![]() |
Ahmet Mithat Efendi- Felatun Bey İle Rakım Efendi
Ahmet Mithat Efendi- Felatun Bey İle Rakım Efendi Mustafa Meraki Bey, Beyoğlu civarında oturan 45 yaşllarında bir beydi. 27 yaşlarında Felatun Adlı bir oğlu,15 yaşlarında Mihriban idi.Mustafa Meraki Bey�in hanımı ilk gebeliğini 15 yaşında yaşadığı için diğer gebeliklerinde hep düşük yaptı. Doktorlar ilgilenmediği için, iç ebelere kaldı. Ebeler bez bağlayarak çocuğu düşürmediler ve çocuk düşürmediler. Mustafa Meraki Bey�in hanımı lohusalık hastalığından öldü. Mustafa Meraki Bey , çocuklu olduğu için evlenmedi. Alafranga hayranı olduğu için kendine alafranga bir ev y yaptırdı. Evde bakıcılığı Rum bir kadın yapardı. Mustafa Meraki Bey, Felatun�u mektebe verdi. Memur oldu, kaleme giderdi. Cuma günleri eş dost ziyareti, Cumartesi cumanın yorgunluğunu atar, Pazartesi alafranga yerlere gider,pazarın yorgunluğunu Pazartesi atar, Salı günü kaleme gidecek olsa havayı iyi görür Beyoğlu�na gider,Çarşamba günü kaleme gitse bile 9�dan 3�e kadar hafta içi ne yaptığını anlatırdı. Çarşamba akşamı iki şaklaban arkadaşla gelir,sabahlardı ve perşembeyi uyuyarak geçirirdi. Böylece yine Cuma gelirdi. Bu haftalar diğer haftalar gibi olurdu. Rakım Efendi, Tophane kavaslarından birisinin oğlu olup,bir yaşarında iken babası ölmüştü. Annesi ile kaldı. Rakım büyüdü mektebe gitti. Felatun�un tam tersine çalışırdı. Arapça ve Farsça�yı rahatça biliyordu. Hadis-i şerif ve Tefsiri çok iyi öğrendi. Matbaada çalışmaya başladı. Bir gün Rakım�ın arkadaşlarında birisi gelerek Fransızca bir kitabı Türkçe�ye çevirmek suretiyle 20 altın vereceğini söyledi. Rakım bu teklifi kabul etti. Kitabı Türkçe�ye çevirince dadı kalfaya söyleyerek 20 bin lirasını alarak eve geldi. Gazetelerde makale yazmaya başladı. Bu işi parasız gördüğü için arkadaşları ellerine para sıkıştırırlardı. Rakım evini onardı. Bu kadar masrafa rağmen parasız kalmazdı. Dadısı rakımı�ı birçok kez evlendirmeye kalkıştı. Ama Rakım beğenmedi. Rakım bir gün gezerken bir yaşlı adamın yanında güzel bir kız gördü. Onları takip ederek kapıyı çaldı. Yaşlı adama kızın satılık olup olmadığını sordu. Yaşlı adam kızın satılık olduğunu söyledi. Adama kız için 100 altın istedi. Rakım yanında 80 altın olduğunu söyledi. Ama 20 altını senet yaparak kızı eve getirdi. Kızı dadı kalfa görünce sevindi. Adını Canan koydu. Canan eğitilip öğrenmeye başlatıldı. Rakım da İngiliz kızlarına ders vermeye başladı. Ders için Cuma gününü seçti. Bu kızlar birbirine çok benziyordu. Rakım bir kağıda bir kalemle alfabeyi yazdı. Bir hafta ezberlemelerini istedi. Bu arada Canan�ı da okumaya başlattı. Her zaman eve geldiğinde onu dadısı karşılardı. Ama bu gün Canan karşıladı. -Dadı,her zaman seni ben karşılarken bu gün neden Canan karşıladı. -Bizim beyaz bir cariyemiz var, benim kara yüzümü görmektense -Yok yok dadıcığım senin yüzün ana yüzü gibidir, bilirim. Yine bir gün dersten sonra eve geldi. Evde olağan üstü bir şey gördü. Canan evde yoktu. -Dadı; Canan nerede? -Buradayım beyim. -Evin her yerinde aradım ama bulamadım. -Geliyorum deyip -Ne oldu? -Bir şey olduğu yok -Cariyen piyano öğrenmek istiyormuş bir de adam tutmuştu. Sana söyledik izinin olmaz diye. -Hala da izinim yoktur. Canan sessiz dışarı çıkarak diyerek dadısını uyardı. Bir yarım saat sonra Canan geldi. Evde beyinin olduğunu görünce korktu. Rakım : - Gel yavrum korkacak bir şey yok. Bundan sonra dadısız dışarı çıkmayacaksın. Piyano mu istediniz. Alırız. Öğrenmek istedin,öğretmen tutarız. Canan bu sözleri duyunca çok sevindi. Öğretmenin istediği piyano alındı ve derslere başlandı. Öğretmen Canan�ın azmini beğendi. Kış gelmiş günler kısalmıştı. O yüzden ders saatlerini akşam saat 2 den 3 buçuğa belirlemişti. O, akşam Tophane�den Taksim�e çıkarken bozacıların olduğu yere gelince Felatun Beyle karşılaştı. - Bu ne hal üzerine boza mı döküldü? Desem bozahaneye yeni giriyorsun. - Sorma birader aşçı dükkanında geçerken aşçının cama koyduğu mayonezle süslü balık tabağı,ayağım takılarak üstüme döküldü,tüm mayonez. - İyi ki cam bir yerime batmamış. - Evet efendim. Rakım Efendi sözü kesip oradan ayrıldı. Ev halkı Rakım�ı bekliyordu. Hemen oturuldu. Çorbalar içildi,sonra mayonezli balığın getirilmesi için aşçıya emretti. Aşçıdan mayonezin döküldüğünü duyunca aşçıya sinirlendi. İngiliz kızları Felatun Beyi sevmediklerinden gelmeyişinden sevindiler. - Felatun Bey de mi gelecekti. Gelirken onu görmüştüm dedi. Yemek yenip şarkılar eşliğinde şarkılar söylendi. Rakım Efendi eve döndü. O gün Perşembe günü olduğundan 10 buçuk sularında öğretmen geldi. - Sizde buralarda rast gelir miydiniz? - Bir adam evine gelmez mi? - Her adam gelir ama sizi aylardır göremedik. - İşlerin çokluğundan. - Haftada iki defa Beyoğlu�na geldiğiniz halde dostunuzun evine bir selam vermiyorsunuz. - Daha evinizin adresini sormayı unuttum. - Size ne ceza vereyim şimdi. - Evet efendim ne ceza verirseniz razıyım. - Vereceğim cezayı kararlaştırdım,zamanı gelince veririm. Ertesi gün Rakım,öğretmenin evine gideceği için erkenden kalkıp Beyoğlu�na çıktı,öğretmen Rakım�ı evde bekliyordu. Selamlaştıktan sonra dereden,tepeden konuşmaya başladılar. Derken konu açıldı. - Rakı içer misin Rakım ? - Bazen içerim,bazen içmem. - Ben çok seviyorum. - Az içilirse güzeldir. - Ismarlayayım. - Siz bilirsiniz efendim. Rakı içildikten sonra,öğretmen gitar çalarak romans denen şarkıdan söyledikten sonra;öğretmenin vereceği ceza aklına gelir. Rakım�ı arzulu bir şekilde öper. Rakım İngilizlere ders okutmak için acele acele geldi. Aşçı kapıyı vurup,Rakım�ın boynuna atlayınca,sımsıkı sıktı. Aşçı durumu anlayınca Rakımdan özür diledi. Böylece mayonez meselesi açığa vurdu. Aşçıya ve Felatun�a tüm olanlar anlattırıldı ve bunlar evden kovuldular. Rakım eve dönünce evden piyano sesleri geliyordu. - Sen yatmadın mı? - Sizi bekledim efendim. - Sana öğretmeninden selamı var. Artık gücenmez. - ........................... - Canan evde canın sıkılıyor mu? - Hayır efendim. - Bak! Dadı kalfaya gezmek istersen söyle seni gezdirsin. - Dadı kalfa bana gezme teklif etti de ben kabul etmedim. - Aferin Canan. Diye kızın arkasını sıvazladı. Kışa doğru Rakım yine ders için öğretmenin evine gitti. - Rakım ! benim senin dostum olduğundan şüphen var mı? - Yok - Canan�a bir alıcı çıktı. - Çıkabilir. - Hem de nasıl müşteri. - Canan bilir. Oradan ayrılıp İngiliz kızların evine gittiğinde evde kimse yoktu. Sadece kızlar vardı. Bu kızların Osmanlı şiirinden aldıkları tada şaşıyorlardı. - İngiliz şiirleri hoşuma gitmez. Fransız şiirlerini severim. - Siz de duymadığım sözler duyuyorum. Niçin? - Biz odundan mı yaratıldık? - Siz de haklısınız, mademki şiir istiyorsunuz,öyleyse dinleyin. Çok güzel Hoca Hafız gazelini okuduktan sonra,anlamını bitirmek üzereyken anne ve babaları geldi. Kızlar bu şiirden çok etkilendi. Rakım eve gitti. -Canan senin hiç haberin yok . alıcı çıktı sana. - Alı.....cı.......mı çıktı, Efendim? - Evet, görünüşte çok yağlı. - Beni satacak mısın efendim? - Sen ne dersin? - Siz bilirsiniz efendim. - Hayır ben seni yanlış tanımışım. - Beni satacak mısın? - Hayır satmayacağım. Bahar gelmişti. Yine günlerden bir gündü, Rakım yine öğretmeni ziyarete gitti. O günkü sohbet Kağıthane�den açıldı. - Gerçi Kağıthane dünyanın en güzel yeridir. Ama başka türlü gidilir. - Nasıl gidilir? - Gider misin? - Yalnız mı gideceğim? - Yok benimle beraber. - İstersen Canan�ı da alırız,isterseniz dadı kalfayı da alırız. - Ne zaman gidelim? Hazırlık yapalım. - Siz ne derseniz o zaman , ama Pazartesi günü Kağıthane�ye gidildi. Rakım, Canan ve öğretmeni gezdiler ve Dadı kalfa orada kaldı. Canan ve öğretmeni çocuklar gibi eğlendiler. İkindiye doğru yemek yendi. Çay içildi. İsteyen rakı içti. Güneşin son ışıklarına doğru eve döndüler. Rakım İngiliz kızlarına doğru gitti. Derslerine başladıktan sonra sohbete başladılar ve Cuma günü Rakım�a gidilmeye karar aldılar. Cuma günü gelip çattı. İlk olarak ev gezdirildi. Canan konukları karşıladı. Bahçeyi gezdirdi. Bahçedeki tavuk,horoz,kuşlar ve kuzuyu görünce kızlar. - Bizden fazla olmalarına rağmen bizden daha iyi ve güzel bir bahçe olduğunu söylediler. O gün bitti. Eve gidildi. İngiliz kızlar sohbete daldılar. - Canan bize Rakım�ın kendisini kız kardeşi gibi sevdiğini söyledi. - Hiç kız kardeşi gibi sevme olur mu? Can Rakımı sevdiği için bunu duyunca deliye döndü. Can iki gün içinde yataklara düştü. Doktor çağırıldı. Doktor hastalığı tam çözemediği için bir test yapmak zorunda kaldı. Babaya Can�ın sevdiği dört kişi getirin dedi. İngilizleri babası üç tane en sevdiği arkadaşını ve Rakım�ı getirdi. Hepsi teker teker içeri girdi. Hiçbir farklılık yoktu. Rakım içeri girdiğinde, Rakım Can�ın hal ve hatırını sorar ve odadan çıkar. Doktor bu hastalığın aşk olduğunu söyledi. Baba Rakım�dan Can ile evlenmesini ister. Rakım�da Can �ı sevdiği için,ben Can�ı kardeşim gibi sevdim. Bu yüzden evlenemem dedi. Kız doktorun demesine göre ölümüne iki gün vardı. Ama babadan yazılan mektupta Can�ın iyileşmeye ve acısının artmaması için buraya uğramamasını rica etti. Can, artık sağlıklıydı,kararını verdi. Almanya�daki halasını oğluyla evlenecekti. Rakım Canan nikahlandı ve nur topu gibi bir evlat verdi. |
İntibah/ Namık Kemal
KİTABIN ADI : İNTİBAH
KİTABIN YAZARI : NAMIK KEMAL YAYIN EVİ : ENGİN YAYINCILIK BASIM YILI :1997 SAYFA SAYISI : 294 1.KİTABIN KONUSU : İki güzel kadın, bir yakışıklı ve zengin delikanlı, delikanlının ailesi ve çevresi ile olan olaylar anlatılıyor. Delikanlı bu kızlardan birine aşık olur ama kız bir fahişedir. Delikanlıyı kandırmak ve onun servetine sahip olmak için elinden geleni yapar. 2.KİTABIN ÖZETİ: Ali Bey, zengin bir ailenin tek evladı, yirmi bir yaşlarında zeki, çalışkan ve yakışıklı bir delikanlıdır. Babası oğlunun eğitimine çok önem vermiştir.Babası oğlunu, oğlu da babasını çok sevmektedir.Ama babasını kaybettikten sonra hayatında büyük değişiklikler oldu.Annesi, babasının ölümünü unutması için Ali Bey�i Çamlıca�ya gezmeye götürmeye başlar. Ali Bey bu gezilere iyice alışır ve arkadaşları ile çamlıca�ya eğlenmeye gider. Orada güzel bir kadın görür.Adı Mehpeyker�dir. Ali Bey Mehpeyker�i gördükten sonra onu düşünmekten geceleri uyuyamaz, işlerini ihmal eder.Ama Mehpeyker�in bir fahişe olduğunu bilmez.Arkadaşları kadının bir fahişe olduğunu Ali Bey�i ikna etmeyi başarırlar.Ama kadın okadar büyük bir etki bırakmıştı ki; Ali Bey onu bırakmak istemez.Ama annesi de bunu öğrenmiştir. Eve bir cariye satın alır. Adı Dilaşub�tur. Kız Mehpeyker�den daha güzeldir. Ali Bey Dilaşub�la evlenmeyi kabul eder ve de evlenir. Mehpeyker bunu öğrenir ve Ali Bey�den intikam almak için yemin eder. İlk önce Dilaşub�un bir fahişe oduğunu ortaya atar ve de Ali Bey�I buna inandırır. Ali Bey Dilaşub�u evden kovar. Mehpeyker kızı evine alır ve kızın fahişe olmasını ister. Ama kızı kandıramaz ve kız kadının evinde kalır ama namusuyla. Mehpeyker�in intikam ateşi hala sönmemiştir. Ali Bey�i öldürmesi için bir kiralık katil tutar. Katil ve kadın herşeyi planlamışlardır. Ama Dilaşub herşeyi duyar.Ali Bey�i kurtarmakiçin onun yerine geçer. Katil Ali bey zannederek Dilaşub�u sırtından vurur. Ali Bey de polislerle gelir ve yerde Dilaşub�un cesedini görür. Çok üzülmüştür. Ali Bey de Mehpeyker�i yakalar ve öldürür. Hapse girdikten altı ay sonra hayata veda eder. 3.KİTABIN ANA FİKRİ: Doğruyu öğrenmeden ve tam bir soruşturma yapmadan hiç bir işe kalkışmayınız yoksa hayatınızla ödeyeceğiniz hatalar yaparsınız. Ve de iş işten geçmiş olur. Şunu unutmamalıyız; SON PİŞMANLIK FAYDA ETMEZ. 