![]() |
Ayurveda
Ayurveda » Alerji nedir? Alerji, vücudumuza dışarıdan giren çeşitli maddelere karşı gösterilen anormal bir tepki olarak tanımlanabilir. Burada esas amaç, vücudu yabancı olduğu farkedilen bu maddeye karşı korumaktır. Aslında yabancı olduğu halde, vücudumuza hiçbir zararı dokunmayacak hatta yararları olabilecek bu madde adeta bir düşman işlemi görmekte ve düşmana gösterilen bu aşırı tepki vücutta birtakım hasarlara ve zararlara yol açmakta ve alerjik bir hastalık olarak karşımıza çıkmaktadır. Örneğin, yumurtaya alerjisi olan bir kişiyi ele alalım. Yumurta, normal insanlar için, içerdiği protein, vitamin.. gibi yapı taşları ile çok yararlı bir besin maddesidir. Yumurtaya alerjisi olan kişi, yumurtayı kendine yabancı, hatta düşman gibi görür. Bu kişi yumurta yediğinde bağışıklık sisteminin alarm zilleri çalmaya başlar: Dikkat, vücuduna bir yabancı girdi. O senin düşmanın, onu yok et. Bağışıklık sistemi de tüm kuvvetleriyle yumurtayla savaşa başlar ve sonuçta hafif kaşıntılardan astıma, saman nezlesinden anafilaksiye kadar çeşitli alerjik tablolar ortaya çıkar. Çok değerli bir besin maddesine gösterilen bu tepki ne kadar haksız değil mi? Diğer taraftan, arı zehirine alerjik olan bir kişideki aşırı tepkinin ise son derece geçerli bir mantığı vardır. Bu, adı üstünde arı zehiri. Bu zehirden vücudun haberdar olması, ona karşı birtakım tepkiler göstermesi, onu yok etmeye çalışması.. hep vücudun yararı içindir. Ama, bu tepkilerden vücut da bu arada zarar görürmüş, o başka mesele. Alerjen nedir? Alerjiye neden olan maddelere alerjen denir. İnsanlar her maddeye karşı alerjik olabilirlerse de, alerjenlerin çoğu organik kökenli maddelerdir ve normalde zararsız olan, her gün karşılaştığımız, temas ettiğimiz, yediğimiz, içtiğimiz şeylerdir. Yumurta, süt, fındık, fıstık, balık, midye.. gibi besinler. İçecekler… Çocukların balonu, emzikleri, bulaşık eldivenleri... Kedi, köpek, tavşan... Bilezikler, küpeler, takılar... Tozlar, küfler, polenler... Böyle daha binlerce, milyonlarca madde. Aspirin, penisilin gibi can kurtaran ilaçlar. Hatta, kortizon. Evet, bazı insanlar alerji tedavisinin bir numaralı ilacı olan kortizona karşı bile alerjik olabilirler. Ne büyük şanssızlık değil mi? Solunum yolları alerjilerinin sebepleri nelerdir? Alerjenler, vücudumuza çeşitli yollarla girebilirler: Deriden, Solunum yoluyla, Sindirim sistemi yoluyla. Astıma ve alerjik nezleye yol açan alerjenlerin büyük çoğunluğu solunum yoluyla vücuda giren alerjenlerdir; bunlara havada bulunan alerjenler anlamına gelen aeroalerjen ismi verilir. Aeroalerjenlerin en önemlileri şunlardır: Ev akarları, Polenler, Bazı evcil hayvanlar (kedi, köpek...) Küf mantarları.. Bu alerjenlerin, akciğerlerdeki küçük bronşiollere ve hava keseciklerine kadar gelebilmeleri için çaplarının 5 mikron’ dan daha küçük olması gerekir. 5 mikrondan daha büyük çaplı alerjenler, boyutlarına göre, burunda veya üst solunum yollarında tutunurlar. Çapları 20-60 mikron olan polenlerin, astımdan çok alerjik nezleye yol açmalarının nedenlerinden biri de bunların büyüklükleri nedeniyle küçük bronşlara kadar gelememeleri olabilir. Kimler alerjiye daha yakındır? Bazı kişiler doğuştan alerjiye daha yatkındırlar. İşte, doğuştan genetik (kalıtsal) olarak alerjiye yatkın olmaya atopi, böyle kişilere de atopik kişi denir. Atopik kişi sahip olduğu kalıtsal özellikler nedeniyle, karşılaştığı bazı maddelere karşı immunglobulin E sınıfından antikorlar üretir ve dolayısıyla da o madde, o kişi için artık herhangi bir madde değil, bir alerjendir. Atopik kişilerin kanında alerjik oldukları maddelere karşı yüksek miktarda immunglobulin E antikorları vardır ve bunlarda günün birinde bir alerjik hastalık ortaya çıkma riski yüksektir. Atopik kişilerde alerjik hastalığın ortaya çıkmasında, örneğin astım belirtileri göstermeye başlamasında çevresel faktörlerin çok önemli etkisi vardır. Nitekim, genetik yapıları aynı olan tek yumurta ikizlerinin sadece %’inde aynı alerjik hastalık bulunur. Alerji yalnız kalıtsal faktörlerin etkisiyle ortaya çıkıyor olsaydı, her iki çocuğun da aynı alerjik hastalığa sahip olması gerekirdi. Alerjik hastalıklar nelerdir? Alerjik hastalıkların başlıcaları şunlardır: SAMAN NEZLESİ (Alerjik Nezle) GÖZ NEZLESİ (Alerjik Konjunktivit) ASTIM (Alerjik Bronşit) ÜRTİKER ve EGZEMA (Alerjik Deri Hastalıkları) Alerjik hastalıklar nasıl ortaya çıkıyor? Alerjik hastalıkların ortaya çıkması için atopik özelliğe sahip kişinin belirli bir süre allerjenlerle temas etmesi gerekir. Buna duyarlılık kazanma süresi denir ve birkaç haftadan birkaç yıla kadar değişebilir. Bu dönemde, allerjene karşı immunglobulin E (IgE) adı verilen özel antikorlar üretilir ve bunlar da mast hücrelerinin yüzeylerine yapışırlar. Bu kişi tekrar allerjenle karşılaştığında, allerjen ile IgE’ nin hücre yüzeyindeki birleşmeleri, mediatör ismi verilen çeşitli maddelerin salınmasına neden olur. Allerjik hastalıkların belirtilerinden bu mediatörler sorumludur. Allerjik hastalıklar, allerjenle mast hücresi yüzeyindeki antikorların buluşma yerlerine göre farklı hastalıklar olarak karşımıza çıkar. Meselâ, bu buluşma burun zarında oluyorsa saman nezlesi, bronşlarda ise astım ve derimizde ise egzema görülür. Vücudun tümünü ilgilendiren yaygın allerjik reaksiyonlara ise anafilaksi veya allerjik şok ismi verilir. Alerjik hastalıklar neden artıyor? Alerjik hastalıkların her geçen yıl hızla artışının nedenlerini araştıran uzmanlar, bu artışın yaygın antibiyotik kullanımı ve çocukluk çağı infeksiyonlarının azalmasından kaynaklanabileceğine dair bulgular elde etmişlerdir. Bağışıklık sisteminin tam olarak gelişebilmesi için 1 yaşından önce geçirilen infeksiyonların büyük önemi vardır. Dünyaya allerjiye yatkın olarak gelen çocuklar, geçirdikleri infeksiyonlar sayesinde mikrop ve virüslerle mücadele etmeyi öğrenirler. Bağışıklık sistemi bu infeksiyonlar sayesinde güçlenir. Buna karşılık, çok temiz ortamlarda büyüyen, çok az infeksiyon geçiren ve çok sık antibiyotik verilen çocukların bağışıklık sistemleri yeteri kadar mikropla karşılaşamadığından, allerjiye daha yatkın olurlar. Gerçektende, çok çocuklu ailelerde ve erken yaşta yuvaya gönderilen çocuklarda astım ve allerjik hastalıkların daha az görülmesi, bu çocukların daha çok infeksiyon geçirmeleriyle açıklanmaktadır. Buna karşılık az çocuklu ailelerde ve topluma fazla girmeyen ve daha az mikropla karşılaşan çocuklarda astım riski de yüksektir. Araştırmacılar, çocukluk çağında geçirilen ve astıma karşı koruyuculuk sağlayan infeksiyonları şöyle sıralıyorlar: Kızamık Kızamıkcık Suçiçeği Kabakulak A tipi hepatit Nezle Astım Allerjiler köy, çiftlik gibi ortamlarda büyüyen çocuklarda ve hatta gebeliklerini bu tür yerlerde geçiren kadınların bebeklerinde de daha az görülmektedir. Bu gibi yerlerde kedi, köpek ve diğer çiftlik hayvanları ile iç içe büyüyen çocuklar daha fazla mikropla karşılaştıkları için, bağışıklık sistemleri daha güçlü olmakta ve allerjiye yatkınlık azalmaktadır. Çocukluk çağında çok sık antibiyotik kullanılması da astım riskini artıran bir faktördür. Çocuklara boğazı ağrıyor, ateşi var, burnu akıyor diye hemen antibiyotik verilmesi gereksiz olduğu gibi zararlıdır da. ALERJİK REAKSİYONLAR Besinlere, ilaçlara, böcek zehirlerine.. karşı gelişen tabloları allerjik hastalık değil, allerjik reaksiyon olarak değerlendirmek daha doğrudur, çünkü allerjenle karşılaşılmadığı sürece bu kişilerde her hangi bir hastalık belirtisi görülmez. Oysa, ev tozu akarlarına karşı allerjik olan bir astımlı sadece bu allerjenlerle karşılaştığında değil, başka bir çok nedenle de (soğuk hava, egzersiz, nezle, grip gibi viral infeksiyonlar..) astım krizlerine girerler. SİGARA Anne ve babaları sigara içen çocuklarda hırıltılı solunum, alt solunum yolları enfeksiyonları ve astım, evlerinde sigara içilmeyen çocuklara göre, özellikle de hayatın ilk yılında çok daha fazla görülür. Annenin sigara içmesi, yaşamın ilk yılında ortaya çıkan astım için bir risk faktörüdür. Bu risk, annenin alerjik bir hastalığı olması durumunda 4 kere daha fazla olmaktadır. Gebelikleri süresince sigara içen annelerin bebeklerinin doğumdaki solunum fonksiyonlarının daha kötü olduğu saptanmıştır. Annesi sigara içen bebeklerin kordon kanında IgE düzeyleri yüksektir ve alerjik hastalık riski artmıştır. İki ayrı çalışmada da, günde 10 veya daha fazla sigara içilmesinin 12 yaşından önceki astım riskini 2,5 