Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Nesil Bilinçlendirme Kampı - Gizli Tehlikeler & Tehditler > Nesil Bilinçlendirme Kampı > Tarih Musahabeleri

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
askeri, imparatorluğu, memlûkarda, osmanlı, teşkilat

Osmanlı İmparatorluğu ve Memlûkarda Askeri teşkilat

Eski 04-15-2009   #1
KRDNZ
Varsayılan

Osmanlı İmparatorluğu ve Memlûkarda Askeri teşkilat



Osmanlı'da Askeri Teşkilatlanma ve Kapukulu Askerleri Padişahlar öteden beri Osmanlı İmparatorluğu Ordusu nun Başkomutanlık önemli görevini yapmışlardır
Kanuni Sultan Süleyman Han Hazretlerinin Saltanatı zamanına gelinceye kadar "vezir-i evvel" adıyla anılan Sadrazam sivil işlerde Padişah tarafından kendisine bağışlanan salt vekaleti taşıdığı gibi, eskiden askeri kuvvetlerin de amiri idi Böylece savaşta "Serdar-ı Ekrem" adı ile Padişah ordusunun başına geçerek savaş alanına doğru gitmek karariyle sefere çıkardı
Deniz işlerine bakmak konusu Kaptan Paşa'ya verilmişti ve O da seferde Padişah donanması komutanlığını üzerine alırdı
Padişah ordusu aslında kapıkulu ve eyaletler askeri adları ile başlıca İki bölüme ayrılmıştı Deniz kuvvetleri son bir ikinci bölümdü Bu bölümlerin her biri de müteaddit ocaklardan oluşurdu
Özel bir ad ile anılan veya özel bir görevle çalıştırılan muvazzaf askerlerin tümüne "Ocak" denir, ocağın da en büyük subayına "Ocak Ağası" adı verilirdi
Padişah Sarayının (Enderunun) iç hizmetleri de ocaklara bölünmüştü Bu uçaklar arasında da askeri sınıflardan say ilebilenler de bulunurdu
"Bostancı Başı" adındaki bir kişinin komutasında olarak Padişah saray ve bahçelerinin korunmasına ve daha sonralan Boğaziçi'nin de disiplini İşleriyle görevlendirilen bostancılar, "Müteferrika Ağası" adı verilen bir kişinin yönetimine verilirdi Asillerden ve büyük kişilerin çocuklarından oluşan ve sürekli olarak silah altında tutulan ve Padişahın sefere gitmesi halinde beraberinde hizmet alan "Muteferrikalar"ı da, Padişah Sarayının (Enderunun("Asker Ocakları" arasında sayılabilir Hazine, kiler ve seferli adlarında üç koğuştan oluşan "Enderun okula" da önceleri Osmanlı Ordusunun Harp Okulu yerine geçerdi Her koğuşun öğretim süresi birkaç yıldan oluşurdu
Askeri sınıfların ocak ağalarına "Dış ağalan" ya da "Birun ağaları" ve Padişah Enderun ocakları ağalarına da "Enderun ağalan" yada "İç ağaları" denir; tüm olarak subaylara da "Ağa" adı verilirdi

__________________

Garbın âfâkını sarmışsa çelik zırhlı duvar
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imânı boğar,
'Medeniyyet!' dediğin tek dişi kalmış canavar?




Ey ŞaiR! Bana Yağmurdan bahsetme, yağdır
Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Osmanlı İmparatorluğu ve Memlûkarda Askeri teşkilat

