Arapzadenin Kibiri |
08-04-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Arapzadenin KibiriKanuni Sultan Süleyman zamanında Arapzâde adında bir alim vardır İstanbul uleması içerisinde az çok sahip olduğu ilminden dolayı öyle bir kibire, gurura dalmıştır ki, iddiası şudur: "Evliyalar keramet gösteremezler Keramet diye birşeye ben inanmıyorum Eğer biri günah işlemediğinden dolayı keramet gösterecek olsaydı, o kerameti benim göstermem lazımdı Çünkü ben hiç günah işlemiyorum" İddiaya bakın İnsanın hiçbir günahı olmasa bile, "Ben günah işlemiyorum, ben keramet gösteremediğime göre keramet diye birşey yoktur" demesinden daha büyük günah olabilir mi? Ama farkında değil İlimden gelen gurur, kibir ve enaniyet onu böyle iddialara da götürüyor Bunun üzerine Kanuni'nin başveziri Rüstem Paşa Kanuni'ye der ki: "Sultanım, bunu İstanbul ulemasının içinden alıp Mısır'a gönderelim Mısır uleması buna haddini bildirsin" Kanuni düşünür, "Paşa, bunu Mısır'a göndeririz, ama bu defa Mısır ulemasının ta'n ü teşdidine maruz kalmayalım Sultanın etrafındaki alimler böyle mi diye bunun şahsında etrafımızdaki ulema hakkında bir su-i zan doğmasın?" Rüstem Paşa ısrar eder, "Efendim, bu adamı biz Mısır'a gönderelim Mısır ulemasıyla girdiği tartışmalarda buna haddini bildirirler, kendi makamını anlar, orada yola gelir" der ve bu Arapzâde'yi bir gemiye bindirip yanına bir de yardımcı katarak Mısır'a gönderirler Alimimiz Arapzâde gemide, "Ben alim bir insanım, buradaki yolculara yol boyunca vaz ü nasihat etmeliyim" diye bir hakimiyet kurar Kaptanla konuşur ve kaptan köşkünün yanında yüksek bir makam hazırlanmasını ister Ve gerçekten de kaptan Arapzade'ye yüksek bir makam hazırlatır Arapzâde yol boyunca, gemideki insanlara vaz ü nasihat eder Girit Adasının yakınından geçerken gemi bu adada bir mola verir ve halk "Girit Adasında bir evliya var, bu evliyayı ziyaret edelim" diyerek geminin beklemesinden istifade ederek adaya çıkıp o veli, kerameti zahir zatı ziyarete giderler Bizim Arapzâde ise keramete inanmadığı için, kalkıp halkın arasına karışıp da o zatı kendisi ziyarete gitmez, ama yolcuların da kendisini ayıplamasından korktuğu için, yardımcısına der ki: "Al şu bir altını, halkın içerisine sen de karış git, o veli olduğu iddia edilen o zatın elini öpüp şu bir altını ver Bize dua etsin de sağ salim Mısır'a ulaşalım" Yardımcısı bir altını alarak halkla birlikte o zatın ziyaretine gider Sıra buna gelince o veli zata, "Hocamız, size selam söyledi, şu bir altını da hediye gönderdi ve Mısır'a sağ salim ulaşmamız için dua etmenizi istedi" der Fakat o zat birden ciddileşir, sertleşir, elinin tersiyle altını ittiği gibi, elini de kaldırır, duayı da şöyle yapar: "Arapzâde'nin ruhuna fatiha" Bunu dinleyenler şaşırırlar Sonra dönüp gemiye gelirlar Gemi Msır'a doğru hareket eder Arapzâde yardımcısına sorar: "Ne yaptın? O zatı ziyaret ettin mi?" "Ziyaret ettim efendim" der "Nasıl oldu, ne dedi?" "Arapzâde'nin ruhuna fatiha, dedi efendim" "Ben öyle dua istemedim ki Bizim Mısır'a sağ salim ulaşmamız için dua etmesini istedim" "Efendim ben de öyle dedim de, Arapzâde'nin ruhuna fatiha, dedi" Arapzâde güler ve der ki: "Neden öyle oldu biliyor musun? Herkes fazla altın vermiştir Senin verdiğin bir altını kafi bulmamıştır, ona kızmıştır Onun için bize beddua etmiştir Mühim değil, bunlar para adamıdır Keramet falan halkın uydurmasıdır" Kendisi yine kaptan köşkünün yanındaki makamından vaazına devam eder Deniz yüzü sakin, güzel bir güneş, çok tatlı bir hava vardır Arapzâde de Nuh Tufanını haber veren ayetlerin tefsirini yapmaktadır: "Aynen bugün gibi gökyüzünde çok güzel bir güneş vardı Birden gökyüzünde mendil gibi bir bulut peydah oluverdi" der demez bir de bakarlar gökyüzünde mendil gibi bir bulut peydah oluvermiş Ve Arapzâde anlatmaya devam eder: "İşte o mendil büyüklüğündeki bulut gittikçe genişledi, gittikçe çoğaldı, derken gökyüzünü kapladı O bulut gökyüzünü kaplayıp güneşi kaybederken bir fırtına çıktı ki" derken denizde aynı fırtına başlar "Müthiş de bir yağmur başladı" derken aynı yağmur gökten bardaktan boşanırcasına yağmaya başlar Bu sırada tabi konuşma biter, ortalık kararır Duman, sis içerisinde gemi bir sağa bir sola sallanır, gökten yağan yağmurlar, geminin içerisini doldurur Yana yatmalar, içeriye alınan dalgalar derken gemi de Tufan gemisi gibi olur Kimsenin kimseden haberi yoktur; feryad figan edenler, denize dökülmemek için oraya buraya tutunanlar derken bu tufan uzun müddet devam eder Sonra yağmur hafifler, fırtına diner, bulutlar çekilir ve güneş görünmeye başlar Bayılmış olanlar, kendinden geçen insanlar yavaş yavaş gözlerini açmaya başlarlar Gemi yine sakin sakin yoluna devam etmeye başlar Herkes sağma soluna bakar, birbirlerini kontrol ederler Bakarlar, kimsede birşey yok, herkes ıslanmış, perişan olmuş, korkmuş, ama herkes tutunduğu yerde durmaktadır Bir de bakarlar ki, kaptan köşkünün yanında kendine bir yer yaptıran, oradan yolculara hitap eden Arapzade yok Hem de köşküyle beraber yok Fırtına Arapzade'yi alıp götürmüştür ve Mısır'a ulaştırmamıştır Yardımcısı ise durur ve elini açar: "Ey yolcular," der, "Girit adasındaki o veli zat ne demişti? 'Arapzade'nin ruhuna Fatiha' demişti, değil mi? Ben de şimdi size aynı şeyi söylüyorum Kaldırın ellerinizi, Arapzade'nin ruhuna el-Fatiha" der ve herkes orada Arapzade'nin ruhuna bir fatiha okur Giritli o zatın duası, böylece kabul olmuştur Evliyanın kerametini inkar eden Arapzade de böylece kerameti inkar etmenin cezasını görmüştür Kibirli, gururlu olmanın ne demek olduğunu da bu olayla tarihe yazdırmıştır |
|