Ananın Rüyası Şehit Annesinin Duyguları |
07-11-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Ananın Rüyası Şehit Annesinin DuygularıAnanın Rüyası Şehit Annesinin Duyguları - Bekir Sepet Siyah bir gölün kenarında sisler içinde hayretle göle bakıyordum Ne kadar kara bir göl ne kadar kasvetli bir göl diye Birden gölün kenarında birinin dikeldiğini gördüm Elinde olta vardı, balık tutuyordu Yüzünü bana döndüğünde içim yandı yüreğim eridi bu oğlum Hasan’dı o siyah gölde balık tutuyordu Heyecanlandım bir anda kalbim yerinden çıkacak gibi çarpmaya başladı yüzü o kadar güzeldi ki sanki nur yayılıyordu etrafa ışık saçılıyordu Oğlum elindeki oltayı göle doğru fırlattı ve birden çekmeye başladı Ben yerimde donup kalmıştım “oğlumun burada ne işi vardı ben burada ne yapıyordum” sonra oltayı çekti Hasanım büyük bembeyaz bir yunus balığı tutmuştu Balığı sudan çıkarınca koştum yanına ikimizde hayret içinde balığa bakıyorduk, ben “Hey Rabbim bu simsiyah suyun içinde bu balık böyle bembeyaz nasıl büyüdü” dedim Oğluma dönüp “Oğlum hemen bunu geri atalım ölmesin yazık dedim” oğlum “Ama anne bunu ben tuttum, bu benim nasibim” dedi Her ne dediysem bir türlü o bembeyaz yunusu geri göle attıramadım Derken ansızın gölün kenarındaki sazların ve otların içinden o simsiyah kapkara suyun içinden dev bir yılan çıktı Birden oğlumu yanımdan kaptı o iri kalın gövdesini dolayıp oğluma gölün siyah sularının içine doğru çekmeye başladı Yavrum çırpınıyordu bağırıyordu “Anne! Anne!” diye Ben saçlarımı yoluyordum feryat içinde, saçlarım yumak yumak ellerimde kalırken, yılan gölün ortasına doğru çekiyordu canımı, kanımı, ömrümü, geleceğimi, geçmişimi Elimden hiç bir şey gelmiyordu Yırtıyordum üstümdekileri “hiç kimse yok mu?” Diye, bağırıyordum Yaşadığım acıyı artık kaldıramayacaktım ki, birden ortalık aydınlandı Eşim yanımda bağırıyordu “Emine! Emine! Kendine gel! Emine ne oldu sana?” diye Konuşamıyor ve hıçkırıklar içinde “Oğlum! Oğlum!” diye nefes alamaz bir vaziyette anlatmaya çalışıyordum eşime O da “Uyandın artık Rüyaydı gördüklerin canım, rüyaydı” diye beni sakinleştirmeye çalışsa da ben evladımı kaybetmenin acısından hala titriyor ve konuşamıyor nefes alamıyordum Beş on dakika sonra hıçkırıklar içinde bağıra bağıra ağlamaya başladım tekrar İçime attığım boğazıma tıkılan bu duyguyu atmak için dakikalarca ağladım Eşim yanımda elinde bir bardak su ile benim yüzüme bakıyor ve ne gördüğümü anlatmamı bekliyordu Gördüğüm rüyayı ona da anlattım O da etkilenmiş ama baba olmanın cesurluğu ile bana “Hanım alt tarafı rüya, niye bu kadar saldın kendini? Oğlumuzun gelmesine şurada kaldı 2 ay Bak 16 ay geçti gitti Sen 16 aydır bir gün bile uyumadın Tabi vücut kaldırmıyor Sakin ol Sen komando anasısın, sen yiğidimin anasısın Onun gibi senin de güçlü olman gerekiyor Sağ salim gelir inşallah şurada iki ay kaldı Hadi sakinleş ve uyu, yarın evin önündeki tarlayı çapalayacağız erken kalkmamız lazım” dedi Ben hala rüyanın etkisinden çıkamamış bir vaziyette koydum başımı yastığa, içim hatta bütün iç organlarım en çok ta kalbim acıyordu Gözüme