Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Eğitim - Öğretim - Dersler - Genel Bilgiler > Psikoloji / Sosyoloji / Felsefe

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
akımları, düşünce, felsefi, hakkında

Felsefi Düşünce Akımları - Felsefi Düşünce Akımları Hakkında...

Eski 07-30-2012   #16
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Felsefi Düşünce Akımları - Felsefi Düşünce Akımları Hakkında...



DEVLET FELSEFESİ

Siyaset felsefesinin bir dalını meydana getiren ve toplumsal yaşamla devletin doğuşunu, doğasını ve anlamını araştıran, insanlarla insanların içinde yer aldıkları siyasi örgütlenmeler arasındaki ilişkileri inceleyen felsefe dalı

Devlet felsefesi tarihinde, devlet şu şekillerde anlaşılmıştır:

1 Doğal bir kurum veya organizma olarak Bu yaklaşımın klasik temsilcisi Platon’dur O, devleti büyük ölçekli bir insan ya da organizma, bireyin bir devamı olarak görür ve bu durumun bir sonucu olarak da, sırasıyla akıl, can ve iştihadan oluşan üç parçalı ruh anlayışını aynen devlete yansıtır Buna göre, o devletin temelini insan doğasında bulmaktadır

2 Devletin, yönetimde bulunanlardan ayrı olan, fakat yöneticilerin karar ve ehliyetleriyle gelişmesine katkıda bulundukları bir kurumlar ve hizmetler sistemi olduğunu dile getiren Aristotelesçi devlet anlayışı Bu çerçeve içinde, Aristoteles’te, devletin asıl amacı, yurttaşların maddi bakımdan refaha ulaşmaları, ama daha çok ahlâki bakımdan gelişmeleri ve olgunlaşmalarıdır Devlet, bu amaç için vardır Yani, ona göre, devlet yö*netimleri kendi başlarına iyi ya da kötü değildir, ancak söz konusu amacı gerçekleştire*bilmesine göre, iyi ya da kötü devlet vardır

3 Yapma bir varlık ve araç olarak devlet Klasik temsilciğini Rousseau, Hobbes ve Locke’un yaptığı bu anlayışa göre, insan mutlak bir özgürlük durumu içinde varolamaz Mutlak bir özgürlük durumunda, insanı dışarıdan belirleyen ve sınırlayan hiçbir güç olamayacağından, her insan neyin iyi olduğuna kendisi karar verir ve kendi çıkarlarını hayata geçirmeye çalışır Bu ise, tam bir çıkar çatışmasına, hatta insanlar arasında bir savaşa yol açar Fakat böyle bir durum, tüm insanlara zarar vereceğinden, insanlar bir araya gelerek, aralarında bir sözleşme yaparlar İnsanlar toplum sözleş*mesi adı verilen bir uzlaşma ve anlaşmaya dayanarak, ortak iradelerini temsil edecek bir gücü, kendileri için hakem ve yönetici olarak tayin ederler Buradan da anlaşılaca*ğı gibi, söz konusu anlayışta devletin doğal bir temeli yoktur Bu yaklaşımda devlet, insanları birbirlerine karşı koruyacak ve ken*dilerini geliştirmelerine imkan verecek bir araç olarak ortaya çıkar

4 Devleti, kendi irade, ehliyet, yeteneği, ve amaçları olup, bir üniversiteye benzetilebilecek cisimleşmiş bir kişi, dünyadaki ilahi düşünce, milli bir ruh olarak gören Hegelci devlet anlayışı Devletin içeriğini milli ruhun meydana getirdiğini öne süren Hegel ‘e göre, milli ruh, din, hukuk, bilim, sanat, sanayi gibi türlü özel alanlara ayrılır

5 Devletin, devleti kontrol edenlerin, gücü elinde bulunduranların çıkar ve tercihlerinden hareketle politikalar üreten bir tür yönetim makinesi olduğunu, toplumdaki egemen sınıfın çıkarlarına hizmet ettiğini dile getiren Marksist devlet görüşü Söz konusu anlayışa göre, devlet sınıflara bölünmüş olan topluma sıkı sıkıya bağlıdır Bu çerçeve içinde devlet, sosyal mücadeleyi, sınıf savaşını yavaşlatan, ona engel olan, ekonomik bakımdan üstün durumda olan, üretim araçlarına sahip bulunan sınıfın baskı aracıdır

Kaynak: Atatürk Üniversitesi Sosyoloji Bölümü 1 Sınıf "Felsefeye Giriş" Dersi Ders Notları

Alıntı Yaparak Cevapla

Felsefi Düşünce Akımları - Felsefi Düşünce Akımları Hakkında...

Eski 07-30-2012   #17
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Felsefi Düşünce Akımları - Felsefi Düşünce Akımları Hakkında...



DOĞA FELSEFESİ


"3Çevre Sorunlarına Öğrenci Yaklaşımlaı Sempozyumu'nda sunduğumuz Doğa Felsefesi çalışması"

Nisan 1998 Samsun, 19 Mayıs Üniversitesi

Doğa Topluluğu olarak bu sunuşumuzla "Doğa Felsefesi" başlığı altında ilk insandan günümüze kadar insanların doğaya bakış açılarını inceleyeceğiz İnsanların doğaya bakış açıları, çevre şartlarına, geçirdikleri aşamalara, bilgi seviyelerine, sahip oldukları teknolojiye ve toplumsal yapının egemen görüşlerine göre degiştiğinden ilk insandan günümüze kadar geçen süreci tarihsel, toplumsal, ekonomik ve teknolojik gelişmeler yönünden inceleyeceğiz Böylece insanların doğayı nasıl algıladıklarını ve neden o şekilde algıladıklarını anlamaya çalışacağız

Öncelikle neden "Çevre Felsefesi" adlı bir kitaptan yararlandığımız halde sunuşumuz için çevre felsefesi değil de doğa felsefesi başlığını kullandığımız'ı açıklamak istiyoruz Bizce çevre terimi, insan ile insan olmayan ayrımı yaparak insanin doğa ile bütünlüğünü göz ardı etmiştir Oysa doğa terimi, insani doğa nin bir parçasi olarak kabul eder ve bu bütünlüğü vurgular Bu nedenle kendimize ve doğaya doğru yaptığımız bu yolculuğu, çevre degil de doga felsefesi adı altı nda sunmayı doğru bulduk

Ilk insan topluluklarının doğaya bakış açılarından başlarsak, onlar tam anlamıyla doğanın bir parçasıydı Acıkınca yemek ararlar, tehlikeyle karşılaşınca kaçarlar yani yaşamlarını ve ırklarını devam ettirme güdüleriyle yaşarlardı Bilgi düzeyleri yetersiz olduğundan doğaya etki edemedikleri gibi doğrudan doganın etkisi altında idiler Dolayısıyla doğanın kurallarına uyarak doğal bir hayat yaşadılar Fakat zaman içerisinde insanın doğa ile olan bütünlüğü ortadan kalkmaya başladı Peki neden insan doğadan koptu? Çünkü insan biyolojik evrim sonucunda kendine dışarıdan bakabileceği, duygulardan uzak ,mantık kurallarına baglı bir beyine sahip oldu Bu beyin ona kendini savunmasında ve barınmasında etkinleşme şansını verdi Insanoğlu kapasitesinin farkına vardı ve bilgi düzeyinin arttırmasıyla organik toplumlarda bir değişim süreci başladı Avcilik ile insan doğa karşısında etkili olabildiğini gördü Ayrica şehirlerin ortaya çıkısı toplumsal yapı nın kökünden sarsılmasına neden oldu Varolan kadın-erkek eşıtlıgının erkek lehine degişmesini sağladı Evde de ekonomide de toplumsal işbölümü geleneksel eşitlikçi özelliğini kaybetti ve hiyerarşik bir şekil kazanmaya basladı Bu durum yalnızca toplumsal alanda etkili olmakla kalmadı; aynı zamanda insan doğa ayrımının daha da belirginleğmesine neden oldu

Ilk çaglarda özellikle Yunanli filozoflar doga üzerinde yogun bir sekild e düsünmeye basladilar Dogayi ve insanin doga içerisindeki yerini kavramaya çal istilar Karmasayi, düzensizligi ve vahsi yaban hayatini temsil eden dogaya kars i, düzenlilige, birlige, uyuma ve süreklilige sahip "polisler", ilkçag Yunan top lumlarinda insanlarin yasadigi korunakli, güvenli ve korunmasi gereken sehir dev letleriydi Yani insan mücadele içinde oldugu dogadan ayri ve kopuktu Feodalizm in hakim oldugu Ortaçag'da insanin dogayi algilayisinda pek bir degisiklik olmad i Sehir devletleri imparatorluklara, sahip oldugu tebaasini ve dogayi daha sist emli ve verimli sömüren devasa devletlere, dönüstü Fakat aydinlanma dönemi doga yi algilayis açisindan bir dönemeçti Çünkü "mekanist görüsü" gelistirdi Aydinlanma ile somut var olana yöneldi insanoglu Dogada kesfettigi fizi ksel yasalari varolusun tamamina yaymayi denedi 19 Yüzyilda teknolojide sagla digi olaganüstü ilerlemeler ile doga karsisinda artik çok daha etken bir ögeydi Bir yandan dogayi çok iyi isleyen bir makine olarak algilarken, diger yandan bu makinenin çarklarini istedigi gibi döndürebilecek bir güce erismisti Artik dog a karsisindaki güçsüzlügü yüzünden üretip, sonra da kaçip sigindigi akil disi, b üyüye ait, soyut açiklamalara ihtiyaci kalmiyordu

Rönesansla büyük bir ivmeyle baslayan bilimsel ve teknolojik gelismeyi h ayata uygulamak için; zamanin egemen, soyut baski araçlarina (dinler, bos inanla r, soyluluk mitleri, dogaüstü güçler) karsi mücadele etmek gerekiyordu Yasam ka litesini görece bir biçimde yükselten yeniler, eskilerin yerini alirken, etkili olan soyut dünya, materyalist bir mantik yürütme, somut gözlem sonucu külliyen l av ediliyor, bu yeniler asirlardan beri duran ve geriye giden ilerlemenin yol aç tigi bilgi açligi sonucu varolan hakli-haksiz, soyut-somut her seyin yerini alip , gidilecek ,varolan tek yol olarak sunuluyordu

Newton elmanin yere düsme nedenini buluyordu ama sorularini sorgulama yö ntemiyle (somut,deney-gözlem) siniyordu Bunu da "Nasil?" sorusunu sorarak yapi yordu Artik "Neden?" sorusuna gerek kalmamisti,nasilsa "Nasil" sorusu cevapla niyordu Bu soru-cevap zinciri her seyi çözebilirdi Dünyadaki varolus salt elma nin yere düsüsündeki fiziksel gerçeklikle, "Nasil" sorusuna cevap verilerek çözü lebilirdi

Bacon, "Bilgi kuvvettir, bilgiye dayali sanatlar (teknoloji) insana en y ararli sanatlardir" deyip, insanoglunun estetik haz almak için yaptigi sanati f aydasiz bulup, teknolojiye yönlendiriyordu Insan bu açtigi yeni yolda yürümeliy di , hatta kosmaliydi Asirlarin dayattigi cehalet ve güçsüzlük tahakkümü sona e rmeliydi, erecekti de Ama elde etmenin yolunu buldugu bilgi ve ona dayali sanat lar-teknoloji- onun kontrolünden ve araç olma sifatindan çikip, insanoglunu yöne tmeye, onun amaci olmaya ve ona dogal varolusunun disinda gücünün yettigi kadar yapay bir dünya kurmaya çalisacakti Tabii ki akli sayesinde elde ettigi bilgile re dayanan ve hayatini kolaylastiran teknolojisi olmaliydi, ama bunu varolusunun gerektirdigi,açikça gösterdigi "dogayla bütün, doganin parçasi olma" halinden u zaklasmamaliydi Ulastigi bilgi seviyesini, bu ilerlemesini borçlu oldugu akliyl a olumlu, üretici, dogaya yani kendine zarar vermeyen bir teknolojiye dönüstüreb ilirdi

Descartes, dogayi "Hakim ve sahip olunacak" bir sey olarak tanimliyordu Evet insan artik dogaya; aslinda parçasi oldugu ve/veya olmak zorunda oldugu bü tüne bencil,faydaci egilimleriyle yaklasmaliydi Çünkü artik gücü vardi Ama ona o gücü veren doga, ondan neden daha güçlü olmasin?!

Zamanin yeni gelisen vahsi-kapitalist ekonomileri ve çökmeye yaklasan im paratorluklari bu yeni sanattan yikici bir rekabet içinde yararlandilar Yeni s ömürgeler buldular,insani feodal düzenden çikarip, çalisan ve kar üreten fabrika larin çarklari yaptilar Insanoglu dogal varolusundan apayri bir dünya içinde, h ayatta ve üstün olmak için hakim,sahip,kullanici olacagi objeler aradi Bunun iç in dogayi yasama alanini fütursuzca, açlikla, inanilmaz bir dengesizlik içinde d elilige varan panik haliyle sömürüp, kendine yani dogaya yabancilasti Sayisal, somut, mekanik hesaplar,olgular ve olaylar dünyasina sömürecegi "doga" bitene ka dar kapandi

Bu gidis için egemen soyut anlayis ile yapilan mücadelede ilerleme fikri nin, her alana uygulanacagina dair düsünce de etkin bir sekilde ileri sürüldü C omte'nun entelektüel gelismeye iliskin "üç hal kanunu", Hegel'in "Tin'in kendi bilincine varis sürecinin geçirdigi asamalar kurami", Marx'in "üretim biçimlerin in ilkel-komünal toplumdan komünizme dogru gelismesi" görüsü; Concordet'in "insa n zekasi onun ilerlemesine" iliskin gelistirdigi tarihsel sema, ilerleme fikrini n degisik kompozisyonlaridir Böylece her alanda rasyonalite kullanilip, her sey bu yeniye adapte edilebilirdi (Weber'e göre rasyonalite: Herseyin hesaplanabil ir hale getirilmesi,verimlilik-iki nokta üzerindeki en kisa hattin kullanimi-, d imistifikasyon-akildisi, büyüye ait her seyin reddedilmesi-)

Ilerleme görüsünün en iyimser temsilcisi Concordet, her alanda bilimsel ilerlemenin kullanilabilecegini vurgular Bilgilenen insan, sürekli ilerlemenin getirecegi sorunlari, yine ilerlemenin kazandiracagi rasyonel ,bilimsel bilgi gü cü ile kavusturacakti Artan nüfus sorununu çözebilirdi Bilimsel ilerlemeyle ah laki ilerlemeyi saglayabilir ve dogrularin yapilacagi mutlu dünyaya ulasabilirdi Doganin bir siniri vardi, ama elindeki yeni, sihirli güç ile insan bu sinirli dünyayi verimli kullanabilirdi Sinir ona göre 1800'lü yillara çok uzakti

Mekanist mantiktan yola çikarsak, bir amacin, eregin olmadigi Nasil so rusunun degil, Neden sorusunun önem kazandigi, bütün somut olmayanin lav edildig i kaskati bir dünyaya çikariz Bu estetik kaygidan apayri, yok ettigi soyut teme llere dayanan etigin yerine bir sey koymayan bilimsel mekanist görüs, insanin çi karlarina, isteklerine olumlu-olumsuz ayrimi yapmadan destek, güç veriyor

Insani ya da var olusu ruh ve madde diye ayirip insan-doga uçurumunu aça rak, bütünselligi bozup, karsitliklar ve çikar iliskileri koyan mekanist insan b ir canavar degil, aydinlanmanin isigindan körlesen bir bilgiye susamistir

Mekanist görüsün dogaya yaklasimi günümüzde çevre felaketleri olarak nit elendirilen sonuçlara-sorunlara yol açti Çevre sorunlarinin artmasi insanlarin bir yerlerde yanlis yaptigini gö stermekteydi Bu yanlislarin tespit edilmesi ve dogru çözümlerin üretilmesi gere kiyordu Böylece mekanist görüse alternatif olan ekolojik görüs ortaya çikti Bu görüsü savunanlara göre, çevre sorunlarinin köklü çözümü için, insanlari dogayl a yanlis iliski kurmaya sevk eden dogaya iliskin kavramlari,fikirleri, duygulari ,yasantilari, kültürel degerleri ve yasam tarzlarini derinligine ele alip incele meleri,elestirmeleri ve onlara alternatifler gelistirmeleri gerekiyordu Ekolojik görüs, büyük varlik zinciri,romantizm,mistisizm ve animizm gibi görüs v e geleneklere; biyoloji ve ekoloji gibi bilimlere; Darwin'in evrim kurami ve Mal thusçuluk gibi bilimsel görüslere dayanir Simdi bu görüsleri tek tek inceleyeli m

Varlik zinciri anlayisi Platon'a kadar dayanir ve evrenin organik kuru lusu zincir hakkinda bilgi verir Bu görüse göre yasam her birinin bütün için ha yati önem tasidigi fakat kendi içinde hiyerarsik bir dizilime sahip olan halkala rdan olusur Canli ya da cansiz herhangi bir halkanin yok olmasi, zincirin kopma sina neden olacaktir Pope siirinde bu düsünceyi oldukça güzel ifade etmistir ^

"Doganin zincirinden hangi halkayi koparirsaniz,onuncu olsun, onbirinci olsun farketmez, kiriliverir zincir Asamali sistemler, saskinlik veren o bütün e uyarak,hep birbirleri gibi yuvarlanip giderlerken en küçük bir karisiklik koca bir sistemi yikmakla kalmaz, bütünü de yikar Yer dengesini yitirir firlar yörü ngesinden; gezegenler, günesler yasasiz kosarlar gökyüzünde, yönetici melekler g öklerinden ugrarlar;varlik varlik üstüne, dünya dünya üstüne yigilir"^

Fakat dinozorlarin yok olmasina ragmen zincirin kirilmamasi ikilem yara tmis ve buradan doganin olanaklarinin kendini zaman içinde gerçeklestirdigi fikr ine,yani evrim kuramina varilmasini saglamistir Ekolojik görüs varlik zinciri fikri ile birçok noktada uyusmasina ragmen hiyerarsi fikrini reddeder

Bu kesisme noktalarini söyle özetleyebiliriz: ( Ekolojinin temel ilkelerinden olan ekolojik çesitlilik fikri,varlik zinc irindeki çesitlilik ve farkliligin degerli oldugu görüsüyle örtüsür ( Zincirdeki her halka sürekliligin saglanabilmesi için karsilikli olarak b irbirine baglidir EG açisindan da doganin her parçasi çok önemlidir(orman ka dar bataklik) ( Zincirde bütünlügü saglayan evrensel ruh ekolojik görüste enerji olarak karsiligini bulur(Içkin güç artan ekosistemleri olusturur) ( Zincir fikrinde ekosistem anlayisinda oldugu gibi bütün hem organik hem inorganik varliklari içerir ( Ekolojik görüs dikey hiyerarsiye dayanan,av avci iliskisini içeren besin zinciri yerine yatay olan besin agi kavramini kullanir Yine de hiyerarsi fikri ni içerdigi için varlik zinciri düsüncesiyle uyusur

Ekolojik görüsün dayandigi bir baska temel romantizmdir

Romantizme gelince romantikler mekanist görüsün hem evren hem insan beti mlemesini reddeder Romantiklerden Carlyle'a göre 18 Yy' in özelligi süphecilik ve manevi felçtir ve söyle bir yorum yapar: "Bu ilahi Evren, bir takim motorlar, frenler, balanslar ve daha kimbilir nelerle hareket eden ölü bir buhar makinesi olmustur Kendi icat ettigi boga ta rafindan yutularak onun karninda ölen Phalaris durumuna düsmüstür insan" Aydin lanma filozoflari tarafindan yüceltilen akil,romantiklere göre yapay ve empoze e dilmis ayirimlara götürür insani Onlara göre gerçege ulasmak için akil yerine s ezgilerimize,insan ürünü seylere degil dogaya bakarak edilgen bir sekilde ondan etkilenmeye açik olmak gerekir Bilim ve sanatin kisir yapraklari kapatilip seyr eden ve alici bir yürekle dogaya yönelinmelidir

