Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Eğitim - Öğretim - Dersler - Genel Bilgiler > Eğitim & Öğretim > Edebiyat / Dil Bilgisi

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
deyimler

SŞ Deyimler

Eski 06-21-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

SŞ Deyimler



"S-Ş" harfleriyle başlayan deyimler


S


Saat bu saat: Ele geçen fırsatı kullanmanın tam zamanı, en iyi, en elverişli an bu andır


Saati saatine uymamak: Bir kimsenin durumu, huyu sık sık değişir olmak"Ona güvenemem, çünkü saati saatine uymaz"


Sabaha çıkamamak: Sabahtan önce ölmek, sabaha kadar yaşayamamak"Hastanın durumu ağır, sabaha çıkacağını sanmıyorum"


Sabahı etmek (veya bulmak): Sabahlamak, bir sebeple sabaha kadar uyumamak, bir konu ile uğraşmak"Köye varmamız sabahı bulacak"


Sabahın köründe: Çok erken, ortalık henüz ağarmadan, sabahın en erken vaktinde"Sabahın köründen beri yoldayız"


Sabır taşı: Çok sabırlı kimse, türlü sıkıntılara katlanan"Ben sabır taşı mıyım?"


Sabrı taşmak: Katlanamaz, dayanamaz, sabredemez olmak; tahammül gücü kalmamak"Sabrımı taşırmadan çekip gidin buradan"


Saç ağartmak: Bir işte uzun zaman çalışıp emek vermiş olmak


Saçı bitmedik (yetim): Doğalı çok olmamış, henüz yeni doğmuş çocuk (yetim)"Bu parada, saçı bitmedik yetimlerin de hakkı vardır"


Saçına ak düşmek: Yaşlanmak, ihtiyarlamaya başlamak"Bizim de saçımıza ak düştü"


Saçına başına bakmadan: İlerlemiş yaşına yakışmayacak biçimde davranan kimseler için kullanılır


Saçını başını yolmak: 1 Birini çok fazla dövüp hırpalamak 2 Çok üzülmek, üzüntüsünden dövünmek"Sinirinden saçını başını yolmaya başladı"


Saçını süpürge etmek: (Kadın) çok büyük istekle çalışıp hizmet etmek, özveri ile birileri uğrana çalışmak"Sizi okutabilmek için saçımı süpürge ettim"


Saç saça baş başa: (Kadınlar) kıyasıya kavgaya tutuşmak, birbirlerini hırpalayarak kapışıp dövüşmek


Saç sakal birbirlerine kırışmak: Üstü başı perişan, uzun süre saç ve sakal tıraşı olmamış, kendine çeki düzen vermemiş olmak"Onu, saç sakal birbirine karışmış görünce bayağı canım sıkıldı"


Safra bastırmak: Açlığını yatıştırmak için az miktarda yemek yemek


Sağa sola bakmamak: Ortalığı kollamak, çevresi ile ilgilenmemek"Sağa sola bakmadan yürüyordu"


Sağ gözünü sol gözünden sakınmak: Çok kıskanmak, üzerine titremek


Sağır sultan bile duydu: İşitmedik kimse kalmadı, hemen herkes işitti, duymayan kalmadı"Haklarında çıkan dedikoduyu sağır sultan bile duydu ama siz duymadınız öyle mi?"


Sağı solu (belli) olmamak: Bir durum karşısında nasıl davranacağı, ne tavır takınacağı belli olmamak"Dikkatli olun, onun sağı solu belli olmaz"


Sağlam kazığa bağlamak: Bir işin aksamadan yürümesini sağlayacak önlemleri alarak güvenilir bir duruma koymak


Sağlam ayakkabı değil: Doğruluğuna, namusluluğuna güvenilmez; kişiliği kuşku veren"O mu? Hiç de sağlam ayakkabı değil"


Sağlık olsun: "Bir zarara uğradık ama önemli değil, üzülmeye değmez, canımız sağ olsun, kapatırız" anlamında kullanılır


Sağmal inek: Kendisinden durmadan çıkar sağlanan, sömürülen, istismar edilen kimse


Sahip çıkmak: 1 Birini ilgilenip korumak 2 Bir şeyin kendisine ait olduğunu söylemek"Şu kimsesize sahip çıkalım"


Sakalı ele vermek: Başkasının sözünden çıkmayacak bir duruma düşmek, birinin idaresine girmek


Sakız gibi yapışmak: Peşini bırakmamak, ayrılmamak, istediğini yaptırmaya çalışmak"Sakız gibi yapıştı yakama, bırakmıyor ki gideyim!"