Eski 04-15-2009   #2
KRDNZ
Varsayılan

Cevap : Osmanlı İmparatorluğu ve Memlûkarda Askeri teşkilat



KAPIKULU ASKERLERİ
Kapıkulu diye adlandırılan askeri sınıf bugünkü askeri terimimizce Hassa askerlerinden oluşur, devletten "Ulufe" adı ile ve gündelik hesabiyle maaştan başka tayinat da alırdı Daha önceleri yalnız İstanbul'da kışlada yaşarken, sonraları Sınır boylarında bazı kalelerle Önemli mevkilerin korunmasıyla görevlendirilerek, taşraya da yerleştirildiler
Bunlar aslında piyade ve süvari olmak üzere başlıca iki sınıftan oluşurdu
Kapıkulu Piyadesi
Bu piyade askerleri aşağıdaki 7 ocaktan Kurulu idi :
Yeniçeriler
Acemioğlanları
Cebeciler
Topçular
Top arabacıları
Humbaracılar
Sakalar
Yeniçeri Ocağı
Yaya beyler, bölükler, sekbanlar denilen üç bolümden meydana gelirdi Yaya beyler birden yüzbire kadar 101 ortadan, bölüklüler birden altmış bire kadar 61 ortadan, sekbanlar da 34 ortadan kurulu idiler
Yaya beylere cemaat, bölüklere ağa bölükleri yada sadece bölük, sekbanlara da yanlış terimle seymenlerde denirdi
Kuruluş tarihine göre birbirlerine önceliği bulunan bölümler bazı farklı üstünlükler elde etmişlerdi
Yeniçeriler yukarıda sayılan üç bölümden, korucular, oturaklar ve fodlahavaran (Fodla: Yassı pide şeklinde bir çeşit ekmek) adlarıyla üç kışıma daha ayrılırlardı
Korucular bütün yeniçeri ortalarının erleri arasından seçimle ayrılarak, İstanbul, Edirne ve Bursa'da bulunan Padişah saraylarını korumakla görevlendirildi
Oturaklı da denilen oturaklar emekli askerlerden meydana gelirlerdi Bunlar muvazzaf hizmetten her ne kadar bağışık idiyseler de, disiplinlerinin sağlanması için kendilerine ayrılmış olan subayların maiyetlerine verilerek eski görevlerine Ödül olarak belirli sürelerdeki ödeneklerini alırlardı
Fodlahavaran denilen topluluk devlete hizmetleri geçmiş olan yeniçerilerden ölenlerin yetimleridir Bunların geçimlerini sağlamak için ocaktan az bir ödenek verilirdi
Bütün yeniçeri ocağı yeniçeri ağası adında bîr kişinin komutasına verilmişti Yeniçeri ağasından başka ocağın: Sekban başı, kul kethüdası ya da kethüdabey, zağarcıbaşı, tornacıbaşı, mahzar ağa, büyük ve küçük hasekiler, başçavuş, kethüda piri, katip ya da yeniçeri efendisi adlarındaki büyük subaylardan olurdu Bugünkü piyade bölük yada taburlarının karşılığı olan yeniçeri ortalarından her biri de "çorbacı" adında bir bölükbaşının komutasında bulunurdu Her ortanın da odabaşı, vekilharç, bayraktar, baş eski ve aşçı ustadan oluşmak üzere bir subaylar topluluğu bulunurdu
Her ortanın ya da birkaçının; imam, zağarcı, tornacı, talimhaneci, solak gibi bir özel ve ortaklaşa ismi ile ikinci bölümün tuğ ve alem bahsinde anlatılacağı gibi yine ortak bir işaretleri vardı
Acemi Oğlanları
Düşmandan tutsak alınan ya da devşirme yasasına göre her üç ya da her beş yılda bir 7?8 yaşlarındaki Osmanlı uyruklu Hristiyan çocukların toplanmasından oluşurdu
Bunlar acemi oğlanları ocağında yedi yıl görevlendirilerek her çeşit zorluk, yorgunluk ve ağır silahları kullanmaya alıştırıldıktan, dinin koşullarıyla eğitilerek Türkçe öğretildikten sonra; yeniçeri ocağı İle kapıkulu ocaklarında açık bulunan boşlukların yerini doldurmak üzere "yeniçeri kapısı" yahut "çıkma" terimleri ile eğilim ve heveslerine göre ocaklara dağıtılırlar Böylece acemi oğlanlar Osmanlı Ordusu erlerinin özel bir okulu durumunda idi
59 ortadan oluşan bütün acemi oğlanlarının amiri yeniçeri ağası idi; fakat birçok işi gücü bulunmasından ötürü ağanın bunlara bakmağa vakti bulunmadığından, "İstanbul ağası" ağaya vekaleten bunlarla ilgilenirdi Bundan başka her ortanın da çorbacı, meydan kethüdası ve kapıcı adlarında üç subayı bulunurdu
Acemi oğlanları ocağı 1640 (Hicri 1048) yılına kadar sürdü Ondan sonra devşirme yasası uygulanmadığından bu ocak kaldırıldı
Cebeci Ocağı
Piyade silahlarıyla mühimmatını onarım, dağıtım ve korumakla görevlendirildiğine göre, Cebeciler bugünkü tubar tüfekçileri yerindedir Tümü de "Cebeci başı" adında bir kişinin komutasına verilir; Maiyetinde "Cebeciler katibi" adında bir muhasebeci bulunurdu
Savaşta ordu komutanları eşliğine uygun miktarda cebeci verilir, barışta ise askeri mevkilerde gereği kadar bulundurulurdu
Topçu Ocağı
Kısmen top doldurmak hizmetlerini yerine getiren, kısmen de top namluları dökümünde ve kundak yapımıyla patlayıcı madde hazırlanmasında çalıştırılanlardan oluşan ve "Topçubaşı" namında bir kişinin komutasında bulunan bir sınıftı Topçu başının yönetiminde top dökümhanesi müdürü olarak "Dökücü Başı" bulunurdu Ocağın nazır, topçular katibi, kethüda piri adlarında üst rütbelileri de vardı Bu ocak birkaç ortalara bölünmüş, her ortanın da çorbacı, odabaşı ve daha başka adlarda subayları bulunurdu
Topçu ortası denilen birlik bugünkü terimle topçu bölüğü veya bataryası demek ise de, her ortanın oluştuğu topların çap ve sayıları bugünkü topçu bataryalarında olduğu gibi belirli ve sınırlı değildi Top atmağa ve top arabalarını kullanma ve sürmeye memur olan erler bugünkü topçu bataryalarında olduğu gibi bir kıt'ada toplu olarak bulunmazdı,
Arabacı Ocağı
Top arabalarını çalıştırmak ve sürmekle görevli ve "Arabacıbaşı" adındaki birinin komutasına verilmiş olan sınıftı Arabacıbaşından başka topçu ocağına benzer büyük yöneticileri olan bu ocak da birkaç orta'ya bölünürdü
Humbaracılar
Yabancı ordularda eskiden "Bombardiya" denilen askerlerin karşılığı olan ve kale ve mevki muharebelerinde gözle görülmeyen hedefler üzerine "havan" denilen ateşli silah ve "Humbara" atmakla görevli idi "Humbaracıbaşı" adında birinin komutasında öteki ocaklarda olduğu gibi büyük rütbeli subaylara sahipti ve çeşitli ortalara bölünmüştü, at:
Bugünkü Padişah ordusunda humbaracıların çalışma ve görevleri sonradan kurulan topçu obüs alaylarına çevrilmişti Htımbara işini görmekte olan obüslerle atılan mermilere "humbara" değil "dane" adı verilirdi
Lağımcılar
Kalelerin sarılma ve savunmasında toprak altında yollar (Dehlizler) kazarak ve lağım bağlayarak "lağım savaşı" yapmakla görevli mühendislerden oluşurdu Bunlar öteki ocaklar gibi ortalara bölünmüş değillerdi
Bununla beraber bağımsız bir ocak sayılarak "lağımcıbaşı" denilen bir subayın yönetiminde bulunur ve erleri arasına Osmanlı uyruklu Hristiyanlar da alınabilirdi
Saka Ocağı
Yeniçeri çorbacılarından "saka başı" adında bir kişinin gözetiminde bulundurulan kapıkulu ocaklarının en aşağı sınıfı sayılırdı
Sakaların "saka başı"ndan başka subayları yoktu Kapıkulu ocaklarını oluşturan ortalardan herbirine erlerin her çeşit gereksinmeleri için gerekli suyu sağlamak üzere birkaç saka eri görevlendirilirdi
Kapıkulu Süvarisi
Sürekli olarak silah altında bulundurulan bu süvari askerinin İstanbul'da kışlaları yoktu At beslemekte kolaylık olmak, fakat saltanat başkentine yakın bulunarak gerektiğinde hızla toplanmalarına olanak sağlamak için İstanbul, Edirne ve Bursa kentleri arasındaki köy ve kasabalarda yerleşmelerine izin verilirdi Bu süvari askeri;
Silahtar
Sipahi
Sağ ulufeciler
Sol ulufeciler
Sağ gureba bölüğü
Sol gureba bölüğü
adlarıyla altı bölükten oluşurdu Her bölüğün bir "bölük ağası", bundan başka Kethüda Bey, Kethüda Piri, Katip ve Kalfa adlarında bir topluluk erkanı, başçavuş, çavuş isimleriyle de küçük rütbeli subayları vardı
Bu bölüklerin sırasiyle ikisine baş, ikisine orta, son ikisine de aşağı bölükler denirdi Baş bölüklerden silahtar bölüğüne "Sarı Bayrak" Sipahi bölüğüne "Kırmızı Bayrak", Osmanlı tarihinde "Bölükat-ı Erbaa" denilen diğer dört bölüğe de ayrıca "Alaca Bayrak" da denilirdi
Silahtar bölüğü savaş zamanı yolların ve geçitlerin onarım ve yapımında çalıştırılan müsellem ve yürükleri toplayarak onlara nezaret ederdi Sipahi bölüğü Padişah ordusunun hareket yolu üzerinde geriden gelecek askeri kıt'alara işaret olmak üzere her iki fersahta bir "Ordu Tepesi" adında küçük tepeler kurulmasına büyük çaba gösterirdi
Bölükteki Erbaa ise "Livayı Şerif" koruyuculuğunda olarak din adamlarının başı ile beraber sadrazamın maiyetinde bulunurdu Yukarıda saydığımız altı bölük erlerinden ayrılan üçyüz süvari de savaşta verilen emir ve yazıların bildiri ve ulaşımında bir tür yaverlik hizmetinde bulunurlardı Bunlara mülazım adı verilirdi Barış zamanı ise kiraya verilen devlet arazisinin yönetiminde Hristiyanlardan alınan vergileri toplamakla görevlendirilirdi
OSMANLI ORDUSU EYALET ASKERLERİ
Önceleri Osmanlı ülkesi eyalet ve sancaklara bölünmüştü Eyalet bugünkü deyimle il demekti Genellikle Vezirler, Beylerbeyi, Mirmiranlar; sancaklara da Mirliva ve Beyler memur edilirdi Bunlardan vezirlerden gayrısına "Ümera" denirdi
Osmanlı Devleti salt bir askeri hükümet olarak kurulduğundan, vüzera ve ümera sivil devlet işlerine bakmak ve düzenlemekle beraber askeri görevleri de yerine getirirlerdi Böylece ülkenin barış zamanında güvenliği ile birliğini yani disiplinini sağlar, savaş zamanında da maiyetlerindeki mevcut askerleriyle savaşa giderlerdi
Devlet hazinesinin doğrudan doğruya yararlandığı gelir kaynakları; müslüman olmayanlardan alınan vergiler, gümrük, madenler, tuz ocakları gelirleriyle, komşu devletlerden ve mümtaz eyaletlerden "Maktuat" adı ile alınan vergilerden oluşurdu
Bu gelirlerin büyük ve önemli kısmı olan aşar gelirleri has, zeamet ve tımar adlarıyla yukarıda adı geçen vezirlerle ümeraya ve aşağıda bahsolunacak tımar ve zeamet sahiplerine bırakılmıştır Bunların dirlikleri yani geçimleri için kendilerine bırakılmış olan gelirleri oranında olmak üzere sefer zamanında bir miktar asker çıkarmaları özel kanunla saptanmıştı
Yasaya göre geliri yılda yüzbin akçeyi geçen birliğe has adı verilirdi ki, bunlar vüzera ve ümeraya verilirdi Eyalet paşalarının hassı bir buçuk milyona, sancak idaresine memur olanların has sı ise beşyüzbin akçeye kadar yükseltilebilirdi
Has sahibi olan eyalet paşaları ve sancak beyleri savaşa gittikleri zaman hasları kaç yüz bin akçe ise, her beşbin akçesi için bir cebelû yani silahları gelişmiş ve savaş kabiliyetleri üstün bir süvari götürmeye zorunlu idiler Fakat bunlar kendi haslarıyla barış zamanında da daire hakkı adında maiyetlerinde bir askeri kuvvet bulundururlardı Savaşa, bütün daireleri halkı ile birlikte giderler ve yasa gereği olarak göndermekle yükümlü oldukları askerlerin birkaç katını yanlarına alırlardı
Eyalet ve sancaklardan bazılarının fethi sırasında ondalık gelirleri has, zeamet, tımar biçiminde ayrılmış ve bölünmüş olmadığından, bütün ondalık ve diğer gelirler doğrudan doğruya devlet hazinesine kalırdı Bu gelirlerden o yörenin memurları ile ayni yörenin güvenliğini koruyan askerlerin salyane (özel maaşları} alındıktan sonra geriye kalan gelirler İstanbul'a gönderilirdi Eyalet ve sancakların bu yoldaki yönetimine salyane usulü denirdi
Önceleri salyane ile yönetilen iller; Bağdat, Basra, Halep, Mısır, Cezayir gibi birkaç eyaletten meydana gelirken, sonraları bu yöntem gittikçe genelleşmiş, yayılmıştır
Şimdiye kadarki açıklamadan anlaşıldığı gibi eyalet askeri barış zamanında da kısmen silah altında bulundurulur ve kısmen de şimdi olduğu gibi redif ve müstahfız askerlerine benzer bir şekilde savaş zamanı silah altına alınırlardı Aslında eyalet askeri, yerli kulu piyadesi, serhat kulu ve topraklı adı ile anılan süvari askerinden meydana gelirdi
Yerli Kulu
Yerli kulu piyadesi aslında Eyalet Paşalarıyla Sancak Beylerinin komuta ve yönetimleri altında bulunur, subayları da bunlar tarafından atanırdı Yalnız görevlendirildikleri sürece maaş ve tayınları eyalet ve sancağın yönetimine göre ya adı geçenler tarafından veya devlet hazinesinden ödenirdi Bu askerler şu beş sınıftan meydana gelirdi
Azab
Sekban ve tüfekçi
İcareli
Lağımcı
Müsellem
Azab
Bekâr anlamında kullanılırdı Tersane ocaklarında çalıştırılan bir askeri sınıfa bekâr olmaları koşulu ileri sürüldüğünden ötürü Azab denirdi Taşrada hizmet gören Aazblar sayıca sınırlı ve belirli olmazlardı Birbirlerine uyum ve bağlılıkları olmamak üzere yurdun mülki bölümüne göre birçok küçük müfrezelere bölünürlerdi Bu müfrezelere de kapıkulu ocaklarındaki bölünmeye göre Orta adı verilirdi
Her sancak ve ildeki azablar Azabağası, Azab Katibi adında iki, her orta da Odabaşı ve Bayraktar adlarında iki subayın komutasında bulunurlardı
Sekbanlar
Olağanüstü gereksinim durumunda kendi istekleri ile hizmete girerek çalışan köylülerden meydana geldikleri için yerli kulu piyadesinin en aşağı sınıfı sayılırlar ve bu sınıfa Hristiyanlar da kabul edilirlerdi
Azab ve sekban sınıfları sonuna kadar yerli kulu piyadesi arasında kalmışsa da, zamanla önemleri kaybolduğundan yerlerine tüfekçi adında bir piyade sınıfı kullanılmıştır
Her 50?60 tüfekçi bir bayrak sayılır ve gönüllü subay adında bir subayın komutasında bulunurdu
Her sancak ve eyaletteki tüfekçi bayrakları tüfekçi başı denilen bir subayın komutasına verilirdi Önemli eyaletlerden üçer veya beşer tüfekçi başı bulunduğundan bunlardan birine serçeşme adı verilir ve şimdiki Zaptiye Albay Beyleri yerinde tutulurlardı
İcareliler
Sadece sınırlarda bulunan kent ve kalelerde kullanılan yerli topçulardır Bunların subayları kuşkusuz topçuluk bilgileri bulunması gerektiğinden Eyalet Paşalarının komutasında bulunmak üzere İstanbul'dan gönderilirlerdi Buna da Topi ya da Topçu Ağası denilirdi Bu topçulara ücretli olarak çalıştırılmalarından icareli denmiştir
Lağımcılar
Sınır üzerinde bulunan bazı Önemli kalelerin ansızın sarılabilmesi düşüncesi nedeniyle, bu gibi hallerde karşıt lağım muharebesini yönetmek üzere barış zamanında da bu kalelerde lağımcılar bulundurulurdu Çoğunlukla Hristiyan taba olan bu lağımcılar İstanbul'dan Lağımcı Başı adıyla gönderilen bir subayın komutasına verilirdi
Müsellemler
Eski askeri terimimi/ce çarhacı adı verilen öncünün ilerisinde hareket ederek Padişah ordusunun geçeceği yollan ve geçitleri onarımla görevli olduklarından bunlar yalnız savaş zamanı toplanırlardı Barış döneminde vergiden bağışık olduklarından, bunlara müsellem denilmiştir Aslında müsellemler rumeliye özgü ve çoğunlukla Hrİstiyanlardan meydana gelirdi Anadolu'da ise bu sınıf asker genellikleİslâmlardan kurulur ve adına da yörük denirdi
Serhat Kulu
17nci Yüzyıl başlarına kadar Osmanlı Devleti 'nin hiçbir komşu hükümet ile çizilmiş ve saptanmış sınırları olmadığından serhat akıncıları barış döneminde bile fırsat buldukça çeteye gitmek denilen, komşu ülkelere saldırı, yağma ve çapul yaparlar bunlar da anlaşmalara aykırı sayılmazdı Bu nedenle uzun süre sınır beyliklerinde kalan Mihaloğulları ve Evrenoszadeler gibi eski soylu aile üyeleri, Osmanlı ve yabancı tarihlerinde "Akıncı" adıyla anılan hafif süvari askerlerinin başında bulunarak akınlar dan olağanüstü güç ve iktidar kazanmışlardı
Sınırlar saptanmağa başlandıktan sonra bile, akıncılık tamamen ortadan kaldırılamamıştır Bunun ürerine hükümet, düşman tarafından gelebilecek saldırıya karşı koymak ve fırsat düştükçe "çeteye gitmek" üzere sınırlarda "Serhat Kulu" denilen süvari sınıfından askerin sürekli olarak konulmasını ve kullanılmasını gerekli görmüştür
Bu Serhat Kulu :
Deli (Delil)
Gönüllü
Besli
denilen başlıca üç sınıftan oluşurduysa da, bunlara sonraları levent ve hayta isimli iki sınıf daha eklenmiştir Bunlardan her elli altmış kişisi bayrak adında müfreze meydana getirir, bu müfrezelerin birkaçı Deli Başı adı verilen bir subayın komutasında bulunurdu Birkaç Deli Başının askeri Alaybeyli ya da Serçeşme adı verilen bir büyük subayın eşliğine verilirdi
Yurtiçinde bu saydığımız asker sınıflarından bazıları Eyalet Paşalariyle sancak beyleri nin halkı arasında yerli kulu piyadesinden sayılarak yörenin asayişinin sürekliliğini sağlamakta da çalıştırılırlardı
Topraklı Süvarisi
Bu süvari askeri has, zeamet ve tımar sahipleri ile savaşta bunların yasal olarak çıkarmağa zorunlu bulundukları cebelulardan oluşurdu Barışta da devlet tarafından kendilerine gösterilen toprağın aşar geliri ile geçimlerini sağladıklarından bunlara topraklı denilmiştir
Evvelce de anlatıldığı gibi Eyalet Paşaları ve sancak beyleri has sahibi oldukları gibi, saltanat başkenti ile eyalet ve sancakların ileri gelen memurlarına da geçimlerini sağlamak üzere has verilirdi Bunlar çoğu zaman hasların kendileri tarafından atanan yerli bir ümena (emin güvenilen kimseler) aracılığıyla toplarlardı Savaşta ise yukarıda anlattığımız gibi hasların her beşbin akçesi için bir süvari çıkarmaya zorunlu olurlardı
Has, atanma ile olduğu halde zeamet ve tımar çocuklara geçerdi Kayıtlı gelirleri yirmibin akçeden yüzbin akçeye kadar olan dirliğe zeamet denirdi Bunun asıl baş kalemine, yani temeli oluşturan yirmibin akçesine "Kılıç Hakkı" ve ödül olarak da yüzbin akçeye kadar sonradan alınan hak ve tahsis olunan miktarına "Terakki" denirdi
Zeamet sahibi kayıtlı bulunan gelirin her beş bin akçesi için, en üstün silahlarla donatılmış bir süvari erini savaşa götürmeğe zorunlu idi Zeamet, Başkent ile eyalet ve sancak merkezlerinde bulunan bazı memurlara da bedeli karşılığı verildiğinden, zeamet sahiplerinin kendilerine bırakılan arazinin başında bulunmaları koşulu ileri sürülmezdi Babadan evlada intikal eden zeamet sahipleri kendi vatanlarının subay ve sahibi, ülkelerinin ocakzadesi bulundukları için, halk bunları büyük görmüştü Kendileri de soylulukları ile övünen görkemli kişiler olduklarından, barış döneminde, tımar sahipleri ile birlikte, ilçe ve köylerin asayişinin korunmasını ve düzenini tamamiyle sağlayabilirlerdi Böylece, kendilerine bırakılan arazinin kalkınmasından maddi olarak yararlandıklarından, ülkenin bayındırlığına ve servetin çoğalmasına olağanüstü çaba gösterir ve çalışırlardı
Gelir kayıtları üçbin ya da altıbin akçeden yirmibin akçeye kadar olan dirliğe "Tımar" adı verilirdi Bunun, "kılıç hakkı" denilen üçbin ya da altıbin akçesinden sonra her bir katı için tımar sahibi savaşa bir süvari götürmeye zorunlu bulunurdu
Tımar, bazı kalelerin korunmasında çalıştırılan erlere ve sınırda bulunan camii şeriflerin imam ve hatipleriyle Padişah Sarayının hizmetlilerine verilebilirlerdi Bunlardan birincisi ve en çok olanları eşkinci tımarı adındaki kişilerdi ki, kesin olarak kendi topraklarında oturmaya zorunlu idiler Ancak savaş zamanında muharebeye giderlerdi
Dirlik sahibi olanlar aşar gelirleri kendilerine bırakılmış olan toprağın yasalara göre sahibi sayılırlardı Bu arazilerin ürününü, yasal olan aşarını kendilerine almakla beraber mahlülat ını yani doğrudan varisi olmadığı halde ölenlerin vakfa kalan miraslarını isteklilere devretmek, ferağ ve intikal halinde belirli olan harcı ödetmekle tapu senedi vermek hakkı vardı Ancak toprağın ekim hakkı köy ve kasaba halkından, toprağı kullananlara ait bulunurdu Zamanla tımar ve zeamet usulü kaldırılmış olduğundan, aşar gelirleri maliye hazinesince, ferağ ve intikal harcı, defteri hakani (Tapu ve Kadastro Bakanlığı) nezaretince alındığından dolayı mirasçısı olmayan araziyi başkasına devretmek de ortadan kalkmıştır
Her sancakta bulunan tımar ve zeamet sahipleri ile bunların çıkarmaya zorunlu oldukları atlılar savaş zamanı sancak beyinin bayrağı altında toplanır, sancak beyleri de bağlı oldukları Eyalet Paşasının komutasında olarak savaşa giderlerdi
Savaşa memur olan tımar ve zeamet sahiplerinin onda biri hem yurdu koruma görevinde bulunmak, hemde arkadaşlarının dirliklerinin işlerini düzenlemek üzere korucu adiyle sancaklarında kalırlardı
Sayıları yüzelli bini geçen bu süvari kuvvetinin savaş zamanı iaşe işleri de has, tımar ve zeamet sahiplerine aitti Muharebede meydana gelen kayıplardan boşalan yerlere geçmek ve kahramanlıklar göstermek suretiyle yararlanmak için gönüllü adı ile savaş zamanı defterlere kaydolmamış olan bir hayli atlı savaşçı da bu süvari kuvvetine katılırdı
Osmanlı Devleti nin Kırım Hanlığı, Erdel Krallığı, Eflak ve Buğdan Emaretlerinden oluşan mümtaz eyaletlerinden de savaş zamanında Padişah Ordusuna kuvvet verilerek yardım olunurdu
Bu mümtaz eyaletler tımar ve zeamete bölünmüş olmadığından, askeri sınıfları kendilerine özgü bir biçimde kurulmuştu Tümünün askeri kuvveti de kırk elli bin süvariden oluşurdu

