Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Kültür - San'at & Eğitim > Ülke & Şehirler > Türkiye

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
adana, beyazı, cümbüşü, ile, mavisi, renk, yeşili, şehir

Yeşili, Mavisi, Beyazı İle Renk Cümbüşü Şehir: Adana

Eski 08-04-2012   #16
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Yeşili, Mavisi, Beyazı İle Renk Cümbüşü Şehir: Adana



Adana Ören Yerleri







Kilikya’dan Çukurova’ya

Her adım başında karşılaşılan höyük ve ören yerleri ile insanlık tarihinin belli başlı birçok çağına sahne olduğunu ispat eden Çukurova arkeolog ve tarihçiler için zengin bir miras; turistler için de unutamayacakları bir deneyim sunar





Bir Film Platosu: Anavarza Antik Kenti






Ceyhan-Kozan karayolundan da gözüken Anavarza Kalesine, karayolunun 28 km'sinde yer alan Ayşe Hoca Köyü içinden 4 km doğuya gidilerek geçmiş yıllarda adı Anavarza köyü olan şimdiki adı ile Dilekkaya Köyüne varılarak ulaşılır

Günümüzde Anavarza olarak bilinen ve söylenen Adana’nın ve tarihi Kilikya’nın bu önemli şehri ve kalesi kayıtlarda Anazarba, Ayn-Zarba Ve Anazarbus gibi isimlerle anılmıştır Anavarza antik kentinin birçok bölümünde kalesi ve surları ayaktadır ancak buna mukabil kalenin yer aldığı kaya kütlesinin hemen batısında yer alan antik kentten, etrafını çevreleyen duvarların bir kısmı ve iç kısımda yer alan birkaç yıkıntı haldeki yapı dışında geriye pek bir şey kalmamıştır






Şehrin ve Kalenin ne zaman kurulduğu konusunda kesin bir bilgi mevcut değildir Ancak “Adım Adım Çukurova” kitabında Hadi Altay Asurlular tarafından yaptırıldığı düşünmekte ve bunu 1830-1840’lı yıllarda Anadolu’yu gezen Fransız Seyyah Charles Texier’e atfetmektedir Charles Texier “Küçük Asya” adlı kitabında Anavarza Kalesi'nde şu sözlerle bahsetmektedir:

“Mermer cinsinden büyük bir dağın eteğinde bulunan Anavarza şehri Ceyhan ovasının ortasına çekilmiş bir yerdir Bu şehrin konumu, tamamen Van Şehrine benzer Anavarza’nın büyük ayasının içinde, hisar duvarlarını tutturmak için taşçı kalemiyle açılmış ve delinmiş oyukların aynını gördük Bu eserlerin her ikisi de Asurlu eseri özelliğini gösterirler”

diye bahsetmektedir





Anavarza’nın belgelere dayalı bilinen tarihi, MÖ I yüzyılda başlar O tarihlerde Kilikya Romalıların egemenliği altına girmiş ve önem kazanmıştır MS 17 yılında Romalılar tarafından ele geçirilen kent, MS 19 yılında İmparator Augustus tarafından ziyaret edilmiş ve bundan sonra "Anazarbus yanındaki Caesarea" diye anılmaya başlamıştır

MS 204-205 yıllarında Kilikya, İsauria ve Likaonia eyaletlerinin metropolisi (başkenti) olmuştur MS 260 yılında diğer Kilikya kentleri gibi Anavarza da Sasani Kralı Şapur tarafından fethedilmiştir MS 4 yüzyılda İsauria'lı Balbinos tarafından tahrip edilmiş olan Anavarza, İmparator II Theodosius zamanında MS 408 yılında kurulan Cilicia secunda'nın (Bitek Kilikya) ve eyaletin başkenti olmuştur 525 yılındaki büyük depremden zarar gören kent İmparator İustinianus tarafından onartılarak İustiniopolis adını almıştır Ancak 561 yılında ikinci kez deprem felaketine uğramıştır 6 yüzyılda ise kent büyük bir veba salgınına uğramıştır






Araplar tarafından alınınca "Ayn-Zarba" adını almış ve 796’da Harun Reşid tarafından kale surları tahkim edilmiştir Halife Mutasım tarafından buraya Hindistan’da gelen Müslümanlar yerleştirilmişlerdir 804, 806, 835 ve 855’te Bizans saldırılarına sahne olmuşsa da, 10yüzyılda bile Arapların önemli bir ticaret merkezi olmayı sürdürmüştür o zamanlar Kilikya, Suriye ve Fenike’nin en büyük kentlerinden biri olarak geçmektedir

14 yüzyıl ortalarında Ramazanoğulları’nın eline geçen şehir terk edilmiş ve tenha bir haldedir Anavarza ören yeri aşağıda şehir kalıntıları ve yukarıda kale olarak ikiye ayrılabilir






Birincisi asıl kale ve diğeri de şehri çevreleyen surlar olmak üzere kent merkezidir Surlar kuzeye doğru uzanmaktadır Şehrin surları doğu yönünde 1500 metreyi bulmaktadır Yüksekliği 8-10 metre arasında değişen bu surlar her 70 metrede bir 20 burçla tahkim edilmiş olup günümüze sadece bir bölümü ulaşmıştır 1500 metrelik hat boyunca bazı kapılar halen durmaktadır Ancak bu kapılarda da çevre şartlarına bağlı olarak üst bölümlerinde erimeler gözlenmektedir Bu surlar üzerinde şehrin 4 kapısı vardır
Dilekkaya köyünün içerisinde kalan ve kayalık alanın güneyine yakın bölümünde yer alan kapı abidevi bir biçimde durmaktadır Üç Kapılı bir takı zafer olduğu bilinen bu abideden bugün orta ve yan kapılardan bir tanesi durmaktadır






Anavarza'nın geçmişte karşılaştığı birçok deprem yüzünden, zafer takı ancak kısmen günümüze gelebilmiştir Güney yüzünde siyah granitten altı adet Korinth stili sütun başı bulunan, üç kemerli bir geçittir Kuzey yüzünde ana kemerin her iki tarafında birer heykel nişi vardır Bu taç kapıdan içeri girildiğinde kayalık sırtlara doğru kentin amfi tiyatroya ulaşılabilir Vahşi hayvanlı gösteriler için yapılmış olan amfi tiyatro tamamen taşlarla inşa edilmişti Antik çağda (birçok binada olduğu gibi) diğer binalara malzeme sağlamak amacıyla sürekli olarak yağmalanmış olduğu anlaşılmaktadır Kayalık kütle boyunca devam edildiğine şehir kalıntılarından bazıları tapınak ve hamam gibi kalıntılarla ve bir kilisenin absid bölümü ile karşılaşılır Anavarza kalesine çıkış kayalıkların birçok yerinin tamamıyla dik olmasından dolayı güney tarafından yapılır






Stadyumun elli metre kadar kuzeydoğusundaki kayalık yapay bir yarıkla ayrılmıştır Roma ya da ilk Bizans döneminde, Anazarbus'tan Flaviopolis (Kadirli) ve Hierapolis Kastabala'ya giden yola geçit vermek için açıldığı sanılan geçit 250 metre uzunluğunda, 4-15 metre genişliktedir Yolun her iki tarafında kayalar 50 metre yüksekliğe kadar uzanır Bu kaya kesiğinde bulunan kitabede şunlar yazılıdır: “Tanrım; inancım uğruna yer gök altüst olsa, dağlar denize inse, her tarafı su bassa, korkmayacağım” Yazar büyük olasılıkla Anavarza'nın meşhur depremlerinden birini yaşamıştır Yerden su çıktığını görmüştür Her ne kadar korkmadığını söylese de bu depremlerden korkmuştur Bugünün Anavarza köyünde, müze olarak da kullanılan bekçi evinin içinde olağanüstü güzellikte mozaikler, bir Roma lahdi ve mezar stelleri bulunmaktadır Koç kabartmalı lahitler hem mitolojide yeniden doğuşu simgeleyen bir nesnedir, hem de Mısır’daki Koç Amon kültürünün buralardaki kalıntısıdır Kitabeler dönemle ilgili önemli bilgiler vermektedir




Alıntı Yaparak Cevapla

Yeşili, Mavisi, Beyazı İle Renk Cümbüşü Şehir: Adana

Eski 08-04-2012   #17
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Yeşili, Mavisi, Beyazı İle Renk Cümbüşü Şehir: Adana



Tarihe Yolculuk: Akören Örenyeri






İnsanın hayatında bazı anlar vardır; zamanın bağlayıcılığından istemdışı uzaklaşıp, unutulmayacak anılara dönüşmeyi bekleyen Bazı mekanlar vardır, zamandan ve günün rutininden koparan İnsanı kendine çeken, ama yaklaştıkça inadına uzaklaşıyormuş gibi bir bekleyişle davetkar Adana'nın Aladağ ilçesine bağlı bir belde olan Akören ören yeri de bunlardan biri






Akören I ve Akören II olarak adlandırılan iki farklı noktada bulunan harabeler, bölgedeki en ilgi çekici kalıntıları barındırır Yöresel adı Göveren olarak da bilinen Akören, kimi kaynaklara göre Roma döneminde kurulmuş olan ve bugüne değin yayla olarak kullanılan bir merkez olarak bilinmektedir Ancak bölgede yapılan araştırmalar, birbirine yakın iki yerleşim bölgesinden oluşan örenyerindeki kilise kalıntılarının, mimari özellikleri ve duvar süslemeleri de göz önünde tutulduğunda Geç Roma ve Bizans döneminden kalma yapılar olduğunu ortaya koymuştur İki farklı bölge, bugün Akören I ve Akören II olarak tanımlanmaktadır


Akören I




Akören beldesinin yaklaşık 1-2 kilometre üst tarafındadır Bulgulara göre Akören I ören yerinde Bizans dönemine ait yaklaşık 30-40 taş ev bulunmaktadır Köy merkezinde, dar sokak aralarındaki birbirine bitişik evlerin arasında genişliği yaklaşık 18 metre, eni yaklaşık 14,1 metre olan "üç kubbeli" bir kilise mevcuttur Kilisenin güney kapısının üstündeki kalker taşından yapılma konsolun üzerinde 572 (MS 553) tarihi yazılmıştır Kilisenin Bizanslılar tarafından restore edildiği düşünülmektedir İlgi çekici kilise kalıntıları arasında yağ yapımında kullanılan formda bir taş bulunmaktadır


Akören II




Akören beldesinin doğusuna doğru gidildiğinde, yaklaşık 1-2 kilometre sonra bir tepe üzerine kurulmuş olan Akören II ören yerine ulaşılır Akören II ören yerine ulaştığınızın en belirgin göstergesi, toprak yoldan da görünen, bir tepe üzerine inşa edilmiş kilise kalıntılarıdır Akören II bölgesinde bugün harap halde bulunan 2 kilisenin duvarları ayakta kalabilmiştir

Akören II ören yeri, "Kayabaşı" diye adlandırılan bölgede, yerleşim alanının doğu ve batı düzleminde sıralanan, birbirine oldukça sık biçimde duran, 30 ila 50 evden oluşmaktadır

Yerleşim bölgesinin ayakta kalan üç yapısından ikisi kilise, biri de "yıkılmazlığı simgeleyen" ağır kalker taşından yapılmış mezar odasıdır Kilisenin batısındaki duvarların önünde haç ve dekoratif mofilerle süslenmiş iki adet kesme dikili taş bulunmaktadır Kilise duvarlarındaki birden fazla yazıtta (MS 525) yazmaktadır





Bir Cennet Bahçesi: Şar






Şar'ın Adana’nın Tufanbeyli ilçesinde Tufanbeyli’ye uzaklığı 20 km ve Adana’ya uzaklığı 211 km’dir Adana-Kayseri il sınırına birkaç km uzaklıktadır Hitit çağında (Kumanni) adı ile anıları merkez Romalılar devrinde (Komana) adı ile karşımıza çıkar Eski Kapodakya'nın sınırları içinde yer alan bu şehir Hitit, Roma, Bizans, Ermeni çağının kalıntıları ile doludur

"Kilikya Komanası" diye anılan Şar, Hititlerin dini merkezlerinin ikincisi olup ilki "Pontus Komanası" idi Hitit Kralları burada dini ayinlere katılırlardı Bu dini merkezlerde başrahibin emrinde kadın ve erkek altı bin kişi hizmet görürdü Tapınağa vakfedilen zengin toprakların gelirini de başrahip alırdı Büyük rahiple kral aynı soydandı ve başrahibin Kilikya ve Kapadokya Komanalarındaki mevkii kraldan hemen sonra gelirdi






Şar’da ayakta kalabilen eserler çoğunlukla Roma eserleridir Bunlar arasında amfi tiyatro, yani kademeli açık hava tiyatrosu özellikle dikkati çeker Yukarı mahallenin güneyinde, çayın sol kıyısındaki yamaçta yer alan bu tiyatro bugün bir hayli harap durumdadır Ayakta kalan bölüm, yüksek bir duvar ile merdiven şeklinde yükselen bazı sıralardır Bu merdivenlerin altında hem destek vazifesi gören ve hem de vahşi hayvanların barınak yeri olarak kullanılan mahzenler vardır Bunların bir kısmı halen toprak altındadır






Burada bir diğer önemli eser de Bizanslılardan kalma kilisedir Kubbesi yıldırım düşmesiyle yıkılmış olan bu tapınak yontulmuş iri taşlarla inşa edilmiştir "Kilise Mahallesi" diye anılan yerdeki bu Hıristiyan tapınağının ayakta kalan tek bölümü apsis kısmına ait 5 metre yükseklikteki duvardır Bu binaya ait yerdeki taş bloklar üzerinde çeşitli geometrik motifler ile biri üzerinde bir haç şekli görülür





Şar’dan günümüze gelebilen en önemli eseri Alakapı'dır Bulunduğu mevki bu ad ile anılmaktadır Büyük mermer bloklardan meydana getirilen 6 metre boyunda ve 3 metre enindeki bu yüksek yapının, Ana Tanrıça Tapınağı'nın kapısı olduğu tahmin edilmektedir Tapınak tamamen yıkılmış olmakla birlikte, bu kapının yanı başında görülen üzerleri bitkisel motiflerle süslenmiş cephe ve yan duvar taşları binanın orijinal durumu ve ölçüleri hakkında bir fikir verebilmektedir Romalılar döneminde Hieropolis adıyla anılan bu yerde başka bina kalıntıları, rölyefler ve kitabeler ile sütun, sütun başlığı, arşitrav ve kemer gibi çeşit çeşit mimari öğeler görülmektedir





Misis & Mopsuhestia






Misis bölgesinde yapılan kazılarda, Osmanlı, Bizans, Arap ve Roma çağlarına ağıt kültür katlarına rastlanmış, ne yazık ki sadece Müzedeki mozaikler ile birkaç tarihi eser ve eski zamanlara uzanan öyküsü ile Misis Köprüsü günümüze kadar ulaşabilmiştir

Misis Kazıları

Misis yöresinde 1956, 1957 ve 1958 yıllarında Prof Dr Theodor Helmuth Bosser başkanlığında kazılar yapıldı 1959'daki kazıda höyüğün batısındaki kilisede IV yüzyıla ait mozaikler bozuk bir durumda ele geçirildi Kilisenin altında bir Roma tapınağı olduğu sanılır Esas höyüğün merkezinde ve batı yamacındaki çalışmalarda Bizans ve daha genç devirlere ait duvarlar ve 6 m yüksekliğinde tuğladan kubbeli kaleye ait su sarnıcı bulundu Sarnıç geç bir devreye ait olduğu anlaşıldı Kilisede bazı Arapça yazılı mezar taşları ele geçti Ayrıca bol sayıda Bizans boyalı çanak çömleği bulundu





Misis Köprüsü



1957'deki çalışmalarda höyükte İslam çağına ait kubbeli, tuğladan büyük bir sarnıç meydana çıkarıldı Ele seçen Bizans çanak çömleğinde ise figürlü tasvirler vardı 1958'de höyüğün doğu yamacında çalışıldı

Osmanlı, Bizans, Arap ve Roma çağlarına ait kültür katları, şehir duvarları kule ve kapıları sondajlarla tespit edildi 12 yüzyıla ait kilise inşaatı bulundu Kazıda elde edilen Bizans ve İslam seramikleri zaman bakımından tespit edilerek 8 ve 9 yüzyıla ait İslami döneme ait seramikler, Grekçe ve Arapça kitabe parçaları, Roma ve İslam çağına ait heykeller bulundu






Misis hakkında yazılanlar

Misis’e dair ilk bilgiler MÖ 1183-1181 yılları arasında baştanbaşa onarıldığına dair Herodot ile Strabon'dan edinilen bilgilerdir Misis’e dair Heredot ve Strabon iki farklı hikaye aktarmışlardır Heredot, Truva'nın zaptından sonra Ege'li Yunanlılardan Anflochos'un Kilikya'ya göçerek Suriye hududundaki eski Pesideion şehrini kurduğunu yazarken MÖ 66’da Amasya’da doğan Strabon ise Anflochos'un Mopsos ile birlikte Kilikya'ya döndüğünü ve beraberce Misis gibi bir sıra önemli şehirler tesis eylediklerini söylemektedir




