teneffüs. C.) Teneffüsler. TENEFFÜZ (Nefz. den) Nüfuz sahibi ve sözü geçer olma. TENEHHUS Kadınların kaşlarını ve yüzlerindeki kılları yolmaları. TENEHNÜH Nefsini menetmek. Nefsinin isteklerine engel olmak. TENEKKUB Nikab örtmek. Nikablanmak, peçelenmek. TENEKKÜR (Nekr. den) Kendini bildirmeme. Tanınmıyacak kılığa girme. TENEKKUS Rücu' etmek, geri dönmek. TENEKKÜS (Nüks. den) Başaşağı olma. TENEMMUS Cınbızla yüzden kıl yolmak. TENEMMÜL (Neml. den) Karınca gibi kaynama. * Vücudun bir tarafı, bir organı uyuşup karıncalanma. TENEMMÜR Birisini korkutmak için gürültü yapmak, gürültülü ses çıkarmak. * Uzun uzun bağırmak. * Kaplan huylu olmak. Kaplanlaşmak. TENEMMÜV (Nümüvv. den) Gelişip büyüme. TENESSUH Eşsiz, çok güzel ve çok az bulunur olma. TENESSÜK İbadet etmek. TENESSÜM (Nesim. den) Havayı teneffüs etme. * Güzel kokular kokutmak. * Haber erişmek. TENESSÜR Dağılma, saçılma, yayılma, serpilme. TENEŞŞİ Neşvelenme, sarhoş olma. TENEŞŞUT (Neşat. dan) Ferahlanma, keyiflenme. TENEŞŞÜB Bir şeye ilişip tutulma. TENEŞŞÜD Bir haberi veya bir şeyi öğrenmek için insanların farkına varamıyacağı şekilde nezâketle soruşturma. TENEŞŞÜF (Suyu veya rutubeti) çekme, emme. TENEVVUK Tabiat, huy. * Hâtır. * Bir işte mübalağa etmek. TENEVVÜ' (C.: Tenevvüât) Çeşitlenmek, çeşit çeşit olmak. TENEVVÜB Katran ağacı. TENEVVÜH (Nevha. dan) Ölüye feryad ederek ağlamak. * Sarkıp sallanıp öteberi hareket etmek. TENEVVÜM Uyuklama, pinekleme. TENEVVÜME (C.: Tünüm) Kırlarda yetişen küçük yemişli bir ağaç. TENEVVÜR Parlama, ışıldama. * Bir şey hakkında bilgi sahibi olma. * Münir ve münevver olmak. Aydın olmak. Nurlanmak. TENEVVÜS Tereddüt etmek, karar verememek. TENEVVÜŞ Evmek, acele etmek, sür'at. TENEZZEHE Noksan sıfatlardan uzak (meâlinde Allah C.C. için söylenen duâdandır.) TENEZZİ Evmek, sür'at, acele etmek. TENEZZÜH Uzaklaşmak. * Gezinti. Bağ ve bahçe gibi yerlere gam ve kederi izale için çıkmak. * Kusur, pislik ve ayıptan uzak olmak. TENEZZÜH-Ü ZÂTÎ Zata mahsus tenezzüh. Yani zatının bütün noksan sıfatlardan, kusurlardan temiz ve uzak oluşu.(Zât-ı Vâcib-ül Vücud'un vücub-u vücuduna ve kudsiyetine lâyık bir tarzda ve istiğna-i zâtîsine ve gınâ-i mutlakına muvafık bir surette ve kemâl-i mutlakına ve tenezzüh-ü zâtîsine münâsib bir şekilde, hadsiz bir şefkat-i mukaddese ve nihayetsiz bir muhabbet-i münezzehesi vardır. M.) TENEZZÜL (C.: Tenezzülât) İnme, düşme. Aşağılama. * Gönül alçaklığı. Karşısındakinin seviyesine göre tevâzu ile konuşmak. * Yavaş yavaş inmek. Mekânını yukarıdan aşağıya nakletmek. TENEZZÜL-Ü EMTAR Yağmur yağması. Yağmur katrelerinin inişi. TENEZZÜLÂT-I İLÂHİYE Cenab-ı Hakk kelâmiyle, kullarının anlayış seviyelerine göre konuşması ve derin hakikatları, anlıyabilecekleri ifadelerle beyan etmesi. TENEZZÜLEN Alçak gönüllülükle, tevâzu ve mahviyet içinde, kibirsizlikle. TENEZZÜL Hasis ve cimri olmak. * Asılsız olmak. TENEZZÜR Korkmak. * Adak adamak, nezretmek. TENFİH (C.: Tenfihât) (Nefh. den) Üfleyip şişirme. * Çok üfleme. TENFİH Yorma, güçsüz bırakma. TENFİL Ziyade etmek, çoğaltmak. * Kandırmak. TENFİR (Nefret. den) Ürkütme, korkutma. * Nefret ettirme. * Mekruh ve müstehcen isim takma. * Galibiyetle hükmetme. * (Nefir. den) Asker toplama. TENFİS (C.: Tenfisât) (Nefes. den) Nefeslendirme, soluklandırma, ferahlandırma. TENFİŞ (C.: Tenfişât) Pamuk gibi atma. Yün ditme. TENFİT Çok kaynatmak. * Neftlemek. TENFİZ Sıçratma. Sıçramaya zorlama. TENFİZ İnfaz etmek. Hükmünü yürütmek. * İçinden geçirmek ve öteye çıkarmak. TENFİZ-İ AHKÂM Hükümleri yürütmek, kanunları tatbik etmek. TENFİZ Silkmek. * Saçmak, dağıtmak. TENG f. Dar, sıkıntılı, melul, kederli. * Kıtlık. TENGÇEŞM f. Açgözlü. TENGDİL (C.: Tengdilân) f. Yüreği dar. İçi sıkıntılı. TENGÎ f. Darlık. * Züğürtlük. TENGİS (Nags. dan) Hayatını tasalı, kederli kılmak. TENGİZ Zindeliği sarsılma, zindeliğini sarsma. TENGNA f. Dar yer. Geçit, boğaz. Sıkıntılı yer. * Mezar. TENHA f. Boş yer. Kimsesiz yer. * Yalnız, tek. TENHANİŞİN f. Tek başına oturan. Yalnız oturan. TENHAREV f. Yalnız giden. TENHAYÎ f. Yalnızlık, ıssızlık, tenhalık. TENHIYE Irak etmek, uzaklaştırmak. * Gidermek. * Silkmek. * Çıkarmak. TENHİB Suya gayet yakın olmak. TENHİL Elek ile eleme. TENHİYE İçinde suyu az olan çukur. TE'NİB Ayıplamak. * İncitmek. TENİDE f. Örümcek ağı. * Örülmüş, dokunmuş. TEN'İL Nallama, nallanma. TEN'İM Nimetlendirmek. Bolluk içinde olmak. Rahat ve refah kılmak. * "Neam" diye cevap vermek. TE'NİS Bir kelimenin sonuna te'nis alâmeti olan ( ) ilâve ederek müennes yapmak. TE'NİS Ürkekliğini gidermek. Alıştırmak. * Bir hayvanı terbiye ederek işe yarar hale getirmek. TE'NİS-İ EZHAN Zihinleri alıştırmak, anlayışı kolaylaştırmak. TEN'İŞ Yukarı kaldırma. TENİZE Uç, etek. TENİZE-İ KÛH Dağ eteği. TENKIYE Tıb: Şırınga âleti. * Temizleme, tathir. TENKİB Dolaşıp gezmek. * Ticaret yapmak. Tefahhus etmek. * İnceden inceye araştırmak. TENKİB Dönmek veya döndürmek. TENKİD Bir kimse veya şeyin iyi veya kötü taraflarını bulup meydana çıkarmak.Tenkid yapıcı veya yıkıcı olabilir. Tenkitten maksat, doğrunun ve yanlışın iyi niyetle ortaya konulması, hakikate ulaştıracak yolun ve imkânların gösterilmesidir. Sadece yanlışı söylemek, doğruyu göstermemek yıkıcı bir tenkiddir. Tenkid edenin, tenkid edeceği mesele hakkında bilgili olması gerekir. Tenkide his, ihtiras, menfaat, peşin hüküm araya girmemeli, tenkid konusunda Hz. Ali'nin (R.A.) şu sözünü unutmamalıdır: "Sen hakikatı insanla bilemezsin, önce hakikatı tanı, sonra ehlini de tanırsın." (Bak: Gıybet) TENKİH Nikâh etmek, nikâhlanmak. TENKİH Araştırıp, dikkat edip bir şeyin sonuna hakikatına ermek. * Bir şeyin fazla ve gereksiz kısımlarını çıkarıp kısaltarak düzeltmek. * Temizlemek. * Bütçe tanzimi için maaşları azaltmak. TENKİH-ÜL MENAT Menatın, yani illetin ayıklanması. Usul-ü Fıkhın kıyas bahsine ait bir ıstılahtır. Kıyasın dört rüknünden biri olan illetin, diğer benzeri hususiyetlerden ayıklanmasıdır. Şöyle ki: Şâri (Allah C.C.) bir hükmü bir sebebe bina eder. Fakat o illetle beraber hükme te'siri olmayan birçok özellikler de bulunur. Bu yabancı özellikleri ayıklamak ve esas sebebi meydana çıkarmak gerektir. İşte bu, bir tenkih-ül menat çalışmasıdır. TENKİL Uzaklaştırmak. Tepeleyip sindirmek. * Başkalarına ders ve ibret olacak şekilde ceza vermek. Rezil ve rüsvay eylemek. * Zincire vurmak. TENKİLÂT (Tenkil. C.) Örnek olacak biçimde cezâlandırmalar. * Düşmanları tepelemeler. * Uzaklaştırmalar. TENKİL Mübâlağa ile nakletmek. TENKİR Tanınmayacak bir hale koymak. * Gr: Bir ismi harf-i tarifsiz kullanarak belirsiz yapmak. Gayr-i muayyen veya gayr-i mahdut kılmak. TENKİR Sıçratmak. * Ok çevirmek. TENKİS