Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Kültür - San'at & Eğitim > Ülke & Şehirler > Türkiye

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
inceden, inceye, istanbull

İnceden İnceye İstanbull

Eski 11-04-2012   #46
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İnceden İnceye İstanbull



Türbeler Müze Müdürlüğü (Eminönü)



İstanbul Eminönü ilçesinde, Sultanahmet yapı topluluğunun bir bölümünü oluşturan Sultan IAhmetin türbesinin müştemilatında İstanbul Türbeler Müze Müdürlüğü bulunmaktadır Müze Müdürlüğünün bulunduğu Sultan Ahmet Türbesi Mimar Sedefkâr Mehmet Ağanın eseridir

Cumhuriyetin ilk yıllarında çıkarılan “Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin seddine ve Türbedarlıklarla bir takım unvanların men ve ilgasına dair” 677 sayılı yasadan sonra, Konyada Mevlâna Dergâhı dışındaki türbeler kapatılmış ve içerisindeki eserler Vakıflar Genel Müdürlüğünün teberrükât depolarına kaldırılmıştır Bu kanunun ardından 16 Eylül 1925 günlü kararname ile bu tür yapılarda bulunan tarih, sanat tarihi ve etnoğrafya yönünden değerli eşyaların müzelerde toplanacağı belirtilmiştir Bundan sonra 6 Nisan 1926 günlü karar ile Mevlana Dergâhının müze olarak açılması kararlaştırılmıştır1950 yılında çıkarılan bir yasa ile Türk büyüklerine ait mimari ve sanat yönünden değerli olan türbeler ziyarete açılmıştır

İstanbulda bulunan ve şehrin değişik semtlerine dağılmış olan türbelerin bazıları Vakıflar Genel Müdürlüğünün, bazıları belediyenin, bazıları da Milli Eğitim Bakanlığı Kültür Müsteşarlığının yönetiminde bulunuyordu İstanbulda bulunan türbelerden 119 tanesi mülkiyeti Vakıflarda kalmak şartı ile işlevleri önce Topkapı Sarayına, sonra da Türk ve İslâm Eserleri Müzesine bağlı bir birim olarak ayrılmıştır İstanbuldaki 119 türbenin müzelik nitelikte oluşundan ötürü 1979 yılında İstanbulda Türbeler Müze Müdürlüğü kurulmuştur Bu türbelerin başında Osmanlı Hanedanına, Evliya mertebesine erişmiş olanlar ve Türk büyükleri gömülü bulunmaktadır



Türbelerden büyük çoğunluğu mimari ve tarihi yönden son derece zengin yapılardır Bu türbeler arasında Eyüp Sultan Türbesi, Sultan IAhmet Türbesi, Sultan II Beyazıt Türbesi, Kanuni Sultan Süleyman Türbesi, Hürrem Sultan Türbesi, Mihrişah Valide Sultan Türbesi, Karacaahmet Sultan Türbesi, Yavuz Sultan Selim Türbesi, Aziz Mahmut Hüdai Hazretleri Türbesi, Sultan II Mahmut Türbesi, Sultan Reşat Türbesi, Sultan II Abdülhamit Türbesi, Zal Mahmut Paşa Türbesi, Keçecizâde Fuat Paşa Türbesi, Şehzade Mehmet Türbesi, Ramazan Efendi Türbesi, Hattat Mustafa Rakım Efendi Türbesi, Ferhat Paşa Türbesi, Ya Vedud Sultan Türbesi, Cerrah Mehmet Paşa Türbesi, Cedid Havatin Türbesi, Sümbül Efendi Türbesi başta gelmektedir

Bu türbelerden Sultan IAhmet Türbesi, Eyüp Sultan Türbesi, Fatih Sultan Mehmet Türbesi, Turabi Baba Türbesi, Şeyh Vefa Türbesi, Turhan Sultan Türbesi ziyarete açık bulunmaktadır Onun dışındaki türbeler, Türbeler Müdürlüğünden alınan izinle ziyaret edilmektedir

At Meydanı, No:2 Sultanahmet
Eminönü-İstanbul
Tel : (0212) 518 29 19
Faks : (0212) 517 05 44

TBMM Milli Saraylar Dairesi Başkanlığına Bağlı Müzeler

Dolmabahçe Sarayı (Beşiktaş)



İstanbul ili Beşiktaş ilçesinde, Boğaziçi ile Dolmabahçe Caddesi arasında yer alan 250000 m2lik alanda kurulmuş olan Dolmabahçe Sarayı, günümüzden dört yüzyıl öncesinde büyük bir koy konumunda idi Osmanlı döneminde donanmanın sefere çıktığı, dönüşte karşılandığı bu koy XVII yüzyıldan sonra doldurulmuş ve çoğu kez de padişahların eğlenceler düzenlediği bir Hasbahçeye dönüşmüştür

Evliya Çelebi buradan şöyle söz etmiştir: “Eskiden servili küçük bir bağ iken, Sultan Osman-ı Şehit fermanı ile donanma iki bin kadar kayık ve mavnanın taş toprak getirerek koyu doldurmuştur” Aynı yüzyılda yaşamış olan Eremya Çelebi Kömürciyan, Sultan I Ahmetin (1603–1617) veziri Nasuh Paşanın zamanında 1611–1614 yıllarında sahilin doldurulduğunu yazmıştır Böylece doldurulan bu alanda Sultan II Selim (1566–1574) ilk defa burada bir kasır yaptırmıştır Silahtar Tarihi ile Raşit Tarihi de burada yapılmış olan yalı ve köşklerin 1680 yılında yıktırıldığını, çevresindeki bostanların ve yolların buraya katıldığını yazmaktadır Naima Tarihinde de Sultan IV Muradın (1623–1640) Sultan Ahmet Han köşkünde oturan padişahın Nefinin hicivlerini okuduğu sırada yanına bir yıldırım düştüğünü ve bunu uğursuzluk saydığı için şairi bir daha hiciv yazmamaya yemin ettirdiği yazılıdır

Sultan IV Mehmet (1648–1687) ve Lale Devrinde Sultan III Ahmetin (1703–1730) buradaki eskimiş yapıları kaldırdığı ve yerlerine yeni sahil köşkleri yaptırdığı kaynaklardan öğrenilmektedir Sultan I Mahmut ise (1730–1754) Dolmabahçe Bayırında Bayıldım Köşkü isimli bir köşk yaptırarak sık sık buraya gelmiştir



XIX yüzyılda Melling ile İsveç elçisi dOhssonun albümlerinde burada yapılmış olan köşk ve kasırların resimleri görülmektedir Bu alanda yapılmış olan köşk ve kasırların en tanınmışlarından birisi de Beşiktaş Sahil Sarayı idi Bu saray Sultan Abdülmecit döneminde (1839–1861), 1843 yılında bölüm bölüm yıkılmıştır Bu alanda yapılan Dolmabahçe Sarayı 15000 m2lik bir alanı kaplamakta olup, sarayın temelleri meşe kazıklar ve ağaç hasırlar üzerine atılmıştır Saray XIX yüzyılın ikinci yarısında Batı etkisinde gelişen bir mimari üslupta devrin önemli mimar ailesi olan Baylanlardan, Agop Karabet Balyan ile Serkiz Balyanın eseridir Dolmabahçe Sarayı yarı kâgir bir yapıdır Sarayın ana duvarları taştan, iç duvarları tuğladan, döşemeler de ahşaptan yapılmıştır Çatı ahşap ve kurşun kaplıdır Sarayın deniz ve batı cephesindeki pencereler saray camhanesinde özel olarak yaptırılmış ve güneş ışıklarını süzen eflatun renkli camlardır Önemli oda ve salonlarda her şey aynı renk tonuna sahiptir Bütün zeminler birbirinden farklı, çok süslü ahşap parke ile kaplıdır Bu sarayın yapımından sonra Topkapı Sarayı terk edilmiştir

Dolmabahçe Sarayı dikdörtgen birbirlerine simetrik planlı bir yapı olup, 285 oda, 46 salon, 6 hamam ve 68 tuvaletten meydana gelmiştir Denize 600 m lik bir rıhtımı olan sarayın kara tarafında ise biri çok süslü olmak üzere iki anıtsal, yedi de tali kapısı bulunmaktadır Deniz tarafında ise beş yalı kapısı bulunmaktadır Anıtsal kapılardan Hazine Kapısı denilen kitabe ve tuğralı kapı Dolmabahçe Sarayına yönelik olan kapıdır Diğer anıtsal kapı Merasim veya Saltanat Kapısı ismini taşır Hazine Kapısına göre daha özenli ve daha büyük olan bu kapının asıl özelliği içte ve dışta içbükey oluşundan kaynaklanmaktadır Kapı ard arda getirilmiş bir çift bükey duvardan meydana gelmiştir Buradaki içbükey duvarların uçları küçük birer kule şeklinde yükseltilmiştir Yapı topluluğu içerisindeki Veliaht Dairesinin de ayrı girişleri vardır Muayede Salonunun karşısında bulunan giriş ise oldukça büyük ölçüde ve çok bezemelidir Kapının iki yanında kare planlı ayaklar ve bunları birbirlerine bağlayan lentolar görülmektedir Bu ayaklar son derece zengin dekore edilmiş olup, çeşitli motifler, madalyonlar, taşlara adeta bir dantel görünümünde işlenmiştir



Bu kapılardan içeriye girilen saray bahçesi dört ayrı bölüm halinde düzenlenmiştir Bunlardan kareye yakın dikdörtgen olan ön bahçe Fransız bahçe mimarisinden örnek alınarak düzenlenmiştir Köşeleri yuvarlatılmış, denize paralel sekiz köşeli bir havuz ile daire biçimli bir göbek bahçenin ana noktasını oluşturmuştur Deniz yönünde uzanan bahçe ise ön bahçenin bir uzantısı olup, saray rıhtımı boyunca uzanmaktadır Bu bölümde Muayede Salonu eksenine göre simetrik, oval göbekler meydana getirilmiştir Bunların dışında kalan sarayın diğer bahçeleri kapalı ve özel nitelikli bahçelerdir Özellikle Veliaht Dairesi, Harem ve Kuşluk bahçeleri bunların başında gelmekte olup, bahçelerin ortalarına oval veya daire biçimli havuzlar yerleştirilmiştir Bütün bu bahçeler yüksek duvarlarla çevrelenmiştir

Sarayın ana yapısı kıyı boyunca denize paralel olarak yapılmış ve birbirine paralel üç bölümden meydana gelmiştir Bunlar Mabeyn-i Hümayun, Muayede Salonu ve Hususi Daire isimlerini almıştır Bu plan düzeni sarayın kendine özgün bir tasarımıdır Burada kitle ve cephe kurgularına özen gösterilmiş, ana form dikdörtgen bir kitle görünümünü kazanmış, köşelerde yer alan salonlar ise öne çıkarılmıştır Böylece cephe görünümünde ölçülü bir hareket sağlanmıştır Sarayın ortasında diğer bölümlerden daha yüksek ve daha gösterişli tören ve balo salonu bulunmaktadır

Sarayın Muayede Salonu dıştan dışa 25x37 m ölçüsünde kareye yakın kitlevi bir yapı olup, içeride tek mekânlı olmasına rağmen dışarıdan iki katlı görünümdedir Yanındaki Resmi ve Hususi dairelerden iki kat daha yüksektir Nitekim bu salonun katları birbirinden ayıran kornişi diğer binaların saçak kornişleri aynı hizadadır Böylece diğer yapılarla bir bağlantı ve süreklilik sağlanmıştır Muayede Salonunun cephesinde yedi aks üzerinde yükselen kolon veya plaster çiftleri yerleştirilmiştir Girişteki açıklık öne çıkarılmış ve yapının daha anıtsal bir görünüm kazanmasına neden olmuştur Bu mekânın yarım daire kemerli yüksek pencerelerinin iki yanına kolonlar yerleştirilmiştir Üst kattaki pencerelerin barok alınlıkları altına dekoratif açıklıklar ve kolonlar yerleştirilmiştir Burada üç yöne doğru açılan görkemli bir merdiven Muayede Salonunun anıtsallığını daha da belirginleştirmiştir



Muayede Salonu dıştan çatı, içten basık kubbeli olup, ortasına 5,5 tonluk askı sitemine bağlı bir avize asılmıştır

Muayede Salonu dışında kalan ve onu tamamlayan Resmi Daire bölümü iki katlı olup, yüksek bir bodrum üzerine yapılmıştır Oldukça geniş mermer merdivenle çıkılan bir sahanlıktan sonra içeriye girilmektedir Bu giriş özel olarak belirtilmemiş ve sade bir kapı ile yetinilmiştir Kapının iki yanında kemerli ve yüksek pencereler bulunmaktadır Resmi Daire bölümü merkezi hol, köşelerde salon gruplarından oluşan üç bölüm halindedir Girişte merkezi bir hol haç planlı görünümdedir Denize dik olarak yerleştirilmiş dikdörtgen orta mekân dört yönde yan mekânlarla genişletilmiştir Denize ve arka bahçeye bakan bu bölümün dar kenarı üzerinde ön cepheden farklı daha az derin kolonlarla hareketlendirilmiştir Bu yapıda hafif içbükeylik yüksek aynalarla daha da vurgulanmıştır

Dolmabahçe Sarayının en görkemli mekânlarından olan Süfera (Elçilik) Salonu birbirine dik iki eksen üzerinde açılmış mekânlarla genişletilmiş, merkezi planlıdır İçerisi altın varaklı motiflerle bezenmiştir Tavanlarda barok üslupta kıvrık dallardan oluşan göbekler, kartuşlar ve rozetler görülmektedir Bunların çevreleri akantus, meandr ve yumurta dizisi motifleri ile çevrelenmiştir Süfera Odasına açılan diğer köşe odaları da aynı özende yapılmıştır Bunlardan Kırmızı Salon olarak tanınan bölüm denize doğru uzanmış dikdörtgen planlı bir hacimdir Padişahın elçileri kabul ettiği bu salon son derece gösterişli yapılmıştır

Resmi Dairenin iki plan düzenini büyük kristal bir merdiven birleştirmektedir Böylece her iki yapı arasında bütünlük sağlanmıştır Bu merdiven denize paralel dikdörtgen bir hacim içerisine yerleştirilmiştir Bunun sonucu olarak da her iki salonda birbirine bağlanan simetrik bir düzen meydana getirilmiştir Resmi Daireden Muayede Salonuna kadar olan alanda da her ikisi arasında bağlantıyı sağlayan bir ara bölüm bulunmaktadır Bu bölüm Camlı Köşke bağlanan uzun bir geçitle ayrılmıştır Bu bölüm belirli bir plan tipine uymamakta ve daha çok koridor ve servis merdivenleri için kullanılan bir alandır



Hususi Dairenin plan şeması ve mekân yapılanması ile iç dolaşımı sarayın en karmaşık bölümünü oluşturmaktadır Bu bölümde altlı üstlü beşer büyük orta salon görülmektedir Üçüncü yalı kapısının karşısına gelen bölüm Valide Sultana aittir Burada giriş holü, deniz ve bahçe tarafına yönelik birer büyük oval merdivenler bulunmaktadır Harem taşlığı olarak isimlendirilen bu holün güney tarafında büyük bir harem merdiveni bulunmaktadır

Harem bölümü denize dik doğrultuda yerleştirilmiş olup sarayla L biçimli bir plan düzeni ile birleşmiştir Bu bölümde büyük orta mekânlar, kapalı özel daireler uygulanmıştır Ortak mekânlar haremin ortasına alınmış ve birbirlerine çift koridorlarla bağlanmış, aralarına aydınlık hacimleri ve servis bölümleri yerleştirilmiştir

Haremin orta mekânları yapının ekseni üzerine dizilmiş, birbirleri ile bağlantılı dikdörtgen salonlardan meydana gelmiştir Bunlar karşılıklı büyük merdivenlerle genişletilmiş ve merdiven başlarına, köşelere toskana başlıklı düz gövdeli yassı plasterler yerleştirilmiştir Tavanlar geometrik çerçeveler içerisine alınmış kıvrık dallardan oluşan çiçek motifleri ile doldurulmuştur



Sarayın Hünkâr Dairesi iki büyük salondan meydana gelmiş olup, içerisindeki dekorasyondan ötürü Mavi Salon ve Pembe Salon olarak isimlendirilmiştir Bu salonlar barok ve rokoko üslubunda olup bezemeleri Süfera Salonuna benzemektedir Tavanlarda kare ve dikdörtgen çerçeveler içerisine alınmış manzara resimlerine yer verilmiştir Denize ve bahçeye doğru eyvanlarla genişletilmiştir Bunlardan Pembe Salon sarayın diğer salonlarından farklı olarak kapalı ve tek bir mekândan meydana gelmiştir Denize yönelik geniş terasa açılan pencereleri aydınlatmayı sağladığı gibi içeride bulunan büyük boydaki aynalar da onları tamamlamaktadır Bu salonun duvarları da mimari resimlerle süslenmiştir

Sarayı yaptıran Sultan Abdülmecit erken yaşta öldüğünden ötürü burada uzun süre oturamamıştır Yerine geçen kardeşi Abdülaziz 1876 yılına kadar burada kalmış, Sultan V Murat üç ay gibi kısa bir süre burada yaşamıştır Sultan II Abdülhamit Yıldız Sarayını tercih etmiştir Sultan V Mehmet Reşatın (1909–1918) burada oturmaya karar vermesi üzerine Mimar Vedat Bey sarayı yeniden onarmış ve yeni bir düzenleme yapmıştır Osmanlı tahtına 1918 yılında geçen Sultan IV Mehmet Vahdettin (1918–1922) bir süre burada yaşamış, 1922 yılında buradan bir İngiliz gemisine binerek ülkeyi terk etmiştir Abdülmecit Efendi 18 Kasım 1922de halife olarak buraya yerleşmiş ise de hilafetin kaldırılmasından sonra O da saraydan çıkarılmış ve ülkeyi terk etmiştir

Cumhuriyetin ilanından sonra 3 Mart 1924te çıkarılan 431 Sayılı Yasa ile Osmanlı hanedanının malları arasında bulunan Dolmabahçe Sarayı başta olmak üzere bütün saray, köşk ve kasırlar millete geçmiştir



Dolmabahçe Sarayı çeşitli tarihi olaylara da sahne olmuştur İstanbula 1 Temmuz 1927de gelen Atatürk sarayda kalmıştır Atatürkün Savarona Yatında geçirdiği rahatsızlıktan sonra 25–26 Temmuz 1938de Muayede Salonundan sonra geçilen ve denize bakan dördüncü odaya yerleşmiş ve burada 10 Kasım 1938de ölmüştür Atatürkün isteği üzerine düzenlenen ITürk Tarih Kongresi 1932 yılında; I ve II Türk Dil Kurultayı 1932 ve 1943 yıllarında burada toplanmıştır

Dolmabahçe Sarayı TBMM Milli Saraylar Daire Başkanlığı yönetiminde müze olarak ziyarete açılmıştır Aynı zamanda da kültür bilim tanıtım merkezi olarak işlevini sürdürmektedir Burada konferanslar, sergiler, bilimsel araştırmalar yapılmaktadır Kültür Bilim ve Tanıtma Merkezi sarayın girişindeki Mefruşat Dairesinde bulunmaktadır Bu merkezin alt katı konferans, sergi salonu ve fotoğraf laboratuarıdır Üst kat basın ve yayın merkezinin kitaplık, bilimsel araştırma ve saray arşividir Ayrıca önündeki avlu sarayı gezenlerin oturup dinlenebileceği bir mekân olarak düzenlenmiştir

Sarayın Mabeyn-i Hümayununda giriş salonu, sadrazam odası, şeyhülislam odası, yemek salonu, binek salonu ile günümüzde sarayın değerli eşyalarının sergilendiği mutfak bölümü bulunmaktadır Burada padişahın kullandığı değerli eşyalar, altın ve diğer değerli taşlarla süslü çay ve tabak takımları, gümüş ve kakma opal takımlar, sarayda kullanılan çeşitli takımlar, altın yemek ve çay takımları, değerli çay kahve ve su takımları, gümüş yemek ve servis takımları, Sultan Reşatın merasim kılıçları onları tamamlamaktadır Ayrıca mescit kısmında yazılar, rahleler, şamdanlar, mihrap panoları ve minber bulunmaktadır Bunun dışında bu bölümde Süfera Salonu, Zülvecheyn (ibadet odası), Müzik Odası, Hünkâr Hamamı ve Hatıralar Salonunda da Sultan II Mahmut, Sultan Abdülmecit, Sultan Abdülaziz, Sultan V Mehmet Reşata ait anılar bulunmaktadır



Dolmabahçe Sarayının Harem-i Hümayun bölümünde; Valide Sultanın Kabul Odası, Org, Mavi Salon, Valide Sultan Yatak Odası, Atatürkün Çalışma Odası, Atatürkün öldüğü Sarı Oda, Abdülaziz Odası, Abdülmecit Odası, Harem-i Hümayun Binek Salonu, Şehzadelerin ders gördüğü oda, Abdülmecitin hastalığı sırasında kullandığı oda müze olarak düzenlenmiştir

Bu bölümlerde porselen meyvelikler, dantel işlemeli porselen yemek takımları, günlük yaşamda kullanılan porselen çay takımları, gümüş tepsiler, mangallar, meyvelikler, Osmanlı armalı kristal takımlar, gümüş su takımları, buhurdanlıklar, porselen, kristal ve gümüş çay-kahve takımları bulunmaktadır Pembe Salonda ise yağlı boya tablolara yer verilmiştir

Osmanlı döneminde bayramlaşma, devlet törenlerinin ve tarihi toplantıların yapıldığı Muayede Salonu galerilerinde de elçilik mensuplarına verilen davetlerle ilgili anılar bulunmaktadır Sarayın Veliaht Dairesi ve içerisinde binlerce kuşun beslendiği Kuşluk, Camlı Köşk ve Resim Galerisi de müze olarak ziyaret edilmektedir



Saray salonlarında Bohemia, Bakara ve Beykoz yapımı 36 kristal avize bulunmaktadır Ayrıca Avrupa kökenli saray için yapılmış bir kısmı Mısır, Çin ve Hindistandan hediye olarak gönderilmiş mobilyalar da bulunmaktadır Sarayın kristal şömineleri, kristal merdiven korkulukları, kristal aynaları, kristal ve gümüş şamdanları da dikkati çekmektedir Ayrıca Çin, Japon, Fransız Sevres gibi yabancı ülkelerin ve Yıldız Porselen Fabrikasının 280 adet vazosu da burada sergilenmektedir Türk ve Avrupa yapımı 158 adet saat ile çini sobalar da ilgi ile izlenmektedir Dolmabahçe Sarayında Türk ve yabancı ressamların tabloları da bulunmaktadır Bunların başında; Aiwazovsky, Daubigny-Frofoıtrow, Gerfelt, Gerome, Gudin, Hier Van Manafs, Mosgrıngny, Rosien, Schreyer, VWahtberg, Zonaro, Ahmet Hamdi, Ahmet Şeker, Bigalı Bahaddin, Halil Paşa, Hidayet, Hikmet Onat, Mehmet Ali, Osman Hamdi Bey, Ressam Rıza, Ali Sami, Seyit Süleyman, Şevket Dağ, AZiya ve Manastırlı Şerifin tabloları gelmektedir Sarayın iç mekânlarında Avrupa ve Uzakdoğunun dekoratif el işleri de görülmektedir XIX yüzyılda Herekede dokunmuş ipek ve yün halılar da sarayı süslemektedir

Sarayın Şehzadelere tahsis edilmiş kuzeyindeki Veliaht Dairesinin bir bölümü Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi yönetiminde, Resim ve Heykel Müzesi olarak düzenlenmiştir

Dolmabahçe Caddesi Beşiktaş-İstanbul
Tel : (0212) 236 90 00–20
Faks : (0212) 259 32 92

Beylerbeyi Sarayı (Üsküdar)



İstanbul ili Üsküdar ilçesi Beylerbeyinde bulunan Beylerbeyi Sarayının bulunduğu yer ve arkasındaki geniş alanlar tarihte İstavroz Bahçeleri ismi ile tanınıyordu İstanbulun fethinden XIX yüzyılın başlarına kadar geçen süre içerisinde İstavroz Bahçeleri şehrin önde gelen mesire yerlerinden birisi idi Fatih Sultan Mehmet bu geniş araziyi Mir-i Aleme temlik etmiş sonra da bu arazi vereseden geri alınmış ve Emlak-ı Hümayuna katılmıştır

Osmanlı Padişahları İstavroz Bahçelerine büyük ilgi göstermiştir Sultan IV Mehmet zamanında bu bahçeler en parlak günlerini yaşamıştır Burada birbiri ardına kasırlar ve köşkler yapılmıştır Sultan I Ahmet, Şevk-ı Abad Kasrı yakınına mescit ve yanına da devlet önde gelenleri için bazı köşkler yaptırmıştır Sonradan Sultan IV Murat ismi ile tahta geçen şehzadelerinden Şehzade Murat da burada dünyaya gelmiştir XVIII yüzyılın sonlarına doğru Sultan I Abdülhamit İstavroz Bahçelerini bölmüş ve satmıştır Bunun sonucu olarak da İstavroz Bahçeleri Osmanlı padişahlarının yaz aylarını geçirdikleri yazlık olmaktan çıkmıştır

Sultan II Mahmut (1808-1839) Boğaziçinde Avrupai biçimde büyük bir saray yaptırmaya karar verince aklına öncelikle bir zamanların İstavroz Bahçeleri gelmiştir Bunun üzerine çeşitli kişilerin mülkiyetine geçmiş olan İstavroz Bahçeleri yeniden kamulaştırılmış ve burada çeşitli dairelerden meydana gelen iki katlı ahşap, sarı boyalı bir sahil saray yapılmıştır Balyan ailesinden Mimar Kirkor Amira Balyanın 1826–1832 yılları arasında yaptırdığı bu sarayın çevresinde Mabeyn-i Hümayun, Zülvecheyn, Harem-i Hümayun, Serdap Köşkü, Bendegân Daireleri, hamamlar, mutfaklar ve Has Ahırlar bulunuyordu

Sultan II Mahmut 1832 yılı Muharrem ayının beşinci günü Çırağan Sarayından saltanat kayığı ile bu yeni saraya gelmiştir Padişahın bu gelişini Reşat Ekrem Koçu şöyle anlatmıştır:
“…Bu esnada saray önünde demirli bulunan harp gemilerinden toplar atılmış ve rıhtım boyunca dizilmiş Hassa askerleri de selam resmine durmuş ve bir mızıka selam havasını çalmaya başlamıştır

Sultan Mahmut merasim kıtalarını geçerek Boğaziçinin kendi devrinde yapılmış ilk büyük sarayına girmiştir Ertesi günü bütün rical, ulema, yüksek rütbeli askerler sarayın Mabeyn Dairesine gelerek padişaha yeni sarayında mesut gümler geçirmesi temennisinde bulunmuşlardır Bu arada şairler birbirleri ile yarışırcasına tarihler düşmüşlerdir Ayıntablı Ayni Efendi Sultan Mahmutun Beylerbeyi Sarayına ilk gelişi için şu tarihi düşürmüştür:

İş bu târihi göreydi cem atardı tâcını
Nakli nev sâhil serâ kıldı şehri âli himen

İstanbula gelen pek çok yabancı devlet adamı ve gezgin Beylerbeyi Sarayından söz etmiş, hatıralarında saraya geniş yer vermiştir Mareşal Moltke de Beylerbeyi Sarayına şöyle değinmiştir:

“Beylerbeyi Sarayının cephesi pencereden görünmez Sarayın arka tarafındaki bir kapıdan bahçeye girdim Havuzlardaki mercan balıklarını, tarhlardaki nadide çiçekleri seyir ile meşgul idim Bahçe birçok sedlerle arkadaki tepenin zirvesine kadar uzanıyor ve yüksek yeşil duvarlar hududunu tayin eyliyordu Sarayın deniz cephesindeki pencereleri hep kafesli, kafesler sade harem pencerelerinde olmayıp selamlık kısmı da bunlarla örtülmüştür Fakat harem tarafındakiler hem daha yüksek hem daha sıktır



Miss Pardoe de anılarında Beylerbeyi Sarayına yer vermiştir:

“Sultanın Anadolu yakasındaki yazlık Beylerbeyi Sarayı Boğaziçinin en zarif eseridir Bu sahil boyunca uzanan gayrimuntazam cepheli kâşane olup, Boğazın suları pırıldayan mermer merdivenleri yıkar Şurada burada esrarengiz kafesli menfezlere girer Bina ahşaptır Harem kısmı yaldızlı küçük tahta kepenklerle mestur pencerelerle müzeyyen bir sıra müselleri yüksek dairelerden mürekkeptir İdare-i Hükümete ait odaları sultanın şahsına mahsus salonlar ve Maiyet-i Şahanenin işgal ettiği yerler, selamlık, sekiz köşeli muazzam bir kısım teşkil eder ki bunun sivri damının tam ortasında yaldızlı, uçları güneş ışığında parıldayan bir yıldızı kavuşturmuş bir hilal vardır Bütün bina beyaz ve sarıya boyanmıştır; bir insan eserinden ziyade büyülenerek yeryüzüne çıkmış bir peri sarayını andırır

Merdivenlerin müntehasındaki mermer kapudan müzehher ve muhattar bir bahçeye geçilir Buradaki havuzlardan savrulan fıskiye suları ruha sukün veren nağmelerini etrafta dağıtırlar Rengârenk çiçeklerin arasında kavsi kuzahın bütün elvanı ile mülevver parlak tüylü kuşlar dolaşır Bu güzel bahçeyi deniz tarafındaki nazardan saklayan yaldızlı kafeslerin yanından geçildikten sonra muhteşem bir kapıdan saraya girilir

Sarayın dâhili iç bakışta bir fevkaladelik arz etmez Hemen orta yerden Hilâlvari yükselen, bir çift merdiven, yaldızlı muazzam sütunlar salonu nispetsiz bir biçimde küçültmektedir Fakat hakikatte böyle değildir Bu salona padişahın maiyetine tahsis edilmiş ve döşemeleri nadide ağaçlardan yapılmış, arabesk tavanlı, müzeyyen en az sekiz geniş oda açılmaktadır



Yukarı katta devlet işlerinin görüşüldüğü Şark ve Garbin lüksünü mezcetmiş altın yaldızlı daireler bulunur Burada Türk divanları sim işlemeli kadifeler yerine Avrupakâri koltuk ve kanepeler; Cenevreden, Sevrden Pompeiden, İngiltereden, İrandan gelmiş türlü tezyinat, eşya, porselen, biblo halılar görülür Bunlar arasında Hünkâr İskelesi Muahedesini müteakip Rusya Çarı tarafından padişaha hediye edilen dünyanın en muhteşem altı endam aynası vardır Dairelerdeki mefruşat ve müzeyyenatın hayalleri iki imparatorluğun armaları bulunan bu aynalardan daha füsunkâr tesislere bürünerek inikas ederler Kabartma çiçeklerin zemindeki parlak renkli halıların salona bahşettikleri ışık ve neşe atmosferini, pencerelerin dışında nazarları okşayan fıskiyeler, yaldızlı kafesler teyit etmektedir

Sultan Abdülmecit (1839–1861) 1851 yazında sarayda bulunduğu sırada yangın çıkmış, yangın hemen söndürülmüşse de bunu uğursuzluk sayan padişah Beylerbeyi Sarayını terk ederek Çırağan Sarayına geçmiştir Bundan sonra saray kendi haline bırakılmıştır

Sultan Abdülaziz (1861–1876) tahta çıktıktan bir süre sonra eski saraylarla birlikte Beylerbeyi Sarayını da yıktırmıştır Bundan sonra Balyan ailesinden Mimar Serkis Balyan ile kardeşi Hassa mimarı Agop Bey Balyana bugünkü Beylerbeyi Sarayını yaptırmıştır Yeni sarayın yapımına 1861 yılında başlanmış ve saray 1864 yılında tamamlanmıştır Abdülaziz 21 Nisan 1864 günü Cuma namazını Beylerbeyi Camisinde kılmış ve ilk defa saraya gelmiştir

Beylerbeyi Sarayı eskisinden daha küçük ölçüde, Avrupai üslupta bir yapıdır Yeni Beylerbeyi Sarayı geniş bir rıhtımın arkasında yer almaktadır Saray deniz köşkleri, selamlık ve harem olmak üzere yapılmıştır İki katlı sarayın 6 büyük salonu ve 24 odası vardır Sarayın birinci katı tamamen mermer, ikinci katı mermer taklidi olup, taşları Bakırköydeki taş ocaklarından getirilmiştir Simetrik bir düzenin hâkim olduğu sarayın içi ve dışı son derece süslü ve zariftir Odaları, salonları, tavanları rokoko üslubunda bezemelerle süslenmiştir Salon ve odaları süsleyen Bohem avizelerinin benzerlerine İstanbulda o dönemde rastlamak mümkün değildir Yıldız Çini Fabrikasında yapılan nadide vazolar, kristal yanalar, sedef kakmalı ceviz eşyalar, pusulalı, barometreli, termometreli, müzikli saatlerle sarayın içerisi adeta bir masal görünümündedir

Beylerbeyi Sarayının eski saraydan kalmış olduğu düşünülen ancak, yeterli belge bulunamadığından yapım tarihleri kesinleşmemiş olan yapılar da vardır Bu yapılardan en tanınmış olanları ise Mermer Köşk ile Sarı Köşktür Mermer Köşk veya Serdap Köşkü tanınan yapı büyük mermer levhalarla kaplanmıştır Büyük olasılıkla eski saraydan kalmış olan bu yapı denizden sonraki üçüncü set üzerinde, büyük havuzun arkasındadır Bu yapıda Sultan II Mahmut dönemine özgü ampir üslubunun özellikleri görülmektedir Toksan başlıkları, ince uzun yüksek plasterler cepheye düzgün ve eşit aralıklarla yerleştirilmiştir Bunun dışında cephe görünümünde başka bir dekoratif unsura yer verilmemiştir Köşkün ortasında büyük bir salon ve iki yanında da birer oda, arkasında da küçük servis bölümleri bulunmaktadır Son derece sade bir planı olan bu köşkün orta sofasında büyük oval bir havuz ve selsebil bulunmaktadır Köşkün duvarları somaki taklidi mermerlerle kaplıdır Tavanlara da çerçeveler içerisinde hayvan ve av resimleri yapılmıştır

Sarı Köşkün yapımı konusunda kesin bilgi olmamakla beraber, Sultan II Mahmut döneminde yapılan saraydan arta kaldığı sanılmaktadır Sarayın kuzeydoğu köşesinde dördüncü set üzerindeki bu köşk, yüksek bir bodrum üzerine iki katlı ve kâgir olarak yaptırılmıştır Köşkün ortasında giriş, barok bir merdivenle çıkılan büyük bir salon, iki yanında da birer büyük oda bulunmaktadır Plan düzeni dışarıya taşkın haçvari çıkıntılıdır İçerisi geometrik çerçeveler içerisine alınmış, stilize edilmiş bitkisel motifler ve romantik denizle ilgili resimlerle kaplanmıştır

Sarayın güney kanadında uzun bir rampa ile çıkılan, üçüncü set hizasındaki düzlükte Has Ahır bulunmaktadır Rıhtımdaki deniz köşkleri ile benzerliği olan Has Ahırın yeni Beylerbeyi Sarayı ile birlikte yaptırıldığı sanılmaktadır Ahırın girişten sonra ince uzun bir koridoru, bunun iki yanında da ahır bölümleri sıralanmıştır

Sultan Abdülaziz sarayın set set bahçeleri arasına içerisinde aslanların da bulunduğu bir de hayvanat bahçesi eklemiştir



Beylerbeyi Sarayında birçok tarihi kişi misafir edilmiştir İran Şahı Nasireddin Şah, Karadağ Prensi, Ayestefanos Antlaşmasından sonra İstanbula gelen Grandük Nikola bunlar arasındadır Sultan Abdülazizin Fransa seyahatini, Fransa İmparatoru III Napolyon iade etmiştir İmparatoriçe Eugenie Beylerbeyi Sarayındaki misafirliğinden anılarında uzun uzun söz etmiştir

Eski Balıkhane Nazırı Ali Rıza Bey “13 Asr-ı Hicri İstanbul Hayatı” isimli kitabında İmparatoriçe Eugenenin Beylerbeyi Sarayında geçen günlerinden söz etmiştir:

“İmparatoriçe Türk kadınları usulünde yıkanmayı arzu ettiğinden en maruf hamam ustalarından İstavroz Hamamındaki Vesile Hanım celbedilerek sarayın hamamında müşarünileyhâyı eli ile yıkamıştır Vesile Hanım Eugenienin güzelliğini, endamının tenasübünü, bâhusus billür gibi vücudunu söylemekle bitiremezdi Bu kadının dediği gibi İmparatoriçe hakikaten pek güzeldi

Vesile Hanım bellediği birkaç kelime Fransızcayı karışık bir şekilde söyler, İmparatoriçe de pek çok gülermiş İmparatoriçe giderken kendisine haylice hediyeler vermiş olduğundan bu parayı sermaye yapıp bohçacı olmuş ve hamam ustalığını terk etmişti

Sultan II Abdülhamit (1876–1909) Beylerbeyi Sarayı ile ilgilenmemiş ve Onun zamanında saray kapalı kalmıştır Tahttan indirilip götürüldüğü Selanikteki Alatini Köşkünden sonra Yunanlıların Selanike yaklaşması üzerine Beylerbeyi Sarayına getirilmiştir Abdülhamit sarayın bahçesine bakan ve annesinin öldüğü odayı kendisine seçmiştir Böylece II Abdülhamit hayatının son günlerini burada geçirmiş, 1918de de burada ölmüştür

Beylerbeyi Sarayı TBMM Milli Saraylar Dairesi Başkanlığının yönetiminde olup, ziyarete açıktır Sarayın mimari yapısının yanı sıra içerisindeki Hereke halıları, Sevr vazoları, Bohemya kristal avizeleri, Fransız saatleri, Beykoz işi şamdanlar, Çin, Japon, Fransız ve Yıldız porselenlerinin yanı sıra mobilyaları ile de dikkati çekmektedir

Alıntı Yaparak Cevapla

İnceden İnceye İstanbull

Eski 11-04-2012   #47
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İnceden İnceye İstanbull



İstanbul Kasırları

Küçüksu (Göksu) Kasrı (Beykoz)



İstanbul Beykoz ilçesi, Anadoluhisarında, deniz kıyısında bulunan Küçüksu Kasrının XVII yüzyılda Sultan IV Murat (1623–1640) döneminde yapıldığı sanılmaktadır Bu kasır Sultan III Mustafa (1757–1774), Sultan III Selim (1789–1807) ve Sultan II Mahmut (1808–1839) dönemlerinde restore edilmiştir Bu kasır ile ilgili bilgiler Antoine-Ignace Melling ve Michel François Preaultun XIX yüzyıl başlarında yaptığı resimlerden öğrenilmektedir

Kasır denize doğru uzanan tek katlı bir yapı olup, arkasında da iki katlı bir bölüm bulunuyordu Kasır T planlı olup, ahşap kubbeli, kare planlı bir orta mekân ile bunun çevresinde biri denize doğru olmak üzere uzanan üç yönlü uzantılardan meydana gelmiştir Kasrın odalarının bir kısmı da deniz yönünde kazıklar üzerine oturtulmuştur Bu kasır yıkılmış ve yerine bugünkü yapı yapılmıştır Kasrın ne zaman yıkıldığı konusunda kaynaklarda yeterli bilgi bulunmamaktadır Bugünkü kasır Abdülmecit döneminde, 1856da kâgir olarak yapılmıştır Yapının mimarı Balyan ailesinden Nigogos Balyandır Kasrın iç dekorasyonu Viyana Operasının dekoratörü olan Sechan tarafından yapılmıştır

Küçüksu Kasrı yüksek bir su basman üzerine iki katlı, mermer kaplamalı bir yapıdır XIX yüzyıl barok ve rokoko karışımı bir üslubu yansıtmaktadır Kasrın bodrum katında kiler, mutfak ve hizmetli odaları, diğer iki katta ise orta mekâna açılan dört köşe odasından meydana gelmiştir Yapının cephe mimarisi dikkat çekicidir Burada çiçek, yaprak, çelenkler, rozetler yüksek kabartma tekniğinde duvarlara işlenmiştir Oldukça ağır bir rokoko üslubu yapının barok mimarisi ile birleşmektedir



Kasrın deniz cephesi üç bölüm halinde olup, orta bölüm düz, iki yandakiler de dışbükeydir Kasrın iki yönlü giriş merdiveni, havuzu, çeşmesi ve giriş kapısı ile dikkati çekmektedir Denize yönelik pencereler her katta zemine kadar inmiş ve bunların önleri mermer parmaklıklarla sonuçlanmıştır Kasrın yan ve arka bölümlerinde üst katta balkonlara yer verilmiştir Üst katın bitiminde mermerden bir kısa duvar çatıyı gizleyerek yapıyı çepeçevre dolaşmaktadır

Kasrın kabartma ve kalem işi süslemeli tavanları, birbirlerinden fark ve biçimde İtalyan mermerinden yapılmış şömineleri, ince bir işçilik gösteren parkeleri, Avrupa Arnavoa üslubunda mobilyaları ile dikkat çekmektedir

Bu kasırda Sultan Abdülaziz (1861–1876) döneminde, daha sonra İngiliz tahtına geçen Galler Prensi Edward (VII Edward) ile Eflak Boğdan Prensi IJean Alexandre ağırlanmıştır Bunların yanı sıra kasır Sultan V Mehmet Reşat ve son halife Abdülmecit Efendi (1839–1861) tarafından da kullanılmıştır Cumhuriyetin ilanından sonra bir süre konukevi olarak kullanılmış, 1970li yıllara kadar bazı özel günlerde kasırdan yararlanılmış, 1983te ziyarete açılmıştır Ardından yapılan yeni düzenlemeden sonra da 1994 yılında TBMM Milli Saraylar Daire Başkanlığına bağlı anıt müze olarak ziyarete açılmıştır

Tophane Kasrı (Beyoğlu)



İstanbul ili Beyoğlu ilçesi, Tophanede Necatibey Caddesi üzerinde bulunan Tophane Kasrını İngiltere Elçiliğinin yapımı için İstanbula 1841 yılında gelen ve 1853 yılına kadar burada kalan İngiliz Mimar William James Smith tarafından yaptırılmıştır Tophane Müşiri Halil Paşanın denetiminde 1851–1852 yıllarında tamamlanmıştır

Bu kasır padişahların Tophanedeki askeri kuruluşlarını ziyaretinde veya şehre deniz yolu ile gelen yabancı devlet adamlarının karşılanmasında kullanılmıştır Tophane Kasrı Rus Çarının kardeşi Grandük Konstantinin Sultan Abdülmecit (1839–1861) tarafından burada kabulü ile tarihe geçmiştir Ayrıca Osmanlı-Rus Savaşını sonlandıran 1894 yılı Uluslar arası konferans ve Lozan Antlaşmasından sonra Uluslar arası Boğazlar Komisyonunun toplantılarına da sahne olmuştur Bunun yanı sıra II Dünya Savaşı sırasında Sıkıyönetim Mahkemesi burada toplanmıştır

Karaköy-Beşiktaş arasındaki caddenin genişletilmesi sırasında kasrın batısında bulunan Top Arabacıları Kışlası yıkılmış, doğusuna bugünkü liman binaları yapılmış ve bunun sonucu olarak da kasrın deniz ile bağlantısı kesilmiştir Uzun süre Malül Gaziler Yurdu olarak kullanılmış, günümüzde de Mimar Sinan Üniversitesinin kullanımındadır

Tophane Kasrı kuzey-güney doğrultusunda, denize paralel, 2200x1000 m ölçüsünde dikdörtgen planlı, iki katlı bir yapıdır Tophane Kasrı cephe mimarisi yönünden İngiliz Mimarı William James Smithin diğer yapılarından farklılıklar göstermektedir Prizmatik kütleli, denize yönelik doğu cephesinin ekseninde dışarıya taşan bir giriş bölümü ile batı cephesinin birinci katında konsollarla taşırılmış geniş çıkmalar yapıya hareketli bir görünüm kazandırmıştır Kasrın ana girişi dört kolonun taşıdığı, üzeri balkon olarak kullanılan bir giriş görünümündedir Ayrıca güney cephesinin ekseninde de bir servis girişi bulunmaktadır Zemin kattaki giriş holünün iki yanında iki oda, doğusunda kare planlı bir sofa yer almaktadır Sofadan üç kollu bir merdivenle ikinci kata çıkılmaktadır Burada iki sıra halinde yerleştirilmiş odalar bulunmaktadır

Neo-Klasik üslupta bezenmiş olan kasrın kalem işi tavanları korint düzeninde plasterler ve mermer şöminelerle iç mekân zengin bir görünümdedir Dışa yönelik kemerli pencereleri, kemer hizasında devam eden yatay silmeler, madalyonlar barok mimariyi yansıtmaktadır Yapının üzerini örten çatı plasterlerle desteklenmiş, buradaki madalyonlara kurdeleler eklenmiş, pencere aralarında ve onların altında yatay ve düşey bitkisel motifli panolara yer verilmiştir

Beykoz Kasrı (Beykoz)



İstanbul ili Beykoz ilçesinde, tarihi Hünkâr İskelesinin güneyinde bulunan bu kasır Mısır Hıdivi Kavalalı Mehmet Ali Paşa tarafından Sultan Abdülmecit için yaptırılmıştır Kasrın mimarı Balyan ailesinden Nigogos ve Sarkis Balyandır Kasrın yapımına 1855 yılında başlanmış, Kavalalı Mehmet Ali Paşanın oğlu Sait Paşa tarafından on bir yıl sonra 1866 yılında tamamlanmış ve o sırada tahta geçen Sultan Abdülazize armağan edilmiştir

İstanbulu ziyaret eden Fransa İmparatoriçesi Eugenie şerefine Beykoz Çayırında düzenlenen av partileri sırasında buraya bir pavyon eklenmiştir Ancak bu pavyondan günümüze hiçbir iz gelememiştir Bununla ilgili bilgiler eski fotoğraflardan edinilmektedir

XX Yüzyılın başlarına harap bir durumda gelen kasırda önce bir Darül Eytam, sonra Trahom Hastanesi açılmış, bir süre göçmenler burada iskân etmiş, daha sonra da ordu emrine verilmiştir Sağlık Bakanlığı 1953 yılında bu kasrı onarmış ve klinik olarak kullanmıştır 1963te Beykoz Prevantoryumu olmuştur Günümüzde Beykoz Çocuk Göğüs Hastalıkları Hastanesi olarak kullanılmaktadır

Beykoz Kasrı Boğaziçinde yapılan ilk kâgir ve Neo-Klasik üslupta yapılan bir yapıdır Cephe kaplamasında kullanılan taşlar İtalyadan getirilmiş, bunların yanı sıra yer yer beyaz mermerlere de yer verilmiştir Kare planlı olan yapı iki katlıdır Katların ortasında sofa, bunun çevresinde de odalar bulunmaktadır Katlar arasındaki yükseklik 8 m yi bulmaktadır Sofanın ortasında camekân ve fener kasrın üç katlı olarak algılanmasına neden olmaktadır Odaların arasında beyzi planlı merdiven sofası, merdivenin karşısında da yine beyzi bir salon bulunmaktadır Deniz ve kara tarafındaki cephelere dört kolon üzerine oturtulmuş dikdörtgen planlı geniş balkonlar eklenmiştir



Kasrın ana girişi deniz tarafındadır İç mekânlarda beyaz somaki mermerler kullanılmış, duvarlarına büyük boyda endam aynaları yerleştirilmiştir Kasır gecelemek için düşünülmediğinden mutfak, hamam ve servis bölümlerine yer verilmemiştir Çevresi teraslarla kuşatılmıştır Bu nedenle de kasır kademeli bir piramit şeklinde gittikçe genişleyen bir teras kaide üzerine oturtulmuştur

200 dönümlük bir arazi içerisinde bulunan kasrın bahçesinde manolya, çam ve ıhlamur ağaçlarından oluşan geniş bir koruluk vardır

Bahçe içerisinde dar ve dolambaçlı bir yolla girilen yapay bir mağaraya kubbeli küçük iki oda yerleştirilmiştir Bu tür yapay mağaralar XVIII yüzyıl Avrupa bahçe mimarisinde sık sık kullanılmıştır Bu odaların duvarları istiridye kabukları ile süslenmiştir

Aynalı Kavak Kasrı (Beyoğlu)



İstanbul ili Beyoğlu ilçesi Hasköy Aynalı Kavak Caddesinde bulunan bu kasır, Osmanlı dönemindeki Tersane Sarayı arazisindedir Buradaki kasrın ne zaman yapıldığı kesinlik kazanamamıştır Evliya Çelebi XVII yüzyılda burada bir hamam, sofa ve şadırvan olduğunu belirttikten sonra bu kasrın Fatih Sultan Mehmet zamanında ilk defa yapıldığına değinmiştir Ardından da Sultan İbrahim zamanında yenilendiğini belirtmiştir Naima Tarihinde de Sultan IAhmetin 1613 yılında Edirneden gönderdiği bir hatt-ı hümayunda Tersane bahçesinde bir kasır yapılmasını istediğini yazmıştır

Sultan I Ahmet (1603–1617) 1614te İstanbula döndüğünde bu kasrı ziyaret etmiş ve yanında da bir çiçek bahçesi düzenlenmesini istemiştir Kasrın yapımını Kaptan-ı Derya Halil Paşa üstlenmiştir Kasır 1677 yılında yanmış ve Sultan IV Mehmet tarafından 1679da yenilenmiştir Sultan IV Mehmet 1677 yılında Haremi ile birlikte bir süre bu kasırda yaşamıştır Ancak bu dönemde çıkan bir yangın yapıya zarar vermiştir Fındıklılı Mehmet Ağa Tarihinde Polonya seferinden dönen Sultan IV Mehmetin şerefine üç gün üç gece kasrın önünde şenlikler düzenlendiğini yazmıştır Padişah da gemilerden, kayıklardan oluşan denizdeki bu şöleni kasırdaki kafesli köşkten seyretmiştir

Osmanlı tarihine geçen bu kasırla ilgili bir başka şenlik daha bulunmaktadır Sultan III Ahmet zamanında Padişah 1720 yılında dört oğlu ile birlikte Sadrazam Damat İbrahim Paşanın oğlunu ve yoksul çocukları burada sünnet ettirmiş, 30 gün süren şenlikler yapılmıştır

Tersane Sarayının Aynalı Kavak Sarayı ismini alması XVII yüzyılın ortalarına rastlamaktadır Sieur du Loir 1654te sarayın görkemli aynalarla kaplı olduğunu belirtmiştir Pasarofça Antlaşması (1718) sonrasında Venedik Cumhuriyetinin Osmanlı sarayına hediye ettiği aynalar kasrın dairelerini süslemiştir Bu yüzden de kasrın ismi halk arasında Aynalı Kavak Kasrına dönüşmüştür

Bu dönemde yapılmış olan Surnâme-i Vehbinin minyatürlerinde bu kasır resmedilmiştir Minyatürlere göre direkler üzerinde denize taşan üç sofalı bir yapı idi La Motrae 1727 yılında bu kasrı görmüş, üzerinin zengin nakışlı bir kubbe ile örtülü olduğunu, bunun dışında kalan alanların da çatı ile kaplı olduğunu yazmıştır

XVIII yüzyılda kasır terk edilmiş, bazı binaları Sultan Abdülhamitin Sadrazamı Koca Yusuf Paşa tarafından 1766–1787 yıllarında onarılmıştır Kaptan-ı Derya Küçük Hüseyin Paşanın Tersaneyi genişletmesi sırasında bu yapılardan bazıları yıkılmış ve Tersaneye katılmıştır Kalan yapılar da 1787–1788 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında erzak ambarı olarak kullanılmıştır



Sultan III Selim 1791de Balyan ailesinden Kirkor Balyana kasrı tamir ettirmiştir Bununla beraber Sultan III Selim, Sultan II Mahmut ve Sultan II Abdülhamid zamanında Tersaneye yapılan eklerden dolayı kasır Haliçten içeride kalmıştır Bu nedenle günümüze gelen Aynalı Kavak kasrının ön cephesi kara tarafında kalmıştır Arazi eğiliminden ötürü iki katlı olan kasrın Haliç yönündeki cephesi üç katlıdır Planı kuzeydoğu-güneybatı ekseninde salonlardan meydana gelmiştir Güney cephesinin ortası hafif bombeli olarak yükseltilmiş olup, sade bir görünümdeki sahanlıktan yapıya girilmektedir Bunun karşısında giriş holü ile merdivenler bulunmaktadır Arazi eğiliminden ötürü bu bölümün altında hizmet odaları yapılmıştır

Giriş holünün solunda yan odalar ve servis bölümleri, büyük sofa bulunmaktadır Haliçe yönelik eyvan şeklindeki salonun iki tarafında simetri göstermeyen dört oda bulunmaktadır Bu bölüm kasrın harem bölümüdür

Giriş holünün sağındaki bölüm üç eyvanlı bir divanhane ve ona bağlı bir arz odasından meydana gelmiştir Kasrın en önemli mekânları olan bu odalardan arz odasının üzeri kubbelidir Divanhanenin pencereleri üzerinde Yesarizâdenin talik yazı ile yazdığı Enderuni Fazılın Aynalı Kavak Kasrını öven şiiri bulunmaktadır Divanhaneden geçilen arz odasının pencereleri üzerinde de Yesarizâdenin talik yazı ile yazdığı Şeyh Galibin Sultan III Selimi öven şiiri bulunmaktadır

Kasrın selamlığı olarak nitelenen bu bölümün bezemeleri son derece zengindir Bezeme yönünden kasrın en önemli bölümü divanhane ile arz odasıdır Buradaki pencerelerin arasında basık kemerlerle birbirine bağlanmış dekoratif kolonlara yer verilmiştir Bu bölümde kemer ayaklarının içerisi mermer levhalar ve aynalarla kaplanmıştır Bugün müze özelliği taşıyan bu kasrın arz odası, divanhanesi duvarlarını çepeçevre dolaşan yazıtları, alçı şebekeli pencereleri, Sultan III Selim tuğralı barok ve rokoko üslubunda bezemeler burada görülmektedir

Ihlamur Kasrı (Beşiktaş)



İstanbul ili Beşiktaş ilçesi Ihlamur Yolunda bulunan bu kasrın olduğu yerde Hacı Hüseyin Bağı olarak tanınan bir mesire yeri bulunuyordu Bu mesirenin miriye geçmesinden sonra Padişah için bir bağ evi yapılmış ve halk arasında da Hacı Hüseyin Bağı Köşkü olarak tanınmıştır Bu köşk Sultan I Abdülhamit (1774–1789), Sultan III Selim (1789–1807) ve Sultan II Mahmut (1808–1839) tarafından kullanılmıştır Sultan I Abdülhamit dönemi sadrazamlarından Seyyid Mehmet Paşa burada bir namazgâh yaptırmış, Sultan III Selim ve Sultan II Mahmut zamanında ok atışları sonunda buraya nişan taşları dikilmiştir

Sultan Abdülaziz bu köşklerin bahçesinde horoz ve koç dövüşleri ile güreş müsabakaları yaptırmıştır Sultan V Mehmet Reşat sık sık buraya gelmiş, İstanbulu ziyaret eden konuklarını, özellikle Sırp ve Bulgar krallarını 1910da burada ağırlamıştır

Fransız şair Alphonse de Lamartine bu köşkün dört köşeli bir planı olup, salonun ortasında fıskiyeli bir havuzun bulunduğunu, oldukça sade olduğunu belirtmiştir

Sultan Abdülmecit bu köşkün yerine 1849–1855 arasında iki yeni biniş kasrı ile bir de çeşme yaptırmıştır Buradaki mesirede düzenlenen av partileri ve ok talimleri sonunda dinlenme yeri olarak kullanılmıştır



Sultan Abdülmecit Balyan ailesinden Nigogos Balyana burada Merasim Köşkü ve Maiyet Köşkü olarak isimlendirilen iki kasır yaptırmıştır XIX yüzyıl Avrupa mimarisi üslubunda yapılan köşklerden Merasim Köşkü günümüzde Ihlamur Kasrı olarak tanımlanan yapıdır Yüksek bir su basman kaide üzerine tek katlı, kesme taştan dikdörtgen planlıdır Cephesi dönemin saray mimarisine uygun olarak girlantlar, istiridye kabuğu motifleri, vazolardan çıkan çiçekler, salkımlar ve ayrıca sütunçelerle bezenmiştir Giriş cephesindeki iki yönlü merdiven ve balkon yapının cephesindeki en dikkat çeken bölümdür Giriş holünün iki yanında iki oda ile çatıya çıkışı sağlayan bir ara mekân bulunmaktadır Cephesi son derece bezemeli ve hareketli olan yapının içerisi oldukça sadedir

Merasim Köşkünün biraz ilerisindeki Maiyet Köşkü daha da sade bir yapı olup, iki katlıdır Bu yapıya da giriş cephesindeki iki kollu bir merdivenle ulaşılmaktadır Girişin ortasında bir hol merdivenler ve köşelerde de dört adet oda bulunmaktadır

IDünya Savaşı sonrasında ve Cumhuriyet döneminde boş ve bakımsız kalan köşkler 1951 yılında İstanbul Belediyesine verilmiştir İstanbul Valisi ve Belediye Başkanı Fahrettin Kerim Gökay Maiyet Köşkünde Tanzimat Müzesini kurmuş, Merasim Köşkünü de ziyarete açmıştır Köşkler 1966 yılında TBMM Milli Saraylar Dairesi Başkanlığına devredilmiştir

Maslak Kasırları (Sarıyer)



İstanbul ili Sarıyer ilçesi Büyükdere Caddesinde, İstinye ile Tarabya kavşaklarının birleştiği noktada, Haznedar Çiftliği içerisinde bulunan Maslak Kasırlarının bulunduğu alandaki ilk yapılanma Sultan II Mahmut (1808–1839) döneminde başlamış, Sultan II Abdülhamidin (1876–1909) veliahtlığı sırasında da av ve dinlenme alanı olarak düzenlenmiştir Bununla beraber bu alandaki yapıların yapım tarihleri kesin olarak bilinmemektedir Büyük olasılıkla da Sultan Abdülaziz (1861–1876) döneminde, 170000 m2lik koruluk alanda yapıldığı sanılmaktadır Kasr-ı Hümayun, Mabeyn-i Hümayun, Çadır Köşkü, Paşalar Dairesi ve Limonluk günümüze gelebilen yapılardır

Sadrazam Rüştü ve Mithat paşalar Kasr-ı Hümayuna gelerek yaşamının büyük bir kısmını veliahtlığı sırasında burada geçiren Sultan Abdülhamidi Osmanlı tahtına çıkmaya burada davet etmişlerdir Sultan V Mehmet Reşat da zaman zaman buraya gelmiş ve dinlenmiştir Osmanlı kaynaklarından Sultan II Abdülhamidin oğullarından Nureddin Efendinin annesi ile birlikte burada oturduğu öğrenilmektedir

Bu köşklerden Kasr-ı Hümayun arazi eğimine göre iki katlı olarak yapılmıştır Yarı kâgir olarak yapılan kasrın birinci katına kadar bölüm taştan, bunun dışında kalanlar ahşaptandır Girişin üzerinde yer alan ve görkemli sütunlara oturan balkonla, üst kata çıkan merdivenler barok üsluptadır Buradaki bezemeler doğa ve mimariden alınmıştır

Cephe düzeninde pencere dizileri ile çatı katının pencereleri uyumlu bir düzen içerisinde yapılmıştır Katlar arasında saçaklar, silmeler bulunmaktadır Ayrıca cephe duvarlarının köşelerine geniş plasterler ve pervazlar yerleştirilmiştir Orta sofa etrafında sıralanmış salonun ve odaların tavan ve duvarları zengin bir dekoratif bezeme ile kaplanmıştır Özellikle tavanlardaki kalem işleri, natürmortlar doğadan esinlenilmiş resimlerle bezelidir



Kasr-ı Hümayunda Sultan II Abdülhamidin çalışma ve yatak odaları bulunmaktadır Haluk Şehsuvaroğlu bu odalarda padişahın yaptığı ve üzerinde AH yazılı aynalı bir kapıdan yatak odasına geçtiğini belirtmiştir Ayrıca burada ceviz bir karyola, sedefli bir masa bulunduğunu da eklemiştir

Mabeyn-i Hümayun Kasrı, kasırların bulunduğu alanın kuzeybatısında yer alan küçük tek katlı bir yapıdır Mermer basamaklı girişin sağ ve solunda birer oda, arkasında da büyük bir salon bulunmaktadır Bu salon geniş bir kapı ile büyük bir seraya açılmaktadır Kasrın cephesinde pencereleri çevreleyen tuğlalarla dekoratif bir görünüm sağlanmıştır Ayrıca basık kemerli, kepenkli, yüksek pencereler iki mermer sütunun taşıdığı, döküm korkuluklu balkon da cepheye ayrı bir görünüm sağlamıştır

Köşkün seraya açılan odasının tavanları kalem işleri ile bezenmiş, duvarlara altın varaklı büyük kristal aynalar ile porselen bir şömine yerleştirilmiştir Buradaki kapıların kornişlerinde aynanın üzerinde ve seranın kapısında Sultan II Abdülhamidin AH markası işlenmiştir

Kasr-ı Hümayunun kuzeybatısında Çadır Köşkü yer almaktadır Köşk alt katta ocaklı bir mekân ile üst katta tek bir odadan meydana gelmiş sekizgen planlı bir yapıdır Üst kattaki odaya mermer basamaklı çift yönlü ve demir korkuluklu bir merdivenle çıkılmaktadır Köşkün etrafı balkonla çevrili olup, balkon korkulukları, çatı saçakları ve direkler ahşap bezemelerle doldurulmuştur



Kasr-ı Hümayunun kuzeydoğusundaki Paşalar Dairesi, Kasr-ı Hümayuna paralel olarak yapılmıştır Büyük olasılıkla bu yapı kasırları korumaya yönelik olarak yapılmıştır Mabeyn-i Hümayunu tarihi su deposuna bağlayan bahçe duvarı Paşalar Dairesini her iki yapıdan ayırmaktadır Kâgir ve tek katlı olan yapının iki ayrı girişi vardır Ana girişin iki kanadında koridorlara açılan odalar sıralanmıştır Girişin sol tarafında ise içerisinde külhanın da bulunduğu bir hamam vardır Bu hamam bahçe yönünden ikinci bir giriş vardır Paşalar Dairesinin cephe görünümündeki dekorlar ile pencere dizileri Mabeyn-i Hümayuna benzemektedir

Cumhuriyet döneminde IOrdu ve Gülhane Askeri Tıp Akademisi tarafından prevantoryom ve malzeme deposu olarak kullanılan Limonluk 1981de TBMM Milli Saraylar Dairesi Başkanlığına devredilmiştir

Kasırların bahçesinde Sultan II Abdülhamidin Fransadan getirttiği kamelya ağaçları, Grolto ve Cycos ağaçları bulunmaktadır Ayrıca çeşitli çiçek ve ağaç örnekleri de burada bulunmaktadır

Maslak Kasırlarının bulunduğu arazide çeşitli havuzlar ve büyük ölçüde göletler de bulunmaktadır Günümüzde TBMM Milli Saraylar Dairesi Başkanlığı yönetiminde müze olarak ziyarete açıktır

Ayazağa Kasırları (Şişli)

İstanbul, Şişli ilçesi Ayazağa Köyü yakınında, eski Haznedar Çiftliği arazisi üzerinde bulunan bu kasırların bulunduğu alana Sultan II Mahmut sık sık avlanmaya gelirdi Bu nedenle de burada iki katlı bir kasır yaptırılmış, kasrın ve arazinin bakımı ile Başsilahtar Ali Ağa görevlendirilmişti

Ayazağada günümüze gelen kasırlar Sultan Abdülaziz (1861–1876) döneminde Ser Mimarı Devlet olarak tanınan Sarkis Balyan tarafından yaptırılmıştır Bu yapılar II Meşrutiyetten (1908) sonra ordunun hizmetine verilmiş ve I Dünya Savaşı sırasında Süvari Astsubay Mektebi olarak kullanılmıştır Bunlardan ana yapı 1930lu yılların başında onarılmış ve Süvari Yedek Subay Okulunun müştemilatı arasında kalmıştır Ordudan süvari sınıfının kaldırılmasından sonra 1960 yılında Jandarma sınıfına tahsis edilmiş, 1973te onarılmıştır Ardından da İstanbul Kültür ve Sanat Vakfına tahsis edilmiştir

Bu kasırlar arasında tarihi yapıların en büyüklerinden olan Ayazağa Kasrı 2150x2050 m ölçüsünde kare planlı, bodrum, zemin, birinci kattan meydana gelmiş, çatı ile örtülü kâgir bir yapıdır Büyük olasılıkla bu kasır Sultan II Mahmut döneminde yapılan ilk kasrın temelleri üzerine oturtulmuştur Kasrın birbirine simetrik iki giriş kapısı bulunmaktadır On iki basamakla çıkılan sahanlıktan sonra yapının tümünü kaplayan 1600x1750 m ölçüsünde büyük bir salon bulunmaktadır Bu salonun köşelerine de daha küçük birer salon yerleştirilmiştir

Kasrın dört tarafına, dikdörtgen pencereler birbirine simetrik olarak yerleştirilmiştir Katlar arasında ince bir silme dikkat çekmektedir Yapının içerisi ahşap kasetler ve çeşitli motiflerle bezenmiştir Ayrıca kasrın duvarları Sultan Abdülazizin İngiltereden getirttiği çinilerle kaplanmıştır

Bu kasırlardan ahşap kasrın önünde köfeki taşından yapılmış 10000x2000 m ölçüsünde 250 m eninde büyük bir havuz bulunmaktadır Bu havuzun suyu köşklerin önünü kapatan doğal kaya parçalarının arasından akmaktadır Bu su Dertlipınar olarak isimlendirilmiştir Büyük olasılıkla bu havuz Sultan II Mahmut zamanına aittir Ahşap kasır 1000x1600 m ölçüsünde büyük bir salon ve onun arkasında da iki küçük oda bulunmaktadır Bu küçük odalardan biri kahve ocağı, diğeri de havuzda padişaha gösteriler yapan Enderun Ağalarının soyunma yeridir Salonun dip köşesine de biri küçük olmak üzere iki çeşme yerleştirilmiştir Salon XIX yüzyıl üslubunda kalem işi ve bezemelerle süslenmiştir Ahşap kasrın salonu gotik üslupta vitraylı pencerelerle aydınlatılmış, üzerini örten ahşap çatısı geniş konsollarla dışarıya taşırılmıştır

Sepetçiler Kasrı (Eminönü)



İstanbul Eminönü ilçesi, Sarayburnunda bulunan bu kasır Topkapı Sarayının Sarayburnundaki iki kıyı köşkünden birisidir Diğer köşk ise Yalı Köşküdür Sepetçiler Kasrının bulunduğu yerde saraya ait kayıklar bulunuyordu GJ Grelot buradaki kayıklar ve küçük kadırgalar için 5–6 tane kayıkhane olduğunu yazmıştır Sepetçiler Kasrında Yalı Köşkünde olduğu gibi Osmanlı sultanları donanmanın sefere çıkışını veya dönüşünü seyrederlerdi

Sepetçiler Kasrı Bizans İmparatoru II Theodosius zamanında yapılan surların üzerine inşa edilmiştir Kasrın yapımına Sultan III Murat (1574–1595) döneminde Sadrazam Sinan Paşa tarafından 1591de başlanmış, Ferhat Paşanın sadrazamlığının ilk yılında da tamamlanmıştır Kasrın mimarı Davut Ağa olup, yapımında Dalgıç Ahmet Çavuş ve Nakkaşbaşı Lütfi Ağanın da yardımları görülmüştür Yapımında kullanılan kırmızı mermerler Darıca ve Rusçuktan, çinileri İznikten getirilmiştir Yapımında kullanılan demir aksam ve çiviler de Samakoy ve Selanikten getirilmiştir

Kasrın kapı kemeri üzerindeki kitabesinden öğrenildiğine göre; Sultan İbrahim (1640–1658) döneminde 1643te yeniden yapılmış, Sultan I Mahmut (1730–1754) döneminde 1739da yenilenmiştir Bunun ardından XIX yüzyıl ortalarında da yeni bir onarım yapılmıştır Bu onarımlar yapının mimari üslubunu değiştirmemiştir

Osmanlı döneminde yapılmış köşklerin en görkemlilerinden olan Sepetçiler Kasrı ile ilgili çeşitli söylentiler bulunmaktadır Bunlardan birisine göre; Edirne Sarayında yükseltilmiş fevkani yapılara sepetçi veya sultani ismi veriliyordu Bu nedenle de bu kasra Sepetçi denilmiştir Bir başka söylentiye göre de Sultan İbrahim bu kasrın arkasında bulunan hazırcı ve sepetçi esnafını korumuş, buradaki eski köşkü yeniden yaptırmaya karar verdiği zaman sepetçi esnafının yardımlarını görmüştür Kasrın yapımından sonra çevresindeki sepetçi esnafı çalışmalarını sürdürmüş ve sepetçilerin burada bulunmasından ötürü de kasra bu isim verilmiştir

Sepetçiler Kasrı kesme taştan kare planlı, üzeri kubbeli dört köşesi eyvanlı mimari bir düzen göstermektedir Bu kubbe ahşap olup, çatı içerisine gizlenmiştir Üzeri kubbeli olan kare mekândan çıkmalarla dışa taşan eyvanlı bölümler yarım kare plan göstermektedir Mu mekânın önünde üç bölümlü ortası kubbeli, iki yanı tonozlu bir giriş kısmına yer verilmiştir Bu mekânın altında servis bölümleri bulunmaktadır

Sepetçiler Kasrı IDünya Savaşı sırasında askeri ecza deposu olarak kullanılmış, 1955 yılında sahil yolunun açılışı sırasında istimlâk edilme konumuna gelmişse de tarihi özelliğinden ötürü bundan vazgeçilmiştir Uzun süre kendi haline terk edilen yapı 1980 yılında Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü tarafından restore edilmiştir Bunun ardından Başbakanlık Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü kasrı 1990 yılında onarmış ve Basın Merkezi ve kafeterya olarak kullanmıştır Eminönü Hizmet Vakfı 1998 yılında kasrı restore etmiştir Günümüzde Basın Yayın Genel Müdürlüğünün Uluslararası Basın Merkezi olarak kullanılmaktadır Bir bölümü de özel bir şirket tarafından restoran ve bar olarak işletilmektedir

Hıdiv Kasrı (Beykoz)



İstanbul ili Beykoz ilçesi Çubukluda geniş bir koru içerisinde yer alan Mısır Hıdivi Abbas Hilmi Paşanın kasrı Çubuklu Sarayı veya Çubuklu Kasrı olarak tanınmaktadır

Mısır valileri arasında egemenlik hakkını Sultan Abdülazizden (1861–1876) 1866da elde eden ilk hıdiv olan İsmail Paşa İstanbulda Emirgân Korusunda yerleşmiş, buradaki kıyıda ahşap bir saray, arkasındaki korulukta da dört köşk yaptırmıştı İsmail Paşanın 1892de ölümünden sonra yerine oğlu Abbas Hilmi Paşa geçmiştir Almanya ve Avusturyada eğitim gören Abbas Hilmi Paşa İngiliz sömürgeciliğine karşı çıkmış bu nedenle de Osmanlı devletinin desteğini aramıştır

Abbas Hilmi Paşa 1903 yılında Çubuklu kıyısındaki iki ahşap yalıyı satın almış ve bir süre burada yaşamıştır Ardından yalının arkasındaki 270 dönümlük bağ ve bahçelik araziyi ağaçlandırmış ve içerisine de batı mimari üslubunda bir kasır yaptırmıştır Kasrın mimarı İtalyan Delfo Seminatidir

İtalyan mimarisinin etkisi altında yapılan bu yapı Toscana Villası görünümünde olup, mermer ve kesme taştan olan bu kasrın orta mermer holü antik çağın Roma rotondosu üslubundadır Zemin kattaki lambrili salonları dönemin moda üslubu olan Art Nouveau üslubunda yapılmıştır Kasır mermer teraslarla çevrilmiş ve bunun üzerine de yüksek bir kule yerleştirilmiştir

Kasır güneye ve doğuya bakan L harfi şeklinde bir plan düzeninde olup, burada birbirlerine dik iki kanatla, bunların uçlarını birleştiren çeyrek daire biçimli bir bölümden meydana gelmiştir Bodrum üzerinde üç katlı olup, zemin katta geniş salonlar, birinci katta yatak odaları, diğerlerinden daha basık olan ikinci katta da hizmetli odaları yer almaktadır

Kasrın ana giriş katındaki holün pencere ve kapıları kurşunlu vitraylıdır Bunlar başta üzüm salkımı desenleri olmak üzere çeşitli bitkisel motiflerle süslenmiştir Ana giriş katındaki holün ortasında anıtsal bir çeşme bulunmaktadır Bu bölümün üzeri açık olup, zengin vitraylı camlarla örtülmüştür Giriş katında çifter çifter toplam on altı masif mermer sütunun yer aldığı anıtsal çeşmenin ortasında 180 m yüksekliğinde mermer bir fıskiye bulunmaktadır Bu çeşme sularını zeminde yer alan alçak bir havuza dökmektedir Holün ve havuzun arkasındaki cephede üst kattaki yatak odalarının bulunduğu bölüme çıkan bir asansör vardır Asansörün her iki kata yönelik cephesi sarı pirinç metalden yapılmıştır Giriş katın cephesindeki camlar prizma şeklinde kristal kareler halindedir

Holün sağında binanın dıştan düz cephesini oluşturan mermer bir salon bulunmaktadır Ana kapıdan sonra iki yöne doğru mermer bir koridor uzanmaktadır Sağ taraftaki koridordan iç içe iki odaya girilmektedir Sol taraftaki koridorun tavanı ise aynalı kristal ışıklı köşe sütunlarına açılır Aynı zamanda buradaki salon yuvarlak büyük pencerelerle mermer salona bakmaktadır

Ana giriş kapısının arkasında bulunan boşluktaki mermer masif merdivenlerle birinci kata çıkılmaktadır Burası yuvarlak bir koridor şeklinde olup, aşağıdaki havuza, yukarıdaki de vitraya açıktır

Kasrın çevresi koruluk olup, bu koruluğun içerisinde 100–300 yıllık meşe, ıhlamur, çam ve sedir ağaçları bulunmaktadır Ayrıca bu koruluktaki bülbüller İstanbul yaşantısında ün yapmıştır

Hıdivin 1944te ölümünden sonra kasır 1937–1983 yıllarına kadar metruk kalmıştır Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu bu yapıyı kiralayarak restore etmiştir İç döşemesini Art Nouveau üslubunda düzenlemiştir Bundan sonra da kasır ziyarete ve restoran olarak da halkın ziyaretine açılmıştır Kasır Türkiye Turing ve Otomobil Kurumundan İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından geri almış olup, belediye tarafından işletilmektedir