Yunanlılar tarafından ise Mopsuhestia diye söylenen ve Mopsos'un evi manasına gelen eski Misis gelişmiş bir şehir olarak bilinirdi Burada şehrin stadyumu ve akropolü gibi büyük tesisleri yükselir ve iki tarafı mermer sütunlu geniş bir yoldan yelkenlilerin bağlandığı ırmak boyuna gidilirdi Bir zamanlar da Danuna Krallığı’nın hükümet merkezliğini yapan Misis'in birçok defalar İran Satraplarınca yönetilmesi Misis’in stratejik durumu kadar ekonomik ekonomik açıdan önemini de göstermektedir




Alıntı Yaparak Cevapla

Yeşili, Mavisi, Beyazı İle Renk Cümbüşü Şehir: Adana

Eski 08-04-2012   #18
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Yeşili, Mavisi, Beyazı İle Renk Cümbüşü Şehir: Adana



Magarsos





Magarsos ismiyle anılan eski Karataş şimdikinin takriben beş kilometre batısında, fenerin bulunduğu sırt üzerinde kurulu idi Bugün harabelerin bulunduğu alan, Magarsos'un limana hakim muhteşem kalesi ile denize nazır amfi tiyatrosu ve Minerva mabedi yükseliyordu

Tarihi çok eskilere dayanan Karataş, askeri ve ticari yollar üstünde kurulmuştur MÖ 1900'lü yıllarda Arvaza ve Huri Krallıklarının, MÖ 1530'lu yıllardan sonra da Hitit Krallığı'nın idaresine girmiştir MÖ 1200'lerde önce Kue, sonra da Asur Krallığı'na geçmiştir Pers, Selevkos, Roma, Bizans, İslam Arapları ve Selçuk Türkleri devirlerini yaşamıştır Antik devirlerinde "Magarsos" olarak bilinen bu yöre, ortaçağlardan itibaren "Karataş" olarak bilinmektedir
Stratejik bir konuma sahip ve birçok kavmin iştahını kabartan Magarsos aynı zamanda, Ceyhan nehri boyunca sıralanan; Mallos, Misis, Hemite ve Karatepe'ye kilit vazifesi görmekte idi Önemi ve stratejik konumu dolayısıyla ki, Büyük İskender, Üçüncü Dara ile harbe giderken Tarsus'tan önce süvari kıtalarını Mallos'a gönderdikten sonra kendisi ayrı bir koldan Magarsos'a uğramış ve Athena ilahesine kurbanlar kesmişti

Magarsos hakkında birçok yazılı kaynakta bilgiler verilmektedir Bunlardan Büyük Türk denizcisi Piri reis 1517 yılında kaleme aldığı Kitab-ı Bahri adlı eserinde Karataş şu şekilde bahsetmektedir

“Cihan suyunun beri yanında Od kalesi dirler denize karşı yüce bir yerde bir harap kale vardır Ol kalenin altında yani lodos tarafında bir adacık var Ol adacığa Porto Melun dirler Küçük gemiler mezkûr adacıkla kenar arasına girerler
1885 senesinde yazdığı Sissouan ou L'Armeno-Cilicie kitabında Alishan eski ve yeni Karataş'ta gördüklerini şöyle belirtmektedir:

“Antik Magarsus'un bulunduğu Karataş burnunun üstünde şimdi bir kaç harabe ile kuzey tarafında Sen Nikola adına yapılmış küçük bir kilise mevcuttur Kubbesi 4 sütun üzerine kurulmuş olan bu kilisenin yanında mezar kapakları (lahit) ve biraz ilerisinde de eski bir hamam ile sarnıç görülmektedir Kilisenin güneyinde bir şatoyu andıran kare şeklindeki yapı kalıntısının sütunları durmaktadır Burnun doğusunda, eskilerin Didime dedikleri, iki küçük adada bazı inşaat kalıntıları vardır Sahilde büyük bir han ile 50 hanesi Hıristiyanlara ait, Karataş köyü bulunmaktadır




Sirkeli Höyüğü





Adana’nın 40 km doğusunda eski Misis-Ceyhan karayolu üzerinde yer alan Sirkeli köyünde Ceyhan Nehri kenarında bulunan bir höyüktür Hemen yanında bir kaya kütlesinin üzerinde Muvattali Kabartması bulunmaktadır

Sirkeli Höyük, 300×400 m büyüklüğünde ve 30 m yüksekliğindedir Nehrin diğer yakasında da yerleşimin devam ettiği tespit edilmiştir Oval bir biçime sahip olan yerleşimin kuzeyinde trapez biçimli bir düz alan ve güneybatıdan kuzeydoğu yönüne doğru devam eden bir kayalık görülebilmektedir Bu kayalığın kuzeydoğu kenarında iki tane kaya kabartması yer almaktadır






Genel olarak, bütün bu buluntular, Sirkeli Höyük‘ün, antik kaynaklardan bilinen bir ticaret ve kült kenti olan Lawazantiya olduğuna işaret etmektedir Mısır Firavunu II Ramses ile dünyadaki en eski barış antlaşmasına imza atan Hitit kralı II Hattuşili’nin eşi ve Aşk Tanrıçası Sawuska‘nın rahibinin kızı olan Hitit Kraliçesi Puduhepa, bu kentte doğup büyümüştür

Yerleşimin coğrafi açıdan kilit oluşturan bir konumda bulunması, buraya kaya kabartmalarının yapılmasını etkilemiştir Hitit Kralı II Muvatalli‘yi gösteren kabartma bilinen en eski Hitit kabartmasıdır




Şirin bir Liman Kenti: Ayas





Kız Kalesi - Ayas



Eski Yunancada "keçi" anlamına gelen AIKS sözcüğünden türetilmiş Aigeai, Araplar'ın hâkimiyetinde iken Ayaş, Venedikliler döneminde Lajazzo adlarını taşımıştır Osmanlılar döneminden itibaren de Ayas ismi kullanılmaya başlanmıştır

Aigea (Ayas-Yumurtalık), kuzeyinde MÖ 4 yüzyılın son çeyreğinde Büyük İskender'in Pers İmparatoru Dara'yı bugünkü İskenderun ile Dörtyol arasında kalan ovada yenmesinden sonra Büyük İskender'in halefleri olan Makedonyalı komutanlar, tarafından bir liman şehri olarak kurulmuştur






Kente eski Yunancada "keçi" anlamına gelen AIKS sözcüğünden türetilmiş Aigeai adının verilmesi Büyük İskender’in ordusuyla Dara'ya karşı yürüyüşü sırasında bu bölgeye geldiğinde, karşısında bulduğu Pers garnizonunu geceleyin keçilerin boynuzlarına bağladıkları meşalelerle büyük bir ordunun saldırdığı izlenimini vererek buradan kaçırması ile bağlantılı olduğu bir efsane olarak İskender dönemi tarih yazarları tarafından anlatılmaktadır MÖ 1 Yüzyılda tarihin en parlak dönemini yaşamaya başlayan kentin adı Hellenistik dönemde basılan sikkeleri üzerinde keçi kabartması olmasının nedeni bu öyküden kaynaklanmaktadır






Aigeai’nin tüm Akdeniz ülkelerinde tanınması ise antik dünyanın en önemli üç hastanesinden birinin burada olması ve bu tesisin içindeki sağlık tanrısı Askiepios tapınağının bu kentte bulunmasından kaynaklanmaktadır Askiepios tapınağı ve çevresindeki hastane, kent için büyük bir gelir kaynağı olmuştur

Hıristiyanlık dinini Roma imparatorluğunun tek ve resmi dini yapan imparator büyük Konstantin'in Askiepios tapınaklarında büyücülük yapıldığını öne sürerek tüm sağlık tanrısı tapınaklarının imha edilmesi için verdiği emir üzerine, MS 326 yılında Askiepios tapınağı tümüyle yıktırılarak yerine bir kilise inşa edilmiştir

7-10 yüzyıllarda, Araplarla Bizans arasındaki savaşlarda tamamen tahrip olan kent 11 yüzyıldan itibaren Ayaş adıyla piskoposluk merkezi oldu Bu dönemde de Akdeniz'in ünlü bir ticaret limanı olma özelliğini sürdüren Ayaş'ta biri karada bir de limandaki adada olmak üzere iki kale inşa edildi 1201'de Cenovalılar 1261'de de Venedikliler Ayaş'ta ticari koloni kurma ayrıcalığını elde ettiler






Kentin asıl gelir kaynağı olan deniz ticaretini ellerinde tutan Venedikliler, kenti Lajazzo olarak adlandırmaktaydılar 1268 yılında kenti ziyaret eden Marko Polo, limanın Venedikli ve Cenovalı tüccarlarla dolu olduğundan ve bunların ipek, yün, hububat ve baharat ticareti yaptıklarından bahsetmektedir Marko Polo 1271 yılında da Çin'den dönüşünde ikinci kez kenti ziyaret eder Venedikli'ye Cenovalı tüccarlar buradan Kilikya içlerine kadar uzanan ticari geziler yapmaktaydı ve kendilerine asıl birer İane kiliseleri vardı

Kanuni Sultan Süleyman döneminde, kentin tüm surları onarmış Ayas’ın batı tarafında günümüzde "Süleyman Kulesi” adı verilen küçük bir kule yaptırmıştır Yazıdan ebcet hesabı ile kulenin inşa tarihinin H 943 olduğu ve bu tarihte Miladi takvime göre 1536’ya rastlamaktadır



Alıntı Yaparak Cevapla

Yeşili, Mavisi, Beyazı İle Renk Cümbüşü Şehir: Adana

Eski 08-04-2012   #19
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Yeşili, Mavisi, Beyazı İle Renk Cümbüşü Şehir: Adana



Geleceğe Yansıyan Zengin Bir Geçmiş: Adana Müzeleri


Yüz yıldan fazla bir geçmişe uzanan Türk müzecilik tarihinde önemli bir yere sahip olan Adana müzeleri, sergilenen eserler ile Adana ve Çukurova bölgesinin eşsiz tarihi ve kültürel güzelliklerini yansıtırken, bölgede yüzlerce hatta binlerce yıl önce yaşamış medeniyetler hakkında bilgi sahibi olmamıza da imkan veriyor


Adana’nın Tarihini Barındırıyor: Arkeoloji Müzesi






Adana Arkeoloji Müzesi, Türkiye'nin en eski on müzesinden birisidir Adana'nın ve bütün Çukurova'nın tarihi eserlerinin sergilendiği Müze, ilk defa 1924 yılında Alyanazade Halil Kamil beyin idaresinde Taşköprü civarındaki Caferpaşa Camii'nin Medresesinde açılmıştır Bir kaç yıl sonra Kuruköprü semtindeki Rum Kilisesine taşınmıştır Bu binanın da kısa bir süre sonra küçük gelmesi üzerine kilisenin apsis kısmı yıkılarak buraya kâgir bir ek yapılmıştır






1937 yılında o zamanki Müze Müdürü Ali Rıza Yalgın Çukurova'nın etnografyasını dile getirmek amacıyla müzeye yeni bir seksiyon eklenmiş, böylece Adana Arkeoloji Müzesi aynı zamanda bir "Etnografya Müzesi" halini almıştır
Adana Arkeoloji Müzesi'nde, Tarsus-Gözlükule, Mersin-Yümüktepe, Milis, Karatepe, Soğuksutepe gibi höyük ve iskan yerlerinde yapılan arkeolojik kazılarda çıkan eserler ile Adana ve çevresinden derlenen eserler bulunmaktadır Bu eserler, prehistorik (tarih öncesi), Hitit, Asur, Fenike, Frig, Helenistik, Roma ve Bizans devirlerine ait heykel, kitabe, lahit, stel, mimari parçalar gibi taş eserler, pişmiş topraktan yapılmış çanak, çömlek, çeşitli kaplar, silindirik ve magma mühürleri, madeni paralar ve diğer arkeolojik buluntulardır






Müzede sergilenmekte olan çok sayıdaki Neolitik, Kalkolitik, Bronz, Proto-Hitit, Hitit, Yunan, Roma, Bizans, Selçuk ve Osmanlı devirlerine ait eserlerinin yanı sıra, az miktarda Asur, Fenike ve Ermeni eseri de müzede sergilenen eserler arasında bulunmaktadır Bu eserler, heykel, kabartma, kitabe, mezar taşı, sütun, lahit, küp, çanak - çömlek, tablet, silah, meskukat, elbise, ev eşyası, çalgı gibi eserlerdir Çoğu kazı yoluyla, az bir kısmı da halk tarafından tesadüfen bulunup müzeye getirilen arkeolojik ve etnografik nitelikteki eserlerdir

Bahçede Sergilenen Eserler

Müze girişinde Hitit dönemine ait kapı arslanı Silifke-Taşucu'ndan ve Uzuncaburç'tan getirilen iki adet Augustus heykeli ile zengin çelenkli lahitler, küpler, mancınık gülleri, yazıtlar, sunaklar ve çeşitli mimari parçalar sergilenmektedir






Giriş Katında Sergilenen Eserler

Müzenin giriş katındaki bölümü, taş eserler salonudur Bu salonda bulunan ve Troya savaşlarını yüksek kabartma biçiminde betimleyen mermer "Akhilleus Lahdi", Tarsus'tan getirilmiştir Ayrıca Seyhan baraj gölünde kalan Augusta Antik Kenti'nden getirilen ve üzerine Medusa figürü bezenmiş olan lahit ile Karataş/Magarsus Antik Kenti'nden getirilen insan boyutlarındaki bronz Karataş Heykeli, bu salonun en çok ilgi gören eserlerindendir






Kronolojik Eserler Salonu

Kronolojik eserler salonu, ilk çağlardan Osmanlı dönemine kadar Çukurova'da kurulan uygarlıklara ait eserleri kapsamaktadır Sergilen eserler arasında adak eşyaları, kap, kandil, tanrı, tanrıça, insan ve hayvan figürleri de bulunmaktadır Adana'nın Tepebağ Mahallesi'nde bulunan "Lir Çalan Orpheus Mozaği" de bu salondadır






Bölgesel Eserler Salonu

Adana Müzesi'ne ait olup, kazılar ve satın alma yoluyla gelen eserler, Bölgesel Eserler Salonu'nda sergilenmektedir Zengin formlu cam örnekler, Selçuklu çinileri ve çeşitli uygarlıklara ait mühürler de bu salonda yer almaktadır

Sikke, Mühür ve Mücevher Eserler Salonu

İlk defa paranın görüldüğü Lidya dönemiyle, bundan sonraki çeşitli dönemlere ait sikkeler, takılar ve Adana'nın ilçelerinde bulunan defineler bu salonda sergilenmektedir Hitit İmparatorluğu dönemine ait "Dağ Kristali Heykelciliği" çok ilgi görmektedir






Ata’dan Yadigâr: Atatürk Müzesi






Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk, 15 Mart 1923'te eşi ile birlikte Adana'ya geldiğinde, Ramazanoğulları'ndan Suphi Paşa'ya ait olan bu konakta ağırlanmışlardır 1981 yılından bugüne "Atatürk Müzesi" olarak ziyaretçilerin akınına uğrayan konak, hem o dönemin yaşam tarzını yansıtması, hem de Mustafa Kemal'in izlerini taşıması bakımından Adana'daki önemli müzelerden biridir Atatürk'ün Adana'ya gelişi, her yıl 15 Mart'ta bu binada resmi törenle kutlanmaktadır






Müze binası, Seyhan Caddesi üzerinde 19yy da yapılmış geleneksel Adana evlerindendir İki katlı, çıkmalı, kırma çatılı, kâgir bir yapıdır Bu özellikleri nedeniyle yapı Bakanlıkça "Korunması Gerekli Taşınmaz Kültür Varlığı" olarak tescil edilmiş ve koruma altına alınmıştır Bina Atatürk Bilim ve Kültür Müzesi Koruma ve Yaşatma Derneği'nce zamanın Kolordu Komutanı Bedrettin Demirel'in önderliği ve halkın yardımıyla kamulaştırılıp restorasyonu yapılmış ve 1981 yılında Müze Müdürlüğü'ne bağlı bir müze olarak hizmete açılmıştır






Alt Kat

Çalışma Odası: Kurtuluş Savaşı sırasında ve sonraki yıllarda çıkan yerel gazetelerden Yeni Adana, Türk Sözü, Çukurova, Dirlik gazetelerinin yer aldığı bölümdür

Kütüphane: Kütüphanede Osmanlıca ve Türkçe (Latin harfleriyle) yazılı 2000'e yakın kitap vardır Kitapların çoğu bağış yoluyla sağlamıştır






Üst Kat

Sofa: Emekli subay Nevzat Duruak tarafından yapılmış olan Atatürk'ün mumdan heykeli yer almaktadır

