Estetik Duyarlılık Ve Müslüman Hayatı |
08-01-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Estetik Duyarlılık Ve Müslüman HayatıESTETİK DUYARLILIK VE MÜSLÜMAN HAYATI Halil Akgün İslâm, hayatın bütününe güzelleştirilmesi gereken bir alan olarak bakar Nasıl ibadetler estetik bir şekle sahip ise, aynı şekilde gündelik hayatın kendisi de güzellik ve ahenk kavramları etrafında şekillenmek zorundadır Nasıl bir caminin mimarisi, ışık düzeni, iç süslemeleri kıldığımız namaza bambaşka bir boyut katıyorsa, aynı ruh halinin caminin dışına adım attığımız zaman da devam etmesi beklenir Bu yüzden geleneksel İslâm şehirlerinin sadece camileri yahut şadırvanları değil, sokakları, bahçeleri, çarşıları, hastaneleri, eğitim kurumları da güzeldi Hayatın bir bütün olarak kavranması ve yaşanması, İslâm’ın en temel öğretileri arasında yer alır Dini sadece ibadethaneye ve bireysel duygulara indirgeyen modern dünya görüşünün tersine, İslâm kendini kuşatıcı bir dünya görüşü ve hayat biçimi olarak takdim eder Bu yüzden Kur’an-ı Kerim’de ve Hz Peygamber’in sünnetinde, evrenin yaradılışından gündelik hayatın en olağan hadiselerine kadar her konuya temas edilmiştir Bundan maksat, bir tarafta yaradılışın anlamını açıklamak, öte tarafta bunu somut örneklerle ortaya koymaktır İslâm medeniyetinin ve sanatlarının evrensel niteliği, İslâm’ın bu kuşatıcı ve bütüncül dünya görüşünün bir ürünü olarak ortaya çıkmıştır Estetik, Sanat ve Hayat İslâm’ın kuşatıcı ve bütüncül bakış açısının en önemli neticesi, estetik duyarlılık ve gündelik hayat arasındaki bütünlük ilişkisidir Çok yalın bir şekilde ifade edecek olursak, estetik duyarlılık güzel olan her şeye karşı gösterilen hassasiyettir Bu anlamda estetik duyarlılık tabiattaki yaradılış harikalarını görmek anlamına gelebileceği gibi, insanoğlunun el emeğinin ürünü olan sanat eserlerinin takdir edilmesini de ifade eder Estetik duyarlılığın sistematik bir şekilde ortaya konmuş şekline ise sanat diyoruz Sanatın tanımlayıcı özelliklerinden biri, eşyanın özündeki güzelliği yakalamak ve ortaya çıkarmaktır Aynı şekilde Yüce Yaratıcı'nın isimlerinden olan es-Sâni' (ki sanat ve sanatkârlık ile ilgili bütün kelimelerin de kaynağını oluşturur), yapıp-eden, ortaya çıkartan, şekil veren anlamlarına sahiptir Bu anlamda sanat eyleminin kökeninde, Cenab-ı Hakk'ın evreni yaratırken eşsiz bir şekilde sergilediği sanatkârlık sıfatı vardır İslâm açısından bakıldığında sanat ile ilâhi hakikat arasındaki bu ilişki öylesine derindir ki, O'nun eseri olan her şey asli bir güzelliğe sahiptir Bu yüzden sadece evrendeki mahlukat değil, bize mesaj olarak gönderilen Kur'an da, örnek olarak gönderilen Peygamber AS da birer güzellik abidesidir Estetik duyarlılığın, dinin tam merkezinde yer aldığını göstermek için sadece Kur'an'ın diline yahut Hz Peygamber'in ahlâkına bakmak yeterlidir İslâm, bu prensipleri genel-geçer kurallar olarak koymakla yetinmemiş, müslüman hayatının aynı zamanda estetik bir çerçeveye yerleştirilmesine özen göstermiştir İbadet yerlerinin temiz ve sade tutulması, ibadetten önce temizlenilmesi, namaz esnasında huşu ve sükûnetin muhafaza edilmesi, kılık-kıyafette itidalin gözetilmesi, Kur'an’ın ve ezanın güzel ve ahenkli bir şekilde okunması ve daha pek çok uygulama, müslüman hayatının nasıl bir estetik temele sahip olduğunun sadece ilk