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Osmanlı İmparatorluğu ve Memlûkarda Askeri teşkilat

Eski 04-15-2009   #3
KRDNZ
Varsayılan

Cevap : Osmanlı İmparatorluğu ve Memlûkarda Askeri teşkilat



Memlûklar da Askeri teşkilatMemûklularda Askeri Teşkilat Memlûk ordusunun esasını Kafkasya ve Kıpçak bozkırlarından getirilen Türk gençleri oluşturuyordu Memlûk ordusu sultanın muhafız birliği, tımarlı askerler, emirlerin askerleri ve yardımcı kuvvetlerden meydana geliyordu Nil Nehri üzerinde bulunan Ravza adasında yetiştirilen ve saray köleleri de denilen muhafız birlikleri ordunun çekirdeğini oluşturuyordu Sultana hizmet eden memlûklar iki sınıftı Birinci sınıf, sultanın şahsına ait memlûklardı Sultan tahttan indirildiğinde veya öldüğünde bu memlûklar de görevden alınır, saraydan uzaklaştırılarak diğer emirlerin hizmetine verilirdi ikinci sınıftaki sultan memlûkları ise saltanat hizmetinde bulunurlar, sultan değiştiğinde veya öldüğünde görevlerinde kalırlardıTımarlı askerler, tımar sahiplerinin özel olarak yetiştirdiği askerlerdi Kendilerine tımar (ikta) verilen sultanın komutanları ve emirlerin çocukları topraklarından elde ettikleri gelirlerinin üçte biri ile geçinirler, üçte ikisi ile de asker yetiştirirlerdi Memlûk ordusunun en kalabalık bölümünü, emirlerin yetiştirmek zorunda bulunduklar köle askerler (Tımarlı askerler ) oluştururdu Bunların dışında beylerin besledikleri askerler de vardı Bunlarda iktalı idiler Ayrıca valiler de düzenli asker beslemek zorunda idiler Memlûk Devleti’nin Akdeniz ve Kızıldeniz’de donanma gücü de vardı Fakat bu donanmalar kara ordusu kadar güçlü değildi Savaş kararları, sultanın başkanlığını yaptığı şûra tarafından verilirdi Orduya bizzat sultan veya emirlerden biri komuta ederdi Memlûk ordusu tamamen atlı birliklerden oluşuyordu Ayrıca gerek askerî teşkilatta, gerekse devlet yönetiminin çeşitli alanlarında düzenli olarak işleyen bir posta teşkilatı kurulmuştu At, çok hızlı gidebilen hecin develeri ile güvercinlerin kullanıldığı posta teşkilatı, o dönem için oldukça ileri düzeyde idi


Harbe hazırlanmakta EsasSavaş alanına mümkün olduğu kadar çok kuvvetle gitmekti

Geride çok az bir kuvvet bırakılır, bu kuvvetlerin başına, dâhili asayiş için çok becerikli ve itimat edilen kişiler bırakılırdı
Osmanlı devleti, bekası için, ordusunu hazır tutardı Bu bakım­dan orduyu her yöne götürecek, yolları daima bakımlı, yürüyüşe, geçmeğe elverişli bulundurulurdu Yollar üzerinde, ikmal noktala­rı olurdu Dinlenme yerleri, ordunun her türlü ihtiyacına karşılık verecek şekle sokulur, bu sebeple, yığmak ve yürüyüşlerde her hangi bir zorlukla karşılaşılmazdı Yüz binlerle ifade edilen ordu­nun 24 saatlik ihtiyacı göz önüne alınırsa teşkilatın mükemmelliği daha iyi anlaşılır



İlk Yığınak Yerleri ve Buralarda İkmal DüzenleriDevletin kuruluşu ve yükselme devrinde savaşa çıkacak ordu­ya çoğunlukla, padişahlar komuta ederlerdi Harbe, padişahların katılmadığı da olurdu Böyle hallerde orduya devletin sadrazam (Serdar-ı Ekrem) adıyla komuta ederdi Savaş için hareket başlan­gıç noktası İstanbul ise; Davutpaşa - Veliefendi çayırı veya boğazın doğusunda, Üsküdar-Sahra-i Cedit alanlarında, hareket başlangıç noktası Edirne ise şehir civarında uygun bir yerde yığınak yapılır, burada ordugâh kurulurdu Buralarda askerlerin barınmaları için çadırlar kurulur, son hazırlıklar bu yığınak yerlerinde tamamlanır­dı Ordugâhın uygun bir yerine padişah için bir Otağ-ı Hümayun (Padişah Çadırı) kurulur, bu çadırın önüne de 7 tuğ dikilirdi Ordu­ya sadrazam komuta ediyorsa Sadrazam için ordugâhta kurulacak çadırın önüne 5 tuğ dikilirdi
Eyalet askerlerinin de katılmasıyla yığınak tamamlanır, sıra yürüyüşe gelirdi
Savaş Avusturyalılar veya Venediklilerle yapılacaksa, yığınak yeri olarak; İstanbul, Edirne, Filibe, Sofya, Niş veya Belgrat’ta sa­vaşa elverişli olan bir yerde yığınak yapılırdı Bütün ordu burada toplanır ve bu yerden yürüyüşe geçilirdi Eğer bu savaş Macar ve­ya Bosnalılarla yapılacaksa Osmanlı orduları Drava nehri üzerin­deki meşhur OSK köprüsünden nehri n karşı yakasına geçer, orada elverişli bir yerde yığınak yapardı Şayet savaş Ruslara karşı ola­caksa o zaman da Babadağı-İsakçı bölgesinde (Bender), (Hotin) gibi merkezlerde yığınak kurulurdu Rumeli yönünden (batıda) ya­pılacak harpler için, Anadolu eyalet askerleri, Üsküdar’a gelir, ora­dan kayıklarla Rumeli kıyılarında boş bir alanda toplanırlardı Sa­vaş Anadolu içlerinde (Doğuda) yapılacaksa, yığınak yerleri; Er­zurum, Kars, (Ahıska) gibi sınır şehirleri civarındaki kaleler önem kazanırdı Rumeli’de yapılacak bir harbe, Halep, Şam, Mısır eya­let askerleri, memleketlerine yakın limanlarda gemilerle, Selanik veya Gelibolu limanına getirilir, oradan kara yürüyüşleriyle yığı­nak yerlerinde toplanılırdı Süvari birliklerinin gemi ile taşınması müşkülatı karşısında, kara yollarından yürütülerek yığınak yerleri­ne getirilirdi En yakın limandan Gelibolu ’ya geçirilir oradan esas yığınak yerinde toplanırdı
Anadolu bölgesinde bulunan eyalet askerleri Rumeli’deki yığı­nak bölgesine, valilerinin komutasında en yakın limana doğru yü­rüyüşe geçirilirdi İstanbul veya Gelibolu iskelelerine çıkılır, yığınak yerinde toplanırlardı Yürüyüşlerinde bunların yeme içmeleri, doğrudan doğruya kendi bölgelerinden sağlanmış ve yiyecek mad­deleriyle dolu taşıma araçlarını beraberlerinde bulundururlardı Oradan yer içerlerdi Yiyecekleri bitince barış zamanında yol bo­yunca önemli noktalarda açılmış yiyecek dağıtma noktalarından ikmal yaparlardı Yiyecek tevzi noktaları üçer-dörder günlük me­safeler içinde hazır bulundurulurdu Misal; Konya’dan kalkan bir eyalet asker gurubu; sağladığı yiyecek maddelerini ilk dağıtım noktası olan Akşehir’e kadar, yanındaki ağırlıklardan sağlardı Akşehir’e gelince birlik burada bir iki gün dinlenirken, boş araçlar bu­radaki yiyecek dağıtım noktasından temin edilir, tekrar diğer bir dağıtım noktasına doğru yürüyüşe geçilirdi İki tevzi noktası ara­sında birlikler, yiyeceğini yanındaki ağırlıklardan sağlardı Bütün askeri kıtalar yığınak yerlerinden düşman yönüne yürüyüşünde ise; Ordunun yedirilmesi şöyle olurdu: Daha barış zamanında sağ­lan~ çok sayıda at, deve ve arabalar, o devirlerde ordunun yiye­cek işlerine bakan levazım işleri genel müdürü yerinde bulunan bir zatın komutasında toplanırdı Bu taşıma araçları cinslerine göre, kol, katarlar haline sokulur, her kol ve katarın başına bir komutan verilirdi Her 8 deve bir kol, 9 kol bir katardı Bunların başına bir katar komutanı, her hayvanın başına birer seyis ve ayrıca yükleme ve indirme için her katara 20 kadar hizmetkâr görevlendirilirdi Katar komutanları, katarın sevk ve idaresinden ve katarı daima do­lu bulundurmaktan sorumlu tutulurdu
Şayet bu kollar arabalardan kurulu ise beher kol 7 araba 7 kol da bir araba katarı meydana getirirdi Her arabada 3’ er kişi görev­lendirilirdi Bunlar doğrudan ordunun başkomutanından emir ve talimat alır bu talimata göre yürüyüşü düzenlerdi Yürüyüşte, geri hizmetlerden, yiyecek ikmalini kıtalar, önce beraberlerinde ta­şıdıkları araçlardan yaparlardı Kendi ağırlık araçları boşaldıkça, katarlardan sağlarlardı
Yiyecek maddelerini taşıyan katarlar da boşalınca, onlar da, yol boyunca yer yer açılmış yiyecek dağıtım yerlerinden ikmallerini yaparak bu önemli işi devam ettirirlerdi