Ekolojinin dayandigi geleneklerden bir digeri olan mistik gelenekler ins an merkezci degil varlik merkezcidir Insan diger varliklarin efendisi degil onl arin arasinda bir varliktir

Ekolojik görüsün bilimsel kökenlerinden biri olan Malthusçuluk, mekanist görüsün tersine doganin sinirli oldugu, belli bir tasima kapasitesi oldugu düsü ncesini savunur Bu da ekolojinin temel kavramlarindan biridir

Darwin de evrim kuraminda ekosistemdeki canlilarin karsilikli bagimlilig ina ve besin agina dikkati çekmis ve ekolojide önemli yer tutan tasima kapasites i kavramini kullanmistir Dogada iyilikle kötülügün bir arada bulundugunu,canlil ar arasindaki savasin ve açliktan ölümlerin de güzellikler için var olmasi gerek tigini belirtmistir

Simdi de ekolojik görüsün temeli olan ekoloji bilimine ve ilkelerine bir göz atalim Ekoloji,organizmalari çevreyle iliskileri içinde inceleyen bilimdir ve belli basli ilkelere dayanir Ekolojik görüs, bu ilkeleri genellikle dogru ol arak kabul eder ve pek tartismaz Ekolojinin baslica ilkeleri sunlardir:

1 Doganin bütünlügü ilkesi: Dogada her sey birbirine baglidir Çevreye yapilan her seyin baska yer ve zamanlarda yan etkileri olacaktir Bu etkilerin tümünü ö nceden görmek pratik olarak olanaksizdir

2 Doganin sinirliligi ilkesi: Çevre ve yenilenemez kaynaklar sinirlidir Kayna klarin tükenmesini önlemek için,kullanilan kaynaklar yeniden kullanilmalidir Ay rica çevrenin atiklari, kirliligi tolere etme kapasitesi de sinirlidir Bu sinir bir çok yerde asilmistir Bunun bazi sonuçlari önceden bilinebilir, bazilari bi linemez Bu etkiler çevrede önemli degisikliklere yol açtigindan ve organizmalar varolan kosullara göre evrildiginden, çevrede yasayan canlilar için kötü sonuçl ar ortaya çikar

3 Doganin özdenetimi ilkesi: Ekosistem, kendi isleyisini düzenler; ögelerini d engede tutar; popülasyon denetimi yapar

4 Artan nüfus çevre sorunlarini sadece agirlastirabilir ilkesi: Sabit bir nüfu sun yasam standardinda bir artis, sinirli kaynaklarin kullanilmasinda; çevrenin tahribinde, pislikle dolmasinda bir artis demektir

5 Doganin çesitliligi ilkesi ya da çesitlilikte keramet vardir ilkesi: Karmas ik ekosistemler, yalin ekosistemlerden daha istikrarlidir

6 Dogaya karsi elde edilen her basarinin bir bedeli vardir ya da bedelsiz yar ar olmaz ilkesi

7 Doganin geri tepmesi ilkesi: Dogaya karsi kazanilan zafer bir süre sonra ye nilgiye dönüsür Doga öç alir

8 En uzun çözümü doga bulmustur ilkesi: Ekosistemin dengeli durumu dogal evri m sonucunda bulunan en uygun çözümdür Insan müdahalesinin yarar saglama olasili gi riskinden küçüktür Genis kapsamli sonuçlari olan insan eylemleri geri gelmey ecek kayiplara yol açar

9 Doga ile birlikte gitme ilkesi: Örnegin, tarim zararlilarini böcek ilaci ku llanarak degil (çünkü zararsiz canlilari da öldürüyorlar) zararlilari kendi doga l düsmanlari yoluyla öldürmek, topragin azotunu kimyasal gübre kullanarak degil, baklagiller ekerek arttirmak gibi doganin isleyisine uygun yöntemler gelistirme k gerekir

Bu kisimda ise ekolojik görüsün temel felsefi sorunlara bakisini çesitli ba sliklar altinda inceleyecegiz

Ilerleme elestirisi ve teknoloji karsitligi Aydinlanma ile ortaya çikan sonsuz ilerleme fikri doganin ilerlemeye bir sinir koymadigini varsayiyordu Fakat bugün dogal türlerin ortadan kalkmasi fosil yakitarin bitmek üzere olmasi, kirlenmenin hizli yayilmasi, ekolojik döng ülerin bozulmasi, biyolojik çesitliligi azaltan monokültürün ve kimyasal böcek ö ldürücülerin yayginlasmasi tarihsel ilerlemenin bir sinirla karsilastigini göste rmektedir Dolayisiyla eko-filozoflar sonsuz ilerlemeye karsidirlar ve teknoloji ye kurtarici bir misyon yükleyen Bacon ve Descartes'in ya da aydinlanmacilarin i zinden degil, teknolojiyi bir kötülük olarak gören Rousseau'nun ve romantiklerin izinden giderler Bu filozoflarin bir kismi çevre için zararsiz, insani baski a ltina almayan yumusak yada küçük ölçekli teknolojiyi önerirken; digerleri her tü r teknolojiyi reddederek magara yasamina dönmeyi önerirler Büyük ölçekli teknol oji ile küçük ölçekli teknoloji arasinda ayrim yaparlar Küçük ölçekli teknoloji , el altindaki dogal enerjilerle (örnegin rüzgar gücü, insan gücü, su gücü ile) ve materyallerle (agaç, tas, mermer, yün vs ile) çalisir Sofistike, kuramsal bi lgiye degil, daha çok sezgisel bilgiye dayanir Insani etken kilar Zanaatçi ürü ne kendi kisiligini de katabilir Üreticinin ürüne yabancilasmasi söz konusu deg ildir Doganin düzenine müdahale yoktur, sadece olagelen dogal süreçlerden yaral anilir Büyük ölçekli teknoloji ise, dogada hazir bulunmayan soyut enerjileri ve yapay materyalleri kullanir Bilisel kuramsal bilgiye dayanir Bu tür teknoloji nin ideali, gittikçe daha mükemmel ve birbirine benzeyen çok sayida nesne üretme ktir Amaci, etkililik, güç ve kardir Üretim süreci son derece küçük parçalara ayrilmistir ve her bir isçi ürünün sadece çok küçük bir parçasini üretir Bu tür teknoloji dogal süreçleri altüst edebilecek sonuçlara yol açabilir Büyük ölçekli teknolojiye yöneltilen elestiriler, hümanist ve çevresel o lmak üzere iki gruba ayrilir Hümanist açidan yöneltilen elestiriler daha çok te knolojinin giderek insanin ellerini ve beynini gereksiz hale getirmesi, insani e dilgenlestirmesi, üretim sürecinde insiyatiften yoksun bir disli haline getirmes i, kendini gerçeklestirmesine ve yaratici güçlerini kullanmasina olanak vermemes i ve insanin çalismadan aldigi zevki azaltmasi üzerinde odaklanir Ekoljik açida n ise, büyük ölçekli teknoloji dogada yabanci bir cisim gibidir Dogal süreçlere insan düzenini empoze eder, insanin doga üzerindeki hakimiyetini arttirir ve bu basli basina kötü bir seydir

Varlık sorunu

Mekanik dünya görüsünde evren yapilip tamamlanmis, belirli bir yapi kaza nmis ve yasalara göre isleyen, kendi içine kapali bir makine olarak betimlenirke n, ekolojik görüste doga, evrilen bir süreç olarak görülür Doga bir süreç olara k görüldügünde onun yönünü, eregini, dolayisiyla, olaylarin niçinini sormak anla mli hale gelir Ekolojik görüs bu baglamda dogaya erek, zeka ve niyet atfeder E vrenin olusumun, canlilarin ( bu arada insanin ) ortaya çikisinin atomlarin rast lantisal düzenlemesi sonucu degil, belli bir amaç ve plan dahilinde oldugunu idd ia eder Doganin büyüklügü, karmasikligi, görkemi ona kutsallik atfedilmesini sa glar Doga, yaraticiyi kendi içinde tasidigindan doga- dogaüstü, Tanri- doga, ku tsal- kutsal olmayan ayrimlari ortadan kalkar, ayni gerçekligin iki yüzü yada de gisik tezahürleri haline gelirler (mistisizm)

Ekolojik görüs açisindan doga içinde sadece degismelerin oldugu evrilen bir süreç degil ayni zamanda belirli bir anda istikrari ve yapisi olan bir süreç tir Bu görüse göre ögeler geri planda kalir, baglantilar ön plana çikar Tek te k nesneler atomcu görüste oldugu gibi ayrik, kapali bilimler olarak degil, birbi rine bagli, birbirinin devami veya uzantisi olarak görülürler Ayrica dünya sade ce üzerinde canlilar bulunan cansiz bir varlik degil, kendisi de canli bir süper organizmadir Dünya, üzerindeki canlilari, canlilar da onu etkileyerek evrilirl er Doga makine modeline göre degil, organizma modeline göre algilanir Dolayisi yla doga insana yabaci ve ilgisiz bir güç olmaktan çikar, romantizmin dogasi gib i, "konusan, bilen, ihtiyaçlari olan, aci çeken, paylasan, ifade eden, büyüyen, öç alan bir güç haline gelir

İnsan-Doğa

Ekoloji insani dogaya karsit degil, doganin içinde ve onun bir parças i olarak görür Eko-felsefenin basta gelen çabalarindan biri,insani fiziksel-kim yasal süreçlere indirgemeden insan doga karsitligini ortadan kaldirmak,insani ol an özelliklere dogada bir yer açmak ve insani bir makine olarak degil, insan ol arak doganin bir parçasi yapmaktir O ekosistemdeki enerji akisinda bir devre, b esin zincirinde bir halka, yasam aginda bir dügümdür

Alıntı Yaparak Cevapla

Felsefi Düşünce Akımları - Felsefi Düşünce Akımları Hakkında...

Eski 07-30-2012   #18
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Felsefi Düşünce Akımları - Felsefi Düşünce Akımları Hakkında...



Dawid West

Immanuel Kant’ın Eleştirel Felsefesi

Aydınlanma felsefesinin, elbette birçok varyantı vardır Bununla birlikte, fılozof Immanuel Kant (1724-1804), bu fikirlerin gelişiminde esaslı bir yer işgal eder Ona, eserlerinin farklı yönlerine dikkat çekilmek ve bunların içinden de farklılık gösteren kimi yorumlara iltimas geçilmekle birlikte, hem analitik gelenek(20 yy başından beri özellikle Anglosakson dünyasında yaygınlaşan dil çözümlemelerine dayalı, felsefe yöntemini geliştiren ve felsefenin görevini mantıksal dil çözümlemesiyle sınırlayan felsefe akımının tümüne verilen ad) içinde yer alan filozoflar ve hem de Kıta Avrupası felsefesi geleneği içinde yer alan filozoflar tarafından, büyük bir şahsiyet olarak saygı gösterilir Kant 'ın `eleştirel felsefesi' insanî bilgi ve tecrübenin sınırlarıyla temel teşkil eden yapısını ortaya koymaya çalışır ki, bu, insan aklının felsefî ya da `metafiziksel' sorularla olan ilişkisi içinde yüz yüze geldiği ikilemi yansıttığı için, ta baştan beri hem olumsuz ve hem de olumlu niyetler içeren bir projedir: “İnsan aklının, bilgisinin bir türünde, aklın bizzat kendisinin doğası tarafından emredildiği için göz ardı edemediği, ama tüm güçlerini aştığı için de, cevaplamaya muvaffak olamadığı sorular tarafından sıkıntıya sokulma gibi garip bir yazgısı vardır

Kant 'ın eleştirel felsefesi , Aydınlanma düşüncesinin temel konularından birçoğunu anlamlı bir biçimde bir araya getirdiği için, Avrupa felsefesinin daha sonraki gelişiminde esaslı bir rol oynayabilmiştir Hepsinden önemlisi, onun, dış dünyaya ilişkin, varlığı en açık bir biçimde doğa bilimlerinde kanıtlanan bilgi türüyle ilgili olan `saf aklın' eleştirisi, dönemin muhtemelen temel felsefi tartışması olmuş olan konuda karşıt kampların, empirizm ve rasyonalizmin yaratıcı bir sentezini sağlar

Gerek empirizm ve gerekse rasyonalizm karakteristik bir biçimde, insan bilgisini sağlam ve şüphe edilemez temeller üzerine oturtmaya ve dinî bilginin düzmece iddialarına karşı koymaya çalışır Bu tutum, haklı kılınamayan iddialar ve bâtıl itikat kalıntılarından arındırılmış bir dinî inançla, elbette uyuşmaz değildir İnsan bilgisini oldukça yetersiz bir alet olarak gören şüpheci empiristler, alternatif bilgelik kaynaklarına zaman zaman açık olmuşlardır

John Locke (1632-1704), George Berkeley (1685-1753) ve David Hume gibi empiristler, insan bilgisinin tümünün son çözümlemede tecrübelere -dış dünyaya ilişkin `izlenimler'imize ya da `duyumlara' veya `gözlemler'e dayandığını öne sürerler a posteriori ya da bizim yalnızca uygun tecrübelere sahip olduktan sonra erişebileceğimiz bir ,sey olduğunu savunurlar Bilgimiz doğuştan düşüncelere dayanmaz: Dünyaya geldiğimizde, zihin boş bir levha veya tabula rasadır

Rasyonalistler ise, tam tersine, bizim insan bilgisinin önemli, muhtemelen en önemli örneklerine, tecrübeden önce ya da bağımsız olarak erişebileceğimizi öne sürerler Rasyonalistler, felsefede Platonik geleneğe daha yakındırlar Gözde modelleri olarak doğa biliminden ziyade saf matematik ve mantığı seçen rasyonalistler, bu tür bilginin yalnızca, bizim a priori ya da tecrübeden bağımsız bir biçimde sahip olabileceğimiz bir şey olarak anlaşılabileceğini savunurlar Daha önce, Platon un diyalogları bu bakış açısını savunan argümanlar içerir Phaidon adlı diyalogda, Sokrates , ruhun ölümsüzlüğünü kanıtlamak için, `bilgi dediğimiz şeyin yalnızca anımsama olduğu' görüşünü savunur Menon 'da ise, o öğrenme sürecini, daha önceden bilmiş olmamız gereken şeyleri bir tür hatırlama ya da anımsama olarak tanımlamak için, geometrideki kanıtlama örneklerini kullanırMatematik ve mantığın doğruları tecrübeye müracaat edilmeksizin ispat edilebilir ve onunla asla çelişmez Hiçbir sayıda gözlem bizi asla, `2+2'nin 5 ettiği'ne ya da `Yağmur yağmaktadır ve yağmur yağmamaktadır'ın doğru olduğuna inandıramaz Tam anlamıyla doğru olan çizgiler, hiçbir yer işgal etmeyen noktalar, yetkin daire ve üçgenler benzeri soyut matematiksel entitelerle [ayrı ve müstakil varoluşa sahip olan ve nesnel ya da kavramsal gerçekliğe sahip olan şeylerle, çev], tecrübede hiçbir zaman karşılaşılmaz Bu takdirde, biz bu entitelerin bilgisine, Euklides geometrisinde ispatlanan bilgi türüne, o bir şekilde doğuştan olmadıkça, nasıl sahip olabiliriz? Rasyonalistler, bu bilgiyi, ister tecrübeden yapılan genellemenin ürünü, ya da ister son çözümlemede tanım gereği doğru olan içeriksiz doğrulardan , meydana gelen bir şey olarak, başka bir biçimde açıklama yönündeki empirist teşebbüslerle ikna olmazlar

Kant , hem empirizmin ve hem de rasyonalizmin vukuflarını(anlama,bilgi) bir araya getirme çabası verir O, rasyonalistlerle bizim a priori olarak bilebileceğimiz önemli doğrular olduğu konusunda uyuşur, fakat bu tür bir bilginin imkânı için, rasyonalizm tarafından sağlanan herhangi bir açıklamadan, daha uygun bir açıklama sağlamanın yollarını arar O, empiristlerle de bilgimizin büyük bir bölümünün tecrübeye dayandığı hususunda uyuşur, ama Kant 'a göre, empiristler, zihnin duyum ya da `sezgi'den aldığı empirik `içeriğe' yaptığı `formel' katkıyı göz ardı ederler Biz bilgimizin tikel içerikleri için her ne kadar tecrübeye, `alnlığa' veya sezgiye dayansak da, söz konusu tecrübenin yapısı ya da formu insan zihni veya insanın `anlama yetisi' tarafından sağlanır Bir dış dünyaya ilişkin tecrübe, zihin tarafından sağlanan form olmadan, hiçbir şekilde mümkün olamaz Başka bir deyişle, Kant 'a göre, hem empiristlerin ve hem de rasyonalistlerin görüşleri aynı şekilde tek yanlıdır Rasyonalistler hakikî bilimsel bilgi için vazgeçilmez bir önemi olan tecrübe ya da sezginin katkısını küçümserler Empiristler ise, tecrübenin öneminin bilincindedirler, fakat kendileriyle tecrübemizin düzenlendiği `kavramlar'ın ya da formel yapının önemini fark edemezler Ünlü bir söz Kant 'ın bakış açısını şöyle özetler: `İçeriksiz düşünceler boş, kavramsız sezgiler de kördür Öyleyse, kavramlarımızı duyusal hâle getirme, yani sezgide onlara nesne ekleme; sezgilerimizi de anlaşılır kılma, yani onları kavramların altına yerleştirme zorunluluğu vardırTecrübe zorunlulukla, tecrübeye form kazandıran `düşünceler' veya kavramlarla, ona içeriğini veren `sezgiler'in bir birleşiminden meydana gelir Kant'ın temel kavrayışı, insan bilgisini açıklama problemi için ayırıcı bir çözüme izin verir Kant bilinçli bir biçimde, Galileo, Torricelli ve Stahl gibi bilim adamlarının göz kamaştırıcı başarılarını ima ederek, katkısını metafizikte `bir Kopernik devrimi', daha önceki felsefi kabullerin, Kopernik 'in astronomi alanında başardıklarıyla kı- yaslanabilir, bir yıkılışı diye tarif eder:


Alıntı Yaparak Cevapla

Felsefi Düşünce Akımları - Felsefi Düşünce Akımları Hakkında...

Eski 07-30-2012   #19
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Felsefi Düşünce Akımları - Felsefi Düşünce Akımları Hakkında...