Yatak Odası: Pirinç karyola, sim işlemeli yatak, masa örtüsü, ayrıca Maraş işi iki koltuk ve elbise dolabı bulunmaktadır

Çalışma Odası: Maraş işi koltuk, masa, sandalye, telefon, dolap ve Atatürk' ün portresi bulunmaktadır

Basın Odası: Vitrin içerisinde Yeni Adana Gazetesi'nin ciltlenmiş Pozantı nüshaları ve çalışanlarının çerçeveli resimleri bulunmaktadır






Mücahitler Odası: Gani Girici'nin ve bazı mücahitlerin portreleri, Gani Girici' ye ait madalya ve Atatürk'ün ölüm anına, 905’e ayarlanarak durdurulmuş bir saat bulunmaktadır

Oturma Odası: Cevizden sandalye, nargile, madeni mangal, kilim ve halılar bulunmaktadır

Hatay Odası: Atatürk Adana'ya geldiğinde, Ayşe Fıtnat hanımın başkanlığında bir grup Fransız işgalindeki Hatay'dan gelerek Atatürk' ün huzuruna çıkmış ve ona siyah gül hediye etmiştir Buna karşılık, Atatürk de "Kırk asırlık Türk yurdu düşman elinde kalamaz" demiştir Bu olayı anlatmak için mankenler konmuştur Ayrıca ceviz oymalı sehpa, Türk bayrağı ve Hatay'dan gelen heyetin çeşitli boylarda fotoğrafları bulunmaktadır






Silah Odası: Cins ve ebatları değişik tüfekler, tabancalar, paşa apoleti, Atatürk' ün doğduğu evin maketi, Anıtkabir'e Osmaniye'den giden taşın numunesi ve vitrin içerisinde çeşitli yıllara ait madeni paralar bulunmaktadır

Yaver Odası: Atatürk'ün yaverinin kaldığı oda içerisinde pirinç karyola, sim ve gümüş işlemeli yatak örtüsü, ceviz kaplamalı elbise dolabı, madeni ibrik ve leğen bulunmaktadır

Kuva-yi Milliye Odası: Atatürk, İsmet İnönü ve Kuva-yi Milliye döneminde emeği geçen ve Kuva-yi Milliye hareketini başlatanların büstleri bulunmaktadır

Atatürk Müzesi pazartesi günleri hariç diğer günler ziyarete açıktır Türk öğrenci ve askerleri müzeyi ücretsiz olarak ziyaret etmektedirler




Alıntı Yaparak Cevapla

Yeşili, Mavisi, Beyazı İle Renk Cümbüşü Şehir: Adana

Eski 08-04-2012   #20
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Yeşili, Mavisi, Beyazı İle Renk Cümbüşü Şehir: Adana



Adana Etnografya Müzesi





Eski Müze adıyla da anılan Adana Etnografya Müzesi'nde, Çukurova köylerinde ve Toroslar'da yaşayan Türkmen ve Yörükler'in kültürlerini yansıtan birçok eşya sergilenmektedir

İl merkezinde, Kuruköprü mevkiindeki 1845 yılında yapılmış ve terkedilmiş kilise binası 1924 yılından sonra müze olarak düzenlenmiştir 1972 yılına kadar bina Arkeolojik ve Etnografya eserlerinin sergilendiği bir müze iken 1972 yılında eserlerin yeni müze binasına taşınmasının ardından kilise restore edilmiş, 1983 yılında ise Etnografya Müzesi'ne dönüştürülmüştür






Taş Eserler

Bahçede kûfi, sülüs ve nesih hatla yazılmış kitabe ve mezar taşları teşhir edilmektedir

Güney ve kuzey kısımda sade, sikke başlıklı, mecidiye tipi, kavuklu, fes ve barok başlıklı, 17 yy'dan kalma Osmanlı kadın ve erkek mezar taşları yer almaktadır Bunlar arasında yörenin ileri gelenlerinden Adana Valisi Süleyman Paşazade Ahmet Paşa, Karaisalı Kaymakamı Hasan Fevzi Bey, Adana Askeri Alaybeyi Miratizade İbrahim Bey, Adana Defterdarı Sofyalı Mustafa Bey, Orman Başmüfettişi Akif Efendi'ninkiler de vardır

Batı kısmında Türk-İslâm eserlerine ait kitabeler sergilenmektedir Bunlar arasında Misis hanı, Adana Vilayet konağı, Bahripaşa çeşmesi, Taşköprü ve Misis köprüsü tamir kitabeleriyle Osmanlı devlet arması da bulunmaktadır





Etnografik Eserler

Istar Bölümü

El dokuma tezgâhları, ıstar, mekik, kirkit, yay, kirmen, çıkrık ve duvarda kilim örnekleri yer almaktadır

Yörük Çadırı

Kurulmuş halde kara kıl çadır, içinde çeyiz çuvalları, yerde keçeler, kilimler, duvar yastıkları, fener, keklik kafesi, hızman, tüfek ve barutluk bulunmaktadır Çadırın önünde deri çarık ayakkabı, ağaç su kabı, dibek, yayık, haviye ve kaşıklık yer almaktadır Çadırın sol tarafında deri yayık başında Türkmen kızı, el değirmeni, duvarda eli belinde koçboynuzu motifli kilim yer almaktadır






Şark Odası

Ortada bir mangal ve giyinmiş kuşanmış Türkmen kızı mankeni bulunmaktadır Duvarda ise geyik derisi ve yazılı bakır tepsi vardır

Panolar

Toroslar’da yaşayan aşiretlerin el dokuma, cicim, zili, sumak, ilikli, düz dokuma kilim örnekleri, halı, heybe, seccade, yastık örnekleri teşhir edilmektedir Ayrıca keçe seccade ve çeyiz çuvalı vardır






Misis Mozaik Müzesi





Misis Mozaik müzesi Adana-Ceyhan arasında bulunan tarihi ipek yolu üzerinde yer almakta olup Adana'ya uzaklığı yaklaşık 26 km'dir Adana Bölge Müzesine bağlı olarak 1959 yılında halkın ziyaretine açılan Misis Mozaik Müzesi, Misis höyüğünün batı yönündeki sırt üzerindedir Bir rastlantı sonucu bulunan mozaiklerin tamamı o sıralarda Misis höyüğünde çalışan Prof Bossert ile Dr Ludvving Budde tarafından arkeolojik bir kazı sonucu meydana çıkarılmıştır






Araştırmalardan mozaiklerin Genç Roma devrine, muhtemelen IV Yüzyılın sonlarına ait Bazilika tipinde bir tapınağın tabanını kapladığı anlaşılmıştır Küp şeklindeki ufak renkli taşlardan meydana getirilen bu şekilleri geometrik ve bitkisel motifler ile insan ve hayvan motifleri olmak üzere üç grupta toplamak mümkündür Bitkisel motiflerin tamamen stilize olmalarına karşılık insan ve hayvan figürleri son derece realist olarak işlenmiştir Etrafı bitkisel ve geometrik motiflerle çerçevelenmiş bir karenin içini kaplayan kompozisyonunun tam ortasında bir kümes, bunun etrafında yine ayrı türlerden 16 tane vahşi ve evcil hayvan yer almıştır






Ayrıca Misis Mozaik müzesinde, Misis Höyüğü'nde yapılan kazılar sonucu elde edilen birçok eser ziyaretçilerini beklemektedir




Alıntı Yaparak Cevapla

Yeşili, Mavisi, Beyazı İle Renk Cümbüşü Şehir: Adana

Eski 08-04-2012   #21
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Yeşili, Mavisi, Beyazı İle Renk Cümbüşü Şehir: Adana







Adana Mutfağı | Adana’da Etin Tadı Bir Başkadır






Adana birçok konuda olduğu gibi yemek konusunda da ananelerine bağlı kalmıştır Bugün birçok yerel tat ziyafet sofralarını süslemektedir Adanalılar bulgurun ve etten yapılma acılı, baharatlı, yağlı yemeklerini pek severler Bulgur ve un Çukurovalıların mutfağında eksik olmayan bir maddedir Hemen hemen her evde bir et kütüğü ile tokmağı, kırmızıbiberi, baharatı, tahini, hamur tahtasını bulmak mümkündür Yemeklerde kullanılan bulgur Adana'ya has esmer renkli sert bir buğday cinsidir Diğer buğdaydan yapılma bulgurlar yemeklere istenilen tadı vermediğinden çevrede pek kullanılmaz

Adana'nın mahalli yemekleri lezzet renk ve çeşit bakımından zevkle yenir ve yabancılar tarafından çok aranır Bunlar; Adana kebabı, tike kebap, çiğ köfte, içli köfte, patatesli içli köfte, sarımsaklı köfte, sini köftesi, analı kızlı, ekşili köfte, vartabit, humus, bulgur pilâvı, mercimekli ıspanak başı, sıkma, mercimekli köfte, kısır, lahmacun, toga çorbası, tırşık, şakıldaklı çorba, süllüm, bayram kömbesi, etli kömbe, bulgur unu turşusu, tahinle biberle yapılan çeşitli salatalar, hamur işleri (tatar, mantı, yüksük çorbası, dulavrat çorbası vb) tarhana, salata

Adanalılar kebap yanında yeşillik yemeyi, şalgam içmeyi severler Yemek çeşitleri gibi salatalar da çeşitlilik arz eder Çiğ köftenin, Adana kebabının yanındaki salata özel biberle hazırlanır Güneyin dışında hiç bir bölgede rastlanmayan tahinli turp salatası masalarda başköşeyi işgal eder Kışın şalgam ve turşu suyu yazın yerini aşlamaya (meyanköküne) terk eder






Adana Kebabı

Adana Kebabı, Adana'da yenir Çünkü usulüne göre pişen gerçek Adana Kebabı, dillere destan eşsiz lezzetiyle ilk kez yiyenleri bile kendine müdavim eder Bu lezzetin sırrı ise yöreye özgü taptaze malzemeler, dünden bugüne taşınan geleneksel yöntemler, pişirenin ustalığı ve kuşkusuz ki en önemlisi; Adana'da olmanın, kebabı yudumlarken Adana'yı solumanın verdiği keyiftir






Adana kebabını diğer kebap türlerinden ayıran en önemli özellik, kebabın üretiminde kullanılan etin doğal ortamda ve kendine has bir floraya sahip bölge yaylalarında yetiştirilmiş koyunlardan elde edilmiş olmasıdır Bunun yanında üretim tekniği ve ustalık da ürüne önemli ölçüde farklılık katmaktadır

Karışım hazırlanırken aşağıda belirtilen maddelerin dışında (salça, sebze, karabiber, iç yağı vb) hiçbir madde katılmaz Pişirme esnasında kesinlikle vantilatör kullanılmaz Adana Kebabı'nın servisi, tamamlayıcı unsurları olan yeşillik ve salata ile eksiksiz olarak yapılır



Et ve Hazırlanışı:





Yaylalarda doğal ortamda yetiştirilmiş, en az bir yaşındaki koyundan elde edilen et; yağ, sinir, damar ve zarlarından ayıklanır Ayıklanan et parçalar halinde bir gün dinlendirilir Koyundan elde edilen kuyruk da aynı şeklide ayıklanıp, dinlendirilir Dinlendirilmiş et, "zırh" tabir edilen, iki elle kullanılan keskin bıçakla kıyılır Kıyılmış et miktarının % 15'i kadar dinlenmiş kuyruk, zırh ile ayrıca kıyılır Kıyılmış et ile kuyruk, binde üç ile binde sekiz arasında (ideali binde beş) acı kırmızı biber ve tuz ilave edilerek yoğrulur Bu karışım, Adana kebabının ana unsurunu teşkil eder Farklı olarak, yukarıdaki karışıma kırmızı taze biber, soyulmuş kök sarımsak ve acı yeşil biber doğranarak katılır Hazırlanan karışım tekrar yoğrularak homojenlik sağlanır

Yoğrulmuş karışım, zırh ile tekrar kıyılır Kıyma tekrar yoğrulur Homojen hale gelmiş karışım, 05 cm kalınlığında, 3 cm eninde , 90 - 120 cm uzunluğunda demir şişlere sıvanır gibi yapıştırılır Bu işleme, eti şişe saplama adı verilir

Saplanan et, şiş yüzeyine dengeli bir şekilde yayılır Dengeli sıvama pişmenin önemli şartıdır Saplama esnasında el suya batırılıp, şiş üzerindeki et sıvazlanır Bu işlem, etin şişten dökülmemesi için önemlidir Ancak elde kalacak su miktarı gayet az olmalıdır Su çok olursa et haşlanır, kebabın tadı bozulur Şişe saplanan et miktarı 180 gramdır Bir buçuk tabir edilen Adana kebabının eti, 270 - 280 gramdan az olmamalıdır


Pişirme:





Hazırlanan şişler, alevsiz, durgun, korlu, meşe kömürü ateşinde yeteri miktarda pişirilir Pişirme derecesi, etin renginin kırmızıdan koyu kahverengiye dönme seviyesidir Pişirme esnasında şişler sık sık çevrilir Bu sırada etin yüzünde oluşan yağlar pide ekmeklerle sıkılarak alınır ve yağların ateşe damlaması önlenir Yağlar ateşe akarsa, ateş alevlenir ve et dağlanır, kalite bozulur Yağlanan pide ekmekler, pişmekte olan kebabın üzerinde tutularak ekmeklerin ısısı korunur


Sunum:





Pişmiş olan kebap eli yakmayacak kadar ısıtılmış, kuru, geniş ve yayvan porselen veya metal tabakta servis yapılır
Yağlanmış ve soğutulmamış pide ekmek usulüne uygun, keskin bıçakla parçalanır Büyük parça, kebabın alt kısmına gelecek şekilde tabağın içine serilir Pişen kebap ekmek parçası yardımı ile şişten parçalanmadan tabaktaki ekmeğin üzerine sıyrılır Kebabın üzeri yağlı sıcak ekmek parçaları ile örtülür

Geniş tabağın boş görünen bölümlerine, kebapla aynı anda pişen, domates parçaları, yeşil sivri biber (acı veya tatlı) ile süs biberi ilave edilir

En üste, ısıtılmış, yağlanmamış ekmek parçaları konur Ayrıca ayrı ayrı küçük tabaklarda; soğan salata (kuru soğan ve maydanoz kıyılarak sumak ve tuz ilave edilerek yanında turunç/limon parçaları ile sunulur); ezme domates salata; çoban salata; maydanoz, tere, yeşil sivri biber, süs biberi, turp, süs biberi turşusu, kesilmiş turunç/limon parçaları hazırlanarak kebapla birlikte sunulur






Adana’da Giyim Kuşam






Büyük yerleşme merkezlerinden köylere doğru gidildikçe giyim ve kuşamda değişiklik görülür Köylerde pantolon yerini şalvara terk eder Siyah Adana şalvarını giyen köylü tarlasında bahçesinde daha rahat çalışır

Çukurovalı kadınlarda erkekler gibi siyah şalvar giyerler Şalvar üzerine önü yırtmaçlı, yakasız ve uzun kollu bluzlar genellikle desenli basmalardan yapılır Kış gelince şalvarların üzerine mavi, kırmızı ve yeşil gibi göz alıcı renklerle işlenmiş ceketler giyerler Dağ köylerinde ise güdük veya entari üzerine pamukla sırınmış ceketler (kapotone) giyerler ve bellerine üstten kuşak bağlarlar Saçlar genellikle uzun ve iki beliklidir Bazı yerlerde belik belik örülen saçlara rastlanmakta ise de ilin bütününü etkilemez

Kadınlar başlarına kenarları oyalı, boncukları renkli ve katlanıp üçgen şeklinde boynun altından bağlandığı gibi boynun etrafında çepeçevre bir şekilde de sarılır Başa bu şekilde sarma daha çok evli ve yaşlı kadınlarda görülür Yaşlı kadınların bir kısmı eskiden kalma bir alışkanlıklarını alınlarını sıkan (kefiye) diğer bir yazmayı başlarına bağlarlar


Eski Adana Giyimleri:


Türkmen kadın giyinişleri:





Etek yerine ipek şitariden üçetek zıbın giyilir Ekseriye mavi renkte sırmalı yelek, onun üstüne sırmalı cepken giyilir Sırmalı kırmızı fesin kenarına gazi dikilir Ön kısmın ortasına bir mahmudiye yerleştirilir Bunların üstüne ipekli mor kefiye sarılır, fesin üstünden çene altına iki devrim (şeş) denilen bir tül bağlanır, fesin iki tarafından şakak üzerine köşe denilen ince geniş altınlar sallandırılır

Gümüş savatlı geniş yüzlü bilezik parmağa savatlı yüzük takılır Yaşlı kadınlar, mavi bezden parçasız (dolama) denilen eteklik giyerler Zengin bazı ailelerde kadınlar çuha veya benzeri kumaştan üzeri sırmalı ve işlemeli bir nevi manto giyerler Kadınlar kırmızı basmadan geniş paçası büzmeli ve topuk üstüne yığılan tuman adlı külot giyerlerdi, güllü şeftali veya gülgülü (Edik) denilen tahminen 20 santim gonçlu ve püsküllü, burnu sivri, ökçeli, nalçalı bir ayakkabı giyerlerdi






