Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Kültür - San'at & Eğitim > Ülke & Şehirler > Türkiye

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
edirneyi, ile, tanıyalim, yönü

Edirne'yi Her Yönü İle Tanıyalim

Eski 08-03-2012   #16
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Edirne'yi Her Yönü İle Tanıyalim






Edirne'de Osmanlılardan günümüze dek gelen ilk özgün anıtsal yapı, fetret devrinin en önemli tarihi eseri olan Eski Cami'dir Kentin merkezindeki caminin yapımı 1403 yılında Emir Süleyman Çelebi tarafından başlatılmış, 1414 yılında Çelebi Sultan Mehmet zamanında tamamlanmıştır


Eski Cami kapısının üzerinde dikdörtgen bir kitabe levhası vardır Kitabeye göre yapı, 1414 (H816) yılında tamamlanmıştır Sülüs hatla yazılan Arapça üç satırlık inşa kitabesi ve tercümesi şöyledir:

(l)Kale'n-nebiyyü aleyhis-selâm mer benâ li'l-lâhi meselden bena'l-lah behu beytenji'l -cenneti emere bi-imareti haze'l-camii'ş-şerif es-sultanu'l müey-yed el-mücahid (2)el mırabıtu'l-liva mansur kahiru'l-a'dâ nasiru'l-adl ve'l-ihsan ala ehli'd-dünya es-sultan ibn es-sultan gıyasu'd-dünya (3)ve'd-din Muhammed ibn Bayezıd Han halleda'l-lahu sultanuhu ve avzaha ala'l-âlemin burhanehufı muntasafi şevval sene sitte ve aşare ve semanemie

Türkçesi: Peygamber söyledi: "Her kim Allah için mescid yaparsa, Allah'da onlara cennette öyle bir ev yapar Bu camii şerifin yapılmasını, Sultan, müeyyed (yardım edici), mücahid, murabit, Allah'ın yardımı ile liva (sancak, bayrak) sahibi olmuş, düşmanları kahreden, dünya ehline adalet ve iyilik dağıtan; Sultan oğlu Sultan Gıyasu'd-dünya ve'd-din Mehmet bin Bayezıd Han -Allah onun su-tanlığını baki kılsın ve iki dünyada (saltanatını) tanıtsın- 816 yılının Şevval ayının ortalarında (1414 yılı Ocak ayının başlarında) emretti"

Mimari Hacı Alaaddin, ustası da Ömer İbni İbrahim'dir Yapı çok kubbeli Ulu camiler tipine girmekte olup bunun diğer örnekleri Bursa'da Ulu cami, Filibe'deki Ulu cami, Sofya'da bugün millî müze olan Cami, Manisa'da Muradiye camii, İstanbul'da Zincirli kuyu ve Piyâle paşa camileridir




Edirne'deki bu Eski cami, aynı zamanda merkezî kubbeyi taşıyan dört paye ile dört duvar üzerine dokuz kubbeli kare biçiminde bir yapıdır Üçerli sıralanan kubbelerin orta sırası yanlardakilerden daha yüksektirYan ölçüsü dıştan 495 metre, kubbelerin çapı ise 13 metredir Kubbelerin yapılışı orijinaldir Yarım küre biçiminde olan kubbeler yan neflerde(alan) pandantifler üzerine orta nefde ise çeşitli intikal sahaları üzerine oturmaktadır

Mihrab önündeki kubbe sade plastik üçgenlerden kıvrımlı bir saha üzerindedir, orta kubbenin tromplarında mukarnas dolgular görülüyor, ön kapıdan girince ilk kubbenin trompları ise bir kürenin dörtte biri şeklinde boş bırakılmış olup sekiz bölüm halindeki bu kubbenin ortasında ışık deliği olarak bir de fener bulunmaktadır

Tarihçi Gurlitt Hammer, Fatih zamanında halâ camide inşaat yapıldığını zikretmekte ve orta kubbenin de o zaman kapanıp daha evvel Bursa Ulu camiindeki gibi açık bırakılmış olduğunu tahmin etmektedir

Kalın payeler, sade ve kuvvetli şekillerle mekân tesiri oldukça canlıdır Fakat nispeten alçak olan kubbeler ve kitlevi payeler (fil ayağı), karanlık ve ağır tesirler ile bu canlılığı azaltıyorlar Bununla beraber dokuz kubbe ile örtülü caminin içerisinde yalnız dört paye bırakılmış olmakla bu yapı Osmanlı mimarîsinde mekânın birleştirilmesi yolunda ilk hamleyi ifade ediyor

Yapı, kalın payeler ve alçak sayılabilecek kubbelerle ağır bir mekân etkisi verir Payelerde ve duvarlarda 18yüzyıla ait sülüs celisi, talik celisi iri yazılar ve daha yukarılarda Barok kalem işleri, mekân etkisini bozmaktadır

Cami içerisinde kadınlar mahfilini 1612 (H1020)'de Filibeli Ramazan ağa adında bir zat yaptırmıştır Çok ince işlenmiş mermer minber, süsleme bakımından ilginçtir Süslemeli yazıların tümü Nakkaş AMolla Mustafa'nın el yazısıdır 1794 tarihindeki onarım sırasında bozulmuşturİç kısımdaki ağır, arkaik (eski) mimari, dış tarafta son cemaat yeriyle minarelerde de kendini gösterir


Süslemeler
Taçkapı, kuzey cephenin doğu ve batı tarafındaki ikişer pencere, kuzeybatı köşedeki minarenin kaidesi, batı cephedeki kapı ve minber yapının taş süsleme gösteren bölümleridir

Taçkapı
Kuzey duvardan fark edilebilecek kadar dışa taşırılmış olan taçkapı, gri mermerden yapılmıştır Portal yüzeyi, sağ ve solda zeminden portal (taçkapı) kemeri seviyesine kadar silmelerle ikişer dikdörtgen panoya bölünmüştür Ancak pano yüzeyleri işlenmeden boş bırakılmıştır Portali en üstte sınırlayan akroter bir palmetle (yelpaze şeklinde kabartma bezek) taçlanmıştır Hem taçkapı tacı ve hem de palmet yüzeyi sade bırakılmıştır

Taçkapı, silmelerle dikdörtgen bir çerçeve içine alınmıştır Taçkapı köşeliği ve yüzeyi birkaç sıra silmeyle hareketlendirilmiştir Sivri formlu taçkapı kemerinin çerçevelediği alınlık yüzeyi boş bırakılmıştır Dört sıra mukarnas dizisinden oluşan portal kavsarasında (Kemer ve tonozların içbükey bir yüzey meydana getiren iç kalınlıklarına verilen ad; bir taçkapıda baş kemerin kalınlığını meydana getiren bölümde birbiri altına gelerek gittikçe küçülen ve o kısma huni gibi bir biçim veren kavislerden oluşan eğik tonoz bölümü), kitabeliğe doğru inen sekiz kademeli iri sarkıt, portal yaşmağının en dikkat çekici unsurudur

Mukarnasların biçimlenişinde başarılı bir işçilikten söz etmek mümkün değildir Köşeleri mukarnası çağrıştıran bir uygulamayla pahlanmış bir kaideden yükselen portal sütun akantüs yapraklı ve volütlü bir başlığa sahiptir Dekoratif amaçlı bu sütünce başlığı, yüksek olmayan akant yaprağı kabartması ve volütüyle portal cephesindeki tek başarılı uygulamadır Portal iç-yan cephelerinde yer alan nişler, üç köşelidir ve kavsarası yedi sıra mukarnasla doldurulmuştur Mukarnaslar sarkıtsız olarak tek sıra bademler biçiminde ele alınmıştır

Batı Yan Kapı
Camiin dış cephesindeki en süslü birimlerden biri olarak batı cephedeki yan kapı dikkati çeker Üzerinde sanatçı kitabesini barındıran bu kapının, inşa ettiren bani adı ve inşa tarihi veren taçkapıdan daha kısa ancak, daha süslü olarak düzenlenmiş olması ilginçtir Bir sıra silmeyle dikdörtgen çerçeve içine alının kapının sade tutulmuş söveleri üzerine atılan basık kemer, dönüşümlü olarak dizilmiş kırmızı ve beyaz renkli taşların kullanımıyla oluşturulmuştur Köfeki taşından yapılan sivri formlu taçkapı kemerinin alnına altlı ve üstlü bitiştirilmiş düz ve ters palmetler biçiminde kireç-taşları kakılmıştır Kemer alnına ritmik olarak kakılan düz ve ters palmet motifli bu kırmızı kireçtaşları köfeki taşıyla uyumlu bir kontrast oluşturmakta ve bu kemer daha doğrusu bütünüyle bu kapı kendi başına dekoratif bir motif olarak algılanmaktadır

Üçgen köşeliklerde de kırmızı renkli kireçtaşı kakılması kemerin dekoratif etkisini tamamlayan bir uygulamadır Taçkapının tepelik bölümü, tasarım olarak bir sekizgenin yatay, dikey ve çapraz eksenlerine yerleştirilmiş üç dilimli palmetlerden oluşur Bu düzen kırmızı kireçtaşına uygulanmış ve tepelik olarak köfeki taşına kakılmıştır Yatay ve dikey eksendeki palmetlerin sapları birleştirilmiştir böylece köfeki taş yüzeyinde yine bir palmet motifi elde edilmiştir Tepeliğin ortasında, yukarıda anlatılan tasarımın yarısı, köşelerde de dörtte biri uygulanmıştır Tepeliği oluşturan ana palmetin taç yaprağının iki yanında birer rozet kabartması yer almaktadır

Pencereler
Kuzey cephede taçkapının doğu ve batı tarafındaki pencereler caminin diğer pencerelerinden farklı olarak düzenlenmiştir Doğu taraftaki pencereler dikdörtgen formundadır ve sivri kemerli alınlıklara sahiptirler Pencerelerin tek süsleme elemanları söve ve kirişlerdir En doğudaki pencerenin söve ve kirişlerinin yüzeyi alçak kabartma dekoratif kemerciklerle hareketlendirilmiş, kemerciklerin içi yine alçak kabartma tekniğinde yapılmış rozetlerle doldurulmuştur İkinci pencerenin söve ve kiriş yüzeyleri dekoratif mukarnascıklarla tezyin edilmiştir Son cemaat yeri batı taraftaki pencerelerden köşedeki pencere, duvar yüzeyinden çökertilmiş olmakla birlikte, kırmızıya boyanarak ayrıca çerçevelenmiştir Pencerenin lento ve sövesinde alçak kabartma tekniğinde işlenmiş düğüm kabartmaları görülmektedir

Minber
Evliya Çelebinin "gayet sanatlı" diye tarif ettiği bu minber, Bergama Ulu Cami (1399) ve Edirne Üç Şerefeli Cami (1447) minberiyle birlikte Erken Osmanlı döneminden günümüze ulaşabilmiş üç mermer minberden biridir 1748 yangını ve 1752 zelzelesinde camiyle birlikte hasar görmüş olmasına rağmen, süslemelerinin büyük bölümü günümüze ulaşmıştır

Minber, kapısından yan aynalıklarına, kürsü altındaki panolarından basamak yüzeyleri ve bordürlerine kadar zengin bir motif ve düzen repertuarı göstermektedir Beyaz mermerden yapılan minberin kapı kemeri yüzeyinde, içinde Kelime-i Tevhidin yazılı olduğu bir kartuşun iki tarafına simetrik olarak yerleştirilmiş birer rozet yer almaktadır Üzeri boyanmış olan rozetler, yüksek kabartma tekniğinde işlenmiştir ve iki kademeli bir yaprak dizilişi gösterirler

Minberin kapı kemeri üzerine yerleştiren taç bölümünde, kıvrık dallı bitkisel bir zemin üzerine üst satırı kufi alt satırı sülüs hatla bani kitabesi yazılmıştır Kitabede "Murad Han'ın oğlu Bayezıd'ın oğlu Sultanu'l-azam Mehmed'in günlerinde" anlamına gelen ibareler yazılıdır Kufi yazının düz bir satır halinde uzanmasına rağmen, sülüs yazının karışık istiflenmesi, zemindeki bitkisel düzenlemeyi neredeyse seçilemeyecek ölçüde kapatmıştır

Minareler
Minarelerden biri tek diğeri iki şerefeli ve iki yolludur Caminin kesme taştan yapılmış olmasına mukabil ağır tesirli son cemaat yeri kesme taş ve tuğla sıralarından değişik tabakalıdır Mermerden büyük bir ustalıkla yontulmuş olan portalin üst kısmında aşağı doğru sarkan cüretli şekillerden ibaret istalaktit (mukarnas) grupları göze çarpıyor Asıl minaresi solda, merdiveni kapı aralığından başlayan tek şerefeli olandır Duvar üstüne konmuştur
İki şerefeli minare ise sonradan ilave edilmiştir ve binadan ayrıdır

Batıdaki Minarenin Kaidesi
Minare kaidesi, Erken Osmanlı döneminde pek çok minarede uygulandığı gibi dikdörtgen prizmatiktir Minare kaidesinin kuzey cephesi bir kemerle boşaltılarak çeşme olarak düzenlenmiştir Bu yönüyle Osmanlı minareleri içinde özgün bir örnektir Minare kaidesinin batı cephesine, yüzeyden iki kademe çökertilerek vurgulanmış bir pano yerleştirilmiştir Oldukça sade düzenlenen pano, biçim itibarıyla bir mihrabı hatırlatmaktadır Minareye giriş kapısının yer aldığı güney cephe, tüm cepheye hakim bir sepet kulpu kemerle hareketlendirilmiştir Kemerin çerçevelediği yaklaşık 50 cm derinliğindeki niş, duvarı dik eksende iki eşit bölmeye ayrılmıştır

Alt bölüm, kırmızı ve beyaz taşla dönüşümlü olarak örülmüş yuvarlak kemerli minare giriş kapısı, olarak düzenlenmiştir Kapının üzerinde, üst bölümü üç dilimli kemerle nihayetleşmiş dikdörtgen bir pano yer alır Pano yüzeyi sade bırakılmıştır Kemerin kilit taşına sekiz kollu yıldız düzeninden alınmış bir geometrik bezeme işlenmiştir Minare kaidesinin köşeleri beyaz mermerden sütunlarla yumuşatılmış ve sütunların üzerine yukarıya doğru konik biçimde genişleyen beş sıra mukarnastan oluşan bir başlık yerleştirilmiştir Bu başlık üzerinde, üstü bir külahla sonlanan silindirik kulecikler bulunmaktadır

Sütunca başlığındaki mukarnas uygulaması, portaldekinden daha başarılı olarak, minarenin kübik dikdörtgen kaidesinin kütleselliğini üstüne oturduğu sütunce yoluyla bir ölçüde gidermişse de, üzerindeki silindirik kulecikler doğrusu, kaideye daha kütleli bir görünüm kazandırmıştır İki şerefeli bu minarenin, konum itibariyle yapı bütünlüğüne katılmaması ve kaidesindeki bazı uygulamalarla Üç Şerefeli Camiin burmalı minaresi kaidesiyle olan benzerliği dikkate alınırsa, yapıya yaklaşık 30 yıl sonra ilave edildiği iddia edilebilir

Kışın abdest almak için ateşle ısıtılıp, sıcak su akıtılmasını sağlayan muslukları olduğu tarihi kaynaklarda yazmaktadır

Evliya Çelebi, caminin etrafının çiçek bahçesi olduğunu ve namaz kılanların pencerelerden doluşan kokularla kendilerinden geçtiklerini yazar

Cami 1748 (H1158) de bir yangın ve 1752 (H1165) de bir zelzeleden çok zarar görmüş ve Birinci Sultan Mahmut tarafından 1730-1754 yılları arasında tamir ettirilmiş ayrıca 1924 ve 1934 yıllarında tekrar esaslı tamir görmüştür

Alıntı Yaparak Cevapla

Edirne'yi Her Yönü İle Tanıyalim

Eski 08-03-2012   #17
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Edirne'yi Her Yönü İle Tanıyalim






Ebü'l Hayrat (Hayırlar Babası) sıfatıyla anılan 6 Osmanlı padişahı IIMurat'ın Edirne'ye bahşettiği muhteşem bir eser olan Üç Şerefeli Camii, mimari açıdan "merkezi büyük kubbeye geçişin" başlangıcı olmuştur