Gök cisimlerinin hareketlerini, onların gözlemcinin çevresinde döndüğü kabulüne dayanarak açıklarken tatminkâr bir ilerleme' sağlayamayan Kopernik , yıldızların sabit kaldığı, gözlemcinin onların çevresinde döndüğü düşünüldüğünde, daha başarılı olup olamayacağını araştırdı Nesnelere ilişkin sezgi söz konusu olduğunda, benzer bir tecrübe metafizikte de denenebilir Sezginin nesnelerin kuruluşuna uyması gerekirse, bu takdirde ikinciye ilişkin bir şeyleri nasıl olup da a priori bir biçimde bilebileceğimizi anlayamam; fakat (duyularımızın nesnesi olarak) nesnenin sezgi yetimizin kuruluşuna uyması gerekirse, bu imkânı kavramakta hiçbir güçlüğüm olmaz Tecrübenin kendisi, anlama yetisini içeren bilginin bir türüdür; anlama yetisinin de, bende, nesnelerin bana verilmiş olmalarından önce var olduklarını ve dolayısıyla, a priori olduklarını varsaymam gereken kuralları vardır

Tecrübeye formunu sağlayan zihnimiz ya da anlama yetimiz olduğu için, bizim tecrübenin yapısına ya da formuna -bizim için tecrübe olabilmesi mümkün olacaksa eğer, tüm tecrübelerin paylaşmak zorunda olduğu foıma- ilişkin a priori bilgiye sahip olmamız mümkün olur Kant bu özel bilgi türüne `transendental' bilgi adını verir, zira o her ne kadar tecrübemizin doğasıyla ilgili olsa da, empiristlerin düşünmüş oldukları gibi, tecrübeden türetilmez

Kant tecrübemizin zorunlu yapısıyla ilgili iddialarını, sonraki felsefe için önemli hâle gelecek olan, başka bir ayırımla daha ifade eder Ayırım, a priori ve a posteriori bilgi ayırımına kestirme yoldan gitmeyi amaçlayan, `analitik' doğruyla `sentetik'doğru arasındaki ayırımdır Analitik doğruların, tıpkı basit tanımlar gibi, doğru ya da yanlış oldukları, yalnızca içerdikleri kavramların anlamları sayesinde, veya başka bir deyişle, analiz yoluyla bilinebilir Örneğin, `Bekâr kişi evlenmemiş erkektir' önermesi, içerdiği terimlerin en azından bir sarih yorumuna bağlı olarak, yalnızca tanım gereği doğru olan bir önermedir Kantçı terimlerle ifade edildiğinde, yüklem konumunda bulunan kavram (`evlenmemiş erkektir') özne konumunda bulunan kavramda (`Bekâr kişi') içerilir Oysa, sentetik önermelerin doğruluklarına bu şekilde karar verilemez `Hiçbir kadın hiçbir zaman ABD Başkanı olmamıştır', sadece sentetik olarak bilinebilecek olan bir doğrudur Bu örnekte, özne konumunda bulunan kavram, açıktır ki, yüklem konumunda bulunan kavramda içerilmez (erkek olmak Başkan tanımının bir parçası değildir) Kullandığımız terimlerin anlamlarına bağlı olan ve bize gerçek dünya hakkında hiçbir şey söylemeyen analitik önermeler, a priori bilginin makul örnekleridir Onların doğru olduklarını gözlem ya da tecrübe yoluyla keşfetmiyoruz Sentetik doğruların en açık örneklerinin ise, olgusal olarak bilgi verdikleri, aktüel veri ya da deneye dayandıkları ve dolayısıyla a posteriori oldukları görülür Kant için, tecrübenin temel formu ya da yapısına ilişkin transendental bilgi, kritik bir biçimde, hem sentetik ve hem de a priori doğruların daha az aşikâr olan imkânını içerir Başka bir deyişle, Kant'ın felsefesi bizim tecrübenin yapısının önemsiz olmayan veya mühim bilgisine, her tür deneyden bağımsız bir biçimde sahip olabileceğimize işaret eder Kant bu yeni yaklaşımını, çoğu zaman yanlış anlaşılmış olan bir tasvirle, `transendental idealizm' olarak betimler Felsefi terimlerle ifade edildiğinde, idealizm genellikle, bir dış, maddî gerçekliğin var olmadığı inancıyla birleştirilir Yalnızca ideler vardır Empirizm, bu inanca götüren septik yolu sağlar Eğer dış dünyaya ilişkin bütün bilgimiz görünüşte `zihinde' olan duyumlardan geliyorsa, `oradaki' bir şeyin duyumlarımıza tekabül ettiğini nasıl bilebiliriz? Herşey bir yana, biz düş gördüğümüz ya da sanrılara kapıldığımız zaman, benzer duyumlara sahip oluruz, ama onların aldatıcı oldukları ortaya çıkar Tecrübemizin doğuluğunu tahkik edebilmenin tek yolu diğer duyumlardır, fakat aynı problem onlar için de geçerlidir

Şüpheci idealistler, bizim dış dünyanın varoluşu ya da doğasının kesin bilgisine sahip olamayacağımızı öne sürerler; biz yalnızca duyumlarımızın bilgisine sahip olabiliriz `Dini bütün piskopos' Berkeley gibi dogmatik idealistler, maddî gerçeklik düşüncesinin bizzat kendisinin tutarsız ya da çelişik olmasından ötürü, gerçekliğin özü itibariyle zihinsel olduğunu bilebileceklerini savlayarak, bir adım daha ileri giderler Bu görüşün çağdaş versiyonuna göre, gerçeklik hakkındaki bütün önermelerimiz, `duyu verileri'yle ilgili olan kılık değiştirmiş önermelerdir Günümüzde `fenomenalizm' olarak bilinen görüşe göre, fizikî nesnelerle ilgili önermeler, duyu verileriyle ilgili önermelerden meydana gelen mantıksal konstrüksiyonlardır Dolayısıyla, bir ağaçla ilgili bir önerme kurduğum zaman, o ilke olarak duyumlarımla -gördüğüm ve belli koşullar altında göreceğim şeylerle- ilgili bir kompleks önermeler dizisine indirgenebilir Sağduyunun bir dış maddî dünya ile ilgili olarak genelde öne sürdüğünün tam tersine, dış dünya hakkında bildiklerimi ifade eden önermeler, söz konusu önerme dizilerinin ikincisidir

Kant 'ın transendental idealizmi, özellikle analitik yaklaşımı benimsemiş fılozoflar tarafından, yanlış anlaşılmış ve yukarıdaki idealizm ya da fenomenalizmin bir versiyonu olarak görülmüştür Oysa, Kant 'ın transendental idealizmi, gerçekte, onun `empirik' idealizm adını verdiği görüşün bütün formlarını çürütmek için tasarlanmıştır Kısaca, Kant , bize göründüğü şekliyle dünyanın, `görünüşler dünyası' ya da `fenomenal dünya'nın, kaçınılmaz bir biçimde, zaman ve mekân içinde, birbirleriyle nedensel etkileşim içinde bulunan nesnelerin maddî bir dünyası olarak tecrübe edildiğini iddia eder Biz, dünyayı `kendinde var olduğu' şekliyle bilemediğimiz gibi, `numenal' dünyanın `kendinde şeylerinin' fiilen bu şekilde organize edildiklerini de bilemeyiz Biz, sadece görünüşler dünyasının bilgisine sahip olabiliriz; dünyanın gerçekte, tam tamına göründüğü gibi olduğunu varsayamayız Ancak çok daha önemlisi bu, bizim yalnızca zihinlerimizin içeriklerinin bilgisine sahip olabileceğimiz veya görünüşle gerçeklik arasındaki ayırımın bir temeli olmadığı -empirik idealistler tarafından çıkartılan sonuç- anlamına gelmez Allisoti un da işaret ettiği gibi, Kant salt `görünüş' (Apparenı) ya da `yanılsama' (Schein) ile gerçeklik arasında bir ayırım yapar Söz konusu ayırım, insan bilgisinin mümkün tek nesnesi olan `görünüşler dünyası' (Erscheinungen) içinde yapılır Kendi terimleriyle söylendiğinde, Kant bir empirik realisttir: Gerçekliğin nesnel bir bilgisine erişebiliriz Kant'ın görünüşle gerçeklik arasındaki transendental ayırımının anlatmak istediği şey, farklı bir düzenle ilgilidir Allison'un da söylediği gibi, '

Transendental düzeyde, görünüşlerle kendinde şeyler arasındaki ayırım, öncelikle, şeyleri (yani, empirik nesneleri) `ele almanın', biri insan duyarlığının öznel koşullarıyla (zaman ve mekânla) ilişki içinde ve dolayısıyla, `göründükleri' şekilde, diğeri de bu koşullardan bağımsız olarak, ve binaenaleyh `kendilerinde oldukları' şekilde olmak üzere, iki ayrı yoluna işaret eder

Kant 'ın transendental ayırımının gözettiği amaç, şüphecilik ve empirik idealizm de dahil olmak üzere, onun çoğu metafıziksel karışıklığın kaynağı olarak gördüğü şeyin, yani transendental realizmin altını oymaktır Transendental realist, görünüşleri kendinde şeyler olarak değerlendirir ya da başka bir deyişle, onların `insan bilgisinin tümel, zorunlu ve dolayısıyla a priori koşullarından' bağımsız olduğunu düşünür Gerçekten de, transendental realist, insan bilgisini sonsuz bir akıla ya da Tanrı'ya açık olan mükemmel ya da mutlak bilginin aşağı düzeyde ya da bulanık bir taklidi olarak anlar Kant 'a göre, şüphecilik ve empirik idealizm insan bilgisini bu şekilde anlamaya kalkışmanın doğal sonuçlandır

Kant 'ın transendental realizmi reddedişi, böylelikle kendi Kopernik devrimini daha anlamlı kılmasına da yardımcı olur Kopernik, temelde dinî nedenlerle, insanlık Tanrı'nın en önemli yaratığı olduğu için, yer- yüzünün evrenin merkezinde bulunması gerektiğinde ısrar eden bir kozmolojinin yıkılmasına katkıda bulundu Benzer bir biçimde, Kant'ın eleştirel felsefesine yüklediği esas ödev, daha önceki metafiziksel karışıklığın son çözümlemede dinî olan kaynaklarını yok etmektir İnsan bilgisi, yanıltıcı ve erişilemez olan tanrısal sezgi standartına göre değil, bütünüyle insanî öge ya da terimlerle anlaşılmalıdır Kant 'ın transendental idealizmin yararını göstermeye çalışan ek ispatı, onun, transendental bakımdan realist bir perspektifin sonucu olan metafıziksel paradokslara ilişkin tartışmasında bulunur Gerçeklik hakkında, insan bilgisinin kaçınılmaz koşullarından soyutlanarak, önemli bir şey söyleme teşebbüsü, 'kadîm ya da `dogmatik' metafiziğin çelişki ya da `antinomilerine' götürür Critigue of Pure Reason [Saf Aklın Eleştirisi] 'ın ikinci kısmı Transendental Diyalektikte, Kant Kant 'ın tecrübemizin zorunlu yapısıyla ilgili iddiaları kanıtlama teşebbüsleri, bununla birlikte, bir ihtilâf kaynağı olup çıkmıştır Özellikle de, onun `kategorilerin transendental dedüksiyonu' çok sıkı bir incelemeye tâbi tutulmuştur Transendental dedüksiyon, tecrübemizin, Kant'ın bütün mümkün tecrübenin transendental koşulları olduklarını iddia ettiği, temel karakteristiklerinin zarurîliğini gözler önüne sermeyi amaçlar Kısacası, o, birbirleriyle nedensel etkileşim içinde bulunan nesnelerin maddî dünyasıyla, tecrübenin birlikli öznesini, eşdeyişle `tüm tasarımlarımıza eşlik edebilmesi' gereken `düşünüyorum'u tanımlayan `sezgi formları' olarak zaman ve mekânın zarurîliğiyle `anlama yetisinin saf kavramları'nın zorunluluğunu kanıtlama amacı güder


Alıntı Yaparak Cevapla

Felsefi Düşünce Akımları - Felsefi Düşünce Akımları Hakkında...

Eski 07-30-2012   #20
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Felsefi Düşünce Akımları - Felsefi Düşünce Akımları Hakkında...



Kant 'ın söz konusu argümanı, güçlüğü ile ün salmıştır; onu, burada yeni baştan kurmaya kalkışmayacağım Analitik felsefenin temel görüşü açısından, Kant'ın transendental dedüksiyonlarının, herşey bir yana, başarılı mantıksal dedüksiyonlar olmadığı açık gibi görünmektedir Argümanlar olarak, onlar ya ikna edici değildirler veya pek büyük bir önemi olmayan analitik iddialara indirgenebilirler Sonuçta, analitik fılozoflara göre, Kant 'ın felsefesinde çok büyük bir önemi olan sentetik a priori doğrular sınıfının boş olduğu anlaşılır Yalnızca, analitik doğrular, ki bunlar son çözümlemede içeriksiz veya `totolojik' doğrulardır, a priori bir biçimde bilinebilir Analitik felsefe, böylece, bu türden sorulara ilişkin tüm yeni `spekülatif' tartışmaların önünü kesmek için, geleneksel felsefeye yönelik bütün eleştirilerini kullanarak, Kant'ın kritik felsefesinin sert bir eleştirisinden yola çıkar Gerçekten de, analitik gelenek Hume 'un ya `olgu sorunlarından (a posteriori ve sentetik) ya da `ide ilişkileri'nden (a priori ve analitik) ibaret bir bilgi olarak anlaşılamayan herhangi bir bilginin, hakikî bilginin değil, ama anlamsızın bir türü olduğu iddiasına döner Bu gelenek, felsefenin `cevaplayamadığı' soruları hiç dikkate almaması gerektiğini öne sürerek, Kant'ın ikileminin olumsuz kutbunu vurgular Analitik filozoflar, bu genel eğilimle, Kant'a göre, insan aklının ve gerçekte, yaşayan ve eyleyen insan bireyinin `duyarsız kalamadığı' temel sorulara pek önem vermediler Oysa Kıta Avrupası felsefesi geleneği, Kant 'ın ne yaparsak yapalım ilgisiz kalamadığımız metafiziksel, ahlâkî ve estetik sorular bulunduğu kabulüne büyük bir önem atfeder Kıta Avrupası filozofları, aynı zamanda Kant 'ın transendental dedüksiyonlarına da daha fazla sempatiyle bakmışlardır Onların bakış açılarından, bu argümanların sıkı mantıksal dedüksiyonlar olmamaları şaşırtıcı değildir Kant için, (Hume'un iki meşrû doğru kategorisine tekabül gelen) mantıksal dedüksiyonla gözlem veya deney, bilgi sınırları dahilindeki normal empirik kullanımı bakımından, teorik aklın temel özellikleridir Onun, söz konusu anlam içinde, anlama yetisinin (Verstan) sınırlarını tesbit etmek üzere tasarlanan kendi eleştirel felsefesi, bu sınırların ötesine geçme riskini kaçınılmaz olarak göze almak durumundadır Felsefî refleksiyon, anlama yetisinin daha sınırlı ve hiç şüphe yok ki, daha güvenilir yöntemlerine indirgenemez Açıktır ki, Kant da, transendental argümanlarını sıkı mantıksal dedüksiyonlar olarak düşünmedi Dieter Heinrich, onun aklında her şeyden önce hukukî bir paradigma ve yasal delil standartlarının olduğunu öne sürmüştür

Felsefî açıklamalar, hiçbir zaman itiraz kabul etmeyen kanıtlamalar olmayıp, zorunlulukla holistik olan ve `haklı kılınmak için benimsenen söylem formları' kadar asla açık ve dakik olmayan inceleme/denemelerdir (prohationes)`Aklın' (Vernunft) bir faaliyeti olarak felsefi refleksiyon, bilgi ya da anlama yetisinin emin ama dar olan sınırlarının ötesinde iş görür Ondan sonra yaşamış olan Kıta Avrupası filozofları, Kant 'a ilişkin empirist ve daha sonraki analitik yorumların genel eğilimiyle tam bir karşıtlık içinde, `salt' anlama yetisine zıt olarak felsefî akla çok büyük bir değer verirler Keza, ahlâkî ya da pratik akıl ve yargıyla meşgul olan ikinci ve üçüncü eleştiriler, Kıta Avrupası geleneği için de, daha büyük bir rol oynar Ahlâkî ve politik sorular, Kant'ın, bir olgunlaşma ya da bağımlılıktan kurtulma süreci olarak tanımladığı Aydınlanma kavrayışının kesinlikle merkezinde yer alır: `Aydınlanma insanın, gücünü kendisine zorla kabul ettiren çocukluktan çıkışıdır Çocukluk ise, kişinin kendi aklını başkalarının rehberliği olmadan kullanamamasıdır Bununla birlikte, o yalnızca, kısıtlayıcı bağlardan kurtarılmış olgusal ya da bilimsel açıklamâ arayışını düşünmediğini yeterince açık hâle getirir Sadece, `anlama yetim olarak hizmet görecek bir kitap'tan değil, fakat `vicdanım olarak hizmet edecek bir papaz'dan ve `otokratik despotizm'- den de, olgunluğun önündeki engeller diye söz edilir Düşüncelerini sorumluluk sınırları içinde ifade etme özgürlüğü, dinî konulardaki özgürlük, yasamaya ilişkin serbest tartışma, bütün bunlar sona ermemiş olan Aydınlanma sürecinin özsel öğeleridir `Özgür düşünme', `insanların giderek daha fazla özgür eyleyebilmeleri' için, `bir halkın zihniyetini yavaş yavaş etkileyen' bir tohum'dur Kant'ın, Aydınlanma projesi karşısında daha eleştirel bir tavır takınan halefleri, düşünce ve tecrübenin sanatsal, estetik ve dinî alanları kadar ahlâk ve politikayla ilgili sorunlar üzerinde daha fazla yoğunlaşma eğilimi gösterdiler

Çağdaşlarından bazılarının tersine, Kant , Aydınlanma felsefesinin ahlâk ve din için ciddî bir problem yarattığının kesinlikle farkındaydı Herşeyin ötesinde, maddî neden ve sonuçların bir alt alta dizilişi olarak, katışıksız bir biçimde mekanist bir dünya görüşü, özgürlük ve ahlâkî sorumluluk kavramlârının altını kazıyor gibi görünür La Mettrie 'nin (1709-1751) Man a Machine[Makine İnsan] 'i benzeri bir eserin telkin ettiği gibi, insan varlıkları yalnızca nedensel güçlerin oyuncakları, onların eylemleri de biyolojinin veya toplumsal koşullanmanın sonuçları ise eğer, bu takdirde onları özgür ve sorumlu failler olarak görmenin pek bir manası yok gibidir

Aydınlanmanın bilimsel rasyonalitesinin ahlâkî ilke ya da buyrukları nasıl olup da destekleyebileceği (Hume'un terimleriyle söylendiğinde, `olması gereken'in [değerin] nasıl olup da `olan'dan (olgudan] çıkarsanabileceği) hususu da açık değildir İnsan eylemlerine ilişkin nesnel bir ahlâkî değer biçmenin temelleri de çok ' gözle görülür bir biçimde çökertilirKant 'ın buna tepkisi, ahlâkî yargı için, bilimsel akıldan bağımsız olan sağlam bir temel tespit etmeyi amaçlayan, ikili bir stratejiden oluşur Herşeyden önce, saf aklın eleştirisi, bilimsel rasyonalite ya da anlama yetisinin aşırı iddialarına, (Kant'a ilişkin bazı empirist yorumların da öne sürdüğü gibi) ahlâk ve dinin iddialarını reddetmek için değil, fakat tam tamına `inanca kapı açmak' için, sınır çeker İkinci baskının Önsöz'ünde, Kant şunu söyler:

Binaenaleyh, inanca kapı açmak için bilgiyi sınırlamanın zarurî olduğunu gördüm Metafiziğin dogmatizmi, yani metafizikte, önceden saf aklın bir eleştirisi yapılmadan ilerleme kaydetmenin mümkün olduğu önyargısı, ahlâka düşman olduktan başka, hep dogmatik olan, bütün bu inançsızlığın kaynağıdır

Onun kendi dinî inançları, teolojik öğretiden ziyade, ibadete önem veren Lutherci bir akım olan Piyetizmden etkilenmiştir Kant'ın stratejisinin ikinci, daha önemli kısmı, ahlâk ve dine, onun saf akla ilişkin eleştirisiyle tutarlı olan, sağlam bir temel temin etmekten meydana gelir Gerçekten de, o aynı akılyürütme çizgisini sürdürür Onun ahlâkî yargının nesnelliğine ilişkin alternatif açıklaması, pratik tecrübemizin transendental koşullarına ilişkin bir incelemeye dayanır Eğer ahlâkı insan varoluşunun bir olgusu olarak görüyorsak, bu takdirde onun imkânının zorunlu koşulları nelerdir? Ahlâkî tecrübe ve yargının zarurî `postülaları' nelerdir?