kat artırdığı ve egzamalı çocukların sigara dumanına maruz kalmalarının astım riskini yükselttiği belirlenmiştir. YAZ TİPİ HAVA KİRLİLİĞİ Astım ve alerjik hastalıkların oluşumunda yaz tipi hava kirliliği daha önemlidir. Yaz tipi hava kirliliğinin esas kaynağı yoğun trafiktir. Motorlu araçların egzoz gazlarından çıkan petrol yanma ürünlerine güneş ışınlarının etkisiyle başta ozon olmak üzere çeşitli azot oksitleri meydana gelir. Oksidanlar, yani ozon ve azot oksitleri, solunum yolları için adeta zehir etkisi yaratır. Bunların, baş ağrısı, gözlerde sulanma, kızarma, burun akıntısı ve hapşırma gibi tahriş edici etkileri hemen herkeste görülür. Oksidanlar, solunum yollarını döşeyen hücreler üzerine de çok zararlı ve hasar oluşturucu etkiler yaparlar. Araştırmalar, oksidan ismi verilen maddelerin başta astım ve saman nezlesi olmak üzere alerjik hastalıkların ortaya çıkmasında çok önemli etkileri olduğunu ortaya çıkarmıştır. Oksidanlar, ayrıca astımı ve bronşiti olanlarda öksürük, hırıltılı solunum ve nefes darlığına da yol açarlar. BESLENME VE ALERJİ Diyet ile alerjiler arasında çok yakın bir ilişki vardır. Son yıllarda, bazı yağ asitlerinin fazla tüketilmesinin, astım ve alerjilerin gelişiminde bir risk faktörü olabileceği ileri sürülmektedir. Buna karşılık omega-3 yağ asitlerinin allerjik hastalıkların gelişimini engelleyebileceği düşünülmektedir. İçinde balık yağı bulunan diyetlerin astıma karşı koruyucu etkisi olabileceğine dair iddialar vardır. Margarinde bulunan trans yağ asitleri tüketimi ile alerji belirtilerinin sıklığı da ilişkili bulunmuştur. Birçok araştırmada, az miktarda C vitamini alanlarda akciğer fonksiyonlarında azalma olduğu, ayrıca kış boyunca taze meyve tüketimi ile astım semptomları arasında ters bir ilişki bulunduğu saptanmıştır. Aşırı tuz tüketiminin, özellikle erkeklerde astımdan ölüm oranlarını artıran bir faktör olabileceği ileri sürülmüştür. Alkolün alerji ve astım belirtilerini tetikleyen bir faktör olduğu eskiden beri bilinir. Egzersiz alerjisi nedir? Son yıllarda giderek yaygınlaşan alerjik hastalıkların yeni yeni tanınan türlerinden biri de egzersiz alerjisidir. Egzersiz alerjisi, ciltteki hafif kızarma ve kabartılardan karın ağrısı, bulantı ve kusmaya, astım krizinden anaflaksiye kadar çok farklı şekillerde ortaya çıkabilir. Jogging (yavaş koşu), tenis, futbol, bisiklet, kayak ve hatta aerobik gibi birçok spor egzersiz türü alerjiye neden olabilmektedir. RİSK FAKTÖRLERİ Yemek yedikten veya bir ilaç alındıktan sonra yapılan egzersizlerde alerji ihtimali daha fazladır. Bu yiyecek, kişinin evvelden beri alerjik olduğu bilinen bir madde olabileceği gibi, herhangi bir besin maddesi de olabilir. Egzersiz alerjisine neden olabilen yiyeceklerin başlıcaları, karides, istiridye.. gibi deniz hayvanları, şeftali, üzüm, kereviz, elmadır. İlaçlar içinde aspirin, ağrı kesiciler, romatizma ilaçları ile bazı antibiyotiklerin riski daha fazladır. Yine egzersizden önce alkol veya kafein (kola, kahve, çikolata...) alınmış olması ve egzersizin fazla sıcak ve nemli ya da çok soğuk ve kirli havada yapılmış olması da riskli bulunmuştur. Bazı kişilerde yağmur altında yapılan egzersizler suçlanmıştır. Adet dönemindeki hanımlarda da egzersiz alerjisi ihtimali daha fazladır. Egzersiz alerjisi riskinin en düşük olduğu spor yüzmedir. BELİRTİLERİ Egzersiz alerjisi tipik olarak bazı öncü belirtilerle başlar. Bunlar, yaygın sıcaklık ve kaşıntı hissi, yorgunluk ve ciddin kızarmasıdır. Daha sonra ürtiker (kurdeşen) diye isimlendirilen, 1-2 cm boyutlarında kaşıntılı kabarıklar ortaya çıkar. Cilt altı dokusunun şişmesi özellikle yüzde, avuç içi ve ayak tabanında belirgindir. Birçok hastada tansiyon düşüklüğü ile beraber şuur ile ilgili bozukluklar da görülür. Karında kramp şeklinde ağrılar ile bulantı ve kusma da meydana gelir. Baş ağrısı hem çok sık rastlanan ve hem de üç gün kadar devam eden en inatçı belirtilerdendir. Egzersiz alerjisinin belirtileri genellikle 2 saat içinde azalmaya başlar, fakat bazen 12 saat sürdüğü de olur. EGZERSİZ ALERJİSİNİN ÖNLENMESİ Egzersizle ilgili olarak sadece deri belirtileri gösteren hastaların, efordan önce antihistaminik ilaç almalarının yararı olabilir, ancak bunların her zaman tam etkili olması beklenmemelidir. Egzersizden 4 saat öncesine kadar yemek yenilmemeli ve hiçbir ilaç da alınmamalıdır. Ağır egzersizden önce, ısınma hareketleri yapılmalıdır. Çok sıcak ve nemli ya da soğuk ve kirli havada egzersizden kaçınılmalıdır. Soğuk havada yapılacak egzersizlerde ağız ve burnun bir maske ile kapatılması işe yarayabilir. Ağır egzersizler birden kesilmemeli, vücudun soğuması için egzersiz 10-15 dakika içinde yavaş yavaş bitirilmelidir. Egzersiz alerjisi olan kişiler yalnız başlarına egzersiz yapmamalıdır. Egzersiz alerjisi olanlar, egzersizden 10-15 dakika önce nefes açıcı spreylerinden kullanmalıdır. Egzersiz sırasında öncü belirtiler ortaya çıkar çıkmaz egzersize son verilmeli ve derhal nefes açıcı spreyler alınmalıdır. Alerjinin en korkulanı: Anaflaksi Alerjinin en korkulan, en ağır ve tehlikeli şekli olan anaflaksi, vücudun tümünü ilgilendiren yaygın alerjik reaksiyonlara bağlı olarak gelişir. Anaflaksi, alerjik şok ismiyle de bilinir; erken tanınıp acil olarak tedavi edilmediğinde kişiyi şok ya da ölüme kadar götürebilir. Gazetelerde okuduğumuz ‘Penisilin iğnesi yapıldı, yaşamını yitirdi’ veya ‘Arı sokmasından öldü...’ gibi olayların nedeni hep anaflaksidir. Ülkemizde her yıl ortalama olarak 100 kişinin anaflaksiden dolayı yaşamlarını yitirdikleri söylenebilir. Anaflaksinin sebepleri Anaflaksiye sebep olabilen pek çok madde vardır: İlaçlar (penisilin, sefalosporin ve diğer antibiyotikler; aspirin, ağrı kesici ve romatizma ilaçları, lokal anesaaaikler, röntgen çekilirken kullanılan kontrast maddeler...) Serumlar ve aşılar Kan ve kan ürünleri Yiyecekler (Yumurta, süt, domates, fıstık, deniz ürünleri...) Yiyeceklere konan katkı maddeleri Bozulmayı önleyici maddeler (Sülfitler) Renklendiriciler (Tartrazin) Tat vericiler (Glutamat) Fiziksel etkenler: Egzersiz, soğuk Çeşitli maddeler: Lateks, sperm Anaflaksinin belirtileri Anaflaksi, kişinin duyarlılığına ve alınan alerjenin miktarına göre değişik tablolara neden olur. Başta deri, alt ve üst solunum yolları, dolaşım ve sindirim sistemi olmak üzere pek çok organ sistemine ait belirtiler ortaya çıkar. Anaflaksi, çok ani olarak ortaya çıkan bir durum olduğu için sadece doktorlar tarafından değil, herkesçe bilinmesi, tanınması ve ilk acil müdahalenin hemen yapılması, hastanın yaşamının kurtarılması bakımından çok önemlidir. Alerjenin alım yolu ve vücuda giriş hızı da anaflaksinin ağırlığını belirleyen önemli faktörlerdir. Mesela, penisilin iğnesi penisilin hapına göre çok daha ağır bir anaflaksiye yol açar! Anaflaksi belirtileri, alerjenle karşılaşıldıktan hemen birkaç dakika sonra başlar, 15-20 dakikada zirveye çıkar ve 1 saat içinde de azalmaya yüz tutar. Anaflaksi, bazı kişilerde belirtiler tamamen kaybolduktan 8-24 saat sonra tekrarlayabilir. Bu nedenle, anaflaksi saptanan bir kişinin en azından 24 saat süreyle doktor gözetimi altında kalması gerekir. TEHLİKE SİNYALLERİ Anaflakside, solunum ve dolaşım sistemini ilgilendiren belirtiler ciddi bir krizin işaretleridir. Solunum sistemi belirtileri: Burunla ilgili olarak kaşıntı, su gibi akıntı, hapşırma, burun tıkanıklığı... gibi belirtiler vardır. Ses tellerinin şişmesi (gırtlak ödemi), ses kısıklığı ve konuşma güçlüğü yaratabileceği gibi, bu darlığın çok fazla olması nefes alıp vermeyi güçleştirir, hatta tamamen imkansız kılar ve ölüme neden olur. Bazı hastalarda ise astımlılarda olduğu gibi inatçı öksürük, hırıltılı solunum ve nefes darlığı gelişir. Dolaşım sistemi belirtileri: Çarpıntı, düzensiz ve hızlı kalp atışları, göğüs ağrısı, baş dönmesi.. vardır. Kan basıncının düşmeye başlaması ciddi bir anaflaksinin habercisidir. Yaşlı hastalar kalp krizi de geçirebilirler. Sindirim sistemi belirtileri: Karında kramp tarzında ağrılar, bulantı, kusma, karında şişkinlik ve gerginlik, ishal ortaya çıkar. Diğer belirtiler: Bu sistemlere ait belirtilerden başka birçok hastada, terleme, idrar kaçırma, baş ağrısı, şuur bozukluğu, halüsinasyon.. görülür. Anaflakside ölüm: Anaflakside ölüm nedeni gırtlak ödemi veya inatçı tansiyon düşüklüğü veya kalp krizidir. ANAFLAKSİ TEDAVİSİ Anaflaksi çok acil bir durumdur. Kişiye hemen girişimde bulunulmadığı zaman kısa zamanda ölüme