Edirne'nin Osmanlı dönemindeki en geniş çaplı imar hareketi, Sultan II Murat Han dönemine rastlar
II Murat döneminden itibaren, daha sonra tahta çıkan padişahlar, saray ileri gelenleri ve halk içinde maddi durumu elverişli olanlar, Edirne'nin imarında adeta birbirleriyle yarışmışlardır II Murat'ın padişahlığı süresince Edirne'de 36 mescit, 10 cami, 4 imaret, 2 türbe, 5 han, 7 hamam, 1 çarşı (bedesten), 1 köprü ve 3 medrese olmak üzere 69 mimari eser yapıldığı bilinmektedir Bu eserlerin bir bölümü ne yazık ki yok olmuştur

Üç Şerefeli Camii de, o dönemdeki imar hamlesinin eşsiz bir örneği olarak, 1438-1447 tarihleri arasında bizzat II Murat'ın kendisi tarafından yaptırılmıştır



Camiyi inşa eden mimarın, Mimar Sinan'ın hocası olduğu söylenen "Müslihiddin Ağa" olduğuna dair tahminler bulunsa da, mimarı kesin olarak bilinmemektedir Rifat Osman'ın Edirne Sarayları adlı eserinde ise mimarının Amasyalı Ata olduğu söylediği Üç Şerefeli Camii, Osmanlı mimarisinin ve devrinin en güzel sanat eserlerinden biri olarak anılmaktadır
Mimari Özellikler
Caminin iç alanı 2000 metrekare olup, dikdörtgen biçimindedir Ortasında altı köşeli sütuna dayatılmış büyük bir kubbe ile yanlarda dört orta, dört küçük kubbeden oluşmuştur Kubbenin dayandığı diğer dört sütun, mihrabın ve büyük kapının yanlarında olmak üzere bedenleri duvarların içinde saklanmıştır

Mimar Sinan tarafından yüz yıl sonra ortaya atılan, çok kubbeli "ulu camiler" plânından ayrılan ve merkezi büyük kubbeye geçişin başlangıcının ilk örneğini oluşturur Birbirine müsavi dört köşe sahalar sistemi, ortaya altı köşeli bir kaide üzerine tahminen 24 metre çapında bir pandantifli kubbe ve bunun iki tarafına dört küçük dört orta kubbe yapılmak suretiyle değiştirilmiştir Bu yolla Türk sanatında camiler için en uygun olan mekân plânı elde edilmiştir Camide mekân, yanlara doğru ikişer küçük kubbe eklenmesiyle, yatık dikdörtgen biçiminde, enine bir şekilde ideal cami plânına erişmiştir

Ortada duran altı köşeli iki muazzam payeden başka ikisi methal ve ikisi kıble duvarına bağlanan dört duvar payesi(merdiven ayağı) ancak iki köşeleriyle dışarı taşmaktadırlar Yanlardaki ikişer kubbe ile orta kubbe arasında üçgen vaziyetindeki kemer boşlukları küçük kubbelerle örtülmüştür Böylece enine doğru dikdörtgen biçiminde uzanan mekân ideal bir cami plânına uygundur Yalnız ortadaki kalın payelerin arkasından mihrap ve minber görülememektedir ki bu hal iki köşeyi ölü bir zaviye içine alıp adeta camiden ayırmaktadır Büyük kubbe ile yan kubbeleri birbirine bağlayan dört küçük kubbe mukarnaslar üzerine oturuyorlar Yan kubbelerden sağda ve kıble tarafında bulunan kubbe mukarnas köşe dolguları üzerine yivli olarak yapılmıştır Bunun yanındaki kubbe yivli tromplar üzerine düz bir yarım küredir Sol taraftaki yan kubbelerden kıble tarafında bulunan, mukarnas köşe dolguları üzerine düz bir yarım küre biçimindedir Diğeri düz tromplar üzerine oturmuş sade bir kubbedir

Tabanı mermer döşeli 2600 metrekarelik iç avlunun, Osmanlı mimarisindeki camiler arasında ilk kez görülen "cami iç avlusu" olduğu bilinmektedir Bu avlunun dört yanı onsekiz sütuna dayanan 21 kubbeden ibarettir

Üç şerefeli camiinin pencere alınlıklarında, altın kollu yıldız motifine "Mühr-ü Süleyman" (Yıldız motifi iki üçgenin kesilmesinden oluşur Ortada bazen nokta olur Üçgenin kestiği yerdeki nokta gözü temsil eder Taş kabartma, taş içine renkli taş kakma, çiniler ve ahşap eserlerdir Bunlarda esas itibariyle, geometrik kompozisyon, sonsuzluk prensibine sadık kalmakta ve tekniğe göre pek değişmemektedir) rastlanmaktadır Burada motif kırmızı renkli taştan yapılarak, alınlıktaki taşa, açılan yuvaya kakılmıştır
Caminin pencereleri üstünde üçgen şeklindeki başlıklar içine döşenmiş eski Osmanlı çinilerinin büyük bölümü zayi (silinmiş) olarak yalnız iki pencerede kalmıştır



Mihrap ve minber taştan, sade bir tarzda yapılmıştır Cami loş bir ışıkla aydınlanmakta derin bir sükûn içerisinde ibadet atmosferi hüküm sürmektedir Caminin önünde dikdörtgen biçimindeki çok cazip, revaklı(kemer kubbe) avlu Osmanlı camilerinde en eski örnek olarak tanınmaktadır

Sütunlar da çeşitli olup cami tarafındakiler kalın ve parçalı, diğerleri daha ince ve tek parça sütunlardır Sütunlar birbirine sivri kemerlerle bağlanmış olup ortada abdest almak için bir de şadırvan vardır Avludan camiye açılan mermer portal Selçuk ve Osmanlı mimarîsinde ve umumiyetle İslâm mimarisinde görülen portallerin en abidevî ve muhteşem örneklerindendir

Caminin revaklı, şadırvanlı avlusu dikdörtgen plânlı ve çok kubbelidir Ortada 24,1 m çapında büyük kubbe, yanlarda 10,5 m çapında ikişer küçük kubbe yer alır Kubbelerdeki orijinal kalem işleri Osmanlı camilerinde görülen en eski örneklerdir

Camiye adını veren üç şerefeli minare 67,62 m boyuyla Selimiye'den sonra en yüksek minare olup, camiyle birlikte yapılmıştır Her üç şerefeye ayrı yollardan çıkılan şekliyle Selimiye minarelerine öncü olmuştur Üç şerefeli minarenin, gövdesi kırmızı taştan zikzaklar arasında beyaz karelerle hareketlendirilmiştir Kaidesinde ise her pahta, Bursa kemerli bir sağırnış bulunur

Doğu yönündeki baklava motifli olan iki şerefeli minare Fatih Sultan Mehmet tarafından yaptırılmış olup, bu minarenin şerefelerine de iki ayrı yolla çıkılmaktadır

Kuzey Batı yönündeki minare ise 1610 yılında dönemin padişahı IAhmet tarafından tek şerefeli olarak yaptırılmıştır
Batı tarafındaki "burmalı minare" ise Sultan II Mustafa tarafından 17 yüzyılda yaptırılmış, bazı Selçuklu devri yapılarında olduğu gibi spiral kıvrımlarla işlenmiştir Burma yivleri iki renk taştan meydana gelmiştir

Renkli taşlı süslemeler, tuğla benzeri örneklerdir Bursa'da tuğla olan bu süslemeler, Edirne'de taşa geçirilmiştir Bunun bir sebebi de Istrancalar da taş ocaklarının bol miktarda bulunmuş olmasıyla açıklanabilir



Dış Cephe Süslemeleri
Revaklı avlunun, kuzey kapısının sol tarafındaki iki pencere üzerinde, çini alınlık görülür, diğer pencerelerde de, önceden çini olması muhtemeldir

Bu iki alınlık saydam sıra altına çok renkli boyama tekniği ile yapılmıştır Ancak 15 yüzyıl mavi-beyaz seramiklerin paralelinde çıkan çini örnekleridir Mavi- beyaz keramiklerin en zengin olduğu döneme işaret eden çinilerdir Bu çinilerde, özellikle ana zemindeki spiral kıvrık dallar, Haliç işi seramik dekorların öncüsüdür Lacivert-beyaz ve firuze renkleri görülmektedir Renkler ve teknik, bu mavi-beyaz çinileri 15 yüzyıla bağlamamıza neden oluyor Her iki alınlıkta aynı desen görülüyor Yalnız birinde zemin diğerinde desen laciverttir Sağdaki çini alınlıkta, küfi yazıda ve sivri kemerli bordürde, firuze renk kullanılmıştır Soldaki pencerede ise, küfi yazı da, lacivert zemin üzerine-beyaz renk çini ile yazılmıştır ve firuze renk kullanılmıştır

Bu çinilerde II Murat'ın adı bulunmaktadır Ayrıca aynı şeyleri istifli iki yazı şeklinde veriyor, firuze renkli, Murat'ın adını veren kitabe ve lacivert renkli sülüs yazısıyla Murat yazmaktadır Beyaz zemin üzerine koyu renk, koyu renk üzerine açık renk süsleme görülür Bu II Murat döneminin özelliğidir Bordürün zemini de leylak renginde çok renkliliğin arama dönemidir

Üç Şerefeli Camii'nin harim kapısının üzeri enine dizilmiş, başlı ayaklı palmet motiflerin iki uçtan sınırlandırılması sonucu oluşan akroter ile taçlandırılmıştır

Harimin batı kapısında ve bazı pencerelerin süslemelerinde ise lotus (nilüfer çiçeği) ve palmet motiflerinin birlikte uygulandığı süslemeler görülür

Ayrıca Kıble duvarındaki, soldan ikinci pencere alınlığında altı kollu yıldız motifini, pencere etrafında kakma olarak zencerek ( Geçmeli bodür motifine zencerek denir Bordür ise iki yanından sınırlı, iki yanından sonsuz devam edebilecek şekilde, eni boyundan genellikle az olan kompozisyon çeşitlerine verilen addır) bordürü görünmektedir

Alıntı Yaparak Cevapla

Edirne'yi Her Yönü İle Tanıyalim

Eski 08-03-2012   #18
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Edirne'yi Her Yönü İle Tanıyalim







İçinde sütun olmayan, sadeliğine rağmen anıtsal görüntüsüyle uzaktan bakanları etkisi altına alan IIBayezid Camii, tam merkezinde konumlandığı külliyenin en değerli yapısı olarak ön plana çıkar



Kemersiz ve Sütunsuz Cami
Caminin külliye alanındaki konumu olarak, külliye birimlerinin merkezinde yer almaktadır Caminin mimarı, Mimar Hayretin veya Yakup-Şah Bin Sultan Şah olup, temeli 1484 yılında bizzat Sultan IIBayezid tarafından atılmış ve 1488 yılında ibadete açılmıştır
Cami, yapı olarak çevresindeki yüzden çok kubbeli binanın hepsine egemen bir görünüştedir 22 Metre çapındaki kubbesi, büyük bir blok şeklinde yükselen dört duvar üzerine oturtulmuştur
Cami, kemersiz ve sütunsuz olup 2058x20601ık bir kare biçimindedir Tabandan kubbe kasnağına kadar olan yüksekliği ise 1934 metredir
Caminin sağ ve sol beden duvarları bitişiğinde dokuz kubbeli ve dört odalı birer tâbhanesi olup, cami iç mekânının sağ ve solundan üçer pencere bu tabhanelere açılır (Cemaat çok olduğu zaman buralarda da namaz kılındığı rivayet edilir)
Taş İşçiliğiyle Büyüleyen Mermer Minber
Mermer minber, taş işçiliğinin bir şaheseridir 8 Köşeli olarak yontulmuş 17 mermer sütun üzerindeki zarif sütun başlıklarına oturtulmuş hünkâr mahfilinin, Osmanlı cami mimarisinde yapılmış ilk mahfil olduğu kabul edilmektedir Mahfil sütunlarının Diana Tapınağı'ndan getirilmiş olduğu söylenmekte ise de buna dair bir belge mevcut değildirCaminin giriş kapısı ve iç pencere kapakları, ağaç işleme sanatının üstün örneklerindendir Cami içi akustiği de oldukça hassas olup, mihraptaki bir fısıltı dahi en arka saflardan duyulmaktadır
Camideki Kitabeler
Caminin iç giriş kapısı üstündeki kitabe, iki sıra halinde altı mısra olarak yazılmıştır Sözler Şeyhülislam Zenbilli Ali Efendi'ye ait olup, yazı Hamdullah'ındır
Kitabenin son satırındaki (Hayrün Cemil) sözü ebcet hesabıyla 1488 (H893) yılını vermektedir ki, bu tarih Külliye inşaatının bitiriliş tarihidir



Bursalı Veliyüddin oğlu Ahmet Paşa, Külliye inşaatının tamamlanması üzerine şu şiiri yazmıştır:
Şöyle âli yaptı darulhayn Sultan Bayezid,
Kim feleklerde melekler eyledi medhü sena
Bu meratip ne cihettendir sana dedim, dedi:
Ben kara toprağı ihya etti ol zıllihüda
Menbaı bahri ata oldum ki benden feyz alan,
Hem hikemdir, hem niamdır, hem seha vü hem şifa
Böyle olur kime düşse pertevi hursidi baht,
Böyle olur kime salsa sayeiperri hüma,
Hüsn ile bağı cihanı hurrem etti gül gibi,
Anın için dediler tarihini hurrem bina
Şiirin üçüncü beyitinin ikinci mısrasındaki "Hem hikemdir, hem niamdır, hem seha vü hem şifa" kelimeleri, camiye, medreseye, imarete ve dârüşşifaya işaret etmektedir
Son beytin ikinci mısrasının sonundaki "Hurrem bina" kelimesi ise, sitenin tamamlandığı tarih olan 1488 (H894) yılını göstermektedir
Anıtsal Görünüş
Caminin anıtsal görünüşü uzaktan bakanları etkisi altına alır Caminin sağ ve sol beden duvarlarına bitişik tâbhanelerin köşelerinde, giriş kapısından şerefeye kadar 149 basamaklı yüksekliği 38,50 metre olan birer şerefeli zarif iki minaresi, kübik ana bloğun keskin hatlarını iki yana çekerek yumuşatmakta ve dış mekânı engin bir sükûna kavuşturmaktadır
Tunca Nehri'nin Aynasında Yansıyan Görkemli Siluet
Mimarideki heybeti ve ciddiyeti ile sadelik ve tevazuyu bağdaştıran, gereksiz gösteriş ve özentiden soyutlanıp taklitten uzaklaşan, iddiasız fakat inkar kabul etmez bir sağlamlığa ve kişiliğe sahip olan bu anıtlar topluluğunun, yeşillikler arasındaki mermer döşeli yatağında aynı heybeti ve sükuneti içinde akan Tunca Nehri'nin aynasında yansıyan görkemli silueti, devrinin özelliklerini dile getiren ölümsüz bir görünüştür
Avlu
Birisi ana, ikisi yan olmak üzere üç kapı ile girilen dikdörtgen biçimindeki mermer döşeli iç avluyu, 18 mermer sütuna dayanan 22 kubbeli bir revak çevrelemektedir Avlunun merkezinde, üstü açık mermer bir abdest şadırvanı vardır Bu haliyle avlu, insan ruhunu ferahlatan, sâde, iddiasız, bir parçası olduğu cami yapısıyla her yönden son derece uyumlu ölçüler içinde ana birimin tamamlayıcısı durumundadır
Evliya Çelebi’den Bayezid Camii
Evliya Çelebi'nin 1652 (H1063) yılında Edirne'ye gelişinde, Külliyeli ziyareti sırasında Sultan IIBayezit Camii için: "Edirne Şehrinin kuzeyinde Tunca Nehri kenarında çimenlik, lalelik düz bir yerde, dört köşe duvar üzerinde büyük kubbeli gönül açan bir camidir Ancak iki kapısı var Sol taraftaki saadetli kapı, padişahlara mahsus hünkâr mahfili kapısıdır İkinci kapısı kıbleye açık büyük kapıdır Üzerinde tarih kitabesi yazılmıştır
Caminin kıble kapısından tâ mihraba varıncaya kadar uzunluğu yaklaşık 28 metre olup eni yaklaşık 25 metredir Cami içinde ise hiç sütun bulunmamaktadır Hünkâr mahfili sol taraftadır Şeşhane gibi on adet hilâli sütunlar üzerinde kurulmuş bir selâtin ibadet yeridir