Kant 'ın cevabı, özgür olmadığımız takdirde, eylemlerimizden sorumlu tutulamayacağımız ve eylemlerimize ahlâkî yargılar uygulanamayacağı için, ahlâkın temel postülasının özgürlük olduğu şeklindedir Bununla birlikte, özgürlük, Kant'ın fizikî dünyanın temel bir özelliği olduğunu gösterdiği, nedensel zorunlulukla uzlaştırılmalıdır O, bu uzlaştırmayı gerçekleştirmek için, fenomenal dünya ile numenal dünya arasındaki ayrımdan yararlanır Özgürlük, nedensel olarak belirlenmiş empirik ya da fenomenal benin değil de, numenal ya da akılla anlaşılabilir benin bir özniteliği olarak anlaşılırBaşka bir biçimde söylendiğinde, özgürlük kendimizi, aynı anda fizikî, ve dolayısıyla nedensel olarak koşullanmış varlıklar olsak bile, bir yandan da dünyadaki failler olan, ben-bilincine sahip kişiler olarak düşünme tarzımızın temel bir özelliğidir Kant , kendi ahlâk anlayışının, özgür ya da ahlâkî eylemin tikel insan bireylerinin veya fenomenal benlerin 'empirik` güdülenmelerinden, arzu ve itkilerinden tümüyle arındırılmış bir şey olması gerektiği sonucuna götürdüğünü düşünür Ahlâkî bir eylem, bireyin belli bir çıkarı ya da arzusunun değil de, yalnızca doğru olanı yapma niyetinin sonucu olmalıdır Ahlâkın `sentetik a priori' ilkeleri, şu hâlde, ayırd edici tüm bireysel özellikleri silinmiş, soyut bir rasyonel irâde ya da fail kavramından türetilmelidir Birey, yalnızca aklın ürünü olan evrensel bir ahlâk yasasına uygun olarak eylediğinde, özgür ve ahlâkî bir biçimde eyler

Sonuçta, Kant'ın ünlü `kategorik buyruğu', ahlâkî özneleri, eylemlerinin maksimlerini (temel kural)`evrenselleştirme'ye davet eder: `Yalnızca, aynı zamanda evrensel bir yasa hâline gelmesini isteyebileceğin maksime göre eyle!' Bu, `başkalarının sana yapmalarını istediğin şeyleri yapmalısın' diyen daha ünlü `altın kural'ın Kant 'taki versiyonudur Kant'ın kategorik buruğunu açıklamak için kullandığı örneklerle, ahlâksız eylemlerin, herkesin yapabileceği örnekler olarak görüldüğü zaman, kendi kendilerini çürütücü hâle geldiklerini göstermek amacı güdülür Buna göre, yalan söylemek, yalnızca insanların çoğu doğruyu söylediği takdirde, etkili olur (yalana inanılır ve yalan söyleyen kişinin gizli emellerine hizmet edilir) Herkes yalan söylerse (bu eylemin maksimini evrenselleştirdiğimiz takdirde, söz konusu olan hipotez), o zaman hiç kimseye inanılmaz ve hem doğruyu söyleme kurumunun hizmet ettiği amaçlar ve hem de yalancının emelleri kaçınılmaz olarak boşa çıkar Kant'ın, birincisine eşdeğer olması hedeflenen formüllerinin bir diğerinde, kategorik buyruk, başkalarını asla ve asla sadece araçlar olarak değil, fakat her zaman kendilerinde amaçlar olarak görmek gerektiği buyruğuyla ifade edilir:

insan, ve genel olarak da, her rasyonel varlık, sadece~şu ya da bu irâdenin keyfi kullanımı için bir araç olarak değil kendinde bir amaç olarak varolur: O, ister kendisine, isterse başka rasyonel varlıklara yönelmiş olsun, tüm eylemlerinde aynı zamanda hep bir amaç olarak görülmelidir (Biz her ne kadar, her iki tarafın da özerkliğine saygı gösterdiği sürece, tüm tarafların hiç şüphe yok ki yararına olan ilişkilere gönül rızası ile girebilsek de) Başka insanları hiçbir zaman salt kendi kişisel amaçlarımızın araçları olarak kullanmamalıyız Ahlâkî bir biçimde eylemek, başkalarına akılla anlaşılabilir veya rasyonel varlıklar ve dolayısıyla ahlâkî amaçlar olarak muamele etmek demektir


Alıntı Yaparak Cevapla

Felsefi Düşünce Akımları - Felsefi Düşünce Akımları Hakkında...

Eski 07-30-2012   #21
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Felsefi Düşünce Akımları - Felsefi Düşünce Akımları Hakkında...



Kant'ın en anlamlı, ama maalesef, en karanlık değerlendirmelerinden bazıları, onun eleştirilerinden üçüncüsünde, estetik yargı ile teleolojik yargının birbirleriyle ilişkili olan eleştirilerini içeren Critique of Judgment [Yargı Gücünün Eleştirisi] 'ta yer alır Kant , sanat felsefesine etkili bir katkı yapmış olmanın yanında, saf aklın eleştirisiyle pratik aklın eleştirisi arasında bir köGoogle Page Rankingü olarak tanımlanan şeyi sağlamıştır Stuart Hampshire'ın sözleriyle, `bizi azgın doğadan rasyonel özgürlüğe götüren bir köGoogle Page Rankingü vardır Estetik tecrübe, insan yaşamının görünüşte mukayese edilemez olan iki boyutu, yani bir yandan (empirik ya da bilimsel bilginin nesnesi olan) fizikî doğanın deterministik alanı içindeki bedensel varoluşumuzla, diğer yandan da yalnızca pratik aklın evrensel buyruklarına itaat eden özerk rasyonel failler olarak varoluşumuz arasındaki şiddetli karşıtlığı yumuşatır Doğal güzelliğe ilişkin estetik tecrübemiz, başarılı sanat eserinin gözle görülür olan doğal zorunluluğunu yansıtan bir bilinç -her ne kadar, `kendinde bir amaç olarak', belirli bir işleve hizmet etmese dahi, onun olduğundan başka türlü olamayacağı hissi- doğurur Bir sonuç olarak, biz 'doğada kendimizi evimizdeymiş` gibi hissetme imkânı buluruz:

Beğeni yargısı açısından, güzel bir sanat eseri, doğadaki canlı bir organizmanın kendi kendini şekillendiren canlılığına sahiptir Kendi belirsiz amaçlılıklarıyla birlikte, doğanın şekillendirici güçleri ve insan varlıklarının özgür, şekillendirici güçleri arasındaki boşluk kapanmıştır İnsan varlıkları, bölünmüş benlerinin ahlâkî çabalarda yarattığı gerilime rağmen, kendilerini doğada önemli ölçüde evlerindeymiş gibi hissederler Ahlâklı insanla doğal süreçler arasındaki tehdit edici boşluğu diğer taraftan hareketle kapatırken, doğal güzelliği, doğal varlıklarla ilgili `doğal süreçleri amaçsız bir mekanizma olarak değil de, sanatla benzerlik içinde' değerlendiren, bir görüşü talep eden bir şey olarak görürüz Kant, en azından 1787 ertesine kadar, doğadaki amaçlılığı, Tanrı'nın amaç gözeten plânının aktüel ürünü olarak görmez Bununla birlikte, evrene estetik açıdan, sanki o bir amaç gözetilerek yaratılmış ya da düzenlenmişçesine, değer biçişimiz, bizim ahlâkın eğilip bükülmez taleplerini maddî dünyanın olgusal kayıtsızlığıyla bağdaştırmamızı kolaylaştırır Kant'ın bu anlamlı mülahazaları Kıta Avrupası geleneği içinde yer alan diğer düşünürler tarafından kabul görmüştür Örneğin, Friedrich Schiller , `İnsanın Estetik Eğitimi Üzerine' başlığını taşıyan denemesinde, sanatı, insanlık için ahenkli, organik bir birliğin yeniden ele geçirilmesinin aracı olarak görür Güzellik `doğa hâli'nden (Naturstaat), salt fızikî bir boyutu olan bireyin tam zıddı olan ahlâklı bireyin ihtiyaçlarına daha uygun gelen ahlâkî evreye (sittlicher Staat) giden yoldur Güzellik özgürlük yoludur Kant 'ın üçüncü eleştirisiyle Aydınlanma ve moderniteye Romantizm, Hegel ve diğer Kıta Avrupası düşünürleri tarafından yöneltilen eleştiriler arasında, işte bu genel eğilim açısından da, yakınlıklar olacaktır


Kaynak: Kıta Avrupası Felsefesine Giriş- Türkçesi: Ahmet Cevizci -Paradigma-1998

Kritisizm Nedir?

Alman düşünürü Immanuel Kant'ın öğretisi

Kant'a göre felsefe araştırması, bir değerlendirme (eleştiri) olmalıdır Felsefe, us (Al Vernunft)'la yapılıyor Öyleyse usu değerlendirmek, onun ne olduğunu ve ne olmadığını iyice bilmek gerek Felsefe nasıl bir usla yapılıyor? Deneyden yararlanmayan bir salt us (Os Akli mahiz, Fr Raison pure, Al Reinen vernunft)'la Öyleyse salt us nedir?

Kant'ın üç büyük yapıtından ilki olan Salt Usun Eleştirisi (Kritik Der Reinen Vernunft, 1781) bu sorunun karşılığını araştırır Salt us, duyarlığın (Al Sinnlichkeit) verilerinden alınmamış olan (a priori) bir bilgiyi gerçekleştirdiği iddiasındadır Buysa nesneler düzenini aşarak düşünce düzenine yükselmek demektir Öyleyse salt usun bilme yöntemi bir aşkınlık yöntemi'dir

Salt us bu yöntemle gerçek bir bilgi edinebilir mi? Öyleyse bilgi nedir, önce onu tanımlamak gerek Kant'a göre her bilgi, bir yargı (Al Urteil)'dir Ne var ki her yargı, bir bilgi (Al Kenntnis) değildir Örneğin "her cisim yer kaplar" yargısı bize yeni bir bilgi vermez, çünkü "cisim" kavramı esasen "yer kaplamayı" içerir; bu yargıda sadece bir çözümleme yapılıyor ve "cisim" kavramı çözümlenerek kendisinde esasen bulunan bir bilgi hiçbir gereği yokken yeniden ortaya konuyor

Oysa "bu yük ağırdır" yargısı bize yeni bir bilgi verir, çünkü "yük" kavramı kendiliğinden ağır ya da hafif olduğunu bildirmez; burada, ötekinin tersine, bir çözümleme değil bir bireştirme yapıyoruz ve "yük" kavramıyla "ağır" kavramını birleştirerek yeni bir bilgi elde ediyoruz Demek ki bize bilgi veren yargılar, çözümsel yargılar değil, bireşimsel yargılar'dır Salt us bu bireşimsel yargıyı aşkınlık yöntemiyle, deneyi aşarak gerçekleştirebilir mi? Kant bu soruya kesin olarak şu karşılığı veriyor:

Gerçekleştiremez Böylece metafiziği kesin olarak yıkmış oluyor: Salt us, deneyden yararlanmadan hiçbir bilgi gerçekleştiremez Öyleyse metafizik tasarımlar, insanların romantik düşlerinden başka bir şey değildirler (Bu vargı, Kant'ın materyalist yanını belirtir ve Engels bunun içindir ki kendisine utangaç materyalist der)

Kant öncesi felsefenin tanrılaştırdığı us, böylelikle tahtından indirilmiş olmaktadır; artık, aşkınlık yöntemiyle çalışan salt usa güvenilmeyecektir Kant araştırmakta, eşanlamda eleştirmekte devam ediyor: Salt us, bireşimel yargı olan bilgi'yi niçin gerçekleştiremez? Çünkü us, sadece bir bireştirme işini gerçekleştirmektedir ve bu iş için gerekli gereçleri nesneler düzeninden almaktadır

Elimizle tuttuğumuz taşı yere bırakınca onun düştüğünü görüyoruz ve ancak ondan sonradır ki (a Posteriori) "bırakılan taş düşer" bilgisini edinebiliyoruz Bu deneyi yapmadan önce (a priori) bu konuda hiçbir bilgimiz olamaz Bize bu gereçleri veren duyarlık'tır Duyarlık, bu gereçleri bize nasıl veriyor? Zaman ve mekân içinde veriyor Oysa nesneler düzeninde zaman ve mekân diye bir şey yoktur

Demek ki bunlar duyarlığın dışardan almadığı, kendinden çıkardığı bir şeylerdir ve duyarlık bunları katmadan, dışardan aldığı hiçbir şeyi bize gönderemez Bunlar, deneyden elde edilemeyeceklerine göre, usun verileri midir? Kant, bu soruya da kesinlikle şu karşılığı veriyor: Hayır, bunlar usun verileri olamaz Çünkü küçük çocuklar zaman ve uzayı düşünmeksizin bilirler, hiçbir ussal işlemi gerçekleştiremedikleri halde sevdikleri şeylere yaklaşır ve sevmedikleri şeylerden uzaklaşırlar Öyleyse, duyarlık, ne nesneler düzeninden ne de düşünce düzeninden aldığı bu şeyleri nasıl elde etmiştir? Kant, bu soruya, kendine özgü bir karşılık veriyor: Sezi (Al Ansehauung)'yle

Kant'a göre bunlar birer biçim'dir ve ancak duyarlığın sezisiyle elde edilebilir Zaman iç duyarlığın biçimidir, içimizden gelen her duygu zamanla birliktedir; mekân dış duyarlığın biçimidir, dışımızdan gelen her duygu mekânla birliktedir Katılmadikları hiçbir duyumun gerçekleşemeyeceği bu biçimler, usun verileri olmadıkları halde deneyüstü (Al Transzendentale)'dürler Deneyden çıkarılmamışlardır ama bunlarsız da deney yapılamaz

Görüldügü gibi, Kant, artık aşkın (Al Transzendent) kavramından deneyüstü (Al Transzendental) kavramına geçmektedir; ona göre aşkın bilgi olamaz ama deneyüstü bilgi olabilir Bir soru daha gerekiyor: Deneyden gelen verilere duyarlığn seziyle elde ettiği birimlerin katılması, bilimsel bir bilgiyi gerçekleştirmeye yeter mi? Yetmeyeceğini söyleyen Kant, sonunda, us'a deneyüstü bir görev bulmuştur: Bireştirme işi

Kant'a göre us bu görevi gerçekleştirmeseydi, ne duyuların verileri ve ne de duyarlığın katkıları bilimsel bilgiyi gerçekleştirebilirdi Öyleyse us, bu bireştirme işini nasıl yapıyor? Duyarlığın katkısıyla birlikte gelen bilgi gereçlerini düzenleyici kalıplara (Tr Ulam, Al Kategorie) sokarak Us, bu kalıpları ne deneyden ve ne de duyarlığın sezişinden almıştır; bu kalıplar onda temel olarak vardırlar ve kendisiyle birliktedirler Demek ki, Kant'a göre bilgi, gene de, nesneler düzeninde değil, us'un düşünme düzeninde (Al Verstand) gerçekleşmektedir Kant, böylelikle kendi düşünme yöntemini de bulmuş oluyor: Deneyüstü yöntem (Al Transzendental methode)


Alıntı Yaparak Cevapla

Felsefi Düşünce Akımları - Felsefi Düşünce Akımları Hakkında...

Eski 07-30-2012   #22
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Felsefi Düşünce Akımları - Felsefi Düşünce Akımları Hakkında...



Kendi kurduğu bu terimle, eleştirici bakışını dilegetirerek, bilgi'nin duyuların ürünü olduğunu savunan duyumculuk'la anlığın ürünü olduğunu savunan anlıkçılık'ın üstüne aşıyor ve gerçeğin, her ikisinin birleşik bir üstünde'liğinde olduğunu ileri sürüyor

Önemli olan şudur ki, Kant, deneyüstü'ne deney'le bağıntısını kesmeden çıkmaktadır Us, bireştirme görevini gerçekleştirirken deneyle bağıntısını koparırsa —ki fiziğin üstüne yükselme anlamında metafizik budur— aşkın'ın alanına girer ve köksüz düşler kurmaya başlar Kant'ın deneyüscülüğü, bir bağıntıcı deneyüstücülük'tür Bu düzeyde ancak deneyden gelen veriler birleştirilir, salt usun kurguları bireştirilemez Usun bireştirici kalıpları, deneyle hiçbir ilgileri olmayan ve deneyden çıkarılmamış önsel (a priori) kalıplardır ama ancak deneyin verilerini bireştirmekte işe yarayabilirler

Kavramlar'la nesneler asla kopmaksızın bağıntılı olmalıdır Metafizik, bu bağıntıyı gerçekleştiremediği içindir ki metafizik bilgi olamaz Yoksa, Kant'a göre; kesin, tümel, her zaman ve her verde geçerli bilgi elbette deneyüstü önsel bir bilgidir Çözümsel yargıların tümü sonsaldır, deneyden sonra gerçekleşmişlerdir ve bu yüzden bilimsel ve kesin bir bilgi vermezler Bireşimsel yargıların da önsel olanları vardır ama sonsal olanları da vardır İşte asıl kesin ve bilimsel bilgi bu önsel bireşimsel yargı'lardadır

Örneğin matematik yargıların tümü bu niteliktedir, "iki kez ikinin dört ettiği" yargısı hiçbir deneyden çıkarılmamıştır Çünkü deney sınırlıdır, bin deney yaparız ama bin birinci deneyde ne elde edeceğimizi bilemeyiz Matematik yargılar, deneyden çıkmamış önsel bireşimsel yargı'lardır ama bir bakıma bu karakterde olan metafizik yargılara benzemezler, çünkü her zaman deneye uzanabilirler İki kez ikinin dört ettiği her zaman denenebilir, Tanrı'nın varlığı hiçbir zaman denenemez (Kant, bu düşüncelerinden ötürü, 1794'te Gillaume II hükümetinden bir ihtar almış ve din konusunda yazı yazması yasaklanmıştır)

Kant, usun önsel kalıplarını, Aristoteles'ten de yararlanarak, yargı biçimlerinden çıkarıyor On iki yargı biçimi vardır, öyleyse bunlardan her birini meydana getiren —kendisiyle biçimlendiren— on iki kalıp olmalıdır Bir yargı, ya "insanlar ölümlüdür" önermesinde olduğu gibi tümel (Os Külli, Fr Universel), ya "kimi insanlar erdemlidir" önermesinde olduğu gibi tikel (Os Cüz'i, Fr Particulier), ya da "Sokrates düşünürdür" önermesinde olduğu gibi özel (Os Hususi, Fr Singulier) olur

Bunları meydana getiren kalıplar, sırasıyla: Tümellik (Os Külliyet, Al Allheit), çokluk (Os Kesret, Al Vielheit), teklik (Os Vahdet, Al Einheit) kalıplarıdır ki nicelik (Os Kemmiyet, Al quantitaet) ana kalıbında toplanırlar Bir yargı, ya "Herakleitos usludur" önermesinde olduğu gibi olumlu (Os İcâbi, Fr Affirmatif), ya "Diogenes uslu değildir" önermesinde olduğu gibi olumsuz (Os Selbi, Fr Négatif), ya "ruh ölmezdir" önermesinde olduğu gibi sınırlayıcı (Os Tahdidi, Fr Limitatif) olur

Bunları meydana getiren kalıplar, sırasıyla: Varlık (Os Hakikat, Al Realitaet), yokluk (Os Selb, Al Negation), sınırlıtık (Os Mahdudiyet, Al Limitation) kalıplarıdır ki nitelik (Os Keyfiyet, Al qualitaet) ana kalıbında toplanırlar Bir yargı, ya "Tanrı iyilikçidir" önermesinde olduğu gibi kesin (Os Hamli, Fr Catégorique), ya "Tanrı iyilikçiyse kötüleri sevmez" önermesinde olduğu gibi varsayımsal (Os Şartı, Fr Hypothétique), ya "Tanrı ya iyilikçi, ya da kötülükçüdür" önermesinde olduğu gibi ayrık (Os Munfasil, Fr Disionctif) olur