4.KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE KİŞİLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ: ALİ BEY: Zengin bir ailenin tek evladı. Yirmi bir, yirmi iki yaşlarında yakışıklı bir delikanlı. Ailesinden iyi bir eğitim görmüştür. MEHPEYKER: Feleğin çemberinden geçen ve dünyada şehvetten başka bir şey tanımatan ateşli bir kadındır. Alçak ve namussuz bir aileden yetişmiş; daha ondört onbeşine gelmeden rezaletin her çeşitini öğrenmiş bir fahişedir. ATIF BEY: Ali beyin arkadaşıdır. Her zaman doğruyu söyleyen Ali Bey�in kendisine güvendiği birisidir. MESUT BEY: Atıf Bey�in dayısıdır. Ali Bey�e gerçekleri anlatan kişidir. DİLAŞUB: Saçları sırma gibi parlak sarı; alnı bembeyaz, kavisli ve kalınca kaşı, mavi gözlü. Boyu bir kadına yakışacak kadar uzun ve har erkeği meftun edecek derecede narindir. Mehpeyker�den daha güzeldir. 5.KİTAP HAKKINDA ŞAHSİ GÖRÜŞLER: Kitabın gerçek adı, Son Pişmanlık�tır. Namık Kemal�in büyük hikaye vadisinde ilk tecrübesidir. Kitap ahlaki tez ve tenkit romanıdır. İntibah sürükleyici bir kitaptır. Kitaba başladığımda ne zaman bitiririm diye düşünüyordum. Ama arkadaşlar inanın kitabı üç-dört saat içinde bitirdim. Kitabı herkese tavsiye ediyorum.Herkes tarafından okunması gereken bir kitap. 6.KİTABIN YAZARI HAKKINDA KISA BİLGİ: Kitabın yazarı Namık Kemal�dir.1840-1888 yılları arasında yaşamıştır(48yıl). Vatan şairi olarak bilinmektedir. Çocukluk ve gençliğini dedesinin yanında geçirmiştir. Henüz on dört yaşındayken koca bir defteri dolduracak kadar şiir yazmış, on altı yaşındayken evlenmiş,yirmi iki yaşındayken divan düzenlemiş, yirmi beş yaşlarındayken de dönemin en ünlü adlarından olmuştur. Kısaca Namık Kemal değişmeyi yaşamanın zorunlu koşullarından biri olarak kabul eden ve millilik karakterini yitirmeden Avrupalılaşmanın çarelerini arayan bir fikir ve sanat adamıdır. Eserler ; Şiir : Hayatı ve şiirleri(1933) Roman : İntibah / Sergüzeşt-I Ali Bey(1876);Cezmi(1880) Oyun : Vatan Yahut Silistre(1873);Zavallı Çocuk(1873);Akif Bey(1874); Gülnihal (1875); Celalettin Harzemşah(1885);Kara Bela(1910) Eleştiri : Tahrib-i Harabat(1886);Takib-i Harabat(1886) |
Kırık Hayatlar/ Halid Ziya Uşaklıgil
KİTABIN ADI :KIRIK HAYATLAR KİTABIN YAZARI :Halid Ziya UŞAKLIGİL
YAYIN EVİ :İnkilâp Kitap Evi BASIM YILI :1989 1.KİTABIN KONUSU Kitaptaki olaylar Osmanlı�nın son döneminde geçmektedir.Osmanlı�nın son döneminde Türk halkında batıya karşı körü körüne bir özenti oluşur.Batıdan alınması gereken teknoloji, ilim, bilim değilde; bizim yaşantımıza ters düşen kültürü taklit edilir.Özellikle İstanbul�da zengin diye nitelendirilen ve kendilerini halkdan daha üstün gören bir gurup, kendilerine batıda yapılan çılgın eğlenceleri örnek alıp, hemen her yerde görgüsüzce eğlenmeye çalışıyorlardı.Bu durum özellikle Türk aile yapısına aykırıydı ve bunun sonucu olarak bu tabakada aile bağları iyice zayıflamış hatta kopmuştu.Çirkeflik başını almış gidiyordu. Eşler birbirine sadık kalmıyor, hatta eşini aldatmak, ailesine bağlı kalmamak bir başarı olarak görülüyordu.Kitap o günün bu acı tablosunu çok güzel bir şekilde anlatıyor. 2.KİTABIN ÖZETİ Ömer Behiç yıllardır hayalindeki eve nihayet kavuşmuştu.Yatılı okulda okuduğu yıllarda hayal ettiği sıcak yuvasın a kavuşmak için çok beklemişti.Bu gün onun en büyük hayaline kavuştuğu gündü. Ömer Behiç bir doktordur.Ailesi onun siyasal okuyup önemli bir memur olarak devlet dairesinde çalışmasını istiyordu. Böylece onun hayatını kurtaracağını düşünüyorlardı. Fakat o ailesinden gizli olarak tıbbiyenin sınavlarına girer ve kazandığı gün gelir, ailesine haber verir.Bundan sonra ailesi de onun seçimini kabul etmek zorunda kalır.Okulda çok başarılı bir öğrencidir. Geçmişinden gelen eziklikten dolayı pek sosyal bir insan değildir.Arkadaşları onu inek diye nitelendirir. Onu sosyal etkinliklere katılmaya ikna edebilen tek kişi vardır.O da arkadaşlarının tabiri ile �Piç Bekir�dir.Okulun son senesinde Ömer Behiç Babasını kaybeder.Okul bittikten sonra Fransa�ya master yapmaya gider. Burada iken de annesini kaybeder.Ona artık sahip çıkacak kimse yoktur.Fransa�da fakirlik içinde zorlukla eğitimini devam ettirir.Nihayet Fransa�daki eğitimini bitirip İstanbul�a geri döner.Halası artık onun evlenmesi gerektiğini düşünür ve onun için Vedide�yi istemeye giderler. Ömer Behiç Vedide�yi ilk gördüğü anda ona vurulur.Vedide el değmemiş, ailesi zengin olmasına rağmen İstanbul�un o karmaşık eğlence haytına dalmamış bir kızdır.Bu tanışmanın sonu evlilikle biter.O şimdi hayallerine karısını da eklemiştir.İşte bu gün sekiz yıllık arkadaşı ile ortak hayalleri gerçekleşmiştir. Ömer Behiç evinin bir bölümünü de muayenehane olarak da kullanmaktadır. Burada birçok zengin hastalarını tedavi etmesinin yanında da fakir hastaları da ücretsiz tedavi etmektedir.Bu mutlu günlerinde karısı ilr birlikte etraflarındaki kötü olayları düşünüp, bu olayların kendi ailelerinin başına gelmemesi için de dua etmektedirler.irler. Ömer Behiç bir gün yolda eski bir arkadaşına rastlar.Bu doktor arkadaşı İstanbul sosyetesinde çaplıkınlıkları ile ünlü ve bundan büyük gurur duyan bir şahıstır.Tabiki bu Piç Bekir�den başkası değildir.Karşılaştıkları günden itibaren Bekir Servet ile sık sık görüşmeye başlarlar.Bekir ona hovardalıklarını anlattıkça Ömer Behiç ona çok acımaktadır.Son zamanlarda Bekir Servet İstanbul�da zenginliği ile ve çapkınlığı ile tanınan bir ailenin uçarı kızı olan Nebile ile aşk yaşamaktadır.Bir gün Bekir Servet, Ömer Behiç�e bir hastasını bakması için daha doğrusu ondan görüş almak için rica eder.Gittikleri ev Nebile�nin evidir.Nebile rahat tavırları ile Ömer Behiç�I oldukça şaşırtmıştır.Bekir Servet ile Nebile onun karşışında Aşk oyunları yapmaktan geri kalmamışlardır.İşleri bitip çıkarken Nebile�nin küçük kardeşi Neyyir ortaya çıkar.Ömer Behiç onu görür görmez içinde fırtınalar kopar, eve geldiğinde hâlâ onu düşünmektedir. Bir süre sonra Neyyir hasta olduğu bahanesi ile Ömer Behiç�i eve çağırır.Kontrol sırasında çok yakınlaşırlar ve Neyyir�in çıplak vücuduna dokunan Ömer Behiç, ona daha da vurulur.Kız ona bir adres verir ve orada buluşmalarında herşeyin daha farklı olacağını söyler.Böylece yasaklı aşk başlar. Bu sırada Bekir Servet Müzzan isimli dul bir kadına aşık olur ve onunla evlenip geçmişine bir sünger çeker.Bu durumda Ömer Behiç yasak aşkını arkadaşı ile dahi paylaşamaz. Kara bulutlar ailenin başındadır.Ömer Behiç�in iki lızı vardır.Küçük olan kızlarının eski bir hastalığı tekrar başlar.Çocuk günden güne erir ve doktorlar bir çare bulamazlar.Ömer Behiç�in yasak aşk cephesi de kötü geçmektedir.Neyyir zengin biri ile evlenma hazırlıklarına başlar.Fakat ilişkileri hâlâ sürmektedir.Bu kötü olaylar Ömer Behiç�I harap eder. Neyyir�in etkisi ile ailesini hatta hasta kızını ihmal eder.Karısı ise bu yasak aşktan haberdar olmuştur bile.Aynı evde iki yabancı gibidirler.Küçük kızlar kısa bir süre sonra vefat eder.Vedide iyice kendi iç âlemine dalar.Tüm gün odasına çekilip, namaz kılıp, kur�an okumaya başlar.Bu sırada Neyyir de evlenmiş fakat yasak aşkını hâlâ sürdürmek istemektedir.Ömer Behiç onun her teklifini geri çevirir.Neyyir�in son mesajında onu son defa olarak görmek isteidği yazmaktadır.Ömer Behiç bunu kabul eder.Fakat onu görünce tekrar bu ilişkinin başlamasından da korkmaktadır.Tam Neyyir�in yalısına giderken karar değiştirip kızının mezarına gider.Yaptığı herşeye pişman olur ve mezarın başında saatlerce ağlar.Acele ile evine geri döner.Hızla Vedide�nin odasına dalar.Vedide her zamanki gibi seccadesinin üstündedir.Çok eskiden olduğu gibi başını melek karısının dizlerine koyup ağlamaya başlar. Vedide ilk önce tepki vermez, daha sonra ise sıcak göz yaşlari Ömer Behiç�in yüzüne damlamaya başlar.Karı-koca birbirlerine sarılıp ağlamaya başlarlar.Ömer Behiç bir şeyi daha yeni farkeder.Vedide�nin simsiyah olan lüle lüle saçaları çoktan ağarmıştır� 3.KİTABIN ANA FİKRİ Kendi kültürüne sahip çıkmayan, diğer toplumları körükörüne taklit eden toplumlar yozlaşmaya ve mutsuz yaşamaya mahkûmdurlar. 4.KİTAPTAKİ ŞAHISLARINDEĞERLENDİRİLMESİ Ömer Behiç:Kültürlü,birşeyler öğrenme arzusu ile yanan, idealist olmayan bir kişidir. Vedide:Ailesi için herşeyini feda edebilecek kültürlü, iyi yetişmiş bir annedir. Bekir Servet:Hayatı günü gününe yaşayan, kadınlara gereken değeri vermeyen, çapkın bir İstanbul beyefendisidir. Neyyir:Minyon tipli, karşısındakini kendine bağlamayı çok iyi başaran, güzel, fakat Türk aile toplumuna aykırı bir yaşantısı olan bir genç kızdır. Nebile:Kardeşine göre biraz daha şişman olan ve kardeşi kadar etkileyici olmayan, yaşantısı kardeşi gibi olan bir genç kızdır. 5.KİTAP HAKKINDAKİ ŞAHSİ GÖRÜŞLER Kitaptaki olaylar o kadar güzel işlenmiş ki okuyucu sanki olayları kendi yaşıyormuş gibi hissediyor.Hatta kendim okurken olayalrı kendimi o kadar kaptırmış oluyordum ki, roman kahramanlarına kendi kendime bağırıp çağırıyordum.Kitap o günkü yaşantıyı ve çevreyi çok güzel tasvir ediyor.Ama bu tasvir sırasında süslü sözlere çok yer verdiği oluyor.Dili ağır olan bir kitaptır. 6.KİTABIN YAZARI HAKKINDA KISA BİLGİ Halid Ziya UŞAKLIGİL (1866-1945) Srevet-i Fünun romancılarından, İstanbul�da doğdu ve yine bu şehirde öldü.İlk tahsilinden sonra Fatih Askeri Rüştiyesi�ne gitti ve 17 yaşında okuldan ayrıldı.1884�te �Nevruz� gazetesini, daha sonra �Hizmet� ve �Ahenk� gazetelerini kurdu.İzmir Rüştiyesi�nde Fransızca öğretmenliği yaptı.İdadi�de Türk Edebiyatı dersi okuttu.Reji Müdürlüğü başkatibi oldu.Servet-I Fünun dergisine girdi ve en büyük romanları burada yayımlandı.Kitaplaarındaki kişileri her zaman gerçek hayattan seçmiştir..Fransızca,İngilizce,İtalyanca, Almanca, Arapça �da birçok eserleri vardır.Her konuda eserleri vardır |
Kuyucaklı Yusuf/SABAHATTİN Ali
KUYUCAKLI YUSUF