Salkım saçak: Dağınık, düzensiz bir durumda; parçası bir yana ayrılmış


Sallantıda kalmak: Bir çözüme bağlanamamak, nasıl olacağı bilinmeden öylece kalmak"İşler sallantıda kaldı; bu, bizi biraz düşündürüyor"


Saltanat sürmek: 1 Bolluk, verimlilik içinde yaşamak 2 Hükümdarlık etmek"Üzülme, saltanatı çok sürmeyecek"


Saman altından su yürütmek: Hiç kimseye sezdirmeden iş çevirmek, ortalığı birbirine karıştırmak"Saman altından su yürütenleri hiç sevmem"


Saman gibi: Tatsız, yavan


Sapı silik: Serseri, başı boş, kişiliksiz


Sarı çizmeli Mehmet Ağa: Kim olduğu, nerede oturduğu bilinmeyen kimse


Sarmaş dolaş olmak: Birbirine sarılıp kucaklaşmak, birbirini iyice kucaklamak"Anne oğul sarmaş dolaş oldular meydanda"


Sarpa sarmak: Bir iş, çözülmesi çok güç bir durum almak; zorluklar belirmek"İşler iyice sarpa sardı, nasıl kurtulacağız bundan"


Satıp savmak: Eldeki malı veya eşyaları yok pahasına satmak, ucuza satıp tüketmek"Ne varsa satıp savacak, öyle gelecek"


Sayıp dökmek: Ne var ne yok hepsini söylemek, arka arkaya sıralamak"Ne sözler sayıp döktü ama kimse anlamadı"


Sebil etmek: Bolca vermek, dağıtmak


Sedyelik olmak: Ayakta duramayacak hâle gelmek"Adam bir vuruşta sedyelik oldu"


Seferber olmak: Bir işe eldeki tüm imkânları kullanarak girişmek"Yanan evi söndürmek için herkes seferber oldu"


Selâmı sabahı kesmek: Dostluğu, arkadaşlığı, ahbaplığı kesmek, her türlü ilişkiye son vermek; selâmına bile karşılık vermemek"Onunla selâmı sabahı kesmişsin diyorlar, doğru mu?"


Selâm verip borçlu çıkmak: Küçük bir ilgi göstermek karşılığında hemen kendisine bir iş yüklenilmek


Senet vermek: 1 Yazılı, imzalı belge vermek 2 "Bu işin böyle olduğuna inanmanı istiyorum" anlamında kullanılır


Sen giderken ben geliyordum: "Ben bu oyunları senden daha iyi bilirim, ben daha tecrübeliyim, beni aldatamazsın" anlamında kullanılır


Seninki (tatlı) can da benim ki (elinki) patlıcan mı?: "Senin canın kıymetli de benimki kıymetli değil mi?" anlamında kullanılır


Senli benli olmak: Çok samimi, içten, teklifsiz biçimde olmak"O kadar senli benli olma yabancılarla"


Sen sağ ben selâmet: İş sonuçlandı, artık yapacak bir şey kalmadı"Nihayet bütün mallar satıldı, bundan sonra sen sağ ben selâmet"


Sepet havası çalmak: Birini işten çıkarmak, yol vermek, yanından uzaklaştırmak"Demek bize de sepet havası çalacakmış, görürüz bakalım!"


Sere serpe: Rahatça, sıkışık olmayarak, açılıp saçılarak, çekinmeden, serbestçe"Yolda sere serpe yürürken korkunç bir ses duydum"


Sermayeyi kediye yüklemek: Parasını yiyip bitirmek, işini ve parasını kaybetmek, batırmak"Desene sermayeyi kediye yüklemişsin sen!"


Ser verip sır vermemek: Dürüst, güvenilir, ağzı sıkı olmak; ne kadar zorlanırsa zorlansın kimseye sırrını söylememek"Bu ordunun ser verip sır vermeyen yiğitlere ihtiyacı vardır"


Ses çıkarmamak: 1 İtiraz etmemek, hoş görerek karşı çıkmamak 2 Hiç konuşmamak, susmak"Kendisine söylenen o kötü sözlere nasıl ses çıkarmadı şaşıyorum"


Sesini kesmek: 1 Söylemekte iken susmak, bir şey söylemez olmak 2 Bir kişiyi söylerken susturmak, artık söyletmemek"Şunun sesini kesin, yoksa çıldıracağım!"