Alıntı Yaparak Cevapla

Osmanlı Ordularının Savaşa Hazırlanması

Eski 04-15-2009   #4
KRDNZ
Varsayılan

Osmanlı Ordularının Savaşa Hazırlanması



Osmanlı Ordularının Savaşa Hazırlanması
Bir savaşa hazırlanmak için önce o savaşın siyaseten hazırlan­ması lazımdır Osmanlılar buna çok önem vermişlerdir Siyasi ta­rihimizin incelenmesinde açıkça anlaşılacaktır Konumuz, savaşla­rı askerlik yönleriyle incelemek olduğundan, siyasi yönleri siyasi tarihi yazanlara bırakıyoruz
Osmanlılar; bir savaş tehlikesi belirince, merkezde divan top­lanır, karar verilir, hazırlığa başlanırdı Şehir ve kasabaların kadılarıyla, subaşlarına, sancak beylerine, vilayetlerin beylerbeyine ha­berler salınır, emirler verilirdi Hazırlık emirlerinde genel olarak şunlar bulunurdu
a) Savaşa ne zaman başlanacağı,
b) Kimlere karşı yapılacağı,
c) Kimlere ne kadar kuvvetle ne zaman hazır bulunacakları,
d) Bu kuvvetlerin nerede, ne zaman toplanacakları,
e) Toplanma için hangi yolların kullanılacağı,
f) Bu yolların nerelerinde ikmal noktaları, ikmal merkezleri kurulacağı, icap ediyorsa, kimlerin nasıl yapacakları,
g) Bu yolların, üzerindeki köprülerin, geçitlerin kuvvetlendiril­mesi, icap ediyorsa, kimlerin nasıl yapacakları,
h) Yığmak (toplama yeri) alanlarını, düşman yönüne götüren yolların kullanılmaya elverişli olup olmadığı, tamir edilmesi icap ediyorsa, tamir işinin kimler tarafından yapılacağı, dinlenme yer­lerinin nerelerde kurulacağı, erzak, yem ve suyun sağlanması ba­kımından nelerin, kimler tarafından yapılacağı
i) Gidiş yolları üzerinde ve yakınında, yolların ulaştığı sınır boy­larında, kimlerin ne gibi emniyet tedbirleri alacakları belirtilirdi
O devirde; savaş hazırlıklarına genel olarak kış aylarında baş­lanır İlkbaharda harekete geçileceğinden, hareketten 6 ay evvel emirler verilirdi Bazen durum icabı savaş yeri ve savaşın yapıla­cağı devlet gizlenir, hazırlıklar, başka yönlere, başka devletlere karşı yeni hazırlanıyormuş fikri verilirdi Kimlerin ne kadar kuv­vetle bu savaşa katılacakları, iç düzenin nasıl yürütüleceği, sınırla­rın nasıl ve kimler tarafından korunacağı, savaşılacak düşman kuv­vetleri ve durumu tespit edilir, gereken merkezlere bildirilirdi

Alıntı Yaparak Cevapla

Osmanlı Ordusunda Emniyet ve Keşif Düzeni

Eski 04-15-2009   #5
KRDNZ
Varsayılan

Osmanlı Ordusunda Emniyet ve Keşif Düzeni



Osmanlı Ordusunda Emniyet ve Keşif DüzeniOsmanlılar; sulh zamanlarında bile, düşmanlarının maksatlarını öğrenmek için, düşman ülkelerine casuslar gönderir, bilgiler toplatırlardı Savaş zamanlarında bu işe daha da önem verirler, casus aracılığıyla, düşmanlarının kuvvetini, maksatlarını; hareket yönle­rini öğrenmeğe çalışırlardı Küçük veya büyük ölçüde emniyet ve keşif hizmetlerine daha yığınak sırasında başlarlardı Nitekim i KOSOVA savaşı için hazırlanırken, önce yanlarındaki Bulgar teh­likesini ortadan kaldırmışlar, sonra Şarköy (Çarpirut)’a karşı bağlantısız bir süvari birliği göndererek bu yönü devamlı emniyet ve kontrollerinde bulundurmuşlardır Yığınakları tamamlanır tamam­lanmaz yürüyüşe geçtiklerinde, devamlı olarak önlerinde, yanla­rında ve arkalarında emniyet birlikleri bulundurmuşlardır
Osmanlı orduları düşman yönünde bir yürüyüş yapıyorlarsa:
En ilerde hafif süvari birlikleri (akıncılar), gönderirler, bir kaç günlük mesafeden ve akıncıların gerisinden, topçu, piyade ile kuv­vetlendirilmiş süvari birliğini ÖNCÜ göreviyle yürütürlerdi Yapı­lacak savaş Rumeli’de ise, Rumeli süvarisi sağda birinci hatta kul­lanılacağından büyük kısmın başında yürütülürdü Savaş Anadolu’da yapılacaksa, o zaman Anadolu süvarisi, birinci hatta sağda kul­lanılacağından o büyük kısmın başında yürütülürdü Bu kuvvetler topçularla kuvvetlendirilirdi Bu kuvvetlerden sonra diğer kıtalar, topçular, yeniçeriler, Padişahla birlikte hassa süvarileri ve ağırlık­lar, yürütülürdü
Osmanlılar; Emniyet ve keşif hizmetleri bakımından şu husus­lara önem verirlerdi:

a) Düşman hakkında haber almak için, barış zamanından itiba­ren her çareye başvurup haberler toplarlar, bu haberlere göre ter­tip ve tedbirler alırlardı

b) Yürüyüş yönünde yanlarında küçük veya büyük bir tehlike varsa savaşa başlamadan evvel bu tehlike ortadan kaldırılırdı

c) Savaş müttefik bir orduya karşı yapılacaksa, mümkün oldu­ğu kadar daha evvel, birine karşı taarruz edilerek müttefikler, par­çalanır, bu olmazsa birleşmelerine elden geldiğince engel olunurdu d) Sınırlardan itibaren düşman tehlikesi mevcut ise, ordu ken­di sınırları içinde bile emniyet tedbirleri alır öyle yürürdü Geriye ve yanlara karşı daima tedbirli olurlardı
e) Yürüyüşlerde, ordularının ilerisine kuvvetlendirilmiş keşif birlikleri sürerler, bunlar eğer emniyet veya engelleme birliklerine rastlarlarsa, onları ortadan kaldırırlar ve yürüyüşün gecikmesine meydan vermezlerdi Çoğunlukla düşmanla temas sağlamak gö­revleri de bu kuvvetlere verilir, İcab ederse bu işler yanlarda da ya­pılırdı

f) Ordunun ilerisine çıkarılan öncü kuvvetleri süvariden kuru­lurdu Lazım ise süvari kuvvetleri piyade ve topçu ile güçlendiri­lirdi g ) Büyük kısmın uygun bir mesafe gerisinde mutlaka artçı kuvveti yürütülür, bu artçılar da süvari birliklerinden kurulurdu h) Keşfe en geç yürüyüşle beraber başlanırdı Keşif çoğunluk­la yürüyüş yönünde ve yanlara karşı da yapılırdı
<!--[if !supportLists]-->i) <!--[endif]-->Düşmanla temas hiç kesilmezdi
<!--[if !supportLists]-->j)<!--[endif]-->Yürüyüş yolu üzerindeki geçitler, piyade ile güçlendirilmiş süvari birlikleriyle önceden tutulur, geçitler bunların korumasında geçilirdi

k) Büyük sular korunma altında, önceden keşfedilmiş geçitlerden birbirlerine yardım suretiyle geçilirdi
i) Savaş alanına, yapılacak savaşa uygun tertiple girilirdi
m) Savaş alanının, genel durumu keşfe yararlı olması için hâkim noktaları daha evvelden tutulur, düşman ordusunun son duru­mu, başkomutan ve yardımcısı tarafından keşfe çalışılırdı

Alıntı Yaparak Cevapla

Osmanlı Ordusunda Geri Hizmet

Eski 04-15-2009   #6
KRDNZ
Varsayılan

Osmanlı Ordusunda Geri Hizmet



Osmanlı Ordusunda Geri Hizmet

(Savaş, silah, araç, gereç ve yiyecek içecek ikmali)
Osmanlı İmparatorluğunun yükselme devrine rastlayan 300 se­neye yakın bir süre, Osmanlı ordularının yaptıkları meydan muha­rebeleri göz önüne alınacak olursa, bu savaşlarda zafere ulaşmala­rını iki faktörde aramak doğru olur: Birincisi, savaşlarda uygula­dıkları savaş usul ve kaidelerinin, en üstün olması, ikincisi: savaş silahlarının, vasıtalarının, cephane, yiyecek, yem ve içeceklerin iyi bir şekilde ikmalidir Devletin savaşa hazırlanmasında, ordusunun yığınağında, yürüyüşünde, savaş tertibiyle, sevk ve idaresindeki uygulamalar bundan evvel bütün teferruatı ile anlatılmıştı Şimdi de ordunun düşmanla çarpışacağı savaş alanına gidinceye kadarki süre içinde ve savaşta önemle üzerinde durulacak esas, ordunun, silah, mühimmat, cephane, yiyecek, yem ve içeceğin ikmali, depo­lanması, dağıtım noktasında dağıtıma hazır bulundurulmasıdır Osmanlılar; bu hizmette de büyük ustalık göstermişler, kazanılan zaferlerde bu yönden payları olduğunu ispatlamışlardır
Osmanlı Devleti esasen askeri bir devlet olarak kurulmuş ve bu şekilde uzun bir süre yaşayabilmiştir Bu devletin kurduğu ordu, bulundukları asırların en kudretli orduları olmuştur Bu kudretli or­dunun geri hizmetindeki üstünlüklerine bir kaç örnek verelim: Ya­vuz Sultan Selim İstanbul’dan Suriye’ye, Suriye’den TİH sahrası­nı yaya aşarak, büyük ordusunu, Kölemen ordularının karşısına bu hizmetin gayretiyle çıkarmıştır Kanuni Sultan Süleyman 300000 kişilik ordusu ile İstanbul’dan kalkıp hiç bir müşkülata uğramadan Edime-Filibe-Sofya-Niş-Belgrat üzerinden Viyana kapılarına ka­dar gidebilmiş ve orada büyük savaşlar vermiştir Bu hareketler geri hizmetin ne kadar mükemmel işlediğine birer delilidir
O devirlerde, geri hizmetler, silah, savaş mühimmatı ve cepha­ne üzerinde değildi Çünkü bu hizmet daha barışta iken hazırlanı­yordu Mevcutlar askere dağıtılıyor, geri kalanlar taşıma kollarıy­la beraberlerinde götürülüyordu Bu hizmet ordu için mesele olmu­yordu Savaşlarda bu hizmetin bütün yükü insanların ve hayvanla­rın doyurulması idi Bu da insan ve hayvanların savaş boyunca tü­ketebileceği yiyecek maddeleriyle, hayvan yemleri idi Bütün bun­lar orduların ayakta kalmalarını sağlardı
Tarihte; kuvvetli ordular, ikmal üslerinden çok uzaklara açıl­dıkları zaman, ikmal maddelerinden mahrum kalınca, bütün kuv­vet ve kudretlerine rağmen Allah’a "ekmek ekmek" diye bağırdık­ları ibretle görülmüştür
Osmanlı devleti bir harbe karar verdiği zaman, aşağıda sırala­nan hususları tamamlanmadıkça katiyen bir savaşa başlamazdı Bunların en önemlisi para idi Padişah hazineleri altınla dolu olma­dıkça savaşa girişilmezdi Zaferin ancak para ile kazanılacağını bi­lirlerdi Çoğunlukla savaşı düşman memleketinde yapmak isterler­di, düşmanın bütün kaynaklarından faydalanma çareleri ararlardı Savaşa karar verildikten sonra, derhal lazım olacak yiyecek, yem, silah ve vasıtalarını toplamaya başlar, sonra savaşa giderlerdi O zamanki Osmanlı orduları adeta yürüyen bir kale gibi idiler
Osmanlılar memleketlerinin sınırlarına kadar, ülkelerinin bü­tün yiyecek kaynaklarından faydalanmayı planlarlardı Bunun için de ordularını yığınak yerlerine gelinceye kadar, Rumeli ve Anado­lu’da gidiş anayolları üzerinde orduya, lazım olacak yiyecek yem maddelerini toplarlar ve depolar açarlardı Ordular bu dağıtım nok­talarından faydalanarak yığınak bölgelerine giderlerdi Savaşa baş­lamadan evvel, çok sayıda taşıma vasıtaları sağlarlardı Bunlar; at, katır, develer ve arabalardır O devirlerde deveyi diğer taşıma araçlarından daha faydalı görürlerdi Çünkü deve yem yemeden ve su içmeden yürüyebiliyorlardı Bir yiyecek ve dağıtım noktasından diğerine kadar rahatlıkla askerin yiyecek ve içeceklerini taşıyabili­yorlardı


Yavuz Sultan Selim, Çaldıran ve Mısır savaşlarında 20 bin ka­dar deveye sahipti Bu develerle ordunun yiyeceğini, içeceğini ta­şıtmış bu uzun yollarda geri hizmette de büyük başarı göstermişti Ordunun yiyecek ve yemi; deniz ve nehir yollarından ve deniz araçlarından da faydalanılarak, orduların ayaklarına kadar götür­mek mümkün olmuştu
Kanuni Sultan Süleyman Viyana üzerine yürüyüşe başlama­dan, İstanbul civarından sağladığı çok sayıda gemile