Bebek Kasrı (Beşiktaş)

İstanbul ili Beşiktaş ilçesinde bulunan ve günümüze ulaşamayan Bebek Kasrı, Bebek Bahçesi içerisinde yer alıyordu Evliya Çelebi ve Vakanüvis Asım Efendi bu kasrın Sultan I Selim (1512–1520) zamanında yapıldığını belirtmişlerdir XVI-XVII yüzyılda kendi haline terk edilen Bebek Bahçesi ile bu kasır 1725 yılında yeniden yapılmış ve Hümayunâbâd ismini almıştır

Kasrın plan ve cephe görünümü ile ilgili yeterli bilgi bulunmamaktadır Bununla beraber kaynaklardan kasrın Sultan I Abdülhamit döneminin sonlarında iki kez onarım geçirdiği öğrenilmektedir Yalnızca XVIII yüzyılda İstanbula gelen Fransız Büyükelçisi Choiseul Gouffier tarafından yaptırılmış gravürden ve Jouannin imzalı kopyasından bu kasırla ilgili kısmen de olsa bilgi edinilmektedir ADu Beaumontun 1849da yaptığı bir gravürde bu kasrın mimari yapısı kısmen de olsa görülmektedir Bu gravüre göre kasrın alt katı iki taraftan bahçe duvarları ile uzatılmış, ortasına kasır yerleştirilmiştir İki katlı olan kasrın alt katında ikinci derece odalar ve giriş holü bulunmaktadır Kasrın asıl oturulan mekânı ikinci kattadır Burada ortada denize taşkın üç sofalı büyük bir divanhane, bunun iki tarafında ve daha arkasında odalar bulunmaktadır

Aynı dönemde Antoine-Ignace Mellingin yapmış olduğu gravürde de kasrın üç bölümden meydana geldiği, ortadaki bölümün diğerlerine göre çıkıntılı olduğu anlaşılmakta ve diğer bilgileri de pekiştirmektedir Gravürlere göre denize taşkın üç sofalı büyük divanhanenin cephesi tümü ile sıra halinde pencere dizisi ile kaplı idi Bunların üzerinde kapaklar bulunuyordu Bu kapaklardan üsttekiler gölge yapsın diye alttakilerden daha geniş tutulmuştur Kasrın mimari bezemesi ampir özelliklerini taşıyordu

XIX yüzyılda Bebek Kasrı çok az kullanılmış olmasına rağmen Reisülküttab ile Avrupalı elçilerin gizli yaptıkları toplantılara sahne olmuş ve bu yüzden de Konferans Köşkü ismini almıştır Kasır Sultan Abdülmecit zamanında 1846 yılında yıktırılmıştır

Cumhuriyetin ilanından sonra bu kasrın bulunduğu yerde Bebek Gazinosu yapılmış, daha sonra gazino istimlâk edilmiş yerine Bebek Parkı yapılmıştır Günümüzde bu park içerisinde tarihi çınarlar ile Şair Fuzulinin heykeli bulunmaktadır

Çağlayan Kasrı (Şişli)

İstanbul Şişli ilçesi, Kâğıthane Deresi vadisinde Haliçe dökülen Kâğıthane Deresi yanında bulunuyordu Bu kasır Sultan Abdülaziz (1861–1876) tarafından 1862–1863 yılında yaptırılmıştır Mimarları Balyan ailesinden Agop Balyan ile Sarkis Balyandır

Çağlayan Kasrı günümüze gelememiştir Ancak bu kasırla ilgili belgelerden bilgi edinilmektedir Kasır Kâğıthane Deresinin iki tarafı rıhtımlı bir kanala dönüştürüldüğü noktada bulunuyordu Kâğıthane Deresinin suları kasrın önünde, buradaki kanalın içerisinde açılmış bent üzerinden akarak çağlayanlar oluşturuyordu Sonra da kasrın duvarlarına bitişik bir havuzun içerisinde toplanarak kanal içerisine akıyordu

Çağlayan Kasrı plan olarak daha önce burada bulunan bir köşkün planına uygun ancak, ondan daha büyük ve görkemli yapılmıştır İki katlı ahşap kasır L biçiminde bir plan düzeninde idi Bu plan düzeninde iki kanadın birleştiği köşeye valide sultan dairesi yerleştirilmişti Her iki kanat da ayrı ayrı simetrik plan şeklinde idi Kasrın kanala bakan cephesi harem bölümünde olup, bir ucunda valide sultan dairesinin bir bölümü, diğer ucunda da kalfalar dairesi vardı Orta bölümde dört kadın efendiye özel birer daire ayrılmıştı Kanala bakan cephe barok konsollara oturtularak suyun üzerine taşırılmıştı Bununla beraber kasrın avlu cephesi simetrik olmayıp, her dairenin ayrı birer girişi vardı Yalnızca birinci kadın dairesi ile kalfalar dairesinin girişleri diğerlerinden farklı biçimde idi

Kasrın bahçeye bakan kanadı selamlık dairesi idi Bir köşesinde ise valide sultan dairesinin diğer bölümü bulunuyordu Bunun yanında mabeyn ve hünkâr dairelerine yer verilmişti Kasrın ortasındaki mabeyn dairesi çıkmalarla belirgin biçimde ortaya konulmuş, girişi harem avlusuna açılıyordu Valide sultan ile hünkâr dairelerinin girişleri ise doğrudan doğruya bahçeye açılıyordu Hünkâr dairesinin ise selamlık avlusuna açılan ikinci bir girişi daha vardı

Kasrın valide ve hünkâr dairelerinin giriş salonları barok üslupta merdivenlerle ikinci kata çıkıyordu Harem bölümündeki ara katta bulunan bir koridor önce valide sultan dairesinin sofasına, sonra da hünkâr dairesine geçişi sağlıyordu

Kasrın Cephe düzeni ise simetrik olup, her bir dairenin geniş sofası cephede birer çıkma ile açıkça belirtilmişti Kasır Sultan II Abdülhamit (1876–1909) döneminde zaman zaman onarılmış ve 1940 yılına kadar ayakta kalmıştır Ancak bu tarihten sonra kasrın malzemesi sökülmüş ve başka yerlerde kullanılmıştır 1952 yılında ise bu kasrın arsasına İstihkâm Yedek Subay Okulu inşa edilmiştir Günümüze kasırla ilgili hiçbir iz gelememiştir

Gülhane Kasrı (Eminönü)

İstanbul Eminönü ilçesinde, Topkapı Sarayının Marmara yönündeki Gülhane Meydanı olarak isimlendirilen düzlük üzerinde buluyordu Bu kasır Padişahın Gülhane Meydanında yapılan spor müsabakalarını izlemesi için yaptırılmıştır Sultan II Mahmut (1808–1839) döneminde yaptırılmış olan bu kasrın yerinde daha önce Lale Devrinde yaptırılmış Tomak Kasrının bulunduğu sanılmaktadır

Gülhane Kasrının yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır Kasrın yapıldığı yıllarda buradaki spor müsabakalarının yerini geçit törenleri almıştı Büyük olasılıkla bu kasrın Yeniçeri Ocağının kaldırıldığı 1826 yılında yapıldığı sanılmaktadır Sultan Abdülmecit, Gülhane Hattı Hümayununun ilan edildiği 3 Kasım 1839da burada okunan Tanzimat Fermanını izlemiştir

Gülhane Kasrı çevresindeki diğer kasırlarla birlikte 1865 yılında yıktırılmıştır Bugün onunla ilgili bilgiler gravür ve sulu boya resimler ile bazı duvar kalıntılarından anlaşılmaktadır Bunlara dayanılarak kasrın orta sofalı plan düzeninde olup, dört eyvanlı divanhane şemasının uygulandığı anlaşılmaktadır Beyzi olarak tasarlanan eyvanlar ile sofaya paralel kavisli duvarlar kasrı sınırlandırmıştır Giriş batı yönündeki eyvan içerisinden olup, diğer mekânlar bu eksene göre bir simetrik düzende yerleştirilmiştir Kasrın doğu eyvanı cepheden dışarıya taşırılmış, bu nedenle de daha büyük olarak tasarlanmıştır Eyvanların aralarında, kuzey ve güney eyvanlarının arkalarında toplam altı oda bulunmaktadır Sulu boya resimlerinden öğrenildiğine göre sofanın üzeri ahşap beyzi bir kubbe ile örtülmüştür Eyvanları ve odaları çift sıralı dikdörtgen çerçeveli, kepenkli pencereler aydınlatıyordu Bunların üzerinde de alçı, dilimli kemerli ikinci sıra pencereler bulunuyordu

Çiftehavuzlar Kasrı (Sarıyer)

İstanbul Sarıyer ilçesi, Belgrat Ormanında Sultan II Osman Bendinin üzerinde yer alan bu kasır Sultan III Ahmet (1703–1730) tarafından 1717de yaptırılmıştır XVIII yüzyılın sonlarına doğru harap durumdaki bu kasır Sultan III Selim (1789–1807) tarafından 1797de onarılmıştır Kasır birbirine yakın olan Sultan II Osman Bendi ile Sultan II Ahmet Bendinden ötürü Çiftehavuzlar olarak tanınmıştır Kasrın ne zaman yıkıldığı kesinlik kazanamamıştır

Sedat Hakkı Eldemin hazırladığı plana göre kasrın merkezi sofalı ve üç eyvanlı bir seyir kasrı olduğu anlaşılmaktadır Kasrın ortasında dikdörtgen planlı bir sofa ve bu sofaya açılan giriş bulunmakta olup bunun karşısında hünkâra ait dışarıya çıkıntılı bir bölüm bulunuyordu Girişin iki yanında da yan mekânlar olup, bunların maiyet odaları olduğu sanılmaktadır

Büyük Bent Kasrı (Sarıyer)

İstanbul Sarıyer ilçesi Belgrat Ormanlarında Büyük Bentin yakınında yer alan bu kasır kesin olmamakla beraber Sultan III Ahmet (1703–1730) tarafından 1717 yılında yaptırılmıştır Büyük Bent Kasrı padişahın Sadabattan yola çıkarak Belgrat Ormanından geçip saltanat kayığına bindiği yol güzergâhı üzerinde bir takım köşkler ve kasırlar yapılmıştı Büyük Bent Kasrı da bunlardan biridir

Kasır XVIII yüzyılın sonlarına doğru harap olmuş, Sultan III Selim (1789–1807) tarafından diğer kasır ve köşklerle birlikte onarılmıştır Günümüze bazı temel kalıntıları dışında hiçbir izi kalmayan bu kasır Jean Baptiste van Moura ait bir tablo ile Mellingin bir gravüründe görülmektedir Bunlara dayanılarak bent üzerine yerleştirilen kasır arkasındaki yamaçlara bakan ormanla ve önündeki vadiye hakim yerde yapılmıştı Tek katlı ahşap olan kasrın tasarımında simetriye önem verilmemiştir Kasırda göle bakan ve vadiye bakan bölümler ile kızlarağasına ayrılmış bir diğer mekân bulunmaktadır Bunlardan Hünkâr Odası ile Kızlarağası Odası eli böğründelerle dışarıya taşırılıp genişletilmiştir Kasrın pencereleri dikdörtgen ve kepenkli olup, tüm cephe boyunca sıralanmıştır

Nispetiye Kasrı (Beşiktaş)

İstanbul Beşiktaş ilçesi, Bebek sırtlarında bugünkü Etilerin olduğu yerde, Boğaza hâkim bir mevkideki bu kasır Sultan III Selim (1789–1807) döneminde yapıldığı veya onarıldığı kaynaklarda yazılıdır XIX yüzyılın sonlarında Sultan Abdülmecitin oğullarından Şehzade Süleyman Efendiye geçen bu kasır Süleyman Efendi Köşkü ismi ile de tanınmaktadır Bu dönemde yapılan onarım sırasında özgünlüğünü yitirmiştir

Cumhuriyet döneminde bir süre kendi haline bırakılan bu kasır 1960 yılında yanmış ve tamamen ortadan kalkmıştır Yakın tarihlere kadar da kasrın arkasındaki havuz ile bahçesindeki bazı ulu ağaçlar ayakta duruyordu

Sedat Hakkı Eldemin yapmış olduğu plan ve restitüsyon projelerine göre kasrın tek katlı, ahşaptan ve enine gelişen bir plan düzeninde olduğu anlaşılmaktadır Bodrum katı üzerinde merkezi sofalı ve dört eyvanlı divanhane planındaki kasır barok üslupta yapılmıştır Ortadaki sofa beyzi planlı olup, diğer mekânlar sofanın merkezi ile dik açı şeklinde kesişecek şekilde yerleştirilmiştir Kuzeybatı-güneydoğu doğrultusunda uzun bir eksen üzerine biri Boğaza diğeri de arkadaki koruya bakan iki dikdörtgen planlı eyvan yerleştirilmiştir Güneybatı-kuzeydoğu doğrultusundaki kısa kenarlardaki eyvanlar giriş taşlığına ve ağalara mahsus odalara ayrılmıştır Sofaya göre zeminden bir seki ile yükseltilen eyvanların köşeleri çeyrek daire şeklinde yumuşatılmıştır Eyvanların ön ve arka cephelerinde çıkmalara yedişer pencere açılmıştır

Kasrın güneybatı yönündeki girişin önündeki iki yandan kavisli merdivenlerle çıkılan bir binek sahanlığı bulunmaktadır Buradan küçük bir hol aracılığı ile orta sofaya ulaşılmaktadır Giriş sahanlığının sağında ağalara tahsis edilmiş bir oda, solunda da helâlar bulunmaktadır

Sedat Hakkı Eldeme göre beyzi sofanın çatısı altına gizlenmiş basık, bağdadi bir kubbe bulunuyordu

Alıntı Yaparak Cevapla

İnceden İnceye İstanbull

Eski 11-04-2012   #48
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İnceden İnceye İstanbull



İstanbul Köşk ve Konakları

Alay Köşkü (Eminönü)



İstanbul ili Eminönü ilçesinde, Topkapı Sarayının etrafını çeviren Sur-ı Sultani duvarının bir köşesinde yer alan Alay Köşkü, buradaki bir burcun üzerine yapılmıştır XVI yüzyılda buradaki ahşap bir köşkün bulunduğu yerde Sultan II Mahmut (1808–1839) tarafından 1820 yılında yaptırılmıştır Batı Avrupa üslubunda yapılmış olan bu köşkün Balyan ailesinden Kirkor Amira Balyan (1764–1831) tarafından yaptırıldığı sanılmaktadır Büyük olasılıkla bu köşkün bulunduğu yer Eski İstanbulun ana caddesi üzerinde idi Alay Köşkü, Padişah ve erkânının resmi geçitleri izleyebilmesi için yaptırılmıştır

Köşkün cadde üzerindeki pencere kemerleri üzerinde Hattat Mustafa İzzet Efendinin siyah taş üzerine altın yaldızlı madeni harflerle manzum bir yazısı bulunmaktadır

Taş konsollar üzerinde çokgen planlı ve yedi cepheli, etrafı pencereli olan köşk, büyük ve tek bir salondan ibarettir Arka ve yan taraflarına değişik büyüklükte hizmetkârlara özgü odalar yerleştirilmiştir Saray bahçesinden geniş bir rampa ile büyük sofaya ulaşılan köşkün üzeri geniş saçaklı, soğan külah ile örtülüdür İç kısımda bu külah bir kubbe olarak görülmektedir Köşkün cephesi mermer levhalarla kaplanmıştır Köşkün yedi penceresi olup, bunların üzerlerinde siyah-beyaz taşlardan yayvan kemerlere yer verilmiştir

Alay Köşkü Cumhuriyetin ilk döneminde Güzel Sanatlar Birliğine tahsis edilmiştir Bir süre Eminönü Halkevinin oyun salonu olmuş, 1945–1946 yıllarında İstanbul Eski Eserleri Tescil Bürosu olarak kullanılmıştır Köşk 1959–1960 yıllarında YMimar Fatin Uluengin tarafından orijinaline uygun olarak restore edilmiştir

Günümüzde Topkapı Sarayı Müzesi Müdürlüğünün yönetimindedir

İncili Köşk (Eminönü)

İstanbul Eminönü ilçesinde Sirkeciden Cankurtarana giden yol üzerinde, Bizans dönemi Manganlar Sarayının uzantısında bulunan İncili Köşk XVI yüzyılın sonlarında Sadrazam Koca Sinan Paşa tarafından Mimar Davut Ağaya yaptırılmıştır Koca Sinan Paşa bu köşkü Sultan III Murata armağan etmiştir Sinan Paşa Köşkü olarak da tanınan bu köşkten Sultan III Murat çok hoşlanmış ve zaman zaman buraya gelmiştir

Günümüze yalnızca bodrum katı ile çeşmesi gelebilen köşk kesme taştan olan bu bölümler üzerine ahşaptan yapılmıştır Köşkün ahşap kısmı 1863 yılında yanmış, bunun arkasında kalan bölümleri de demiryolunun Sirkeciye kadar getirilmesi sırasında 1865 yılında yıkılmış ve ortadan kalkmıştır

Köşkün günümüze gelen kalıntıları düzgün kesme taştan cephede iki yuvarlak kemerli bölümü ile bunun üzerinde ahşap köşkü taşıyan dışarıya taşırılmış kesme taş çıkıntılardır Köşkün bodrumu olan bu bölümün yanında Mimar Davut Ağanın isminin yazılı olduğu bir de çeşme vardır Çeşme taş bodrumun ileriye doğru çıkan çifte kemerleri arasındadır

Yalı Köşkü (Eminönü)

İstanbul Eminönü ilçesi, Sarayburnundaki Sepetçiler Kasrının yakınında bulunan Yalı Köşkü Topkapı Sarayının Sarayburnundaki iki köşkünden birisi idi Yalı Köşkünü ilk defa Sultan II Beyazıt (1481–1512) yaptırmış ardından Sultan III Murat (1574–1595) 1592de yeniden yaptırmıştır Cebeciler Köşkü de denilen Yalı Köşkünün Osmanlı saray törenlerinde önemli bir yeri vardır Donanma sefere çıkarken padişah Kaptan-ı Deryaları, Donanma Serdarlarını bu köşkten uğurlardı Bu uğurlama törenlerinde de şenlikler köşkte ve çevresinde yapılırdı Sefere çıkacak donanma önce Beşiktaşta demirler, oradan Müneccimbaşının uygun göreceği günde Yalı Köşkünün önüne gelir ve top atarak padişahı selamlardı Gemisinden kayıkla ayrılarak köşke gelen kaptan paşaya padişah tarafından kürk giydirilir ve bir hançerle ödüllendirilirdi Bundan sonra kaptan paşa gemisine döner, top atışlarına devam ederken Top Kapısından da ona cevap verilirdi

Yalı Köşkü yabancı ressamların yapmış olduğu Topkapı resimlerinde görülmektedir Dikdörtgen planlı köşkün üzeri 7 m çapında bir kubbe ile örtülü olup, orta sofanın etrafı üç eyvanla yaygın ve klasik divanhane planında yapılmıştı Köşkün denize bakan cephelerinin karşısında, ocaklı duvarların arkasında odalar sıralanmıştı Köşkün çevresinde 4 m genişliğinde geniş revaklar ve bunların üzerini örten 2,5–3 m lik geniş saçaklı bir örtü bulunmaktadır Son derece hafif ve zarif mimari elemanlardan yapılan köşkün önünde geniş bir rıhtım bulunmakta olup, bu rıhtımdan birkaç basamakla bir platforma çıkılmaktadır

Günümüze gelemeyen, yabancı ressamların resimlerinden bilgi edinilen bu köşkle ilgili olarak XIV Louisin Sultan IV Mehmete (1648–1687) gönderdiği elçi Marquis de Nointel ile birlikte İstanbula gelen Antoine Galland İstanbul ile ilgili yazılarında bu köşkten söz etmiştir:

“Bu köşk dışarıdan kare biçiminde olup, kurşunla örtülü bir çatısı ve çatının ortasında küçük bir kubbesi olan bir yapıdır Yapının çevresinde on ayak genişliğinde mermer sütunlara oturan bir revak vardır Revak altından büyük salona geçilmektedir Bu salonun iki yanında ve deniz tarafında sedirler bulunur Deniz cephesinin karşı tarafında ise bronz kaplı bir ocak vardır Her sedirin üstü arabesk üslubunda yaldızlı renklerle boyalı bir tonozla örtülüdür Ortada ise aynı üslupta bezemeli büyük kubbe bulunmaktadır Duvarlar mermer ve bitkisel motifler ve yazılarla süslü çinilerle kaplıdır Bunlar bizim duvarlara astığımız halıların işini mükemmel görüyorlar 3–4 yerde fıskiyeler ve yapının önünde bir de çağlayan vardır Bu köşkte duvara asılmış bir tahta gördüm Ortasında bugünkü padişahın çocukluğunda yazmış olduğu yarım satırlık bir yazı vardı Bunun üzerinde “Sultan İbrahimin oğlu Sultan Mehmetin eseri” yazılı idi

Ocağın yanındaki bir kapıdan elçiyi bir salona soktular Burada padişahın oturmasına mahsus, altın yaldızlı fakat kötü yapılmış üç iskemle ile Peder M de La Hayenin vaktiyle Babıâliye hediye ettiği bir ayna vardı Buradaki dolapların kapakları oldukça ince bir işçilikle yapılmış altın ve gümüş yaldızlı parçalardan oluşuyordu Köşkün muhafızı, dolabın vaktiyle bir İran şahı tarafından bir padişaha gönderilmiş bir hediye olduğunu, padişahın bu hediyeyi beğenmeyerek onu buradaki helâların kapısına koydurduğunu söyledi

Yalı Köşkü İstanbul-Edirne demiryolu yapılacağı sırada çevresindeki yapılarla birlikte 1869 yılında yıkılmıştır Köşkten günümüze hiçbir iz gelememiştir

Darphane Köşkü (Eminönü)

İstanbul ili Eminönü ilçesinde Topkapı Sarayının birinci avlusunda, Darphane-i Âmirenin Babüs-Selam tarafına bakan kuzeydoğu köşesinde bulunuyordu Bu köşk Sultan II Mahmut (1808–1839) tarafından 1832 yılında yaptırılmıştır Bu köşkün bulunduğu yerde daha önce Sultan III Ahmetin (1703–1730) 1726da yaptırdığı aynı isimli iki katlı bir köşk bulunuyordu Sultan II Mahmutun yaptırmış olduğu köşk XX yüzyılın başlarında yıktırılmış günümüze yalnızca zemin katının duvarları gelebilmiştir

Sultan III Ahmet döneminde yaptırılan köşkün doğu cephesi Mellingin gravüründe görülmektedir Bu gravüre göre Osmanlı sivil mimarisi özelliklerini yansıtan bu yapının kâgir zeminli, ahşap olduğu anlaşılmaktadır Köşkün Darphanenin iç avlusuna bakan iki çıkması bulunuyordu Bu çıkmalar eli böğründelerle desteklenmişti Üst kat duvarlarında çift sıra halinde pencerelere yer verilmişti Bu pencerelerden alttakiler kepekli, üstekiler de tepe pencerelidir

Sultan II Mahmut döneminde yapılmış olan köşkün XIX yüzyıla ait fotoğraflarında güneydoğu ve kuzey cepheleri görülmektedir Sedat Hakkı Eldem bu fotoğraflara dayanarak köşkün restitüsyon projesini hazırlamıştır Buna göre Osmanlı sivil mimarisinde sıkça uygulanan orta sofalı ve yan sofalı bir plan şemasının burada uygulandığı görülmektedir Cephe tararsımı dönemin ampir mimari üslubundadır Köşkün zemin katı kesme, köfeki taşlı ve tuğla dizilidir Birinci ve ikinci kat duvarları içeriden ve dışarıdan bağdadi sıvalıdır Katlar boyunca dikdörtgen söveli pencereler sıralanmıştır Bunlardan üst kattaki pencereler ahşap pervazlarla çerçevelenmiştir

Köşkün ana yapısı doğu ve kuzey cephelerinin eksenlerinde, güney cephesinin iki yanında ve zemin kattan başlayan çıkmalarla hareketli bir görünüm elde edilmiştir Köşkün iki girişi olup, bunlardan asıl giriş Darphanenin iç avlusuna bakan güney cephesinin eksenindedir Diğer kapı ise kuzey cephesinde Kozbekçileri Kapısına inen yola açılmaktadır Günümüzde görülebilen bu kapı iki yandan mermer plasterle çevrelenmiştir Bu köşkte de zemin kat ile birinci katta orta sofalı plan tipi uygulanmıştır Dikdörtgen planlı büyük sofanın çevresinde ikişer oda ile birer helâya yer verilmiştir Katlar arasındaki bağlantıyı üç kollu merdivenler sağlamaktadır İkinci kat diğerlerine göre daha küçük olup, burada yalnızca sofanın Alay Meydanına bakan eyvanı ile yanındaki daireler bulunmaktadır

Kaptan Paşa Konağı (Eminönü)

İstanbul Eminönü ilçesi, Beyazıt Süleymaniye Mahallesinde Besim Ömer Paşa Caddesi üzerinde bulunan bu konak, Kaptan-ı Derya Hacı İbrahim Paşa tarafından yaptırılmıştır Konağın yapım tarihi kesinlik kazanamamakla beraber XVIII yüzyılın başlarına ait olduğu sanılmaktadır Bugün bu konağın yerinde İstanbul Üniversitesi Merkez Binalarının bulunmaktadır

Günümüze gelemeyen bu konağın cephe restitüsyon planlarını JRobertsonun 1853–1855 yıllarında çekmiş olduğu fotoğraflara dayanılarak YMimar Sedat Hakkı Eldem çizmiştir Buna dayanılarak konağın iki katlı ahşap ve iki orta sofalı olduğu sanılmaktadır Bu sofalardan biri hareme, diğeri de selamlığa aittir Dikdörtgen planlı sofaların üç yönüne eyvanlar yerleştirilmiş, bunların aralarına da odalar yapılmıştır Sofalar birbirlerine iki geçitle bağlanmış, bu geçidin aralarına da helâlar ve kahve ocağı yerleştirilmiştir Odalar eli böğründelerle dışarı taşırılmış ve çift sıra pencere ile aydınlatılmıştır

Çinili Köşk (Eminönü)



İstanbul Arkeoloji Müzelerinin avlusunda bulunan Çinili Köşk, Topkapı Sarayı yapı topluluğunun bir bölümü olarak Fatih Sultan Mehmet tarafından 1472de sur içerisinde, Sarayburnundaki koruluk içerisinde yaptırılmıştır

Çinili Köşk Osmanlı sivil mimarisinin Selçuklu etkisinde yapılmış İstanbuldaki tek örneğidir Kaynaklarda yeterince isminden söz edilmeyen bu köşkün mimarı bilinmemektedir Fatih Sultan Mehmet (1451–1481) dönemi tarihçilerinden Tursun Bey, Çinili Köşkü sırçadan yapılmış bir yer olarak nitelendirmiştir Sultan IV Murad (1623–1640) zamanında köşk içerisinde yeni düzenlemeler yapılmış ve bu arada ayna taşından bir tavus kuşu kabartmasının bulunduğu bir çeşme de buraya eklenmiştir Çeşmenin iki tarafındaki kitabelerde de buradan Sırça Saray olarak söz edilmiştir

Köşk 1737 yılında kısmen yanmış ve bu nedenle de onarım sonrasında, özellikle cephe mimarisi değişmiştir XIX yüzyılda Aya İrinideki müzenin yetersiz kalmasından ötürü eserler buraya taşınmıştır 1910 yılında restore edilmiş, II Dünya Savaşı sırasında kapatılmış, 1942de de yeniden onarılırken 1880 yılında ön kısmına eklenen merdivenler kaldırılmıştır Daha sonra bu onarımlar 1948–1953 yıllarında da devam etmiştir

Çinili Köşk iki katlı taş bir yapıdır Yapımında beyaz köfeki taşlar kullanılmış, yan ve arka cephelerinde de kırmızı tuğladan dolgulara yer verilmiştir Köşkün Haliçe bakan çıkmalı arka cephesinde tuğla dolguların alt katında kilim deseni biçiminde bezemeler olduğu biliniyorsa da bu kısım özelliğini yitirmiştir Köşkün ön cephesinin ortasında bulunan çinilerle kaplı büyük bir eyvandan içeriye girilmektedir Bu girişin yanlarında derinliği fazla olmayan kemerli nişler bulunmaktadır Köşkün asıl katında orta mekâna açılan dört eyvanlı bir şema görülmektedir Üzerleri kubbe ve tonozlarla örtülmüştür

Çinili Köşkün en başta gelen özelliği dış cephesi ile büyük eyvanının iç yüzeyini ve içerdeki odaların bir bölümünü kaplayan çinilerdir Mozaik tekniğinde yapılmış olan bu çiniler firuze renkli zemin üzerine kufi yazılar ve geometrik desenlerden meydana gelmiştir

Çinili Köşk 1737 yangınından sonra bir süre saray ağalarına tahsis edilmiş, 1953 yılında İstanbulun 500 Fetih yılı dolayısı ile Fatih Sultan Mehmete ait giysiler, silahlar ve fermanlar burada sergilenmiştir Günümüzde İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürlüğünün yönetiminde müze olarak ziyarete açıktır

Şevkiye Köşkü (Eminönü)

İstanbul Eminönü ilçesi, Sarayburnunda Topkapı Sahil Sarayının yanında bulunan bu köşk, Sultan III Selimin annesi Valide Sultan tarafından 1789–1791 yıllarında yaptırılmıştır Daha önce burada bulunan Şevkiye Ocağından ötürü de bu köşke Şevkiye Köşkü adı verilmiştir Bunun yanı sıra Serdab Köşkü ve Yeni Köşk olarak da tanınmıştır Bu köşk Sarayburnundaki 1862 yangınında yanmış, 1871 yılında arsası üzerinden Sirkeci Demiryolu geçirilmiştir

Clarke Pouqueville, Hammer, De Beau Montun notlarından ve Mellingin gravürlerine dayanılarak bu köşkün Marmara surlarına oturtulmuş, ahşap duvarlı bir kat ile kâgir duvarlı bir bodrumdan meydana geldiği anlaşılmaktadır Köşkün Osmanlı sivil mimarisinde yaygın olan sofalı eyvanlı divanhane biçiminde yapıldığı sanılmaktadır Doğu-batı ekseninde uzanan divanhane beyzi planlı olup, üzeri kubbe ile örtülmüştür Bunun yanında dikdörtgen planlı bir de eyvanı vardı Köşkün kurşun kırma çatısı altında bu kubbenin gizlendiği görülmektedir Sofanın güney yönünde, küçük bir aralığın arkasında padişaha ait bir oda, kuzeyinde de buna simetrik valide sultan odası bulunuyordu Bu iki oda cepheden ileriye taşarak ana sofadan ayrılmıştır Üç eyvanlı plan tipindeki köşkün bu bölümleri arasına da küçük odalar yerleştirilmiştir

Bodrum katı mermer zeminli olup, ortasına fıskiyeli bir havuz ve ona bağlantılı selsebiller olduğu gezginlerin notlarından öğrenilmektedir Sıcak yaz aylarında harem halkının serinlemek için buraya gelmesinden ötürü de köşke Sertab ismi verilmiştir

Zeynep Hanım Konağı (Eminönü)

İstanbul ili Eminönü ilçesinde bugünkü İstanbul Üniversitesi Fen ve Edebiyat Fakültelerinin bulunduğu binanın yerindeki bu konak, Kavalalı Mehmet Ali Paşanın kızı ve Sadrazam Yusuf Kamil Paşanın eşi Zeynep Kamil Hanım tarafından XIX yüzyılın sonlarına doğru yaptırılmıştır Bu konağın bulunduğu yerde XVII yüzyılda yapılmış ve Mihrişah Valide Sultanın kethüdası Yusuf Ağaya ait bir konak olduğu kaynaklardan öğrenilmektedir

Zeynep Hanım Konağı zenginliği ile özellikle Abdülaziz (1861–1876) döneminde ün yapmış, 1903–1909 yıllarında yetimhane ve Darül-Hayr-ı Âli (Sanat Okulu) olarak kullanılmıştır Konak 1909da Darül Fünuna tahsis edilmiş, burada tıbbiye ve hukuk dışında kalan Ulum-ı Edebiye, Ulum-ı Şeriye ve Fen bölümlerinde eğitim yapılmıştır YMimar Ekrem Hakkı Ayverdi 1922 yılında konağı onarmış, 28 Şubat 1942de yanmıştır Günümüze bu konaktan yalnızca Türk ve İslâm Eserleri Müzesinde bulunan kitabesi gelebilmiştir Bu kitabeyi Hattat Vahdeti Efendi 1864 yılında yazmıştır

Zeynep Hanım Konağı kuzey-güney doğrultusunda dikdörtgen planlı, üç katlı bir yapı idi Yapımında ampir ve neo-rönesans üslupları egemen olmuştur Simetrik düzendeki konağın cephesi kademeli biçimde ileriye ve geriye çekilerek hareketli bir görünüm elde edilmiştir Kat aralarına, saçak hizasında silmeler, plasterler yerleştirilmiştir Bu plasterlerden zemin kattakiler toskana başlıklı, ikinci kattakiler korint başlıklı olarak düzenlenmiştir Pencereler birbirlerinden farklı biçimlerde olup, değişik ayrıntılıdırlar Zemin kat madeni şebekeli ve yuvarlak kemerlidir Birinci ve ikinci katlardaki pencereler dikdörtgen söveli olup, bazılarının çevresinde ion başlıklı gömme sütunların taşıdığı yuvarlak kemerler bulunmaktadır

Konağın girişi doğu cephesinde olup, girişin ortasında dışarıya doğru çıkıntı yapan basık kemerli bir alınlık bulunmaktadır Buradaki alınlık ve pencerelerin üzerleri kıvrımlı dal kabartmaları ile doldurulmuş, bunların ortasına da yapım kitabesi yerleştirilmiştir Harem ve selamlık bu cephenin eksenine göre iki yana kaydırılmıştır

Konak orta ve iç sofalı plan tipinin enine gelişmesi ile değişik bir plan düzeni ortaya çıkmıştır Ancak bu düzen kullanım yönünden yeterli değildir İç plan düzeni cephelere yansımamış, harem ve selamlık sofaları ile onların çevresinde farklı ölçülerde odalar sıralanmıştır Katlar arasında üç kollu merdivenler bulunmaktadır Konağın hamam ve servis birimleri batı cephesine yerleştirilmiştir

Şale Köşkü (Beşiktaş)



İstanbul ili Beşiktaş ilçesinde, Yıldız Sarayının bir bölümünü oluşturan Şale Köşkünün ilk yapım tarihi ve mimarı kesin olarak bilinmemektedir Yalnızca Milli Saraylar arşivi içerisinde bulunan 1879–1880 tarihli bir belgede köşkün döşenmesi ile ilgili bazı bilgiler bulunmuştur Buna dayanılarak da köşkün bu tarihlerde bitirilmiş olduğu anlaşılmaktadır

Bugünkü yapı Balyan ailesinden Sarkis Balyan tarafından 1889 yılında yapılmıştır Bu yapılışın nedeni de Alman İmparatoru II Wilhelmin İstanbula gelişi ile ilgilidir Yıldız Sarayının Merasim Dairesi olarak yapılan köşk, 107000 kuruşa mal olmuştur Bu bölümün yapımından kısa bir süre sonra ilk köşkün hamamı üzerine Nikolaki Kalfa tarafından yeni bir salon eklenmiştir Köşkün Merasim Dairesi olarak tanınan üçüncü bölümü ise İtalyan Mimar Raimondo dAronco tarafından yapılmıştır Almanya İmparatoru II Wilhelmin ve İmparatoriçenin İstanbula ikinci gelişi onuruna bu bölüm yapılmıştır

Şale Köşkü yüksek ve kâgir bir bodrum üzerine iki katlı olarak yapılmıştır Ayrıca çatı örtüsü içerisine de çatı katları yerleştirilmiştir Köşkün bodrumunda mutfak, depolar, çamaşırlık ve diğer servis odaları bulunmaktadır Giriş katındaki mekânlarda sefir odası, piyanolu salon, misafir odası, teşrifat odası isimlerini taşıyan mekânlar bulunduğu bilinmektedir Girişin karşısına gelen alandaki arka kapı Yıldız Sarayının harem bahçesine açılmaktadır Aynı zamanda bu kapı saray ile köşk arasındaki bağlantıyı sağlamaktadır

Köşkün ikinci katı törenlere özgü yapılmış ve birbirlerinden üslup farkları olan zengin bezeli mekânlardan oluşmuştur Köşke dört basamakla ulaşılan bir sahanlıktan girilmektedir Giriş holünde küçük, ahşap, barok üslupta bir merdiven bulunmaktadır Rokoko üslubunda bezmelerle süslenen bu merdivenden sonra salonlara ayrı koridorlarla ulaşılmaktadır Zemin katta dikdörtgen planlı bir banyo dairesine yer verilmiştir Bunun üzerinde Nikolaki Kalfanın yaptığı ve günümüzde Sarı Salon olarak isimlendirilen özel bir bölüm bulunmaktadır

Şale Köşkü kendine özgü mekânları ile tanınmıştır Bunların başında 15x30 m ölçüsündeki büyük Merasim Salonu gelmektedir Yüksek pencerelerin aydınlattığı ve çok renkli bir bezemesi olan bu mekânın köşeleri sekizgen çıkmalarla derinleştirilmiş ve duvarlara yüksek ve geniş aynalar yerleştirilmiştir Ayrıca duvarlarda çeşitli resimler, ahşap işçiliği örnekleri dikkati çekmektedir Şale Köşkünün bir diğer mekânı da Sedefli Salon olarak isimlendirilen yemek salonudur Sarkis Balyan tarafından yapılan bu salonda Raimondo dAronconun da bazı çalışmalar yapmış olduğu Milli Saraylar arşivindeki belgelerden öğrenilmektedir Bu salonda kırmızı, yeşil ve altın varaklar ile büyük ölçüde mavi renkli bezemeler kullanılmıştır Salonun sedef kakmalı kapı ve dolap kapakları ise Çırağan Sarayından getirilmiştir

Köşkün Sırmalı Salonu klasik ve geometrik üslupta bezenmiş olup, rokoko bezemeler yer yer görülmektedir Nikolaki Kalfa tarafından yapılmış olan Sarı Salon ise içerisindeki eşya ve bezemesi ile tamamen barok üsluptadır Salonun tavanına elips biçiminde bir göbek yapılmış ve bunun üzerine de altın yaldızın egemen olduğu renkli bir bezeme uygulanmıştır

Şale Köşkü salonlarındaki bezemeler, tavan resimleri ile tanınmıştır Büyük çoğunluğunun peyzajların oluşturduğu bu resimler natüralist bir üslup taşımaktadır RdAronco tarafından tasarlanan köşkün kuzey ekindeki İtalyan mermerinden yapılmış anıtsal merdiven holü yapıya değişik bir görünüm kazandırmıştır Bu bölümün tavanına Osmanlı İmparatorluğunu simgeleyen altın yaldızlı güneş ışınları yapılmıştır Duvarlarında ise Neo-Rönesans etkisinde geometrik çerçeveler vardır

Şale Köşkünün aydınlatılmasını Siemens Halske firması yapmıştır Bu firma tarafından yapılmış olan tesisata Beykoz Fabrikay-ı Hümayundan özel olarak yapılmış avizeler yerleştirilmiştir Ayrıca köşkün ısıtma donanımı ile sobaları İsveç firması tarafından yapılmıştır Kuk Tel Detachement tarafından da telefon tesisatı kurulmuştur

Cumhuriyetin ilk yıllarında İstanbul Belediyesi tarafından Mario Serra isimli bir İtalyan işletmeciye kiralanan köşk, 1930 yılında Milli Saraylar Dairesi Başkanlığına verilmiştir Şale Köşkü müze-saray olarak 7 Temmuz 1985te ziyarete açılmıştır

Malta Köşkü (Beşiktaş)



İstanbul Beşiktaş ilçesinde, Yıldız Sarayının bir bölümünü oluşturan Yıldız Parkı içerisindeki Malta Köşkü Sultan Abdülaziz (1861–1876) tarafından kâgir olarak yeniden yaptırılmıştır Daha önce köşkün bulunduğu yerde Yıldız Sarayına ait bir yapı bulunuyordu

Malta Köşkü geniş bir teras üzerinde iki katlı bir yapıdır Malta Köşkü isminin buraya veriliş nedeni bilinmemektedir Osmanlı tarihinde fethedilen veya fethedilmeye çalışılan yerlerin isimleri Topkapı Sarayında Bağdat ve Revan köşkleri gibi isimlerin verildiği düşünülecek olunursa Malta Köşküne de bu ismin böyle bir nedenle verildiği sanılmaktadır

Malta Köşkü içerisinde banyo ve üst katta tuvalet bulunmayışı göz önüne alınacak olunursa bu köşkün günlük gezintiler için yapıldığı sanılmaktadır Ayşe Sultan anılarında Sultan II Abdülhamitin Cuma selamlığından sonra buraya piknik yapmak için geldiğini belirtmiştir Malta Köşkünün tarihte kendisinden söz ettirmesi Mithat Paşanın tutuklanması ve yargılanması nedeni iledir Mithat Paşanın hazırlık soruşturması parkın batısındaki Çadır Köşkünde yapılmış, Malta Köşkünün arkasındaki düzlüğe kurulan büyük bir çadırda da Mithat Paşanın yargılanması için özel bir mahkeme kurulmuştur Bu olaylardan sonra Malta Köşkü harem gezileri için birkaç saatliğine kullanılmıştır Sultan II Abdülhamitin tahttan indirilmesinden sonra 40 yıldan fazla bir süre boş kalmıştır

Cumhuriyetin ilanından sonra Maliye Bakanlığı tarafından İstanbul Belediyesine devredilmiştir Köşk 1979 yılında Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu ile İstanbul Belediyesi arasında yapılan bir protokol ile Kuruma kiralanmış ve Kurum tarafından restore edilerek restoran ve kafe olarak ziyarete açılmıştır Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu dönemine ait mobilyaları, avizeleri, aynaları ve yağlı boya tabloları piyasadan satın alarak köşkü dekore etmiştir

Malta Köşkünün mimarının ismine kaynaklarda rastlanmamıştır Yapının mimari üslubu, bezemesi dikkate alındığında Sultan Abdülazizin Beylerbeyi Sarayı için getirdiği İtalyan Mimar G Stampanın Fosattinin etkisinde kalan bir projeyi burada uyguladığı sanılmaktadır

Mimari yönden sade bir dış görünümü vardır Yarım daire kemerli, oldukça yüksek pencereleri bunların arasında İon üslubunda kolonlara yer verilmiş ve yapıyı da boydan boya bir korniş çepeçevre kuşatmıştır Yapının içerisinde, alt katta havuzlu bir orta sofa bulunmaktadır Bu sofa ve iki tarafındaki odaları üst kat merdivenlerin girişinde sağ ve sol yöndeki sel sebiller ile zengin bir görünümdedir Yapının plan şeması simetrik olup, üst katta orta sofa ve bunun iki tarafında da odalar sıralanmıştır

Köşk günümüzde İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından işletilmektedir

Çadır Köşkü (Beşiktaş)



İstanbul Beşiktaş ilçesinde, Yıldız Sarayının bir bölümünü oluşturan Yıldız Parkı içerisindeki Çadır Köşkü Sultan Abdülaziz (1861–1876) zamanında Çırağan Sarayı bahçesinin bir parçası olarak yapılmıştır Saray hekiminin kızı Şaire Leyla Hanım anılarında belli günlerde Haremağalarının gözetiminde personelin buradaki bahçelere çıkarıldığını anlatmaktadır Sultan Abdülazizin son dönemlerinde yapılan bu köşkün padişahla ilgili bir anısı bulunmamaktadır

Sultan II Abdülhamitin (1876–1909) tahta çıkışından sonra Yıldız Sarayına yerleşmiş, Çırağan Sarayına ait bazı bölümleri de bu saraya eklemiştir Çadır Köşkünde Mithat Paşa ve arkadaşlarının sorguları yapılmıştır Bu olaylardan sonra Çadır Köşkü kapatılmış, yalnızca harem gezilerinde birkaç saatliğine kullanılmıştır

Cumhuriyetin ilanından sonra uzun süre boş kalan bu köşk 1940 yılında İstanbul Vali ve Belediye Başkanı Dr Lütfi Kırdarın Çırağan Sarayının arka bahçesini Yıldız Sarayının ara duvarına kadar olan bölümünü Maliye Bakanlığından İstanbul Belediyesine devrettirmiştir Çadır Köşkü 1949da İstanbul Belediyesi tarafından Markiz Pastanesine kiralanmıştır 1960 yılından sonra köşk boşaltılmış, burada Tanzimat Müzesi kurulmuştur

İstanbul Belediyesi ile Türkiye Turing ve Otomobil Kurumunun 1979 yılında yaptığı protokol üzerine Türkiye Turing ve Otomobil Kurumuna devredilmiş, Kurum tarafından restore edilerek yeniden düzenlenmiş ve halka açık çay salonu haline getirilmiştir Bu arada kapalı mekân içerisindeki Tanzimat Müzesi Gülhane Parkında yapılan yeni binaya nakledilmiştir Malta Köşkü günümüzde BENKA Turizm Yat Ltd Şirketi tarafından işletilmektedir

Çadır Köşkü kesme taştan beyaz ve kırmızı rengin hâkim olduğu bir cephe görünümüne sahiptir Dikdörtgen planlı, üzeri çatı ile örtülü köşkün önünde büyük bir havuz bulunmaktadır Bu havuzun ortasında küçük bir ada ve ona uzanan bir köprü Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu tarafından orijinaline uygun olarak yaptırılmıştır Bu köprüde orijinal döküm parmaklıklar aynen kullanılmıştır Bu havuzun önündeki köşke iki yönlü mermer merdivenlerle anıtsal görünümlü bir girişten sonra köşkün ana mekânına girilmektedir Ana mekânın çevresinde küçük odalara yer verilmiştir

Sarı Köşk (Sarıyer)



İstanbul Sarıyer ilçesi Emirgân Korusu içerisinde bulunan Sarı Köşk XIX yüzyılın sonlarında, Hıdiv İsmail Paşa tarafından yaptırılmıştır Mimarının Balyan ailesinden Sarkis Balyan olduğu sanılmaktadır Köşk, Şale Köşkünde olduğu gibi adeta bir kuş evi görünümündedir Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu tarafından 1979 yılında restore edilerek halka açılmıştır Köşke renginden ötürü Sarı Köşk ismi verilmiştir Cephe görünümünde sarı renk ile birlikte beyaz renk büyük bir uyum içerisinde uygulanmıştır

Sarı Köşk iki katlı ahşap dikdörtgen planlı bir yapıdır Osmanlı konak mimarisi plan düzeninde olup, bir sofa etrafında salonlar ve odalar çevrelenmiştir Denize bakan cephesinin ön kısmı altlı üstlü dörder sütunun taşıdığı balkonlarla dışarı taşırılmış, üzeri ana çatıdan ayrı olarak kırma bir çatı ile örtülmüştür Cephe görünümünde iki sıra halinde altlı üstlü altışar dikdörtgen penceresi bulunmaktadır Bunların arasında kalan bölümler kalem işleri ile boş yer bırakılmamacasına bezenmiştir

Köşkün içerisinde iç içe üç ayrı salon bulunmaktadır Köşkün üst katında üç oda bir salon, alt katında giriş holü, salon niteliğinde dört oda ve mutfak bulunmaktadır Köşkte süsleme sanatının en güzel örnekleri sergilenmiş olup, tavanında çiçek motifleri, yağlıboya resimler bulunmaktadır

Türkiye Turing ve Otomobil Kurumunun yaptığı çalışmalarla salonlar yeni baştan düzenlenmiş, köşelere sütunlar ve lambalarla köşe ışıkları serpiştirilmiş ve duvarlar tablolarla, kitaplıklarla hareketlendirilmiştir Salonun ortasına yerleştirilen XIX yüzyıl İngiliz üslubundaki kanepe ile de Boğaziçinde benzeri yapıların bir örneği burada sergilenmiştir

Pembe Köşk (Sarıyer)



İstanbul Sarıyer ilçesi Emirgân Korusu içerisinde bulunan Pembe Köşkün bulunduğu alan 1930lu yıllarda SLütfi Tozan tarafından satın alınmıştır Daha sonra bu alan 1940 yıllarının başlarında İstanbul Belediyesi tarafından kamulaştırılmıştır

Emirgân Korusu içerisinde bulunan Hıdiv İsmail Paşa tarafından diğer iki köşkle birlikte yaptırılmış olan pembe köşk Osmanlı sivil mimarisi köşk plan düzeninde iki katlı bir yapıdır Pembe renge boyandığından ötürü de Pembe Köşk ismi ile tanınmıştır Mısır Hıdivi Abbas Hilmi döneminde burası dönemin paşalarının seyir mekânı olarak kullanılmıştır

Köşk kareye yakın dikdörtgen planlı ve iki katlı, ahşap bağdadi sıvalıdır Giyotin pencerelidir Köşkün girişinde geniş bir salon ve bu salona açılan iki oda bulunmaktadır Bunun yanı sıra küçük bir oda da bu plan düzeni içerisinde diğerlerinden farklı ve gizli olarak yerleştirilmiştir Ayrıca bu katta banyo, mutfak ve tuvalet bulunmaktadır Giriş holünden geniş bir merdivenle çıkılan, eli böğründelerle dışarıya taşırılan ikinci katta büyük bir salon ve bu salona açılan iki büyük oda ile ara koridora açılan beş oda ile iki küçük sandık odası bulunmaktadır

İstanbul Belediyesi ile Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu arasında yapılan protokol uyarınca Kuruma devredilmiştir Kurum tarafından restorasyonu yapılmış, içerisi sedirler ile onları tamamlayan madeni kap kacak ile düzenlenerek Türk evi üslubunda halkın hizmetine açılmıştır Günümüzde protokol süresi sona ermiş ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından Kurumdan geri alınmış olup bugün restoran ve kafeterya olarak hizmet vermektedir

Beyaz Köşk (Sarıyer)

İstanbul Sarıyer ilçesi Emirgân Korusu içerisinde bulunan Beyaz Köşk, XIX yüzyılın ikinci yarısında Mısır Hıdivi İsmail Paşa tarafından yaptırılmıştır Mimarının Balyan ailesinden Sarkis Balyan olduğu sanılmaktadır

Köşk Neo-Klasik üslupta, kareye yakın dikdörtgen planlı, iki katlı, ahşap bağdadi sıvalıdır Köşkün görkemli giriş kapısından sonra geniş bir salona girilmektedir Bunun iki tarafına odalar sıralanmıştır

Salondan iki yönlü bir merdivenle çıkılan ikinci katta alt kat planı aynen uygulanmıştır Burada da geniş bir salon etrafına odalar sıralanmıştır Köşkün üzeri ahşap bir çatı ile örtülmüştür

Huber Köşkü (Sarıyer)


İstanbul Sarıyer ilçesinde, Tarabya Koyunun güneyinde, Yeniköy-Tarabya yolu üzerinde bulunan bu köşk 64000 m2lik bir koruluğun önünde yer almaktadır Köşk XIX yüzyılın sonlarında silah ticareti ve komisyonculuk yapan Mauser Fişenk ve Kolonya Müşterek Barut Fabrikasının ve Alman Krupp firmasının İstanbuldaki temsilciliğini yapan Huber kardeşlerden Auguste Hubere aittir Bu nedenle de Huber Köşkü ismi ile tanınmıştır

Köşkün bulunduğu arazi Ermeni kökenli Tıngıroğlu ve Düzoğlu ailelerinden satın alınmıştır Huber ailesi IDünya Savaşı sonrasında Almanların yenilmesi üzerine İstanbulun işgalinden önce şehri terk etmişlerdir M Huberin ölümünden sonra eski Maliye Nazırı Necmeddin Molla Almanyaya Ausburga giderek bu köşkü satın almıştır Mısır Prensesi Kadriye Hanım daha sonra bu köşkü satın almış, Mısıra dönerken de Notre Dame Siona sembolik bir ücretle bağışlamıştır

Köşk Boğaziçi İnşaat AŞnin eline 1973te geçmiş, 1985te kamulaştırılmış, onarılıp döşenerek Cumhurbaşkanlığı Rezidansı olarak kullanılmıştır

Köşkün mimarı kesinlik kazanamamakla beraber, İtalyan Mimar DAranko tarafından yaptırıldığı sanılmaktadır Değişik zamanlarda yapılan onarımlarla köşk genişletilmiştir Köşkün ana binası dışında hizmetliler konutu, arabalık, ahır, iki küçük şale köşkü ve bir de serası bulunmaktadır



Köşk kıyıya paralel güney-kuzey doğrultusunda, kâgir bir bodrum üzerine ahşap strüktürlü büyük bir konak düzeninde yapılmıştır Yaklaşık 2200x1600 m ölçüsünde köşeleri pahlı, dikdörtgen kütlevi bir görünümdedir İki katlı yapının pahlanmış köşelerinden güneyinde zeminde oval, üst katta kareye dönüşen bir köşe elemanı bulunmaktadır Bu köşe elemanı saçak kotundan sonra yükselerek eli böğründelerle desteklenmiş geniş bir saçak ve soğan biçimli bir kubbe ile sonuçlanmıştır Kuzeydeki bölüm diğerinden farklı olarak ikinci katta yuvarlak planlı bir köşe çıkması bulunmaktadır Köşeleri farklı vurgularla değişen bu elemanların dışında yapı simetrik bir plan düzenine sahiptir

Köşkün ortasında büyük bir hol, iki yanında salonlara yer verilmiştir İkinci kat kenarlarını çevreleyen galerilerle orta hole açılmaktadır Bu holün üzeri geometrik desenli bir vitray ile örtülmüştür Galerili bu salon XIX-XX yüzyılda birçok konakta görülen mimari motiflerle süslenmiştir

Köşkün bahçesi çeşitli ağaçlarla, çiçeklerle ve heykellerle süslüdür Ayrıca bahçede heykellerle bezeli bir de çeşme bulunmaktadır

Hünkâr İmamı Köşkü (Kadıköy)

İstanbul Kadıköy ilçesi, Acıbademde bulunan bu köşkün yapım tarihi bilinmemektedir Günümüze gelemeyen köşkün XVIII sonları ile XIX yüzyılın ilk yarısında yapıldığı sanılmaktadır Kimin tarafından yaptırıldığı da bilinmeyen bu köşk, Prof Dr Baha Tanmana göre Osmanlı sarayında Hünkâr İmamı olarak görev yapmış bir kişiye aittir

Köşk Kayışdağı ve çevresine yönelik geniş bir bahçe içerisinde ve iki katlı idi Duvar kalıntıları ve kavisli çıkmalarla genişletilmiş bir set üzerinde olduğu sanılmaktadır Yapımında Osmanlı sivil mimarisinin merkezi sofalı dört eyvanlı plan tipinde olduğu anlaşılmaktadır Barok üsluptaki yapının zemin ve üst katında beyzi planlı sofalar ve üç eyvanlı divanhaneler bulunuyordu Zemin katta bulunan yan eyvanlar birer duvarla orta sofadan ayrılarak odalara dönüştürülmüştür

Köşkün zemin katı üst kata göre daha geniş tutulmuş, kuzey kesimine de üç oda yerleştirilmiştir Üst kattaki divanhanenin sofası ise, çatı altında gizlenen bağdadi sıvalı basık bir kubbe ile örtülmüştür Boydan boya konsollu bir silmenin çevrelediği kubbenin kalem işleri ile bezendiği anlaşılmaktadır Sofanın kuzey yönündeki duvara da bir çeşme yerleştirilmiştir Köşkün eyvalarındaki beşer pencere ile iç mekân aydınlatılmıştır Eyvanların tavanları da helezoni, S ve C kıvrımlı bezeme ile kaplanmıştır Köşkün tümü geniş bir saçakla örtülmüştür

İmrahor Köşkü (Beyoğlu)

İstanbul Beyoğlu ilçesi Kâğıthane Sadabat Mesiresinde bulunan bu köşkün ne zaman yapıldığı bilinmemektedir Sultan Abdülaziz (1861–18076) döneminde yeniden yapılmış, Cumhuriyetin ilanından hemen sonra yıkılmıştır Bu köşkle ilgili bilgiler XX yüzyılın başlarına ait bir kartpostaldan öğrenilmektedir Buna dayanılarak köşkün iki katlı ve ahşap olduğu, zemin kat ile üst katta dört eyvanlı plan şemasının ve haç biçimli sofaların uygulandığı anlaşılmaktadır

Köşkün dört cephesinde de çift kollu mermer merdivenler ve sahanlıklı girişlere yer verilmiştir Buradan merkezi sofanın kolları ile bağlantılı küçük sofalara ulaşılmaktadır Yalnızca bu girişlerden bir doğrudan doğruya üst kata çıkışı sağlamaktadır Ana girişin üzerine ahşap dikmelere oturtulmuş bir balkon bulunuyordu Yan cephelerde ise giriş sofaları dışarıya doğru hafifçe çıkıntılıdır Cephe görünümünde sıra halinde dikdörtgen pencereler ve bunların üzerinde de ajurlu alınlıklar bulunuyordu Geniş bir saçakla örtülü olan köşkün saçak altı ajurlu bir silme ile hareketlendirilmiştir

Kurşunlu Mahzen Köşkü (Beyoğlu)

İstanbul ili Beyoğlu ilçesi, Karaköy Mustafa Paşa Mahallesi, Kemankeş Caddesi üzerinde bulunan bu köşk günümüze ulaşamamıştır Köşkün yapım tarihi kesinlik kazanamamakla beraber Hadikat-ül Cevami köşkün Sadrazam Şehit Ali Paşa tarafından 1716da yaptırıldığını, 1819da yangın geçirdiğini, Sadrazam Derviş Mehmet Paşanın da 1821–1822 yıllarında onardığını yazmaktadır

Bu köşkle ilgili bilgiler Baker ile Lewisin 1813 ve 1824 tarihli desenleri ile Robertsonun 1854 tarihli bir fotoğrafından edinilmektedir İlk yapımında yalı konumunda olan köşkün yüksek kâgir duvarlar üzerine oturduğu, rıhtıma basık kemerli bir kapı ile açıldığı anlaşılmaktadır Buradaki avludan çift kollu merdivenler ve bir geçitle arkadan köşke çıkılmakta idi Köşkün merkezi sofalı, dört eyvanlı bir divanhanesi olduğu yine bu belgelerden anlaşılmaktadır Denize ve arka cepheye yönelik eyvanlar eli böğründelerle dışarıya taşırılmıştır

Köşkün pencereleri dikdörtgen şekilde olup, tüm cepheyi kuşatmaktadır Köşkün üzeri geniş saçaklı bir çatı ile örtülmüştür

Kahvecibaşı Köşkü (Konağı) (Beşiktaş)

İstanbul ili Beşiktaş ilçesi Serencebeyde bulunan bu köşk XIX yüzyılın başlarında yapılmış ancak, günümüze ulaşamamıştır

Kahvecibaşı Köşkü üç katlı bir yapı olup, üç katlı harem bölümü ile tek katlı bir selamlıktan meydana gelmiştir Cephe görünümü ile iç bezemelerinde ampir üslup egemen olmuştur Haremin ilk iki katı orta sofalı, karnıyarık plan düzenine göre yapılmıştır Yapımında kesme köfeki taşı, tuğla sıraları, üst katlarda ise ahşap bir sistem uygulanmıştır Üzeri kırma bir çatı ile örtülüdür Katların ekseninde sofalar, bunun çevresinde de odalar yer almaktadır Katlar arasına çift yönlü merdivenler yerleştirilmiştir Bahçe yönündeki sofalara yuvarlak kemerli pencereler dizilmiş bunların üzerindeki ikinci kat pencereleri silmelerle birbirine bağlanmıştır

Selamlık bölümü ise haremden farklı olarak simetrik olmayan bir düzende sofa çevresindeki odalardan meydana gelmiştir Yapımında kullanılan inşaat malzemeleri haremin benzeridir

Muzurus Paşa Köşkü (Beşiktaş)

İstanbul Beşiktaş ilçesi, Amerikan Robert Lisesi arazisi içerisinde bulunan bu köşk, XIX yüzyılın ilk yarısında Muzurus Paşa tarafından yaptırılmıştır Bu yapı Muzurus Paşa Yalısının dağ köşkü niteliğinde olup, Boğaza karşı bir tepede yer almaktadır

Köşk iki katlı ve ahşaptandır Yapı planı zemin katta ve üst katta farklı plan düzeni göstermektedir Zemin katta dikdörtgen planlı köşkün bir ucundan diğer ucuna kadar uzanan mermer bir zemin bunun ucunda yer alan iki ayrı girişi vardır Bu girişler mermer sütunlara oturan çıkmaların altına alınmıştır Bu uzun koridorun iki yanına oturma mekânları yerleştirilmiş olup, bunların daha geç devirde buraya eklendiği sanılmaktadır Taşlığın yanındaki hizmetkâr odaları ve helâdan sonra üç yönlü bir merdivenle üst kata çıkılmaktadır Buradaki merdiven kollarının köşelerine birer sütun yerleştirilmiştir Köşkün üst katında birbirleri ile bağlantısı olan T şeklinde iki sofa bulunmaktadır Bu sofalardan birinin ön cephesi girişin üzerine oturtulmuş olup, büyük ölçüdeki köşkün başodası buraya yerleştirilmiştir Arka cephede ise dört küçük oda iki helâ ve bir de hizmet merdiveni bulunmaktadır Arka cephedeki girişin üzerine bu odalardan biri genişletilerek oturtulmuştur

Köşkün cephelerinde ampir üslubunda bezenmiştir Özellikle cephelerdeki dikdörtgen pencerelerin ahşap pervazları ve kapakları bezemelidir Ampir üslubunun etkisi özellikle çıkmalar üzerindeki üçgen alınlıklarda görülmektedir

Subhi Paşa Konağı (Fatih)

İstanbul Fatih ilçesi, Saraçhanebaşı, Horhor Caddesi üzerinde bulunan bu konak, Sami Paşazade ailesinden Abdüllatif Subhi Paşa tarafından XIX yüzyılın ortalarında yaptırılmıştır Konak Subhi Paşanın oğlu Hamdullah Suphi Tanrıöver tarafından YMimar Ekrem Hakkı Ayverdiye Cumhuriyet döneminde onartılmıştır Hamdullah Suphi Tanrıöverin 1966 yılında ölümünden kısa bir süre sonra İstanbul Üniversitesine geçmiş, bir süre rektörlük, daha sonra da İstanbul Üniversitesi Tıp Tarihi Enstitüsü olarak kullanılmıştır Günümüzde İstanbul Üniversitesi tarafından kullanılmaktadır

Konak üç katlı olup, geleneksel Türk mimarisinin orta sofalı, eyvanlı plan tipindedir Cephe görünümünde ve bezemelerinde Avrupa üslubunun barok, ampir neo-rönesans elemanlarına burada yer verilmiştir Konağın her üç katında da bir uçtan diğer uca kadar uzanan dikdörtgen planlı büyük sofalar, bunun uzun kenarlarında karşılıklı birer eyvan yer almaktadır Kuzey yönündeki eyvanlar kavisli bir çıkma ile cephede kendini belli etmiş, bunların içerisine üç yönlü merdivenler yerleştirilmiştir Eyvanlarla sofa girişinde korint başlıklı ikişer sütun bulunmaktadır İkinci katta sofanın doğu ve batısına aynı üslupta sütun ve kemerler yerleştirilmiştir

Köşkün zemin kat duvarları düzgün kesme taştan örülmüş, birinci ve ikinci kat duvarları taş ve tuğladan olup, üzerleri sıvalıdır Bunların köşelerine toskana başlıklı plasterler yerleştirilmiştir Cepheler kesme taştan saçak silmesi ile son bulur Bunların dışında cephelerde başka bir bezeme bulunmamaktadır

Konağın Horhor Caddesine açılan giriş kapısı mermerden yontulmuş plasterler ve bir de lento ile çevrelenmiştir

Şehremini Operatör Cemil Paşa (İparlar) Köşkü (Kadıköy)



İstanbul ili Kadıköy ilçesi, Göztepe Mevkiinde, Çiftehavuzlar Cemil Topuzlu Sokağında bulunan bu köşk XIX yüzyılın sonlarında yapılmıştır

Biblo kadar güzel ve son derece bakımlı bahçesi olan bu köşk Cemil Paşanın Şehremini olmasına neden olmuştur O dönemde Feneryolunda oturan Sadrazam Ahmet Muhtar Paşa bu zarif köşkü görmüş, yaptıranın zevk ve bilgisine dayanarak Cemil Paşayı Şehremini (Belediye Başkanı) yapmıştır

İparlar Köşkü olarak da tanınan üç katlı köşkün yapımında mermer, köfeki taş, tuğla ve ahşap malzeme kullanılmıştır Cephe görünümü son derece hareketli olup, üçüncü katın caddeye bakan cephesindeki dışa çıkıntı yapan bölümünün kenarları Neo-Klasik üslupta motiflerle bezenmiştir Ayrıca yan bölümün üzerinde de oldukça iri meandr motifleri bulunmaktadır Köşkün yan bölümleri birbirine bitişik çift sütunların taşıdığı bir revak ile çevrili olup, bunun üzeri bir balkon konumuna getirilmiştir Bu bölümlerdeki ikinci kat pencerelerinin üzerlerine dışa çıkmalı güneşlikler yapılmıştır

Tütüncü Mehmet Efendi (Müşir Gazi Osman Paşa) Köşkü (Kadıköy)

İstanbul ili Kadıköy ilçesi Göztepede yapılan ilk köşklerden birisidir Tütüncü Mehmet Efendi ölümünden önce bu köşkü bırakmış ve Büyükadaya yerleşmiştir O sırada Gazi Osman Paşa ölmüş (1900) Beşiktaş Yıldızdaki konağı da yanmıştır Bunun üzerine kızı Zatıgül Hanım bu köşkü kiralamış, daha sonra da satın almıştır

Gazi Osman Paşanın büyük oğlu ve Sultan II Abdülhamitin damadı Nurettin Paşa bu köşkü yıktırarak yerine harem ve selamlıklı bir köşk yaptırmıştır Bu köşk kesme taş, tuğla ve yer yer de ahşaptan olup, cephe görünümü yaldızlı oymalıdır Ayrıca köşkün mahalle hamamı büyüklüğünde bir de hamamı vardı Bu köşkün harem kısmı yıkılmış yerine Ticaret Bankası İkramiye Apartmanları yapılmıştır

Köçeoğlu Köşkü (Üsküdar)

İstanbul Üsküdar ilçesi, Çengelköyde bulunan bu köşk, İstanbulun Ermeni ailelerinden Köçeoğulları tarafından XIX yüzyılın başlarında yapılmıştır Köşk II Mahmut döneminde (1808–1839) Miri Emlâke katılmış, XX yüzyılın başlarında o yıllarda Şehzade olan VI Mehmetin mülkiyetine geçmiştir Köşkün Çengelköydeki Köçeoğlu Yalısı ile de bağlantısı bulunmaktadır VI Mehmet tarafından bir takım değişiklikler yapılmış, kuzey yönüne doğru genişletilmiş ve üzerinde yer aldığı setin güneyine de yeni bir köşk daha yapılmıştır VI Mehmetin ölümünden sonra varislerine geçen köşk Cumhuriyet döneminde yıktırılmıştır

Köçeoğlu Köşkü iki katlı olup, zemin katı kâgir, üst katı ahşaptır Burada da Osmanlı mimarisinde geleneksel olan orta sofalı, eyvanlı plan tipi uygulanmıştır Zemin kat oldukça basık tavanlı olup burada köşeleri pahlı dikdörtgen planlı bir taşlık bulunuyordu Girişin önündeki sahanlık üst katta da kâgir sütunlar tarafından çevrelenmiştir Bu sütunların toskana üslubundaki başlıkları yapının dört cephesinde de kademeli çıkmaların köşelerinde uygulanmıştır Zemin kattaki taşlığın kuzeyindeki eyvandan üç kollu bir merdivenle üst kata çıkılmaktadır Üst katın ortasında beyzi planlı bir sofa bulunmakta olup, bunu odalar kuşatmıştır Çatı altında gizlenen oldukça basık bir kubbenin örttüğü sofanın güneyinde merdivenlerin kuşattığı bir sahanlık bulunmaktadır Sofanın doğu ve batı yönlerine dışarıya taşan dikdörtgen planlı büyük bir oda ile eyvanlar arasında kalan yerlere de dört ayrı oda yerleştirilmiştir

Köşkün cephesi zemin katta üst kattakilere göre daha küçük boyutlu pencerelerle çepeçevre kuşatılmıştır Üst kattaki pencereler diğerlerinden daha büyüktür İlk yapımında demir parmaklıklı olan bu pencereler ahşap panjurlarla örtülmüştür

Köşkün girişinin önüne dikdörtgen planlı bir havuz, arkaya da suni kayalarla bezeli, üzeri köprülü küçük bir havuz yapılmıştır Köşkün kuzeydoğu yönünde bulunan Ağalar Dairesi ile Köçeoğlu Yalısı ile birlikte yıkılmıştır

Kavafyan Köşkü (Konağı) (Beşiktaş)

İstanbul Beşiktaş ilçesi Bebek, Yoğurtçu Zülfü Sokağında bulunan bu köşk 1751 yılında yapılmış olup, İstanbulda ayakta kalan en eski konaktır Yapım tarihi konağın bahçesindeki kuyu taşı üzerinde yazılıdır Günümüze konağın yalnızca harem bölümü gelebilmiştir Konağın ilk sahibinin kim olduğu bilinmemektedir Günümüzde bu yapı ve bahçesi iki yandan yol ile çevrilmiştir

Meyilli bir arazide bulunan yapının zemin katında taşlık ve cümle kapısı ile bahçe aynı seviyededir Son derece güzel ve kaliteli bir yapı tekniği ile yapılmış olup üç katlıdır Temelleri muntazam taş duvarlar üzerine oturtulmuştur Zemin katında büyük bir taşlık ve iki oda bulunmaktadır Bu taşlık köşkün altını tamamen kaplamaktadır Bu bölümde ilk yapılışında ahır, arabalık, seyis ve arabacı odalarının bulunduğu sanılmaktadır Taşlıktaki ahşap kemerler ve sütunlar üst katı taşımaktadır Buradan iki kollu ahşap bir merdiven üst kata çıkmaktadır Bu merdiven çıkıştan sonra duvarların içerisinde devam etmektedir Ayrıca zemin katındaki avlu bahçeden üst kata çıkan ikinci bir taş merdiven daha bulunmaktadır Bu merdiven sağdaki haremin önündeki sahanlığa ulaşmaktadır

Köşkün asıl girişi cadde üzerindedir Plan olarak sofa plan düzenindedir Sofalar köşeleri pahlı ve ikişer eyvanlıdır Dört köşeye köşe odaları yerleştirilmiştir Üçüncü katta ise sofanın iki ucundaki eyvanlar sokağa ve bahçeye çıkmalarla genişletilmiştir Bu katın güney tarafında Sultan II Mahmut (1808–1839) zamanında eklenmiş olduğu sanılan eli böğründelerle dışarı taşan, Gelin Odası denen bir bölüm daha bulunmaktadır

Köşkün Gelin Odasının üzerini örten bağdadi kubbe, duvar ve yüklükler çeşitli resim ve bezemelerle süslenmiştir Konağın tüm tavanları özgün kalem işleri ile günümüze kadar gelebilmiştir Gelin Odasının tavanı ve buradaki bir niş içerisindeki resimler XVIII yüzyıl özelliklerini taşımaktadır

Başhavuz Köşkü (Beyoğlu)

İstanbul Beyoğlu ilçesi Kâğıthane ve Kırkçeşme suyollarının birleştiği Başhavuz yanında bulunan bu köşkün yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır Günümüze gelemeyen bu köşk kaynaklardan öğrenildiğine göre Sultan III Ahmet döneminde yapılmıştır Baron Philip Franz Gudenusun gravürlerinde köşkün küçük bir krokisi ile dış görünümü bulunmaktadır Buna dayanılarak köşkün küçük ölçüde ve ahşaptan olduğu Başhavuz içerisindeki suları seyretmek ve sesini dinlemek için yapıldığı sanılmaktadır

Başhavuzun yanındaki duvarlar üzerinde kâgir bir kaide üzerine oturtulmuş ve havuz yönüne doğru teraslarla genişletilmiştir Böylece havuz ile bütünlük sağlanmıştır Kasır kareye yakın dikdörtgen planlı olup, çevresi ahşap dikmelerle çevrelenmiştir Bunların arasındaki açıklıklara da pencereler yerleştirilmiştir Üzeri geniş saçaklı basık bir çatı ile örtülmüştür

Bayıldım (İftar) Köşkü (Beşiktaş)

İstanbul Beşiktaş ilçesinde, Dolmabahçe Sarayının arkasında bugünkü Swiss Otelinin yakınında bulunan bu köşk günümüze gelememiştir Köşkü Sultan I Mahmut 1748 yılında yaptırmıştır Köşkü gören sultanların “Bayıldım” demesinden ötürü de köşke bu isim verilmiştir Sultan I Mahmutun sevdiği ve sık sık uğradığı bu köşkte Ramazan aylarında iftar vermesinden ötürü de bazı kaynaklara İftar Köşkü olarak geçmiştir Sultan III Osman zamanında, 1755te kısmen yanan köşk, daha sonra eski haline uygun olarak yeniden yapılmıştır

Bayıldım Köşkünden günümüze hiçbir iz gelmemiştir Onunla ilgili bilgiler, köşkü 1787 yıllarında gören dOhsonnun XVIII yüzyılda yapmış olduğu bir gravürden edinilmiştir Buna dayanılarak köfeki taşından temeller üzerine ahşap malzeme ile doğu-batı doğrultusunda uzanan dikdörtgen bir planı vardır İki katlı yapının doğu ucunda her iki katta da sedirli birer divanhanesi bulunuyordu İki kat arasında üst kat açıklıkları ile saçak arasında enli çıtalarla yapılmış yatay kuşaklara yer verilmiştir Üst kat sofasının güneyinde iki oda olduğu, güney ve kuzeyinde ikişer oda olduğu sanılmaktadır

Baltacı Köşkü (Konağı) (Eminönü)

İstanbul Eminönü ilçesi, Sultanahmette Yerebatan Sarnıcının üzerinde bulunan bu köşk XVIII yüzyılın ortalarında yapılmıştır Osmanlı sivil mimari özelliklerini yansıtan bu köşk günümüze ulaşamamıştır

