Sinâ Denen Belâ |
08-02-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Sinâ Denen BelâSina Çölü kelimenin tam mânâsı ile belâdır Yer sarıdır, gök sarı Güneş tepsi kadar iri, hava toz yüklüdür Kum dağları biteviye yer değiştirir ve klavuzlar dönektir Sonra çölün tek vahası yoktur Molalar ayrı derttir Sıcak kum vücudu kuşatır ama, kumun az altı yılan, çiyan kaynar Kunduralardan akrepler çıkar Kaypak zemin yorucudur Dahası toplar, çadırlar, hasırlar Yerinden kıpırdamayan ağırlıklar İşte askerin tâkâtını zorladığı anlardan birinde Yavuz Selim atından atlar, yürümeye başlar Eh sultanın yürüdüğü yerde, hayvanına binmek kimin haddine? Bu işe mana veremeyen vezirler önceleri susmayı dener, yutkunup dururlar Yavuz'a tek kelime söyleyemezler ama, güçleri Hasan Can'a yeter Fırsatını bulup çevirirler: - "Yetti gayri!" derler, "Astırırsanız astırın, kestirirseniz kestirin! Ama itirazımız var!" - "Neye?" - "Askeri yürütmenize!" Hasan Can mânâlı mânâlı güler Önce boynu bükük, gözleri yarı kapalı yürüyen sultanı gösterir, sonra vezirlerin kulağına eğilir: - "Efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem yaya olarak yol gösteriyor" der, eğer yakışır diyorsanız, binelim atlarımıza" İnanın imdad-ı İlahi ortadadır Nitekim hiç olmadık şeyler olur Orduya kara kara bulutlar gölge yapar, sahraya görülmedik yağmurlar yağar Bu çölü 13 günde geçen ikinci bir ordu yoktur Anlaşılan o ki, halifelik İslam'ın zinde gücüne bahş olmaktadır: Türk'e! |
|