uyku girmiyordu Hiç istemeden aklıma “Kesin oğluma bir şey oldu” diyordum Bedenim hiç istemeden titriyor ve hıçkırmamı engelleyemiyordum Tan yeri ağarana kadar içimdeki acıyla yatakta bir o yana bir bu yana döndüm durdum Ortalık ağarmaya başladığında kalktım yerimden hiç uyumamıştım zaten Hemen mutfağa gidip içimdeki acıyla ocağa çay koydum Sonra bizim bey kalktı Kalkar kalkmaz da “Hanım yapsaydın ya şöyle bir tarhana da içseydik ya, çay koymuşsun” dedi Bende “olur bey tarhana da yaparım yanına, çayı üstüne içeriz” dedim Sonra tarhana karıştırdım küçük tencerede ikimize Sofraya oturduk benim yüzümde ve yüreğimde bir acı, canım hiçbir şey istemiyordu Oğlumu, Hasan’ımı düşünüyordum Kaç gündür telefonda açmamıştı “Ana bazen telefonlar bozuluyor üç, beş, bazen on gün arayamıyoruz Hemen telaşlanma bir sen misin asker anası” diye bana yalan söylüyordu dağa gittikleri vakit Biliyorum kesin dağa operasyona gitmişlerdi ve o yüzden arayamıyordu oğlum Ben başım önümde elimdeki yufkayı ufaladığımdan haberim yoktu Birden bizim adam “Hanım yeter artık! Hadi çorbanı iç Seslenmeyeyim diyorum ama, yeter artık! Yufka bırakmadın durmadan ufalıyorsun elinle, aklın askerlikte Allaha emanet hanım Bir bizim yavrumuz değil, binlerce ananın kuzusu var orada Hepsi Allaha emanet” dedi, biraz azarlı bir ses tonuyla Fakat ben öyle davranmak istemiyordum, ama içimdeki acıyı engelleyemiyordum Dedim “Bey sen ye, ben namazı kılıp Yasin okuyayım biraz” diye kalktım sofradan Yasin okudum tüm askerlerimize, şehitlerimize, gazilerimize Dualar ettim Yaradanımıza “Allah’ım herkesin evladını sevdiklerine bağışla” diye Sonra tarlaya indik beyle Çapalamaya başladık toprağı Sıcak çökmeye başladı yavaş yavaş Aklım hep oğlumdaydı “Bir telefon çalsa, bir sesini duysam rahatlayacağım” diyordum Ali güneşten solmuş yıpranmış kasketini başından çıkarıp anlının terini sildi ve “Oho! saat 9:00 geliyor, bir çay içerlim artık hanım” dediği anda Asfalttan bizim evin toprak yoluna bir minübüs döndü Evin önüne geldi durdu Baktım asker arabası Bizim bey askerleri görünce onların yanına doğru koşmaya başladı İçimden bir şeyler koptu Çapa elimden düştü, dizlerimin bağı çözüldü, kan vücudumdan çekilmeye başladı Bağırdım ardından “Ali dur! Ali gitme! Ali söyle inmesinler arabadan! Ali söyle gitsinler! Alim dur! Konuşma onlara! Alim demesinler! Alim sussunlar demesinler! Hasanım öldü demesinler Alim! Alim ocağıma ateş düşürmesinler! Alim gitme! Alim!” diye düştüm toprağa Gözlerim örümceklenmeye başladı Kısık bir sesle “Hasanım, yavrum, kuzum, annem” diye sayıklıyordum Askerler ve Ali koşarak tarlaya yanıma geldiler Kollarımdan tutup beni bir ağacın gölgesine oturttular Ali bükülmüş belini doğrultup askerlerin yüzüne baktı Askerlerin gözlerinde yaş vardı Ali birden acı bir çığlık atıp dizlerinin üstüne çöktü yumruklarını öyle sert bağrına vuruyordu ki sanki bir kararıp bir aydınlanan dünyama şimşek çakıyordu Askerler hiç bir şey söylemiyor komutanları gözlerini siliyor, askerler Aliyi sakinleştirmeye çalışıyorlardı Ben ağaca yaslanmış “Hala yalvarıyordum Deme