Noksanlaştırmak. Azaltmak. İndirmek. TENKİSÂT (Tenkis. C.) Tenkisler, eksiltmeler, indirmeler, azaltmalar. TENKİS Başaşağı etme. Sernigun etme. * Boşaltma. TENKİS Divite mürekkep koymak. TENKİS Evmek, acele etmek, sür'at. TENKİŞ (C.: Tenkişât) (Nakş. dan) Nakşetme, nakışlama, işleme, resim yapma. TENKİT Noktalamak. Yazıda nokta, virgül gibi işaretler koymak. TENKİT Temizleme, fenasını atma. TENKİZ İnkaz etmek, kurtarmak. Kurtarılmak. TENMİK (Nemk. den) Yazma. Yazılma. * Güzel yazı ile yazma. TENMİYE (Nemâ. dan) Büyütmek. Yetiştirmek. Artırmak. Bereketlenmek. * Fesad veren haber yetiştirmek. * Ateş içine odun atmak. TENNUB Katran ağacı. TENNUR (C.: Tenânir) Tandır. * Fırın. TENPERVER f. Rahatına düşkün. Tembel. Vücudunu beslemek telâşesinde olan. TENSİB Uygun görmek. Münasib kılmak. TENSİF İkiye bölmek. TENSİK Nizam üzere dizmek. Nizâma koymak. * Edb: Bir ibârede zikredilecek birkaç şeyi sırasıyla irad eylemek. Sıra tertibi ile mânâ yükselirse tensik-i irtifâî, alçalırsa tensik-i inhitatî denir. TENSİKAT (Tensik. C.) Islahat. Düzen ve nizama koymalar. TENSİL Halâs olmak, kurtulmak. TENSİL (Kuş ve diğer hayvan) tüylerini yeleklerini, yününü ve kılını döküp kavlamak. TENSİR Serpme, saçma. TENSİS (C.: Tensisât) Tedkik ederek karar verme. TENSİYE Unutturma. TENŞİB Saplama, sokma. * Rüzgâr esme. TENŞİF (C.: Tenşifât) Suyu veya rutubeti emdirme. Sünger veya bez ile suyu alıp kurulama. * Ter kurulama. TENŞİM Bir işe başlama. * (Et) bozulup kokma. TENŞİR Açıp yayma. Serpme. TENŞİT (C.: Tenşitât) (Neşât. dan) Keyiflendirme, şenlendirme. TENŞİYE Beslemek, terbiye etmek. * Uzatmak. TENŞÛY f. Ölü yıkayıcı. * Teneşir. TENTE f. Örümcek ağı. TENTENE İplik gibi şeylerle örülmüş delikli bez, perde v.s. Dantela. TENTİF Mübâlağa ile yolmak. TENUFE (TENUFİYE) (C: Tenânif) Helâk olacak yer. * Sahra. * Yazı. TENUK (Tenuka, Tenukıye) : Helâk olacak yer. * Sahra. * Yazı. TENU-MEND f. Gövdeli, iriyarı, vücutlu kimse. TENÜK f. Dayanıksız, kuvvetsiz, zayıf. * İnce, rakik, nârin. * Az, hafif. * Yumuşak. TENÜK-HAVSALA f. Sabırsız adam, tahammülsüz kimse. TENÜK-RU f. Yüzü yumuşak olan kimse, yüzü yumuşak adam. |
Osmanlıca Sözlük (T Harfi)-Osmanlıca Sözlük (T Harfi)Kelimeler...
RE: Osmanlıca Sözlük (T Harfi) TENVAT Atın yanına asılan şeyler.
TENVİ' (C.: Tenviât) (Nev'. den) Çeşitlendirme, nevilendirme, türlü türlü etme. TENVİC Borç edinmek. TENVİH Sulandırma. * Yaldızlama. * Haksız bir şeyi yapmacık şeylerle süsleyip haklı gösterme. * Başka bir madeni, altın veya gümüş suyuna daldırma. * Bir kimsenin nâmını, şânını yükseltme. TENVİK (Deve) Zayıflamak. TENVİL Atâ, bahşiş, hediye. TENVİM Uyutmak. Hipnotize etmek. Birisini uyur bulmak. TENVİMÂT (Tenvim. C.) Uyutmalar veya uyutulmalar. TENVİN Gr: Kelimenin sonunu "en, in, ün" diye okumak. Veya öyle okutan işaretin adı. TENVİN-İ TENKİR Kelimenin belirsizliğine işaret olan tenvin işareti. Harf-i tarifsiz kelime tenvin kabul ettiğinden yani, nekre olduğundan tenvinli olan harfin durumu. TENVİR (C.: Tenvirât) Aydınlatma. * Bir şey hakkında bilgi verme. Bir şeyi münevver kılma. TENVİRÂT (Tenvir. C.) Aydınlatmalar, ışıklandırmalar. Tenvir etmeler. TENVİŞ Ziyafete davet etmek. TENVİT Niyet etmek. TENVİYE Niyet etmek. TENYİR Beze ve kumaşa işaret koymak. TENZEDE f. Sessiz, sâkin, susmuş. TENZİH Suç ve noksanlıktan uzak saymak. Cenab-ı Hakk'ı (C.C.) her çeşit kusur, noksan, şerik gibi hallerden uzak bilip söylemek. * Kabahati yok olduğu anlaşılmak ve onu ifade etmek. TENZİHEN Tenzih ederek. Tenzih etmekle. TENZİHEN MEKRUH Nehyine dair şer'î bir delil olmamakla beraber işlenmesi kerih görülen iş. (Helâle yakın iş) TENZİK (At) ayaklarını yukarı kaldırmak. TENZİL Bir şeyin bir miktarını çıkarmak. * İndirmek, indirilmek, indirilen. Aşağı indirmek. * Kur'an-ı Kerim'in vahiy vasıtası ile Peygamberimize (A.S.M.) indirilmesi. Tedricen indirme. (Birden indirmeye inzal, parça parça indirmeye de tenzil denir.) TENZİLÂT (Tenzil. C.) Fiat indirme. İskonto. TENZİR (İnzâr. dan) Olacak bir hâdiseyi haber vererek korkutma. (Müjdenin zıddı) TENZİYE Sıçramak. * Üstüne binmek. TEOKRASİ (Fr: Theocratie) Din hükümlerine göre idare edilen ve dinî esaslara bağlı olan idare şekli. Allah namına papazlar idaresi.(Bu kelime, İslâm memleketlerinde: Şeriat hükümleriyle devleti idare etmek mânasında kullanılır. Avrupa memleketlerinde ise, "Allah nâmına papazlar idaresi" mânasına gelir. Hatta 1304'de basılan Kamus-u Fransavî'de: "Kanun-u İlâhî ile ve sıfat-ı ruhaniyetle icra olunan hükümet" şeklindeki ifadesiyle, bu iki mânaya işaret edilmiştir. Fakat İslâm ve İsevî milletlerinde teokrasinin ifade ettiği mânada ilmî ve ehemmiyetli bir fark vardır. Şöyle ki:Hristiyanlıkta velediyet akidesi ekseriyetçe kabul edildiğinden papaz, Allah'ın mutlak vekili ve İlâhî kudsiyete sahip addedilmiştir. Buna göre papaz; murakabe edilmez ve kimseye karşı da mes'ul değildir.İslâmiyette ise: İdareci, şer'î kanunlara karşı mes'ul olduğu gibi; halkın idareciye itaat etmesi de, idarecinin Allah'ın kanunlarına bağlılığı nisbetindedir.Bütün milletlerde kelimenin ifade ettiği müşterek mâna ise; şahıslar tarafından İlâhî ve dinî hâkimiyeti icra etmektir.) TEOKRAT Fr. Dinî, İlâhî. Teokrasi taraftarı olan. TEOKRATİK Fr. Teokrasi sistemi. (Bak: Teokrasi) TEOLOJİ Fr. Fls: Cenab-ı Hakk'ın varlığı, birliği, sıfat ve isimleri ve hususiyetleri hakkındaki ilim. İlâhiyat. TEPİDE f. Rahatsız, sıkıntıda. TER f. Rutubetli, ıslak, yaş. * Taze. TERABBU' Bağdaş kurarak rahatça oturma. TERABBUS (Tarabbus) Durup bekleme. TERA'BUZ Noksan etmek. * Zayıflatmak. TERACİM (Teracüm) (Tercüme. C.) Tercüme edilmiş olanlar. Tercümeler. TERACU' (Rücu. dan) Bir yere veya bir kimseye dönme. * Birinden ayrılma. * Dönme, vazgeçme. TERACÜM Taşla atışmak. TERAD Birbirini reddetmek. TERADÜF Birbiri peşinden gitmek. * Edb: İki veya daha fazla kelimenin aynı mânada olması. TERAFU' (Ref'. den) Duruşmaya girme. TERAFUK Arkadaş olma. * Yardımlaşma, yardım etme. TERAFÜD Birbirine yardım etme. Yardımlaşma. TERAGGUM Gadap etmek, hiddetlenmek, kızmak. TERAH Gam, keder, acı. TERAHHUL (C.: Terahhulât) Göç etme. Bir yerden bir yere göçme. * Yola çıkma. * Menzile konma. TERAHHUM Merhamet etme, acıma. Şefkatte bulunma, esirgeyip besleme. TERAHHUMÂT (Terahhum. C.) Acımalar, merhamet etmeler. TERAHHUMEN Acıgirsin bir tarafına ..!!!, merhamet ederek. TERAHHUS İzinli ve müsaadeli olma. Ruhsat bulma. * Ucuzlama. TERAHİ İşde gayretsizlik, gevşeklik, ihmal. * Uzaklaşma. * Sonraya bırakma. * Gecikme, geç kalma. * Geri durma, geri çekilme. TERAHÜN Karşılıklı olarak rehin vermek. TERAÎ Aynaya bakma. * Birbirini görmek ve görüşmek. Bir fikir hakkında mukabil görüş, endişe mülâhaza eylemek. * Hurmanın kuruyup renginin belli olması. TERAÎ Çayıra çıkma. Otlama. TERAİB (Teribe. C.) Tıb: Göğüs kemikleri. Kaburga kemikleri. Gerdanlık yeri. TERAK f. Yarık, çatlak. * Gürültü, çatırdı. TERAKİB (Terkib. C.) Terkibler. * Gr: İki veya daha çok kelimeden meydana gelen birleşik kelimeler. Tamlamalar. TERAKKİ İlerleme. Yukarı çıkma, yükselme. * Artma, çoğalma. * Bilgi ve medeniyetçe yükseliş.