Ses seda çıkmamak: 1 Hiçbir tepki görülmemek 2 Haber çıkmamak"Ses seda çıkmadı hiçbir komşudan"


Ses vermemek: 1 Herhangi bir sesi çıkarmamak 2 Bir çağrıya kulak vermemek"Adam evdeydi ama hiç ses vermedi"


Seyirci kalmak: Bir olay karşısında hiç tepki göstermemek, işe karışmamak"Öğrencilerin birbirine girmesine polis seyirci kalamazdı"


Sıcağı sıcağına: Hemen, olayın üzerinden fazla zaman geçmeden, unutulmadan"Sıcağı sıcağına gidip onları barıştırmayı düşündü"


Sıcak kanlı: Sevimli, cana yakın, sempatik"Ne kadar sıcak kanlı bir çocuk"


Sıcak yüz göstermek: Yakınlık göstererek karşılamak"Biraz sıcak yüz gösterseydin günaha mı girerdin?"


Sıdkı sıyrılmak: Birinden soğumuş olmak, tiksinmek"Bir kez sıdkım sıyrıldı o adamdan"


Sıfıra sıfır, elde var sıfır: "Hiçbir şey elde edemedik, bütün çalışmalar boşa gitti" anlamında kullanılır


Sıfırı tüketmek: 1 Elinde avucunda bir şey kalmamak, malı ve parayı bitirmek 2 Gücü kalmamak"Bu kadar düşüncesiz davranmasaydı sıfırı tüketmezdi"


Sık boğaz etmek: Bir şey yaptırmak için birini zorlamak, baskı altına almak"Tamam yapacağız, sık boğaz edip durmayın"


Sıkı durmak: Güçlü, dayanıklı olmak; güçlü görünerek dikkatli bulunmak"Sıkı dur, şut çekeceğim"


Sıkı fıkı: Çok samimi, birbirine çok bağlı, içten ve teklifsiz"Onlar kadar sıkı fıkı insan görmedim"


Sıkıntı basmak: Çok daralmak, sıkılmak, can sıkıntısı duymak, ruhen boşlukta olmak"Otobüste beni bir sıkıntı bastı, dokunsalar patlayacaktım hani!"


Sıkıntı çekmek: 1 Zorluk, darlık ya da yoksulluk içinde yaşamak 2 Ruhen tedirginlik duymak"Hiç sıkıntı çekmedim desem yalan olur"


Sıkıntıya gelememek: Kendini dara düşürücü işlere dayanıklı olamamak, bu işleri yapma yeteneği bulunmamak


Sıkı tutmak: Önem vermek"İşleri sıkı tutmazsan böyle olur işte"


Sır küpü: Çok şey bilen, çok şey bildiği hâlde kimseye söylemeyen


Sır olmak: Aklın eremeyeceği biçimde ortadan kaybolmak


Sırra kadem basmak: Bir kimse ortalıktan yok olmak"Sırra kadem bastı adam!"


Sırım gibi: İnce yapılı olmasına mukabil güçlü, dayanıklı"Sırım gibi delikanlı olmuş"


Sırtı kaşınmak: Söz ve davranışları ile dayak yemeyi hak etmiş bulunmak


Sırtından geçinmek: Asalak yaşamak, birinin kesesinden sağlamak"Yeter artık onun bunun sırtından geçindiğin, biraz da sen çalış çabala!"


Sırtını dayamak: 1 Güçlü bir yere veya birine güvenmek 2 Bir yere dayanmak ya da yaslanmak"Sırtını babasına dayamış atıp tutuyor, her dilediğini yapıyor"


Sırtını yere getirmek: 1 Üstün gelmek 2 Güreşte rakibi sırt üstü yere yatırarak yenmek"Onun sırtını kimse kolay kolay yere getiremez"


Sıygaya çekmek: Sorgulamak, yapıp ettiklerinin hesabını sormak


Sil baştan: Yapılan işi beğenmeyerek yeniden yapmak


Silip süpürmek: 1 Ortada ne varsa hepsini yemek 2 Hepsini alıp götürmek, yok etmek 3 Ortalığı temizlemek"Evi çarçabuk silip süpürdüm"


Sinek avlamak: Satış yapamamak, iş ve müşteri olmadığından boş oturmak, iş yapamaz olmak"Sabahtan beri sinek avlayıp duruyoruz"