Alıntı Yaparak Cevapla

Osmanlı Ordusunda Harp Kaideleri

Eski 04-15-2009   #7
KRDNZ
Varsayılan

Osmanlı Ordusunda Harp Kaideleri



Osmanlı Ordusunda Harp Kaideleri

a) Muharebe başlamadan evvel, başkomutan veya müşaviri (kurmay başkanı) yüksek bir tepeye çıkarak, kendi gözleriyle düş­manı keşfeder, edindikleri bilgi ve görgülere göre tertiplerinde bir kusur varsa onları düzeltirlerdi
b) Düşman kuvvetleri stratejik harekâtta öne geçmiş, savaş ala­nına önceden gelerek alanın en elverişli yerini tutmuş ise, o zaman Osmanlılar bu düşmana taarruzu uygun bulmaz, savunmayı tercih ederlerdi Bu tertibe rağmen düşman kuvvetleri yerlerinden kıpır­damaz, yerlerinde kalmada ısrar ederlerse, o zaman hafif süvari kuvvetleri düşman ileri mevzilerine taarruza başlarlar ve onu bu zayıf kuvvetlere taarruza mecbur bırakırlardı Düşmanın bu taarru­zu, ileri sürülen azap askerleri ve akıncılarla karşılanırdı Bu kuv­vetler, düşman ateş mesafesine girmedikçe veya kendileri ateş me­safesine kadar sokulmadıkça ateş açmazlardı Düşman taarruza başlar başlamaz bu kuvvetler oyalama mukavemeti göstererek, ya­vaş yavaş yanlara ve geriye doğru çekilirler, düşmanın önünden çekilerek, toplarının ateş sahasını açarlardı Düşman önce ateşle karşılanır cephedeki kuvvetler de oynak savaşla yavaş yavaş geri­ye çekilir, bozgun süsü verilir, düşman içte kanalize edilirdi Düş­man büyük kısımlarıyla torba içine sokulunca da yanlardan, cep­heden karşı taarruza geçilerek hatta sızan kuvvetlerle gerilerine de düşülerek yok etme yoluna gidilirdi
c) Eğer savaşa Osmanlılar taarruzla başlarlarsa, düşman da karşı taarruza geçerse aynı taktik kullanılır, merkezdeki kuvvetler geriye, hendek ve barikatların gerilerine kadar çekilir, düşman ta­arruzu durdurulamazsa, bozgun süsü verilen bu durum, genel ihti­yatların yanına kadar devam ettirilir, artık burada durulur kıpırda­nılmaz, daha evvelden yanlarda toplanmış ve hatta fırsatlardan yararlanarak düşman gerilerine sarkmış birliklerle beraber, her taraf­tan birden bire karşı taarruza geçilerek, çepeçevre sarılan düşman yok edilmeğe çalışılırdı,
d) Düşmanın savunmada kalması halinde; Osmanlı kuvvetleri taarruza mecbur bırakılırsa, merkezdeki kuvvetlerle cepheden taarruza geçilirken, yanlardan da düşman sarılmaya başlanır, bir kısım kuvvetlerle de gerisine düşmeğe çalışılır çember tamamla­nırdı
e) Düşmanın sayıca üstün olduğu hallerde, gerilerini doğal bir engele verdirmeğe çalışılır ve bu engel düşmanın gerilerini kapa­yacak bir kuvvet olarak kullanılırdı
f) Düşmanın savaş düzeni, harb tarzı, arazi düşmanın iki yanı­nı kuşatmağa imkân vermiyorsa, yanlardan biri kırılarak, düşman taarruzu bu ve merkezdeki kuvvetlere bağlanarak, diğer yandaki kuvvetlerin, düşmanın yan ve gerilerine saldırmasıyla, düşmanın çekilme yönü kapatılır, çember içine alınarak yok edilmeğe çalışı­lırdı
g) Arazi elverişli ve örtülü ise bir miktar süvari, bu örtü ve el­verişli araziden faydalanarak gizlice düşmanın yanında hazırlanır­dı Zamanı ayarlanarak düşmanın yan ve gerilerine baskın tarzın­da taarruzla, düşmanın gerisini kapayarak, çember içine alınan düşman kuvvetleri yok etmeğe çalışılırdı
h) Düşman hâkim bir yerde hazırlanmış ve bu yeri inatla savu­nuyorsa, ona taarruzdan çekinilmezdi Bu takdirde, yanlardaki kuv­vetlerle taarruza devam edilirken, merkezdeki kuvvetler bekler, yandaki kuvvetler düşman dayanıklılığını sarsar ve hemen sonra ortadaki kuvvetler de taarruza katılarak ve aynı zamanda genel ye­dek kuvvetler de düşmanın yan ve gerilerine sarkacak şekilde taar­ruza geçilerek düşmanın işini bitirirlerdi
i) Düşmanla hiç beklenilmeyen bir anda karşı karşıya gelinir­se, önce büyük kısma yer ve zaman kazandırmak için ilerdeki kuv­vetler durmaksızın düşmana şiddetle taarruz ederler icap ederse bunlar görev uğrunda kendilerini fedadan çekinmezlerdi
j) Savaşta topçunun ateşi düşmanın en hassas yerinde toplanır, diğer kuvvetlerle, topçu ateşine engel olunmayacak şekilde tertip alınırdı
k) Düşman orduları sayıca ve silahça üstünse, savaştan kaçınıl­maz, Yıldırım Bayezid’in dediği "Savaşta kendisini galip sayan daima yener" gibi düşmanın üstünlüğü, sevk ve idare üstünlüğü, (düşman açılmağa, yayılmaya, parçalanmaya zorlanarak) parça parça yok edilerek ortadan kaldırılırdı
I) Savaşta görevleri biten kuvvetler, bir diğer kuvvetin yardı­mına koşarlardı
m) Muharebe şartları ne şekilde olursa olsun son dakikaya ka­dar elde yedek kuvvet bulundurulur, bu kuvvetler arazi arızaların­dan da faydalanılarak sonuca kadar gizli tutulurdu
n) Savaşın sonucu belli olur olmaz kovalama başlar, düşmanın yakası bırakılmazdı
p) Savaş alanı tamamen düşmandan temizleninceye kadar, mu­harip süvariler, her yönden hazır at üstünde kalırlardı
SONUÇ OLARAK

1-Düzenli bir plana dayanarak hazırlanmak,
2-Savaş meydanında (kat’i sonuç yerinde) ne kadar mümkün­se o kadar kuvvetli bulunmak,
3-Düşmanın rahatsız edemeyeceği, düşmana karşı kolayca ve emniyetle hareket yapılabilecek bir alanda yığınak yapmak,
4- Yığınak biter bitmez, önce vaziyeti anlamak için, derhal yü­rüyüşe geçmek,
5-Savaşın başlangıcından sonuna kadar keşfe ara vermeden de­vam etmek,
6-Daima emniyet tedbiri alarak, ileriye, yanlara ve gerilere Çı­karılmış koruyucu kuvvetlerin desteğinde yürümek,
7-Savaş alanına açılmış ve savaşa her yönden hazırlanmış ola­rak girmek,
8-Savaş alanında; maksada, düşman ve arazi durumuna uyula­rak tertiplenmek,
9-Düşman taarruzları başlayınca, oynak savaşlar vererek onu iyice bağladıktan sonra, yedek kuvvetleri savaşa sokmak, sonra
Düşmanın yan ve gerilerine taarruza geçmek ve bu suretle onu yok etmek,
10-Düşmana ondan önce taarruz edilecekse; onun en hassas yerine vurmak, yine düşmanı cephede bağlayarak bir veya iki ya­nından kuşatarak ve bu kuşatmayı çevirmeye kadar götürerek, hep­sini yok etmek,
11-Savaşın sonucuna kadar daima elde taze kuvvet (yedek) bu­lundurmak, sonunda bu kuvvetleri düşmanın en can alıcı yerinde kullanmak

Alıntı Yaparak Cevapla

Osmanlı Ordusunda Savaş İçin Alınan Tertip ve Düzen

Eski 04-17-2009   #8
KRDNZ
Varsayılan

Osmanlı Ordusunda Savaş İçin Alınan Tertip ve Düzen



Osmanlı Ordusunda Savaş İçin Alınan Tertip ve DüzenOsmanlı orduları savaşlarda genel olarak şöyle tertiplenirlerdi a) Savaş tertibi 4 grup halinde alınırdı;
1- Sağ yandaki kuvvetler,
2 - Merkezdeki kuvvetler
3 - Sol yandaki kuvvetler
4 - Genel Yedek gruplar
b) ilk üç gruptan birinci hat kurulur, bazen durum icabı yalnız yanlardaki kuvvetler birinci hatta bulundurulur, merkez kuvvetleri ortaya ikinci hatta alınırdı Çok kere birinci hat önünde savaşı aç­mak, düşmanı merkez kuvvetleri üzerine çekmek (kanalize etmek) düşüncesiyle, hafif piyade kuvvetleri (azap askerleri) veya hafif süvari kuvvetleri (akıncılar) görevlendirilirdi
c) Merkez kuvvetleri daima Kapıkulu askerlerinden (ağır piya­de, yeniçeriler) kurulur, Hassa süvarisi bu kuvvetlerin gerisinde, başkomutan da bunlar arasında bulunurdu
d) Anadolu’da savaşılıyorsa; sağ yanda Anadolu askerleri, Rumeli’de savaşılıyorsa, sağ yanda Rumeli askeri bulundurulurdu Bu değişmez bir prensipti
e)Genel yedek kuvvetler en geride, çoğunlukla orta geride bu­lundurulur ve süvari kuvvetlerinden kurulurdu
f) Ağırlıklara tahkimatla ve ele geçen engel olacak her şeyle, barikat yapılır, ordugâhlar bu suretle korunurdu
g) Duruma göre icabında bu kuraldan ayrılına bilir, duruma uy­gun tertipler de alınabilirdi

Osmanlı Ordusunda YığınakOsmanlı orduları yığmağını; emin, elverişli bir yerde veya yer­lerde yaparlardı Yığınak yerleri mümkün olduğu kadar birbirine yakın olurdu
KOSOVA muharebesi için I MURAD (MURAD-I HÜDAVENDİGAR) ordusunun yığmağını; Anadolu yakasında BURSA’DA; Rumeli yakasında önce EDİRNE’DE toplanmış, sonra bu kuvvetleri, asıl yığına k yeri FİLİBE’YE götürmüştü Sınırları koru­yan ve başka başka görevlerde bulunan kuvvetler buraya gelmiş­ler, sonra hep birlikte KOSOVA’YA, harekât bölgesine yürümüş­lerdi
Padişah II MURAD; düşman kuvvetlerinin devletin sınırlarını geçtiğini öğrenince, yığınağını sür’atle yapmağa karar vermişti Haçlı ordu donanmasının Çanakkale Boğazını Osmanlılara karşı kapattığını da biliyordu Bu yüzden Anadolu’daki kuvvetlerini to­parlayıp, Manisa- Balıkesir-B ursa- Gemlik-İzmit yoluyla yürüyü­şe geçerek, boğazdan Rumeliye geçmiş ve Edirne bölgesinde yığı­nağını yapmıştı (İstanbul boğazında, geçişi para ile tutulan Cene­viz gemileri sağlamıştı)
Anadolu ve Rumeli’deki kuvvetler Edirne’de kısa bir zaman içinde toplanabilmiş, II MURAD vakit geçirmeden, savaşmak için VARNA genel yönünde yürüyüşe geçmişti
I Bayezid (Yıldırım Bayezid) 1402 tarihinde Timurlenk ordu­larına karşı harekete geçerken, kuvvetlerini yeterli bulmamış, Ana­dolu ve Rumeli’den kuvvetler getirmişti Bu savaş için birliklere yı­ğınak yeri olarak İznik- Bursa bölgesi gösterilmiş ve savaş alanına buradan hareket edilmişti

Osmanlı Ordusunda Yığınak EsaslarıYığınak yeri olarak her ihtimale cevap verecek alan seçilmelidir

Özellikle ordunun büyük kısmını icabında en önemli ve düş­manın en kuvvetli yönüne göndermek mümkün olmalıdır

Yığınak yeri tamamıyla emin bir bölgede seçilmelidir Bu yer icaba ederse ülkenin içlerinde, mümkünse sınırlarda yapılmalıdır

Yığınaak bölgesi ne kadar emin olursa olsun, ayrıca emniyet tedbirleri alınmalıdır

Grup, grup toplanılıyorsa, birbirlerine yardım esas alınmalıdır

Yığınak yeri her ihtimal göz önünde bulundurularak seçil­melidir

Tehlikeli hallerde çabuk toplanmalı, kuvvetlerinin lüzumsuz yürüyüşlerle yorulmalarına meydan verilmemelidir Bu gibi hal­lerde yığınak yürürken yapılmalıdır