(Terakkimizin şartı: 1- Mesailerin tanzimi 2- Emniyet 3- Teavün düsturunun teshilidir.) (H.Şâmiye) TERAKKİCU f. Terakki isteyen, terakki taraftarı. TERAKKİPERVER f. Terakkiyi seven. İlerlemeyi seven. TERAKKİŞİKEN f. Terakkiyi kıran, ilerlemeyi önleyen, terakkinin aleyhinde bulunan. TERAKKİYÂT (Terakki. C.) Terakkiler. Yükselişler. İlerlemeler.( $ Hazret-i Âdem Aleyhisselâm'ın dâva-yı hilâfet-i kübrâda mu'cize-i kübrâsı, talim-i esmâdır" diyor. İşte sair enbiyanın mu'cizeleri, birer hususi hârika-i beşeriyeye remzettiği gibi, bütün enbiyanın pederi ve divan-ı nübüvvetin fatihası olan Hazret-i Âdem Aleyhisselâm'ın mu'cizesi umum kemâlât ve terakkiyat-ı beşeriyenin nihayetlerine ve en ileri hedeflerine sarahate yakın işaret ediyor. Cenab-ı Hak (Celle Celâlühü), mânen şu âyetin lisan-ı işaretiyle diyor ki: "Ey benî-Âdem! Sizin pederinize, melâikelere karşı hilâfet dâvasında rüçhaniyetine hüccet olarak, bütün esmâyı tâlim ettiğimden, siz dahi, mâdem O'nun evlâdı ve vâris-i istidadısınız. Bütün esmayı taallüm edip, mertebe-i emânet-i kübrâda, bütün mahlukata karşı, rüçhaniyetinize liyâkatınızı göstermek gerektir. Zira kâinat içinde, bütün mahlukat üstünde en yüksek makamata gitmek ve zemin, gibi büyük mahlukatlar size musahhar olmak gibi mertebe-i âliyeye size yol açıktır. Haydi ileri atılınız ve birer ismine yapışınız, çıkınız!... Fakat sizin pederiniz, bir def'a şeytana aldandı, cennet gibi bir makamdan ruy-i zemine muvakkaten sukut etti. Sakın siz de terakkiyatınızda şeytana uyup Hikmet-i İlâhiyyenin semâvâtından, tabiat dalâletine sukuta vasıta yapmayınız. Vakit bevakit başınızı kaldırıp Esmâ-i Hüsnâma dikkat ederek, o semâvâta uruc etmek için fünunuzu ve terakkiyatınızı merdiven yapınız. Tâ fünun ve kemâlâtınızın menbâları ve hakikatları olan Esmâ-i Rabbâniyyeme çıkasınız ve o esmânın dürbünüyle, kalbinizle Rabbinize bakasınız...Bir nükte-i mühimme ve bir sırr-ı ehemm şu âyet-i acibe, insanın câmiiyet-i istidadı cihetiyle mazhar olduğu bütün kemâlât-ı ilmiye ve terakkiyat-ı fenniye ve havârık-ı sun'iyeyi "Tâlim-i Esmâ" unvaniyle ifade ve tabir etmekte şöyle lâtif bir remz-i ulvi var ki: Herbir kemâlin, herbir ilmin, herbir terakkiyatın, herbir fennin bir hakikat-ı âliyesi var ki; o hakikat, bir ism-i İlâhîye dayanıyor. Pek çok perdeleri ve mütenevvi tecelliyatı ve muhtelif daireleri bulunan o isme dayanmakla o fen, o kemalât, o san'at; kemâlini bulur, hakikat olur. Yoksa yarım yamalak bir surette nâkıs bir gölgedir...Meselâ: Hendese bir fendir. Onun hakikatı ve nokta-i müntehâsı, Cenab-ı Hakk'ın "İsm-i Adl ve Mukaddir" ine yetişip, hendese âyinesinde o ismin Hakimane cilvelerini haşmetiyle müşahede etmektir.Meselâ: Tıbb bir fendir, hem bir san'attır. Onun da nihayeti ve hakikatı; Hakîm-i Mutlak'ın "Şâfi" ismine dayanıp, eczahane-i kübrası olan ruy-i zeminde Rahimane cilvelerini, edviyelerde görmekle, tıbb kemâlâtını bulur, hakikat olur.Mesela: Hakikat-ı mevcudattan bahseden Hikmetü'l-Eşyâ, Cenab-ı Hakk'ın (Celle Celâluhu) İsm-i Hakîm'inin tecelliyat-ı kübrasını, müdebbirane, mürebbiyane eşyada, menfaatlarında ve maslahatlarında görmekle ve o isme yetişmekle ve ona dayanmakla şu hikmet hikmet olabilir. Yoksa, ya hurafâta inkılâb eder ve malâyaniyat olur veya felsefe-i tabiiye misillü dalâlete yol açar.İşte sana üç misal!... Sâir kemalât ve fünunu bu üç misale kıyas et. İşte Kur'an-ı Hakîm şu âyette beşeri şimdiki terakkiyatında pek çok geri kaldığı en yüksek noktalara, en ileri hududa, en nihayet mertebelere, arkasına dest-i teşviki vurup, parmağıyla o mertebeleri göstererek: "Haydi arş ileri" diyor. S.) (Bak: Medeniyet) TERAKKU' Sıkıntı ve emek ile kazanma. TERAKKUB Bekleme, gözetleme, yol gözleme. * Ümit etme. * Muntazır olma. TERAKKUBÂT (Terakkub. C.) Gözetlemeler, beklemeler. TERAKKUD Acele etmek. TERAKKUK Merhamete gelme, acıma. TERAKKUS Raksetme, dansetme. * Devamlı aşağı inip yukarı çıkma. TERAKRUK Parlama. Işıklı olma. TERAKUS Karşılıklı olarak oynaşıp raksetme. TERAKÜB Birbirine bağlanıp kenetlenme. * Birbirinin üzerine binme. TERAKÜL Vuruşmak, döğüşmek. TERAKÜM Birikme, yığılma. * Birbiri üzerine sıkışma. TERAKÜMÂT (Teraküm. C.) Toplanmalar, yığılmalar, birikmeler. TERAMİ Oklaşmak, karşılıklı olarak ok atışmak. TERANE Edb: Rübâinin başka bir ismi. * Terennüm. Nağme, âhenk, makam. * Bir şiiri makam ile okuma, şarkı söyleme. TERANEKÂR f. Terennüm eden. Öten, ötücü. TERANEPERDÂZ f. Makamla şarkı söyliyen. TERANESÂZ f. Öten, ötücü. TERANEZÂR f. Ahenkli ve cümbüşlü yer. TERANEZEN f. Şarkı söyleyen. TERANİ (Reeye. den) Sen beni görürsün veya görüyorsun (mânasına fiil). TERARİH (Türrehe. C.) Saçmasapan ve mânâsız sözler. TERA'RU' Deprenmek. * Büyümek. * Çocuğun hareket etmesi. TERASET Kalkancılık. TERASUF (Kaldırım taşları biçiminde) birbirine yanaşarak sıkışma, istif olma. TERASÜL (C.: Terasülât) Haberleşme, mektublaşma. TERATİR Büyük işler. TERA'UD (Ra'd. dan) Titreme. TERAVET Tazelik. (Bak: Taravet) TERAVİH Ramazan gecelerinde kılınan ve sünnet olan yirmi rek'atlık namaz. TERAVUH Ayakta çok durmak icab ettiği zamanlar, kâh sağ ayak üzerine ve kâh sol ayak üzerine durmak. TERAZİ (Rıza. dan) Birbirini razı etme. Uyuşma. TERAZU f. Terazi. TERB Bir nesneyi toprakla örtmek, üstüne toprak saçmak. TERBA Toprak. Yer, arz. TERBAB Toprak. TERBİ' Gazelin her beytine ikişer mısra ilâve ederek onu âdeta murabba (dörtlük) şekline koyma. * Dörde bölme. * Dört köşe etme. TERBİAN Dört köşeli olarak. * Murabba (kare) olarak. TERBİL Ayırmak. TERBİŞ (Ok) yeleklemek. TERBİT Zeytinyağı vermek. TERBİYE Allah'ın emirlerine itaat ederek ruhen ve cismen yükselmeye ve yükseltmeye çalışmak. Kemale ermeğe, nizam ve emirleri dinlemeğe çalışmak. Allah rızası yolunda gitmeyi öğrenmek. TERBİYEGÂH f. Terbiye yeri. Öğrenme ve yetişme yeri. TERBİYEGERDE f. Terbiye edilmiş. Yetiştirilmiş. TERBİYET "Terbiye" kelimesinin Arabi okunuşudur. TERBİYEVÎ Terbiyeli. Terbiye ile alâkalı. TERBUB İşe vurulmamış davar. TERCEMAN (Tercüman) Terceme eden. Bir dilden başka bir dile çeviren. * Birisinin veya bir şeyin maksadını anlatmaya, bir şeyi tasvir ve ifadeye vasıta olan. |
Osmanlıca Sözlük (T Harfi)-Osmanlıca Sözlük (T Harfi)Kelimeler...