Sinekten yağ çıkarmak: Hemen her şeyden, olmayacak şeyden bile çıkar sağlamaya çalışmak; yarar ummak"Öyle açıkgözdü ki sinekten bile yağ çıkarırdı"


Sineye çekmek: Bir zarara, hoş olmayan bir duruma, bir kötü söz veya davranışa ister istemez katlanmak"Uzun yıllar kocasının geçimsizliğini, kabalığını sineye çekti; durdu"


Sinirleri alt üst olmak: Haddinden fazla sinirlenmek; ne yapacağını şaşırmak, bilememek


Sinirleri boşanmak: Kendini tutamayarak gülmek, ağlamak ya da bağırmak


Sinirleri yatışmak: Öfkesi veya kızgınlığı geçmek, sakinleşmek"Çok şükür öfkesi yatıştı, şimdi konuşabilirsiniz"


Sinirlerini bozmak: Kızdırmak, öfkelendirmek


Sinirleri gergin olmak: En ufak bir olay çıktığı anda tepki gösterecek kadar sinirleri bozuk olmak"Sinirleri çok gergin, üstüne varmayın"


Sipsivri kalmak: Tek başına, çaresiz ortada kalmak"Sipsivri kalakalmıştım, ne yapacağımı bilmiyordum"


Sivri akıllı: Kimsenin aklını beğenmeyen, düşünceleri kimseninkine benzemeyen, acayip fikirleri olan"Hangi sivri akıllıya uydunuz da böyle yaptınız!"


Soğuk almak: Üşüyüp hastalanmak"Soğuk almışım, öksürüp duruyorum"


Soğuk duş etkisi yapmak: Ansızın bildirilen tatsız bir haber karşısında olumsuz bir tepki göstermek


Soğuk kanlı: Serin kanlı, kolayca kızmayan, heyecana kapılmayan, telâş etmeyen"Helâl olsun, ne soğuk kanlı davrandı"


Soğuk nevale: Sevimsiz, söz ve davranışları sıcak olmayan, insanlardan uzak duran kimse


Sokağa düşmek: 1 Bir şey çoğalıp değerini yitirmek 2 Kötü yola sapmak"Kimsesiz olduğu için itilip kakıldı, sonunda sokağa düştü zavallı"


Sokak süpürgesi: Evinde oturmayıp çok gezen, sürtük kadın


Solda sıfır: "Hiçbir değeri ve önemi yok" anlamında kullanılır"Senin yaptığın iş benimkinin yanında solda sıfır kalır"


Soluğu kesilmek: Nefes alamaz olmak, gücü tükenmek"Bu yokuş soluğumuzu keseceğe benziyor"


Soluk aldırmamak: Çok sıkı çalıştırmak, dinlenmesine fırsat vermemek


Soluk soluğa: Zor nefes alarak; heyecan, telâş, yorgunluk veya bitkinlikle; koşmaktan güçlükle, sık sık soluyarak"Soluk soluğa içeri girdi"


Son kozunu oynamak: Elindeki son imkânı kullanmak, son çareye başvurmak


Sonradan görme: Sonradan zenginleşerek gösteriş, kibarlık, övünme gibi davranışlarda bulunan"Sonradan görme ne olacak!"


Sorguya çekmek: Bir kimseye yaptıklarından ötürü sorular sormak ve cevaplarını istemek"Mahkûmu hemen sorguya çekmişler"


Soyup soğana çevirmek: 1 Her şeyini, varını yoğunu elinden almak 2 (Hırsız) bir yeri ya da kişiyi iyice soymak"Dükkânı soyup soğana çevirmişler"


Sökün etmek: Bir şey çıkagelmek, art arda gelmek, birbiri ardından görünmek"Göçmen kuşlar ufuktan sökün ettiler"


Söz açmak: Bir konu hakkında konuşmaya başlamak"Toplantıda felsefeden söz açtı"


Söz almak: 1 Konuşmaya başlamak için toplantı başkanından izin almak, öyle konuşmaya başlamak 2 Birinin bir iş yapacağını kesin olarak bildirmesini sağlamak 3 Erkek tarafı, istenilen kızın verileceğine dair ailesinden olumlu cevap almak"Toplantıda ilk olarak Ayşe söz almak istedi"


Söz altında kalmamak: Bir kimsenin kendisini inciten sözüne benzer şekilde cevap vermek"Benim söz altında kalacağımı sanıyordu"


Söz ayağa düşmek: Bir konu, herkesin ağzına dökülmek, sorumsuz ve yetkisiz kimselerin düşünce bildirdikleri duruma gelmek


Söz bir Allah bir: "Verdiğim sözü yerine getireceğim, ondan dönmeyeceğim; Cenab-ı Hakk`ın bir olduğunda şüphe yoktur; ona nasıl inanıyorsam, verdiğim sözün doğruluğuna da inanın" anlamında kullanılır


Söz birliği etmek: Bir olayla ilgili olarak aynı şeyleri söylemek üzere anlaşmak, aynı görüşte olmak"Onunla söz birliği mi ettiniz?"