akla gelen misalleridir Yüce Allah ile irtibata geçmenin en somut biçimini temsil eden ibadetler, ancak belli bir estetik çerçeve içerisinde, yani kelimenin en derin manasıyla güzel bir şekilde yapıldığı zaman gerçek manasına kavuşur Bu şekilde yapılan bir ibadetin ruhumuz üzerinde dönüştürücü bir etkiye sahip olmaması mümkün değildir Bunun arkasında çok önemli metafizik bir ilke yatar Bu oluş-bozuluş aleminde bizzat tecrübe ettiğimiz bütün güzelliklerin kaynağı, mutlak güzel olan Yaratıcı Sanatkâr'dır Evrende iyilik ve güzellik adına müşahede ettiğimiz her şey, Yüce Mevlâ'nın “cemâl (güzellik)” sıfatlarının tecellisinden ibarettir Öte yandan, insanın fitrî bir özellik olarak güzel olan her şeye meyil duyması, Yüce Yaratıcı'nın bize bağışladığı en büyük nimetlerdendir Bu yüzden ilâhi güzelliği ve estetiği yansıtan her şey, O'na açılan bir kapıdır ve İslâm medeniyeti içinde hususi bir yere sahiptir Güzel olan ile ilâhi olan arasındaki ilişkiyi, Hz Peygamber AS'ın şahsında bizzat gören müslümanlar, asırlar boyunca insanlık tarihinin en muhteşem sanat eserlerine imza atmışlar, ibadet ettikleri camiden yaşadıkları evlere; yürüdükleri sokaklardan, üzerine yazı yazdıkları kağıda kadar hayatın her zerresini ilmek ilmek ve renk renk bezemişlerdir Bu anlamda Hz Peygamber AS Efendimizin “Allah güzeldir, güzel olanı sever” hadisi, İslâm estetiğinin ve sanatının hem en temel kaidesi, hem de en veciz ifadesidir Sanatın Yabancılaşması ve Sanat Zenaat Ayrımı İslâm, hayatın bütününe güzelleştirilmesi gereken bir alan olarak bakar Nasıl ibadetler estetik bir forma sahip ise, aynı şekilde gündelik hayatın kendisi de güzellik ve ahenk kavramları etrafında şekillenmek zorundadır Nasıl bir caminin mimarisi, ışık düzeni, iç süslemeleri kıldığımız namaza bambaşka bir boyut katıyorsa, aynı ruh halinin caminin dışına adım attığımız zaman da devam etmesi beklenir Bu yüzden geleneksel İslâm şehirlerinin sadece camileri yahut şadırvanları değil, sokakları, bahçeleri, çarşıları, hastaneleri, eğitim kurumları da güzeldi Bir çok İslâm şehrinin, bir cami yahut kutsal mekân etrafında halka halka kurulmuş ve gelişmiş olması, bu ilkenin en somut örneklerinden biridir İslâm, müslüman bireylerin ruh bütünlüğünü garanti altına almayı hedeflediğinden, hayatımızın her alanının estetik bir incelik ve zerafete sahip olması büyük öneme sahiptir Bu yüzden, İslâm medeniyetinde sanat ve estetik duyarlılık hayatın her alanını kuşatır Halıdan kaşığa, kapı oymasından kitap cildine, ebrudan ev mimarisine kadar İslâm medeniyetinin şaheseri olan sanat ürünlerinin, gündelik hayatın içinde çok somut bir yeri vardır Bu sanat ürünleri, insanı ve doğal çevrenin güzelleşmesini hedefler ve böylece İslâm’ın hedeflediği akıl ve ruh bütünlüğüne zemin hazırlar Bu yüzden, Batı'nın tersine İslâm medeniyetinde sanatlar, ilâhi kaynaktan, hayattan ve toplumdan soyutlanmamış; bilakis ona estetik istikamet kazandıran önemli bir mektep olmuştur Sanat ile hayat arasındaki bu yakın ilişkinin en önemli neticelerinden birisi, bizim geleneğimizde sanat-zenaat ayrımının ortaya çıkmamış olmasıdır Bugün genellikle sanat deyince resim, heykeltraşlık, mimari gibi belli sanat türleri kastedilir Bunun karşısına ise, el sanatları yahut zenaat denen işleme, oymacılık, halı dokuma, kumaş boyama gibi uğraşılar konur Bu ayrımın