Mihrap ve minber, beyaz mermerden yapılmıştır Cami pek çok avize ve kandillerle süslenmiş olup nurlu kubbeleri kandil tabakalarıyla bezenmiştir Müezzinler mahfili, gayet estetik olup avlusundaki cennet bahçelerinin zarif güzelliklerinin tanımı güçtür
Bu caminin sağ ve solunda Gazi Mihal Bey Camii gibi, misafirlerin kalmasına mahsus iki tabhane vardır Bu avlu, beyaz mermer döşeli, cilalı tabanıyla, cemaatin yüz renklerinin yansıdığı bir ayna gibidir Cami mimarı, bu avlunun mermerlerine öyle cila vurmuş ki zerre kadar bir toz bile üzerinde asla duramaz

Üç yanında üç büyük kapısı vardır Avlunun çevresindeki yan sofaları on sekiz tane biçimli, bahada ağır, uzun sütun ve üstlerinde de on altı kubbe vardır Pencereleri dışarı, büyük avluya bakar Ama bu avlu kubbelerinin içi üç şerefeli kubbeleri gibi süslü ve nakışlı değildir Hemen hepsi sade gözlü beyaz kubbelerdir Bu avlunun uzunluğu ve eni tam ikişer yüz ayak olup ortasında bir abdest havuzu vardır ki şadırvanı havuz kubbesine sıçrar
Bu avluda, dışardaki büyük avlunun (bugünkü dış bahçe) temiz toprağında pek çok dut ağaçlarıyla süslü bir avludur, etrafında hastahane, aşevi, kiler ve mahzenler, tabhâne, kitaphane ve medreseler vardır Ama bu orta avlusunun iki tarafında iki adet minare vardır ki şerefeleri adeta süslü birer kadeh gibidir Gayet ince ve uzun minarelerdir Minareler birbirinin aynı olup her biri yaklaşık 60 metre kadardır
Vakfiye'de Gösterilen Cami Görevlileri ve Ödenekleri
l HATİP: Bayram ve cumalarda hatiplik edecek, günde 15 akçe alacak
2 İMAM: Her biri günde 8 akçe alacak
l SERMAHFİL-İ HUFFAZ: Hafız olacak ve devir okunurken onları idare edecek, günde 7 akçe alacak
30 HAFIZ VE DEVİRHAN: Her sabah camide tam bir hatim yapacak, günde üçer akçe alacaklar 10 tanesi devirhan olacak, l'er akçe daha alacaklar
5 EN'AMHAN: Hergün (en'âm) okuyacaklar her birine 4 akçe verilecek
l MUARRIF: Cüz sandıklarını cüz okuyanlara verecek ve toplayacak, günde 5 akçe alacak
l MEDDAH: Her cuma övgü okuyacak, günde 4 akçe alacak
7 MÜHELLİL: Her gün değişik tehlilller ( Lâilâhe illâllâh) getirecekler Biri reis, ki günde 3 akçe alacak, diğerleri 25 ar akçe alacaklar
7 SELAVATCI: Selâvat getirecekler Reis 3, diğerleri günde 2'şer akçe alacaklar
l MÜCEVVİD-MÜRETTİL: Öğle ve ikindi namazlarından sonra "bir hizip miktarı okuyacak", günde 2 akçe alacak
2 KAYYUM: Camiin içini-dışını süpürüp halıları döşeyip kaldıracak, her biri günde 3 akçe alacak
2 ÇERAĞCI: Cami ve imarette çerağ (mum) ve kandilleri vaktinde yakıp söndürecekler Her birine günde 3 akçe, kandilcilere günde 4 akçe verilecek (Kandillerin yağ ve fitil giderleri karşılığı olarak)
l NOKTACI (Denetleme): Üzerinde aldığı hizmeti özümsüz olarak yapmayanları kaydedip mütevelliye bildirecek, günde 2 akçe alacak Toplayacak olursak bu tarihte caminin görevli sayısının 66'yı bulduğunu görürüz

Alıntı Yaparak Cevapla

Edirne'yi Her Yönü İle Tanıyalim

Eski 08-03-2012   #19
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Edirne'yi Her Yönü İle Tanıyalim






Padişah II Murat, Mevlana Celaleddin-i Rumi'yi caminin bugünkü yerinde rüyasında görür II Murat, gördüğü rüyadan çok etkilenerek, o alana bir Mevlevihane inşa edilmesine dair ferman yazdırır Mevlevihane daha sonra camiye
dönüştürülür



Tarihi kaynaklara göre 1426 yılında, vakfiyesine göre ise 1436 yılında yaptırıldığı belirtilen Muradiye Camii, şehrin kuzeydoğusunda, Muradiye Mahallesi'nde ve Sarayiçi'ne bakan bir tepe üzerindedir Bu muhteşem eserin mimarı ise ne yazık ki bilinmemektedir
II Murat’ın inşa ettirdiği zaviyeli cami, bir ibadet mekânı ve kubbeli sofayla bu sofaya açılan iki tabhane hücresinden meydana gelir Kuzey cephede payelere oturan ve tuğladan yapılmış beş sivri kemerin oluşturduğu giriş revağı yer almaktadır

Caminin inşa kitabesinde tarih yoktur EHAyverdi, Mecdi Efendiye dayanarak bugün mevcut olmayan 1426 (H830) tarihli kaynağa göre yapıyı 1426 yılına tarihleşmektedir Öte yandan Abdurrahman Hıbrî Efendi yapının II Murat tarafından 1436 (H839) yılında aslen Mevlevihane olarak yaptırıldığını kaydetmektedir

Caminin taç kapısı üzerinde üç satır Arapça olarak düzenlenen yapının II Murat tarafından inşa ettirildiği yazılıdır

Muradiye Camii'nin Mimari planı
Muradiye Camii'nin "T" harfi biçiminde olan ve kaynaklarda "kanatlı cami" şeklinde tanımlanan bir imar planı vardır (İlk örneği 1330 yılında İznik'te görülen bu cami planının birçok Osmanlı kentinde, 16yüzyıl sonuna dek yapılan camilerde sıklıkla kullanıldığı görülür)



Edirne Muradiye Camii'nde, giriş revağı kemerlerindeki tuğla malzeme dışında tamamen düzgün kesme taş kullanılmıştır Taç kapının söve ve kemeriyle, iki katlı olarak yapılan pencerelerden alt kattakilerin kiriş ve sövelerinde beyaz mermer kullanılmıştır
Kesme taştan inşa edilen Muradiye Camii'nin, kanatlı cami planından farklı olan bir özelliği, caminin mihrap kısmıyla giriş kısmının aynı düzeyde tutulmuş olmasıdır

Arka arkaya iki büyük kubbe ve yanlarda birer küçük kubbe olmak üzere üç kubbesi vardır Son cemaat yeri dört köşeli 6 sütun üzerine beş gözlü olup, bu alan da beş küçük kubbeyle örtülüdür

Sağda tek şerefeli minaresi yükselir Giriş kapısı üzerindeki yazıtta II Murat'ın adı yazılıdır Arka arkaya 2 büyük, yanlarda birer küçük kubbe olmak üzere 4 kubbe ile örtülüdür, iki büyük kubbe arasındaki kemeri kalem işlemeleriyle süslüdür İçerisindeki duvarlar güzel çiçek motifleriyle bezenmiş altı köşeli beyaz üzerine mavi renkli çinilerle ve araları firuze renkli üçgen levhalarla kaplı olup, iç kısımda bulunan kalem işleriyle süslü bazı kısımları ise sonradan sıvanmıştır Sıvaların döküldüğü bazı yerlerinde bu işlemler görülmektedir Mihrabın sağ ve solunda rölyef, yıldız şekilleri ve diğer motiflerle süslü, sarı renkli güzel çinilerle döşelidir

Arkadaki bahçesinde İngilizler tarafından gönderildiği Edirne'de sürgünde iken ölen Şeyhülislâm Musa Kâzım (1858-1920)'ın Cumhuriyet döneminde yapılmış mezarı ile Şair Ahmet Neşati'nin 1674 tarihli mezarı bulunmaktadır Camiyi yaptıran II Murat'ın mezarı ise Bursa Muradiye Camii'nin yanındaki türbesindedir



Mihrap
Muradiye Camii'nin çini mihrabı eşsiz güzelliktedir İstalaktitli (sarkıtlı) yaşmak, kenar suyu ve yazıları ile Bursa Yeşil Camiinden sonra Osmanlı sanatının en görkemli çinili mihrabıdır Mihraptaki çiniler, renkli sır ve sıraltı tekniğinin en başarılı örnekleri arasında yer alır
Muradiye Camii'nin, yeşil renkli çinilerle süslü ilk minaresi 1752 yılı yer sarsıntısında yıkılmış ve yerine çinisiz olarak 1754 yılında I Mahmut tarafından bugünkü tek şerefeli minaresi yapılmıştır
Süsleme
Taş süsleme, caminin taçkapısında, giriş revağı kemerleri yastıklarında ve pencerelerin alınlık kemerlerinde görülmektedir
Dikdörtgen bir kütle olarak kuzey cephe ortasına yerleştirilen taçkapı, duvardan çok az çıkıntı yapmaktadır Taçkapı üç yönden iç ve dış bükey yarım daire profilli silmeyle çerçevelenmiştir Kavsara başlangıcından zemine kadar olan bölümün, silmelerle dikey dikdörtgen panoya bölündüğü gözlenmektedir Taçkapı nişi yanlardan birer sütunceyle sınırlandırılmıştır Yedi sıra mukarnas dizisinden oluşan yaşmak bir sivri kemerle çerçevelenmiştir

Taçkapı'nın yan nişleri üç köşelidir ve yüzeylerde herhangi bir süsleme bulunmamaktadır Nişler yedi sıra mukarnas dizisinden oluşan bir yaşmağa sahiptirler

Camiye giriş kapısının basık kemerinde, kırmızı ve beyaz taşların dönüşümlü kullanımıyla elde edilmiş renkli taş süsleme vardır
Payelere oturan kemerlerin yastıkları, iç ve dışbükey yarım daire profilli iki silmeyle hareketlendirilmiştir
Caminin iki katlı olarak düzenlenen pencereleri, duvardan 5 santim çökertilmiş bir yüzeye yerleştirilmişlerdir Alt kat pencerelerinin kiriş ve söveleri beyaz mermerden olup, yüzeylerde bir iki sıra silme dışında süsleme bulunmamaktadır Sivri kemerli pencerelerin alınlıkları da yalın bırakılmıştır Pencerelerin kemerlerinden bazılarında kırmızı-beyaz renkli taş kullanılarak renk almaşıklığı elde edilmiştir

Muhteşem kalem işçiliği
Caminin önemli bir özelliği de eski kalem işleridir İki orta kubbeyi birbirine bağlayan büyük kemerin iç yüzündeki kalem işleri ilk kez 1930'da bir parçası badana kazınarak gün ışığına çıkarılmıştır Sıvalar yer yer döküldüğünden ne yazık ki, bu kalem işleri tamamlanamamaktadır

Üslup ve değerlendirme
Edirne Muradiye Camii, iç mekânı süsleyen zengin çini ve kalem işi duvar resimlerine ve tamamen kesme köfeki taşıyla inşa edilmiş olmasına rağmen taş süsleme açısından sadeliğiyle oldukça ilginç bir yapıdır

Muradiye Camii'nin inşa edildiği yıllardaki Edirne eserlerinin de taş süsleme açısından çok süslü olduklarını söylemek mümkün değildir Örneğin bu yapıdan önce inşa edilen Edirne Eski Cami'nin de dış cephesi taş süsleme açısından çok zengin değildir En azından iç mekândaki minberde görülen süslemelerden hiçbiri dış cephede kullanılmamıştır Edirne Yıldırım ve Gazi Mihal Camilerinde de durum aynıdır Taş malzemeye bağlı olarak kayda değer tek süsleme yapının taçkapısında bulunan mukarnaslardır

Caminin iç mekânında bulunan çini süslemelerin Bursa Yeşil Camide çalıştıkları bilinen Tebrizli çini ustaları tarafından yapılmış oldukları ileri sürülmektedir

Yapının dış cephede taş süsleme açısından sade oluşu, bir tarikat yapısı olarak inşa edilmiş olmasından da kaynaklanmış olabilir Evliya Çelebiye dayanarak Mevleviler tarafından kullanıldığı belirtilen Tire Yeşil İmarette olduğu gibi, Muradiye Camii'nde de iç mekân, renkli duvar resimleriyle süslenerek âdeta bir cennet bahçesi imajı yaratılmıştır

Bir geleneğin başlangıcı
Osmanlılarda ibadetlerden sonra, cemaate ikram edilmek üzere şerbet dağıtma geleneği, ilk defa Muradiye Camii'nin musluklarından akıtılarak yapılmaya başlanmıştır

Alıntı Yaparak Cevapla

Edirne'yi Her Yönü İle Tanıyalim

Eski 08-03-2012   #20
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Edirne'yi Her Yönü İle Tanıyalim






önceleri hadis okutulmak için medrese olarak yapılmış olup; sonradan camiye çevrilmiştir

Sultan II Murat tarafından Kaleiçi semtinde kendi adını taşıyan cadde ile doğan sokağın kesiştiği yerde yaptırılmıştır Rivayete göre Sultan II Murat rüyasında peygamberi görmüş ve Dar’ül Hadis’ in yapılmasını emretmiştir

Sultan II Murat ertesi sabah Dar’ül Hadis’ in inşa emrini vermiş ve inşaat Mart 1435’te kullanıma açılmıştır Sultan II Murat günlerce burada hadis okumuş ve Fatih Sultan Mehmet de çocukluk ve gençlik yıllarında burada Hadis eğitimi aldığı rivayet edilmektedir


Cami geniş bir avlu içinde yer almaktadır Avlunun güney ve doğusundaki hazirede, iki türbe ve birkaç mezar, kuzeyinde ongen planlı bir şadırvan bulunmaktadır

Camii, kuzey-güney doğrultusunda uzanan dikdörtgen bir alanı kaplamaktadır Kuzey cephesinin tamamı ile doğu ve batı cephelerinin kuzey kesimini kaplayan bir revak kalıntısı mevcuttur

Düzgün kesme taşlardan yapılmış olan yapıda, kuzey revağının orta birimindeki kubbe ve kemerlerde tuğla kullanılmıştır Orta birimi örten kubbe dört sütun tarafından taşınmaktadır

Dış Cepheler
Harimdeki pencere açıklıklarının belirli bir düzene göre yerleştirildikleri görülmektedir Dikdörtgen şekilli alt sıra pencerelerinin sivri kemerli alınlıkları vardır Üst sıra pencereleri yuvarlak kemerlidir Üst sıra pencerelerinin dışlıkları alçıdandır

Batı cephesinin güney kesiminde, yukarıya doğru incelen, dikdörtgen kesitli bir payanda görülmektedir Harimin kuzey duvarı ortasında, üzeri bir basık kemerle örtülmüş giriş açıklığı bulunmaktadır Basık kemerin biraz üzerinde, üst üste yerleştirilmiş iki kitabe yer almaktadır

Dar’ül Hadis’ in Kitabesi
Yapının, üç kitabesi mevcuttur Giriş aralığını örten basık kemerin hemen üzerinde yer alan iki kitabeden üstteki, ilk inşa kitabesidir Kitabe Metninin Türkçesi Bu cami-i şerifi, büyük sultan, ulu şahinşah, gökten destek bulmuş, muzaffer, düşmanları ezen, iyilik ve adaletin yardımcısı, ehl-i iman üzerine emniyet kanatlarını geren, sultan oğlu sultan, Ebu'l-Feth, Bayezid Han oğlu, Mehmed Han oğlu Murad Han -saltanatının kaynakları zeval bulmasın ve onun devleti ebedi olsun-(yaptırdı) (Bunun) yazılışı Hicri Nebevi 838 yılı Şaban ayının yirmiüçüncü gününde (gerçekleşti)


Mimarisi
Dikdörtgen planlı Cami iki bölümden oluşmaktadır Birinci bölüm yanlarda duvarlara, ortada ise iki sütuna oturan üç kemer, bu iki bölümü birbirinden ayırmaktadır

Kuzeydeki dikdörtgen bölüm üç birimden oluşmaktadır Ortadaki birim beyzi bir kubbeyle, iki yandakiler ise birer çapraz tonozla örtülüdür Bugün bu bölümde ahşap destekler üzerine oturan, ahşap bir kadınlar mahfili bulunmaktadır