Söz çıkmak: 1 Ortalıkta bir rivayet dolaşmak 2 Hakkında dedikodu yapılır olmak"Bir daha görüşmek istemiyorum, hakkımızda söz çıkacak diye korkuyorum"


Sözde kalmak: Yapılması kararlaştırılmış bir iş gerçekleşmemek"Sözde kalacaksa konuşmamızın bir anlamı yok"


Söz dinlemek: Verilen bir öğüdü, bir sözü tutmak, davranışlarını buna uydurmak"Sözümü dinleseydin başına bunlar gelmezdi!"


Söz geçirmek: Dediğini yaptırmak"Oğluna söz geçirdin mi ki bana karışıyorsun?"


Söz gelmek: Bir davranışından veya sözünden ötürü eleştiriye uğramak, kötülenmek, yakınları kendisine darılmak


Söz götürmez: Gerçekliği, doğruluğu kesin ve açık olan; tersi savunulamayan"Söz götürmez işler bunlar"


Söz (laf) işitmek: Paylanmak, azarlanmak, biri kendisine darılmak"Durup dururken babamdan söz işittik yine"


Söz kaldırmamak: Onu inciten, onuruna dokunan söze dayanamayıp karşılık verir olmak"Bu sözleri kaldırmamı beklemiyordun her hâlde?"


Söz kesmek: Evlenmek için anlaşıp kesin karar vermek"Söz kesildi, iki ay sonra düğün olacak"


Söz sahibi olmak: Herhangi bir konuda konuşmaya yetkisi bulunmak"Bu şirketin alım ve satımında söz sahibi olmadığımı da kim söylemiş?"


Sözü ağzında bırakmak: Söylemekte olduğu şeyi bitirmesine fırsat vermemek, engel olmak


Sözü bağlamak: Konuştuklarını bir sonuca vardırmak, konuşmayı sonuçlandırmak"Sözü bağlamasına az bir zaman kalmıştı ki bir gürültü koptu"


Sözü çiğnemek: Söyleyeceklerini açık ve kesin ortaya koyamamak, istediğini söyleyememek


Sözü (bir şeye) getirmek: Konuşurken asıl üzerinde durmak istediği meseleye üstü kapalı değinmek, bu konunun üzerinde konuşulmasını sağlamak"Söylesene açıkça, sözü nereye getirmek istiyorsun?"


Sözü kesmek: 1 Söyleyeceklerini bitirmeden susmak 2 Başkasının konuşmasına engel olmak"Bir anda sözünü kesip kürsüden indi"


Sözüm meclisten dışarı: "Konuşmam arasında hoşunuza gitmeyecek, kaba olabilecek, ağza alınması doğru olmayan sözler kullanacağım ancak bunların sizinle ilgisi yoktur" anlamında kullanılır


Sözüm ona: "Güya, sanki, sözde" anlamlarında kullanılır


Sözünde durmak: Verdiği sözün gereğini yerine getirmek"Demek sözünde duracaksın, iyi"


Sözünden çıkmamak: Birinin isteklerine, öğütlerine kulak vermek, o ne derse onu yapmak


Sözüne gelmek: En sonunda karşı çıktığı kimsenin fikrini kabul etmek"Demek sözüme geldin, o hâlde gidelim"


Sözünü balla kestim: "Sözünüzü kesmemi hoş görün; özür dilerim, sözünüzü kesmek zorunda kaldım" anlamında kullanılır


Sözünü esirgememek: Ne düşünüyorsa söylemek, kimseden çekinmemek, karşısındakini kıracağım diye kaygılanmamak"Ondan sözümü esirgeyecek değilim, tamam mı?"


Sözünü geri almak: Söylemiş olduğu sözün doğru olmadığını kabul ederek söylenmemiş sayılmasını istemek"Sözünü geri al, yoksa karışmam!"