RE: Osmanlıca Sözlük (T Harfi) TERCEME (Tercüme) Bir sözü bir dilden başka dile çevirmek. Bir lügatı, diğer bilinen lügata çevirerek anlatmak.("Elhamdülillah" bir Cümle-i Kur'aniyyedir. Bunun en kısa mânası, ilm-i Nahiv ve Beyan kaidelerinin iktiza ettiği şudur: $Yâni: "Ne kadar hamd ve medh varsa, kimden gelse, kime karşı da olsa, ezelden ebede kadar hasdır ve lâyıktır O zât-ı Vâcib-ül-Vücuda ki, ALLAH denilir. " İşte, "Ne kadar hamd varsa", "El-i istigrak" tan çıkıyor. "Her kimden gelse" kaydı ise, "Hamd" masdar olup, fâili terkedildiğinden, böyle makamda umumiyeti ifade eder. Hem mef'ulün terkinde, yine makam-ı hitabide külliyet ve umumiyeti ifade ettiği için, "Her kime karşı olsa" kaydını ifade ediyor. "Ezelden ebede kadar" kaydı ise; fi'lî cümlesinden ismî cümlesine intikal kaidesi, sebat ve devama delâlet ettiği için, o mânayı ifade ediyor. "Has ve müstehak" mânasını "Lillâh" daki "Lâm-ı cer" ifade ediyor. Çünkü: o "Lâm", ihtisas ve istihkak içindir. "Zat-ı Vacib-ül Vücud" kaydı ise; vücub-u vücud, Uluhiyetin lâzım-ı zarurîsi ve Zat-ı Zülcelâle karşı bir ünvan-ı mülâhaza olduğundan, "Lafzullah" sair esmâ ve sıfâta câmiiyeti ve ism-i Azam olduğu itibariyle, delâlet-i iltizamiye ile delâlet ettiği gibi; Vâcib-ül Vücud ünvanına dahi, o delâlet-i iltizamiye ile delâlet ediyor.İşte, "Elhamdülillah" cümlesinin en kısa ve Ulemâ-yı Arabiyyece müttefekun-aleyh bir mânâ-yı zâhirîsi şöyle olursa, başka bir lisana o icaz ve kuvvetle nasıl tercüme edilebilir? M.)(Ehl-i ilhada kapılan ulemâ-üs-su', milleti aldatmak için diyorlar ki: İmam-ı A'zam, sâir imamlara muhalif olarak demiş ki: "İhtiyaç olsa, diyar-ı baidede, Arabî hiç bilmeyenlere, ihtiyaç derecesine göre; Fâtiha yerine Fârisî tercümesi cevazı var. "Öyle ise, biz de muhtacız, Türkçe okuyabiliriz?.."Elcevab: İmam-ı A'zam'ın bu fetvasına karşı, başta a'zamî imamların en mühimleri ve sair oniki eimme-i müçtehidîn, o fetvanın aksine fetva veriyorlar. Âlem-i İslâm'ın cadde-i kübrâsı, o umum eimmenin caddesidir; mu'zam-ı Ümmet, cadde-i kübrâda gidebilir. Başka hususi ve dar caddeye sevkedenler, idlâl ediyorlar. İmam-ı A'zam'ın fetvası, beş cihette hususidir:Birincisi: Merkez-i İslâmiyetten uzak diyar-ı âherde bulunanlara aittir.İkincisi: İhtiyac-ı hakikiye binaendir.Üçüncüsü: Bir rivayette, lisan-ı ehl-i Cennet'ten sayılan Fârisî lisaniyle tercümeye mahsustur.Dördüncüsü: Fâtiha'ya mahsus olarak cevaz verilmiş, tâ Fâtiha'yı bilmeyen namazı terketmesin.Beşincisi: Kuvvet-i imandan gelen bir hamiyet-i İslâmiye ile, maâni-i mukaddesenin, avâmın tefehhümüne medâr olmak için cevaz gösterilmiş. Halbuki, za'f-ı imandan gelen ve menfi fikr-i milliyetten çıkan ve lisan-i Arabîye karşı nefret ve zaaf-ı imândan tevellüd eden meyl-i tahrip sâikasıyla tercüme edip Arabî aslını terketmek, dini terk ettirmektir! M.)(Terceme: Bir kelâmın mânasını diğer bir lisanda dengi bir tâbir ile aynen ifade etmektir. Terceme aslın mânasına tamamen mutabık olmak için sarahatte delâlette, icmalde tafsilde, umumda hususda, ıtlakta takyidde, kuvvette isabette, hüsn-i edada, üslub-u beyanda, hâsılı ilimde, san'atta asıldaki ifadeye müsavi olmak iktiza eder. Yoksa tam bir terceme değil, eksik bir anlatış olmuş olur. Halbuki muhtelif lisanlar beyninde hutut-i müştereke ne kadar çok olursa olsun, herbirini diğerinden ayıran birçok hususiyetler de vardır.Onun için lisanî hususiyeti olmayıp sırf akl u mantıka hitab eden kuru ve fennî eserlerin kabiliyet-i ilmiyesi terakki etmiş olan lisanlara hakkıyla tercemesi kabil olduğunda söz yoksa da hem akla, hem kalbe yahut yalnız zevk ü hissiyata hitab eden ve lisan nokta-i nazarından edebi kıymeti ve zevk-i san'atı haiz bulunan canlı ve bediî eserlerin tercemelerinde muvaffakiyet görüldüğü nadirdir. (Elmalılı Tefsiri)
TERCEME-İ HÂL Hal ve hayatını anlatma. Biyografi. TERCİ' (Rücu'. dan) Geri döndürme, geri çevirme. * Sesini yükseltmek. TERCİ'-İ BEND f. Gazel şeklinde aynı vezinde yazılı manzumelerin "vâsıta" denilen bir beyti ile birbirine bağlanmış şekli. Vâsıta beyti tekerrür ederse terci-i bend; tebeddül ederse (değişirse) terkib-i bend olur. Bendlerin her birisine, terci-i bendlerde "terci'hâne"; terkib-i bendlerde "terkibhâne" denir. (Edb. L.) TERCİÂT (Terci'. C.) Döndürmeler, geri çevirmeler. TERCİB (C.: Tercibât) Ululama, tazim. * Meyvesi çok olan ağacın dalları altına destek koyma. TERCİH Üstün tutmak. Bir şeyi diğerinden fazla beğenmek, fazla itibar etmek. TERCİHÂT (Tercih. C.) Üstün tutmalar, tercihler. TERCİH BİLÂ MÜRECCİH Hiç bir üstünlük sebebi yok iken birbirine eşit iki şeyden birisini diğerine üstün tutmak. TERCİL Arıtmak. * Saçını tarayıp düzeltmek. TERCİM (Recm. den) Taşlama. Taşlayarak öldürme. Recmetme. TERCİYE Ümitli olma, umma. TERDAD Tekrar. TERDEST (C.: Terdestân) f. Eli işe yatkın, usta, mâhir. TERDESTÎ f. Ustalık, el yatkınlığı, mahâret. TERDİD Geri çevirmek, geriletmek. * Edb: Karşısındakini merakta bırakacak ve neticeyi sezdirmeyecek şekilde söz etmek. * İki ihtimâlle fikir anlatmak. Muhatabın beklemediği bir surette sözü bitirerek söze kuvvet vermek. TERDİF (C.: Terdifât) (Redf. den) Peşinden ardı sıra yürütme. TERDİFEN Arkasından yürüterek. Katarak. TERDİYE (Ridâ. dan) Örtme. Örtü ile kapatma. TERE' Dolu nesne. * Kötülüğe ve şerre koşan kimse. TEREB Fakir olmak, fakirleşmek. TEREBBU' Bağdaş kurup oturmak. * Dört bacaklı olmak. TEREBBUH Sarkmak, sülpük olmak. TEREBBÜB Fakirlik. TEREBBÜL İkdam. *Cür'et. TEREBBÜT Eğlenmek. TERECCİ (Recâ. dan) Rica etme, yalvarma. * Ümidetme, umma. TERECCUH Üstün olmak. Bir tarafa meyletme. TERECCUH BİLÂ MÜRECCİH Bir şeyin kendi zâtında diğer şeye karşı bir üstünlük vasfı olmadığı hâlde, hiç sebebsiz üstün bulunması ki; böyle bir hal imkânsızdır, muhaldir. TERECCÜF Deprenmek, hareket etmek. TERECCÜL Paklanmak, temizlenmek. * Süslenmek, ziynetlenmek. * Saç ve sakal taramak. * Yayan yürümek. * Kuyu içine girmek. TEREDDİ Gerilemek. Soysuzlaşmak. Aşağı düşmek. * Şal ve örtü örtünmek. TEREDDÜD Kararsızlık. Bir mes'ele hakkında karar veremiyerek şüphede kalmak. TEREDDÜDÂT (Tereddüd. C.) Tereddüdler. TEREF İyi ve güzel yemek. * Yumuşaklık. * İnce, güzel şey. TEREFFU' Yükseğe çıkmak. Yukarı kalkmak. * Fazlalaşmak. TEREFFUÂT (Tereffu'. C.) Yukarı kalkmalar, yükselmeler. TEREFFUK (Rıfk. dan) Tatlı dil ve güler yüzlülükle davranma. Yumuşaklıkla muâmele etme. TEREFFÜH Refaha ermek. Bolluk ve rahatlık içinde geçinmek. Bolluğa kavuşmak. TEREFRÜF Titremek. * şefkat göstermek. TEREHHUS Müsaade, ruhsat bulma. * Ucuzlama. TEREHHÜB Korku içinde olarak Allah'a sağlam kulluk etmek. TEREHHÜM (Bak: Terahhum) TEREK Eski Türk odalarına, insan boyu yüksekliğinde olmak üzere duvarlara boydan boya yapılan raflara verilen addır. Dükkânlarda eşya koymağa mahsus bölmeli raflara da terek denilir. TEREKAT (Tereke. C.) Ölen bir kimsenin bıraktığı şeyler, terekeler. TEREKE (Terike) Ölen bir kimsenin bıraktığı malların hepsi. TEREKKÜB Birleşmek. Karışmak. İmtizac etmek. * Bir şeyin birkaç parçadan meydana gelmesi. TEREKKÜN (Rükn. den) Rükünleşme, erkân sırasına geçme, erkândan olma. * Mânen kuvvet bulma. TEREMMU' Deprenmek. TEREMMÜD Yanıp kül olmak. TEREMMÜL Dul kalma. (Kadının) kocası ölme. TEREMRÜM Bir şey