Bunları meydana getiren kalıplar, sırasıyla: Tözlülülük (Os Cevheriyet, Al Substantialitaet), nedensellik (Os İlliyet, Al Causalitaet), karşılıklık (Os Müşâreket, Al Wecheelwirkung) kalıplarıdır ki ilişki (Os İzâfet, Al Relation) ana kalıbında toplanırlar Bir yargı, ya "insanlık belki dik yurümeyle başlamıştır" önermesinde olduğu gibi belkili (Os İhtimâli, Fr Problématic), ya "Tanrının iyilikçi olması gerekir" önermesinde olduğu gibi zorunlu (Os Zaruel, Fr Apodictique), ya "dünya yuvarlaktır" önermesinde olduğu gibi savlı (Os Tahkiki, Fr Assertorique) olur

Bunları meydana getiren kalıplar, sırasıyla: Olanaklılık (Os İmkân, Al Möglichkeit), zorunluk (Os Vücub, Al Nothwendigkeit), gerçeklik (Os Hâriyet, Al Wirklichkeit) kalıplarıdır ki kiplik (Os Darp, Al Modalitaet) ana kalıbında toplanırlar Görüldüğü gibi Kant, deney verilerinin ancak on iki biçimde birbirleriyle bireştirilebileceğini ileri sürmektedir Bu on iki biçimi de dört ana biçimde (nicelik, nitelik, ilişki, kiplik) topluyor

Bunlann içinde en önemli bulduğu ilişki'dir Çünkü her bireşim bir ilişkiyi dilegetirir Bu ilişkilerden de zorunlu olarak nedensellik ve süreklilik yasaları çıkar Bu yasalar da, kendilerinden çıkarıldıkları kalıplar gibi, önseldirler Kant, bu önsel, deneyden alınmamış, usun kendi malı olan kalıpların, ilkelerin ve yasaların uygu alanını sınırlarken sadece metafizik yolunu kapamakla kalmıyor; fizik yolunu da kapayarak bilinemezci üçüncü felsefe'nin kapılarını açıyor

Kant'a göre us, deneyin verileriyle bağını koparıp metafizik yapamayacağı gibi deneyin verilerinin arkasına geçerek fizik de yapamaz Çünkü deney bize sadece görünenler (Al Erscheinung)'i vermektedir Bizse bu görünürlerin ardında bir de kendilik (Al Ding an sich) hayal ediyoruz ve yukarı sınırı aşmaya çalıştığımız gibi bu aşağı sınırı da aşmaya çalışıyoruz Kant, bu her iki aşamayı da aynı aşma (Al Transzendent) saymakta ve usun kalıplarının sadece şeyin görüneni (fenomen)'ne uygulayıp şeyin kendisi (numen)'ne uygulanamayacağını söylemektedir Kant, böylelikle, usun sınırını kesinlikle çizmiş oluyor Bu sınır şeyin kendiliği'dir ve hiçbir zaman aşılmamalıdır, çünkü bilinemez

Kant'ın oluştuğu ortam, bir matematik-fizik-usçuluk ortamıdır Nitekim genç Kant da üniversiteyi fizik doktora teziyle bitirmiştir Matematiğin ve fiziğin ilkeleri usun ürünü sayılmakta, gerçeğe us yoluyla varılabileceğini savunan Antikcağ Elea'lılarının düşüncesi Leibniz-Wolff öğretisinde en yüksek aşamasına ulaşmış bulunmaktadır İngiltere'den gelen yepyeni bir ses, David Hume'un sesi, usun eleştirilmesini ve yetilerinin gereği gibi belirtilmesini öğütlemektedir

Tarihsel düşünce diyalektiği XVIII yüzyıl sentezini us'ta gerçekleştirmiştir Böyle bir ortamda Kant, zorunlu olarak yapması gerekeni yapmış ve şu sonuca varmıştır: "Bizler, gizlerle dolu bir evrende bir düşün düşünü görmekteyiz Gerçekte bildiğimiz hiçbir şey yoktur Sezişlerimizin, kavramlarımızın, deneydışı ide'lerimizin içine gömülmüşük; bir şeyler kuruyoruz Ne var ki, bildiğimizi sandığımız şey sadece olaylardır O olaylar ki, bilmediğimiz bir nesneyle asla bilemeyeceğimiz bir öznenin birbirlerine olan ilişki'sinden doğmuştur" Nesneyi bilmiyoruz, özne'yi de asla bilemeyeceğiz, us'a zorunlu olarak bu iki bilinemez'in ortasindaki ilişki alanı kalıyor Oysa us, özgür olma dileğindedir; aşma çabaları bu yuzdendir

Salt Usun Eleştirisi'nde bu özgürlük dileğinin işe yaramadığı anlaşılmıştır; salt us deneyle olan bağını kopararak kuram yapamıyor, ama eylem de yapamaz mı? Kant'ın ikinci büyük yapıtı Uygulayıcı Usun Eleştirisi (Kritik Der Praktischen Vernunft, 1788) bu sorunun karşılığını arayacaktır Zorunlukla olan'ın karşısında bir de özgürlükle olan var Öteki bilim, buysa törebilim alanıdır Us, salt olamıyor ama uygulayıcı olabilir Ne var ki bu durumda adı değişerek irade olur Doğru'nun duyusu nasıl nesneler düzeninden düşünce düzenine yükselip biçimlenmek zorundaysa, iyi'nin duyusu da öylece düşünce düzeninde biçimlenip nesneler düzenine inmek zorundadır Özgürlükle olmayan iyiliğin hiçbir anlamı olamaz

Ceza korkusu, armağan umudu, beğenilme isteği, göreneğe uyma zorunluğu vBulletin gibi etkenlerle gerçekleştirilen iyilik, gerçek iyilik değildir Demek ki usun uygulayıcı olarak çok önemli bir görevi var: İyiliği, özgürlükle, salt iyilik için gerçekleştirmek Bu özgürlük, duyarlığın bütün etkilerinden kurtulmuş bir özgürlük olmalıdır Özgürlük zorlamaz, sadece yükümlü kılar Törebilimsel yasa, fizik yasa gibi zorunlu olamaz O, serbest bir serim işidir O, kendi yasasını kendisi koyar Önceden konmuş ve verilmiş bir yasaya uymaz

Demek ki tanrısal ve dinsel bir törebilim, gerçek bir törebilim değildir Yasa'yla özgürlük'ün çelişkisi, ancak kendi yasanı kendin koy'makla aşılabilir Ancak bu yasayı insanlığa bir araç olarak değil, bir erek olarak belirtecek bir biçimde koy'malı Yoksa deney alanıyla yeniden bir ilişki kurup özgürlüğünü yitirmiş olursun; çünkü insanlığı araç olarak gözeten bir yasa, usun özgür yasası değil, kişisel çıkarının yasasıdır Bu yasa evrensel ol'malı Yoksa bu yasa usun gerçek ürünü olan önsel bireşimsel yargı niteliğini taşımaz ve tümel geçerli'lik niteliğini elde edemez

Törebilimsel yasa, deneylerden elde edilmiş bir koşullu (Al Hypothetisch) yasa değil, uygulayıcı usun kendi kalıplarında biçimlendirdiği bir düzenlenmiş (Al Kategorisch) yasadır Bir şey elde etmek için değil, iyilik için iyilik edilecek İşte Kant'ın iyi irade (Al Gute wille) adını verdiği özgür irade budur (Kant, bu törebilimsel düşüncelerini, söz konusu yapıtından çok Grundlegung zur Metaphysik der Sitten ve Metaphysik der Sitten adlı yapıtlarında incelemiştir)

Görüldügü gibi Kant, Salt Usun Eleştirisi'nde yadsıdığı metafiziği pratik usun eleştirisinde diriltmeye çalışmaktadır Kant'ın bu idealist eğilimi üçüncü büyük yapıtında daha da belirecektir Doğru ve iyi ideleri incelendikten sonra geriye usun üçüncü bir işlevi kalmıştır: Güzel idesi Us, doğayla törebilim arasında kalan estetik alanda nasıl işliyor ve bu işleyişin de ötekiler gibi önsel ilkeleri var mıdır?

Kant'ın üçüncü büyük yapıtı Yargı Gücünün Eleştirisi (Kritik der Urteilskraft, 1790) bu sorunun karşılığını arayacaktır Kant, duyulardan gelenle (salt us) düşünceden giden (uygulayıcı us) arasındaki köGoogle Page Rankingüyü yargı gücü adını verdiği (yargılayıcı us) ussal bir yetiyle kurmak istiyor Deneylerden gelenle düşünce gerçekleşiyor, düşünceden giden de deneyde gerçekleşecek Oysa bu gerçekleşmenin usun buyruğuna uygun olup olmadığını yargı gücü denetleyecek (Bu tema, diyalektik materyalizmin teori, pratikle doğrulanır önermesinin Kantcı sezisidir)

Doğru bir düşünceyle gerçekleştirilen bir iyi'liğe "güzel bir davranış" diyoruz Öyleyse güzel bu iki ideyi birbirine bağlayan bir köGoogle Page Rankingüdür ki bunu da yargı gücü gerçekleştirir Kant, güzel'i yüce'den ayırıyor Bir fırtınada denizin kudurmuş dalgalarına bakarak "ne güzel" diyebiliriz ama gerçekte duyduğumuz güzellik değil; büyüklük, güçlülük ve ürkünçlükten doğan yücelik (Al Erhabene)'tir Yücelik, böylesine gürel (Fr Dynamique) olabildiği gibi yıldızlı bir gecenin ihtişamı gibi matematiksel (Fr Mathématique) de olabilir Böylece yüce'den ayrılan güzel; iyi'den, hoş'tan yararlı'dan da ayrılmaktadır

Güzel'in niteliği, hiçbir karşılık gözetmeksizin yargılanır oluşudur Kantcı törebilime göre iyi de bu niteliği taşır, oysa iyi eylemsel bir irade işidir; güzelinse ne eylem ne de iradeyle ilgisi vardır Hoş duyusal bir beğeni, güzelse yargısal bir beğenidir Bir tabak meyve tablosu, onları yemek isteğini duyurursa hoş ve ancak bu isteği duyurmadıkça güzel'dir Yararlı elde edilmek istenir, güzelse sadece seyredilir Hiç bir karşılık gözetilmeden beğenilmek onun temel niteliğidir

Güzelin başka bir niteliği de tümel geçerli oluşudur, Kant böylece önsel bireşimsel yargıyı burada da yakalamış oluyor Demek ki güzel'de de bir önsellik var, bu önsellik bizi kendisine karşı belli bir tutuma zorlar Bu tutum, özel değil, genel bir tutumdur; sadece bizim için değil, herkes için geçerlidir Güzellik yargısı kavramsız (Fr Sans concept) bir yargıdır, demek ki bir bilgi işi değildir Güzellik, ereği düşünü bir ereksellik'tir

Bir müzik parçasında bize zevk veren onun bestelenme nedeni değildir, oysa o gene de bir ereğe uygun olduğu için güzeldir Kant, böylece, estetik yargı (Fr jugement esthétique)'yi ereksel yargı (Fr jugement téléologique)'dan ayırıyor Sanatçı güzel'i yaratırken onu belli bir ereğe göre biçimlendirir, bizse o güzel'i ereğini düşünmeden kavrarız Güzelin bizler için anlamı kendi ereğine uygunluğu değil, bizim ereğimize uygunluğu'dur

Kant, yapıtının ikinci bölümünde, ereklik (Al Finalitaet) kavramını incelemektedir Kant'a göre ereklik, Aristoteles'in entelekheia'sı gibi, kendi nedenine uygunluk'tur İki türlü uygunluk (Al Zweckmaessigkeit) var: Biri güzeli doğuran öznel uygunluk, ikincisi yararlıyı doğuran nesnel uygunluk Bunun içindir ki bir çiçek, yağlıboya bir tabloda estetik yargının konusu olurken bir ilaç kutusunun içinde ereksel yargının konusu olabilir

Cansız doga, sürekli bir nedensellik içinde Dekartcı bir mekanizmle düzenlenmektedir Canlı doğaysa kendi ereğiyle düzenlenir Kömür bir neden-sonuç zincirinin ürünüdür, ama göz pek bellidir ki görmek için yapılmıştır Bu yüzden, doğanın açıklanışında ereklik kavramından vazgeçemiyoruz

Kant, burada, usun metafizik yapamayacağını söylediği halde metafiziğin alanına yeniden ve iyice girmekte olduğunu görerek sakıntılı bir dil kullanmaktadır Ne nedensellik ne de ereklik doğanın kendiliğini açımlayamaz, der Cansız ve canlı, tümüyle doğa, Kant'a göre bilinemez olmakta devam etmektedir Duyular bize bu bilginin anahtarını veremez, ama duyular-üstü'nde "anlakalır'da birtakım anahtarlar gizlidir" Görüldüğü gibi, idealizmin kapısını her şeye rağmen aralık bırakmak bilinemezciliğin zorunluğudur

Kendisinden önceki felsefe akımlarının düşünsel sentezini ustaca gerçekleştiren Immanuel Kant'ın, kendisinden sonraki felsefe akımlarını büyük ölçüde etkileyen bu üç önemli yapıtını toparlarsak şu sonucu saptarız: Doğru'yu us kurar, iyi'yi us buyurur, güzel'i us yargılar Bilinemez kendilik'in dışındaki bilinir olaylar dünyasını teksözle us düzenler Bu yargı, idealist bir yargıdır

Immanuel Kant'ın kendi felsefesini adlandırmak için ilerisürdüğü eleştiricilik deyimi, inakçılık ve şüphecilik deyimlerine karşıt bir anlam taeir Öznel düşünceci bir yaklaşimla usçuluk ve görgücülük öğretileriyle savaşmak amacını gütmüştür Nesnelerin özünün bilinemeyeceğini ilerisürerek bilme sürecini yadsımış ve bilinemezcilik'e varmıştır

Alıntı Yaparak Cevapla

Felsefi Düşünce Akımları - Felsefi Düşünce Akımları Hakkında...

Eski 07-30-2012   #23
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Felsefi Düşünce Akımları - Felsefi Düşünce Akımları Hakkında...



Entüisyonizm Nedir?

Bu düşünüşün en önde gelen temsilcisi Fransız düşünür Henri Bergson'dur (1859-1941) Bergson'a göre yaşam, sürekli değişim gösteren bir süreçtir Zaman da yaşamla birlikte değişim gösterir Yaşamın bu değişimi yaratıcı bir atılımdır

Yaratıcı atılım (Hayat hamlesi), bütün canlı varlıklardaki iç kuvvettir Bu kuvvet, yaratıcılık özelliğiyle sürekli yeni türler ve yeni cinsler meydana getirir Yaratıcı atılım, her canlıya sıçramalı hayat veren tanrısal güçtür Tanrı, bitip tükenmeyen bir hayattır, sonsuz eylem ve özgürlüktür

Zekâ, sürekli yaşam değişimini kavrayamaz Zekâ, duruk ve eylemsiz maddeyi kavrayıp bilebilir Sezgi, kavradığı madde bilgisinden ve pozitif bilimlerin sağladığı bilgiden farklı bir bilgidir İnsan böyle bir bilgiye, varlığın iç gelişimini, iç dinamiğini sağlayarak ulaşabilir

Bergson'un sezgici görüşü, Ortaçağ'da İslam düşünürü Gazali tarafından da benzer biçimde dile getirilmiştir Gazali'ye göre insan, "Kalp Gözü" ile her şeyi bilebilir Bu ise ancak içsel temizlenme ve arınmayla mümkün olabilir

Kaynak

Alıntı Yaparak Cevapla

Felsefi Düşünce Akımları - Felsefi Düşünce Akımları Hakkında...

Eski 07-30-2012   #24
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Felsefi Düşünce Akımları - Felsefi Düşünce Akımları Hakkında...



FRANKFURT OKULU


Frankfurt Okulu, Almanya'da birkaç düşünür tarafından kurulmuş ve ismini Frankfurt Üniversitesi'nde kurulan "Toplumsal Araştırma Merkezi"nden almıştır

Okulun içindeki isimlerin hepsi Yahudi orta sınıfına ait varlıklı ailelerin çocuklarıdır Adorno ve Horkheimer araştırma merkezini yeniden kurmak istemişlerdir; fakat bu okulda eskisi kadar aktif olamamışlardır

Bu okul, Marx gibi mülkiyet ilişkilerine dayalı çıkar çatışmalarının önemini vurgulayan Okul üyeleri aynı zamanda da Marx'ın insanı dışarıda bırakan görüşünü eleştirirler Bu okulda psikanaliz ve Marxçılık bir arada ele alınır

Marxizm, Ortodoks bir yola saparken bu okul Marxizmi daha hümanist yapmaya çalışır

Frankfurt Okulu'nun eleştirel kuramının temelinde iki fikir yatar;

1 Mutlak, soyut, evrensel ve genelgeçer bilgiden bahsedilemez İnsanların fikirleri, içinde bulundukları toplum tarafından belirlenir Bu da bilginin sosyal temelli olduğu manasındadır

2 Aydınlar, objektif olmak yerine yaşadıkları topluma eleştirel bir gözle bakmalıdırlar Bu düşüncenin amacı da toplumsal değişimin dinamolarının aydınlar olması görüşünden kaynaklanarak gelişir

Marx'tan farklı olarak kendi toplumlarının kendi çalışmalarını etkilediğinin farkındadırlar Bu okulun düşünürleri objektif bilginin var oluşu açıkladığını kabul etmezler Kendi yorumlarının daha gerçekçi ve var oluşa daha yakın olduğunu kabul ederler Hiçbir kavram, gerçeğin tam kendisini açıklayamaz görüşündedirler Mesela "yaprak" kavramı bütün yaprakları kapsar, yani kesin bir yaprak tanımına ulaşılamaz

Eleştirel kuramın ideal standardı Hegel'in akıl kavramıdır

Okulun Düşünürleri

Horkheimer

"Bireylerin özgür gelişimi, nesnel aklın; yani toplumun aklının gelişimine bağlıdır" görüşündedir Amaçsal ve araçsal akıl ayrımını da Horkheimer yapar Araçsal akıl, kapitalizmin gelişimi için araçsallaşan akıldır Amaçsal akıl da toplumun idealini, amacını hedef alan akıldır Araçsal akıl, aklın kapitalist teknolojik gelişmelere araç olması şeklinde tanımlanır Teknik akıl kavramı da araçsal akıldır ve Aristoteles'ten gelmektedir

Horkheimer, akılsal bir toplumda toplum-birey çatışmasının ortadan kalkacağını söyler ve Rousseau'nun ortak irade kavramına göndermede bulunur

Frankfurt Okulu kendini materyalist olarak niteler; ancak incelemelerinin geneli holistik bir toplum tasarımı değildir Üst yapıya odaklanırlar ve bu da kişilik, kültür ve akıl demektir

Bu düşünürler; toplumsal kültürün ekonomiden kaynaklandığını söyleseler de ekonomi, siyaset ve ideolojinin toplumda birbirinden bağımsız olduğunu söylerler

Kişilik, toplumun sosyo-ekonomik alt yapısı ve psikolojik süreçlerin karışımı ile oluşur Modern ekonomik sistemin insanın kişiliğini nasıl değiştirdiğini ortaya koymaya çalışırlar

Popüler kültürü, halkı yönetenlerin halkı biçimlendirme aracı olarak tanımlar Horkheimer