Cami; mihrap nişi içinde, pencerelerin üst kesiminde, pandantiflerde, kubbe göbeğinde ve kubbe eteğinde kalem işi süslemelerle donanmıştır Mihrap nişinin üst kesiminde, ayrıntılı bir şekilde işlenmiş bir perde motifi bulunmaktadır Köşeliklerinde, doğal görünümlü birer çiçekli dal motifi görülmektedir

Mihrap çerçevesi üzerinde, bitkisel unsurlu süslemeler mevcuttur Pencerelerin üst kesimlerini, bitkisel süslemeler taçlandırmaktadır

Kubbe eteğine, ana hatlarıyla birer üçgeni anımsatan, iki farklı boyutta süsleme unsurları yerleştirilmiştir Bu süslemelerden küçük olanların tepesinde, doğal görünümlü çiçekli dallar yer almaktadır

Kubbe göbeğindeki madalyonun çevresinde de kubbe eteğindekileri andırır süslemeler görülmektedir Madalyonun ortasını dolduran perde motifini andırır süsleme, her biri içine birer çiçek motifi işlenmiş, yatay dikdörtgen şekilli bir dizi kartuşla çevrilidir Yapının iki yanında birer tabhanesinin (Mutfak) bulunduğu nakledilmektedir Ancak bu yapılar günümüzde mevcut değildir Cami ve medresenin giderleri kaynak üretmek için; 1489, 1528 ve 1613 yıllarında, Edirne'de dükkanlar, hamam kira gelirleri ile köyler vakfedilmiştir

Alıntı Yaparak Cevapla

Edirne'yi Her Yönü İle Tanıyalim

Eski 08-03-2012   #21
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Edirne'yi Her Yönü İle Tanıyalim







Cami dışına asılmış olan, birbirine geçme küpe şeklindeki iki mermer halkadan dolayı, halk arasında "Küpeli Cami" olarak da anılmıştır

Şehir merkezi dışında Meriç nehri kenarında cami adıyla anılan mahallesinde, Yıldırım Bayezid tarafından 1399 yılında kiliseden camiye çevrilerek yapılmıştır
Camii; Tabhane, imaret, hamam, köprü ve Şehzadeler Türbesi' nden oluşan külliyenin bir parçasıdır Dört kemer üzerine bina olmuş bir kubbesi vardır
Yıldırım Bayezid camii, Edirne'nin durgunluk döneminden geriye kalan tek yapısıdır
Abdurrahman Hibrî bu camii ile ilgili olarak şunları söylemiştir:

"Garip görünüştür ki bu camii Yıldırım Han kendileri bina etmek üzere meşhur ve maruf iken, yine, tarzı kiliseden dönme şeklinde ve mihrabı çarpık olmuştur O tarihlerde yapılan benzeri görülmemiş camilerde belirdiği gibi usta mimarlar varken böyle tarzı, Allah bilir ki bu yerde aslında bir kilise bulunup üzerine yapılmış ola Bu camii şerif sene isneyn (pazartesi) ve semani-mae (H802)/M 1399’da tamamlanmıştır Yanında imaret-i amiresi vardır"

O zaman ki şehrin mahallelerinin biraz dışında kalan Yıldırım Bayezid Camii, küçük bir orta kubbenin etrafında haçvâri dört tonozdan ibaret olarak "Ravenna da Galla Placidia" türbesinin çok nadir kullanılan plân sistemine benzemekte olup, Osmanlı mimarisinden daha ziyade batı mimarisi bakımından ilgi çekmektedir Galla Placidia'dan farkı, haçın ön köşelerine iki ayrı odanın ilâve edilmiş olmasıdır Dr Rifat Osman Bey, evvelce burada Tirisiye Hares Kilisesi bulunduğunu ve şimdiki caminin bu kilisenin harabeleri üzerine inşa olunduğundan mihrabının eğri düştüğünü kaydetmektedir

Camiye yaklaşım, Yıldırım köprüsünü geçtikten sonra, köprüyü karşılayan dış avlu kapısından olmaktadırBu kapıdan, üzerinde ikinci bir avlu kapısıyla, iki yan kapının ve pencerelerin bulunduğu ve yapının tam orta aksında ve avlunun ortasında yer alan şadırvan, cami şadırvanının ve bir müştemilatın da yer aldığı avlusuna ulaşılmaktadır

Caminin ana girişi doğu cephesindedir Caminin tek minaresi de bu cephe üzerinde, güneydoğu köşesinde göze çarpmaktadır
Caminin plan şemasına bakıldığında, kare planlı, sağır kubbeli ve merkezi mekana saplanan dört ana yönde, üst örtüsü tonoz olan dört eyvan görülmektedir

Doğu cephesinde, bu haçvari plan şemasında varolan eyvanların kollarının tamamlandığı köşelere, kuzey ve güney tabhane mekanları yerleştirilmiştir Bu mekanın da üst örtüsü, yapının geometrik ortasında bulunan merkezi kubbeyi destekler biçimde kubbedir Kubbelerin üçüde kasnaksızdır

Bir merkezi kubbeye dört yönden açılan eyvanlar ve bu eyvanlardan doğudakinin güney ve kuzeyine eklenen iki tabhane hücresi ve doğudaki revaklı giriş bölümüyle erken dönem içinde farklı bir plân şeması arz eden Yıldırım Camii'nin orijinal olup olmadığı tartışıla gelmiştir



Yıldırım Camii Türk eseri olarak esasında bir imaret olup, zaviye olarak kullanılmak üzere yaptırılmıştır Bu amaçla haçın iki kolu arası birer oda halinde kapatılarak tabhane(Mutfak) odaları şekline sokulmuştur
Zaviyenin Edirne Müzesi'nde bulunan ve 1537 envanter numarasıyla kayıtlı üç satırdan ibaret olan sülüs hatlı Arapça kitabesi, H802/M1399-1400 tarihlidir Kitabenin okunabilen bölümlerinin transkripsiyonu ve tercümesi şöyledir:

(l)Emir es-sultan el-azâm züluüahi fıl-
alemes-sultan (2)Bayezıd ibn Murad ibn
Orhan nashazel imaretla zalat mamure
ve kane'l-fakisene eşneyn ve semanemie
el Haliliyere (3)ve'l-ulemai ve'l-seyyid el
Emir ve ulu sultan, Tanrı'nın bu alemdeki gölgesi Orhan oğlu Murad oğlu Bayezid Han, seyyid, ulema ve fakirler için bu mamur imareti sekizyüziki 802 senesinde inşa ettirdi

Malzeme
Zaviyede gözenekli sarımtırak köfeki taşıyla birlikte tuğla malzemenin duvar örgüsünde kullanıldığı gözlenmektedir Taş-tuğla almaşıklığında bir taş-üç tuğla veya bir taş-beş tuğla sistemi kullanılmıştır Yani almaşıklık sisteminde bir standart yoktur Doğudaki giriş revağında, sekiden yükseltilmiş kaidelere oturan sütunların başlıkları ve güneydoğudaki tabhane hücresinin pencere lentosu (kiriş) Bizans döneminden devşirme malzemeler olarak dikkati çeker

18 yüzyılda kubbe ve son cemaat yerinin ilaveleriyle şimdiki görünümünü almıştır Aslında haç biçiminde 4-5 yüzyıllarda yapılmış bir mozole olan binanın, haç biçimindeki dört kolunun tonozları Türk mimari üslubunda sivri kemerli olarak yapıldıktan sonra, dış duvarları binanın ilk yapısı tamamen Türk tarzı olan tuğla-taş tezyinat ile kaplanmıştır

Esas yapıda fazla bir değişiklik olmamış yalnız son cemaat yerile bir minare yapılmıştır Üçgen kıvrımlar üzerine oturtulmuş olan kubbe de Osmanlı yapısıdır Pencereler 14 ve 15 asır şekillerini göstermektedir



Süsleme
Caminin pencere alınlıklarında değişik şekillerde kesilmiş taşların tuğlayla beraber kullanımı sonucu ortaya çıkan süslemeler Osmanlı dönemine aittir

Kuzeybatı cephedeki pencere ile güney duvarın doğu tarafındaki pencere alınlıklarında, altıgen şeklinde kesilmiş taşların tuğlalarla kuşatılması sonucu oluşmuş geometrik düzenleme bulunmaktadır Kuzeydoğu cephedeki pencere ile batıdaki kapının üstünde bulunan pencerenin alınlıklarında kare boyutlu taşlar kullanılmıştır Birinde taş ve tuğla yatay eksende bir taş, iki tuğla almaşıklığı meydana getirecek şekilde istiflenmiştir Diğerinde ise tuğlalar diyagonal şeritler biçiminde düzenlenmiştir Güney eyvanın (tonoz örtü) batı duvarına açılan pencerenin alınlığında, sekizgen biçimindeki taşlar her köşeden bir tuğlayla çerçevelenmiştir Her sekizgenin çapraz eksendeki köşelerinde kare boyutlu birer küçük yer almaktadır Doğu cephedeki giriş revağının (kemer altı) sütun ve başlıkları devşirmedir Sütun başlıklarında, köşeler stilize serviye benzer şekilde, çizgilerle pahlanmakta, yüzeylere ise üçlü yapraktan oluşan basit bitkisel bir süsleme kabartılmıştır Pencere kirişinde ise yatay eksende yan yana dizilen ve birer düğümle birbirlerine bağlanan dairelerin merkezlerinde kesişen kırık çizgilerin böldüğü yüzeye yerleştirilmiş palmetlerden oluşan geometrik bezeme yer almaktadır
Tuğla hatıllarının tertibi, özellikle pencere biçimleri ve alınlıkların değişik tuğla süslemeleri bu duvar kılıfının Türk inşaatı olduğunu belli eder Ancak binanın aksi kıble istikametini vermediğinden haçın kollarından birbirinin köşesine meyilli olarak mihrab yerleştirilmiştir
Camii kapısının iki tarafında bulunan tabhanelerin duvarları ve ocakları zengin bir çini dekoru ile kaplı idi Evvelce çinilerle kaplı olan ve son derece zengin ve zarif kabartma işlemelerle süslü ocakları olan bu tabhanelerin duvarlarında sayısız denecek kadar çok gemi resimlerine rastlanırdı

Üslup ve Değerlendirme
Taş ve tuğlanın standart bir almaşıklığa dayanmadan örgü malzemesi olarak kullanıldığı duvarlara açılan pencerelerin alınlıklarına aynı malzemelerin kullanımıyla oluşturulan basit geometrik düzenlemeler cephenin kendi içinde, malzeme açısından bir uyum sağlamıştır Devşirme malzeme daha önce kullanıldığı gibi yapısal işleve yönelik olarak kullanılmıştır

Tadilatlar ve son durum
Gurlitt Hammer'e göre kubbe ve son cemaat yeri on sekizinci asırda yapılan tamirde bu günkü şeklini almıştır Gurlitt Hammer ilk yapının her halde Haçlılar seferinden evvel hatta belki de Galla Placidia'nın inşası tarihi olan (440) yılından çok uzak olmayan bir zamandan kaldığını 1400 tarihlerinde camiye tahvil edildiği zaman sivri kemerli tonozların ilâve olunduğunu kabul etmektedir
Edirne'de ayakta kalan en eski cami olan Yıldırım Bayezid Camii bugün ne yazık ki harap ve terk edilmiş halde

Cami kapısının iki tarafında bulunan tabhanelerin duvarları ve ocakları zengin bir çini dekoru ile kaplı idi Gerek bunlar, gerekse caminin şadırvan ve imareti 1877/78 Rus işgalinde harap olmuştur Doğu kapısı önünde Bizans başlıklı sütunlar üzerine kurşun kaplı bir çatı varken 1910 da yıkılmış, bu arada Birinci Sultan Murat’ın oğlu Ahmet ile diğer bir şehzadenin gömülü olduğu şehzadeler türbesi de yıkılmıştır Şimdi caminin son cemaat yeri harap bir hâldedir Bugünkü caminin arkasında güney batı tarafında eski kapı hâlen mevcuttur

Yıldırım Camii, zamanla normal bir mahalle cami halini almış ve zamanla bazı aksamı değişerek günümüze kadar gelmiştir

Alıntı Yaparak Cevapla

Edirne'yi Her Yönü İle Tanıyalim

Eski 08-03-2012   #22
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Edirne'yi Her Yönü İle Tanıyalim





Edirne'de Hamamlar, dıştan tüm iddiasız, sade görünüşlerine karşın, iç mekanda zengin, Anadolu-Türk mimarisinde matematiğin, geometrinin, geometri ile bezeme arasındaki ilişkinin ve çeşitliliğin yaşayan kanıtları olarak ayrı bir güzelliğe sahiptir
Edirne'nin Osmanlı dönemi tarihi kaynaklarında, hamam yapılarının mimari özelliklerinden çok az söz edilmektedir Bunlara göre, Edirne'de hamamlar, dıştan tüm iddiasız, sade görünüşlerine karşın, iç mekanda zengin, Anadolu-Türk mimarisinde matematiğin, geometrinin, geometri ile bezeme arasındaki ilişkinin ve çeşitliliğin yaşayan kanıtları olarak ayrı bir güzelliğe sahiptir
Edirne hamamları, tüm bu niteliklerine karşın, özgün işlevini yitiren yapıların, yerine konması mümkün olmayacak bir biçimde, tüm ayrıntılarıyla birlikte giderek yok olmaktadırlar
II Murad dönemi hamamlarının bir çoğu günümüze kadar ulaşmış olsa da, XV ve XVIyy kaynaklarına göre 35 hamam varken bunların önemli bir bölümü XVIIyy' a kadar bile varlığını sürdürememiştir Günümüze bunlardan 12'si kısmen yıkık olarak ulaşmıştır Günümüzde ise sadece 2 hamam hizmet vermektedir
Edirne Hamamlarının Mimari Analizi
Osmanlıların ikinci büyük yerleşme yeri ve uzun yılar başkenti olan Edirne'de mevcut hamamların yanı sıra kaynaklara dayanarak ismen tespitleri yapılmış olan hamamların çokluğu ve bu hamamların günümüze gelmiş örneklerinin mimari özellikleri ile plan şemaları Türk hamam mimarisinde dikkate değer özellikler göstermektedir
Tipik örnekler olarak ortaya çıkan Edirne hamamlarının plan tiplerini Osmanlıların Edirne'den evvelki yerleşme yeri olan ve Osmanlı mimarisinin ilk örneklerinin bulunduğu Bursa ve dolaylarında görmek mümkündür Başlıca iki grup halinde toplanan Edirne hamamları, sıcaklık planlarına göre :
a — Haçvâri ve köşe hücreli dört eyvan şemasında yapılmış olanlar ki değişik varyasyonlarını ihtiva eden bu tipe şu hamamlar girmektedir:
Tahtakale hamamı, erkekler kısmı, Topkapı Hamamı, Yeniçeriler Hamamı, Beylerbeyi hamamı Erkekler kısmı, Sokullu hamamı erkekler kısmı
b — Ortası kubbeli ve çifte halvetli, enine sıcaklıklı tipli:
Gazi Mihal bey hamamı erkekler kısmı, İbrahim paşa hamamı, Abdullah hamamı, Mezit bey hamamı, Tahtakale hamamı kadınlar kısmı, Saray hamamı kadınlar kısmı
Birinci grupta toplanan hamamların çok değişik bir tipini saray hamamı erkekler kısmında görmekteyiz Büyük bir kubbenin örttüğü ana mekân içten dört eyvanlı ve köşe hücreli hale getirilmiş, fakat eyvanlar mekanın bütünlüğüne hiçbir zaman tesir etmemiştir Bu tip hamamlar fazla olmamakla beraber bir örneğini de Aydın'da Nasuh paşa hamamında görmekteyiz
İbrahim paşa hamamının yan sıcaklığının bir benzerini de Merzifonlu Kara Mustafa paşa hamamında gözlemlemek mümkündür
Gazi Milhal Bey Hamamı kadınlar kısmının sıcaklık planını ise İznik'te erken Osmanlı hamamların İsmail bey hamamında bulunur Detaylar bakımından büyük benzerlikler gösteren bu iki hamam iç tezyinatı ile de erken devir hamamlarının en güzel örnekleri arasında yer almaktadır
Edirne'de tarihi kayıtlara geçip te günümüze ulaşamayan hamalardan bazıları ise şunlardır:
Topkapı Hamamı
Üç şerefeli camiin 300 metre batısında ve Kaleiçinde bulunmaktaydı II Murat tarafından yaptırılmış olan hamama Alaca hamam da olarak ta bilinmekteydi Kitabesinde hamamın H844 (1444) tarihinde II Murat tarafından yaptırılmış olduğu anlaşılmaktadır Hıbri efendi ise hamamın çifte hamam olduğunu, fakat erkekler kısmının kışın fazla ısınmadığı için rağbet görmediğini söyler XIX yüzyıla kadar işler durumda olan hamam Balkan harbinden sonra kapatılarak kendi haline terkedilmiş 1975'li yıllarda yarıya yakın kısmı yıkılarak harabe haline gelmişti
Mahmutpaşa Hamamı
Fatih Sultan Mehmet döneminde Vezir-i azam Mahmut Paşa tarafından Debbağhane semtinde çifte hamam olarak yapılmıştır Yapıldığı dönemde kubbesi yüksek ve camekandır Gönül açıcı benzersiz bir iç mekanı olduğu, tek kurnalı yüksek bir halvet yeri bulunduğu, sanat sahiplerine ait ayrı ayrı bölümleri bulunduğu rivayet edilir
Şifa Hamamı
Köseç Balaban mahallesinde, Kurşunlu Fırın Şifa Hamamı sokağında üçüncü numaradadır Karanfiloğlu Ali Efendi tarafından yaptırılmıştır
Büyük bir ferdi (çifte olmayan tek işlevli, yalnız erkek veya kadınlar için) hamam olup camekânı ahşaptandır Eski adı Yekta hamamı olan hamam Şifa hamamı olarak ta anılmıştır
Yaptıran Ali Efendinin, vakıf görevlisi iken nişancı olduğunu Raşit tarihi 1694 (H1106) senesi olayları sırasında yazmaktadır Buna göre, Edirne'de en son yapılmış olan bu hamam olduğu meydana çıkmıştır
İçinde, hastalar için ayrılmış bir bölüm olduğu için bu ad verilmiştir Yaptıranın adını taşıyan Üç Şerefeli civarında bir de çarşı vardır
Kasım Paşa Hamamı
Fatih Sultan Mehmet döneminde Kubbe camekanlı, çifte hamamlı olarak Evliya Kasım Paşa tarafından yapıtırılmıştı
Hundi Hatun Hamamı
Fatih Sultan Mehmet döneminde yapılmıştı
Çukur Hamam
Yıldırım Bayezid döneminde yaptırılmıştır Tapu defterinde, Kaleiçinde bir hamam olarak görülmekteydi
Yıldırım Hamamı
Yıldırım Bayezid tarafından, Yıldırım Bayezid camii yakınında yaptırılmıştı
Yahşi Fakih Hamamı
Sultan I Murat döneminde, Yahşi Fakih tarafından yaptırılmıştı
Fil Hamamı
II Murat döneminde Hadım Şahabettin Paşanın saraçhane köprüsü yakınında yaptırılmıştı
Saruca Paşa Hamamı
IIMurat döneminde, Sevindik Fakih mahallesinde yapılmıştı
İshak Paşa Hamamı
Fatih Sultan Mehmet döneminde yapılmıştır Tahtalı hamam olarak ta bilinir Tek hamam olup camekanı ahşaptandı
Kilimli Hamamı
Fatih Sultan Mehmet döneminde İbrahim Paşa tarafından yapılmıştı
Rum Mehmet Paşa Hamamı
Fatih Sultan Mehmet döneminde Hoca Hayrüddin mahallesinde yapılmıştı
Zen-i İbrahim Hamamı
Fatih Sultan Mehmet döneminde Kıyık semtinde yapılmıştı