Eserin Özeti Kuyucaklı Yusuf�un önemi yalnızca başarılı bir roman olmasından ileri gelmez, öncü bir yapıt olması da ona tarihsel açıdan bir önem kazandırır. Çünkü bu yapıt daha önceki Türk romanından iki bakımdan ayrılır ve yeni bir yol açar. Bir kere Sebahattin Ali�nin Türkiye sorunlarına bakışı farklıdır. Tanzimattan 1950�lere kadarki Türk romanımızın ana sorununu batılılaşma oluşturuyordu. Yazarlarımız içinde bulunduğu toplumun aynası olmaya çalışmıyor, toplumu sorgulamıyorlardı. Buradan da anlaşılacağı üzere halk, ezilen köylü, işçi sınıfını konu alan eserlere 1950�li yıllardan sonra görebiliyoruz. İşte Kuyucaklı Yusuf bu konuları içine alan onları inceleyen ilk kitap olması dolayısıyla önemlidir. Kuyucaklı Yusuf�ta bir yanda eşraf bürokrasi, zengin kesim bir yanda da ezilen halk bulunmaktadır. Kuyucaklı Yusuf eserin adından da anlaşılacağı üzere Yusuf�un öyküsüdür. Sosyal açıdan Yusuf içinde bulunduğu kent toplumuna kendini yabancı hisseder; yalnız ve mutsuzdur. İstediği tek şey Muazzez ile birleşmektir. Elverişsiz koşullara ve kişilere karşın Muazzez ile evlenmeyi başarır. Aynı koşullar ve kişiler yüzünden karısı ölür. Buradaki durum yoksulluk, yalnızlık içinde kıvranan Yusuf ile Muazzez bir yandan da Şakir ile Hakkı Ethem, Kaymakam gibi zengin, şehvet düşkünü insanlar arasında geçiyor. Yani romanın iki tane toplumsal açıdan incelenecek yönü vardır. Birincisi Yusuf ile Muazzez�in aşkı, ikincisi ise bu aşkın geçtiği elverişsiz ortam. Kuyucaklı Yusuf bu yönleri ile incelersek toplumsal açıdan tamamen topluma ayna tutmuş şekilde bir gerçeklik arz etmektedir. Kuyucaklı Yusuf gerçekleri topluma ışık tutan, toplumdaki olaylarla örtüşen, şekli dışında romantizmden de etkilenmiştir. Çünkü eserin içeriğini oluşturan toplum hayatı, toplumu oluşturan bireylerin birbirine karşı beslediği planlar, kasaba gerçeğine romantik bir anlayışla bakılmıştır. Yani Kuyucaklı Yusuf�ta realite ve romantizm sanıldığı kadar birbirindne uzak değildir. Eser toplumu ilgilendirmesi, topluma ışık tutması dolayısıyla bakıldığı zaman toplumdaki çarpıklıkları da gözler önüne seriyor. Örneğin; Şehir, doğa-yapay insan, doğal insan-masumiyet, yozlaşmak, şehvet, aşk. Eser incelendiğinde iki ana bölümden oluşmaktadır. Birinci kısım Yusuf çocukluk yıllarını anlatan kısımdır. İkinci kısım ise Yusuf�un Şakir ile çatışmasını Muazzez ile evlenmesini ve yusuf�un yaşadığı sıkıntılarını için ealan kısımdır. Kuyucaklı Yusuf�u dini açıdan değerlendirecek olursak aşağıdaki metni incelemek zorunda kalırız. �Bu alevi köylerinin daha geniş mezhepli, daha temiz ve daha samimi olduğunu ona uzun memuriyet seneleri öğretmişti. Nahiye ve köyleri dolaşmaya çıktığı zamanlar buralarda kalmayı tercih ederdi. İsmail �Acı bir su getireyim mi?� diyinceye kadar bir �Kızılbaş� köyünde olduğunu nasıl fark etmediğine şaştı.� Yazarın yaptığı en büyük hata olarak şunu söyleyebilirim ki; yazar eserin içine kendi ideolojik anlayışını katması, kendi ideolojik anlayışının ortaya çıkardığı insan proto tipinin daha temiz daha saf, daha iyi olduğunu söylemesi yazarın hatası olarak değerlendirebiliriz. Çünkü yapıtla eserleri belli bir kesime ışık tutup o topluma ayna tutabilir. Yalnız büyük eserler evrensel boyutta değerlendirildiği ve yapıldıkları sürece değer kazanırlar. Belli bir ideolojik anlayışın esiri olmuş kitaplar klasik bir eser olma özelliği kazanamazlar. Aşağıda yazarın bir yanlışı daha göze çarpıyor ki dikkatle metni inceleyeceğiz: �İkisi de akşama kadar masa başında uyumak, öğle ve ikindi namazı kılmak suretiyle vakit geçirmişlerdi. Yusuf onların omuzlarında, havlu ve çıplak ayaklarında nalın, iki kolları sıvalı, aptes almaya gittikleri ve pembe,çıplak ayaklarıyla kirli bir seccadenin üstünde yatıp kalktıklarını tekrar görür gibi oldu. Kendisi için böyle bir hayat tasavvur etmek korkunçtu.� Burada yazar doğrudan olmasa da dolaylı olarak olmasa da günün beş vakti namaz kılmanın düşünülemeyeceğini söylemek istiyor. Doğrudan söyleyemediği için dolaylı olarak çevrenin kirliliğinden, uyuklamalarından bahsediyor. Ancak gerçek mevzu bahis konusu olan olay namazkılmasıdır. Aşağıdaki metinde toplumun bütün renklerini bir arada bize görmek nasip olacak. �Şakir�in kendine benzeyenlerden ibaret bir partisi vardı. Ne candarma ne hükümet bunlara karışmazdı. Çünkü parayı bolca oynatıyorlardı. Bu grubun ekseriyetini yaşlıca hovardalar teşkil ederdi. Bunlar paralarını burada şurada yiyip bitirdikten sonra şimdi, bu husustaki şöhret ve tecrübelerinden ve aralarına katılan ve daha ellerinde yiyecek paraları bulunan delikanlıların sahavetlerinden istifade edip geçiniyorlardı. Şehrin iyi aileleri arasında bile bunların istedikleri zaman alamayacakları kız yoktu. Adeta bütün eşraf aileleri arasında ezelden beri mevcut değişmez bir mukavele vardı ve buna, harici şeklin değişmesine, vaziyetin tamamen başka olmasına rağmen, daima riayet ediliyordu. Bunun için bunların herhangi bir talebini reddetmek akla gelmez ve 15-16 yaşlarında temiz, güzel kızcağızlar bu saçı burırmaya başlamış, manen ve maddeten çürümüş on parasız sefillerin kucağına atılırdı. Ekserisi pis bir tahin hastalıklara malul olan bu heriflerin evleri bundan sonra dışarıdan pek belli olmayan ve şiddetle saklanan faciaların yuvası olurdu. Şehrin kızlarını bu felaketten bir an olsun korumayan bu adamların, �pular arasında yaşayarak evlenme arzusunu pek seyrek duymaları ve daha bu hayattan yorulup kız istemeye vakit kalmadan ya bir tabanca kurşunu ile yahut da bir hastalık neticesinde etmeleriydi.� Bu olaylar zinciri içerisinde aslında arayacak, sorup soruşturacak bir olay bulamıyorum. Çünkü her şey ayan beyan ortadadır. Burada da yinelendiği gibi günümüzde de yaşadığımız gibi �Ne candarma, ne hükümet onlara karışmazdı, çünkü bolca para oynatıyorlardı.� Rüşvet, iltimas, yolsuzluk yani toplumun tüm kanayan yaraları burada ortaya çıkıyor. Aile hayatının nasıl bozulduğunu dost (metres) hayatının yaşanmaya başladığı bir nevi Türk toplumunun kendi örf, adet, gelenek görenek ananelerinden uzaklaştığı da ortaya koyulmaktadır. Evlilik olayına da burada değinmek istiyorum. Günümüzün, geleceğimizin ve geçmişimizin en büyük sorunlarından birisi olmuş olan evlilik her devirde aynı olaylar üzerinde iştigal etmektedir. Bir yanda yaşlı, zengin, hovarda damat, bir yanda masum genç kız. İşte bu çelişki sürekli bir döngü haline gelmiş bir realitedir. Eserde bakıldığı zaman yine Selahattin Bey�in evlatlığı, damadı Yusuf�u devlet kirasına işe alırken gösterdiği iltimas da gözlerden kaçmıyor. Okuma-yazmabilmiyor, o işten anlamıyor ancak Kaymakamın evlatlığı olması her şeyi örtbas etmeye yetiyor. Eserde içinde bulunduğu toplumun idari-siyasi yapısını görmek mümkündür. Kaymakamın toplum tarafından saygı gören, söylevleri dikkatle dinlenen dolayısıyla halkın içinde bulunan devlete olan saygı ve sevgi kavramını ortaya çıkarabiliriz. Yine eserde idari işlerin işleniş şekli anlatıldığında devlet kadrolarındaki lüzumsuz, aşırı derecede fazla olan işçi sayısı, tembellik kavramları ortaya çıkıyor. Eser toplumun tüm kurumlarını, toplumda süregelen değişik traji komik olayları göstermesiyle kaynak niteliğinde bir kitaptır. 1935�li yılların yapısı bu kitaptan çıkararak mümkün olacaktır. Yusuf işaret ettiğimiz aksaklıklara karşın yine de kuşkusuz Türk romanı için yeni ve ilginç bir kahramandır. Onu ilginç kılan yalnızca topluma karşı ters düşmüş, kendini toplumun dışında, belli bir toplumsal yapının yarattığı değerleri ve görüşleri aşmak istemedir. Bu bakımdan düzenle uzlaşamayan kahramanlar tipinin de ilk örneği olması da ilgi çekicidir. İlk verdiğimiz örnekte eşraf sınıfını, o zamandaki idari-siyasi olayların nasıl geliştiğini anlatırken �Ne candarma, ne hükümet bunlara karışmadı. Çünkü parayı bolca oynatırlardı.� Cümlesiyle başlamıştı işe. Yani ikinci bir örnek ile bir takım olanlarında göreni, memleketi asıl idareleri altında bulunduran eşrafı, bu paraya dayanan gücü belirtmektedir. Örneğin; Şakir, babasının yardımıyla evlerinde çalışan Kübra�nın zorla ırzına geçer, ama ne kız ne anası bir şey yapamaz. Kadın, onlardan hesap sormaya kimsenin gücü yetemeyeceğini söylediği zaman Kaymakam Bey �Benim kudretim yeter.� Diyecek gibi olur ama bunu laf olsun söylemek bile içinden gelmez. Yine İhsan�ın düğünde herkesin gözü önünde Ali�yi vuran Şakir, jandarmaya yedirilen rüşvetle ve tanıklara yapılan baskı sonucu mahkemeden beraat eder. Bu örnekleri vermem sebebim işte bu tür olayların yıllardan beri süregelmesidir. Kişiler değişiyor, olaylar değişiyor ama kurumlar hep aynı kalıyor. Bu çarpık zihniyet yüzünden ne Kübra�lar, ne Ali�ler feda ettik bu vatan için. �KUYUCAKLI YUSUF� un toplumun bu kanayan yaralarına değinmesi ve ortaya atması yönüyle, eserde hiçbir batı hayranlığı etkisinin görülmemesiyle, sade ve basit anlatımıyla çok önemli bir şaheserdir. Eksik olan bir yönü de yazar dini inançlarını eserin içinde kullanırken aşırıya kaçmıştır. Diğer inanca sahip olan insanları değerlendirirken nesnel davranmayı başaramamıştır. Her şeye rağmen ezilen halkı, köylüyü anlatması içinde batı hayranlığından hiçbir etki almamasıyla ilk roman özelliği taşır. |
Küçük Ağa/ Tarık BUĞRA
TARIK BUĞRA - KÜÇÜK AĞA
1-)KİTABIN KONUSU : Birinci Dünya Savaşı ile birlikte Osmanlı Devleti eski gücünü,heybetini kaybetmeye başlamış,isyanlar ve işgallerle zayıf duruma düşmüştür.Kitapta , bir Anadolu kasabası olan Akşehir'den yola çıkılarak ,kurtuluş mücadelesinin bir bölümü anlatılmaktadır.Olaylar Akşehir�in bir kasabasında başla ve gelişir. 2-) KİTABIN ÖZETİ : Dünya Savaşı resmen sona ermiş olmakla birlikte , Osmanlı Devleti üzerinde yarattığı etkiler tüm gücüyle devam emektedir.Savaş sonrası bir çok asker memleketlerine geri dönmüştür.Zayiatın büyüklüğü evlerine dönen erlerin çoğunun gazi oluşuyla daha da iyi anlaşılmıştır.Bu erlerden biri de Salih adlı Akşehirli bir askerdir.Memleketine döndüğünde kaybettiği kolunun acısıyla beraber , ülkenin durumunu daha acı bir şekilde anlayan Salih gittiğinden beri çok şeyin değiştiğini görür.Önceleri dost olarak yaşayan Rumlar ve kendi halkı şimdi birbirinden soğumuştur.Salih�in samimi arkadaşı olan Niko da bir Rum dur ve gelişmelerden o da etkilenmiştir.Yavaş yavaş Yunan ve İngiliz ordularının işgal haberleri gelmekte ve iki halkın birbirine olan düşmanlığı artmaktadır.Salih ise yüzyıllardır Osmanlı himayesinde rahatça yaşayan Rumların bu davranışını bir ihanet olarak görmekle beraber arkadaşı Niko�dan kopamamaktadır.Rumlarla olan dostluğu kasabalı tarafından fark edilir ve kasabalı Salih�i dışlar.Salih artık sürekli Niko ve O�nun çevresiyle dolaşır olmuştur.Artık Osmanlı ve Padişaha olan güvenci de sarsılmıştır.Kaybettiği kolunun hayatına tesiri büyük olmuştur.Kimsenin O�na hak ettiği saygıyı göstermediğine inanan Salih kendini namazdan niyazdan çekmiştir.Öte yandan halk işgallere tepkisiz kalmama kararı almıştır fakat bunun kimin önderliğinde yapılacağı karmaşası vardır. Salih günler geçtikçe kendi kasabalısının tepkisini kazanmış ve artık istenilmeyen biri olmuştur.Bu sırada kasabaya İstanbullu Hoca adında bir hoca gönderilir.