Fromm

Libidonun toplum içinde şekillendiğini savunur Libido, ailelerde ortaya çıkar görüşündedir Bu da bir bakıma kültür olarak adlandırılabilir Mesela kapitalist toplum içindeki kapitalist ruh, kapitalizmi ayakta tutan libidodur

Fromm'daki libido, Marx'ın tutku kavramına tekabül eder

Fromm, yabancılaşma kavramını açıklarken kapitalizmin etkisinden söz eder Zihinsel emekle maddi emek kişilik gelişimini önler İş kişinin dışına çıkar, kişiyi belirler Tüketim anlayışı, kişisel farkları ortadan kaldırır

Kendilik kavramının yerine ben kavramı kullanılır Bu da self kavramının yerine egonun kullanılmasıdır Kendilik kavramı bir özdeşlik bildirir, "var" kelimesi de dışarıda olana sahibim demektir

Adorno

Popüler kültürün insanları oyaladığını, işlem dışı bıraktığını ve durumun korunmasını sağladığını savunur Başkalarının egemenliğindeki insanlar fala, astrolojiye yönelir; çünkü geleceğini bilmez durumdadırlar Bunun sebebi de insanın kendi hayatının öznesi olmamasıdır

Marcuse

Teknolojik ilerleme bir egemenlik sistemi doğurmuştur Bu da insanı robotlaştırır Satatükonun etkisiyle iletişim araçları insanları şartlandırıp toplumsal denetim araçları haline gelmişlerdir

İnsanların eleştiri gücü bu sayede ellerinden alınmış ve insanlar boyun eğmeye mahkum edilmişlerdir

Mills

Çatışmacı kuramla Amerikan toplumunu eleştiren bir Amerikalı sosyologdur Karamsar ve kapitalizmin gelişiminden kaygı duyan birisidir Amerikan sisteminin ahlâken çöktüğünü söyler Amerika'daki aydınların büyük şirketlerin danışmanlık görevlerini yaptıklarını söyleyerek profesyonelleşmeye atıfta bulunur

Bilimsel bilginin, artık silah-savaş sanayinde kullanılmakta olduğunu söyler

+ Bilgiler

Eleştirel Okul olarak da bilinen Frankfurt Okulu, 1923 yılında Frankfurt Üniversitesi'nde kurulan Sosyal Araştırmalar Enstitüsü ile başlar Aslında bu topluluğa okul denip denemeyeceği tartışmalıdır, zira bu topluluk içinde birbirinden oldukça farklı görüşler bulunmaktadır Ancak yinde de Frankfurt Okulu ismi oldukça yaygın olarak kullanılmaktadır Bu okul'un başlangıçtaki amacı aslında bir dogmaya dönüşen Marksizmi asıl özüne döndürmek ve felsefeyle ilişkisini kurmaktı Yani bir nevi marksistler tarafından marksizmin eleştirisini yapmarak, bu ideolojinin kendi içinde eleştiriyi doğurabilecek bir üstünlüğe sahip olduğunu göstermek istemişler ve marksizmi kemikleşmiş, ortodoks yorumlardan kurtarmaya çalışmışlardır Ancak zamanla marksizme mesafeli olmaya ve gittikçe Weber'in etkisine girmeye başlamışlardır Bunda, Soviyetlerdeki uygulamanın etkisi olmuştur Okul, daha postmodernizmin esamesinin okunmadığı erken bir dönemde tüm postmodern tezlere kaynaklık edecek tohumlar atmıştır düşün dünyasına Özellikle modernitenin ve modern toplum bağlamında kapitalist toplumun eleştirisi oldukça çarpıcıdır ve günümüzde duyulması normal karşılanan postmodern söylemin temeli olarak okunabilir Örneğin moderniteyi aklı araçsallaştırma, aklı dogmalardan kuratrırken aklın kendisini dogmaya çevirmesi bağlamında eleştirmiştir Yine kültür endüstrisi bağlamında, kapitalist topluma yoğun eleştirilerde bulunmuşlar, bu toplumun tüm bireyleri birbirine benzetmesi bağlamında, bireyi "tek boyutlu" bir hale dönüştürdüğünü iddia etmişlerdir (bkz Marcuse) Marsizme getirdikleri eleştirilerle, marksizmin kendisini revize etmesine büyük katkıları olmuştur Günümüzün yaşayan en büyük temsilcisi aynı zamanda modernitenin bitmemiş bir proje olduğunu belirten Jürgen Habermas'tır (Hagiwatt)

Kaynak: Atatürk Üniversitesi Sosyoloji Bölümü 2 Sınıf "Sosyoloji Tarihi" Dersi Ders Notları

Alıntı Yaparak Cevapla

Felsefi Düşünce Akımları - Felsefi Düşünce Akımları Hakkında...

Eski 07-30-2012   #25
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Felsefi Düşünce Akımları - Felsefi Düşünce Akımları Hakkında...



Feminizm Nedir?

Toplumda kadınlara, erkeklerle aynı hakların tanınmasını sağlamaya çalışan fikir akımıdır 18 yüzyılın başarına kadar kadınların siyasal, toplumsal hakları hemen hemen hiç yoktu Kadınların yapı bakımından erkeklerden geri olduğuna inanılmıştı Gerek dini mezhepler, gerekse kanunlar, kadınları birçok haklardan yoksun bırakıyordu Ayrıca kadınlar kendi başlarına mal sahibi olamıyorlar, hiçbir işe giremiyorlardı

Mary Wollsonecraft, ilk kez İngiltere'de kadınların toplumsal hakları üzerine bir kitap yayınladı Böylece feminizmin temelleri atılmış oluyordu Amerika'da 1920'de kadınlara oy hakkı verildikten sonra diğer konularda da erkeklerle eşit haklar kazanıldı

Kaynak

Alıntı Yaparak Cevapla

Felsefi Düşünce Akımları - Felsefi Düşünce Akımları Hakkında...

Eski 07-30-2012   #26
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Felsefi Düşünce Akımları - Felsefi Düşünce Akımları Hakkında...



FENOMENOLOJİ


Felsefede Edmund Husserl tarafından kurulmuş olan fenomenoloji felsefesi, 20 yüzyılın başlarında pozitivizme ve ampirisizme karşı çıkıyordu Fenomenoloji, felsefenin bilgi, varlık, değer felsefeleri gibi alanlarıyla uğraştığı için tümel bir nitelik taşıyordu Bazılarına göre ise bir felsefe akımı olmaktan çok, bir felsefe yöntemiydi Bu akım da diğer felsefe akımları gibi öz-nesne ilişkisinden yola çıkıyordu

Fenomenolojiye göre nesne, öznenin dış dünya ile girdiği ilişkiler sonucunda duyu organlarıyla algıladığı bir durum, daha doğrusu bir deney verileriydi Aslında bu bakımdan pozitivizm ve ampirisizmle bir farklılık göstermiyordu Ancak tek tek nesnelerin oluşturduğu nesneler dünyası söz konusu olduğunda, pozitivizm ve ampirisizmden farklı bir tavır ortaya çıkıyordu Husserl’e göre nesneler dünyada ancak ‘rastlantı’ kategorisi ile kavranabilirdi Yani diğer iki felsefenin iddia ettiği gibi, nesneler dünyasında mutlak geçerliliği olan yasalar, daha doğrusu doğa yasaları egemen değildiler

Neden-sonuç ilişkisi içinde ele alınan doğa yasaları, Husserl’e göre, belli bir takım koşullar altında elde edilen sonuçlar ışığında bir kesinlik değeri taşıyorlardı Koşullar değiştiğinde ise, farklı sonuçlar elde edilecek ve doğa yasalarının genel geçerlilik iddiaları söz konusu olamayacaktı Bu nedenle de nesneler dünyası ancak rastlantı kategorisiyle kavranabilirdi Hesserl için Ampirik olarak algılanan nesneyi yadsımayarak, tam tersine onu kayıtsız şartsız kabul eder ve dünya her türlü kuşku ve yadsımaların üzerinde varolarak, dünyanın bu biçimde kabulüne fenomenoloji ‘doğal tavır’ gösterir Dünyanın varoluşunu bu şekilde kabul eden doğal tavır içeriğinde adeta naif ve dogmatik bir realisttir Bu da pozitivizm ve ampirisizm ile buluşan bir düşünce oluyor tabi Bu tavrı aşmak için ikinci bir ‘fenomenolojik indirgeme’ diye adlandırılan bir tavır geliştirir Bu tavır ise Husserl’in yapıtlarında ‘parantez içine alma’, ‘etkisiz kılma’, ‘dışarda bırakma’, ‘engelleme’, ‘soru konusu yapma’ deyimleriyle isimlendirilmektedir Bu şekilde bir adım daha atar ve bu kez de fenomenolojik indirgemeyi özneye yöneltir Artık özne paranteze alınır Çünkü özne de psişik ben’i, bilinci, öznelliği bakımından nesneler dünyasının bir parçasıdır Özetleyecek olursak, amaç dünyanın özünü, onu rastlantısal dış görünüşlerden soyarak ortaya çıkarmaktır Böylece nesneler dünyası için ‘salt öz’ (Eidos), ‘salt varlık’ (Essentia) düzlemine erişmek için yapılan eylem gerçekleşir

Yiğit TuncayKasım-1994 tarihli Yeni İnsan Dergisi'nin 26 sayısında yayınlanmıştır (Yazıdan bir alıntı)

Husserl(1859-1938) de, tıpkı Dilthey gibi , felsefi kariyeri boyunca , doğa bilimlerinin bilimsel aklının , özellikle ahlaki ve kültürel değer alanındaki emperyalist eğilimlerine karşı koymaya çalışmıştır Buna göre, pozitivizmle doğalcılığın [natüralizmin] diğer biçimleri dünyaya ve hayata ilişkin değer biçici bir felsefeyi, sadece ve sadece doğa bilimi- nin bulgularından ve yöntemlerinden türetmeye kalkışır Doğalcı, değerle ilgili problemlerde, kendi kabullerine göre savunulamayan ve dolayısıyla, çelişkiye düşen bilgi iddialarında bulunur

David West

Husserl(1859-1938) de, tıpkı Dilthey gibi , felsefi kariyeri boyunca , doğa bilimlerinin bilimsel aklının , özellikle ahlaki ve kültürel değer alanındaki emperyalist eğilimlerine karşı koymaya çalışmıştır Buna göre, pozitivizmle doğalcılığın [natüralizmin] diğer biçimleri dünyaya ve hayata ilişkin değer biçici bir felsefeyi, sadece ve sadece doğa bilimi- nin bulgularından ve yöntemlerinden türetmeye kalkışır Doğalcı, değerle ilgili problemlerde, kendi kabullerine göre savunulamayan ve dolayısıyla, çelişkiye düşen bilgi iddialarında bulunur `Doğalcı eğitir, telkinde bulunur, ahlâk dersi verir, reform yapar Ama, bir anlama sahip olmak durumundaysa eğer, her davanın, her vaızın önceden varsaydığını reddeder' Bununla birlikte, o, doğalcılığa karşı olan tüm husumetine karşın, doğa bilimlerinin `teorik tavrı'nın başarılarını, Sokrates ve Platon'dan başlayarak Galileo ve modern bilime kadar izi sürülebilecek olan güçlü `kesin bilim arzusu'nun ürünlerini, üzerlerinde ısrarla durarak takdir eder Husserl için, zan altında bulunan teorik tavrın kendisi değildir Karşı konması gereken şey daha ziyade, kesin bilimin, kendi özel alanlarındaki şüphe götürmez başarılarının bir sonucu olarak, doğa bilimlerinin yöntemleriyle, başka herşeyi dışta bırakacak şekilde özdeşleştirilmesidir `Tin', doğal dünyanın nesneleriyle aynı `varlık' düzeyinde değildir ve aynı açıklama kategorilerine tâbi tutulmamalıdır Doğalcılık bağlamında, Husserl'i en çok rahatsız eden şey, tam ve gereği gibi anlaşıldığında, onun içerdiği şüphecilik ve rölativizmdir Husserl, Hegel'in rölativizmi diyalektik bir tarih felsefesiyle aşma teşebbüsüyle de ikna olmaz O, rölativist dünya görüşleri felsefesi' (Weltanschaungphilosophie) Hegelci sistemin çöküşünün yan ürünlerinden biri olan Dilthey'dan, en aşikâr bir biçimde bu bakımdan ayrılır Gerçekten de, hâkim kültürel atmosferden kısmen Dilthey'in rölativizmi ve tarihselciliği sorumlu tutulur Husserl, Dilthey'in, `tarihsel bir bilincin oluşumunun, dünyanın tutarlılığını bir kavramlar bütünüyle zorlayıcı bir biçimde dile getirmeyi taahhüt eden felsefelerden birinin evrensel geçerliliğine duyulan inancı, sistemlerin birbirleriyle olan uyuşmazlıklarını incelemekten bile, daha kusursuz bir biçimde yıktığı' açıklamasını aktarır Husserl Dilthey'ın, o anlama ve açıklama, insan bilimleri ve doğa bilimleri düalizmiyle yetindiği için, tarihsel bilincin rölativist gücünün karşısında yeterince sağlam bir tedbir almayı son çözümlemede başaramadığına inanır Husserl bunun yerine, anlama kategorisinin tek ve eksiksiz bir bilen, hisseden ve eyleyen özne felsefesi için yeni bir temel sağlayabileceği inancındadır Onun stratejisi, Dilthey'da olduğu gibi, bundan böyle sadece, insan bilimleri için, doğa bilimlerinin evrenselci iddialarıyla indirgeyici kategorilerinden bağımsız bir özerk alanı güvence altına almak değildir Doğalcılığa, doğalcılığın kendi terimlerine dayanarak saldıran Husserl'in yapmak istediği şey, Dews'in de öne sürdüğü gibi, şudur:

bir yandan, bilimlerin `nesnelci' gücünü, öznenin kurucu rolüne ilişkin bilinçliliğin kültürel bakımdan felaket getirici ihmaline yol açmaktan alıkoyarken, bir yandan da deneysel bilimlerin kendilerini apodeiktik temeller üzerine oturtacak yeni, kesin bir felsefe oluşturmak Bilincin öznesine ilişkin yeni bir kavrayış, ona, hem doğalcılığın ve hem de tarihselciliğin iddialarını, Hegelci idealizme de, irrasyonalizme de düşmeden, geçersiz kılma imkânı verecektir

Husserl, söz konusu iddialı ruh hâli içinde, dar ve pozitivistik bir rasyonalite anlayışına hiçbir taviz vermez Fakat, o eleştirel rasyonalizmgenel eğilimi içinde örtük olarak bulunan, kesin hakikate ulaşmaya yönelik yüksek özlemlerden vazgeçme niyetinde de değildir Husserl, kesin bir biçimde temellenmiş bir felsefe ve son çözümlemede de, bir ahlâk yaratmaya elverişli bir hakikat ve rasyonalite yorumunun peşindedir O, `önüne geçilmez bir saf ve mutlak bilgi arzusunu (ve bununla ayrılmazcasına bir olan, saf ve mutlak değer biçme ve isteme arzusunu) beyan ederHusserl'in stratejisi, şüphecinin silâhlarını şüphecinin kendisine çevirmeyi içerir Kültürel şüphecilik, hem doğalcılık ve hem de tarihselcilik bağlamında en temel problem ise eğer, şüphecilik aynı zamanda bu probleme verilecek felsefî bir karşılığın temellerini de sağlar Aydınlanma akılcılığının eleştirel ve şüpheci tavrı radikalleştirilmelidir Başka bir deyişle, model hâlâ Descarts'ın metodik şüphesidir:

Hakikî felsefe biliminin özsel bir özelliği olan radikalizmle birlikte, ilerledikçe hiçbir şeyi verilmiş kabul etmediğimiz gibi, ne geleneksel olan bir şeyin bir başlangıç diye geçmesine, ne de, ne kadar büyük olursa olsun, bir isim karşısında başımızın dönmesine izin veririz, fakat daha çok, kendimizi özgür bir biçimde problemlerin kendileriyle onlardan türeyen taleplere vakfederek, başlangıçlara ulaşmanın yollarını ararız

Kesin bir felsefe, tüm önkabullerden bağımsız olmalı, hiçbir şeyi kendinden açık bir doğru olarak görmemelidir Buna ek olarak, Husserl (Descartes, Hume ve Kant'la birlikte,) modern epistemolojinin karakteristik başlangıç noktasını, yani, bilinç içeriklerinin bizim biricik bilgimizi temsil ettiği kabulünü de benimser Fakat, Husserl, her ne kadar onların farklı yaklaşımları kendisine önemli bazı ipuçları sağlasa bile, felsefedeki öncülerinin bilgi problemine getirdikleri çözümlerden de hoşnut olmaz Descartes, doğru bir başlangıç noktasına ek olarak, önkabullerden bağımsız kesin bir bilimin temel ilkesini teklif ediyorsa eğer, Kant'ın transendental yöntemi de, doğru bir yönteme en fazla yaklaşan yöntemi sağlamaktadır Keza Kant da bizim yalnızca, bize göründükleri biçimiyle şeylerin fenomenal dünyasının doğrudan bilgisine sahip olabileceğimiz ve `kendilerinde' var oldukları şekliyle, şeylerin doğasını bilemeyeceğimiz epistemolojik öncülünden hareket eder Bununla birlikte, Kant duyumların (ya da `sezgilerin'), bizim için tecrübenin mümkün nesneleri olmak durumundaysalar eğer, belirli bir biçimde düzenlenmeleri gerektiği kavrayışını sergiler Duyumların tecrübenin öznesinin veya zihnin belirli yönlerine uymaları gerekmektedir Daha özel olarak da, tecrübe, nesnel dünyayı bize göründüğü şekliyle oluşturan kategorilerle (örneğin, nedensellik ve töz kategorileri) düzene sokulmalıdır Öznenin bu yönleri, nesnel bir dünyaya ilişkin tecrübemizi mümkün kılmaları ve söz konusu tecrübeden önce kavranmak durumunda olmaları bakımından transendentaldirler Kant, tecrübenin transendental özneleri olarak, dünyayı bu şekilde tecrübe etmek durumunda olmamız nedeniyle, zaman ve mekânda, nedensel ilişki içinde bulunan bir nesneler dünyasında ikâmet ettiğimizi bilebileceğimize inanır

Ama Husserl'i Kant'ın bulduğu çözüm de tatmin etmezKant'ta tecrübenin öznesi de `tamalgı'nın soyut ve bölünemez bir `birliği'nden daha fazla hiçbir şey olmayıp, sadece `benim' deneyimlerimin kimliği teşhis edilebilen bir özne ya da `ben'e yüklenişinin zeminini meydana getirir Kant'ın bu özne anlayışından türettiği şey, doğa bilimi tarafından keşfedilen nesnel dünyanın yapısının zorunluluğuna dair bir argümandır Bu `transendental dedüksiyon' bir kez gerçekleştirilince, daha zengin bir bilinç ya da tecrübe anlayışına ihtiyaç duyulmaz Nesnel tecrübe imkânını bilimsel bilgi imkânıyla özdeşleştirdiği için, Kant, Husserl'e göre, bilinç ve öznelliğin gerçek katkısını gözden kaçıran felsefî bir `nesnelcilik'le sınırlanmış kalır Bir sonuç olarak, Kant hâlâ, pozitivizm ve doğalcılığa yardım sunarBu eğilimler, Kant'ın felsefedeki halefleriyle birlikte, daha aşikâr hâle gelir Husserl, bu eleştirilere karşın, yine de, Kant'ın tecrübemizin oluşumuyla ilgili transendental keşfinin takipçisi olmayı teklif eder O, hâlâ transendental bir filozoftur: Husserl, felsefî kariyeri boyunca, `bilmenin öznelliğiyle bili- nen içeriğin nesnelliği arasındaki ilişkiyi' araştıracaktır Bütün bilgi, `nesne-kuran bir öznelliğin (leistende Subjektivitdt) başarılarına dayanır' Husserl, Aziz Augustinus'un `hakikat dış dünyada bulunmaz; o, insanın içselliğinde ikâmet ederdiktumunu iktibas eder