Zemin katın üzerinde iki katlıdır Zemin katın büyük bir bölümünü avluya açılan büyük bir taşlık meydana getirmiştir Bu taşlığın çevresinde servis birimleri ve üzerindeki hamamın alt yapısı bulunuyordu Buradan bir merdivenle de Yerebatan Sarnıcına iniliyordu Konak taşlık, harem ve selamlık bölümlerinden meydana gelmiştir Zemin katı kare kesitli ahşap dikmeler üzerine oturtulmuştur Bu bölüm dikdörtgen planlı sofalar ve bunların çevresindeki odalardan oluşmuştur Harem ve selamlık sofaları bir koridorla birbirine bağlanmıştır Selamlık merdiveninin tek yönlü olmasına karşılık harem merdiveni taşlıktan iki yönlü olarak başlamaktaydı Bu düzenleme konağın birinci ve ikinci katları arasındaki merdivenlerde de tekrarlanmıştır

Konağın ikinci katında karnıyarık plan düzeni kullanılmış, ortadaki salonun etrafına odalar sıralanmıştır İçerisi barok üslupta bezemelerle süslü idi Özellikle tavan göbeklerinin bezemelerinden kaynaklarda söz edilmektedir Bu konak bilinmeyen bir tarihte yanmış ve yok olmuştur

Abbas Halim Paşa Köşkleri (Adalar)

İstanbul Adalar ilçesi, Heybeliadada Abbas Halim Paşa Mahallesinde bulunan bu köşkleri Kavalalı Mehmet Ali Paşanın torunu, Prens Abbas Halim Paşa (1866–1935) 1897–1899 yıllarında yaptırmıştır

Paşaya ait olan yaklaşık 3 dönümlük arazi üzerinde üç ayrı köşk bulunmaktadır Bu köşklerin planları Hovsep Aznavur tarafından çizilmiştir Köşkler birbirlerinden farklı üsluplardadır Bunlar Harem Köşkü, Selamlık Köşkü ve Bendegân Köşküdür

Bu köşklerden Harem Köşkü Yeni İskele Yolu ile Abbas Paşa Sokağının birleştiği yerde geniş bir bahçe içerisindedir Abbas Halim Paşanın ölümünden sonra köşk Prenses Zeynep Hanıma geçmiş, 1945 yılında yıkılmıştır

Bu köşkün cephe tasarımı, mimari ayrıntıları ve süslemeleri Mimar Aznavur tarafından yapılmış ve eski Mısır mimarisinden esinlenilmiştir Köşk kâgir bir bodrum üzerinde iki kat ve bir de çatı katından meydana gelmiştir Kuzeybatıda denize bakan giriş cephesi ile yan cephelerdeki dışa taşkın bölümler eski Mısır mimarisi ile yakınlık gösterdiği gibi mabet cephelerinde kullanılmış pilonlara da burada yer verilmiştir Aşağıdan yukarıya doğru daralan kesik piramitlere benzeyen bu pilonlar kabartma ve şeritlerle bezenmiş ve bütünü silmeler içerisine alınmıştır Pilonların üzerinde hiyerogliflerle bezeli lotus biçiminde başlıklar bulunmaktadır Bunlar aynı zamanda üzerindeki balkonu da taşımaktadır

Girişten bir sahanlığa, oradan da köşkün holüne girilmektedir İç mekân tasarımında Osmanlı sivil mimarisinin ana hatlarının ağırlık kazandığı görülmektedir Zemin katta bulunan sofa yapıyı boydan boya kat etmekte, çevresine de salon ve odalar yerleştirilmiştir Üst katın da bunun bir benzeri olduğu sanılmaktadır

Abbas Halim Paşa Köşklerinden Selamlık Köşkü, Refah Şehitleri Caddesi ile Fettah Sokağının köşesinde bulunmaktadır Selamlık olarak düzenlenen, meyilli bir arsada yer alan ahşap köşk iki katlıdır Refah Şehitleri Caddesinden içerisine girilen köşkün arazi konumu ile meydana getirilmiş bir bodrumu bulunmaktadır Zemin kat bahçe yönüne doğru ahşap dikmelere oturmaktadır Üst kat ise zemine göre biraz daha geriye çekilmiştir Ana girişten camekânlı bir taşlığa, oradan da yapıyı boydan boya kat eden bir sofaya geçilmektedir Büyük kemerli pencerelerle aydınlatılan, arka bahçeye yönelik sofanın iki yanına küçüklü büyüklü odalar sıralanmıştır Osmanlı ampir izlerinin ağırlık gösterdiği bu köşk, XIX yüzyılda Boğazda yapılan yalılarla benzerlik göstermektedir

Bu köşklerden Bendegân Köşkü Fettah Sokağı ile Yeni İskele Yolunun kavşağında bulunmaktadır Burada Abbas Halim Paşanın oldukça kalabalık olan maiyeti yaşamıştır Günümüze gelebilen bu yapı üç katlı ve ahşap olup, II Meşrutiyet döneminde bir süre Sebilürreşad Rüştiyesi olarak kullanılmış, Paşanın ölümünden sonra da Prenses Nimet Hanıma geçmiş 1938 yılında da satılmıştır

Bu köşk plan olarak diğerlerine benzer şekilde ortada sofa ve çevresinde salon ile odalardan meydana gelmiştir

İlyasko Köşkü (Adalar)

İstanbul Adalar ilçesi, Büyükadada Çankaya (Nizam) Caddesinde bulunan bu köşk, Galata bankerlerinden Konstantinos İlyasko tarafından XIX yüzyılın sonlarında yaptırılmıştır Köşk XX yüzyılın başlarında Sultan II Abdülhamitin yakınlarından Arap İzzet Paşanın mülkiyetine geçmiş, 1976 yılında da satılmış ve 1978de de yıktırılmıştır Bugün köşkün yerinde aynı ölçüde ve aynı plan ve cephe düzeninde yapılmış bir konut bulunmaktadır

Sovyet İhtilalinin öncülerinden Leon Troçki (ölm1940) Rusyadan Stalinin baskısı nedeni ile İstanbula kaçmış 1929–1933 yıllarında ailesi ve yardımcıları ile birlikte polis koruması altında bu köşkte yaşamıştır Hayatım isimli otobiyografisini de bu köşkte yazmıştır

Köşk bodrum katı üzerinde iki katlı kâgir bir yapı olup, ahşap döşemelidir Köşkün setler halinde denize kadar inen geniş bir bahçesi bulunuyordu Bu bahçenin içerisinde kuzey-güney doğrultusunda simetrik olarak düzenlenmiştir Güney cephesindeki zemin katı sofasına açılan giriş kapısı ortada ve geriye çekilmiş konumdadır Bunun üzerine bir balkon yerleştirilmiştir Bu cephede altlı üstlü dörder pencere bulunmaktadır Yapının bütününde Neo-Klasik üslubu yansıtan şekillere, Toskana tipi sütun başlıklarına rastlanmaktadır Köşkün iç tasarımında orta sofalı plan tipi uygulanmıştır Zemin katta salonlar, üst katta yatak odaları ve katların ekseninde de balkonlarla birleşen sofalar bulunmaktadır Ancak günümüzde yenilenen plan düzeninde kısmen bu mimari bozulmuştur

Hulusi Bey Köşkü (Adalar)

İstanbul Adalar ilçesi, Heybeliadada Lozan Zaferi Caddesi ile Bahriyeli Şükrü Bey Aralığının kavşağında bulunan bu köşk dönemin tüccar ve bankerlerinden Kiryako Hacopulo tarafından kızı Eleni için 1870lerin sonunda yaptırılmıştır Mimarının İtalyan olduğu söylenirse de kimliği konusunda bir bilgi edinilememiştir

Heybeliadalıların Köşk olarak isimlendirdiği bu yapı Selanik Şehremini ve Serez Mebusu Selamizâde Ahmet Bey tarafından Eleni Hacopulonun varislerinden 1920 yılında satın alınmıştır Ahmet Hulusi Beyin eşi Rukiye Seniha Hanımın mülkiyetine geçmiştir Köşkte devrin ünlü kişileri dost toplantıları yapmışlar ve bu toplantılarla ilgili yorumlar o dönem basında yer almıştır Bu toplantılara katılanlar arasında Prens Abbas Halim Paşa, Bahriye Nazırı Hasan Rami Paşazade, Doktor Rıfat Hüsamettin Paşa, Hacı Sami Bey, Ahmet Rasim, Hüseyin Rahmi Gürpınar, Selahattin Pınar, Hafız Kemal Gürses, Hafız Sadedin Kaynak ve Osman Nihat Akın, Ahmet Hamdi Tanpınar, Yahya Kemal Beyatlı gibi ünlü kişiler bulunuyordu

Hulusi Bey Köşkü eğimli bir arazide yapılmış bu nedenle de alçak bir istinat duvarı ile sınırlandırılmıştır Bu duvarın arkasında merdivenlerle çıkılan iki kapı bulunmaktadır Demir kanatlı ana girişin üzerinde Selamizâde Ahmet Hulusi Beyin beyzi bir madalyonu yerleştirilmiştir Yapı arazi meylinden ötürü altta kalan sette bodrum ve çatı katından oluşmuştur Yığma tekniği ile inşa edilmiş köşkün taş örgülü duvarları demir gergilerle birbirine bağlanmıştır

Köşkün asıl yapısı dikdörtgen planlı olup, burada ampir Neo-Roma üslubunun hâkim olduğu görülmektedir Cadde üzerindeki doğu cephesi bodrum üzerine iki kat ve çekme katlıdır Buradaki ana girişin önünde eyvan niteliğinde bir terasa yer verilmiştir Bu terasın üzerindeki çıkma mermerden yontulmuş, yivli sütunlar üzerine oturtulmuştur Ana girişin açıldığı zemin katın sofasının diğer ucuna da buna benzer camekânlı ikinci bir kapı yapılmıştır

Köşk orta sofalı plan şeması şeklinde olup, zemin, üst ve çatı katındaki birimler dikdörtgen planlı sofaların etrafında sıralanmıştır Ayrıca zemin kat sofasının kuzeyinde birbirleri ile bağlantılı iki salona daha yer verilmiştir Zemin kat sofasının güneyinde küçük bir salon ile yemek salonu bulunmaktadır Bu salonun arkasında yerli dolaplarla donatılmış mutfak ve servis odası vardır Buradaki mutfak bahçeye açıldığı gibi aynı zamanda bir sarnıcın üzerine oturtulmuş ve üzeri arka bahçeye açılan bir teras olarak değerlendirilmiştir

Köşkün cephelerinde sıralanan pencereler ahşap panjurlu ve dikdörtgen şekildedir Bunlardan üst kattakilere üçgen alınlıklar yerleştirilmiştir Bu alınlıklar yivli ve korint başlıklı plasterler üzerine oturtulmuştur Köşkün içerisi Neo-Rönesans üslubunda bezemelerle kaplanmıştır Özellikle zemin kattaki mekânların tavanları yuvarlak madalyonlar içerisine alınmış manzara resimleri, çiçek demetleri, yemek salonunun tavanları da natürmortlarla bezelidir Üst kat sofasının tavanında bağdadi sıva üzerine kalem işi tekniği ile yapılmış yuvarlak çerçeveler içerisinde manzara resimleri bulunmaktadır

Köşk günümüzde özgün mimari yapısını ve bezemesini korumuştur

Agopyan Köşkü (Adalar)

İstanbul ili Adalar ilçesinde, Büyükadada Çankaya Meydanında bulunan bu köşk XIX yüzyılın sonlarında Neo-Klasik üslupta yapılmıştır

Köşk üç katlı olup, dıştan at nalı kemerleri ve Selçuklu sanatını yansıtan geçmeli yıldızlarla bezenmiştir Köşkün sol yan ve arka cephesi ana cepheye göre çok daha sadedir Simetrik bir plan düzeni olup, iç sofalı plan düzenindedir Ahşap sütunlu çıkmalı giriş cephesinin karşısına gelen merdivenlerle üst katlara çıkılmakta olup, buradaki sofanın iki yanına odalar sıralanmıştır Köşe odaları arasına da servis hücreleri yerleştirilmiştir

Günümüzde Çankaya Oteli olarak hizmet vermektedir

Çavuşoğlu Köşkü (Adalar)

İstanbul Adalar ilçesi, Büyükadada Çankaya (Nizam) Caddesi üzerinde bulunan bu köşk XX yüzyılın başlarında Kaptan Haralambos Çavuşoğlu tarafından yaptırılmıştır

Geniş bir bahçe içerisinde bulunan bu köşk, yaptıranın 1922de Türkiyeyi terk etmesi üzerine Milli Emlake geçmiş satış yolu ile de çeşitli şahıslar arasında el değiştirmiştir Köşk üç katlı kâgir bir yapıdır Zemin katına çift kollu döküm parmaklıklı merdivenle çıkılmaktadır Buradan ulaşılan giriş sahanlığı ile bahçe arasında bulunan kot farkından ötürü yüzeyler XIX yüzyıl Avrupa mimarisinde etkili olan yapay kayalıklarla kaplanmıştır Köşkün cephe tasarımında ampir üslubu açıkça görülmektedir Kat araları silmelerle üçüz yivlerle bezenmiştir Ana girişin bulunduğu kuzey cephesinin ortasında her iki katta da geriye çekilmiş sütunların taşıdığı birer balkon bulunmaktadır Bu sütunlardan alt kattakiler dor, üst kattakiler de ion nizamındadır Üst kat balkonu akroterli bir alınlıkla tamamlanmıştır Giriş cephesinde ve balkonların arkasında sofalar bulunmaktadır Bunlardan zemin katta salonlar, üst katta ise yatak odaları bulunmaktadır Bodrum katı tümü ile servis birimlerine ayrılmıştır

Hacapulos Köşkü (Hükümet Konağı) (Adalar)



İstanbul ili Adalar ilçesi, Büyükada Çankaya Caddesinde bulunan bu köşkün XX yüzyılın başında yapıldığı sanılmaktadır

Köşk 10527 m2lik bir alanda üç katlı ahşap olarak yapılmıştır Yapımından bir süre sonra Emperyal Oteli olarak kullanılmış, Cumhuriyetin ilanından sonra 1929dan itibaren Hükümet Konağı olarak kullanılmıştır

Büyük bir bahçe içerisinde olan köşke mermer döşeli bir köprü ile girilmektedir Orta sofalı plan tipinde olan köşkün sol yanına kâgir bir kule ile üzerine bir seyir balkonu yerleştirilmiştir Sofanın çevresinde odalar yer almaktadır Birinci katta dört büyük oda, ikinci katta on oda, üçüncü katta da dokuz oda bulunmaktadır Otel olarak kullanıldığı sırada üzerine bir de çatı katı eklenmiştir

Köşkün sekiz sütunlu girişinin üzeri balkon ve kapalı bir mekân olarak düzenlenmiştir Oda ve sofaların tavanları kabartma motifler ve kalem işleri ile bezelidir

Con Paşa Köşkü (John Avrimidis Evi) (Adalar)

İstanbul Adalar ilçesi, Büyükadada Çankaya (Nizam) Caddesi üzerinde bulunan bu köşk Osmanlı ricalinden Con Paşa ismi ile tanınan Trasivolos Yannaros tarafından 1880 yılında yaptırılmıştır Mimarı Ahileus Poliçiştir

Köşk Büyükadanın en tanınmış köşklerinden olup, IDünya Savaşı sırasında Milli Emlake geçmiş daha sonra çeşitli kişiler arasında el değiştirmiştir Günümüzde Borovalı ailesinin yazlık konutudur

Son dönem Osmanlı mimarisi üslubunda üç katlı olarak yapılan köşk, önündeki caddeye paralel, doğu-batı doğrultusunda dikdörtgen planlıdır Mimarisinin yanı sıra mekân tasarımları, iç ve dış süslemeleri ile tanınan bu köşkün içerisinde, zemin katta birbirleri ile bağlantılı kabul salonlarının tavanlarında Neo-Rönesans üslubunda bezemeleri dikkat çekmektedir Buradaki tavanlar konsollu silmelerle çevrelenmiş, içerisindeki sekizgen kasetler daire veya elips biçiminde çeşitli resimlerle doldurulmuştur Bu resimlerin çoğu alegorik tasvirler olduğu gibi Mısır ile ilgili konulara da yer verilmiştir

Köşkün cephe görünümünde eklektik üslubun özellikleri görülmektedir Dikdörtgen çerçeveli pencereler ahşap panjurlarla örtülmüş olup, bunların tümü ampir üslubunu yansıtmaktadır Cephe görünümü balkon ve çıkmaların yanı sıra köşelere yerleştirilmiş yüksek, kesik piramit biçiminde külahlarla hareketlendirilmiştir Ayrıca çinko levhalarla örtülen bu külahların tepesine küçük akrotelli kubbecikler yerleştirilmiştir

Köşkün bahçesinde eski bir İstanbul konağından getirildiği sanılan mermer bir selsebil bulunmaktadır Bu selsebilin Lale Devrinin sonlarına ait olduğu sanılmaktadır

Azaryan Köşkü (Adalar)

İstanbul ili Adalar ilçesi, Büyükadada, Çankaya (Nizam) Caddesinde bulunan bu köşk Osmanlı hariciyecilerinden Manuk Azaryan Efendi tarafından 1885–1890 yılları arasında yaptırılmıştır Mimar Fotiadisin planını çizip, tasarımını yaptığı köşkü Yorgo Simota Kalfa inşa ettirmiştir

Azaryan Efendiden sonra köşk Tophane Müşiri Zeki Paşanın mülkiyetine geçmiş, daha sonra birçok sahip değiştirmiş, 1972den sonra da Büyükada Tenis ve Su Sporları Kulübünün yönetim binası olmuştur

Oldukça geniş bahçe içerisinde bulunan köşkün kıyısında bir de plaj bulunmaktadır Kâgir bir bodrum üzerinde iki katlı ve çatı katından oluşan köşkün eğimli araziden ötürü güney yönünde bodrum katı dayanak duvarlarına bitişiktir Denize yönelik kuzeyi bir revakla açılmıştır Bodrum katında sarnıç, mutfak, kiler, çamaşırhane gibi servis birimleri bulunmaktadır Birinci ve ikinci katları yapının merkezini dik açı ile kesen iki eksene göre simetrik olarak yapılmıştır Bu bölümler iç sofalı (karnıyarık) plan düzenindedir

Köşkün zemin katı ile üst katında kuzey-güney doğrultusunda bir uçtan bir uca uzanan sofalar vardır Ana girişi zemin katta olup, güney cephesine geniş bir teras yerleştirilmiştir Buradaki terastan iki kollu mermer merdivenlerle bahçeye inilmektedir Bu terasları ve iki yandan kuşatan zemin kata ait mekânların köşeleri pahlanmış ve buraya yarım altıgen şeklinde kitleler oturtulmuştur Köşkün kuzeydoğu köşesinde Mehtabiye denilen Cihannüma niteliğinde bir de kulesi vardır Kulede çepeçevre balkonlarla kuşatılmış olan iki ayrı kat bulunmakta olup, bunların üzeri çinko kaplı konik bir külahla örtülmüştür

Prof Dr MBaha Tanmana göre köşkün iç mimarisi ile dış mimarisi arasında üslup bakımından bir tezat gözlemlenmektedir Buradaki mekânların tasarımında sivil mimarinin köklü geleneklerine uyulmuş, buna karşılık cephelerin tasarım ve süslemelerinde Sultan II Abdülhamit devrinin eklektik zevki egemen olmuştur Küçük konsollarla desteklenen kat arası ve saçak altı silmelerinde, pencerelerin üzerindeki konsollu küçük saçaklardan ve bir takım başka ayrıntılarda ampir üslubunun etkileri görülmektedir

Mizzi Köşkü (Adalar)

İstanbul Adalar ilçesi, Büyükada Çankaya (Nizam) Caddesi üzerinde bulunan bu köşk XIX yüzyılın ikinci yarısında George Mizzi tarafından yaptırılmıştır Köşk çeşitli kişiler arasında el değiştirmiş, 1930–1940 yıllarında San Remo Oteli olmuştur Günümüzde özel bir konuttur

Halk arasında Al Palas veya Kırmızı Kuleli Köşk olarak isimlendirilen bu yapı Orta Çağ Avrupa şatolarını andırmaktadır Bodrum ve iki katlı kâgir yapının duvarları kırmızı renkli prese tuğlalarla örülmüştür Dış cepheler sıvanmamış ve yapının tuğla örgüleri cepheye yansıtılmıştır Köşkün girişi ön cephede geriye çekilmiş bir verandanın arkasında yer almaktadır Bu veranda mermer sütunlara oturan üç basık kemerle ve sütunlarla hareketlendirilmiştir Verandaya açılan giriş ve bunların yanındaki pencereler yuvarlak kemerlidir Bunun üzerindeki katta basık kemerli ince uzun birer pencere görülmektedir Girişin solunda kare kesitli kule adeta bir burç görünümündedir Kulenin zemin kat hizasında basık kemerli bir penceresi, üst kat hizasında da önü balkonlu ve saçaklıklı bir penceresi daha bulunmaktadır Bu kulede köşkün sahiplerinden Giovanni Mizzinin bir teleskopla gökyüzünü izlediği söylenmektedir Camekânla kaplı olan bu bölümün özel bir rasathane olarak kullanıldığı sanılmaktadır

Köşkün içerisindeki holün iki yanında salonlar, ikinci katta da salon ve koridor çevresinde sıralanmış odalar bulunmaktadır

Kalvokeresis Köşkü (Adalar)

İstanbul Adalar ilçesi, Büyükadada Maden, Kumsal Caddesinde bulunan bu köşk Dimitri Kalvokeresis tarafından yaptırılmıştır Yapım tarihi ksein olarak bilinmemekle beraber yapı üslubundan XIX yüzyılın sonlarında İtalyan veya bir Rum mimar tarafından yapıldığı sanılmaktadır

Köşkün yapımında Batı üslubu egemen olup, iki katlıdır Kâgir köşkün duvarları yığma tekniğinde, döşeme ve çatısı ahşaptan yapılmıştır Cephe görünümü simetrik olup, çıkmalarla geri çekilmiş camekânlı balkonlar yapının bütününe hareket getirmiştir Belirli aralıklarla üçgen alınlıklı, dikdörtgen panjurlu pencereler sıralanmıştır Köşeleri taş örgülü olup, triglifli kısa saçaklı bir çatı ile de üzeri örtülmüştür

Bu yapı orta sofalı plan tipindedir İçerisinde dikdörtgen planlı sofalar, bunların iki yanında da odalar bulunmaktadır Alt kat daha çok salonlara, üst katlar da yatak odalarına ayrılmıştır Katlar birbirlerine çift kollu bir merdivenle bağlanmıştır Tavanlarda küçük konsollu silmeler çıtalarla yapılmış baklavalı motifler bulunmaktadır Ayrıca kalem işi ile tavanlar bezenmiştir Tavanlardaki yuvarlak, beyzi ve dikdörtgen kartuşlar içerisine de şehir manzaraları, alegorik insan figürleri ve çiçek motifleri yerleştirilmiştir

Ralli Köşkü (Adalar)

İstanbul Adalar ilçesi, Büyükada Çankaya (Nizam) Caddesinde bulunan bu köşk halk arasında Yaldızlı Köşk veya Sedefli Köşk olarak tanınmıştır XIX yüzyılın sonlarında maden mühendisi olan Yorgo Ralli tarafından yaptırılmıştır Bu köşk prefabrik parçalar halinde Hindistanda yapılmış ve buraya monte edilmiştir

Ralli Köşkü Yorgo Rallinin 1936 yılında ölümünden sonra birkaç kez el değiştirmiş, 1956 yılında yanmış ve yerine modern bir yapı yapılmıştır Ralli Köşkünün ahşap parçalardan oluşan mimari yapısı süsleme yönünden Hint-Moğol saray mimarisini yansıtmakta idi Köşkün XIX yüzyılda yaygın olan cihannüma veya mehtabiye kulesi de bulunuyordu Köşkün ana yapısından ayrı olarak yükselen bu kule sekizgen planlı olup, üzeri kubbe ile örtülmüştü Sekizgenin önlerine kafesli pencereler ile küçük balkonlar yerleştirilmişti

Sabuncakis Köşkü (Adalar)

İstanbul Adalar ilçesi, Büyükada Maden, Yılmaz Türk Caddesinde bulunan bu köşk Sultan II Abdülhamit (1876–1909) dönemi zenginlerinden Yorgi Sabuncakis Efendi tarafından 1904 yılında yaptırılmıştır Köşkün tasarımını Atina Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Öğretim Üyesi Prof Fotiadis, yapımını da Simon Kalfa üstlenmiştir

Köşk bodrum ve iki kattan meydana gelmiştir Kâgir köşkün tasarımında Eski Yunan mimarisinin Neo-Klasik üslubu yansıtılmıştır Köşk üzerinde Masonluk simgeleri bulunmaktadır Başlangıçta bu köşkün Mason locası şeklinde düşünüldüğü sanılmaktadır Arazi eğiminden ötürü köşkün ana girişi üst kattadır Buraya caddeden bir köprü ile ulaşılmaktadır

Köşkün cephesinin ortasına ileriye doğru taşkın Klasik Yunan mabedi görünümü verilmiştir Köprünün bitimindeki terasa korint başlıklı iki kare kesitli paye ve iki sütun yerleştirilmiş, bunların üzeri de bir arşitrav ve üçgen alınlıkla sona erdirilmiştir Üçgen alınlığın iki yan ve tepe noktasına da akroterler yerleştirilmiştir Köşkün batı cephesindeki teras yanlara doğru balkonlarla uzatılmış ve bunlar kare kesitli payeler üzerine oturtulmuştur Kat araları silmelerle üç kesime ayrılmış, köşelerine de korint başlıklı plasterler yerleştirilmiştir Saçak silmesi damlalık frizi ve yumurta frizi ile çevrelenmiştir Ayrıca dikdörtgen söveli kapı ve pencerelerin üzerlerine de basık kemerli alınlıklar oturtulmuştur

Köşkün birinci katında girişin ekseni boyunca dikdörtgen planlı bir salon bulunmaktadır Bu salonun ortasına da sekizgen prizma şeklindeki kasnağın taşıdığı ahşap bir kubbe yerleştirilmiştir Bu kubbe içerisinde yönleri işaret eden yazılar ve kırlangıç resimleri bulunmaktadır Kubbe kasnağında eski Mısır, Hint, Asur, Yunan-Roma mitolojisinden esinlenilmiş resimler görülmektedir Ne var ki bu tonozlu kubbe 1971 yılında yanmıştır

Meziki Köşkü (Adalar)

İstanbul Adalar ilçesi, Büyükada Maden, Malül Gazi Caddesi üzerinde bulunan bu köşk XIX yüzyılın ikinci yarısında yaptırılmıştır Levantenlere ait olan bu köşk XX yüzyılın başlarında Şahbaz ve daha sonra da Karayan ailelerinin mülkiyetine geçmiştir

Günümüze oldukça iyi bir durumda gelen bu yapı caddeden geride, üç katlı ve bir de çatı katından meydana gelmiştir Kâgir köşkün dış görünümü kütlevi olup, dikdörtgen planlıdır İtalyan mimarisine benzeyen köşkün cephelerinde ampir ve neo-rönesans üslubu açıkça görülmektedir Cephesi basık kemerli profilli pencerelerle hareketlendirilmiştir Köşkün bir ve ikinci katların önlerinde balkonlar bulunmaktadır Zemin katın girişi yanlardaki ince, uzun pencerelerle kuşatılmıştır Kat aralarına silmeler yerleştirilmiş, iç mekânlarda eklektik süslemelere yer verilmiştir Bazı yerlerde de bitkisel motifler peyzajlar görülmektedir

Mavromatis Köşkü (İnönü Evi) (Adalar)



İstanbul ili Adalar ilçesi, Heybeliadada, Refah Şehitleri Caddesinde bulunan bu köşk XIX yüzyılın sonlarında yapılmıştır Yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır Büyük olasılıkla köşkü yaptıranın Mavromatis isimli bir Rum tarafından yaptırılmıştır

Köşk 1934 yılında İsmet İnönünün mülkiyetine geçmiştir Günümüzde İnönü Vakfının mülkiyetinde olup İnönü Müze-Evi olarak hizmet vermektedir

Atatürk bu evde bir süre kalmış, Adalarda ilk jeneratör de bu evde kullanılmıştır Köşk üç katlı orta sofa plan düzenindedir Taş bodrum kat üzerine ahşaptan yapılmıştır Köşke giriş arazi konumundan ötürü bodrum üzerindeki birinci kata dıştan merdivenlerle sağlanmıştır Cephe düzeni dikdörtgen söveli pencerelerle hareketlendirilmiş, ayrıca silmelerle de katlar birbirlerinden ayrılmıştır

Kırma çatı ile örtülü olan köşkün kısa kenarı ile asıl cephenin kenarı üçgen alınlıklı olarak sonlandırılmıştır İç plan düzeninde orta sofa şeması esas alınmıştır Her iki kattaki sofaların çevresine oturma ve yatak odaları yerleştirilmiştir

Reşat Nuri Güntekin Köşkü (Adalar )



İstanbul Adalar ilçesi, Büyükadada Yılmaztürk Caddesinde bulunan bu köşk XIX yüzyılın sonlarına doğru yapılmıştır Yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır Tarihi kaynaklardan Ruşen Eşref Ünaydın ve Hasan Ali Yücelin zaman zaman buraya geldiği öğrenilmiştir

Köşk 998 m2lik bir alanda üç katlı olarak yapılmıştır Dikdörtgen planlı köşk taş temeller üzerine kâgir olarak yapılmıştır Dört yönden dikdörtgen söveli pencerelerle aydınlatılan köşkün üzeri ahşap bir çatı ile örtülüdür

İç mekân orta sofa etrafında çevrelenmiş odalardan meydana gelmiştir Köşkün giriş merdivenleri dışarıdandır Mimari yönden herhangi bir bezeme unsuru bulunmamaktadır

Hüseyin Rahmi Gürpınar Köşkü (Adalar)



İstanbul ili Adalar ilçesi, Heybeliada Demirtaş Sokakta bulunan bu köşk 1918 yılında yapılmıştır Hüseyin Rahmi Gürpınarın yaşadığı bu köşk İl Özel İdaresi tarafından Kültür Bakanlığına tahsis edilmiştir

Günümüzde Hüseyin Rahmi Gürpınar Müze-Evi olarak hizmet vermektedir

Köşk üç katlı T plan düzeninde olup, üzeri kırma çatı ile örtülmüştür Taş temeller üzerine ahşap kaplamalı köşkün giriş avlusunun çevresinde ikişer oda bulunmaktadır Bu avludan oturma ve yatak odalarının bulunduğu ikinci ve üçüncü katlara çıkılmaktadır Bu katlarda ortadaki sofanın etrafında odalar sıralanmıştır

Abdülmecit Efendi Köşkü (Üsküdar)



İstanbul ili Üsküdar ilçesi, Bağlarbaşında Kuşbakışı Sokağında bulunan bu köşk Alexandre Vallaury tarafından 1901 yılında yaptırılmıştır Bu köşkün bulunduğu yer daha önce Hıdiv İsmail Paşanın mülkiyetinde idi Hıdiv İsmail Paşanın oğlu İbrahim Paşa saraya damat olduktan sonra bu köşkün yerini ve tasarlanan projesini beğenen Halife Abdülmecit Efendiye 1895 yılında devredilmiştir

Günümüze gelen yapı köşkün selamlık bölümüdür Harem kısmı ve müştemilatı günümüze gelememiştir Küçük bir saray görünümündeki köşk, hafif meyilli bir arazide barok üslupta yapılmıştır Geniş saçakları, eliböğründeleri ve renkli bezemeleri ile dikkat çekici bir yapıdır Kâgir bir bodrum üzerine iki katlı ahşap olarak yapılmış ve simetrik bir plan burada uygulanmıştır Köşkün iki ana ekseninin kesiştiği noktada merkezi bir sofaya yer verilmiştir Daha önce burada bulunan havuz sökülerek sofa genişletilmiştir

Köşkün birinci katı yanlara doğru eyvanlarla açılmış ve haçvari bir plana dönüştürülmüştür Köşelerdeki dikdörtgen planlı odalar ikinci katta daha değişik şekildedir Her iki katta da eksenleri boyunca dışa uzanan orta mekânlar ile dört köşesindeki odalar düzgün bir geometrik plana uydurulmuştur Duvarların ileri veya geri alınması ile de cephe hareketli bir görünüme sokulmuştur

Köşkte kullanılan kapı, pencere, kolon ve kemerlerde doğuya özgü motiflere ve mimariye yer verilmiştir Günümüze gelen bezemesinin zamanla zarar gördüğü anlaşılmaktadır Bu bezemelerde çok renkler egemendir Dış cepheler geometrik bölümlere ayrılmış ve pencereler bunların içerisine yerleştirilmiştir Boşta kalan alanlar ise oryantalist motifli kalem işleri ile bezenmiştir Köşkün içerisinde altın nakışların, kalem işlerinin yanı sıra çini kaplamalara da yer verilmiştir Birinci kat merdiven holünde görüldüğü gibi bazı yerlere de tablolar yapılmıştır Özellikle burada Ressam Avni Lifijin Aşk Çeşmesi isimli bir tablosu bulunmaktadır Köşkün bahçesinde de merdivenli bir kuyusu vardır

Köşk Yapı Kredi Bankasının kurucusu Kazım Taşkent zamanında, banka tarafından satın alınarak restorasyonu orijinaline uygun olarak yapılmıştır

Altunizade Köşkü (Üsküdar)

İstanbul ili Üsküdar ilçesi, Altunizâdede bulunan bu köşk, Altunizâde İsmail Zühdi Paşa tarafından 1868de yaptırılmıştır Altunizâde İsmail Zühdi Paşa, bugünkü Milli Eğitim Bakanlığı Validebağ Prevantoryumu içerisinde harem ve selamlık bölümlerinden meydana gelen bir köşk yaptırmıştı İlk Altunizade Köşkü olan bu köşkün güzelliğini duyan Sultan Abdülaziz Paşayı huzuruna çağırarak köşkün kendisine verilmesini ima etmiştir İsmail Zühdi Paşa da padişahın isteği üzerine köşkü Ona vermiştir Bundan sonra da Altunizâde Camisinin karşısında yeni bir köşk yaptırmıştır Yeni yapılan köşkün bezeme ve dış görünümü yönünden dikkati çeken bir güzelliği yoktur Ancak ilk köşkün içerisinde uyguladığı bezeme ve süslemeleri burada da tekrarlamıştır

Köşkün on sekiz odası, üç salonu, altı sandık odası ve altı helâsı vardır Bodrum katında iki mutfak bulunmaktadır Bunun üzerinde biri alçak tavanlı, ikisi yüksek tavanlı olmak üzere üç katlı bir yapıdır Yapının arazi konumundan ötürü ön cephede yüksekliği 18 m, arka cephede de 16 m dir Üst kat salonunun tavanı bir İtalyan ressam tarafından alçı üzerine yapılmış yağlı boya resimlerle süslenmiştir Ayrıca diğer odaların tavan bezemeleri, merdiven korkulukları da Osmanlı ahşap oyma sanatını yansıtmaktadır

Köşkün bahçesi içerisinde beş havuzu bulunmakta olup, bunlardan birinin içerisinde kayıkla gezilecek kadar büyüktü Havuzun ortasına da bir küçük adacık yapılmıştı

IDünya Savaşı sonlarında İstanbul işgal altında iken Anadoluya kaçırılan silahlar bir süre burada gizlenmişti Köşk 1987 yılında İsmail Zühdi Paşanın varisleri tarafından STFA Firmasına satılmış, 1988 yılında yeniden yapılmak üzere yıkılmıştır

Şehzade Ömer Hilmi Efendi Köşkü (Üsküdar)

İstanbul ili, Üsküdar ilçesi Bağlarbaşı-Beylerbeyi arasında, Kuşbakışı Sokağında Abdülmecit Efendi Köşkünün karşısında bulunan bu köşk Mısır Hıdivi İsmail Paşa tarafından 1870 yılında yaptırılmıştır Köşk 1910 yılında Şehzade Ömer Hilmi Efendinin mülkiyetine geçmiştir

Ömer Hilmi Efendi Sultan V Mehmet Reşatın oğlu olup, 1886 yılında doğmuş, 1935te de ölmüştür

Köşk harem ve selamlık olmak üzere 50 dönümlük, içerisinde çam ve meyce ağaçlarının bulunduğu geniş bir bahçe içerisinde yapılmıştır Köşkün harem kısmı 1921 yılında yanmıştır Yanan bölümde 21 oda bulunuyordu Selamlık kısmı günümüze gelebilmiştir İki katlı köşk kâgir bir bodrum üzerine iki ahşap kattan meydana gelmiştir İçerisinde bir salon ve dokuz odası bulunmaktadır Selamlık kısmının sol tarafında hizmetli daireleri ile ahırlar bulunmaktadır Kuşbakışı Caddesi ile İcadiye-Bağlarbaşı yolun açılan iki kapısı vardır Bunlardan Kuşbakışı Caddesindeki girişinin yanına yığma taştan bir su terazisi yapılmıştır

Alıntı Yaparak Cevapla

İnceden İnceye İstanbull

Eski 11-04-2012   #49
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İnceden İnceye İstanbull



İstanbul Vapur İskeleleri



İstanbulda deniz ulaşımını sağlamak amacıyla iskeleler XIX yüzyılın ortalarından itibaren yapılmaya başlamıştır Bundan önceki dönemlerde şehirdeki deniz taşımacılığı kayıklarla yapılıyordu Nitekim XVII yüzyılda Boğaziçi, Haliç ve Marmara kıyılarında yirmiye yakın kayık iskelesi olduğu kaynaklarda belirtilmektedir Çoğunlukta bu iskeleler denize doğru uzatılmış, ahşap köprüler biçiminde idi Bunların yanı sıra sarayların yalıların da kendilerine özel iskeleleri bulunuyordu

İstanbulda, 1851de kurulan Şirketi Hayriye ile başlayan deniz ulaşımıyla birlikte iskeleler de yapılmaya başlanmıştır Başlangıçta ahşap olarak yapılan bu iskeleler daha sonra kâgir ve taştan yapılmıştır Bunların büyük çoğunluğu Neo-Klasik üslupta yapılmış olup, dikdörtgen planlıdırlar

İskeleler içerisinde bekleme salonu, memur ve çımacı odaları, helâlar ve satış gişeleri bulunmaktadır Genellikle tek katlı olan bu iskelelerde yolcuların gemiye biniş ve çıkış yerleri ayrılmıştır İskele binalarının önünde ahşap kazıklar üzerine oturtulmuş yolcuların biniş ve çıkışları bir platform halinde idi İskelelerin yapılması ile birlikte bazı bölgelerde bunların arkasına iskele meydanları da yapılmıştır



İstanbul iskeleleri Boğazın Rumeli yakası, Anadolu yakası, Haliç, Adalar ve Kadıköy yöresinde yoğunlaşmıştır Ancak bu iskelelerden Rumeli yakasında Tophane İskelesi, Salıpazarı İskelesi, Emirgân İskelesi, Boyacıköy İskelesi, Yenimahalle İskelesi; Anadolu yakasında Vaniköy İskelesi; Haliçte Yemiş İskelesi, Cibali İskelesi, Kâğıthane İskelesi, Halıcıoğlu İskelesi; Kadıköy-Üsküdar yörelerinde Salacak İskelesi, Kalamış İskelesi, Fenerbahçe İskelesi, Caddebostan İskelesi, Suadiye İskelesi yıkılmış ve günümüze gelememiştir Bunların yanı sıra Kuruçeşme İskelesi, Rumelihisarı İskelesi, Tarabya İskelesi; Haliçte Ayvansaray İskelesi, Defterdar İskelesi, Eyüp İskelesi, Hasköy İskelesi; Kadıköy-Üsküdar yöresinde Moda İskelesi, Eski Kartal İskelesi, Pendik İskelesi hizmet dışı kalmıştır

Günümüzde İstanbul Büyükşehir Belediyesi hizmet dışı kalan veya harap durumdaki iskeleleri onarmış, bazılarını da yenilemiştir Bunların başında Anadoluhisarı İskelesi, Ayvansaray İskelesi, Fener İskelesi, Sütlüce İskelesi, Kanlıca İskelesi, Kandilli İskelesi, Çubuklu İskelesi, Bostancı İskelesi, Hasköy İskelesi ve Bakırköy İskelesi gelmektedir Yapılan bu onarımlar sırasında XIX yüzyıl özelliklerini taşıyan bazı iskelelerin özelliklerinden uzaklaştıkları da görülmektedir

Üsküdar İskelesi (Üsküdar)



İstanbulun en büyük iskelelerinden biri olan Üsküdar İskelesinin tüm genişliği 2663 m2yi bulmaktadır İlk kez Şirketi Hayriye zamanında yapılan bu iskele ahşaptandır Sonraki yıllarda birkaç kez yenilenmiştir

Günümüzdeki iskele Mimar Orhan Şahinlerin planını çizdiği dört ayrı yapıdan oluşmaktadır İskele Beşiktaş bölümü, Eminönü bölümü, Haliç bölümü ve Gişeler bölümlerinden meydana gelmiştir Bunlardan ortadaki ana bina Eminönü bölümüne ayrılmış olup, aynı zamanda burası yolcu bekleme salonudur Ahşap ve kurşun kaplı çatı ile örtülü olan bina geniş pencerelerle aydınlatılmıştır Bu iskelenin yapımından önceki orijinal Üsküdar İskelesi XIX yüzyılın sonlarına tarihlendirilen Neo-Klasik üslupta yapılmış idi Kesme taştan kareye yakın dikdörtgen planlı, XIX yüzyıl mimari bezemeleri ile süslü eski iskeleden günümüze hiçbir kalıntı ve iz gelememiştir

Kuzguncuk İskelesi (Üsküdar)

Kuzguncuk İskelesi XIX yüzyılın sonu veya XX yüzyılın başlarında Şirketi Hayriye tarafından yaptırılmıştır Yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır Neo-Klasik üslupta Mimar Talat Beyin eseridir Burada bulunan daha önceki iskele 1865–1866 yıllarında yanmıştır

İskele kâgir ve iki katlı, kareye yakın dikdörtgen planlı olup, 1450x900 m ölçüsündedir İskelenin üst katı ilk yapıldığı yıllarda sosyal tesis olarak kullanılmıştır İskelenin alt katında, girişin sağ ve solunda iki dükkân ve burada bir hol kısmı girişe göre sol tarafta da gişeler bulunmaktadır İskele içerisinde gişe memuru odası, iki ayrı bekleme odası bulunmaktadır

Beylerbeyi İskelesi (Üsküdar)

Beylerbeyi Vapur İskelesi XIX yüzyılın sonu, XX yüzyılın başında Neo-Klasik üslupta yapılmıştır Büyük olasılıkla da Mimar Kemalettin Beyin eseridir

Ahşap kazıklar üzerine, ahşap olarak yapılan iskele dikdörtgen planlıdır Yolcu salonu iskelenin sağında, gişe ve memur odası ortada, üzeri sundurmalı yolcu çıkış yeri ise sol tarafta bulunmaktadır İskele 1980 yıllarında restore edilmiş ve ahşap platform yerine beton bir platform yapılmıştır

Çengelköy İskelesi (Üsküdar)

Çengelköy İskelesi Boğaziçinin diğer iskelelerinden farklı mimarisi ile dikkati çekmektedir Üsküdar-Beykoz yolundan dar bir sokakla ulaşılan iskelenin iki köşesindeki küçük kuleleri bulunmaktadır Bunların arasından bekleme salonuna girilmektedir İç kısımda personel odaları ve gişe bulunmaktadır

İskeleye yanaşan vapurlardan çıkan yolcuların çıkış mahalli binanın sağında olup, üzeri sundurmasızdır İskele önündeki yanaşma alanı 1700x1200 m ölçüsündedir İskele 1990 yılında betonarme üzerine, denize çakılan kazıklar üzerinde ahşap kaplama olarak yeniden yapılmıştır

Kandilli İskelesi (Üsküdar)



Kandilli İskelesi Şirketi Hayriye zamanında yapılmış, 1916 yılında yanmış ve yenilenmiştir İskeleye Liberya bandıralı bir gemi 1978 yılında çarpmış ve iskeleyi yıkmıştır Bundan sonra üçüncü kez betonarme üzerine ahşap kaplamalı olarak yenilenmiştir Bu nedenle orijinalliğinden kısmen de olsa uzaklaşmıştır Bu iskelenin de Mimar Kemalettin Bey tarafından yapıldığı sanılmaktadır

Kareye yakın dikdörtgen planlı olan bu iskelenin kara yönünden bakıldığında sağ tarafta, geniş bir sundurma altında personel odaları ve gişe bulunmaktadır İskele içerisinde geniş bir bekleme salonu, önünde 2100x800 m ölçüsünde gemilerin yanaştığı bölüm bulunmaktadır Üzeri topuz çatı şeklinde olup kiremit kaplıdır Yapıda Neo-Klasik devrin özelliklerini yansıtan pencere ve taş bezemeler dikkati çekmektedir

Anadoluhisarı İskelesi (Beykoz)



Anadoluhisarı Vapur İskelesi Şirketi Hayriye tarafından ahşap olarak 1851 yılında Hisarönü Mevkiinde yapılmıştır

Bu iskele 1905 yılında yıkılmış ve Mimar Kemalettin Bey tarafından yenilenmiştir İskelenin boyama işlerini Şirketi Hayriyenin Hasköy Tersanesi Başnakkaşı Hasan Usta yapmıştır

İskele dikdörtgen planlı ahşaptan olup, önünde 2100x800 m ölçüsünde vapur yanaşma yeri bulunmaktadır İskele 1989 yılında betonarme olarak yenilenmiş ve üzeri ahşap kaplanmıştır Üst örtüsü çatılıdır Girişte holün kenarında gişeler ve bekleme odası bulunmaktadır

Kanlıca İskelesi (Beykoz)



Kanlıca İskelesi XX yüzyılın başında yapılmıştır Mimarı bilinmemektedir Dikdörtgen planlı ahşap çatılı iskelenin sağında bekleme salonu, ortasında personel odaları, sol tarafta da yolcu çıkış sundurması bulunmaktadır Önünde 1700x600 m ölçüsünde vapur yanaşma yeri bulunmaktadır İskele, önündeki meydan ile bütünleşmiştir

Büyükşehir Belediyesi, İstanbul Deniz Otobüsleri AŞ Tarafından 1989 yılında yenilenmiştir Burada 348x86 m2lik alanın 128 m2lik bölümüne iskele binası yapılmış, diğer bölüm ise iskele yanaşma yeri olarak ayrılmıştır

Çubuklu İskelesi (Beykoz)



Çubuklu İskelesi Şirketi Hayriye zamanında, 1912 yılında yapılmıştır Dikdörtgen planlı, ahşap çatılı iskelenin kara yönünden bakıldığında sol tarafta yolcu çıkış sundurması, ortada gişe, memur odası ve bekleme salonu, sağda ise çımacı odası yer almaktadır Önünde 1750 m uzunluğunda vapur yanaşma yeri bulunmaktadır

İskele 1989 yılında 430,45 m2lik kazıklı sistemle elde edilen platform üzerine betonarme olarak yenilenmiştir Büyükşehir Belediyesi, İstanbul Deniz Otobüsleri AŞ Tarafından 1991 yılında yolcu çıkış mahalli yenilenmiştir

Paşabahçe İskelesi (Beykoz)

Paşabahçe İskelesi XX yüzyılın başında ahşaptan yapılmıştır Dikdörtgen planlı, ahşap çatılı iskelenin karadan bakıldığında sağ tarafta gişe ve personel odaları, sol tarafında da yolcu bekleme salonu bulunmaktadır Yolcuların çıkış yeri ise sağ taraftadır Bu bölümün üzerinde sundurma bulunmamaktadır Önünde son yıllarda yenilenmiş olan 2150 m uzunluğunda gemi yanaşma yeri bulunmaktadır

Bu iskele de betonarme üzerine ahşap kaplama olarak yenilenmiştir

Beykoz İskelesi (Beykoz)

Beykoz İskelesi XX yüzyılın başında ahşaptan yapılmıştır Sonraki yıllarda yıkılmış ve 1989 yılında yeniden yapılmıştır Yeni yapılan iskele ile eski iskele aynı ölçüdedir İlk yapılan iskele sonraki yıllarda Neo-Klasik üslupta Mimar Kemalettin Bey tarafından yenilendiği sanılmaktadır

Dikdörtgen planlı, iki katlı, üzeri ahşap çatı ile örtülü olan iskelenin geniş bir holü, bekleme salonu ve bilet gişeleri bulunmaktadır Vapur yanaşma yeri 4200 m uzunluğunda, 3000 m genişliğinde olup, Boğaziçi iskeleleri arasında en geniş olanıdır

Bu iskele 1989 yılında betonarme ve ahşap kaplama olarak yenilenmiştir

Anadolu Kavağı İskelesi (Beykoz)



Anadolu Kavağında ahşap olarak yapılmış olan ilk iskele 1987 yılında betonarme olarak yeniden yapılmıştır Yeni iskele eski ahşap iskelenin üslubuna uygun olarak, betonarme üzerine ahşap kaplama olarak yapılmıştır

İskele dikdörtgen planlı, kırma çatılıdır Bekleme salonu iskele içerisinde T biçiminde olup, aynı zamanda burada memur odası, helâ, depo ve gişe bölümleri bulunmaktadır İskelenin sağında yolcu çıkış yeri bulunmaktadır Önündeki vapur yanaşma yeri 2100x2100 m ölçüsünde kare planlıdır

Eminönü İskeleleri (Eminönü)



Eminönü İskeleleri İstanbulun Boğaza, Kadıköye ve Haliçe yönelik ilk kalkış ve dönüş yeri olarak kullanılmaktadır

XX yüzyılın başlarında bu iskeleler Galata Köprüsünün altında bulunuyordu Sonraki yıllarda Eminönünde Galata Köprüsünün 200 m uzağında Boğaza, Kadıköye ve Üsküdara giden vapurlar için iskele binaları yapılmıştır

Bunlar dikdörtgen planlı, tek katlı, betonarme yapılar olup, üzerleri geniş gölgelikli çatılarla örtülmüştür İskele binalarının önü denize paralel olup, betondan vapur yanaşma yerleri bunlara eklenmiştir Gişeler cadde yönünde dışarıdadır İç kısımda yolcu bekleme salonları bulunmaktadır Ayrıca iskele memuru ve çımacı odaları ile satış dükkânları caddeye yönelik konumdadır

Bu yapıların üçü de aynı mimari üsluptadır Mimari yönden belirgin bir özellik taşımamaktadırlar



Eminönü Üsküdar İskelesinin hemen yanı başında Sirkeci-Harem Araba Vapuru İskelesi bulunmaktadır Bu yapı betonarme yuvarlak planlıdır Üzeri eternit kaplı konik bir çatı ile örtülmüştür Oldukça bol pencerenin sıralandığı duvarların bir bölümü gişelere ayrılmıştır Bu yapının deniz tarafında memur ve çımacı odaları bulunmaktadır İskelenin vapur yanaşa yerinde motorlu araçların araba vapuruna girebilmesi için bir de rampası bulunmaktadır

Siekeci-Harem Araba Vapuru İskelesi ile Sepetçiler Kasrı arasında Adalar İskelesi bulunmaktadır Bu iskele binası kare planlı olup, betondan yapılmıştır Üzeri kırma çatılı kiremit kaplıdır İskelenin büyük pencerelerinin üst kısmı çapraz çıtalarla gölgeliklere dönüştürülmüştür Ana binanın büyük bir bölümü yolcu salonuna ayrılmıştır İskelenin kara yönündeki iki köşesine tuğladan gişe, memur odaları eklenmiştir İskelenin yanaşma yeri betondandır

Karaköy İskeleleri (Beyoğlu)



İstanbul Boğazının Haliç ile birleştiği Beyoğlu yakasında bulunan Karaköy İskelesi duba üzerine yapılmıştır Buradaki eski yüzer iskele 1960 yılında yapılmış, 1966 yılında da yanmıştır Daha sonra yeniden yapılmış ve 1984 yılında yerine yine duba olarak konulmuştur

İskelenin su altı dubaları ile güvertesi Haliç Tersanesinde yapılmış, üzerindeki ikinci katı da özel bir firma yaptırmıştır Yüzer iskeleler 8300x2650 m ölçüsünde dikdörtgen planlı ve iki katlıdır Denize yönelik geniş kenarlarında ve kısa kenarında vapur yanaşma yerleri bulunmaktadır Bu iskeleye aynı anda üç vapur yanaşabilmektedir

İskelenin alt katında bilet gişeleri, turnikeler ve buradan geçildikten sonra girilen bekleme salonu vardır Bekleme salonunun sol yanında memur odası, salonun sonunda bir sanat galerisi ile gazete satış yeri bulunmaktadır İskelenin üst katında Enspektörlük odaları, nöbetçi yatakhaneleri, Devlet Demir Yolları bilet satış gişesi ve yolcu bekleme salonu vardır Bu bölüm alt kat ile merdivenle bağlantılıdır Bu katın etrafı geniş bir balkonla çevrili olup, kalabalık saatlerde buradan yolcu inişleri sağlanmaktadır



İskelenin çatısında bulunan Seyrüsefer Kulesinden şehir hattı vapurlarının saatinde kalkıp kalkmadıkları kontrol edilmektedir Bu iskele aynı zamanda yönetim ve kontrol merkezidir

Bu iskeleden Haydarpaşa ve Kadıköy vapur seferleri yapılmaktadır

Karaköy Vapur İskelesinin Tophane yönünde İstanbul Büyükşehir Belediyesinin Karaköy Deniz Otobüsü İskelesi bulunmaktadır Bu iskele de vapur iskelesinde olduğu gibi duba üzerine yapılmıştır Ancak ondan daha küçük ölçüde olup, tek katlıdır İskelenin iki yanına da yanaşma yerleri yapılmıştır Bu iskele prefabrik olup, metal konstrüksiyonludur Metal duvarlarına çepeçevre pencereler açılmıştır Kara tarafında solda gişeler ve terminal şefinin odası bulunmaktadır Turnikelerin arkası ise tamamen yolcu bekleme salonuna ayrılmıştır

Kabataş İskeleleri (Beyoğlu)



Kabataş İskelesi XIX yüzyılda yapılmıştır Köse Kethüdası olarak tanınan Mustafa Necip Çelebi buraya yakın olan yalısını tamir ettirirken buradaki büyük bir kaya parçasını yontarak iskele durumuna getirmiştir Bu iskele uzun süre kullanılmış sonra da burada yapılan bir binanın temeli olmuştur Bu yüzden de bu iskeleye Kabataş ismi yakıştırılmıştır

Osmanlı tarihinde kayıkların yanaştığı bir iskele olan Kabataş lodos fırtınalarından etkilendiğinden Sultan Abdülmecit 1850 yılında burasını bir liman haline getirmiştir

Bu limanın yapımını belirten bir yüzü deniz cephesine, diğer yüzü de Küçük Limana bakan taş bir abideyi buraya koydurmuştur Bu anıt kaynaklara Hadika ismi ile geçmiştir Anıtın bir yüzünde burada yapılan limanın faydaları anlatılmakta, diğer yüzünde de Abdülmecite söylenen dualara yer verilmiştir:

Bu sulardan geçince furtuna hengâmi kayıklar
Hatrı hufu ile nasa gelürdu dehşeti uzma
Bu limanı O cevheriz ihsan edecek icad
Kabataş oldu gevher pare-i emniyet derya
Reha buldukça tendbaddan zevrak çeler bunda
O şahı rüzgârın fitnesinden saklasın rüzgâr

Kitabenin deniz tarafında da Sultan Abdülmecite söylenen sözler yer almaktadır:

Bu manzume ile Ziver tam olursa nola tarihim
Kabataş oldu bu liman ile bak cayı emniyet 1267



Anıtın üzerinde de Sultan Abdülmecit'in tuğrası bulunmaktadır

XIX yüzyılın sonlarında Şirketi Hayriye tarafından burada ahşap bir iskele yapılmış ve Üsküdara sefer yapan yandan çarklı vapurlar bu iskeleyi kullanmışlardır Kabataş İskelesi 1960 yılında betonarme olarak yeniden yapılmıştır 1989 yılında bu iskele yıkılmış ve yerine daha büyük bir iskele yapılmıştır

Kabataş İskelesi dikdörtgen planlı, betonarme bir yapı olup, üzeri düz çatılıdır İskelenin girişinde iki gişe ve sonra da turnikeler vardır Turnikelerden büyük bir yolcu salonuna geçilir Bu bölümün her iki yan duvarı geniş pencerelidir İçeride eski İstanbulun resmi duvara yerleştirilmiştir İskelenin yanına küçük bir ek bölüm yapılmış olup, burada gişe memurları ve çımacıların odaları bulunmaktadır

İskelenin denize doğru uzanan 5500 m uzunluğunda, 2300 m genişliğinde betonarme bir yanaşma yeri bulunmaktadır İskele üç geminin aynı anda yanaşabileceği kapasitededir Buradan Üsküdar, Yalova ve Çınarcık seferleri yapılmaktadır

Kabataş İskelesinin 50 m ilerisinde, Dolmabahçe yönünde küçük bir iskele daha bulunmaktadır Dikdörtgen planlı, geniş ve yuvarlak kemerli pencereleri olan bu iskele çoğunlukla yaz aylarında kullanılmakta ve motorlara da hizmet vermektedir

Kabataştaki bir diğer iskele XX yüzyılın sonlarına doğru yapılmış olan Deniz Otobüsleri İskelesidir Vapur iskelesinin Fındıklı yönündeki bu iskele denize dik, dar kenarlı ve çelik konstrüksiyonlu fabrikasyondur Üzeri beşik çatı ile örtülüdür İskelenin girişinde gişe ve turnikeler bulunmaktadır Bekleme salonunda Bostancı, Yalova ve Büyükada yolcularına ayrılan üç ayrı bekleme salonu vardır İskelenin denize ve caddeye bakan kısımlarına sundurmalar eklenmiştir Önünde de kıyıya paralel betonarme bir yanaşma yeri bulunmaktadır

Barbaros Hayrettin İskelesi (Beşiktaş)



Barbaros Hayrettin İskelesi, Beşiktaş İskelesine 100 m uzaklıkta olup, Beşiktaş İskelesinin trafiğini hafifletmek amacı ile yapılmıştır Bu iskelenin bulunduğu yerde eski tarihlerde ahşap bir iskele bulunuyordu Bu iskelenin yıkılmasından sonra, 1982 yılında betonarme olarak yeniden yapılmıştır

İskelenin uzun kenarı önünden geçen caddeye paralel olup, tek katlıdır İçerisinde yolcu bekleme salonu, sağ tarafında gişe ve personel odaları sıralanmıştır Bu iskeleye Beşiktaş-Kadıköy vapurları yanaşmaktadır

Alıntı Yaparak Cevapla

İnceden İnceye İstanbull

Eski 11-04-2012   #50
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İnceden İnceye İstanbull



Beşiktaş İskelesi (Beşiktaş)



Beşiktaş Vapur İskelesi Şirketi Hayriye tarafından 1913 yılında Mimar Ali Talat Beye yaptırılmıştır

Neo-Klasik üslubun Türk mimarisine uygulayan ilk mimarlardan olan Ali Talat Bey bu yapıda sivri kemerler, iç ve dış cephelerde bezemelere yer vermiş ve böylece yeni bir mimari anlayışı ortaya konmuştur İskelenin iç mekânlarında, tavan kenarlarında alçı mukarnas sıralara, duvarlarda da kalem işi bezemelere yer verilmiştir Ayrıca dış cephelerde taş kabaralar, pencere kemerleri içerisinde de çini panolar yerleştirilmiştir Giriş cephesindeki sivri kemerin iki yanında bulunan çini panolara da binanın yapım tarihi yazılmıştır İskelenin deniz cephesinin iki yanına yerleştirilen, özgün kuleler kubbe ile örtülmüştür Ne var ki bu kubbeler 1970 yılı onarımında yıkılmış ve üzerleri kırma çatı ile örtülmüştür

Neo-Klasik üslupta iki katlı yığma olarak yapılan iskele değişik tarihlerde onarılmış ve değişikliğe uğramıştır Boğaziçindeki diğer iskelelerden farklı olarak iskelenin caddeye bakan cephesinin iki yanına simetrik olarak yerleştirilmiş iki bina yerleştirilmiştir Bu binaların iskelenin yapımından sonraki tarihlerde yapıldığı sanılmaktadır Bunlardan bir tanesi 1961de Denizcilik Bankasının Beşiktaş Şubesi olarak kullanılmaya başlamış, diğeri de kahvehaneye dönüştürülmüştür

İskelenin deniz tarafındaki bekleme salonu daha önce üç bölümden meydana gelmişti 1948 yılında yapılan onarım sırasında bu bölmeler kaldırılmış ve bekleme salonu tek salon haline getirilmiştir Günümüzde zemin katında turnikeler ve gişeler bulunmaktadır İskelenin üst katı 1950 yıllarına kadar düğün salonu olarak kullanılmış, 1979da buradaki camlı bölgeler kapatılmış ve Denizcilik İşletmelerinde çalışanların lokaline dönüştürülmüştür

Ortaköy İskelesi (Beşiktaş)

Ortaköy İskelesi Şirketi Hayriye tarafından XX yüzyılın başlarında yapılmıştır Büyük olasılıkla Beşiktaş İskelesi ile birlikte yapılmıştır Mimarı ve yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır

İskele kare planlı, tek katlı ve ahşap bir yapıdır İskelenin en büyük özelliği de geniş pencereli kemerleridir Cadde tarafında kapı ve gişesi bulunmaktadır

İç kısmında bekleme salonu, memur ve çımacı odaları vardır Vapurların yanaştığı yer kareye yakın dikdörtgen planlı olup, ahşaptandır

Arnavutköy İskelesi (Beşiktaş)

Arnavutköy İskelesi XX yüzyılın ilk yarısında yapılmış, yapım tarihi ve mimarı kesinlik kazanamamıştır 1988 yılında Arnavutköyden geçirilen Kazıklı Caddenin yapımı sırasında yıkılmış ve caddenin önüne yeni bir iskele binası yapılmıştır

Yeni yapılan iskele beton üzerine ahşap kaplama olarak dikdörtgen planlı, üzeri çatılı yapılmıştır Yeni yapılan iskele eskisinin benzeridir İskele içerisinde bekleme salonu, depo, memur, çımacı odaları ile gişesi bulunmaktadır

Bebek İskelesi (Beşiktaş)



Bebek İskelesi, Bebek Camisinin yanındadır XX yüzyılın başlarında yapılan bu iskele iki ayrı küçük yapıdan meydana gelmiştir Yolcu bekleme salonu kare planlıdır Memur odası ve gişeleri içeren bölümler ikinci yapıda yer almaktadır

Önceki tarihlerde bu iki yapı da ortadaki çımacı odaları ile birbirleri ile bağlantılı idi Bebek Parkının düzenlenmesi sırasında bu çımacı odaları yıkılmıştır Vapurların yanaştığı yer 1050 m uzunluğunda olup, ahşap kazıklar üzerine oturtulmuştur

Rumelihisarı İskelesi (Sarıyer)

Rumelihisarı İskelesi XX yüzyılın ilk yarısında yapılmıştır Mimarı ve yapım tarihi kesin olarak bilinmemektedir

Kareye yakın dikdörtgen planlı iskelenin üzeri kırma çatı ile örtülmüştür Günümüzde bu iskele kullanılmamakta olup, restoran olarak işletilmektedir

Emirgân İskelesi (Sarıyer)

Emirgan İskelesi XX yüzyılın ilk yarısında yapılmıştır Mimarı ve yapım tarihi kesin olarak bilinmemektedir

Kareye yakın dikdörtgen planlı iskelenin üzeri kırma çatı ile örtülmüştür Günümüzde bu iskele kullanılmamaktadır

İstinye İskelesi (Sarıyer)

İstinye İskelesi, İstanbulun en küçük iskelelerinden olup, 95 m2lik bir alan içerisindedir XX yüzyılın ilk yarısında yapılan bu iskele daha sonra betonarme üzerine ahşap kaplama olarak yenilenmiştir

İskele binasının içerisinde bekleme salonu, memur, çımacı odaları ve gişesi bulunmaktadır İskele önündeki gemi yanaşma yeri 1300 m uzunluğundadır

Yeniköy İskelesi (Sarıyer)

Yeniköy İskelesi XX yüzyılın başında yapılmış olan bu iskele denize paralel, dikdörtgen planlı, tek katlı ahşap bir yapıdır Üzeri kırma bir çatı ile örtülmüştür İskelenin içerisinde ortada bekleme salonu ile depo, memur odaları ve gişe bulunmaktadır

İskelenin vapur yanaşma yeri 750 m genişliğinde, 1600 m uzunluğunda dikdörtgen şekildedir Yolcu çıkış yeri sundurma içerisine alınmıştır

Büyükdere İskelesi (Sarıyer)

Büyükdere İskelesi Boğaziçinin en geniş yerinde bulunmakta olup, Şirketi Hayriye tarafından XX yüzyılın başlarında yapılmıştır Mimarı kesin olmamakla beraber Ali Talat Beydir

İskele iki katlı kâgir bir yapı olup, dikdörtgen planlı, üzeri kırma çatı ile örtülüdür Neo-Klasik üslubun özelliklerini yansıtan kemerli cephe görünümü ile dikkati çekmektedir İskele içerisinde bekleme salonu, memur ve çımacı odaları bulunmaktadır Cadde üzerine gişeler yerleştirilmiştir

Boğaziçinin bu bölümüne yapılan kazıklı yol nedeni ile deniz tarafında 1989 yılında yeni bir iskele yapılmıştır Bu iskele de betonarme, dikdörtgen planlı ve ahşap kaplamalıdır Yeni iskelenin sağında bekleme salonu, solunda memur, çımacı odaları, depo, kalorifer dairesi ve gişeler bulunmaktadır Vapurların yanaştığı yer 2100 m uzunluğundadır

Sarıyer İskelesi (Sarıyer)



Sarıyer İskelesi Boğaziçinde yapılan en eski iskelelerden olup, XIX yüzyılın sonlarında yapılmıştır

İskele dikdörtgen planlı, kırma çatılı bir yapı olup, tek katlıdır İskelede bekleme salonu, memur, çımacı odaları ve gişeler bulunmaktadır Ahşap olan iskelenin yolcu giriş ve çıkış yerleri ortadan ikiye ayrılmıştır Üzeri sundurmalı iki koridorla dışarıya bağlantılıdır Bu koridorların içte bulunan bölümü girişe, dıştaki bölümü de çıkışa ayrılmıştır

İskelenin önünde 1300x1000 m ölçüsünde kazıklar üzerine oturmuş ahşap bir vapur yanaşma yeri bulunmaktadır

Rumelikavağı İskelesi (Sarıyer)



Rumelihisarı İskelesi Boğazın Rumeli yakasındaki en son iskelesidir XX yüzyılın ilk yarısında yapılmış olan bu iskele dikdörtgen planlı, ahşaptan olup, üzeri geniş bir kırma çatı ile örtülmüştür Tek katlı iskelenin içerisinde bekleme salonu, memur, çımacı odaları ile gişesi bulunmaktadır Yolcuların çıkış kapısı yapıdan ayrı olup, üzeri sundurmalıdır

İskelenin önünde 1300 m genişliğinde, ahşap kazıklar üzerine oturtulmuş bir gemi yanaşma yeri bulunmaktadır

Kasımpaşa İskelesi (Beyoğlu)



Kasımpaşa İskelesi XX yüzyılın ilk yarısında yapılmıştır Haliçteki en büyük iskelelerden biri olup, kare planlı, tek katlı ahşap bir yapı olup, üzeri kırma bir çatı ile örtülmüştür Çatı Haliçe doğru daha da genişletilmiş, bunun altındaki yolcu salonunun üzerini örtmesi sağlanmıştır İskelenin içerisinde yolcu bekleme salonu iki bölüm halindedir Ayrıca burada gişe, memur, çımacı odaları bulunmaktadır

İskelenin denizden bakıldığında sol yanında üzeri sundurmalı yolcu çıkış yeri bulunmaktadır İskelenin önündeki vapur yanaşma yeri, ahşap kazıklar üzerinde oldukça dar olduğundan önüne bir de duba eklenmiştir

Hasköy İskelesi (Beyoğlu)



Hasköy İskelesi XIX yüzyılın ikinci yarısında yapılmıştır 1894 depreminde harap olmuş ve bundan sonra eski şekline uygun olarak yeniden yapılmıştır Bugünkü iskele ise 1913 yılında Şirketi Hayriye tarafından yeniden yapılmıştır İskele XX yüzyılın başlarına kadar yolcu taşıdığı kadar kiremit ve tuğla nakliyesi için de kullanılmıştır

İskele tek katlı, Haliç'e çakılmış kazıklar üzerine ahşap, dikdörtgen planlı ve kırma çatılı bir yapıdır İskelenin batı cephesine sundurma biçiminde yolcu çıkış mahalli yerleştirilmiştir İskelenin doğusu koridor şeklinde çıkış yeri olarak düzenlenmiştir Batı cephesinin ortasında da ikili bir kapısı bulunmaktadır Haliçin dolması nedeni ile iskele hizmet dışı bırakılmıştırGünümüzde İstanbul Büyükşehir Belediyesi İstanbul Deniz Otobüsleri AŞ Tarafından restore edilmiştir

Sütlüce İskelesi (Beyoğlu)



Sütlüce İskelesi Karaağaç Caddesi üzerinde, Sütlüce Mezbahasının güneyinde bulunmaktadır İskelenin yolcu çıkış bölümü karşısında tarihi Sütlüce Kahvehanesi bulunuyordu İskele 1913 yılında bir İtalyan şirketi tarafından yaptırılmış, 1980 yılı başında bir yangınla yok olmuştur Bu yangından sonra 1986 yılında betonarme olarak yenilenmiştir

İskele kazıklar üzerine oturtulmuş,dikdörtgen planlı tek katlı, ahşap ve üzeri kırma çatı ile örtülü bir yapıdır İskele içerisinde bekleme salonu, memur, çımacı odaları ile gişe bulunmaktadır İskelenin ön kısmı denize doğru ahşap sütunların taşıdığı çatının uzantısı ile örtülmüştür

Haliçin dolması nedeni ile iskeleye vapurların yanaşması olanaksızlaşınca 1967 yılında kapatılmış, Haliçin temizlenmesinden sonra 1989 yılında yeniden hizmete açılmış olmasına rağmen iskele önünde, vapurların yanaşmasına elverişli derinlik sağlanamadığından 1991 yılında tekrar kapatılmıştır 1993 yılında iskele yanmış ve kullanılamaz hale gelmiştir İstanbul Büyükşehir Belediyesinin burada yapmış olduğu çevre düzenlemesi sırasında iskele yeniden onarılmıştır

Camialtı İskelesi (Beyoğlu)

Camialtı İskelesi Hasköy Caddesinin arkasında Handan Ağa Camisinin güneyinde bulunuyordu İskelenin yapım tarihi bilinmemektedir Büyük olasılıkla XIX yüzyılın sonlarına doğru yapılmıştır Bu iskele Haliç vapur seferleri amacı ile yapılmamıştır Camialtı Tersanesine çeşitli malzeme ve yüklerin boşaltılması için yapılmış olan bu iskeleye küçük tonajda gemiler yanaşabiliyordu

Günümüzde bu iskele yıkılmış ve ortadan kaldırılmıştır

Halıcıoğlu İskelesi (Beyoğlu)

Halıcıoğlu İskelesi Humbarahane Caddesi üzerinde bulunuyordu Bu iskele İtalyan şirketi tarafından 1913 yılında yaptırılmıştır Haliç kıyılarının 1984–1985 yılında yapılan düzenlemesi sırasında yıktırılmıştır

XX yüzyılın başından itibaren kullanılmayan bu iskelenin çevresinde çeşitli atölyeler vardı Kaynaklardan bu iskelenin ahşap kazıklar üzerine dikdörtgen planlı, kırma çatılı olduğu öğrenilmektedir

Fener İskelesi (Fatih)



Fener İskelesi XX yüzyılın ilk yarısında yapılmıştır Dikdörtgen planlı ahşap iskelenin üzeri kırma bir çatı ile örtülüdür İskelenin sağ tarafında yolcu bekleme salonu, gişe, memur ve çımacı odaları bulunmaktadır Denizden bakıldığında sol tarafta sundurma şeklinde yolcuların çıkış yeri bulunmaktadır

İskelenin üzerinde kazıklar üzerine oturtulmuş ahşap vapur yanaşma yeri eklenmiştir İstanbul Büyükşehir İstanbul Deniz Otobüsleri AŞ Tarafından 2006 yılında restore edilmiştir

Balat İskelesi (Fatih)



Balat İskelesi XX yüzyılın ilk yarısında yapılmıştır Ancak Haliçin dolması nedeniyle vapurların ulaşımı olanaksızlaşmış olup, bu iskele de hizmet dışı bırakılmıştır

İskele dikdörtgen planlı, ahşap kırma çatı ile örtülüdür İçerisinde bekleme salonu, memur ve çımacı odaları vardır İskelenin önünde ahşap kazıklar üzerine oturtulmuş gemi vapur yanaşma yeri bulunmaktadır

Ayvansaray İskelesi (Fatih)



Ayvansaray İskelesi, Unkapanından Eyüpe giden cadde üzerinde bulunuyordu İskele XX yüzyılın başlarında yapılmıştır

Dikdörtgen planlı, kırma çatılı bir yapı olup, ön kısmında çatının uzantısı ile dört direğin taşıdığı bir sundurma meydana getirilmiştir İskelenin içerisinde bekleme salonu, memur, çımacı odaları ile cadde tarafına da bilet gişesi yerleştirilmiştir

Haliçin dolması üzerine 1967 yılında hizmete kapatılmıştır Bundan sonra kendi haline bırakılan iskele İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından 1980 yılında yeniden onarılarak hizmete açılmıştır Günümüzde Haliç yeşil alanı düzenlemesinin sonucu Haliç ile yeşil alanın arasında kalmıştır

Haydarpaşa İskelesi (Kadıköy)



Haydarpaşa İskelesi Haydarpaşa Tren Garı önünde, Neo-Klasik üslupta, bu üslubun öncülerinden Mimar Vedat Tek tarafından yapılmıştır

İskele dikdörtgen planda olup, önüne sekizgen şekilde bir gişe yerleştirilmiştir İskelenin ana yapısından dışarıya taşan bu gişenin yanındaki girişlerle ortadaki bekleme salonuna girilmektedir Bekleme salonu üç salondan meydana gelmiş olup, iki tarafındaki uzun dikdörtgen salonlar yolcuların inişine ayrılmıştır Böylece yan taraftaki giriş ile gelen ve giden yolcuların akışı sağlanmıştır Orta salonun giriş kapısı üzerinde birinci mevki şeklindeki bir yazının oluşu salonun biniş mevkiine göre ikiye ayrıldığını göstermektedir

Dış cephe tek renkli ve çok renkli çinilerle ve ayrıca Neo-Klasik devrin özelliğini yansıtan taş işçilikle bezenmiştir İskelenin Kütahya çinileri Mehmet Emin Bey tarafından yapılmıştır Bunu belirten bir kitabe iskelenin denize bakan cephesindeki kapı üzerine yerleştirilmiştir:

“Mehmet Emin min telamis Mehmet Hilmi Kütahya Sene 1334 (1915)