Ahi Çelebi Hamamı
II Bayezid döneminde yapılmıştı
Çifte Hamam
II Bayezid döneminde yapılmıştı
Sinan Paşa Hamamı
II Bayezid döneminde yapılmıştı
Oğlanlı Hamamı
II Selim dönemi Hekim başlarından Mevlana Kemal tarafından yaptırılmıştı
Salhane Hamam
Eskiden Mezit bey imaretinin bulunduğu mahallede Gazi Mustafa paşa tarafından yaptırılmıştı Tek hamam tipindeydi
Tahmis Hamamı
Eskiden Tahmis olarak adlandırılan yerde, İki kapılı hanı yaptıran Mustafa paşa tarafından yaptırılmıştı Tek hamam tipinde olup çatısı kubbedendi
Çuhacılar Hamamı
Eski Camii yakınında Fatih döneminde, Yahşi Fakih tarafından yaptırılmıştı Tek hamam tipinde olup camekanı ahşaptandı
Hıdır Ağa Hamamı
Hıdır Ağa mahallesinde, aynı adla anılan kişi tarafından yaptırılmıştı
Ağaçpazarı Hamamı
Gazi Hoca mahallesinde İsmihan Sultan tarafından yaptırılmıştı
Çıngıllı Hamam
Molla Fahreddin mahallesinde yaptırılmıştı

Alıntı Yaparak Cevapla

Edirne'yi Her Yönü İle Tanıyalim

Eski 08-03-2012   #23
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Edirne'yi Her Yönü İle Tanıyalim





Halen devasa kütlesi ile Edirne'nin içinde abidevi bir şekilde duruyor Rüstempaşa Kervansarayı bugün otele dönüştürülmüş şekliyle hizmet vermeye devam ediyor



Rüstempaşa Kervansarayı, Kanunî Süleyman'ın ünlü sadrazamı Rüstem Paşa tarafından 1561 yılında Mimar Sinan'a yaptırılmıştır Kervansaray iki bölümden oluşur, birinci bölüm büyük avlunun bulunduğu yer Büyük Han, İkinci bölüm Küçük Han ya da Deve Hanı olarak adlandırılır Ön cephesinde 21 dükkan ve 102 oda bulunur

1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı'nda, büyük avluda altı şadırvan üstü mescit olan ve Köşk Mescit diye adlandırılan bina yıkılmıştır

Büyük Han bölümünün ikinci katında alttan ısıtmalı tipik Türk Hamamı yapılmış, devrin özelliğine uygun çinilerle kaplanmıştır

Rüstempaşa Kervansarayı, 1972 yılında restore edilerek otel haline getirilmiş ve başarılı görülen bu restorasyonla 1980 Ağa Han Mimarlık Ödülü'nü almıştır



"Büyük hayrat Bu Sultan Ahmed döneminde küçük bir han imiş Sonra Ekmekçizâde Ahmet Paşa temelinden yıkıp büyük bir han yaptırmış ki Edirne kentinde ve İstanbul'da misali yoktur" Evliya Çelebi



Ekmekçizâde Ahmet Paşa Kervansarayı, Ayşe Kadın Hanı olarak da bilinir Yancıkçı Şahin mahallesinde İstanbul yolu caddesinde Ayşekadın semtinde bulunmaktadır

Ekmekçizâde Ahmet Paşa tarafından 1609 (H1018) tarihinde Sedefkar Mehmed Ağa ile Edirne'li Mimar Hacı Şaban Ağa'ya yaptırılıp Sultan Ahmed'e hediye edilmiştir

İki şadırvanı ve tabhanesi bulunan büyük bir kervansaraydır Bunlardan başka dört büyük ahır, birçok odalar, cadde üzerinde taş yapı dükkânlar ve iki ahır arasında büyük bir havuz ve üzerinde kusursuz bir kemeri vardır

Yapımın bitişine Edirneli Mehmet Kisbî Çelebi tarafından yazılıp mermer levha ile kapısı üstüne asılı tarih yazısı bulunmaktadır



Kisbi Efendinin Tarih Manzumesi
"Temaşa eyleyüp Kisbî dedi itmamena târih
Yapıldı han sultan Ahmet oldu bî bedel âbâd"

Evliya Çelebi bu kervansaray için şöyle der: "Büyük hayrat Bu Sultan Ahmed döneminde küçük bir han imiş Sonra Ekmekçizâde Ahmet Paşa temelinden yıkıp büyük bir han yaptırmış ki Edirne kentinde ve İstanbul'da misli yoktur Bu Ayşe Kadın (Eşe Kadın) hanı tam ikiyüz ocak olup avlusunun bir tarafında da içli dışlı harem odaları vardır Ahırı bin tane at alır Dört tarafı sofalı olup dış avlusu dahi bin kadar deve ve at alır Kale gibi handır"



Osmanlı Hanlarının erken örneklerinden biridir
1946 yılına kadar cezaevi olarak kullanılan bu han, günümüzde kültür merkezi olarak hizmet vermektedir Ahmet Bâdi Efendi Riyaz-i Belde-i Edirne adlı eserinde bu han ile ilgili şu bilgileri aktarıyor:

Yapı iki katlı olup, Osmanlı Hanlarının erken örneklerinden biridir Yapıda kesme taş ve tuğla kullanılmıştır Üst katında 31 odası bulunmaktadır İnşa yılı olarak, yapının özelliğine dayanılarak 15 yy ilk yarısında yapıldığı tahmin edilmektedir

Vali Rüstem paşa zamanında (1846) yapı tamir edilerek cezaevine dönüştürülmüştür 1946 yılına kadar cezaevi olarak kullanılmıştır

Vali Hacı İzzet Paşa (1891-1892) zamanında esaslı bir tamirat görmüş ve hapishaneye ek olarak revir ve 4 oda daha eklenmiştir Yapının güney cephesinde Mustafa Razi tarafından yazılmış bir kitabe bulunmaktadır

Günümüzde restore edilerek Kültür Merkezi olarak kullanılan yapıda Edirneli ressam Hayri Çizel ve Edirne'de görev yapan Hasan Rıza Sergi salonları ile atölyeler ve üst katlarda idari odalar bulunmaktadır


Hükümet Caddesinde, Üç Şerefeli Camiinin karşısında, Sokullu Hamamı’nın güney bitişiğinde yer almaktadırŞehir merkezinde, Hükümet Caddesinde, Üç Şerefeli Camiinin karşısında, Sokullu Hamamı’nın güney bitişiğinde yer alan bu yapı, 16 yüzyılın II yarısında Sokullu Mehmet Paşa tarafından Mimar Sinan’a yaptırılmıştır

Yapım tarihi Sokullu Hamamı ile aynı zamana rastlamaktadır Han, 1965 yıllarına kadar onarım görmemiş ve büyük bir kısmı yıkılmıştır Horozlu Bayırı Caddesinde bugün üst kısmı, yıkılmış olan saat kulesinin karşısındaki han girişi ve girişin sol tarafı beden duvarları ayakta kalabilmiştir 1967-1969 yılları arasında, ayakta kalabilen bu kısımda yıkılarak hanın tamamı, anıtlar kurulu kararıyla restorasyon projesi çizilip yeniden yapılmıştır Alt katta dükkan sıraları, üst katta da han odaları bulunmaktadır Han girişi eski yerinde Horozlu Bayırı Caddesi içindedir Dükkan cepheleri kesme taş üzerine tuğla kemerlerle geçilmiştir; Üst yapıda bir sıra taş ve iki sıra tuğla derzli olarak örülmüştür

Dikdörtgen pencere kenarları kesme taş sövelerle geçilmiştir Pencereler tuğla örgüler arasında üç sıra kesme taşla birbirine bağlanmıştır Beden duvarları kirpi saçakla son bulmaktadır L planlı hanın iç kısmında üst kattaki odalara çıkan merdiven han girişinin sağında yer almaktadır Dış cephe boyunca sıralanmış odaların her birinde birer ocak bulunmaktadır


Devrinin bütün özelliklerini taşıyan bu yapı, XVI yüzyıl Osmanlı Mimarisinde inşa edilmiş diğer sahil kervansarayları içinde önemli bir yere sahip olduğunu vurgulayan bir örnektir
Enez kervansarayının konumu
Trakya'nın güneybatısında, Meriç nehri deltasının doğusunda eski bir yerleşim yeri olan Enez'in plajı olarak bilinen, takriben Enez'e 7 kilometre uzaklıkta ve Gümrük denilen yerdedir

Karadeniz'deki Burgaz (Odessos) şehrinden güneye giden ticaret yolu, yukarı Meriç vadisine vardıktan sonra, ya karayolundan veya Meriç Nehri ile Enez'de Ege Denizi'ne ulaşmakta, bu yol Karadeniz, İstanbul Boğazı, Marmara ve Çanakkale'den dolaşan deniz yolundan çok daha kısa olmaktadır Bu yol ayrıca Karadeniz ile Ege Denizi arasında ticari yönden daha emin bir bağlantı olmaktaydı
Ege adaları ile Trakya arasındaki ticarette bir değişim merkezi olarak rol oynamış olan Enez'in liman şehri olarak tarihi süre içinde gelişmesini sürdürürken, Gümrük adıyla bilinen yerdeki bu sahil kervansarayı, Osmanlı Devri'nde yoğunlaşan ticari hayatın değişim merkezi olarak inşa edilmiş olmalıdır İşte devrinin bütün özelliklerini taşıyan bu yapı, XVI yüzyıl Osmanlı Mimarisinde inşa edilmiş diğer sahil kervansarayları içinde önemli bir yere sahip olduğunu vurgulayan bir örnektir

Mimari Özellikleri
Yapıya ait herhangi bir kitabe mevcut değildir Yapı kıyıya dik olarak uzun dikdörtgen şeklindeki plân konumu ve semasıyla (bir bütün içinde ard arda mekânların sıralanması) kervansaray mimarisinde tek örnek olarak görülmek istenirse de, bölgenin diğer kervansarayları ile ana hatları ve malzeme benzerliğiyle, çok kullanılan bir şemanın, ihtiyaca cevap verecek ölçüde uygulanmış olduğu bir örnek olmaktadır

Doğu-batı doğrultusunda kıyıya dik olarak inşa edilmiştir Dik konumu denizden gelecek saldırılara karşı korunmasını sağlamak düşüncesi ile doğmuş olabilir Denize dik konumlu uzun bir diktörtgen olup, kervansarayın dar cephesi dıştan dışa 10,60 metre, uzun cephesi ise 10675 m ölçüsündedir Bugün yer yer ağaçlı bir tarla içinde kalmış olan yapı, uzaktan ince uzun bir siluet halinde görülmekte, fakat yaklaştıkça hacim olarak belirmektedir




Alıntı Yaparak Cevapla

Edirne'yi Her Yönü İle Tanıyalim

Eski 08-03-2012   #24
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Edirne'yi Her Yönü İle Tanıyalim







Selimiye`nin Çarşısı Selimiye'yi görmeye gelen ziyaretçilere alışveriş imkanı sağlamak için yapılmış aynı zamanda da şehre büyük ekonomik katkı sağlanmıştır


Üçüncü Murat'ın Selimiye Camii'ne gelir olmak üzere Mimar Davud'a, Selimiye Camisinin sağ tarafındaki yamacına yaptırmış olduğu çarşı 73 kemerli olup, boyu 225 metredir İçinde 120 dükkan barındıran çarşının 4 kapısı bulunur
Önceleri bu çarşının üstü kurşunla örtülüymüş Yapılan bir tamirde Arasta'nın üstünden kurşunları alınıp yerlerine kiremit konmuş ve satılan kurşunların parası yapının tamirine harcanmıştır
Tamirden sonra konan kitabe şudur:
"Mübarek eyleye Allah zehi âli makam oldu Şüyu buldu cesametle heman etrafı eknafa Dedim tam tarihin tamiri haffafhaneye Arif Bina oldu arasta sa'd ola hakka bu esnafa 1874"
Evliya Çelebi buranın “Kavaflar(ayakkabıcılar) çarşısı" olduğunu yazar Dua kubbesinde, burada dükkânı olanlar sabahleyin doğru iş yapacaklarına dair dua ettikleri bilinmektedir
Çelebi burada o zaman yapılan türlü türlü pabuçların adlarını sayıyor Esnafın mallarını satabilmek için müşterilere dökülen dilleri kendisine mahsus bir şive ile uzun uzun anlatıyor
Son Balkan Savaşında düşman mermileri ile iki yerinden yıkılan Edirne'nin bu güzel ve tarihi çarşısı,restore edilerek günümüzde gezilip görülmesi gereken yerlerden biri olmuştur




Tarihi Ali Paşa Çarşısı, 1992 yılında çıkan yangın sonucunda kullanılamaz hale gelmiş, 5 yıl sonra ise restore edilerek tekrar hizmete açılmıştır