Sözünün eri olmak: Verdiği sözü ne pahasına olursa olsun yerine getiren bir kişi olmak"Ona güvenin, o sözünün eri olan birisidir"


Sözünü tutmak: 1 Verdiği sözü yerine getirmek 2 Birinin verdiği öğüde uymak"Babanın sözünü tut, zararlı çıkmazsın"


Sözünü yabana atmamak: Bir kimsenin söylediklerine önem vermek"Öğretmenin sözünü yabana atma sakın"


Sucuk gibi ıslanmak: Baştan aşağı, elbisesinin ve vücudunun her yanına su değmek"Hortumu üstüme tutup beni sucuk gibi ısladı"


Sudan cevap: Üstünkörü, tutar yanı olmayan, baştan savma cevap"Ne sordumsa sudan cevaplar aldım"


Sudan ucuz: Çok ucuz, âdeta bedava gibi"Sizin orda elbiseler sudan ucuzmuş öyle mi?"


Su dökünmek: Yıkanmak"Buz gibi havada bile su dökünmekten kaçınmaz"


Su gibi akmak: 1 Zamanın çok hızlı geçip gitmesi 2 Bol bol gelmek ya da gitmek (para, yiyecek vs)"Para su gibi akıyor, o harcamayacak da ben mi harcayacağım?"


Su gibi bilmek: Çok iyi, yanlışsız bilmek veya okumak"Senin konunu da su gibi biliyorum"


Su gibi ezberlemek: Çok iyi, yanlışsız ve takılmadan söyleyebilecek ölçüde ezberlemek


Su gibi gitmek: Bol bol harcamak"Paralar su gibi gitti"


Su götürmez: Kesin, başka bir yoruma açık olmayan"Şu anlattıkları su götürmez gibi geliyor bana"


Su götürür olmak: Çeşitli yorumlara elverişli olmak


Su içinde kalmak: Çok terleyip sırılsıklam olacak biçimde ıslanmak


Su katılmamış: Saf, katıksız, bozulmamış, başka bir etkiyle değişmemiş olan, hilesiz


Su koyvermek: 1 Sebze ve et pişerken suyunu salıvermek 2 Cıvıtmak, sözünde durmamak"Su koyvermeden çalışamaz mısın sen?"


Sululuk etmek: Cıvıklık etmek, taşkın hareketlerde bulunmak, ciddi davranmamak"Sululuk etmeyi bırak da çalışmaya bak"


Surat asmak: Kaşlarını çatıp yüzüne küskün ve dargın bir anlam vermek


Surat bir karış: Öfkeli, kızgın, üzüntülü ve somurtkan"Yanına vardığımızda suratı bir karıştı"


Suratını ekşitmek: Hoşnutsuzluğunu yüz ifadesiyle belli etmek"Bütün gün suratını ekşitip durdu"


Sus payı: Bir kimseye bildiklerini söylememesi karşılığında verilen para, susmalık


Suya götürüp susuz getirmek: Birinden çok kurnaz olmak, onu aldatabilecek kadar akıllı ve kabiliyetli olmak


Suya sabuna dokunmamak: Sakıncalı konulardan uzak durmak, davranışlarıyla birilerini incitmeyecek yol tutmak"Başına gelen son belâdan sonra suya sabuna dokunmamaya karar verdi"


Suyu bulandırmak: İyi, olumlu, yolunda giden bir işi art niyetle karıştırmak"Sen de suyu bulandırmasan olmaz değil mi?"


Suyu kaynamak: İş başından uzaklaştırılması zamanı yakın olmak"Sen de suyu kaynayanlar arasında yer alıyorsun"


Suyu mu çıktı?: "Beğenilmeyecek nesi var, ne kusurunu gördün ki orada kalmıyorsun?" anlamında kullanılır


Suyun başı: 1 Suyun çıktığı yer, kaynak 2 En çok yarar sağlanacak yer 3 Bir iş için en önemli, iş en son kendisinde bitecek kişi, mevkii"Yorgun bedenlerini suyun başındaki çimenlerin üstüne bıraktılar"


Suyunca gitmek: Bir kimseyi öfkelendirmeyecek biçimde hareket edip davranışlarını onun isteğine, eğilimlerine uydurmak"Aman kızım kocanın suyunca git de sana zarar vermesin"


Suyu nereden geliyor?: "Bu işi yürütmek için harcanan para hangi kaynaktan sağlanıyor" anlamında kullanılır