Husserl, yine de Kant'ın tersine, özne, nesne kavramlarından başka, öznenin nesneyle olan `yönelimsel' ilişkisini açıklamak amacıyla bilincin doğasının ayrıntılı bir tasvirini ortaya koyarken, tecrübenin öznesi üzerinde, daha kararlı ve hatta sabit fikirli olarak yoğunlaşır Husserl, kendi yaklaşımını, psikolojik veya, eleştirmenlerine göre, `psikolojistik' bir yaklaşımdan, başlangıçta ayıramadı Geç ondokuzuncu yüzyıl Avrupâ sının doğalcı mizacı açısından, deneysel psikoloji felsefî problemlerin bilimsel çözümü için aşikâr yolu sağlamaktaydı Herşey bir yana, psikoloji, bilinçli ya da psişik fenomenleri konu alan bilimsel bir araştırmadır ve Husserl, bilincin özünün, epistemoloji bilmecesinin anahtarı olduğu sonucuna varmıştır Husserl, aritmetiğin temelleri üzerine olan ilk eserlerinden birine gösterilen tepkinin bir sonucu olarak, bilince yönelik kendi yaklaşımını psikolojik bir yaklaşımdan ayırd etmek zorunda kalmıştır The Philosophy of Arithmetic [Aritmetik Felsefesi) (1891) başlığını taşıyan eserinde, o, sayı kavramının kendileri yoluyla kazanıldığı psikolojik süreçlere ilişkin olarak genetik bir açıklama getirir, psikolojizmin bir türü olduğu gerekçesiyle, sert bir biçimde eleştirilmişti Husserl, aritmetiğin zorunlu doğrularının doyurucu bir analizini ortaya koymak yerine, onları psikolojistik bir yaklaşımla, tecrübeden yapılan olumsal ve dolayısıyla, yanlışlanabilir genellemeler statüsüne indirgemiştir Zihinsel ya da psişik hâlleri fizikî ya da nörolojik hâllere tekabül ettiren deneysel psikolojinin epistemolojinin problemini asla çözemeyeceği, Husserl için kısa sürede açık hâle geldi Doğalcı psikoloji, nesnel bir dış gerçeklik olarak doğayı öngerektirir ve dolayısıyla da, bir dış dünyanın varoluşu için, döngüselliğe düşmeden, kanıtlar sağlayamaz: `Her psikolojik yargı, fizikî doğanın varoluşunu, açıkça ya da zımnen öne sürmeyi içerir' Psikolojik bir epistemoloji, yalnızca doğalcılığın başka bir görünümü olmaktan daha fazla bir şey asla olamaz

Öte yandan, Husserl, bir yandan bu psikolojizm eleştirilerini kabul ederken, yine de, Frege ve diğerlerinin `noetik koşulları' veya `bilginin öznel yönünü' ihmal ettiklerini düşündü Husserl'in, bilincin doğasına ilişkin olarak, psikolojizme yenik düşmeden, daha sıkı ve yoğun bir inceleme gerçekleştirme teşebbüsü, onun eski hocası Franz Brentano'nun (1838-1917) eserinden istifade eder Psychology from an Emprical Standpoint [Empirik bir Bakış Açısından Psikoloji] (1874) adlı eserinde, Brentano, zamanının deneysel psikolojisinin bilincin özgül ve ayırıcı özelliklerini yakalamada kaçınılmaz olarak başarısızlığa uğradığını savunur O da, bilince ilişkin bilgiyi, psikologun kendi zihin hâllerine ilişkin gözlemden türetmeye çalışan `içebakışsal' psikolojiye, aynı şekilde şüpheyle bakar İçebakışsal psikoloji, fizikî olaylara ilişkin gözlemle psikologun kendi zihin hâllerine ilişkin içebakışı arasındaki özsel farklılığı görebilmeyi başaramaz Zihinsel fenomenler söz konusu olduğunda, gözlemleme edimi, kaçınılmaz olarak nesnesini tahrif eder: `O, diyelim ki kızgınlığımızı gözlemleme -dikkatimizi onun üzerinde yoğunlaştırma- teşebbüsümüz, onu hemen çarpıtır, der İçebakışın güvenilirliği de, dış gerçekliğe ilişkin bilgimizde olduğu gibi, tanım gereği, başka gözlemciler tarafından denetlenemeyen bir şeydir Husserl'in de ifade ettiği gibi, psikolojik fenomenler `kendilerini tecrübede, çeşitli şekillerde değişen "öznel görünüşlere" göre sunma' imkânı olmayan saf fenomenlerdir

Brentano, bunun yerine, zihinsel fenomenlere ilişkin `algı'yla `gözlem' arasındaki bir ayrıma dayanan `tasvirî psikoloji' adını verdiği psikoloji türünü teklif eder İçebakışçı psikolog, sadece kendi zihin hâllerini gözlemler Psikologun gözlemi, nesnesi olarak ilk zihin hâline sahip, ve, görmüş olduğumuz gibi, özü itibariyle güvenilmez olan, ilâve bir zihin hâline eşittir Oysa algı, her zihin hâline eşlik eden ya da her zihin hâlinin bir ögesi olan ve dolayısıyla, bu problematik ilâveyi içermeyen bir şeydir Passmore'un yararlı açıklamasına göre, `her zihinsel edim kendisini doğrudan doğruya "ikinci nesnesi" olarak -bir "görünüş" olarak, veya zihinsel edimin gerçek karakterinin kendisinden çıkarsanmak durumunda olduğu bir şey olarak değil, fakat tam tamına zihinsel edimin gerçekte olduğu şey olarak- algılar' Algı, psikolog için, `konusunu meydana getiren gerçekliklerin dolayımsız bir idrakini' sağlar Brentano, bununla alakalı (ve daha anlaşılır) olan, bilincin `yönelimselliği' ilkesini, içinde bir rahip olarak yetiştiği, skolastik gelenekten türetir Buna göre, `bir nesneye yönelmiş olmaları', bir `içerik' ya da `nesneye gönderimde bulunmaları' zihinsel ya da psişik fenomenlerin ayırıcı bir özelliğidir:


Alıntı Yaparak Cevapla

Felsefi Düşünce Akımları - Felsefi Düşünce Akımları Hakkında...

Eski 07-30-2012   #27
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Felsefi Düşünce Akımları - Felsefi Düşünce Akımları Hakkında...



Her zihinsel fenomen, her ne kadar hepsi bunu aynı şekilde yapmasa da, kendi içinde nesne olarak bir şeyi içerir Sunumda bir şey sunulur, yargıda bir şey tasdik ya da inkâr edilir, aşkta sevilir, nefrette onun kendisinden nefret edilir, arzuda arzulanır, vs Bu yönelimsel varoluş, salt zihinsel fenomenlere özgü bir özelliktir Hiçbir fizikî fenomen buna benzer bir şey sergilemez Büyük halamı anımsar, boğadan korkar ve bir kitap yazmaya karar veririm -bu örneklerden her birinde, zihin hâli, `büyük halam', `boğa' ve `bir kitap yazma' deyimleriyle gösterilen belli bir nesne ya da içeriğe yapılan gönderim olmadan betimlenemez Yönelimsel nesnenin dünyadaki fizikî bir şeyle (örneğin, `boğa'yla) aynı olmaması hususu, önem taşır Bu, nesneleri, yıkılmış binaları, David Copperfield'i, tek boynuzlu at şeklindeki hayvanları veya dört kenarları üçgenleri düşündüğümüzde, varolan şeylere tekabül etmeyen, hatta edemeyen zihin hâllerinde açıklıkla ortaya çıkar Sayılarla, mantıksal bağıntılarla ve kızgınlık, yaratıcılık veya kıskançlıkla ilgili düşünceler de benzer problemlere yol açar Brentano, zihinsel edimlerin nesnelerinin özel statüsünü betimlemek amacıyla, onların bilinçteki `yönelimsel varoluşları'ndan veya `içkin nesnellikleri'nden söz eder Bununla birlikte, o bir yandan da, `fizikî fenomenlerin bile yalnızca "zihinde" varoldukları düşünülür' mealindeki cümlelere ilişkin yanlış bir idealist yorumdan sakınmaya özen gösterir Zihin hâllerinin, sayılar, bağıntılar, tümeller ve varolması imkânsız nesneler türünden, soyut nesnelerinin varlık statüsüne dönük bu ilgi, Husserl'in aritmetik ve matematiğin temelleri konusundaki çalışmaları için itici bir güç sağlamıştır Husser, Brentano'nun tasvirî psikoloji anlayışını, epistemolojik problem için tek münasip yaklaşım olarak gördüğü şeye uygular Bu, şüphe götürmez tek şey olarak bilincin kendisine ilişkin incelemedir `Nesne kuran öznellik' olarak bilincin doğasını anlamak için, `saf' ya da `transendental' bilinç alanına girme gereği duyarız, öyle ki dünya bundan sonra, `tüm özsel yönleriyle ve önyargısız' tasvir edilebilsin Husserl`in terimleriyle, bizim bilinci `fenomenolojik olarak' ya da diğer bir deyişle, göründüğü şekliyle veya saf fenomen olarak incelememiz gerekmektedir Aynı zamanda, düşüncelerimizin normalde kendilerine gönderimde bulundukları düşünülen, dış dünyadaki fizikî nesnelerin varoluşuyla ilgili her tür kabulden titizlikle kaçınmalıyız Bu ise, `doğal tavrın paranteze alınmasını' (epokhe) , fizikî dünyadaki olaylara ilişkin doğal bilimsel açıklamalarda ve sağduyunun yorumlarında ortaya çıkan varoluş, nedensellik, vs, ile ilgili kabullerin askıya alınmasını içerir Fenomenoloji, doğal tavrı paylaşanlar olarak bizleri, bilince gerçekten verilmiş olanları, normal olarak kabul ettiklerimizden süzerek çıkarmaya teşvik eder Bu noktada, Husserl'in, Kartezyen kabulleriyle Descartes'a duyduğu hayranlığın telkin edebileceği gibi, şüpheciyi şüphe edilemez bir takım temeller tespit ederek cevaplamaya kalkışmadığını vurgulamak gereği vardır O, bundan ziyade, daha yeterli bir bilinç kavrayışının şüpheci argümanın etkili olmasını engelleyeceğine inanır Husserl, Brentano’ nun psikoloji görüşünün fenomenoloji projesinin makul bir proje olduğunu ispat ettiğini düşünür Fenomenoloji, Brentano'nun terimleriyle konuşulduğunda, gözlemden çok algıyı ihtiva eder Fenomenoloji, içebakışsal psikolojinin başka bir versiyonu değildir Fenomenolojist, fiilî bilinç akışının bireysel zihnî bileşenlerini gözlemlemez O, zihinsel fenomenlerin `öz' ya da `eidos'unu `sezgi yoluyla bilir Eğer bu doğruysa, bilincin ayırd edici varlığına dair tam bir açıklamanın önünde aslî hiçbir engel almaz, zira öz olarak zihinsel fenomen tam tamına olduğu gibi görünen şeydir O, görünüş ve gerçekliğin birbirinden ayrıığı gündelik fizikî varoluş düzeninin bir parçası değildir Öz olarak zihin hâli, saf fenomen ya da görünüştür Skolastik terimlerle ifade edildiğinde, zihinsel fenomenlerin 'varoluşu (Dasein ya da existentia) yoktur, fakat onların yalnızca, gözlemlenebiliyorlarsa eğer, en azından sezgi yoluyla bilinen bir özleri (essentia ya da Sosein) vardır: `Eğer fenomenlerin doğaları yine de, dolayımsız bir görmede kavranabilen ve doyurucu bir biçimde tanımlanabilen bir özleri vardır Sezgi özü özsel bir varlık olarak kavrar, ve orada-olmayı hiçbir şekilde öngerektirmez Bilinç, saf fenomen olarak ya da "eidetik bir tarzda' sezilebilir

Fenomenolojinin yöntemi, gerçekte bilinç fenomenlerinin `kendi başlarına, saf içkinlikteki' saf sezgisi (ya da `' veya `öz analizi') yöntemidir Bakışın, doğal tavrın istediği şekilde, deneyime, bir insan ya da bir hayvanın içsel,bir duygu hâli olarak, söz gelimi haz tecrübesine yöneltildiği psikolojik bakış açısının tersine, fenomenolojik görüş noktasında, `bakış, bir mutlak tecrübenin kendi içsel ve öznel akışı içinde tamalgısını veren mutlak saf bilinç üzerine bir refleksiyona yöneltilir Husserl`in fenomenolojik yöntem bağlamında kullandığı teknik terimler, şöyle ya da böyle, herkesçe pek anlaşılabilir olmayan terimler olsa bile, onun verdiği örnekler her zaman bu şekilde insanın gözünü korkutacak cinsten değildir Buna göre, bize ses ve rengin özlerini birbirlerinden ayırt etme olanağı veren şey, saf ya da dolayımsız sezgidir Fenomenoloji, bu örneğin de telkin ettiği gibi, aynı zamanda Husserl'in tümeller problemine getirdiği çözüme tekabül eder `Nesne-kuran öznellik' olarak bilinç üzerinde odaklaşma, belirli kavramları kullanma yeteneğimize empirizm tarafından tercih edilen açıklama türü- ilişkin `nominalist' yorumların kaçınılmaz olarak döngüsel olduğu kabulünün diğer yüzüdür Kavramları kullanma yeteneğimizle ilgili nominalist yorumlar, deneyimden hareketle genelleme yapma yeteneğimize dayanır Diyelim ki, belli bir rengi olan nesnelere ilişkin bir dizi duyumu tecrübe ettikten sonra, söz konusu rengin kavramını = kırmızı' tümelini- kazanırız Fakat nominalizmi eleştirenlerin uzunca bir süreden beri işaret ettikleri gibi, kırmızı nesnelerin ne kadar çok duyumuna sahip olursak olalım, önceden kırmızı nesneleri birlikte sınıflama yeteneğine sahip olmadıkça ya da bir diğer deyişle, tüm kırmızı nesnelerin ortak olarak kırmızılığa sahip olduklarını bilmedikçe, kırmızı kavramını kazanamayız Ama bu, bizim kırmızı kavramına zaten sahip olduğumuzu varsayar Husserl'in yaklaşımı en azından, dikkatimizi bilincin bu başarısı üzerine odaklaştırma avantajına sahiptir


Alıntı Yaparak Cevapla

Felsefi Düşünce Akımları - Felsefi Düşünce Akımları Hakkında...

Eski 07-30-2012   #28
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Felsefi Düşünce Akımları - Felsefi Düşünce Akımları Hakkında...



Fenomenolojik yönteme ilişkin daha ayrıntılı bir betim, Husserl'in önkabulleri olmayan bir felsefe anlayışı, yönelimsellik ve saf öz olarak bilincin ayırd edici varlığı arasında bulduğu ilişkiyi aşikâr hâle getirir:

bilgi teorisi herşey bir yana, bilinçle varlık arasındaki ilişkiyle ilgili problemleri araştıracaksa eğer, onun önünde, yalnızca bilincin karşılığı, bilince özgü bir tarzda `yönelinmiş', yani algılanmış, anımsanmış, umulmuş, resimsel olarak tasarlanmış, imgelenmiş, tözleşleştirilmiş, inanılmış, düşünülmüş, değer biçilmiş, vs, bir şey olarak varlıklar vardır Bu nedenle, araştırmanın bilince ilişkin bilimsel, özsel bir bilgiye, ayırd edilebilir tüm biçimleri içinde, bilincin kendisinin kendi özüne göre olduğu şeye doğru yöneltilmiş olması gerekir Bununla birlikte, araştırma aynı zamanda, bilincin nesnel olana farklı yönelme tarzlarına olduğu kadar, bilincin `anlatmak istediği' şeye doğru da yöneltilmelidir Burada, bilincin `anlatmak istediği' şeye yapılan gönderme, Dilthey'ın zihin ya da tini ve onun nesnelleştirimlerini anlamak için hermeneutik yöntemi kullanmasını anımsatır Fenomenoloji, herşeye karşın, hermeneutiğin kavramlarını anımsatan kavramları, daha belirgin bir biçimde felsefî olan amaçlar için kullanır Husserl dış dünyaya ilişkin algı ve bilgimizin, hatta en temel mantıksal ve matematiksel kategorilerimizin bile, fenomenolojik olarak, anlamlar dünyasında temellendirilmesi gerektiğini savunur Bilinç içerikleri, daha tipik bir biçimde empirik gelenekte olduğu gibi, doğrudan doğruya maddî nesnelerin `şey-benzeri' dublörleri olarak (gerçekte şeylerin, `zihinde' bulunan `kopyalan' ya da etkileri, veya `ideleri' veya `izlenimleri' ya da `duyu verileri' olarak) şeyleştirilmek yerine, bir özler ya da anlamlar düzenine göre anlaşılmalıdır Bu bakımdan Hume; fenomenolojinin sahasına çok yaklaşır, ama empirist psikolojinin yasağı dışına çıkamaz `Locke'un okulundarı, psikolojinin sahasına neredeyse giren, fakat gözleri körleşen, psikolojik bir filozoftur

Husserl'in kesin bilim olarak felsefe programı, aşikâr keskinlik ve yaratıcılığına rağmen, daha iddialı hedefleri hayata geçirmede güçlüklerle karşılaşır Husserl'in doğrudan doğruya `şeylerin kendileriyle başa çıkma yönündeki giderek gelişen teşebbüslerinin soyutluğu ve muğlaklığı da, her hâlde ironiktir Saf fenomenoloji projesini hayata geçirme güçlüğü, Husserl'in, The Crisis of European Sciences and Transcendental Phenomenology [Avrupa Bilimlerinin Krizi ve Transendental Fenomenoloji] 'de toplanmış olan, son konferans ve yazılarından bazılarına yansır Hitler'in nasyonal sosyalistlerinin Almanyâ da iktidarı ele geçirmelerinden sonra kaleme alınmış olan bir yazıda, Husserl, kendisini hayatı boyunca meşgul etmiş olan konulara geri döner Olgusal bilim, bilim idesinin saf olgusal bilime pozitivistik indirgenişinin bir sonucu olarak, insanî değerleri, insanın özgürlüğünü açıklamak ya da aklı akıldışından ayırmak suretiyle temellendirmeye muktedir değildir Hem nesnelci doğa bilimleri ve hem de değerden bağımsızlık düşünce- sine sadık kalan insan bilimleri anlamında, bilimsel akıl, `ilke olarak tam da, en mutsuz zamanlarında en meşûm bunalımlara teslim olan insanın fazlasıyla nazik olduğunu düşündüğü soruları, bütün bir insan varoluşunun anlam ya da anlamsızlığı sorularını ihmal eder İşte bu anlam kaybı, şimdi daha çok kendisini bilim pratiğiyle açımlayan `yaşama-dünyası' arasındaki bir uçunımla ifade edilir

Pivcevic'in de ifade ettiği gibi, `bilimin anlamı konusundâ yaşanan karışıklık, bilimin tarihsel insanî bağlamından koparılmış olmasının bir sonucudur' Bu koparılışın bir sonucu olarak, insanî dünyanın bizatihi kendisi bizim için giderek daha anlaşılmaz hâle gelir: `Modern bilim, her ne kadar doğayı daha iyi anlamamıza ve ona daha başarılı bir biçimde egemen olmamıza yardım ediyor olsa da, dünyamız olarak dünyayı bizden gizleme eğilimindedir