1561 yılında Hersekli Ali Paşa tarafından Mimar Sinan'a yaptırılmıştır Bir rivayete göre Kırklareli'nde yapılacak bir camiye gelir temin etmek amacıyla yaptırılmıştır Yapılmasındaki diğer bir amaç ise kıymetli eşya satan (Altın, Gümüş vb) ticaret erbabını bir çatı altında toplamak ve bu ticaret erbabının korunmasını sağlamaktı

Evliya Çelebi'ye göre her gece yüz adet bekçinin çarşıyı beklemesi de çarşıda satılan eşyaların değerini açıkça kanıtlıyor Alipaşa Çarşısı'nın bir özelliği de duvarlarının kırmızı beyaz taştan yapılmış olmasıdır Burada Türk Bayrağı renk olarak sembolleştirilmiştir

Günümüzde Edirne'nin ticari hayatı bakımından yerli yabancı turistlerin akınına uğrayan Alipaşa çarşısında 130 tane dükkan ve 6 kapı bulunmaktadır Günümüzde Alipaşa çarşısında altın ve gümüş gibi kıymetli eşya satan ticaret erbabına çok az rastlanmaktadır Şu anda 2 kuyumcu dükkanı bulunmaktadır Bugün Alipaşa'da çok değişik ticaret erbabı mevcuttur
Lady Montegau Alipaşa Çarşısı hakkındaki görüşlerini şöyle açıklıyordu; "Çarşının boyu yarım mil, üzeri kubbeli, içi gayet temiz Üçyüz altmış dükkan var ki, Londra'daki borsa gibi, satılık olarak teşhir edilmiş gayet kıymetli her çeşit mallarla doludur Fakat Edirne Çarşısının kaldırımı Londra'dakinden daha temiz, işsiz güçsüz adamlar burada gezmeye, kahve veyahut şerbet içmeye geliyorlar Bizim tiyatrolarda olduğu gibi, buralarda da bağırıyorlar Bu çarşı Alipaşa tarafından tesis edilmiştir Onun adını taşıyor fakat fiyatlar pek fazla "

Evliya Çelebi ise bu çarşı için şu sözleri söylemiştir:

"Süleyman Han vezirlerinden tabiat ve cömertlik sahibi Alipaşa ve meşhur Mimar Koca Sinan Ağanın binasıdır Doğrusu bunda dahi var olan kudretini sarf edip Balıkpazarı adlı kapı dibinden iğneciler kapısına kadar büyük caddenin iki tarafına koca üstat öyle bir güzel çarşı tarh etmiştir ki vasfı mümkün değil İki başında muazzam kale kapıları gibi kapılar var ki güya her biri Mısır’ın Babünnasır’ıdır Ama hakikatte Babünnasır’dan kavi (sağlam) kapılardır "

Burada her gece yüz adet bekçi beklermiş Zira burada olan hesapsız mal dikkate muhtaçtır Bu gönül alıcı çarşı kuzeyden güneye olup, bir demir kapıdan diğerine varıncaya kadar tam bin adımdır Sağ ve solunda üçyüz altmış kepenk dükkânı vardır Hepsini üstad öyle çırpı ile bina eylemiş ki birbirinden zerre kadar ayrılmaları imkânsızdır Bunlar sağ ve solunda iki kanat gibi kanat açıp dururlar Bu çarşının üzerleri hep kasra takı gibi kargir bina olup kurşunludur

Açılmak için kemerlerin bir demir kapaklı pencereleri vardır Bekçiler her gece o deliği kaparlar Burada dahi Anka bezirganları vardır

Çarşuyu hüsnü seyrettim seraser Hâce ben
Bir vefâ dükkânı yoktur hep cefâ pazarıdır
Beytinden anlaşıldığı gibi çarşı dükkânlarında kıymetli eşyalar çoktur Fakat gayet pahalıdır

Bütün kubbeleri baştanbaşa mavi gökyüzü gibi gök kurşun ile örtülü mâmur bir yerdir ki Edirne şehrinin yüzüsuyudur Kırkbir sene seyahatim esnasında bu hâkir bir diyarda benzerine tesadüf etmedim Temmuz ayında Bağdad mahzenleri gibi buzpare kesilir bir dinlenecek çarşıdır

Alipaşa Çarşısı 26 Eylül 1992 yılında geçirdiği bir yangınla tamamen yanmıştır Çağın gereklerine uygun olarak donatılıp, aslına uygun restore edilmiş ve 25 Kasım 1997 yılında tekrar hizmete açılmıştır Günümüzde yerli yabancı turistlerin ilgisini çekmekle beraber Edirne'nin ticari hayatına da önemli ölçüde katkıda bulunmaktadır



Osmanlı döneminin ilk çarşılarından biri, 6 asırdan beri Edirne`nin hizmetinde: Bedesten Çarşısı Eski Cami'nin yanına inşa edilmiş olan çarşı, tıpkı Arasta gibi camiye ziyarete gelenlere alış-veriş olanağı sunmak amacını taşımak üzere inşa edilmiştir Günümüzde ise yoğun çalışan bir alış-veriş merkezi durumundadır


Çelebi Sultan Mehmet tarafından Eski Cami'ye gelir sağlamak amacıyla yaptırılmıştır Bedestenin(*) kesin inşa kitabesi olmamakla birlikte, 1418 yılında mimar Alaaddin tarafından inşa edildiği araştırmacılar tarafından ileri sürülmektedir Osmanlı döneminin ilk çarşılarından biridir
Mimari Yapı
41 m x 78 m boyutlarında dikdörtgen biçiminde bir yapıdır Dört cephesinde 54 dükkân bulunmaktadır, basık sivri tonozla örtülü dükkânların alın kemeri hizasından geçen ahşap bir saçak bütün yapıyı dolanır
Her cephenin ortasında bir tane olmak üzere, dört büyük kapısı vardır İç mekandaki dört yüzde, 36 tane hücre(bölüm) bulunmaktadır İç mekan yaklaşık 20m x 56m boyutlarındadır Hücreler beşik tonozla örtülüdür
İç mekanın uzunlamasına ekseni üzerinde altı tane dikdörtgen kesitli ayak yer alır Bu ayaklara ve beden duvarlarına basan kemerlerin üstüne iki sıra halinde yaklaşık 65 m çapında 14 kubbe oturur Her kubbe hizasında bir tane olmak üzere pencerelere açılarak iç mekan aydınlatılmıştır
Duvarlarda ve ayaklarda taş ve tuğla, kemer ve tonozlar tuğla ile örtülmüş çatı kurşunla örtülmüştür



Malzeme
Edirne Bedesteni, bir sıra taş, üç sıra tuğla almaşıklığının (düzeninin) benimsendiği beden duvarlarının ve ayakların taşıdığı iki sıra halinde toplam 14 kubbe ile örtülü bir ticaret yapısıdır
Süsleme
Beden duvarlarının üst bölümüne açılan 18 pencerede süslemeler yer alır Pencerelerin hepsinin kemerleri beyaz mermerdendir ve yekpare olarak düzenlenmiştir Pencerelerin kemerlerindeki süslemeler mümkün olduğunca simetrik cephelerde kullanılmaya çalışılmıştır
Birinci pencerede, pencere kemerine göre yerleştirilen bezeme bitkisel bir düzenlemedir Enine gelişen düzende üç dilimli palmetten(yelpaze şeklinde bezeme) bir tepeliğe sahip bağların birleştirdiği sapların her biri bir daire oluşturacak şekilde kıvrılırlar ve birer rumiyle(kıvrık dal süslemesi)son bulurlar Bu rumiler bağın tepeliğine üstte çerçeve yaparlar Ayrıca daire yapan saplar üst bölümde çatallaşırlar ve aşağı dönerek birer palmeti taşırlar Düzenleme alçak kabartma olarak yapılmıştır ve yaprak yüzeyleri ikinci defa işlenmeden bırakılmış, saplar bir sıra yivle hareketlendirilmiştir
İkinci pencere düzeni, yüksek kabartma tekniğinde yapılmıştır ve kenarları yivleşmiş bir şeridin basit merandırlar yapmasından meydana gelmektedir



Üçüncü pencere kemeri, dalga kıvrım yapan tek bir sapın taşıdığı dilimli rumilerden meydana gelmiş bitkisel düzenle doldurulmuştur Yüksek kabartma olarak işlenen düzende sap ve yaprak yüzeyleri içbükey olarak oyulup boşaltılmıştır
Dördüncü pencere kemerinde, bir sıra yivle hareketlendirilmiş üç şeridin hasır örgüsü şeklinde alt-üst geçmeler yapmasıyla meydana gelmiş bir düzenleme yer alır Alçak kabartma olarak yapılmıştır
Beşinci pencerede, üç sıra yivle bezenmiş bir şeridin daireler oluşturacak şekilde geçmeler yaparak meydana getirdiği bir zincircik bulunmaktadır
Altıncı pencere kemerinde, yüksek kabartma tekniğinde yapılan ve sapları kalın tutulan dilimli rumilerin üçlü saç örgüsü şeklinde geçmeler yapmasıyla oluşmuş bitkisel düzenleme görülmektedir
Üslup ve Değerlendirme
Bir ticaret yapısı olan Bedestende, malzemenin sağladığı yegane süsleme yüzeyi olan kemer alınlarında, dalga kıvrımı saplarla taşınan rumiler ve geçmelerden oluşan basit ve sade bir süsleme program uygulanmıştır
(*)Bedesten değerli eşya ve mücevherlerin satıldığı çarşı anlamına gelmektedir

Alıntı Yaparak Cevapla

Edirne'yi Her Yönü İle Tanıyalim

Eski 08-03-2012   #25
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Edirne'yi Her Yönü İle Tanıyalim








Trakya`da bir kavşak noktasy: KE?AN İstanbul-İpsala Sınır kapısı (Yunanistan) ve İstanbul/Edirne-Çanakkale karayollarının Keşan'da kesişmesi önemli bir kavşak noktası olmasını sağlar Keşan, Edirne ilinin güney yarısında, Doğu Trakya Yontukdüzü denen aşınmış yaylanın, Korudağ sırasının ve Pelin Yaylasının birer kısmını kaplar

Doğuda Tekirdağ ilinin Malkara ilçesi, batıda İpsala ve Enez ilçeleri, kuzeyde Uzunköprü ilçesiyle komşudur Güney doğusunda Çanakkale'nin Gelibolu ilçesi ve güneyinde Saroz Körfezi bulunur Edirne'ye uzaklığı 112 kilometredir Yüzölçümü 1087 km² olup, Edirne'nin ikinci ilçesidir İlçenin nüfusu, son nüfus sayımına göre 77637'dir Nüfus yoğunluğuna göre Edirne'nin ikinci ilçesidir
İlçenin ekonomisi tarım, hayvancılık ve sanayiye dayalıdır Yetiştirilen başlıca tarımsal ürünler, buğday, ayçiçeği, arpa, şeker pancarı, kavun, karpuz ve sebzedir Az miktarda da pirinç, mısır, susam, baklagiller, üzüm, elma ve armut yetiştirilir

Keşan'da tarım ve tarıma dayalı sanayi önemli yer tutar Hayvancılık ve mandıracılık gelişmiştir Sığır, manda ve koyun, kıl keçisi besiciliği yapılır Buna bağlı olarak da mandıracılık ileri düzeydedir Peynir, kaşkaval ve kaşar peyniri üretilir İlçe'de tarımsal ürünleri işleyen sanayi kuruluşları vardır Bunların başında bitkisel yağ, tuğla ve kiremit fabrikaları ile çeltik atölyeleri gelmektedir Bunların yanında ayrıca küçük bir sanayi sitesi mevcuttur

İlçede Cumartesi günleri pazar ve Eylül aylarında panayır kurulur Keşan aynı zamanda önemli bir ulaşım ağının da kavşak noktasıdır İstanbul/Edirne-İpsala Sınır kapısı(Yunanistan) ve İstanbul/Edirne-Çanakkale karayollarının Keşan da kesişmesi önemli bir kavşak noktası olmasını sağlar

Tarihçesi
Keşan ilçesinin bilinen en eski adı "Zorlanis"tir MÖ 4000 yıllarında Keşan ve çevresine yerleşen Luvilerin gelişiyle Cilalı Taş Devrine geçilmiştir Bölge daha sonraları sırasıyla Trak, Yunan, Pers, Makedonya ve Bizans yönetimleri altına girmiştir Pers İmparatoru IDarius (Büyük Dara) MÖ 7 yüzyıl sonlarında yöreyi imparatorluğuna ekleyerek satraplık haline getirmiştir Büyük Roma İmparatorluğu'nun MÖ 395 yılında ikiye bölünmesi sonucu ilçe, Doğu Roma İmparatorluğu'nun (Bizans) payına düşmüştür Bu devrede Latin kültüründen ayrılıp, Yunan kültürü etkisine giren Trak'ların da yavaş yavaş özelliklerini yitirdikleri görülür
Osmanlılar Gazi Süleyman Paşa zamanında yöreyi Osmanlı topraklarına katmıştır Fatih Sultan Mehmet döneminde ilçenin has olarak yönetimi Hersekzade Ahmet Paşa’ya verilmiştir XIX yüzyıl sonlarında Edirne vilayetinin Gelibolu sancağına bağlı bir kaza merkezi idi, 1829'da ve 1877'de iki kez Ruslarca işgal edilen bölge, XX yüzyılın başlarında önce Bulgarların, sonra Kurtuluş Savaşı döneminde Yunanlıların saldırılarına uğramıştır 19 Kasım 1922'de Binbaşı Mehmet komutasındaki Türk taburu Malkara üzerinden gelerek, itilaf devletleri heyetinden ilçeyi teslim almıştır

Coğrafya ve İklim
Korudağ sırasının batı bölümü ilçe sınırları içindedir Edirne'nin en yüksek yeri, bu dağın tepelerinden biridir Yükseltisi 700 metre kadardır Bu dağın yamaçlarının eğimi azdır Korudağ'ın batısında Pelin yaylası yer almıştır
Büyük iki vadisi vardır Doğanca deresininki batıya doğru daha genişler ve Keşan ovası adıyla anılır Önemli akarsuları, Muzalı ve Doğanca dereleridir Muzalı deresi diye isimlendirilen Keşan deresi, Çamlıca deresi olarak da adlandırılan Büyükdoğanca deresi ile yer yer birleşerek Telmata bataklığına dökülür

Büyükdoğanca deresinin ilçe sınırlarına girdiği yerde taşkınları önlemek ve sulama amaçlı kullanılmak üzere Kadıköy Barajı kurulmuştur Bunun yanında ilçe sınırları içinde 8 tane de gölet bulunur
İlçenin doğal gölü, Büyük Tuzla gölüdür İlçede deniz kıyıları bazı yerlerde dik kıyı, bazı yerlerde ise alçak kıyı biçimindedir
İlçenin büyük bölümü, Akdeniz ikliminin Marmara tipi alanındadır Bu, nisbeten yumuşak bir deniz iklimidir Rüzgarlar, daha çok kuzey yönlerden eser Güz ve kış mevsimleri daha yağışlıdır İlçe, yağış bakımından yarı nemlidir

Doğal bitki örtüsü kuru ormandır Pelin yaylasında koru ve maki denen bitki topluluğuna rastlanır Maki, bodur ağaç ve kurakçıl otlardan oluşur Ormanların ortadan kaldırıldığı yerlerde bozkır oluşmuştur Bozkır, tarla ve otlak olarak kullanılır

Tarihi Eserleri ve Turizm
İlçe sınırları içinde bulunan Rusiyyon Kalesi ve Hersekzade Ahmet Paşa Külliyesine bağlı yapıların çoğu ortadan kalkmıştır Tarihsel değer taşıyan yapıları, Hersekzade Ahmet Paşa Camii ile İbrice-Keşan kervan yolu üstündeki üç taş köprüdür İlçedeki kale ile Hersekzade Ahmet Paşa külliyesinin yapılarından bazıları ile yeldeğirmenleri günümüze gelememiştir
Saros Körfezinin yerleşime daha uygun olan kuzey kıyıları Keşan ve Enez ilçelerinin sınırları içerisindedir Keşan ilçesi sınırları içerisinde olan Gökçetepe, Mecidiye, Erikli ve Yayla artık bir tür sahil kasabaları haline gelmiştir Özellikle Erikli ve Yayla yaz turizminin etkin ve en kalabalık yerlerindendir

Düzgün yolları ve turistik işletme belgeli konaklama yerleri bulunan ilçe, Edirne'nin turistik yerlerindendir İlçenin iç turizm bakımından önemli olayı, panayırı ile Hıdrellez de yapılan dallık adlı bahar şenliğidir