söyleyecekmiş gibi yapıp, söylemeyip kalma. TERENNÜH (C.: Terennühât) Sarhoşluktan veya başka bir sebepten dolayı sendeliyerek yürüme. TERENNÜM Güzel güzel anlatma. * Yavaş ve güzel sesle şarkı söyleme. * Ötmek. Musikîleşmek. TERENNÜMÂT (Terennüm. C.) Terennümler. Güzel güzel anlatmalar. * Şarkı söylemeler. Ötmeler, musikîler. TERENNÜMSÂZ f. Terennüm eden, şarkı söyleyen. TERES t. Pezevenk manâsına gelen bir hakaret sözüdür. Hakaret için kullanılır. TERESSÜB Dibe çökmek. Tortulanmak, ayrılmak. Durulmak. Süzülmek. TERESSÜL Acelesiz olmak, yavaş yavaş yapmak. * Harflerin mâhreclerine ve medlerine riâyet etme. TERESSÜM Resmedilme, resimlenme. * Bir şeyin geriye kalan nişâne ve eserlerine bakma. * Tedkik ve teemmül eylemek. TEREŞŞUH (C.: Tereşşuhât) Terlemek, sızmak. Sızıntı. Sızıntı meydana çıkmak. TEREŞŞUHÂT (Tereşşuh. C.) Terlemeler, sızmalar, sızıntı yapmalar. * Kulaktan gelme haberler. TEREŞŞÜF Suyu emme. TEREŞŞÜŞ Su saçılmak. * Islanmak. TERETTÜB Sıralanmak. * Gerekmek. Lâzım gelmek. Netice olarak çıkmak. * Bir yerde aslâ kımıldamak, bir vecih üzere sâbit ve pâyidar olup durmak. * Zuhura gelmek. * Muayen sebeblerin, muayyen ve mukannen olan neticeler vermesi. TERETTÜL Zâhir olmak, görünmek. TERETTÜM Bir şeyi unutturmamak için parmağa iplik bağlama. TEREVVİ Tefekkür etmek, düşünmek. TEREVVU' Korkma. TEREVVUH Bir şeyden koku alma. * Mütegayyer olmak, rengi ve tadı değişmek. TEREYY Açık olmak. TEREYYÜB Cem'olmak, toplanmak, birikmek. TEREZZÜN Vakar gösterme. TERFEND (Terfende) f. Turfanda. Mevsiminden önce yetiştirilmiş meyve veya sebze. TERFİ' Yükselme. Yukarı kaldırma. İ'lâ etme. * Talebenin sınıf geçmesi. * Rütbe alma. Rütbe verme. TERFİAN Rütbesi yükseltilerek, rütbe alarak, terfi ederek. TERFİÂT (Terfi'. C.) Terfiler. Rütbe vermeler. Rütbe almalar. * Yukarı kaldırmalar, yükseltmeler. TERFİE Dirlik düzenlik temennisinde bulunma. * Sevindirme. TERFİH Ferahlandırma. Refaha erdirme. Rahat ve bollukla yaşamasına sebeb olma. TERFİH Evlenen kimseye "Allah hüsn-ü imtizac eylemek nasibetsin" diye duâ etmek. TERFİK (Refik. den) Birinin yanına katma. Arkadaş etme. TERFİKAN Birinin yanına katarak. Arkadaş ederek. TERFİL Ta'zim. * Uzatma. TERFİŞ Görmek. TERFİYE Sevindirmek. * Rahat etmek. TERGİB Şevklendirme, ümidlendirme. Rağbet verdirme. İsteklendirme. TERGİM Yere sürtme. * Zelil etmek, hor ve hakir etmek. Rezil, kepaze etmek. TERGİM-İ ENF Burnunu yere sürtme. TERGİS Mal çoğaltmak. TER-HANE f. Tarhana. TERHİB (C.: Terhibât) Hal hatır sorma. TERHİB Korkutmak. Fazla korkutmak. TERHİBÂT (Tehrib. C.) Çok korkutmalar. TERHİBAT (Terhib. C.) Hal ve hatır sormalar. TERHİBEN Korkutmak suretiyle, korkutarak. TERHİK Misafiri çoğaltmak. TERHİL Göç ettirme, göçtürme, nakletme. TERHİM Yumuşatmak. TERHİM Atmak. * Kolaylaştırmak, âsân etmek. * Deveyi sebepsiz kesmek. * Yumuşak ve ince etmek. * Bir ismi kısaltma. TERHİN Rehin verme. Emanet bırakma. TERHİNE f. Tarhana. TERHİS Askeri sivil, serbest hayata geçirmek. İzin ve ruhsat vermek. Serbest bırakmak. TERHİSÂT (Terhis. C.) Terhisler. TERHUK Yıldıramak, parıldamak. * Sallanmak. * Tekebbürlük etmek, gururlanmak. TERİ' Garip kişi. TER'İB Çok korkutma. TE'RİB Kuvvet verme, sağlamlaştırma. * Çoğaltma. TER'İB Kavum dilimi. * Ekmek dilimi. TERİBE (C.: Terâyib) Göğüs. TERİBE Parmak ucu. * Bir ot cinsi. TERİD Yağla ıslanmış ekmek. TER'İF Burnundan kan almak. TE'RİK Gece uykusuz bırakma. TERİK Muharebe vaktinde başa giyilen miğfer. TERİKE (C.: Terâyik) Evlenmeyip evde kalmış olan kız. * Deve kuşunun yabana bıraktığı yumurta. TERİM Fransızca olan "Terme" kelimesinden uydurulmuştur. "Istılah" veya "tabir" yerinde kullanılır. TE'RİS Kandırma. * Ateş yakma. * Fitne düşürme. TER'İS Titremek. TER'İŞ Titretme. Titretilme. TE'RİŞ Bozmak. Fitne çıkarmak. TERK Bırakma, salıverme, vazgeçme. * Boşama. Bakmama. İhmal etme. TERK-İ EDEB Saygısızlık, edebsizlik, hürmetsizlik. TERK-İ EVTAN Vatanlarından ayrılma, vatanlarını terk etme. TERK-İ HAYAT Ölme. * Ölüm, vefât. TERK-İ MÂSİVÂ Allah'tan gayrısını terk etmek. Allah rızası olmayan işlerden, fâni ve fena dünya işlerinden vazgeçip Allah rızasına yönelmek. Kalbinde Allah sevgisi ve muhabbetinden daha ileri bir sevgi bırakmamak. TERK-İ TERK Ucbe ve fahre girmemek için terkettiklerini de düşünmemek.(Der tarîk-i Nakşbendî lâzım âmed çâr terk: Terk-i dünya, terk-i ukbâ, terk-i hestî, terk-i terk. M.) TERKEND(E) f. Yalan, hile, kizb. TERKEŞ f. Ok mahfazası, ok kuburu, sadak. TERKIYE Yüce etmek. Yükseltmek. TERKİ' (Rık'a. dan) Yamama. Yama yapma. Yama vurma. TERKİB Birkaç şeyin beraber olması. Birkaç şeyin karıştırılması ile meydana getirilmek. * Birbirine karıştırılmış maddeler. * Gr: Terkib-i nâkıs ve terkib-i tam olarak iki kısma ayrılır. Terkib-i nâkıs: Cümle kadar olmayan terkiblerdir. Terkib-i tam ise; bir cümleden ibarettir. Birbirine eklenen kelimelere terkib denir. Bunlar bir ismin veya sıfatın benzerleri arasında belirtilmesi için başına getirilen isim veya sıfatla birlikte meydana gelir. Meselâ: Bahçenin duvarı. Kırmızı çiçek... Bu cümleden birincisine "isim terkibi" veya "terkib-i izâfi" denir. İkincisine "Sıfat terkibi" veya "terkib-i tavsifî" denir. (Bak: Muzaf) TERKİB-İ BEND Edb: Birkaç bendden meydana getirilmiş manzumenin hususan gazel şekli olup müteaddit manzumeler birer beytle birbirine bağlanmıştır. (Bak: Terci'-i bend) |
Osmanlıca Sözlük (T Harfi)-Osmanlıca Sözlük (T Harfi)Kelimeler...
RE: Osmanlıca Sözlük (T Harfi) TERKİB-İ KIYAS Bir davayı isbat için delil arayıp bulma usulü.
TERKİB-İ MEZCÎ İki veya daha fazla kelimeden meydana gelen ve bir isme delâlet eden isim. " Baalbek, Kırıkkale, Tahtakurusu" kelimelerinde olduğu gibi. TERKİBAT (Terkib. C.) Terkipler. Birkaç şeyin karıştırılmasıyla meydana gelen şeyler. TERKİBAT-I NİSBET-İ HAFİYE Gizli düşünce ve tasavvurlardan meydana gelen terkibler. TERKİH İşi salâha getirmek. TERKİK İnce ve nazikâne sesle anlatma, mânası kinaye yollu olma. * Tecvidde: Harfi ince okumak. * Bir kimseyi köle veya cariye etme. * Yumuşatma. * İnceltme. (Bak: Murakkik) TERKİK Zayıflatma. Lisanı veya ibareyi kusurlu ve bozuk kullanma. TERKİL Ayağıyla veya tırnağıyla vurmak. TERKİM Rakamlamak, rakam koymak. * Nişan eylemek. * Yazma. * Yarma. TERKİN Belli bir saatte ve yerde buluşma için sözleşme. TERKİN Boyama, yazma. * Bozulma, bozma. Çizme, silme. TERKİN-İ KAYD Kaydını silme, defterden çıkarma. TERKİS (Raks. dan) Oynatma, raksettirme. * Döndürmek. TERKİŞ (C.: Terkişât) Edb: Kelimeyi güzelleştirme, kelimeyi süsleme. * Nakışlama, süsleme. TERKİZ (Rekz. den) Dikme. Mıhlama, saplama. TERLİYE Akılsız yapmak. TERMİD Gül renkli olmak. * Gül etmek. * Bir nesneyi gül içinde bırakmak. TERMİK Fr. Sıcaklıkla alâkalı. Hararetle ilgili. TERMİL Kana boyamak. * Kan gibi kırmızı yapmak. TERMİM (C.: Termimât) Onarma, tamir etme. * Kırık kemikleri iyi etme. TERMOS yun. İçine konulan sıvının sıcaklık veya soğukluğunu uzun müddet muhafaza edebilen kap. TERNİK Bir nesneye bakıp durmak. * Gözün zayıflaması. TERNİN Öttürmek. TERÖR Fr. Yıldırma, tedhiş, korkutma. Anarşi. TERR Vurmak. * Kesmek. * Uzak olmak. TERRAS Kalkan kullanan. Kalkancı. TERS f. Korku. TERSA (C.: Tersâyâ) Hristiyan. İsevi. TERSABEÇE (C.: Tersabecegân) f. Hristiyan çocuğu. TERSAN f. Korkak, korkan. TERSANE f. Gemi yapılan ve tamir edilen yer. TERSAYAN (Tersâ. C.) Hristiyanlar. İseviler. TERSENGİZ (Ters-engiz) f. Korkutan, korku veren. TERSİ' Oymacılık. * Mücevherler takarak süslemek. * Edb: Bir beyti teşkil eden mısralar ile bir fıkrayı terkib eden cümlelerdeki lâfızları vezin ve kafiye itibari ile birbirine uygun olarak tertib etmektir. Külfetli ve gayr-ı tabii bir usuldür. Meselâ: Merhum Namık Kemâlin:Ecza-i beşer câlib-i te'cil-i fenadır.