Her ne hallolursa olsun, yığınak tamamlanmadan, düşmana karşı harekete başlanmamalıdır


Alıntı Yaparak Cevapla

Osmanlı Ordusunda Yürüyüş Usul ve Kaideleri

Eski 04-17-2009   #9
KRDNZ
Varsayılan

Osmanlı Ordusunda Yürüyüş Usul ve Kaideleri



Osmanlı Ordusunda Yürüyüş Usul ve KaideleriOsmanlı orduları her savaş için yığınaklarını tamamlar tamamlamaz hemen yürüyüşe geçerlerdi
Kosova savaşı için yığınağını FİLİBE’DE yapan Osmanlı ordu­su, KOSOVA savaş alanına Filibe-Sofya- Niş-Kroşovaç-Kurşunlu gibi düz, yürüyüşe ve ağırlıkların hareketine çok elverişli güzergâhı hem uzun hem de düşman ülkesinden geçtiği için emniyetsiz görmüş Filibe-Ahlıman-Köstendil-Komonova-Piriştine yolunu üs­tün tutmuştur Bu yol kısa idi Arızalı olduğu için güçlükle geçil­mişti Ama yanları ve gerisi emin idi Selanik hareket üssünden ya­rarlanılıyordu Osmanlı ordusu yürüyüşlerini düşmana rastlayın­caya kadar sürdürürlerdi II MEHMED (Fatih) AKKOYUNLU Devletiyle yapacağı OTLUKBELİ Meydan Savaşı için yürüyüşle­rinde, KARAHİSAR Kalesi önüne gelince; sadrazam Mahmud Pa­şa’nın,
—Padişahım şu kaleyi alalım- teklifine; Fatih Sultan Mehmed;
—Ben hisar almağa gelmedim, bana düşman ordusunu bulun, şeklinde verdiği cevap çok önemlidir Napolyon Bonapart’ın oldu­ğu söylenen ve strateji kaidesi olarak kitaplara geçen (asıl hedef düşman ordularıdır) sözü; ondan yüzyıllarca evvel Türkler tarafın­dan kullanılan ana kaidelerdendi
Osmanlı ordusunda yürüyüşler çok süratli ve uzun olurdu O devrelerde düşman orduları günde ancak 10 Km yürürken Osman­lı orduları 20- 25 Km yürürlerdi Bu çabukluk, düşman orduları­nın gecikmelerine karşılık, Osmanlı ordularının üstünlüğünü sağ­lardı VARNA Meydan Muharebesinden evvel II MURAD’ın pa­dişahlığı çocuk yaştaki oğlu II Mehmed’e bırakmasından faydala­narak, hazırladıkları haçlı ordusu ile Osmanlıları Avrupa’dan at­mak için Edirne genel yönünde yürüyüşe geçtiler Düşman ordula­rı yol boyunca Osmanlıların elindeki kaleleri almakla uğraşmasa­lardı, oyalanmadan yürüyüşlerine devam etselerdi, Osmanlı ordu­ları toplanmadan Edirne önlerine gelebilirlerdi Osmanlı ordusunu hazırlıksız yakalar ve belki de emeline kavuşurdu Ama daima haçlı orduları toplanmada gecikirlerdi Yürüyüşte ağır olmaları ve bir de uygun gördükleri mevzilere yerleşip, Osmanlı ordusunu beklemeleri, Osmanlıların çabuk toplanmalarına fırsat verirdi Ay­rıca Osmanlı orduları düşmanı gördükleri yerde taarruza geçerler­di
Ne yazık ki; bu gün Avrupalı komutanların buluşları olarak gösterilen Bu stratejik kurallar, yüz yıllarca evvel, Osmanlı başkomutanları tarafından yapılıyordu
Osmanlı orduları başkomutanları; batıdaki düşmanlarına karşı Kullandıkları bu savaş kaidelerini doğudaki düşmanlarına karşı da tatbik etmişlerdi Yalnız doğudaki düşmanları da, Osmanlılar gibi Türk aslından geldiklerinden, savaş usul ve kaidelerini onlar da bi­liyorlardı
Yıldırım Bayezid’in Osmanlı ordusu, Türk Timur ordularına Ankara meydan savaşında yenilmişti Yine Türk asıllı birkaç düş­man ordusuyla savaşmak zorunda kalan Osmanlı ordusu, karşısın­daki ordunun da aynı savaş kaidelerini uygulaması yüzünden zor durumlara düşmüşler, ancak, Osmanlı orduları, başkomutanlarının dehası ve ordularının daimi ve eğitimde üstün oldukları için zafe­re ulaşabilmişlerdi Uygulanan stratejik ve taktik kaideleri aynı idi ve atadan gelme Türk malı idi

Yürüyüşte sevk ve idare kaideleri şu sıra ile özetlenebilir:
a) Yığınak biter bitmez, derhal düşman yönüne yürüyüşe baş­lanmalıdır Bunun adı stratejik taarruzdur
b) Düşmanın kuvvetinin ne kadar olabileceği daima göz önün­de tutulmalıdır Bu, keşifle meydana çıkarılır
c) <!--[endif]-->
Hedef yalnız düşman ordusu olmalıdır
d)<!--[endif]-->
Arızalı da olsa yolun kısası, düzü, emniyetli olanı seçilme­lidir
e) Düşman kuvvetleri harekette ön almışsa, çok seri bir yürü­yüşle bu üstünlük ortadan kaldırılmalıdır
f) Lazımsa ve yollar elverişli ise, yürüyüş bir kaç kolla yapıl­malıdır
g) İcab ediyor ve mümkün oluyorsa, bütün gidiş yolu üzerinde
h) Ordu geri hizmet noktaları hazırlanmalıdır