İstanbul�dan gönderiliş amacı kasabada padişaha ve Osmanlı�ya bağlılığı teşvik edici düşünceyi sağlamaktır.Hoca gerçekten de çok etkili bir insandır ve halkın büyük beğenisini ve takdirini kazanır.Vaazlarda cemaate Osmanlı padişah ve din lehinde düşüncelerini aktarmaktadır.Bu sırada memlekette Hoca�nın düşüncesine tam ters olmamakla birlikte , kurtuluş ümidi olabilecek bir örgüt kurulmaktadır.Kuvayı Milliye adı verilen bu örgüt Anadolu�da işgalleri önlemek ve İstanbul ve padişah yönetiminin boyunduruğundan kurtulmak için kurulmuştur.Fakat Kuvayı Milliye�nin işi çok güçtür.Memlekette işgallere karşı veya işgallerden yana bir çok örgüt vardır. Kuvayı Milliye önce bu örgütleri kendi tarafına çekmeli veya bertaraf etmelidir.Hocanın vaazları da Kuvayı Milliye ilkelerine ters düşmektedir.Hoca her fırsatta padişaha bağlılıktan bahsetmektedir , Kuvayı Milliye ise padişahtan kurtulmak ,yeni bir yönetim kurmak amacını gütmektedir.İşte bütün bu ihtilaflar dolayısıyla Kuvayı Milliye yandaşları ve Hoca arasında bir elektriklenme ve zıtlaşma meydana gelir.Hoca ise halka kendini çok sevdirmiştir çünkü her yönüyle iyi ve doğru bir insandır.Fakat Hoca da kendi içinde bir yandan yaptığı işin gerçekten doğru olup olmadığının sorgulamasını , padişaha olan güvencinin doğruluğunun şüphesini yoklamaktadır.Kuvvacılarla Hoca arasındaki çatışma zamanla iyice açık şeklini alır ve vaazlarda karşıt fikirler açıklanır. Olaylar gelişirken Salih ise unutulmuşluk ve terkedilmişlikten bir kaçış olarak Kuvayı Milliye�ye katılmaya verir.O�nu bu kararı vermeye zorlayan başka bir şey ise yakın arkadaşı Niko�nun da sonunda Osmanlıya karşı savaşta yer almasıdır.Salih bu ihanetin öcünün peşinden koşacak ve kurtuluş mücadelesinde büyük rol oynayacaktır.Kuvva bir türlü hizaya gelmeyen Hoca hakkında ölüm emri çıkartır.Hoca evliliği ve çocuğu ve en önemlisi de halkın zorlamasıyla Akşehir�den kaçar ve çete reislerine sığınır.Kuvva ile arasında yaşanan kovalamacadan sağ kurtulur ve kendi başına yanına adam da alarak bir kasabaya sığınır.Kuvva ise Hocayı kaçırdığı için üzgündür ve Salih�i O�nu bulmakla görevlendirir.Hoca ise şimdi hangi tarafta yer almak gerektiğinin hesabını yapmaktadır.Kuvayı Milliye ise her geçen gün başarı kazanmakta ve güçlenmektedir.Salih Hoca�yı bulur ve O�nu padişah hizmetinden vazgeçerek Kuvva yararına çalışmaya ikna eder.Beraberce Çerkez Ethem�in kardeşi Tevfik Bey�in çetesine katılırlar .Çerkez Ethem ve kardeşleri milli mücadelede en büyük rollerden birini üstlenmiş ve gerek düşman işgallerine gerekse ayaklanmalara karşı başarılar sağlamışlardır.Fakat şimdi düzenli ordu ve İsmet Paşa�nın emri altına girmek söz konusu olunca Çerkez Ethem ve kardeşleri zıt bir tavır takınarak Kuvva�ya ve Ankara�ya karşı isyan bayrağı açmıştır.Hoca ise bu yolun yanlış olduğuna inanır ve onları bu yoldan döndürmek için planlar kurar.Hoca�nın amacı Çerkez Ethem ve kardeşlerini Kuvva�ya karşı cephe almaktan vazgeçirmek olmasa bile olası bir isyan halinde güçlerini zayıflatmaktır.Bu sırada Hoca Salih� i haber edinmek için Akşehir�e yollar.Akşehir�de ise Hoca öldü bilinmektedir.Oysa Hoca hayattadır ve yeni kimliği �Küçük Ağa� ile kuvva yararına çalışmaktadır.Hoca�nın Kuvva yararına çalıştığı haberi Salih tarafından Akşehir�de sadece Kuvvacı olan birkaç kişiye duyrulur ve memnuniyet yaratır.Başta Kuvayı Milliye hareketine büyük hizmet vermiş Doktor olmak üzere Kuvvacılar Hoca�nın kendi saflarına katılışından büyük haz duyarlar. Hoca Ethem�in İsmet Paşa hizmetine girmemek için yapacağı en büyük saldırı olan Kütahya saldırısında O�na bir oyun oynayarak başarısızlığını sağlar ve Kuvayı Milliye�ye en büyük hizmetini vermiş olur.Ethem ise Yunanlılara sığınacaktır.Hoca ise bütün bu ihtiras ve gücü elinde bulundurma tutkusuna kapılan insanlardan nefret etmektedir.Artık savaş alanından başka bir cephede de mücadele verilmektedir , şimdi iktidar çekişmeleri büyük tehdit oluşturmaktadır.Hoca bunu acıyla farkeder.Ankara ise Hoca�nın başarılarından haberdardır ve kendisini Ankara�ya davet eder.Daveti kabul eden Hoca Ankara�nın durumunu yakından görür ve cephede savaşmanın , bu iktidar kavgasında yanlış düşünenlere ve hainlere verilecek savaştan daha kolay olduğunu düşünür.Fevzi Paşa Hoca�ya yakınlık gösterir.Hoca bütün bu kişiliklerin önemini daha iyi anlamaktadır.Memleket zafere doğru gitmektedir ve bu noktada Ankara ve Melis�e büyük iş düşmektedir.Bu sırada Küçük Ağa yani İstanbullu Hoca Ankara'da kendisini Akşehir'den tanıyan ve bir zamanlar zıt fikirleri yüzünden tartıştığı Kuvvacı Doktor ile buluşur.Doktor böyle saygıdeğer birinin kendi saflarına katılışından duyduğu mutluluğu Hoca�ya söyler ve asıl kimliğini bilenin sadece kendisi olduğunu , kendisi dışındakilerin O�nu Küçük Ağa diye tanıdıklarını anlatır.Hoca ise artık özlediği eşi ve çocuğunun özlemiyle yanmaktadır. Küçük Ağa Fevzi Paşa ile birlikte Akşehir�e gelir ve burada da tanınmadığını ve Küçük Ağa olarak bilindiğini görür.Eşi ve Çocuğu hakkında bilgi alır ve çocuğunu bulur fakat eşinin durumu kötüdür.Eşine geldiğini haber eder fakat kadın ölmek üzeredir ve oğlunu Hoca�ya emanet ettiğini söylemekle kalır ve günler sonra da ölür. Hoca daha sonra Ankara�ya döner ve mücadeleye devam eder. 3-)KİTABIN ANA FİKRİ: Vatan ve millet sevgisi , bağımsızlık duygusu. Kurtuluş savaşının küçük bir kasaba' dan görünüşü. 4-)KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ: Küçük Ağa(İstanbullu Hoca):Kurtuluş mücadelesine büyük hizmetler vermiş binlerce kişiden biri. Salih:Birinci Dünya Savaşında sağ kolunu kaybetmiş ve hayatının anlamını Kurtuluş Mücadelesi ile tekrar kazanan biri. Çerkez Ethem:Başlarda vatan ve millet için yeri tutulmaz hizmetler vermiş , cephede büyük başarılar göstermiş, fakat düzenli orduya geçme kararı alındığında tamamen zıt fikirleri benimsemiş ve zararlı olmuş bir çete reisi. Doktor Haydar Bey:Dünya Savaşında Yüzbaşı rütbesiyle görev yapmış ve milli mücadele yıllarında Kuvayı Milliye�ye büyük hizmetler vermiş bir asker. Ali Emmi:Kurtuluşu Kuvayı Milliye�de gören ve çok büyük fedakarlıklarda bulunan yaşlı bir vatandaş. 5-)YAZARIN HAYATI 2 Eylül 1918 tarihinde Akşehir'de doğdu. İlk ve ortaokulu Akşehir'de okudu. İstanbul Lisesi'nin yatılı kısmında okurken bu lisenin yatılı kısmının kapatılması üzerine kaydını Konya Lisesi'ne aldırdı ve liseyi burada bitirdi. (1936). Lise yıllarında Tarık Nazım müstear ismiyle hikaye ve şiirler yazmaya başlayan Tarık Buğra, İstanbul Üniversitesi Tıp ve Hukuk fakültelerinde bir süre okuduktan sonra kaydolduğu Edebiyat Fakültesi Türk Dili Edebiyatı Bölümünün son sınıfında ayrıldı. Askerlik hizmetinden sonra Şişli Terakki Lisesi'nde muallim muavini olarak işe başladı. Cumhuriyet gazetesinin açtığı yarışmada Oğlum(uz) adlı öyküsüyle bin liralık büyük ödüle layık görüldüğü ilan edildi. (1948). Ancak, Tarık Buğra'ya bu para yerine altın bir kalem ödül olarak verildi. Aynı yarışmada Doğan Nadi'nin bölük komutanı birinci ilan edildi ve bu zatın hikayeci olarak adına ikinci bir kez daha rastlanılamadı. Yine de bu ödül neticesinde aldığı yoğun iş teklifleriyle basın hayatına atılma konusunda cesareti artan Tarık Buğra, Akşehir'e dönerek Nasrettin Hoca Gazetesi'ni çıkardı (26 Temmuz 1949-28 Haziran 1952). Milliyet gazetesi, Vatan, Yeni İstanbul gazetesi (1952- 1956), Yol Dergisi (1968) ve Tercüman gazetesinde (1970-1976) sanat sayfaları düzenledi, fıkralar yazdı, yazı işleri müdürlüğü yaptı. Hisar dergisi ve Türkiye gazetesinde de yazan Tarık Buğra, 26 Şubat 1994 tarihinde İstanbul'da öldü. BAŞLICA YAPITLARI : Bu Çağın Adı, Dönemeçte, Osmancık, Gençliğim Eyvah, Küçük Ağa, İbiş'in Dünyası, Firavun İmanı, Yarın Diye Bir şey Yoktur, Siyah Kehribar, Politika Dışı, Yağmur Beklerken, Yalnızlar |
Mai Ve Siyah/ Halit Ziya Uşakligil
KİTABIN ADI :MAİ ve SİYAH
KİTABIN YAZARI :HALİT ZİYA UŞAKLIGİL YAYINEVİ :İNKILAP VE AKA KİTABEVLERİ BASIMYILI :1980 1.KİTABIN KONUSU:Hayalleri olan bir gencin lise son sınıfta babasını kaybetmesiyle hayallerinin yıkılışı ve beraberindeki hayat mücadelesi. 2.KİTABIN ÖZETİ: Ahmet Cemil,babasının ölümünden sonra,binbir güçlükle okulu bitirir ve kız kardeşini ve annesini beslemek için çalışmak zorunda kalır.Bunun için elinden fazla birşey de gelmemektedir.Çünkü yabancı dil bilmekten başka bildiği birşey yoktur.Ona kalsa,bütün çalışmalarını şiir üzerinde toplamayı;edebiyatımıza bir başka yön vermeyi ister. Ancak hayat mücadelesi onu çok genç yaşta karşılar. Ali Şekip ,Hüseyin Nazmi gibi arkadaşlarıyla başlıca tartışma konusu budur zaten. Raci gibi kendisini kıskanan,arkasından dedikodular yaratan birine rağmen şiirde birşeyler yapacağına inanır . Bir yandan , Ahmet Cemil ,bu sarı , uzun saçlı, mavi gözlü ,kalem parmaklı genç, Hüseyin Nazmi�nin kızkardeşi Lamia�yı sever.Tek kaygısı onunla evlenmek,ona layık bir yuva kurabilmektir.Fakat bu mümkün olabilir mi? Olabilecek mi? Hep bunu hayal eder. Okulu bitirdikten sonra ,zavallı genç çok sıkıntılı günler geçirir.Evlerine gittiğin öğrencilerin şımarıklıklarına katlanmak zorunda kalır.Ekmeğini kazanır ama, neler pahasına! Böylelerinden para kabul etmeğe mecbur kalmak ona pek ağır gelir . Başka çare de yoktur. Pek dayanamaz hale gelince , bu sefer kitapçılara polis romanları tercüme etmeye kalkar. O çağlarda pek sayılı olan bu kitapçılar da onun derisini yüzerler.Geceler boyu göz nuru dökerek yaptığı anlamsız tercümelere hiç denecek kadar az para verirler. Ne öyle eserleri tercüme etmek ister , ne de parasını üzüle üzüle almaya razı olur. Ahmet Cemil, günün birinde �Mirat-I Şuun� adlı gazetede çalışmaya başlar. Hayatı az çok düzene girer. Hatta ,gazete sahibinin oğlu Vehbi Efendi, Ahmet Cemil�in kız kardeşi İkbal�le evlenir. O zaman Süleymaniye�de eski bir evde oturan Ahmet Cemil, kız kardeşini mutlu görmek hevesiyle güzel bir düğün yapar. Ama bu evlilik, o zamanın evlenme şartları yüzünden başarılı olmaz. Evlenenler daha önce birbirlerini tanımadıkları için bağdaşamazlar. Vehbi Efendi çok kaba, durmadan içen , küstah bir kimsedir. Öyle alçak bir heriftir ki, karısı hamile olduğu sıralarda beslemelerini okşayarak onlarla gönül eğlendirir. Ahmet Cemil bu adiliklere dayanamaz .Gülle dokunmaya kıyamadığı biricik kız kardeşinin hırpalanmasına, hatta dövülmesine razı olmaz. Bir gece, Vehbi, İkbal�I öyle hırpalar, durumunu düşünmeden öyle bir tekme atar ki zavallı kadın çocuğunu düşürür. Ahmet Cemil, çıldırmış bir halde, arkadaşı Ali Şekip�in dükkanına kendini atar. Ali Şekip�e anasınden aldığı küpeleri, yüzükleri emniyet sandığına rehin etmekte kendisine yardım için gitmiştir. Kız kardeşini ölümden kurtarmak gerekmektedir.Hiçbir önlem zavallı İkbal�i ölümün pençesinden kurtaramaz. Hüseyin Nazmi, uzakça bir görevle dış işlerine tayin edilmiştir. Memmundur. Ahmet Cemil, bir gün onu ziyarete gider. Bir aya kadar memleketten ayrılacak olan Hüseyin Nazmi, sevineceğini sanarak Ahmet Cemil�e başka bir haber daha verir. Lamia�yı evlendiriyorlardır.O zaman Ahmet Cemil Lamia�ya ait tek tük hatıra kırıntılarını bir daha yaşar. Bunlar, Lamia�nın çocukluğu ile ilgilidir. Zihninde, kızı, ailesinin ısrarıyla evlenmeyi kabul etmiştir diye tasarlar.Bir an sevgisini itiraf etmeyi düşünür.Ama yoksulluğu, işşizliği aklına gelince bir yuva kuramayacağını kabullenir. Bundan da vazgeçer. Önce kardeşi, sonra Lamia� Geriye ne kalmıştır?Eseri mi?Genç adam,bütün ömrürünü koyduğu şiirlerini bir an bile duraklamadan ocağa atıp yakar. Yaşamı gözlerinde yaşlar,ağzında acı bir lezzetle seyreder. O esrin bir anlamı kalmamıştır artık. Madem ki Hüseyin Nazmi gidiyor, o da gidecektir. Bir gün Taksim bahçesinde oturuken ileriye ait tasarlarını, tasarladıklarını hatırlar. Şimdi o da Anadolu�da bir görev alıp gidecektir işte. Kendisine kırgınlıktan başka birşey sağlamayan bu İstanbul�dan kaçacaktır. Kararını yerine getirir. Dertli anasını alarak bir vapura biner. Gece karanlığında, son defa İstanbulu, Cihangiri seyreder. Deniz karanlık, gece karanlıktır. Vaktiyle Tepe başında, gece, gözlerine bir elmas yağmuru gibi görünen ışıklar sanki sönmüştü. Şimdi her taraf simsiyahtı. Oda,güneşten, hayatın biçareliğiyle alay eden ışıktan kaçarak,sonsuz bir yoklukta mutlu ve rahat, yuvarlanıp gidecektir. 