sebep olabilir. Bu sebeple, anaflaksi belirtileri saptanır saptanmaz bir taraftan en yakın doktor veya hastaneye ulaşılmaya çalışılırken, diğer taraftan yapılması gereken bazı işlemler vardır. Alerjenin vücuda girdiği yer belli ise (Arı sokmasında olduğu gibi!), o bölgeye hemen turnike yapılarak zehirin kana karışması engellenir. Varsa, arının iğnesi çıkartılır. Kişi sırtüstü yatırılır ve bacakları yukarı kaldırılır. Bu sayede beyin ve kalp gibi önemli organlara daha fazla kan gitmesi sağlanır. Hasta sıcak tutulur. Mümkünse oksijen verilir. Anaflakside yaşam kurtarıcı ilaç ADRENALİN’dir. 1:1000’lik adrenalin, 0,3-0,5 ml dozunda 20 dakika arayla cilt altına zerk edilir. Anaflaksi tedavisinde yararlanılan diğer ilaçlar kortizon ve antihistaminikler’dir. Astım krizi belirtileri olan hastalara bronş spazmını azaltan nefes açıcı ilaçlar da verilmelidir. Kan basıncı düşük olan hastalara hem kan basıncını yükselten ilaçlar (vazopressörler) hem de damar yoluyla sıvı uygulanır. Gırtlak ödemi nedeniyle asfiksi (boğulma) belirtileri gösteren hastalara nefes alabilmeleri için acil trakeostomi (ana nefes borusuna dışarıdan delik açılması) gerekir. ANAFLAKSİDEN KORUNMA Daha önce anaflaksi geçirmiş olanlar, durumlarını bildiren bir kart veya künye taşımalıdırlar. Anaflaksi nedeniyle ölüm tehlikesi atlatanların yanlarında sürekli olarak adrenalin bulundurmaları gerekir. Bu kişilere adrenalini hangi durumda, nasıl uygulayacakları da öğretilmelidir. Anaflaksiye neden olan etkenlerden (ilaç, yiyecek...) uzak kalınmalıdır. Anaflaksi tanımlayan hastalara iğne şeklindeki ilaçlardan çok hap veya şurup verilmelidir. Anaflaksi tanımlayan hastalara ß-bloker sınıfı ilaçlar verilmemelidir. En azından 24 saat süreyle doktor gözetimi altında kalması gerekir. 21.10.2003 Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta |
Ayurveda
Ayurveda » ŞİŞMANLIK (obezite) Obezite ya da halk arasında bilinen adıyla şişmanlık, estetik bir sorun değil bir hastalıktır. Şişmanlık mutlaka tedavi edilmesi gereken bir hastalıktır. Şişmanlığı birkaç şekliyle tanımlayacak olursak, genel veya belirli bölgelerde (lokal) yağ miktarının olması gerekenden fazla toplanması şişmanlık olarak tanımlanabilir. Başka bir deyişle şişmanlık, yağ hücrelerinde asırı yağ birikimidir. Biz bunu genelde erişkinlerde gözlemlerken, yağ hücrelerinin artmasıyla ortaya çıkan şişmanlığı ise çocuklarda görmekteyiz. Şişmanlık, besinlerle alınan enerji miktarının, :-):-):-):-)bolizma ve fizik aktivite ile tüketilen enerji miktarını astığı durumda ortaya çıkar. Hangi kilolar şişman sayılır? Şişmanlık tanısı için ölçüm yapılırken vücut ağırlığının ideal ağırlığa oranına bakılır. Bunun için kullandığımız kriterler, Beden Kitle İndeksi (BKİ), Vücut Yağ yüzdesi, Bel çevresi ölçümü, Diğer antropometrik ölçümler bunlardir. Şişmanlık için en yaygın kullanılan ölçüm, Beden Kitle Indeksi ("Body Mass Index" (BMI)) ve bel çevresi ölçümüdür. Beden kitle indeksi nasıl hesaplanır? BMI, vücut ağırlığının (kg), boyun karesine (m² bölünmesi ile hesaplanır. Bu değer yaş ve cinsiyetten bağımsızdır. Bununla beraber, BMI kullanımı, çocuklarda, hamile kadınlarda ve çok adaleli sporcu kişilerde doğru sonuç vermez, bu nedenle bu kişilerde fazla tercih edilmez. BKİ hesaplanmasında örnek: Ahmet Bey’in ağırlığı 78 kg, boyu ise 1.67 m'dir. Buna göre Ahmet Bey’in BKİ değeri: 78 / (1.67)²= 27.968.. kg / m²'dir. Bel çevresi ölçümü ne demektir? Vücuttaki toplam yağ miktarı önemli olmakla beraber, yağın nerede biriktiğini bilmek daha önemlidir. Karın çevresinde yağ birikimi, kalça ve vücudun diğer bölgelerinde yağ birikiminden daha fazla sağlık risklerine neden olur. Bu risk için basit fakat doğru bir yöntem bel çevresi ölçümüdür. Bununla birlikte, bel çevresi ile ilişkili hastalık riskinin, farklı toplumlarda değişkenlik gösterdiği de unutulmamalıdır. Bel çevresi ile ilişkili :-):-):-):-)bolik hastalıklar için sağlık riski şu şekildedir: Şişmanlığın sebepleri Demografik faktörler: Yaş, cinsiyet (kadın), ırksal faktörler. Sosyo-kültürel faktörler: Eğitim düzeyi, gelir düzeyi, sosyal yapıdaki değişiklikler, sağlığı önemseme düzeyi-bilinci ve beden imajı, medeni durum, şehirleşme. Biyolojik faktörler: Doğum sayısı ve sıklığı, genetik yatkınlık zemini. Davranışsal faktörler: Yanlış beslenme alışkanlıkları, fiziksel aktivite yetersizliği, alkol tüketimi, sigarayı bırakma. Şişmanlığın tedavisi nasıl olmalı? Araştırmalar şişmanlığın kısa süreli tedaviyle çözülebilecek bir sorun olmadığını gösteriyor. Şişmanlığın ömür boyu tedavi gerektirecek kronik bir hastalık olduğunu kabul edip öncelikle gerçekçi bir ağırlık hedefi belirlenmelidir. Tedavide ilk basamak yaşam biçiminin değiştirilmesidir. Kişi, yeme alışkanlıklarının değiştirilmesi, egzersiz ve dışa dönüklüğün arttırılması konusunda desteklenmelidir. Uygulanan diyetler hastaya göre planlanmalıdır. Düzenli egzersiz, özellikle kilo kaybı döneminden sonra ağırlığın başarılı idamesi açısından önemlidir. Bazı kişilerin bir psikolog eşliğinde davranış tedavisine alınması gerekebilir. İlaç tedavisi ve cerrahi tedavi de obezitenin tedavisinde sık kullanılan araçlardır. İlaç tedavisi, diyet ve egzersiz ile beklenen kilo kaybı sağlanamayan hastalarda tercih edilmektedir. Tüm bu tedavi yöntemlerine daha geniş olarak bakacak olursak, Egzersiz yapın Diyet sırasında enerji harcanmasını artırarak kilo kaybını kolaylaştırır, yalnızca yağın yanmasını, kas kütlesinin de korunmasını sağlar, bazal :-):-):-):-)bolizma hızında artış sağlar, besinlerin termik etkisini artırır, kişi kendini psikolojik olarak iyi hisseder ve en önemli etkisi ise şişmanlığa bağlı komplikasyonların gelişme riskini azaltır. Şişmanlık tedavisinde; kişiye özel, sağlıklı, yeterli ve dengeli diyet programı, iyi planlanmış bir egzersiz ve davranış değişikliği "olmazsa olmaz" ana parçalardır. Diyet doktor kontrolünde yapılmalı Standart diyet yoktur. Diyet programı doktor kontrolünden sonra beslenme ve diyet uzmanı tarafından kişinin; yaşına, cinsiyetine, sağlık durumuna, alışkanlıklarına, yaşam tarzına uygun ve o bireye özgü olarak hazırlanmalıdır. Kişinin gereksinimine göre düzenlenmemiş, kontrol altında yapılmayan, 500-800 kalori arasında veya daha düşük enerji içerikli diyetler uygulandığında, vücut için gerekli besin ögeleri yeterli alınamadığından birçok sağlık sorunu ortaya çıkmaktadır. Vücut ağırlığının hızlı kaybı; yağsız vücut kitlesinin daha çok kaybına, bazal :-):-):-):-)bolizma hızının azalmasına, kaybedilen ağırlığın korunmamasına, kalsiyumun düşmesine, serbest yağ asitlerinin ve keton cisimlerinin artmasına, sodyum, potasyum, magnezyum ve çinko düzeylerinin düşmesinin neden olduğu ve ölümlerle sonuçlanabileceği bilinmelidir. Zayıflama bir ekip işidir. Kişinin herhangi bir sağlık probleminin olup olmadığı doktor tarafından kontrol edildikten sonra kişisel özelliklerine göre diyetisyen beslenme programını planlar ve en son aşamada psikolog kişinin iradesini kontrol etmede destek olabilir. Bu desteğin dışında kişi diyette başarılı olabilmesi için yaşam biçimini kesinlikle değiştirmelidir. Bitki çaylarının zayıflatma etkisi yoktur Zayıflamaya çalışan kişilerin tercih ettiği bitkisel çayların bağırsakları çalıştırıcı etkisinin dışında zayıflatıcı veya zayıflamaya yardımcı bir etkisi yoktur. Zayıflamaya yönelik olarak piyasada birçok bitkisel kökenli ilaç bulunmaktadır. Bu ilaçların tek başına zayıflatıcı etkileri yoktur. Bitkisel veya doktor kontrolü altında kullanılan zayıflama ilaçları kişiye özel olarak hazırlanmış bir beslenme programı ile birlikte kullanılmalıdır. Ailece beslenme alışkanlıklarınızı değiştirin Şişmanlığın en önemli sebeplerinden, özellikle çocuk çağındaki şişmanlığın sebeplerinden biri ailedeki kötü beslenme alışkanlıklarıdır. Kadınların çalışma hayatındaki yerinin artması, teknolojinin ilerlemesi gibi faktörlere bağlı olarak kalorisi yüksek ve besin kalitesi düşük gıdalara yönelme sonucu şişmanlık artış göstermiştir. O nedenle sadece ailede zayıflamaya çalışan bireyin dışında tüm aile fertlerinin beslenme alışkanlıklarını değiştirmesi gerekmektedir. 'Ben kilolarımdan memnunum' demeyin Kişi fiziksel olarak görünüşünden ve kendisinden ne kadar memnun olursa olsun zayıflamasını gerektiren bir sağlık problemi var ise dengeli ve sağlıklı bir beslenme programı ile zayıflamalıdır. Şişmanlık sonucunda, insan vücudunda kalp ve damar sistemi, solunum sistemi, hormonal sistem, sindirim sistemi gibi sistemleri etkileyen ve birçok önemli rahatsızlığa zemin hazırlayan bir hastalıktır. Kalp hastalıkları, yüksek tansiyon, şeker hastalığı, yüksek kolesterol, solunum rahatsızlıkları, eklem hastalıkları, adet düzensizlikleri, kısırlık, iktidarsızlık, safra kesesi hastalıkları, taş oluşumu, bazı kanser türleri, şişmanlık ile doğrudan ilişkili hastalıklardan birkaçıdır. Normal kilonuzu korumaya çalışın İdeal ağırlığında olan kişilerin kilolarını koruyabilmeleri için en öncelikle yapması gereken şey azar azar ve sık, besin kalitesi yüksek gıdalar ile beslenmektir. Bunun yanında su ve posa tüketimini artırması ve kalorisi yüksek kalitesi düşük fast food gıdalardan uzak durması gerekir. Bu beslenme biçimi düzenli egzersiz ile desteklenmelidir. |