İbka-yı eser mucib-i tahsil-i bekadır. beyti tersi'ye misaldir. TERSİB Tortulaştırma, tortu halinde biriktirme. Tortusunu durultma. TERSİL Secisiz nesir yapmak. (Bak: Tertil) TERSİM Resmini çizmek. Resmedilmek. Resmini yapmak. TERSİMÎ Resimle alâkalı ve resme dair. Grafik. TERSİN Süzmek. TERSNAK f. Korkak, korkan. TERŞİF Yudumlama. Yudum yudum içme. TERŞİH (C.: Terşihât) Süzme, sızdırma. * Besleyip eğitme, terbiye etme. * Edb: Sözü özlü söyleme. * Tezyin etmek, süslemek. TERŞİŞ (Reşş. den) Saçma, serpme. TERTERE Depretmek, harekete getirmek, tahrik etmek. TERTİB (C.: Tertibât) Tanzim etme. Dizme, sıralama, düzene koymak. * Tedarik edip hazır ve müheyya kılmak. * Bir şeyi bir yere sabit ve pâyidar kılmak. * Mertebelere göre davranmak. * Hile ile aldatma. TERTİB-İ MUKADDEMÂT Bir neticenin meydana gelmesi için lâzım olan sebeplerin sıralarına göre tertib edilmesi. Bir neticeye varılması için sırasıyla riayet edilmesi icab eden sebebler. TERTİBÂT (Tertib. C.) Düzen, düzenleme. * Karşılayıcı hazırlıklar. TERTİBÂT-I MUKADDEME Başlangıçtaki sıralamalar, tertib ve düzenler. TERTİBKERDE f. Düzenlenmiş, sıraya konmuş, tertib edilmiş. TERTİBSÂZ f. Düzenleyen, sıraya koyan, tertib eden. TERTİL Muvafık ve yerli yerinde, güzel, uygun ve lâtif konuşmak. * Düşüne düşüne, yavaş yavaş, anlayarak okumak. Beyan eylemek ve âşikâr kılmak. * Kur'an-ı Kerim'i usul ve kaidesine göre, acele etmeksizin dura dura anlaya anlaya okumaktır. Kur'an-ı Kerim tertil üzere nâzil olmuştur. TERTİL Saçı yağlamak. * Tartmak, ölçmek. TER Ü TAZE f. Çok körpe, çok taze. Pek lâtif. TERVİB Sütü yoğurt yapmak. * Sütün yoğurt olması. TERVİC Revaç vermek. Değerini arttırmak. * Müsait karşılamak. Kabul ettirip, geçerli kılmak. TERVİE Evmeyip tefekkür etmek. Acele etmeyip düşünmek. TERVİH (C.: Tervihât) Râyiha verme. Kokutma. Kokusunu artırma. * Rahatlandırma. TERVİHA (C.: Teravih) Teravih namazının her dört rekatı. * Teravih namazının her dördünden sonra oturmak. TERVİK Durultma, süzme, saflaştırma. TERVİL Yağlı ekmek. * Ekmeği yağ ile ovmak. TERVİYE Su verme, sulama, suya kandırma. * İyiden iyiye ve derin derin düşünme. TERVİZ Bir yeri çayır çimen yapmak. TERYE Az gizli. * Kadınların hayızdan arınıp guslettikten sonra sarılık ve bulantıdan gördüğü nesneler. TER-ZEBAN f. "Yaş dilli". Hazırcevap. * Kalem. TERZİK Rızık verme, besleme. Rızık için verip yedirme. Nasibdâr kılmak. TERZİL Rezil etme. İtibarını kırma. TERZİZ Kâğıda nişan ve alâmet etmek, işaret koymak. TESABUK Yarış etme. Müsabaka. TESABÜR Bir şeyi sürekli olarak yapmak. Bir şeye devam üzere çalışma. TESACÜL Fahirlenmek gururlanmak, kibirlenmek, tefahur. TESADÜF Rastgelme. Bir şey kendiliğinden olma. Tedbirsiz meydana gelme. (Bak: Delil-i inayet) TESADÜFEN Tesadüf olarak, rastgele. TESADÜFÎ Rastgele. Tesadüf olarak. Tedbirsiz meydana gelmek suretiyle. TESADÜM Vuruşma. Şiddetle çarpışma. TESADÜM-Ü EFKÂR Fikirlerin çarpışması. Münazara.(Hak namına, hakikat hesabına olan tesadüm-ü efkâr ise: Maksadda ve esasta ittifak ile beraber, vesâilde ihtilâf eder. Hakikatın her köşesini izhar edip, hakka ve hakikata hizmet eder. Fakat tarafgirane ve garazkârane firavunlaşmış nefs-i emmare hesabına hodfuruşluk, şöhretperverâne bir tarzdaki tesadüm-ü efkârdan "bârika-i hakikat" değil, belki fitne ateşleri çıkıyor. Çünkü maksadda ittifak lâzım gelirken, öylelerin efkârının küre-i arzda dahi nokta-i telâkisi bulunmaz. Hak nâmına olmadığı için, nihayetsiz müfritane gider. Kabil-i iltiyam olmayan inşikaklara sebebiyet verir. Hâl-i âlem buna şahittir. M.) TESAFFUH Safha safha nazar etme. Bir bir bakma, teemmül etme. TESAFUH Elele tutuşma. TESAFÜN Lâzım olmak, icab etmek. TESAGUR Küçük görünme, küçülme. TESAHHUB Nazlanmak. TESAHHUN (C.: Tesahhunât) Isınma, kızma. TESAHHUR (C.: Tesahhurât) Zevklenip alay etme. * Aleme gülünç olma. Maskara olma. TESAHHUR Seher vaktinde kalkmak. * Sahur yemek. TESAHSU' Döndürmek. TESAHUB Sahip çıkma, benimseme. * Koruma. * Arkadaşlık etme. TESABUHÂT (Tesâhub. C.) Korumalar, sâhib olmalar. * Arkadaşlıklar. TESAHÜL Yumuşak davranma. Rıfk ve mülâyemetle tatlı muamele etme. * Gaflet ve ihmal etme. TESAKKU' Bir bâtıl nesneyi çekişmek. TESAKKUB (C.: Tesakkubât) (Sakb. dan) Delme, delinme. * Zâhir olmak, görünmek. * Parlamak, ruşen olmak. TESAKKUF Zafer bulmak. TESAKUL Ağırdan alma, oyalanma, tembellik etme. TESAKUT Birbiri ardınca düşmek. Birbirini düşürmek. Düşüşmek. TESAKUTAN Ardı ardına düşerek. Karşılıklı düşürmek suretiyle. TESAKÜR Sarhoş olmak. TESALLÜB (Bak: Tasallüb) TESALUH Sağır gibi görünme. TESALÜF (Self. den) İki kadın birbiriyle elti veya iki erkek birbiriyle bacanak olma. TESALÜM Sulh edişmek, barışmak. TESAMU' İşitmek. Bir sözü birbirinden duymak. TESAMUH Hoş görme. Hoş görürlük. Birbirine kolaylık gösterme. Kayıtsız olma. Gaflet etmek. * İhmal etmek. TESAMUHAT (Tesâmuh. C.) Hoş görmeler, müsâmahalar. * Dikkatsiz ve kayıtsız davranmalar. TESAMUM Sağır görünme. * Sağırlaşma. TESANİF (Tasnif. C.) Eserler, kitaplar. TESANÜD Karşılıklı yardımlaşma. Birbirine istinad etme. TESARU' Güreşme. Birbiriyle güreş etme. TESARUF Emir ve hükmetme. TESA'SU Çok yaşlanmak. * Artık gün geçirmek. * Bir nesnenin ekserisinin geçmesi. TESATÜL Ulaşmak, varmak. TESAUD (C.: Tesâudât) (Suud. dan) Yukarı çıkma. TESAUF Muvâfakat etmek, uymak, anlaşmak. TESAÜB Esneme. * Gaflette bulunma. Boş bulunma. TESAÜL Birbirine sual etme, soru sormak. TESAVİ İki şeyin birbirine denk olması. Birbirine müsavi ve misil olmak. İki taraf da aynı ve bir derecede bulunmak (Tesâvi-i tarafeyn de denir.) TESAVİ-İ KUVÂ Kuvvetlerin müsaviliği, eşitliği. TESAVİR (Tasvir. C.) Tasvirler. TESAVÜB Esnemek. * Gafil olmak, gaflette bulunmak. TESAVÜB Sövmek, sövüşmek. TESAVÜK Yürek zayıflığından eğilip sendelemek. TESAVÜM Alış-verişte birbirine mukavele yapmak, anlaşmak. TESAVÜT (Ot) katı olmak. TESAYÜF (Seyf. den) Kılıçla vuruşma. TESAYÜL Suyun revân olup akması. TESAYÜR Bir uğurdan gitmek. TESBİ' (Seb'. den) Yediye çıkarma, yedileme. * Bir şeyi yedi parça yapma. TESBİAN Yediye ayırmak suretiyle, yediye ayırarak. TESBİD Kıl yolmak. * Yağlanmayı terk etmek. TESBİH Sübhânallah demek. Cenab-ı Hakk'ı (C.C.) şânına lâyık ifadelerle yâdetmek. Yâni: Allah'ın zâtında, sıfâtında ve ef'âlinde cemi' nekaisten münezzeh olduğunu ifade etmektir. (Bak: Sübhan) TESBİH Tahfif etmek, hafifletmek. * Derin uyumak. TESBİH Dâim olmak, süreklilik. * Bir kimseyi hayatında sena edip övmek. TESBİHAT (Tesbih. C.) Cenab-ı Hakk'ı (C.C.) sıfatına lâyık ifadelerle yâdetmeler. TESBİHFEŞAN f. Çok çok tesbihat yapan, tesbihat ifade eden. TESBİHHAN f. Tesbih eden, tesbih okuyan. TESBİK (C.: Tesbikat) (Sebk. den) Eritip kalıba dökme. TESBİL (Sebil. den) Bir şeyi Allah