İskelenin kapı lentolarının üstü pencere kemerleri, kemer aynaları ve alınlıklar burada meydana gelen üçgen boşluklar çinilerle kaplanmıştır Sır altı tekniğinde yapılmış olan bu çiniler kare, üçgen ve dikdörtgen şekillerdedir Bu çiniler kirli sarı, turkuvaz, beyaz, mor, lacivert ve kırmızı renktedir Ön cephedeki gişenin üzerinde de şakayik, lale ve benzeri çiçekler, yapraklar ve Rumilerden oluşturulmuş bir zeminin ortasına Maşallah ibaresi ile onun iki tarafına iki çapa ile ay yıldız motifleri yerleştirilmiştir Bunun yanı sıra gişenin iki tarafından servi ile bezenmiş pamolara da yer verilmiştir Bu servilerin altları karanfil ve lalelerle de daha zengin bir görünüme ulaştırılmıştır Bu çiniler üzerinde de Kütahyada yapıldığını belirten Kütahya sözcüğü bulunmaktadır İskelenin çini ve taş işçiliğinin yanı sıra vitrayları da dikkat çekicidir

Kadıköy İskelesi (Kadıköy)



Kadıköy İskelesi, Kadıköy Rıhtım Caddesi üzerinde, eski Kadıköy Şehremanetinin karşısında yer almaktadır Günümüzde Eski İskele olarak tanınan bu iskelenin onarım sırasında ortaya çıkarılan kitabesinden 1926 yılında yapıldığı anlaşılmaktadır Mimarı kesinlik kazanamamıştır

Neo-Klasik üsluptaki iskele iki katlı olup, ön cephesi dikdörtgen şeklinde bir çıkıntı yapmakta olup, üzeri kırma çatı ile örtülüdür İskelenin birinci katı üç bölüme ayrılmıştır Eminönü yolcuları için, Adalar yolcuları için iki ayrı dikdörtgen planlı salonu bulunmaktadır Bu iki bölüm arasında ön cepheye açılan ikinci kat merdiven boşluğu bulunmaktadır Her iki salonun ön ve arka cephelerinde giriş ve çıkışı sağlayan ikişer kapı bulunmaktadır Bu katta memur ve işçilere ait beş odaya yer verilmiştir İskele binasının kapalı mekânının iki yanında inen yolcular için düzenlenmiş revaklı iki çıkış yeri bulunmaktadır

İskelenin ikinci katı denize bakan, ancak birbirleri ile bağlantısı bulunmayan balkonlarla çevrelenmiştir Bu balkonlara açılan büyük bir salon ve bunun yanında da iki küçük salon ve dört oda daha buraya eklenmiştir Büyük salon dört ayakla desteklenmiş, çevresine de odalar yerleştirilmiştir İç bezemesinde kartonpiyer kullanılmış, birinci ve ikinci katın duvarları ile tavanları arasındaki geçişler mukarnasların alt damlalar arasına yerleştirilmiş çiçek motiflerinden oluşan bir bordürle bezenmiştir

İskelenin ön cephesinde ortada bulunan üçlü kemer dizisinin üzerleri tek bir çini pano ile hareketlendirilmiştir Burada içte turkuvaz, dışta lacivert kalın bir şerit panoyu kuşatmaktadır Beyaz zeminli bu panoda turkuvaz, mavi ve lacivert renkli Rumiler, kıvrık dallar, kırmızı-beyaz renklerde karanfiller, enginar yaprakları ve çiçek bezemesine yer verilmiştir

İskele 1959da onarılmış, bunun ardından 1984–1986 arasında ikinci bir onarım yapılmış ancak bu onarımlar iskelede bazı değişikliklere yol açmıştır

Günümüzde iskele Deniz Yolları Lokali olarak kullanılmaktadır

Bostancı İskelesi (Kadıköy)



Bostancı İskelesi, Antik Limanın bulunduğu yerde, bir rıhtım çıkıntısının ucunda 1912–1913 yılında yaptırılmıştır Mimarının kim olduğu konusunda bir kayda rastlanmamakla beraber yapı üslubu Neo-Klasik dönemi yansıtmaktadır Bu bakımdan Haydarpaşa ve Boğaziçindeki bazı iskelelere dayanılarak bu iskelenin de Mimar Ali Talat veya Mimar Vedat Tek tarafından yaptırılmış olduğu sanılmaktadır

İskele tek katlı, taş ve tuğladan yığma tekniğinde kare planlı olarak yapılmıştır Ana binada küçük bir holün çevresinde karşılıklı sıralanmış dört oda bulunmaktadır Bunlardan sağ taraftaki ikinci oda bekleme salonu, diğer üç oda ise memur odası olarak kullanılmaktadır İskelenin deniz cephesinde üç gözlü bir kemer dizisinden oluşan yarı açık bir mekânı bulunmaktadır Buradaki orta kemerin hizasında yükseltilmiş ve konsollarla desteklenmiş olan bölüm üzerine kasnaklı bir kubbe oturtulmuştur Bunun dışında kalan alanlar kırma çatı ile örtülüdür İskelenin bir özelliği de iç kapılarında ve dış cephesindeki pencerelerde profilli Bursa kemerlerinin kullanılmış oluşudur Ayrıca iç mekândaki alçı tavanlar, sütun başlıkları, kemer araları, çini panolar ve bunların bitişlerinde kabaralar bulunan saçak payandaları iskelenin belli başlı bezeme unsurlarıdır Bezemelerde yer yer çini panolara da yer verilmiştir

İskele 1980li yıllarda onarım görmüş ancak, bezeme özelliklerinden kısmen de olsa uzaklaşılmış, bazı çinilerinin üzeri badana ile örtülmüştür

Moda İskelesi (Kadıköy)

Moda İskelesi, Moda Caddesinin denize doğru uzantısında, İskele Yolu üzerinde, Ferit Tek Sokağının karşısında bulunmaktadır

İskele Mimar Vedat Tek tarafından 1916–1917 yıllarında tek katlı olarak yapılmıştır Dikdörtgen planlı olan bu yapının üzeri teras çatı ile örtülmüş, bu bakımdan diğer iskelelerden ayrı bir görünümdedir İlk yapılışında ahşap bir konstrüksiyonla kapalı olarak tasarlanmış, sonradan bu bölüm gazino olarak kullanıldığından üst örtüsündeki ahşap konstrüksiyonu sökülmüştür Günümüze yalnızca terasın çevresini kuşatan, köşeleri sütunlu korkulukları gelebilmiştir

İskelenin zemin katı yolcu salonu, personel odaları ve gişeye ayrılmıştır Altı ayak üzerine oturtulmuş terası taşıyan yolcu salonu üç bölümlüdür Moda yönünde üçlü bir girişle başlayan bu salon Kalamış-Adalar yönünde üçlü bir çıkışla son bulmaktadır Sağ taraf ön cepheye bir kapı ile bağlantılı bekleme salonu olarak yapılmıştır Sol cephesinde üç oda ve bir de tuvaleti vardır Ön cepheye bir kapı ile açılan köşedeki memur odasının önüne de sonraki dönemlerde bazı eklemeler yapılmış, bir koridor, çımacı odası ile iki de gişe yerleştirilmiştir Bu eklemeler yapılınca iç kısımda ana aks ters L biçimine dönüşmüştür

İskelenin dört cephesi de birbirinden farklı görünümdedir Ön cephede, diğerlerinden daha geniş olan ana kapı yer almaktadır Sivri kemerlerle birbirine bağlanmış ve iki ayak arasına oturtulmuş kapının kemer tablası üzerine kitabe yerleştirilmiştir Beyaz mermere oyulmuş, iki yanı bitkisel bezemelerle doldurulmuş bu kitabede Arap harfleri ile “Moda 1335” yazısı okunmaktadır Bu kapının iki tarafında sivri kemerli ikişer kapı daha bulunmaktadır Bunların üstü bir kemer tablası ile birbirine bağlanarak bir bütünlük sağlanmıştır

Binanın yan cephelerinde de ana kapıya benzer kapılar bulunmaktadır Sol cephe bir kapı ve iki dikdörtgen pencere vardır Sağ cephede ise yolcu salonuna açılan bir kapı ve onun da iki tarafında birer pencereye yer verilmiştir Arka cephenin ortasında ise diğerlerinden farklı basık kemer gözler içerisine oturtulmuş üç demir kapı ile iki tarafına da birer pencere yerleştirilmiştir Bu pencerelerin alınlıkları lacivert çinilerle bezenmiştir Dikdörtgen şekilde turkuvaz çiniler köşe dolgularına konulmuş ve buradaki kilit taşı da turkuvaz renginde bir kabara ile belirlenmiştir İskeledeki çiniler Kütahya işi çinileridir

Moda İskelesi 1985ten sonra ulaşıma kapatılmıştır Günümüzde terk edilmiş olan bu yapı XIX yüzyıl sonu ve XX yüzyıl başlarına ait Neo-Klasik üsluptaki iskele binalarının en tanınmış örneklerinden birisidir

Kartal İskelesi (Kartal)

Kartal İskelesi 1993 yılında yapılmıştır İskele dikdörtgen planlı, kırma çatılı, geniş alınlıklı betonarme bir yapıdır

İçerisinde büyük bir bekleme salonu, gişeler, iskele memurları, çımacı odaları ve bir de mutfak bulunmaktadır İskelenin betonarme vapurların yanaştığı yer yanındaki deniz otobüsü iskelesi ile ortak kullanılmaktadır Bu bölüm 5200x1050 m ölçülerindedir

Büyükada İskelesi (Adalar)



Büyükada İskelesi 1899da yapılmış olan ahşap vapur iskelesinin yerine 1914–1915 yıllarında yapılmıştır Mimar İzmitli Mihran Azaryanın eseridir

İskele yığma olarak iki katlı, kareye yakın dikdörtgen planlıdır İskelenin birinci katında sekizgen bir hol ve bu holün çevresinde bilet gişeleri ile bekleme salonu yer almaktadır İkinci katta birisi lokal olarak kullanılmış ve diğeri de önündeki terasa açılan iki salon bulunmaktadır Bu katta denize yönelik balkonlar iki ayrı odaya ve tuvalete de yer verilmiştir İskelede yer döşemeleri mozaik olup, bazı mekânların tavanlarında, kemer çevrelerinde alçı bezemelere de yer verilmiştir Dış cepheler yer yer bantlar içerisine alınmış pencere kemerlerinde ve çevresinde de çini panolar kullanılmıştır

İkinci katı 1918–1923 yıllarında gazino olarak kullanılmış, 1923–1950 arasında da CHP Adalar İlçe Merkezi olarak hizmet vermiştir 1950–1951 yıllarında da Büyükadanın ilk kışlık sineması olarak çalışmıştır

Heybeliada İskelesi (Adalar)

Heybeliada İskelesi XIX yüzyılın sonlarına doğru yapılmıştır Mimarı bilinmemektedir Denize oturtulmuş kazıklar üzerine ahşaptan yapılmış olan iskelenin dar kenarı denize yönelik olup, cephesi tamamen camlı yolcu çıkış kapılarına ayrılmıştır Tek katlı, dikdörtgen planlı yapıda yolcu salonu memur ve çımacı odaları ile kara tarafında da gişesi bulunmaktadır

İskelenin iki yanında yolcu çıkış yerleri bulunmaktadır Vapurların yanaştığı rıhtımı 4100 m uzunluğunda 14 m genişliğindedir Harap olan bu iskele betonarme üzerine ahşap kaplama ile 1994 yılında yeniden yapılmıştır

Burgazada İskelesi (Adalar)

Burgazada İskelesi XIX yüzyılın sonlarında demir kazıklar üzerine ahşap olarak yapılmıştır Mimarı bilinmemektedir İskele 1933 yılında, eski iskelenin yıkılmasından sonra betonarme olarak yeniden yapılmıştır

Bugünkü durumu ile dikdörtgen planlı olup, denize bakan cephesinde kapının bulunduğu kısım dışarı doğru çıkıntı yapmaktadır Bu kapı üzerinde vitraylı büyük bir pencereye yer verilmiştir İki yanında da üstü kapalı olmayan sundurmalı bir çıkış yeri bulunmaktadır Vapurların yanaştığı rıhtım 2400 m genişliğindedir

Kınalıada İskelesi (Adalar)



Kınalıada İskelesi XIX yüzyılın sonlarında demir kazıklar üzerine ahşap olarak yapılmıştır Mimarı bilinmemektedir İskele 1933 yılında eski iskelenin yıkılmasından sonra betonarme olarak yeniden yapılmıştır

Dikdörtgen planlı iskele oldukça yüksek tavanlı olup, üzeri çatı ile örtülüdür Deniz yönünden bakıldığında cephesinde zikzaklı bir bordür ile hareketli bir görünüm elde edilmiştir Bu bordürün ortasında çatıya kadar V biçiminde çıkıntılı, büyük pencereli bir bölüm görülmektedir Bu bordürün pencere altına gelen bölümünde de iskelenin çıkış kapısı ile iki yanında pencerelere yer verilmiştir Yolcu çıkışları binanın iki yanındaki koridorlardan yapılmaktadır

Alıntı Yaparak Cevapla

İnceden İnceye İstanbull

Eski 11-04-2012   #51
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İnceden İnceye İstanbull



İstanbul Vapurları





Osmanlılar ilk defa 1826 yılında İngiltereden bir vapur satın almışlardır Sultan II Mahmutun emrine tahsis edilen bu geminin kaptanlığını İngiliz Kelly yapmıştır Ön direğinde yelkenleri olan, uzun bacası ile yan taraflarındaki çarklarının yardımıyla denizde ilerleyen bu vapura İstanbullular Buğ Gemisi ismini yakıştırmışlardır Bu gemiyle Sultan II Mahmut Boğaziçinde, Marmarada gezintiler yapmıştır Bunu İngiltereden alınan diğer vapurlar izlemiş, İstanbul Tersanesinde de Kebir ve Sagır isimli iki gemi yapılmıştır

Amerikalı mühendis Ross Aynalıkavak Tersanesinde 1838 yılında Mesiri Bahri isimli buharlı bir gemi yapmıştır Bunların yanı sıra yabancı şirketlerden İstanbulun şehir hatlarında ve çeşitli limanlar arasında yolcu ve eşya nakliyatına başlanmıştır

İstanbul Boğazında bu vapurların görülmesi ile birlikte o güne kadar kullanılan Pazar kayıkları, piyadeler, üç çifteler ve beş çifteler azalmaya ve sonra da yavaş yavaş ortadan kalkmaya başlamıştır Bu yıllarda İngilizler ve Ruslar Boğaziçinde vapur seferleri yapmıştır İngiliz tersanelerinde yapılan ve Boğazda çalışan vapurlar arasında Fevaidi-Osmaniye isimli vapur vardı Bunu 1849dan sonra Tairibahri, Mesiribahri, Eserihayır, Peykişevket, Hümapervaz, Eseriticaret vapurları izlemiş bunlar İzmir, Selanik, İzmit limanları ile Boğaziçinde işlemeye başlamıştır



Çoğunlukla yaz aylarında sefer yapan bu vapurlar kış aylarında seferden kaldırılıyordu Bu yıllarda Üsküdar halkı kendilerine tahsis edilen Peykiticaret vapurunun seferden kaldırılmasına itiraz etmiş ve bunun üzerine 1845te vapur tekrar İstanbul ile Üsküdar arasında sefer yapmaya başlamıştır 1851 yılında ise Vesileticaret ve Girit isimli vapurlar günde dört defa Üsküdara sefer yapıyordu Üsküdar halkının talebinin kabulünden sonra Arnavutköylülerle Ortaköylüler de vapur işletilmesi için müracaatta bulunmuşlar ve bu istekleri yerine getirilmiştir 1849 yılında Boğaziçinin bazı iskelelerinde Hümapervaz isimli bir vapur ile bir İngiliz ve bir Rus vapuru da yolcu taşıyordu Bu üç vapur birbirleri ile rekabet halinde idiler Bu gemiler Boğaziçi köylerindeki iskelelere yanaşırlardı

Sadaret Müsteşarı Fuat Efendi ile Cevdet Efendinin girişimleri ile Şirketi Hayriye kurulmuş ve bundan sonra Boğaziçi seferleri belirli bir düzene girmiştir Osmanlı Hükümeti 1851 yılında Boğazda çalışan yabancı vapurların sefer yapmasını engellemiştir Şirketi Hayriye İngilterede Cohn Robert Vayt fabrikasına altı vapur ısmarlamış ve 1853!te gelen bu vapurlara Rumeli, Tarabya, Göksu, Beylerbeyi, Tophane, Beşiktaş isimleri verilmiştir

Rumeli Vapuru

Şirketi Hayriyenin ilk vapurlarından olan Rumeli Vapuru 1853te İngiltereden satın alınmıştır Yandan çarklı yolcu vapuru olup, 188 grostonluk ahşap teknelidir Vapurun uzunluğu 466 m genişliği de 98 m dir Vapurun su kesimi 29 m olup 60 beygir gücünde, tek silindirli buhar makinesi ile çalışıyordu

Rumeli Vapuru 1854–1864 yılları arasında Boğaziçinde seferler yapmıştır

Suhulet Vapuru



Dünyadaki ilk araba vapurlarından biri olup, İngilterede 1871de yapılmıştır Vapurun tasarımını Hüseyin Haki Efendi, İskender Efendi ve Hasköy Fabrikası Sermimarı Mehmed Usta yapmıştır

Vapur saç kaplı, 555 grostonluktur Uzunluğu 457 m genişliği 85 m, su kesimi 31 m idi 450 beygir gücünde, tek silindirli compound buhar makinesi ile saatte 7 mil hız yapabiliyordu Hasköy Tersanesinde 1930 yılında buhar makinesi dizel motoru ile değiştirilmiştir

II Dünya Savaşında ordunun emrinde çalışmış, 11 Mayıs 1958de hizmet dışı bırakılmıştır

Resanet (Eser-i Merhamet) Vapuru

Resanet Vapuru 1892de İskoçyada yapılmıştır Yandan çarklı yolcu vapuru olup, teknesi saçla kaplı, 230 grostonluk bir vapur idi 80 beygir gücünde, iki silindirli compound buhar makinesi ile saatte 10 mil hıza ulaşıyordu

Köprüde iskeleye yanaşmış durumda iken 24 Mayıs 1901 tarihinde bir başka geminin çarpması sonucu batmıştır Sultan II Abdülhamitin emri ile çıkarılmış, onarılmış ve ismi de Eser-i Merhamet olarak değiştirilmiştir Karadenizde 1916 yılında bir Rus denizaltısı tarafından torpillenmiş, ancak Nusret Vapuru tarafından kurtarılmıştır Bundan sonra İstanbula getirilmiş ve servis dışı bırakılmıştır

Tarz-ı Nevin Vapuru



Tarz-ı Nevin Vapuru Şirketi Hayriyenin ilk tek uskurlu vapuru olup, 1903te İskoçyanın Glaskow kentindeki tezgâhlarda yolcu vapuru olarak yapılmıştır

Vapur 144 groston ağırlıkta çelik saç tekneli idi Uzunluğu 306 m, genişliği 58 m, su kesimi 22 m 195 beygir gücünde iki silindirli compound bir buhar makinesi ile saatte 10 mil hız yapıyordu

Tarz-ı Nevin Vapuru 14 Mart 1903–18 Ekim 1966 tarihleri arasında Boğaziçinde seferler yapmıştır

Kamer Vapuru

Kamer Vapuru Şirketi Hayriyenin ilk çift uskurlu vapuru olup, İngilterenin İngiltere'nin Newcastle kentindeki tezgâhlarda 1906 yılında yolcu vapuru olarak yapılmıştır Vapur 327 groston ağırlıkta çelik saçtan bir tekneye sahipti Uzunluğu 41,2 m, genişliği 7,3 m, su kesimi 2,9 m idi 370 beygir gücünde iki adet tripil (3 silindirli) buhar makinesi ile saatte 105 mil hız yapıyordu

Kamer Vapuru 1906–1964 yılları arasında Boğaziçinde hizmet vermiştir

Hünkâr İskelesi Vapuru

Hünkâr İskelesi Vapuru Fransadaki tezgâhlarda 1909 yılında yolcu vapuru olarak yapılmıştır
Vapur 521 groston ağırlıkta çelik saçtan bir tekneye sahip, 442 m uzunluğunda, 73 m genişliğinde, su kesimi ise 3 m idi 540 beygir gücünde iki adet tripil (3 silindirli) buhar makinesi ile saatte 105 mil hız yapıyordu

IDünya Savaşı'nda, ordunun hizmetine verilmiş, 24 Mayıs 1915'te, İstanbul'dan Gelibolu'ya top mermisi götürürken bir İngiliz denizaltısı tarafından torpillenerek batırılmıştır

Halâs Vapuru

Halâs Vapuru Şirketi Hayriyenin en büyük vapurlarından olup, İskoçyanın Glaskow kentindeki tezgâhlarda 1914te yolcu vapuru olarak yapılmıştır Vapur 588 groston ağırlıkta çelik saçtan bir tekneye sahip olup, uzunluğu 49 m, genişliği 79 m, su kesimi 24 m idi406 beygir gücünde iki adet tripil (3 silindirli) buhar makinesi ile saatte 12 mil hız yapıyordu

İngiltere hükümeti tarafından 1914te vapura el konmuş, 1918 yılına kadar Water-witch ismi ile İngiliz bayrağı altında seferler yapmıştır Mudanya Antlaşmasından sonra Şirketi Hayriyeye iade edilmiş, ismi de Halâs olarak değiştirilmiştir

Halâs Vapuru 12 Aralık 1983e kadar Boğaziçinde sefer yapmıştır

İnbisat ve İnşirah Vapurları



İnbisat Vapuru Şirketi Hayriye tarafından İngiltere Newcastledeki Armstrong Shipb Com tezgâhlarında 1905te benzeri olan İnşirah Vapuru ile birlikte yaptırılmıştır

Her iki vapur da 255 grostonluk olup, 548 kişilik yolcu kapasitesinde idi Vapurların uzunluğu 384 m, genişliği 72 m, su kesimi de 26 m idi Vapurların 330 beygir gücünde buhar makinesi bulunmakta olup, tek uskurlu idiler Saatte 105 mil hız yapıyorlardı

İnbisat ve İnşirah Vapurları 1905te hizmete girmiş, her iki vapur da 9 Kasım 1963te hizmet dışı bırakılmış ve satılmışlardır

İntizam ve İkdam Vapurları

İntizam ve İkdam Vapurları Şirketi Hayriye tarafından İngiltere, Londrada R& H Gren tezgâhlarında 1894 yılında buharlı yolcu vapuru olarak yaptırılmıştır Vapurlar 244 grostonluk olup, 503 m uzunluğunda, 64 m genişliğinde idiler Su kesimi de 31 idi İki silindirli buhar makinesi ile saatte 12 mil hız yapıyorlardı

Yapıldıkları dönemin en hızlı vapurlarından olmalarından ötürü IDünya Savaşı sırasında İntizam Vapuru Haydarpaşa ile Sirkeci arasında asker taşımış, 1915ten 1916ya kadar Marmara iskeleleri arasında seferler yapmıştır 18 Eylül 1916da orduya ait erzakı Ereğli ile Zonguldaktan getirmiştir Süvarisi Sıtkı Kaptanın yönetiminde 1 Ekim 1916da Ereğliden dönerken Prenses Maria isimli bir Rus gemisinin saldırısına uğramıştır Hasar gören gemideki malzemeler karaya çıkarılmıştır Vapurun onarımı için Hasköy Fabrikasına getirilmesi gerekiyordu Bunun için Osmanlı yönetimine Şirketi Hayriye tarafından verildi ve yeniden onarıldı Sefer yaptığı Hasköy önlerinde 1917de de batmıştır

Emirgân Vapuru

Emirgan Vapurunu Şehir Hatları İşletmesinin siparişi üzerine Hollandanın Kinderdijkte LSmith-Zoonda 1951 yılına yapılmıştır Vapur 283 grostonluk olup, 34,70 m boyunda, 764 m genişliğinde ve 270 m derinliğinde idi 12 mil kadar hız yapan bu vapurun 300 kişilik yolcu kapasitesi bulunuyordu Beşiktaş Vapuru da bunun benzeri idi

Emirgan ve Beşiktaş vapurları az sayıda yolcu taşımasından ötürü Adalar-Bostancı arasında uzun bir süre yolcu taşıdı Ardından kadro dışı bırakılarak satılmıştır Vapurların yeni sahipleri her ikisini de lokantaya dönüştürmüştür

Bebek ve Göksu Vapurları



Bebek Vapuru Şirketi Hayriye tarafından İskoçyada Glaskowdaki Armstrong gemi tezgâhlarında birbirinin eşi iki vapur olarak yaptırılmıştır Vapurların kendi başına İngiltereden İstanbula kadar gelmesi sakıncalı görülmüş, bu yüzden sökülmüş parçalar halinde Hasköy Tersanesinde bir araya getirilmek üzere bir şilep ile yola çıkarılmıştır Ancak, şilebin yolda batması üzerine vapurların parçaları yok olmuştur Bunun üzerine yapımcı firma yenisini yaptırarak İstanbula göndermeyi kabul etmiştir Bunun üzerine Bebek Vapuru ile eşi olan Göksu Vapuru 1905te yapılmış ve aynı şekilde İstanbula getirilerek hizmete konulmuştur

Bebek ve Göksu vapurları Şirketi Hayriyenin en küçük vapurlarından olup, her ikisi de 65 grostonluk idi Uzunlukları 21 m genişliği 48 m, derinliği de 18 m idi Vapurların buhar makinesi 150 beygir gücünde idi Tek uskurlu olan vapurlar saatte 8 mil yapıyorlardı Her iki vapur da Boğazın iki yakası arasında çalıştırıldı ve 9 Kasım 1963te hizmet dışı bırakılmış, 27 Temmuz 1967de sökülmüştür

Altınkum Vapuru



Cumhuriyetin ilanından sonra Şirketi Hayriye tarafından İskoçyada Glaskowdaki Fairfield Sihpbuilding Cop tezgâhlarında 1929 yılında yaptırılmıştır Vapur 915 grostonluk olup, uzunluğu 46 m, genişliği 76 m, su kesimi de 29 m idi Vapurun 580 beygir gücünde iki buhar makinesi ile saatte 10 mil üzerinde hız yapabiliyordu

İlk yapıldığı yıllarda baş tarafında ay yıldızlı kabartma süsleri vardı Sonraki yıllarda bunlar bakımındaki zorluktan ötürü kaldırılmıştır Boğaziçinde 1930lu yıllarda sefer yapan bu vapur daha sonra Yalovaya, Çınarcıka eğlence seferleri için kullanılmıştır

Şirketi Hayriyenin tanınmış kaptanlarından Şeref Kaptan öldüğünde bu vapur ile Beykoza götürülmüştür

Altınkum Vapuru 1984te kadro dışı bırakılmış, 1987de satılmıştır

Asayiş Vapuru



Şirketi Hayriye tarafından Londrada MWigram tezgâhlarında 1865te yapılmıştır Asayiş Vapuru Bahariye Vapurunun bir eşi olup, 70 beygir gücünde idi Ahşap tekneli, yandan çarklı bir vapur olup, Hasköy fabrikasının baş mimarı Mehmet Efendinin gözetiminde monte edilerek 1865 yılında hizmete girmiştir

İki Fransız firması 1908de bu vapurda seyyar sinema oynatmak istemişti Bunun üzerine römorkörle çekilerek Boğaziçinde, Adalarda, Bakırköyde ve İzmit Körfezinde uygun yerlere bağlanacak ve içerisinde sinematografi gösterileri yapılacaktı Ancak, Sultan II Abdülhamit bunu sakıncalı görerek izin vermemiştir Bundan sonra Asayiş Vapuru 1914te kadro dışı bırakılmış, IDünya Savaşı sırasında yeniden hizmete sokulmuş, 1919 yılında da sökülmek üzere satılmıştır

Boğaziçi Vapuru



Boğaziçi Vapuru Şirketi Hayriye tarafından İskoçya Glaskowdaki Fairfields Shipbuilding Cop tezgâhlarında 1910 yılında yaptırılmıştır Aynı yıl İstanbula getirilmiş ve hizmete sokulmuştur Vapur 433 grostonluk olup, uzunluğu 488 m, genişliği 79 m, derinliği de 24 m idi 455 beygir gücünde iki buhar makineli ve çift uskurlu idi Saatte 125 mil hız yapıyordu Bu vapurun bir eşi Sarayburnu Vapurudur

Boğaziçi iskeleleri arasında çalışmış, 1981de hizmet dışı bırakılmış ve yüzer lokanta haline getirilerek önce Marmariste, sonra da İstanbulda bu şekilde kullanılmıştır Vapur 29 Eylül 1980de yanmış, üst kamaraları kaldırılmış ve Boğaziçi Eğlence Gemisine dönüştürülmüştür

Sarayburnu Vapuru



Sarayburnu Vapuru eşi Boğaziçi Vapuru ile birlikte Şirketi Hayriye tarafından İskoçyanın Glaskowda Fairfield Shipbuilding Cop Firması tezgâhlarında 1910 yılında yaptırılmıştır

Sarayburnu Vapuru 434 grostonluk olup, 46 m uzunluğunda, 79 m genişliğinde idi Vapurun su kesimi 24 m idi Vapur iki adet 450 beygir gücünde buhar makinesi ile çalışıyordu Çift uskurlu olan vapur saatte 125 mil hız yapıyordu

Aziz Kaptanın süvariliğinde 1910da hizmete giren Şirketi Hayriyenin Münakalat Vekâleti (Ulaştırma Bakanlığı) tarafından satın alınması üzerine Sarayburnu Vapuru Devlet Deniz Yolları İşletmesi Umum Müdürlüğünce 74 yıl Boğaziçinde yolcu taşımıştır 29 Mart 1989da hizmet dışı bırakılmış, satışa çıkarılmış, Hürriyet Gazetesi sahibi Haldun Simavi tarafından satın alınarak Pendik Tersanesinde iki bacalı lüks bir gezinti teknesine dönüştürülmüştür Buhar makineleri ile kazan daireleri yerine dizel motorları yerleştirilmiştir 1993 yılında Kuruçeşmede bağlı bulunduğu sırada bir sabotaj sonucu yanmıştır

Günümüzde aynı ismi taşıyan Sarayburnu Vapuru Haliç Tersanesinde yapılmıştır Bu vapur 456 grostonluk, 208 net tonluktur Uzunluğu 582 m, genişliği 106 m, su kesimi de 24 m dir Vapurun her biri 750 beygirlik ikişer dizel motoru vardır Çift uskurlu olan vapur saatte 14 mil hız yapmaktadır Yolcu kapasitesi 1500dür

Sütlüce Vapuru

Sütlüce Vapuru Şirketi Hayriye tarafından Fransanın Dunkerquede Atl& Chant De France tezgâhlarında 1909 yılında buharlı yolcu vapuru olarak yapılmıştır Vapur 521 grostonluk olup, 442 m uzunluğunda, 73 m genişliğinde, 3 m de su kesimi vardır Vapurun 645 beygir gücünde iki adet buhar makinesi bulunuyordu Çift uskurlu olup, saatte 105 hız yapıyordu

Sütlüce Vapurunun Hünkâr İskelesi, Sultaniye ve Küçüksu isimli üç benzeri vardı IDünya Savaşı sırasında ordu hizmetine verilmiş, 13 Kasım 1917de Karadenizde İğneada önlerinde Bylkiy ile Bystryi isimli iki Rus savaş gemisinin saldırısı ile hasar görmüştür Bundan sonra kısmen onarılmış, Varnaya doğru yoluna devam etmiş, şiddetli fırtına yüzünden karaya oturmuştur Bundan sonra İstanbuldan gönderilen bir römorkör ve Prens Boris isimli Bulgar vapuru tarafından çekilerek İstanbula getirilmiştir Hasköy Fabrikalarında onarıldıktan sonra 1919 yılında yeniden hizmete girmiştir 65 yıl aralıksız çalışmış, 1974te hizmet dışı bırakılmış ve satılmıştır Ardından yenilenerek 397 grostonluk kuru yük teknesi haline getirilmiştir Motorları dizele dönüştürülmüş, 1975te Hızır Kaptan ismi ile, sonra da Tamanlar ismi ile özel olarak çalıştırılmıştır

Kabataş Vapuru

Kabataş Vapuru Şirketi Hayriye tarafından 1938de satın alınmıştır Hollandada 1910 yılında yapılan bu vapur Haliç Tersanesinde araba vapuru haline getirilmiştir Kabataş 61 groston ağırlıkta çelik saçtan bir tekneye sahipti Eski kazan ve makineleri 120 beygir gücünde dizel bir motorla değiştirilmiştir

Moda, Burgaz, Kadıköy Vapurları

Moda Vapuru Osmanlı Seyr-i Sefahin idaresi tarafından Fransa, Marsilyada Atl & Chantier de Provence Port de Bouc tezgâhlarında 1912de buharlı yolcu vapuru olarak yaptırılmıştır Moda Vapurunun Burgaz ile Kadıköy isimli iki benzeri daha vardır 1928de bu vapurların Kalamış ve Heybeliada isimli iki eşi daha yaptırılmıştır

Bu vapurlar 697 grostonluk olup, uzunlukları 612 m, genişlikleri 91 m, su kesimleri de 34 m idi Vapurlar 700 beygirlik iki buhar makineli idi Çift uskurlu olup, saatte 10 mil hız yapıyorlardı

Köprü-Kadıköy, Köprü-Adalar-Yalova hatlarında çalışmışlardır Moda Vapuru 15 Aralık 1967de hizmet dışı bırakılmış, 31 Mayıs 1968de Hüseyin Bingöl firmasına satılmıştır

Günümüzdeki Moda Vapuru Haliç Tersanesinde motorlu yolcu vapuru olarak 1986da yapılmıştır Bu vapur 456 grostonluk olup, 582 m uzunluğunda, 106 m genişliğindedir Su kesimi ise 24 m dir Pendik-Sulzer yapımı 750 beygir gücünde i,ki adet dizel motorla çalışmaktadır Çift uskurlu olan bu vapur saatte 14 mil hız yapmaktadır 1500 yolcu kapasitelidir

Kalender Vapuru



Kalender Vapuru Şirketi Hayriye tarafından İngiltere Newcastlede, Hawthorn, Leslie&Co Ltd tezgâhlarında buharlı yolcu vapuru olarak 1911de yapılmıştır Vapur 453 grostonluk olup, 464 m uzunluğunda, 79 m genişliğinde idi Su kesimi 31 m idi 440 beygir gücünde iki buhar makinesi vardı Çift uskurlu olan vapur saatte 125 mil hız yapıyordu

Boğaziçinde yolcu taşıyan bu vapur 1981de Gezici Atatürk Müzesi haline getirilmiştir 25 Haziran 1984te hizmet dışı bırakılmış, 1986da da satılmıştır

Bu vapurun Güzelhisar isimli bir de eşi bulunuyordu

Kalamış Vapuru

Kalamış Vapuru Türkiye Seyr-i Sefain İdaresi tarafından Fransa, Marsilyada Chantiers de Provence Port de Bouc tezgâhlarında 1928de eşi Heybeliada Vapuru ile birlikte yapılmıştır Daha sonra aynı tezgâhlarda Burgaz, Kadıköy, Moda vapurları da yapılmıştır

Kalamış Vapuru 699 grostonluk olup, 612 m uzunluğunda 92 m genişliğinde, su kesimi de 33 m idi Her biri 350 beygir gücünde olmak üzere iki buhar makinesi olan vapur çift uskurlu, saatte 10 mil hız yapacak kapasitede idi

Kalamış Vapuru 1960 yılında kadro dışı bırakılarak satılmıştır Kalamış isimli günümüzdeki vapur ise Haliç Tersanesinde motorlu olarak 1987 yılında yaptırılmıştır Bu vapur 456 grostonluk olup, 1500 yolcu kapasitelidir Uzunluğu 582 m, genişliği de 106 m dir Su kesimi ise 24 m dir Pendirk-Suzer yapımı 759 beygir gücünde iki adet dizel motor ile çalışmakta olup, saatte 14 mil hız yapmaktadır

Tarabya Vapuru

Tarabya Vapuru Şirketi Hayriye tarafından İngiltere, East Cowesde, John Robert White tezgâhlarında 1853 yılında yolcu vapuru olarak yaptırılmıştır

Tarabya Vapuru ahşaptan, yandan çarklı olup, 1854 yılında hizmete girmiş, 1864 yılında da hizmet dışı bırakılmıştır

Beylerbeyi Vapuru

Beylerbeyi Vapuru Şirketi Hayriye tarafından İngiltere, East Cowesde, John Robert White tezgâhlarında 1853 yılında yolcu vapuru olarak yaptırılmıştır

Beylerbeyi Vapuru ahşaptan, yandan çarklı olup, 1854 yılında hizmete girmiş, 1864 yılında da hizmet dışı bırakılmıştır

Tophane Vapuru

Tophane Vapuru Şirketi Hayriye tarafından İngiltere, East Cowesde, John Robert White tezgâhlarında 1853 yılında yolcu vapuru olarak yaptırılmıştır

Tophane Vapuru ahşaptan, yandan çarklı olup, 1854 yılında hizmete girmiş, 1864 yılında da hizmet dışı bırakılmıştır

Beşiktaş Vapuru

Beşiktaş Vapuru Şirketi Hayriye tarafından İngiltere, East Cowesde, John Robert White tezgâhlarında 1853 yılında yolcu vapuru olarak yaptırılmıştır

Beşiktaş Vapuru ahşaptan, yandan çarklı olup, 1854 yılında hizmete girmiş, 1864 yılında da hizmet dışı bırakılmıştır

İstinye Vapuru

İstinye Vapuru Şirketi Hayriye tarafından İngiltere, East Cowesde, John Robert White tezgâhlarında 1857 yılında yolcu vapuru olarak yaptırılmıştır

İstinye Vapuru ahşaptan, yandan çarklı olup, 1857 yılında hizmete girmiş, 1864 yılında da hizmet dışı bırakılmıştır

Kandilli Vapuru

Kandilli Vapuru Şirketi Hayriye tarafından İngiltere, East Cowesde, John Robert White tezgâhlarında 1857 yılında yolcu vapuru olarak yaptırılmıştır

Kandilli Vapuru ahşaptan, yandan çarklı olup, 1857 yılında hizmete girmiş, 1864 yılında da hizmet dışı bırakılmıştır

Beykoz Vapuru

Beykoz Vapuru Şirketi Hayriye tarafından İngiltere, East Cowesde, John Robert White tezgâhlarında 1857 yılında yolcu vapuru olarak yaptırılmıştır

Beykoz Vapuru ahşaptan, yandan çarklı olup, 1857 yılında hizmete girmiş, 1875te Osmanlı Bahriyesine satılarak Gör ismi verilmiştir

Anadolu Vapuru

Anadolu Vapuru Şirketi Hayriye tarafından İngiltere, East Cowesde, John Robert White tezgâhlarında 1857 yılında yolcu vapuru olarak yaptırılmıştır

Anadolu Vapuru ahşaptan, yandan çarklı olup, 1857 yılında hizmete girmiş, 1858 yılında Haliç Tersanenin hizmet işlerinde kullanılmaya başlandı ve 1865te de hizmet dışı bırakılmıştır

Galata Vapuru

Galata Vapuru Şirketi Hayriye tarafından İngiltere, East Cowesde, John Robert White tezgâhlarında 1860 yılında yolcu vapuru olarak yaptırılmıştır

Galata Vapuru ahşaptan, yandan çarklı olup, 1860 yılında hizmete girmiş, 1902de de hizmet dışı bırakılmıştır

Büyükdere Vapuru

Büyükdere Vapuru Şirketi Hayriye tarafından İngiltere, East Cowesde, John Robert White tezgâhlarında 1860 yılında yolcu vapuru olarak yaptırılmıştır

Büyükdere Vapuru ahşaptan, yandan çarklı olup, 1860 yılında hizmete girmiş, 1899da da hizmet dışı bırakılmıştır

Beyazıt Vapuru

Büyükdere Vapuru Şirketi Hayriye tarafından İngiltere, MWigram tezgâhlarında 1863 yılında yaptırılmıştır

Beyazıt Vapuru ahşap, yandan çarklı yolcu vapuru olup, 1863te hizmete girmiş, 1898de de hizmet dışı bırakılmıştır

Büyükada Vapuru

Büyükada Vapuru Şirketi Hayriye tarafından İngiltere, MWigram tezgâhlarında 1863 yılında yaptırılmıştır

Büyükada Vapuru ahşap, yandan çarklı yolcu vapuru olup, 1863te hizmete girmiş, 1898de de hizmet dışı bırakılmıştır

Bahariye Vapuru

Bahariye Vapuru Şirketi Hayriye tarafından İngiltere, MWigram tezgâhlarında 1865 yılında yaptırılmıştır

Bahariye Vapuru ahşap, yandan çarklı, yolcu vapuru olup, 1865te hizmete girmiş, 1905de de hizmet dışı bırakılmıştır

Seyyar Vapuru

Seyyar Vapuru Şirketi Hayriye tarafından İngiltere, MWigram tezgâhlarında 1869 yılında yaptırılmıştır

Seyyar Vapuru ahşap, yandan çarklı, yolcu vapuru olup, 1869 yılında hizmete girmiş, 1903de de hizmet dışı bırakılmıştır

Terakki Vapuru

Terakki Vapuru Şirketi Hayriye tarafından İngiltere, MWigram tezgâhlarında 1869 yılında yaptırılmıştır

Terakki Vapuru ahşap, yandan çarklı, yolcu vapuru olup, 1869 yılında hizmete girmiş, 1914de de hizmet dışı bırakılmıştır

Sürat Vapuru

Sürat Vapuru Şirketi Hayriye tarafından İngiltere, MWigram tezgâhlarında 1869 yılında yaptırılmıştır

Sürat Vapuru ahşap, yandan çarklı, yolcu vapuru olup, 1869 yılında hizmete girmiş, 1902de de hizmet dışı bırakılmıştır

Tayyar Vapuru

Tayyar Vapuru Şirketi Hayriye tarafından İngiltere, MWigram tezgâhlarında 1869 yılında yaptırılmıştır

Tayyar Vapuru ahşap, yandan çarklı, yolcu vapuru olup, 1869 yılında hizmete girmiş, 1903de de hizmet dışı bırakılmıştır

Azimet Vapuru

Azimet Vapuru Şirketi Hayriye tarafından Londrada Maudslay Sons & Field tezgâhlarında 1870 yılında yolcu vapuru olarak yaptırılmıştır

Azimet Vapuru ahşap, yandan çarklı 1870te hizmete girmiş, 1911de de hizmet dışı bırakılmıştır

Rahat Vapuru

Rahat Vapuru Şirketi Hayriye tarafından Londrada Maudslay Sons & Field tezgâhlarında 1870 yılında yolcu vapuru olarak yaptırılmıştır

Rahat Vapuru ahşap, yandan çarklı 1870te hizmete girmiş, 1914de de hizmet dışı bırakılmıştır

Selamet Vapuru

Selamet Vapuru Şirketi Hayriye tarafından Londrada Maudslay Sons & Field tezgâhlarında 1870 yılında yolcu vapuru olarak yaptırılmıştır

Selamet Vapuru ahşap, yandan çarklı 1870te hizmete girmiş, 1902de de hizmet dışı bırakılmıştır 1915 yılında yeniden kadroya alınmış, Osmanlı donanmasının yönetiminde iken 1915de bir Rus muhribi tarafından batırılmıştır

Alıntı Yaparak Cevapla

İnceden İnceye İstanbull

Eski 11-04-2012   #52
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İnceden İnceye İstanbull



Sahilbent Vapuru



Sahilbent Vapuru Şirketi Hayriye tarafından Londrada Maudslay Sons & Field tezgâhlarında 1871 yılında yolcu vapuru olarak yaptırılmıştır

Sahilbent Vapurunun teknesi saçtan, yandan çarklı 1872de hizmete girmiş, 1959 yılında da hizmet dışı bırakılmıştır

Meymenet Vapuru

Meymenet Vapuru Şirketi Hayriye tarafından 1872 yılında İngiltereden parçaları getirilerek Hasköy Fabrikasında monte edilmiştir

Meymenet Vapurunun teknesi saçtan, yandan çarklı 1872de hizmete girmiş, 1905 yılında da hizmet dışı bırakılmıştır

Nüzhet Vapuru

Nüzhet Vapurunun parçaları Şirketi Hayriye tarafından 1872 yılında İngiltereden getirilerek Hasköy Fabrikasında monte edilmiştir

Nüzhet Vapurunun teknesi saçtan, yandan çarklı 1872de hizmete girmiş, 1905 yılında da hizmet dışı bırakılmıştır

Meserret Vapuru

Meserret Vapuru Şirketi Hayriye tarafından 1872 yılında İngiltere, Londrada R & HGreen tezgâhlarında yolcu vapuru olarak yaptırılmıştır

Meserret Vapurunun teknesi saçtan, yandan çarklı idi 1872 yılında hizmete girmiş, 1905te bir yangın sonucu yanmıştır

Nusret Vapuru



Nusret Vapuru Şirketi Hayriye tarafından 1874 yılında İngiltere, Londrada R & HGreen tezgâhlarında yolcu vapuru olarak yaptırılmıştır

Nusret Vapurunun teknesi saçtan, yandan çarklı idi 1874 yılında hizmete girmiş, 1916 yılında bir Rus deniz altısı tarafından tahrip edilmiştir

Gayret Vapuru

Gayret Vapuru Şirketi Hayriye tarafından 1872 yılında İngiltere, Londrada R & HGreen tezgâhlarında yolcu vapuru olarak yaptırılmıştır

Gayret Vapurunun teknesi saçtan, yandan çarklı idi 1872 yılında hizmete girmiş, 1915 yılında bir Rus savaş gemisi tarafından batırılmıştır

Refet Vapuru

Refet Vapurunun parçaları Şirketi Hayriye tarafından 1872 yılında İngiltereden getirilerek Hasköy Fabrikasında monte edilmiştir

Refet Vapurunun teknesi saçtan, yandan çarklı 1872de hizmete girmiş, 1905 yılında da hizmet dışı bırakılmıştır

Amed Vapuru

Amed Vapurunun parçaları Şirketi Hayriye tarafından 1872 yılında İngiltereden getirilerek Hasköy Fabrikasında monte edilmiştir

Amed Vapurunun teknesi saçtan, yandan çarklı 1872de hizmete girmiş, 1905 yılında da hizmet dışı bırakılmıştır

İşgüzar Vapuru

İşgüzar Vapurunun parçaları Şirketi Hayriye tarafından 1881 yılında İngiltereden getirilerek, İstanbulda Hasköy Fabrikasında monte edilmiştir

İşgüzar Vapurunun teknesi saçtan, yandan çarklı 1881de hizmete girmiş, 1930 yılında da hizmet dışı bırakılmıştır

Mirgün Vapuru

Mirgün Vapuru, parçaları Şirketi Hayriye tarafından 1881 yılında İngiltereden getirilerek, İstanbulda Hasköy Fabrikasında monte edilmiştir

Mirgün Vapurunun teknesi saçtan, yandan çarklı 1881de hizmete girmiş, 1910 yılında da hizmet dışı bırakılmıştır

İhsan Vapuru



İhsan Vapuru Şirketi Hayriye tarafından 1890 yılında İngiltere, Londrada R & HGreen tezgâhlarında yolcu vapuru olarak yaptırılmıştır

İhsan Vapurunun teknesi saçtan, yandan çarklı idi 1890 yılında hizmete girmiş, 1916 yılında bir Rus deniz altısı tarafından tahrip edilmiştir

Şükran Vapuru



Şükran Vapuru Şirketi Hayriye tarafından 1890 yılında İngiltere, Londrada R & HGreen tezgâhlarında yolcu vapuru olarak yaptırılmıştır

Şükran Vapurunun teknesi saçtan, yandan çarklı idi 1890 yılında hizmete girmiş, 1915 yılında da hizmet dışı bırakılmıştır

Neveser Vapuru

Neveser Vapuru Şirketi Hayriye tarafından İngiltere, Londrada JWThames tezgâhlarında yolcu vapuru olarak yaptırılmıştır

Neveser Vapurunun teknesi saçtan, yandan çarklı idi 1890 yılında hizmete girmiş, 1917 yılında Sakarya Nehri girişinde batmıştır

Rehber Vapuru

Rehber Vapuru Şirketi Hayriye tarafından İngiltere, Londrada JWThames tezgâhlarında yolcu vapuru olarak yaptırılmıştır

Rehber Vapurunun teknesi saçtan, yandan çarklı idi 1890 yılında hizmete girmiş, 1915 yılında Sakarya Nehri girişinde batmıştır

Metanet Vapuru

Metanet Vapuru Şirketi Hayriye tarafından, 1893 yılında İskoçya, Glaskowda Napier Shanks & Bell tezgâhlarında yolcu vapuru olarak yaptırılmıştır

Metanet Vapurunun teknesi saçtan, yandan çarklı idi 1893 yılında hizmete girmiş, 1916 yılında Karadeniz Ereğlisi limanında batmıştır

Resanet Vapuru

Resanet Vapuru Şirketi Hayriye tarafından, 1892 yılında İskoçya, Glaskowda Napier Shanks & Bell tezgâhlarında yolcu vapuru olarak yaptırılmıştır

Resanet Vapurunun teknesi saçtan, yandan çarklı idi 1892 yılında hizmete girmiş, 1916 yılında da hizmet dışı bırakılmıştır

Resan Vapuru

Resan Vapuru Şirketi Hayriye tarafından 1895 yılında İngiltere, Londrada R & HGreen tezgâhlarında yolcu vapuru olarak yaptırılmıştır
Resan Vapurunun teknesi saçtan, yandan çarklı idi 1895 yılında hizmete girmiş, 1916 yılında da hizmet dışı kalmıştır

Rüçhan Vapuru

Rüçhan Vapuru Şirketi Hayriye tarafından 1895 yılında İngiltere, Londrada R & HGreen tezgâhlarında yolcu vapuru olarak yaptırılmıştır

Rüçhan Vapurunun teknesi saçtan, yandan çarklı idi 1896 yılında hizmete girmiş, 1916 yılında da hizmet dışı kalmıştır

Dilnisin Vapuru

Dilnisin Vapuru Şirketi Hayriye tarafından 1903 yılında İskoçya, Glasgovda Fairfield Shipb Cop tezgâhlarında yolcu vapuru olarak yaptırılmıştır

Dilnisin Vapurunun teknesi çelik saçtan, yandan çarklı, tek uskurlu idi 1903 yılında hizmete girmiş, 1966 yılında da hizmet dışı kalmıştır

Hale Vapuru

Hale Vapuru Şirketi Hayriye tarafından 1904 yılında İskoçya, Glasgovda Fairfield Shipb Cop tezgâhlarında yolcu vapuru olarak yaptırılmıştır

Hale Vapuru yandan çarklı, tek uskurlu idi 1904 yılında hizmete girmiş, 1919 yılında sökülmek üzere satılmıştır

Seyyale Vapuru



Seyyale Vapuru Şirketi Hayriye tarafından 1903 yılında İskoçya, Glasgovda Fairfield Shipb Cop tezgâhlarında yolcu vapuru olarak yaptırılmıştır

Seyyale Vapuru, yandan çarklı, tek uskurlu idi 1904 yılında hizmete girmiş, 1924 yılında sökülmek üzere satılmıştır

Süreyya Vapuru



Süreyya Vapuru Şirketi Hayriye tarafından 1905 yılında İskoçya, Glasgovda Fairfield Shipb Cop tezgâhlarında yolcu vapuru olarak yaptırılmıştır

Süreyya Vapurunun teknesi saçtan, yandan çarklı, tek uskurlu idi 1905 yılında hizmete girmiş, 26 Haziran 1967 yılında da hizmet dışı bırakılmıştır

Sihap Vapuru



Sihap Vapuru Şirketi Hayriye tarafından 1905 yılında İskoçya, Glasgovda Fairfield Shipb Cop tezgâhlarında yolcu vapuru olarak yaptırılmıştır

Sihap Vapurunun teknesi saçtan, yandan çarklı, tek uskurlu idi 1905 yılında hizmete girmiş, 8 Ekim 1965de de hizmet dışı bırakılmıştır

Tarabya Vapuru

Tarabya Vapuru Şirketi Hayriye tarafından 1906 yılında İskoçya, Glasgovda Fairfield Shipb Cop tezgâhlarında yolcu vapuru olarak yaptırılmıştır

Tarabya Vapurunun teknesi saçtan, yandan çarklı, tek uskurlu idi 1906 yılında hizmete girmiş, 1964 yılında da hizmet dışı bırakılmıştır

Nimet Vapuru

Nimet Vapuru Şirketi Hayriye tarafından 1906 yılında İskoçya, Glasgovda Fairfield Shipb Cop tezgâhlarında yolcu vapuru olarak yaptırılmıştır

Nimet Vapurunun teknesi saçtan, yandan çarklı, tek uskurlu idi 1906 yılında hizmete girmiş, 1964 yılında da hizmet dışı bırakılmıştır

Rağbet Vapuru

Rağbet Vapuru Şirketi Hayriye tarafından 1907 yılında İngiltere Newcastele'de, Armstrong Ship Cop tezgâhlarında yolcu vapuru olarak yaptırılmıştır

Rağbet Vapurunun teknesi çelik saçtan, yandan çarklı, çift uskurlu idi 1907 yılında hizmete girmiş, 1966 yılında da hizmet dışı bırakılmıştır

Sultaniye Vapuru



Sultaniye Vapuru Şirketi Hayriye tarafından 1909 yılında Fransa, Dunkerque'de Atl& Chantier de France tezgâhlarında yolcu vapuru olarak yaptırılmıştır

Sultaniye Vapurunun teknesi çelik saçtan, yandan çarklı, çift uskurlu idi 10 Temmuz1916 tarihinde batmıştır

Küçüksu Vapuru

Küçüksu Vapuru Şirketi Hayriye tarafından 1910 yılında Fransa, Dunkerque'de Atl& Chantier de France tezgâhlarında yolcu vapuru olarak yaptırılmıştır

Küçüksu Vapurunun teknesi çelik saçtan, yandan çarklı, çift uskurlu idi 30 Temmuz1975'de hizmet dışı bırakılmıştır

Güzelhisar Vapuru



Güzelhisar Vapuru Şirketi Hayriye tarafından 1911 yılında Ingiltere, Newcastele'de Hawthorn, Leslie & Co tezgâhlarında yolcu vapuru olarak yaptırılmıştır

Güzelhisar Vapurunun teknesi saçtan, yandan çarklı, çift uskurlu idi 1984 yılında hizmet dışı bırakılmıştır

Ziya Vapuru

Ziya Vapuru Şirketi Hayriye tarafından 1911 yılında Fransa, Dunkerque'de Atl& Chantier de France tezgâhlarında yolcu vapuru olarak yaptırılmıştır

Ziya Vapurunun teknesi saçtan, yandan çarklı, çift uskurlu idi 1983 yılında, Hasan Kazankaya tarafından satın alınarak yüzer lokantaya dönüştürülmüştür

Hüseyin Hakkı Vapuru

Hüseyin Hakkı Vapuru Şirketi Hayriye tarafından 1911 yılında Fransa, Dunkerque'de Atl& Chantier de France tezgâhlarında yolcu vapuru olarak yaptırılmıştır

Hüseyin Hakkı Vapurunun teknesi saçtan, yandan çarklı, çift uskurlu idi 1983 yılında Göztepe ismi ile hizmet dışında bırakılmıştır

Üsküdar Vapuru



Üsküdar Vapuru Şirketi Hayriye tarafından 1927 yılında Almanya'da Elbing'de FSchichau GmbH tezgâhlarında yolcu vapuru olarak yaptırılmıştır

Üsküdar Vapurunun teknesi çelik saçtan idi Vapur 1 Mart 1958de İzmit Körfezinde Gölcük yakınlarında fırtınada batmıştır

Rumelikavağı Vapuru

Rumelikavağı Vapuru Şirketi Hayriye tarafından 1927 yılında Almanya'da Elbing'de FSchichau GmbH tezgâhlarında yolcu vapuru olarak yaptırılmıştır

Rumelikavağı Vapurunun teknesi çelik saçtan idi Vapur, 2 Kasım 1984te hizmet dışı bırakılmıştır

Kocataş Vapuru

Kocataş Vapuru Şirketi Hayriye tarafından 1937 yılında Hasköy Tersanesinde yolcu vapuru olarak yaptırılmıştır

Kocataş Vapurunun teknesi çelik saçtan idi Vapur, 14 Kasım 1984te hizmet dışı bırakılmıştır

Sarıyer Vapuru

Sarıyer Vapuru Şirketi Hayriye tarafından 1938 yılında Hasköy Tersanesinde yolcu vapuru olarak yaptırılmıştır

Sarıyer Vapurunun teknesi çelik saçtan idi Vapur, 14 Kasım 1983te hizmet dışı bırakılmıştır

Beykoz Vapuru

Beykoz Vapuru Hasköy Tersanesinde 1955te yapılmıştır Şirketi Hayriyenin aynı isimde 1857de İngilterede inşa edilmiş 288 grostonluk yandan çarklı bir vapuru vardı

Beykoz Vapuru1959 yılında hizmete girmiştir Vapur 450 grostonluk olup, 47 m boyunda, 8,50 m genişliğindedir Vapurun iki adet Fiat dizel motoru vardır ve çift uskurludur Saatte 13–14 mil hız yapmaktadır

Bu vapurun Hasköy ve Vaniköy isimli, iki eşi daha bulunmaktadır

Beylerbeyi Vapuru

Beylerbeyi Vapuru, Hollandanın Denhaak kentinde 1955 yılında Industrieele Handels Combinatie tezgâhlarında yaptırılmıştır Bu vapur 483 grostonluk olup, 4646 m boyunda, 980 m genişliğindedir İki motorlu çift uskurludur

Şirketi Hayriyenin ilk vapurlarından biri olan yandan çarklı Beylerbeyi de aynı ismi taşıyordu

Bu vapurun Yeniköy ve İstinye isimli iki benzeri vardır

Sarayburnu Vapuru

Sarayburnu Vapuru Haliç Tersanesinde 1985 yılında şehit tipinde yaptırılmıştır Vapur 456 gros, 208 net tonluktur Vapurun uzunluğu 582 m, genişliği 106 m dir Su kesimi ise 24 m dir Pendik-Sulzer yapımı 750 beygir gücünde iki adet dizel motoru vardır

Çift uskurlu olup, saatte 14 mil hız yapmaktadır

Paşabahçe Vapuru

Paşabahçe Vapuru İtalya Tarantoda, Cantieri Navale di Tarantoda 1952 yılında bahçe tipi vapurlar grubundan olarak yaptırılmıştır Vapur 1042 grostonluk olup, uzunluğu 745 m, genişliği 132 m dir Su kesimi ise 31 m dir İsviçre Sulzer yapımı her biri 1600 beygir gücünde motoru vardır Çift uskurlu olup, saatte 17–18 mil hız yapmaktadır

Fenerbahçe Vapuru

Fenerbahçe Vapuru İngilterede Denny Dumbarton tezgâhlarında 1953 yılında yapılmıştır Köprü, Adalar, Yalova, Sirkeci-Kadıköy hatlarında çalışmak üzere 14 Mayıs 1953te hizmete girmiştir

Vapur 994 grostonluk olup, uzunluğu 7686 m, genişliği 1200 m dir Derinliği 373 mdir Vapurun her biri 1500 beygir gücünde iki adet Denny Sulzer motoru vardır Çift uskurlu olan vapur saatte 17–18 mil hız yapmaktadır

Osmanlı döneminde İdare-i Mahsusanın yandan çarklı bir Fenerbahçe vapuru daha vardı

Çengelköy Vapuru

Çengelköy Vapuru İstinye Tersanesinde 1956 yılında köy tipi vapurların ilk örneği olarak yapılmıştır Vapur 515 grostonluk olup, 445 m boyunda, 860 m genişliğindedir Derinliği 315 m dir Danimarka yapımı iki adet Burmaister motoru vardır Çift uskurludur

Boğaziçi kıyılarında, Marmarada ve İzmit Körfezinde seferler yapmaktadır

Ortaköy Vapuru

Ortaköy Vapuru İstinye Tersanesinde 1958 yılında köy tipi vapurlar grubundan yapılmıştır Vapur 515 grostonluktur

Kanlıca Vapuru

Kanlıca Vapuru İngilterede 1960 yılında yaptırılmıştır 781 grostonluktur 1993te hizmet dışı bırakılan Harbiye Vapurunun Kaptan Köşkü ve direği Kanlıca Vapuruna monte edilmiştir

Eski buharlı gemilerden olan Kanlıca Vapuru bugün hizmet dışı bırakılmış olup, Camialtı Tersanesinde bağlı bulunmaktadır

Kuzguncuk Vapuru

Kuzguncuk Vapuru İngilterede 1960 yılında yaptırılmıştır Vapur 781 grostonluk olup, yakın tarihlerde hizmet dışı bırakılmıştır

Ataköy Vapuru

Ataköy Vapuru İskoçya, Glaskowda Fairfield Ship Building Cop Tezgâhlarında 1961 yılında yaptırılmıştır Vapur 780 grostonluk olup, 699 m uzunluğunda, 136 m genişliğinde olup, su kesimi 26 m dir 800 beygir gücünde iki motoru vardır Kazan akaryakıtla ısıtılmakta olup, çift uskurludur

Daha çok Köprü-Kadıköy arasında hizmet vermiştir Ataköy Vapuru 23 Ocak 2004te Karadeniz Ereğlisinde Bozhane limanında demirli olduğu sırada, çıkan fırtınada halatların kopması sonucu batmıştır

İnkılâp Vapuru



İnkılâp Vapuru İngilterede 1961 yılında yolcu vapuru olarak yaptırılmıştır Vapur 781 grostonluktur

Günümüzde çok eski buharlı gemilerden olduğundan hizmet dışı bırakılmış olup, Camialtı Tersanesinde bağlı bulunmaktadır İstanbul Büyükşehir Belediyesi Meclis kararı ile Yalova Belediyesine verilen İnkılâp Vapuru, Yalova Belediyesince kafe, restoran olarak kullanılacaktır

Harbiye Vapuru

Harbiye Vapuru İngilterede 1961 yılında yaptırılmıştır 781 grostonluktur Harbiye 1993te hizmet dışı bırakılmıştır

Turan Emeksiz Vapuru

Turan Emeksiz Vapuru İngilterede 1961 yılında yolcu vapuru yaptırılmıştır 27 Mayıs 1960 devriminde şehit olan Turan Emeksizin ismi bu vapura verilmiştir

Vapur Boğaz hattında Kadıköy-Eminönü arasında hizmet vermiştir Günümüzde Turan Emeksiz Vapuru Deniz Ticaret Odası kayıtlarına göre; Bursa Güzelyalı Belediyesinde görünmektedir

Teğmen Ali İhsan Kalmaz Vapuru

Teğmen Ali İhsan Kalmaz Vapuru İngilterede 1961 yılında yapılmıştır 27 Mayıs 1960 devriminde İçişleri Bakanlığının ele geçirilmesi sırasında şehit düşmüştür Vapur 781 grostonluktur

Turan Emeksiz Vapurunun bir eşidir Eski buharlı yolcu taşıma vapurlarından olup, günümüzde hizmet dışı bırakılmıştır Bugün Camialtı Tersanesinde bağlı bulunmaktadır

Maltepe Vapuru

Maltepe Vapuru Osmanlı Seyr-i Sefain İdaresi tarafından Almanya Danzigdeki ŞWKLarwitter tezgâhlarına 1914 yılında ısmarlanan dört yolcu vapurundan birisi idi Bu vapurlar Bostancı, Pendik ve Kartal isimlerini taşıyordu Bunlardan Kartalın ismi Maltepe olarak değiştirilmiştir

Maltepe Vapuru 504 grostonluk olup, 504 m uzunluğunda, 79 m genişliğinde idi Vapurun 650 beygir gücünde iki buhar makinesi vardı Çift uskurlu olup, saatte 12 mil hız yapıyordu Bu vapur I Dünya Savaşı nedeni ile 1921 yılında teslim alınabilmiştir

Köprü-Kadıköy, Köprü-Adalar-Yalova hatlarında çalışırken 1954te Yalova Yelkenkaya Mevkiinde karaya oturmuş ve hizmet dışı bırakılmıştır Kazan ve makineleri o sırada yapılmakta olan Kartal Araba Vapurunda kullanılmış, teknesi de sökülerek satılmıştır

Günümüzdeki Maltepe yolcu vapuru İstinye Tersanesinde 1962 yılında yaptırılmıştır Vapurun uzunluğu 67 m, genişliği 125 m olup, su kesimi 26 m dir İtalya Fiat yapımı 750 beygir gücünde iki dizel motoru vardır Çift uskurlu olup saatte 14 mil hız yapmaktadır

Suadiye Vapuru

Suadiye Vapuru İstinye Tersanesinde 1964 yılında yolcu vapuru olarak yapılmıştır Vapur 588 grostonluktur

Bir yangın geçirmiş olup, hizmet dışı bırakılmıştır Bugün Camialtı Tersanesinde bağlı bulunmaktadır

İnciburnu (Barış Manço)Vapuru

İnciburnu Vapuru Camialtı Tersanesinde 1973 yılında yolcu vapuru olarak yaptırılmıştır Vapur 610 grostonluktur Vapur çift motorlu ve çift uskurludur

1999 yılında bakım ve onarım için alındığı Pendik Tersanesinde makine dairesinde çıkan ufak bir yangında hasar görmüş ve onarılmıştır Bu arada ismi Barış Manço olarak değiştirilmiştir

Sedefadası (Prof Dr Aykut Barka) Vapuru



Sedefadası Vapuru Camialtı Tersanesinde 1973 yılında yaptırılmıştır Vapurun ismi daha sonra Prof Dr Aykut Barka olarak değiştirilmiştir Vapur 610 grostonluktur Çift motorlu ve çift uskurludur

İnkılâp Vapuru ile 18 Temmuz 2001de Haydarpaşa mendireği önünde dümen kilitlenmesi nedeni ile çarpışmıştır

Bostancı Vapuru

Bostancı Vapuru Şehir Hatları İşletmesi tarafından 1974te Camialtı Tersanesinde yaptırılmıştır Vapur 610 grostonluk olup, çift motorlu ve çift uskurludur Daha çok Köprü-Kadıköy, Köprü-Adalar arasında hizmet vermiştir Bu vapurun İnciburnu (Barış Manço) ve Sedefadası isimli iki benzeri daha bulunmaktadır

Bostancı ismi 1956da yapılan deniz otobüsüne de verilmiştir Bu deniz otobüsü 32 m boyunda, 66 m genişliğinde 190 yolcu kapasitelidir

Şehit Adem Yavuz Vapuru

Şehit Adem Yavuz Vapuru Haliç Tersanesinde yaptırılmıştır Kıbrıs Harekâtı sırasında şehit düşen Adem Yavuzun ismi bu vapura verilmiştir

Vapur 456 grostonluk, çift motorlu ve çift uskurludur

Şehit Karaoğlanoğlu Vapuru

Şehit Karaoğlanoğlu Haliç Tersanesinde 1977 yılında yaptırılmıştır Kıbrıs Harekâtı sırasında şehit düşen Albay Karaoğlanoğlunun ismi bu vapura verilmiştir

Vapur 456 grostonluk olup, çift motorlu ve çift uskurludur

Şehit Sami Akbulut Vapuru

Şehit Sami Akbulut Vapuru Haliç Tersanesinde 1977 yılında yapılmıştır 456 grostonluk olan vapur, çift motorlu ve çift uskurludur

Vapur hizmet dışı bırakılmış olup, yakın tarihlerde İDO yönetimi tarafından yenilenme çalışmaları yapılmaktadır

Şehit Temel Şimşir Vapuru

Şehit Temel Şimşir Vapuru İstinye Tersanesinde 1977 yılında yapılmıştır Vapur 456 grostonluk olup, çift motorlu ve çift uskurludur

Şehit Caner Gönyeli Vapuru

Şehit Caner Gönyeli Vapuru Haliç Tersanesinde 1977 yılında yapılmıştır Vapur 456 grostonluk olup, çift motorlu ve çift uskurludur

Kıbrıs Harekâtı sırasında şehit düşen Teğmen Caner Gönyelinin ismi bu vapura verilmiştir

Şehit Necati Gürkaya Vapuru

Şehit Necati Gürkaya Vapuru 1977 yılında Haliç Tersanesinde yapılmıştır Vapur 456 grostonluk olup, çift motorlu ve çift uskurludur

Şehit İlker Kartel Vapuru

Şehit İlker Kartel Vapuru Haliç Tersanesinde 1980 yılında yapılmıştır Vapur 456 grostonluk olup, çift motorlu ve çift uskurludur

Şehit Mustafa Aydoğdu Vapuru

Şehit Mustafa Aydoğdu Vapuru Haliç Tersanesinde 1981 yılında yapılmıştır Vapur 456 grostonluk olup, çift motorlu ve çift uskurludur

Şehit Metin Sülüs Vapuru

Şehit Metin Sülüs Vapuru Haliç Tersanesinde 1986 yılında yapılmıştır Vapur 456 grostonluk olup, çift motorlu ve çift uskurludur

Hamdi Karahasan Vapuru

Hamdi Karahasan Vapuru Haliç Tersanesinde 1980 yılında yapılmıştır Vapur 456 grostonluk olup, çift motorlu ve çift uskurludur

Aydın Güler Vapuru

Aydın Güler Vapuru İstinye Tersanesinde 1981 yılında yolcu vapuru olarak yapılmıştır Vapur 456 grostonluk olup, çift motorlu ve çift uskurludur

Karşıyaka Vapuru

Karşıyaka Vapuru Haliç Tersanesinde 1985 yılında yaptırılmıştır Vapur 490 grostonluk olup çift motorlu ve çift uskurludur

Bayraklı Vapuru

Bayraklı Vapuru Haliç Tersanesinde 1985 yılında İzmir Şehir Hatları İşletmesi için yaptırılmıştır Sonra da İstanbul Şehir Hatlarının hizmetine verilmiştir Bu Vapur Şehit Adem Yavuz ve Sarayburnu vapurlarının bir eşidir

Vapur 490 grostonluk olup, Sulzer tipi 750 beygir gücünde çift motorlu ve çift uskurludur Uzunluğu 582 m, genişliği 106 m dir

Caddebostan Vapuru

Caddebostan Vapuru Haliç Tersanesinde 1987 yılında yapılmıştır Vapur 456 grostonluk olup, 582 m boyunda, 106 m genişliğindedir İki adet 750 beygir gücünde motoru olup, çift uskurludur Saatte 14 mil hız yapmaktadır

İstinye Tersanesinde aynı isimde bir de deniz otobüsü yapılmıştır

Mehmet Akif Ersoy Vapuru

Mehmet Akif Ersoy Vapuru Haliç Tersanesinde 1988 yılında yapılmıştır Vapur 307 grostonluk olup, çift motorlu ve çift uskurludur

Rumelifeneri Vapuru

Rumelifeneri Vapuru Haliç Tersanesinde 1988 yılında yapılmıştır Vapur 307 grostonluk olup, çift motorlu, çift uskurludur

Anadolufeneri Vapuru

Anadolu Vapuru Haliç Tersanesinde 1988 yılında yapılmıştır Vapur 304 grostonluk olup, çift motorlu, çift uskurludur

Kilyos Vapuru

Kilyos Vapuru Haliç Tersanesinde 1988 yılında yapılmıştır Vapur 304 grostonluk olup, çift motorlu, çift uskurludur

Kızıltoprak Vapuru

Kızıltoprak Vapuru İstinye Tersanesinde 1988 yılında yapılmıştır Vapur 307 grostonluk olup, çift motorlu, çift uskurludur

Tuzla Vapuru

Tuzla Vapuru Alaybey Tersanesinde 1988de yapılmıştır Vapur 307 grostonluk olup, çift motorlu, çift uskurludur

Bahçekapı Vapuru

Bahçekapı Vapuru Haliç Tersanesinde 1989 yılında yaptırılmıştır Vapur 658 grostonluk olup, 784 m boyunda, 116 m genişliğindedir Pendik-Sulzer iki dizel motorlu olup, saatte 18 mil hız yapmaktadır

Bu vapurun bir eşi de Fari S Korutürk vapurudur Bahçekapı Vapuru Daha çok Kabataş-Yalova, Kabataş-Çınarcık ve Kadıköy-Sirkeci hatlarında çalışmaktadır

Fahri Korutürk Vapuru

Fahri Korutürk Vapuru Haliç Tersanesinde 1989 yılında yaptırılmıştır Vapur 658 grostonluk olup, 784 m boyunda, 116 m genişliğindedir Pendik-Sulzer iki dizel motorlu olup, saatte 18 mil hız yapmaktadır

Alıntı Yaparak Cevapla

İnceden İnceye İstanbull

Eski 11-04-2012   #53
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İnceden İnceye İstanbull



İstanbul Türbeleri 2

Fatih Sultan Mehmet (Sultan II Mehmet) Türbesi (Fatih)



İstanbul ili Fatih ilçesinde, Fatih Camisinin Kıble avlusunda bulunan ilk türbe Fatih Sultan Mehmedin ölümünden sonra yapılmıştır Yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır Bu türbe 1766 depreminde cami ile birlikte yıkılmıştır Cami ve türbeyi Sultan III Mustafa (1757–1774) devrin barok üslupta, geniş saçaklı ve revaklı olarak Mimar Mehmed Tahir Ağaya 1766 yılında yeniden yaptırmıştır Hüseyin Ayvansarayinin belirttiğine göre türbenin ikinci kez yapımına 6 Aralık 1766da başlanmış ve 27 Nisan 1767 yılında tamamlanmıştır Buna göre türbe 4 ay 22 günde tamamlanmıştır Cami ise 1771 yılında tamamlanmıştır Cami öncekinden daha genişletilmiş bu arada Fatih Sultan Mehmedin gömülü olduğu bölümün mihrap altında kaldığı, türbeden mihrap altındaki asıl türbeye uzanan bir dehliz bulunduğu ve bugünkü türbenin ise sembolik olarak yapıldığı iddia edilmiştir

Türbe 1782 Cibali yangınında içerisindeki eşyaları ve sandukası ile birlikte yanmıştır Bunun üzerine Sultan I Abdülhamid (1774–1789) türbeyi yeniden onartmıştır Yanan sanduka yenilenmiş, kapı söveleri üzerine de bu onarımı belirten 1784 tarihli bir kitabe yerleştirilmiştir

Kitabe:

“Cenab-ı Hazret-i Abdülhamid Han kaldırıp tekrir
Bu pûr nur merkade bû âyeti vazetti ibret gir h1199

Türbe Sultan Abdülaizi döneminde bir kez daha onarılmış, içerisine altın varaklı nakışlar ve sürme pencereler yapılmıştır Meşrutiyet döneminde Sultan V Mehmed Reşat (1909–1918) türbenin iç bezemelerini, kalem işlerini bir İtalyan dekoratöre yeniden yaptırmıştır Bundan sonra İstanbulun 500 Fetih Yıldönümü Kutlamaları sırasında 1953 yılında, sonra da 2004 yılında yeniden onarılmıştır