komutan! Deme komutan! Oğlun öldü deme! Yavrum vuruldu deme! Onu şehit verdik deme! Kölen olayım deme Yavrum öldü deme!” diye yalvarıyordum Komutan ağlamaklı bir ses tonuyla gözlerini sildi ve tok sesiyle “ Emine Anne! Oğlunuz Şehitlik şerbeti içmiş ve şehitlik mertebesine ulaşmıştır!” diye, söyleyiverdi gözyaşları içinde Sonra diz çöküp elime sarıldı öpmek için Uyanmalıydım, uyanmalıydım bağırdım “Alim beni uyandır, Alim uyandır beni” dünya kararmış bütün iç organlarım sökülüyor kalbim yerinde paramparça olmuş gözlerim kan dolmuştu “Alim uyandır beni! Dayanamıyorum Alim! Allahım uyandır beni! Uyandır!” diye yalvarıyordum Bu rüya olmalı ve ben uyanmalıyım Daha yavruma sarılmadım Daha onu koklamadım Daha gözlerine bakıp öpemedim Bu rüya olmalı Yavrumu kahpeler benden almamalı Diye feryat ederken, dünya yavaş yavaş görünmeye aydınlanmaya başladı Tarladaydım ağacın altındaydım Fakat elime biri sarılmış ağlıyordu Bu asker Hasanımdı Bağırdım “Hasanım! Oğlum! Geldin mi? Diye Asker başını bana kaldırdığında onun yüzüne baktığımda dünyam bir kere daha başıma göçtü Rüya değildi komutan elime sarılmış ağlıyordu Birden bir karanlık geldi… Gözlerimi açtığımda ev ağzına kadar hısım akrabayla doluydu Başımda kalabalık uğultu halinde bana sesleniyorlardı “Başın sağ olsun! Hüküm Allahın! Takdiri İlahi!” Herkes bir şeyler söylüyorlardı Ama herkesin yüzü bulanıktı ve ben hala inanmak istemiyor bu rüyadan uyanmak istiyordum Sonra Ali geldi yanıma sarıldı bana, ağlıyordu Dedim “ Alim hadi beni uyandır! Hadi bana rüya de! Hadi alim gitsin bu kalabalık! Hadi Alim söyle gitsinler! Alim Hasanımın iki ayı kaldı de! Hasanım gelecek de Alim! Diye yalvarıyordum Ama Ali hala bana sarılmış ağlıyordu Sonra Ali “Hanım yavrumuz, aslanımız, oğlumuz, Hasanımız geliyor Şimdi yolda yarın burada olacakmış Yarın cuma namazını beraber kılacağız” Rüya değildi, Hasanımı benden almışlardı Yüreğimi parçalamışlar yerinden sökmüşlerdi, yavrumu yüzüne bakmaya öpmeye kıyamadığım canımı koparmışlardı benden Artık şehitti oğlum, artık o beyaz yunusu bırakmıştı bana Siyah simsiyah bir gölün suyuna bir yılan çekmişti onu almıştı benden yavrumu Kalabalıklar geldi doldu taştı evimiz tanıdık tanımadık yüzlerce yüz vardı çevremde, hiç biri Hasanımın yüzü değildi Göz pınarlarım kurumuş gözlerimden yaş gelmiyordu Kısık bir sesle nefesle karışık sadece “oğlum” diye sayıklıyordum O gün, gün değildi benim için O gün ne güneş doğmuş nede batmıştı Yıllar asırlar vardı sanki Cuma sabahına Başımda duran hemşire en son bir şeyler söyledi bana, anlamadım Fakat daha sonra derin bir uykuya daldım Ertesi gün gözlerimi yavaş yavaş açtım Yerimden kalkamıyordum Başımda bir hemşire yüzüme bakıyordu Artık bir kez daha anlamıştım Bu rüya bitmeyecekti ve gerçekti Duvarda asılı Hasanımın resmi ilişti gözüme Artık dünyanın yaşamanın hiçbir anlamı yoktu Seslendim “Kaldırın beni, dışarı çıkarın kapının önüne Oğlum gelecek yatarken görmesin” dedim Beni kapının önüne çıkardılar Biraz bekledim kalabalık birden uğultuyla seslenmeye başladı Bir hareketlilik oldu Kalabalıkları yararak