Ayurveda
Ayurveda » Kansere karşı beslenme - Daha az yağ yiyin (kırmızı etteki bütün yağı sıyırıp atın, balık ve tavuğa ağırlık verin) - Sadece yağsız veya, yarı yağlı süt, az yağlı yoğurt ve peynir alın - Kızartmaları azaltın (yerine fırında veya, buharda pişmiş veya, kapalı ateşte ızgara yiyin) - Tereyağı yerine az yağlı margarin (işlem görmemiş doymamış yağlar) yiyin; kaymağı unutun - Daha fazla lif (veya selülozlu gıda) yiyin. Yani, şunları: *günde en az beş porsiyon taze meyve ve sebze (meyvelerin kabuklarını soymayın, ama iyice yıkamayı unutmayın) *kuru meyve, özellikle kuru erik yiyin (az şeker) *bol miktarda koyu yeşil ve sarı sbze (ıspanak, brokoli, havuç *kabuğuyla fırında pişmiş patates *bol miktarda rafine edilmemiş tahıl (esmer pirinç vb) *kahvaltıda kepekli gevrek veya, lapa *kepekli un ve sadece kepekli ekmek *kepekli makarna **Daha az şeker tüketin yani: - pasta, b, sküvi, tatlı ve çikolatayı azltın - tatlı olarak taze meyve yiyin **Tuzu azaltın. yani: - yemeklere koyduğunuz tuzu azaltın ve tuzluğu sofradan uzak tutun - tuzlu çerez, gevrek g,bi şeyleri azaltın **Mümkün olduğu kadar organik gıdalar yiyin Besinler kanserle nasıl savaşır Serbest radikallerin verdiği hasarın kanserde önemli bir rol oynadığı bilinmektedir. Serbest radikallerin verdiği zarar kanserin kuvvetle muhtemel sebebi olmasının dışında, yaşlanmamızı da hızlandırır. Yaşlanma, tıpkı demirin paslanması veya tereyağın küflenmesi gibi vücudumuzun oksitlenme sürecidir. Neyse ki, serbest radikallerin yol açtığı zarara karşı besinblerde vitamin ve mineral olarak bilinen doğal bir panzehir vardır. A, C ve E vitaminleriyle selenyum, çinko ve manganez gibi mineraller doğal bir antioksidan görevi görür: yani, serbest radikallerin yol açabileceği oksidasyona karşı haraket ederler. Bu nedenle bunlara ''antioksidan'' denir. Antioksidan içeren besin maddeleri kansere karşı güçlü bir koruyucudur. Kanserden korunmak için yüksek miktarda A, C ve E vitaminleriyle selenyum, çinko, manganez ve lif içeren besin maddeleri en güçlü bileşimi meydana getirir. Bunların en önemli kaynakları aşağıda sıralanmaktadır. A vitamini Doğal olarak beta karoten halinde bulunur ve vücut tarafından gerektiği kadarı A vitaminine dönüştürülür. Kayısı, portakal, şeftali, kavun, muz, havuç, kırmızıbiber ve tatlı patates gibi koyu sarı ve turunçu renkli meyve, sebzelerde bulunur. Aynı zamanda ıspanak, brokoli, yapraklı sebzeler gi koyu yeşil sebzelerde de vardır. C vitamini Turunçgillererin çoğunda (portakal, limon, gryefrut, turunç ve tropik meyvelerde (guava, kivi, papv, mango) bulunur. Ayrıca yeşil ve kırmızı biber, brüksel lahanası, çilek, domates ve patateste de bol miktarda mevcuttur. Vücudun kendi kendine üretemediği en gerekli birkaç vitaminden biridir. Dolayısıyla, ya gıdalardan, ya da beslenmeye ek olarak ayrıca alınması gerekir. C vitamini, E vitamininden sonra en güçlü antioksidandır. E vitamini Bilinen en güçlü antioksidandır. Özellikle, doymamış bitkisel yağlarda (soya ve ayçiçek yağı gibi), badem ceviz gibi yemişlerde bulunur. Bezelye, fasulye ve bazı yapraklı sebzeler de zengin E vitamini kaynağıdır. Selenyum Bu mineral birçok değişik besin maddesinde bulunur. Et (özellikle ciğer ve domuz), balı ve deniz ürünleri (tarak ve karides), mantar, süt, yumurta,sebzeler (soğan sarmısak, kabak lahana), tahıl ürünleri. Çinko Çinko eksikliğinin bazı kanserlerde, özellikle de, prostat kanserinde rolü plduğu sanılmaktadır. Hastalıktan korunmada ve tedavisinde kullanılmaktadır. Bağışıklık sistemini güçlendirir. Türkiye'de yapılan bir araştırma, selim huylu prostat büyümesine kıyasla prostat kanserine yakalanmış hastalarda çinko seviyesinin daha düşük olduğu gözlenmiştir. Çinko, kabuklu deniz ürünlerinde bol miktarda bulunur. Ayrıca, balık, ciğer ve yumurta da vardır. Lifler Lifler, yediğimiz besinlerin sindirilmeyen ve emilmeyen kısımlarıdır. Bu nedenle sindirim sisteminden doğruca çıkıp vücut dışına atılır. Buğday veya, diğer tahıl ürünlerinin dış kabuğunda, sebze ve meyvelerin kabuklarında bulunur. Vücuttaki atıkların hacmini artırarak dışkıyı yumuşatır, dolayısıyla vücuttan daha kolay ve çabuk atılmasına yardımcı olur. Lifin kabızlığa karşı son derece etkili bir doğal tedavi ürünü olmasının nedeni budur. |
Ayurveda
Ayurveda » Beslenme alışkanlığımızdaki hatalar... İnsanın en büyük düşmanı batı tarzı yaşam Batı tarzı yaşam ve beslenme alışkanlığı, insan sağlığı önündeki en büyük engellerden biri. Hamburger benzeri yoğun kalori içeren besinlerin, alkol ve kolalı içeceklerin çok tüketilmesi, hareketsizlik ve yoğun stres koşulları, batı tarzı yaşamın başlıca unsurları. Batı tarzı yaşama bir de küreselleşmeci-sömürü politikaları eklenince manzara netleşiyor. Çünkü; daha çok kâr elde etmek için insan bedenlerini bir tüketim aygıtına dönüştüren ve daha sonra da ortaya çıkan hastalıkların tedavisi yoluyla kârına kâr katan küreselleşme günümüzde "insanlığa düşman" tanımlamasını fazlasıyla hak ediyor. Son yıllarda çöl fareleri üzerinde yapılan araştırmalarda, uzunca bir süre az yiyecekle yetinen farelerin laboratuar ortamında yoğun kalori içeren besinlerle beslendiklerinde şişmanlık, daha önemlisi ise şeker hastalığına yakalandıkları gösterilmiş. Oldukça yol gösterici olan bu bilgiler, son yıllarda öldürücü dörtlü olarak bilinen şeker hastalığı, hipertansiyon, şişmanlık ve yağ dengesi bozukluğu sıklığındaki artmanın nedenlerine de ışık tutuyor. Koka-kolonizasyon ve insan sağlığı Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Şükrü Hatun, konu hakkındaki bilimsel incelemesinde, insan biyolojisine ve sağlığa karşıt gelişen bu durumu bazı yazarların koka-kolonizasyon olarak isimlendirdiğini belirtiyor. Bu yaşam tarzının temelinde ise hamburger benzeri yoğun kalori içeren besinlerin, alkol ve kolalı içeceklerin çok tüketilmesi ve hareketsizlik bulunduğunu kaydeden Dr. Şükrü Hatun, fazla kalori alımının uzun tarihsel dönemler boyunca az besinle yetinmeye uyarlanmış bir genotip taşıyan insan biyolojisini çaresizliğe sürüklediğini belirtiyor. Şişmanlığın İngiltere'deki ölümlerin % 6'sından sorumlu olduğuna, bilim çevrelerinde son yıllarda şeker hastalığı ve şişmanlığın birlikte veya tek başına en önemli halk sağlığı sorunları olacakları konusundaki endişelerin arttığına dikkat çeken Dr. Hatun, bu öngörünün doğru çıkması durumunda geçen yüzyılda beslenme, temizlik ve salgın hastalıkların önlenmesi ile elde edilen halk sağlığı kazanımlarının tehdit altında olduğuna işaret ediyor. "Fast Food" endüstrisi ve çocuklar "Fast Food" endüstrisinin esas hedef kitlesi çocuklar. Devasa reklam kampanyaları ve pırıltılı oyuncaklarla çocukların zihinleri, dolayısıyla yaşam tarzları ve beslenme alışkanlıkları yönlendiriliyor. Günümüzde pek çok aile için çocuklarını "McDonald's" a götürmek bir ödüllendirme ve hafta sonu aktivitesine dönüşmüş durumda. Aşırı kalori alımı sağlığa düşman Dr. Şükrü Hatun, incelemesinde büyük seçim bir hamburger mönünün yaklaşık 1000 kalori içerdiğini, bunun ise 10 yaşındaki bir çocuğun günlük enerji gereksiniminin yarısını karşıladığını belirtiyor. Dr. Hatun'a göre; yoğun kalori alımına televizyon ve bilgisayar karşısında geçirilen hareketsiz saatler eklenenince şişmanlık çocuklarımızın ve gençlerimizin en önemli sorunu haline geliyor. Başta ABD olmak üzere gelişmiş ülkelerde 12-17 yaş grubundaki çocukların % 20'sinin fazla kilolu veya şişman grubuna girdiğini belirten uzmanlar; Türkiye gibi ülkelerde de konu hakkında toplumun, özellikle ailelerin bilinçlenmesi sağlanmaz ve önlemler alınmazsa benzer olumsuz sonucun kaçınılmaz olduğuna vurgu yapıyorlar. Dr. Şükrü Hatun, çocukluk