Türbe kesme taştan, 1135 m çapında bir daire çevresinde on kenarlı bir plana sahip olup, cephesi tamamen mermer kaplıdır Üzeri kubbe ile örtülmüştür Giriş kısmında kapı üzerinde Barok üslupta çok sık kullanılan dalgalı, ahşap bir saçaklık iki sütun üzerine yerleştirilmiştir Bu sütunlar yuvarlak kemerlerle birbirlerine bağlanmıştır Sütunların yüksek kaideleri ile köşelerinde yaprak motifleri bulunan başlıkları vardır Revakın arkasındaki iki renkli mermerden örülmüş kemerin üzerine de bir Besmele yazılmıştır Zengin dekorasyonlu bu revaktan sonra camekânlı bir bölüme girilmektedir Buradaki kapının üzerine Ankebut suresinden alınmış olan ve mealen her canlı ölümü tadacaktır anlamında sözler yazılmıştır Türbenin üzerini örten kubbe yarım daire kenarlara ve pencereler arasındaki ayaklara dayanmaktadır

Türbenin içerisi, kubbe ve duvarlar XIX yüzyılın sonlarına ait kalem işleri ile bezenmiştir Burada Rumiler, palmet ve lotus motifleri de görülmektedir Pencerenin üzerine gelen yere de pano halinde Hattat Abdülfettah Efendinin yazdığı Fetih suresinin ilk beş ayeti celi-sülüs ile yazılmıştır Pandantiflere de İsm-i Celâl, İsm-i Nebî, Cihar-yar Güzin, Sad ve Sait isimleri madalyonlar içerisine yerleştirilmiştir Bunların çevresi Rumilerle bezenmiştir Türbe girişinin sağındaki levhaya Abdülhak Hamid Tarhanın “Merkad-ı Fatihi Ziyaret” isimli şiiri yazılıdır

Fatih Sultan Mehmedin sandukasının etrafı gümüş bir çerçeve içerisine alınmıştır Sanduka sim işlemeli bir puşide ile örtülmüştür Baş ve ayakucuna gümüşten birer şamdan yerleştirilmiş, kubbeye büyük bir avize asılmış, pencereler de hakiki kadife perdelerle örtülmüştür Türbe içerisinde Fatih Sultan Mehmedin dışında başka bir mezar bulunmamaktadır

Türbe günümüzde İstanbul Türbeler Müdürlüğünün yönetiminde olup, 1953 yılından bu yana ziyarete açıktır

Yavuz Sultan Selim Türbesi (Fatih)



İstanbul ili Fatih ilçesi, Yavuzselimde, Yavuz Sultan Selim Camisinin avlusunda bulunan bu türbe Kanuni Sultan Süleyman tarafından 1520 yılında Mimar Acem Aliye Yavuz Sultan Selimin gömüldüğü yerin üzerine yaptırılmıştır Yavuz Sultan Selim Camisini de Kanuni Sultan Süleyman 1522 yılında yaptırmıştır

Yavuz Sultan Selim, Sultan II Beyazıt ile Gülbahar Hatunun oğlu, IX Osmanlı padişahıdır Sarayda iyi bir eğitim görmüş, Sultan II Beyazıt hayatta iken kardeşleri Şehzade Korkut ve Şehzade Ahmet ile mücadele etmiştir Yavuz Sultan Selim babası II Beyazıta yaptığı baskı sonucunda kendi lehine Onu padişahlıktan feragat ettirmiş ve tahta geçmiştir Yavuz Sultan Selim Osmanlı devleti için tehlikeli gördüğü Safevilerle mücadele etmiş, 1514 yılında İrana karşı yaptığı seferde Çaldıran Savaşını kazanmıştır Bundan sonra Dulkadirbeyliğini topraklarına katmış, 1516da Mısır seferine çıkmış, Sina çölünü 13 günde geçmiştir Mısırda Memluk Sultanı ile Merc-i Dabık Savaşını, ardından 1517de Ridaniye Savaşını kazanarak Kahireye girmiştir Bu sefer sonucunda Halifelik unvanı ile Hz Muhammedin kutsal eşyalarını alarak İstanbula getirmiştir Bundan sonra Ayasofya Camisinde yapılan törenle de Abbasi son halifesi III Mütevekkilden Halife unvanını almıştır Döneminde Osmanlı topraklarını 6557000 kmye çıkarmıştır Avrupaya doğru son seferine çıkarken Edirnede rahatsızlanmış ve 22 Eylül 1520de ölmüştür İstanbuldaki türbesinin bulunduğu yere gömülmüştür



Yavuz Sultan Selim Türbesi kesme taştan sekizgen planlı olup, Klasik Osmanlı mimari üslubundadır Türbenin üzeri dıştan yivli bir kubbe ile örtülmüştür Türbe girişinin önünde birbirlerine yuvarlak kemerlerle bağlanmış dört yuvarlak sütunun taşıdığı, üzeri düz saçaklı, üç gözlü bir revak yer almaktadır Revak sütunlarından baştakiler yeşil, ortadakiler pembe renktedir Revakın sağ ve soluna birer çini pano yerleştirilmiştir Bu çiniler XVI yüzyılın ilk yarısına ait sır altı tekniğinde panolardır Çini panonun üzerine iki satır halinde lacivert zemin üzerine beyaz yazı ile türbeyi Yavuz Selimin oğlu Kanuni Sultan Süleymanın yaptırdığı yazılıdır Bu kitabenin mealen anlamı şöyledir:

“Bu mübarek türbenin yapılmasını büyük sultan, Arap ve Acem sultanlarının efendisi, karaların ve denizlerin sahibi, her iki Haren-i Şerifin hamisi Sultan Süleyman Han bin Selim Han bin Bayazıd Han emretti Allah onun mülkünü ve saltanatını daim kılsın

Bu yazının altında da bu mübarek imaretin Muharrem ayının 928 senesinde tamamlandığı yazılıdır Diğer çini panoda ise üstte Yusuf suresinin 101 ayeti, altta da Şuara suresinin 87–89 ayetleri yazılıdır

Türbenin giriş cephesi dışında kalan diğer cepheleri iki katlı pencerelerle hareketlendirilmiştir Pencerelerden üst kattakiler sivri kemerli ve alçı şebekelidir Kırmızı renkli taşlarla da çerçeveler içerisine alınmıştır Alt sıra pencereler dikdörtgen mermer söveli olup, bunların üzerlerine içleri boş sivri kemerli alınlıklar yerleştirilmiştir



Türbenin içerisi pencere bordürleri, payeler, kubbe kasnağı XIX yüzyıl kalem işleri ile bezenmiştir Orijinal kalem işlerinin ne şekilde olduğu kesinlik kazanamamıştır Kubbe içerisinde kalem işleri ile tam ortasına girift yazı ile Rad suresinin 3ayeti yazılmıştır Pandantiflerdeki yuvarlak madalyonlarda ise Lafsa-i Celâl, Hz Muhammed, Çehar yar-Güzin ve Hz Muhammedin torunları olan Hasan ve Hüseyinin isimleri yazılıdır

Türbe ağaç işleri yönünden de son derece zengindir Giriş kapısı XVI yüzyılın özelliğini yansıtan kündekâri tekniğinde bir kapıdır Kapının üzerine Esma-i Hüsna, Hüvel Hallak-ül Baki; Küllü nefs-in zakaikatül-Mevt sözleri yazılıdır Ayrıca türbe içerisinde Kâbenin bir maketi, Muhiddin Arabinin söylediği kerametle ilgili bir taş, Hacı Kâmil Akdikin talik yazısı, Abdülhak Hamidin de Yavuz Sultan Selimin Kabrini Ziyaret isimli şiiri bulunmaktadır

Türbe içerisindeki yapıldığı döneme ait kandiller ve askıların yerine II Meşrutiyet döneminde görkemli bir avize konulmuştur Yavuz Sultan Selimin sandukası, sedef kakmalı ahşap bir şebeke ile çevrilmiştir Bu sanduka üzerinde kadife üzerine sırma ile işlenmiş Kelime-i Tevhit yazılı XIX yüzyıla tarihlenen bir örtü bulunmaktadır Ayrıca Mısır seferi dönüşünde Şeyhülislâm İbn-i Kemalin atının ayağından sıçrayan çamur ile kirlenen ve Yavuz Sultan Selimin vasiyeti üzerine ölümünden sonra sanduka üzerine serilmiş kaftanı bulunmaktadır

Türbe içerisinde yalnızca Yavuz Sultan Selimin sandukası vardır Günümüzde İstanbul Türbeler Müdürlüğünün yönetiminde olup, ziyarete açıktır

Sultan Abdülmecid Türbesi (Fatih)

İstanbul ili Fatih ilçesinde Yavuz Sultan Selim Camisinin arkasındaki hazirede yer alan Sultan Abdülmecid (1839–1861) Türbesinin yapım kitabesi bulunmamaktadır Büyük olasılıkla bu türbe padişahın ölümünden önce 1861 yılında yapılmıştır Mimarının kim olduğu kesinlik kazanamamakla beraber dönemin önemli mimarlarından Garabet Balyan tarafından yapıldığı sanılmaktadır Türbenin Yavuz Sultan Selim Türbesine yakın olmasının nedeni de Sultan Abdülmecidin bu padişahı sevmesinden kaynaklandığı ileri sürülmüştür

Sultan Abdülmecid Sultan II Mahmud ile Bezmialem Valide Sultanın oğlu olup, 31 Osmanlı padişahıdır Döneminde Osmanlı İmparatorluğunda Batılılaşma süreci hızlanmış ve yeni gelişmeleri izleyerek onları Osmanlıda uygulamak istemiştir

Sultan Abdülmecid Türbesi alçak bir su basman üzerine kesme taştan sekizgen planlı bir yapı olup, üzeri kubbe ile örtülüdür Sekizgenin kenarları 320 m uzunluğundadır İlk yapıldığı dönemde önünde ahşap bir revak bulunuyordu Bu revak günümüze gelememiştir Giriş kapısı üzerinde Hatta Hulusi Efendinin Kurandan alınma Sad suresinin 50 ayeti 1910 yılında yazılmıştır

Türbenin giriş cephesi dışında her yüzünde iki sıra halinde altlı üstlü pencerelere yer verilmiştir Bu pencereler alt sırada dikdörtgen lentolu olup, üsttekiler alttakilere göre daha küçük olup, kaş kemerlidir İç kısmı oldukça zengin bir bezemeye sahiptir Hattat Şevki Efendinin celi-sülüs yazı ile yazmış olduğu sekiz ayet kitabesi giriş kapısından başlayarak tüm türbeyi çevrelemiştir Burada Yusuf suresinin 96 İsa suresinin 79 Rahman suresinin 26-27-46 Yusuf suresinin 62 Hud suresinin 73 Rahman suresinin de 26 ayetleri yazılıdır Ayrıca duvarların köşelerine de celi-sülüs yazı ile Esma-ül Hüsna, İsm-i Celâl, İsm-i Nebî, Çehar yar-Güzin ve Hasan ile Hüseyin isimleri yazılıdır Kubbe devrine uygun kalem işleri ile süslenmiştir

Türbedeki muhteşem avize, Galata Mevlevihanesindeki Divan Edebiyatı Müzesinin kuruluşu sırasında oraya götürülmüş ve semahaneye asılmıştır Bunun yanı sıra sandukanın gümüş şebekesi de Türk ve İslâm Eserleri Müzesine kaldırılmıştır Sandukası üzerindeki feste bulunan değerli sorguç da Topkapı Sarayı Müzesindedir Türbenin içerisindeki levhalar İstanbul Türbeler Müzesinin deposundadır Bu eserlerin türbeden alınmasının nedeni de hırsızlığa karşı alınan bir önlemdir

Türbe içerisinde Sultan Abdülmecidden başka padişahın oğulları Şehzade Abdüssamed (1855), Şehzade Seyfeddin (1856), Şehzade Burhaneddin (1876) gömülüdür

Sultan Abdülmecid Türbesine bitişik olarak Sultan Abdülmecidin kızı ve Mahmud Celaleddin Paşanın eşi Cemile Sultanın (1913) ve Sultan Abdülmecidin hanımlarından Servet Seza Sultanın (1878) açık türbeleri bulunmaktadır

Ahmet Cevat Paşa Türbesi (Fatih)

İstanbul ili Fatih ilçesi, Emir Buhari Camisinin bahçesinde olan Ahmet Cevat Paşa Türbesi, paşanın ölümünden kısa bir süre sonra eşi tarafından Mimar Kemalettin Beye 1900 yılında yaptırılmıştır

Ahmet Cevat Paşa, Sultan II Ahmed dönemi sadrazamlarındandır Küçük yaşta yetim kalmış, Şeyhülislam Atıfzade Hüsameddin Efendi tarafından yetiştirilmiştir Bursa ve İstanbulda yaptığı ilköğreniminden sonra Erkan-ı Harbiyeyi birincilikle bitirmiştir Kolağası rütbesi ile padişahın yaverliğini yapmış, Osmanlı Rus Savaşına katılmış ve orada Süleyman Paşanın yaveri olmuştur 1884 yılında Çetineye sefir olmuş ve Mirlivalığa (Tümgeneral) yükseltilmiştir Daha sonra Giritte asayişi sağlamış, Sultan II Abdülhamid, hizmetine karşılık onu Müşirliğe 1891 yılında da Sadrazamlığa getirmiştir Sadrazamlığı üç yıl sürmüş ve 1900 yılında İstanbulda ölmüştür Vasiyeti üzerine de Emir Buhari Dergâhı karşısında anne ve babasının gömülü bulunduğu mezarlığa gömülmüştür Sonradan aynı yere türbesi yapılmıştır

Neo-Klasik üsluptaki türbe, kesme taştan kare planlı, kubbeli bir yapıdır Önüne dikdörtgen planlı bir giriş eklenmiştir Kubbe duvarların kenarlarına yerleştirilen sekizgen sütunların taşıdığı kemerler üzerine oturtulmuştur Türbe girişi mermerden olup, stalaktit başlıklı sütunların meydana getirdiği bir eyvandan girilmektedir Burada celi-sülüs yazı ile kitabesi bulunmaktadır

Kitabe:
“Sadr-ı Esbak ve yaveri Ekrem merhum Ahmed Cevad Paşanın türbesidir Sene 1318 (1900)

Giriş kapısındaki diğer kitabe Hattat Hafız Mehmet Nuri Efendi tarafından yazılmıştır

Kitabe:
“Rahmetullahi alâ sahibi hâzihil-medfen
Hazreti Ahmed Cevat Paşa âli-cay kim
Üç sene hem on buçuk ay verdi sadra zib ü fer
Daima her mansıbda sıdk ile hizmet edip
Kıldı ibrazı meâsır ol hidivi nâmıver
Seyyidül-Kevneynden artık Cevad gel emrini
Alem-i manâda etmiş Firdevse sefer
Layıh oldu leyle-i Miracda tarih –i tam
Hak ede Ahmed Cevad Paşaya cinanı makar murtaza sene 1319 (1900)

Türbede Ahmed Cevad Paşa ile kız kardeşi Hace Sare Hanım (1916) gömülüdür

Âşık Paşazade Türbesi (Fatih)

İstanbul ili Fatih ilçesi, Haydar Mahallesi, Cibali Caddesi, Esrar Dede Sokağında bulunan Âşık Paşa Külliyesinin bir bölümünü oluşturan türbe, XV yüzyılda yapılmıştır Âşık Paşa Külliyesi eski saray Ağalarından Abdullah Oğlu Hüseyin Ağa tarafından Derviş Ahmet veya Âşık Paşazade olarak tanınan Şeyh Ahmet Efendi adına yapılmıştır

Âşık Paşazade ismi ile tanınan Şeyh Ahmed Efendi Osmanlı tarihçisi olup, ünlü Âşık Paşazade Tarihini yazmıştır Âşık Paşanın soyundan geldiği için de bu isimle tanınmıştır Konyada Sadreddini Konevi Tekkesinde bulunan Şeyh Abdullah Makdisiden, Mısırda Seyyid Ebul Vefa Hazretlerinden ders almış ve Rumeli Sancak Beylerinden İshak Paşanın himayesine girmiştir Sultan II Muradın (1446–1451) Macaristan seferine katılmış, Kosova Savaşına katılmıştır İstanbulun fethinden sonra İstanbula yerleşerek öğrenci yetiştirmiştir

Türbe Âşık Paşazade Camisinin Kıble yönünde birbirleri ile sonradan birleştirilmiş kare planlı iki bölümden meydana gelmiştir Bunlardan Âşık Paşazadenin mezarının üzerindeki türbe 1600x1600 m ölçüsünde kare planlı, üzeri kubbe ile örtülü bir yapıdır Bu kubbe mukarnaslı konsollar, sivri tromplar ile desteklenmiş ve on iki köşeli bir kasnak üzerine oturtulmuştur Türbenin basık kemerli girişi avluya açılan doğu yönündedir İçerisi demir parmaklıklı, dikdörtgen söveli, iki sıralı pencerelerle aydınlatılmıştır Türbenin diğer türbe ile arasında kalan üçgen planlı, cadde üzerindeki cephesine de üçlü bir pencere grubu yerleştirilmiştir Bir bakıma ziyaret penceresi niteliğini taşıyan bu pencerelerden ortadaki sütunçelerle bir niş içerisine alınmıştır Üzerinde de hafifletme kemerinin aynası ve geometrik bir mermer şebeke bulunmaktadır Cadde boyunca basık kemerli bir dış kapısı daha bulunmaktadır

Âşık Paşazadenin ahşap sandukası türbenin güney kesiminde, her iki türbe arasındaki üçgen alanın bulunduğu yerdedir Burada Âşık Paşazadeden başka soyundan gelen dokuz kişi daha gömülüdür Bu mezarların kime ait oldukları bilinmemektedir

Kesme köfeki taşından yapılmış olan bu bölümün güneybatısında da Seyyid Velayetin torunlarından Mehmet Çelebinin gömülü olduğu 700x700 m ölçüsünde daha küçük bir türbe vardır Bunlardan Âşık Paşazadenin türbesi mihrap ekseni üzerine yerleştirilmiş, diğer türbe de Cibali Caddesi üzerine yerleştirilmiştir Her iki türbenin bu konumundan ötürü iki bölümün arasında üçgen planlı bir ara mekân meydana gelmiştir Seyyid Velayetin türbesi yapı üslubu olarak Âşık Paşazade Türbesi ile aynı özellikleri taşımaktadır Türbenin doğu yönündeki basık kemerli bir kapıdan içerisine girilmektedir

Türbe içerisinde on iki mezar bulunmaktadır Bu mezarlardan birisi eşi Rabia Sultana, diğeri soyundan gelen şeyhlerden Sait Efendiye aittir Diğer on mezarın kime ait olduğu bilinmemektedir

Balâ Süleyman Ağa Türbesi (Fatih)

İstanbul ili Fatih ilçesi, Silivri Kapı Veledi Karabaş Mahallesinde, Tekke Maslahı ve Balâ Tekkesi Sokağında, Balâ Süleyman Ağa Camisinin içerisinde bulunan bu türbe XV yüzyılda yapılmıştır

Balâ Süleyman Ağa, Fatih Sultan Süleyman (1444–1446; 1451–1481) devrinde yaşamış, İstanbulun fethine katılmış, daha sonraki savaşlarda da topçu başı olarak görev yapmıştır Yaşamı ile ilgili fazla bir bilgi bulunmamaktadır

Balâ Süleyman Ağa, kendi ismini taşıyan bugünkü külliyesini 1453–1457 yılları arasında yaptırmıştır Külliyenin bulunduğu yerde kâgir duvarlı, ahşap çatılı küçük bir mescidi, dergâhı ve kuyusu bulunuyordu Ölümünden sonra da bu mescidin yanına gömülmüştür Zamanla harap olan Balâ Mescidi ve tekkesi Sultan Abdülaziz (1861–1876) döneminde, Sultan II Mahmudun saraylılarından Sazkâr Kalfa tarafından Nakşibendî Tarikatına bağlı cami-tevhidhane olmak üzere eskisinden daha büyük ölçüde, camisi de kubbeli olarak yeniden yapılmıştır Camiye bitişik Süleyman Ağanın türbesi ile harem dairesini, derviş hücrelerini, mutfak ve kiler gibi müştemilatı da yaptırmıştır İstanbulda büyük bir hasara neden olan 1894 depreminde Balâ Külliyesi harap olmuş, Sultan II Mahmudun kızı Adile Sultan tarafından yenilenmiştir Daha sonra Sultan II Abdülhamid tarafından genişletilmiş, Perestu Kadın Efendi de yapının duvarına bir de çeşme eklemiştir

Türbe yapı topluluğunun kuzeyinde, kesme ve moloz taştan düzgün olmayan bir plan tipinde yapılmıştır Cami içerisindeki bir odada yer alan türbenin dördü batıya, üçü kuzeye açılan yedi penceresi vardır Türbenin dış cephesinde basık kemerli pencereleri ile ahşap saçağı arasına Ömer Faik Efendinin istifli bir sülüs yazısından oluşan bir kuşak bulunmaktadır

Türbede Balâ Süleyman Ağadan başka eşi, Şeyh Ali Efendi, Mekke Şeyhlerinden Muhammed Sait Can Efendi, Şeyh Ali Efendinin eşi Sıdıka Hanım ve Şeyh Mehmet Sadedin Efendiye ait olmak üzere altı mezar bulunmaktadır

Bayram Paşa Türbesi (Fatih)

İstanbul ili Fatih ilçesi, Hasekide Cerrahpaşa ile Keçi Hatun Mahallesinin sınırları içerisinde bulunan Bayram Paşa Külliyesinin bir bölümünü oluşturan türbe, 1634–1635 yıllarında Hassa Baş Mimarı Kasım Ağa tarafından yapılmıştır Bayram Paşa Külliyesi cami, medrese, sıbyan mektebi, tekke, hazire, sebil, çeşme, dükkânlar ve türbeden meydana gelmiştir

Bayram Paşa, Sultan IV Murad (1623–1640) dönemi vezirlerinden olup, Yeniçeri Ocağında yetişmiş, 1622 yılında Turnacıbaşı, 1623te Zagarcıbaşı olmuştur Aynı yıl Yeniçeri Kethüdası ve bir süre sonra da Yeniçeri Ağası olmuştur Sultan I Ahmedin kızı Hanzade Sultan ile evlenerek saraya damat olmuştur Bundan sonra Kubbe Vezirliği, 1625te Mısır Valisi olmuş, 1628de yeniden Kubbe Vezirliğine getirilmiştir Veziriazam Hüsrev Paşanın entrikaları ile gözden düşerek azledilmiştir Bir süre sonra da yeniden Sultan IV Murad tarafından Kubbe Vezirliğine getirilmiştir 1633te Rumeli Beylerbeyliği, İkinci Vezirlik görevlerinde bulunmuş, Sultan IV Murad ile birlikte Revan seferine katılarak Sadaret Kaymakamı olmuştur Bundan sonra Veziriazamlığa getirildiği 1636 yılında Bağdat seferi sırasında Urfa yakınlarında ölmüştür Cenazesi İstanbula getirilerek yaptırmış olduğu külliyeye gömülmüştür

Bayram Paşa Türbesi kare planlı, tek kubbeli bir yapı olup ön tarafında tonozlarla genişletilmiş ahşap direkli bir revak bulunmaktadır Bu revakın ahşaptan kare kesitli yüksek kaidelere oturan yuvarlak ahşap direkleri düşey çubuklarla hareketlendirilmiştir Üzerlerinde kompozit başlıklar bulunmaktadır Dış cephesi kesme köfeki taşı ile kaplıdır Duvar köşelerine köfeki taşından birer sütun yerleştirilmiştir Türbenin her cephesinde biri altta, diğeri üstte olmak üzere birer pencere yerleştirilmiştir Bunlardan alt sıra pencereler dikdörtgen planlı, üst sıra pencereler de alçı şebekeli sivri kemerlidir Türbe içeriden üç yöne doğru eyvanlarla genişletilmiştir İçerisi kalem işleri ile bezelidir Kubbeye celi-sülüs yazı ile Fatır suresinin 41 ayeti, pandantiflere de Allah, Muhammed, Çehar-Yâr-ı Güzin, Hasan ve Hüseyin isimleri yazılıdır Duvarlarda lacivert zemin üzerine beyaz harflerle yazılmış bir ayet kuşağı çepeçevre dolaşmaktadır

Türbenin kuzeybatısına bir de sebil eklenmiştir Türbe içerisinde Bayram Paşa tek başına gömülü olup, bahçesinde dergâh şeyhlerine ait mezarlar bulunmaktadır

Benlizade Ahmet Raşit Efendi Türbesi (Fatih)

İstanbul ili Fatih ilçesi, Çarşambada Darüşşafaka Lisesi bahçesinin duvarına bitişik olan bu türbe yanındaki sebil ile birlikte Kazasker Benlizade Ahmet Raşit Efendi tarafından 1800 yılında yaptırılmıştır

Benlizade Ahmet Raşit Efendi XVIII yüzyıl devlet ricalinden olup, Kazaskerlik yapmıştır Rumelihisarında, Anadoluhisarında ve Büyük Çamlıcada çeşmeleri, Çarşambada sıbyan mektebi ve sebili bulunmaktadır

Ahmet Raşit Efendinin türbesi kare planlı, kesme taş ve moloz taştan yapılmış küçük bir türbedir Üzeri kubbeli olan bu türbe ve yanındaki sebilin mermerleri barok üsluptadır

Türbede Benlizade Ahmet Raşit Efendi ile ailesinden iki kişinin mezarı daha bulunmaktadır Ancak bu mezarların kime ait oldukları bilinmemektedir Günümüzde İstanbul Türbeler Müdürlüğünün yönetiminde olup, harap bir durumdadır

Cerrah Mehmet Paşa Türbesi (Fatih)

İstanbul ili Fatih ilçesi, Cerrahpaşada Cerrah Mehmet Paşanın Mimar Davut Ağaya yaptırmış olduğu külliyenin bir bölümünü oluştan türbe 1593 yılında yapılmıştır Cerrah Mehmet Paşa Külliyesi cami, türbe, çeşme ve çifte hamamdan meydana gelmiştir

Cerrah Mehmet Paşa Sultan III Mehmet (1595–1603) dönemi sadrazamlarındandır Enderunda cerrahlık öğrenmiş, Sultan III Mehmeti sünnet etmiştir Topkapı Sarayından Yeniçeri Ağası olarak çıkmış, bir süre sonra vezir olmuş, 1595 yılında da Hadım Hasan Paşanın yerine sadrazam olmuştur Sadrazamlığı sırasında hastalanmış ve 1604 yılında ölmüştür

Cerrah Mehmet Paşanın sağlığında yaptırdığı külliyenin avlusunun kuzeybatısında, avlu duvarına bitişik olan türbe sekizgen planlıdır Kesme taştan kare planlı olarak yapılmış türbenin üzeri kubbe ile örtülüdür Her cephesine altlı üstlü birer pencere açılmıştır Bunlardan alt kat pencereleri dikdörtgen mermer söveli, üst kat pencereleri de sivri kemerlidir Doğu cephesindeki türbe girişinin önünde önceden bir ahşap revak bulunuyordu Bu revak günümüze gelememiştir Türbenin içerisi oldukça sade olup, beyaz badanalıdır

Türbe içerisinde Cerrah Mehmet Paşa ile iki oğluna ait toplam üç sanduka bulunmaktadır

Davud Paşa Türbesi (Fatih)

İstanbul ili Fatih ilçesi, Kocamustafapaşa, Hobyar Mahallesi, Davutpaşa Camisinin avlusunda, caminin Kıble yönünde yer alan bu türbe külliye ile birlikte 1485 yılında yapılmıştır

Davud Paşa, Fatih Sultan Mehmet (1444–1446, 1461–1481) devri vezirlerinden olup, Enderundan yetişmiştir Çirmen Sancak Beyi iken gösterdiği başarıdan ötürü Ankara Sancak Beyi (1470), Anadolu Beylerbeyi olmuş, 1477 yılında Süleyman Paşanın yerine Rumeli Beylerbeyi olmuştur Veziriazam Karamani Mehmet Paşa ile olan anlaşmazlığından ötürü azledilmiş, Bosna Sancak Beyliğine gönderilmiştir Sultan II Bayazıd (1481–1512) döneminde yeniden Rumeli Beylerbeyliğine atanmış, çok geçmeden de vezir olmuştur 1483 yılında İshak Paşanın yerine Veziriazam olmuştur On dört yıl süren Veziriazamlıktan sonra, bu görevden alınarak Dimetokada ikamete mecbur edilmiş ve 1498de orada ölmüştür Cenazesi İstanbula getirilerek Davutpaşa Külliyesinde daha önce yapılmış olan türbesine gömülmüştür

Türbe sekizgen planlı olup, kesme taştan yapılmıştır Türbenin içerisi 736 m çapında, daire şeklindedir Üzeri sekizgen kasnaklı kubbe ile örtülüdür Türbenin doğusunda dört sütunun taşıdığı tek kubbeli bir revak bulunmaktadır Giriş kapısı üzerinde Arapça celi-sülüs yazı ile Şeyhülislâm İbn-i Kemal Efendinin söylediği bir kitabe bulunmaktadır

Kitabe:
“Atak-ullâh yâ Derviş Davud
Bi-envâel-recâ-i mimmâ ledeyh
Felemmâ mâte enni kaled tarih
Kema hiye rahmet-ullaki aleyh

Türbenin basık kemerli kapısından sonra içerisi son derece sadedir Beyaz badana ile sıvanmış olan türbenin yalnızca kubbe göbeğinde ve alt sıra pencerelerin alınlıklarında kalem işi kalıntıları görülmektedir

Türbede Davud Paşanın sandukası bulunmaktadır Günümüzde harap bir durumdadır

Ebu Şeybetül Hudri Türbesi (Fatih)

İstanbul ili Fatih ilçesi, Ayvansaray, Atik Mustafa Paşa Mahallesi, Toklu Dede Sokağında bulunan bu türbe, Fatih Sultan Mehmet (1444–1446, 1461–1481) döneminde Fatih Sultan Mehmet tarafından diğer türbeler ile birlikte yaptırılmıştır

Ebu Seybetül Hudri Hazretleri Eshab-ı Kiramdan olup, Arap ordularının İstanbulu kuşatmasına katılmış, 693 yılında İstanbul surları önünde 86 yaşında ölmüştür Halk arasında Peygamberin sütkardeşi olarak tanınmaktadır

Türbe Sultan II Bayazıd, Sultan II Mahmud, Sultan Abdülaziz ve Sadrazam Çorlulu Ali Paşa tarafından onarılmıştır Son onarımını Vakıflar Genel Müdürlüğü 1975–1977 yıllarında yapmıştır Türbe moloz taştan, dikdörtgen planlı olup, üzeri Ahmedül Türbesi ile ortak çatıyla örtülüdür Kapı ve pencereleri kesme köfeki taşından olan türbenin pencereleri demir parmaklıklarla örtülüdür Türbe kapısı üzerinde Sultan II Mahmud tarafından 1835te yeniden yapıldığını belirten bir kitabe vardır Bu kitabeyi Vakanüvis Sahaflar Şeyhizade Mehmed Esad Efendi yazmış, Yesarizade Mustafa İzzet Efendi de uygulamıştır

Kitabe:

Dâver-i ashâb-ı sîret Şah-ı MahmudüŞiyem
Zatıdır girdâr-ı hayr-âsâr ile her dem elif
Hazret-i Bû Şeybetil-Hudrîye tazim eyledi
Türbesin tecdid ile ol şâh-ı âgâh û arîf
Gel hulûs ile duâ kıl zâhidâ tebcilile
Merkad-ı pâk-i sahabîdir bu mevâ-yı şerîf
Tasliye zeylinde yâd oldukça ashâb-ı Güzin
Nazm-ı ahdi ol şehinşâhın ola nusret-redîf
Oldu dildâde melâik Esadâ târihine
Merkad-ı Bû şeybeyi Şâh-ı cihan yaptı latif
Sene 1251 (1835)

Türbe içerisinde mermer sanduka ile ayakucunda da bir kuyusu bulunmaktadır Ebu Seybetül Hudri Hazretlerinin mezarı dışında türbede başka bir mezar bulunmamaktadır Yalnızca haziresinde Fatih Sultan Mehmet döneminden günümüze kadar uzanan mezarlar bulunmaktadır 1990 yılında İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından surlar onarılırken türbe de onarılmıştır Günümüzde ziyarete açık bulunmaktadır

Gazanfer Ağa Türbesi (Fatih)

İstanbul ili Fatih ilçesi, Kırkçeşme Mahallesinde, Bozdoğan Kemerinin yanında, Atatürk Bulvarı üzerinde olan bu türbe, yanındaki medrese ve sebilden oluşan yapı topluluğu ile birlikte 1596 yılında yapılmıştır

Gazanfer Ağa Sultan III Mehmet (1595–1603) devri Has Odabaşısı ve Kapı Ağasıdır 1603 yılında ölmüş ve sağlığında yaptırmış olduğu türbesine gömülmüştür

Türbe kesme taştan, on iki gen planlı olup, üzeri kasnaksız bir kubbe ile örtülmüştür Türbe iki sıra halinde pencerelerle aydınlatılmıştır Alt sıra pencereler demir parmaklıklı, dikdörtgen mermer söveli olup, üzerlerinde sivri kemerler bulunmaktadır Üst sıra pencereler ise sivri kemerli alçı şebekelidir Türbenin medreseye bitişik olan batı yönünde alt sıra pencereler yerine altı dolap nişi yerleştirilmiştir Üst sıra pencerelerin üzerine bezeme olarak Rumilerden meydana gelen kalem işleri yapılmıştır

Türbe içerisinde Gazanfer Ağanın yanı sıra kimliği bilinmeyen iki kadın mezarı daha bulunmaktadır

Gazanfer Ağa yapı topluluğu günümüzde Karikatür Müzesi olarak kullanılmaktadır

Gazi Osman Paşa Türbesi (Fatih)

İstanbul ili Fatih ilçesinde, Fatih Camisi avlusunda bulunan Gazi Osman Paşa Türbesi, Gazi Osman Paşanın 1900 yılında ölümü üzerine Harbiye Nezareti Ebniye-i Askeriye Mimarlığına atanmış olan Mimar Kemalettin Bey tarafından tasarlanan projeye göre aynı yıl yaptırılmıştır

Gazi Osman Paşa Plevne Kahramanı olarak tanınmıştır Beşiktaş Askeri Rüştiyesi ve İdadisinden sonra 1852 yılında Harbiyeden mezun olmuş, Batı Anadolunun, özellikle Bursa yöresinin haritasını yapmış, Cebelilübnan, Girit ve Yemende görev yaptıktan sonra Paşalığa yükselmiştir Manastır Fırka Komutanlığına 1875 yılında getirilmiş, 1876 Osmanlı-Rus Savaşında başarılarından ötürü Müşirliğe yükselmiştir Rusların Osmanlılara yeniden savaş ilan etmeleri üzerine Vidin ve Rahovayı savunmakla görevlendirilmiş Rusların Plavneyi kuşatmasında beş ay süren büyük bir savunma yapmıştır Bu savaşta yaralanmış ve esir düşmüştür Rus Çarı IIAlexander paşaya büyük saygı göstermiş ve kılıcını almamıştır İstanbula dönüşünde Sultan II Abdülhamit (1876–1909) Gazi unvanı vermiştir Bir süre Mabeyn Müşavirliği yapmış, 5 Nisan 1900de ölmüştür Vasiyeti üzerine de Fatih Camisi haziresine gömülmüştür

Gazi Osman Paşanın türbesi Neo-Klasik üslupta, kare planlı olup üzeri tromplu bir kubbe ile örtülmüştür Yarım küre biçimindeki kubbe basık ve yuvarlak bir kasnak üzerine oturtulmuştur Kare plandan kubbeye geçiş küçülen ve köşelerde küçük, yarım kubbeciklerle tamamlanan kemerlerden oluşmuştur Giriş cephesi dışında üç cephesine birer pencere açılmıştır Giriş cephesi mukarnaslı iki sütunun taşıdığı bir kemer şeklindedir Türbe oldukça sade olup, yalnızca sandukasının çevresinde ahşap bir şebeke bulunmaktadır Bu şebeke akantus yaprakları, çiçek ve palmetlerle bezenmiştir

Türbede Gazi Osman Paşa tek başına gömülüdür

Gülbahar Hatun Türbesi (Fatih)

İstanbul Fatih ilçesinde, Fatih Camisi haziresinde, Fatih Sultan Mehmed Türbesinin güneydoğusunda bulunan Gülbahar Hatun Türbesi, Gülbahar Hatunun 1492 yılında ölümünden sonra yapılmıştır Türbe1766 yılında deprem sonucunda yıkılmıştır Sultan III Mustafa tarafından Fatih Camisinin yeniden yapımı ile birlikte bu türbe de yeniden yapılmıştır Mimarı Mehmed Tahir Ağadır

Gülbahar Hatun Fatih Sultan Mehmedin eşi ve Sultan II Bayazıdın annesidir Sulatan II Bayazıddan sonra Gevherhan Sultanı da dünyaya getirmiştir Şehzade Bayazıdın tahta çıkması ile Valide Sultan olmuş ve 1492 yılında ölmüştür

Türbe eski kalıntılarına dayanılarak aynı planda yapılmıştır Sekizgen planlı ve tek kubbeli olan türbe kesme taştandır Oldukça sade görünümlü türbeyi her kenarda altlı üstlü birer pencere aydınlatmaktadır Alt sıra pencereleri dikdörtgen söveli olup, yuvarlak kemerli alınlıklara sahiptir Üst sıra pencereler yuvarlak kemerli dışlıklara sahiptir Türbeye giriş kuzey cephede olup, düz mermer bloktan oluşan yuvarlak kemerli kapı dikdörtgen bir çerçeve içine alınmıştır Türbe Cibali yangını (1782) sırasında zarar görmüş ve Sultan I Abdülhamid tarafından onarılmış ve bu onarımı belirten kitabe giriş kapısı üzerine konulmuştur

Kitabe:
“Cennet mekân Firdevs-i aşiyan merhum ve makfurun leh
Fatih Sultan Mehmed Han tabe sera hazretlerinin
Zevce-i muhteremeleri valide-i mâcid merhum ve
Magfurun leh Sultan Bayazıd Veli Han
Merhume ve makfurun leha Gülbahar Hatun türbe-i şerifleridir 1196 (1781)

Türbenin içerisi son derece sade olup, yalnızca kubbeye XVIII yüzyıl üslubunda kalem işleri yapılmıştır

Türbe içerisinde Gülbahar Hatun dışında Gevherhan Sultan ve kim oldukları bilinmeyen iki kadına ait sanduka bulunmaktadır

Gülüştü Münire Valide Sultan Türbesi (Fatih)

İstanbul Fatih ilçesinde, Fatih Camisinin mihrap önünde bulunan bu türbenin yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır Büyük olasılıkla Sultan Abdülmecid (1839–1861) döneminin sonlarına doğru yapılmıştır

Gülüştü Münire Valide Sultan, Sultan Abdülmecidin eşi ve son Osmanlı Padişahı VI Mehmedin (Vahdeddin) (1918–1922) annesidir 1861 yılında ölmüştür

Osmanlı türbe mimarisinde ender yapılmış olan yuvarlak planlı bir yapıdır Silindirik gövdenin üzerinde dar bir kasnak üzerine oturtulmuş kubbe ile örtülmüştür Kesme köfeki taşından yapılmış olan türbenin alt sırasında dokuz, üst sırasında da on dört penceresi vardır Doğu yönünde basık kemerli giriş kapısı vardır İç mekân siyah renkte kalem işleri ile bezenmiştir Burada akantus yaprakları, vazolardan çıkan bitkisel motifler tüm duvarları kaplamıştır

Türbe içerisinde Gülüştü Münire Valide Sultandan başka V Mehmed Reşatın eşi Dürrüaden Kadın (1909), Sultan Abdülmecidin Gülüştü Valide Sultandan doğan kızları Zekiye Sultan (1856), Fatma Sultan (1857), Sultan Abdülmecidin Verdcenan Kadından doğan kızı Münire Sultan (1862), Sultan Abdülmecidin başkadını Şehime Sultan (1857), Sultan Abdülmecidin ikinci kadını Şerefnaz Hanım, Sultan Abdülmecidin İkbali Ceylanyar Hanım (1856), Sultan Abdülmecidin üçüncü ikbali Nesrin Hanımdan doğan kızı Behice Sultan (1848) gömülüdür

Habeşi Mehmet Ağa Türbesi (Fatih)

İstanbul Fatih ilçesi, Çarşambada Mehmed Ağa Camisinin haziresinde bulunan bu türbe Habeşi Mehmed Ağanın sağlığında, 1585 yılında Mimar Davud Ağa tarafından yapılmıştır

Habeşi Mehmed Ağanın yaşamı ile ilgili yeterli bir bilgi bulunmamaktadır Yalnızca 1582 yılında Babüssaade Ağası olduğu, 1598 yılında öldüğü bilinmektedir Türbesinin yanına da kendi ismini taşıyan bir cami yaptırmıştır

Türbe kesme taştan dikdörtgen planlı olup, üzeri gömme sütunlara dayanan sekiz kenarlı ahşap bir kasnak üzerindeki kubbe ile örtülmüştür Türbenin ön cephesindeki giriş kapısının iki yanında birer alt pencere, yukarda da üç tepe penceresi bulunmaktadır Girişin arkasındaki cephede ise iki sıra halinde üç pencere, yan cephelerde de yine iki sıra halinde ikişer penceresi bulunmaktadır Giriş cephesinin önündeki iki sütun türbenin önünde ilk yapıldığı dönemlerde bir revak olduğuna işaret etmektedir Ancak bu revak günümüze gelememiştir

Türbenin içerisi son derece sade olup, duvarlarda kalem işi izlerine rastlanmaktadır

Türbe içerisinde Habeşi Mehmed Ağanın sandukası dışında başka bir sanduka bulunmamaktadır

Hafsa Valide Sultan Türbesi (Fatih)

İstanbul Fatih ilçesinde, Yavuz Sultan Selim Camisinin haziresinde ve Yavuz Sultan Selim Türbesinin yanında bulunan bu türbe, Hafsa Sultanın 1534 yılında ölümünden sonra Kanuni Sultan Süleyman tarafından Mimar Acem Aliye yaptırılmıştır

Hafsa Sultan Yavuz Sultan Selimin baş kadını, Kanuni Sultan Süleymanın da annesidir Hafsa Sultan Kırım Hanı Mengi Girayın kızıdır Yavuz Sultan Selimin padişah olması üzerine oğlu Şehzade Süleyman ile Manisa Sancak Beyliğine gitmiş ve orada sekiz buçuk yıl kalmıştır Yavuz Sultan Selimin ölümünden sonra oğlu Şehzade Süleyman padişah olunca da Valide Sultan Olmuştur Hafsa Sultan 1534 yılında ölmüş ve kocası Yavuz Sultan Selimin türbesi yanına gömülmüştür Hafsa Sultanın Manisada cami, medrese, imaret, hankâh, darüşşifa, hamam ve sıbyan mektebinden meydana gelen külliyesi bulunmaktadır Bunun yanı sıra Urlada bir camisi vardır

Hafsa Sultanın türbesi sekizgen planlı, kubbeli bir yapıdır Bu türbe sonraki yıllarda hasar görmüş ve mimar Sinan tarafından onarılmıştır Giriş kapısının önünde dört sütunun taşıdığı bir revak bulunmaktadır Türbenin üzerini örten kubbe sekizgen kasnaklıdır Bu türbe 1894 depreminde tümüyle yıkılmıştır Meşrutiyetten önce yeniden yapımına başlanmışsa da tamamlanamamıştır Türbe bugün yıkık bir durumdadır Günümüzde yeni baştan onarılması gerekmektedir

Hamdullahül (Ahmedül) Ensari Türbesi (Fatih)

İstanbul Fatih ilçesi, Ayvansaray Toklu Dede Sokağında, Ebu Şeybet-ül Hudri Türbesinin arkasındadır

Hamdullahül Ensari sehabeden olup, Eyüp Sultan ile birlikte İstanbulun kuşatmasına katılmış ve surların yakınında ölmüştür Türbe Ebu Şeybet-ül Hudri Türbesi ile birlikte aynı çatı altında yapılmıştır Fatih Sultan Mehmed İstanbulun fethinden sonra bu türbeyi yaptırmıştır Günümüzdeki türbe Sultan II Mahmud (1808–1839) tarafından 1835te yapılmıştır

Moloz taştan yapılan türbe dikdörtgen planlı olup, kapı ve pencere söveleri köfeki taşındandır Türbenin giriş kapısı üzerinde Sultan II Mahmud zamanında yapılan onarımı belirten Vakanüvis Sahhaflar Şeyhizade Mehmed Esad Efendinin 1849 tarihli talik yazılı kitabesi bulunmaktadır Bu kitabeyi Yesarizade Mustafa İzzet Efendi yazmıştır

Kitabe:
“Her tarafta Han Mahûd-u kerâmet pişenin
Nev-benev âsâr-ı hayr-etvân olmakta bedid
İşte ezcümle bu Ensâr-i Gazi Türbesin
Eyledi ihyâda bezl-i himmeti Tahsin Resid
Himmete şayestedir hem sâhibi ol türbenin
Bâ alemdâr-ı Nebi gelmişti her kavl-i sedid
Hayr-ü nesre tâ ebed ol dâver-i dadevan
Mazhar itsûn ömr-ü şevketle Hüdâvend-i Mevid
Yazdı tarihe mücevher harf ile vakanüvis
Oldu Hamdukkah Gazi merkadi el-hak cedîd sene 1251 (1835)

Türbe içerisindeki Hamdullahül Ensariye ait mezar taşını sülüs yazı ile Mimar Acem Tekkesi Şeyhlerinden Seyyid İsmail Efendi yazmıştır Türbe içerisinde Hamdullahül Ensari tek başına gömülüdür

Hekimoğlu Ali Paşa Türbesi (Fatih)

İstanbul ili Fatih ilçesi, Cerrehpaşada Hekimoğlu Ali Paşa Külliyesinin bir bölümünü oluşturan türbe Mimar Mustafa Ağa ve yardımcısı Simon Kalfa tarafından 1732–1734 yılında yapılmıştır

Hekimoğlu Ali Paşa, Sultan I Mahmud (1730–1754) ve Sultan III Osman (1754–1757) zamanında sadrazamlık yapmış ve bu göreve üç kez getirilmiştir Hekimbaşı Venedikli Nuh Efendinin oğlu olup, Sultan III Ahmet (1703–1730) zamanında saraya alınmıştır Beylerbeyi, Adana Valisi, Halep Valisi, Anadolu Beylerbeyi, Şark Serdarlığı ve Tebriz Muhafızı olmuştur Bunu Diyarbakır valiliği, ikinci kez serdarlığı ve Bosna valiliği izlemiştir

Hekimoğlu Ali Paşa Türbesi kesme taş ve mermerden dikdörtgen planlı olup, üzeri iki kubbe ile örtülmüştür Türbenin kuzey cephesi yarısına yakınına kadar mermerle kaplanmıştır Bu cephede dört pencere ve bir de çeşme bulunmaktadır Türbenin avlu cephesinde ne zaman yapıldığı kesinlik kazanamayan bir revak bulunmaktadır Türbe girişi oldukça sade olup, üzerine celi yazı ile kitabesi yazılmıştır

Kitabe:
“Türbe-i Gazi Ali Paşaya eyle yadigâr
Ruh-i pâkin şâd edib eyle kuşadel-Fatiha
Türbe-i Abdal Yakup ile Şeyh İbrahime
Gel rıza ile dua eyle oku bir Fatiha

Türbenin içerisi sıvalı olup, içerisinde bezemesi bulunmamaktadır Yalnızca trompların altına rastlayan mukarnas konsollara celi yazı ile Hüseyin Kutlunun yazmış olduğu Allah, Muhammed, Ebubekir, Ömer, Osman, Ali, Hasan ve Hüseyin isimleri madalyonlar içerisindedir

Türbede on dört sanduka bulunmaktadır Bunların Hekim Ali Paşanın ailesine ait olduğu sanılmaktadır Türbenin batısındaki kubbe altında Şeyh Abdal ve ondan sonra gelen Şeyh İbrahim, Şeyh Hasan, Aşkî Dede ve Şeyh Rıza ile kimliği bilinmeyen şeyhler gömülüdür Türbe dışında girişin iki yanındaki sofalarda da Hekimoğlu Ali Paşanın oğlu ve damadının mezarları bulunmaktadır

Türbe bugünkü görünümünü Vakıflar Genel Müdürlüğünün 1986 yılında yaptığı onarım sonrasında almıştır

Hüsrev Paşa Türbesi (Fatih)

İstanbul Fatih ilçesi, Hoca Üveyz Mahallesi, Hüsrev Paşa Sokağında, Bali Paşa Camisinin karşısında bulunan bu türbeyi Mimar Sinan 1545 yılında yaptırmıştır

Hüsrev Paşa, Kanuni Sultan Süleyman (1520–1566) devri vezirlerinden olup, Sokollu ailesine mensuptur Osmanlı sarayında Enderundan yetişmiş, Silahtar, Yeniçeri Ağası ve Mısır valiliklerinde bulunduktan sonra vezirliğe yükselmiş, azledilmesinden sonra evine kapanmış 1545 yılında ölmüştür Türbesi mezarının üzerine yapılmıştır

Türbe Mimar Sinanın en güzel eserleri arasında olup, her cephesi Osmanlı motifleri ile işlenmiştir Yontma kesme taştan sekizgen planlı türbenin köşeleri yarım sütunlarla yumuşatılmıştır Türbeyi örten kubbe geometrik zeminli, palmetli bir kasnak üzerine oturtulmuştur Kubbe kasnağından kubbeye geçiş bir sıra mukarnas, sekizgenden on altıya geçiş ise üç sıra mukarnasla sağlanmıştır

Giriş kapısı dışındaki bütün cephelere altlı üstlü pencereler açılmıştır Bunlardan alt sıradakiler dikdörtgen söveli, üst sıradaki pencereler ise sivri kemerlidir Giriş kapısının önünde daha önceden var olduğu kaynaklardan öğrenilen revak günümüze gelememiştir Giriş kapısı kırmızı beyaz kilit taşlarından yapılmış yayvan kemerlidir Bu kemer ile daha üstteki Bursa kemeri arasına sülüs yazı ile yer yer Rumilerle süslü kitabesi yazılmıştır

Kitabe:
“Türbe-i Hüsrev Paşa Rahmetullahi aleyh/Hak kıyametle inayet eylesin
Mustafa ona şefaat eylesin/İşitenler dediler tarihini
Daim Allah ona rahmet eylesin/Sene 952 (1545)

Bu kitabenin üzerinde tek satır halinde” Mezar-ı Hüsrev Paşa, rahmetuilahi aleyh” yazılıdır Türbenin içerisi oldukça sade olup, Paşanın sandukasının mermer şebeke ile kaplı olduğu günümüze gelen izlerden anlaşılmaktadır Kubbenin ortasında kalem işi bir madalyon bulunmaktadır

Türbe içerisinde Hüsrev Paşa, İlyas Reis ve Hızır Reis gömülüdür İç kısımdaki sandukalar bir yangın sonucu yanmıştır Türbe İstanbul Türbeler Müdürlüğünün yönetiminde olup, ziyarete kapalıdır

Nişancı Mehmet Paşa Türbesi (Fatih)

İstanbul Fatih ilçesi, Atikalide Müstakimzade Sokağında bulunan bu türbe Nişancı Mehmet Paşa Camisi ile birlikte Mimar Sinan tarafından 1587 yılında yapılmıştır Türbe caminin avlu duvarına bitişiktir

Nişancı Mehmet Paşa Sultan III Murad (1574–1595) dönemi vezirlerinden olup, Teskirecilik, Reisülküttablık ve Nişancılık görevi yapmıştır Kubbe-i Nişin dördüncü vezirliğine 1580 yılında getirilmiş, bu görevde iken 1594te ölmüştür

Türbe Klasik Osmanlı üslubunda, kesme taştan sekizgen planlı olarak yapılmıştır Üzeri kasnaksız bir kubbe ile örtülüdür Türbenin kuzeybatı kenarı caminin avlu kapılarından biri ile birleştirilmiştir Bu nedenle ortaya çıkan uyumsuzluk, kapının iki yanına yerleştirilmiş mukarnaslı birer niş ile giderilmiştir Türbenin doğusunda dört sütunlu ön kısma üç, yanlara da birer sivri kemerle açılan revak kısmı bulunmaktadır Dört sütuna oturan revak sivri kemerli olup, revak kemerleri arasında farklı genişlikler vardır Orta bölüm palmet şeklinde kesilmiş, renkli taşlarla örülmüş kapı için düzenlenmiştir İki yanına mukarnaslı nişler yerleştirilmiştir Türbenin kapısı üzerinde üç sütun halinde dört satırlık on iki mısralık kitabesi bulunmaktadır

Kitabe:
“İntikâl eyledi merhûm Mehmed Paşa
Sahib-i nâm ve nişan pir aziz—i vüzerâ
Gün gibi hane-i nüzûl etdi vücûd-u pakî
Nâm-ı nâmisîyle oldu müşerrif-i dünya
Şimdiden sonra yeridir çıkılûb ellerden
Karalır kinin bugusiyle bu kulse-i tuğrâ
Sıhhatinde yapûben Camiini türbesini
Ehl-i imândan ider ruhî temenna-i duâ
Ruz-i şerbese idiaşr-i âhir ramazan
İrtihal etdi cihandan o aziz-i şühedâ
Kudsiyan fevti Sai işidup tarihin
Dediler vasil-i Hak oldu Nişanî Paşa

Külliyenin hazireye girişteki cümle kapısı üzerinde de üçer satırlık kartuşlar içerisinde türbenin asıl kitabesi bulunmaktadır

Kitabe:
“Min ari üstüne geldikçe ihvan
Göstereceg nam-ihan ile yeksân
Edüb, şevkat içüb dest-i duayı
Diyeler ona rahmet ede rahman
Sonların haminin halim eğrine derler, kim neyler

Bu kitabenin sağında;
“Merhûm ve Mağfur
Sahibül hayratın
Nazm-ı şerifeleridir

Bu kitabenin solunda ise;
“Ruhuiçün Fâtiha
Okuyanların akıbeti
Hayr ola Tuvufiye
Sene 1001 (1592–1593)

Türbe iki sıra halinde pencerelerle aydınlatılmıştır Bunlardan dikdörtgen mermer söveli alt sıra pencereler kaş kemerlidir Üst kat pencereler ise petek şebekelidir Türbenin içerisi oldukça sadedir Bununla beraber sıva altındaki izlerden ilk yapıldığı dönemde kalem işleri ile bezeli olduğu anlaşılmaktadır Kubbenin içerisine de madalyonlu XVI yüzyıl özelliklerini taşıyan kalem işi yapılmıştır

Türbede Nişancı Mehmet Paşanın ahşap sandukası bulunmaktadır Bunun dışında başka bir mezar bulunmamaktadır Türbe İstanbul Türbeler Müdürlüğünün yönetimindedir

Nakşıdil Valide Sultan Türbesi (Fatih)

İstanbul ili Fatih ilçesinde, Fatih Camisinin mihraba yönelik avlusunda yer alan bu türbeyi Nakşidil Valide Sultan sağlığında, 1817 yılında yaptırmıştır

Nakşidil Valide Sultan IAbdülhamidin (1774–1789) hanımlarından olup, Sultan II Mahmudun (1808–1839) annesidir Aslen Fransız olan Nakşıdil Valide Sultan Sultan II Mahmudun padişah olması ile Valide Sultan olmuştur 1817 yılında tüberkülozdan ölmüştür Nakşıdil Valide Sultan İstanbulun çeşitli yerlerinde çeşme ve sebiller yaptırmıştır

Nakşıdil Valide Sultan Türbesi barok üslupta, on altıgen planlıdır Türbenin ön cephesi mermer kaplı olup, burada kompozit başlıklı sütunçeler, üst katta plastırlar ile kaplıdır Cephelerde bu simetrik bölünmeler iki sıra halindeki dalgalı silmelerle kesilmiş ve böylece tüm cephe boyunca bir hareketlilik sağlanmıştır Türbenin cephesinde alt katta basık kemerli dikdörtgen pencereler, ikinci katta da oval pencereler yer almaktadır Ayrıca bu cephe görünümü akantus yaprakları, çeşitli fiyonklar ile tam bir barok üslubunu yansıtmaktadır Üzeri yüksek kasnaklı kubbe ile örtülü olup, kasnak plasterler ve çatı kulecikleri ile sona ermektedir Türbenin doğu cephesinde üç gözlü, kubbeli giriş revakı bulunmaktadır Bu revakın sütunları mermerden ve İon başlıklıdır Dış cephesi devrinin üslubunu yansıtan kabartmalarla süslenmiştir Türbe kapısı üzerinde Hattat Mustafa Rakımın celi-sülüs yazı ile mermer siyah zemine altın varakla kabartma olarak Zümer suresinin 53 ayeti yazılmıştır Bunun yanı sıra iç kapı üzerine de Hattat Mustafa Rakım tarafından Al-i İmran suresinin 133 ayeti yazılmıştır

Nakşıdil Valide Sultan Türbesinin içerisi XIX yüzyıl kalem işleri ile bezenmiştir Kubbe kasnağına İnsan suresini kapsayan yazı frizi yine Hattat Mustafa Rakım Efendi tarafından yazılmıştır Türbe içerisindeki sultanın sandukası sedef kakmalı şebekelerle çevrilmiştir Sandukanın ön yüzüne güneş armalı, İstanbul işi bir çerçeve içerisine de bir mersiye yazılmıştır

Türbede Nakşıdil Valide Sultandan başka on dört sanduka daha bulunmaktadır Bunlar Sultan II Mahmudu Yeniçeri isyanından kurtaran Cevri Kalfa, Sultan II Mahmudun Müşiya Kadından dünyaya gelen kızı Mihrimah Sultan (1838), Sultan II Mahmudun çiçek hastalığından ölen kızları Münire Sultan (1824), Fatma Sultan (1824), Sultan II Mahmudun çiçek hastalığından ölen oğlu Şehzade Abdülhamid (1824), Şehzade Nizameddin (1837), Sultan II Mahmudun ikbali Zeyni Felek Hanım (1842), Sultan II Mahmudun yedinci kadını Misli Nayab Kadın Efendi, Sultan II Mahmudun hanımı ve Adile Sultanın annesi Zernigâr Kadın 1832, Sultan II Mahmudun kızı Hayriye Sultan (1832), Kamerfer Kadın ve Ebufettan Hanıma aittir

Pertevniyal Valide Sultan Türbesi (Fatih)

İstanbul ili Fatih ilçesi, Aksarayda Guraba Hüseyin Ağa Mahallesinde Pertevniyal Valide Sultan Camisinin haziresinde bulunan bu türbe, 1871 yılında yaptırılmıştır İlk yapımında caminin kıble avlusunda yer alan türbe 1926–1929 yıllarında tramvay yolunun genişletilmesi sırasında geri çekilmiştir Aksaray Meydanının H Prost planına göre düzenlenmesi sırasında bir kez daha geri alınan türbe daha sonra Vatan Caddesinin açılışı ve Aksaray Meydanının yeniden düzenlenmesi sırasında 1958 yılında yıkılmıştır Türbenin parçaları Lalelideki Sultan III Selim Türbesinin haziresine taşınmıştır Pertevniyal Valide Sultanın naşı ise bir süre Topkapı Sarayı Müzesi Silahtar Dairesinde korunmuş, 1967de Sultan II Mahmut Türbesinde padişahın sandukası altına gömülmüştür Bunun ardından türbenin mimari parçalarından kısmen yararlanılarak Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından avluya alınarak yeniden yapılmış, sultanın naşı da türbesine nakledilmiştir

Pertevniyal Valide Sultan, Sultan II Mahmudun (1808–1839) hanımı ve Sultan Abdülazizin (1861–1876) annesidir Sultan Abdülazizin 1861de tahta çıkması ile Valide Sultan olmuştur Sultan Abdülazizin tahttan indirilmesi üzerine inzivaya çekilmiştir Bundan sonra birçok kişiyi yetiştirmiş ve 1883 yılında ölmüş ve yaptırmış olduğu türbesine gömülmüştür İstanbulda Valide Sultan Camisinin yanı sıra çeşitli eserler yaptırmıştır Ayrıca Konyadaki Aziziye Camisini de yaptırmıştır

Pertevniyal Valide Sultan Türbesi Neo-Klasik ve Ampir üslubunda, yüksek bir platform üzerine yapılmıştır Türbenin dış kapısı üzerine mermer kabartma tekniğinde celi-sülüs yazı ile Yasin suresinin 58 ayeti, iç kapısının üzerine de yine aynı teknikte Yusuf suresinin 64 ayeti yazılmıştır Türbe kesme köfeki taşından dikdörtgen planlı olup, orta bölüm ve buraya bakan dört ayrı küçük mekândan meydana gelmiştir Üzeri kubbe ile örtülüdür Kubbe eteğine de celi-sülüs yazı ile Bakara suresinin 255 ve Haşr suresinin 21-24 ayetleri yazılmıştır

Türbe içerisinde Pertevniyal Valide Sultandan başka torunu Yusuf İzeddin Efendinin oğlu Sadedin Efendi (1884), gelini ve Yusuf İzeddin Efendinin eşi Cesm-i Ahu Hatun (1911) ve gelininin annesi Mestare Hanım gömülüdür

Mustafa Rakım Efendi Türbesi (Fatih)

İstanbul Fatih ilçesi, Karagümrük Atik Ali Caddesinde, Atik Ali Camisinin karşısında bulunan bu türbenin, yanındaki medrese ile birlikte 1826 yılında yapıldığı sanılmaktadır

Hattat Mustafa Rakım, Türk hat sanatının en ünlü kişilerindendir Ünyede 1757 yılında dünyaya gelmiş, kardeşi Hattat İsmail Zühtü Efendi ile birlikte küçük yaşta İstanbula gelerek bir yandan medrese tahsilini sürdürmüş, diğer yandan da hat sanatını öğrenmişlerdir Derviş Ali Efendiden 12 yaşında icazet almıştır Devrin önde gelen kişilerinin çocuklarına ders vermiş ve aynı zamanda da resim yapmıştır Sultan III Selimin (1789–1807) tahta çıkışında bir resmini yapmış ve kendisine takdim etmiştir Padişah bu resmi çok beğenmiş ve ona Müderrislik payesi vermiştir Bundan sonra sarayla bağlantı kuran Rakım Efendi Şehzade Mahmudun (1808–1839) yazı hocası olmuş ve onun öğrencisi olan Sultan, hattat padişahlar arasında ün yapmıştır

Mustafa Rakım Efendi Molla unvanı ile İzmir (1809), Edirne (1814), Mekke (1816) ve İstanbul (1818) kadılıklarına getirilmiş ve 1823 yılında da Anadolu Kazaskeri olmuştur 26 Mart 1826 yılında İstanbulda ölmüştür

Mustafa Rakım Efendinin İstanbulun çeşitli camilerinde, mezar taşlarında kitabeleri bulunmaktadır Ayrıca çok sayıdaki levhaları, hilyeleri ve Kuranları bulunmaktadır Bugün bunların bir kısmı Türk ve İslâm Eserleri Müzesi ile Topkapı Sarayı Müzesinde ve özel koleksiyonlarda bulunmaktadır

Hattat Mustafa Rakım Efendinin Türbesi kesme taştan yapılmış olup, avlu cephesindeki duvarlar bir sıra taş, iki sıra tuğladan örülmüştür Caddeye bakan duvarlar ise kesme taştandır Türbenin üzeri doğrudan doğruya duvarlar üzerine oturan kubbe ile örtülüdür Türbenin kuzeydoğu köşesine celi-sülüs yazı ile yazılmış mermer bir kitabe yerleştirilmiştir

Kitabe:
“Sabıka sadr-ı Anadolu ve hazin-i kelâmür-rabbâni Hattat Mustafa Rakım Efendi ruhiçün Fatihâ 1241 (1826) Ketebehu Mustafa Rakım

Bu kitabenin Hatat Rakım tarafından yazıldığı sanılıyorsa da bu konuda bazı iddialar bulunmaktadır Ölümünden sonra öğrencisi Haşim Efendi tarafından veya ölmeden önce kendisi tarafından yazıldığı konusu çelişkilidir Türbenin cadde üzerindeki üç penceresi üzerinde de bir başka kitabe daha bulunmaktadır

Türbenin içerisi son derece sade olup, Hattat Mustafa Rakım Efendi ile öğrencisi Haşim Efendinin (1845) sandukaları bulunmaktadır

Şehzadeler Türbesi (Fatih)

İstanbul ili Fatih ilçesi, Çarşamba semtinde Yavuz Sultan Selim Camisi avlusunda bulunan bu türbe, Kanuni Sultan Süleymanın (1520–1566) emri üzerine Mimar Acem Ali tarafından 1522–1523 yılında yapılmıştır Türbede Kanuni Sultan Süleymanın şehzadeleri gömülüdür

Türbe Klasik Osmanlı türbe mimarisi üslubunda olup, kesme taştan sekizgen planlıdır Üzeri yuvarlak bir kasnak üzerine oturtulmuş kubbe ile örtülüdür Türbeye önünde revak bulunan batı yönündeki bir kapıdan girilmektedir Bu kapının iki yanına renkli sır tekniği ile yapılmış altıgen çiniler yerleştirilmiştir Bu çiniler lacivert zemin üzerine sarı, beyaz, yeşil ve firuze renklerden yapılmıştır Türbenin girişi dışındaki duvarları altlı üstlü ikişer pencere ile hareketlendirilmiştir Türbe içerisindeki bezemesi oldukça sadedir Yalnızca kubbe ve kubbeye geçişi sağlayan kasnak üzerinde kalem işi süslemeler görülmektedir Kubbenin dış kasnağında celi-sülüs yazı ile bir yazı kuşağına yer verilmiştir Burada Besmele, Ayetel Kürsi, Zümer suresinin 74 ayeti ile Yusuf suresinin 92 ayeti yazılıdır

Türbe içerisinde Kanuni Sultan Süleymanın oğulları Şehzade Murad (1521), Şehzade Mahmud (1521), Şehzade Abdullah (1526), Yavuz Sultan Selimin kızı, İskender Paşanın eşi Hafsa Sultan (1538), Vezir Makdul İbrahim Paşanın eşi Hatice Sultanın (1553) sandukaları bulunmaktadır

Sancaktar Hayreddin Paşa Türbesi (Fatih)

İstanbul Fatih ilçesi, Kocamustafapaşa semtinde, Sancaktar Hayreddin Camisinin avlusunda yer alan bu türbenin yapım tarihi ile ilgili yeterli bilgi bulunmamaktadır Sancaktar Hayrettin Paşa kendi ismi ile tanınan medrese, cami ve türbesini yaptırmıştır Günümüze gelemeyen bu türbenin erken dönemde yapılmış bir Bizans yapısı olduğu da iddia edilmiştir Bu alan yanmış ve günümüze yalnızca Sancaktar Hayreddin Paşa ve dergâh şeyhlerine ait mezarlar gelebilmiştir

Sancaktar Hayreddinin Fatih Sultan Mehmed (1451–1481) devri alemdarlarından olduğu bilinmektedir

Nureddin Cerrahi Türbesi (Fatih)

İstanbul ili Fatih ilçesi, Derviş Ali Mahallesinde bulunan bu türbenin yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır Cerrahi dergâhının şeyhlerinden İbrahim Fahreddin Efendi 1921 yılında türbeyi onarmış, daha sonra ahşap olan duvarlar 1945te betonarmeye dönüştürülmüştür

Nureddin Cerrahi Halveti Tarikatının Ramazaniye bölümünden olan Cerrahiye koluna mensuptur Asıl ismi Muhammed Bin Abdullah olup, 1671 yılında İstanbulda Cerrahpaşada dünyaya gelmiştir Aile seceresi Ebu Ubeyde bin Cerraha ulaştığı için de Cerrahi ismi kendisine yakıştırılmıştır 1720 yılında ölmüş ve vasiyeti uyarınca da dergâhında annesinin ayakucuna gömülmüştür Nureddin Cerrahi ile ilgili birçok menkıbe ve öykü bulunmaktadır Ayrıca Mürşid-i Dervişanı Risalesi, Nutk-u Şerif, Nasihat-Ali isimli eserleri ile ilahileri bulunmaktadır

Nureddin Cerrahinin türbesi İstanbulun en büyük evliya türbelerinden olup, tevhidhane ile türbe aynı yapı içerisindedir Ortak bir çatı ile üzeri örtülmüştür Tevhidhane-türbe 1850x1400x1600 m ölçüsünde yamuk bir alanda yapılmıştır Daha sonra bu yapıya küçük türbe, cennet oda gibi bölümler eklenmiştir Yapının doğu kesimindeki 1600x750 mlik bölüm tevhidhaneye, batı kısmındaki 1850x650 mlik bölüm de türbeye ayrılmıştır Her iki bölüm birbirlerinden dikmelerle ayrılmıştır

Türbe içerisinde 44 kişi gömülüdür Bunların başında Nureddin Cerrahinin yanı sıra Şeyh Seyyid Süleyman Veliyüddin Efendi, Şeyh Muhammed Hüsameddin Efendi, Seyyid Abdüşşekür Efendi, Şeyh Seyyid Abdülaziz Zihni Efendi, Şeyh Galibin torunu Nemika Hanım ve diğer şeyhler ile müritler gelmektedir

Oğlanlar (Olanlar) Türbesi (Fatih)

İstanbul ili Fatih ilçesi, Murat Paşa Mahallesinde, Murat Paşa Camisinin avlusunda bulunan bu türbe, Sultan Abdülaziz (1861–1876) tarafından 1871 yılında yaptırılmıştır Oğlanlar Dergâhının ilk banisi olan Yakub Ağanın ölümünden sonra Oğlanlar Tekkesi XIV yüzyılın başlarında yapılmıştır

Bu türbe ve yanındaki sebil Aksaray Çakır Ağa Mahallesinde bulunuyordu Millet Caddesi açılırken dergâh yıkılmış, türbe ve sebil kısmı da Murat Paşa Camisinin avlusuna getirilmiştir

Oğlanlar Şeyhi lakabı ile tanınan İbrahim Efendi İstanbulda Hakikizade Osman Efendiden Halveti hilafeti almış, daha sonra dönemin tanınmış mutasavvıflarından Aziz Mahmut Hüdai Efendi ve Abdülahad Nuri Efendiden ders görmüş 1656 yılında İstanbulda ölmüş ve dergâhının yanına gömülmüştür

Türbe ve ona bitişik olan sebil tek bir mekân içerisindedir Sebilin pencereleri aynı zamanda hacet (ziyaret) penceresi niteliğindedir Türbe ve sebilin caddeye yönelik ikisi dar, ikisi geniş olmak üzere dört penceresi vardır Bu pencerelerin aralarına yuvarlak madalyonlar içerisinde Kadiri sembolü olan Kadiri gülleri ve beş kollu yıldızlar yerleştirilmiştir

Türbe içerisinde Şeyh İbrahim Efendi, Yakub Ağa ve kim oldukları bilinmeyen dört kişiye ait altı adet sanduka bulunmaktadır

Ramazan Efendi Türbesi (Fatih)

İstanbul ili Fatih ilçesi, Kocamustafapaşa Arabacı Beyazıt Mahallesi, Ramazan Efendi Sokağında, Ramazan Efendi Camisi içerisinde bulunan türbe, cami ile birlikte, Bezirgân Hacı Hüsrev Çelebi tarafından Mimar Sinana 1506da yaptırılmıştır

Ramazan Mahfi Efendi, Halveti Tarikatının kollarından Ramazaniye şubesinin kurucusudur Ramazan-uddin Mahfi ismi ile tanınmış, 1542 yılında Afyonda dünyaya gelmiştir Şeriat ve tarikat alanında devrinin ünlü ilim adamlarından ders almış ve sonra da onlara katılmıştır Şeyh Muhiddin Mehmed Çelebi Karahisarinin hizmetinde bulunmuş ve Onun tarafından tarikat hırkası giydirilmiştir 1585 yılında İstanbula gelerek Kocamustafapaşa semtinde Bezestani Hoca Hüsrev Çelebi tarafından kendisi için yaptırılan cami ile dergâhta ders vermiştir Birçok öğrenci yetiştirmiş, kerametleri ile tanınmıştır Özellikle rüya tabirlerinde bilgisi bulunuyordu 1616 yılında ölmüş ve dergâhının türbesine gömülmüştür

Türbe 900x850 m ölçüsünde yamuk dikdörtgen planlı olup, yarım altıgen bir çıkma ile genişletilmiştir Moloz taş ve tuğla duvarlı türbenin üzeri ahşap bir çatı ile örtülmüştür Güneybatı ve kuzeydoğu köşesinde iki giriş kapısı, diğer yönlerinde de birer penceresi bulunmaktadır Ramazan Efendinin sandukasının bulunduğu çıkmanın yüzlerine de yuvarlak pencereler açılmıştır Sandukanın bulunduğu bölüm kubbe altına rastlamaktadır Sandukanın etrafı demir parmaklıklarla çevrilmiştir Türbe içerisinde herhangi bir bezeme bulunmamaktadır

Türbede Ramazan Efendi ile birlikte kim oldukları bilinmeyen biri kadın yedi erkek gömülüdür Türbe, İstanbul Türbeler Müdürlüğünün yönetimindedir

Şeyh Velayet Türbesi (Fatih)

İstanbul ili Fatih ilçesi, Karagümrük, Haydar Mahallesi, Şair Balcı Sokağında bulunan bu türbenin yapım tarihi bilinmemektedir Yapı üslubundan XVI yüzyılın sonlarına doğru yapıldığı sanılmaktadır Yanında Âşık Paşazade Türbesi bulunmaktadır

Şeyh Velayet Peygamberin soyundan gelmiş olup, gerçek ismi Seyyid Velayet bin Seyyid İshakdır Bursada dünyaya gelmiş devrin ünlü âlimlerinden aklî ve nakli ilimler öğrenmiş, Molla Güraniden de hadis dersleri almıştır Şeyh Ahmedden feyz almış ve tasavvuf yolunda ilerledikten sonra birçok öğrenci yetiştirmiş ve 1522 yılında İstanbulda ölmüştür

Türbe Klasik Osmanlı mimarisi üslubunda, köfeki taşından kare planlı olup, üzeri kubbe ile örtülüdür Türbe altlı ve üstlü iki sıra pencere ile aydınlatılmıştır İç kısmında bezemeye rastlanmamaktadır

Türbe içerisinde Seyyid Velayet Efendiden başka eşi, oğlu, halefi Derviş Muhammed ve dergâh şeyhleri olan on bir kişi gömülüdür

Sümbül Efendi Türbesi (Fatih)

İstanbul Fatih ilçesi, Kocamustafapaşada Kocamustafapaşa Camisinin avlusunda bulunan bu türbe 1529 yılında yaptırılmıştır