Kadınların bir kısmı da fes üzerine 4 devrim şeş denilen ince beyaz keten sararlar ve çene altından bağlarlardı Uzun olan saçlar 10-20 ince saç örgüsü ile örülür, her parçaya belik denilirdi, fesin altından itibaren belikleri üzerine gelmek üzere siyah ucu püsküllü ve çıngıraklı boncuklu saç örgüleri takılırdı Kızlar sade fes giyer, kadınların zülüfleri ve kâhgülleri özel saç yağları ile şekillendirilirdi Çoraplar diz kapaklarını örtecek uzunlukta dokunurdu


Türkmen Erkek Giyinişleri :





Üçetek beyaz zıbın ve üzeri sırmalı, siyah kordonlu mavi veya mor cepken iç kısma ise beyaz uzun gömlek giyilir, kilot yerine uzun ağzı kırmalı ve sarı ibrişimle işlemeli don giyilir Ham gönden çarık, kırmızı desenli yün çorap, zenginler ise, arkası mahmuzlu siyah çizme giyerler Bundan başka kırmızı şantiyenden ucu yukarı kıvrık postal da giyenler çoktur Çiftler dizlerine kadar faskara denilen bir çeşit edik giyerler İlk zamanlarda keçe külah, sonraları dalfes giymişlerdir Fesin ortasında uzun saçaklı siyah püskül bulunur Püskülün ucu boyuna doğru uzanır ve yürüdükçe sallanırdı

Bazı erkekler fes üzerine kırmızı desenli kefiyeleri kıvırarak bağlarlar Bazı gençler başlara ağil bağlarlar, bellere de ipekli siyah çizgili püsküllü trablus kuşakları bağlarlardı Kama ve pala bıçaklarını bu kuşaklar arasına yerleştirirlerdi Dolma, karadağ ve altıpatlar denilen toplu tabancalar bellerde taşınır, bu tabancalar kaytan bağlarla boyuna asılırdı

Kabadayılar uzun gümüş köstekli cep saat-ları kullanırlardı İş esnasında, ayakta el tezgâhında dokunan tırtık şalvar işlik denilen bir nevi gömlek giyilir ve boyun kısmına mendil bağlanırdı Erkeklerde genel olarak sakal uzatılmaz, bıyık uzatılır ve ucu kıvrılır, bu bıyıklara kaytan bıyık derler Bundan başka pos bıyık, gerdan bıyık gibi çeşitler vardır

































Alıntı Yaparak Cevapla

Yeşili, Mavisi, Beyazı İle Renk Cümbüşü Şehir: Adana

Eski 08-04-2012   #22
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Yeşili, Mavisi, Beyazı İle Renk Cümbüşü Şehir: Adana



Adana Gelenek ve Görenekleri


Dadaloğlu’ndan Karacaoğlan’a Aşıklar yurdu | Aşıklık Geleneği






Belimizde kılıcımız kırmanı
Taşı deler mızrağımın temreni
Hakkımızda devlet etmiş fermanı
Ferman padişahın dağlar bizimdir

Çukurova'nın bereketli, yeşilliği ve tabiat güzelliği gibi halk şairleri de boldur Çukurova'nın ünlü Halk ozanlarının ve aşıklarının başında Karacaoğlan ile Dadaloğlu gelir Bunların yanı sıra ünü çevresini aşmayan veya aşma olanağını bulmayan sayısız halk ozanı vardır Halkın duygu ve düşünceleri dile getiren bu ozanların türkü ve koşmaları tazeliğini kaybetmeden dilden dile dolaşmaktadır






Doğum ve Ölüm İle İlgili Gelenekler



Adana’da doğum ve ölümle ilgili hususlar İslam dininin emrettiği şekilde yapılır Bunun dışında halk eski geleneklerini doğum ve ölümlerde aynen devam ettirir Eskiden genç yaşlarda ölenlerin mezar: başına bir bayrak veya kırmızı bir bez bağlarlardı Ölen yeni gelin ise cenazeye kızın gelinliği örtülürdü Bundan amaç; genç yaşta hayata doymadan öldüğünü belirtmektir
Türkmenler arasında ölüye mersiye okumak adeti devam etmektedir Halk arasında ağıt denilen mersiyeler, ya ölümün başında ya da gömüldükten sonra kalan çamaşırların ortaya konması ile söylenir Gerek bestesi ve gerekse güftesi ağıdı söyleyen kişiler tarafından o anda içten gelerek söylenir Düzülen bu ağıdı dinleyenler akıllarında tutarlar Böylece ünlü kişilerin, kazaya kurban gidenlerin, genç yaşta ölenlerin ağıtları uzun süre dillerde dolaşır
Ağıtlardan Birer Örnek:


Kara kekil kıvır kıvır
Yağlı bağlar devir devir
Oniki ay kahır çektim
Gelin hakkını helâl eyle
Öldüğüne yanmıyorum
Ağlatırken Süleyman
Gelin öldü duydunuz mu?
Kefene koydunuz mu?
Yaylada biter yonca
Kaplama suratlı beli ince
Eliyim ben ne diyeyim adına
Ne ettin yavrumu deyince


Ölen kişinin eşyalarının bir kısmı hayrına yoksullara camilere vb gibi yerlere dağıtılır Köylerde mezarlıktan dönülünce genellikle ağıt yakılır ve bir kurban kesilerek akşama cemaatle yenir Sofra ortada iken Kur'an okunur, dua edilir Yemekten sonra ve diğer günlerde hısım akraba, eş dost orada kalarak ölü sahibinin üzüntüsüne ortak olurlar


Doğum Gelenek ve Görenekleri:


Yeni doğan bebeğe dini akidelere göre isim konur ve süt verilir Üç ezan sesi duyulmadan bebeğe süt verilmez Çocukların göbek adları dua okunarak üç defa kulaklarına söylenir İlk çocuklarda bebeğin yatak takımı, giyecekleri anneanne tarafından hazırlanarak merasimle eve getirilir Bebeğe akraba, eş dost tarafından maşallah, mama takımı, elbise gibi çeşitli hediyeler getirilir


Loğusa ziyaretlerinde misafirlere kaynar ikram edilir Kaynar şeker, tarçın ve cevizden yapılır Çay gibi içilir Yeni doğan bebeğe al basmasın diye yüzüne kırmızı veya sarı duvak örterler Nazar değmesin diye yabancılara yüzünü pek göstermezler, yatağının yanına çalı süpürgesi koyarlar Yeni doğan bebek hemen tuzlanır Ancak yedinci, yirminci ve kırkıncı günü usulüne uygun olarak yıkanır Kırkıncı günü bebek hamama götürülerek kırklanır Yirmi günü geçirmeyen, kırklanmayan bebek evden gezmeye götürülmez






Evlenme üzerine gelenekler






Adana köylüsü düğününe millî bütünlüğü temsil eden bayrağı oğlan evine astırmakla başlar Davul zurnanın eşliğinde halayını çeker, kurbanını keser, karakucak güreşleri, cirit oyunları, silâh atma ve sinsin gibi eski Türk geleneğini, töresini aynen devam ettirir

Yakın zamana kadar düğünler köylerde genellikle perşembe günü başlar ve pazar günü son bulurdu Köylerde ilk davulun sesi duyulduğu zaman hayat canlanır, renklenir Köy halkı kendilerini düğün sahibi sayarak dışardan gelenleri konuklar, ağırlar, elbirliği ile düğünü yaparlardı
Adana'nın ovalık ve dağlık alanlarında ufak tefek ayrılıklara rağmen düğünle ilgili gelenek ve görenekler birbirine benzer Çünkü il halkını çoğunlukla aynı boya, obaya mensup Türkmen ve Göçerler meydana getirirler Zaman zaman çevre illerden veya yurt dışından gelen göçmenler Çukurova'ya kendi gelenek ve göreneklerini getirmişlerse de bunlar ilin bütünlüğünü bozmazlar


Kız Görme, Görücü Gitme

Yurdun her yerinde olduğu gibi Adana'da da iki gencin yuva kurmasında ailelerin rolü büyüktür Evlenme çağına gelen erkek çocukları için aile, hısım, akrabası görüşlerine uygun kız ararlar Buna görücü gitme denir Aile tarafında beğenilen kız hakkında delikanlının fikri sorulur Müspet cevap alınınca kız istemeye gidilir Bazen alacağı kızı delikanlı kendisi görüp beğenir Ailesini bu işle görevlendirerek gerekli araştırmayı yaptırır, kızı istetir






Dünür Ve Düğür Gitmek

Aileler arasında ilk anlaşmalar kadınlar arasında olur Oğlan evi, kız evine haber göndererek misafirliğe gider Konuşma sırasında niçin geldiklerini, çocuklarının huyunu, mali durumunu vb hususları açıklarlar Kız tarafı düşünmek için zaman ister Bu zaman zarfında oğlan evi ve oğlan hakkında gerekli araştırmayı yapar Bu arada kızın fikrini de el altından almayı unutmazlar Kararlaştırılan günde iki taraf anlaşırsa ailenin büyükleri işe karışır Erkek tarafı belirtilen günde kız evine giderek söz kesimi yaptırır Kız evinin istekleri sorulur, alınacak eşyalar kararlaştırılır


Kırkım Atma

Adana'da kırkım atma usulü son yıllarda yapılmaz olmuştur Kırkım kız veya oğlan tarafından seçilen bir kadın tarafından yapılır Düğüne bir müddet ara verilir Gelin ortaya getirilir Başına al örtüldükten sonra, başına tepsi tutulur Tepsiye örtülen temiz bir örtü üzerine kelle şeker kırılır Arkasından önce oğlan evinden başlanarak kırkım atılır Kırkım atan kadın eline aldığı hediyeyi göstererek bu hediyeyi getirenin ismini söyler ve arkasından darısı oğluna kızına diye bağırır Kırkımla getirilen hediyeler düğün sahibine verilir


Ağız Tadı:

Kız evi ile oğlan evi anlaşmaya vardıktan sonra oğlan evinden getirilen tatlı, şekerleme lokum (Bu işin hayırlı olması temennisiyle) duaya takriben açılarak hep birlikte yenir Buna halk arasında ağız tadı ve şirinlik denir






Nişan Merasimi (Şerbet İçme):

Söz kesiminin yapıldığı zaman nişan günü de kararlaştırılır Nişan aile arasında yapıldığı gibi salonlarda da yapılır Nişan gecesi erkek tarafından bir büyük veya münasip gördüğü bir kişi her iki tarafa mutluluklar dileyerek yüzüklerini takar Köylerde ekonomik duruma uygun olarak nişan bir veya iki gün sürer Köylerde nişana davet okuntu ile yapılır Okuntu havlu, şeker, su bardağı, çorap gibi hediyelerdir Okuntuyu alan kimse hediyesini nişana davet eden tarafa verir

Köylerde nişana gelen davetlileri ağırlamak için kurban kesilir, ziyafet sofraları hazırlanır Davullar vurulur, halaylar çekilir, çeşitli eğlenceler düzenlenir


Nişan Görme

Nişan'dan birkaç gün sonra oğlan evi aldıkları hediyelerle gelin evine gelinlik görmeye giderler Kız evi bir hafta içerisinde damat adayına karşılığı yaparak hediye alır Her iki tarafın birbirlerine aldıkları hediyeler konu - komşuya gösterilir Nişan hediyelerinde eski Türk Töresine uyularak saygı bakımından büyüklere, kardeşlere ayrıca hediye konur Böylece iki aile arasında yakınlık başlar
Bazı ailelerde nişan hediyesi nişan gününden önce gönderilir Fakat kız evi kendi alıp diktirdiği elbiseyi kızına giydirir Nişan elbiselerinin mavi, pembe renkte olması tercih edilir Bayramlarda nişanlı kıza kurdelelerle süslü koç, tatlı, elbise gönderilir


Çeyiz Keseme

Türk geleneklerine göre kız evlâdı daha büyümeden çeyizi dizilir Çeyizin önceden hazırlanması düğünde kolaylık sağlar

Çeyiz kesme işi düğüne yakın bir zamanda yapılır Kız ve erkek evinin büyükleri birlikte çarşıya alışverişe çıkarlar Çarşıdan elbise, gelinlik, çamaşır, ziynet ile eksik olan ev eşyası alınır Çeyiz kesimine katılanlar için oğlan evi ayrıca hediyelik eşya alındıktan sonra hep birlikte yemeğe gidilir Çeyiz kesilen elbiseler erkek evi tarafından terziye verilerek diktirilir


Düğün İçin Söz Kesimi

Bütün hazırlıklar tamamlandıktan sonra aileler arasında düğün günü kararlaştırılır İlde düğünler sonbaharın bitiminde ve kış aylarında yapılır


Bayrak Dikme (Bayrak Kadırma)

Köylerde düğün perşembe günü başlar pazar günü son bulur Düğüne davet daha çok okundu ile yapılır Düğün oğlan evinde bayrak dikilmesiyle başlar Bayrak asma işine müteakip, köyün imamı ve ileri gelenleri oğlan evine gelerek düğün için süslenip hazırlanan kurbanı tekbir ile kesilir, silâhlar sıkılır ve davulun ilk tokmağı vurulur Davul vurulup kurban kesilirken köylüler ve yakın akrabalar, komşular durumlarına göre ortaya para atarlar Düğün sahibi bu paraları düğün masraflarına harcar İlk gün düğünü yakınları yapar Bayrak dikimine gelenlere oyalı mendil hediye edilir Davetliler düğüne cuma ve cumartesi günü gelirler Beraberlerinde durumlarına göre keçi, koyun, tosun, dokuma gibi çeşitli hediyeler getirirler
Düğün başlar, halaylar çekilir, yemekler yenir ve her türlü eğlenceler tertiplenir Misafirleri ağırlamak oğlan tarafına vazifedir

Düğünü damadın iki arkadaşı idare ederler Bunlar kollarına kırmızı bant bağlarlar Düğünün telâşını bu sağdıç denen idareciler yapar Sağdıçlardan birisi evli birisi bekârdır Oğlan evinde düğün hazırlıkları ve eğlenceler devam ederken kız tarafında da eğlenceler yapılır

Düğünden bir gün önce damat evinden iki kadın gönderilir Kız tarafının istekleri sorulur Geline çerez götürülür Gündüz beraberlerinde getirdikleri kurban kesilir, hep birlikte yemek yenilir, eğlenceler yapılır, gece kına yakılır






Kına Gecesi

Kına gecesi konu - komşu gelinin arkadaşları ve akrabalarının katılması ile eğlence yapılır Eğlence sırasında bir ara tepsi içerisinde etrafına mumlar dizilmiş kına ortaya getirilir Gelin olacak ortaya çıkarılır Bir masa veya sandalye etrafında üç defa döndürülerek oturtulur Kızlar başlarında kına tepsisi ile kına türküleri söyleyerek dolaşırlar Kına yakımının bitiminde çerez dağıtılır


Kınacı Cezası

Kına gecesi için gelmiş erkeklere kız evi türlü türlü işkencelerde bulunurlar Yapılan bu işkenceler oğlan evi sabırla karşılamaya mecburdur Bunun için ceza verilecekleri sabırlı insanlar arasından seçerler Kınacıyı uyutmazlar, türkü söyletirler, hikâyeler anlattırırlar, belinden ip bağlayarak tavana asarlar, ceketini ters giydirirler, kolundan su dökerler, ağaç üstündeki yumurtayı vurdururlar Oturduğu mindere iğne koyarlar Hatta sabana koştukları bile olur Bütün bu işkencelerden sonra her şey tatlıya bağlanır Kınacı cezadan ya para vererek veya susarak kurtulur Kına gecesinin gündüzü gelini hamama götürürler ve çeşitli türküler ve maniler söyleyerek gelini yıkarlar





Seymen Alayı

Gelin pazar günü oğlan evine gider Gitmeden önce hazırlıklar başlar Gelin köyden uzak bir yere gidecekse at arabaları, traktörler veya arabalar hazırlattırılır Köy meydanında gelin havası vurdurulur Gelin alayı toplanarak aynı yoldan dönülmemek üzere hareket edilir Gelin almaya giden kadınlara (Yenge), erkeklere (Seymen) denir Yol boyunca eğlene eğlene giden seymen alayı kız evine yaklaşırken davul zurna eşliğinde halay çeker

Neşe içerisinde gelinin çeyizi arabalara yüklenir Sıra gelini almaya gelir Gelin ailesiyle vedalaştıktan sonra kapıya gelir Gelinin kardeşi veya yakın bir akrabası para veya bir hediye almadıktan sonra gelini vermez Gelin süslü bir ata veya süslü bir arabaya biner Yolda önü kesilerek para istenir Arabanın etrafı kilimlerle kapatılır Seymenler nezaretinde getirilir Bir ara gelinin yanında duran gelin yastığı atlı seymenlerden biri tarafından kaçırılarak köyde bekleyen güveye ulaştırılır, hediye alınır