Alıntı Yaparak Cevapla

Acemi Oğlanlar Ocağı ve Devşirme Usulü

Eski 04-17-2009   #10
KRDNZ
Varsayılan

Acemi Oğlanlar Ocağı ve Devşirme Usulü



Acemi Oğlanlar Ocağı ve Devşirme UsulüOsmanlı tarihi teşkilatı ve müesseseleri mütalaa edilirken devşirme sistemi ne, acemi oğlanlar ocağı müessesesi ne önemli bir yer ayırmak gerekir XVIII asır ortalarına kadar devşirmeler Osmanlı İmparatorluğu teşkilat ve müesseseler tarihinde mühim bir rol oynadılar Hatta denilebilir ki, devletin en yüksek mevkileri devşirmeler elinde idi
Anadolu ve bilahara Rumeli'de çoğunluğu teşkil eden Türkler, toprağa bağlı ve sipahilik le imtiyazlı oldukları için saray hizmetlerinde kullanılmazlardı
Devşirmeler, acemi oğlan sıfatiyle, Enderun Mektebi'nde, Galatasaray, İbrahim Paşa sarayı ile Edirne ve Gelibolu'da, saray bahçelerinde yetişirler, Enderun'da olanları seçme olur ve ileride yüksek mevkilere geçerlerdi
Kapıkulu denilen sınıfı devşirmeler teşkil ederlerdi
Yeniçeriler ve topçular ve diğer ocaklarda olan kullar umumiyetle devşirmelerden idiler ve bunların gayri taifeden olması yasaktı
Devşirmeler ise, Arnavut, Boşnak, Rum, Bulgar ve Ermeni taifesine mahsus olup bunlardan başkaları olamazdı, yasaktı
Devşirme den iptida kızıl aba ile gelen acemileri islam ayini (müslüman usul ve adeti) gereğince Türkçe lisan öğretmek için, ağaları marifetiyle ikişer floriye Türkistan'a (yani Türklerin yaşadıkları köylere) satarlardı ve İstanbul'da bunlar için inşa olunan saraylara ağaları koyarlardı Dört beş seneden sonra defterleri ile bulundukları yerlerden toplanıp her bir ocağa arzu ve meyillerine göre tevzi olunurdu Ve yedi senede bir yeniçeri kapusu olup müteveffaları kadar 15-20 çukalı eski oğlanlar kapuya çıkarlardı, ziyade bir oğlan çıkmazdı (Koçi Bey Risalesi, sahife : 7) devşirmelerin hepsi hıristiyan lardan mürekkepti Fakat bu arada Bosna halkı da müslüman oldukları halde onlardan devşirme suretiyle yine acemi oğlan alınırdı Bunu da arzu ve temenni eden kendileri idi
Şam'danî-zade'nin Mür'i't-tevarih'de bu konuda verdiği malûmat şöyledir :
«Bosna fetholunduğu zaman hepsi birden müslüman olmuşlardı takat padişaha rica ettiler ki, evlatlarımız devşirme tarikiyle alınsın, yani reaya zimmiler i evladından her sene 1000 er nefer devşirülüp bunlar bir sınıf teşkil olunup acemi oğlanı meyanında terbiye, badehu hasenü'1-vech olanları Enderun-ı hümayun'a, kuvvetlileri bahçelere bostancı, diğerleri ortalara yeniçeri yazılır idi ve yeniçeriler kışlalarında sakin olurlar idi
Müslüman evladından olmaz idi Hatta sünnetli doğan çocuklar şüphelidir diyerek alınmazdı Çünkü müslüman çocuğu kar ve kisp bilir, sıkıştığı zaman anası babası yanına kaçar, zahmete tahammül etmez diyerek kabul olunmazdı Ama reaya evladı cenkten dönemez, dönse hakkından gelinir, kaçamaz diye böyle kanun kılınmıştı
Bosnalılar ise müslüman olmakla ve müslüman çocukları toplanmamakla beraber evlatlarının devşirilmesini rica ederler, padişah da «Müslüman Bosnalu devşirme olsun» deyu icazet vermişti
Bu meseleye dair Kanuni zamanında (13 Sefer 972 tarihli) Bosna, Hersek ve Kilis kadılarına bir hüküm gönderilmiş ve şimdiye kadar kazalarında «acemi oğlanı için alınagelen oğlanların ekseri sünnetlû olmakla sünnetlû olanları dahi almu gelmiş iken haliyen acemi oğlanı cem'ine varan yaya başına sünnetlû oğlan almağa mani olduğunuz îlam» olunduğu bildirilerek bundan sonra da şimdiye kadar olduğu gibi «kadîmi yerli olan sünnetlû oğlanlardan yararla-nn cem' ettiresin» emri verilmişti (s 54)
Devşirme müessesesinin nasıl meydana geldiği Aşık Paşazade, Oruç Bey tarihlerinde (s 22) belirtilir ve yukarıda verdiğimiz tafsilat gibi devşirme oğlanlarının iptida Anadolu'da Türklere verildiği, çiftçi olan Türklerin bu oğlanlara çift sürdürdükleri ve Türkçe öğreninceye kadar onları kullandıkları sonra da yeniçeri oldukları anlaşılmaktadır
Busbecq gibi Ricaut gibi batılı müşahid ve müellifler de bu müesseseyi böyle tasvir etmişlerdir Bir vesikadan öğrendiğimize göre, Rumeli'de devşirmelerin alındıkları yerler şunlardı : Üsküp, İştip, Köstendil, Prizren, Samakov, Taşlıca, Prepol, Ereğlu kasrı, (Argiro Castri), Yanya, Pirlepe, İskenderiye, Ohri, İpek, Dukakin, Kırçova, Manastır, Mostar, Izvornik Böğürdelen, Horpişte, Akçakale, Bihlişte Acemi oğlanların ne suretle toplanacağına dair (1031) (1621) tarihli bir hüküm bize bu müessesenin bir çok taraflarını tafsilatiyle açıklamaktadır (Ahmet Refik, devşirme usulü acemi oğlanlar s 4-5)
İcabında bazı yerler muvakkaten olsun acemi oğlan vermekten af olunurdu Mesela 981 de (1573) Mora Sancağı'ndaki reaya Navarin Kalesinin binasiyle meşgul oldukları için kendilerinden o sene acemi oğlan alınmamıştı ve bu hususta bu işe memur yaya başıya bir hüküm gönderilmişti
Bundan başka, İstanbul civarındaki köylerden acemi oğlan alınmayan yerler Kartal ile Kadıköy idi Bu iki köy halkı has ahura ait Üsküdar çayırlarını biçerler, çayırlara bakarlar, at yederler, Bursa'dan ve diğer yerlerden gelen malları muhafaza ederler, gerektiği vakit kılavuz vazifesi görürlerdi H 986 da Kartal'dan acemi oğlan alınmak istendiği zaman bu köy reayası, Kadıköy'ü misal göstererek muafiyet talebinde bulunmuşlar ve kendilerinin eskiden beri yapa geldikleri hizmetleri saymışlardı Üsküdar kadısına bu yolda bir hüküm gönderildiği görülmektedir
Acemi oğlanlar Enderun, Galatasaray, İbrahim Paşa Sarayında -ki bunlar adeta birer mektep idiler- bulundukları, talim ve terbiye ile meşgul oldukları sırada başka hizmetlere memur edildikleri de vaki idi Mesela h 967 tarihinde Yeniçeri Ağası'na verilen bir hükümden öğrendiğimize göre Matbah-ı amireye mahsus koyunlara acemi oğlanlar nezaret etmekte, icabında bunlardan bazıları birer akçe ulufe ile kasap şakirdi yazılmakta idiler
Yine Kanuni Sultan Süleyman zamanında İstanbul'a Kırkçeşme denilen sular getirileceği zaman yol hizmetinde acemi oğlanlar kullanılmış, hizmetlerini gördükten sonra da kapuya çıkarılmışlardı, ki 968 tarihli bir hüküm bu hususu tesbit etmektedir Saray ve cami inşaatında da ekseriya acemi oğlanlar kullanılırdı Kanunî Sultan Süleyman zamanında Haseki Sultan Camii yaptırıldığı sırada acemi oğlanların fevkalade hizmetleri görülmüş ve bu sebeple Haseki Hurrem Sultan'ın ricası üzerine Padişah bunlara ayda 5 akçe papuş akçesi verilmesini ferman etmişti ve bu müktesep bir hak olarak Defter Emini Ayni Ali Efendi zamanına kadar devam etmişti (Aynî Ali Risalesi, s 89) Buna göre, XVII asır başlarında İstanbul ve Edirne acemi oğlanları (Gılman-ı acemiyan) yekûnu 9406 nefer idi ve bu türlü papuş akçesi bunlardan 2732 neferine verilmekte idi Yine bu devirde Edirne Sarayının inşaatında acemi oğlanlardan hamallık edenlerde ikişer akçe ile istihdam edilmişlerdi (Edirne Hassa harcına verilen 975 tarihli bir hüküm vardır)
Edirne'de Sultan Selim camiinin demir işlerini acemi oğlanlar görmüşler, içlerinde hizmetlerini tamamlayanlar Mimar Sinan'ın inhası üzerine kapuya çıkarılmışlardı Bu hizmetlerden maada saraç şakirdliklerinde, saray-ı amire için çalışan hassa gemilerinde, hassa furunlarında, simitçilerde, Çatalca bahçelerinde, anbarlarda, hasırcılarda, sebzecilerde, yoğurtçularda, mandıralarda vesair ocaklarda da acemi oğlanlar istihdam edilirdi
At Meydan sarayı (İbrahim Paşa sarayı) ve Galatasaray acemi oğlanları icabında birinden diğerine muvakkaten naklolunurlardı Mesela h 875 de Atmeydanındaki sarayın mutfağı tamir edileceği zaman buradakiler Galatasaray'a naklolunmuşlardı Acemi oğlanlardan saray, bostan ahur vesair hizmetlerde kullanılanlar bulunduğu gibi, asrın sonlarında bu sahada da sui-istimaller başlamış ve acemi oğlanlardan bazıları ekabir himayesinde bulunmuşlardı, h 993 de bu gibilerin miktarının tesbiti yolunda yeniçeri ağasına bir hüküm gönderildiği görülmektedir
Yine bu sıralarda bazı acemi oğlanların rençberlerin, yani tüccarların işlerine karıştıkları, gemilerden zorla zahire alarak fazla fiata sattıkları anlaşılıyordu ki, bunu men' için Edirne, Rodoscuk (Tekirdağı), Çorlu, Vize ve Hayrebolu kadılarına birer hüküm gönderildiği görülmektedir Bazen de devşirme usuliyle alınıp İstanbul'a getirilen acemi oğlanları evvela müslüman oldukları, fakat sonradan bir yolunu bularak memleketlerine kaçıp eski dinlerine girdikleri görülüyordu Kanuni Sultan Süleyman zamanında (972 tarihli hükümler) Adana taraflarından ve Kayseriden toplanan acemi oğlanları böyle yapmışlardı ve bu gibilerin tevkif edilip isimlerini havi defterle İstanbul'a gönderilmeleri emredilmişti Mesela Sis beyine ve kadısına bu münasebetle gönderilen emirde bir yaya başının bir köyden 7 nefer oğlan alıp İstanbul'a getirdiği ve elbiselerini değiştirdiği, telkinler, yaptığı, sonradan akrabasının bunları tekrar köylerine getirip kiliseye koydukları hususlarının haber alındığı, binaen-aleyh bu oğlanları ve onları ayartanların tutularak gönderilmeleri bildirilmişti Keza Kayseri Beyine ve Kadısına da bu yolda bir hüküm gönderildiği görülmektedir
Acemi oğlanlardan yangınlarda fedakarlık gösterenlere 300 akçeye kadar ihsan verilirdi Bazen de kanunlarından 5000 akçe fazla zeamet verildiği olurdu Çok defa ihtiyaca göre de acemi oğlanı toplanırdı Mesela, Sokullu Mehmed Paşa'nın sadareti sırasında, bina olunan gemilerde hizmet etmek üzere acemi oğlanların toplanması için şöyle bir hüküm gönderilmişti : (1568 - h 976)
«Yeniçeri ağasına hüküm ki : haliya bina olunan dört pare hassa gemiye üçyüz nefer acemi oğlan lazım olmakla Türk üzerinde olan ulûfesiz oğlanlardan üçyüz nefer oğlan yazılıp verilmesin emredüp büyürdüm ki Türk üzerinde olan oğlanların eskilerinden ve yararlarından 300 nefer acemi oğlan ulufeye yazıp dahi zikr olan gemilere tevzi' idesin» Hass ahırlardaki saraç şakirdleri, acemi oğlanlardan intihap olunurdu Furunlarda ve has bahçelerdeki acemi oğlanlar kapuya çıkarıldıkları zaman onların yerine Türk üzerinde olan acemi oğlanlar ulufeye yazılarak gönderilirdi
Keza, Edirne'deki has bahçelerle saraya odun getiren hassa gemilerdeki acemi oğlan noksanını doldurmak için yeniden oğlan devşirmeye lüzum görülmüş, yeniçeri ağasına hükümler gönderilmişti, (h 987 ve h 991 tarihlerinde)
Acemi oğlanların kapuya çıkma ları, yani yeniçeri ocağı na geçmeleri de mühim bir mesele idi Mesela has furunlarda çalışan acemi oğlanların sanatlarında mahir olanları üç yılda bir yollariyle (yani usulüne göre) kapıya çıkarlardı Bu usule riayet edilmediği takdirde ekserisi fırsat bulur bulmaz kaçarlardı Bazen acemi oğlanların «ekabir ricasiyle» usul ve teamüle aykırı olarak kapuya çıktıkları da vaki idi ki, bu hususta da XVI asır sonlarına ait hükümler görüyoruz Kapuya çıkmak meselesi yüzünden acemi oğlanların bazen isyan ettikleri de olurdu XVII asırda Dördüncü Mehmed zamanında, 1649 da, Galatasaray ve İbrahim Paşa Sarayı acemi oğlanları isyan etmişlerdi (Naima, IV s 356)
Ağalar saltanatı hengamında her şeye olduğu gibi acemi oğlanlar müessesesinde de karışıklık ve bozukluk artmıştı Odabaşı lar (Yeniçeri ortaları nın) onar kuruş karşılığında bakkal ve hammalı yeniçeri yaparlar ve acemi oğlanları kapuya çıkmaktan mahrum ederlerdi Naima bu hususta der ki (IV, s 418)
«Acemi oğlanları arzuhal sunup oda-başılar onar kuruşa bakkal ve hammalı yeniçeri ettiler, biz bunca zamandır hizmetteyüz yolumuzca bedergah olalım ve illa acemi oğlanlığı dahi bırakup varup hammallık eyleyip onar kuruş feda idip oda basılara veririz Ve kapuya çıkarız demeleriyle bedergah ferman olunup ağa İstanbul'a geçüp acemi oğlanlarından bulunca bir miktar anlardan ve doğrudan yazup Üsküdar'a geçirildiler»
Devşirme müessesesi ve acemi oğlanlar teşkilatındaki bozukluk Kanuni devrinden itibaren başlamış, türlü safhalar geçirerek XVIII asır ortalarına kadar devam etmiştir
Kaynak: Osmanlı Müesseseleri, Teşkilatı ve Medeniyeti Tarihine Genel Bakış / Prof Tayyib Gökbilgin