Sümbül Sinan Efendi Halveti tarikatının Cemali koluna bağlı Sümbüliye şubesinin kurucusudur Gerçek ismi Yusuf olup, Zeynüddin unvanı ile tanınmaktadır Halk Ona Sümbül Efendi ismini yakıştırmıştır Sümbül Efendi Merzifonda 1451 yılında doğmuş, İstanbula gelerek medrese eğitimi almıştır Daha sonra Halveti Tarikatına girmiş, Mısıra gitmiştir Dergâh şeyhi Mehmed Cemaleddin Efendinin ölümü üzerine ve Onun vasiyeti ile İstanbula gelerek 1494 yılında tekkenin başına geçmiştir Birçok mürit yetiştirmiştir Merkez Efendi de Onun yetiştirdiği halifelerden birisidir

Sümbül Efendi birçok camide vaaz vermiş, Yavuz Sultan Selimin yaptırdığı Yavuz Sultan Selim Camisinde 1523te ilk vaazı vermiştir Sümbül Efendi 78 yaşında, 1529 yılında ölmüş ve dergâhının haziresine gömülüp, üzerine türbesi yapılmıştır

Türbe bugünkü görünümünü Sultan II Mahmud (1808–1839) zamanında yapılan onarım ve Serasker Mehmed Rıza Paşanın 1920 yılından önce yaptırdığı restorasyon ile almıştır İlk yapıldığı zaman sekizgen planlı olan türbe, bugün yuvarlak planlı ve üzeri kubbelidir Türbenin güneyine yamuk planlı bir giriş bölümü eklenmiş, bu bölüme Sümbül Efendi ile Serasker Rıza Paşanın mezarlarının bulunduğu bölümün kapıları açılmıştır Ayrıca burada Hattat Ömer Efendinin mezarı ile bir de kuyu bulunmaktadır

Sümbül Efendi Türbesinin dört kenarında şadırvan avlusuna açılan demir şebekeli birer penceresi bulunmaktadır Bunların üzerine de oval tepe pencereleri yerleştirilmiştir Tepe pencereleri alçıdan sümbül demetleri ile çevrelenmiştir Türbenin üzeri ahşap bir kubbe ile örtülmüştür Kubbe eteğindeki kurşun kaplı saçak türbenin giriş bölümüne dalgalanarak hareket kazandırmıştır Türbenin içerisi oldukça sadedir Sümbül Efendi Türbesinin girişindeki Serasker Rıza Paşanın türbesini torunları yaptırmıştır

Sümbül Efendi Türbesi İstanbul Türbeler Müdürlüğünün yönetiminde olup, ziyarete açıktır

Safiye Sultan (Rahime Hatun) Türbesi (Fatih)

İstanbul Fatih ilçesi, Kocamustafapaşa Semtinde, Sümbül Efendi Camisinin avlusunda bulunan türbenin yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır Türbenin kitbaesi de olmadığından kime ait olduğu da kesinlik kazanamamıştır Bazılarına göre Koca Mustafa Paşanın kızı Safiye Sultanın, bazılarına göre de Sümbül Sinanın eşi Safiye Sultana aittir Ayvansarayi Hafız Hüseyin Efendinin Hadikatül Cevâmi isimli eserinde türbenin Koca Mustafa Paşanın kızı Safiye Sultana ait olduğu yazılıdır Halk arasındaki söylentiye göre de türbede Rahime Hatun isimli bir kişi gömülüdür

Türbe Sümbül Efendi Camisinin yanında önünde revak bulunan sekizgen planlı kubbeli bir yapıdır Klasik Osmanlı mimari üslubunda, kesme taştan yapılmıştır Her cephesine altlı üstlü ikişer pencere açılmıştır Alt sıra pencerelerin üzerlerinde Bursa kemeri şeklinde hafifletme kemerlerine yer verilmiştir Türbe son derece sade olup, herhangi bir bezemesi bulunmamaktadır

Şeyh Emir Ahmet Buhari Türbesi (Fatih)

İstanbul ili Fatih ilçesi, Hoca Üveys Mahallesi, Emir Buhari Sokakta, Emir Buhari Camisinin avlusunda bulunan bu türbe, yanındaki tekke ile birlikte Sultan II Bayazıd (1481–1512) tarafından yaptırılmıştır Türbenin yapım tarihi kesin değildir Darüssaade Ağası Cevher Ağa 1779da türbeyi onartmıştır Bunu belirten kitabe de türbe kapısı üzerine konulmuştur

Şeyh Emir Ahmed Buhari, Buharada dünyaya gelmiş, Fatih Sultan Mehmet (1444–1446/1451–1481) devrindeki ilk Nakşibendî şeyhi Simavlı Molla Abdullah İlahiden ders almıştır Fatih Külliyesi yakınında bir mescit ve dergâh yaptırmış ve burada ders vermiştir Ayvansaray ve Edirnekapıda Nakşibendî dergâhları açmıştır Sultan II Bayazıd ile zaman zaman dini sohbetler yapmıştır Onunla ilgili birçok menkıbe bulunmaktadır

Türbe kare planlı, kesme taştan yapılmıştır Üzeri tek kubbe ile örtülüdür Türbe içerisinde hiçbir bezeme unsuru bulunmamaktadır

Türbede Şeyh Ahmed Buharinin sandukası bulunmakta olup, avlusunda Nakşibendî şeyhlerine ait mezar taşları vardır

Ebu Eyyub El Ensari Türbesi (Eyüp)



İstanbul Eyüp ilçesinde Eyüp Camisinin avlusunda bulunan bu türbe Fatih Sultan Mehmet (1441–1446/1451–1481) döneminde Eyüp Sultan Külliyesi ile birlikte yaptırılmıştır Eyüp Sultan Türbesi kuruluşundan günümüze kadar Müslümanların en çok rağbet ettiği, doğum, sünnet, evlenme, ölüm nedeni ile ziyaret ettikleri, çeşitli adaklar adadıkları bir ziyaretgâh konumundadır Osmanlı hükümdarları da taklid-i seyf (kılıç kuşanma) törenlerini Eyüp Sultan Türbesinde yapmışlardır Bundan ötürü de türbe Osmanlı döneminde bir bakıma devlet protokolü içerisinde yer almıştır Bu nedenle de padişahların, hanedan ve saray mensuplarının, devlet ricalinin, ulemanın, tarikat mensuplarının ilgi odağı haline gelmiş, çevresinde Ona yakın olmak arzusu ile diğer türbeler ile mezarlıklar gelişmiştir

Eyüp Sultan Külliyesi ile birlikte türbe de çeşitli dönemlerde onarılmış ve onunla ilgili ek binalar ile vakıflar yapılmıştır

Ebu Eyyub El Ensari Osmanlı döneminde Hazreti Halid, günümüzde de Eyyup Sultan olarak tanınan sahabeden Halid bin Zeyd Ebu Eyüp El Ensari Hazreti Muhammedi Mekkeden Medineye hicret ettiği sırada evinde ağırlamış, bunun için de Mihmandar-ı Resulullah sıfatı ona verilmişti Emevilerin 668de İstanbulu kuşatması sırasında surların yakınında ölmüştür Mezarının İstanbulun fethinden sonra Bayrami tarikatının şeyhi Akşemseddin tarafından bulunduğu rivayet edilmektedir Bunun üzerine de Fatih Sultan Mehmed mezarın üzerine türbesini yaptırmıştır

Osmanlı mimarisinde özgün tasarımını günümüze kadar koruyan bu türbe şehrin en eski tarihli Osmanlı mezar anıtıdır Kesme köfeki taş duvarlı türbe, sekizgen planlı olup üzeri kubbe ile örtülmüştür İlk yapıldığı dönemde Kıble yönüne açılan kapısının önünde kubbeli küçük bir revak olduğu sanılmaktadır Türbenin güney, güneybatı ve güneydoğu kenarları Sultan IAhmedin (1603–1617) yaptırmış olduğu ziyaret bölümünün içerisinde kalmıştır Bu bölümle ilgili arka taraftaki hazireye yönelik diğer beş cephesinde ilk yapıya ait özgün tasarımlar görülmektedir Bu cephelerde birbirleri ile ahenkli mimari oranlar ve sadelikler dikkati çekmektedir Silmelerle çerçevelenmiş olan cephelerin düşey eksenlerine ikişer pencere yerleştirilmiştir Tuğla örgülü, dışarıdan kurşun kaplı olan türbe kasnaksız, doğrudan doğruya duvarlar üzerine oturtulmuştur Türbenin girişi basık kemerli mihrap biçiminde girintilerin bulunduğu sivri kemerli bir niş içerisine alınmıştır Fatih dönemine ait olan ahşap kapı kanatları sonradan, I Ahmed tarafından yaptırılmış olan çıkış koridorunun girişindeki kapıya yerleştirilmiştir Türbenin emniyetini sağlamak için de onların yerine madeni kapı kanatları takılmıştır Bunların önünde de Sultan II Abdülhamidin (1876–1909) kendi eliyle yaptığı ve türbeye hediye ettiği sedef kaplamalı bir parmaklık bulunmaktadır



Türbe girişinin solunda Sultan I Ahmed tarafından yaptırılmış sebile kadar devam eden ve iki levhadan meydana gelen sülüs bir kitabeye yer verilmiştir Bu kitabe Şeyhülislâm Hoca Sadeddinzade Mehmed Esad Efendi tarafından yazılmıştır Kitabe Arapça olup, Halid bin Zeyd için kaleme alınmış bir mersiyedir Türbenin hacet penceresi yanındaki giriş kapısı üzerinde Sultan I Ahmed zamanında konulmuş mermer bir kitabe bulunmaktadır

Kitabe:
“Müyesser eyledi bu meşed-i envar-ı pûr feyz ü vefa
Resullulah-ı mihman iden yâr-ı vefâkarı
Türab-ı merkad-pâk-ı mücellâ eyler ensari
Mücahid fi sebilillah Ebu Eyyub El-Ensâri

Ziyaret penceresinin üzerinde de sülüs yazı ile Halid bin Zeyde ithaf edilmiş bir dörtlüğe yer verilmiştir Pencerenin içerisinde de Sultan I Ahmedin yazdığı 1612 tarihli bir başka manzum kitabe daha bulunmaktadır Ziyaret penceresinin madeni parmaklıkları önünde Kelime-i Tevhid içeren pirinç şebekelerdeki Mühr-ü Süleyman motifleri de bulunmaktadır Ne yazık ki bu motifler 1970li yıllarda İsraille bağlantılı görülmüş ve kesilerek yok edilmiştir Ziyaret penceresinin iç tarafında Halid bin Zeyd ile ilgili bir hadis kitabesi bulunmaktadır Bu bölümler Sultan III Selim tarafından ziyaretçileri yağmurdan korumak amacıyla volütlü başlıkları olan mermer sütunların taşıdığı, ahşap saçaklı bir sundurma altına alınmıştır



Ziyaret bölümünde ziyaret penceresinin bulunduğu duvarın iç yüzüne Hazreti Muhammedin ayak izinin korunduğu bir dolap dikkat çekmektedir Bu dolabın üzerindeki talik yazılı manzum kitabede de Hazreti Muhammedin ayak izinin buraya Sultan I Mahmud tarafından konulduğu yazılıdır Bazı kaynaklarda da bu ayak izinin Sultan III Osman tarafından buraya konulduğu belirtilmektedir Ayak izinin bulunduğu dolabın üzerinde Sultan I Ahmedin, Sultan III Osmanın ve Sultan III Selimin kitabelerine yer verilmiştir Bu bölümlerin üzeri bağdadi tekne tonoz bir tavanla örtülüdür

Türbenin ziyaret bölümünü iç avludan ayıran duvarlar XVI-XVII yüzyıl İznik, Kütahya ve Tekfur Sarayı çinileri ile bezenmiştir Ayrıca Yıldız ve Avrupa çinileri de onları tamamlamıştır Bu çiniler ziyaret bölümünün basık kemerli girişi ile ziyaret penceresini (hacet penceresi) çevresini kaplamaktadır

Türbe duvarları iç yüzeylerde pencere sıralarının altına kadar beyaz zeminli XVIII yüzyıl Kütahya çinileri ile kaplanmıştır Bu çinilerin bitiminde çiniden lacivert zeminli, beyaz renkli bir ayet kuşağına yer verilmiştir İstifli sülüs ile yazılan bu yazı kuşağından sonra duvarların tüm yüzeyleri kubbe içlerine kadar büyük olasılıkla Sultan III Selim (1774–1789) zamanında yapılmış olan barok üslupta kalem işleri ile bezenmiştir Kubbe merkezindeki yuvarlak madalyon içerisinde istifli celi-sülüs yazı ile Fatih döneminden kalma bir ayet yazılıdır

Eyüp Sultanın sandukasını örten Sultan II Mahmudun (1808–1839) hediyesi olan siyah puşidenin üzerine simle sülüs yazılar işlenmiştir Bu yazıların büyük kısmını devrin ünlü hattatı Mustafa Rakım Efendi, bir kısmını da Sultan II Mahmud yazmıştır



Türbenin etrafı Sultan III Selimin yaptırdığı som gümüşten bir şebeke ile çevrilidir Bu şebeke Osmanlı maden sanatının barok üslupta yapılmış en güzel madeni eserlerinden birisidir Şebekenin uzun kenarları üçer, kısa kenarları da ikişer tane olmak üzere toplam on parçadan meydana gelmiştir Şebeke beyzi madalyonlar ve C şeklindeki kıvrımlar ile tüm yüzeyi kaplamış ve dikmelerle de birbirine bağlanmıştır Bütün bu parçalar S kıvrımlarından oluşan dalgalı bir alınlıkla sona ermiştir Dikmeler ve alınlıkların üzerinde istiridye biçiminde tepelikler bulunmaktadır Şebekenin uzun kenarının ortasında iç içe iki yuvarlak madalyon bulunmaktadır Bu madalyonlar sülüs yazılı Besmele ve Fatiha suresini içermektedir Şebekenin baş tarafına da kordonlu perde motifleri içerisinde kalan dikdörtgen çerçevelere aynalı bir yazı ile “Ya Hazret-i Halid” yazılmıştır Ayrıca bunun yanına da Halid Bin Zeydin sancaktar olduğunu simgeleyen sancak kabartmalarına da yer verilmiştir Şebekenin alınlıklarına da Bakara ve Al-i İmran suresinin bazı ayetleri yazılmıştır Şebekenin ayakucuna da dikdörtgen çerçeveler içerisinde Sultan III Selimin Şair Münip Efendiye 1792 yılında yazdırdığı talik yazılı bir dörtlüğe yer verilmiştir

“Meşhed-i pâk Alemdar Resul
Zahir-i bâtın gülzâr-ı Naim
Sarf-ı himmetle ana sabıkta
Kıldı Han Ahmed-i Evvel tazim
Şimdi Sultan Selim-i sâlis
Yapdı ol gevhere halka-i sim
Yazdı itmamına târih Münib
Pâk-i vâlâ eser-i Şah Selim



Eyüp Sultan Türbesinde sandukanın ayakucunda Kısmet Kuyusu denilen bir kuyu bulunmaktadır Bu kuyunun daha önce burada var olan bir Bizans manastırının ayazmasının devamı olduğu sanılmaktadır Bu kuyu ile ilgili İstanbul folklorunda bir takım efsaneler bulunmaktadır Kuyu sivri kemerli bir nişin içerisindedir Bu nişin üzerine de sülüs yazı ile manzum bir kitabe yazılmış ve Sultan I Ahmed tarafından yaptırıldığı belirtilmiştir

Kitabe:
“Bu kuyu kim ol nezir suyu âlem içre zemzemân
Alemdâr-ı Resul-ün ayağına yüz sürer zühreyân
Çün defn iddiler ashabın guzâtı bunda bu şâh
Bu cahi ayağı ucuna kazup eylediler inşâi
Şu dem kim türbenin içini dışını kıldı Ahmed Hân
Yapub mermerleri ile eyledi ihya ol şükur-güftâr
Nola ol pâdişâh-ı Hâfıza cümle umurunda
İlâhi emre eyle yâver ola bu Server-i Ensâr
1016 (1607)

Türbenin altında zemin suyunun türbeye zarar vermemesi için Sultan II Mahmud tarafından bazı dehlizlerin yapıldığı da söylenmektedir Türbede çeşitli dönemlerde buraya vakfedilmiş olan zengin eşyalar bulunmaktadır Bunların başında sandukanın üzerinde yuvarlak bir kandil gelmektedir Sultan III Ahmed (1703–1730) buraya altın ve gümüşten buhurdanlar, zemzem kapları hediye etmiştir Türbenin duvarlarında Sultan I Ahmed, Sultan III Mustafa, Sultan III Selim, Sultan II Mahmud ve Sultan Abdülazizin yazmış oldukları levhalar bulunmaktadır Buradaki Sancağı Şerif 1703 yılına kadar burada korunmuş, daha sonra Topkapı Sarayı Hırka-i Saadet Dairesine götürülmüştür

Türbe içerisindeki Kuran, şamdan, el yazması gibi eserlerin bazıları Topkapı Sarayı Müzesinde, Türk ve İslâm Eserleri Müzesinde korunmaktadır

Türbe günümüzde İstanbul Türbeler Müdürlüğünün yönetiminde olup ziyarete açıktır

Sultan Mehmed Reşat Türbesi (Eyüp)

İstanbul ili Eyüp ilçesinde, Boyacı Sokağı ile Haliç arasında, bahçe içerisinde bulunan Sultan V Mehmed Reşat (1909–1918) Türbesi Mimar Kemalettin tarafından 1913–1914 yılında Neo-Klasik üslupta yapılmıştır

Sultan Mehmet Reşat 35 Osmanlı padişahı olup, Sultan Abdülmecidin oğlu, Sultan II Abdülhamidin kardeşidir İyi bir eğitim görmüş, Sultan II Abdülhamidin tahttan indirilmesi üzerine 1909 yılında padişah olmuştur Döneminde II Meşrutiyet ilan edilmiş ve 1912 yılında Balkan Savaşı, ardından da 1914 yılında I Dünya Savaşı başlamıştır Savaş sırasında 74 yaşında ölmüş ve Eyüpteki türbesine gömülmüştür

Sultan V Mehmed Reşat sağlığında türbesi Mimar Kemalettine yaptırmıştır Bu türbe Neo-Klasik üslupta, İstanbul surları dışında yapılmış olan ve aynı zamanda da en son Osmanlı padişah türbesidir Türbe, sekizgen planlı olup, kesme köfeki taşından ve mermerden yapılmış üzeri tek kubbe ile örtülmüştür Zeminden oldukça yüksek bir kaide üzerindeki türbeye on basamaklı mermer bir merdivenle çıkılmaktadır Türbenin giriş kapısı Haliçe yöneliktir Rıhtımda olmasından ötürü de büyük sandalların yanaşabilmesi için küçük demir iskele babaları ile rıhtım desteklenmiştir Ancak 1986 yılında önünden kazıklı bir yol geçirilince türbenin bu bölümleri toprak altında kalmıştır Günümüzde demir parmaklıklı, içerisinde iki küçük havuz bulunan bir bahçe içerisindedir

Türbenin her yüzünde üstte iki, altta da bir olmak üzere on dört penceresi vardır Sivri kemerli alt sıra pencereler birer atkı ile ikiye bölünmüştür Bu pencerelerin üzerine gösterişli birer başlıklar yerleştirilmiştir Köşelerdeki yarım silindir duvar payeleri ile cepheler hareketlendirilmiştir Ayrıca kubbe eteğinde mermer bir silme türbeyi çepeçevre dolaşmaktadır Türbenin kuzeydoğu ve kuzeybatı köşelerine yarım kubbeli birer hücre eklenmiştir Giriş kapısının bulunduğu nişin içerisine Sad suresinin 50 ayeti yazılmıştır Bu nişin üzerine de Ömer Vasfi Efendinin yazmış olduğu Besmeleye yer verilmiştir Bunun altına da türbenin yapım tarihi olan 1913–1914 yazılıdır

Türbenin içerisi klasik Osmanlı mimarisi üslubunda bezenmiştir Zeminden üst sıra pencerelerin altına kadar çinilerle kaplanmıştır Bu çiniler XVI yüzyıl çinilerinin kopyaları olup, XX yüzyılın başlarında Kütahyada Hafız Emin Efendi tarafından yapılmıştır Çini panoların üzerine de Besmele ve Fecr suresini içeren lacivert zeminli, beyaz yazılı bir kuşak çepeçevre içerisini dolaşmaktadır Ayrıca türbe içerisinde altın zeminli, kırmızı, mavi parlak renklerin çok zengin biçimde kullanıldığı kalem işleri bulunmaktadır Pencereler de vazodan çıkan lalelere benzer vitraylarla süslenmiştir

Sultan Mehmed Reşadın sandukasının etrafı pirinç bir şebeke ile çevrilmiştir Buraya pirinç üzerine Esma-ül Hüsna yazılıdır Şebekenin baş tarafında Yal Latif ve Ya Hafız yazıları bulunmaktadır Baş tarafındaki 1919 tarihli levhada da:

“Cennet mekân El-Gâzi Sultan Mehmed Reşad Han
İbn-i Sultan El-Gazi Abdül-mecid Han Hazretleri” yazılıdır

Türbe içerisinde Sultan Mehmed Reşadın ahşap sandukasının yanı sıra baş kadını Kâm-res Kadın Sultan (1921) ile Sultan Mehmed Reşadın Dürriaden Kadından doğan oğlu Necmeddin Efendi (1913) gömülüdür

Türbenin haziresinde Sultan Mehmed Reşadın torunu, Şehzade Mehmed Ziyaeddinin oğlu Şehzade Mehmed, Nazım Efendi, Şehzade Mehmed Ziyaeddinin oğlu Şehzade Ömer Fevzi Efendi ve padişaha hizmet edenlerin mezarları bulunmaktadır

Türbe İstanbul Türbeler Müdürlüğünün yönetiminde olup, ziyarete kapalıdır

Alıntı Yaparak Cevapla

İnceden İnceye İstanbull

Eski 11-04-2012   #54
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İnceden İnceye İstanbull



İstanbul Türbeleri 3

Mustafa Ağa Türbesi (Eyüp)

İstanbul Eyüp ilçesi, Eyüp Sultan Camisi avlusunda ve Eyüp Sultan Türbesinin giriş bölümüne bitişik olan bu türbe XVII yüzyılın ilk yarısında yapılmıştır

Mustafa Ağa Sultan II Osman (1618–1622) devrinin Darüssaade Ağasıdır Hakkında fazla bir bilgi bulunmayan Mustafa Ağa 1623 yılında ölmüş ve buraya gömülmüştür

Klasik Osmanlı mimari üslubunda kare planlı türbe son derece sade olup, içerisinde Mustafa Ağa tek başına gömülüdür

Nakkaş Hasan Paşa Türbesi (Eyüp)



İstanbul ili Eyüp ilçesi, Zal Mahmut Paşa Caddesi üzerinde, Zal Mahmut Paşa Medresesinin arkasına bulunan bu türbe kesin olmamakla beraber 1623 yılında yaptırılmıştır Mimarının Dalgıç Ahmed Ağa olduğu söylenmektedir

Nakkaş Hasan Paşa Osmanlı Sarayında Enderundan yetişmiş, Anahtar Oğlanı (1595), Büyük Mirahur (1596), Tülbent Gülamı (1597), Kapıcıbaşı ve Yeniçeri Ağası, Rumeli Beylerbeyi (1604), Vezir (1605), Sadaret Kaymakamı (1606), yeniden Vezir (1607) olmuştur Bu devlet görevlerinin yanı sıra Sultan III Murad (1574–1595), Sultan III Mehmed (1595–1603) dönemlerinde ünlü nakkaşlar arasına girmiştir Sultan III Murad döneminin ünlü nakkaşı Osman Beyin yanında çalışarak Bölükbaşılığa getirilmiştir Yirmi ayrı minyatürlü yazma üzerinde çalışan Nakkaş Hasan Paşanın ilk minyatürlediği yazma 1582 tarihli Sultan III Murad Surnamesidir Minyatürlerinde turuncu, pembe ve yeşilin tonlarını sık sık kullanmıştır Osmanlı minyatür sanatının önemli sanatçılarından olup, Sultan III Mehmed döneminde Osmanlı minyatür sanatına yeni bir ekol getirmiştir Nakkaş Hasan Paşa 1623 yılında ölmüş ve türbesine gömülmüştür

Klasik Osmanlı türbe mimarisi üslubundaki türbe kare planlı olup, üzeri sekizgen kasnaklı bir kubbe ile örtülüdür Köfeki taşından yapılmış olan türbe iki katlı bir yapıdır Önünde dört sütunun taşıdığı bir revak bulunmaktadır Üç cephesine altlı üstlü pencereler sıralanmıştır Cadde tarafındaki cephesinde ise alt sıra pencerelerin arasına iki yanı sütunlu, üzeri şadırvan kubbesi gibi örtülü mermer kabartmalı bir çeşme yerleştirilmiştir Bu çeşme üzerinde de:

Sahibül-hayrat merhum
Nakkaş Hasan Paşa ruhuçün Fatiha yazılıdır Çeşmenin yanındaki duvarda da beş satırlı Mehmed Beye ait bir kitabe bulunmaktadır

Kitabe:
Dûrr-i suln-ı Mustafa Paşayı Tevk-i nişan
Kim ânı itmişdi Hakk hemnân-ı Fahr-ül-enbiyâ
Gâh idüb devletde Tuğrayı Hümâyun hidmetin
Gâh olurdu Şıkk-ı Sâni vâridatından atâ
Hidmet-i divânle ömrün geçirdi hâsleti
Âkibet mest itdi ânı sâki bezm-i taksiratı
Mazhar-ı lütf u atâya eyliye rûz ceza
Gûş idince fevtini Dûrri didi tarihini
İde Tevki Mehmed Bey harim-i adni câ
1136 (1723)

Türbenin giriş kapısının karşısında bir de avlu kapısı bulunmaktadır Türbe altlı üstlü ikişer pencere ile aydınlatılmıştır Bunlardan alt sıra pencereler dikdörtgen söveli olup, üzerlerine yuvarlak, sağır kemerler yerleştirilmiştir Üst sıra pencereler sivri kemerli olup, alçı şebekelidir Kubbe kasnağında sekiz pencere bulunmaktadır Türbenin içerisi XVIII yüzyılın kalem işleri ile bezenmiştir Ayrıca kubbe içerisinde Çin bulutu motiflerine yer verilmiştir

Türbe içerisinde altısı mermer, altısı ahşap on iki sanduka bulunmaktadır Bunlar Nakkaş Hasan Paşa ve Mostarlı Mustafa Paşanın oğlu Mehmet Beyin (1714) sandukaları olup, diğerlerinin kimliği bilinmemektedir Büyük olasılıkla bunlar Hasan Paşanın çocukları ve eşlerine aittir Türbenin haziresinde de mezarlar bulunmaktadır Bunların arasında Fas Muhafızı Mehmed Paşanın kızı Şehide Ayşe Hanım (1667), Saraylı Rukiye Hanım (1767), Şah Sultan İmamı Osman Efendinin eşi Hatice Hanım (1802), Odabaşı İbrahim Ağa (1803), Kul Hafız Mehmed Emin Efendi (1815), Sadrazam Yusuf Paşazade Yusuf Efendinin oğlu Edirne Kadısı Osman Efendi (1858) bulunmaktadır

Nişancı Feridun Ahmed Paşa Türbesi (Eyüp)

İstanbul ili Eyüp ilçesi, Eyüp Sultan Mahallesi, Beybaba Sokakta bulunan bu türbe Mimar Sinan tarafından 1483 yılında yaptırılmıştır

Nişancı Feridun Paşa Sultan II Selimin (1566–1574) ve Sultan III Murad (1575–1595) dönemi devlet adamlarından olup, Osmanlı münsirlerinin (nesir yazı yazan kâtip) en iyilerindendir Baş Defterdar Çivizâde Abdullah Çelebinin yanında yetişmiş Diva-ı Hümayun kâtiplerindendir Sokullu Mehmet Paşanın Sır Kâtibi olmuş, ardından Reisülküttap (1570), Nişancı (1573) olmuş ve ardından da Semendirek Sancak Beyliğine atanmıştır Daha sonra ikinci kez Nişancı olmuş, Mihrimah Sultanın kızı, Kanuni Sultan Süleymanın torunu Ayşe Hanım Sultanla evlenmiş 1583 yılında da ölmüştür Feridun Paşanın Kanuni Sultan Süleymanın Zigetvar Seferinden sonra yazılmış Neshetül Ahbar, Miftah-i Cennet isimli kitapları vardır Ayrıca bugünkü Emirgânda Feridun Bey Bahçeleri denilen bahçesi vardı

Nişancı Feridun Paşa Türbesi Klasik Osmanlı mimarisi üslubunda, kesme taştan, dikdörtgen planlıdır Türbenin üzeri 430 m çapında eksedralı bir kubbe ile örtülüdür Kubbe yivlerle 24 bölüme ayrılmıştır Türbe altlı üstlü pencerelerle aydınlatılmıştır Bunlardan alt pencereler mermer söveli olup, mermer şebekeleri 1945 yılında yapılan onarım sırasında kaldırılmıştır Üst sıra pencereler sivri kemerli ve vitraylıdır Türbenin önünde iki sütunun taşıdığı bir revak bulunmaktadır Bunun üzerinde sülüs yazı ile yazılmış kitabe bulunmaktadır

Kitabe:
Geçti cihandan dar-ı bekaya
Feridun Paşa rûh-i revânı
Nâmı siyavuş mütevellisi
Bevvab Sultan yazdıran anı
Dokuz yüz doksan birinde (1583) tarih
Cennetde kılsun inâm-ı mekânı
Fâtiha ruhiyçün

Türbe içerisinde Feridun Paşa ile eşi Ayşe Sultanın sandukaları bulunmaktadır

Pertev Paşa Türbesi (Eyüp)

İstanbul ili Eyüp ilçesi, Küçük Beybaba Sokağında bulunan bu türbe Pertev Paşanın 1572de ölümünden sonra Mimar Sinan tarafından yaptırılmıştır

Pertev Mehmet Paşa Kanuni Sultan Süleyman (1520–1566) ve Sultan II Selim (1566–1574) dönemlerinde vezirlik yapmıştır Osmanlı sarayında Enderundan yetişmiş Rikâb-ı Hümayun Ağası, Kapıcıbaşı ve Yeniçeri Ağası görevlerinde bulunmuştur Nahçıvan seferine katılmış, bundan sonra da Vezirliğe yükselmiştir Zigetvar seferinde başarılı olmuş, Kıbrıs seferinde Venedik donanmasını engellemek için Serdar tayin edilmiştir Dalmaçya kıyılarında Venedikin Lesine, Antivavi, Sopoto ve Ülkan kalelerini ele geçirmiştir İnebahtı Savaşına (1571) katılmıştır 1572 yılında ölmüştür

Evliya Çelebi bu türbeden şöyle söz etmektedir: “Koca Sinan kari, nurlu, süslü bir kubbeden ibarettir

Pertev Mehmet Paşanın türbesi dikdörtgen planlı olup, günümüzde üzeri açıktır Türbenin üzerini örten altın bezemeli tavanı 1930–1935 yılları arasında yıkılmıştır Kaynaklardan yıkılan bu tavanın Mimar Sinanın yapmış olduğu ahşap eserler arasında en güzellerinden olduğu söylenmektedir Kesme taştan yapılan türbenin mermer söveleri, mermer ve köfeki taşının alternatifli biçimde sıralanması ile elde edilen oval kemerli bir girişi vardır Türbenin giriş cephesinde kitabesi bulunmaktadır

Kitabe:
Yapdı evvel türbesini eyledi âhir sefer
Pertev-i nun Hüdâ Paşa-yı Firdevs âşiyân
Küllü şeyyin hâlikül sırrından aldı çün haber
Terk idüp dünyâ evini cân gibi oldu revân
İş-ü-nüş iden fenâ bezminde kıldı âkıbet
Câm-ı mevti saki devrân elinden nûş-i cân
Ah kim dest-i ecelden kimse hiç kurtulamadı
Ger emir-i tacdar ü ger vezir-i kârmân
Kıldı yevmül-erbâada rıhlet-i dârül-beka
Gurrei mâh-ı cumadel –âhir olmuşdu iyan
Ruhi-çün Fâtiha okun Nihadi didi okuyub
Didi târih ide Hâkk rahmet ola mevâ-yı cinân
980 (1572)

Türbenin ön cephesinde altı, arka cephesinde yedi tane köfeki taş söveli klasik demir parmaklıklı penceresi bulunmaktadır İki yan duvarında ise duvarlara pencere yerine dolap yerleri yapılmıştır Kıble yönünde de küçük bir mihrap bulunmaktadır

Türbede Pertev Paşadan başka on dört mezar daha bulunmaktadır Bunlar Pertev Paşanın eşi Futuha Hanım, oğulları Mahmud Efendi, Mustafa Efendi, Mehmed Efendi, Ahmed Efendi, kızları Safiye Hanım ve Hatice Hanıma aittir Diğer mezarlar paşanın akrabalarına aittir

Pir Ahmed Edirnevi Türbesi (Eyüp)

İstanbul Eyüp ilçesi, Cezri Kasım Mahallesi, Defterdar Caddesi üzerinde bulunan bu türbenin ne zaman ve kimin tarafından yaptırıldığı bilinmemektedir Mimarı da belli değildir Son durumunu 1957 yılında yapılan bir restorasyon sonrasında almıştır Türbenin üzerine yanlışlıkla ne zaman konulduğu bilinmeyen bir kitabeden ötürü de kaynaklara Tecvid-i Karabaş Ahmed Efendi Türbesi olarak geçmiştir Oysa Tecvid-i Karabaş Ahmed Efendinin mezarı Fatihte kendi ismini taşıyan caminin avlusunda bulunmaktadır

Pir Ahmed Edirnevi Efendi, Sultan II Selimin (1566–1574) ve Sultan III Muradın (1574–1595) döneminde yaşamıştır Bayramiye tarikatına mensup olup, Pir Ali Aksarayinin (1528) halifelerindendir1592 yılında ölmüştür Yazmış olduğu ancak tamamlanamamış bir ilahisi bütün tekkelerde söylenmiştir

Türbe kare planlı olup, bir sıra kesme taş, üç sıra tuğladan yapılmıştır Üzeri çapraz tonozla örtülü olup, iki sıra halinde pencereleri vardır Giriş kapısı yanında ve caddeye bakan duvarda kemersiz iki pencere, bunun üzerinde de sivri kemerli üç penceresi vardır Bunun dışındaki cephelerde altlı üstlü pencereleri bulunmaktadır Türbenin giriş kapısı üzerinde sülüs yazı ile yazılmış Hattat Hamid imzalı bir ayet ile yanlışlıkla buraya konulan tecvid müellifi Karabaş Ahmed Efendinin mezarı olduğunu belirten kitabe bulunmaktadır

Türbe içerisinde Pir Ahmed Edirnevi tek başına gömülüdür

Prens Sabahattin Türbesi (Halil Rıfat Paşa Türbesi) (Eyüp)



İstanbul Eyüp ilçesi, Bostan İskelesinde bulunan bu türbe XIX yüzyılın başlarında yapılmıştır Türbe önceleri Hüsrev Paşa Türbesinin türbedar odası olarak tasarlanmış, daha sonra Mahmud Celaleddin Paşa buraya gömülmüştür Türbe içerisinde sandukalardan birisi paşanın oğlu Prens Sabahattine aittir Bu yüzden de Prens Sabahattin Türbesi olarak tanınmıştır

Prens Sabahattin, Mahmud Celaleddin Paşa ile Sultan Abdülmecidin (1839–1861) kızı, Sultan II Abdülhamidin (1876–1909) kız kardeşi Seniye Sultanın oğludur II Meşrutiyet döneminden sonra siyasi ve sosyal görüşleri ile ön plana çıkmıştır Hanedanın yurt dışına çıkarılmasından sonra İsviçrede 1948de ölmüş naşı 1951 yılında İstanbula getirilerek türbesine gömülmüştür

Türbeye bitişik diğer türbe Mahmud Celaleddin Paşanın babası Halil Rıfat Beye aittir Her iki türbe de birbirleri ile bağlantılıdır İki bölüm de kare planlı ve kubbe ile örtülüdür Cephe görünümü yuvarlak kemerli pencereleri ve bunların kilit taşları ampir üslubunu yansıtmaktadır Cephe tümüyle mermer kaplıdır Türbeye giriş cephe duvarlarına göre biraz daha geridedir

Siyavuş Paşa Türbesi (Eyüp)



İstanbul ili Eyüp ilçesi, Camii Kebir Caddesi üzerinde, Sokullu Mehmet Paşa Türbesi ile medresesinin karşısındadır Yakınında Mirimiran Mehmet Paşa Türbesi ile aynı avluda Şeyhülislam Üryanizâde Ahmed Esad Efendinin türbesi bulunmaktadır Türbe Siyavuş Paşanın sağlığında kendisi tarafından 1582–1584 yıllarında Mimar Sinana yaptırılmıştır

Siyavuş Paşa, Sultan III Murad (1574–1595) dönemi sadrazamlarındandır Devşirme olarak getirildiği Enderundan yetişmiştir 1567de Büyük İmrahorluk, 1569da Yeniçeri Ağası, ardından Rumeli Beylerbeyi ve Kubbe Veziri görevlerine getirilmiştir Sultan II Selimin (1566–1574) kızı Fatma Sultan ile evlenerek saraya damat olmuştur Sultan III Murat zamanında 1582de Sadrazam olmuş bu görevinde iken üç defa azledilmiş ve iki kez daha sadrazamlık makamına getirilmiştir Siyavuş Paşa 1602 yılında ölmüştür İstanbulda yapılmış çeşitli hayır eserleri bulunmaktadır Üsküdarda Mimar Sinana saray, Tophanede çeşmeler, hamamlar yaptırmıştır

Türbe dıştan on altıgen, içten sekizgen planlı, kesme köfeki taşından yapılmıştır Türbenin kemerlerinde köfeki taşı ile pembe somakiler dönüşümlü olarak kullanılmıştır Üzeri sekizgene oturtulan kubbe ile örtülüdür Ön kısmında iki sütuna oturan tek gözlü bir revaka yer verilmiştir Türbenin on altı yönlü dış cephesinden sekizinde altta ve üstte birer pencereye yer verilmiştir Pencereli iki cephe arasında kalan bir cephe sağır duvarlıdır Alt kat pencereleri iç kısımda dolap şeklindedir Türbenin caddeye yönelik pencerelerden birisi üzerinde, Hızır Paşa tarafından yazılmış bir kitabe vardır

Kitabe:
Güzin-i Veziran Siyavuş Paşa
Ki cây olmuşdu ana sadr-ı âla
Olub lûtfı bu mebzul hâsla âma
Senâsın iderlerdi ala vü edna
İrûb nâgihan ana emr-i İlâhi
İdüb imtisal-eyledi azmi ukba
Urûc eyleyüb rûh-ı pâki alâya
Ana oldu Gülizar-ı Firdevs meva
Didid intikâline târih Hükmî
Siyavûş Paşaya oldu sükna
1011 (1602)

Türbenin içerisi döneminin sıratlı dekorlu çinileri ile kaplanmıştır Pencere alınlıkları ve bunların üzerinde Ayetül Kürsi yazılı bir kuşak çepeçevre türbeyi dolaşmaktadır Duvarları kaplayan çiniler sıratlı tekniğinde hatayi ve Rumilerden oluşan kandil dekorludur Bu özelliğinden ötürü de ünik bir eserdir

Türbe içerisinde iki ahşap sanduka ve dokuz mermer lahit vardır Ahşap sandukalardan birisi Siyavuş Paşaya aittir Mermer lahitlerin bazıları üzerinde Kelime-i Tevhid yazılıdır Bu lahitlerin Siyavuş Paşanın çocuklarına ait oldukları yazılıdır Bunlar SAbdülkadir Bey, Ahmed Bey, Süleyman Beye aittir

Siyavuş Paşa Türbesi 1940–1970 yılları arasında belirli aralıklarla restore edilmiştir

Sokullu Mehmet Paşa Türbesi (Eyüp)



İstanbul ili Eyüp ilçesi, Cami-i Kebir Caddesi üzerinde Sokullu Mehmet Paşanın medrese, darül kurra, türbe ve çeşmeden oluşan külliyesi bulunmaktadır Külliyenin camisinin olmamasının nedeni, hemen yakınında bulunan Eyüp Sultan Camisinin olmasıdır Bu külliye Sokullu Mehmet Paşa tarafından 1568–1569 yıllarında Mimar Sinana yaptırılmış, 1961–1962 yıllarında onarılmıştır Külliyenin medresesi günümüzde Eyüp Sağlık Merkezi, darül Kurası da Çocuk Kütüphanesi olarak kullanılmaktadır

Sokullu Mehmet Paşa, Kanuni Sultan Süleyman (1520–1566), Sultan II Selim (1566–1574), Sultan III Murad (1574–1595) dönemi sadrazamıdır Bosnanın Sokoloviç kasabasında doğmuş, 15 yaşında Osmanlı ordusuna devşirme olarak girmiş, Edirne Sarayında eğitilmiştir Ardından Topkapı Sarayına Enderuna gönderilmiş, oradan Kapıcıbaşılık görevi ile çıkmıştır Barbaros Hayreddin Paşanın 1546 yılında ölümü üzerine Kaptan-ı Deryalık ve Rumeli Valiliği görevine getirilmiştir Tameşvar Kalesinin ele geçirilişindeki başarısından ötürü Vezir olmuştur Sultan II Selimin kızı İsmihan Sultan ile evlenmiştir Kanuni Sultan Süleymanın son dönemlerinde Sadrazam olmuş, Onun ölümünden sonra da Sultan II Selim ve Sultan III Murad zamanında da sadrazamlık görevini sürdürmüştür İran seferine katılmış, Zigetvar Kalesinin fethi, Bosna ve Yemen isyanlarının bastırılması, Tunusun ve Kıbrısın fethi Onun zamanında olmuştur Süveyş Kanalını ilk defa açmak istemiştir Osmanlı İmparatorluğunun donanması ile Akdenizde hâkim olmasını sağlamıştır Sokullu Mehmet Paşa 12 Ekim 1579da görevi başında şehit olmuştur

Türbe iki yüzü sokağa yönelik, medresenin dershanesi ile aynı eksen üzerindedir Dershane ile aynı saçakla birbirlerine bağlanmıştır Sekizgen gövdeli türbenin duvarları köfeki taşındandır İç kısmında sekizgenin köşelerine sekiz yuvarlak niş yerleştirilmiştir Bu nişlerin arasına yedi pencere ve bir de kapı açılarak sekizgen prizmalı gövde on altıgene çevrilmiştir Üzerini örten kubbe doğrudan doğruya duvarlar üzerine oturtulmuştur Bundan ötürü de dış görünümünde duvarların profil saçaklarının bittiği yerde kubbe eteği başlamıştır Türbenin sol yönünde medrese ile müşterek avlu kapısı bulunmaktadır Bu kapı üzerinde üç satır halinde kitabesi bulunmaktadır

Kitabe:
Şah Selime Vezir-i âzam olan
Yâni hem-nâm-ı mefhar-ı dü-cihân
Eyleyüb hâkır-ı şerife hutûr
Ayet-i Küll-ü men aleyha fan
Kıldı bünyâd o Hazret-i Paşa
Bir makâm-ı şerif-i âli-şân
Merkad-i pâki oldu evlâdın
Hur u gılmâna ravza-i Rıdvân
Didi bu dâr-ı cennet âsâya
İki târih idüb Nihâdi hemân
Bes makâm-ı latif cây-ı şerif
Türbei pâk-ı dâr-ı ehl-cinân
976 (1568)

Türbe kapısı iki kanatlı ve kündekâri tekniğinde ahşap geçmeli olup, oval kemerli bir niş içerisinde yer almaktadır Türbe iki sıra halindeki pencerelerle aydınlatılmıştır Alt sırada dikdörtgen mermer söveli yedi pencere, üst sırada da alçı şebekeli pencereler bulunmaktadır

Türbenin içerisinde çini yazı ile bir ayet kuşağı tüm kubbeyi çepeçevre dolaşmaktadır Burada lacivert zemin üzerine beyaz sülüs yazı ile Ayetel Kürsi yazılıdır Kubbe koyu kiremit kırmızısı zemin üzerine beyaz renkte rozet, palmet, rumi ve çiçek motiflerinden meydana gelen kalem işleri ile bezenmiştir

Türbe içerisinde Sokullu Mehmet Paşanın ahşap sandukası bulunmaktadır Diğerlerine göre daha büyük ölçüdeki bu sandukadan başka beş ahşap sanduka daha bulunmaktadır Ayrıca türbe içerisinde on tane mermer lahit daha bulunmaktadır Türbede Sokullu Mehmet Paşadan başka Sokullu Hasan Paşa (1604), Sokulluzade İbrahim Paşa (1621), Sokulluzade Mustafa Bey, Sokullu Mehmet Paşanın kızı Safiye Hanım Sultan (1562), Sokullu Mehmet Paşanın oğlu Sultanzade Pir Mehmet Bey, Ali Bey (1567), Mehmet Bey Şehidin (1571), Sultanzade Ahmet Bey (1566), İbrahim Hanzadeoğlu Defter Emini Mehmet Bey (1666), Mehmet Beyin oğlu Ali Bey (1715), Ali Beyin oğlu Bahir İsmail Bey, Bahir İsmail Beyin oğlu Ahmet Bey, Kasım Paşanın kızı Ayni Hatun gömülüdür

Türbenin duvarının yanındaki çeşme 1568–1569 yılında yapılmıştır Türbe İstanbul Türbeler Müdürlüğünün yönetiminde olup, günümüzde ziyarete açıktır

Şah Sultan Türbesi (Eyüp)

İstanbul Eyüp ilçesi, Defterdar Caddesi üzerinde bulunan Şah Sultan Türbesini, Şah Sultan sağlığında, sıbyan mektebi ve sebilden oluşan yapı topluluğu içerisinde 1800 yılında Mimar İbrahim Kâmil Ağaya yaptırmıştır

Şah Sultan, Sultan III Mustafanın (1557–1574) Mihrişah Sultandan doğan kızıdır Sultan III Selimin de (1789–1807) kardeşidir Şah Sultan 3 yaşında, Vezir Bahir Köse Mustafa Paşa ile 1764 yılında nişanlanmıştır Bahir Köse Mustafa Paşanın 1765 yılında azledilerek idam edilmesinden sonra Şah Sultan ikinci kez, Nişancı Mehmet Paşa ile 1768 yılında sadrazam olması ile nişanlanmıştır Nişancı Mehmet Paşanın 1769 yılında öldürülmesinden sonra bu kez amcası Sultan I Abdülhamit (1774–1789) tarafından Nişancı Seyit Mustafa Paşa ile evlendirilmiştir Şah Sultan 42 yaşında 1802 yılında ölmüş ve yaptırmış olduğu türbesine gömülmüştür

Şah Sultanın Yeşildirekte çeşmesi (1792), Eyüpte Zal Mahmut Paşa Türbesi yanında da yapı topluluğu bulunmaktadır

Türbe içten daire planlı, dıştan kare planlı bir yapı olup, üzeri kubbe ile örtülüdür Türbenin dış görünümünde köşelere yerleştirilen dört ağır paye ve bunların üzerindeki kuleler yapıya dıştan da kare plan görüntüsü vermiştir Barok ve ampir üslubundaki türbenin üst pencerelerinde alt ve üstü yarım yuvarlak kemerler ve köşe kulecikleri de başlıca özelliğidir Kubbe kasnağında bulunan profilli askı kemerlerinin ise taşıyıcı bir fonksiyonu bulunmamaktadır

Türbenin girişinde üç bölümlü bir revak bulunmaktadır Bu revak ortada kubbe, iki yanda da ayna tonozlarla örtülmüştür Türbenin avlu kapısında iki sıra halinde Mustafa İzzet Efendinin 1800 tarihli kitabesi bulunmaktadır

Kitabe:
Cevher-i ser-tâc-ı iffet zib ü ferr saltanat
Reymak İsmet-sarây devlet-i din-i mübin
Şah Selim saltanat-ı pirâyenin hemşiresi
Şah Sultan bint-i merhum Mustafa Han-ı Güzin
Mihrişâh Kadın ki odur mader-i pür şefkati
İsmeti nûr ile bulmuştu ziyâ rûz-ı zemin
Ânı Sultan Mustafa İkinci Kadın eyleyüb
Devletinde görmüş idi rağbeti ol Nâzenin
Çıkdı elden Hümâ uçdı firaz-ı serâr âh
Girdi hayfa halk-ı âlem matem oldu hazin
Kıldı efrat riâyet işte Hak madere
Yapdı âli türbe-i kabri enverde müstahkem metin
Yapdı hem bir mekteb-i rânâ cıvar-ı türbede
Halkı hüsn-ü âlem arası ider hayret karin
Şâd ider merhûmenin rûhun çüsavt bülbülün
Daim etfâl okudukça anda Kuran-ı mübin
Gel duai hayre âğaz it gönül ihlas ile
Hayr olan davâtı redd etmez mucibüs-sain
Mihrişaâh Kadın riyâzı cenneti idüb mekkar
Cilvegâhı ola Yâ-Râb Gülşen-i huld-ı berin
Yazdı İhyâ hâme mûciz-ı beyân bir beyt kim
Mündericdir ânda garâ iki târih-i Güzin
Şâh Sultan yaptı zibâ türbei vâlâyı nev-1215
Mihrişâh Kadına adn ola bu mevâyı berin
1215 (1800)

Türbenin iki kat pencereleri arasında iki korniş ile katlar belirlenmiştir Buradaki pencerelerin alt ve üst kemerleri birbirlerinden çok farklı bir görünümdedir Üst pencereler oldukça derin bir niş içerisindedir Bunların üzerlerine basık kemerli bir alınlık ile kornişler yerleştirilmiştir Ayrıca üst pencereler birbirlerinden oldukça geniş silmelerle ayrılmış ve vitraylı camlarla da bezenmiştir Alt kat pencereleri ise düz başlıklı, oldukça ince duvar payeleri ile birbirlerinden ayrılmıştır Bu pencerelerin basık kemerli alınlıkları bulunmaktadır

Türbenin içerisi kalem işleri ile bezenmiştir Alt ve üst pencereler arasına Hattat Mustafa Rakımın ağabeyi Hattat İsmail Zühtü Efendinin 1806 tarihli imzalı bir ayet kuşağı çepeçevre dolanmaktadır

Türbede Şah Sultan, Şah Sultanın annesi Mihrişah Sultan ve Şah Sultanın eşi Mustafa Paşanın (1812) sandukaları bulunmaktadır

Üryanizade Ahmet Esat Efendi Türbesi (Eyüp)

İstanbul ili Eyüp ilçesi, Eyüp Sultan Mahallesi Cami-i Kebir Caddesinde bulunan bu türbe Sultan II Abdülhamid (1876–1909) tarafından İtalyan Mimar GFosattiye yaptırılmıştır

Ahmet Esat Efendi Sultan II Abdülhamid devri Osmanlı ulemasından olup, Reisülkurra Hoca Abdullah Efendi, Emizade Abdülkadir Bey ve İsmail Efendiden ders almıştır Eyüp, Üsküdar, Edirne ve Medine kadılıklarında bulunmuş, Harem-i Şerifin onarımı ile görevlendirilmiştir Bundan sonra Kadı Asker Müsteşarlığı yapmış, 1866-1867de İstanbul Kadısı, 1870-1871de Anadolu Kadı Askeri olmuş, aynı yıl İntibahı Hükkân Reisi olmuştur Rumeli Kadı Askeri iken istifa etmiş, 1876da da Şeyhülislam olmuştur Bu görevini sürdürürken 1889da ölmüştür Kuzguncukta kendi ismini taşıyan bir camisi bulunmaktadır

Ampir üslubundaki türbe kare planlı, tek kubbeli bir yapı olup, üzerinde kitabesi bulunmamaktadır Türbe içerisinde eşi ve oğlu Mehmed Halit Efendiye ait üç sanduka bulunmaktadır

Zal Mahmut Paşa-Şah Sultan Türbesi (Eyüp)



İstanbul ili Eyüp ilçesi, Feshane Caddesinde Zal Mahmut Paşa Camisinin avlusunda ve medresenin karşısında bulunan bu türbe cami ile birlikte 1577de yapılmıştır

Zal Mahmut Paşa Kanuni Sultan Süleyman (1520–1566) ve Sultan II Selim (1566–1574) dönemi vezirlerindendir Bosnada dünyaya gelmiş, Enderunda yetişmiş, çeşitli devlet görevlerinde bulunduktan sonra 1553 yılında Kanuni Sultan Süleymana yaptığı hizmetlerden ötürü “Zal” (pehlivan) unvanını almıştır 1564de Anadolu Beylerbeyi, 1567de Vezir olmuştur Bu sırada Sultan II Selimin kızı Şah Sultan ile evlenerek saraya damat olmuştur Zal Mahmut Paşa ile eşi Şah Sultan 1580 yılında hastalanmış, aynı gün ve aynı saatte ölmüşlerdir

Türbe Mimar Sinan tarafından Zal Mahmut Paşa Külliyesi ile birlikte yapılmıştır Klasik Osmanlı üslubundaki türbe kesme köfeki taşındandır Dıştan sekizgen, içten kare planlı olup, üzeri 510 m çapında bir kubbe ile örtülüdür Duvarlarında iki sıra pencerelere yer verilmiştir Bu pencerelerden alt sıradakiler birer kenar atlayarak açılmıştır İkinci sıra pencereler cephenin her yüzünde olup, sivri kemerlidir Türbenin girişinde dört sütunun taşıdığı, üzeri çatı ile örtülü sundurmalı bir revak bulunmaktadır

Türbenin içerisinde kubbe göbeği, eteği ve pandantifler, ayna tonozları döneminin kalem işleri ile bezenmiştir

Türbede Zal Mahmut Paşa, eşi Şah Sultan ve kim olduğu bilinmeyen bir kişiye ait mezar bulunmaktadır Türbe İstanbul Vakıflar Baş Müdürlüğü tarafından 1960 yılında onarılmıştır

Abdülgani Efendi Türbesi (Eyüp)

İstanbul Eyüp ilçesi, Bostan İskelesinde, Eyüp Sultan Camisinin köşesinde bulunan bu türbe, kitabesinden öğrenildiğine göre 1705 yılında yapılmıştır

Abdülgani Efendi Eyüp Camisi baş müezzini ve Tarif-Hani (cami ve tekkelerde namazdan önce Peygamber başta olmak üzere İslam büyüklerinin açıklamalarını yapan kişi) idi

Türbe açık türbe şeklinde olup, duvarları köfeki taşından örülmüştür Demir parmaklıklı, dikdörtgen söveli pencereleri olan bu duvarların içerisinde Abdülgani Efendinin, Abdülbaki Arif Efendinin, Şeyhülharem İşkodralı Mustafa Paşanın annesi Fatma Dilber Hanımın ve Hasan Hakkı Paşanın mezarları bulunmaktadır

Ayas Paşa Türbesi (Eyüp)

İstanbul Eyüp ilçesi, Eyüp Sultan Camisinin iç avlusunun Bostan İskelesine açılan kapısının solunda, Beybaba Sokağında bulunan bu türbe XVI yüzyılın ilkyarısında yapılmıştır

Ayas Paşa Enderundan yetişmiş, saraydan Serdengeçti Ağalığı ile çıkarak Çaldıran Seferine (1514) katılmış, Anadolu Beylerbeyi ve Rumeli Beylerbeyi olmuştur Ölümüne kadar Kanuni Sultan Süleymanın yaptığı bütün seferlere katılmıştır 1536 yılında Sadrazam olmuş ve ölümüne kadar da bu görevde kalmıştır

Mimar Sinan eseri olan türbe dört mermer sütun üzerine oturtulmuş, tek kubbeli köfeki taşından bir yapıdır Üzerini örten kubbe tromplu olup, sekizgen bir kasnağı vardır Türbe içerisinde mermer lahdinin baş tarafına sülüs yazı ile kitabesi yazılmıştır

Kitabe:
İntekale min daril-fendi
İla daril-bekâi
El-merhum el-mağfur
Es-saitüş-şehit

Hançerli Sultan Türbesi (Eyüp)



İstanbul Eyüp ilçesi, Eyüp Sultan Camisinin Bostan İskelesi Sokağına açılan avlu kapısının sağında bulunan bu türbe 1553 yılında yaptırılmıştır

Hançerli Fatma Sultan, Sultan II Beyazıtın (1481–1512) oğlu Şehzade Mahmudun kızı, Sadrazam Çandarlı İbrahim Paşanın oğlu Mehmet Beyin de eşidir Hançerli Sultanın 1553 tarihli vakfiyesinden öğrenildiğine göre İstanbul ve Bursada vakıf eserleri olduğu öğrenilmektedir

Türbe dört mermer sütunun taşıdığı tuğladan kubbeli bir yapıdır Açık türbe şeklindeki bu türbenin sütunlarının arasına demir şebekeler yerleştirilmiştir Sokak yönündeki mermer kapısı üzerine de kitabesi yerleştirilmiştir Bu kitabenin bazı harfleri silinmiştir

Kitabe:
Vezir-i Azamın yetimi dehli
Mehmet ibn-i İbrahim Paşa
…… İçin oldu tarih
Makam-ı pür nür İbrahim Paşa

Türbe içerisinde iki lahit bulunmaktadır Bunlar Hançerli Sultan ve eşi Mehmet Beye aittir

Barbaros Hayrettin Türbesi (Beşiktaş)



İstanbul ili Beşiktaş ilçesi, Beşiktaş Meydanında bulunan bu türbe Kaptan-ı Derya Barbaros Hayrettin Paşa tarafından ölümünden önce 1541de Mimar Sinana yaptırmıştır

Barbaros Hayreddin Paşa Osmanlı tarihinin ünlü denizcilerinden olup, Akdenizde Osmanlı egemenliğini kurmuş ve Avrupalıların ortaklaşa düzenlediği donanmayı Preveze Deniz Savaşında yenmiştir

Barbaros Hayreddin Paşa, Gelibolulu bir sipahinin oğlu olarak 1470'li yıllarda Midilli adasında doğmuştur Asıl ismi Hızır Reis olup, Hayreddin ismi Kanuni Sultan Süleyman (1520–1566) tarafından verilmiştir Barbarosun sakalının kızıl olmasından ötürü de Avrupalılar tarafından Kızıl Sakal anlamında Barbarossa ismi yakıştırılmıştır

Türbe Klasik Osmanlı türbe mimarisi üslubunda, kesme köfeki taşından sekizgen gövdeli olup, üzeri sekizgen kasnak üzerine oturtulmuş kubbe ile örtülüdür Giriş kapısı dışındaki cephelerinde iki katlı birer penceresi bulunmaktadır Bunlardan alt sıra pencereler dikdörtgen söveli, üst sıradakiler de sivri kemerli ve alçı şebekeli olmak üzere toplam on dört penceresi bulunmaktadır

Türbe girişinde iki tam, iki yarım sütunun taşıdığı, üzeri ayna tonozlu, revaklı bir giriş kısmı bulunmaktadır Bu tonozun içerisi kalem işleri ile bezenmiştir Giriş kapısı üzerinde kitabesi bulunmaktadır

Kitabe:
Hâzâ türbe-i fatih-i Cezâyir ve Tunus merhum gazi kapudan Hayreddin Paşa rahmetullahi aleyh sene 948 (1541

Türbe içerisinde Barbaros Hayreddin Paşa ve eşi Bâlâ Hatun ile Cafer Paşa ve Cezayirli Hasan Paşanın sandukaları bulunmaktadır

Türbe günümüzde Deniz Kuvvetleri Komutanlığı, Deniz Müzesinin yönetiminde olup, sürekli açık olmayıp, yalnızca 1 Temmuz Kabotaj Bayramı ile 4 Nisan Deniz Şehitlerini Anma Gününde resmi ziyarete açılmaktadır Türbenin önünde heykeltıraş Zühtü Müridoğlunun ve Ali Hadi Baraın 1942 yılında yaptıkları bronz Barbaros Hayrettin Paşa Anıtı bulunmaktadır

Şeyh Yahya Efendi Türbesi (Beşiktaş)

İstanbul Beşiktaş ilçesinde, Çırağan Sarayı karşısında, Çırağan Caddesi ile Yahya Efendi Sokağının kesiştiği noktada bulunan Şeyh Yahya Efendi Türbesi, ölümünden sonra Yavuz Sultan Selim (1512–1520) tarafından Mimar Sinana yaptırılmıştır

Şeyh Yahya Efendi Trabzonda 1495 yılında doğmuştur Kanuni Sultan Süleymanın babası Yavuz Sultan Selim Trabzonda vali olarak bulunduğu sırada dünyaya geldiğinden Yahya Efendinin annesinden süt emmiş ve Onunla sütkardeşi olmuştur Bu nedenle de Kanuni Sultan Süleyman kendisine daima sütkardeşi olduğundan “Ağabey” diye hitap etmiştir

Şeyh Yahya Efendi ilköğrenimini Trabzonda devrin velilerinden Müftü Ali Çelebiden almış, daha sonra İstanbula gelerek Zenbilli Ali Efendiden ders almıştır Cambaziye Medresesinde müderrislik yaptıktan sonra inzivaya çekilmiş, Beşiktaşta satın aldığı bugünkü türbe ve mezarlığının bulunduğu yerde kendisine bir ev, yanına bir mescit, küçük bir medrese, hamam ve çeşme yaptırmıştır Şeyh Yahya Efendi Türbesi çok ziyaret edilen bir yer olmuş, denizcilerin, seferden döndükten sonra türbeyi ziyaretleri adet haline gelmiştir

Yavuz Sultan Selim ve Kanuni Sultan Süleyman döneminde bir bakıma bu iki padişahın danıştığı bir kişi olmuştur Tasavvufi şiirlerinden oluşan bir divanı vardır Ayrıca Şeyh Yahya Efendinin menkıbeleri ile ilgili birçok kerameti bulunmaktadır

Türbe kare planlı, ahşap bir yapıdır Türbenin ahşap bir koridora açılan kapısı doğu yönünde olup, bunun her iki yanında iki katlı birer pencere vardır Türbenin tüm duvarlarında da ikişer pencere bulunmaktadır Bunlardan doğu ve batı duvarındaki kapı ve pencereler yapıldığı dönemin üslubuna uyarak klasik özellik taşımaktadır Diğer pencereler zamanla yapılan onarımlar sonucunda özelliğinden uzaklaşmıştır

Türbenin üzeri basık bağdadi bir kubbe ile örtülüdür ve bu kubbe ahşap bir çatının altına gizlenmiştir Ancak Pertevniyal Valide Sultan tarafından yapılan onarım sırasında bu kubbe yenilenmiştir Bunun yanı sıra türbe Sultan II Mahmut (1808–1839), Sultan II Abdülhamid (1876–1909) tarafından da onarılmıştır Türbenin içerisi devrine uygun kalem işleri ile bezelidir

Türbe içerisinde on bir sanduka bulunmakta olup, bunların çevresi sedef kakmalı korkuluklar içerisine alınmıştır Burada Şeyh Yahya Efendinin yanı sıra, Kanuni Sultan Süleymanın kızı Raziye Sultan, oğlu İbrahim Efendi, annesi Afife Hatun, Sultan II Abdülhamidin kızı Hatice Sultan ve oğlu Bedreddin Efendi, Şeyh Mehmet Nuri Şemseddin Efendi, Şeyh Hasan Efendi, Şeyh Yahya Efendiinin küçük oğlu Şeyh Ali Efendi, Derviş Ali, Yahya Efendinin eşi Şerife Hatunun sandukaları bulunmaktadır Ayrıca türbe girişinde ve dışarısında Şeyh Yahya Efendinin torunlarına, saray ve haneden mensuplarına, devrin önde gelen kişilerine, türbedarlara ve müritlere ait mezarlar bulunmaktadır

Günümüzde türbe İstanbul Türbeler Müdürlüğünün yönetiminde olup, ziyarete açıktır

Güzelce Ali Paşa Türbesi (Beşiktaş)

İstanbul Beşiktaş ilçesi, Çırağan Sarayı karşısında, Çırağan Caddesi ile Yahya Efendi Sokağının kesiştiği noktada bulunan Güzelce Ali Paşa Türbesi 1620–1621 yıllarında yapılmıştır

Güzelce Ali Paşa XVII yüzyıl devlet adamlarından olup, Sultan II Osman (Genç Osman) (1618–1622) dönemi sadrazamıdır İstanköyde 1575 yılında doğmuş, gençlik yılları denizlerde geçmiş, 1597-1602ye kadar Dimyat Beylerbeyi ve 1602de de Yemen Beylerbeyi olmuştur Bundan sonra Tunus, Mora ve Kıbrıs Beylerbeyliği görevlerinde bulunmuş, önce Kubbe Veziri, 1617de de Kaptan-ı Derya olmuştur Sultan I Mustafanın (1622–1623) padişah olması üzerine bu görevden alınmış ve yerine Kara Davut Paşa getirilmiştir Davut Paşa 40 gün sonra azledilince de Ali Paşa ikinci kez Kaptan-ı Derya olmuştur Sultan II Osman döneminde üç kez deniz seferine çıkmış ve 1619 yılında Sadrazam olmuştur Sadrazamlığı sırasında devlet adamlarının, tüccarların ve varlıklı kişilerin mallarına el koyarak hazineye gelir sağlamıştır Sultan II Osmanı Lehistan seferine teşvik etmiştir

Ali Paşa 1620 yılında ölmüştür Güzel yüzlü oluşundan da Güzelce Ali Paşa olarak tanınmaktadır Sağlığında Sakız Adası ve Yeniköyde bir cami yaptırmıştır Yeniköydeki cami paşanın ölümünden sonra yanmış ve yeniden yapılmıştır Ayrıca Kasımpaşada da bir çeşmesi bulunmaktadır

Güzelce Ali Paşa Türbesi Yahya Efendi Dergâhının yanında olup, türbeye buradaki cami içerisinden girilmektedir Türbe kare planlı kâgir olup, üzeri kubbe ile örtülüdür Duvarları sıra halinde taş tuğla dizileri ile örülmüştür Ön cephesi denize yönelik olan türbenin yalnızca bir cephesinde iki sıra halinde pencereleri vardır Türbe son derece sade olup, içerisinde bezeme bulunmamaktadır

Türbe içerisinde Güzelce Ali Paşanın yanı sıra Damat İbrahim Paşanın oğlu, Genç Mehmet Paşanın oğlu İbrahim Beyin (1818), Güzelce Ali Paşanın oğlu Mehmet Beyin oğlu Hüseyin Bey ve Ali Paşanın akrabası olup, kimlikleri bilinmeyen üç mezar daha bulunmaktadır

Türbe günümüzde İstanbul Türbeler Müdürlüğünün yönetiminde olup, ziyarete açıktır

Şehzadeler ve Kadınlar Türbesi (Beşiktaş)

İstanbul Beşiktaş ilçesi, Çırağan Sarayı karşısında, Çırağan Caddesi, Yahya Efendi Sokağında, Yahya Efendi Külliyesinin haziresinde bulunan bu türbe Sultan II Abdülhamid (1876–1909) tarafından yaptırılmıştır

Türbe yanındaki bekçi evi ile birlikte yapılmıştır Son dönem kâgir cepheli sivil mimari örneklerine benzeyen bu türbenin üç cephesinde üçer pencere bulunmaktadır Türbe içerisinde kalem işi ve bezeme bulunmamaktadır İçerisindeki levhalar çalınmasını önlemek amacı ile İstanbul Türbeler Müdürlüğüne taşınmıştır

Türbede Osmanlı hanedanına mensup 16 kişi gömülüdür Bunlar Sultan Abdülmecidin (1839–1861) eşi Şayeste Kadın Efendi, Sultan V Muradın (1876) oğlu Selahaddin Efendi (1914) ve Sultan Abdülmecidin eşi Bidar Kadın Efendi (1916), Sultan II Abdülhamidin eşi Emsalinur Kadın Efendi (1950), Sultan V Muradın kızı Fatma Sultanın oğlu Sultanzade Murad Bey (1911), Sultan II Abdülhamidin kızı Samiye Sultan (1909), Ahmet Nazmi Efendinin kızı Aliye Namiye Sultan (1913), Sultan III Abdülhamidin üçüncü eşi Mezide Kadın Efendi (1908), Sultan II Abdülhamidin torunu Osman Hayri Bey (1911), Sultan Abdülmecidin eşi Serfiraz Kadın Efendi (1905), Sultan II Abdülhamidin üçüncü kadını, Naile Sultanın annesi Dilpesend Kadın Efendi (1901), Sultan Abdülmecidin oğlu Ahmet Kemaleddin Efendi (1905), Sultan Abdülmecidin oğlu Süleyman Efendi (1909), Naile Sultan (Osmanoğlu) (1957), Hatice Sultan (1898), Naciye Sultan (1957) gömülüdür

Türbe günümüzde İstanbul Türbeler Müdürlüğünün yönetimindedir

Alıntı Yaparak Cevapla

İnceden İnceye İstanbull

Eski 11-04-2012   #55
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İnceden İnceye İstanbull



Şeyh Zafir Türbesi (Beşiktaş)



İstanbul Beşiktaş ilçesi, Yıldız Mahallesi, Balbaros Bulvarının yanı başında, Yıldız Caddesinde bulunan Şeyh Zafir Türbesi, Ertuğrul Dergâhının bir bölümünü oluşturmaktadır Yapı topluluğunu Sultan II Abdülhamid (1876–1909) Şazeli Tarikatının önde gelen şeyhlerinden Şeyh Hamza Zafir Efendi adına 1887 yılında yaptırmıştır

Mimar Raimando Daronconun XIX yüzyılda İstanbul mimarisine getirmiş olduğu Art-Nouveau üslubunda bir yapı olan türbe, kütüphane ve çeşme ile aynı üslupta tasarlanmış olup, kesme taştan yapılmıştır Kare planlı, üzeri kubbe ile örtülü türbenin farklı bir görünümü vardır Cephede ince uzun bir niş içerisinde pencere ve bunun iki yanında da kare söveli birer pencereye yer verilmiştir Bütün bunlar dışarıya taşkın yuvarlak bir saçak içerisine alınmıştır

Yakın tarihlerde, Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından dergâh ile birlikte restore edilmiştir

Kılıç Ali Paşa Türbesi (Beyoğlu)

İstanbul Beyoğlu ilçesi, Tophane Meydanında XVI yüzyılın ünlü denizcilerinden Kaptan-ı Derya Kılıç Ali Paşanın yaptırmış olduğu cami, medrese, hamam ve türbeden meydana gelen külliyesi Mimar Sinan tarafından yaptırılmıştır Bu yapı Mimar Sinanın mimarlık yaşamının son eserlerinden biri olup, camisinde Ayasofyanın planı küçük ölçüde uygulanmıştır

Kılıç Ali Paşa, Anadoluda 1496da dünyaya gelmiş bir Türk denizcisi olup, Uluç Ali Reis ismi ile de tanınmıştır Barbaros Hayreddin Paşa ve Turgut Reisten deniz savaşları konusunda bilgilenmiş bir süre Cezayir Beylerbeyi görevinde bulunmuştur Avrupa devletlerinin Akdenizde Osmanlı egemenliğine son vermek için kurdukları Haçlı donanması Çeşme ve İnebahtı önlerinde Osmanlı donanmasını yakmışlardır Osmanlı deniz filosunun komutanı Kılıç Ali Paşa idi Bu savaşta Kılıç Ali Paşa birçok yabancı donanmaya ait gemileri batırmış ve kendi filosunu kurtarmıştır Osmanlıların ünlü kaptanlarından Müezzinzade Ali Paşa başta olmak üzere Osmanlı donanması birçok ünlü kaptanını da bu savaşta yitirmişti Kılıç Ali Paşanın İstanbula dönüşünde Sultan II Selim (1566–1574) tarafından Kaptan-ı Deryalığa getirilmiş ve Uluç lakabını da Kılıça çevirmiştir Bu yenilgiden sonra Sadrazam Sokullu Mehmet Paşa ile birlikte Osmanlı donanmasını eskisinden daha güçlü bir şekilde kurmuş ve Osmanlı donanması yeniden Akdenize hâkim olmuştur Kılıç Ali Paşa 21 Haziran 1587de ölünceye kadar donanmanın başında kalmıştır

Kılıç Ali Paşanın türbesi Mimar Sinanın farklı bir mekân anlayışı içerisinde yapılmıştır Kesme taştan sekizgen planlı türbenin üzeri iç içe çifte kubbe ile örtülmüştür Türbe girişi derin bir niş içerisindedir Türbenin içerisinde yer alan iki sütun ve girişteki masif duvarlar arasındaki kemerler kubbeyi desteklemektedir Altlı üstlü iki sıra pencere ile aydınlatılan türbe bezeme yönünden çok zengin değildir Yalnızca alt kat pencerelerinin alınlıklarında mavi zemin üzerine beyaz harflerle Ayetel Kürsi frizi yazılmıştır Kubbenin ortasındaki yazı madalyonu ve bunun çevresinde de mavi zemin üzerine beyaz renkte palmet ve Rumili bezemeler görülmektedir Türbenin 1979 yılında yapılan onarımı sırasında bu kalem işleri yenilenmiştir

Türbe içerisinde Kılıç Ali Paşa ile Uluç Hasan Paşanın sandukaları bulunmaktadır Türbe, günümüzde İstanbul Türbeler Müdürlüğünün yönetiminde olup, ziyarete açık değildir

Piyale Paşa Türbesi (Beyoğlu)

İstanbul ili Beyoğlu ilçesi, Kasımpaşa Kaptan Mahallesi, Piyale Baruthane Caddesi, Zincirlikuyu Baruthane Caddesi ve Sel Sokağı arasında bulunan bu türbe 1575 yılında, Piyale Paşa tarafından Mimar Sinana 1577 yılında, ölümünden önce yaptırılmıştır

Piyale Paşa Kanuni Sultan Süleyman döneminde (1520–1566) on dört yıl Kaptan-ı Deryalık yapmış ve birçok deniz savaşı kazanmıştır Piyale Paşanın aslen Hırvat olduğu söylenmektedir Müslüman olduktan sonra Abdurrahman ismini almış, Osmanlı sarayında Enderunda yetiştikten sonra Kapıcıbaşı olmuştur 1553–1567 yıllarında aralıksız 14 yıl Kaptan-ı Deryalık görevini sürdürmüştür Bu dönemde Sakız ve Cebre adalarını ele geçirmiş İspanya, Fransa ve İtalya kıyılarındaki irili ufaklı 67 adayı Osmanlı topraklarına katmıştır İspanya Kralı II Philipin donanmasını bozguna uğratarak kumandanını esir almıştır Sultan II Selimin (1566–1574) kızı Gevherhan Sultan ile evlenmiş, saraya damat olmuştur Bundan sonra üçüncü ve ikinci vezirliğe getirilmiş ve 1577 yılında ölmüştür