çağında şişmanlık sıklığının artmasının, Tip 2 diyabet (erişkin tip şeker hastalığı), hipertansiyon ve yağ dengesi bozuklukları gibi erişkinlerde görülen hastalıkların daha erken yaşlarda ortaya çıkmasına, dolayısıyla zararlarının artmasına neden olduğunun altını çiziyor. Çocuğumuzun sağlığı mı ? Kola + Hamburger mi ? Batı tarzı, başka deyişle "fast food" tarzı beslenmenin ayrılmaz parçası olan karbonatlı içeceklerin çocuklardaki kemik sağlığı üzerine olumsuz etkileri son yıllarda üzerinde önemle üzerinde durulan bir konu. Yapılan araştırmalar sonunda; erişkin yaşamdaki kemik sağlığının çocukluk ve ergenlik döneminde ulaşılan kemik kitlesine bağlı olduğu kanıtlanmış. Yakın zamanda yayınlanan araştırmaların, kola gibi karbonatlı içeceklerin vücuttaki kalsiyum dengesi üzerine olumsuz etkide bulunarak çocuklardaki kemik kırığı sıklığını arttırdığını gösterdiğine dikkat çeken Dr. Şükrü Hatun, "fast food" kültürüne eşlik eden hareketsizliğin ise kemik kitlesi gelişimini olumsuz etkileyen en önemli faktörler arasında sayıldığını belirtiyor. Hiç kuşku yok ki, "Fast Food" tarzı veya batı tarzı yaşam ve beslenme alışkanlığı başta şişmanlık, şeker hastalığı ve kemik erimesi gibi çok önemli sağlık sorunlarına yol açıyor. Bunların yanı sıra bu kültür; insan bedeninin kâr etme aracı haline getirilmesinin de bir simgesi. Bu nedenle başta çocuklar olmak üzere bütün insanların Hamburger-Kola endüstrisinin etki alanından uzaklaştırılması için etkin çabalara ve toplumsal duyarlılığa gereksinim var. Bu haber, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti yayın organı Bizim Gazete'nin 13 Eylül 2001 tarihli sayısında, İstanbul Tabip Odası tarafından hazırlanan Sağlık - Tıp sayfasında yayımlanmıştır Doğru beslenme = tedavi Kökeni Yunanca olan “makro” büyük, “bios” ise yaşam demektir. Batı dünyasına George Ohsawa tarafından 1920’lerde tanıtılan makrobiyotik beslenme, temelde tahıl, bakliyat, taze sebze-meyve ve yemişlerden oluşan bir beslenme modelidir. Ohsawa’nın öğrencilerinden Michio Kushi tarafından 1950’lerde Amerika’da yayılan makrobiyotik beslenme yöntemi, bugün bütün dünyada onbinlerce kişi tarafından yaşam tarzı olarak benimsenmiştir. Konu hakkında birçok kitap yazan Aveline-Michio Kushi çifti, öğrettikleri doğru beslenme modeli ile, birçok kişiyi sağlığına kavuşturmuşlardır. Kanserden tutun da şeker hastalığına, sindirim ve boşaltım sistemi sorunlarından alerjilere ve obeziteye (şişmanlık) kadar bir çok rahatsızlığa çare olan bu diyet, benim için bir yaşam tarzı aynı zamanda. Çünkü makrobiyotik beslenme basit, tam ve doğal haline en yakın ürünlerle beslenmeyi önerir insanlara... Rafine edilmemiş, katkı maddeleriyle zenginleştirilmemiş, şekli ve yapısı değiştirilmemiş besinleri sofranızdan eksik etmeyin der, ki bedensel, ruhsal ve zihinsel sağlığa ulaşınız. Amacı doğayı ve doğanın işleyiş şeklini temel alıp onun ritimlerine uygun bir yaşamı kişilere öğretmektir makrobiyotik beslenme uzmanlarının. Bu, yüzlerce yıldır dünyanın pek çok köşesinde uyuglanagelmiş bir model aslında. Fazla uzağa gitmeye gerek yok, Anadolu insanına bakalım. Son yıllara kadar Anadolu’da sadece o mevsimin sebze ve meyveleri ile, tahıl ve bakliyatla beslenildiğini biliyoruz. Fazla sebze meyvenin bulunmadığı kış aylarında Anadolu köylüsünün sofrasında bulgur vardır, tarhana vardır, kendi tarlasında yetiştirdiği buğdayın unundan yapılmış ekmek, nohut, kuru fasulye vardır. Ne hormon, ne kimyasal tarım ilaçları, ne de rafinasyondan nasibini almamış Türk köylüsü sağlıklıdır, zindedir. Ağırlıklı olarak vejetaryen olan bu beslenme modelini Amerika kıtası yerlilerinin de benimsediğini görüyoruz. Onlar da en temel tahılları olan mısır ve temel bakliyatları olan fasulyenin yanında kendi yetiştirdikleri sebzeyi ve doğadan buldukları yabani otları, yemişleri yerlerdi. Doğadan bunca uzaklaştığımız, doğal olanı neredeyse tümüyle unuttuğumuz bu son yüzyılda artık adına “fast-food” denen hızlı, hayvansal besin ve yağların ağırlıklı olduğu, kolesterol oranı yüksek, besleyici değeri olmayan, sadece doyuran gıdalarla beslenir olduk. Çocuklarımız artık sofradaki güzelim yemeklere yüz vermez oldular, varsa yoksa hamburger, patates kızartması, kola! Sadece onlar değil, yemek pişirmek için zaman ayıramayacağına inanan, dışarıda yapacağı aktivitelerin daha yararlı olduğunu düşünen on binlerce çalışan insanımız da aynı şekilde beslenir oldu. Peki ya sonuç? Çocuklarda ve yetişkinlerde şişmanlık, sıkça görülen kolesterol, tansiyon, şeker, kalp hastalıkları ve kanser türleri! İşte makrobiyotik beslenmenin önemi burada kendini bir kez daha gösteriyor. Havada, suda, karada bir kirlilik bombardımanına tutulmuş gidiyoruz. Buna dur demenin bir yolu makrobiyotik beslenme. Çünkü bilinçlendikçe bilinçli beslenecek, bilinçli taleplerimizle bilinçli alışverişler yapacak, sadece kendimiz için değil çocuklarımız için de yaşanılası bir dünyayı hep birlikte yaratacağız. Makrobiyotik uzmanları, sağlıklı bir yaşam için besleyici ve dengeli bir beslenmenin gerektiğini söylüyorlar. Doğu felsefesindeki denge ve uyumu esas alarak insanlara yaşadıkları bölgenin özelliklerine, mevsime, yaş, cinsiyet ve hareketlilik durumuna göre beslenmelerini öneriyorlar. Standart makrobiyotik diyette günlük gıda alımının %50’si tam tahıllardan (kabuklu buğday ve yan ürünleri, tam pirinç, diğer kabuklu tahıllar- yulaf, arpa, çavdar, mısır gibi), %20-30’si sebzeler (organik olarak yetiştirilmiş, taze ve mevsiminde tüketilen), %5-10’u çorbalar (sebze, tahıl ve bakliyat katkılı), %5-10’u bakliyat ve deniz yosunları (fasulye, nohut, mercimek, soya fasulyesi, maş fasulyesi gibi bakliyatlar ve Japonya’da çokça tüketilen deniz yosunları), %5-10’u meyve, tohum ve yemişler (yine organik olarak yetiştirilmiş taze ve kuru meyveler, susam, badem, ayçekirdeği, kabak çekirdeği, ceviz gibi yemişler) ve en fazla haftada 2 kere olmak üzere beyaz etli balık (bu zorunlu değil, dileyenler tümüyle vejetaryen beslenebilirler). Bu şekilde günlük olarak %73 kompleks karbonhidrat, %15 yağ ve %12 protein almış oluyoruz ki, bu da sağlıklı bir yaşam için iyi bir denge. Makrobiyotik beslenme tamamen vejetaryen değil. Yukarıdaki yüzdelerde gördüğünüz gibi, az ve seyrek olarak balık ve beyaz et yenmesine karşı değil. Kushi’ler dünyada açlık çeken uluslara dikkat çekerek et tüketiminin düşürülmesinden yana olduklarını söylüyorlar. Bunun nedenini şöyle bir örnekle verelim: Ortalama bir fast-food mönüsünü ele alırsak, bir hamburgerin eti için yaklaşık 5 kilo tahıl, patates kızartmak için 30 mısır, herhangi bir tatlının şekerini üretmek için neredeyse yarım kilo pancar gerekiyor. Bir araştırmaya göre Amerika Birleşik Devletleri’nde her birey yılda ortalama 1000 kilo tahıl (doğrudan tüketilen ve et üretimi için kullanılan tahıl miktarının toplamı) tüketiyor. Buna karşın diğer ülkelerin ortalaması yılda 200 kilo. Yine bir başka araştırmaya göre Amerika’da et tüketimini sadece %10 düşürerek 60 milyon insanı doyuracak kadar tahıl üretmek mümkün! Beslenirken sadece kendi aaafimizi değil, diğer canlıları ve dünyamızı da düşünelim. Tijen İnaltong Not: Tijen İnaltong’un Mevsimlerle Gelen Lezzetler adlı kitabında (Oğlak Yayınları, İstanbul 2002) lezzetli, besleyici ve sağlıklı vejetaryen yemek tarifleri bulabilirsiniz. Hızlı hazır yemek sistemi (FAST- FOOD) ve beslenme * Teknolojinin gelişmesi, kentleşme, kadının iş hayatına atılması, yoğun iş temposu, seyahat etme, yalnız yaşama gibi etkenler nedeniyle insanlar, beslenmelerine daha az zaman ayırmakta ve geleneksel beslenme alışkanlıklarını değiştirmektedirler. Günümüzde her geçen gün artan ve yaygınlaşan bir tüketim biçimi olmaya başlayan fast-food “ayak üstü beslenme”, “hızlı hazır yemek sistemi” gibi ifadelerle dilimize yerleşmiştir. “Fast-food” veya “hızlı hazır yemek sistemi” az zamanda çok sayıda tüketiciye hizmet veren, standart yöntemlerle hazırlanmış besinlerin üretildiği ve satıldığı bir yemek sistemidir.Bu sistem, günü evinden uzak geçiren insanların hem damak zevkine hitap etmiş hem de zaman problemine çözüm getirmiştir. Ülkemizde, “Fast-food” terimi, hem hızlı hazır yemek sistemi hem de ayak üstü sokakta yenilen yiyecekler anlamında kullanılmaktadır. Ülkemizde en çok tüketilen fast-food türü yiyecek içecekler arasında simit, tost, döner, lahmacun, pide, hamburger çeşitleri, soğuk sandviçler, pizza, kızarmış patates, kızarmış parça tavuk, balık-ekmek, kolalı