3.KİTABIN ANAFİKRİ: İnsan hayatta karşısına çıkan zorluklara karşı mücadele etmeli,hayallerle gerçekleri birbirine karıştırmamalıdır. 4.KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRMESİ: AHMET CEMİL: Başarılı bir lise hayatı sürerken,son sınıfta babasını kaybeder ve hayat mücadelesine çok erken başlar.Amacı şiire başka bir yön vermek iken babasının ölümü her şeyi alt üst eder.Hayalleri olan bir gençtir.Babasının ardından kızkardeşi İkbal�in ölümü,son olarak da yakın dostu olan Hüseyin Nazmi�nin kızkardeşi Lamia�nın evlenmesiyle tüm hayalleri yıkılır. HÜSEYİN NAZMİ:Ahmet Cemil�in en yakın dostudur.O da Ahmet Cemil gibi şiire düşkündür.İlbal�in ağabeyidir. İKBAL:Ahmet Cemil�in kızkardeşidir.Özellikle babasının ölümünden sonra annesine ve ağabeyine bağlılığı artmıştır. LAMİA:Hüseyin Nazmi�nin kızkardeşidir.Güzel ve alımlı bir genç kızdır.Ahmet cemil�in kendisine olan aşkından hebersizdir. 5.KİTAP HAKKINDA ŞAHSİ GÖRÜŞLER: Eser,dili ağır olduğu için pek anlaşılmamakta,devamlı dipnotlara bakma ihtiyacı hissedilmektedir.Buna rağmen olayların anlatılışı akıcı bir dille ifade edilmektedir.Hayat şartlarının zor olduğu bir dönemde yazılan eser,insanın maddi durumunun hayatını nasıl etkilediği açık bir şekilde ortaya konmuştur. 6.KİTABIN YAZARI HAKKINDA KISA BİLGİ: İstanbul�da doğdu.İstanbul�da başladıgı öğrenimini İzmir�de tamamladı. Öğretmenlik yaptı,çeşitli memurluklarda bulundu. Edebiyat hayatına 1884�te atıldı..Geniş bir kültüre ve bilgiye sahipti.Servet-i Fünun edebiyatının nesir alanında en güçlü kalemi oldu.Türk edebiyatının en büyük romancısı olarak kabul edildi.Romanlarındaki konularda çoğunlukla aydınlar arasından şeçtiği halde, hikayelerinde daha çok halkın yaşayışını konu olarak seçmiştir. ROMANLARI OYUNLARI -NEMİDE -KABUS -BİR ÖLÜNÜN DEFTERİ -FÜRUZAN -SEFİLE -FARE -FERDİ VE ŞÜREKASI -AŞK-I MEMNU ANILARI -KIRIK HAYATLAR -KIRK YIL HİKAYELERİ -SARAY VE ÖTESİ -BİR YAZIN TARİHİ -BİR ACI HİKAYE -SOLGUN DEMET -SEPETTE BULUNMUŞ SANAT VE EDEBİYAT -HEPSİNDEN ACI ÜZERİNE -AŞKA DAİR -SANATA DAİR -ONU BEKLERKEN -İHTİYAR DOST KADIN PENÇESİ E |
Sergüzeşt/Sami Paşazade Sezai
KİTABIN ADI
SERGÜZEŞT KİTABIN YAZARI SAMİ PAŞAZADE SEZAİ YAYIM EVİ VE ADRESİ BAŞBAKANLIK BASIMEVİ ANKARA BASIM YILI 1984 KİTABIN KONUSU: Evinden ayrılan küçük bir kızın başından gecen olaylar dramatize edilerek anlatılmıştır. Kızın başından gecenler oldukça acıklıdır. Uzun bir süre kölelik hayatı yaşamıştır. KİTABIN ÖZETİ: Evinden ayrılıp bir gemi ile yurdundan uzaklaşan küçük kız, onun gibi başka bir esir kız ile birlikte neresi olduğunu bilmediği bir yere getirilmiştir. Bu kızı bundan sonra birçok sürprizler beklemektedir. İlk olarak kız (henüz bir ismi yoktur), yaşlı fakat zengin bir kadını yanına ona hizmet etmesi amacıyla satılmıştır. Küçük kız burada tam bir esaret hayatı yaşamaktadır. Sürekli olarak buradan nasıl kurtulabileceğinin planlarını yapmaktadır. Bu evin hanımının yanı sıra hanıma hizmet etmekte olan başka bir kadın da kıza baskı yapmaktadır. Bu durum kızı yıpratmakta, zaten bir umudu olmayan yaşamdan onu iyice somutlamaktadır. Bir gün kız bu evden kaçmayı iyece kafasına taktığı bir anda bir gece yarısı evden kaçar. Çevreyi pek tanımadığı için saatlerce yürür fakat bir yere de yorgun bir şekilde yere yığılmaktan başka çaresi yoktur. Yerde kaldığı bölgede bir evin bahçe kapısının önüdür. Sabah olunca evin hizmetlilerinden biri kızı farkeder ve onu içeri almak için yaşlı ev sahibine danışır. Oda bunu çok olumlu bir şekilde karşılar ve hemen yardım etmek niyetiyle onu yanına alır. İlk olarak karnı doyurulur, güzel bir uyku çektirirlir. Daha sonra kız kendine gelince ona neler olup bittiği sorulur. Oda anlatır evin hanımı kızın yaşadıklarını duyunca çok üzülür ve ona yardım edeceğini söyler, kız da buna çok sevinir. Evin hanımı ona sahibinden izin alacağını ve artık kendi yanında kalacağını söyler. Bunun için hanımı kızın kaçtığı eve gider. Ve onu yanına almak istediğini söyler. Fakat kadın bunu onur meselesi yaparak kabul etmez. Bundan sonra kızda eski evine geridöner. Bu olay kızı çok etkilemiştir. Çünkü daha önce kaçtığı eve tekrar dönmüştür. Gider gitmez yine hiç hoş olmayan durumlarla karşılaşmıştır. Günler böyle geçip giderken birgün Mustafa bey evin sahibi birkaç yıl önce işlediği bir hatadan dolayı bir çok borcu olmuştu ve bu borçları ödemek için karısıyla tartışırdı. Birgün karısıyla beraber kızın satılmasına kara veridler. Kızın adı kaçtığı evde hanımın onu çok güzel bulması üzerine �dilber� olarak koyulmuştu. Bundan sonrada ona �dilber� olarak seslenilmeye başlandı. Dilber kendisi hakkında satılması kararının alınmasından sonra bir esirciye satıldı. Ve Dilber�in bütün hayatı bu yönde değişti. Dilber bundan sonra belli bir süre esir hayatı yaşamıştır. Bu süre içinde bir çok kendisi gibi esir hayatı yaşamış olan kız arkadaşları olmuştur. Onların hayatlarını dinledikçe aslında kendi hayatının okadarda kötü olmadığının farkına varmıştır. Daha nice insanların kendisi gibi cefa çektiğini anlamıştır. Buradaki bir çok kızın çeşitli meziyetleri vardır. Bir tanesi çok iyi bir şekilde ud çalmaktadır bu yüzden çoğu yerden çağrılmaktadır. Dilber�de onun gibi ud çalabilmeyi çok istemektedir. Dilber�e bir gün bir talip çıkmıştır, ve Dilber�de o eve gitmek zorunda kalmıştır zaten onun böyle bir şeyi isteyip istemediği pek önemli değildir, önemli olan bir kaç kişinin işinin görülmesidir. Dilber�in gittiği bu evde ona bir esir gibi değil, bir insan gibi yaklaşılması onu çok etkilemiştir. Evde bir hanımefendi, onun kocası ve onların tek oğlu olan Celal bey bulunmaktadır. Celal bey aynı zamanda bir ressamdır. Yaptığı porrelerle ün kazanmıştır. Dilber�i evde görünce o da çok şaşırmıştır. Çünkü Dilber�i Cleopatra�ya benzetmişti. Celal bey yalnız yaşadığı için kız arkadaşı ya da sevgilisi yoktur. faKat Dilber�I gördüğü andan itibaren içinde bir kıvılcım oluşmuştur. İlk zamanlarda Dilber�de buna bir karşılık doğmamış fakaat günler geçtikçe Dilber�de onaa karşı ilgi duymaya başlayacaktır. Celalbey Dilber�i boş bulduğu zamanlarda odasına çağırıp onun resimlerini yapmaya başlamıştır. Kimi zaman nü resimlerini de çalışır. Dilber�in bebeksi vücudunu gördüğü zamanlarda daha önce hç yaşamadığı duyguları tadıyordu. Ona her baktığında onun daha değişik bir güzelliğini yakalıyordu. Günler geçtikçe Dilber zamanının büyük bir kısmını Celal beyin yanında geçirmeye başlar. Böylelikle Celal beyin Dilber�e olan aşkı da diğer ev halkı tarafından da öğrenilir. Bu arada Celal bey açıkça aşkını Dilber�e de belli etmeye başlar. Dilber bu olaya ilk önceleri çok şaşırır. Çünkü böyle bir şeye asla imkan vermez. Bunun nedeni de onun esir kız olmasıdır. Daha ssonraları Dilber de Celal beye karşılık vermeye başlar. Günler geçtikçe onlar aşklarını bariz bir şekilde yaşarlar. Evin bahçesinde yıldızları seyrederler, beraber gezerler. Fakat bu durum Celal beyin annesini oldukça rahatsız eder ve buna karşı bir önlem almak ister. Bu beraberliği bitirmek için Dilberi Celal beyin evde olmadığı bir zamanda bir esirciye satar. Tabii Dilber�in yapacak bir şeyi yoktur. Celal bey daha sonra eve döner ve ilk olarak Dilber�in nerede olduğunu sorar önce bunu öğrenemese de daha sonra öğrenir fakat onu bütün aramalarına rağmen bulamaz. Bundan sonraki bütün hayatı boyunca oda Dilber�de mutlu olamaz. Bundan sonra ikisi de hiç mutlu olmadığı gibi bu olay biçare dilberi intihara kadar sürükler bu yaptıklarına Celal bey�in ailesi de çok pişman olur ama yapabilecek bir şey yoktur. KİTABIN ANA FİKRİ: Kitabın ana fikri evinden ayrılan bir insanın başına her zaman her türlü kötülüğün gelebileceği bunlardan kurtulma yolunun da sadece kendi elinde olduğu kimseden yardım alamayacağı tek başına kalacağı. KİTAP HAKKINDAKİ ŞAHSİ GÖRÜŞLER: Kitap çok ağır bir dille yazılmamıştır fakat ara ara anlaşılamayan sözcüklere rastlanabilir yinede kitap bize kölelik hayatından bahsettiği ve bilgilendirdiği için oldukça önemli bir kaynak niteliğindedir ve yararlanabilecek seviyededir. Bence kitap herkes tarafından beğeniyle okunabilir. Oldukça sürükleyicidir. YAZAR HAKKINDA KISA BİLGİ: 1860'ta İstanbul'da doğdu. Devrin ileri gelen isimlerinden Sami Paşa'nın oğludur. Özel öğrenim gördü. 20 yaşına kadar resmi bir görev almayıp, edebiyat konusundaki bilgilerini artırmayı tercih etti. 1880'de Evkaf Nezareti Mektubi Kalemi'ne memur oldu. Babasının ölümünden sonra da Londra Elçiliği İkinci Kâtipliği'ne atanan Sezâi, orada kaldığı 4 yıl boyunca İngiliz ve Fransız Edebiyatlarını yakından izledi. Elçilikteki görevinden İstifa ederek İstanbul'a döndüğünde İstişare Odası'na memur oldu. 7 yıl süren bu ikinci dönem memuriyetinde (1885-1901) sanatını olgunlaştırdı. Sergüzeşt adlı romanı yüzünden göz hapsine alındığını düşünerek bundan kurtulmak için Paris'e gitti ve Meşrutiyet'in ilanına kadar da orada kaldı (1908). İstanbul'a döndüğünde Madrid Elçisi olarak görevlendirildi. Birinci Dünya Savaşı başlayınca Madrit'ten İsviçre'ye geçti, savaşın sonuna kadar burada kaldı. Mütareke devrinde emekli olarak İstanbul'a döndü (1921). Son yıllarında kendisine, Büyük Millet Meclisi'nin kararıyla "Hidamat-ı vataniyye tertibinden" maaş bağlandı (1927) ve 26 Nisan 1936 tarihinde İstanbul'da öldü. |
Sodom Ve Gomore/ Yakup Kadri KARAOSMANOĞLU
KİTABIN ADI = SODOM VE GOMORE