rızası için vakfetme, Allah yoluna bağlama. * Yolcu etme, yola çıkarma. * Yol gösterme. * Kesme. TESBİT Sağlam olarak yerleştirme. Yerinden kımıldayamaz hâle getirme. * Bir şeyin aslını kat'i olarak bulma. TESCİ' Edb: Nesirde kafiye kullanmak. Cümleleri kafiyelendirmek. TESCİF Bir şeyi örtme. TESCİH (Eşek) dişiyle bir yerini tutup ısırmak. TESCİL Sicile geçirme, deftere kaydetme. * Sağlamlaştırma. TESCİLÂT (Tescil. C.) Kütüğe geçirmeler, sicile geçirmeler. TESCİN (Sicn. den) Hapsetme, zindana koyma. TESCİR Tennur yakmak. * Denizi kurutmak. * Boşaltmak ve doldurmak. * Ağlayarak çağırmak. TESCİYE (Seciye. den) Üstün ahlâk kazandırma. * Bir nesneyi örtmek. TESDİD (Sedd. den) Hayırlı işe doğru yöneltme. * Doğrultma, doğrultulma. TESDİS (C.: Tesdisât) (Süds. den) Gazelin her beytine dörder mısra ilâve ile onu müseddes (altı mısralı) hâline getirmek. TESDİYE Çulhaların bez çözmeleri. TESEBBÜB (Sebeb. den) Sebeb olmak. TESEBBÜBEN Sebep olma suretiyle. TESEBBÜT (Sebat. dan) Sebat gösterme, dayanma, sabretme, direnme. * Bir nesneye yapışmak. Tevakkuf. TESEBBÜT Eğlenmek, oyalanmak. Geç gelmek. TESEBBÜT Rahatlık. * Sâkin olmak. TESECCU' Kuşların cıvıltıları. * Seci' yapmalar. TESECCÜD (Secde. den) (C.: Teseccüdât) Secde etme, secdeye kapanma. TESEFFÜH Sefihleşme. * Mütegayyer olmak, değişmek. * Akılsızlık etmek. TESEFFÜL Örtme. * Aşağı sarkma. * Bayağılaşma, aşağılaşma. TESEFSÜF Yaramaz olmak. TESEHHUB Bulutlanma. TESEHHUR Sahur yemeği yeme. (Bak: Sahur) TESEHHUR Alay etme, maskaraya alma. TESEHHURKÂR Maskara. TESEHHÜD Uyanıklık. TESEHHÜR (Sehr. den) Gece uyumayıp uyanık kalma. TESEKKÜN (Sükûn. dan) Yatışma, sükûn bulma. * Miskin ve fakir olma. TESEKKÜN-İ DERYA Denizin sâkinleşmesi. TESEKKÜN-İ NİZA' Kavganın yatışması.TESEKKÜR : Sarhoş olma. * Şeker hastalığı. * Şeker hastalığına tutulma. TESELLİ Avunma. Kederli ve gamlı olan bir kimseyi söz ve nasihatle ferahlandırma. TESELLİ-ÂMİZ Teselli verici, avutucu, avundurucu. TESELLİ-PEZİR f. Avutulabilir, avundurulabilir. TESELLİ-YÂB f. Avunan, avutulan, teselli bulan. TESELLU' Ahmak olmak. TESELLUH (Silâh. dan) Silâhlanma, silâh kuşanma. TESELLUK Yüksek yere, duvar üstüne çıkma. * Sırt üstü uyuma. TESELLÜB Soyunma. * Kocası ölen kadının, zinetli elbisesini çıkarıp, matem elbisesini giymesi. (Bu iyi bir âdet değildir.) TESELLÜL İnsanlar içinden sıyrılıp çıkma. * Verem hastalığına yakalanma. TESELLÜM Teslim edilen şeyi tekrar teslim alma. * Verilen bir şeyi alıp kaydetme. * Teslim olma. * İslâm olma. TESELLÜM Çentik çentik olma, diş diş olma. Gedik olma. * Ağzını yaşmaklama. TESELSÜL Zincirleme. Zincir gibi birbirine bitişik kısımlar olma. Silsile peyda etme. * Ulaştırma. * Man: (Bak: Delil-i ihtira) TESELSÜL-Ü İLEL İlletlerin zincirleme devam etmesi. Sebeblerin teselsülü. TESELSÜLÂT (Teselsül. C.) Zincirlemeler. Zincirleme gitmeler. TESEMMİ Bir şahsa veya kabileye müntesib olma. * Bir isimle isimlenme. |
Osmanlıca Sözlük (T Harfi)-Osmanlıca Sözlük (T Harfi)Kelimeler...
RE: Osmanlıca Sözlük (T Harfi) TESEMMUH Cömertlik etmek.
TESEMMÜM Zehirlenmek. TESEMMÜMÂT (Tesemmüm. C.) Zehirlenmeler. TESEMMÜN (Semen. den) şişmanlama, semirme. TESENBÜL Sümbülleşme, sümbül verme. TESENNİ İki kat olma, eğilip bükülme. TESENNÜH Küflenme. TESENNÜM Ufak olmak. * Yerden iki üç karış yüksek olmak. * Hörgüç üstüne binmek. TESENNÜN Halinden dönmek. * Üzerinden yıl geçmek. * Yaşlı olmak, yaşlanmak, ihtiyarlamak. * (Sinn. den) Diş çıkarma. TESERBÜL Gömlek giymek. TESERRİ Cariye alma, odalık edinme. TESERRU' (Sür'at. den) Koşma. Çabuk davranma. TESERRUT Yutmak. TESERVÜL Don giymek. TESE'SÜ' Korkmak. TESETTÜR Kapanıp gizlenme. Örtünme. * Fık: Kadınların ve erkeklerin başkasına, nâmahremlere vücutlarının haram kısımlarını örtüp göstermemeleri.(Kur'an merhameten, kadınların hürmetini muhafaza için haya perdesini takmasını emreder. Tâ hevesat-ı rezilenin ayağı altında o şefkat madenleri zillet çekmesinler. Alet-i hevesat, ehemmiyetsiz bir hükmüne geçmesinler. Medeniyet ise, kadınları yuvalarından çıkarıp, perdelerini yırtıp, beşeri de baştan çıkarmıştır. Halbuki aile hayatı, kadın - erkek mabeyninde mütekabil hürmet ve muhabbetle devam eder. Halbuki, açık - saçıklık, samimi hürmet ve muhabbeti izale edip ailevi hayatı zehirlemiştir. Hususan suretperestlik, ahlâkı fena halde sarstığı ve sukut-u ruha sebebiyet verdiği şununla anlaşılır: Nasılki, merhume ve rahmete muhtaç bir güzel kadın cenazesine nazar-ı şehvet ve hevesle bakmak, ne kadar ahlâkı tahrip eder. Öyle de: Ölmüş kadınların suretlerine veyahut sağ kadınların küçük cenazeleri hükmünde olan suretlerine hevesperverane bakmak, derinden derine hissiyat-ı ulviye-i insaniyeyi sarsar, tahrip eder. S.)(Hem tefahhuş ve tefessüh etmeyen bir güzel kadın, nâzik ve seri'-üt teessür olduğundan; maddeten te'siri tecrübe edilen, belki semlendiren pis nazarlardan elbette sıkılır. Hatta iştiyoruz, açık saçıklık yeri olan Avrupa'da çok kadınlar, bu dikkat-ı nazardan sıkılarak "Bu alçaklar bizi göz hapsine alıp sıkıyorlar" diye polislere şekva ediyorlar. Demek medeniyetin ref'-i tesettürü, hilâf-ı fıtrattır. Kur'ân'ın tesettür emri fıtri olmakla beraber; o maden-i şefkat ve kıymettar birer refika-i ebediyye olabilen kadınları tesettür ile sukuttan, zilletten ve mânevi esaretten ve sefâletten kurtarıyor. L.)(Her müslüman için avret mahallerini örtecek, kendisini sıcaktan, soğuktan koruyacak miktar elbise giymek farzdır. Bu elbisenin etekleri, erkeklerde bacakların yarısına kadar; kadınlarda ayakların yüzlerine kadar uzamalıdır. Kolları da parmak uçlarına kadar uzun bulunmalıdır. B.İ.İ.)(İhticab ve mesturiyetin "yani, perdelenme ve örtünmenin" nev'i ikidir. Biri: hane içinde ihticabdır ki, kadın kısmı evi içinde zevcinin ve mahremlerinin gayriye muhalit (Yani beraber ve birarada) olmamak ve görünmemektir. Diğeri: Hane dışında ihticabdır ki, kimseye görünmemek üzere yüzünü ve başdan aşağıya kadar bütün endamını (vücudunu) ve hatta libasını (yani: Evde giydiği elbisesini) örtmek ve gizlemektir. Bunun zıddına tekeşşüf (açılma) ve bunun da ifratına tebezzül (yani, ayak altına düşmüş ve herkesin oyuncağı olmuş derecede kıymetsiz ve mübtezel olmak) tabir olunur.Kadınlar tekeşşüfden ve tebezzülden ve ricalin (erkeklerin) iştahlı gözlerine, dar örtülerle arz-ı endam etmekten memnu'durlar. Yüzlerini ve ellerini hatta ayaklarını, namazda açık bulundurabilirler. Velâkin zaruret olmadıkça mahrem olmayana bunları (yani; yüzlerini, ellerini ve ayaklarını) dahi gösteremezler. Sokakta yüz açmak ve libasın (yani, evde giydiği elbisenin) kolunu veya eteğini örtüden (yani cilbabdan ve çarşaftan) çıkarmak, şeriatın emrine muhaliftir. İhticab (tam örtünmek) emr-i Kur'anîdir. Onda (örtünmede) tehavünün (yani, örtünmede lâkaydlık ile hassasiyet göstermemenin) vebali büyüktür. Yüz mahrem değildir tâbiri, salât (namaz) hakkında olmaktan gayride galattır. (yani: Yüz, namaz dışında mahremdir, örtülmelidir.)Sure-i Celile-i Ahzab ile inen hicab (örtünme) âyetinde: Açık-saçıklık, nehiy (haram) ve kadınlar erkekle ihtilattan (karışık bulunmaktan) men' olunarak örtü altında siyanet kılındılar. (yani, muhafaza altına alındılar.) Ziynetlerinden mâdud olan libasları (yani, süs