içecekler, çay, kahve vb. yer almaktadır. Fast-Food ürünlerin besin içerikleri Fast-food sistemi ile tüketilen besinler beslenme açısından değerlendirildiğinde, enerji ve bazı besin öğeleri yönünden dengeli olmadığı görülmektedir. Aşağıda bu tür beslenmeye ilişkin olumsuzluklar enerji ve besin öğeleri yönünden belirtilmiştir. · Enerji: Fast-food ürünlerde en önemli sorun yüksek enerji içermeleridir. Bu tür yerlerde yenen vasat bir öğünün enerji içeriği 400 kkaloriden başlayıp 1500 kkaloriye yükselebilmektedir. Enerjinin çoğu yağ ve şekerden gelmektedir. · Protein: Fast-food ürünlerin çoğunluğunda proteinli bir besinde bulunduğundan tüketilen miktara bağlı olarak günlük protein gereksinmesi sağlanabilmektedir. · Karbonhidrat: Fast-food ürünlerinden ekmek ve patatesten karbonhidrat sağlansa da; ana kaynak kullanılan şekerdir. Şeker, besinlere görüntüyü güzelleştirmek ve tadı arttırmak için eklenmektedir. Şekerin en büyük kaynakları ise alkolsüz içecekler ve shake olarak adlandırılan meyveli, aromalı şekerli sütlü içeceklerdir. · Yağ: Fast-food mönülerinde düşük yağlı yiyecekler bulabilmek oldukça güçtür. Ortalama olarak fast-food ürünlerindeki enerjinin %40-%60’ı yağlardan gelmektedir. Peynir, mayonez gibi ürünler ve derin yağda kızartma gibi yöntemler fast-food mönünün yağ içeriğini arttırır. Tavuk ve balık ürünleri fast-food restoranlarda en iyi seçenek olarak düşünülür. Bu ürünler sığır eti ve diğer kırmızı etlere kıyasla daha az kalori ve yağ içermelerine karşın, pişirme tekniklerinden dolayı daha olumsuz duruma gelebilirler. Genelde bu ürünler bir harca (sulu hamur, yumurta, un, galeta vb.) bulanıp derin yağda kızartıldıkları için kızartma işlemi sırasında yüksek miktarda yağ çekerler. Bu nedenle, balık ve tavuk ürünleri, satışa sunulan bir hamburger ya da fırınlanmış dana etinden yapılan bir sandviçten daha fazla yağ ve enerji içermektedirler. Bir hamburgerin yağ içeriği ortalama 10-12 gram (90-108 kkal)dır. Kızarmış tavuğun bir parçası 17-26 gram yağ (153-234 kkal) içerir. · Vitaminler: Fast-food yiyeceklerin çoğunluğu yeterli miktarda B vitaminlerini; tiamin, riboflavin ve niasin, B6 ve B12 vitaminlerini sağlar. Salata barların yaygınlaşması ile fast-food restoranlardaki C vitamini kaynakları artmıştır. Taze sıkılmış portakal suyu, uygun ön işlemlerle hazırlanmış zengin salata çeşitleri C vitamini ihtiyacımızı yeterince karşılayabilir. Eğer bunlar yoksa bu ürünlerdeki tek C vitamini kaynağı hamburgeri süsleyen ince bir dilim domatesten ibarettir. Fast-food ürünlerinde eksik olan önemli bir diğer vitamin A vitaminidir. Yine salata barlar ?-karoten (havuç, koyu yeşil yapraklı sebzeler vb.) gereksinmemizi karşılayabilir. Fast-food işletmeleri geliştirdikleri yeni ürünlere meyve ve sebze çeşitlerini de ekleyerek yetersiz posa ve vitamin içeriklerini de arttırabilirler. · Mineraller: Çoğu fast-food restoranda süt ve sütlü içecekler kalsiyum ve fosfor, kırmızı etler ise demir ve çinko bakımından zengindir. Bu restoranlardaki, yüksek kalsiyumlu ürünler yağdan ve enerjiden de yüksektir. Burgerlerin ve pizzaların üzerine konulan peynir kalsiyum için iyi bir kaynak olmakla beraber sodyum,enerji ve doymuş yağı da fazla içermektedir. Diyetle alınan sodyum miktarı sadece bir yiyeceğin içerdiği tuz miktarı ile değil; yenilen yiyeceklerin bileşiminde bulunan sodyum miktarı ile de yakından ilgilidir. Bazı fast-food sandviçler 1500-2000 miligram sodyum ihtiva ederler (2/3-3/4 çay kaşığı tuz). Tüketilen sodyum miktarı kişinin seçeceği ürünlere göre değişiklik gösterir. Posa: Salata dışında fast-food ürünleri posa bakımından fakirdir. Posa bakımından zengin kaynaklar genellikle fast-food seçenekleri olarak sunulmaz. Fast-food ürünlerinin sık ve fazla tüketiminin sağlık üzerine olumsuz etkileri Fast-food ürünlerinin özellikle çocuk ve gençler tarafından tercih edilmesi yetersiz , dengesiz ve sağlıksız beslenme sorununu akla getirmektedir. Ayak üstü beslenmeyi oluşturan bazı mönüler beslenme yönünden yetersiz ve dengesizdir. Ancak iyi bir seçimle, Fast-food ürünleri yeterli ve dengeli hale getirilebilir. Dengesiz fast-food ürünlerinin çok sık tüketilmesi sağlığı olumsuz etkiler. Bu etkiler şöyle özetlenebilir: 1- Fast-food ürünlerindeki yağın çoğu hayvansal kaynaklı olup, çoğunlukla doymuş yağ asidi içerir. Bu ürünlerin sodyum, kolesterol ve özellikle doymuş yağ miktarı, diğer besin öğeleri yoğunluğuna göre daha fazladır. Diyette yağdan gelen enerjinin artması başta koroner kalp hastalıkları ve kanser olmak üzere birçok kronik hastalıklar için risk faktörüdür. Fast-food ürünlerin bir diğer dezavantajı olan sodyum içeriklerinin yüksek olmasının hipertansiyon, mide kanseri ve osteoporoz riskini artırdığı saptanmıştır. Fasfood restoranlarda; salam,sosis , sucuk gibi et ürünleri tostlarda, soğuk sandviçlerde, kızarma şeklinde ve pizzaların üst malzemesi olarak sıklıkla kullanılmaktadır. Bu etlere istenilen renk ve kokunun sağlanması ve koruyucu amaçlı olarak nitrit ve nitratlar eklenmektedir. Nitrit ve nitratların çok miktarda alınması sağlığa zararlıdır. 2- Hızlı hazır yiyeceklerin posa içeriği düşüktür. Diyet posasının yetersizliği ise kolon, rektum kanser riskini arttıran faktörlerdendir. Ancak günümüzde salata barların fast-food, restoranlara girmesiyle posa içeren ürün sayısı oldukça artmıştır. 3- Fast-food restoranlarda tüketilen besinler, A vitamini, C vitamini ve kalsiyum yönünden yetersizdir. Ancak bilindiği gibi C vitamini, A vitamini ve ön öğesi olan karotenoidlerin düşük düzeylerde alınımı, bağışıklık sisteminin yetersizliğine, kardiovasküler hastalıklara ve katarakt riskinin artmasına neden olmaktadır. C vitamini besinlerle alınan nitrit ve nitratların kanser yapıcı nitrozaminlere dönüşmesini önlemekte, dolayısıyla kanser oluşma riskini azaltmaktadır. Büyüme çağında kalsiyumun yetersiz alımı, büyümeyi olumsuz etkilediği gibi, menopoz sonrası osteoporoz riskini de artırır. Fast-food restoranlarda salatalar sıklıkla çeşitli soslarla sunulmakta ve tüketiciye kadar salata barlarda beklemektedir. Bilindiği gibi bekleme ile özellikle C vitamininde önemli kayıplar oluşmaktadır. 4- Sağlıklı yaşamın sürdürülmesinde tüketilen besinler kadar bu besinlere uygulanan hazırlama ve pişirme yöntemleri de önem taşımaktadır. Izgara yaparken yüzey kısımlarına gelen ateş çok yüksek olmamalı, pişirilirken et ile ateş arasında 10-15 cm.lik mesafe olmalıdır. Mesafe yakın tutulursa yüksek ateş yüzeydeki proteinlerin aniden katılaşarak, ısının etin iç kısımlarına ulaşmasını engeller. Etin iç kısmındaki ısı en az 750 C’ye ulaşmalıdır. Çok yüksek ısı dış yüzeyin yanmasına ve su kaybının fazla olmasına yol açarak besin kaybını (folik asit, B12 vitamini vb.) arttırılır. Yüksek ısı ayrıca, sağlığı bozucu etmenlerin oluşmasına yol açar. Derin yağda kızartma yöntemi fast-food restoranlarda sıkça kullanılmaktadır. Bu yağlar 10-12 saat kullanılmaları nedeniyle kimyasal ve fiziksel değişikliklere uğramakta ve çabuk bozulmaktadır. Kızartma sırasında E vitamini kaybı oluşmakta, proteinli besinlerin yanması ile de kanser yapıcı nitroz bileşiklerinin oluşumu artmaktadır. Yağda kızartılmış yiyeceklerin sık ve sürekli tüketimi, kardiyovasküler ve sindirim sistemi hastalıkları ile kanser riskini arttırır. 5- Fast-food beslenme şeklinde kolalı içecekler, çay ve kahve sıklıkla tüketilmektedir. Aşırı kafein alımı sonucunda sinirlilik, huzursuzluk, uykusuzluk ve kan basıncında yükselme gibi durumlara neden olur. Kafein süte geçtiğinden ve döl ile bebeğin sağlığı olumsuz etkilendiğinden gebe ve emziklilerin çay ve kahveyi sınırlı tüketmeleri önerilir. Ayrıca, bu tür içeceklerin fazla miktarda tüketimi, bu içeceklerin içerisinde bulunan tanenlerin besinlerde bulunan demiri bağlamasına ve vücutta demirin emiliminin azalmasına neden olurlar. Bunların yerine meyve suyu, süt ve ayran tercih edilmelidir. Kolalı içecekler aşırı alındığı taktirde, sağladığı ekstra enerji nedeniyle şişmanlığa neden olabilirler. 6- Ayak üstü beslenme sisteminde yer alan yiyeceklerin bir bölümüne ön hazırlama sırasında tuz eklendiğinden sodyum içerikleri yüksektir. Fast-food mönüler bileşiminde görünür tuzun dışında da yüksek miktarda sodyum ihtiva ettiklerinden yüksek kan basıncının oluşmasına katkıda bulunurlar. Aşırı sodyum alımı hipertansiyon, mide kanseri ve osteoporozis riskini arttırır. 