KİTABIN YAZARI =YAKUP KADRİ KARAOSMANOĞLU YAYIN EVİ VE ADRESİ = İletişim yayınları,Klodfarer cad.No:7 İletişim Han Cağaloğlu_İstanbul BASIM YILI =1984 1.KİTABIN KONUSU: İstanbul�un işgali ve İsatanbul halkının işgale karşı tutumu kitapta anlatılıyor. 2.KİTABIN ÖZETİ: Birinci Dünya Savaşı henüz sona ermiştir.Osmanlı İmparatorluğu da bu felaketten payını almış ve ülkenin her yeri kargaşa içindedir. 1921�lerin İstanbul�u,İngilizler şehri işgal etmiş ve saray buna sesiz kalmıştır. İstanbul,Anadolu�dan kopuk ayrı bir dünya gibidir.Tıpkı Sodom ve Gomore gibi.Tanrının lanetlediği şehirlerden ikisidir. İstanbul kızları İngiliz subaylarıyla beraber olmaktan gayet mutludurlar. Leyla da bunlardan biridir.Bu nazik kızlarımız Kuvayi Milliyetçileri yabani dağ insanı olarak görmekte,hatta tiksinmektedirler. Leyla�ya aşık olan Necdet ise bağımsızlıktan umudunu kesmiş,olaylara sadece seyirci kalmıştır.Sevdiği kızın işgalci subaylarla olan yakınlığını görür fakat görmezden gelir,hatta o da bu subayların çevresinde oluşan yüksek sosyeteye katılır.Oysa Necdet�in arkadaşı Cemil bir şeyler yapmak gerektiğini düşünür ve Kuvayi Milliyecilere katılır ve sonunda şehit olur.Fakat o değeri bilinmez insanlardandır,vatan o ve onun gibilerinin kanlarıyla hayat bulmuştur.Vatanın ayakları aslında bağımsızlık savaşında ayaklarını yitiren gazilerimizindir.Onlar her bir uzuvunu kaybederken vatan yeniden el ayak sahibi olmuştur. İstanbul�un bu şaşalı hayatı çok kısa sürer.Ezilmiş Anadolu insanının özlediği gün gelir.Bir gece Kuvayi Milliyeciler karanlığın içine akın eden ışık hizmeleri gibi akın ederler şehre. Leyla,o eski hayatlarının mahvettiği için bu büyük savaşçıları nefretle karşılar.Necdet ise artık bu İngilizler tarafından kullanılmış vatanperverlik duygusundan yoksun kızdan soğumuştur. Leyla dudaklarını Necdet�in dudaklarına uzatır.Necdet onu kucaklar ve bir köşeye bırakır. Dudaklarında bir kimyevi maddenin �rujun� yavan tadıyla bağımsız İstanbul�a katılır. Ve bu aşkın bittiği yerde roman da son bulur. 3.KİTABIN ANA FİKRİ: Çöküşün getirdiği bir çürümenin romanıdır. Savaş gibi zor anlarda insanlar maskelerini çıkartıp kendilerini gösterirler. �Dost kara günde belli olur� 4.KİTAPTA OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ: Necdet, karamsar sorunlar arasında sıkışıp kalmış kendine öz güveni olmayan biridir. Yolu biliyor fakat yolda yürümeye cesareti yok. Küçük kırılganlıkları ve vazgeçemediği rahatlığı onu yurt savunması gibi bir şereften yoksun bırakıyor. Leyla, bakımlı ,ince yapılı ,dikkati çeken güzel bir İstanbul kızıdır. Fakat ailesi gibi vatan duygularından yoksun, sosyeteyi seven, hovarda bir kızdır. Hayatı yalancı bir cennetten farksız yaşamak istiyordu. Fakat kağıttan yapılmış saraylar çok çabuk bozulurdu ve o asıl kaybeden oldu. Cemil, yurtsever biri vatanın köle oluşuna katlanamayacak derecede onurlu, güçlü, iri yapılı bir Türktür. Biz bugün bağısızlığımızı o ve onun gibilere borçluyuz. 5.KİTAP HAKKINDA ŞAHSİ GÖRÜŞLER: Her milletin içinde fedekar insanlar olabileceği gibi menfaat için insanalrda bulunmaktadır. Bağımsızlık bu fedakar insanlar sayesinde devam etmektedir. Asayişi bozan, kan dökülmesine sebep olan, kötülüğün kaynağı olan hep ikinci gruptur. İşte hayat bu iyi ile kötünün kavgasından ibarettir. 6.KİTABIN YAZARI HAKKINDA KISA BİLGİ: 27 Mart 1889�da Kahire�de doğdu. İbrahim Paşa�nın ölümü üzerine Manisa�ya geldi. 1913�te ilk hikayekitabını çıkarır: �Bir Serencan.� Vedat Nedim Tör, Burhan Asaf Belge, İsmail Hüsrev Tökin ve Şevket Süreyya Aydemir�le birlikte �Kadro� dergisini çıkarır. 13 Aralık 1974�te Ankara�da öldü. Eserleri : Rahmet(1923), Milli Savaş Hikayeleri(1947), Kiralık Konak(1922), Nur Baba, Sodom ve Gomore(1928), Hüküm Gecesi, Yaban(1932), Ankara, Bir Sürgün, Erenlerin Bağından(1922), Okun Ucunda, Zoraki Diplomat(1955), Anamın Kitabı, Vatan Yolunda, Politikada 45 yıl(1968), Nirvana(1909), Veda, Sağnak(1929) ve Mağara(1934). |
Yaban /Yakup Kadri Karaosmanoğlu
KİTABIN ADI
YABAN KİTABIN YAZARI YAKUP KADRİ KARAOSMANOĞLU YAYIN EVİ VE ADRESİ İLETİŞİM YAYINEVİ , KLODFORER CAD.İLETİŞİM HAN NO:7 CAĞALOĞLU 34400 İSTANBUL BASIM YILI 2000 1. KİTABIN KONUSU . Kitap kurtuluş savaşı sırasında cephede kolunu kaybetmiş bir subayla, askerliği yeni bitmiş bir askerin köyünde geçen olaylar anlatılmaktadır. 2. KİTABIN ÖZETİ : Sessiz ve sakin bir yerde hayatını sürdürmek isteyen Ahmet Celal , gittiği yerde ,yabancı olduğundan,yaban olarak tanımlanmaktadır. köydekilerle hiçbir bağlantısı olmamasına ve subay olmasına rağm en ona düşman gözüyle bakılmaktadır. Ülkenin tamamı işgal altında olmasına rağmen köylülerin bunu umursamaması , sonuçta; evlerinin kundaklanması, yiyeceklerinin yağmalanması, kadın ve kızlarına tacizde bulunulması onların akıllarını başlarına getirir.Bu durumu gören Ahmet Celal sevgilisini yanına alıp kaçmaya çalışır. 3. KİTABIN ANA FİKRİ : Vatanın elden gitmesine rağmen duyarsızlığını sürdürmesinin,cahilliğin bir sonucu olduğunu göstermesidir. 4. KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ : AHMET CELAL : içi vatan aşkıyla dolu,köylülerin cahilliğini gidermek için didinen,köy yaşamına alışık olmayan birisidir. SALİH AĞA :Sinsi bir kişiliğe sahiptir. Kendi çıkarları doğrultusunda hareket eden bir kişiliğe sahip. MEHMET ALİ�NİN ANNESİ : Kendisini toprağa adamış, cahil, hiçbir şeyden habersiz ve başkalarının sözünü dinlemektedir. BEKİR ÇAVUŞ : Askerlik yaptığından dolayı olayların kısmen farkındadır. Bulunduğu ortam itibariyle bildiklerini aktarmaktan çekinmektedir. 5. KİTAP HAKKINDA ŞAHSİ GÖRÜŞLER : Bana göre Yaban ; aydınla köylünün anlaşmazlığını ve cahiliğini gözler önüne seren değerli bir eserdir. 6. KİTABIN YAZARI HAKKINDA BİLGİ : 27 Mart 1889'da Kahire'de doğdu. İlköğrenimine ailesiyle birlikte gittiği Manisa'da başladı. 1903'te İzmir İdadisi'ne girdi. Babasının ölümünden sonra annesiyle yine Mısır'a döndü, öğrenimini İskenderiye'deki bir Fransız okulunda tamamladı. 1908'de başladığı İstanbul Hukuk Okulu'nu bitirmedi. 1909'da, arkadaşı Şehabettin Süleyman aracılığıyla Fecr-i Âti Topluluğu'na katıldı. 1916'da tedavi olmak için gittiği İsviçre'de üç yıl kadar kaldı. Mütareke yıllarında İkdam Gazetesi'ndeki yazılarıyla Kurtuluş Savaşı'nı destekledi. 1921'de Ankara'ya çağrıldı ve bazı görevler verildi. ESERLERİ : Kiralık Konak, Nur Baba, Hüküm Gecesi, Yaban, Ankara, Zoraki Diplomat, Panoroma |
Armağan/ Danıelle Steel
KİTAP ADI :ARMAĞAN
KİTABIN YAZARI: DANIELLE STEEL 1.KİTABIN KONUSU : Kitabın konusunu bir kızın ergenlik çağındaki sorunları oluşturmaktadır. Kızın ailesinin çok katı kuralları olması dolayısıyla çevresiyle olan ilişkilerinin boyutlarını ele almıştır. 2.KİTABIN ÖZETİ : Kış mevsiminde, Whitteaker ailesi noele çok büyük bir heyecanla hazırlanmaktadır. Ailenin reisi olan john�un babasında kalma, kendisininin yürüttüğü bir işi vardır. Ailenin hanımı olan Liz iyi öğrenim görmüş olan biridir. Çocukları dünyaya geldikten sonra işini bırakmış ve kendini tamamen onların yetişmesine adamıştır. Tommy ailenin büyük çocuğudur. Kendisi okulda ve uğraştığı spor dallarında çok başarılıdır. Küçük çocukları, Annie ise çok yaramaz ve bir o kadar da sevimli bir kız çocuğudur. Onun doğumundan sonra aile dahada birbirine bağlanmış ve mutlulukları bir kat daha artmıştır. Noel hazırlıkları son hızla devam ederken evde büyük bir heyecan hüküm sürmektedir. Sonunda noel gelir. Hep birlikte mutlu bir noel geçirirler. Noelden bir kaç gün sonra Annie hastalanır ve yatağa düşer. Liz akşam doktoru çağırır. Doktor akşam eve gelir ve Annie�in hastalığının soğuk algınlıgı olduğunu söyler. O akşam Liz�in gözüne uyku girmez. Sabah kalktığında Annie�nin ateşi dahada artmış ve sık sık nefes almaya başlamıştır. Hemen hastaneye giderler; ama artık çok geçtir. Annie ölmüştür. Bütün aile birbirini sorumsuzlukla suçlamaktadır. John artık işinden geç vakitte dönmeye; Tommy okulu asmaya ve Liz�de hiçbirşeyle ilgilenmemeye başlar. Evde kimse birbiriyle konuşmamaktadır. Tommy�nin dersleri düşmüştür, öğretmenleri ondan şikayetçi olmamasına rağmen halinden pekde memnun değillerdir. Tommy daha 16 yaşındadır. Maribeth�de 16 yaşında bir kızdır. Babasının baskısıyla bazı şeylerden yoksun bırakılmıştır. Maribeth�in babası, Bert çok huysuz ve inatçı, eski kafalı biridir. Ailede herkesin öyle olmasını istemektedir. Annesi, Margaret kendi halinde ne denilirse yapan biridir. Abisi, Ryan ise tıpatıp babasına benzemektedir. Maribeth bir gün bir partiye gider ve babası ona partide nasıl davranması gerektiğini neler yapıp yapmaması gerektiğini söyler. Akşam erkek arkadaşı onu almaya gelir ve partiye giderler. Erkek arkadaşı onunla partide ilgilenmez ve hemen içkiye koyulur. Kısa süredede sarhoş olur. Maribeth biraz hava almak için dışarı çıkar ve orada okulun en yakışıklı çocugu olan Paul�u görür. Konuşmaya başlarlar. Paul, Maribeth�e isterse onu gezdirebileceğini söyler. Beraber bir yere gidip dans ederler ve arabayla gezme turuna çıkarlar. Paul arabayı ıssız bir yerde durdurur. Maribeth�e içki teklif eder. Maribeth dansın ve içkinin tesiriyle biraz bilincini yitirir ve cinsel ilişkiye girer. Maribeth artık kız değildir. Daha sonra Paul onu bırakır. Maribeth artık evde oturup doğum vaktinin gelmesini bekler. Maribeth�in babası Bert, olayı öğrenince yapmadığını bırakmaz. Kızını gözlerden uzak bir doğum yapması, doğan çocuğun başkasına verilmesi için şehir dışında bir kiliseye gönderir. Maribeth kilisede kendi gibi doğum yapmak için gelen kadınları görür. Onların doğumda ve doğumdan sonra yaşadıklarını öğrenir ve dehşete kapılır. Hemen oradan çıkar. Bir otobüse binip daha uzaklara gitmek ister; ama elindeki parası onu ancak kiliseden dört beş kasaba uzaktaki bir yere kadar gidebilmesine imkan verir. Maribeth bu kasabada inerek iş arar. Daha sonra bir lokantada iş bulur ve çalışmaya başlar. Çalışmalarına yoğun bir tempoda devam eden Maribeth kısa zamanda lokantadaki herkes tarafından sevilmeye başlar. Kocasının bir savaşta öldüğünü ve ondan hamile olduğu, yalanını herkese söyler. Lokantada çalışan diğer işçiler ve lokantanın sahibi ona inanır. Lokantaya her zaman aynı vakitte gelen bir gençle tanışır. Kısa zamanda arkadaş olurlar. Lokantaya gelen genç Tommy�dir. Evde annesinin onunla ilgilenmemesinden ve yemekleri zamandında, bazı zamanlar hiç yapmadığından dolayı her zaman bu lokantaya gelir. Yemekleri burada yer. Lokantada kimsenin onun hakkında en ufak bir bilgisi bile yoktur. Maribeth�la arkadaşlıklarını ilerleten Tommy ona başından geçenleri ve neden bu kadar üzgün olduğunu anlatır. Maribeth ise ona başından geçenleri, hamile olduğunu bir türlü anlatamaz. Maribeth�in karnı giderek büyümeye başlar ve artık gizleyemez duruma gelir. Bunu farkeden Tommy ona bu olayın neden ve nasıl olduğunu sorar. Maribeth olayları başından ve tüm çıplaklığıyla anlatır. Tommy�nin arkadaşlığı kısa sürede bir aşka dönüşmeye başlar. Maribeth�e aşık olur. Doğum zamanı gelmiştir. Kasabada bu iki genç doktor aramaya başlar. Tommy aile doktorlarına gitmeye karar verir. Bu nedenle annesinden doktorun telefon numarasını alır. Daha sonra doktordan randevu ister. Doktor onlara bu doğacak olan çocuğun kimin olduğunu sorar. Tommy hiç çekinmeden �ikimizin� yanıtını verir. Doktor, Tommy�i bir yerden tanıyordur; ama çıkarmakta güçlük çekmektedir. Tommy�nin doktora uğramasından bir kaç gün sonra Liz�de doktora