tekbir sesleri içinde al bayrağa sarılı yiğidim, yavrum belirdi Ağlamıyordum ağlayamıyordum Köyde hiç bu kadar kalabalık görmemiştim Yer gök sanki insanla doluydu Hasanım derdi “ Ana bak bir düğün edeceğim, bırak bizim köyü ilçede bile insan kalmayacak yıkılacak bu köy anam, hele bir döneyim de gör” demişti “Gördüm oğul, gördüm Köy yıkılacak sanki kalabalıktan, senin gelişini karşılıyorlar oğul Valiler kaymaklar, devlet büyükleri, komutanlar, asker arkadaşların gelmiş senin düğününe oğul” diye, bağırdım kalabalığa Binlerce insan hep bir ağızdan oğlumun ismini bağırıyorlardı “Hasanlar ölmez, vatan bölünmez, Şehitler ölmez vatan bölünmez” yer gök çınlıyordu Birden yaşlı bedenim titredi kelime-i şehadet getirip ayağa kalktım “Kimse kolumdan tutmasın” dedim Oğluma hasretle, aşkla, yavrumun al bayraklı tabutuna sarıldım “Yıkamayacaklar oğul bizi Alamayacaklar bölemeyecekler oğul toprağımızı” diye, seslendim şehidime Yalvardım “Ne olur açın yüzünü Bir kere, son kere göreyim yavrumu” Tabutunu odasına koydular yavrumun “sadece yüzünü açalım hemen bakın, kapatalım” dediler, ve al bayrağı alıp üzerinden tabutunun açtılar kapağını Beyaz kefeni yüzünden aldıklarında kara gölün kenarındaki gibi, tuttuğu yunus gibi nur yüzüyle gözleri kapalı tebessüm ediyordu yavrum Yavrum sanki mutluydu Sanki bana “ağlama anam” diyordu Gözlerimden evlat acısıyla akan yaşların oğlumun, yavrumun kapalı gözlerine düştüğünü gördüm Gözlerimden gözlerine düşen yaşlar kirpiklerinden yanaklarına doğru akarken öpmeye doyamadığım soğuk yüzünü her öptüğümde “bu son” diyordum Birden aklım üstüme geldi, ben ağladıkça ağlıyordu yavrum Gözlerimden gözlerine akıyordu göz yaşlarım Sonra komutan kolumdan tuttu “Yeter annem, şehidimizi daha fazla üzme” dedi Doğruldum, dimdik dikeldim Nur yüzlü şehidimin karnımda taşıdığım yavrumun, ömrümün, canımın yüzünü yavaş yavaş kapatırken görevliler Düşünüyordum ve oğlumun acısını dindirecek sadece bir kelime geliyordu aklıma Hüküm Allah’ındı Hakim olan bir tek o, yer ve gök onun İstediğini alır istediğini verir Benim aklımda dilimde, oğlumun boşluğunu dolduracak, onun yerine koyabileceğim, teselliyi bulabileceğim, içimdeki yangını söndürebileceğim, bir tek kelime kalmıştı “VATAN SAĞOLSUN” Şehidimin cenaze namazına başlanacağı vakit koştum hemen al bayrağı tutan askerimizin elinden alıp bayrağı sımsıkı tuttum “Sen geç evladım, bayrağımızı şehidimin bayrağını tutmak, anası olarak benim hakkım” dedim Yıkılmadım, ağlamadım tek evladımı verdim ve “VATAN SAĞOLSUN” dedim Şehidimi toprağa vermiştik Her gün gidip kabrini ziyaret ediyordum ama kafama bir şey takılmıştı bir türlü silemiyordum Allah cc Herkesin evladını korusun kimsenin burnu kanamasın, sağ salim hepsi yuvasına dönsün Ama neden lüks semtlerden hiç şehit cenazesi kalkmaz da, hep köylerden, ilçelerden, taşra şehirlerden, kenar mahallelerden kalkar bu şehitler, bir türlü cevabını bulamadım Sonra dedim ki Takdiri- İlahi herhalde “Her nefis ölümü tadacaktır” HŞerif Fakat bir türkü dolanır arada dilime, “KARA ÇADIR İS Mİ TUTAR” … 16,032009 Bekir Sepet |
|