7- Ayak üstü beslenmede yiyeceklere renklendiriciler, aroma artırıcı maddeler, tatlandırıcılar, antimikrobiyal maddeler vb. gibi katkı maddeleri eklenmektedir. Bu katkı maddeleri ürünlerde uygun şekilde kullanıldığında bir sağlık riski oluşturmaz. Ancak, katkı maddelerinin uygun kullanılmaması ve bu katkı maddelerini içeren fast-food ürünlerin sık tüketimleri uzun dönemde kanser riskini arttırır. 8- Ayak üstü beslenme sisteminin uygun ve hijyenik koşullarda yapılmaması, enfeksiyon riskini arttırır. Yiyeceklerin hazırlanması, saklanması ve servisi sırasında hem bireysel temizliğe hem de çevrenin temizliğine dikkat edilmesi zorunludur. Fast-food ürünlerle ilgili daha sağlıklı seçenekler Fast-food ürünlerde hız, ucuzluk, el altında olmak gibi kriterlerin yanında besin içerikleri de göz önüne alınmalıdır. Fast-food restoranlarda sunulan ürünlerin seçiminde sağlıklı beslenme ilkelerinin göz önünde tutulması gereklidir. Müşteriler için en iyi çözüm, mevcut ürünlerden en sağlıklı ve dengeli beslenme değerine sahip olanları seçmektir. Bir öğün fast-food yeniyorsa günün diğer öğünlerinde besin seçiminde dikkatli olunmalıdır. Günlük beslenme daima üç ana öğün şeklinde yapılmaya çalışılmalıdır. Son yılarda fast-food restoranlar mönülerinde değişiklik yapmaya ve farklı seçenekler sunmaya başlamışlardır. Fast-food endüstrisinde özellikle çocuklar-gençler hedef alınmıştır. Pek çok fast-food restoranda çocuk mönüleri vardır. Ayrıca fast-food işletmeleri, ürünlerin hazırlanması, pişirilmesi ve servisinde genel ve kişisel sanitasyon ilkelerine dikkat ederek müşterilerin sağlığı için; · Daha çok fırında pişmiş ve ızgara besinler, · Et sandviçlerinin yanı sıra, tavuklu ve balıklı sandviç seçenekleri sunmalı, · Düşük yağlı besinler (makarna, pastalar, tatlılar, vb.) · Hayvansal yağ yerine bitkisel yağ kullanımını arttırılmalı, · Yağı azaltılmış salata sosları, · Vejetaryen burgerleri, · Taze meyve ve meyve salataları, · Taze yeşil sebzeler, · Yağsız sade yoğurt ve süt(%1 yağlı), · Tam buğday unundan yapılmış çörek ve pizza hamurları hazırlanmalıdırlar. Fast-food tüketmek sürekli seçim değil, ara sıra yaptığınız bir kaçamak olmalıdır. |
Ayurveda
Ayurveda » yemek alışkanlıklarımız ve ayurveda yemek yemeği kim sevmez? artık öyle bir yere geldik ki ne yemek için yaşıyoruz ne yaşamak için yiyoruz. sadece ve sadece yemek için yiyoruz. mutluyken yiyoruz mutsuzken yiyoruz yalnızken atıştırıyoruz arkadaşlarlayken yiyoruz iş yemekleri düzenliyoruz mezuniyet yemeklerinde buluşuyoruz düğün yemeklerine sevdiklerimize ziyafetler veriyoruz... bununla birlikte yemek yemek hakkında sölenmiş deyişlerimiz var. mesela atın ölümü arpadan olsun diyoruz. çok amiyane bir tabir ama üzerinde biraz düşünüldüğünde yemeğe verdiğimiz değer hakkında önemli ipuçları vermekte. yemek yiye yiye ölmeye razıyız yani, öleceksem yemek yerken öleyim düşüncesi. yukarıda saydıklarımı aşırı beslenmeye örnek verebiliriz belki. bir de yalnış beslenme tutumları gösteriyoruz. mesela tek bir grup besinle beslenmek gibi. yalnızca protein yada karbonhidrat almak veya -özellikle zayıflamak uğruna- hiçbir şey yememek gibi. burada karşımıza bir kavram daha çıkıyor: zayıflık. zayıflığı tanımlamak için zannedersem önce şişmanlıktan bahsetmeliyim. şişmanlık eğer bir rahatsızlık yoksa aşırı yada yanlış beslenme ve hareketsizliğin doğurduğu kaçınılmaz sonuçtur. zayıflığa gelince azı karar çoğu zarardır. normal bir zayıflık sağlık belirtisiyken fazla zayıflık birtakım rahatsızlıklara yol açar. zayıflık göreceli olup bence şişmanların ortaya attığı bir kavramdır. bedeninden bir türlü mutlu olamayan şişman kendisine bir vücut idealize etmiş bunun adına da zayıflık demiştir. ömrü boyunca da o ideale ulaşmaya uğraşır. görüldüğü gibi yemeklerimiz, ne yediğimiz hatta bazen nasıl yediğimiz hayatımızı derinden etkilemekte çoğunlukla da bu etki, malesef, olumsuz olmaktadır. tüm bunların ışığında ayurveda nedir diye bakacak olursak; ayurveda yediğimiz yiyecekleri kendi lehimize döndürme sanatıdır. insanın kendisinin farkında olması, bedeninin neye ihtiyaç duyduğunu anlaması ve ona göre davranmasıdır. bir hayat tarzıdır.bir disiplindir. kesinlikle bir rejim programı değildir. ayurveda sağlıklı yaşamın anahtarıdır. mükemmel yaratılmış olan vücudun yaratılışına uygun işleyişidir. hayatta hiçbir şeyi devamlı yapamamış biriydim. lisede yapılan ders programlarını, sınavlara hazırlanırken verilen soru sayısı hedeflerini, günlük hayatımın en küçük ayrıntılarını. bir süredir ayurveda yapıyorum hayatım bir düzene girdi. yalnızca bu bile benim için çok önemli. uygulanışı ise çok basit ayurvedanın. önce yaptığınız testlerle beden tipinizi belirliyorsunuz daha sonra kendi beden tipinize göre tercih etmeniz gereken ve azaltmanız gereken gıdaları belirliyorsunuz. sadece biraz farkındalık ve dikkatle kolayca uygulanabilir. ayrıca ben bu bedenden memnun değilim yada bu kilolar benim sağlığımı olumsuz etkiliyor diyenler için de ayrıca yapılması gerekenler ve özel egzersizler var. bu sağlık kervanına mutlaka katılın çünkü sizi bıraktığı durakta bambaşka bir siz olacaksınız. |
Ayurveda
Ayurveda » Vata beden tipi insanlar VATA DOSHA ÖZELLİKLERİ Zayıf ve ince yapılıdırlar. Özellikle kış mevsiminde çok çabuk üşürler. Gözleri çok küçük olma eğilimindedir. Saçları dalgalı dalgalı ve kıvırcık olabilir. Ciltleri kurudur. Daha az uykuya gereksinim duyarlar. Uykuları hafiftir. Gece uykuları uyanıklık dönemleriyle kesintiye uğrayabilir. Çok aktif olma eğilimindedirler. Kabızlıkları sıktır. Vata’nın baskın olduğu kişiler çok uyanık, hızlı, aktif bir zihne sahip olma eğilimindedirler. Çabuk kavrama ve öğrenme yetenekleri üstündür. Yakın hafızaları iyi ama uzun hafızaları kötüdür. Çabuk öğrenir ve çabuk unuturlar. Vata’lar yapmaya başladığı bir eylemi sonuçlandırmadan yarım bırakarak başka bir işe yönelebilirler. Alış verişte karar veremeyerek saatlerce çarşı Pazar dolaşıp bir şey alamayan kişilerdir. Vata’lar süratli hareket eder, çabuk düşünür ve hızlı konuşur. Vata dosha dengeli olduğunda bu kişiler çok yaratıcı ve neşeli olurlar. Kolayca arkadaşlık kurar ve pek çok kişiyle iletişim halinde olurlar. Dengesi bozulduğunda kendilerini suçlama, endişelenme, gerileme, aşırı derecede duyarlı olma eğilimlerine girerler. VATA DENGELEYİCİ DİYET Tercih edilecekler Azaltılacaklar -Ilık - Soğuk -Yağlı - Kuru -Ağır - Hafif -Tatlı - Baharatlı -Ekşi - Yeşil Yapraklı Sebzeler -Tuzlu - Kekremsi Vatayı dengelemek için fazlaca yağlı, sıcak yiyecek ve içecekler, tatlı, ekşi ve tuzlu tatdaki yiyeceklerle beslenmek genel kuraldır. Buğaydan elde edilen her şey ve pirinç iyidir. Süt ve süt ürünleri ( ayran, yoğurt, salep, sütlaç alınabilir. Yağlar- tüm çeşitleri ile tavsiye edilir. Meyveler- tatlı,ekşi ve ağır meyveleri tercih edin. Portakal, muz, üzüm, kiraz, şeftali, taze incir gibi. Sebzeler-lahana, ıspanak, pazı çiğ ve ham olan tüm sebzeler azaltılmalıdır. Baharatlar- kimyon, zencefil, tarçın, karanfil, karabiber az olarak tüketilmelidir. Çerezlerden yer fıstığı hariç hepsi tavsiye edilir. Kuru fasulye dışında bakliyat miktarı azaltılmalıdır. Kırmızı et yerine beyaz et ve deniz ürünleri tercih edilmelidir. Kolestrolü yüksek olanlara yağlı ve ağır gıdalar elbette önerilmez. Zencefil, zerdeçal, kimyon, karanfil, tarçın, susam, muskat, melisa, kuşburnu vata dengeleyicisidirler. Burada özellikle belirtilmesinin gerekli olduğuna inandığım düşünce; bunların hiç yenilmemesi veya sürekli yenilmesinin ifade edilmemesidir. Ayurvedanın muhteşemliği buradadır. Keskin sınırlamalarla yasaklamalar yoktur. Genel olarak azaltılması ve arttırılması gereken gıdalar vardır. Bunları uyguladığınızda bir süre sonra (kişilere ve rahatsızlığın derecesine göre değişir.) vücudunuzda şimdiye kadar ilaçlarla elde edemediğiniz mükemmel değişimlerin olduğunu hissedeceksiniz. Bu sadece bedeninizi ilgilendiren değişim değil zihnen ve ruh ende mükemmel bir dinginliğe, vücudun ve ruhun iç barışına tanık olacaksınız. Böyle bir durumda tüm faaliyetler otomatik ve kendiliğinden doğru bir şekilde gerçekleşir. Bu hal çizgiyi aşma aydınlanmanın tadılması halidir. |
Ayurveda