yıllık muayenesini yaptırmak için gelir. Doktor ona oğlunun adını sorar. Daha sonra oğlunun buraya bir kızla geldiğini söyler ve onun ne zaman evlendiğini sorar. Liz bu sorunun cevabını vermekte güçlük çeker; ama oğlunun evli olmadığını söyler. Doktor, Liz�e gelen kızın hamile olduğunuda söyler. Liz hemen eve giderek Tommy�nin ne haltlar karıştırdığını öğrenmek ister. Tommy�i bularak ondan neler olduğunu anlatmasını ister. Tommy�de anlatır. Liz bunun çok yanlış bir davranış olduğunu; hemen bu oyundan vazgeçmesi gerektiğini Tommy�e söyler. Fakat Tommy kararını vermiştir birkere. Bu yolda sonuna kadar Maribeth�in yanında olduğunu; Maribeth�in öyle sanıldığı kadar kötü bir kız olmadığını; aksine çok iyi ve marifetli bir kız olduğunu annesine söyler. Liz bu konuyu babasına açmaya karar verir. Akşam olunca, john eve gelir. Liz, john�a herşeyi anlatır. Babası, Tommy�yi yanına çağırır. Tommy�den bu işten hemen vazgeçmesini ister; ama yine olumsuz bir yanıt alır. Babasınada, annesine söylediği gibi Maribeth�den bahseder. Tommy�nin Maribeth hakkında söylediklerinden ikiside çok etkilenir ve onunla tanışmak, onu tanımak isterler. Babası, Liz�inde onayını alarak onu eve davet etmesini söyler. Maribeth eve gelir ve koyu bir sohbet başlar. John ve Liz, Tommy�nin haklı olduğunu; hatta maribeth�in dahada iyi biri olduğunu anlarlar. Ona kısa zamanda alışırlar. Maribeth�in hafiften doğum sancıları başlamıştır. Bunu farkeden Liz ona nerede kaldığını sorar ve �istersen bizim evde kalabilirsin� der. Maribeth önce itiraz edecek gibi olur; ama Tommy�ninde ısrarlarıyla bu teklifi kabul eder. Aynı zamanda öğretmen olan Liz, Maribeth�in öğrenimine devam etmesini ister. Ona kitaplar getirerek dışarıdan sınavlara girmesini sağlar. Sınavlarda başarılı olan Maribeth bir üniversiteye gitmeye hak kazanır. Maribeth�in doğumuna az kalmıştır. Anne ve baba, Tommy�nin Maribeth�e olan sevgisinin farkına varmakta fazla gecikmezler. Maribeth doğumdan sonra bebeğin başkasına verilmesi gerektiğini; aksi takdirde eve gitmesinin imkansız olduğunu söyler. Liz ve john onu evlatlık olarak alabileceklerle bağlantı kurmaya başlarlar. Maribeth�in kafasında bebeği Liz ve John�a vermek gibi bir düşünce vardır. Liz�e düşündüklerini söyler. Liz çok şaşırmış; ve bir o kadarda heyecanlanmıştır. Bu konuyu John�la konuşması gerektiğini söyler ve konuşur. John, Liz�e eğer sende istersen neden olmasın der. Maribeth�in onlara sunduğu bu güzel armağanı kabul ederler. Sonunda Maribeth bir kız çocuk dünyaya getirir. Bu çocuk aynı Annie�ye benzediğinden Liz, John ve Tommy hayretler içinde kalırlar. Aynı zamanda çok sevinirler. Bu bebek onlar için, Tanrı tarafından gönderilmiş bir armağandır. Maribeth�in ayrılma vakti gelmiştir. Onlarla vedalaşarak en kısa zamanda geleceğini söyler ve ayrılır. 3.KİTABIN ANA FİKRİ : Ergenlik çağında yaşanılan sorunların fazla büyütülmemesi gerektiğini ve bunların çözümünde ailenin öneminin büyük olduğunun unutulmaması gerektiğidir. 4.KİTAPTAKİ ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ : JOHN : İşine ve ailesine bağlı, çalışkan ve yüreği sevgi dolu bir kişiliğe sahiptir. Ayrıca iyi bir eğitim almış , başarılı birisidir. LİZ : Çocuklarına ve eşine karşı sevecen , asıl mesleği öğretmenlik olan ama çocukları olduğu için bu işi bırakıp ev hanımlığına yönelen, bilgili, kültürlü, yardımsever birisidir. TOMMY : İyi huylu, okulunda ve derslerinde başarılı olaylar karşısında çabuk etkilenen bir karaktere sahip, spor yapmayı ve yarışmalara katılmayı seven birisidir. ANNIE : Yaramaz ama bir o kadar da sevimli çevresiyle iyi iletişim kuran ve hemen kendini sevdiren karaktere sahip birisidir. MARIBETH: Ailesi tarafından baskı altında olduğu için düşüncelerini açıkça söyleyemeyen, derslerinde başarılı ama hayatta fazla deneyimi olmadığından dolayı hayal kırıklıkları yaşayan genç ve güzel bir kızdır. BERT: Ailesinin üzerinde baskı kuran otoriter bir yapıya sahiptir. Hayatta sadece deneyimlerine ve gördüklerine göre hareket eden , geri kafalı biridir. MARGARET: İyi kalpli ama bir o kadar da eğitimsiz kocası Bert�in dediklerine harfiyen uyan, kendi düşüncelerini söyleyemeyen birisidir. RYAN: Babas Bert�e benzemektedir. Okulu yarım bırakmış ve babasıyla birlikte çalışmaya başlamıştır. 5.KİTAP HAKKINDA ŞAHSİ GÖRÜŞLER : Kitap günümüz gerçeklerini çok iyi ve anlaşılır bir dille anlattığı , genç dimağlara seslendiği ve ergenlik sorunlarını konu aldığı için herkesin okuması gerekli olan bir eserdir. Dili çok sadedir. Yabancı dilde yazılmış bir kitap olmasına rağmen, çevirisi anlaşılır ve konular arasında kopukluklar yoktur. 6.KİTABIN YAZARI HAKKINDA KISA BİLGİ : Danielle Steel Amerika ve dünyanın en tanınmış yazarlarından birisidir. Steel Fransa�da eğitim görmüş, reklamcılık ve halkla ilişkiler alanında çalışmış ve yazarlık konusunda çok çabalamıştır. Sonunda istediği gibi bir yazar olmuştur. Mesleğini çok ciddiye alarak yapar. Bazen bir konuyu iki üç yıl araştırdığı olur. Annesiyle babası Alman ve Portekizli olan Steel Avrupa�da yetişmiştir. Yabancı ülkeler ve diller her zaman yaşamında büyük rol oynamıştır. İspanyolca ve Fransızcayı kusursuzca konuşan Steel çok çekingen bir kadındır. Yaşamını saran o görünüşte ışıltılı ve ayrıntılara rağmen, kocası ve çocuklarıyla birlikte sakin bir yaşam sürmektedir. Danielle Steel yazarlığı dışında, Amerika Kütüphanecilik Birliğinin yönetim kurulu başkanlığınıda yapmıştır.1981�de üniversite öğrencileri tarafından yapılan ülke çapındaki anket sonucu Steel � Dünyanın En Etkili Kadınlarından Biri � ünvanını kazanmıştır. Steel�in yayınlanmış olan yirmi üç romanının arasında yeni satışa sunulan Zoya�yı ve yine En Çok Satan Kitaplar listelerine giren diğer eserlerini, Kaleidoscope, Fine Things (Acı Yıllar), Wanderlust (Sevgi Yolu), Secrets (Sırlar), ve Family Album (Aile Albümü) sayılabilir. ABC-TV Şirketi 1986 Şubat döneminde yine Steel�in En Çok Satan Kitaplar listesine giren Crossing (Sevmek Zamanı) adlı romanından uyarlanan başarılı bir mini dizi yayınlanmıştır. Yazar son olarak 1986� da Guinness Dünya Rekorları kitabına geçmiştir. Bunun nedeni kitaplarından en aşağı birinin The New York Times listesinde devamlı olarak 225 hafta kalmasıydı. |
Acımak / Reşat Nuri Güntekin
KİTAP ADI: Acımak
KİTABIN YAZARI Reşat Nuri GÜNTEKİN 1. KİTABIN KONUSU : Bir öğretmenin geçmişte yaşadıklarının meslek hayatına etkisi. 2. KiTABIN ÖZETİ :Zehra mektebin başmuallimidir.Yeni eğitim öğretimin bütün gereklerini yerine getirir,öğrencilerle bire bir ilgilenir;fakat öğrencilerin yaptıkları yanlışları asla affetmez.İçinde hiç acıma duygusu hissetmez.Maarif Müdürü de Zehra�nın bu özelliğinden çok muzdariptir.Çeşitli zamanlarda uyarmış olmasına rağmen hiçbir değişiklik görmemiştir. Maarif Müdürü Tevfik Hayri ile Vekil Şerif Hayri Bey Zehra�nın okulunu ziyarete giderler.Şerif Hayri Bey Zehra�ya babasının hasta olduğunu, bu nedenle İstanbul�a gidip babasını görmesini ister;fakat Zehra babasının olmadığını ,o kişinin başka birisi olabileceğini söyler. İki gün sonra Maarif Müdürü�ne bir telgraf gelir.Zehra�nın babası Mürşit Efendinin ölmek üzere olduğunu, muallimin hemen yola çıkmasını bildirir. Müdür Zehra�yı çağırtarak hemen gitmesini ister.Fakat Zehra yine karşı gelir. Müdür fazla üstelemez. Biraz sonra hazırlanmış, elinde çantasıyla Zehra gelir ve gitmeye karar verdiğini söyler. Zehra İstanbul yolunda babasının ailesine yaptıklarını annesini, ablasını ve anneannesini nasıl öldürdüğünü ve en sonunda da kendisini bir yatılı okula verip hiç arayıp sormamasını düşünür. İstanbul�a varır. Eski komşuları Vehbi Bey kendisini karşılar. Niçin daha önce gelmediğini, babasının �Zehra, Zehra� diye öldüğünü söyler. Eve vardıklarında babasının başında birkaç kadın vardır.babasını görmek istemez. Kendisine babasının eşyalarının bulunduğu sandığın anahtarı verilir. Aslında bunu hiç istemez fakat sandığı açar, içinde bir günlük vardır. Günlüğü okumaya başlar. Babasının ilk memuriyet yıllarını, annesiyle evlenmesini, anneannesinin davranışlarını okur. Zehra daha önce bildiği şeylerin hepsini tam tersi olduğunu öğrenir.Aslında bu olaylarda bütün suçlunun annesi ve anneannesi olduğunu anlar. Bundan sonra içinde bir acıma duygusu oluşur.Hemen gidip babasının ayağını öper.Birkaç gün sonra okuluna tekrar döner ve artık Zehra�nın hiçbir eksiği kalmamıştır.Acımayı öğrenmiştir. 3. KİTABIN ANA FİKRİ :İnsan kişiler hakkında araştırıp sormadan, hükümlere varıp ,onları yargılayıp, mahkum etmemelidir. 4.KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ : Zehra:Mesleğini çok seven,öğrencilere en iyiyi vermeye çalışan idealist bir öğretmendir. Tevfik Hayri:Maarif Müdürüdür.Örnek bir yöneticidir.Zehra�ya babacan bir tavırla yaklaşmaktadır. Şerif Hayri Bey:Bölgenin vekilidir. Vehbi Bey:Zehra�nın eski komşusudur.Babasının zor zamanında ona yardım etmiştir. 5. KİTAP HAKKINDA ŞAHSİ GÖRÜŞLER :Kitap akıcı bir dille kaleme alınmış sürükleyici bir eserdir.Bir insanda bulunması gereken en önemli özelliklerden birisini konu almıştır. 6.KİTABIN YAZARI HAKKINDA KISA BİLGİ : Ünlü yazarlarımızdan Reşat Nuri Güntekin 26 Kasım 1889 yılında İstanbul'da doğdu ve babası Doktor Nuri Bey'dir. Önce Çanakkale İdadisinde okuyan Güntekin daha sonra İzmir'de Fransız Frerler mektebine devam etti. Reşat Nuri, 1912 yılında İstanbul Darulfünun Edebiyat Şubesini bitirdikten sonra liselerde edebiyat, Fransızca ve felsefe okuttu. 1931 ve 1943 yılları arasında Milli Eğitim Bakanlığı müfettişi olarak Anadolu'nun çeşitli yerlerini görme fırsatı buldu. 