Alıntı Yaparak Cevapla

Osmanlı Ordusu Genel Kuvvetler ve Ödenekler

Eski 04-17-2009   #11
KRDNZ
Varsayılan

Osmanlı Ordusu Genel Kuvvetler ve Ödenekler



Osmanlı Ordusu Genel Kuvvetler ve Ödenekler

Genel kuvvet, Osmanlı Ordusunun kuruluş tarihi olan 1363 (H730) yılından yeniçeri lerin lağvı (kaldırılması) olan 1826 (H 1241) yılına kadar geçen yaklaşık beş yüzyıl içinde Osmanlı genel kuvveti haliyle birçok değişikliklere uğramıştır
Başlangıçta yeniçeri ler 1000 kişiden oluşurken Kanuni döneminde 12000, III Mehmet döneminde 45000 kişiye ulaşmıştır 17 nci yüzyılın ortalarında tasarruf nedeniyle sayıları yarı yarıya indirildiği halde 18 nci yüzyıl başında 70000, ortalarında 80000’e çıkmış, III Selim döneminde 110000’e, II Mahmud döneminde de 140000 kişiye ulaşmıştır
Yeniçerilerin kuruluşu ve düzenlenmesi Kanuni döneminde tamamlanarak ortalarının sayısı 196 olmak üzere sınırlandırılmıştır Bu sayı sonuna kadar değişmez kaldığı halde sayıca yukarıda belirlendiği üzere bazan arttırılmış bazanda eksiltilmiş olduğundan ortalar da doğal olarak mevcudunun değişmesini gerekli kılmıştır Önceleri her yeniçeri ortası 60, 70 ve daha sonraları 100 kişiden oluşurken, 18 nci yüzyılda 2000�3000 kişilik ortalar görülmüştür
Diğer kapıkulu ocaklarından da zamana göre arttırma ve eksiltmeler olmuştur Kapıkulu süvarisi de başlangıçta yalnız sipahi bölüğünden ve sayıları da birkaç yüz kişiden oluşurken sonraları bölüklerinin sayısı altıya vardırılmış ve mevcuttan bazan arttırılma bazanda eksiltilerek 17 nci yüzyıldan sonra 20000’i aşmıştır Fakat sonraları alınan bazı kararlar sonucunda kuvvetleri gittikçe azalmış önem ve saygınlıkları da kalmamıştır
Ülkeler zaptedildıkçe bu ülkelerin tımar, zeamet ve has’ın Padişahlar tarafından ödüllendirilerek, savaşta yararlık gösterenlerden hak sahiplerine bölündüğünden, topraklı süvarisinin sayıları gittikçe çoğalmış, Kanuni döneminde yaklaşık olarak 150000 atlıyı bulmuştur 17 nci yüzyıldan sonra doğrudan doğruya devlet hazinesine giren gelirleri çoğaltmak arzusu ile açık bulunan tımar ve zeamet, başkalarına verilmesinden vaz geçilerek, bunların kiralanması Hükümetçe daha uygun görüldüğünden bu süvarinin sayısı gittikçe azalmıştır
Evliya Çelebi, Kanuni devrinde topraklı süvarisinin yani tımar, zeamet ile bunların yasal olarak savaşta çıkarmaları gereken Cebelu’ların Kanuni Süleyman’ın yasasınca Rumeli’de 74600, Anadolu’da 91600 ki toplam olarak 166200 süvariden oluştuğunu bildirmektedir Yine IV Sultan Mehmet Han’ın saltanatı başlarında meydana gelen bazı fetihlerden dolayı bu sayıların 179200’e ulaştığını bildirmektedir
Askeri güçler toplamına gelince, bu da bir ölçüde kalmamıştır Yabancı tarihçilerden Marsigli Sultan Süleyman Han Hazretleri tarafından konulan askeri yasa gereğince kapıkulu ocakları askeri güçlerin 74148 mümtaz eyaletlerin süvarisi ile beraber Topraklı süvarisinin toplam 174192, deniz askerlerinin de 5572, böylece genel Osmanlı kuvvetlerinin 299012 kişiden oluştuğunu fakat İkinci Viyana muhasarasiyle başlayan ve onyedi yıl süren Avusturya savaşından sonra askeri kuvvetlerin biraz daha azaltıldığını yazmakta ve iddia etmektedir Fakat Osmanlı tarihçilerin verdiği bilgiye göre ise Osmanlı kuvvetlerinin bu seferden sonra da sayıları hayli yükselmiş bulunuyordu
Çünkü Osmanlı tarihlerine göre bu seferlerden hemen sonra kapıkulu askerlerinden olmak üzere 70394 yeniçeri, 12153 cebeci, 5084 topçu, 676 top arabacısı, 15000 süvari ki toplam 103307 kişilik bir askeri kuvvet bulundurulduğundan, Marsigly’ye göre ise Kanuni Süleyman yasasınca kapıkulu askeri İçin sınırlandırılan 74000 küsur kişiden noksan değil hatta belki yarısı dolayında fazla olduğu kayıt ve izah olunmaktadır
Kanuni Sultan Süleyman Hazretlerinin 300 top, 300000 kişilik bir ordu ile Macaristan’a vardığı yabancı yazarlarca rivayet edilmiştir Bu sıralarda geniş Osmanlı ülkelerinin diğer yönlerinde de yurtiçi asayişinin sağlanması, düşmanlık belirtileri göstermeleri muhtemel olan diğer sınır komşularının gözetimi için küçük kuvvetler ayrılması gerektiğinden, genel Osmanlı kuvvetleri Marsigli’nin bildirdiği sayıdan çok daha fazla idi
Gerçekten, Marsigli’nin askeri sınıfların sayılarına ait broşürüne koyduğu cetvel incelenirse, mevcut olan askeri sınıflardan bazısının kuvvetini almadığı görülür Bu kaydedilmeyen askeri sınıfların kuvvetleri de Marsİgli’nin verdiği sayıya eklenirse Osmanlı genel kuvvetin 500000 kişiye yaklaştığı görülür
Evliya Çelebi elinde fermanla maaş alan vazife isteklisi asker sayısının Kanuni devrinde 500000, IV Mahmud Han döneminde 566000 kişi dolaylarında olduğu bildirilmektedir Savaş sırasında tımar ve zeametlerden yararlık gösterebilenler Padişah ordusuna eklenebilecek çok sayıdaki gönüllüler bu hesaba katılmamışlardır
Böylece verdiğimiz bilgilerden anlaşılacağı gibi barış halinde yaklaşma veya durumun müsaadesinde askeri İndirim yani kısıtlama ile tasarrufa çok uyulduğu zamanlar dışında olmak üzere normal durumlarda genellikle Osmanlı Devleti Kuvvetleri toplamı 400000 ile 500000 kişi dolaylarında idi ki, herhalde 400000 den aşağı değildi Bunca büyük askeri kuvvetleri o sıralarda Avrupa’da silah altına almaya hiçbir devletin gücü yetmezdi
Askeri Ödenekler
Askeri kuruluşlar, konusunda verilen bilgilerden anlaşılacağı gibi, önceleri askeri ödeneklerin, askeri sınıflara göre çok çeşitleri vardı Kapıkulu denilen hassa askerlerinin ödeneği maaş, tayınlar ve giyecekten ibaret olup, doğrudan doğruya devlet hazinesinden verilirdi Maaşları günlük itibari ile ve ulufe adiyle her 3 ayda bir kez ve özel merasime uyularak ödenirdi
Önceleri yeniçerilere günde 1 akçe bağlanmışken sonraları günlük ulufe leri 3’er 1600 yılına doğru beşer, 17 nci yüzyılda ise 7’şer akçeye yükselmişti O vakitler akçe denilen ufak paranın her üç tanesi 90 ayarında bir dirhem gümüşten basılırken, zaman geçtikçe gümüşün ayarı düşürülmüş olduğundan, erlerin günlük ulufe leri de o oranda arttırılmıştır Son zamanlarda 23 ve 25 akçeye kadar yükseltilmiştir
Günlük ulufe lerin kurallarca üçer veya beşer akçeden ibaret olduğu dönemlerde bile "Terakki" adı verilen bazı emektarların muharebe ve muhasaralarda "Serdengeçti" ve "Dalkılıç" yazılanların ulufe lerine zamlar yapıldığı için gerçekten erlerin ulufeleri farklı olduğundan içlerinden 15 akçeye kadar ulufesi olanlar bulunurdu
Cebeci, topçu, arabacı gibi öteki kapıkulu ocaklarına bağlı erlerin gündelikleri de aşağı yukarı yukarıda yazılan miktarlar dolayında idi 16 ncı yüzyıl sonunda "Altı Bölük" erleri denilen kapıkulu süvarisinden baş erlerinin 13’er, orta bölükler erlerinin 11 ’er, aşağı bölükler takımının da 9’ar akçe gündelik ulufeleri olduğu, "Terakki" bağışı İle ulufeleri çoğaltılan emektarların da doğal olarak daha çok aldıkları tarih sayfalarında yazılıdır
16 ncı yüzyıl sonlarında daha madeni paraların karıştırılmadığı zamanlarda yeniçeri ağasına günde 500, altı bölük ağalarına 120’şer, cebeci başına 60 akçe, diğer ocak ağaları ve subaylarına da o oranda ulufe verilirdi Yeniçeri erlerine günlük ulufeden başka silah masrafları karşılğı olarak senede bir kere "keman behâ" adıyla da 30 akçe ödenirdi
Askeri Tayınlar
Ekmek, et, bulgur ve sade yağdan ibaret olup, cuma geceleri için pirinç de verilirdi
Yabancı yazarlardan Padişah Ordusuna ve tutsak olarak er arasında bulunmuş olan "Marsigly" 17 nci yüzyılda her ere günde 100 dirhem ekmek, 60 dirhem et, 50’şer dirhem bulgur ve sade yağ verildiğini, cuma geceleri de bulgur yerine elli dirhem pirinç ile helva da dağıtılmasının adet olduğunu bildirmektedir
Eyaletler askerinden ve yerli kulu sınıflarından azab, sekban, icareli, topçu ve lağımcılar kısmen eyalet paşaları ve sancak beyleri tarafından, kısmen de doğrudan doğruya devlet hazinesine giren gelirler ile İdare ve iaşe edilirlerdi Yukarıda adları sayılan erlerden müsellem ve yörüklere ise devlet tarafından boş arazi gösterilmiş, bunlar aşar ve başka vergilerden bağışık tutulmuşlardı
Serhat kulu sınıfından olanlar, kısmen maaşlı, kısmen de kendi arzularıyla görev yapan gönüllülerden oluştuğundan, maaşsız olarak kullanılırlardı
Topraklı Süvarisinden has ve zeamet sahiplerinin savaşta çıkarmaları özel yasalarla saptanan atlılardan herbirine yılda 5000 akçelik aşar geliri bağlanmış olduğu yukarıda anlatılmıştı
Tımarlılar içinde, 3 veya 6000 akçelik yıllık geliri olanlar bulunur idiysede, bunlar bir İki eyalete özgü olduğundan başka eyaletlerde tımar 5000 akçe olduğu için gerek bunlar gerekse az çok "Terakki" ye erişenler tarafından çıkarılacak "Cebelu"ların da devlete yılda 5000 akçeye hizmet ettikleri kabul olunabilir
Böylece, tüm topraklı süvarisinin her biri için devletin ödediği yıllık harcama 5000 akçeden ibaretti Bu süvarinin kuvveti, 150000 kişi sayıldığına göre, devletin yalnız bunlar için, yıllık, 750 milyon akçe harcama yaptığı belirlenir
Kanuni döneminde bir dirhem gümüşten 3 akçe basıldığı ve madeni paraların karışımlı olması nedeniyle o zamanki gümüş değerinin bugünkü bedeli yaklaşık olarak 30 para eder
Ancak o zamanlar, gümüş madeni şimdiki kadar ihraç olunmadığından az bulunabildiği için değeri fazla olduğundan ticaret dünyasında bir akçelik gümüşün gördüğü işi 5�6 akçelik gümüşle görmek, yani o zaman bir akçeye alınan yiyeceği bugün ancak 5�6 akçe ile almak olanağı vardır Kanuni döneminde devletin yalnız topraklı süvarisi için tahsis ettiği masrafların bugünkü değeri hesaplanırsa 600 milyon frank’ı geçtiği gerçeği ortaya çıkar Bu da zamanın da Fransa Hükümetinin tüm kara ordusu için harcadığına eşit büyük para tutarıdır
------------------------- Bu yazı Osmanlı Askeri Teşkilatı ve Kıyafeti / Mahmut Şevket Paşa / KKK / 1983 kitabından alımıştır

Alıntı Yaparak Cevapla

Osmanlı Donanması

Eski 04-17-2009   #12
KRDNZ
Varsayılan

Osmanlı Donanması



Osmanlı Donanması
Önceleri deniz askerleri tersane ocakları denilen birkaç ocaktan oluşur, "Tersane Halkı" ile "Harp Sınıfından olmak üzere iki bölümden meydana gelirdi
Her iki bölümün âmir ve komutanı "Kaptan Paşa" idi "Tersane Kethüdası" ve "Tersane Ağası" da deniz askerlerinin büyük rütbeli kişilerini meydana getirirdi Sonraları "Kapudane-i Hümâyun" adını alan birincisi Kaptan Paşa'nın muavini olup, ikincisi ise bunun yokluğunda vekalet ederdi
Tersanede çalışan tersane halkı azablardan oluşurdu Bunlar Reis, Odabaşı, Aşçıbaşı adlarında üç subayın komutasında bulunur, reise "gardiyan başı" da denirdi
Azablar her biri beş altı kişiden oluşmak üzere birçok küçük ortalara bölünmüş bulunur, tersane nöbet beklemek, subayların filikalarını çalıştırmak, İzmit'ten kereste getirmek ve zindanda bulunan hükümlüleri muhafaza etmek gibi görevleri yerine getirir, bir kısmı da kalafatçılık yapardı Azabların bir sınıfı da top ve humbara atışı gibi askeri eğitimler de yaptıklarından gerektiğinde bunlar aşağıda sayılacak savaş sınıfında da görev alırlardı
Tersanede Tersane emini; tersane katibi, liman katibi, zindan katibi gibi bazı subaylar' da hizmet görürlerdi
Deniz askerinin harp sınıfı;
Levendler
Tımar ve zeamet kişileri
Tayfalar
Forsalar
dan oluşurdu 17 nci yüzyıl sonunda bunlara "kalyoncu" adıyla bir sınıf daha eklenmiştir
Osmanlı kıyılarında bulunan bazı sancaklardan "Kaptan Paşa Eyaleti" adıyla meydana getirilen eyalette, yöresel asayişi sağlamak için, diğer eyaletlerdeki "Yerli Kulu" askerlerine benzer, sancak beyleri tarafından kullanılan askerlere "Levend" adı verilmişti Bunlar gereğinde savaş gemilerine Tüfekçi erleri olarak yani silah taşıyarak katılırlardı Levendler arasında rumlar da çalıştırıldığından, bunlara da "Levend-i Rumi" denirdi
Kaptan Paşa eyaleti de öteki eyaletler gibi, has, zeamet ve tımar'a bölündüğünden, Padişah Donanmasının hareketi halinde adı geçen eyaletlerin zeamet ve tımar sahipleri ile bunların yasal olarak çıkarmağa zorunlu oldukları "Cebelu" lar da silahlandırılmış olarak padişah donanmasına katılırlardı
Her savaş gemisinin deniz hizmeti, "Tayfa" adıyla 20-30 kişiye verilmişti Tayfalara "Oda Başı" adında bir subay komuta ederdi Savaş gemilerinin büyük kısmı küreklede hareket ettirildiklerinden, çoğunlukla suçlu ve esirlerden oluşan Forsa lar kürekçilik görevini yaparlardı Her gemide bu forsa lar Gardiyan başı adında bir subayın gözetiminde bulunurlardı
Tutsaklar arasında en kıdemlisine reis adı verilir, O da geminin kılavuzluk işini görür, dümene de bakardı Akdenizde özellikle Adalar Denizinde kıyıların doğal oluşumlarından dolayı fırtınalı havalarda sığınabilecek birçok yerler bulunduğundan, Osmanlılar rüzgarın esintisine uymaya zorunlu olmayarak kendileri her an denize egemen olabilmek için kürekle yüzen küçük gemilere daha ziyade önem vermişlerdir Fakat sonraları büyük gemilerin gerekliliğini kavramışlardır Tam arma ve yelkenli olan bu gibi büyük gemilerin manevrası silah fenninde özel maharet istediğinden, kalyon adıyla inşa olunan büyük gemiler için kalyoncu adiyle bir sınıf gemici askeri daha kurulmuştur
Donanma, Kaptan Paşa'nın emir ve komutasında olarak denize açıldığı zaman onu meydana getiren fırka ve filoların emir ve komutası beylerbeyi ve sancak beylerine aitti Başlangıçta bu gibi komutanların başkaca adları yoktu
Sonraları fırka ve filo komutanlarına patrona ve piyale denilmeye başlanmıştır Bu adlar da denizcilikte rütbe sırasına geçmiştir ki, bugün birincisine Ferik, ikincisine Liva denilmektedir
-------------------------
Bu yazı Osmanlı Askeri Teşkilatı ve Kıyafeti / Mahmut Şevket Paşa / KKK / 1983 kitabından alımıştır

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.