Halay çeke çeke köye ulaşan seymen alayı düğün evinin önüne gelince durur Bu sırada gelin indirme havası çalınır Gelin attan indirilirken başına para, leblebi ve şeker karıştırılarak serpilir Kucağına iki yaşında bir erkek çocuk konur Gelinin kaynanası, kayınbabası, yakınları geline hediye verirler Tarla, çul, koyun, bilezik, dana gibi çok çeşitli olan bu hediyeleri almadan gelin yere inmez Kapı önünde gelinin eline hamur, yağ ve yeşil ağaçtan yapılma bir madde verilir Bazı yerlerde gelin bunları havaya atar kim kaparsa bahşişini alır

Bazı yerlerde de gelin odasına girerken kapıya hamur ile yeşillik, bala batırılarak yapıştırılır Gelin ilk adımını kaynananın elinin altından geçerek eve atar Nazar değmesin diye hemen bir oklava kırılır






Güvey Tıraşı

Düğün günü güvey merasim tıraşı olur Arkadaşlarının arasında berbere giden, davetliler kolonyaları halk serperler ve masaya para koyarlar Güveyle birlikte sağdıçlar tıraş olurlar Yatsı namazından sonra güveyi eve getirirken iki sağdıç önde mendil tutarlar Mendilin arkasından güvey yürür Atalım atalım ve hey heyler içerisinde evin kapısına getirilen güveye arkadaşları şakadan yumruk vurarak iterler Sağdıçlar onu korurlar Güvey sözde kaçarak evine girer Güveyin arkadaşları şerbet dağıtırlar En son düğün evinden sağdıçlar çıkar

Güvey yüz görümlüğü takar Ertesi günü baş bağlama mevlüdü yapılır Tanıdıklar mevlüde hediyeleri ile gelerek çiftlere mutluluklar dilerler

Düğünden sonra kız ve erkek tarafı birbirlerini karşılıklı yemeğe davet ederler Kaynana, kayınbaba ve kızın aile bu davetlerde kıza yüzgörümlüğü (Altın ve süs eşyası) takılır Eve gelin görmeye gelenler mutluluk diler ve hediye getirirler





Alıntı Yaparak Cevapla

Yeşili, Mavisi, Beyazı İle Renk Cümbüşü Şehir: Adana

Eski 08-04-2012   #23
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Yeşili, Mavisi, Beyazı İle Renk Cümbüşü Şehir: Adana



Kulaktan Kulağa Dolaşan Adana Efsaneleri


Tarih boyunca birçok medeniyete ev sahipliği yapmış Çukurova yöresi, bağrında gelişen kültür zenginliği ile eşsiz bir değere sahiptir Yörede hüküm sürmüş medeniyetlerin çeşitliliği; bölgeye hakim olma arzusu kadar, ona hakim olanların "kaybetme" korkusu; bir çok efsanenin doğuşuna da ilham kaynağı olmuştur Asırlardır kulaktan kulağa dolaşan efanelerin de etkisiyle, Adana yöresinde söylenegelen bir deyiş vardır: "Misis yılanla, Ceyhan yelle, Adana selle gidecek"






Anavarza Efsanesi




Vaktiyle Anavarza, yiğit insanların ve güzel kızların yaşadığı büyük bir şehirmiş Kent ve kale, dıştan gelecek tehlikeye karşı koyabilecek durumdaymış O zamanlarda şehirde yaşayan taş ustaları taştan oymalarla evleri ve meydanları süsler, insana şaşkınlık verecek, hayranlık duyulası eserler yaratırlarmış

Gündüzleri halk kentten çıkar, tarlada-bayırda işini görür, akşam olduğunda ise kente geri dönermiş Kentin dışı derin hendeklerle ve yüksek duvarlarla çevriliymiş Kentin kapısındaki asma köprüden başka içeri girebilecek hiçbir yer yokmuş

Halk bu güzel kentte huzur içinde yaşarmış Akşamları her ev kahkahayla dolarmış, ağıtlar şarkı diye söylenirmiş Halk mutluymuş, günler böyle gelir geçermiş

Anavarza Kralı’nın, gökyüzünde parıldayan ay'a "Sen doğma, ben doğayım" diyen dünya güzeli bir kızı varmış Bu kız akıllı mı akıllı, güzel mi güzelmiş Gel gör ki, günlerden bir gün, bu kız yüzünden kentin huzuru kaçmış, kralın o gülen yüzü kızarmış, kaşları çatılmış

Bir gün Sis Kralı'nın elçisi, Anavarza Kralı'na gelmiş ve "Ulu Sis Kralı adına, yüce Anavarza Kral'ına saygılarımı sunarım" demiş Kral, "Söyle bakalım, ne diler kralın bizden?" deyince de elçi:

-Kralım kızınızı oğluna ister, demiş
-Yaa, öyle mi?
-Evet yüce kralım
-Ya istediğini kabul etmezsem?
-Ulu kralım bunu da düşünmüştür Kızınızı oğluna vermezseniz, krallığınıza savaş açacağını bildirmekle de görevli bulunuyorum
-Savaş diler demek?
-Hayır Ama
-Sis Kralına söyle, bu işi düşünmemiz gerekir

Sis Kralı'nın elçisi böyle diyerek gitmiş gitmesine de, dert geldi mi, üst üste gelirmiş Sis Kralı’nın elçisi gidince, bu defada Misis Kralı’nın elçisi kapıya dayanmış O da kızını Misis Kralı’nın oğluna istemeye gelmiş O da aynı istek ve tehditlerde bulunmuş

Anavarza Kralı, çok halim-selim, iyi yürekli bir insanmış Ne yapacağına karar verememiş ve kara düşüncelere dalmış Bakmış ki, durum çok çetin, gittikçe de karmaşık bir hal alıyor Kızını bu krallardın hangisinin oğluna verse, diğeri yine kendi halkına savaş açacak Belki de ülkesi elden gidecek Hiçbirine vermezse, bu defa da iki ülke halkı ile savaşmak zorunda kalınacak diye düşünüp durmuş

Kız babasının haline çok üzülmüş Kara düşüncelere dalan babasına, "Olur mu ey benim Kral babam, ben senin kızın değil miyim? Bana derdini niçin açmazsın? diye kahırlanmış Kral, "Kızım, güvercin topuklu yavrum, demiş Çok haklısın Bilmem ki ne etsem Sis Kralı elçi göndermiş, oğluna seni ister Misis Kralı da elçi göndermiş O da oğluna seni ister Vermezsem savaş açılacak, hangisine tamam desem, yine de olacağı bu Ne yapmalı, bilemedim!" demiş

Kızı gülmüş ve "Ondan kolay ne var, babacığım!", demiş "Şeytan bile çözemez bu düğümü kızım" demiş kral Kızı da "Kral babam, bundan kolay bir şey yok! Dersen ki onlara, 'ben kızım veririm, veririm ama, bir şartım var Anavarza’nın suyu az Buraya bol suyu önce kim getirirse, onun oğluna kızımı veririm' Onlara öyle söyleyin siz Gerisine karışmayın"

"Bak işte bunu hiç düşünmemiştim O zaman savaşsız çözeriz bu işi" demiş kral "Elbette babacığım Halkımız rahat, huzur içinde yaşıyor Onların benim yüzümden acılara katlanmalarını, ölmelerini istemem hiç, demiş kızı

Böylece aradan günler geçmiş Her iki kralın elçileri, Anavarza Kralı’nın kararını öğrenmek üzere Anavarza’ya gelmişler Kral onlara kızının önerdiği çözümü söylemiş: "Anavarza’ya bol suyu ilk getireninin oğluna kızımı vereceğim Kararımı krallarınıza böyle iletiniz"

Elçiler bu kararı hemen kendi krallarına iletmişler Bunun üzerine, Sis Kralı yukarıdan, Misis Kralı da aşağıdan başlamış su yolunu yapmaya Sis Kralı su yolunu yontma taşlardan, çok güzel, sağlam biçimde yaptırmaya uğraşırmış Bu yüzden işi gecikirmiş Misis Kralı da kerpiçten yaparmış su yolunu Bu yüzden Misislilerin su yolu çabuk ilerlemiş
Günler geçmiş, yollar ilerlemiş, sonunda aşağıdan Misislilerin suyolu görünmüş Sislilerden bir haber yok

Misislilerin suyolunun kente yaklaşmakta olduğunu gören kızı almış bir üzüntü Meğer içten içe yiğitliğini duyduğu Sis Kralı’nın oğlunu seviyormuş Ona adamlar göndermiş: "İyiye kötüye bakma Elini çabuk tut, su yolunu bir an önce bitir!" demiş Ama taş yol bu Peynir değil ki doğrana, çamur değil ki sıvana Sonunda Misislilerin yolu bitmiş Su gelmiş kentin kapısına dayanmış Dayanmış dayanmasına, ama kız buna dayanamamış Sevmediği biriyle evlendirilmektense, canına kıymaya karar vermiş ve kendisini kayalıklardan aşağıya atmış

Derler ki; Anavarza o günden sonra bir daha şenlik nedir bilmemiş Neşe dolu kahkahalar, kentin evlerinden bir daha hiç yükselmemiş






Şahmeran Efsanesi




Adana’da halk arasında "Misis yılanla, Ceyhan yelle, Adana selle gidecektir" diye bir söylenti vardır Adana-Ceyhan arasındaki Yılankale’nin adı da "Şahmaran Efsanesi"ne karışmıştır

Bir söylenti şöyledir: Yılankale’de çok yılan yaşarmış Yılanlar sütle beslenirmiş Günün birinde sütsüz kalacaklar ve kaleden çıkıp Misis’e inerek orada yaşayanları sokarak, öldüreceklermiş

Diğer bir söylenti de şöyledir: Çevrede yaşayan beylerden biri çaresiz bir derde tutulmuş ve yapılan ilaçlar hiç fayda etmez olmuş Bir doktor, beyi iyi edecek olan şeyin "yılanların padişahı" Şahmaran’ın gözleri olduğunu söylemiş Ama kimse Şahmaran’ı bulamamış

Yılanların padişahı Şahmaran, bir zaman insanoğullarından birine büyük bir iyilikte bulunarak, onu yılanların sokup öldürmesinden kurtarmış Şahmaran’ın saklandığı yeri bilen de sadece o kimseymiş Bu insanoğlu, beyin vereceği ödülü kazanmak için Şahmaran’ı yakalamaya karar vermiş Bu arada Şahmaran çok güzel bir kıza aşık olmuş Bu kızı daha iyi görebilmek için kızın gittiği hamamın tepesine çıkmış ve oradan kayıp hamamın ortasına düşmüş İşte onu takip eden ve onu bilen insanoğlu Şahmaran’ı bu hamamda öldürüp, gözlerini götürmüş Efsane bu ya; Şahmaran'ın gözleri yiyen bey de iyi olmuş






Lokman Hekim Efsanesi

Lokman Hekim bütün doktorların üstadıdır Söylentilere göre, bütün otların, çiçeklerin dilinden anlayan Lokman Hekim bu bitkilerden türlü ilaçlar yaparmış Her çiçek, her ot dile gelir, Lokman’a hangi hastalığı iyi edeceğini söylermiş

Bütün dünyayı dolaşan Lokman Hekim, Çukurova’nın bereketli topraklarında her şeyin yetiştiğini görünce, Misis şehrine yerleşmiş Her derde deva olan Lokman Hekim, çevresindeki hastaları iyi etmiş Hastalıksız sapa sağlam yaşamaya başlayan insanlar Lokman’a gelerek ölümsüzlüğe de bir çare bulmasını istemişler Lokman Hekim de ölümsüzlüğe çare olacak bitkiyi bulmak için Çukurova’yı adım adım dolaşmaya başlamış

Bir çınarın altında uyurken bir ses duymuş “Lokman, bunca zamandır araman-taraman bitsin, ben ölümün ilacıyım Bundan böyle insanlara da, hayvanlara da ölüm yok” demiş Kendisine seslenen otun yanı başına koşan Lokman Hekim, ilacın nasıl yapılacağını da öğrenmiş, bir deftere yazmış Otu da kopararak, Misis'e doğru yola koyulmuş

Misis’e varırken, Ceyhan nehri üzerindeki Misis Köprüsü'nde duraksamış Defteri de elindeymiş Defterine yazdıklarına bakarak ilacı yapmaya koyulmuş Tam yapıp bitireceği sırada, aniden esen rüzgar defteri de, otu da uçurarak suya düşürmüş Efsane bu ya; Lokman Hekim de bu yüzden ölüme çare olacak ilacı bir daha bulamamış Otlar da o tarihten sonra kendisine yüz çevirmişler Bir daha onunla hiç konuşmamışlar






Türk Sinemasına Adana İmzası: Altın Koza






"Sinema öyle bir keşiftir ki, bir gün gelecek, barutun, elektriğin ve kıtaların keşfinden çok dünya medeniyetinin vechesini değiştireceği görülecektir"


Mustafa Kemal Atatürk


İlk kez 15 Mayıs 1969’da düzenlenen ve Çukurova’nın geleneksel ürünü pamuğu simgelemesi dolayısıyla ‘Altın Koza Film Festivali’ adı verilen etkinlik, ilk kez ‘Film Şenliği’ adıyla düzenlenmiştir

İlk festivalin en iyi filmi, Metin Erksan’ın “Kuyu” filmi seçilmiştir Metin Erksan, aynı zamanda Kuyu filmiyle En İyi Yönetmen ödülüne de layık görülmüştür En iyi Kadın Oyuncu ödülüne ise “Ezo Gelin” filmindeki rolüyle Fatma Girik, En İyi Erkek oyuncu ödülüne ise “Seyit Han” filmindeki rolüyle Yılmaz Güney seçilmişlerdir






1973 yılına kadar aralıksız süren festivalde Yılmaz Güney 1971 yılında en iyi film, en iyi ikinci film, en iyi üçüncü film, en iyi yönetmen, en iyi erkek oyuncu ve en iyi senaryo dallarında ödül kazanarak ulaşılması zor bir başarıya imza atmıştır

1973 yılından sonra ekonomik krizler dolayısıyla düzenlenmesine ara verilen festival, 19 yıl sonra Adana Büyükşehir Belediyesi tarafından tekrar düzenlenmiştir Aralıksız olarak 1997 yılına kadar devam eden festivalin 1998 yılında on ikincisi düzenlenecek iken, Adana Ceyhan depremi nedeniyle ertelenmiştir 1 yıl sonra meydana gelen Marmara depremi ile tekrar ertelenen festival, 2005 yılına kadar ekonomik sebeplerle bir daha düzenlenememiştir

1999 yılından başlayarak yıl içinde Altın Koza Sanat ve Kültür Etkinlikleri kapsamında tüm yıla yayılan etkinlik modeli uygulanmaya başlanmış ve bu yeni modelde sanatın tüm dalları Altın Koza Kültür ve Sanat Etkinlikleri’nde yerini almıştır Bu başarılı model halen Altın Koza etkinliklerinin bir parçası olarak devam ettirilmektedir




Alıntı Yaparak Cevapla

Yeşili, Mavisi, Beyazı İle Renk Cümbüşü Şehir: Adana

Eski 08-04-2012   #24
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Yeşili, Mavisi, Beyazı İle Renk Cümbüşü Şehir: Adana



Sivil Mimarinin Eşsiz Örnekleri:
Adana Evleri







Bugün daha çok Tepebağ ve Kayalıbağ mahallerinde ayakta kalabilmiş olan geleneksel Adana evleri, Adana'nın tarihi kent kimliğinin en önemli parçalarından birini oluşturmaktadır

Adana nüfus yapısında çoğunluğu oluşturan Türkmen ve Yörüklerin 19 yüzyıl ortalarına kadar konar-göçer olarak yaşamaları ve Seyhan nehri kenarındaki yapıların taşkınlarla sürekli yıkılması ve yeniden yapılması nedeniyle Adana kent mimarisi bu dönemlere kadar fazla gelişememiştir





Alidede Mahallesi


Genellikle tek katlı ve kerpiçten evlerin olduğu şehir, Seyhan nehrinin ıslahı, bölgedeki pamuk üretiminin gelişmesi ve beraberindeki sanayileşme sayesinde hızla gelişme sürecine girmiş, Adana’da ekonomik yapının gelişmesine paralel olarak mimari de etkilenmiştir
Kerpiç evlerin yerlerini daha dayanıklı ve görkemli kagir ve karkas sistemli 2-3 katlı evler almıştır “Geleneksel Adana Evleri” veya “Tepebağ Evleri" olarak adlandırılan bir yapı tarzı oluşmaya başlamıştır