1939 ve 1943 yılları döneminde Çanakkale milletvekilliği yaptıktan sonra 1947'de başmüfettişlik ve 1954'te Paris kültür ataşeliği (1954) yaptı. Reşat Nuri Güntekin, hikaye, roman, gezi notları, oyun, mizah yazıları ve çeşitli konularda makaleler yazdı. İlk eseri olan "Eski Ahbab" adlı hikayesi, 1917 yılında Diken dergisinde çıktı ve sonradan kitap olarak basıldı. Bir dönem Zaman gazetesine Temaşa Haftaları başlığı ile tiyatro eleştirileri yazdı çeşitli takma isimlerle (Şair, Nedim, Büyük Mecmua, İnci dergilerinde Hayreddin Rüşdi, Sermed Ferid, Mehmed Ferid) hikayeler yayınladı. Reşat Nuri'nin bazı mizah dergilerinde farklı takma isimler kullandığı da görülmüştür. Ayrıca "Harabelerin Çiçeği" adlı eserini yine zaman gazetesinde Cemil Nimet adıyla yayınladı. Cumhuriyet'in yeni kurulduğu 1923-1924 yıllarında arkadaşlarıyla birlikte Kelebek isimli haftalık bir mizah dergisi çıkardılar. Reşat Nuri Güntekin, o zamanlar kendisine büyük ün kazandıran, bugün de çok iyi bilinen ve sevilen "Çalıkuşu" adlı romanını 1922 yılında yayınladı. Bu eser TRT televizyonu tarafından dizi haline getirildi ve büyük kitlelerce seyredildi ve sevildi. Reşat Nuri'nin eserlerinde toplumsal olayların ve aşkın iç içe olduğunu görüyoruz. Kahramanları gerçek hayattan kopuk değillerdir. Kitabın kahramanının yaşadığı olayları ve duyguları, işini ve burada yaşadıklarını gözardı etmeden yazar. Romanlarını kesinlikle samimi, sürükleyici ve çok güzel bir Türkçe ile kaleme almıştır. Reşat Nuri'nin eğlendirici mizahi öyküleri de vardır. Reşat Nuri Güntekin'in oyunlarından Yaprak Dökümü'de televizyona uyarlandığından yeni nesil hariç kimsenin yabancısı olmadığı bir eserdir. Burada da aşklar, entrikalar, mutluluklar ve gözyaşlarıyla dolu hayat yaşayan bir aile anlatılmıştır. Reşat Nuri Güntekin, Batılı bazı yazarlarından romanlar, hikayeler çevirmiş, oyunlar uyarlamıştır. Akciğer kanserinden tedavi olmak için gittiği Londra'da ölmüş (Aralık, 1956) ve cenazesi İstanbul'a getirilerek, Karacahmet Mezarlığında defnedilmiştir. Romanları: Harabelerin Çiçeği (1918), Gizli El (1920), Çalıkuşu(1922), Dudaktan Kalbe (1923), Damga (1924), Akşam Güneşi (1926), Bir Kadın Düşmanı (1927), Yeşil Gece(1928), Acımak (1928), Yaprak Dökümü (1930), Kızılcık Dalları (1932), Gökyüzü (1935), Eski Hastalık (1938), Ateş Gecesi (1942), Değirmen, Miskinler Tekkesi (1946), Ripka İfşa Ediyor (1949), Kavak Yelleri (1950), Kan Davası (1955), Boyunduruk (1960), Son Sığınak (1961). Hikayeleri: Gençlik ve Güzellik (1917), Recm (1919), Roçild (1919), Eski Ahbab, Sönmüş Yıldızlar (1918), Tanrı Misafiri (1927), Leyla ile Mecnun (1928), Olağan işler (1930). Oyunları: Gönül Veya İnhidam (1916), Babur Şah'ın Seccadesi (1919), Hançer (1920), Asker Dönüşü (1921), Eski Rüya (1922), Yaprak Dökümü (1923), Kır Çiçeği (1924), Ümidin Güneşi(1924), Gazeteci Düşmanı, Şemsiye Hırsızı, Bir Köy Hocası (1928), Bir Kır Eğlencesi (1931), Felaket Karşısında, Gözdağı, Eski Borç (1931), Ümidin Mektebinde (1931), İstiklal (1933), Vergi Hırsızı (1933), Bir Yağmur Gecesi (1941), Yol Geçen Hanı (1944), Ağlayan Kız ( (1946), Eski Şarkı (1951), Hülleci (1953), Tanrı Dağı Ziyareti (1954), Balıkesir Muhasebecisi (1955), Bu Gece Başka Gece (1956). Diğer Eserleri: Anadolu Notları (2Cilt, 1936-1966), Fransız Edebiyatı Antolojisi (3 cilt, 1929-1931), Üç Asırlık Fransız Edebiyatı (3 cilt, 1932). |
Adı Aylin/Ayşe Kulin
KİTAP ADI : ADI AYLİN
KİTABIN YAZARI : Ayşe KULİN 1.KİTABIN KONUSU : Bu kitap, kökleri Giritli Deli Mustafa Naili Paşaya kadar uzanan bir ailenin kızı olan Aylin DEVRİMEL �in fırtınalı yaşamının öyküsüdür. 2.KİTABIN ÖZETİ : Lise yıllarında uzun boylu ve sıka bir kız olan Aylin zamanla güzelleşmiş ve bir gün Esma teyzesinin daveti üzerine Paris�te bir otelde buluşurlar otelde prens olduğu söylenen bir Arap�la tanışır ve bu tanışmanın sonunda prensle görkemli bir yaşantı için evlenir Prenses olur. Ancak her şey düşündüğü gibi gitmez Prens Senusi doğu kültürü ile yetiştiği için batı kültürü ile yetişen Aylin�e ters gelmekte zamanla Aylin�in özgürlüğü kısıtlanmaktaydı evliliğe başladığı gibi sakin değil büyük bir kaçışla son buldu; yaz sonunda Aylin, ablası Nilüferle Cenevre ye gider. Yaşamanın ideali olan tıp okumaya karar verir ve büyük uğraşlar vererek Neuchatel Üniversitesine kayıt yaptırır. Okulun ilk yıllarında hayatında çok büyük değişiklikler yaparak, ihtişamlı hayatından sıyrılarak sade bir öğrenci olur. Tek hedefi olan tıp fakültesini bitirmek için çok çalıştı daha sonra fizik ve kimya derslerinde yardımcı olan Jean-Pierre ile evlendi. İki öğrencinin bu evliliği zaman içinde Aylin�in dış görüntüsünde olduğu kadar iç dünyasını da değiştirecektir. Aylin Jean-Pierre ile birlikte yaşadığı günlerde tıp ilmi ile yakından tanışıp ufkunun penceresini o zamana kadar hiç bilmediği yepyeni bir dünyayı ardına kadar açacak peşinden koştuğu gerçek zenginliğin dış dünyanın görkemli vitrinlerinde değil de insanlığın iç aleminde bulunduğunu öğrenecekti. Okul sonunda Jean-Pierre Nos Alamus�taki nükleer araştırma merkezinden geri çeviremeyeceği bir teklif aldı. Aylin de New Rachel Hospital Medical Center�dan teklif aldı ; onların birbirlerine karşı olan sorumlulukları artık bitiyor müşterek hayatları bir yol ayrımına giriyordu. Ellerinde bu evlilikten altı yıllık sağlam bir dayanışma ve derin dostluk duyguları ile dopdolu gençlik anıları kaldı sadece. Aylin çok ciddiye aldığı bu işine büyük bir heyecanla başladı. New Rachel�de tanıştığı Afganistanlı genç meslektaşı Azim�in karısı 11 yaşından beri arkadaşı olan Zeynep TARZI çıktı. Aylin, Zeynep ve Azim ile gittiği Afgan sefahati kokteylinde Paswak adındaki Birleşmiş Milletlerin Afgan esiri ile tanışır. Paswak evli olmasına rağmen Aylin ile arasında duygusal bir bağ oluşmuştu. Aylin o yılı aklı beş karış havada geçirdi. Bütün vakitlerini beraber geçiriyorlardı. Paswak bu yüzden önce Wall Dame�nin Birleşmiş Milletler genel sekreterliğine daha sonra 1974 yılında Hindistan sefirliğine tayini çıkmıştı. Aylin kaderin ağlarını onlar için giderek daha çileli iplerle örmekte olduğunu nihayet görmeye başladı; ya sevdiği adamı peşinde dünyayı adım adım dolaşacak ya da mesleğini ön plana alacaktı. Tam meslek uğruna değmez derken Hastanede Psikiyatri bölümü şefliğine terfi etti. Sonunda Aylin�in sağduyusu aşkına galip geldi. Aylin gönlü yaralı bar kuşunu çok kısa bir süre oynadı sonra toparlandı ve işinin başına döndü. Arkadaşı Azim�in vasıtası ile kendi meslektaşı olan Michel RAMODİSLİ ile tanıştı. Michel�i çok etkileyici bulmadığı halde evliliğe giden ilk adımları Michel�in evinde attılar. Daha sonra Aylin bu evlilikten deliler gibi çocuk istemeye başladı. Aylin�in bu isteğine karşılık Michel dinine ve geleneklerine çok bağlı olduğunu doğacak çocuğun Yahudi kültürüne göre yetiştirilebileceğini söyledi fakat Aylin bunu bile sorun etmedi dinini değiştirmeyi göze aldı. Aylin�e göre insanları dinlerine, ırklarına ve dillerine göre ayırmak çok saçma idi ona göre insan, insan olduğu için çok değerli idi onun insan sevgisini bir din veya ırk engelleyemezdi Aylin çocuk yapma isteğinden 6 düşük yaptıktan sonra vazgeçecekti. Aylin meslektaş olduğu Michel ile her an beraberdi işyerleri bir, evleri bir kısacası bütün zamanları birlikte geçiyordu belli bir süre sonra birbirleri ile bu kadar çok birlikte olmaları Aylin�i çok sıkmıştı gün geçtikçe birbirlerinden kopuyorlardı ve bir gün Aylin kocasına haftanın belirli günlerinde birbirlerine izin vermelerini bugünlerde değişik insanlar ile çıkabileceklerini bunu sonucunda diğer insanlarda görecekleri eksiklikleri kendilerinde tanımlayıp birbirlerine ölümsüz sevgi ile bağlanacaklardı. Fakat düşünülen olmadı Aylin yurt dışında olduğu günlerden birinde Michel bir arkadaşının evinde Barbara adında bir bayanla tanıştı ve bu tanışma evliliklerinin sonunu getirdi. Aylin sıkıntılı bir zamanında vardığı karar sonucunda kocasını kaybettiği için hem üzgün hem de suçluluk duygusu içerisindeydi. Bu sıkıntı ve üzüntü uzun sürmedi her şeyi bir kenara bırakıp mesleğinde ilerledi fakat bu ilerleme bile onu tatmin etmedi. Bir süre sonra Amerikan ordusuna katılarak Körfez savaşında ruf sağlığı bozulan hastaları tedavi eden doktor olmayı düşündü bu nedenle Oklahoma�ya körfez savaşında zarar görmüş askerleri tedaviye gitti. Aylin Üniformasını ilk kez 1992�nin soğuk bir Ocak gününde giydi. 9 Kasım 1992�de ordunun fiziksel aktiviteler sınavını yüksek bir puana kazanarak başarı sertifikası aldı. Aylin ordudaki görevinde yine işine devam ediyor, hastalarına çare bulmaya çalışıyordu bir gün kendisine yeni bir hasta verildi bu kez hasta körfez savaşından sonra geldiği sivil hayata uyum sağlayamıyordu. Bunun sonucunda hiçbir suçu olmayan bir çok sivili katletmişti. Aylin bu hastası üzerinde çalışırken Amerikan ordusunun askerlerini cesaretlendirmesi için verdiği ilaçların yan etkisi sonucu hastanın bu duruma geldiğini saptadı ve bu sonucu tez bir halde askeri yetkililere bildirdi. Aylin�in verdiği bu sonucu askeri yetkililer daha önceden bildiğinden Aylin�in bu olayın üstüne gitmemesini istediler ve onu uyardılar Aylin bu sessizliği sindiremeyerek sözleşmesinin bitmesinin ardından Albay rütbesindeyken ordudan ayrıldı. Ordudan ayrılmasından sonra 19 Ocak 1995 Perşembe günü evinin bahçesinde o sabah evini temizlemeye gelen hizmetçisi tarafından kendi arabasının altında ölü bulundu. Zengin, ünlü ve saygın insanların yaşadığı mahallede yerel polis ve yerel yöneticiler mahallenin adını polisiye bir olaya karıştırmamak için dosyayı apar topar denebilecek bir hızla kapattılar teşhis ise �Freak Accident� yani Garip bir kaza idi. �... Yükseltilmiş sahnede kapağı açık maun bir tabut duruyordu uzun bir sıra oluşturan insanlar tabutta yatan albay üniformalı Amerikan subayını selamlayıp içlerinden dua veya veda ederek tabutun başından ayrılınca yanan yürekleriyle gelip salondaki koltuklarda yerlerini alıyorlardı. Herkes etrafa hakim olan ordu düzeninin saygınlığını kutsar gibi sessizce ağlıyordu ... Katafalkın üstünde dört bir yanı rengarenk çiçeklerle donanmış tabutta yatan kişi, bir askerden çok, oraya bir film çekimi için öylece uzanıvermiş bir Hollywood yıldızını andırıyordu. Bu albay üniformalı Amerikan subayı bir Türk kadınıydı. 3.KİTABIN ANA FİKRİ: Bir insanın azimle çalışınca başaramayacağı hiçbir şey yoktur. 4.KİTAPTAKİ ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ : Aylin,genç,güzel,çalışkan ve azimli bir Türk kızı.Hedeflerine ulaşmak için her türlü fedakarlığı göze alıyor. Michel,yakışıklı,dürüst aynı zamanda da Aylin�in meslaktaşıdır.Aylin ile evlenir. 5.KİTAP HAKKINDAKİ ŞAHSİ GÖRÜŞLER : Yazar,Aylin�in başarılarla dolu hayatını oldukça açık bir dille ve gayet akıcı bir üslupla anlatmıştır.Okunmaya değer bir kitaptır. 6.YAZAR HAKKINDA BİLGİ : AYŞE KULİN Arnavutköy Amerikan Kız Koleji Edebiyat bölümünü bitirdi. Çeşitli gazete ve dergilerde editör ve muhabir olarak çalıştı. Uzun yıllar televizyon, reklam ve sinema filmlerinde sahne yapımcısı, sanat yönetmeni ve senarist olarak görev yaptı. Öykülerden oluşan ilk kitabı Güneşe Dön Yüzünü 1984 yılında yayınlandı. Bu kitaptaki "Gülizar" adlı öyküyü, Kırık Bebek adı ile senaryolaştırıldı ve bu sinema filmi 1986 yılının Kültür Bakanlığı Ödülü�nü kazandı. 1986�da sahne yapımcılığını ve sanat yönetmenliğini üstlendiği Ayaşlı ve Kiracıları adlı dizideki çalışmasıyla Tiyatro Yazarları Derneği�nin En İyi Sanat Yönetmeni Ödülü�nü kazandı. 1996 yılında Münir Nureddin Selçuk�un yaşam öyküsünün anlatıldığı Bir Tatlı Huzur adlı kitabı yayınlandı. Aynı yıl, Foto Sabah Resimleri adıl öyküsü Haldun Taner Öykü Ödülü�nü, bir yıl sonra aynı adı taşıyan kitabı Sait Faik Hikâye Armağa�nı kazandı. 1997�de yayınlanan Adı Aylin adlı biyografik romanı ile, İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi tarafından yılın yazarı seçildi. 1998 yılında Geniş Zamanlar adlı öykü kitabı, 1999�da İletişim Fakültesi tarafından yılın romanı seçilmiş olan Sevdalinka ve 2000�de yine bir biyografik roman olan Füreya yayınlandı. KİTAPLARI; Güneşe Dön Yüzünü (1984) Bir Tatlı Huzur (1996) Adı; Aylin (1997) Geniş Zamanlar (1998) Sevdalinka (1999) Füreya (2000) w |
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.