bize Batı dünyasından tercüme edildiği açık Zira zenaat kelimesi dahi sanat (yahut Arapça’daki kullanımıyla “sına'at”) kelimesinin bozulmus halidir Batı sanat tarihinde “güzel sanatlar (fine arts)” ve “küçük sanatlar (minor arts)” şeklinde yapılan ayrımın, İslâm sanatı açısından hiç bir anlamı yoktur Sanat ile zenaat arasında yapılan ayrım, sanatın modern dönemde yaşadığı yabancılaşmanın ve yozlaşmanın bir ürünüdür Bugün Batı'da sanat, kendisine ancak müzelerde rastladığımız bir şeydir Sanatçının kisisel egosunu yansıtan modern sanat ürünleri, ilâhi kaynağa ve topluma yabancılaşmıştır Varlığı metafizik alemden koparan modern sanat, ilham kaynağı olarak sanatçının bireysel hislerine, ihtiraslarına yahut eğilimlerine döner Bu sebeple, ortaya çıkan ürün her zaman son derece bireyseldir Hatta sanatçının kişiliğinin, eserine çıplak bir şekilde yansıması bir başarı kabul edilir Bu, sanatı hayatın bütünü içinde yer edinmiş bir uğraş olmaktan çıkartır ve sanatçının kişisel dünyasına hapseder Modern Batı sanatının en meşhur eserlerinin dahi ancak çok küçük bir azınlığa hitap ediyor olması, şüphesiz bu yabancılaşmanın kaçınılmaz bir neticesidir Bu sanat anlayışının tamamen karşısında yer alan İslâm medeniyeti açısından baktığımızda, önemli olan sanatçının kişisel egosunun öne cıkması değil, evrensel ilkelerle olan bütünleşmesidir İslâm sanatkârlarının ve eserlerinin hayatla olan irtibat ve bütünlüğü de buradan gelir Bu yüzden İslâm sanat tarihinde hattan müziğe, ebrudan ciltçiliğe kadar her alanda anonim eserler çok önemli bir yer tutar Bu sanat ürünlerinin asli fonksiyonu, sanatçının kişisel hissiyatını yansıtmak değil, insanlara ilâhi ve evrensel güzelliğin sürekliliğini hatırlatmaktır Modern bir sanat eserine bakan kişi, sanatçının kişisel dünyasına davet edilirken, İslâm sanat ürünlerine bakan bir kişi, kendi içine dönerek ruhundaki güzelliği aramaya yönlendirilir Bu manada nasıl Mimar Sinan'in Selimiye'si -şüphesiz daha üst duzeyde- sanatın kapsamına giriyorsa, aynı şekilde Kütahya'da dokunan bir kilim de sanat kavramının kapsamı içindedir Geleneksel İslâm medeniyeti, kaşıktan kilime, kapıdan camiye kadar hayatın her alanının güzel nesnelerle bezendiği bir dünya kurmayı başardı Bugün ise içinde yaşadığımız modern dünya öylesine çirkin bir görünüm arzediyor ki, güzel bir şeyler görebilmek için sergilere, müzelere gidiyoruz Geleneksel sanatları yok ettikten sonra müzeleri icad eden ve gündelik hayatın parçası olan sanat ürünlerini camların arkasına koyan modern toplum, estetik ve güzelliğin bir lüks değil bir ihtiyaç olduğunu kavramaktan henüz çok uzak Bunun insan ruhu üzerindeki yıkıcı etkisini görmek için kâhin olmaya gerek yok Buna mukabil İslâm, sanat ile hayatın bütünlüğü ilkesinde ısrar eder Bu açıdan baktığımızda, müslümanın hayatı bir sanat eseri gibi olmak durumundadır Estetik duyarlılığın hayatın her alanına yayılması, karşımıza bambaşka bir hayat tarzı ve lezzeti çıkaracaktır Alnımızı secdeye koyduğumuz yerden yemek yediğimiz yere, üzerinde oturduğumuz sedirden çalıştığımız mekâna kadar her alanın estetik bir incelik ile düzenlenmesi, ruh bütünlüğümüz açısından hayati bir öneme sahiptir Böyle bir çabanın, Yüce Allah'ın sevgisine mazhar olmak anlamına geleceğini, Hz Peygamber AS Efendimiz ne güzel söylüyor: “Allah güzeldir, güzeli sever” |
|