Ayurveda » Pitta beden tipi insanlar PİTTA DOSHA ÖZELLİKLERİ Saçları erken beyazlar erken dökülür, benleri ve çilleri vardır. Çok güçlü sindirime sahiptirler ve iştahlıdırlar. Gece uykuları deliksizdir. Sıcak havadan ve güneşe maruz kalmaktan hoşlanmazlar. Çok terlerler ve soğuk yiyecek ve içecekleri tercih ederler. Keskin bir zekaya sahiptirler. Mükemmel lider olurlar yönetici ve patron konumundaki insanlar genellikle pitta’lardan çıkar. Dengeleri bozulunca kaba ve eleştirel tarzda konuşurlar sabırsız ve kırıcı olabilirler. PİTTA DENGELEYİCİ DİYET Tercih Edilecekler Azaltılacaklar -Soğuk -Ilık -Ağır -Hafif -Yağlı -Kuru -Tatlı -Baharatlı -Kekremsi -Tuzlu -Ekşi Pittayı dengelemek için sıcak olmayan, serin, ılık yiyecek ve içecekler ve tatlı, buruk kekremsi tatdaki yiyeceklerle beslenmek genel kuraldır. Süt ve süt ürünleri iyidir. Tüm tatlandırıcılar iyidir. Yağlar, zeytinyağı ve Hindistan cevizi yağı tercih edilmelidir. Susam badem ve mısır azaltılmalıdır. Tahıllar, buğday,pirinç, arpa, yulaf iyidir. Mısır, çavdar azaltılmalıdır. Meyveler üzüm, kiraz, kavun, tatlı portakal gibi tatlı meyveler iyidir. Greyfurt, zeytin, ekşi portakal, ham muz ve bazı erik türleri azaltılmalıdır. Her türlü sebzeler özellikle yapraklı olanlar tercih edilmelidir. Baharatlar- rezene, tarçın, zerdeçal, kişniş ve kakule uygundur. Az miktarda zencefil, kimyon ve karabiber alınabilir. Safran, nane, aloe vera pittayı azaltarak dengeler. Kırmızı et, deniz ürünleri ve yumurtanın sarısı itayı artırır. Tavuk, hindi ve sülün eti kullanılabilir. |
Ayurveda
Ayurveda » kapha beden tipi insanlar KAPHA DOSHA ÖZELLİKLERİ En kolay kilo alan dosha tipidir. Şişmanlığa eğilimli, ciltleri yumuşak, parlak ve yağlıdır. Açık renkli tenleri vardır. Kalın, koyu renkli, yumuşak ve dalgalı saçlar kapha için tipiktir. Sindirimleri yavaştır ve yemekten sonra ağırlık hissedebilirler. Kolaylıkla öğün atlayabilirler. Fiziksel dayanıklılıkları mükemmeldir. Uykuları ağır, derin ve biraz uzundur. Fazla terlemez, serin ve rutubetli havaları sevmezler. Kaphalar yavaş öğrenirler ve geç unuturlar. Sakin ve istikrarlı olma eğilimindedirler, kolay kolay endişelenmezler ve öfkelenmezler. Hareketleri yavaş ve sakindir. Uzlaşıcı, bağışlayıcı, sevgi dolu ve cömerttirler, duygusal olarak istikrarlıdırlar. Kapha dengesinin bozulduğu durumlarda uyuşuk, aşırı muhafazakar ve motivasyonsuz olabilirler. *Kaphaların genelde her şeyi tatma ve biriktirme özellikleri vardır. Kaphalar tutumlu, dengeleri bozulduğunda pintidirler. Korkusuz ve cesurdurlar. Sinüzit, ödem, göğüste sekresyon toplanması, bronşit, astım, balgam, nezle ve alerjileri sık görülür. Akşamları herkesin enerjisi tükenirken kapha’lar geç saatlere kadar enerjiktirler. Soğuk yağlı ve ağır yiyecekler, gündüz uykusu, soğuk hava ve neme maruz kalma iyi değildir. Kaphalar için en ciddi uyarı, sürekli hareket etmelerini sağlamak gerektiğidir. KAPHA DENGELEYİCİ DİYET Tercih Edilecekler Azaltılacaklar Hafif- Ağır Kuru- Yağlı Ilık- Soğuk Baharatlı- Tatlı Yeşil Yapraklı Sebzeler- Tuzlu Kekremsi- Ekşi 1 ) Süt ve süt ürünlerini azaltmaları iyi olur. 2 ) Elma, armut, nar, çilek böğürtlen cinsleri, kuru üzüm, incir, ham mürdüm eriği, hurma tavsiye edilir. 3 ) Hazmı kolay, hafif kuru ve sıcak gıdalar; acı, buruk ve kekremsi tatdaki yiyeceklerle beslenmek genel kuraldır. 4) Tatlandırıcı olarak bal, kaphanın azaltılması için çok iyidir. Buna karşılık şeker ürünleri kaphayı arttırır. 5 )Tahılların büyük bir kısmı iyidir. Arpa, mısır, çavdar, hara buğday kaphalar için gayet iyidir. Ancak buğday, yulaf ve pirinç alımı azaltılmalıdır. Çünkü bunlar kapha doshayı arttırırlar. 6 ) Baharatlardan tuz hariç hepsi çok iyidir. Kimyon, çemen otu, susam, zencefil, zerdeçalı özellikle tercih etmelidirler. 7 ) Sosis, sucuk, salam gibi şarküteri ürünleri iyi değildir. 8 ) Yağlar- fazla yağ alımından kaçınılmalıdır. 9 ) Sebzeler- domates, salatalık, bamya, tatlı patates ve kabak dışında kalan sebzelerin tümü uygundur. Çerezler- özellikle tüm kuruyemişlerden kaçınılmalıdır. Kendi vücudumdan biliyorum. Kuruyemişlerden özellikle ay çekirdeği, fıstık ve ceviz yediğimde yüzümde ve boynumda sivilceler çıkmaktadır. Et yenilmesi tavsiye edilmez. Deniz ürünlerinden de kaçınılmalıdır. Tavuk ve hindi eti yenilebilir. Eğer kan grubunuz B ise tavuk etinin de yenmemesi gerekeceğinden oldukça zor durumda kalabilirsiniz. Bu durumda vejeteryan olmakta (et yememek) fayda olacağını düşünüyorum. B kan gruplarında tavuk etinin kan sisteminde antijen reaksiyonu başlatarak yapışıklık meydana getirdiği ve kesinlikle tavsiye edilemediğini de belirtmeyi yararlı görüyoruz. Ayrıntılı bilgi ‘ kan grubunuza göre diyet’ adlı kitaptan elde edilebilir. (Beyaz Yayınları) Karanfil, karabiber, adaçayı, ısırgan, kekik kapha dosha dengeleyicisidir. Sabah – öğlen arasında iki fincan ada çayı ve gün içinde 4-5 bardak yeşil Çin çayı içmek son derece iyidir |
Ayurveda
Ayurveda » İyi bir sindirim için... İYİ BİR SİNDİRİM İÇİN DOĞRU BESLENME NASIL OLMALI? Sakin bir ortam olmalı. Sadece yemeğe konsantre olunmalıdır. Ana öğün sindirim ateşinin en yoğun olduğu zaman olan öğlen saatlerinde yenmelidir. Sabah kahvaltısı ve akşam yemeği hafif olmalıdır. Arzularımıza göre yemeliyiz. Canımız ne yemek istiyorsa vücudumuzun o gıdaya ihtiyacı olduğunu bilerek yemeliyiz. Bir önceki öğün tam sindirilmeden bir şey yenmemelidir. Açlık düzeyine bakılmalı açlık iyice hissedilmeye başlanılmışsa yenilmelidir. Yemekten sonra hemen aktiviteye geçilmemeli bir süre dinlenilmelidir. Öğün saatlerinin düzenli olması önemlidir. Akşam yemeği yendikten sonra dolu mideyle yatağa girilmemelidir. Gece yoğurt ve peynir yenmemelidir. Midenin 3/4 kadar yenilmeli ve iyice çiğnen ilmelidir. Canınız sıkkın ve moraliniz bozukken bir şey yemeyin. Yemekte bol su içmeyin yudum yudum ve ılık olarak yemek sonrası için. Daima oturarak yiyin Karışık tadlar içeren öğünlerde süt içmekten kaçının Çok fazla çiğ ve ham gıdalar önerilmez. Yemekler iyi pişmiş ve sıcak olmalıdır. Beden tipinize uygun olarak beslenin. Her gün bir kaşık bal ve bir kaşık çörek otu size iyi gelecektir. |
Ayurveda
Ayurveda Ayurveda binlerce yıllık geçmişi bulunan bir tedavi yöntemidir. Bir hekim olarak bu tedavi yöntemini çok sevdim. Önce kendime ve sonra bazı hastalarıma uygulamaya başladım. Aldığım sonuçlar olağanüstü mükemmeldi. Çok eski zamanlarda bu tedavi yöntemi sadece krallara ve asillere uygulanırmış. Ayurveda bilgileri bu yöntemi uygulayan hekimlerce nesilden nesile kendi ailelerinde saklı tutulmuştur. Şu anda Hindistan’da Ayurveda adı altında uygulanan yüzlerce tıbbi yöntem vardır. Bir Hintli fizikçi, bilim ve felsefe adamı Maharishi Mahesh Yogi tarafından bu bilgiler standardize edilmiş ve güncelleştirilmiştir. Ayurveda yöntemlerinin anlaşılması kolaydır. Yöntemler hastalar tarafından kendi evlerinde, iş yerlerinde yaşamlarının her safhasında uygulanılabilir. Ayurveda insanı karaciğer, kalp, mide gibi tek yönlü değil, tüm organları ve dokularıyla, fiziksel bedeniyle, ruhsal yapısıyla, bilinç düzeyiyle, hatta yaşadığı ortamla bir bütün olarak ele alır. Ayurveda sadece hastalığın kendisi ile değil hangi hastalığın hangi vücut tipli insanda, gelişmiş olduğuna göre tedavi prensiplerini oluşturur. Kabızlık her insanda farklı olarak o insanın vücut tipine göre gelişmiş olan dengesizliğin ürünüdür. Hastanın vücut tipi belirlenir. Tedavi prensipleri vücut tipine veya dosha dengesinin azalıp veya artmasına göre tanzim edilir. Ayurveda bir tür insanın bozulmuş olan rot-balans ayarını yapmaya benzetilebilir. Binlerce milyonlarca sivrisinek üretmekte olan bir bataklık düşünün. Bu bataklığın etrafındaki sivrisineklerden rahatsız oluyorsunuz. Sizin sivrisinekleri öldürmeye kalkışmanız ne denli başarılı olabilir? İşte Ayurveda geçici ve göstermelik tedavi yani sivrisinekleri yok etmeye uğraşmak yerine bataklığı kurutmayı öneriyor. Mantıklı, makul ve akıllıca olanda budur. Ayurveda’ya göre temel temel üç yaşam enerjisi (vücut tipi) vardır. Bunlara Dosha’da denilebilmektedir. Bunlar vata dosha, pitta dosha ve kapha doshadır. Bu doshaların ayrıca hepsinin alt grupları vardır. Bir çok insanda tek vücut tipi değil bunların karışımıda olabilmektedir. Vata – pitta’da vata özellikleri baskın ancak pitta özellikleride bulunmaktadır. Beden tipinizin tespit edilmesi son derece önemlidir. Bunu sizinde kolaylıkla yapabileceğinize inanıyorum. Yapılacak tedavi uygulanacak yöntemler tamamen bu tespite bağlıdır. Sadece bir vücut tipine sahip olamayacağınızı da burada özellikle hatırlatmayı önemli bulduğumu ifade etmeliyim. Diğer vücut tipini de önemsemelisiniz. Kuvvetle muhtemel bir vücut tipiniz diğerine oranla daha yüksek puan olarak daha baskın çıkacaktır. |
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.