Adana geleneksel konutları, yığma ve ahşap karkas sistemde inşa edilmiştir Çevre illerdeki yoğun taş kullanımına karşın, Adana'daki sivil mimarlık örneklerinin tuğla olarak inşa edildiği görülmektedir Adana'da, geleneksel konut mimarisinin genelde sıcak ve nemli güney ikliminin etkisi altında gelişmiş olduğu gözlemlenmektedir Geleneksel konutlarda kalın duvarlı az pencereli, taşlık ve iç avlunun yer aldığı zemin kat uygulamaları ile sıra pencereli, çıkmalarla zenginleştirilmiş üst katlar, düz toprak damlar ve saçaklar, iklimsel koşullara yanıt veren mimari öğeler olarak ortaya çıkmaktadır

Kentin tarihi merkezinde geleneksel konutlar, dar ve kıvrımlı sokaklar üzerinde, oldukça küçük parsellere, bitişik nizamda inşa edilmiştir Bu konutların yan yana gelmesi ile oluşan kentsel dokuda sokak genişliklerinin sürekli farklılaştığı ve çıkmaz sokakların önemli bir yer tuttuğu görülmektedir





Tepebağ


19 yüzyıl sonu ve 20 yüzyıl başlarında Seyhan Nehri kıyısında inşa edilmiş konaklar ile Ulucami Mahallesi'ndeki anıtsal sivil mimarlık örnekleri geleneksel konut mimarisinin özenli ve seçkin örneklerini oluşturmaktadır Bu yapılar, çatılarındaki esinti ve manzaraya açık cihannümaları ile 4 kata varan yükseklikleriyle Tepebağ ve Sarıyakup Mahallesi'ndeki 1-2 katlı mütevazı konutlardan mimari biçimlenişleri, sokak-yapı ve avlu-parsel ilişkileri, parsel büyüklüğü ve kullanımı, çatı biçimlenişleri ile belirgin biçimde farklılaşırlar Yüksekliğin artmasının yanı sıra bu yapılarda zemin katlarda da dışa açılmaların yapıldığı, parsellerin büyüdüğü ve avlu kullanımının kaldırılarak parsellerin tümüne yapıların oturtulduğu görülmektedir

Kayalıbağ'da, Seyhan Nehri kıyısında yer alan sıra konaklar, Adana geleneksel konut mimarisinin en nitelikli örneklerini oluşturmaktadır Bu konaklar aynı zamanda kentte tescili yapılan ilk sivil mimarlık örnekleri arasında yer almaktadır Bu konaklardan, "Hacı Yunuszade Mehmed Efendi Konağı" ve güney uçta yer alan ve orta holü çatıdaki sekizgen aydınlık feneri ile ışık alan "Bosnalı Salih Efendi Konağı" ayrı bir önem taşımaktadır





Suphi Paşa Konağı (Atatürk Müzesi)


Sıra konakların hemen kuzeybatısında yer alan ve yine görkemli bir örnek olan Suphi Paşa Konağı da 1976'dan bu yana Atatürk Müzesi olarak kullanılmaktadır Yapı 1998 Adana Depremi sonrasında kapsamlı bir onarım geçirmiştir
Kentteki farklı din ve kültürlerin etkileşimi de konut mimarisinde çeşitlilik ortaya çıkarmıştır Farklılaşmalar özellikle azınlık gruplara ait konutlar ile Müslüman yerli halkın konutları arasındadır Kuruköprü, Hanedan, İstiklal ve Döşeme Mahallesi gibi daha batıdaki alanlar ile Türkocağı Mahallesi'nde geleneksel nitelikler gösteren konutların yanı sıra, azınlık kültürüne bağlı olarak biçimlenmiş örneklere de rastlanmaktadır Bu kapsamda, Adana geleneksel konutları için hazırlanan cephe ve plan topolojilerinde de bu farklılıkları izlemek mümkündür






Mekan Kurgusu

Tek katlı örneklerine az rastlanan Adana geleneksel konutları genelde iki katlı olarak ele alınmıştır Bunun yanı sıra giriş katı, ara kat ve üst kat düzeninde oluşturulmuş iki buçuk ve üç katlı örneklere de sıkça rastlanmaktadır Giriş katı, ara kat ve üst kat düzenine sahip olan bu konutlarda giriş genelde taşlıktan verilmiştir Ancak konutun avlusunun sokak cephesinde yer aldığı ve girişin buradan verildiği örneklerle de karşılaşılmaktadır Giriş katlarında öncelikle iki kat yüksekliğinde tutulmuş olan taşlığa ve buradan da avluya ve üst kata çıkan merdivene ulaşılır Bu katta ayrıca depo, kiler ve benzeri servis mekanları da yer alır Üst kata çıkan merdivenle ulaşılan ve zemin kattaki servis mekanlarının üzerinde inşa edilen ara katlar ise, basık tavanlı, kalın duvarlar üzerindeki küçük pencereli mekanları ile kışlık kat niteliği taşır Burada, içinde ocağı bulunan mutfağın yer alması da tipik bir uygulamadır Ara katı bulunmayan konutlarda ise mutfak, sofanın veya avlunun bir köşesinde oluşturulmuştur

Geleneksel konutlarda, ana yaşama katını oluşturan üst kattaki mekan kurgusunda, Anadolu'daki pek çok yerleşmede olduğu gibi "dış sofalı" ve "iç sofalı" plan şemaları çeşitli biçimlerde kullanılmıştır

Sofanın niteliği ve konumunun değişimi ile farklı plan şemaları ortaya çıkmıştır Dış sofalı plan tipinde odalar genelde güney yönünde oluşturulan sofanın iki ya da üç yönünü açıkta bırakacak şekilde, sofaya ve sokağa cepheli olarak konumlandırılmıştır

İnce, uzun bir biçimde oluşturulan ve iki yandan odalarla çevrili iç sofalar ise ihtiyaca göre yan sofa, merdiven sofası veya eyvanlarla zenginleştirilmiştir, iç sofalı konutların ön cephelerinin ise genelde güneye yönlendirilmeye çalışıldığı gözlenmektedir




Alıntı Yaparak Cevapla

Yeşili, Mavisi, Beyazı İle Renk Cümbüşü Şehir: Adana

Eski 08-04-2012   #25
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Yeşili, Mavisi, Beyazı İle Renk Cümbüşü Şehir: Adana











Adana Ticaret Merkezi


Cumhuriyet'in ilk yıllarından 1980'li yıllara kadar ülke ekonomisin gözbebeği olan Adana, Türkiye ekonomisinde tekrar önemli bir yer edinebilmek amacıyla tarımdan sanayiye, turizmden ticarete tüm alanlarda atılımlar gerçekleştirmektedir






Adana’da Ticaret




Adana'nın ticaret hacmindeki büyüme, beraberinde değişim ve gelişimi getirmekte olup, bunun sonucunda hızlı bir şirketleşme ve kurumsallaşma olgusu yaşanmaktadır 1985 yılında 1700 olan şirket sayısı 1997 yılında 12000'lere ulaşmış günümüzde ise 20000'leri aşmıştır

Günümüzde Adana, ticaret hayatında tarımsal ürün pazarlanması, tekstil ve giyim sanayi ürünleri ticareti, tarım makineleri ve ekipmanları satışı, gübre, tohum satışları, mobilya ve finans sektörü önemli yer tutmaktadır

Türkiye'nin en büyük Organize Sanayi Bölgesi olma özelliğini elinde bulunduran Adana Hacı Sabancı Organize Sanayi Bölgesi'ne sahip Adana, Yumurtalık Serbest Bölgesi'nin de hizmete girmesiyle birlikte, GAP bölgesinden elde edilecek tarımsal ürünlerin de işlenmesi ve ulaşımında önemli bir role sahip olması beklenmektedir






Adana’da Sanayi Üretimi




Adana sanayi bakımından gelişmiş durumdadır Ancak Türkiye'nin son yıllardaki hızlı gelişmesine paralel olarak yeni sanayi atılımları da gerçekleşmekte ve Adana’nın büyük sanayi potansiyeline, havaalanı, otoyol, yeni otoyol projeleri, Türkiye'nin en büyük organize sanayi bölgesi, küçük sanayi siteleri, Çukurova Üniversitesi, yeni konut alanları ve çeşitli sağlık ve eğitim kurumları büyük katkı sağlamaktadır





Adana Sanayi Odası



Adana sanayisi, 1950 yılından itibaren daha çok tarıma dayalı olarak büyümüştür İlde tarıma dayalı sanayi dalında iki ana konu vardır Bunlar, tarıma dayalı tekstil sanayi ve bitkisel yağ sanayidir 1970'li yıllarla birlikte Adana'da KOBİ sayısının artmasından dolayı üretim yapan firma sayısında büyük bir artış yaşanmıştır Aynı süreç içinde diğer bütün sektörlerde de üretime geçilmiştir Türkiye’nin dışa dönük üretime başladığı 1980’li yıllarda firmaların bu döneme uyum sağlama zorlukları nedeniye 10 yıl süreyle sanayi gelişimnde bir durgunluk dönemi yaşanmıştır Fakat ikinci sanayi hamlesi olarak adlandırılan 1996 yılından itibaren Hacı Sabancı Organize Sanayi Bölgesi altyapı çalışmalarının tamamlanmasından sonra kentte tüm sektörlerde yatırım yapılarak üretime geçilmiştir Bugün Adana Hacı Sabancı Organize Sanayi Bölgesi’nde toplam 242 adet üretime devam eden firma bulunmaktadır





Altyapı, çarpık kentleşme ve ortaya çıkabilecek diğer problemlerin önceden önlenmesi ve düzenlenmesi için Bölgesel Kalkınma Planı uygulanmaktadır Ayrıca Hazar petrolleri ve Orta Asya gaz kaynaklarını Türkiye üzerinden dünya pazarlarına taşımakta kullanılacak ve büyük istihdam kaynağı olan Bakü-Ceyhan petrol boru hattı çalışması çok büyük önem taşımaktadır

Adana’da yatırım yapacak olan sanayiciyi yönlendirmek, proje hazırlanmasında yardımcı olmak, alternatif yatırım alanları önermek için; Adana Valiliği, Adana Büyük Şehir Belediye Başkanlığı, Çukurova Üniversitesi, Ticaret Odası Sanayi Odası ve Adana Güç Birliği Vakfı’ndan oluşan AYEGEM (Adana Yatırım Araştırma ve Geliştirme Merkezi) kurulmuştur







Adana’da Gıda Sektörü




Adana'da sanayisi içinde % 14'lük bir paya sahip olan gıda sektörünün Adana'nın dış ticaretinde de önemli bir payı vardır 1997 yılında Adana'dan yapılan ihracatın % 15'ini gıda ürünleri oluşturmakta olup, bu rakam 1998 yılı için artış göstererek % 19'a ulaşmıştır

Adana'nın ekonomisinin günümüze kadar olan gelişiminde tarımın oynadığı rol ile halen bölgede var olan tarım potansiyeli gözönüne alındığında gıda sektörünün önceliği ve önemi açıkça görülür Bu sektörün gelişmesi Adana'da tarım işlemelerinin sanayi ile bütünleşmesi olanağını doğuracaktır






Tekstil Sektörü

Adana, bölgedeki pamuk üretimi nedeniyle, tekstil sanayi ile 19 yüzyılın ortalarında tanışmıştır Adana’da gerçek anlamda ilk fabrika ise, 1864’te kuruldu Pamuk çırçırlama fabrikası, şimdiki Abidin Paşa Caddesi’ndeki İş Bankası binasının bulunduğu yerde faaliyet gösterdi

Adana-Mersin demiryolunun açılmasının ardından Tarsus’ta ilk iplik fabrikası açıldı Adana artık sanayi kenti kimliğini kazanmaya başlamıştı

Adana’da, ilk bez fabrikası ise 11 Ocak 1901 tarihinde işletmeye açıldı Havace Tırpani adında bir işadamının kurduğu bu fabrikada üretilen bezlere yakın zamanlara kadar Tırpani Bezi deniliyordu

1950–1970 yılları arasında, bilindiği gibi, entegre tesis yatırımı hızla artmıştır Sümerbank, Bossa, Mensa, Güney Sanayi ve Çukobirlik ilk akla gelen örneklerdendir






Kimya Sektörü

Adana ilinden yapılan ihracatın yapısı incelendiğinde, kimyevi maddelerin tekstil ve gıda ürünlerinin ardından ihraç ürünleri arasında 3 sırada olduğu görülür Adana'da toplam ihracat içinde 1996 ve 1997 yıllarında % 6'lık paya sahip olan kimya sektörü, 1998 yılında payını % 8'e yükselmiştir






Tarım | Türkiye’nin gıda deposu




Çukurova Deltası Akdeniz'e dökülen nehirlerin oluşturduğu Nil Deltası'ndan sonra dünyadaki ikinci büyük deltadır Seyhan, Ceyhan ve Berdan nehirleri bu deltayı oluşturmaktadır Adana, tarımın en önemli unsurlarından biri olan zengin su kaynakları ve iklimin uygunluğu bakımından doğal olarak zengin bir tarım potansiyeline sahiptir Verimli Çukurova toprakları bugün tarımsal üretim potansiyeli bakımından Türkiye'de ilk sırada yer almaktadır


Tarımın ekonomiye katkısı




Tarım, Adana ili ekonomisi her ne kadar daha öncesine göre etkisini biraz olsun yitirmiş gözükse de önemli bir gelir kaynağı bitkisel ve hayvansal üretimin yoğun olarak yapılması, iç ve dış ticaret için uygun ortamların bulunması nedeniyle sanayi sektörünün gelişimine de destek teşkil etmektedir


Adana’da tahıl üretimi




Adana ili genelinde tahıl üretiminde ilk sırayı buğday alırken bunun yanında mısır, arpa, yulaf, çeltik ve çavdar gibi diğer tahıl grubu ürünleri de ekilmektedir



Beyaz altının sonu: Adana’da Pamuk




GAP Bölgesi'nin de devreye girmesiyle, Adana’nın bugün isminin geldiği yerde önemli bir yeri olan pamuk, gün geçtikçe Adana tarımındaki önemini yitiriyor

Lif ile tekstil sanayinin temel hammaddesini oluşturan pamuk, ihracatı ile nemli miktarda döviz geliri sağlamakta, tohumu ile yağ ihtiyacına cevap vermektedir GAP bölgesinde pamuk ekimine geçilmesinden bu yana Ege ve Çukurova’da pamuk ekim alanlarında bir azalma olmuş, özellikle tarım ürünleri üretim girdi fiyatlarındaki aşırı artışlar, tarımsal mücadele masraflarının yükselmesi ve hasat sorunlarında artmalar olmuştur Hasatta işçilik sorunu, makineli hasadın bölgeye girmeyişi yurt dışından ucuz pamuk ithal edilmesi gibi nedenler üretimin azalmasında etken olmuştur


Bir Adana ürünü: Karpuz






Adana ili genelinde karpuz ve kısmen kavun, bunların yanında domates, biber, patlıcan, kabak, hıyar yetiştirilen başlıca sebzelerdir

Adana ili ekolojik koşulları dikkate alınacak olursa sebze üretim karakteristiği olarak iç ve dış piyasa için taze sebze üretimi ilk planda yer almaktadır Sanayiye yönelik sebze yetiştiriciliği ikinci planda gelmektedir

Adana ilinde açıkta sebze üretimi yoğunluk kazanmış ve seracılık daha az gelişmiştir Sera yetiştiriciliği, sebzelerin en az üretildiği ya da açıkta üretilemediği dönemlerde ürün çıkartılmasına olanak verdiği kadar, verimin yükseltilmesi, riskin en aza indirilmesi ve kalitenin arttırılması için önemli bir olanaktır Adana ilinin bazı kesimleri iklim olarak seracılık için çok uygundur Özellikle Yumurtalık ve Ceyhan ilçesinin sahile yakın olan kısımları seracılık için potansiyeldir


Türkiye’nin narenciye bahçesi: Çukurova






Çukurova Bölgesi, önemli bir turunçgil üretim alanı olması yanında turunçgil ihracatı içinde de önemli bir paya sahiptir Adana ilinde üretim yapan işletmelerde üretim turunçgillerin hemen hemen tamamı pazara arz edilmektedir Toplam turunçgillerde pazara arz oranı %98 seviyesindedir Pazara sunulmayan ürünler taze olarak tüketilmekte ya da depolanarak aile tüketimi için ayrılmaktadır Uzun süre dayanabilmesi nedeniyle limon en çok tercih edilen ürün durumundadır Turunçgillerden altıntop (greyfurt) ülkemiz için çok yaygın olmadığı için tüketimi de azdır Genelde ihracat ürünü olarak kullanılmaktadır






Adana’da Hayvancılık





Tarım ile beraber hayvancılık da coğrafi koşulların imkan vermesiyle Adana ekonomisine ülke ekonomisinin ortalamasının üstünde katkı sağlamaktadır Büyükbaş ve küçükbaş hayvancılığın yanı sıra, Akdeniz'e kıyısı bulunan Adana'nın ilçeleri Yumurtalık ve Karataş'ta deniz mahsülleri üretimi de önemli bir yer tutmaktadır