Suyunu çekmek: 1 Yemek çok kaynayıp hiç suyu kalmamak 2 Bir şeye özellikle de para harcanıp tükenmek"Paralar suyunu çekti, ağanın da forsu bitti"


Suyunun suyu: Çok uzaktan ilgisi bulunan şey


Su yüzü görmemiş: Hiç yıkanmamış, çok kirli"Günlerce hapiste kaldım, su yüzü görmedim hiç"


Su yüzüne çıkmak: Belli olmak, aydınlanmak"Bu işin asıl sebepleri su yüzüne çıkacak, sen de gününü göreceksin"


Süklüm püklüm: Korkup çekinerek, ezilip büzülerek, utanıp sıkılarak"Süklüm püklüm yanımıza yaklaştı


Sükûtla geçiştirmek: Asıl mesele üzerinde bir şey konuşmamak, sessizce atlamak


Sünger çekmek: Unutmak, silmek, hiçbir şey olmamış saymak"Sen o işin üzerine bir sünger çek hele"


Süngüsü düşük: Eski atılganlığı, neşesi, canlılığı, etkinliği kalmamış"Bir hayli süngüsü düşük çıktı müdürün yanından"


Sürüncemede kalmak: Gecikmek, bir türlü sonuçlanamamak, askıda kalmak"Bizim iş sakın sürüncemede kalmasın çocuklar!"


Sürüden ayrılmak: Herkesin tuttuğu yolu bırakıp ayrı bir yol takip etmek"Sürüden ayrılanı her zaman kurt kapar mı?"


Süt dökmüş kedi gibi: Bir kabahat işleyip de bu kabahatinden dolayı utanan, korkan, çekinen kimsenin durumunu anlatmak için kullanılır


Süt kuzusu: 1 Henüz meme emen kuzu 2 Çok küçük bebek, yavru, korunması gereken küçük çocuk 3 Çok nazlı, el bebek gül bebek büyütülmüş kimse"Daha süt kuzusu o, nasıl kıyılıp da vurulur ona?"


Süt liman olmak: Dingin, gürültüsüz, sakin olmak"Ortalık bir anda süt liman olmuştu"


Sütü bozuk: Mayası bozuk, kötü soydan gelen ve ahlâksızlık eden kimse"Senin gibi sütü bozuklara selâm verilir mi?"


Ş


Şad olmak: Sevinmek, mutlu olmak"Seni gördük, şad olduk"


Şafak atmak: Aniden önemli bir durumla karşı karşıya kaldığını anlamak, bu sebeple tedirgin olmak"Onu yanımdan kovunca bende şafak attı"


Şafak sökmek: Güneşin doğmaya başlamasıyla gece karınlığının yavaş yavaş kaybolup ortalık aydınlanmaya başlamak"Şafak sökmeye başlayınca yola çıkmaya karar verdiler"


Şaha kalkmak: 1 Atın ön ayaklarını yerden kesip arka ayakları üstünde yerde durması 2 Coşmak, kükremek, baş kaldırmak"Azgın at şaha kalkarak binicisini sırtından yere attı"


Şaka gibi gelmek: Bir türlü inanamamak"Bütün olup bitenler şaka gibi geliyordu onlara"


Şaka götürmemek: 1 Şakadan hoşlanmamak 2 Bir iş ya da durum dikkatsizliğe, önemsenmemeye gelmemek"Bu iş şaka götürmez beyler, dikkat edin!"


Şaka kaldırmak: Kendisine yapılan şakalara katlanmak, dayanmak


Şaka maka (derken): "Ciddiye almıyor, ağırlığını duymuyor, gerektiği gibi önemsemiyorduk ama sonunda gerçekten önem vermemiz gerektiği ortaya çıktı" anlamında kullanılır


Şakası yok: 1 Tehlikeli 2 (O) hatır gönül tanımaz, gerekeni yapar, ciddi bakar olaya"Şakası yok bu adamın, hemen buradan gidelim"


Şakaya getirmek: 1 Oldukça önemli, ciddi bir şeyi açıktan söylemeyip şaka yollu söylemek 2 Önemli bir meseleyi şaka yaparak geçiştirmek"İşi şakaya getirip unutturmaya kalkma emi!"


Şakaya vurmak: Ciddî bir söz ve davranışı şaka yoluyla geçiştirmek


Şamar oğlanı: Herkesin hıncını aldığı, dövdüğü, çattığı, söylendiği kimse"Yeter artık, şamar oğlanı olmaktan kurtar kendini!"