eşyası kabul edilen evde giydikleri elbiseleri) dahi erkeklerden örtünmeye mecbur olarak (yani: Kadınlara emredilerek) bürgü ve çarşaf içinde bulundular ve yüzlerine peçe çekip yalnız gözlerini açık bulundurdular.) (Ni'met-ül İslâm'dan)(Kızlar ve kadınlar baştan aşağıya kadar örtündükten başka, yürürken de edeb-i vakar ile yürüsünler. Örtüp gizledikleri sun'î veya hılkî zinetleri bilinsin diye bacak oynatıp, ayak çalmasınlar. Çapkın yürüyüşle nazar-ı dikkati celbetmesinler.) (Elmalılı Tefsiri, Sure: 24, Ayet : 31)(Tesettür etmeyip de bütün güzellik ve süspüsleriyle kendini yabancı gözlere vaz' ve teşhir eden bir kadın tabiîdir ki; istiklâl ve hürriyetini ve vakar ve izzetini muhafaza edemez. O.S.) (Bak: Avret) TESETTÜR-Ü NİSVAN Kadınların örtünmesi. TESE'ÜL (Sual. den) Dilenme, dilencilik etme. TESEVVİ Düzeltme, tesviye etme, düzleme. TESEVVÜB (Sevâb. dan) Sevap kazanma, sevaplanma. * Farz olan namazdan sonra nâfile namaz kılma. TESEVVÜK Misvak yapmak. TESEVVÜL Galip olmak, yenmek. TESEVVÜR Kadının çok doğurucu olması. TESEVVÜR Yüksekten aşağı inmek. TESEYYÜB (Seyyib. den) (Kadın) dul kalma. TESEYYÜB Üşenme, kayıtsızlık, tembellik. TESEYYÜD Yükseltme. * Sağlam olma. TESFİ' Sıcağın, insanın yüzünü yakması. TESFİD Kebap yapmak için eti şişe dizme. TESFİF Dövüp ezme, toz haline getirme. TESFİH (Sefahet. den) Sefih görme, sefih sayma. Akılsız, müsrif ve eğlenceye düşkün addetmek. TESFİL (C.: Tesfilât) (Süfl. den). Aşağılaştırma, sefilleştirme, bayağılaştırma. TESFİR (Sefer. den) Yolcu etme, yola çıkarma, sefere gönderme. TESHİK Ezme, dövme, döğerek ezme. TESHİL Öksürtme. TESHİL (C.: Teshilât) Kolaylaştırma. Zorluğa âit şeyleri kaldırma. TESHİLAT (Teshil. C.) Kolaylıklar. TESHİLEN Kolay olmak üzere. TESHİM Nakışlı etmek, nakışlamak. TESHİM Yüzüne kara vurmak. TESHİN Isıtmak, soğukluğunu gidermek. TESHİNÂT (Teshin. C.) Isıtmalar, kızdırmalar. TESHİR Büyüleme, sihir yapma, aldatma. * Yemek ve içmeğe muhtaç etme. TESHİR Zaptetme, hâkim olma, zorla ele geçirme. * İtaat ettirme. * Hakir ve zelil etmek. TES'İD Tebrik etme, saadetlendirme. * Sevinç ve sürur ile bayram yapma. TE'SİF Sacayak üstüne çömlek koymak. TE'SİL Tez etmek. Sür'atli yapmak. TE'SİL Sermaye vermek. * Asıl etmek. TE'SİM Günah işledin demek. Bir kimsenin günahkâr olduğunu söylemek. TE'SİN Tağyir etmek, değiştirmek. TE'SİR Bir şeyde eser ve nişane bırakma. * Vasıfları ve halleri değiştirme. * İşleme, dokuma, iz bırakma. * İçe işleme. * Kederlenme.(Esbaba te'sir-i hakiki verilmemiş. Vahdet ve celâl öyle ister. Lâkin mülk cihetinde esbab dest-i kudrete perde olmuştur. İzzet ve azamet öyle ister. Tâ, nazar-ı zâhirde, dest-i kudret mülk cihetindeki umûr-u hasise ile mübaşir görülmesin. M.)(Kevn ve vücud sahasında durup, ahval-i âleme dikkat eden adam, hadsî bir sür'atle anlar ki: Te'sir ve fâiliyet lâtif, nurani, mücerred olan şeylerin şe'ni olduğu gibi; infial, kabiliyet, teessür de maddi, kesif, cismani şeylerin hassasıdır. Evet misal olarak semadaki nur ile yerdeki şu kocaman dağa bak. O nur semâda iken ziyâsiyle yerde iş görür, faaliyettedir. O dağ ise, azametiyle beraber faaliyetsiz yerinde oturuyor. Ne bir tesiri var ve ne de bir fiili var.Ve keza, eşya arasında vukua gelen fiillerden anlaşılıyor ki, hangi bir şey lâtif, nurani ise, sebep ve fâil olmaya kesb-i liyakat eder. Kesafeti nisbetinde de infial ve müsebbebiyet mertebesine yakışıyor. Bundan anlaşılıyor ki, esbab-ı zâhiriyenin Hâlikıyla, müsebbebatın mucidi, ancak ve ancak Nur-ül-Envar, Sâni-i Ezelî'dir. M.N.) TES'İR (Sa'r. dan) Ateşi yakıp alevlendirme. * Kıymet ve değer koyma. Narh koyma. TE'SİRAT (Te'sir. C.) Te'sirler. TE'SİS Kurma, temelleştirme, esaslar koyma. * Esas koymakla sâbit, sağlam ve kararlı kılmak. TE'SİSAT (Te'sis. C.) Te'sisler, kuruluşlar. Kurulup temelleştirilen şeyler. TE'SİYE Teselli verme, avutma. TESKIYE (Saky. dan) Su verme. * Sulama. TESKİB (Sakb. dan) Delik açma, delme. TESKİF Düzeltip ve doğrultup beraber etmek. Eşitlendirmek. TESKİF Evin üstünü örtmek. TESKİL (Sakl. dan) Ağırlaştırma. Ağırlığını artırma. TESKİM (Sakm. dan) Hasta etme. * Bozuk ve yanlış sayma. TESKİN Rahatlandırma. Yatıştırma. Sükunet verme. Şiddet, hiddet ve ıztırabını izale etme. * Gr: Bir harfi sâkin okuma. TESKİR (Sekr. den) Sarhoş etme. * Gözü kamaştırıp görmesini zayıflatmak. TESKİT (Sükût. dan) Susturma. Sükût ettirme. TESLİ' Yarmak. TESLİB Soyunmak. * Gammazlık. * Erkeği ölen kadının, keder esvâbı giymesi. TESLİF Kahvaltı etme. * Takdim etmek. * Bir nesnenin fiyatını evvelden vermek. TESLİH (Selh. den) Derisini yüzüp çıkarma. TESLİH Silâhlandırma. Silâh ile donatma. TESLİHÂT-I ASKERİYE Askerin silâhlandırılması. TESLİL (Sell. den) Sıyırıp çekme. * Verem etme. TESLİM Bir emâneti verme. * Kabul etme. * Doğru ve haklı bulma. * Selâmetle dua etme. * Karşısındakinin hükmü altına girme. * Kendini Allah'ın takdirine terketme, emri altına girme. * Belâ ve âfetten korunur olma. * Bir şeyi, yeni sâhibine verme. * Dayanamayıp pes deme. * Hakikat olduğunu söyleyip i'tiraf etme. TESLİM-İ CAN Ölme. TESLİM-İ RUH Ölme. Ruhu teslim etme. TESLİM Diş diş etme. Merdiven haline getirme, ayak ayak düzme. TESLİMAT (Teslim. C.) Bir hesap üzerine yapılan ödemeler. TESLİMİYET Kendini Allah'a veya başka birinin iradesine terketmek, boyun eğmek. TESLİM-KERDE f. Teslim edilmiş olan. TESLİS Üçleme. Hristiyanların sonradan uydurdukları ve dinlerinin esasında olmayan bir akidedir ki; bazılarının hâşâ, Cenab-ı Hakk Üçdür, bazıları da Üçü birdir diyerek, Allah'a şerik ve ortak tanımaları. Cenab-ı Hakk'ı Üç Unsurdur diye tevehhüm etmeleri. (Ekanim-i selâse de denir.) TESLİT Havâle etmek. (Bak: Taslit) TESLİYE Avutma, teselli etme. TESLİYE-İ HÂTIR Gönül alınma. TESLİYET Avutma, teselli verme. TESLİYET-BAHŞ f. Avutucu, teselli verici. TESLİYET-KÂR f. Avutucu, teselli verici. TESMİ' (C.: Tesmiât) (Sem'. den) İşittirme, duyurma. TESMİA Halka ibadetini ve amelini işittirme, duyurma. TESMİAT (Tesmi. C.) İşittirmeler, duyurmalar. TESMİD Yere ters ve kül dökmek. TESMİH Yab yab gitmek. * Süngü ağacını yontup düzeltmek. TESMİM Zehirleme. TESMİMEN Zehirleyerek. TESMİN (Sümn. den) Sekizleme. Sekize bölme. Sekize çıkarma. * Bir şeye kıymet biçme. TESMİN (Semen. den) Semirtme, yağlatma. TESMİR Çivileme, mıhlama. TESMİR (Semer. den) İktisad ederek malın çoğalması. * Ağaçların çiçeklerini döküp yemiş bağlaması. TESMİR Koyu nesneye su katıp duru etmek. * İksir ile sağlamlaştırmak. TESMİT Edb: Gazel yahut kasideyi "müsemmat" tarzında tanzim etme. TESMİT Aksıran kimselere: "Yerhamükâllah: Allah sana merhamet etsin" demek. TESMİYE İsimlendirme. Ad verme. * Besmele çekme. TESNİD Dayak vurmak. TESNİM Hörgüçleyerek yukarı yükseltmek, terfi etmek mânasına masdar olup, yükseklik mânasıyla Cennet çeşmelerinden bir çeşmenin ismidir. İbn-i Abbas'tan rivayet edildiğine göre Cennet meşrubatının en yükseğidir. (E.T.) TESNİYE Vasıflandırma. * Gr: Arapçada bir kelimenin iki şeye delâlet etmesi hâli, kelimeyi iki şeye delâlet ettiren siga. Bu şekil kelimenin sonuna "elif-nun" veya "ye-nun" getirilerek yapılır. Meselâ: Recul: Adam. İki adam demek için: Reculân () veya Reculeyn () denir. |
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.