Adana ili genelinde hayvan mevcudu ilin coğrafi durumu, iklim şartları ve tarımsal karakterine göre değişiklik göstermektedir Ova kısımlarında tüm alanlar ekime ayrıldığından daha çok ahır hayvancılığı yapılmaktadır Şehir merkezine yakın yerlerde besi hayvancılığı ve tavukçuluk, dağlık ve ormanlık yerlerde ise koyun ve keçi beslenmektedir





Adana’da Turizm |Potansiyelinin çok altında






Adana içinde barındırdığı eserleri, ören yerleri, müzeleri, yaylaları, sahilleri ve tüm diğer doğal güzellikleri ile turizm ekonomisi için büyük potansiyel olarak görülmektedir
Adana turizm değerleri bakımından, doğal güzellikleri ve geçmişte çeşitli uygarlıkların hüküm sürdüğü bir bölge olması nedeniyle büyük değer taşımaktadır İlde çok sayıda tarihi kale, köprü, cami, kilise, ören yeri, han ve hamam bulunmaktadır

Adana ili içinde bulunan müzeleri ile tarih ve kültür turizmi için bir çekim merkezi olurken, yine barındırdığı cami ve kiliseler ile de inanç turizmine büyük katkılar sağlamaktadır Toroslarda bulunan yüksek bölgeler de doğa yürüyüşleri, akarsularında rafting sporu, büyük ve ıssız ormanlarında av turizmi yapılmaktadır Sıcak yaz aylarında yayla turizmi ise giderek rağbet gören bir turizm dalıdır Adana mağara ve kanyon turizmi için dünya da çok nadir rastlanan güzelliklerle doludur

Mağara ve Kanyon turizmi açınsından ise Aladağda bulunan Bığbığ mağrası doğal güzellikleri ile mağra turizmi için çok uygun bir yapıya sahiptir Feke'de bulunan Göksu ırmağının oluşturduğu vadi de özellikle kanyon turizmi için çok önemli bir nitelik taşımaktadır

Göl ve Su Sporları Turizmi Seyhan, Çatalan, baraj gölleri su sporlarının gelişmesi için oldukça uygundur Adana Seyhan Barajında her sene off-shore yarışmaları düzenlenmektedir
İli ziyaret edenleri ağırlamak üzere bir adet beş yıldızlı, üç adet üç yıldızlı, altı adet iki yıldızlı, bir adet bir yıldızlı ve bir adet de motel olmak üzere toplam 14 adet turizm bakanlığı belgeli otel bulunmaktadır Bu otellerde toplam yatak kapasitesi 975 sayısına ulaşmıştır İlde 30 adet seyahat acentası faaliyet göstermektedir





Alıntı Yaparak Cevapla

Yeşili, Mavisi, Beyazı İle Renk Cümbüşü Şehir: Adana

Eski 08-04-2012   #26
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Yeşili, Mavisi, Beyazı İle Renk Cümbüşü Şehir: Adana










Torosları Aşmak

Adana, coğrafyasının ona imkan sağladığı, yani Toroslar’ın izin verdiği ölçüde kara ve demiryolu ulaşımına sahiptir İç Anadolu ile Güney illerini birbirinden ayıran Toroslar bir çok yerde birkaç geçitten başka geçit vermez

İç Anadolu’dan Çukurova’ya inen karayolu Toroslar’ın tek geçidi Gülek Boğazı’dır Başta Büyük İskender olmak üzere bir çok komutan ordularını buradan Çukurova’ya indirmiş oradan da Ortadoğu’ya geçmiştir Günümüz modern dünyasında imkanlar ne kadar artsa da binlerce yıllık geçitler, köprüler ve yollar kullanılmaya devam etmektedir

Adana’nın demiryolu macerasına girişi ise 1860’lı yıllara uzanır Adana Mersin Demiryolu’nun anlaşmalar daha o zamanlar yapılır Çukurova’yı İç Anadolu’ya bağlayacak demiryolu içinse 1900’lü yılların başını beklemek gerekmektedir Almanlar tarafından yapılan demiryolu 20 den fazla tünelden ve bugün bile sağlam ayakta durabilen abidevi köprüden geçerek Çukurova’ya ulaşabilmektedir
Havayolu ulaşımında ise başta THY olmak üzere 4 havayolu şirketi Adana’yı önce Türkiye’nin büyük şehirlerine sonrada tüm dünyaya bağlamaktadır






Adana’ya Karayolu İle Ulaşım




Otogar


Kuzeyde, Toros Dağlarında yer alan Pozantı'da bulunan Gülek Boğazı Güney illerinin İç Anadolu ve Başkent Ankara'ya bağlayan en önemli geçittir



Adana’nın belli başlı şehirlere olan uzaklığı
  • Adana - Ankara: 490 km
  • Adana - İstanbul: 939 km
  • Adana – İzmir: 896 km
  • Adana – Gaziantep: 209 km





Adana’ya Demiryolu Ulaşımı





İstanbul - Gaziantep demiryolu Adana'yı batıdan doğuya kat ederek il içinde Pozantı, Seyhan, Yüreğir, Ceyhan, ve Karaisalı ilçelerinden geçmektedir

Adana’ya seferi bulunan Ana Hat trenleri ve Bölgesel Hat Trenleri Aşağıdaki gibidir

Toros Ekspresi: (İstanbul- Gaziantep)

Haydarpaşa-Enveriye(Eskişehir)-Afyon-Konya-Karaman-Adana-Osmaniye-Gaziantep arasında işlemektedir İstanbul(Haydarpaşa) – Adana ulaşım süresi yaklaşık olarak 19 saattir Salı, Perşembe ve Pazar günleri karşılıklı olarak seferler gerçekleştirilmektedir Toros Ekspresi Perşembe günleri Şam’a kadar devam etmektedir

İç Anadolu Mavi Treni

Haydarpaşa-İzmit-Enveriye(Eskişehir)-Kütahya-Afyon-Konya-Karaman-Adana arasında sefer gerçekleştirmektedir

İstanbul(Haydarpaşa) – Adana ulaşım süresi yaklaşık olarak 19 saattir Haftanın her günü karşılıklı olarak birer sefer yapılmaktadır

Çukurova Mavi Treni

Ankara-Boğazköprü(Kayseri)-Niğde-Ulukışla-Adana arasında işler Ankara-Adana ulaşım süresi yaklaşık olarak 12 saattir Haftanın her günü karşılıklı olarak birer sefer yapılmaktadır

Fırat Ekspresi

Adana- Malatya-Elazığ arasında seferler gerçekleştirmektedir Adana – Malatya arsası ulaşım 9 saat, Adana – Elazığ arası ulaşım ise 1130 saat sürmektedir


Adana’ya seferi bulunan Bölgesel Hat Trenleri:
  • Kayseri-Adana Erciyes Rayotobüsü: Günde birer sefer karşılıklı olarak düzenlenmektedir
  • Mersin-Adana-İskenderun Bölgesel Yolcu Treni: İskenderun-Adana-Mersin arasında karşılıklı olarak günde 2 tren hizmet vermektedir Mersin-Adana arasında ise günde 20’den fazla sefer düzenlenmektedir Adana – İskenderun arası 2 –2,5 saat arasında sürer iken, Adana – Mersin tren seferi 60-70 dakika sürmektedir
  • Mersin-Adana-Osmaniye-İslahiye Bölgesel Yolcu Treni: Bu hat üzerinde günde 1 sefer yapılmaktadır Adana-Osmaniye arası 1 saat 5 dakika sürmektedir Adana İslahiye arası ise 3 saate yakın sürede alınmaktadır





Havayolu Ulaşımı





Şakirpaşa Havaalanı


Şehir merkezine en yakın mesafede bulunan hava limanı olan Adana Havalimanı, şehir merkezine 35 km uzaklıkta güneybatı istikametinde kurulmuş olup, ulaşım otobüs ve taksi işletmeciliği ile sağlanmaktadır Adana ilinde iki adet havaalanı bulunmaktadır Bunlardan birisi sivil amaçlı Şakirpaşa Havaalanı, diğeri ise İncirlik Hava Üssü’ne ait askeri havaalanıdır




Alıntı Yaparak Cevapla

Yeşili, Mavisi, Beyazı İle Renk Cümbüşü Şehir: Adana

Eski 08-04-2012   #27
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Yeşili, Mavisi, Beyazı İle Renk Cümbüşü Şehir: Adana









Adana ruhu olan bir yer, ovası ile dağı ile bir bütün Yukarıdan aşağıya, doğudan batıya herkes rahatlıkla Adanalıyık diyebiliyor Kökleri asırlardır orada olanı da, geçmişi üç beş seneyi geçmeyeni de sahip çıkabiliyor Adana’ya Adana kozmopolit ama büyülü bir coğrafya, herkesi çok rahat kucaklayabiliyor Doğudan göç edeni olduğu gibi batıdan da, Balkanlar’dan da göç edeni var
Ve onun topraklarında doğan, büyüyen veya bir yanı ile Adana’dan ilham alıp, sadece Adana coğrafyasında değil ülke çapında veya tüm dünya da ürettikleri ile iz bırakanlar çok Adana’nın ünlü insanları, iz bırakanları birkaç kişi değil yüzlercesi var hatta binlercesi İstanbul ile boy ölçüşecek, başka bir il ile kıyaslanmayacak kadar çok Nerede ise küçük bir ülkeyi besleyecek kadar çok aydınlık ve aydın insanı var İşte onlardan birkaçı…






Ferman padişahın, dağlar bizimdir: Dadaloğlu






Dadaloğlu, Osmanlı Devleti'nin Anadolu Türkmenlerini iskan politikasına tepki olarak doğmuş isyanlarda yer aldığı anlaşılan tanınmış bir halk ozanıdır Doğum ve ölüm tarihleri hakkında kesin bir bilgi olmamakla beraber eldeki kaynaklardan 1785-1868 olduğu belirlenmiştir Güney illerinde dolaşan Türkmen topluluklarından Avşar boyundandır

Ününü kavga türküleri ile yapmış olmakla beraber duygu ve aşk konularını da aynı başarıyla işlemiştir Yüz kadar şiiri sözlü kaynaklardan derlenerek günümüze ulaşmıştır Diğer 19'uncu Yüzyıl halk ozanlarından iki noktada ayrılır Kent yaşamından uzak kaldığı için şiirlerinde hep göçerlik ortamını yansımıştır Diğer yandan yine kentte bulunmayışı nedeniyle çağdaşı halk ozanlarında sık rastlanan divan şiirine yakınlık onda hiç görülmez Karacaoğlan'ın aşk ve doğa şiirlerindeki üstün yeteneği ile Köroğlu'nun yiğit ve kavgacı anlatımını birleştirir




Dadaloğlu'nun Heykeli


Dadaloğlu büyük bir halk şairidir Şiirlerinde kudretli bir sanat ifadesi görülür İlgilendiği olaylar dolayısıyla hem bir devrin tarihini hem de bir toplumun duyuş ve düşüncelerini yaşatmıştır Bu bakımdan Dadaloğlu edebiyatımızın dikkatle üzerinde durulmaya değer şairlerinden biridir En çok bilinen şiirlerinden bir tanesi Avşar Elleri'dir


Avşar Elleri

Kalktı göç eyledi avşar elleri
Ağır ağır giden eller bizimdir
Arap atlar yakın eyler ırağı
Yüce dağdan aşan yollar bizimdir

Belimizde kılıcımız kirmani
Taşı deler mızrağımın temreni
Hakkımızda Devlet Vermiş Fermanı
Ferman padişahın dağlar bizimdir
Dadaloğlum yarın kavga kurulur
Öter tüfek davlumbazlar vurulur
Nice koç yiğitler yere serilir
Ölen ölür kalan sağlar bizimdir





Yaşayan Efsane: Fatih Terim






14 Eylül 1953 tarihinde Adana'da doğan Fatih Terim, futbola Adana Demirspor' da başladı 2 Türkiye Ligi'nde şampiyon olarak 1 Lige yükselen Adana Demirspor'da sergilediği oyun ile herkesin ilgisini üzerine çekti ve bir sonraki sezon Galatasaray'a transfer oldu 1985 yılında futbola veda edene kadar Galatasaray'da futbol oynayan Terim, bir süre takımın kaptanlığını da üstlendi

Galatasaray'daki oyunculuk kariyeri boyunca yürüttüğü kaptanlığı ile tüm zamanların en sevilen Galatasaray oyuncularından biri haline geldi Fatih Terim, Galatasaray formasıyla 327 maç oynadı

A Milli Takım'da aralıksız 51 kez forma giyen Fatih Terim, bu başarı istatistiğiyle bir kez daha adını Türk futbol tarihine yazdırmış oldu Futbol hayatına noktayı koyduktan sonra kısa bir süre ticaretle uğraşan Terim, futboldan uzak kalamadı ve futbol camiasına geri dönmeye karar verdi Bu kararı, Fatih Terim için başarılarla dolu yepyeni bir teknik direktörlük sayfasını da açmış oldu Ümit ve A Milli Takım'larında alınan başarılı neticelerden sonra Galatasaray'da da 1996-2000 yılları arasında görev yapan Terim, Galatasaray'ı 4 yıl üst üste şampiyon yaptı ve 2000 yılında da ilk kez bir Türk takımına UEFA Kupasını kazandıran teknik direktör olarak tarihe geçti





Adana’dan başlayan yolculuk: Hacı Ömer Sabancı






Hacı Ömer Sabancı, Orta Anadolu'da Kayseri'nin küçük bir köyünde, Akçakaya'da doğdu 13 yaşında babasını kaybettikten bir kaç yıl sonra, talihini denemek için köyünden ayrılan Hacı Ömer, 450 kilometrelik yolu yaya olarak kat ederek pamuk diyarı Adana'ya göç etti
Adana'daki yeni hayatına pamuk işçisi olarak başlayan Hacı Ömer, kısa sürede "işçi müteahhitliği"ne başladı, bir iki yılda yaptığı tasarruflarla pamuk ticaretinde mütevazi bir iş kurdu O dönemde yanında çalışan işçiler Hacı Ömer'i "Ağa" diye çağırmaya başladılar

1928 yılında Sadıka Hanım'la evlendi ve İhsan, Sakıp, Hacı, Şevket, Erol ve Özdemir adında altı erkek çocuk sahibi oldu 1943 yılında "Yağsa"ya ortak olan Hacı Ömer, 1946 yılında arkadaşları ile beraber "Marsa"yı aldı Yaratıcı gücü, ileri görüşü ve yılmayan gayreti sayesinde, başarı zincirine birçok halkalar ekleyen Hacı Ömer önderliğinde, daha sonraki yıllarda sırasıyla Akbank, Bossa un ve çırçır fabrikası, Bossa tekstil fabrikası, Oralitsa ve Aksigorta kuruldu

Hacı Ömer Sabancı Vakfı tarafından "Hacı Ömer Sabancı" adını taşıyan İstanbul'da Galatasaray Lisesi kapalı spor salonu, Adana'da kültür merkezi ve teknik öğrenci yurdu, Ankara'da kız öğrenci yurdu, Kayseri ve Van'da ilköğretim okulları yaptırıldı






Sevgililerin ismini ilk kez o dillendirdi: Karacaoğlan






Göçebe yaşamının vazgeçilmez bir parçası olan doğa, Karacaoğlan şiirlerinin ana temalarından biridir Nerede doğduğu konusunda kesin bir bilgi olmasa da, şiirleri Karacaoğlan'ın Çukurova'da doğup, yörenin Türkmen aşiretleri arasında yaşadığını şüphe götürmez biçimde ortaya koyar Yaşadığı, gezip gördüğü yörelerin doğasını görkemli bir biçimde dile getirir




Ulus Parkındaki Karacaoğlan Heykeli


Karacaoğlan, Osmanlı Devleti'nin iktisadi bunalımlar ve iç karışıklıklar içinde bulunduğu bir çağda yaşamıştır Karacaoğlan şiirinin ana temasını, doğup büyüdüğü göçebe toplumunun gelenekleri ve içinde yaşadığı, yurt edindiği doğa oluşturur Güneydoğu Anadolu, Çukurova, Toroslar ve Gavurdağları yörelerinde yaşayan Türkmen aşiretlerinin yaşayış, duyuş ve düşünüş özellikleri, onun kişiliği ile birleşerek aşık edebiyatına yepyeni bir söyleyiş getirmiştir
Anadolu halkının 17 yüzyılda çektiği acılar, göçebe yaşantısının yoklukları, çileleri, çaresizlikleri, şiirinde yer almaz Şiirlerindeki insana dönüklüğünün özünde belirgin olan tema, doğa ve aşktır Ayrılık, gurbet, sıla özlemi, ölüm ise şiirinin bu bütünselliği içinde beliren başka temalardır