Şamata koparmak: Gürültü, patırtı yapmak


Şapa oturmak: Güç bir duruma düşmek, çıkmaza girmek"Şimdi şapa oturduk işte, yardım alacak kimse de yok ortalıkta"


Şart koşmak: Bir işin yapılmasını önceden bir şarta bağlamak"Para almadan, vermeyeceğini şart koş ona"


Şeref vermek: Onurlandırmak, yapıp ettikleriyle övünç kaynağı olmak


Şerefini korumak: Onurunu, kişiliğini gözetmek


Şeşi beş görmek: Yanlış görmek, görüşünde aldanmak"Şeşi beş gördüm her hâlde"


Şeyhin kerameti kendinden menkul: Çok büyük işler yaptığını belirtiyor ama bunu doğrulayacak ne kanıt ne de kimse var ortalıkta


Şeytana uymak: Dinin emirleri dışına çıkmak, haram olan işlere bulaşmak, doğru yoldan ayrılmak"Şeytana uyup da tekrar kumara başlayacak diye korkuyorum"


Şeytan diyor ki!: "İçimden şu kötü işi yap, doğru yoldan ayrıl eğilimi geçip duruyor" anlamında kullanılır"Şeytan diyor ki git şunu bir güzel döv"


Şeytan dürtmek: Durup dururken uygunsuz, kötü bir davranışta bulunmak"Güzel güzel oynarken arkadaşına vurup kaçtı, şeytan dürttü her hâlde"


Şeytan görsün yüzünü: "Onunla hiç görüşmek, bir arada bulunmak istemiyorum" anlamında kullanılır


Şeytanın art bacağı: Çok afacan ve yaramaz (çocuk)


Şeytanın ayağını kırmak: 1 Aksiliği, uğursuzluğu yenmek 2 Herhangi bir sebepten ötürü yapamadığı bir şey yapmak"Haydi, şu şeytanın bacağını kır da bize gel"


Şeytan kulağına kurşun: İyi bir durumdan, işten gidişten söz ederken "Aman nazar değmesin, Allah kötülerin şerrinden korusun, şeytandan uzak bulundursun" anlamında kullanılır


Şeytanın yattığı yeri bilmek: Çok kurnaz ve açıkgöz olmak; bilinmesi, hatırlanması güç şeyleri bilmek; pek çok şeyden haberdar olmak"O ne tilkidir bilemezsin, şeytanın yattığı yeri bile bilir"


Şıp diye geçmek: Ansızın, birdenbire geçmek


Şifayı bulmak (veya kapmak): Hastalanmak"Burnum akıyor, yine şifayı kapacağız desene"


Şimdiden tezi yok: Hemen, hiç durmadan, hiç vakit kaybetmeden"Şimdiden tezi yok, ne yapılacaksa yapılmalıdır"


Şimşekleri üzerine çekmek: Söz ve davranışlarıyla çevresindekileri kızdırmak; rahatsız etmek; sert eleştirilerine, saldırılarına hedef ve neden olmak"Boşu boşuna şimşekleri üzerine çektin"


Şirazesinden çıkmak: Bozulmak, çığırından çıkmak, düzenini yitirmek


Şom ağızlı: Hemen her olayı kötüye yoran, kötü şeyler olacağını söyleyen, ileri sürdüğü ihtimallerin gerçekleşmesinden korkulan kimse"Milleti korkutup durma, kapa şu şom ağzını da rahatlayalım"


Şöyle bir: Üstünkörü, gelişigüzel, üzerinde durmayarak"Şöyle bir baktım vitrindeki elbiselere"


Şöyle böyle: 1 Ne iyi ne kötü, orta derecede 2 Hemen hemen, aşağı yukarı, yaklaşık olarak"Şöyle böyle üç yıl oldu onunla görüşemedik"


Şundan bundan: Belli belirsiz, önemsiz şeyler"Eh işte, şundan bundan konuşup durduk"


Şunu bunu bilmemek: İtiraz dinlememek, mazeret kabul etmemek, bahane istememek"Şunu bunu bilmem, yarın akşam sizi bekliyoruz"


Şunun şurası: Küçümseme, azımsama, yakın bir yer belirtmek istendiğinde kullanılır"Şunun şurası on adımlık yer, gelmeyecek misin?"


Şüphe kurdu: Kişinin içini kemiren, onu tedirgin eden kuşku"Onu arkadaşlarıyla birlikte gönderdim ama yine de içimi bir şüphe kurdu kemirip duruyor"

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.