Kasımpaşada cami, medrese, tekke, sıbyan mektebi, sebil, hamam, çarşıdan oluşan bir külliye yaptırmış, türbesini de onlara eklemiştir

Türbe, düzgün köfeki kesme taştan sekizgen planlı olup, üzeri basık bir kubbe ile örtülmüştür Klasik Osmanlı mimari üslubunda, oldukça sade bir yapı olan bu türbenin her cephesinde altlı üstlü ikişer penceresi vardır Önündeki ahşap çatılı revak kısmı XVIII yüzyılda yıkılmış, daha sonra buraya barok üslupta akantus başlıklı sütunların taşıdığı yeni bir revak yapılmıştır Bu revak da günümüze gelememiştir

Türbe içerisinde Piyale Paşa, oğulları ve kızlarına ait üçü ahşap onu mermer olmak üzere toplam on üç sanduka bulunmaktadır Buradaki mermer lahitler kabartmalarla ve kalem işleri ile süslüdür Ancak bu bezemeler 1990 yılında yapılan restorasyon sırasında bozulmuş ve özelliğini kaybetmiştir

Günümüzde türbe, İstanbul Türbeler Müdürlüğünün yönetiminde olup, ziyarete açıktır

Lohusa Sultan (Rahime Kadın) Türbesi (Beyoğlu)

İstanbul ili Beyoğlu ilçesi, Şişhaneden Unkapanı Köprüsüne ve Kasımpaşaya giden yolun üzerinde bulunan bu türbe 1647 yılında İstanbulda ölümünden sonra mezarında doğum yapan bir kadına aittir Mezarda doğan ve Meyidzade unvanını alan oğlu Osmanlı döneminde önemli bir devlet adamı olmuştur

Lohusa Hatunun yaşamı ile ilgili halk arasında söylenegelen birçok rivayet bulunmaktadır Bunlardan birisine göre; İstanbulun büyük camilerinden birinde yüzünün ve sesinin güzelliği ile tanınan bir hoca varmış Bu hoca kendisine hayran olan kızlarla ilgilenmez camideki görevi dışında başka hiçbir şey ile ilgilenmezmiş Günlerden bir gün hoca dünyaya küsmüş, yüzü solmaya, sesi kaybolmaya başlamış Annesi oğlunun bu sıkıntısının ne olduğunu anlamak için hocaya ısrarlarda bulunmaya başlamış Sonunda hoca dayanamayarak padişahın kızını sevdiğini ve onunla evlenmek istediğini söylemiş Annesi de padişahın fakir bir aileye kız vermeyeceğini söylemiş Ancak hoca kızın gönlünün de kendisinde olduğunu, verdiği vaazlar sırasında görüp tanıdığını söylemiş Annenin yüreği dayanamamış ve padişahtan kızını istemek üzere saraya gitmiş Padişahın huzuruna çıkmış ve ezile büzüle kızını istemiş Padişah hiddetlenmiş ve “Koskoca padişah kızını sen ne cüretle oğluna istersin” demiş Ancak bir taraftan da kızının yemek içmekten kesilmesinin, sararıp solmasının nedenini öğrenmiş Hocanın annesi padişahın ayaklarına kapanıp yalvarmış, bunun üzerine padişah da dokuz katır yükü altın getirirse kızını vereceğini söylemiş

Hocanın annesi eve dönmüş, olanları oğluna anlatmış ve bu sevdadan vazgeçmesini söylemiş Bunun üzerine hoca eline kazma ve küreği alarak bahçeye çıkmış, başlamış kazmaya Kazdığı yerden çıkan toprakları çuvallara doldurup ağızlarını bağlamış, sonra da annesini yanına alarak çuvallarla padişahın huzuruna çıkmış Hoca padişahın huzurunda çuvalları açmış ve çuvalların içerisinden altınlar dökülmüş Padişah sözünden dönmemiş; “Kızımı sana vereceğim ama sen bana evlat acısı tattırdın Allah da sana evlat vermesin” diyerek dua etmiş Bundan sonra hoca ile padişahın kızı evlenmiş ancak, çocukları olmamış

Günlerden bir gün hoca Hacca eşi ile birlikte gitmeye karar vermiş, Medineye vardığında eşi hastalanmış ve doktorlardan hamile olduğunu öğrenmiş Hoca ve Sultan doktorların tavsiye etmemesine rağmen İstanbula dönmek için yola çıkmışlar Sultan yolda iyice fenalaşmış ve İstanbula geldiklerinde bugünkü türbenin bulunduğu yerde 1647 yılında ölmüş Hoca sultanın ölümüne çok üzülmüş ve mezarı üzerine bir türbe yaptırmış, türbeyi her gün ziyaret etmiş Sultanın ölümünden dört beş ay sonra mezardan bir bebek sesi geldiği duyulmuş Bunun üzerine mezar açılmış ve bir erkek çocuğunun sultanın memesini emdiğini görmüşler Bunun üzerine sultanın evliya olduğuna inanmışlar ve bu türbeye Lohusa Sultan ismini vermişlerdir Günümüzde bu türbeyi çocuğu olmayan kadınlar ziyaret etmektedirler

Türbe kare planlı olup, bir sıra taş, bir sıra tuğladan yapılmış, üzeri kubbe ile örtülmüştür Türbenin üç cephesinde birer penceresi vardır Bu pencerelerdeki doğramalar ve ahşap giriş kapısı halkın mum yakma âdetinden ötürü demire çevrilmiştir Türbenin içerisi ilk yapılışında kalem işleri ile bezenmiş olmasına rağmen bu kalem işleri günümüzde tahrip olmuştur

Türbe içerisinde Lohusa Sultan Denilen kişi ile birlikte üç kişiye ait toplam dört sanduka bulunmaktadır Bu kişilerin kimli hakkında yeterli bilgi bulunmamaktadır

Türbe 1996–1997 yıllarında onarılmıştır Günümüzde İstanbul Türbeler Müdürlüğünün yönetimindedir

Türabi Baba Türbesi (Beyoğlu)

İstanbul ili Beyoğlu ilçesi, Kasımpaşada Camii Kebir Mahallesi, Türabi Baba Caddesi üzerinde bulunan bu türbe XIX yüzyılda yapılmıştır

Mehmet Türabi Efendi, Tersane-i Amirede çalışan Osmanlı gemicilerinden olup, aynı zamanda Kadiri Tarikatının da şeyhi idi 1812 yılında ölmüştür Daha önce Kasımpaşada Kadiri Tarikatına ait bir tekke yaptırmış ve tekkesinin yanına da türbesini eklemiştir Bu tekke XX yüzyılın ortalarında yanmış, kalan bölümleri kum ve tuğla deposu olarak kullanılmış, 2004 yılında da tamamen yıktırılmıştır

Günümüze gelen türbe, dikdörtgen planlı, düz çatılı bir yapıdır Duvarları moloz taş ve tuğladan örülmüştür Cephesinde tuğla dizileri peşpeşe sıralanmış ve bu da yapıya bir orijinallik katmıştır Türbenin Haliçe yönelik cephesinde bir çeşme, onun her iki yanında da üçer penceresi vardır Ayrıca giriş cephesinde kapının yanı sıra üç penceresi daha bulunmaktadır Türbenin diğer cepheleri iki yanındaki yapılara bitişiktir

Türbenin içerisinden tavan eski gemi direklerinden yapılmış desteklere dayanmaktadır Burada tersaneden çıkmış demir raylar kullanılmış ve böylece hiçbir yapıda görülmeyen bir iç düzenleme ile burada karşılaşılmaktadır

Türabi Babanın mezarı ahşap bir şebeke ile çevrilmiştir Türbe içerisinde Şeyh Mehmet Türabi Efendinin, Şeyh Ahmet Efendi El Kadiri (1832), Şeyh Seyit Halil Kadiri (1851), Şeyh Ali Kuzu El Kadiri (1861), Şeyh Hasan Rıza El Kadiri (1876), Şeyh Ali Rıza Efendi ile Kadırga Mimarı Mustafa Ağa (1599) ile kimliği bilinmeyen altı kişiye ait toplan on üç mezar bulunmaktadır

Türbe duvarı üzerindeki çeşme, kitabesinden öğrenildiğine göre Sultan II Abdülhamit devri (1876–1909) deniz amirali Şükrü Paşa tarafından onarılmıştır

Türbe İstanbul Türbeler Müdürlüğünün yönetiminde olup, ziyarete açıktır

Şeyh Galip Türbesi (Beyoğlu)

İstanbul ili Beyoğlu ilçesi, Tünel Meydanında Galata Mevlevihanesinde bulunan bu türbe 1819 yılında Halet Mehmet Sait Efendi tarafından Bağdat Seferi dönüşünde yaptırılmıştır

Şeyh Galip Mevlevi Tarikatının şeyhlerinden olup, ünlü bir divan şairidir İstanbulda 1757 yılında doğmuş olup, asıl ismi Mehmet Esaddır Galip mahlasını sonradan almış, Mevlevi şeyhi olduktan sonra da Galip Dede unvanı ile tanınmıştır Divan-ı Hümayun kaleminde görev yaparken Mevlevi tarikatına girmiş, Konya Mevlana Dergâhında çile çıkarmış, İstanbula dönüşünde Yenikapı Mevlevihanesine girmiştir Galata Mevlevihanesi Şeyhi Abdullah Efendinin ölümünden sonra Galata Mevlevihanesi Şeyhi olmuştur 1798 yılında da 41 yaşında ölmüştür Şeyh Galipin menkıbeleri ve Hüsn-ü Aşk isimli ünlü bir eseri vardır

Galata Mevlevihânesi avlusunun sol tarafında bulunan türbe, dikdörtgen plânlı kesme köfeki taşındandır Üzeri tonoz örtülü olup, üst kısmına da Mevlevi sikkesinden bir alem yerleştirilmiştir Avluya yönelik dikdörtgen söveli demir parmaklıklı dört, iki yanında da birer pencere ile aydınlatılmıştır Girişin üzerinde de h1227 (1812) tarihli celî-sülüs yazılı bir kitabesi bulunmaktadır:

Ruh-u Mevlâna da ey Galib budur Şeyhüş-şeyh
Hazret-i sarih Rusuhi kıdve-i ehl-i Rusuh

Türbe, Şeyh Galib, Şeyh İsa Efendi, Şeyh Selim Efendi ve Şeyh Mehmet Ruhi Dedenin mezarları üzerine yapılmıştır Türbede Şeyh İsmail Ankaravi Efendi ve kim olduğu bilinmeyen bir kişiye ait bir mezar daha bulunmaktadır

Türbenin altında da merdivenle inilen St Theodore Manastırından kalma bir sarnıç bulunmaktadır Günümüzde türbe Divan Edebiyatı Müzesinin avlusunda olup, dıştan ziyaret edilmektedir

Halet (Kudretullah) Efendi Türbesi (Beyoğlu)

İstanbul ili Beyoğlu ilçesi, Tünel Meydanında Galata Mevlevihanesi girişinde bulunan bu türbe XIX yüzyılda yapılmıştır

Galata Mevlevihanesinin son dönemlerinde, Yenikapı Mevlevihanesi şeyhlerinden Ebubekir Dede ailesinden gelen Kudretullah Dede post makamına getirilmiştir Kudretullah Dede Yenikapı Mevlevihanesinde 1203 (1788) yılında doğmuş olup, köklü bir Mevlevi aileden gelmektedir Şeyh Galip onun dünyaya gelişine şu mısralarla tarih düşürmüştür:

Şerîf Ahmed Dede merd-i tarîkat
Yüzünden doğdu bir mühr-ü münevver
Dedim târih-i milâdını Gâlib
Muhammed Kudretullah lutf-u haydar

Aynı türbede bulunan Halet Efendi de Sultan II Mahmud devrinin ünlü devlet adamlarındandır Asıl ismi Mehmed Sait olup, Halet Efendi ismi ile tanınmıştır İstanbulda 1760 yılında doğmuş, 1823 yılında Konyada idam edilmiştir Vücudu Konyaya, başı da Galata Mevlevihanesi girişindeki açık türbeye gömülmüştür Sonradan bazı dedikodular yüzünden kesik başı buradan alınarak Beşiktaştaki Yahya Efendi Dergâhının haziresine gömülmüştür 1841 yılında ise yeniden Galata Mevlevihanesinin haziresine gömülmüştür

Halet Efendi, Şeyh Galib Türbesini 1819 yılında yeniden yaptırmış, ayrıca buraya kütüphane, çeşme ve muvakkithane ile kendisi için de açık bir türbe yaptırmıştır Daha sonra bu türbenin bulunduğu alana da Şeyh Kudretullah Efendinin türbesi yapılmıştır

Bu açık türbe XIX yüzyıl rokoko üslubunda yapılmıştır Köfeki taşından ve mermerden olan türbenin avlu ve caddeye üçerden olmak üzere dokuz yuvarlak penceresi bulunmaktadır
Osmanlı mimarisinde pek az karşılaşılan kompozit başlıklar ve yuvarlak kemerlerin içerisindeki üçgen baklava motifleri cepheye bir hareketlilik kazandırmıştır Buradaki yarım sütunların başlıkları, mermer oymalarda sürekli bir hareket dikkati çekmektedir Çift kanatlı demir kapı ile parmaklıklar üzerinde rozet, yaprak ve beyzî madalyonlar bulunmaktadır Ayrıca üzeri kubbeyi andıran kademeli, yüksek bir tonozla örtülmüştür En üst noktada ise büyük bir kaide üzerine taş bir Mevlevi sikkesi yerleştirilmiştir

Halet Efendi bu yeri kendi türbesi için ayırmışsa da burada Mevlevihanede şeyhlik yapmış Kudretullah Dedenin, Ataullah Dedenin, “Menâkıb-ı Mevlâna” yazarı Selanik Mevlevihanesi şeyhi Ubeydullah Efendinin ve idam edilen Halet Efendinin kesik başı ile Şeyh Kudretullah Dedenin eşi Emine Esma Hatunun mezarları bulunmaktadır

İskender Paşa Türbesi (Beykoz)

İstanbul ili Beykoz ilçesi, Kanlıca Hisar Caddesinde, İskender Paşa Camisinin avlusunda bulunan bu türbe 1571 yılında Mimar Sinan tarafından yapılmıştır

İskender Paşa, Kanuni Sultan Süleyman (1520–1566) devri devlet adamlarından olup, Magosa Fatihi olarak tanınmıştır 1570 yılında ölmüş ve Beykozda yaptırmış olduğu cami, medrese ve hamamdan meydana gelen külliyesi içerisindeki türbesine gömülmüştür İskender Paşanın ayrıca Eğrikapıda bir sıbyan mektebi, Ayvansarayda da bir çeşmesi bulunmaktadır

İskender Paşa Türbesi düzgün kesme taştan dikdörtgen planlı olup, üzeri ahşap bir çatı ile örtülüdür Türbenin ön cephesinde basık kemerli kapı ve dört pencere, arka cephesinde beş pencere, yan cephelerinde de üçer penceresi bulunmaktadır Türbe 1850 yılında onarılmış ve Klasik Osmanlı türbe özelliğini tamamen yitirmiştir İçerisinde bezemeleri bulunmamakta veya orijinal bezemeleri günümüze gelememiştir

Türbe içerisinde iki mermer lahit bulunmaktadır Bunlar İskender Paşa ile oğlu Ahmet Paşaya aittir

Yuşa Türbesi (Beykoz)

İstanbul ili Beykoz ilçesi, Yuşa Tepesinde bulunan bu türbenin yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır Ancak, burada 28 Çelebizade Mehmet Said Paşa 1755 yılında bir mescit yaptırmış ve Yuşa Nebi Hazretlerinin mezarı etrafını da bir duvarla çevirmiştir Mescit yangın sonucunda zarar görmüş 1863–1864 yılında, Sultan Abdülaziz döneminde (1861–1876) aslına uygun olarak yenilenmiştir Bu arada Yuşa Nebi Hazretlerinin mezarı da onarılmıştır Sonaraki dönemlerde buraya bir de Yuşa Tekkesi olarak ismi geçen bir Nakşibendî dergâhı yapılmıştır

Yuşa Nebi Hazretleri MÖ1605 yılında, ölmeden önce İsrailoğullarının başına geçen bir peygamberdir İsrailoğullarını Tih Çölünden çıkararak Arz-ı Mevut (Filistin), Şam bölgesine sonra da Kudüse yerleştirmiş ve ülkesini on iki kabile arasında bölmüştür Yuşa Hazretleri kendisine karşı olanları mucizeleri ile susturmuştur İsrailoğullarını Tevrat hükümlerine göre 27–29 yıl yönetmiş, 1580 yılında bir söylentiye göre, 110, bir başka söylentiye göre de 127 yaşında ölmüştür

Yuşanın mezarı konusunda iki ayrı görüş bulunmaktadır Bunlardan birisine göre Nablus ve Halep yakınındaki Maarra şehrinde, diğerine göre de Beykozda Yuşa Tepesinde gömülüdür Büyük olasılıkla Beykozdaki mezar bir makamdır Buradaki mezarın Tevratta ismi geçen Yuşa Peygamber ile bir bağlantısı bulunmamaktadır Hüseyin Ayvansarayinin Hadikatül Cevâmisine göre, burada gömülü olan kişinin bir Bizans havarisi veya Osmanlı dönemindeki bir şeyhe ait olduğu sanılmaktadır

Buradaki mezarın böylesine büyük olması eski inançlardan kaynaklanmaktadır Mitolojiye göre dağların zirvelerinde yaşamış devlerin sonraki dönemlere yansımasından başka bir şey değildir

Beykoz Yuşa Tepesindeki mezar 1700x400 m ölçüsünde olup, üzeri açıktır Yuşa Tepesi kutsal bir yer olarak kabul edilmiştir İlk Çağlarda burada bir Zeus sunağı bulunduğu, Bizans döneminde VI yüzyılda İmparator I Iustinianus zamanında Hagios Mikhael adında bir kilise yapılmıştır Osmanlı döneminde ise buraya bir mescit ve tekke yapılmış ve yanına da Yuşa Nebinin mezarı eklenmiştir Böylece bu tepenin kutsallığı Osmanlı döneminden itibaren de sürmüştür

Şemsi Ahmet Paşa Türbesi (Üsküdar)



İstanbul ili Üsküdar ilçesi, Şemsi Paşa Külliyesi içerisinde bulunan bu türbe, külliye ile birlikte 1580 yılında yapılmıştır

Şemsi Ahmet Paşa, Sultan II Selim (1566–1574) ve Sultan III Murad (1574–1595) dönemlerinde vezirlik yapmıştır İsfendiyar ailesinden Kastamonu Beyi Kızıl Ahmet Beyin torunu, Mirza Paşanın da oğludur Osmanlı Saray Okulu olan Enderunda yetişmiştir Avcıbaşı, Bölük Ağası, Müteferrika ve Sipahiler Ağası olmuştur 1554 yılında Anadolu, bir süre sonra da Rumeli Beylerbeyliği yapmıştır Sultan II Selim tarafından vezirliğe yükseltilmiştir Şemsi Ahmet Paşa 1580 yılında ölmüş ve cami, medrese, sıbyan mektebinden oluşan külliyesindeki türbeye gömülmüştür

Şemsi Ahmet Paşa, türbesini caminin doğu tarafına sağlığında yaptırmıştır Türbe camiye bitişik, kareye yakın 400x450 m ölçüsünde olup, üzeri ayna tonozla örtülmüştür Klasik Osmanlı türbe mimarisinin özelliklerini taşıyan bu yapının mermer söveli, yuvarlak kemerli giriş kapısı üzerinde kitabesine yer verilmiş ancak bu kitabe cami ile birlikte 1940 yılı öncesinde son derece harap olduğundan kitabe kırılmış ve yerine konulması mümkün olmamıştır Onarım sonrası külliyenin içerisinde bulunan kitabe parçaları çalınmıştır Kaynaklara göre bu kitabenin metni şöyledir:

Türbesinin kenarı deryada
Şemsi anınçün eyledi bünyad
Geçerken bu kenarı deryada
Aşinalar dua eyle ede yâd
Ya ilahi bî Hakkı rumi Nebi
Nurdan eyle ol kulum azad

Şemsi Paşa Türbesinin zeminden itibaren yüksekliği caminin kubbesine kadar ulaşmaktadır Bu örtü sistemi İstanbul Vakıflar Başmüdürlüğü Y Mimarı Süreyya Yücel tarafından 1940 yılında külliye onarılırken yenilenmiştir Orijinaline yakın bir şekilde yapılan türbenin ana yapısı kesme taştan, tonozları da tuğladan yapılmıştır Türbenin giriş duvarı kapı nedeni ile çok dar olduğundan buraya pencere açılmamış, içerisi üst sıradaki üç pencere ile aydınlatılmıştır Türbenin giriş dışındaki diğer kenarlarında altlı üstlü üçerden altı penceresi vardır Türbe içerisinde orijinal kalem işlerine rastlanmamakla beraber, üzerini örten ayna tonozun ortasındaki kare boşluk içerisinde geometrik, geçme ve palmet izleri görülmektedir Türbenin camiye açılan tunç şebekeli, yuvarlak kemerinin kemer taşı üzerine sarı kabartma harflerle bir ayet yazılmıştır

Türbe içerisinde Şemsi Ahmet Paşanın sandukası dışında başka bir mezar bulunmamaktadır

Doğancı Hacı Ahmet Paşa Türbesi (Üsküdar)

İstanbul ili Üsküdar ilçesi, Gülfem Hatun Mahallesi Mektep Sokakta bulunan bu türbeyi Doğancı Hacı Ahmet Paşa sağlığında 1576–1577 yıllarında Mimar Sinana yaptırmıştır

Doğancı Ahmet Paşa Candaroğulları soyundan olup, aynı zamanda Kızıl Ahmet Paşanın da sülalesindendir Osmanlı Sarayında Enderundan yetişmiş, Çakırcıbaşı, 1555 yılında Büyük Mirahur, 1558de Konya ve Rumeli Beylerbeyi, 1563te de Şam Beylerbeyi, ikinci kez 1571de Konya Beylerbeyi görevlerine getirilmiştir Sultan II Selim (1574–1595) ve Sultan III Muradın (1574–1595) Nedimi olmuştur Av merakından ötürü Doğancı ismi ile tanınmış 1577 yılında da ölmüştür

Türbe Klasik Osmanlı türbe mimarisi üslubunda olup, düzgün kesme taştan sekizgen planlı olarak yapılmış, üzeri sekizgen kasnaklı bir kubbe ile örtülmüştür Türbenin önündeki giriş revakı günümüze gelemeyerek yıkılmıştır Bugün yalnızca temelleri görülmektedir Türbenin üst kısmına yakın bölümünde oldukça belirgin bir silmesi vardır Türbenin mermer kitabesini Doğancı Hacı Ahmet Paşanın akrabası olan Şemsi Ahmet Paşa yazmıştır

Kitabe:
Şam Beglerbegisi olan o nes-i Halid
Kendi desti ile kodu türbesinin bünyadın
Bilmek istersen anı Şemsi didi tarihin
Derler idi Hacı Ahmet Paşa anın adı

Türbenin giriş dışındaki yedi cephesinde iki katlı pencereler bulunmaktadır Türbe içerisinde ilk yapıldığı dönemlerden kalan kalem işlerinin izleri görülmektedir Bunun dışında içerisi bezemesizdir

Türbede Doğancı Hacı Ahmet Paşa ve büyük olasılıkla eşi ve iki çocuğuna ait üç mezar daha bulunmaktadır Türbe, günümüzde İstanbul Türbeler Müdürlüğünün yönetimindedir

Halil Paşa Türbesi (Üsküdar)

İstanbul Üsküdar ilçesi, Gülfem Hatun Mahallesi, Yeni Çeşme Yokuşunda bulunan bu türbeyi Halil Paşa sağlığında, 1759 yılında yaptırmıştır

Halil Paşa, Sultan II Osman (1618–1622) ve Sultan IV Murad (1623–1640) devri sadrazamlarındandır Osmanlı Sarayında Enderundan yetişmiş Doğancıbaşı, Çakırcıbaşı ve 1607 yılında da Yeniçeri Ağası olmuştur Bir süre Kapta-ı Deryalık görevine getirilmiştir İsyan eden asileri bastırmak üzere Trablusgarpa gönderilmiş, oradaki başarısından sonra 1617 yılında Sadrazam olmuştur Bir süre sonra azledilmiştir Halil Paşa değişik zamanlarda dört defa Kaptan-ı Deryalık yapmış, 1626 yılında ikinci kez Sadrazam olmuş, 1627 yılında yeniden azledilmiş ve kalan ömrünü Üsküdarda Aziz Mahmud Hüdai Dergâhında geçirmiş ve 1629 yılında da ölmüştür

Halil Paşa Türbesi sebil ve çeşme ile birlikte yapılmıştır Türbe kesme taştan, kare planlıdır Önünde üç bölümlü bir revak kısmı vardır Mukarnaslı mermer sütunların taşıdığı bu revakın ortasını kubbe, iki yanını da aynalı tonozlar örmüştür Revak ortasındaki basık kemerli bir kapıdan türbeye girilmektedir Giriş kapısı üzerinde Arapşa sülüs yazılı bir kitabe bulunmaktadır:

Kitabe:
Festeinu min ehl-il-kubur Ketebehu mütevelli 1214 (1759) Kitabenin mealen anlamı şöyledir: İşlerinizde zorluğa uğradığınız zaman kabir ehlinden yardım isteyiniz

Türbe sekizgen kasnaklı tromplu bir kubbe ile örtülüdür Trompların altında mukarnas dolgulara yer verilmiştir Çift sıra pencereler ile aydınlatılan türbenin alt sıra pencereleri sivri boşaltma kemerleri altında mermer alınlıklı ve dikdörtgen sövelidir Üst sıra pencereler sivri kemerlidir

Türbede Halil Paşa dışında Gafuri Mahmud Efendi (1667) ve Abdülhay Efendinin (1705) mezarları bulunmaktadır

Nişancı Hamza Paşa ve At Mezarı Türbesi (Üsküdar)



İstanbul ili Üsküdar ilçesi, Karaca Ahmet Türbesinin yakınında bulunan bu mezarın Karaca Ahmet Sultanın atına ait olduğu söylenmektedir İbrahim Hakkı Konyalı da bu mezarın Rum Paşazade Nişancı Hamza Paşaya ait olduğunu belirtmiştir Türbenin kitabesi bulunmamaktadır

Hamza Paşa, Sultan III Murad (1574–1595) devri Sadrazamlarından olup, Reisülküttaplık ve Nişancılık görevlerinde bulunmuştur 1585 yılında Sadrazam olmuş, üç kez Nişancılık ve Anadolu Beylerbeyliği yapmıştır Sultan I Ahmet (1603–1617) tarafından ilk nişancılığından 1591 tarihinde azledilerek Köstendil Sancak Beyliğine atanmışsa da bunu kabul etmemiştir Sultan III Mehmetin (1595–1603) tahta geçmesi üzerine Anadolu Beylerbeyliği ile taltif edilerek paşa unvanı verilmiştir Bundan sonra ikinci kez Nişancı olmuş, III Mehmet tarafından yeniden azledilmiştir En son Sultan I Ahmet tarafından bir kez daha Nişancılığa getirilmiş ve 1604–1605 yılında yeniden azledilmiştir Bundan bir yıl sonra 1606 yılında da ölmüştür

Türbe Klasik Osmanlı mimari üslubunda açık türbe şeklindedir Yapım tarihi ve mimarı kesinlik kazanamamıştır Birbirlerine yuvarlak tuğla kemerlerle bağlı altı granit sütunun taşıdığı altıgen kasnaklı bir kubbe ile örtülüdür Kubbeye geçiş pandantiflerle sağlanmıştır Sütunlar arasında demir şebeke ve türbeye giriş kapısı bulunmamaktadır

Türbe içerisinde Hamza Paşaya ait olduğu sanılan bir mezar bulunmaktadır

Gülnuş Sultan (Emetullah Sultan) Türbesi (Üsküdar)



İstanbul ili Üsküdar ilçesinde, Üsküdar Meydanında, Yeni Valide Camisinin haziresinde bulunan bu türbeyi Gülnuş Sultan 1713 yılında yaptırmıştır

Emetullah Gülnuş Sultan, Sultan IV Mehmedin (1648–1687) baş kadını, Sultan II Mustafa (1695–1703) ve Sultan III Ahmedin (1703–1730) annesidir Rabia Gülnuş ve Emetullah Gülnuş isimleri ile de tanınan bu sultan 1642 yılında Giritte doğmuş, Deli Hüseyin Paşa Resmoyu fethedince bu kızı da esir alarak Osmanlı sarayına hediye etmiştir Saray geleneğine göre kendisine Gülnuş adı verilmiş ve Sultan IV Mehmed tarafından beğenilerek Onun baş kadını olmuştur Sultan IV Mehmedin tahttan indirilmesi üzerine eski saraya gönderilmiş, oğlu II Mustafanın 1695te padişah olması ile de Valide Sultan olarak yeniden Hareme dönmüştür Sultan II Mustafadan sonra yerine geçen diğer oğlu III Ahmed döneminde de Haremin nüfuslu kadınları arasında olmuştur Sultan III Ahmed ile Edirneye gitmiş, orada hastalanarak 1715 yılında ölmüştür Bunun üzerine İstanbula getirilmiş ve Üsküdardaki türbesine gömülmüştür

Gülnuş Sultanın Beyazıt civarında sıbyan mektebi ile sebili, Galatada cami ile çeşmesi, Üsküdarda da cami, sebil, sıbyan mektebi, arasta ve türbeden oluşan bir külliyesi bulunmaktadır Bunun yanı sıra Üsküdarda Gülfem Hatun Mahallesinde de sebili vardır

Türbe Gülnuş Sultanın sağlığı sırasında 1713 yılında yapılmıştır Sekizgen planlı türbenin üzeri madeni çemberler içerisine alınmış, kubbe ile örtülüdür Kubbeyi birbirlerine sivri kemerlerle bağlı sekiz yuvarlak sütun taşımaktadır Sütunların arası madeni şebekelerle çevrilmiştir Türbenin üzerini örten kubbenin eteğinde sülüs yazı ile “İnnehu min Süleymane ve İnnehu Bismillahirrahmanirrahim ile Ayetel Kürsi yazılmıştır

Türbenin kuzey tarafında bronz şebekeli kapısı bulunmaktadır Türbenin ortasında Gülnuş Sultana ait mezar vardır Mezarın baş ve ayak taşları oldukça büyük ölçüde olup, üzeri istiridye kabuğu şeklinde mihrapçıklar, stalaktitler ve kabartmalarla bezenmiştir Osmanlı mezar taşlarının en güzel örneklerinden biri olup, ayak taşında vazo içerisinden çıkan bahar gülleri, zerrinler, karanfiller, laleler kabartma olarak işlenmiştir Baş taşında ise talik yazı ile Arapça bir kitabeye yer verilmiştir

Karaca Ahmet Türbesi (Üsküdar)

İstanbul Üsküdar ilçesi, Aşçıbaşı Mahallesi, Karaca Ahmet Caddesinde bulunan Karaca Ahmetin türbesinin yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır Yalnızca Karaca Ahmet Dergâhının bir odasında korunan manzum kitabede 1595 yılında Safiye Sultan tarafından yanındaki dergâh ile birlikte yaptırıldığı yazılıdır Günümüze gelebilen türbe Matbah-ı Amire Emini Ziya Bey tarafından eşi Fehmiyye Hanımın ruhu için 1866 yılında yaptırılmıştır Dergâh ve türbe 1878 yılında Karaca Ahmet Dergâhı tarafından onarılmıştır Bu türbe bir makam olup, Karaca Ahmetin gerçek türbesi Manisanın 5 km kuzeybatısındaki Horoz köyünde bulunmaktadır Karaca Ahmetin Manisa-Menemen yolu üzerinde, Horozköy tren istasyonuna 1 km uzaklıkta bir makamı daha bulunmaktadır Bunun yanı sıra Afyonun 36 km kuzeyinde, Karacaahmet Köyünde, Akhisar-Sındırgı yolu üzerinde Akhisara 15 km uzaklıktaki Karaköyde, Uşak-Eşme karayolu yakınındaki Karacaahmet Köyünde de makamları bulunmaktadır

Karaca Ahmet hakkında kesin bilgi bulunmamaktadır Horasan Sultanlarından Süleyman-ı Horasaninin oğlu olup, XIV yüzyılda yaşamıştır İstanbula gelerek bugünkü Karaca Ahmet dergâhını kurmuştur Hacı Ahmet Yesarinin müritlerinden olup, Sarı Saltuk ve Yunus Emre gibi tanınmış bir din ulemasıdır Aynı zamanda devrinin önemli bir hekimi olup, tedavi sırlarını oğlu Eşref Sultana, o da kendi oğullarına öğretmiştir

Karaca Ahmet Türbesi tekke ve sebilden meydana gelen, köfeki taşından dikdörtgen planlı bir yapı içerisinde yer almaktadır Dergâhın giriş cephesinin sağ kesiminde türbe, sol kesiminde de tekke ve her ikisi arasında da sebil yer almaktadır Türbenin cephesinde iki, yanında bir, tekkenin solunda da bir tane olmak üzere üç pencere ile aydınlatılmıştır Türbe girişinin üzerindeki 1866 tarihli kitabede türbenin Matbah-ı Amire Emini Ziya Bey tarafından onarıldığını belirtilmiştir

Türbe bağdadi tekniğinde yapılmış, üzeri basit bir kubbe ile örtülmüştür Karaca Ahmetin sandukası ahşaptandır Türbenin duvarlarında Allah, Muhammed ve dört halifenin isimleri yazılıdır Ayrıca Karaca Ahmetin olduğu sanılan kolsuz bir hırka, hırka kuşağı, takke, zikir tespihi ve çeşitli şifa tasları ile yazma Kuran-ı Kerimler bir vitrin içerisinde teşhir edilmektedir

Türbe günümüzde İstanbul Türbeler Müdürlüğünün yönetiminde olup, ziyarete açıktır

Rum Mehmet Paşa Türbesi (Üsküdar)

İstanbul Üsküdar ilçesinde, Şemsi Paşa Camisinin üst tarafında, Marmara Denizi ile Boğaza hâkim bir tepe üzerinde bulunan Rum Mehmet Paşa Camisi, medresesi, hamamı ve imaretinden meydana gelen yapı topluluğunun bir bölümünü oluşturan türbe XVI yüzyılda yapılmıştır Kitabesi günümüze gelememiştir Bu yapı topluluğundan günümüze yalnızca cami ile türbe gelebilmiştir

Rum Mehmet Paşa, Fatih Sultan Mehmet (1444–1446/1451–1481) devri Sadrazamlarından olup, Osmanlı saray okulu olan Enderundan yetişmiştir Saraydan çıktıktan sonra Beylerbeyi Serdar ve Vezir görevlerinde bulunmuş, 1466 yılında Mahmut Paşanın yerine Sadrazam olmuştur 1470 yılında da azledilerek idam edilmiştir

Türbe cami ile birlikte Rum Mehmet Paşanın sağlığında yapılmıştır Klasik Osmanlı türbe mimarisindeki bu yapı düzgün kesme taştan sekizgen planlı olarak yapılmıştır Caminin mihrap duvarı tarafında, köşede bulunan türbenin üzeri kasnaksız, duvarlar üzerine oturan bir kubbe ile örtülmüştür Türbenin üstte sekiz, altta da yedi penceresi bulunmaktadır Bunlardan alt sıra pencereler dikdörtgen söveli, üst sıra pencereler de sivri kemerlidir

Türbenin içerisi bezeme yönünden son derece basittir Yalnızca XIX yüzyıl sonlarında onarıldığına işaret eden geç devir kalem işleri bulunmaktadır

Türbede Rum Mehmet Paşanın yanı sıra Nazır Paşazade Mehmed Efendi, Nazır Hançerli Ayşe Sultan ve Paşanın kızları olan Yığımnaz Hanım (1502), Aynülhayat Hanım (1507) ve paşanın oğluna ait olmak üzere altı mezar bulunmaktadır Türbenin çevresinde mezar taşlarından oluşan bir hazire bulunmaktadır

Fatma Hanım Sultan Türbesi (Üsküdar)



İstanbul Üsküdar ilçesi, Gülfem Hatun Mahallesi, Mektep Sokakta Aziz Mahmut Hüdayi Efendi Camisinin yanında bulunan bu türbenin kitabesi bulunmadığından yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır

Sultan IV Muradın torunu, Kaya Sultanın da kızı olan Fatma Sultan h 1140 (1727–1728) tarihinde ölmüş ve buraya gömülmüştür Fatma Sultanın yaşamı ile ilgili kaynaklarda yeterli bilgi bulunmamaktadır

Türbe arazi konumundan ötürü düzensiz bir şekil göstermektedir Kesme taştan kare planlı türbenin önünde sekiz baklava başlıklı mermer sütun bulunmaktadır Üstten yuvarlak, alttan dendanlı kemerlerle birbirine bağlanan bu sütunların arası pirinç şebekelerle örtülmüştür Şebekelerin üzerinde de sütunları birbirine bağlayan mermer ayna taşları vardır Türbenin üzeri demir bir kafesle örtülmüştür Mezarlık tarafına açılan kapısı pirinçtendir Türbe 1894 depreminde hasar görmüş bu yüzden de sütun başlıkları birbirlerine demir kuşaklarla bağlanmıştır

Türbenin sağ tarafında İzzi Efendinin üzeri açık türbesi ile Sadrazam Rusçuklu Hasan Paşanın mezarı bulunmaktadır

Mihrimah Sultan Cami Türbeleri (Üsküdar)

İstanbul Üsküdar ilçesi, İskele Meydanında Kanuni Sultan Süleymanın (1520–1566) kızı Mihrimah Sultan tarafından Mimar Sinana 1548 yılında yaptırılmış olan külliyenin cami ile medrese arasında Mihrimah Sultanın iki oğlunun sandukalarını içeren bir türbe vardır

Sicili Osmanîden öğrenildiğine göre Mihrimah Sultanın oğulları 20–30 yaşları arasında ölmüştür Buna göre Türbe 1560 tarihinden sonra yapılmış olmalıdır Türbede Onlarla ilgili bir kitabe bulunmamaktadır Bu türbe külliyenin bitiminden sonra buraya eklenmiştir Türbenin güneyine de Sadrazam İbrahim Ethem Paşa gömülmüştür Caminin son cemaat yerinin güneybatı bölümünde, revak altında Rüstem Paşanın 1576–1577 yılında ölen oğlu Osman Beyin türbesi bulunmaktadır

Türbe etrafı mermer parmaklıklarla çevrilmiş açık türbe şeklindedir Ortadaki mermer lahdin camiye bakan yan yüzünde bir hançer kabartması görülmektedir Söylentiye göre bu tür hançer kabartmaları şehit edilenlerin mezarına kazınıyordu Mezarın ayak taşında; “Mir-i pâkize neseb Hazreti Osman Bey'in Mürg-i ruhu idecek bağ-ı cinâne tayran Eyleyüb sıdk ile ruhuna du'alar Hükmî Didi tarih cinân ola makam-ı Osman 984 Şair Hükmî Mehmet Çelebi” Yazılıdır

Aziz Mahmud Hüdai Türbesi (Üsküdar)



İstanbul ili Üsküdar ilçesi Gülfem Hatun Mahallesi, Mektep Sokak, Aziz Mahmut Hüdai Camisinin avlusunda bulunan bu türbenin yapım tarihi kesin olmamakla beraber XVII yüzyılda yapıldığı sanılmaktadır

Aziz Mahmud Hüdai Anadolu velilerinden olup, Celveti Tarikatının piridir Şereflikoçhisarda 1541 yılında doğmuş, çocukluğu orada geçmiş ve ilköğreniminden sonra İstanbula gelerek Ayasofya Medresesinde öğrenim görmüştür Hocası Nazırzade Ramazan Efendi ondaki kabiliyeti görerek yanına yardımcı almıştır Bu arada Halveti şeyhlerinden Muslihüddin Efendiden tasavvuf dersleri almıştır Nazırzade Muslihuddin Efendi Edirnede Sultan Selim Medresesine atanınca Hüdai Efendiyi de beraberinde götürmüştür Nazırzade Ramazan Efendi Şam ve Mısıra giderken Hüdai Efendiyi de beraberinde götürmüştür Orada Halvetiye Şeyhi Kerimüddin Efendiden Usul-i Esma dersi görerek tasavvuf yolunda ilerlemiştir Bundan sonra hocasının Bursa kadılığına tayin edilmesi üzerine O da Bursaya gelmiş, Ferhadiye Medresesinde müderrislik yapmıştır Nazırzade Ramazan Efendinin 1576da ölümü üzerine de Onun yerine Bursa Kadısı olmuştur

Aziz Hüdai Efendi, bir gece rüyasında cennetlik sandığı birçok kişiyi cehennemde, cehennemlik sandığı birçok kişiyi de cennette görür Bunun üzerine uyanır uyanmaz Üftade Hazretlerine giderek kendini Ona teslim eder Malını mülkünü, her şeyini Bursada fakirlere dağıtır, Üftade Efendi tarafından özel olarak kesilmiş bir kestane sopası üzerine ciğerler asarak ciğer satar Bu olay tarikata girecek makam sahibi kişilere benliklerini eritmek için uygulanan bir usuldür Böylece Hak yoluna girer ve Üftade Efendi Hazretlerinin en iyi öğrencilerinden olur Bir süre sonrada Üftade Hazretleri Onun kemale erdiğini görür ve İstanbula gönderir

İstanbulda Sultan I Ahmet (1603–1617) zamanında Üsküdarda kurduğu dergâhında öğrenciler yetiştirir Küçük Ayasofya ve Fatih Camilerinde tefsir, hadis ve fıkıh dersleri vermiştir Otuza yakın Arapça ve Türkçe kitabı bulunmaktadır Bugün bu yazma kitaplar Üsküdar Hacı Selim Ağa Kütüphanesinde bulunmaktadır Aziz Mahmud Hüdai Efendi İstanbulda 1628 yılında ölmüştür

Aziz Mahmud Hüdainin Türbesi kuzey-güney yönünde peş peşe sıralanmış bölümler halindedir Giriş bölümü, türbedar odası ve üzeri piramit biçimli asıl türbe kısmından meydana gelmiştir Türbe girişi üzerinde talik yazılı kitabesi bulunmaktadır Bu kitabenin mealen anlamı şöyledir:

“Bu meşet Allah yolundakilerin cesetlerinin, ruhlarının toplandığı yerdir Azizim; buraya edeple gir Burası Hüdainin pâk türbesidir Ey gönül; eğer ilâhi zevki tahsil edeyim dersen böyle yap Hüdainin kapısından giren elbet nasibini alacaktır

Bu kitabenin üzerinde de Hattat İzzet Efendinin talik yazılı “Destur yâ Hazreti pir” levhası asılıdır

Türbe sofasının sol tarafında bir kerevet, üzerinde divit ve hokka bulunan bir rahle, sağ tarafta yukarıda adı geçen sebil ve kuyusu vardır Zarif bir bileziği olan kuyunun, çıkrığı ve bakır kovası mevcuttur Burada ayrıca büyük bir saat ve onun yanında, içinde iki sandık dolusu hüccet ve raşar dolusu muhasebe defterleri bulunan küçük bir oda vardır Ahşap beşik tavanını bir Venedik avizesi süslemektedir Kuyu hakkında birçok söylence vardır Tatlı olmayan bir suyu bulunan kuyunun mukaddesliğine inanıldığı gibi, Zemzem Suyu'nun bir kolu olduğu da iddia edilmiştir

Türbede Aziz Mahmud Hüdai Hazretlerinin yanı sıra oğulları Evliya Mehmet Muhtar Efendi (1595), Mustafa Ebrar Efendi (1595), Ali Murtaza Efendi (1601), Abdülvahit Efendi (1611), Ahmet Sıdık Efendi (1624), kızları Ayşe Hanım (1600), Fatma Zehra Hanım (1624), Zeynep Hanım (1642) ve torunu Fatma Zehra Hanım (1642) olmak üzere on bir sanduka bulunmaktadır

Türbe İstanbul Türbeler Müdürlüğünün yönetiminde olup, ziyarete açıktır

Lütfi Bey Türbesi (Üsküdar)



İstanbul ili Üsküdar ilçesi Gülfem Hatun Mahallesi, Mektep Sokak, Aziz Mahmut Hüdai Camisinin avlusunda bulunan bu türbenin yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır Ancak türbenin bulunduğu yerdeki kütüphane ve türbedar odasının 1915 tarihinde yapılmış olması, yapı üslubu da XIX yüzyılın sonu ile XX yüzyılın başlarında yapıldığına işaret etmektedir

Hüseyin Ayvansarayinin Hadikatül Cevamide belirttiğine göre türbenin olduğu yerde şadırvan ve çevresinde de dergâha ait hücreler olduğu anlaşılmaktadır Buna göre türbenin buradaki bir dergâhın haziresinin olduğu yere yapıldığı açıklık kazanmıştır Bunun da nedeni türbe duvarlarına dayalı olan birtakım mezar taşlarıdır

Türbe kesme taştan ampir üslubunda, dikdörtgen planlı bir yapı olup, üzeri tonoz çatı ile örtülüdür Arazi konumundan ötürü birkaç basamakla çıkılan türbenin girişinin sol tarafında, bahçede yedi mezarın bulunduğu küçük bir hazire vardır Cephe görünümü itibarı ile ampir üslubunu tümü ile yansıtan yuvarlak kemerli ince uzun pencereler ve duvarlara gömülü plasterler ile görkemli bir şekildedir Ön cephenin ortasında giriş kapısı ve iki yanında da birer pencere yer almaktadır Türbenin diğer yan cephelerinde de aynı şekilde iki pencere bulunmaktadır

Giriş cephesinde, Kapının iki yanında ve köşelerde İon başlıklı duvara gömülü sütunlara yer verilmiştir Giriş kapısından küçük bir antreye girilmektedir Sol tarafta türbe, sağ tarafta da daha önce kütüphane olarak kullanılmış türbedar odası vardır Türbe içerisinde Lütfi Bey ile eşi ve çocuğunun ahşap sandukaları bulunmaktadır Türbenin içerisi kalem işleri ile bezenmiştir

Ayşe Hanım Sultan Türbesi (Üsküdar)

İstanbul ili Üsküdar ilçesi Gülfem Hatun Mahallesi, Mektep Sokak, Aziz Mahmut Hüdai Türbesinin yakınında bulunan bu türbenin çevresinde birbiri içerisinden geçilen dokuz ayrı türbe daha bulunmaktadır Bunlar Şeyh Ahmet Efendi Türbesi, Hanımefendiler Türbesi, Sadrazam Halil Paşa Türbesidir Bu türbeler tekke ve zaviyelerin kapatılmasından sonra bakımsız kalmış, 1935–1940 tarihleri arasında ahşap çatıları çökmüş, sandukaları dağılmıştır

Ayşe Hanım Sultan Türbesi XVI yüzyılda yapılmış bir yapı olmasına rağmen değişik zamanlarda yapılan onarımlarla özelliğini tümü ile yitirmiştir

Ayşe Hanım Sultan Kanuni Sultan Süleymanın torunu olup, Rüstem Paşanın kızıdır Semiz Ahmet Paşa ile evlendirilen Ayşe Hanım Sultanın Abdurrahman Bey, Mehmet Bey, Şehit Mustafa Paşa ve Osman Bey isimlerinde dört oğlu olmuştur Ayşe Sultan'ın dördüncü oğlu olan Osman Bey, h999 (1590–1591) tarihinde ölmüş ve Mihrimah Sultan Camisinin Türbesine gömülmüştür

Ayşe Hanım Sultan Türbesi yakın tarihlerde yenilenmiştir Türbe içerisinde Ayşe Hanım Sultanın yanı sıra torunu Ümmügülsüm Hanım (1612) ve eşinin mezarı bulunmaktadır

Cennet Efendi Türbesi (Üsküdar)



İstanbul Üsküdar ilçesi, Gülfem Hatun Mahallesi, Aziz Mahmut Hüdai Sokakta bulunan bu türbe giriş kapısı üzerindeki kitabesinden öğrenildiğine göre 1870 yılında Cennet Efendi adına yaptırılmıştır

Cennet Efendi XVII yüzyıl şair ve edebiyatçılarındandır Aziz Mahmud Hüdai Efendinin müridi olmuştur Simav zaviyesinde şeyhlik yapmış, Aizi Mahmud Hüdai dergâhında şeyh Mesud Efendinin ölümü üzerine şeyh olmuştur 11 Ocak 1665te ölmüştür Cennet Efendinin Tevelliye isimli risalesi tefsirleri ve Fena-i mahlası ile yazdığı İlahiyat Divanı bulunmaktadır

Cennet Efendi Türbesi 1961 yılında yanındaki ahşap bir evde çıkan yangın sonucu yanmış, günümüze yalnızca duvarları gelebilmiştir Bugün açık mezar şeklindeki bu türbenin duvar kalıntılarından cephesinde beş penceresinin olduğu anlaşılmaktadır Bu yıkımdan günümüze yalnızca giriş kapısı üzerindeki talik yazılı Mehmet Mısrî imzalı mermer kitabe gelebilmiştir

Kitabe:
Rabia Hanım olub sahibe-i hayr-ü kerem
Eyledi Hakk yoluna cüd ü semâhat icrâ
Yani bu Cennet Efendinin idüb türbesini
Sarf-ı nakd ile bina kıldı mezarın ihyâ
Kıl ziyâret geh gelüb ravzayı Centtetdir bu
Şeme-i hak ıtırnâki virir kalbe safâ
Mevlevi nezri ile Şemsi Didim târihin
Rabia Cennete yaptırdı makâm-ı ulyâ
Nemeka Mehmed Mısrî 1287 (1870)

Türbe içerisinde Cennet Efendi ve akrabalarına ait sekiz mezar bulunmaktadır

Zeynep Kâmil Türbesi (Üsküdar)



İstanbul Üsküdar ilçesi, Nuh Kuyusu Caddesi, Salı Sokağında Zeynep Kâmil Hastanesinin bahçesinde bulunan bu türbe, Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşanın kızı ve Sadrazam Yusuf Kâmil Paşanın (1808–1876) eşi olan Zeynep Hanıma (1825–1882) aittir

Zeynep Hanım, eşi Yusuf Kâmil Paşanın da yardımı ile buradaki Zeynep Kâmil Hastanesinin yapımını 1860 yılında başlatmış ve 1862 yılında da tamamlanmıştır Zeynep Hanım ve Kâmil Paşa hastanenin yönetimi için bir vakfiye bırakmadıklarından daha sonra hastane masrafları Sait Halim Paşa ile Abbas Halim Paşa tarafından karşılanmıştır

Zeynep Kâmil Türbesi sekiz cepheli bir yapı olup üzeri duvarlar üzerine oturan kasnaklı bir kubbe ile örtülmüştür Kubbe kasnağının altındaki mermer bir silme türbeyi çepeçevre dolaşmaktadır Türbenin köşeleri, pencere, kapı ve söve başlıkları mermerdendir İçerisi üç barok üsluptaki yuvarlak kemerli pencere ile aydınlatılmıştır

Türbe içerisinde Zeynep Hanım ile eşi Yusuf Kâmil Paşanın mezarları bulunmaktadır Bu türbe Türk ve İslâm Eserleri Müzesinin yönetiminde iken, hastane yönetiminin üzerine Zeynep Kâmil Hastanesine devredilmiştir

Üsküdar Mevlevihane Türbesi (Üsküdar)



Üsküdar, İmrahor semtinde Ayazma Mahallesinde, Doğancılar Caddesi üzerinde yer alan Üsküdar Mevlevihanesi, İstanbuldan Anadoluya giden dervişlerin konaklamaları için kurulmuştur Galata Mevlevihanesi Postnişini Yeğen Ali Paşanın oğlu Numan Bey kendi evini semahaneye dönüştürmüş, bahçesine de diğer yapıları ekleyerek Mevlevihaneyi kurmuştur (1794) Sultan II Mahmut (1808–1839) Mevlevihaneyi yeni baştan yaparcasına onarmış (1834–1835), Sultan Abdülmecit de (1839–1861) yapı topluluğunun eksiklerini tamamlamıştır Mevlevihane iki katlı bir yapı olup, zemin katı türbeye, üst katıda semahaneye ayrılmıştır Bu özelliği ile de Mevlevi yapılarında günümüze gelebilen tek örnektir

Türbe, Mevlevihane girişine yapının güneybatı köşesine yerleştirilmiştir Buradaki küçük türbedar odası günümüze gelememiştir Türbenin yanındaki bir merdivenle de semahanenin üst katına çıkılmaktadır Türbenin biri kuzey duvarında, beşi de cadde üzerinde olmak üzere altı pencere ile aydınlatılmıştır

Türbe içerisinde Numan Halil Dede (1798), Ali Şeyda Dede (1799), Mehmet Hüsameddin çelebi (1801), Şeyh Hacı Ali Dede (1802), İsmail Hulusi Dede (1808), Abdullah Necip Dede (1836), Abdulkadir Kadri Dede (1850) ve Ahmet Vesim Paşanın (1910) mezarları bulunmaktadır

Üsküdar Mevlevihanesi ve türbesi 1975, 1980 yıllarında onarılmıştır

Gülfem Hatun Türbesi (Üsküdar)



İstanbul ili Üsküdar ilçesi Gülfem Hatun Mahallesinde bulunan Gülfem Hatun Camisinin yanında bulunan bu türbe XVI yüzyılın ikinci yarısında yapılmıştır

Gülfem Hatun Kanuni Sultan Süleymanın (1520–1566) cariyelerinden olup, Üsküdarda kendi adına bir cami yaptırmıştır Caminin doğusunda küçük bir hazire vardır

Gülfem Hatun Camisinin yanında medrese, türbe ve sıbyan mektebi bulunuyordu Bu yapı topluluğu 1850 yılındaki yangın sırasında bütün mahalle ile birlikte yanmıştır Bu yangından on dokuz yıl sonra 1868–1869 tarihinde cami ile sıbyan mektebi halk tarafından onarılmıştır Ancak medrese ile türbe onarılamamıştır Bu nedenle de Gülfem Hatunun türbesi yıkılmış ve günümüze yalnızca mezarı gelebilmiştir

Halil Paşazade Mahmud Türbesi (Üsküdar)



İstanbul Üsküdar ilçesi, Gülfem Hatun Mahallesinde Aziz Mahmut Efendi Sokağı ile Açık Türbe Sokağının birleştiği yerde bulunan bu türbe XVII yüzyılın başlarında yapılmıştır

Halil Paşazade Sadrazam Halil Paşanın oğlu olup, 1609–1629 yıllarında dört defa Kaptan-ı Deryalık, iki defa da Sadrazamlık yapmıştır

Türbe, sebil ve çeşmeden oluşan yapı topluluğu meyilli bir arazi üzerindedir Arazinin meyilli oluşundan ötürü türbenin altına sebil ve çeşme yerleştirilmiş, böylece Osmanlı sanatında görülmeyen bir uygulama meydana getirilmiştir Kesme köfeki taşından yapılan türbe kare planlı olup, önünde üç bölümlü bir revak bulunmaktadır Bu revaktaki mermer sütunlar mukarnas başlıklı olup, sivri kemerlerle birbirlerine bağlanmıştır Revakın ortası kubbe, iki yanı da ayna tonozludur Revakın sol yanı örülerek kapatılmış, buradaki sivri boşaltma kemeri altına mermer alınlıklı, dikdörtgen söveli, alt ve üst iki pencere açılmıştır Revakın ortasındaki basık kemerli kapının üzerinde 1799 tarihli Mütevellinin yazmış olduğu Arapça dualı bir kitabe bulunmaktadır

Kare planlı türbenin üzeri dıştan sekizgen kasnaklı, içten de mukarnas dolgulu tromplu bir kubbe ile örtülmüştür Türbe iki sıra halindeki pencerelerle aydınlatılmıştır Alt sıra pencereler dikdörtgen söveli, üst sıra pencereler ise sivri kemerlidir Türbenin içerisinin ilk yapılışında renkli sır altı tekniğinde geç devir çinileri ile kaplı olduğu biliniyorsa da günümüze bunlardan yalnızca izleri gelebilmiştir

Türbe içerisinde üç mezar bulunmaktadır Bunların Halil Paşanın dışındakilerin kime ait olduğu bilinmemektedir Bununla beraber bazı kaynaklarda Halil Paşanın Aziz Mahmud Hüdai Tekkesine gömüldüğü de yazılıdır Bu konu yeterince açıklık kazanamamıştır

Türbenin sağ tarafına ve türbeye bitişik olarak ikinci bir türbe daha eklenmiştir Bu türbe Halil Paşanın oğlu Mahmud Beye aittir Her iki türbe arasında bir pencere ve bu pencerenin yanında da birer dolap nişi vardır

Ali Rıza Efendi Türbesi (Üsküdar)



İstanbul Üsküdar ilçesi, Sultantepede Münir Ertegün Sokağında, Özbekler Tekkesinin yanındaki mezarlığın önünde bulunan bu türbenin yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır Günümüze gelen türbe yenilenmiş olmasına rağmen XIX yüzyılın sonlarına ait olduğu sanılmaktadır

Ali Rıza Efendinin kim olduğu konusunda yeterli bilgi bulunmamaktadır Türbe üzerinde sonradan yerleştirilmiş kitabede Ali Rıza Efendinin 15 yaşında öldüğü yazılıdır

Türbe yığma taştan ahşap çatılı olup, arka ve sağ cephesinde bir hacet penceresi vardır Halk arasında Hacı-Hoca Türbesi olarak bilinen türbenin içerisinde bir ahşap sanduka bulunmaktadır Hacı-Hoca ismi ile tanınan Semerkantlı Şeyh Abdullah Efendinin bu türbe ile bir bağlantısı yoktur

Fenayi Ali Efendi Türbesi (Üsküdar)



İstanbul Üsküdar ilçesi, Çavuşbaşıında, Boybeyi Sokağındaki Fenayi Tekkesi Mescidinin avlusunda bulunan bu türbe, 1745 yılında ölen Şeyh Fenayi Ali Efendiye aittir Türbe Sadrazam Yusuf Kâmil Paşanın eşi Mısırlı Zeynep Hanım tarafından 1864 yılında ölen annesinin anısına yanındaki cami ile birlikte yenilemiştir Söylentiye göre de Zeynep Hanımın annesi türbe ile birlikte caminin onarımına başlamış, ölümü üzerine de Zeynep Hanım tarafından tamamlanmıştır Türbe 1990 yılında restore edilmiştir

Şeyh Fenayi Efendi Sadrazam Baltacı Mehmet Paşa ile birlikte 1711de Osmanlı-Rus Savaşına, Prut Seferine katılmıştır

Türbe kesme taştan dikdörtgen planlı olup, üzeri içten kubbeli, dıştan da çatı ile örtülüdür Türbenin içerisinde Şeyh Fenayi Efendinin ahşap sandukası bulunmaktadır Osmanlı-Rus Savaşında kendisinin ve müritlerinin taşıdığı dergâh bayraklarından birisi sandukasının üzerine serilmiştir Bu sandukanın önüne de on altı mısralık bir manzume yazılmıştır Türbenin duvarlarından biri üzerinde 1652 tarihli Kâbenin çini üzerine yapılmış kitabeli bir resmi bulunmaktadır Türbe üzerindeki on kollu avizenin Zeynep Hanım tarafından buraya hediye edilmiştir Ayrıca Fenayi Ahmet Efendinin kullanmış olduğu el değirmeni de bir sepet içerisinde türbede korunmaktadır

Şair Şemi Şemullah Efendi Türbesi (Üsküdar)

İstanbul ili Üsküdar ilçesi Eşref Saat Sokağı (Medrese Sokağı) ile Çeşme-i Cedid Sokağının birleştiği yerde bulunan türbenin hacet penceresi üzerindeki kitabeden 1591–1592 yılında yapıldığı anlaşılmaktadır

Şair Şemi Şemullah Efendi, XVI yüzyıl mutasavvıflarından olup Prizrende doğmuş, buradaki mekteplerde ilahiyat dersleri vermiş, sonra Konyaya giderek Mevlâna Celaleddin Rumi Dergâhında feyz almıştır Daha sonra İstanbula gelerek Şeyh Vefa Hankâhında inzivaya çekilmiştir Şeyh Vefanın halifesi Ali Dedenin tarikatına intisap etmiştir

Türbenin ilk hali hakkında yeterli bilgi bulunmamaktadır Yakın tarihlerde yenilenmiştir Kare planlı bir yapıdır Buradaki hacet penceresi üzerinde iki mısra halinde kitabesi bulunmaktadır

Kitabe:
Rûşen etsin hane-i kalbin Hudâ
Şem'i'nin rûhuna kim kıla du'â

Türbe içerisinde Şair Şemi Şemullah Efendinin sandukası bulunmaktadır

Merkez Efendi Türbesi (Zeytinburnu)

İstanbul ili Zeytinburnu ilçesi, Merkez Efendi Mahallesinde Merkez Efendi Camisi içerisinde bulunan bu türbe, Merkez Efendinin 1551 yılında ölümünden sonra yaptırılmıştır

Merkez Efendinin asıl ismi Musluhiddin olup, unvanı da Merkezdir Denizlinin Sarhanlı Köyünde 1463te dünyaya gelmiştir İlköğretimini orada tamamladıktan sonra Bursa ve İstanbul medreselerinde ders görmüş, Uzır Bağdadi Velüyiddin Efendi ve Mevlâna Ahmed Paşadan ders almıştır Tıp, Tefsir, Hadis ve Fıkıh öğrenimi gördükten sonra bir süre müderrislik yapmıştır Bursa, Karaman ve Amasyadaki dergâhlardan tarikat icazeti almış ve sonra İstanbulda Etyemez Dergâhının şeyhi Mirza Babanın halifesi olmuştur Daha sonra Kocamustafapaşa Dergâhı şeyhi Sümbül Efendiye intisap etmiştir Aksaraydaki Kovacı Dede Zaviyesi şeyhi olmuştur

Kanuni Sultan Süleymanın (1520–1566) annesi Hafsa Hatunun Manisada 1494–1495 yılında yaptırdığı külliyenin yanındaki bu zaviyeye Sümbül Efendi tarafından şeyh olarak gönderilmiştir Burada birçok öğrenci yetiştirmiş, hekimlik yapmıştır Hafsa Sultanın hastalanması üzerine 41 baharattan oluşan mesir macununu yapmış ve sultana göndermiştir Bu macunu yiyen sultan iyileşmiş ve macunun herkese dağıtılmasını istemiştir Bunun üzerine 22 Mart günü zaviyenin yanındaki Sultan Camisinin minare ve kubbesinden halkın üzerine mesir macunu atmıştır Bu gelenek günümüzde de sürmektedir

Sümbül Efendinin 1529da ölümü üzerine İstanbula gelerek Onun yerine şeyh olmuştur Günümüzde türbe ve dergâhının olduğu yerdeki arsada bir kuyu açtırmış, ardından buraya bir tekke ve hamam yaptırmıştır Dergâhın yanındaki cami Yavuz Sultan Selimin kızı Şah Sultan tarafından 1572 yılında yaptırılmıştır

Merkez Efendinin halk arasında yaygın olan Sümbül Efendiye bağlanması, Sümbül Efendinin talebelerinden çiçek istenmesi, Merkez Efendinin Sümbül Efendinin kızını istemesi, Sümbül Efendinin dergâhına şeyh olması, Ayasofyada verdiği ilk vaaz, Hızır Aleyhisselâm ile bağlantısı, Şah Sultanın Merkez Efendiye bağlanması, Yerin altından gelen ses gibi menkıbeleri bulunmaktadır

Merkez Efendi Türbesi, kendisinin yaptırmış olduğu cami-tevhidhane, çilehane, kuyu, şadırvan, mutfak, taamhane, derviş hücreleri, hünkâr köşkü ve hamamdan meydana gelen külliyenin bir bölümünü oluşturmaktadır Türbenin ilk yapıldığı durumu hakkında yeterli bilgi bulunmamaktadır Bugünkü türbe Sultan II Mahmud (1808–1839) döneminde yeniden yapılmıştır Sultan II Mahmudun yaptırdığı türbe iki dikdörtgen bölüm halindedir Bunlardan birinde Sultan II Mahmudun sandukası, diğerinde de dergâh şeyhlerinin ve ailelerinin sandukaları bulunmaktadır Sonraki yıllarda asıl türbe kısmının kuzeydeki duvarı yıkılmış ve her iki bölüm birleştirilmiştir Türbeleri birleştiren duvar yıkıldıktan sonra buraya iki sütunun taşıdığı üç kemerli bir ara bölüm eklenmiştir

Türbe moloz taş ve tuğladan yapılmış olup, ampir özellikler göstermektedir Kare planlı 750x750 m ölçüsündedir Türbenin batı cephesi mermer kaplıdır Asıl türbenin üzeri ise içten bağdadi sıvalı, dıştan da kurşunlu bir kubbe ile örtülüdür Sultan II Mahmud döneminde, 1836 yılında ilave edilen ek bölüm ise kırma çatılıdır Türbenin batı cephesinde çıkıntılı kilit taşları olan yuvarlak üç pencere bulunmaktadır Merkez Efendiye ait olan türbenin duvarları kubbe eteğine kadar XIX yüzyıl Avrupa çinileri ile kaplanmıştır Kubbe içerisinde ise yıldızlı bir bezeme görülmektedir Kubbe içerisindeki yazı Hattat MŞevket Vahtetinin eseridir Merkez Efendinin sandukası ahşap parmaklıklar içerisine alınmış olup XVIII yüzyıl üslubunda sedef ve bağa kakmalıdır Sandukanın önünde de Hattat Aziz Efendinin yazdığı Osmanlıca bir levha bulunmaktadır:

Merhaba Ey Merkez-i Devran-ı Can
Merhaba Ey Kutb-u Kevneyn-i mekân
Zahir-ü batında nurun olmada
Aftab ve sen cümleye sule feşan
Kıymetin bilinmekte acizdir ukûl
Ayni nûr-u Mustafasın bi güman
Doğsa şems garbden dedi Molla-yi Rum
Aynı hurşittir ki meşrikten doğan
Zarf değişse hak hakikat payidar
Gafil olma aç gözün bir gör ayan
Daire meydanda biz içindeyiz
Nur-u zahir körlere Merkez nihan
Lütfü ulviyetini tarif mahal
Çünkü bu tariften acizdir lisan
Aşık-ı hayranının şahım senin
Melceim sensin Habib-i müstean
Bendelikten etme azad bizleri
Daima kurban sana kenan cenan

Türbe içerisinde Merkez Efendi, eşi Hatice Hanım, Şeyh Seyyid Muslihiddin Efendi, torunu Fatma Hatun, Şeyh Nureddin Efendi, Mustafa Efendi, Şeyh Ahmed Mesud Efendi, Şeyh Hüseyin Efendi, Sıdıka Hanım, Şeyh Ahmed Efendi ve Şeyh Nureddin Efendi gömülü bulunmaktadır

Türbe günümüzde İstanbul Türbeler Müdürlüğünün yönetiminde olup, ziyarete açıktır

Yenikapı Mevlevihane Türbesi (Zeytinburnu)

İstanbul Zeytinburnu ilçesinde bulunan Yenikapı Mevlevihanesinin semahanesinin güneybatı köşesinde bulunan bu türbe 1600x1400 m ölçüsündedir Türbe içerisinde 40 Mevlevi dervişinin sandukası bulunmaktadır Bunların içerisindeki Yenikapı Mevlevihanesinin ilk postnişini Kemal Ahmed Dedenin sandukası diğerlerinden daha büyük tutulmuştur Ayrıca burada Ebubekir Çelebi, Dugani Ahmed Dede, Naci Ahmed Dede, Seyyid Ebubekir Dede ve Abdülahad Çelebizade Veled Çelebinin sandukaları vardır

Türbe dikdörtgen planlı olup, dış cephesinde oymalı alınlıklar ve hacet penceresine yer verilmiştir Türbe Kubbe-i Hadradan getirilmiş çinilerle bezenmiştir

Abdurrahman Nafiz Paşa Türbesi (Zeytinburnu)



İstanbul Zeytinburnu ilçesi, Merkez Efendi Caddesi Yenikapı Mevlevihanesinin bir bölümünü oluşturan Abdurrahman Nafiz Paşa Türbesi yanındaki kütüphane ile birlikte 1850 yılında yaptırılmıştır

XIX yüzyılda Maliye Nazırı olan Abdurrahman Nafiz Paşanın türbesi 500x500 m ölçüsünde ampir üslubunda açık bir türbe görünümündedir Kesme köfeki taşından olan türbenin çevresi on iki tane kare kesitli toskana başlıklı mermer sütunlarla çevrelenmiştir Bu sütunlar kuzey, batı ve güney cephelerinde dörder tane olup, üzerlerindeki mermer bir lentoyu taşımaktadır Bu sütunların arasındaki açıklıklar ise üzerleri stilize yapraklarla bezenmiş madeni tunç şebekelerle kapatılmıştır Türbenin üzeri de yine madeni iskeletli tekne-tonoz biçiminde tel örgü ile örtülmüştür

Türbenin içerisinde Abdurrahman Nafiz Paşanın mermer lahdi bulunmaktadır

Alıntı Yaparak Cevapla

İnceden İnceye İstanbull

Eski 11-04-2012   #56
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İnceden İnceye İstanbull



İstanbul Kiliseleri 3

İstanbuldaki Bizans Kiliseleri

Grekçede toplantı anlamındaki “eclesia”sözcüğünden gelen kilise kavramı Hıristiyanlığın doğuşu ile başlamış,önce cemaatlerin toplandığı yerlerde sonra ise antik mabetlerde ibadet edilmeye başlanmıştır Hıristiyanlık,İsanın kutsal yaşamını ve tanrısal görevini esas alan bir din haline gelmeye başladığında Roma İmparatorluğunun bir devamı olan Bizans Pagan inancında idi Hıristiyanlığı kabul eden Bizans İmparatoru IKonstantinus (306-337) 324 de İstanbulu başkent yapıp adını da ”Konstantinopolis” koyduğu bu şehirde büyük bir hızla inşaat faaliyetine girdi ve yapılan eserler arasında ilk kilise olan 12 Havari kilisesini inşa etti Hzİsanın 12 havarisine ithaf edilen bu kilise bugünkü Fatih Camiinin olduğu yerde eski bir pagan mabedinin kalıntıları yıktırılıp yerine yapılmıştır I Konstantinus bu kilisenin yanında kendisi ve oniki havariye ithaf ettiği boş lahitlerin bulunduğu bir Mauseleumun inşaatına başlattı ise de 337 de Nikomedia (İzmit)da ölümüyle inşaatı tamamlayamadı Cesedi kısa bir süre önce inşaatını tamamlattığı Aziz Akakios kilisesine götürüldü ve inşaat tamamlanınca da lahdi Havariyun kilisesine getirildi yaptırtmış olduğu bu kiliseye getirildi ve orada gömüldü 358 depreminde büyük zarar gören kiliseyi II Konstantinus yeniden tamir ettirerek 370 de görkemli bir açılış yaptırdı Oldukça dindar olan II Konstantinus havarilerden Timotheus,Andreas ve Lukasın röliklerini buraya getirerek boş duran 12 lahitten üçünü doldurdu Bu kilisenin görünüm ve planı bakımından en güvenilir kaynak olan Eusebiosa göre oldukça devasa boyutta tabandan tavana kadar da mermer kaplı imiş IKonstantinusun yaptırdığı ve kilise ile onunla bağlantılı olan Mauselumu Justinyanus (527-565) genişletti ve içerisini İsa ve Meryemin hayatını anlatan,altın yaldızlı mozaiklerle kaplattı 869 daki deprem de çöken kubbeyi IBasileusun (868-886) onarttığını biliyoruz 1010 senesindeki zelzelede tekrar kubbe çökmüş ve II Basileus (976-1025) tarafından yenilenmiştir Bizans İmparatorlarının gömüldüğü bu mauseluma en son, İmparator VIII Konstantin 1028 de gömülmüş ve bundan sonra da kompleksin çöküşü başlamıştır Latin istilası sırasında tam bir soyguna uğrayan kilise 1296 depreminden de büyük zarar görünce terkedilmiştir Fetihden sonra çok harap durumda olan bu kilise Patrikhanenin yönetimine verilir, 1456 da Patrikhane Pammakaristos Manastırına taşındığında çok harap durumdaki bu kiliseden arta kalanlar yıktırılarak yerine Fatih Camiinin inşaatı başlatılmıştır Hıristiyanlık IVüncü yy dan itibaren Bizansda yerleşmeye başlamış ve Havariyun Kilisesini yeni birçok kilise inşaatı takip etmişse de bu ilk yapılardan günümüze bazı temel kalıntıları kalmıştır Bizans döneminde İstanbulda çok sayıda manastır ve kilisenin yapıldığı eski kaynaklarda yazılıdır Ancak bunların büyük bir kısmı kendi devrinde yıkılmış ve harap olmuştur Bu konudaki büyük araştırmaları olan tarihi topoğrafya uzmanı ve aynı zamanda rahip olan Raymond Janin (1882-1887) “ mahallelere,manastırlara ait veya özel olmak üzere 485 kilisenin mevcut olduğunu tesbit edebildik ki bunların adları eski metinlerden çıkarılmaktadır Bunların çoğu kaybolmuştu Öyle ki,1453 de İmparatorluk çöktüğünde bunlardan henüz hizmette olarak kalabilenlerin sayısı elliyi aşmıyordu En hayret verici husus şudur ki 1453de bunlardan onsekizinin kesin olarak faal durumda oldukları anlaşılmaktadır,” fetih sırasındaki durumu bu sözleri ile ifade etmektedir Fetihten sonra sağlam olanların büyük bir kısmı camiye çevrilmiş olup bunlardan üçü Cumhuriyet döneminde Müze olarak (Ayasofya,Eirene,Kariye) kullanıma açılmış,bazıları Fatihin fermanı ile Patrikhaneye verilmiştir yakın zamanlarda ise İmrahor ve Fethiyenin paraklesionu Müzeler Genel Müdürlüğüne bağlanmış olup özel izinle gezilebilmektedir Bir kısım kilise arsası ve bakiyesi üzerine de sonradan Rum Kiliseleri inşa edilmiştir Bizanslı tarihçi Dukas da 1390 da surların tamiri için gerekli taşın harap halde olan Azizler kilisesinden temin edildiğini yazar İstanbuldaki yangın ve depremler neticesinde ayakta kalanların da telafi edilemeyecek zararlara uğramışlardır Bir kısım yıkık küçük kilise ve şapellerin üzerlerine bazı kalan parçaları kullanılarak yeni mescidler inşa edilmiştir Bunlara örnek olarak İsa Kapısı,Odalar,Buğdan şapeli, Kasım Ağa,Şüheda ve Hamza Paşayı gösterebiliriz İstanbulun büyük yangınları olan 1908,1911,1918 ve 1919 yangınları, 1894 depremi ve İstanbulun imarında açılan caddeler sonunda Odalar,Sekbanbaşı,Balaban Ağa,Şeyh Murad,Toklu İbrahim Dede,Hıramî Ahmed Paşa, Acem Ağa,Hamza Paşa gibi Bizans isimleri tesbit edilemeyen binalar tamamen yok olmuştur Mescid ve camiye çevrilenler ise tamir görüp tekrar ibadete açılmışlardır Büyük Bizans kiliselerinin tamir edilip cami olarak ibadete açılması II Bayezid (1481-1512) devrindedir Bunların başlıcaları,Khora Manastırı (Kariye Camii)Konstantin Lips Kilisesi (Fenari İsa camii),Hosios Andreas Manastır kilisesi (Koca Mustafa Paşa Camii),Studios Bazilikası (İmrahor İlyas Bey Camii),Myrelaion Manastırı (Bodrum Camii),Sergios ve Bakhos Kilisesi (Küçük Ayasofya Camii) dir Kanuni Sultan Süleyman (1520-1566) zamanında anonim iki küçük şapel Sinan Paşa ve Ese Kapı mescidi adı ile ,tamir edilip ibadete açılmıştır IISelim (1566-1574) zamanında da Cibalideki Hagia Theodosia Kilisesi Gül Camii adı ile tamir edilip ,birtakım ilavelerle cami haline getirilmiştir III Murad (1574-1595) de Fetihten sonra Patrikhane olarak kullanılan Pammakaristos Fethiye Camii adı ile ibadete açılır Eski Bizans kiliselerinden camiye çevrilmeyenler ise Hagios Georgios Kyparesso (Patrikhane), Fenerdeki Panaghiotissa (=Moukhliotissa) ve Heybeliada daki Panaghia dır Peribleptos manastırı ise Ermenilerin ibadetine verilmiş olup Sulu Manastır veya Surp Kevork kilisesi olarak isimlendirilmiştir