Hastaneler
Keşan Devlet Hastanesi
Telefon : (0284) 714 34 34

Keşan Tıp Merkezi
Özel Hastane
Telefon : (0284) 714 21 66

Alıntı Yaparak Cevapla

Edirne'yi Her Yönü İle Tanıyalim

Eski 08-03-2012   #26
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Edirne'yi Her Yönü İle Tanıyalim







Sultan II Murat`yn kurduğu kasaba: Uzunköprü

II Murat, yaptırdığı köprünün (Cisr-i Ergene) hemen yanında bir kasaba kurulmasını emretmiştir Bu kasaba Cisr-i Ergene, Kasr-ı Ergene ve Cesriergene isimlerini aldıktan sonra Ergene olarak anılmış ve son olarak Cumhuriyet döneminde Uzunköprü adını almıştırİlçe, Edirne ilinin orta kısmında ve Trakya yontukdüzü üstündedir Doğuda Kırklareli ve Tekirdağ, batıda Meriç ilçesi ve Yunanistan, kuzeyde Edirne Merkez ve Havsa ilçeleri, güneyde İpsala ve Keşan ilçeleriyle komşudur, yüzölçümü 1226 km² dir Yüzölçümü bakımından Edirne ilçeleri arasında en büyük ilçe konumunadır Edirne’ye 64 kilometre uzaklıktaki ilçenin toplam nüfusu 73486’dır
İlçenin ekonomisi tarım, hayvancılık ve sanayiye dayalıdır En çok yetiştirilen ürünler, ayçiçeği, buğday, şeker pancarı, arpa, üzümdür Bunun yanı sıra çeşitli sebze ve meyveler de yetiştirilmektedir Hayvancılıkta büyükbaş hayvanlar olmak üzere, manda, at, katır, koyun ve keçi besiciliği de yapılmaktadır Bunlara bağlı olarak mandıralarda peynir yapılmaktadır İlçedeki belli başlı sanayi kuruluşları, bitkisel yağ, yem, un fabrikaları ve çeltik atölyeleri ile şarap imalathaneleridir Endüstrisi daha çok tarıma dayalı gelişmiştir İlçede linyit yatakları bulunmaktadır
Tarihçe
Uzunköprü’ye ilk kez Traklar’ın yerleştiği bilinmektedir Ancak Bulgaristan’da başlayan Karanova kültürlerinin buraya kadar ulaşmış olması, Kalkolitik Çağda yörede bir yerleşim olduğunu göstermektedir Eski Çağlarda Perslerin, Makedonyalıların, Romalıların ve Bizanslıların egemenliği altına giren Uzunköprü yöresi XIV yüzyılın ortalarında Osmanlı İmparatorluğu’nun topraklarına katılmıştır

Uzunköprü'ye Cisr-i Ergene, Kasr-ı Ergene ve Cersiergene isimleri verilmiştir Padişah IIMurat zamanında kurulmuştur II Murat, Osmanlıların Avrupa’ya yöneldikleri akınlarda gereksinim duydukları 1200 m uzunluğundaki, ilçeye ismini veren köprüyü yaptırmıştır Köprünün yanında bir külliye yaptırmış, Anadolu'dan getirttiği Türk göçmenleri yerleştirtmiştir
Taihçi Hoca Sadettin Tacüt Tevarih adlı kitabında Kasabanın kuruluşunnu ve köprü'nün yapılışını şöyle anlatıyor:

"Söylendiğine gore Ergene köprüsünün bulundugu yer vaktiyle Çengelistan (sık ormanlar) imis ve çoğu bucağı batak, ormanlık yöreleri ise haramilere sığınak olurmuş Bu ormanlıkta gizlenen yol kesiciler, her an, gelen giden yolcuların yollarını keser, nice günahsızları öldürerek, yok yere tepelerlermis Hiç bir gün geçmezmiş ki bu korkulu ve tehlikeli yerde bir nice biçare zulüm kılıcıyla doğranmamış ve varlıkları parçalanmamış olsun İşte bu sebeple aydın yolları tutan padişah, zulüm yollarından keder dikenlerini kaldırmak üzere ve pek çok para sarfetmek suretiyle önce bölgeyi temizledi Orasını konaklanacak düzenli bir yer haline getirdi Yüz yetmiş dört yüksek kemer üzerine uzatılmış eşşiz bir köprü yaptırdi ki, cihana örnek oldu Köprünün bir başında Ergene adıyla anılan güzel bir kasaba kurdurup, cami, imaret, vb yapılarla süsledi Böylece gelen ve gidenlerin, bolluk içinde olan bu kasabadan faydalanmalarını sağladı

Sözü edilen imaret tamamlanınca, Edirne'den bilginleri, fakirleri bu kasabaya çağırıp şölen eyledi İlk yemeği kerem dağıtmaya alışkın eliyle uleştirdi Bilginlere, olgun kişilere pek çok lütuflarda, ikramlarda bulundu Camiin mumlarını bile kendi eliyle yakıp kerem, cömertlik ve adalet cerağıyla orada olanların, törene katılanların gonullerini aydınlattı Bunları yapan mimara, değerli bir hil`at ile birlikte pek çok armaganlar verdi Köprünün öte başında da bir ulu kubbe inşa ettirerek, burasını köy haline getirdi ve gerek kasabalarda gerekse bu köyde oturan halkı her türlü avarız-ı divaniyeden beri ve musellem eyledi"

XIXyüzyılın sonlarında Edirne vilayetinin merkez sancağına bağlı Cisr-i Ergene kazasının sınırları içerisinde bulunuyordu İlçe iki kez Rus işgaline uğramış, Balkan Savaşı’ndan sonra Bulgaristan’ın, Mondros Mütarekesi’nden (30 Ekim 1918) sonra Fransızların, birkaç ay sonra da Yunanlıların işgali altına girmiştir Uzunköprü Mudanya Mütarekesi’nin 11 Ekim 1922’de imzalanmasından sonra 18 Kasım 1922’de işgalden kurtulmuştur

Coğrafya ve İklim
İlçede dağ bulunmayıp, doğu kısmında yüksek tepeler vardır İlçenin kuzey yarısı, Lalapaşa yaylasındadır Bu yayla, Trakya yontukdüzünün bir parçasıdır Aşınmış yayla olan yontukdüz, Korudağ'la Yıldız Dağı arasındadır İlçenin en büyük vadisi, Ergene ırmağındakidir Bu vadi, kuzeyde dik, güneyde eğik yamaçlıdır Batıya doğru genişleyen tabanı, Ergene Ovası adıyla anılır Yaylada bu ırmağın kolları olan irili ufaklı dereler bulunur Altınyazı Barajı, Alıç Düzengeci ve Altı Büğet (set) bu dereler üstünde yapay göller oluşturmuştur

İlçe, Akdeniz ikliminin Trakya geçit tipi alanındadır Bu iklim deniz ve kara iklimleri arasında bulunan sert bir iklimdir Rüzgarlar, genellikle kuzey yönlerden ve orta şiddette eser İlçe, yağış bakımından yarı nemlidir Doğal bitki örtüsü, kuru ormandır Ormanın ortadan kaldırıldığı yerlerde bozkır oluşmuştur Bozkır, tarla ve otlak olarak kullanılır

Tarihi Eserleri ve Turizm
En ünlü tarihsel yapısı, Mimar Muslihiddin'in eseri olan Ergene Köprüsüdür Uzunluğu 1200 metre, kemer sayısı 174 adettir Dünya'nın en uzun ikinci köprüsü olduğu söylenir Kemerlerin bazıları sivri, bazıları yuvarlaktır Köprünün yüksekliği ve genişliği yer yer değişir Bazı ayaklarında selyaranlar, üstünde balkonlar vardır Köprünün genişliği Cumhuriyet dönemindeki onarımında arttırılmıştır

Diğer önemli yapılar, IIMurat külliyesinin tek minareli ve çatılı Muradiye Camii, IIBeyazıt zamanında Mimar Hayrettin'in yaptığı Halise Hatun Camii, Külliyenin bir vakfı olan Çifte Hamam ve köprüye eklenmiş olan çeşmelerdir
Diğer eserleri Sultan IIMurat Külliyesine ait Cami (1444), Şehsuvarbey Camisi (1465), Halise Hatun Camisi, Habip Hoca Camisi (1752 depreminde yıkılmış, sonra yenilenmiştir), Rıza Efendi Camisi, Mescit Camisi; Sultan IIMurat tarafından yaptırılan Park Çeşmesi, Çarşı çeşmesi, Samanyemez Çeşmesi; Hacı İbrahim Ağa’nın Çeşmesi (1705), Hacı İbrahim Ağa’nın Çeşmesi (1709), Acı Çeşme (1680)’dir Köprünün kentten yana ucunda, İkinci Meşrutiyet döneminde yaptırılan Hürriyet çeşmesi mevcuttur

İlçenin kırları uçar, ırmağıysa balık avcılığı yönünden çekicidir Önemli iç turizm olayları, Bülbül Deresinde yapılan Dallık adlı bahar şenliği, av partileri ve panayırdır İlçenin düzgün kara ve demiryollarıyla konaklama yerleri bulunmaktadır

Alıntı Yaparak Cevapla

Edirne'yi Her Yönü İle Tanıyalim

Eski 08-03-2012   #27
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Edirne'yi Her Yönü İle Tanıyalim







ITrak Krallığı`nın başkenti Kipsela: İpsala
İpsala, uzun zaman Osmanlı ordusuna at yetiştirdi Bu atlar, Edirne'de eğitilip süvari birliklerine veriliyordu
İpsala ilçesi Edirne ilinin güney yarısında, ortasına yakın bir yerdedir Doğusunda Keşan ilçesi, batısında Yunanistan, kuzeyinde Uzunköprü ve Meriç ilçeleri, güneyinde yine Keşan ilçesiyle Enez ilçesi bulunmaktadır Yüzölçümü 753 km²'dir Bu bakımdan ilimizin dördüncü ilçesidir Edirne’ye 108 kilometre uzaklıktaki ilçenin nüfusu, son nüfus sayısına göre 33564'tür İpsala, nüfus bakımından ilimizin dördüncü ilçesidir

Halkın çoğunluğu, diğer kasaba ve köylerde oturur İlçe ekonomisi tarım ve hayvancılık ve sanayiye dayalıdır İpsala bitkisel ve hayvansal ürünleri ile İstanbul pazarını besleyen bir ilçedir Başlıca tarım ürünleri, buğday, ayçiçeği, şeker pancarı ve pirinçtir Ayrıca arpa, fasulye, üzüm, kavun, karpuz elma, armut ve sebze üretimi de ekonomisinde önemli bir yer tutmaktadır Tarıma dayalı besin endüstrisi gelişmiştir Hayvancılıkta ileri düzeyde olup, sığır, manda ve süt ile yün verimi yüksek kıvırcık koyunu yetiştirilir Mandralarında beyaz peynir, kaşkaval denilen kaşar peyniri, Rumeli kaşar peyniri üretilir

İlçede bitkisel yağ, çeltik ve un fabrikaları ve Tuğla ocakları vardır İlçenin tatlı suyu, Belediye'nin tesislerinde şişelenip satılır Cuma günleri pazar, Ağustos'ta panayır kurulur
Tarihçesi
O yörede bulunan İlkçağ kentinin adı Kypsela idi İlkçağ kenti olan Kypsela hakkında da yeterli bilgi bulunmamaktadır Ancak, buradaki küçük hisarın MÖ200 yılında Makedonya kralı VPhilippos’un saldırısına uğrayıp zapt edildiği ve o Hisar kasabasının Iustinianus döneminde, VIyüzyılda kent durumuna getirildiği bilinmektedir İpsala, Traklarlar’ın MÖXXyüzyıldan itibaren Karadeniz’in Kuzeyi ve Tuna üzerinden gelerek buraya yerleşmeleri ile kurulmuştur Bölgeye gelen Traklar Meriç havzasının orta ve aşağı bölümlerine yerleşmişlerdi

İpsala, 1361’de Evrenoz Bey tarafından Osmanlı topraklarına katılmıştır İpsala, uzun zaman Osmanlı ordusuna at üretim ve yetiştirme merkezi olmuştur
XIXyüzyıl sonlarında Edirne vilayeti Dedeağaç sancağının Sofulu kazasına bağlı bir nahiye merkezi idi XIXyüzyılın ortalarında kısa bir süre Rusların eline geçmiş, Balkan Savaşı’ndan sonra, Bulgarlar tarafından 1912’de, 27 Temmuz 1921-22 Kasım 1922 arasında Yunan işgali altında kalmıştır Yunanlılar, Mudanya Ateşkes Anlaşması gereği ülkelerine dönerlerken para ve mal hırsıyla zulümler yaptılar Türk çeteleri, zulüm önleme etkinlikleri gösterdiler Mudanya Antlaşması ile yeniden Türkiye Cumhuriyeti topraklarına katılmış 1928 yılında ilçe olmuştur

Coğrafya ve İklim
İpsala ilçesinde dağlık bölüm bulunmamaktadır İlçenin doğuda kalan büyük bölümü, Doğu Trakya Yontukdüzü denen aşınmış yayla üzerindedir İlçenin en büyük vadisi, Meriç nehrininkidir Derinliği ve bizde kalan yamaçlarının eğimi azdır Bunun geniş vadi tabanındaki düzlüğüne İpsala Ovası denmektedir Bu ova, uzun seddelerle Meriç'in taşkınlarından korunmuştur
Edirne’nin güneybatısında yer alan İpsala Ovası, alçak tepelerle engebelenmiştir Kuzey ve doğu kesimlerinde 100-300 m arasında değişen yükseltiler bulunmaktadır
Diğer akarsuları, yayla bölümündeki yedi adet deredir Ovanın güneyinde Çeltik, Sığırcı, Pamuklu adlı doğal göller bulunur Sultanköy Baraj Gölü ile Kumdere Göleti yapay göllerdir

İlçenin kuzey yarısı Akdeniz ikliminin Trakya geçit tipi, güney yarısıysa Marmara tipinin alanındadır Geçit tipi iklim, sert bir kara iklimidir Marmara tipinde kışlar daha yağışlıdır İlçe, yağış bakımından yarı nemlidir
Doğal bitki örtüsü kuru ormandır Bu ormanın ortadan kaldırıldığı yerlerde bozkır oluşmuştur Bozkır, tarla ve otlak olarak kullanılır
Tarihi Eserleri ve Turizm
Ayakta kalmış olan Osmanlı yapısı, Alaca Mustafa Paşa Camiidir Tek kubbeli ve tek minarelidir Tahta işçiliği bakımından sanat değeri taşır Diğer önemli mimarlık eseri, su kemerleridir
Tekke Bayırı üzerindeki minberi yıkılmış olan açık namazgâhta İpsala’nın Osmanlılar tarafından alındığı zaman ilk namaz kılınmıştır Ayrıca ilçede İpsala Hamamı ile Eski Keşan yolu üzerindeki Kadı çeşmeleri günümüze gelen eserlerdir Mimar Sinan'ın eseri olan kervansaray ve İpsala kalesiyle Muradiye camii yıkılmıştır
İlçenin korularıyla gölleri avcılık için çekicidir Önemli turizm olayı olarak Ağustos aylarında spor ve kültür etkinlikleri görülür İlçenin sınır kapısına giden yol üzerinde turistik belgeli konaklama yeri vardır

Alıntı Yaparak Cevapla

Edirne'yi Her Yönü İle Tanıyalim

Eski 08-03-2012   #28
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Edirne'yi Her Yönü İle Tanıyalim







Dolmenler Diyarı: Lalapaşa İlçenin adı, onu ele geçiren birliğin komutanı olan Lala Şahin Paşa'nın isminden gelir İlçeye bu ad Cumhuriyet döneminde verilmiştir Osmanlı döneminde, Çöke bucağına bağlı olan Paşaköy Cumhuriyet döneminde Lalapaşa olarak anılmaya başlamıştırİlçe Edirne'nin kuzey yarısındadır Lalapaşa’nın doğusunda Kırklareli, güney ve güneybatısında Edirne Merkez ilçesi, batı ve kuzeyinde de Bulgaristan bulunmaktadır Yıldız dağlarının güney ve Lalapaşa yaylasının kuzey kısımlarına ait bazı yerleri kaplar
Yüzölçümü 554 km²’dir Yüzölçümü bakımından Edirne'nin beşinci ilçesidir İlçenin nüfusu, son nüfus sayımına göre 10154'tür İlçenin Edirne merkeze olan uzaklığı 24 kilometredir Nüfus bakımından, şehrin dokuzuncu ilçesi durumundadır İlçe endüstrisi tarım ve hayvancılığa endekslidir