Husserlin Avrupa bilimlerinin krizi karşısındaki tepkisi, şimdi her tür düşünce ve eylemin temel önkabulü olarak yaşama-dünyasının rolü üzerinde odaklaşmaktır Özellikle bilim ve felsefe, `önkabullerin sorgulanmamış bir zeminine', yaşama dünyasını meydana getiren gayri-refleksif kabullerin, değer ve pratiklerin bir arkaplanı üzerinde sürdürülen faaliyetler olarak anlaşılmalıdır Tüm felsefî ve bilimsel araştırmalarda, bizi kuşatan yaşama dünyasının -içinde her birimizin (şu anda felsefe yapmakta olan benim bile) kendi varoluşumuza bilinçli olarak sahip olduğumuz çevremizdeki dünyanın- varolduğu peşinen kabul edilir; bilim adamları ve teorileriyle birlikte, bu dünyadaki kültürel olaylar olarak, bilimler de buradadır Biz bu dünyada, yaşama dünyasının nesneleri anlamında, nesneler arasındaki nesneleriz, yani bir şeylerin ister fizyolojide, psikolojide ya da ister sosyolojide, bilimsel olarak ispatlanmasından önce, deneyimin aşikâr kesinliği içinde, şurada ya da buradayız Öte yandan, bizler bu dünya için özneleriz, yani onu tecrübe ve temaşa eden, ona değer biçen, onunla amaçlı bir biçimde ilişki kuran ben-özneler olarak varız

Pozitivizm ve olgusal bilim, eskiden~hayatlarımızı kendilerine dayandırdığımız bu teori öncesi kesinlikleri, bize daha bilimsel ya da daha kesin bir alternatif sağlamadan alt üst eder Yaşama dünyasına ilişkin daha kesin bir felsefî kavrayıştan yoksun bulunmaktayız Hakikî felsefeye düşen görev, bilimle yaşama dünyası arasındaki uçurumu kapatacak böylesi kesin bir kavrayışı hazırlamaktır Husserl, `yaşama-dünyasının' özüne ilişkin felsefi bir analiz gerçekleştirirken, fenomenolojik yöntemi bu göreve koşabileceğine inanır Bununla birlikte, bilen öznenin başarıları için öznelerarası geçerli ve tarihsel olarak konumlanmış bir arkaplan olarak yaşama dünyası görüşünü, Husserl'in ilk fenomenoloji formülasyonlarının temelinde bulunan transendental bilincin perspektifiyle bağdaştırmak zordur Husserl'in son dönemin verimi olan eserlerinde, transendental fenomenolojinin teorik çerçevesinin ötesine gitmeye başladığı söylenebilir Husserl'in ihtiraslı epistemolojik iddiaları ve transendental fenomenolojinin, yeni yaratılmış terimlerin amansız bir çoğalışı ve zaman zaman da anlaşılması güç ayrımlarıyla seçkinleşen incelikle işlenmiş donanımı, en sonunda yeni izleyiciler buldu Muhtemelen Husserl'in, şeylerin kendilerine geri dönme, `bilim ve felsefeden önce' var oldukları şekliyle şeylerin kendilerine geri gitme düşüncesinin yaratıcı bir düşünce olduğu ortaya çıktı Bubnel in de söylediği gibi, `fenomenolojinin mirası, şu hâlde, uzun bir süre boyunca, Husserl'in sisteminin tanımlanmasından değil de, felsefe yapma işi karşısında alınacak belli bir tavırdan meydana gelir Buna göre, örneğin Maurice Merleau-Ponty'nin (1908-1961) eserinde, bilinç içeriklerinin fenomenolojik bir tasviri ve deneysel psikolojiye yönelik özgün bir eleştiri, bedene, algıya, cinsellik ve cinsiyete ilişkin felsefi tartışma için etkileyici bir temel sağlar Max Scheler (1874-1928), Husserl'in entellektüalizminin tersine, duyguların, ve irâdenin, ahlâkî ve öznelerarası olanın önemini vurgular Onun fenomenolojik antropolojisi, ben ve ötekinin karşılıklı bağımlılığına, ve salt bilen özneden daha fazla bir şey olarak, bir kişi kavramına dayanır Alfred Schütz (1899-1959), sağduyunun gündelik hayatla ilgili önkabullerine ilişkin sosyolojik bir araştırma için yaşama-dünyası kavramını benimser Ama Husserl ve de Dilthey'in düşüncelerinden bazıları, en verimli devam ve gelişimlerini, hepsinden önemlisi Heidegger'in `ontolojik hermeneutiği'nde bulur

Kıta Avrupası Felsefesine Giriş- Husserl ve Fenomenoloji- David West- Türkçesi: Ahmet Cevizci-Paradigma yayınları-1998

Alıntı Yaparak Cevapla

Felsefi Düşünce Akımları - Felsefi Düşünce Akımları Hakkında...

Eski 07-30-2012   #29
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Felsefi Düşünce Akımları - Felsefi Düşünce Akımları Hakkında...



HRİSTİYANLIK FELSEFESİ

Düşünce akımlarının temel hatlarını çizdiğimiz İlkçağın bu son döneminde yeni bir din, yeni bir örgüt olarak "Hıristiyanlık" ortaya çıkmıştır Hıristiyanlık, kaynağı yönünden, Roma'daki çeşitli hellenistik tapınmalardan biridir

MÖ tahminen I yüzyılda hellenistik dinlerin Roma'da tutunmaya ve örgütlerini kurmaya başladıklarını görmüştük Ancak Doğu'dan gelen bu dinsel akımlar, zamanla, Roma'nın resmi diniyle uyuşmazlığa düşmüştür Çünkü Roma dini gittikçe bir devlet dini durumuna gelmişti

Bir hellenistik dine bağlı olmak aynı zamanda resmi dinin çerçevesinde kalmaya, imparatora karşı gerekli tapınmalarda bulunmaya bir engel oluşturmuyordu Romalıların birçok Tanrıların varlığını benimsemesi, çeşitli dinlere aynı zamanda bağlı olmayı kolaylaştırıyordu Ancak tüm hellenistik dinlerin temelini, "ruhun ölümsüz olduğu" düşünüşü oluşturur

İşte doğudan gelen dinlerin Roma'da kazandıkları büyük etkinliğin nedenini, özellikle bu noktada, yani bireye ölmezliği vadetmelerinde aramak gerekir Oysa resmi Roma dini, bireylerin gelecekleri ile hiç ilgilenmeyen soğuk bir devlet dini idi

Hellenistik dinlerde ruhun ölümlü olmadığı düşüncesi, bir başka anlayışla da ilgili bulunmaktadır Bu dinlerde önce ölen sonra da "tekrar dirilen" bir Allah kabul edilir; yani ilkin ölüme yenilen Allah'ın, sonradan ölümü yendiğine inanılır Böyle bir Allah'a inanan bir kişiye, belli törenlerden geçtikten sonra, bu Allah'ın sonuna katılacağı, tıpkı onun gibi yeniden dirileceği vadedilir İşte tüm hellenistik dinler için ortak olan bu görüşler, ilk Hıristiyanlığın da karakteristiğini oluşturur

İlk Hıristiyanlığın başlangıcında iki ana fikir ile karşılaşıyoruz: Önce ölümün nedenini "günah"ta aramak gerekir Çünkü insanlar günah işlemekle Allah'tan uzaklaşmış, bu nedenle alın yazısına (kadere) katılamaz olmuş ve ölüme mahkûm edilmiştir İnsanın ölümden kurtulabilmesi için günah işlememesi gerekir

Ne var ki insan yalnızca kendi olanaklarıyla ya da yalnızca kendi gücüyle günahtan uzak duramaz İnsanın günahtan kurtulması için, Allah'ın "şefaat" (bağışlanma) edip onu günahtan kurtarması gerekir Böylece Hıristiyanlığın ikinci ana fikrine gelmiş oluyoruz: Allah "Îsa"nın varlığında insan şekline girmiştir Allah bir büyük kahraman, bir büyük imparator şeklinde görünmemiş, aksine aşağılanan, yoksul ve zavallı bir insan biçiminde görünmüş (tecelli etmiş)tür

Bu zavallı insan biçiminde Allah, pek çok hakaretlere uğramış, sonunda çarmıha gerilerek ölen bir insan olarak kendi ölümünü algılamıştır Fakat ölümünden üç gün sonra yeniden dirilmesiyle, Allah ölmezliğini kanıtlamıştır İşte önce ölen sonra yeniden dirilen bu Allah'ın alın yazısına (mukadderatına) katılan bir insan, aynı onun gibi, ölümden sonra yeniden dirilecektir

Bu görüşleri ile, öteki hellenistik dinlerle ortak düşünmekte olan Hıristiyanlığın, onlardan "ayrılan" yanları vardır Hıristiyanlık öteki hellenistik tapınmalardan, Allah'ın büyük bir kişi varlığında değil de, İsa gibi "zavallı bir insan "da görünmesi (tecelli etmesi) ile ayrılır Bu düşünce Hıristiyanlığın geniş biçimde yayılması için can alıcı bir nokta olmuştur Bu görüş yardımıyla Hıristiyanlık, İlkçağın son dönemlerinde büyük ölçüde var olan "işçi" sınıflarının dini olmak imkânını bulmuştur

Hıristiyanlığı öteki hellenistik tapınmalardan ayıran ikinci nokta, aslında yahudilikten alınmış olan, "ölümün günahın bir sonucu olduğu" düşüncesidir Evrenin iyi ve kötü güçlerin bir savaş alanı olduğu, kötülüğün Allah'a karşı gelmekten doğduğu düşüncesine Hıristiyanlık öncesi dönemlerde de rastlandığını biliyoruz Nitekim Yeni Eflâtunculuk iyi ile kötüyü karşı karşıya getirmiş, iyi ve kötüyü Allah ile hiçliğin bir karşıtlığı olarak düşünmüştür Hıristiyanlık ise savaşın "Allah" ile "Şeytan" arasında geçtiğini kabul eder

Hıristiyanlığı öteki hellenistik dinlerden ayıran üçüncü nokta, kökü yine Yahudilikte olan, Hıristiyanlığa bağlı bir kişinin "başka bir dine girme yasağı"dır Yahudilik, İlkçağda inananları yalnızca kendisine bağlamak isteyen tek dindir Yahudilik öteki dinlerin Tanrılarını bir "put" olarak görür

Başka bir deyişle: Yahudilik İlkçağda inananlarından yalnız Yahudi Allah'ına tapılmasını isteyen, onların başka Tanrılara inanmalarını yasaklayan tek "tekelci din"dir Yahudilik, cemaati sınırlı olan ve inananlarına belli üstünlükler tanıyan dar bir dindir Küçük bir cemaate dayanan bu din, misyonerlik yapmaya, yani Yahudiliğe yeni insanlar kazandırmaya girişmemiştir Oysa Hıristiyanlık başlangıcından itibaren "misyonerlik" yapan bir dindir

Hıristiyanlık, aynı Yahudilik gibi, inananlarının başka Tanrılara tapınmalarını kesinlikle yasaklar Bu yasağın resmî Roma dinini de kapsadığı, Hıristiyanların imparatora tapınmalarını yasakladığı açıktır Sonraları büyük bir sorun olan Roma devleti ile Hıristiyanlık arasındaki çekişmenin kaynağını bu "Yasak"ta aramak gerekir

Roma dininin son zamanlarında imparatora tapınma gittikçe artan bir önem kazanmış, böylece bu din, devleti, imparatorun kişiliğinde Allahlaştıran bir "imparator dini" durumuna gelmiştir Oysa Hıristiyanlık, kendi Allah'ı konusundaki tekelciliği yüzünden, imparatora tapınma ve kurbanlar sunmayı başından beri yasaklamıştır

İki din arasındaki bu görüş ayrılığı, Roma devleti ile Hıristiyanlığın anlaşmazlığa düşmesine ve bunun sonunda Hıristiyanlarla ilgili "kovuşturma" yapılmasına yol açmıştır Ancak bu uygulama Hıristiyanlığı zayıflatacağı yerde büsbütün güçlendirmiştir Çünkü pekçok inatçı din mazlumlarının ortaya çıkmasına neden olan bu uygulama sonunda, Hıristiyanlık direnç kazanmaya ve değerini, önemini kanıtlamaya fırsat bulmuştur

Önemli olan, bu uygulama sonunda Hıristiyanlığın sağlam ve köklü bir "örgütlenme" yapmak zorunda kalmış olmasıdır Oysa öteki hellenistik dinlerden hiçbiri bir kilise, bir ümmet örgütü oluşturamamıştır Hıristiyanlık inananlarını cemaatler halinde örgütlemekle sanki devlet için de devlet gibi bir güce kavuşmuştur Yeni dinin tümüyle bağımsız örgütü, devletin kendisine karşı çıkmasına neden olmuştur

Hıristiyanlığın örgütlenmesinin güçlendiği bu dönemde, Roma devlet örgütü gücünü yitirmeye başlamış bulunuyordu Varlığını sürdürebilmek için ağır girişimlerde bulunmak zorunda kalan imparatorluğun siyasal örgütü, birlik ve beraberliğinden çok şey yitirmişti

Roma devletinin çözülme döneminde Hıristiyanlık, günden güne büyüyen bir güç olarak belirmiştir Sonuç olarak öyle bir an gelmiştir ki, Roma imparatorları Hıristiyanlık örgütüyle boğuşmaktan cayarak, bu örgüte yaslanma gereği duymuştur Nitekim Hıristiyanlar konusunda en şiddetli ve en son uygulamayı yapan Diocletion'ın takipçisi (halefi) olan Konstantin, 300 yıllarında Hıristiyanların izlenmesine ait tüm yasakları kaldırmak ve Hıristiyanlığı resmen tanımak zorunda kalmıştır Konstantin'in takipçisi Julianus Yeni Eflâtunculuğa dayanarak Roma dinini yeniden canlandırmak istemişse de, bu girişiminde, bilineceği gibi, başarılı olamamıştır

Yeni dinde "yayıncılık" dikkat çekici olmuştur Hıristiyanlık çerçevesinde yapılan ilk yayının henüz felsefe ile ilgisi yoktur İlk Hıristiyan eserleri "dört incil" kadrosu içinde yazılmış olup, aslında İsa'nın yaşam ve düşüncelerini açıklar Birincisi İsa'nın ölümünden 30, dördüncüsü 90 yıl sonra yazılmış olan dört incil, kuşkusuz, İsa'nın düşüncelerini gerçekçi biçimde ele almayan, daha çok İsa'nın kişiliğine ve doktrinine duyulan inançtan kaynaklanan eserlerdir

Kaynak

Alıntı Yaparak Cevapla

Felsefi Düşünce Akımları - Felsefi Düşünce Akımları Hakkında...

Eski 07-30-2012   #30
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Felsefi Düşünce Akımları - Felsefi Düşünce Akımları Hakkında...



İDEALİZM


(İng idealizm; Fr idéalizme, Alm idealismus, es t mefkürecilik, iftikâıiyye]

Felsefede, en geniş anlamıyla, tinsel güçlerin evrendeki tüm süreçleri ya da olup bitenleri belirlediğini savlayan tüm Felsefe öğretilerini içerecek biçimde kullanılan "idealizm" terimi, varolan her şeyi "düşünce"ye bağlayıp ondan türeten; düşünce dışında nesnel bir gerçekliğin varolduğunu, başka bir deyişle düşünceden bağımsız bir varlığın ya da maddenin (maddî gerçekliğin) bulunduğunu yadsıyan felsefe akımını niteler y

Felsefede tüm varlığı düşünceye indirgeyen bir öğreti; gerçekliğin maddî güçlerden değil de idealardan (fikirlerden, düşüncelerden, kavramlardan, tasarımlardan vBulletin) ya da bunları kuran uslardan, zihinlerden, benlerden vBulletin oluştuğunu öne süren bir kuram; varlığın gerçekte fıziksel bir nitelik taşımadığım dillendiren bir duruş; her türden maddî varlığın tinsel ya da zihinsel bir temele indirgenebileceğini savunan bir görüş olarak "idealizm", varlığın düşünceden bağımsız olarak varolduğunu kabul eden "gerçekçilik", "maddecilik" ve "doğalcılık" felsefe anlayışlarının tam karşı kutbunda yer almaktadır

Felsefece düşünmenin tarihinde pek çok türü bulunmakla birlikte idealizm genel olarak ilkin ikiye ayrılır: Bir yanda, varlığı bireyin düşüncesine bağlayıp ondan türeten, gerçekliği öznenin zihinsel içeriklerine indirgeyen öznel idealizm; öte yanda, varlığı en geniş anlamıyla "düşünce"ye, tinsel bir varlığa ya da tanrısal bir usa, başka bir deyişle maddî olmayan bir töze ya da ilkeye bağlayıp bundan türeten, gerçekliğin özneden bağımsız nesnel idealardan oluştuğunu savunan nesnel idealizm Yine metafızik ya da bilgikuramsal yaklaşımı odağa koyması bakımından iki ana idealizm anlayışından söz açılabilir: Bir yanda, metafiziği remel alıp gerçeği idealara dayandıran, gerçekliğin özünü birer "görünüş" olarak gördüğü nesneler dünyasında değil de maddî olmayan varlıkta arayan metafizik idealizm; öte yanda, bilgi edinme sürecinde özneyi nesne karşısında belirleyici sayan, "nesneyi özneye, bilineni bilene bağli kılan", insan zihninin yalnızca tinsel olanı kavrayabileceğini öne süren bilgikuramsal idealizm

Idealizmin neliğini, felsefe tarihi içinde nasıl biçimlendiğini ve nereye oturtulması gerektiğini kavramak için yürünebilecek en iyi yol, kimi filozoflarca "ilk felsefe" olarak adlandırılıp felsefeyle bir tutulan, kimilerince de felsefenin omurgasını oluşturduğu düşünülen metafıziğin tam ortasından geçmektedir Bu bağlamda, bir bütün olarak gerçekliğin doğasıyla ilgilenen metafızik araştırmaların çok büyük bir bölümünün Eelsefe tarihi boyunca üç ana gerçeklik tasarımı doğrultusunda, dolayısıyla da üç ana metafizik düşünme kipi çevresinde kümelendikleri görülmektedir

Bunlar en yalın anlamlarıyla şu biçimde sıralanabilirler:

(ı) zihin ya da bilinç temelli metafizik;

(ıı) madde ya da fiziksel varlık temelli metafizik;

(ııı) hem zihni hem de maddeyi aşan en yüksek varlık temelli metafizik

Bu metafizik düşünme üçlemesi, felsefe tarihinde İdealizm, Maddecilik ve Aşkıncılık diye anılan üç ana metafızik düşünce okulunun ana öğretilerinin oluşumuna da kaynaklık etmeleri bakımından ayrıca önemlidir Felsefede İdealizm, dünyanın temellendirilmesinde en önemli görevin, bilince ya da maddi olmayan zihne yönelik bir gerçeklik kuramı geliştirmek olduğu düşüncesi üstüne kurulmuştur İdealizm anlayışının temelleri ilkin Platon'un "Idealar Dünyası Kuramı" yla atılmış olmakla birlikte, daha sonra çeşitli Fılozoflarca ussal düşünceye yönelik olarak sunulan metafızik savunularla iyiden iyiye güçlendirilmiştir Buna karşı metafizikte idealizm, bütün fıziksel nesnelerin bütünüyle zihne bağımlı olduğu, onların bilincinde olan bir zihin olmaksızın metafızik anlamda hiçbir varlıkları olmadığı anlayışına karşılık gelmektedir Bir başka deyişle, metafızik idealizme göre gerçeklik her durumda zihne bağımlı olduğu için gerçekliğin gerçek bilgisi ancak tinsel bir bilinç kaynağına başvurularak elde edilebilirdir Buna karşı, idealizm ile taban tabana zıt bir konuma yerleştirilip temellendirilen Maddecilik, zihnin ya da bilincin bütün bütün fiziksel öğeler ile süreçlere indirgenebileceğini savunmaktadır


Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.