Ahmet Paşa Mescidi /Trullo Manastırı (Fatih)
Çarşambada Fethiye Camiine yakın Koltukçu ve Beyceğiz sokaklarının çevrelediği alandadır Bu mabedin Bizans dönemindeki Hagios İoannes Prodromos Trullo Manastırı olduğu iddia edilirse de Semavi Eyice bu binanın küçüklüğünden dolayı, içinde konsil törenlerinin geçtiği yazılı olan “Kubbe” anlamındaki Trullo Manastırı olamayacağını ileri sürmektedir Binanın kesin yapım tarihi de bilinmemektedir Fatih Sultan Mehmed İstanbulu fethettikten sonra patrikhaneye Pammakaristos kilisesini tahsis ettiğinde buradaki rahibelerin barınması için de bu küçük mescidin bir kadınlar manastırı şeklinde kullanılması için tahsis etmiştir Bu tarihten itibaren bu kızlar manastırına “Büyük Saray” ın kubbeli büyük salonlarından biri olduğu da ileri sürülen esas Trullo ile bir ilgisi olmamasına rağmen “Trullo Manastırı” denilmeye başlanmıştır İnşaat tekniğine göre XI-XII yy lara ait olan bu kilise 1586 ya kadar Patrikhaneye bağlı kalmış ,Patrikhanenin Pammakaristos Manastırından taşınması üzerine de Vezir Hırami Ahmed Paşa tarafından camiye çevrilmiştir Kilise kapalı Yunan Haçı planlıdır Narteks üç bölümlü olup üzeri çapraz tonoz ile örtülüdür Orta mekanın üzeri dört payenin taşıdığı etrafında yuvarlak kemerli pencerelerin açıldığı yüksek ve yuvarlak kasnaklı bir kubbe ile örtülüdür Yarım yuvarlak olan apsis üçüzlü pencerelidir Apsisin iki yanında biri yonca,diğeri ise kare şeklinde küçük yuvarlak apsisli diakonikon ve prothezis hücreleri yer almaktadır Binanın dış duvar örgüsü orta bizansda çok sık görülen tuğla taş karışımıdır Camiye çevrildikten sonra narteksin güney duvarında bir kapı açılmış,birçok pencereler duvarla kapatılmış ve çatıya ahşap bir minare eklenmiştir Cami 1930 da harap olduğu gerekçesiyle ibadete kapatılmış bu yüzden de hızla harap olmaya başlamıştır ve 1946 da da son cemaat yerine dönüştürülmüş olan narteks yıkılmıştı 1966-68 yılları arasında Vakıflar Başmüdürlüğünce YMimar İlban Özün kontrolluğunda restorasyonu yapılmış ve tekrar ibadete açılmıştır

Aya Eireni Kilisesi (Eminönü)
Topkapı Sarayının dış avlusu içinde ve Sur-u Sultaninin içinde olup fetihten sonra camiye çevrilmemiştir Ayasofyadan sonra Bizansın İstanbuldaki ikinci büyük kilisesidir I Konstantinus (324-337) burada daha evvelce var olan , Apollon,Afrodit ve Artemise atanmış bir Roma mabedinin üzerine inşa ettirmiştir Bu ilk kilise 532 deki Nika isyanı sırasında yanmış ve IJustinianus (527-565) Ayasofyayı yaptırırken onunla beraber Aya Eireni de daha büyüterek piskoposluk binası olarak yeniden inşa ettirmiştir 563 senesinde çıkan bir yangından zarar gören bina kısa zamanda yenilenmiş ve 588 de burada konsil toplantısı yapılmıştır V inci Konstantin (741-775) 738 depreminden büyük zarar gören binayı tamir ettirmiş,yeni ilaveler yapmış ve bu arada hemen hemen tüm tavanı ve apsisleri fresk ve mozaiklerle süslemiştir İkonaklazma (726-843) devrinde bu mozaik ve freskler sökülerek apsis yarım kubbesinin içindeki “Haç “ yapılmıştır İkonaklast inanca göre Haç “İsayı sembolize eder Onun insan gibi tasvir edilmemesi gerekmektedir Apsisdeki bu haç üç kademe üzerinde çizilmiştir Haçın altındaki bu üç basamaklı kademe İsanın çarmıha gerildiği “Golgotha Tepesi” ni sembolize etmektedir IX uncu yy da bine yine depremden gördüğü tahribatın sonunda yenilenmiştir İstanbulun fethinden sonra burası cebehane olarak kullanılmış III Ahmed (1703-1730) zamanında ise Harbiye Nezaretinin silah ambarı olmuştur Savaşlarda ele geçirilen silahlar buraya konularak kuzey yönündeki bir kapının üzerine de “Darül-esleha “( =Silahhane) yazılı 1726 tarihli bir kitabe konmuştur Türkiyedeki ilk Müze Sultan Abdülmecid (1839-1861) zamanında Tophane Müşiri Fethi Ahmet Paşa tarafından burada açılmıştır Daha sonra Müzedeki arkeolojik eserler 1869 da Çinili Köşke taşınmış olup buradaki Eski Eserler Müzesinin açılışı 1880 de yapılmıştır Aya Eirine de Askeri Müze olarak ziyarete açık kalmıştır Harbiyedeki Askeri Müzenin fonksiyona geçmesinden sonra burası boşaltılmış olup 1939 da Ayasofya Müzesine bağlanmıştır 1958,1961,1974-76 yıllarında ise kazı,tamir ve restorasyonlar yapılmıştır 1983 deki “Anadolu Medeniyetleri Sergisi” dolayısıyla uzun müddettir kapalı olan bina temizlenip sergi ve konserlerin düzenlendiği bir mekan olmuştur Günümüzde de bu işlevini sürdürmektedir
İlk devir Bizans Mimarisi özelliklerini gösteren yapı üç nefli bazilika planından Kapalı Yunan Haçına geçişin tipik bir örneğidir Burada zemin üç nefli bir bazilika,üst kat ise kapalı Yunan Haçı şeklindedir Aya Eirini 100 x 32 m lik ölçüsüyle devrinin en büyük yapılarından biridir Orta mekanın üzeri 15 m çapında,35 m yüksekliğinde dört büyük fil payenin taşıdığı,içten yarım yuvarlak,dıştan ise yüksek kasnaklı bir kubbe ile örtülüdür Kubbe kasnağında bulunan yirmi pencerenin ondördü kubbeyi sağlamlaştırmak için sonradan tuğla ile örülerek kapatılmıştır Orta kubbenin yanı başında,narteksin üzerini örten basık ve yayvan tonoz diyebileceğimiz ikinci bir kubbesi daha vardır Bu ikisinin dışında kalan yerlerin üzerleri tonozlarla örtülüdür Orta mekanın iki yanında üst katta sütunların taşıdığı galeriler bulunmaktadır Bunlardan alt kattaki sütunlara karşılık üst kattakilerin taşıyıcı özelliği bulunmamaktadır Orta mekanın doğusundaki apsis içeriden yarım daire şeklinde olup dışarıdan üç cephelidir Cephelerinde birer penceresi olan apsisin oldukça kalın duvarları arasına 1 m genişliğinde kemerli bir dehliz yerleştirilmiştir Apsisdeki oturma kademeleri bu dehlizin üzerine oturtulmuştur Orta apsisin iki yanında ,kendi apsisleri olan diakonikon ve prothezis hücreleri yer almaktadır Binaya giriş narteksdeki beş kapıdan sağlanıyordu,bugün bu kapılardan üçü mevcuttur Günümüzde giriş kuzey yönünde sonradan açılmış bir kapı ile sağlanmaktadır Duvarlarında görülen zıvana deliklerinden içerisinin belirli bir yüksekliğe kadar evvelce mermer ile kaplı olduğunu bazı araştırıcılar iddia etmektedirler Atriumun köşesindeki iki porfir lahitin Fatih Camii yapılırken,Havariyun kilisesinden çıkarılıp buraya getirildiği söylenmektedir

Aya Sofya Kilisesi (Eminönü)
Bkz İstanbul Müzeleri

Ayios Polieuktos Kilisesi (Fatih)
1964 de başlayan Saraçhane kazılarında temelleri ve duvarlarının alt kısmı ortaya çıkarılmış olan bu kilise, son Batı Roma İmparatoru olan Anikius Olybriusun kızı Aniika Juliana tarafından , Malatyada öldürülen Romalı asker Poliektusun anısına 524-527 de yaptırıldığı temel kazısı sırasında çıkarılan bir kitabeden anlaşılmaktadır XII inci yya kadar kullanıldığı anlaşılan bu kilise,Lâtin istilası sırasında büyük tahrip görmüş olup birçok parçaları İtalyaya götürülmüştür Sütun başlıkları ve payeleri Venedikdeki San Marco kilisesinin inşaatında kullanılmıştır Plan şeması kapalı yunan haçı tipindedir Orta mekanın üzeri kubbe ile örtülü olduğu anlaşılmaktadır Apsisin içinde sintronon basamakları mevcuttur Kazılarda çıkan parçalardan bu kilisenin olağanüstü bir bezemeye sahip olduğu anlaşılmaktadır

Atik Mustafa Paşa /Hagia Thekla (Fatih))
Ayvansaraydadır Bu binanın önceleri havarilerden Markos ve Petrosa ithaf edilmiş V inci yy a ait bir kilise olduğu ileri sürülmüşse de sonradan İmparator Theophilos (829-842) un kızı olup,sonraki yıllarda azize kabul edilen Theklanın adına yaptırdığı kilise olduğu iddia edilmiş ve bu hipotezin daha doğru olduğu kabul edilmiştir Aslında her iki hipotez de tam anlamıyla ispat edilememiştir 1059 da II İsaakios Komnenosun bu kiliseyi önemli ölçüde tamir ettirip genişlettiğini Anna Komnenanın “Aleksiad” isimli kitabından öğrenmekteyiz Fetih sırasındaki durumu hakkında bir bilgimiz yoktur Bina II Bayezıd ın sadrazamı olup 1512de Yavuz Sultan Selimin idam ettirdiği Koca Mustafa Paşa tarafından camiye çevrildiği kayıtlardan anlaşılmaktadır1729 yılındaki Balat yangınında bina büyük zarar görür ve yeniden onarılır 1894 depremi bu binayı da etkilemiş ve 1906 yılına kadar boş bırakılmış ve bu tamirden sonra tekrar cami olarak işlevini sürdürmeye devam etmiştir 1922 de tekrar bir onarım görür Halen cami olarak kullanılmaktadır
Kilisenin planı Orta Bizans devrinin çok sevilen tipi olan kapalı Yunan Haçı şeklindedir Ortada dört kalın sütun üzerine kubbe oturmakta idi Bu kubbe Türk devri tamirlerinde kaldırılmış ve yerine Türk mimarisinde görülen örtü sistemi uygulanarak basık kubbe yapılmış ve yeni pencereler açılmıştır Apsis içeriden yuvarlak dışarıdan ise üç köşeli olup her iki yanında da yuvarlak küçük apsisleri olan diakonikon ve prothezis hücreleri vardır Bina camiye çevrilirken minrabın aksı farklı olduğu için apsis bozulmuş ve içine,burada öldüğü ve gömüldüğüne inanılan , Peygamberin sehabelerinden Câbirin makam kabri yapılmıştır Narteks bölümünden günümüze hiçbir parça gelmemiştir Bilinmeyen bir tarihte tamamen yıkılmış olduğunu tahmin ettiğimiz bu bölüme bugün mimari hiçbir değeri olmayan bir son cemaat yeri eklenmiştir 1957 de burada çalışmalar yapan Amerikan Bizans Enstitüsü,binanın güney cephesinde badana ve sıvaların altında kalmış bazı aziz resimlerini bulmuşlardır Bunlar hekim azizlerden Kosmos ve Damianus ile baş melek Mikaeldir Üzerleri tahta ile kapatılan bu fresklerin bugünkü durumunu bilemiyoruz

Ayia Euphemia Martyrionu (Eminönü)
Sultanahmetde Hipodromda,Adliye Sarayının destek duvarının altında bu kiliseden kalma kalıntılar mevcuttur Burada, İmparator II Theodosios (408-450) zamanında sarayın Baş Mabeynicisi olan Pers asıllı Prapositus Sacri Cubiculi Antiochos un dört ayrı yapı topluluğundan meydana gelen sarayı vardı Daha sonra gözden düşen Antiochosun mallarına el konulur ve sarayının kabul salonu da İmparatorun kız kardeşi dindar Pulcheria tarafından kiliseye çevrilir 615 de Khalkedonya (Kadıköy) metropolitanlığı, 16 Eylül 307 de Khalkedonda Romalılar tarafından büyük işkenceler gördükten sonra öldürülen, ilk hırıstiyanlardan olup sonradan azize kabul edilen Euphemianın röliklerini kendi adına inşa edilen ve muhtemelen Yeldeğirmeninin sırtlarında olduğu tahmin edilen kilisesinden buraya getirtir Rölikler bu kilisenin apsisinin önüne yapılan bir lahide yerleştirilir ve bu tarihten sonra da burası Euphemia Martyrionu adını alır 796 da İmparatoriçe Eirene bu Martyrionu restore ettirir ve içerisine Azizenin hayatını ve gördüğü işkenceleri anlatan fresklerle süsler20 Ağustos 1203 deki Mese (Divanyolu) yangınında büyük zarar gören kısa sürede tamir edilir ve içerisindeki freskler yenilenir Fetihten sonra azizenin rölikleri Patriklik kilisesi olan Pammakaristosa taşınmıştır Bir iddiaya göre de buradan da Romaya götürülmüştür Martyrion ve saray zamanla tahrip olmuş ve 1522 de İbrahim paşa sarayı yapılırken sarayın büyük bir bölümü bu inşaatın içinde kalmıştır Nur-u Osmaniye camii yapılırken temellerinden çıkarılan toprak artık yıkılmış olan bu kilisenin arazisi üzerine boşaltılmış,taş ve mermer inşaat malzemesi de yakınındaki Server Dede türbesinin inşaatında kullanılmıştır 1939 da Hipodromun kuzey-batısına Adliye Sarayı yapılırken bu Martyrionun duvarları ve fresklerinden bazı parçalar ortaya çıkmıştır1964 de İstanbul Arkeoloji Müzesi ve Alman Arkeoloji Enstitüsünün ortak kazı çalışmalarında bu binanın kuzey-doğu köşesinde 12 köşeli plâna sahip iki mausoleum bulunmuştur Bu bina altıgen bir plana sahip olup her duvara yarım yuvarlak bir niş açılmıştır Üzerinin kubbe ile örtülü olduğu çıkan parçalardan dolayı ileri sürülür Duvarlar son derece kalın olup alt kısımları masif taş bloklardan inşa edilmiştir Azizenin hayatını anlatan fresklerden kalan 14 parça günümüze ulaşmıştır Son derece bozuluş olmalarına rağmen azizenin doğumu,yargılanması işkence sahneleri ve öldürüldükten sonra bedenin testere ile kesilmesi ile azizenin “kan” mucizesini gösteren sahneler duvarlara işlenmiştir Günümüzde burası kapalı olup İstanbul Arkeoloji Müzelerine bağlıdır Türk-İslâm Eserleri Müzesi ile Adliye Sarayı arasındaki parkın içinde bu kilisenin rahiplerin dini toplantılarda,oturdukları yuvarlak apsisin içindeki synthronom basamakları ve bazı duvar parçaları bulunmaktadır

Bodrum (Mesih Paşa) Camii/ Myralion Manastırı (Eminönü)
Lalelide Sait Efendi Sokağındadır I Romanos Lekapenos (920-944) ,VIII inci yy da burada var olan bir kilisenin yıkıntısı üzerine yaptırdığı özel sarayını daha sonra bir manastıra dönüştürerek Myralion adını verir İmparator bu manastırın altında bir de bodrum yaptırarak burasının aile mezarı olarak kullanılmasını istemiştir Nitekim 922 de ölen karısı Theodora ve 932 de ölen büyük oğlu Kristoforos buraya gömülmüşlerdir I Romanos tahttan indirilip Kınalıadada yaşadığı sürgünde 948 de ölünce vasiyeti gereği karısı ve kızının yanına buraya gömülür Daha sonra VII Konstantin ile evlenen kızı Helenada 961 de ölünce ailesinin yanına gömülür ve böylece aile mezarlığı tamamlanmış olur II Romanos (959-963) kız kardeşi Annayı bu manastıra kapattırmış, daha sonra da prenses burada rahibe olarak ömrünü tamamlamıştır I İsaakios Komnenos (1057-1059) tahttan indirilince karısı Katerina ve kızı Maria da bu manastıra rahibe olarak girmişlerdir Orta Bizans dönemine ait bu manastırdan günümüze sadece bir duvar parçası gelebilmiş kilise ise II Bayezid (1481-1512) ın sadrazamı Mesih Paşa tarafından camiye çevrilmiştir kilisenin dış duvarları taş tuğla karışımı yapılmış olup kapalı Yunan Haçı plânlıdır Ortadaki sütunların taşıdığı orta kubbe etrafı pencereli yüksek bir kasnak üzerindedir Bu kubbeyi dört tarafından dört beşik tonoz destekleyerek orta mekanda bir yunan haçını oluştururlar Batıdaki üç bölümlü narteksden Naosa geçilir Naosun doğu yanı dışarıya doğru üç cephelik bir çıkıntı yapan bir apsis içten yarım yuvarlaktır Bu apsisin iki yanında yonca planlı pastoforion hücreleri yer alır
1911 deki Mercandan Laleliye kadar uzanan büyük yangında harap olan bina uzun müddet kullanılmamış ve adeta yıkılmaya yüz tutmuşken 1950 ve 1965 de çevresi temizlenmiş ve restorasyon çalışmaları yapılmıştır 1985 de ise Vakıfla Bölge Müdürlüğü tarafından onarılarak tekrar cami olarak hizmete açılmıştır

Ese Kapısı (İsa bey) Mescidi (Fatih)
Cerrahpaşada,Kocamustafapaşaya uzanan caddenin kenarındadır Bizans devrindeki adı bilinmeyen bu küçük tek nefli bazilika planındaki kilise 1509 depreminde tamamen yıkılmış olup Hadım İbrahim Paşa tarafından 1560 da kalan duvar parçaları üzerine Cami yapılmış ve Mimar Sinan tarafından etrafına bir de medrese inşa edilmiştir 1894 zelzelesinde yıkılmış olan bu yapı gurubu büyük ölçüde zarar görmüş olup günümüze kadar da onarılmamıştır Bugün Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Hastahanesinin Adli Tıp bölümünün sınırları içinde kalmaktadır Günümüze bu kilisenin güney ve kuzey duvarlarından bazı kısımlar ile bemanın bir bölümü kalmıştır

Eski İmaret /Pantepoptes Kilisesi (Fatih)
Fatihin Haydar Mahallesinde, Haydar Cad ile Astar sokağının arkasında Haliçe nazır dik bir yokuş üzerindedir Bizans İmparatoru IAleksios Komnenos (1081-1118)un annesi Anna Komnena tarafından ,her şeyi gören İsaya (Pantepoptes) ithaf edilerek 1081-1087 yıllarında inşa edilmiştir Anna Komnena 1100 yıllarında bu manastırda inzivaya çekilir ve kısa bir müddet sonra burada ölür II Aleksios Komnenos (1180-1183) kendisine karşı yapılan bir ayaklanmadan sorumlu tuttuğu Patrik Teodosios Boradiotesi bu manastıra kapatmıştır IAndronikos Komnenos ise (1183-1185) kumandanlarından Andronikos Lepardesin gözlerine mil çektirip kör ettikten sonra yine bu manastıra kapatmıştır Fetihden sonra Fatih Pantepeptos Manastırını İmaret (zaviye) ve medreseye,kiliseyi de camiye dönüştürmüştür Bu fonksiyon Fatih Camii yapılana kadar devam etmiştir 1918 yılındaki büyük yangından burası da etkilenir ve uzun müddet bakımsız kalır 1954 de özel bir Kuran kursuna tahsis edilen bina içeride bir takım değişikliklere uğramıştır Daha sonraları boşaltılan binayı 1970 li yıllarda YMimar Fikret Çuhadaroğlu tarafından restorasyonu yapılarak günümüzdeki durumu sağlanmıştır
İnşaat sırasında düzgün bir zemin sağlamak için binanın altına yapının ölçülerinde sonradan sarnıca dönüştürülen bir mahzen yapılmıştır Kapalı Yunan Haçı plânında inşa edilmiş olan kilisenin orta mekanını dört fil payeye oturan etrafında yuvarlak kemerli pencerelerin açıldığı yüksek kasnaklı bir kubbe örter Bu kubbenin dalgalı mahyasının üzerine oturan kubbe kiremit ile kaplıdır Dışarıya köşeli olarak uzanan apsis içeriden yuvarlaktır Apsisin iki yanında ise üzerleri çapraz tonoz ile örtülü ve kendi apsisleri olan diakonikon ve prothesis hücreleri bulunmaktadır İç ve dış nartekslerin üzerleri çapraz tonozdur İç narteksin üzerinde dışarıya sütunlarla açılan bir galeri mevcuttur Kiliseye bitişik olan manastırdan ise günümüze hiçbir kalıntı gelememiştir

Fenari İsa/Konstantin Lips Manastırı (Eminönü)
Aksarayda Vatan caddesi üzerindedir Geç Roma dönemine ait bir mezarlık arazisinin üzerine İmparator VI Leon (886-912) döneminde donanma komutanı Konstantin Lips tarafından Thotokos (Tanrıyı karnında taşıyan,kutsal batın) Meryeme ithaf edilerek yaptırılmıştır “Moni tu Libos” olarak isimlendirilmiş olan manastır Haziran 907 de görkemli bir törenle açılmıştır Latin istilasinden sonra kilise ve manastır VIII Mihail Paleologos (1261-1282) zamanında yeniden önem kazanır ve İmparatorun ölümünden sonra eşi Teodora mevcut kilisenin güney duvarına bitişik olarak İoannes Prodromosa atadığı ikinci bir kilise yaptırarak manastırı da ihya eder Adeta bir aile mezarlığı olan düşünülen bu yapı kompleksine İmparatoriçe 1303 de ölen Teodora, annesi , 1295 de ölen kızı Eudoksia, 1306 da ölen oğlu Konstantinos, 1328 de ölen İmparator II Andronikos, III Andronikosun 1324 de ölen eşi Eirene ve VIII İoannes Palaiologos(1425-1448)un eşi Anna buraya gömülmüşlerdir Kilisenin batı ve güney tarafını saran “L” biçimli ek bina da XIV üncü yy da inşa edilerek kompleks daha da büyütülmüştür Fetihten sonra terk edilen kilise II Bayezıd zamanında Osmanlı ulemâ ailesi olan Fenârizâdelerden Alaeddin Ali Efendi tarafından güneydeki kilise mescide,manastır da zaviyeye çevrilmiştir Bu sırada dış narteksin güneydoğu köşesine bir minare ve güney kiliseye de mihrap yapılmıştır 1633 de bu bölgede çıkan yangın sonucunda harap olan külliyeyi 1636 da Sadrazam Bayram Paşa tamir ettirmiştir Bir müddet sonra da manastır hücreleri Halveti tekkesi olmuştur Bu tekkenin ilk şeyhi olan İsa el-Mahvînin ismine izafeten de Fenari İsa denilmeye başlanmıştır 1831 de Mihrişah Valdenin vakfından olması dolayısıyla tekrar bir onarım geçirir 1918 deki yangında ne yazık ki bir daha yanar ve uzun yıllar metruk halde kalır 1929 da burada bazı arkeolojik araştırmalar yapılırken bulunan taşa kakma şeklinde yapılmış Ayia Eudoksia ikonası Arkeoloji Müzesine kaldırılmıştır 1947 de bina olarak Ayasofya Müzesine bağlanır Daha sonra Vakıflar Başmüdürlüğüne bağlanan bina 1960 yılında önemli bir restorasyon çalışması geçirir
Konstantin Lips Manastırı kısa devir farklarıyla yapılmış birbirine bitişik üç bölümden meydana gelmektedir Kapalı Yunan haçı plânlı beş bölümden meydana gelen birinci kilisede devşirme olarak mezarlıktaki mermer lahit parçaları bolca kullanılmıştır 1633 yılında geçirdiği yangında muhtemelen yunan haçının meydana getiren dört taşıyıcı sütun çatlamış olduğundan binanın üst yapısını destekleyen ,kesme taştan iki büyük kemer inşa edilmiştir Dışarı taşkın olan apsisin üzerinde dolaşan mermer silmedeki Grekçe kitabede kilisenin Meryeme ithaf edildiği yazılıdır Esas Apsisin iki yanında dışarıya yuvarlak kemerli uzun pencerelerle açılan kendi küçük apsisleri olan iki hücre bulunmaktadır Evvelce esas mekanın güney tarafındaki ahşap bir merdivenle kubbenin dışına çıkılmaktaydı Burada daha evvelce hiçbir Bizans kilisesinde rastlanmayan , kubbenin dört tarafında dört küçük şapel bulunmaktadır 1929 daki bu binadaki çalışmalarda bu hücrelerin birinde Azize Eudoksiyanın bir ikonası bulunmuş ve Arkeoloji Müzesine gönderilmiştir Ioannes Prodromosa atanan VIII Mihail Paleologosun eşi Teodora tarafından yaptırılan ikinci kilise son Bizans döneminin kullanılan plân tiplerinden olan “Dehlizli tip” olarak inşa edilmiştir Kare bir kitle halindeki orta mekânın üzeri kasnaklı bir kubbe ile örtülüdür Bu kubbe 1831 deki tamirde değiştirilerek Osmanlı mimari tipine uygun bir kubbeye dönüştürülmüştür Dış cephe XIII-XIV yyda Bizans sanatında çok kullanılan tuğla bezemelerle inşa edilerek süslenmiştir Her iki binayı da “L” şeklindeki sonradan eklenen Paraklesion un aeltındaki dehlizde toplam sayısı 20 yi bulan lahit bulunmakta iken bunların büyük kısmı binanın boş kaldığı 1930-1960 yılları arasında muhtemelen define arayanlar tarafından parçalanmış ve büyük kısmı yok olmuştur

Fethiye/ Pammakaristos Manastırı (Fatih)
Çarşamba semtindeki bu yapı grubu yanyana biri küçük iki kiliseden meydana gelmiştir XIIIüncü yy sonunda Bizans sarayının ileri gelenlerinden Mihail Glabes Tarkaniotes tarafından daha evvel burada mevcut olan ve İoannes Komnenosun karısı Anna Dukainanın yaptırıp sonra yıkılan kilise üzerine yaptırılmıştır Binanın cephesini süsleyen bir frizin üzerindeki manzum kitabede Tarkaniotesin adı açıkça yazılıdır Mihail Tarkaniotes bu manastır ve kiliseyi 1293 den önce tamamlamış olmalıdır,zira bu manastıra rahip olarak atanan rahip Kosmos 1294 de XII Ioannes adı ile Patrik olmuştur 1310-15 yıllarında Tarnaniotesin ölümünden sonra eşi Maria Dukaena kilisenin güney kısmına mezar kilisesi olarak kullanılmak üzere bir paraklesion yaptırır İstanbulun fethinden sonra Patrik II Gennadios tarafından Patriklik makamı olarak seçilir ve Havariyun kilisesinden buraya taşınılır Patrikhane olarak kullanıldığı dönemde kompleks büyük ölçüde genişletilir,yemekhane,fırın,mutfak ve hücreler ilave edilir ve çevre duvarları yenilenir Bu dönemde Azize Euphemia,Salome,İoannes Khrysostomosun rölikleri ile İmparator I Aleksios Komnenosun kemikleri Pantokrator kilisesinden buraya getirilir Patrikhane buradan Ayi Dimitri kilisesine oradan da 1612 de şimdiki yeri olan Aya Yorgiye taşınmıştır XVI ıncı yy sonunda boşaltılan manastır III Murad (1574-1595) tarafından camiye çevrilir ve “Fethiye Camii” adını alır Saray Mimarı Dalgıç Ahmed Apsisin şeklini mihrabın yönüne uygulayabilmek için değiştirir ve ileriye doğru köşeli bir çıkıntı yaparak mihrabı buraya yerleştirerek üzerini küçük bir kubbe ile örter Bu değişim sırasında apsisdeki freskler yok olur Esas girişi yanına da bir minare yapılır1641 deki yangında zarar görürse de hemen onarılır1845-46 da Sultan Abdülmecid (1839-1861) tarafından tekrar tamir ettirilir 1938 den sonra Vakıflar Başmüdürlüğü tarafından önemli bir onarım ve tamir çalışmaları YMimar Süreyya Yücelin yönetiminde yapılır Bu restorasyonda kilisenin mozaik ve freskler üstlerindeki sıva tabakaları temizlenerek ortaya çıkarılır Kubbeden içeriye rutubet girdiğinden bütün kubbe kurşunları yenilenirBu çalışmalar süresince de bina ibadete kapatılır 1960 da Amerikan Bizans Enstitüsü tarafından tekrar bir onarım görür mozaik ve fresk restorasyonu yapılarak, Osmanlı döneminde yapılan kemer sökülür yerine orijinalinde olduğu gibi sütunlar yerleştirilir Bu bölüm bu restorasyon çalışmasından sonra Ayasofya Müzesine bağlanır,esas bina da cami olarak tekrar ibadete açılır
Pammakaristos manastırı kilisesi Kapalı Yunan Haçı planında bir yapı olup üç nefli üzeri çapraz tonozlu bir naosdan orta mekana geçilir Naosdaki sütunların yerini Osmanlı devrinde camiye çevrilirken kaldırılıp binayı sağlamlaştırmak için altı köşeli payeler almıştır Orta mekandaki dört büyük sütunun üzerini etrafına 12 pencere açılmış olan yüksek kasnaklı bir kubbe örtmektedir Orta mekanı örten 5 m çapındaki kubbe dört kemerin üzerine oturan dört pantantifle taşınmaktadır Kubbe kasnağı dıştan,ince yarım sütun demetlerine binen kademeli kemerler ve dalgalı testere dişli tuğla kornişlerle süslenmiştir 1949 da yapılan çalışmalarda naosun altında 28 sütunlu bir sarnıç çıkartılmıştır
Mikhael Glabasın karısı Maria tarafından yaptırılan ,büyük kilisenin güney tarafına yapıştırılmış olan ikinci şapelin planı kapalı Yunan haçı şeklindedir Narteksin üzeri 230 metre çapında bir kubbe ile örtülüdür Yarım yuvarlak apsisin iki yanında iki küçük hücre vardır Orta mekanın üzeri yine etrafına sekiz pencere açılmış yüksek kasnaklı bir kubbe ile örtülüdür Kubbenin içinde ortada pantokrator İsa yan taraflarda ise Tevrat Peygamberlerinin resmedildiği mozaikler süsler Cami olduğu devirde bu mozaikler tahrip edilmemiş ve üzerleri kapatılmıştır Apsis yarım kubbesinin içinde ise ortada İsa bir tarafında Meryem diğer tarafında da Vaftizci Yahyanın resmedildiği mozaik vardır Kemer ve tonozlarda ise çeşitli azizler resmedilmiştir Binanın cephesi son devir Bizans mimarisinde çok sevilen bir sistem olan dekoratif tuğla örgüdür Cephe pencere ve sağır kemerlerle hareketlendirilmiştir

Gül Camii/Hagia Theodosia (Eminönü)
Haliç kıyısında Ayakapıda yüksekçe bir tepe üzerindedir Yapının ilk yapılışı hakkında çeşitli görüşlerin olması ve sonradan birtakım ilaveler görmüş olmasından dolayı problemli bir yapıdır Bizans tarihçisi JPargoiree göre I Basileios (867-886) zamanında burada daha eski bir tarihte yapılmış bir kilisenin üzerine yapıldığı ve Ayia Eufemiaya ithaf edildiğini,sonra Latin istilasından sonra adının Azize Theodosia olarak anıldığını söyler Bu azize İkonoklazma döneminde Büyük Sarayın Khalke kapısı üzerindeki İsa ikonasının indirilmesini önlemek isterken burada ölmüş ve sonra da azize mertebesine yükseltilmiştir Azize bu kiliseye gömülmüş olup hastalıklarından şifa bulmak isteyenler ve Bizansa gelen hacılar ve seyyahlar tarafından devamlı ziyaret edilmiştir Azizenin yortu günü olan 29 Mayısda İstanbula giren askerler bu kiliseyi güllerle donatılmış görünce ona “Gül” ismini yakıştırmışlarsa da bu rivayet oldukça şüphelidir Bir kenkt istila edilirken halkının can derdine düşmesi yerine kiliseyi güllerle donatmaları insan aklına abes gelmektedir Bir rivayet de bu binada “Gül Baba” isminde bir yatırın olduğu yolundadır Fetihten sonra kilisenin alt katındaki mahzen Haliçdeki gemilerin malzemelerinin deposu olarak kullanılmıştır Kilisenin ne zaman camiye çevrildiği de tartışmalıdır 1546 Vakıflar Tahrir defterinde buradan “Cami-i Gül” diye bahsedilmesi bu tarihten evvel camiye çevrildiğini gösterir II Selim zamanında Hasan Paşa tarafından binaya minare eklenmiştir 1633 de burada çıkan yangında büyük zarar gören bina tamir edilmişse de en büyük onarım II Mahmud (1808-1839) zamanında yapılmıştır Son derece yüksek adeta bir kale gibi inşa edilmiş olan bu kilise altında bir bodrumu olan kapalı yunan haçı planındadır Narteksin sadece bir duvarı kalmıştır Esas mekan içeriden beşik tonoz dışarıdan ise kubbe ile örtülüdür Ortadaki ana kubbeyi taşıyan dört masif payenin taşıdığı kemerler Türk devrine aittir Dışarıya taşkın olan apsis pencere ve kemerlerle hareketlendirilmiş olup iki yanda da aynı şekilde iki küçük apsisi vardır Günümüzdeki kubbeleri Osmanlı dönemine aittir Dış cephedeki tuğla örgüsü ve aralarındaki sağır sütuncuk ve kemerler tipik Bizans karakterini taşımaktadır İç duvarlarında Bizans devrine ait bir süsleme görülmemektedir Bugün bütün iç yüzeyler sıva ile kapatılmış olup üzerlerine kalem işi tezyinat yapılmıştır

Hagia Panaghia Kamariotissa Kilisesi (Heybeli Ada)
Heybeliadada şimdi deniz kuvvetlerine ait olan binanın iç avlusundadır VIII İoannes Palaiologosun (1425-1448) üçüncü karısı Trabzon Prensesi Maria Komnena tarafından 1672 de yanan Kamariotissa manastırının yerinde yaptırılmıştır 18 inci yy sonlarında harap olan bu şapelin yıkıntıları arasında İoannes Palaiologosun adını veren bir kitabe bulunmuştur Bu manastırın önemi İstanbulun fethinden önce Bizansın yaptırdığı son kilise olmasıdır Son devir Bizans mimarisinin plan tipi olan yonca tipinde tetrakonkhos planındadır Orta mekandaki kare bölüm dört kemerle kubbeli bir apsise açılmaktadır,doğu tarafındaki kemer bema kısmını örten bir beşik tonoz halinde uzatılarak apsisle birleşir Bemanın iki yanında ise müstakil birer minik şapel şeklinde prothezis ve diakonikon hücreleri vardır Binanın üzeri kavisli pencereli,sekizgen ,gayet yüksek bir kasnağa sahip bir kubbe ile örtülüdür Kilisenin solundaki apsisin içinde 16 ıncı yy a ait bir çini pano bulunmaktadır

İmrahor İlyas Bey /Studios Manastırı (Fatih)
Yedikule ile Samatya arasında, ana caddenin hemen arkasındaki bu manastır ve kilise İstanbuldaki en eski Bizans dini yapısı olması bakımından önemi büyüktür Vaftizci Yahyaya (İoannes Prodromos) ithaf edilmiş bu yapıyı Konsül Studios 454 de kendi mülkü olan arazi üzerinde yaptırmıştır Bu manastırda yaşayan keşişlere,nöbetleşe olarak gece-gündüz ayin yapmalarından ötürü uykusuzlar (akometoi) denilmiştir Bu manastır ve kilisenin en büyük şöhreti sonradan aziz ilan edilen Theodoros Studitesin (798-826) buraya baş keşiş olması ile başlar 700 kadar keşişin içinde yaşadığı bu manastır devrinin en büyük teoloji merkezi idi Bu manastırda hazırlanan ikonalar,minyatürler ve el yazmalarının kültür tarihinde çok önemli bir yeri vardır Bizans İmparatorlarının törenlerde Altın Kapıdan geçtikten sonra bu kapının iç tarafında bulunan bu kilisede ibadet etmeleri bir Bizans geleneği olarak Fetihe kadar sürmüştür Latin istilasına kadar da kilisenin günü olan 29 Agustosda bütün saray halkı burada toplanarak ibadet ederlerdi Ayrıca zor duruma düşen Bizansın ileri gelenleri de canlarını kurtarmak için bu manastıra sığınırlardı Hatta buraya üç İmparator da sığınmıştır, Bunlar V Mikhael (1041-1042) ,I Isaakios Komnenıos (1057-1059) ve Malazgirt savaşında Alpaslana yenilen IV Romanos Diogenes (1068-1071) dir Latin istilası sırasında tahrip olan ve içindeki çok değerli eşyaların çalındığı bu kilise ve manastırı II Andronikos Palaiologosun kardeşi Konstantinos Palaiologos 1293 de tamir ettirip etrafını da yüksek bir duvarla çevirerek eski ihtişamına kavuşturmuştur Fetihten sonra kapatılan bu manastırın kilisesini II Bayezidin İmrahoru İlyas Bey Camiye çevirerek etrafına ona akar sağlamak için Langada bir hamam ve dükkanlar yaptırarak Vakıf kurar ve bu devirden sonra da onun ismiyle anılmaya başlar 1782 deki büyük Samatya yangınında büyük zarar gören binayı III Selim (1789-1807)in harem hazinedarlarından Nazperver Kadın tamir ettirir ve kendi adının yazıldığı bir tamir kitabesi koyar 1894 depreminde zarar gören bina 1908 de çatısının kar birikmesinden dolayı çöker 1920 de büyük bir yangın geçirir ve kendine akar olan hamam ve dükkanlar da yanar bir daha da onarım görmez,sadece son cemaat yerinin sol tarafı kapatılarak küçük bir mescit haline getirilir ve bina Ayasofya Müzesine bağlanana kadar bu işlevi sürdürür
Studios Manastırı kilisesi hıristiyanlığın ilk dönemlerinde yapılan bazilikaların helenistik tipinin bir örneğidir Kuzey duvarı kısmen duran,bizans devrine ait olan narteks avluya dört mermer sütunlu bir revak ile açılmaktadır Evvelce bu narteksin iki yanında yukarı kata çıkışı sağlayan merdivenlerin bulunduğu duvardaki izlerden anlaşılmaktadır Narteksden ana mekana üç kapı ile geçilmekte idi Orta mekan her sırada yedişer tane olmak üzere yeşil breşten yapılmış sütunlarla üç nefe ayrılmış idi,bugün bu sütunlar çeşitli nedenlerle yıkılmıştır Yan neflerin üzerinde ise bu galeri vardı Apsis içeriden yarım yuvarlak dışarıdan ise üz köşeli olup Osmanlı devrindeki tamirlerde açılmış olan Barok tarzında pencereler vardır Zemin ise dekoratif desenleri içeren mermer plaklarla kaplıdır Binanın üst örtüsü erken devir Bizansın klasik çatı örtüsü olan çift meyilli ahşap çatı ile kaplı olmalıdır Eski kaynaklarda içerisinin zengin mozaiklerle kaplı olduğu yazılı olmasına rağmen bugün bunlardan hiçbir iz kalmamıştır Kalan mimari parçalardan çok zengin bir taş işçiliği olduğu anlaşılmaktadır Bu manastırın yanında bir sarnıç bulunuyordu Bu sarnıç plastik atölyesi olarak kullanıldığında çıkan bir yangın sonucu yanmıştır Buna bitişik bir de küçük bir apsisi olan iki sütunlu bir ayazması vardır

Kalenderhane/ Akataleptos Manastır Kilisesi (Fatih)
Veznecilerde 16 Mart Şehitleri caddesi üzerindedir İlk yapılışı hakkında kesin bilgilere sahip olamadığımız bu kilise Fatih Sultan Mehmedin vakfiyesinde Akateleptos manastırı olarak ismi geçmektedir Bu bölgede yapılan kazı çalışmalarında bizansın çeşitli devirlerine ait birçok eserin bulunduğu anlaşılmaktadır Bizans tarihlerinde bu kilisenin adı XI inci yy dan itibaren geçmektedir Latin istilası sırasında Katolik Haçlıların bu kiliseye el koyup kullandıklarını gösteren bir delil apsisin yanındaki küçük hücrenin kemer alınlığındaki Gotik harflerle yazılmış bir kitabedir Burada Fransisken tarikatının kurucusu Assisili Aziz Francesconun adının geçmektedir Fetihten sonra Fatih burayı ,kuşatmadaki hizmet ve gayretlerinden ötürü Kalenderî dervişlerine zaviye olarak tahsis etmiştir Manastırın keşiş odaları tekke odaları olarak hizmet vermiş ana ibadet mekanı da semahane olarak kullanılmıştır Bu yüzden burası İstanbuldaki ilk mevlevihane olarak kabul edilmektedir Kısmen ahşap olan manastır kısmı tespit edilemeyen bir tarihte ortadan kalkmış,kilise de cami olarak hizmete devam etmiştir Kilisenin narteks kısmı ise son cemaat yerine dönüştürülmüştür Kilisenin ana mekanı kapalı Yunan Haçının binaya ağır bir görünüm veren köşe duvarlı şeklidir Orta mekan etrafı pencereli yüksek kasnaklı etrafı dalgalı saçaklı bir kubbe ile örtülüdür Haçın yan kollarının üst örtüsü ise beşik tonozdur Binanın doğusundaki esas apsis çıkıntısı günümüze gelmemiş olup burası düz bir duvarla kapatılmıştır 1766 senesindeki depremde hasar gören bina tamir edilirken bu düz duvar yapılmış olabilir 1966 yılında Prof Dogan Kuban ve ekibi burada uzun süren bir araştırma, temizleme ve restorasyon çalışmaları yapmışlardır

Kariye/ Khora Manastırı (Fatih)
EdirnekapıdadırBizansın en önemli manastır kiliselerinden biri olan Khora ,İmparator I Konstantinus şehir surlarını inşa ettirdiğinde sur dışında kalıyordu Grekçe “açık arazi” ve “kent dışı” anlamına gelen Khora kelimesi bu yüzden bu komplekse konmuştur Fetihten sonra da buraya yeni bir isim aranırken Osmanlıcadaki “Karye” yani kent dışı anlamına gelen kelime buraya uygun görülerek Bizansdaki gelenek devam ettirilmiştir Binanın ilk yapılışının IV üncü yy ait olduğu iddia edilirse de bu döneme ait bir buluntu günümüze gelmemiştir Elimizdeki en erken arkeolojik bulgular VI ıncı yy a aittir Bu da ana apsisin altındaki temel kalıntılarından anlaşılmaktadır Günümüze gelmiş olan bina Komnenoslar dönemine ait iki safha halindedir Günümüzdeki bina I Aleksios Komnenosun kayınvaldesi Maria Dukaina tarafından eski kalıntıların üzerine değişik bir mimari tarzda 1077-1081 arasında inşa ettirilmiştir Bu kilise dört sütun tarafından taşınan küçük kubbeli Kapalı Yunan Haçı planında bir yapı olup Kurtarıcı İsaya (Soteros) atanmıştır Daha sonra Aleksiosun küçük oğlu İsaakios Komnenos 1120 de binada büyük değişiklikler yapmış, dış duvarları olduğu gibi bırakmış fakat kubbe ve doğu bölümlerini tamamiyle değiştirmiştir Bu arada esas mekanda kendisi için bir mezar yeri hazırlatmış olup duvarda mozaikle yaptırttığı İsa tasvirinin yanına kendi portresini de eklemiştir Latinlerin İstanbulu işgali sırasında burası da büyük ölçüde zarar görmüştür Latinlerin şehri terk etmelerinden sonra Sarayın ileri gelenlerinden,Bizansın son zamanlarındaki en aydın ve bilgin kişisi olan Theodoros Metokhites 1321 senesine kadar devam eden bir inşaat ile burayı büyük ölçüde tamir ettirip genişletir ve güney kısmına ek bir şapel (Paraklesion),kuzeydeki iki katlı kanat ile batı cephesi önüne bir dış narteks ilave ettirir Metokhitesin manastırın içinde misafirlerini kabul edip onlarla ilmi görüşmeler yaptığı bir dairesi ile yakınında bir sarayı vardı İmparator II Andronikos (1282-1328) tahta çıkınca gözden düşmüş ve sürgüne gönderilmiştir Sürgünde iken saray tarafından bütün emlak ve parasına el konulduğu için dönüşünde İmparatordan Khorada keşiş olarak yaşamak için izin istemiş ve bu arzusu kabul edilmiştir Ömrünün geri kalan kısmını burada fakir bir keşiş olarak tamamlamıştır Pareklesionun freskleri ile dış narteksdeki mozaikler de onun devrine ait olup kendi portresini de iç kapının üzerindeki İsa tasvirinin ayakları dibine yerleştirmiştir Kubbeyi yeniden yaptırtan Metokhites kilisenin içini renkli simetrik damarları ile adeta bazı figürleri andıran mermer levhalarla da kaplatır Palaiologosun sarayına yakın olması bu manastırın önemini daha da arttırmaktadır Bu sülaleye ait birçok kişi de buraya gömülmüştür Fatihin İstanbulu kuşatması sırasında Sarayburnunda bir kilisede muhafaza edilen Lukanın yaptığı Meryem ikonası da emniyetli olduğu düşüncesiyle buraya getirilir Fetihden sonra uzun müddet boş kalan bu manastır II Beyazıd zamanında Sadrazam Atik Ali Paşa tarafından 1495-1511 camiye çevrilir Bu sırada ana apsisin yöne değiştirilerek mihrap yapılır,çan kulesi yıkılır ve onun yerine de minare inşa edilir Kilisenin yanına sahabelerden Ebû Saîd el-Hudrîye ait bir makam-kabri yapılır 1648 ve 1766 depremlerinden büyük zarar gören bu manastır kompleksi ikinci depremin akabinde Mimar İsmail Halife tarafından onarılmıştır 1875 de İstanbullu Rum Mimar P Kuppasın yönetiminde yine bir tamir geçirir Bu onarımda batı cephesindeki dışındaki kemerlerin üstleri düz bir mahya hattıyla kesilmiştir 1894 depreminde yine tahrip gören binanın minaresi de yıkılmış olup hemen onarımı yapılmıştır 1568 yılında İstanbula gelen Avusturya elçiliği papazı Stephan Gerlach kitabında mozaik ve freskoları anlatmaktadır Bu senelerde mozaiklerin üzerleri açık idi daha sonra 17 inci yy da üzerleri sıva ile kapatılmış ve 1945 senesinde Müze haline getirilince burada Amerikan Bizans Enstitüsü 1948 yılında çalışmaya başlayarak mozaik ve freskleri temizlemeye başlamıştır Daha sonra Dumbarton Oaks da restorasyon çalışmalarında bulunmuştur Kültür Bakanlığınca da ele alınan restorasyon çalışmaları ile mozaik ve freskler tamamen çıkarılmış, ve çevre düzenlemeleri ile araştırma kazıları yapılmıştır Kariye çevresinin düzenlenmesi ,arkadaki bahçenin çiçeklenip yer döşemelerinin yapılması,otopark ve buradaki evlerin restorasyonu ile tarihi dokuda tam bir bütünlük sağlamayı Türkiye Turing ve Otomobil Kurumunun Genel Müdürü Çelik Gülersoy buraya büyük bir para finansmanı yaparak sağlamıştır
Günümüzdeki mevcut bina mimari bakımdan çok çeşitli devirlere işaret ediyorsa da ana mekana giriş dış ve iç nartekslerden sağlanmaktadır Dikdörtgen şeklindeki iç narteksin iki tarafı kubbe ile arası ise çapraz tonozla örtülüdür Ana mekanda dört fil payeye oturan dört kemer ortadaki yüksek kasnağında pencereler açılmış olan kubbeyi taşımaktadır Apsis içinde ince sütunlara oturan yuvarlak kemerli üç pencere bulunmaktadır Apsisin iki yanında küçük birer apsisleri olan diakonikon ve prothezis hücreleri vardır
Güneydeki ek şapelde ve batıdaki dış holde mevcut olan nişler saray mensuplarının gömüldüğü mezar yerleridir Ek şapelin altındaki üzeri tonozlu bir bodrum bulunmaktadır Bu paraklesionun apsisi ince sütunlu üçüzlü pencere sistemi ile aydınlığı sağlamaktadır Pencerelerin üzerinde apsis yarım kubbesi bulunmaktadır Burada arazi meyilli olduğu için dışarıdan apsis çıkıntısı büyük bir kemerle desteklenmiştir Paraklesionun genel örtüsü beşik tonoz olup sadece orta kısımda küçük bir kubbe bulunmaktadır
Kariyenin mozaikleri ve freskleri “Başkent Üslubu” dediğimiz Bizans Rönesansının en muhteşem eseridir Bu mozaik ve freskleri için söylenebilecek en doğru söz “Duvardaki Kutsal Kitap” dır Tevrat ve İncil de geçen bütün olaylar bir birlik içinde işlenmiş adeta duvarlara resimlerle yazılmıştır Dış narteks Meryemin bütün hayatını anlatır,Annesinin hamileliğinden ölümüne kadar olan bütün hayatı buradadır İç narteks ise İsaya ayrılmıştır Burada da onun doğumu öncesi annesine gökteki bir melek tarafından gelen mutlu haber ile başlayıp,doğumu,yaşamı,mucizeleri ve ölümü resmedilmiştir Narteksin sağ tarafındaki kubbenin içinde İsa elinde İncil ile Khalke İsası tarzında tasvir edilmiş olup etrafındaki altın mozaik zemin bölümlere ayrılarmış ve her bölümün içinde onun Tevratda yazılı olan nesli ayakta olarak resmedilmiştir Bu kişilerin üzerlerinde isimleri yazılıdır Sol taraftaki kubbenin içinde Meryem kucağında çocuk İsa ile gösterilmiştir Onların da etrafında Tevratda adı geçen atalarının portreleri üzerlerinde isimleri yazılı olarak yer almaktadır Naosa girişin her iki tarafında ise Aziz Petrus ve Paulus çerçeve içinde resmedilmişlerdir Kilisenin esas mekanı nartekslerdeki bu zenginliğe karşı çok sadedir Apsisin karşısında Naos kapısının iç tarafında yukarıda Koimesis (=Meryemin Ölümü) sahnesi yer almaktadır Bu zengin mozaik Ölü Meryem adeta bir İmparatoriçenin ölümü gibi zengin bir yatakta yatarken resmedilmiş olup,göklerden inen İsa onun ruhunu kundağa sarılmış bir bebek şeklinde kollarına almış ve yukarıya göklere götürmek üzeredir İsanin babası Tanrının yanından aşağıya inişi etrafındaki hâlenin iç ve dışının meleklerle dolu olmasındandır Mozaiğin iki tarafındaki mimarinin içinden insanlar ve bunlara karışmış ,başlarında hâle olan azizler çıkıp hepsi yataktaki Meryeme bakmaktadırlar Naosun sağ duvarında ayakta Meryem kucağında çocuk İsayı tutarken resmedilmiştir Meryemin bu şekilde tasvirine Aziz Luka tarafından yapıldığına inanılan “Hodegetria” canlandırmasıdır Üzerlerindeki ise yarım yuvarlak çerçeve içinde başmelek tasviri vardır Bu payenin paralelinde ise elinde incil tutan İsa resmedilmiştir Her iki mozaiğin de üzerlerindeki yazılardan “Chora” kelimeleri okunmaktadır
Paraklesiondaki freskler ise son derece zengin olup burada,Yuhanna İncilinin “Vahiy”bölümünü adeta duvarda okunmaktadır Pareklesion yarım kubbesinin içinde muhteşem bir “Anastasis”(=Mahşer) sahnesi canlandırılmıştır Gökyüzü sanki buruşturulmuş bir tomar gibi olup melekler tarafından taşınmaktadır Mahşerde anlatıldığı gibi ay ve güneş beraber gösterilmiştir İsa göklerden inmiş etrafında gökyüzünü tasvir eden yıldızların olduğu vücudunun bütününü kaplayan bir hale içinde ilk dirilecek olan Meryem ve Vaftizci Yahyayı mezarından çıkarıp onları gökyüzüne yanına götürmek üzeredir Ayaklarının dibinde ise Cehennemin bekçisi olan Şeol zenci bir figür olarak tasvir edilmiş olup el ve ayakları bağlıdır Etrafı ise cehennemin anahtarları ile doludur İsanın iki yanında ise Dört İncil yazarı ve 12 sıptdan seçilmiş 144 000 kişiyi temsil eden figürler resmedilmiştir Bunun üzerindeki tonozda ise cehennem ırmağı olan striks nehri koyu kırmızı renkte gösterilmiş olup ebediyyen cehennemde kalacak olan günahkarlar bu nehire melekler tarafından sıra halinde gönderilmektedirler Orta mekandaki kubbenin içinde Meryem kucağında çocuk İsa ile canlandırılmış olup kubbenin etrafını Azizler çevrelemektedir Pantantiflerde ise dört İncil yazarı önlerindeki kürsülerin üzerlerinde İncil metinlerini yazarken tasvir edilmişlerdir
Paraklesionun güney duvarındaki bir nişin içinde Bizansın ileri gelen zenginlerinden Mıchael Tornikes ve karısı Eugenenin mezarı yer almaktadır Tornikes öylesine kibirli bir kişidir ki mezarının üzerindeki kitabesi kendisini öven cümleler yer almaktadır

Koca Mustafa Paşa Camii / Hagios Andreas Manastırı Kilisesi (Fatih)
Kocamustafapaşadadır Bugünkü caminin yerinde VI ıncı yy da yapıldığı sanılan ve Havarilerden Hagios Andreasa atanmış bir manastır bulunuyordu Bu devre ait bazı sütun başlıklarından başka bir mimari parça günümüze gelmemiştir İkonaklazma akımı sırasında 20 Kasım 766 da idam edilen Giritli aziz Hosios Andreasın rölikleri daha sonra buraya getirildiği için Bizans halkı tarafından burası “Hosios Andreas en te Krisei” olarak adlandırılmıştır Bu manastır İkonaklast devirde büyük tahrip görmüş olup IBasileus (867-886) zamanında büyük bir onarım geçirmiştir Latin istilasında yağma edilen bu manastırı Haçlıların Bizansı terk etmelerinden bir müddet sonra VIII Mihael Palaiologosun (1261-1282) yeğeni ve Protovestiarios İoannesin eşi Prenses Teodora adeta yeniden yaptırırcasına birtakım ilavelerle tamir ettirmiştir Bu manastırı Bizansın bir kültür merkezi haline getiren Teodora yaşamının son yıllarını burada geçirmiş çok hürmet gösterdiği Patrik Arsenios ölünce onu buraya gömdürdüğü gebe kendisi de 1300 de öldüğünde buraya gömülmüştür Kısa bir müddet sonra II Andronikos Palaiologos (1282-1328)un kısı Sırp Kralı Uroş Milutinin eşi Simonidada buraya gömülmüştür Bugünkü Koca Mustafa Paşa Camiinin esasını bu tamir oluşturmaktadır Manastırın kilisesi Bizans mimarisinin dehlizli tip plan şemasındadır Üç kubbeli bir narteksden esas mekana geçilmektedir Ortada dört payeye dayanan ve dört kemere oturan bir kubbe bulunmaktadır Bu kemerlerden doğudaki ileriye doğru ,bema kısmını bir beşik tonozla örterek uzanır Diğer üçü pencerelerle dışarıya açılan bir tympanon duvarı ile kapatılmıştı Bina camiye çevrildikten sonra bu tympanon duvarlarından kuzey ve güneyindekiler kaldırılarak buraya yarım kubbe yapılmıştır Bu kubbeli orta mekanı üç taraftan tonozlu dehlizler sarmaktadır Ana apsisin iki yanında iki küçük hücrenin müstakil apsisleri bulunmaktadır Apsis yarım kubbesi Osmanlı devrinde mihrabın buraya yerleştirilmesi zaruretinden değişikliğe uğramış,buradaki iki sütun kesilmiş,yanlardaki dehlizlerin tonozları kaldırılmış ve üzerlerine yarım kubbeler yapılarak yan mekanların orta bölümle birleşmesi sağlanmıştır Fetihten bir müddet sonra Vezir Koca Mustafa Paşa tarafından 1486 da camiye çevrilmiş ve 1491 e kadarda içeride tadilatlar yapılmıştır Daha sonraki devirlerde burası bir külliye durumuna getirilip çeşitli ilavelerle günümüze gelmiştir

Küçük Ayasofya Camii/Aziz Sergios ve Bakhus Kilisesi (Eminönü)
Cankurtaran ile Kadirga arasındadır Sergios ve Bakhos kilisesi IJustinianus (527-565) tarafından ,tahta çıkışından hemen sonra 530 da, Havari Petrus ve Paulusa sunulmuş bazilika şeklindeki küçük bir şapelin kuzeyine inşa ettirilmiştir Büyük Saraya olan yakınlığından dolayı saray kilisesi olduğu ileri sürülen bu kiliseyi IJustinianus gördüğü bir rüya üzerine yaptırttığı söylenmektedir IJustinianus tahta çıkmadan evvel amcası I Justinos (518-527)un aleyhine çıkan bir ayaklanmaya karıştığı iddiasıyla cezalandırılacakken Justinus bir rüya görür Azizlerden Sergios ve Bakhos rüyada Justinianusun bir suçu olmadığını imparatora söylemeleri üzerine etkilenen İmparator yeğenini affeder Bu rüyayı bilen Justinianus da tahta çıkar çıkmaz şükran borcunu ödemek için kiliseyi bu azizlere ithaf ederek yaptırır Binanın plânı erken Bizans devrinde oldukça fazla kullanılan merkezi plân tipindedir Orta mekanı sekizgen fil payenin arasındaki, başlıkları sepet biçimindeki sütun dizisi çevreler İkinci kattaki galeride ise çepeçevre dolanan mermer frizde Justinianus,Theodora,Sergios ve Bakhosun isimleri yazılıdır Bu ana mekânın üzerini yüksek kasnaklı bir kubbe örtmektedir İki katlı olan narteksin kuzey tarafına ,camiye çevrildiğinde yuvarlak kemerli yeni bir kapı açılmıştır Üst kattaki galeriye çıkış narteksin güney tarafındaki merdivenle sağlanmıştır Bu merdiven Osmanlı devrinde de kullanılmış olup eski kiliseye ait olan kiboriumun bir parçası kapının üzerine esas yerinden alınarak taşınmıştır İç mekân Bizans geleneğine uygun olarak mozaik ve fresk ile kaplı alması gerekmekteyse de günümüze bunlardan hiçbir iz ulaşmamıştır Yapı IIBayezid (1481-1512) zamanında Dârüs-saade ağası Hüseyin Ağa tarafından 1505 de camiye çevrilmiştir Bu dönüşümden sonra binaya mihrap ve bir takım eklemeler yapılmıştır Bunların en önemlisi ön tarafa yapılan revaklı son cemaat yeridir1648 ve 1736 depremlerinden büyük zarar gören bina onarılmış ve her onarım bir takım ilâveleri getirmiştir

Moukhliotissa Kilisesi (Panaghiotissa) (Fatih)
Fenerde Firketeci ile Tevkii Cafer sokaklarının birleştiği köşededir Moğol kilisesi diye de adlandırılır Bizans İmparatoru Maurikios (582-602) kızları Sopatro ve Eustolia burada bir kadınlar manastırı kurduğunu eski kayıtlardan öğrenmekteyiz 1261 de bu küçük manastır saraya yakın bir kişi tarafından satın alınarak genişletilir ve yanına binalar yapılır Kısa bir süre sonra burayı VIII inci Mikhaelin kızı Maria Palaiologina satın alır Prenses Moğol Hanı Hülağü ile evlenmek için yola çıktığında Hülagünün ölümü üzerine kardeşi Abaka Han ile evlilik hazırlıklarına başlarsa da onun da ölümü üzerine İstanbula döner ve bu manastırı genişleterek bugünkü şeklinde yeniden inşa ettirip burada yaşamını sürdürür Bizans-Moğol ilişkilerinden ötürü bu kilise, “Moğol Kilisesi” Marianın talihsizliğinden dolayı da “Kanlı Kilise” adı ile adlandırılır Marianın ölümünden sonra manastır çok bakımsız kalır 1351 de Patrikhanenin denetimine geçen kiliseyi I Selim (1512-1520) ve III Ahmet (1703-1730) camiye çevirmek isterlerse de Fatih Sultan Mehmetin vakfiyesi gereği başarılı olamazlar 1633,1640 ve 1729 deki yangınlardan zarar gören bina 1731 de onarılmıştır MuhliotissaFetihden önce inşa edilip günümüze kadar Ortodoks ibâdet mekânı olarak işlevini sürdüren bir Bizans Kilisesidir Yonca plânlı olan binanın orta mekânı çevresinde pencereler bulunan oldukça yüksek kasnaklı ve üzeri kiremit döşeli bir kubbe ile örtülüdür Yoncanın diğer kolları da alçak yarım kubbelerle örtülüdür 1892 de yan tarafa yeni bir çan kulesi eklenmiştir Taş tuğla karışımı duvar tekniğine sahip olan binanın dış cephesi sıvalı olup bugün kızıl-eflatun arası bir boya ile boyalıdır Narteksdeki kubbelerde mozaik izleri görülmekte ise de ne oldukları hakkında bir fikir vermekten uzaktır Avlunun köşesinde Azize Annaya ithaf edilmiş bir ayazma bulunmaktadır

Odalar Camii - Santa Maria di Constantinopoli (Fatih)
Karagümrük Salmatomrukda Müftü ve Kasım odaları sokaklarının arasındadır Semavi Eyice büyük bir olasılıkla buranın Petra Manastırı veya I Aleksios Komnenosun yaptırıp öldüğünde de kilisesine gömülmesini vasiyet ettiği Philanthropos manastırı olabileceğini tahmin etmektedir Binanın kalıntılarına bakıldığında yüksek bir mahzen üzerine birbiriyle irtibatlı onaltı hücreden meydana gelen bir manastır olduğu tahmin edilebilir IV üncü Haçlı seferi sırasında 1203 –1204 tarihlerinde bir yangında yanmıştır Latin istilası sonrasında iyice harap hale gelen manastır ve kilise yeniden yapılmışsa da 1622 de buraya gelen Kardinal Demarchis yazdığı raporunda binanın harap durumda olduğundan bahsetmektedir Bu kiliseye ait olan Meryem ikonası Venedik balyosu tarafından satın alınmış ve Galatadaki Sen Pietro kilisesine verilmiştir 1636 da kilise ibadete kapatılmış olup 1640 da Sadrazam Mustafa Paşa tarafından mescide dönüştürülmüştür 1919 daki Salmatomruk yangınında bina yanmış ve bir daha tamir edilmemiştir 1933 senesine ait eski bir resminden sadece dört duvarı ile şerefesi yıkık bir minaresinin kaldığını görüyoruz 1960 lı yıllarda binanın içine yapılan gecekondular ile tamamen ortadan kalkmıştır

Vefa Kilise Camii (Molla Gürani) /Hagios Theodoros (Eminönü)
Vefada Molla Şemseddin Camii Sokağındadır Bizans tarihinde bu bölgede Aziz Theodorosa ithaf edilmiş birkaç kilise olduğundan bunun hangisine ait olduğu konusu çok tartışmalıdır Todororos hıristiyan olduğu için öldürülmüş Romalı bir askerdir Binanın ilk yapılışı mevcut parçalara ve temelinde bulunan damgalı tuğlara bakıldığında V incı yyın ortalarında inşa edildiği anlaşılmaktadır Bugünkü yapının esası ise X-XI yy a aittir Bu binanın bugünkü durumu ile iki ayrı devirde yapıldığı açıktır Orta Bizans döneminde çok kullanılmış olan kapalı haç plânındadır Orta mekanın üzerini etrafında yuvarlak kemerli pencerelerin bulunduğu yüksek kasnaklı bir kubbe örtmektedir Haçın kollarının üzerleri beşik tonozdur Doğuda dışarı taşkın olan apsisin iki yanında postoforion hücreleri vardır Üç bölümlü bir narteksden esas mekâna girilir Latin istilası sırasında burası da tahrip edilmiş olup 1261 den sonra esaslı bir onarım görmüş ve bazı eklemelerin yanında binaya bir de beş bölümlü dış narteks eklenmiştir Bu dış narteks iki katlı olup dış taraftan merdivenle çıkılır ve bu bölümün üzeri dışarıdan köşeli ve kasnağında pencereler açılmış üç kubbe ile örtülüdür Bu ek yapıda kullanılmış olan devşirme malzemede VI ıncı yy a ait parçalara çokca rastlanmaktadır 1937 de burada yapılan restorasyon çalışmalarında dış narteks kubbelerindeki mozaikler temizlenerek ortaya çıkarılmıştır Bu kubbede ortada Teodokos Meryem (=Tanrı anası) kucağında çocuk İsa ile kubbenin tam ortasında bir yuvarlak içindedir Etrafı dilimlere ayrılmış olan kubbenin diğer satıhlarında Tevrat peygamberleri tasvir edilmiştir Bu mozaikler başkent üslubunda altın yaldızlı imiş Buradaki altını toplamak gayesiyle kazınmış ve çok tahribata uğramıştır Bu kilise Fatihin Şeyhülislamı Molla Gürani tarafından camiye çevrilmiş,bu dönemde apsis değiştirilmiş ve güneydoğu köşesine de bir minare yapılmıştır 1833 de geçirdiği bir yangın sonrası 1848 de onarım yapılır Bu tamirde eski paraklesion yıkılır ,giriş kapısında değişikyikler yapılır,içerideki dört sütun kesilerek yerine desteği kuvvetlendirmek için payeler konur Büyük bir ihtimallede binanın mozaikleri bu devirde yok olmuştur

Zeyrek Kilise Camii/ Pantokrator Kilisesi (Fatih)
Zeyrekde İbadethane sokağındadır Orta Bizans döneminde yapılmış olan Pantokrator manastırının kilisesidir II İoannes Komneneos (1118-1143) ilk eşi ve Macar Krali Laszlonun kızı olan Eirene tarafından inşaata başlanmış fakat onun 1124 deki ölümü üzerine İmparator İoannes tarafından 1136 da bitirilmiştir Mimarının Nikeforos olduğu sütun başlıklarındaki monoğramlardan anlaşılmaktadır Eirene yaptırttığı bu manastıra bir kütüphane ve hastahane işlevi gören odalar da ilave etmiştir Günümüze gelen manastırın yönetmeliğinden 50 yataklı bir sağlık yurdu olduğu anlaşılmaktadır Bunlardan 10 yatak yaralılara,10 tanesi göz hastalarına,10 tanesi iç hastalıklarına geri kalanı da kadın hastalıklarına ayrılmıştı Ayrıca manastırın yanında bir de yaşlı ve bakıma muhtaç olanlar için 60 yataklı bir bina yaptırmıştır Giderlerin karşılanması için Trakya ve Makedonyadaki arazilerinin gelirlerini de bir vakıf kurarak buraya aktarmıştıBu hastahane ve ihtiyarlar yurdu 1455 e kadar işlevlerini sürdürmüşlerdir Birbirine bitişik üç yapıdan meydana gelen bu kompleksin kuzey tarafında Eirenenin inşaatına başlamadan evvel mevcut olan Şefkatli Meryeme (Theotokos Elaiusa) sunulmuş küçük bir kilise vardı Bunun yanında Kuzey kilisesiyle bitişen Başmelek Mikaele ithaf edilmiş bir mezar şapeli bulunuyordu Muhtemelen Eirene ölünce buraya gömülmüş olmalıdır İİ İoannes ,IManuel Komnenos (1143-1180) ve karısı Alman Berthe von Sulzbach (Ölm1158) buraya gömülmüşlerdir Daha sonraki tarihlerde ise burası adeta bir İmparatorların mezar şapeli olmuş ve II Manuel Komnenos (Ölm21 Temmuz 1425),kardeşi Andronikos (Ölm4 Mart 1426) VIII İoannesin üçüncü eşi Trabzon Prensesi Maria (ölm17 Aralık 1439),VII Ioannesin eşi Evgenia (ölm Ocak 1440),Silivride vebadan ölen II Manuel Palaiologos (ölm1425) da buraya gömülmüşlerdir 1204 deki Latin istilasında bu manastıra Katolik rahipler tarafından el konulmuş ve Ayasofyadaki Hodigitria Meryemi ikonası buraya getirilmiştir Bu istila sırasında manastır ve kilise yağmalanmış ve buradaki birçok kıymetli eşya Venedikde San Marco kilisesine götürülmüştür Lâtinlerin İstanbulu terketmeleri üzerine VIII Mikhael Palaiologos 15 Ağustos 1261 de törenle şehre girerken bu ikonayı kiliseden aldırtarak zafer alayının başında taşıtmıştır Bu manastır bir takım sürgünlere de sahne olmuşturII Andronikos karısı Eirenenin ölümünden sonra dana sonra kral olan Stefan Decanski ve iki oğlunu 7 sene bu manastıra kapatmıştır Ortodoks ve Katolik kiliselerinin birleştirilmesin karşı çıkan Patrik Gennadios Sholariosu da son İmparator XI Konstantin buraya sürgün etmişti Fetihten sonra Fatih onu manastırdan çıkartmış ve tekrar patrik yapmıştır Fetihten hemen sonra kilise camiye çevrilmiş manastır odaları da , Fatih medresesi yapılıncaya kadar medrese olarak kullanılmıştır Bu medresenin müderrislerinden olan Molla Zeyrekden dolayı “Zeyrek Camii” adı ile tanınmıştır Fatih külliyesi tamamlandıktan sonra zaten harap olan manastır hüc releri kaldırılmıştır 1756 Cibali yangını ve 1766 İstanbul depreminden etkilenen binanın hemen onarıldığı içerideki Barok unsurlardan anlaşılmaktadır Vali ve Belediye Başkanı Lütfi Kırdar zamanında (1938-1949) Unkapanı ile Aksarayı birbirine bağlayan Atatürk Bulvarı açılırken binanın kuzeyinde nişlerle süslü büyük sarnıcın cephesi ortaya çıkarılır ve bu sarnıcın de temizlik ve restorasyonu yapılır 1953 yılında gütney kilise bir onarım görür bu sırada muhtemelen Eireneye ait lahit Ayasofya Müzesine getirilir 1966-67 yıllarında da çalışmaların yapıldığı binada 1997-98 deki İTÜnin yöenttiği çalışmalar sırasında kuzeydeki kilisenin çatı kaplamaları yenilenmek üzere kaldırıldığında apsisi örten yarım kubbe ile doğu duvarı arasında bir grup amfora ortaya çıkar Son dönem Bizans mimarisinde kubbe ve yarım kubbelerde akustiği temin etmek için amfora kullanımına sıkça rastlanır
Güneydeki ilk yapılan kilisenin plânı kapalı yunan haçı şeklindedir Ana mekânın üstünü yüksek kasnaklı ve etrafında yuvarlak kemerli pencerelerin açıldığı bir kubbe örtmektedir Orta mekânı dörde bölen dört sütun 18 inci yy da buraya gelen seyyahların yazdığına göre kırmızı renkte porfirden imiş Bugün bu sütunların yerini barok profilli taş örme payeler almıştır Bu payelerden kubbeye geçiş dört taraftan dört tonoz ile desteklenmektedir Aynı barok üslup mihrapta ve narteksin üst katındaki galeride de görülmektedir Ortadaki ana apsis içeriden yarım yuvarlak olup dışarıya oldukça taşkın olup yarım yuvarlak sağır kemer ve nişlerle hareketlendirilmiştir Apsisin iki tarafındaki iki küçük odanın birer küçük apsisleri vardır İç narteksden orta mekana giriş üç kapı ile sağlanıyordu İç narteksin ortasında kubbe yanlarda ise tonozlar üst örtüyü meydana getirirler Apsis kısmında duvarlar renkli mermler levhalarla kaplanmıştır Dış narteks görünümündeki kısım son cemaat yeri olarak Osmanlı döneminde ilave edilmiştir Binanın içinin mozaik ile kaplı olması gerekmektedir Bugün bu mozaikler henüz çıkarılmamıştır 1966 daki restorasyon sırasında örülü bir pencerenin içindeki dolgu boşaltığında pencere kemerinin içinde altın zeminli dekoratif şekilli mozaik çıkarılmıştır Ortadaki mezar şapeli olarak yapılan kısım 25 w 155 m ölçülerindedir Bu bölümün üç kapısı vardır Biri şapelin ana kapısı diğerleri ise iki yandaki kilise mekanlarına geçişi sağlayan kapılardır Meryeme ithaf edilmiş kuzeydeki kilise de kapalı yunan haçı plânlıdır Mimari özellikleri güneydeki kilisenin daha küçük bir kopyasıdır Bu kilisenin narteksi 1966-67 restorasyonu sırasında harabe halinde iken başarılı bir çalışma ile yenilenmiştir

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.