Çoğunluğu köylerde yaşayan Lalapaşa nüfusunun büyük bir kısmı tarım ve hayvancılıkla geçimini sağlar Tahıllar, endüstri bitkileri sebze ve meyve üreterek geçinir İlçe endüstrisinin son yıllarda daha çok tarıma yöneldiği görülmektedir Fabrika ve yapım evlerinde un, yarma, peynir, sucuk üretilir 1992'de işletmeye açılan bir de çimento fabrikası vardır İlçede işletilmeyen bazı madenler bulunmaktadır

15 kooperatif ortaklığına sahip olan ilçenin ticaretine, Perşembe günleri kurulan pazar ve her yıl düzenlenen panayır; son beş yıldır Ağustos ayının ilk Perşembe günü başlayıp dört gün süren Yağlı Pehlivan Güreşleri ve Sünnet Şöleni önemli katkılar sağlar
Tarihçesi
İlçede yerleşik yaşama dair tarih öncesine dayanan izler görülmektedir İlçe tarihi, yazı bilen Traklarla başlar Lalapaşa ilk çağda Trak Krallıklarıyla Pers, Büyük İskender ve Büyük Roma İmparatorluklarının sınırları içindeydi Orta çağda, önce Bizans İmparatorluğuna bağlıydı 14 yüzyıl ortalarında Osmanlı Türklerinin eline geçti İlçenin adı, onu ele geçiren birliğin komutanı olan Lala Şahin Paşa'nın isminden gelir İlçeye bu ad Cumhuriyet döneminde verilmiştir 1945 yılına kadar Edirne'ye bağlı bir bucak iken aynı yıl içinde ilçe olmuştur İlçe merkezi Osmanlı döneminde, Çöke bucağına bağlı olan Paşaköy olarak biliniyordu
İlçe Birinci Balkan Savaşında, Türk-Bulgar birliklerinin çarpışmasına sahne olan yerlerdendi 1920 yılındaki Türk -Yunan savaşında kolordumuz, Bulgaristan'a çekilirken ilçeden geçmişti İki yıl kadar süren Yunan egemenliği Büyük Zafer ve Mudanya Ateşkes Anlaşmasıyla son buldu Türk Ordusu, 27 Kasım 1922 tarihinde Lalapaşa'yı geri aldı

Coğrafya ve iklim
İlçenin Kuzey bölümü tepeliktir Tepelerin en yükseği Muhittin Baba Tepesidir Burada 600 metre olan yükselti, güneye gidildikçe azalır Lalapaşa Yaylası, Doğu Trakya Yünlukdüzü denen aşınmış yaylanın bir kısmıdır

İlçenin ovası, Tunca Çayı vadi tabanındaki küçük düzlüktür En geniş vadi de bu çaya aittir İlçedeki vadilerin en uzunu, Lalapaşa Deresini içerir En büyük akarsuyu, kısa bir parçası ilçede olan Tunca Çayıdır En uzun akarsuyu ise Lalapaşa, Sinanpaşa ve Hasanağa adlarıyla anılan deredir Bu Tunca Çayının bir koludur
İlçenin buyuk bölümü, Akdeniz ikliminin Trakya geçit tipi alanındadır Bu iklim oldukça sert bir kara iklimidir İlçenin kuzeydoğu köşesi, Karadeniz ikliminin orman tipine ait alanda kalır Kuru soğuğu daha az, yağışı daha çoktur İlçe, yağış bakımından yarı nemlidir
Doğal bitki örtüsü kuru ormandır Ormanın ortadan Kalktığı yerlerde bozkır oluşmuştur Bozkır tarla ve otlak olarak kullanılır
Tarihi Eserler ve Turizm
İlçedeki en önemli tarihsel eserler, taş devrinden kalma türbe ve tapınaklardır Bu türbelere, tablataş, kapaklıkaya, perikızı evi (dolmen) denir Yurdumuz Dolmen'leri Lalapaşa ve yöresinden başka yerde yoktur Bu dolmenler zamanımızdan 4-5 bin yıl öncenin yapıtlarıdır Lalapaşa içinde bulunan Dolmenin çevre düzenlemesi yapılarak turizm hizmetine sokulmuştur
Tapınma yerleri ise ulutaş (menhir) adını taşır Bunlar, dünyada benzeri az bulunan ferlerdir İlçedeki camimin kiliseden çevrilme olduğu söylenir Kayıtlarda adı Hacı Lala olarak geçen paşanın yaptırdığı yapılar yıkılmıştır Ulaşım durumu iyi olan ilçenin konaklama olanakları elverişsizdir İlçe, uçar ve kaçar avcılığı yününden çekicidir Turizm açısından önemli olayları, söğütlükte kutlanan Hıdrellez ve panayırdır

Lalapaşa Kapaklısı(Dolmenler)
İlk Demir Çağında (MÖ 1200) yıllarında Kuzey Balkanlar'dan Trakya'ya göç eden bir topluluğa ait mezar anıtı İri taşlardan yapılan bu tür mezar anıtlarına Batı Avrupa'dan Asya içlerine kadar çeşitli bölgelerde rastlanmaktadır Özellikle Lalapaşa çevresinde bu Çağa ait çok sayıda Dolmen ve Dikilitaş (menhir) bulunmaktadır

1994-1995 yıllarında bu Kapaklıkaya Edirne Rotary Kulübü'nün desteği, Edirne Müzesi ve İstanbul Üniversitesi Prehistorya Anabiiim Dalı'nın ortak çalışmalarıyla, temizlenerek onarılmıştır
A- Mezarı çevreleyen taşlı tepe
B- Giriş bölümü
C- Ön oda içinde mezar ve ölü armağanları
D- Ana oda
olmak üzere dört bölümden oluşur

Alıntı Yaparak Cevapla

Edirne'yi Her Yönü İle Tanıyalim

Eski 08-03-2012   #29
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Edirne'yi Her Yönü İle Tanıyalim








Sınırda bir İlçe: Meriç 14yüzyıl ortalarında Osmanlı Türklerinin eline geçti İlçeyi alan birliğin komutanı Hacı İlbey'di Yüzyıllarca düşman saldırısından uzak yaşayan ilçe, 19yüzyılın birinci ve ikinci yarısında Rusların eline geçti Osmanlı döneminde "Kavaklı" olarak anılırdı İlçe, Edirne ilinin orta kısmında ve Lalapaşa Yaylasının güneybatı köşesindedir Doğuda Uzunköprü ilçesi, batı ve kuzeyde Yunanistan, güneyde İpsala ilçesiyle komşudur Güneydoğu ve güneyde Ergene Nehri, batı ve kuzeyde Meriç Nehri ilçenin doğal sınırlarını oluşturur Yüzölçümü 448 km²dir Bu bakımdan Edirne'nin sekizinci ilçesidir Edirne’ye 89 kilometre uzaklıktaki ilçenin toplam nüfusu 19052’dir Nüfus miktarı bakımından ise, Edirne'nin altıncı ilçesidir

Halkın çoğunluğu köylerde oturur, tarım ve hayvancılıkla geçinir İlçede tahıllar endüstri bitkileri ve meyve yetiştirilir Tarıma dayalı endüstri gelişmiştir Fabrika ve mandıralarda pirinç, yağ, un, yarma ve peynir elde edilir Başlıca el sanatları, sepetçiliktir İlçede linyit kömürü çıkarılır Salı günleri kurulan pazar ticareti canlandırır


Tarihçesi
Meriç'in tarih öncesi ile ilgili bilgiler yeterli değildir Yalnızca Sultan IMurat'ın komutanlarından Hacı İlbey tarafından 1361’de Bizanslılardan alındığı bilinmektedir
XX yüzyılın ilk yarısında burada Kavaklı isminde bir ilçe kurulmuştur Büyükdoğanca Köyü ilçe merkezi olmuş, Kavaklı ismi de Meriç olarak değiştirilmiştir Balkan Savaşı’ndan önce Souflion (Sofulu’a bağlı olan bu yerleşim alanı, Dimetoka’nın Bulgaristan’a bırakılmasından sonra (1916), Büyükdoğanca Köyü Uzunköprü kazasına bağlanmıştır (1919) Eskiden Kavaklı ismi ile tanınan Meriç 1920’den 1922’ye kadar Yunan işgalinde kalmıştır Meriç'in ilçe oluş yılı 1923'tür
Coğrafya ve İklim
Meriç ilçesinde dağlık alan bulunmamakla birlikte ilçenin en yüksek yeri, yükseltisi 130 metre kadar olan Karayayla Tepesidir İlçenin büyük kısmı, Doğu Trakya Yontukdüzü denen aşınmış yayla üzerindedir Dalgalı düzlük görünümündeki bu yaylanın ilçeyi de içeren kuzey bölümüne Lalapaşa yaylası denir İlçenin en büyük vadisi, Meriç nehrine ait olan vadidir İkinci büyük vadi ise Ergene ırmağına ait olandır

İlçenin kapladığı yayla parçasında üç dere ile kollarının küçük vadileri de vardır Meriç nehrinin ilçede kalan vadi yamaçları az, Ergene ırmağınınki çok eğimlidir Kuzeyde Meriç nehri vadi tabanı, Akçadam ovası adıyla tanınır İlçenin büyük akarsuları, adı geçen nehir ve ırmaktır Edeköy ve Küplü ovaları da Meriç nehri vadi tabanına ait düzlüklerdir Seddelerle, zararlı su taşkınlarından korunmuşlardır, Üç dere ile kolları, İlçenin diğer akarsularıdır

İlçe, Akdeniz ikliminin Trakya geçit tipi alanındadır Bu iklim sert bir kara iklimidir Yazlar, genellikle sıcak ve kurak geçer Kışlar, soğuk ve az yağışlıdır Güz yağışları ilkbahar yağışlarından fazladır Rüzgarlar, daha çok kuzey yönlerden ve orta şiddette eser İlçe yağış bakımından yarı nemlidir

Doğal bitki örtüsü, kuru ormandır Eskiden ilçenin kuzey batısıyla güney kısımlarını örten ormanlar ortadan kaldırılmış ve yerinde bozkır oluşmuştur Bu bozkır, tarla ve otlak olarak kullanılır Orman kalıntısı ağaçlıklara rastlanabilir Akdeniz iklimine özgü katran ardıcı adlı ağaççık görülebilir Maki denilen örtüye ait bu ağaççığın yaşaması, ilçeyi Akdeniz iklimi, Marmara tipinin de etkilediğini gösterir
Tarihi Eserler ve Turizm
İlçede görülmeye değer tarihsel yapı yoktur İlçe avcılık yönünden çekicidir İç turizm bakımından önemli olayları, Beyköy Dallığı ve Mayalar adıyla anılan ilkbahar şenlikleridir

Alıntı Yaparak Cevapla

Edirne'yi Her Yönü İle Tanıyalim

Eski 08-03-2012   #30
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Edirne'yi Her Yönü İle Tanıyalim






II Bayezid eşi Hafsa Hatun`dan: Havsa Havsa kasabasının Roma ve Bizans dönemlerindeki adları "Hostizo" ve "Niki" idi Osmanlı Türklerinin eline geçti ve Hoşa adını aldı Sultan II Bayezid'in eşlerinden olan Hafsa Hatun'un buraya yerleşmesi ile zamanla Hafsa Havsa'ya dönüştü Havsa ilçesi, Edirne ilinin kuzey yarısında ve Lalapaşa yaylası üzerindedir Doğuda Kırklareli ili ve Babaeski ilçesi, batıda Edirne merkez ilçesi, kuzeyde Süloğlu ve güneyde Uzunköprü ve Kırklareli'nin Pehlivanköy ilçeleriyle komşu olup, il merkezine 27 kilometre uzaklıktadır Yüzölçümü 545 km² dir Bu bakımdan Edirne'nin altıncı ilçesidir

İlçenin nüfusu,son nüfus sayımına göre 24027'dir Nüfus miktarı bakımından Edirne'nin beşinci ilçesidir Köylerde oturan halk tarım ve hayvancılıkla geçinir İlçede tahıllar, endüstri bitkileri, çeşitli meyveler ve hayvan yetiştirilir Besin endüstrisi gelişmiştir 30'dan fazla kooperatif ortaklığı vardır Havsa kasabasında Cumartesi günleri pazar ve Eylül aylarında panayır kurulur Tarihçesi
İlçenin tarihi Traklarla başlar İlçe ilk çağda Trak Krallıklarıyla Pers, Büyük İskender ve Büyük Roma İmparatorluğu sınırları içindeydi Ortaçağda Bizans İmparatorluğu'na bağlıydı Havsa kasabasının Roma ve Bizans dönemlerindeki adları "Hostizo" ve "Niki" idi Bizans döneminde çeşitli Budunların ve Haçlıların saldırılarına uğradı 14 yüzyıl ortalarında I Murat zamanında Osmanlı Türklerinin eline geçti ve Trakya'nın tamamı ile fethinden sonra ilçeye Anadolu'dan göçmen Türkler getirilip yerleştirildi Buraya Hoşa adı verildi

XVIyüzyılda Kanuni Sultan Süleyman'la söyleşmek hakkına sahip Sultan II Bayezid'in eşlerinden olan Hafsa Hatun'un buraya yerleşmesi ve eserler yaptırması yine Sokullu Mehmet Paşa’nın buraya yaptırdığı külliye ile Havsa daha da gelişti İlçe adını Hafsa Hatundan almış ve bu isim zaman içinde Havsa'ya dönüşmüştür

İlçe, 19yüzyılın birinci ve ikinci yarılarında Rusların eline geçti Birinci Balkan Savaşından sonra Bulgarların, Birinci Dünya Savaşı ertesinde Yunanlıların saldırısına uğradı Bazı subaylarımızın komuta ettiği çetelerimiz, halkı düşman zulmünden korudular Silahlı kuvvetlerimiz, Büyük Zafer'den sonra, 23 Kasım 1922 tarihinde ilçeyi geri aldı Balkan ve Birinci Dünya Savaşından sonra bucak olan Havsa, 1954 yılında üçüncü kez ilçe oldu ve gelişti

Coğrafya ve İklim
İlçede dağlık alan bulunmazken, kuzey-güney doğrultusunda sıralanan az yükseltili yayvan tepelerin en yükseği, Doğruk Tepe'dir Vadilerin derinliği azdır Bu vadilerden bazıları geniş tabanı Osmanlı ovası adıyla anılır Başlıca akarsuları Oğulpaşa, Necatiye, Kuleli dereleriyle, Darı dere ve Aşırı deredir Bunlar Ergene Irmağı'nın kollarıdır İlçede doğal göl yoktur Yapay gölet vardır

İlçe, Akdeniz iklimi Trakya geçit tipinin alanındadır Rüzgarlar, daha çok kuzey yönlerinden eser Orta şiddettedirler Yazlar genellikle sıcak ve kurak, kışlar soğuk ve epey yağışlı geçer İlçenin iklimi, kara iklimidir Havsa ilçesi, yağış bakımından yarı nemlidir Doğal bitki örtüsü kuru ormandır Ortadan kaldırılan ormanların yerinde bozkır oluşmuştur Bozkır, tarla ve otlak olarak kullanılır

Tarihi Eserler ve Turizm
Havsa'da günümüze kadar ulaşan eserler Sokullu Mehmet Paşa'nın 1576-1577’de ölen oğlu Kasım Bey adına Mimar Sinan’a yaptırdığı külliye, iki kervansaray, cami, medrese, imaret, çiftehamam, dergâh, köprü ve arastadan ibarettir Cami, hamam ve çeşme günümüze ulaşabilmiş ancak diğer eserler 1752 depremi ve İşgaller sırasında yıkılmışlar ve zamanla yok olmuşlardır Ayrıca Hafsa Hatun ve Abdülselam Camisi’nden günümüze hiçbir kalıntı gelememiştir Kervansaray da 1752 depreminde yıkılmıştır

Havsa'nın bazı köylerinde tarih öncesi devirlerinde yaşayan Luviler'den kalma olduğu sanılan Ulutaş ve Kurgan kalıntıları vardır İlçenin yolu düzgündür, fakat turistik belgeli konaklama yerleri yoktur

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.