Karacaoğlan Heykeli


Duygulanışlarını gerçekçi biçimde dile getirir, düşündüklerini açık ve anlaşılır bir dille ortaya koyar Acı, ayrılık, ölüm temalarını işlediği şiirlerinde de bu özelliği göze çarpar Düşten çok gerçeğe yaslanır Çıkış noktası yaşanmışlıktır Ona göre, kişi yaşadığı sürece yaşamdan alabileceklerini almalı, gönlünü dilediğince eğlendirmelidir Yaşama sevincinin kaynağı güzele, sevgiliye ve doğaya olan tutkudur Güzelleri ve yiğitleri över, dert ortağı bildiği dağlara seslenir Lirik söyleyişinin özünde, halkının duyuş ve düşünüş özellikleri görülür



Alıntı Yaparak Cevapla

Yeşili, Mavisi, Beyazı İle Renk Cümbüşü Şehir: Adana

Eski 08-04-2012   #28
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Yeşili, Mavisi, Beyazı İle Renk Cümbüşü Şehir: Adana



Bir gülmece ustası: Muzaffer İzgü






1933 yılında Adana'da doğan Muzaffer İzgü, kalemine son derece hakim bir gülmece ustası Taşlama ve yergi arası bir anlatımla işlediği öyküleri düşündürücü olduğu kadar, güldürücü öğeler de taşıyor Anlattığı insanları ve olayları çarpıcı yanlarıyla ele almaktaki ustalığı, en önemli özelliklerinden biri

Yoksul bir çocukluk geçiren İzgü; bulaşıkçılık, garsonluk, sinemalarda gazoz satıcılığı gibi işlerde çalıştı ve aynı zamanda da eğitimine devam etti Diyarbakır İlköğretmen Okulu'nu bitirdikten sonra öğretmen olarak görev yaptı
Muzaffer İzgü'nün ilk mizah yazıları, Akbaba dergisinde yayımlandı Özel tiyatrolarda ve radyolarda yayımlanan oyunları ve skeçleri ile adını duyurdu

Daha çok öyküye yönelen yazarın, gözlemlerine dayanarak yazdığı üç romanı vardır Gecekondu, İlyas Efendi ve Halo Dayı İlk romanı olan Gecekondu'da, Güney Anadolu kentlerinden birinde gecekondu halkının yoksul yaşantısını verir İlyas Efendi, bir nüfus memurunun parasızlık yüzünden çektiği sıkıntıyı yansıtır Halo Dayı da köyden kente göçü konu alan bir romanıdır






Gülmecenin işlevinin güldürmek değil, olaya parmak basmak olduğu görüşünü romanlarına yansıtmıştır Toplumun aksayan yönlerini mizah öğelerinden de yararlanarak okurlarının ilgisine sunan Muzaffer İzgü, mizah öğelerinden faydalanarak, toplumun aksayan yönlerini okuyuculara aktarmıştır Bazı eserleri televizyona uyarlanan İzgü; 1977 yılında, Akşehir Ulusal Gülmece Öyküsü Yarışması’nda üçüncülük ödülünü, Donumdaki Para adlı kitabıyla Türk Dil Kurumu Öykü Ödülü'nü, Dayak Birincisi adlı çocuk romanıyla da Bulgaristan Altın Kirpi Ödülü'nü kazanmıştır

Milliyet Sanat Dergisinin açtığı bir yarışmada ikincilik ödülü, Çocuk Kitapları Fuarı'nda Uçtu Uçtu Ali Uçtu masalıyla birincilik ödülleri sahibi olan yazar, emekli olduktan sonra, İzmir’e yerleşmiştir






Türk edebiyatının büyük kalemi: Orhan Kemal






“Gerçek olan öğrenmektir Nereden, nasıl öğrenirsen öğren Nereden, nasıl öğrendiğin, diploman hatta neler bildiğinde önemli değil Ne yaptığın önemlidir"

Asıl adı Mehmet Raşit Öğütçü olan Orhan Kemal, 15 Eylül 1914’te Adana’nın Ceyhan ilçesinde doğdu Babası, 1920-1923 döneminde birinci TBMM’de milletvekilliği, 3 Mayıs 1920’de Vekiller Heyeti’nde Adliye Bakanlığı yapan ve 26 Eylül 1930’da Adana’da Ahali Cumhuriyet Fırkası’nı kuran Abdülkadir Kemali Bey’dir

Babasının partisinin kapatılması üzerine 1931’de Suriye’ye kaçan babasının yanına ailece gidince, orta son sınıftaki öğrenimini yarım bıraktı Daha sonra burada bir basımevine işçi olarak girdi Bir yıl kadar Suriye ve Lübnan’da kaldı 1932’de Türkiye’ye dönünce, Adana’da çırçır fabrikalarında işçilik, dokumacılık, katiplik, ambar memurluğu yaptı 5 Mayıs 1937’de evlendi Nisan 1938’de kızı Yıldız doğdu Aynı günlerde Niğde’de askerlik görevine başladı
Askerliğini yaparken "Maksim Gorki ve Nazım Hikmet kitapları okumak", "yabancı rejimler lehinde propaganda ve isyana muharrik" suçundan yargılandı ve 27 Ocak 1939 tarihinde beş yıl hüküm giydi Kayseri, Adana ve Bursa cezaevlerinde yattı 1940 yılı kışında Bursa Cezaevi’nde Nazım Hikmet’le tanıştı Nazım Hikmet'in toplumcu görüşlerinden etkilendi; kendisinden Fransızca, felsefe, siyaset dersleri aldı Orhan Kemal'i şiir yerine roman ve öykü yazmaya teşvik eden de Nazım Hikmet oldu

26 Eylül 1943’te tahliye olunca Adana’ya döndü Karataş’ta toprak taşıma işinde bir ay amelelik yaptı 14 Nisan 1944’te Devlet Demiryolları’nda “muvakkat hamal” olarak çalıştı Aynı yılın haziran ayında Güzel İzmir Nakliyat Ambarı’nda iş buldu Bir sure sonra bu işten de çıkarıldı






İlk öykülerini Orhan Raşit takma adıyla yayımladı İlk kez 1943'te İkdam Gazetesi'nde yayınlanan "Asma Çubuğu" öyküsünde "Orhan Kemal" adını kullandı 1943'te tahliye olunca Adana'ya döndü Amelelik, hamallık gibi işlerde çalıştı 1944'te doğan oğluna Nazım adını verdi 1945 yılı yazında Kilis’e giderek, kalan 35 günlük askerlik görevini tamamladı Çorum’a sürgüne gönderildi Babasının, dönemin başbakanı Recep Peker’e telgraf çekmesi üzerine, 26 Ekim 1946’da bırakıldı Adana’ya dönünce sebze nakliyeciliği işi ile uğraştı sonra da Verem Savaş Derneği’nde katiplik yaptı Bir süre sonra işsiz kaldı 1949'da üçüncü çocuğu "Kemali"'nin doğumundan sonra 1950'de ailesiyle İstanbul'a yerleşti ve ölümüne kadar kitap ve makale yazarak geçindi 1957'de dördüncü çocuğu "Işık" doğdu

7 Mart 1966’da bir ihbar üzerine iki arkadaşıyla birlikte tutuklandı “Hücre çalışması ve komünizm propagandası’ yaptıkları gerekçesiyle tevkif edilerek Sultanahmet Cezaevi’ne gönderildi 7 Nisan’da Türk Edebiyatçılar Birliği, Orhan Kemal için Gen-Ar Tiyatrosu’nda 30 sanat yılı nedeniyle bir jubile düzenledi Toplantıda Melih Cevdet Anday, Yaşar Kemal ve James Baldwin birer konuşma yaptı Bilirkişice verilen; “suç teşkil eden bir cihet bulunmadığı hususundaki rapor" üzerine 13 Nisan 1966’de serbest bırakıldı 17 Temmuz 1968’de bu davadan beraat etti






1967'de "72 Koğuş" oyunu, Ankara Sanatseverler Derneği tarafından en iyi oyun yazarı seçildi 1969'da Türk Dil Kurumu Ödülü'nü ve Sait Faik Hikaye Armağanı'nı "Önce Ekmek" adlı kitabı ile aldı 1970 yılında Bulgar Yazarlar Birliği’nin çağrısı üzerine gittiği Sofya’da, tedavi edilmekte olduğu hastanede hayata gözlerini yumdu

Orhan Kemal; yaşamı, yoksul kesimin, işçilerin, öğrencilerin, "sokaktaki adamın" yaşamını anlatan öykü ve romanlar yazmış ve insan-toplum ilişkilerini gerçekçi bir dille yansıtmıştır Orhan Kemal ardında 27'si roman, 19'u öykü kitabı olmak üzere 51 eser bırakmıştır





Arkeoloji profesörü, yazar, düşünce ve siyaset adamı: Remzi Oğuz Arık






1899 yılında Adana'nın Kozan ilçesinde dünyaya gelen Remzi Oğuz Arık, Türkiye'de başlayıp, yurt dışında devam ettirdiği eğitimle kendini geliştirdi Eğitmenlik hayatında profesörlüğe kadar yükselen Arık, uçak kazasında hayatını kaybettiği 1954 yılına kadar ardında birçok değerli eser bıraktı

1939 yılında Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde öğretim üyeliğine getirilen Arık, orada "Arkeoloji Profesörü" ve "Enstitü Müdürü" olmuş ve aynı zamanda sanat tarihi dersleri de vermiştir Arık, 1942-1944 arasında Hüseyin Avni Göktürk ile birlikte çıkardığı Millet dergisinde Türk ulusçuluğunun, Anadolu’da oluşan din, dil, soy ve kültür birliğine dayanması gerektiği düşüncesini yaymaya çalışmıştır 1942 yılı sonunda fakültedeki görevinden Hasan Ali Yücel ve Şevket Aziz Kansu ile olan mücadele sonucunda ayrılmak zorunda kalan Arık, 1943-1945 yılları arasında yeniden müze yöneticiliği görevlerinde bulunmuştur

1949 yılında yeni açılan Ankara İlahiyat Fakültesi’nde İslam Sanatları Tarihi Profesörü oluncaya kadar Müze Müdürü olarak hizmet veren Arık, 1950 seçimlerinde DP’den (Demokrat Parti) Seyhan milletvekili olduğu için İlahiyat Fakültesi'nde de ancak bir yıl görev yapabilmiştir DP'yi kendi hizmet felsefesine uygun bulmadığı için oradan da ayrılan Arık, 1952’de Türkiye Köylü Partisi’ni kurarak, o partinin "Genel Başkanlığı" görevini üstlenmiştir Ancak çok kısa bir süre sonra, 3 Nisan 1954 tarihinde geçirdiği elim kaza sonucu Adana’dan Ankara’ya hareket eden THY uçağının düşmesi ile hayatını yitirmiştir





Dünya Sanatçısı: Suna Kan






21 Ekim 1936 tarihinde Adana’da doğdu, 5 yaşında iken babası Nuri Kan’dan aldığı keman dersleri ile müziğe ilk adımını attı Mozart'ın No5 Keman Konçertosu'nu seslendirdiği ilk konserinde ise henüz 9 yaşındaydı Uzun yıllar Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrasında ve kurucuları arasında bulunduğu Ankara Oda Orkestrası’nda başkemancı ve solist sanatçı olarak yer alan Suna Kan, 1971 yılında "Devlet Sanatçısı" unvanıyla onurlandırıldı
Yurtdışında birçok ülkede turneler yaparak hemen bütün kıtalarda sanatını sergileyen Suna Kan; İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya, İsviçre, Belçika, Hollanda, İsveç, Norveç, Rusya, Çin, Japonya, Kanada, Amerika ve Güney Amerika ülkelerinde konserler verdi

En Acı Konser





Dünyaca ünlü keman sanatçısı Suna Kan, hayatının en acı konserini 22 Nisan 2006 tarihinde İzmit'te vermişti 22 Nisan 2006 cumartesi gecesi Kocaeli Gazeteciler Cemiyeti'nin organize ettiği gazetecilik başarı ödüllerinin dağıtım töreninde performansını sergilemek üzere sahneye çıkan dünyaca ünlü keman sanatçısı Suna Kan, yakınlarından eşinin ölüm haberini almıştı Ankara'da tedavi gören eşi Atilla Sönmez'in ölümüyle yıkılan sanatçı, buna rağmen büyük bir özveride bulunarak sahneye çıkmış ve yüreği kan ağlasa da, 15 saat süren konserini tamamlamış, haberi öğrenen seyirciler de konser sonunda Suna Kan'ı uzun uzun ayakta alkışlayarak Ankara'ya uğurlamıştı Suna Kan, o gece onu takip eden gazetecilere "Sanatçı iyi ve kötü günde işini yapmaya çalışıyor Ben de onu yapmaya çalıştım" şeklinde bir demeç vermişti





Türk Sinemasının Duayeni: Şener Şen






“Bir rol aldığımda çok sevinirdim, nasıl iyi oynarımın peşinde, o rolün tadını çıkarmaya çalışırdım Şimdi bulunduğum yer eğer starlıksa, o istemeden, zorla geldiŞener Şen

26121941 yılında Adana'da doğan sanatçı, aktör Ali Şen'in oğludur Sanat hayatına tiyatro oyunculuğuyla başlamış ve sinemaya kompozisyon rolleriyle geçmiştir "Şalvar davası" adlı filmiyle de başrole çıktı 1958'de Yeşil Sahne'de amatör olarak tiyatro oyunculuğuna başladı 1964-1966 yılları arasında Doğu Anadolu'nun köylerinde ilkokul öğretmenliği yaptı 1966'da İstanbul Belediye Şehir Tiyatrosu’na girdi 1980-1982 yılları arasında tiyatro çalışmalarını Almanya'da sürdürdü Uzun yıllar bir çok filmde yardımcı oyuncu olarak görev aldı İlk başrolü, geç bir tarihte Şalvar Davası 1983 ile geldi Çeşitli yayın organları tarafından sinemada yılın oyuncusu seçildi

Ödülleri

15 Antalya Film Şenliği, 1978, Çöpçüler Kralı, En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu
24 Antalya Film Şenliği, 1987, Muhsin Bey, En İyi Erkek Oyuncu
42 Antalya Film Şenliği, 2005, Gönül Yarası, En İyi Erkek Oyuncu





Türkiye’nin evrensel yazarı: Yaşar Kemal






Benim kişiliğimi ve sanatımı halktan ayırmak mümkün değil Ben iki şeye inanırım, iki şeyin sonsuz gücüne, sonsuz yaratıcılığına, sonsuz değişimine: Halk ve doğa Sanatımı halkımla birlikte, onun büyük yaratıcılığı ile birlik olarak, onun için yaparım () Ben etle kemik nasıl birbirinden ayrılmazsa, sanatımın halktan ayrılmamasını isterim Bu çağda halktan kopmuş bir sanata inanmıyorum (Yaşar Kemal, Baldaki Tuz)

Yaşar Kemal, 1923 yılında (il olana kadar Adana'nın bir ilçesi olan) Osmaniye'nin Hemite Köyü'nde doğdu Asıl adı Kemal Sadık Göğceli’dir Ortaokul çağındayken halk edebiyatına duyduğu ilgi, onu folklor derlemeleri yapmaya yöneltti Şiirleri, Adana Halkevi'nin yayını olan "Görüşler Dergisi" nde yayımlandı Ortaokulun son sınıfındayken okulu bırakmak zorunda kalarak ırgatlık, amelebaşılık, pirinç tarlalarında su bekçiliği, arzuhalcilik, öğretmenlik, kütüphane memurluğu gibi 20’den fazla işte çalıştı Bu arada Ülke, Kovan, Millet, Beşpınar dergilerinde şiirleri yayınlanmaya başladı 1951 yılında İstanbul'a yerleşerek, Cumhuriyet Gazetesi'nde fıkra ile röportaj yazarlığı yapmaya başladı "Dünyanın En Büyük Çiftliğinde Yedi Gün" başlıklı röportajıyla, Gazeteciler Cemiyeti Özel Başarı Armağanı'nı kazandı






O yıllarda öyküleriyle de ilgi çekmeye başladı 1952 yılında "Sarı Sıcak" adlı öykü kitabı yayımlandı İlk romanı "İnce Memed" 1955 yılında çıktı 1955-1984 yılları arasında öykü, roman, röportaj ile makalelerinden oluşan 33 kitabı yayımlandı Yaşar Kemal, ilk romanı "İnce Memed" ile 1955 yılında Varlık Roman Armağanı'nı kazandı 1974 yılında "Demirciler Çarşısı Cinayeti" adlı yapıtı, Madaralı Roman Ödülü'nü aldı 1977 yılında "Yer Demir, Gök Bakır" adlı eseri Fransa'da Edebiyat Eleştirmenleri Sendikası tarafından "Yılın En İyi Yabancı Romanı" seçildi "Binboğalar Efsanesi", 1979 yaz dönemi için Büyük Edebiyat Jürisi tarafından seçilen kitaplar arasında yer aldı 1982 yılında uluslararası Del Duca Ödülü'ne layık görülen Yaşar Kemal, 1984 yılında Fransa' nın Légion D'Honneur Nişanı'nı aldı



Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.